Niyazi MISRÎ

Page 1

MISRİ NİYAZİ DİVANI ŞERHİ Ve DÜZENLEMESİ

ŞERHİ YAPAN:

PİR SEYYİT MUHAMMED NUR HAZRETLERİ DÜZENLEYEN:

NEJDET ŞAHİN


ÖN SÖZ İslam tarihini incelediğimiz zaman; islamiyetin doğuşundan günümüze kadar pek çok muharip, mücahit, melik, müverrih, mütercim müfessir, âlim ve Fadıl kişilerin yetişmiş olduğunu, kendilerine has kabiliyetleriyle de vazife ifa ettiklerini görürüz. Bir de bunların dışında hakikat ilmi ile meşbu/dolu nice İslam mutasavvıfları yetişmiş, gerçekleri divan adı verdiğimiz manzum kitaplarda ifadeye çalışmışlardır. Fakat ne kadar açık ne kadar anlaşılır gibi sanılsa da yine de şerhe (açıklamaya) muhtaçtır. Çünkü her okur divanı eline aldığı ve okuduğu zaman, onu bilgi ve idrakine göre anlayacak fakat gerçek anlamını kavrayamayacaktır. Çünkü hakikatin, derinlik ve inceliklerine inme, onu istenilen biçimde anlama kişinin zevkine ve bilgisine ait bir keyfiyettir. Nitekim 17. yüzyılın büyük tasavvuf erbabından olan Niyaz-i Mısri (1617-1694) şiirlerini, öztürkçenin o devirde en güzel örneği ile yazmış olmasına rağmen okuyucu yine de denilmek istenileni gereğince anlayamamaıştır. Zaten bu şiirlerdeki manayı anlamak, yukarıda da belirttiğimiz gibi seviye meselesidir. Konu bu açıdan ele alındığında, ihvan için tevhit ve melâmetin lâyıkıyla anlaşılabilmesi bakımından Niyazi Divanın açıklanmasına olan ihtiyaç kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor. Divan sahibi Niyazi Efendi de divanında; kendisinden sonra rumi 1275 (M.1860) tarihinde zuhur edecek zatın gavs olacağını şu mısralarıyla beyan buyurmuştur. Oldum İsmail Gibi Teslim, Hak etti hemin İki yüzbin dahi yetmiş beşte bir kurban bana Anladım zebh-i azime bir işarettir bu koç Hem beşarettir gele Yahya ile mihman bana Mısralarında belirtilen tarih Hz. Pir’in (Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.nin) zuhur ettiği tarihtir. İşte bundan dolayı 19. yüzyılda yetişen büyük mutasavvıf Seyyid Muhmmed Nur Hazretleri Niyazi Divanını şerhederek/açıklayarak) ihvanların bu şerhi okumasını tavsiye buyurmuşlardır. Hz.Pirin bu tavsiye talebini merhum Hasan Fehmi Tezdoğan Efendiden naklen işitmişimdir. Ancak el yazmasından ibaret ve sayıca gayet az olan Niyazi Divanı şerhi, yüz yıldan beri miktar bakımından gittikçe artan meraklı kitlesince aranılan kitap olmuştur. Çeşitli sebeplerle bugüne kadar basım ve yayımı yapılamayan bu şerhe


gittikçe artan ihtiyaç gözönüne alınıp, eski yazılısını yeni yazıya (Osmanlıcadan lâtin harflere) çevirerek basımını sağlamak bize vazife olmuştur. Bu vazifeyi yaparken büyük bir ihtiyaca cevap vereceğimizi sanıyorum. Çalışmalarımızda bize yardımcı olan ve basım işinde büyük külfetler yüklenen arkadaşlarıma teşekkür ederim. Allah onlardan, okuyandan ve cümlemizden razı olsun.

HASAN ÖZLEM Hz.leri


Açıklama Bu

eserde

anlam

ve

mana

kayması

olur

hassasiyetinden dolayı, eserin aslı ve orjinalliği olduğu gibi bırakılmıştır. El yazısı (Segoe script) harf karakteriyle yazılanların tamamı Nejdet ŞAHİN’e ait olup, kitabın aslından değildir. El yazısı karakteriyle yazılanlardan hâsıl olan hata, kusur ve kabahatlar tamamen Nejdet ŞAHİN’e aittir. Başarı İse, yüce Allah’tandır.

Nejdet ŞAHİN


Önemli hatırlatma Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.leri, Kalemi eline alarak bu Niyazi MISRİ divanı’nın her bir şiirini ayrı ayrı

şerh

etmemiştir.

sohbetlerinde

Bu

okunan

eser

bazı

Hz.

Pir

şiir/ilahi

efendimizin yorumlarının,

süratli hızlı yazı yazabilen ihvanlar tarafından yazılıp kayıt

edilmesiyle.

yazıcıların

Ve

bazen

de

‘‘Hz.

pir

katılanlara

sohbete neler

katılmayan

anlattı’’

diye

sorarak, sohbete katılanlardan duyduklarını ertesi gün veya

daha

sonraki

günlerde

naklen

kaydetmeleriyle

oluşmuştur. Böylece oluşan bu Niyazi MISRİ divanı şerhi, konuşma dili ile ve sohbetlerin anında veya daha sonraki günlerde yazılmasıyla meydana gelmiştir. Takdir olunur ki bir şeyin anlatılması konuşmayla sohbetle olduğunda, vücut dili devreye girer ve konuşmacı bazı şeyleri baş, el, kol, parmak hareketleriyle izah ederek meramını

anlatır.

Meselâ

konuşmacı

başını

aşağı

sallayarak evet, olur vb. gibi şeyleri ifade eder, başını yukarı kaldırırsa hayır, olmaz vb. gibi şeyleri ifade etmiş olur.

Keza

kavis

der,

kavis’in

ne

olduğunu

ve

bazı

rakamları parmaklarıyla ifade eder. Fakat yazı dilinde, bir şey yazılarak anlatıldığında öyle parmak, el, kol, baş hareketleriyle anlatılamaz, her şey imlâ kurallarına göre yazılarak anlatılır. Ki bu eser yazı dili ile değil, baştan sona

tamamen

sohbetlerin

kaydedilmesi

ve

konuşma

diliyle meydana gelmiştir. Bunu ifadeyle, bu Niyazi MISRİ divanı şerhi yazı dili

ile

yazılmış

bir

kitap

gibi

değerlendirildiğinde,

içinde birçok imlâ ve cümle hataları olduğunu görürüz. Bunlar

o

kelime

veya

cümlenin

konuşma

diliyle


anlatılmış olmasındandır. Ayrıca sohbete katılanların, ertesi gün veya daha sonraki günlerde sohbetten ancak hatırlayabildiklerini, yazıcılara anlatmış olmalarından hâsıl olan hatalardandır. Ve eserin Osmanlıca harflerden lâtin harflere çevrilmesi esnasında yazılırken meydana gelen hatalardandır. Önemle hatırlatırız

Nejdet ŞAHİN


GİRİŞ Biz bu Niyazi MISRİ divanı şerhini gözden geçirip bilgisayara

aktarmaya

karar

verdiğimizde,

anlam

ve

mânâ değişikliği olur hassasiyetiyle orijinal metni hiç ellemeden olduğu gibi bıraktık. Ve el yazısı (Segoe script) harf karakteri ile parantaz içinde veya slaj yaparak veya kelime arasında, kendi görüş ve anlayışımızı orjinâl metne asla müdahele etmeden belirterek, bazı kelime ve cümlelerin anlaşılır olmasına gayret ettik. Ve birbirine geçmiş olan bazı şiirleri düzenleyerek her şiiri bir rakam ile numaraladık. Arapça olan ayet hadis ve

kibarı

kelâmların

Türkçe

tercümelerini

ve

ayet

numaralarını da, el yazısı harf karakteriyle ifade ettik. Ayrıca

Ayet,

hadis

ve

kibarı

kelâmları

yatık

harf

karakteriyle belirttik. Bunu beyanla, bu eserin orijinal yazıları olduğu gibi bırakılmış olup, el yazısı karakteriyle yazılmış olan her birşey hatasıyla sevabıyla bize aittir. Bu çalışma esnasında rüyamda gördüğüm Hz.PİR efendimizin ve Niyazi MISRİ Hazeratlarının himmetine/yardımına mazhar oldum, şöyle ki: Rüyamda; Hz.PİR efendimiz sohbetinde bir konudan özellikle bahsetti. Bende uyanınca Hz. PİR’in bahsettiği o konuyla ilgili sayfayı açtım ve düzeltilmesi gerekeni gördüm ve düzelttim. Daha sonra Aynı şekilde rüyamda Niyazi Mısri Hz.lerini gördüm ve bana bir şiirinin sadece bir satırını söyledi. Uyanınca bir satırını söylediği ilahinin olduğu sayfayı açtım ve hatayı düzelttim. Elhamdülillah.

Nejdet ŞAHİN


Teşekkür Mesleki resul-u Melami ihvanlarının başucu kitabı olan, bu Niyazi MISRİ divanı ve Hz. Pir efendimizin şerhindeki

hikmet

ve

marifetullah

yüklü

ruhaniyete

mazhar olmamız niyazıyla. Bu eseri düzenlememi ısrarla teşvik edip bigisayara aktarmayı başlatan Sayın Hatice KARAHALİLÖZ’e,

bilgisayara

aktarmayı

tamamlayıp

düzenlemeye hazır halde bana getiren Sayın Ayşegül ve Kadir HALICI’ya ve tüm kardeşlerime teşekkür ederim. Bu eserin irfan ve ruhaniyetine okuyanların, bizlerin ve cümle ihvanımızın mazhar olmasını, Hidayetin menba-ı Kerim olan Allah’tan niyaz ederim.

Nejdet ŞAHİN


Selam Yüce Allah’a hamd olsun. Selam Allah’ın habibi/sevgilisi Hz. Muhammed’e ve onun şahsında cümle peygamberlerin ruhaniyetine olsun. İmamı Ali Kv. Ve onun şahsında cümle ehli beyt’e/evladı resule ve ehli kemal’e ve Niyazi Mısri Hz.nin yüce ruhaniyetine olsun. Hasseten/özellikle Pirimiz seyyid Muhammed nur Hz.ne veHacı

Recep Hulusi------------------veHacı Salih rifat

veAbdülmalik veEmin

Hilmi-------------veAli Rahmi

durguti--------veHasan Fehmi Tezdoğan

veSüleyman ve

kolari-veHasan Özlem

Kemal Zurnacı Hazeratlarının,

Bizlere tevhid nur-u aydınlığını göstererek canımıza can olan ruhaniyetlerine selam olsun. Onların yolu yolumuz, ayaklarının tozu gözümüze sürme olsun. Rabbim, mesleki resul’e hizmet ve sadakâttan bizleri ve cümle ihvanımızı ayrı komayıp, Melâmet neş’eyi kemaline mazhar kılsın. Âmin.

Nejdet ŞAHİN 25 - Mart- 2019 Salihli


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM (1) Ey gönül gel gayriden geç aşka eyle iktidâ Zümre-i ehl-i hakikat aşkı kılmış muktedâ Cümle mevcudat u mâlumata aşk akdemdürür Zira aşkın evveline bulmadılar iptidâ Hem dahi cümle fena buldukta aşk bâki kalır Bu sebepden dediler kim aşka yoktur intihâ Dilerim senden hudayâ eyle tevfikin refik Bir nefes gönlüm senin aşkından etme gel cüdâ Masivâ-yı aşkının sevdasını gönlümden al Aşkını eyle iki âlemde bana aşinâ Aşk ile tamuda olmak cennetidir âşıkın Lik cennet de olursa tamudur aşksız anâ Ey niyazi mürşit istersen bu yolda aşka uy Enbiya vü evliya aşk olupdur rehnümâ -----------------------------------------------------------------------(2) Zehi kenz-i hafi k’ândan gelir, her var olur peydâ Gehi zulmet zuhur eyler, gehi envar olur peydâ Zehi derya-yı vahdet kim kesilmez hergiz envacı Bu kesret âlemi andan doğup nâçâr olur peydâ Ne sihri-bül-acepdir kim bu yüzden görünür ağyar O yüzden gayrı yok tenha gelür dildar olur peydâ O yüzden görüben ağyar döner şem-i cemalinden Felekler de görüp anı döner edvar olur peydâ Taşınır günde yüz bin can âdem iklimine her dem Gelür yüz bin dahi andan bulur imar olur peydâ Dışın içe hayâlatı için dişa zuhuratı


Birinden ol birine tuhfeler her bâr olur peydâ O devr ile gelüptür enbiya mürsel meratipce Gehi mü’min zuhur eder gehi küffar olur peydâ Tecelli eyledikçe ol saray-ı sırr-ı ahfâdâ Bu suret âlemi içre satu bazar olur peydâ Anın zatına gâyet sun’una hergiz nihayet yok Anın’çün herbir isminden gelir bir kâr olur peydâ Tecelli eyler ol daim celâl ü geh cemalinden Birinin hasılı cennet birinden nâr olur peydâ Cemali zâhir olsa tez celâli yakalar anı Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ Bu sırdandır ki bir kâmil zuhur etse bu âlemde Kimi ikrar eder onu kimi inkâr olur peydâ Veli ârif celâl içre cemalini görür daim Bu hâristanın içinde ana gülzar olur peydâ Ne sırdır ki iki kimse nazar eyler bu ekvâne Biri ancak görür dârı bire deyyâr olur peydâ İçi umman-ı vahdettir yüzü sahra-yı kesrettir. Yüzün gören görür ağyar içinde yâr olur peydâ Görür ol kenz-i mahfiden nice zahir olur eşyâ Bilir her nakş-ı suretten nice esrar olur peydâ Alan lezzatı birlikten halâs olur ikilikten Niyazi kande baksa ol heman didâr olur peydâ ------------------------------------------------------------------------------(3) Salik-i rah-ı hakikat aşka eyler iktida Cümle eşyaya birer halet konulmuştur tamam. Birbirinden bâzı nakıs bâzın istidadı tam Meşreb-i âlâ olan neş’e nedir hasılı kelâm Aşktır ol neşe-i kâmil kim andandır müdam


Meyde teşvir-i hareret neyde te’sir-i sedâ Gülşen-i vahdet çü kalb-i emr-i râm-ı aşktır Lezzet-i vuslat heman ancak müdam-ı aşktır Terk-i kavneyn eyleyen mest-i müdam-ı aşktır Vadi-i vahdet hakikatte makamı aşktır Kim müşahhas olmaz ol vadide sultandan gedâ Arifin aşk-ı ilahiden yeğ olmaz hemdemi Nuş edüp sahba-yı zatı can olur her bir demi Mazhar ona ayni zahir görünür gider gamı Eylemez halvetsaray-ı sırr-ı vahdet mahremi Aşıkı maşuktan maşuku aşıktan cüdâ Ehl-i Hak olmak dilersen zevk-i taat terkin et İçini saf eyleyi gör var kıyafet terkin et Pendi gûş eyle basiretle sefahat terkin et Ey ki ehl-i aşka söylersen melâmet terkin et Söyle kim mümkün müdür tağyir-i takdir-i Hüda Varlığın terk etmek oldu ayn-ı erkân sâdıka Kalbini yakmak gerek anın demâdem harika Aşık oldur gitmeye her dem başından sâika Aşk kilki çekti hat harf-ı vücud-i aşıka Kim olsa sabit Hak isbatından nefyi mâda Ey Niyazi ibtidasız zevk buldun aşktan Yârin isbatından lâ’sız zevk buldun aşktan Daim u bâki fenasız zevk buldun aşktan Ey Fuzuli intihasız zevk buldun aşktan Böyledir her iş ki Hak adıyle ola iptida -----------------------------------------------------------------(4) İki kaşın arasına çekti hatt-ı üstüva Alleme’l esma’yı talim etti ol hattan Hüda Hattı üstüvadan murad, nefsi kül (tüm nefs), nefsi natıka/konuşan nefs, yani hakikati insaniyedir. Nefsikül için nakşiye vesair/diğer ehli tarik, vücudu insanda birer mahal tayin ederler. Ancak bunun mahalli iki kaşın arasıdır. Cenabı Hüda, allemel esmayı nefsikülden talim etti.


Zatı ilme Mustafa esmaya Âdem’dir emin İkisinden zahir olmuştur ulum-u enbiya İlmi zatiyeye Muhammdül Mustafa S.A.V Efendimiz emindir. (Ve allemel edemel esma-i külliha / Âdeme isimlerin tümünü öğretti. Bakara31) mucibince âdem aleyhisselam esmaya emindir. Sair/diğer enbiyanın ulumi/ilmleri bu ikisinin ilminden zahir olmuştur. Zat u esma vü sıfat ef’al ü asâr cümleten Her zamanda bir velinin vechine bunlar ziya Hazreti Hamse-i ilahiye (Allah’ın beş varlığı) olan zat, esma, sıfat ve efal ve âsarın cümlesi her zamanda bir velinin vechine ziya olur/parıldar. Secde eyle Âdem’e tâ kim Hakk’a kul olasın Eden Âdem’den ebâ Hak’dan dahi oldu cüda Âdem’e secde etmeyen Hakk’a kul olamaz. Âdeme secdeden murad, Hakk’a secdedir. Âdem aleyhisselam mazhar-ı zat olduğu için melaike secde ile emrolundu. Zamanı evvelde insan-ı nakısın insan-ı kâmile secde etmesi adet idi. Vakti saadette Hz.peygamber efendimizden ona secde etmeleri için ruhsat/izin talep olundu. Ol vakit buyurdu ki; (eğer ki benim şeriatımde secde olsa idi zevcenin zevcine (kadının kocasına) secde etmesini emrederdim. (İnsana) Secde etmek caiz değildir). Beytullaha secde etmekliğimiz mazhar-ı zat olduğu içindir. Her ne kadar mukayyet ise de emr-i ilahi olduğundan bahis yoktur. Nitekim Hz.Âdem aleyhisselam emri ilahi ile mescüd melaik/meleklerin secde mahalli oldu. Sureta gördüler Allah diyeni olmuş fakir Sandılar Allah fakirdir kendileridir ağniya Zamanı saadette daha haraç vaz olunmazdan evvel (Müslüman olmayanlardan alınan vergi konulmazdan önce) Resulullah S.A.V. Hazretleri Ebubekir Sıddık Radiallahütaalâanhayı Mekke-i mükerremin etrafındaki kariyelerde sakin (beldelerde oturan) yahudi hahamlarına/önderlerine yolladı. Hazreti Sıddık Ekber dahi (Ve Ekradallahü karden hasnen, yani Allah için sadaka karşılıktır) dedi. Bundan dolayı


yahudiler, Muhammedin rabbisi fakirdir biz ise ganiyiz/zenginiz dediler ve gülgüle kaldırdılar (alay ettiler). Kenz-i lâ yefnâ’yı bilmez kandedir illâ fakir Bahr-i bipayani bulmaz etmeyen terk-i siva Halbûki kenzi mahz/saf halis hazine olan zatı ilahiyi, fakirden gayrı kimse bilmez. O bahr-ı ummanı/okyanusu. Gayrıyetten geçmeyen bilmez, yani ağyarı (ilâhi sevgiliden başka olanları) terk eylemeyen bulamaz. Ravza-yı hadra’yı bilmez Hızra yoldaş olmayan Ab-ı hayvanı bu zılmı görmeyenler sandı mâ Hızır aleyhisselam İskender ile bahrı zulmete/karanlık denize kadar gidüp, orada ab-ı hayatı (ölümsüzlük suyunu) bularak içtiğinden ötürü haydır/diridir diyerek kitaplarda mesturdur/yazılıdır. Halbûki Hızır aleyhisselamın hayatta olması İdris aleyhisselamın sahibi şimali/kuzey yardımcısı olduğundandır. Çünkü Hazreti İdris aleyhisselam gavsül enbiyadır.

İsa

ile

Hızır

vezirleridir/yardımcılarıdır.

aleyhisselam Yani

İsa

ise

aleyhisselam

onun sahibi

yemini/güneyin yardımcısı olduğundan âlem-i ulvi de (yüce, gök âlemlerinde) mutasarrıftır/tasarruf eder. Hatta İsa As. Göğe ref olunduğu/kaldırıldığı o sebeptendir. Hızır aleyhisselam dahi sahibi şimal/kuzey yardımcısı) olmakla âlemi süflide mutasarrıftır (aşağı âlemde, yeyüzünde tasarruf eder). Her nebi vefat eder. Fakat bunların ikisi kıyamete kadar haydırlar/diridirler. Bu ümmetten olan gavs, İdris aleyhisselamın naibidir (nöbetçi vekilidir). Musa aleyhisselamın Hızır ile müsabahatına/söyleşmesine sebep, bir kerre kavmi Musaya dediler ki, ya Musa; bu dünyada senden ziyade âlim var mıdır? Hz.Musa Kendisi ululazim resul olduğundan benden daha âlimi yoktur dedi. Binaenaleyh/bundan ötürü kendisine Cenab-ı Hak tarafından hitap edildi. Ve mecmual Bahreyn de/iki denizin birleştiği yerde Hızır ile mülakatı/buluşması emrolundu:


Mecmual Bahreyn; Mısır'a birbuçuk konak mesafede bahrül ebyaz/Ak deniz

ile

Nil

nehrini'in

karıştığı

yerdir.

İşareti

ilahi

olarak

zembili/sepeti içine pişmiş bir balık ile ekmek koyup ve hizmetkârı Yuşa aleyhisselama verip, yola revan oldular. Yolda balığın üstünü (üst kısmını) kuşluk taamında /yemeğinde yediler. Oradan kalkıp bir müddet yürüdükten sonra Hazreti Musa balıktan kalan dururmu? Diye sual etti. Balığın zembilde/sepette olmadığı görülünce kuşluk yedikleri yerde ki orasına reşit/kâmil iskelesi derlerdi. Balığın Orada kayıp olduğu anlaşıldı. Oraya

Avdetle/dönüşle

reşitte

Hızır

aleyhisselam

ile

mülaki

oldu/buluştu. Reşit bir iskeledir. Elyevm/bu gün, halen, orada çıkan balığın bir tarafı yanıktır. Hz.Musa’nın Hızır ile mülakatı/buluşup görüşmesi Hz Musanın tevatür/söylenir olduğu gibi ilmiledun tahsil etmekliği için değildir. Çünkü Hz.Musa ululazim resuldür. Kendisinde ilmi ledun hâsıldır (vardı). Hatta Hızır aleyhisselam sefineyi/Gemiyi delip de içine su girmediğinin görülmesi üzerine Hz.Musa’ya, seni bebek iken Nil nehrine salıverilen beşikte bu sefine halkı/gemidekiler gibi, Cenabı Hak muhafaza etti/korudu demektir. Ve gulamı/çocuğu katlettiği vakit, Hz.Musa niçin böyle bigayrı hakkın (haksız yere) bu Gulamı katlettin dedi. Ve Hızır dedi. Bu Gulam ebeveynine/Anne ve babasına küfür ettirecek idi. Bana gayreti ilahiye geldi ve onun için katlettim. Sözü ile mecap oldu (Hz.Musanın müşkülü cevaplandı). Çünkü Cenab-ı Hakk’ın ve resullerinin şefkat ve merhameti galiptir. Nitekim Hızırın Gulamı katlettiği gayreti ilahiyeden ötürüdür. Firavunun gark olacağı vakit, (inni amentibirabbi musa / Musa’nın rabbine iman ettim) der idi ki, Hz Cebrailin çamuru ile ağzını tıkadığının sebebi, müddeti ömrünü davai uluhiyet ile emir edip te nihayet bu sözle şefkatı ilahiyeye mazhar olmamak için Hazreti Cebrailin gayreti galyan edüp, Firavunun çamur ile ağzını kapayarak amentü dedirtmemek istedi. (Firavun ömrünü Allahlık iddiası ile geçirdiği halde, ömrünün sonunda ‘‘Musa’nın rabbine iman ettim’’ sözü ile Allah’ın şevkâtine mazhar olmaması için, Hz.Cebrailin


gayreti galeyana gelerek firavunun ağzını çamurla kapatıp ‘‘iman ettim’’ demesini engellemek istedi). Bil ki seddeyn iki kaş iskender ortasındadır. Cem’-ii cem'ül cem ile fetholdu ebvab-ı Hüda Seddeyn Çin-i kebirdedir (Büyük Çin’dedir). Oranın insanı bir arşın boyundadır. Onlar da beni âdemdir/âdemoğludur. Yecüc Mecüc denildiği boyları cüce olduğundandır. Hurufilik indinde iki kaşa seddeyn derler. İki kaş ortasına İskender denilir. Nitekim bazı adamda iki kaş ortası olur. Cem, Hak zahir halk batın; Hazretül cem, halk zahir Hak batın; cemmül cem de bu ikisinin cemidir/toplayanıdır. Kande bulur Hakkı inkâr eyleyen bu Mısrî'yi Zahir olmuşken yüzünde, nur-ı zat-ı Kibriya Yüzünde zat-ı kibriyanın nuru zahir olmuşken Hz. Mısrî'yi inkâr eden kande/nerede Hakkı bulur, bulamaz. Çünkü Hakk’ı bulduran kâmildir. Cenabı Hak ancak zamanınkâmilini ikrar ile bulunur. ------------------------------------------------------------------------------------(5) Habsım çü geldi gelir ıtlak için ferman bana Evveli kahr âhiri ihsan eder sultan bana Erbain’im çün tamam oldu dahi on gün geçer Hatm olur menzil meratip can olur canan bana Hz. Mısr-i ile Hz. Hüdayi Kaddasallahü sırre dergâhının o zamanki şeyhi ile hem asır bulundukları gibi, dersaadette/İstanbul Üsküdar da şimdi hüdayi dergâhı bulunan mahallede mısr-ı efendinin hanesi/evi yakın ve komşu idiler. Ol vakit Sultan Ahmet sani/Sultan ikinci Ahmet devri idi. Mısri efendi imam Hasan ve imam Hüseyin efendilerimizin nübüvvetleri hakkında bir risale/kitapçık yazmıştır. Hüdayi efendi dergâhının o zamanki şeyhi fahrialem S.A.V. Hatemül enbiyadır/son peygamberdir, Ondan sonra nübüvvet yoktur diyerek gadap etti/öfkelendi. Halbûki nübüvveti teşria’nın hatemi olmadığını anlamadı. Bundan dolayı Hz. Mısrı'yi Sultan


Ahmet'e gamz/şikâyet etti. Yani münafıkladı. Ve bunun üzerine hanesinde/evinde Mısr-ı efendinin hapsi içün Sultan Ahmet tarafından üç dört teskere/pusula gönderildi. Mısr-ı efendi de Ya Ahmet, münafık sözüne kani olma/inanma dedi. Ve gelen teskereyi haşiye ederdi (Gelen pusulanın altına cevap yazarak gönderirdi). Hatta bir teskeresini fakir de gördüm. İşte Mısr-ı efendi ol vakit elli gün hapislik cezasını kabul etti. Yine ıtlak olundu/salıverildi. Bu iki beyit ile ol vakayı hikâye eder. Kabe kavseyni ev edna üçyüz ellidir bilin Doğdu gün mağribden açtı zulmeti subhan buna Burada bindörtyüz senesinde mehdinin zuhurunu remz ediyor. Geldi Hak batıl firar etti dolaştı mağribe Zahir oldu gizli sırlar verdi Hak bürhan bana Oldum İsmail gibi teslimi Hak etti hemin İki yüz bin dahi yetmiş beşte br kurban bana Anladım zebh-i azime bir işarettir bu koç Hem beşarettir gelen yahya ile mihman bana Bin iki yüz yetmiş beş tarihinde bir kâmil’in (Pir

Seyyid

Muhammed Nur Hz.lerinin) zuhur edip, onun bendeleri (ona bağlı intisablı olanların) imam-ı mehdiye yetişeceğini remz eder. Halk-ı âlem dediler İsa'ya Mısri bir zaman Dahi bundan özge mâ evha dedi kur’an bana Mısr-i efendi zamanında İsa gibi bir adam ve İsa gibi kendisine vahi ilâhi gelir dedikleridir. ------------------------------------------------------------------------------------(6) Ey derde derman isteyen Yetmez mi derd derman sana Ey Derdi aşka müptelâ olupta derman isteyen kişi, yani aşkındır derman sana. Zira maksuda/maksadına seni ol vasıl eder ve maksut/amaç/gaye


dahi odur. Çünkü aşka cemi aza ve cevarihi/organları, hatta ve hatta fiilinle mahbubuna/sevdiğine teveccüh etmek/yönelmek

manasındadır. İşte

maksat/gaye, amaç da budur. Ey rahat-ı can isteyen Kurban olandır can sana Ey canının rahatını isteyen kişi canındır kurban sana, onu feda et. Senin bihuzurluğun/huzursuzluğunun sebebi kendine nisbet ettiğin variyetindir. Variyet dahi candan gelir. Canını kurban edince rahat olursun Yağma edersin varlığın Gider gönülden darlığın Mahveyle sen ağyarlığın Yâr oliser mihman sana Varlığını yağma edersen, yani variyet Hakk’ın olduğuna ve senin olmadığına vakıf olursan ve ağyarlığın (Hak’tan gayrısını) mahvedersen, o zaman gönülden darlığın (huzursuzluğun) gider. Yani kimseye dargın olmazsın ve yâri hakiki (ilâhi sevgili) sana mihman/misafir olur. Sermaye bu yolda heman Teslimdürür buna inan Sıtkile Allah'a dayan Etmez mi gör ihsan sana İşte buna teslim ol ve bu yolda sermayenin bu olduğuna inanarak Allah'a sıtkile dayan. Elbette ve elbet sana ihsan olunur. Tevhide tapşur özünü Kimseye açma râzını Şeyh izine tut yüzünü Şeyhin yeter bürhan sana Özden

murad

ruhdur.

Tevhidin

manası

itvalin/çocukların

mekteplerinde okudukları ilmihal de bile var. Hakkın sıfatı zatiyyesi altıdır: 1- Vücut: Yani vücudu Hak, zira bu âlemi vücutta (vücut âleminde) Hakk’ın vücudundan gayri vücut yoktur.


2- Kıdem: Yani evveli yoktur. 3- Beka: Yani ahiri de yoktur. 4- Muhalefetüllilhavadis: Yani mahlükattan hiçbirine benzemez. 5-Kıyam bi nefsihi: Yani binefsii kaimdir (nefsi ile var oluptur). 6-Vahdaniyet: Yani efalinde, Sıfatında ve zatında şeriki/ortağı ve nazırı yoktur. Şimdi işlersin, gözünlen görür, kulağınlan işitir ve ağzınla söylersin. Bu efal ve bu sıfat kimindir? Fail ve mevsuf Hak değilmidir. Kezalik/yine aynı şekilde

bu

vücut

kimin

zatıdır?

Hakk’ın

zatıdır.

Bizim

zuhurumuzda/apaçıklığımızda gizlenmiştir. İşte bunları çokça daha çocuklukta okuyoruz. Kimseye açma sırrını, zira cühelâ/cahiller çoktur. Çünkü şıhın sana delil ve kâfidir/Mürşidin sana doğru yolu göstermekte yeterlidir. İyven kişi yol alamaz Maksudunu tez bulamaz Bekle maarif kapusun Yüz göstere irfan sana Büyüklenen)

kişi

yol

alamaz.

Çünkü

öteye

beriye

sokulamaz.

Maksudunu/amacını da çabuk bulamaz. Maarif kapusunu bekle, Kamil mürşit sana irfan gösterir. Dünya ile ukbayı ko, Ulâ ile uhrayı ko Var ol koru sevdayı ko Matlab yeter subhan sana Çünkü dünya için ibadet eden ehl-i riyadır/gösterişçidir. Bu adam namaz kılar, oruç tutar, şöyle yapar, böyle yapar denilerek herkes ona bir itibar ve hüsnü zan etsin (onun hakkında iyi düşünsün) içindir. Bu ise riyadır (gösteriştir, iki yüzlülüktür). Ukba için ibadet eder isen, yani nefsini cehennem azabından kurtarmak ve cennette makam bulmak için kulluk/ibadet edrsen, bu da demek kendi nefsin içindir. Bunun her ikisi de sakat ibadet tabir olunur. İbadet Hakk’ın rızası için olmalıdır. İbadette halayık/halkı âlem, üç mezhep/anlayış üzeredir: Biri avam,


biri ebrar, biri mukarribindir. İbadetin ednası/düşüğü Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh diyenlerdir. Yani Yarabbi bende kuvvet, kudret yoktur. Senin kuvvet ve kudretinle namazı kıldım analyışı ile olan kulluktur/ibadettir. İşte bu ibadetin ednasıdır/düşüğüdür. İbadetin âlâsı/yücesi ise, âbıt mâbut ve ibadet sensin demektir. Candan taleb kıl yârini Ver canı bul didârını Yok eyle kendi vârını Kim var ola cânan sana Çürüklerin hep sağ olur Zehrin kamu bal yağ olur Dağlar yemişli bağ olur Cümle cihan bûstan sana Güçtür kati Hakk’ın yolu Dergâhı hem gayet ulu Sıtk ile olmazsan kulu Etmez yolu âsan sana Çünkü Hakk’a yol bulunmaz yani delil yoktur. Delillik/yol gösterme davasında bulunanlar pek çoktur. Ancak Hak yolunu bilir delil/yol gösteren güç bulunur. Yoksa Hakk’ın yolu pek âsandır/çok kolaydır. Kulluğa bel bağlar isen Şam ü seher ağlar isen Sular gibi çağlar isen Tez bulunur umman sana. Bülbül oluban ötegör Gül gibi açıl tüte gör Aşk oduna can ata gör Gülzar olur niran sana Yani, ilâhi aşk ateşine canını at, olvakit herbir mihnet ve meşakkatin rahatlık olur.


Yüzün Niyazi eyle hâk Dert ile bağrın eyle çak Kalbin sarayın eyle pâk Şayet gele sultan sana Yani sultandan murat; sahip demektir. Yani kalbin sahibi olan cenabı Hak, o zaman gelebilir demektir. -------------------------------------------------------------------------------------(7) Ey çarh-ı dün n’ittim sana Hiç vermedin rahat bana Güldürmedin önden sana Ah mihnetâ vah mihnetâ Bendinden azat etmedin Feryadıma dâd etmedin Bir dem beni şâd etmedin Ah veylatâ vah veylatâ Erişmedi dosta elim Rahmana varmadı yolum Çıkmadı başa menzilim Ah gurbetâ vah gurbetâ Ey çerhi; yani baht demektir. Çünkü âlemi ervahtan (lekad halaknel insane fi ahseni takvim. sümme radetnahü esfele safilin- (Biz insanı gerçekten ahseni

takvim/en

güzel

biçimde

yarattık,

sonra

onu

aşağıların aşağısına indirdik. Tin-4,5) fehvasınca insan ahseni takvim üzere (en güzel olarak) halk olunup, esfele safilin/aşağıların aşağısı olan âlemi şehadete; yani bu yeryüzü âlemine gönderildi. Bu âlemde insan gurbettedir. Eğer ki; seyri ruhani ile insan aslına uruç etmez ise, yani fenayi efal fenayi sıfat fenayi zat edip uruç eylemez/yükselmez ise, hayvan ve madenden bile aşağı kalır. Çünkü insanın dairede yeri bunlardan daha alçaktır/aşağıdır. Kârımdürür dert ile gam Gitmez başımdan hiç elem Gülden cüda bir bülbülem Ah firkatâ vah firkatâ


Mecnunveş ah edeyim Farhadveş vah edeyim Bu virdi hergâh edeyim Ah hasretâ vah hasretâ İşin dert ile gamdır. Aşıkın işi odur. Daima mahbubunun şuhudu ile muzdariptir/daima sevgiliyi göreyim diye ızdıraplıdır. Gülden murat; Âlemi ervahtır/ruhlar âlemidir. Yani âlemi ervahtan ırak düşüp (uzak düşmüş) bir bülbülüm demektir. Varmazsa yolum şeyhime Sarmazsa merhem yareme Olmazsa çare derdime Ah hayretâ vah hayretâ Mısri Efendi, Şeyhi Sinan Ümmi Mehmet Efendi emriyle ulûmi hakikati (Hakikat ilmini) tahsil etmek için mısıra gitmiş idi. orada iken Mehmet Efendi vefat etti. Mısri Efendiye seyrü sûlük gösteremedi. Bu beyitler odur (onu ifade eder). Yani gerçi benim yolum şeyhimin yoluna varmayıp ve şeyhim yareme merhem sarmazsa, derdime bir çare olmaz ise ah hayret vah hayret demiştir. Sonra Üsküdar'da otururken bizzat Resulullah Sallallahü Teala Aleyhi Vesellem Niyazi MISRİ Hz.ne seyri süluk ettirdi. Bazen imam Hasan ve Hüseyin Efendiler dahi gelüp tevhit makamatını gösterirler idi. Bir salik sıtk ile sûlük ederse cemül cem de bizzat Resulullah ona gelir, hele ehadiyeti bizzat resulullah efendimiz telkin eder. O makamın sahibi odur, başka kimse telkin edemez. İşte bir kimse emin ve meyl ve muhabbeti (Bir kimse Allah muhabbetine meyilli) olduğu vakit, son nefeste olsun ona sülük gösterilir. Ve onu cenabı Hak kabul eder. Ve salik ise makam gösterilir, yani tevhidi efal görüp de şıhı vefat etse, gerek bu âlemde ve gerekse âlemi ahirette yani kabirde, haşırde neşirde ona tekmil makam ettirilir (tevhidin tüm makamları gösterilir). Şeyhi veyahut sair/diğer evliya ve Hz.İbrahim vefat eden saliklere en iptida/evvelâ makam gösterir. Ve mektepte okurken vefat eden çocuklar dahi kur’an hıfz ettirilir. Sonra cenabı Hak tarafından Hz.İbrahim veyahut sair/başka bir veli tayin edilip tekmil makam ettirir


(tüm makamları gösterir). Yanar Niyazi derd ile Hiç kimse yok halin bile Nâlân olup girdi yola Ah rihletâ vah rihletâ --------------------------------------------------------------------------------(8) Uyan gafletten ey gafil seni aldatmasın dünya Yakanı al elinden kim seni sonra kılur rüsvâ Cenabı Hak gafiller hakkında Esteuzübillah (velekad zerena li cehenneme kesiren minel cinni vel insi lehüm kulübün lâ yefkahüne biha velehüm ayunun lâ yubsirune biha velehüm azanun lâ yesmeune biha ulâike kel enemu belhüm edallü ulâike hümül gafilün, buyurur. Yani biz cehennem için ins ile cinden çok çok kimseler halkettik, onların gözleri vardır görürler. Velâkin taş ağaç görürler, hakikat üzere görmezler. Ve onların kulakları var bu insan sesi bu hayvan sesi diye işitirler. Velâkin ses kimindir çağıran kimdir bilmezler. Ve onların akılları var velâkin hakkı idrak etmezler. Bunlar hayvan gibidir. Belki hayvandan daha dalalettedir(.Araf-179) Hayvanın kendisine faydalı ve zararlı şeyleri bilmeğe ilmi fıtrıyesi/yaratılıştan ilmi vardır. Bunlar, yani ayette ifade edilenler onu da zayi/kayıp etmiştirler. Çünkü herbir çocukta ilmi fıtri/doğuş, yaratılış ilmi vardır ve bu ilim, çocuk akıl baliğ oldukça gaip olur/kaybolur. İşte gafiller hakkında Cenabı Hak kuranı azimüşşanda böyle buyurdu. Şimdi Dünya nedir hâlmidir elbise midir konak mıdır? Hayır. Çok malla Karun gibi zenginler var, halbûki ehli dünya değildir. Çok yoksul vardır ki bir parça ekmek için kapı kapı gezip avuç açar, halbûki ehli dünyadır. Dünya; seni Hak’tan gafil eden ve Hak’tan gaflet veren şey dünyadır. İşte hey gafil uyan. Zira dünya seni aldatır ise, ahirette ve divanı ilahide (Allah’ın huzurunda) seni rüsva/rezil eder. Ne sandın sen bu gaddarı ki ta böyle anı sevdin Anı her kim ki sevdiyse dinini eyledi yağma Adavet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşman Ki asla senden ayrılmaz ömür ahir olunca tâ Çünkü mümine adavet/düşmanlık etmek caiz değildir. Cenabı Hak


Kur'an-ı kerim de lanet etmiştir. Kâfirin de zatına adavet olunmaz. Zira suret-i insaniyededir. Ondan sadır olan ef’ali cibiliyesine adavet olunur (kâfirden meydana gelen olumsuz kötü işlere düşman olunur). Velhasıl kimseye adavet etme, sana nefsin yeter düşman. Çünkü ömrün ahir/son oluncaya kadar senden hiç ayrılmaz, daima seninle beraberdir. Âlemi manada evliyadan bir zat medinei münevvere de ibni abbas kubbesi altında kendini oturur gördü. Bir muhzir (Huzur davetçisi) gelir. Ve dedi ki seni bu beldenin hâkimi istiyor diyerek, davet eder. Bu da benim hâkim efendi ile işim yoktur deyup muhziri (devet edeni) kovar. Sonradan tefekkür eder ki bu beldenin hâkimi resulullah efendimizdir. Hemen kalkıp haremi şerifin şebekei resule gidip bakar ki orada zaif bir adam durur. İçeriden Hz.resulullah senin davacın var, nedir davan söyle buyurur. O zaif adam efendim, beni doyurmaz, su vermez, beni aç öldürecek der. Öyle deyince o zat bunun nefsi olduğunu, yani müddei nefs (iddiacının kendi nefsi) olduğunu anladı. O zat dedi; ya resulullah sen buyurdun ki size nefsiniz beynelkitfeyn/iki omuz arası bir düşmanınızdır, ondan korunun. Eğerki ben onu doyurursam sonra bana tabi olmaz, beni tehlikeye kor dedi. Sonra resulullah buyurdu. Aferin, benim hadisimle amil olmuşsun. Sonra nefs devam etti ve sen buyurmadın mı nefs sizin binek hayvanınızdır. Onu gözetin. Bu beni öldürecek dedi. Sonra Resulullah buyurdu. Haydi o ne yaptığını bilir, seni öldürmiyecek kadar gözetir dedi. İşittin Hak resulünden nice âyat u ahbârı Veli nidem ki kâr etmez bu öğütler sana aslâ Ayeti kuranı azimüşşanın; yani ayetlerin ahbar/haberleri Hazreti Peygamberin hadisi şerifleridir ki, ashapın ayetlerden anlamadıkları şeyleri resulullah, hadisi şerifleriyle şerh buyururlardı/açıklardı. Bu zahir gözünü örtüp bana tut cânile gönlün Ki herbir sözün içinde duyasın cevher-i mânâ Zahir gözünü ört bu suretlere bakma. Can ile gönlünü bana tut ki, her sözün içinde duyasın nice bin türlü manayı cevahir.


Kelam-ı Mustafa zevkin dimağında bulagör kim Muadil olmaz o zevke hezârân men ile selvâ Hazreti peygamberin kelamı zevkini, yani tadını dimağında tut. Zira muadil/eşdeğer olmaz o zevke ki, nice bin bıldırcın kebabı ile helva. Çünkü kelamı Mustafa S.A.V. Gıdai ruhtur. Kebapla helva gıdai nefistir. Gıdai nefis gıdai ruha muadil/eşdeğer olmaz ve elbette olamaz demektir. Kemal-i devlet istersen oku âyat-ı Kur’an’ı Ki her harfin içinde var Niyazi bin dürr-i yektâ Eğer kemal-i devlet istersen, oku Kur’an’ın ayetlerini. Her ne kadar kelam lisanı arap üzere olupta manasını fehmedemez isen de, velâkin arap da derin olan manasını anlayamaz. Ancak elfazın/sözlerini anlar. Kur’an bize mürşittir ki Kur’an, Allah’ın zat’ını temsil eder. Ve zat mürşid-i Hak’tır. Çünkü mürşit esmayi ilahiyedendir/Allah’ın isimlerindendir. Nebi ve veli tercümanı Hak’tır. Bunların vasıtasıyla Cenab-ı Hak kullarını irşat eder. ---------------------------------------------------------------------------------------(9) Hatm-i cem’il mürselinin fahridir fakr u fenâ Hatem odur ki bir ola yanında hem şah u gedâ Cemi mürselinin hatmının fahri elfakrüfahri / Fakirlik iftiharımdır (Hadisi şerif) fehvasınca fakrüfenadır. Fena fakrın atfi, tefsiridir. (Cümle resullerin

sonuncusunun

iftiharımdır’’ fakirliğidir.

Hadisi Bu

iftiharı

şerif’inin

Fakirliğin

olan

anlamı,

yorumu

ise

‘‘fakirlik fena/yokluk fenafillâh

olmaktır). Ki Fakrü efalini efali Hak’ta, sıfatını sıfatı Hak’ta, vücudunu zatı Hak’ta fena etmektir. Yanı fail, mevsuf, mevcut Haktır. Fiil, sıfat vücud benimdir diyen ehli şirktir. Mesela, şu kitabı buradan kaldırıp şuraya koydum. Bu fiili kim icat etti dersen, ehli şirk ben icat ettim der. Ve ben işlerim, ben görürüm ve işitirim ve söylerim. Ve bu vücut benimdir der. Pekâlâ, demek bu fiilin haliki/yaratıcısı sensin. Hayır sen değil Halik/yaratan vacibitaaladır. İşte şirk ehli buna cevap veremez.


Hatem üçtür. Biri Hatem-i vilayeti Muhammediye, biri hatemi vilayeti ammedir. Hatemi vilayeti Muhammediye makamı gavseyn makamıdır. Hatemi vilayeti amme makamı, irşada memur olan tavaifi evliya reislerinin makamlarıdır. Çünkü velayetin çok meratibi vardır. Velilerin her biri bir mertebede değildirler. (Hatem/Sonuncu üçtür; biri Muhammedi velayetin

sonuncusu.

Biri

de

umumi/genel

velayetin

sonuncusu. Velayeti Muhammed sonuncusunun makamı gavseyn

makamıdır.

Umumi

velayet

sonuncusunun

makamı, irşada memur evliya önderlerinin makamlarıdır. Çünkü velayetin mertebesi çoktur ve her bir veli, aynı mertebede değildirler). Devlet-i dünya seni bir rütbeye muhtac eder. Devlet oldur sana her bir rütbeden vere ganâ Devleti dünya rütbesi, o da bir ihsanı ilahidir. Her rütbeden gına/zenginlik veren Devleti gavseyn rütbesidir. Hatta “Errahmanü alel arşisteva / Rahman arşa kurulmuştur” (Taha-5) ayeti kerimesinin tefsirinde Rahmandan murad, gavstır, denilmiştir. Çünkü dünya ve ahiret arş ve kürsi gavsın yanında bir hardal danesi kadardır, mutasarrıf/tasarruf eden odur. Şimdi bunun devleti, padişahın devleti gibi olur mu? Padişahın devleti bir velinin devleti gibi dahi olmaz. Çünkü veli, gerek Padişah Hakkın mazharlardır. Bir veli padişaha gitse padişah ona itibar eder. Dersin aklından alırsın bil sana olmaz delil Dersini var Hak’dan al kim ilmin ola rehnüma Dersini aklından (aklı maaş’tan, aklı mead’tan) alırsan o akıl seni tehlikeye atar. O

Akıl sana delil olmaz (hakikat

yolunu

gösteremez), dersini Hak’tan al kim, ilmin sana delil olsun (seni Hakk’a eriştirsin). Belki Musa’yı telemmüz eylese etmez kabul Hızır ile hemrah olan kes eylemez çun ü çerâ Hz. Musanın üç ukte (üç müşkülü, sorunu) kalbinde var idi ki; halli/çözümü kerameti kevniyeye muhtaç idi. Bunun için Cenab-ı Hak


Hz.Musa’ya hitaben mecmual bahreyn’de/iki denizin birleştiği yerde benim bir veli kulum var, senin kalbinde olan ukdeyi/müşkülleri o halledecektir, oraya git diye emir olundu. Sonra uzatmıyalım. Hz. Musa gitti ve Hızır ile orada buluştu, beraber bir gemiye bindiler, Hızır tuttu gemiyi deldi. Hz.Musa dedi: niçin deldin bu sefinenin/geminin içinde bu kadar nüfus/kişi var gark olacak, çünkü nebi şefkatli olur. Ve kezalik/Bunun gibi çocuklar oynarken Hızır tutup birinin boynunu kopardı, yine Hz Musa şefkatinden bu çocuğun katli caiz değil iken niçin katlettin dedi. Sonra Hızır tuttu çocuğun çene kemiğini kopardı. Hz.Musa’nın eline verdi. Musa baktı eğer ki, bu çocuk büyürse anasına babasına küfür ettirecek olduğunu anladı. Sonra bir beldeye geldiler, oranında ahalisi kendilerine itibar etmedi. Badehu/sonra bir eğilmiş yani harabede mail/eğik bir duvar gördüler. Hızır ol duvarı tutup tamir ederek doğrulttu. Bütün bunlar ne demektir? Ki Hz.Musa’nın tevellüt hengâmında (doğumu zamanında) Firavun doğan çocuklar erkek olursa katledilir idi. Hz.Musa doğunca validesi oğlunu gözü önünde katledeceğine bir beşik içine koyup Nil nehrine attı. Çünkü bir şeyi göz görmeyince kulak işitmeyince esef/üzüntü olmaz. İşte bu sefine/gemi delik olduğu halde muhafaza olunduğu gibi sen dahi beşikte suya batmayarak muhafaza olundun demektir. Bu çocuk ebeveynini küfre davet edeceği cihetle hasbel velâye gayret-i ilahiye tecelli olunup katlettiğim gibi, sen dahi nübüvetinden evvel Firavun hizmetkârı ile niza/kavga eden ve elinden firar ederek sonra da halt eyleyen (ortalığı karıştıran) adam için katlettiğin o hizmetkâr sağ olsaydı, beni İsrail’de/İsrail oğullarında çoğunun kanını akıtacak idi demektir. Kezalik/aynı şekilde, Şuayyib Aleyhisselam’ın kızlarına su almak için kuyunun ağzındaki taşı bilâ ücret (ücret almadan) yapmış olman, kaldırdığım bu eğik duvarı bilâ ücret/ücretsiz tamir yaptığım gibidir. Çünkü bu duvarın içinde bir hazine var ve onun sahibi yetimdir. Eğer ki duvarı tamir yapmamış olsaydım, duvar düşüp çocuk sabi bulunduğu cihetle hazineyi başkası alacaktı dedi. (Ve böylece Hz. Musanın üç müşkülü/sorunu Hızır ile yaptığı bu yolculukta geminin


delinmesi, çocuğun katli ve eğik duvarın tamir edilmesiyle çözülüp hâlloldu). Olvakit Hz.Musa dedi ki: Ya Hızır senin gidişin başka benim gidişim başkadır, diyerek ayrıldılar. Çünkü daha evvel de beyan ettiğimiz gibi Nebi şefkat ve merhamet ilahiye ile zahir olur. Veli ve melek ise gayreti ilahiye ile zahir olur. Bunu beyanla: Lût kavmini batırmak için Cebrail ve Mikail geldiği vakit Lût Aleyhisselam şefkâtinden ağladı. Çünkü ümmetidir. Yolda gelirlerken Cebrail ile Mikail sureti insaniye ile Hz.İbrahim’in hanesine misafir oldular. Hz.İbrahim bunlara bir buzağı kesti pişirip yemek yaptırdı. Buyurun deyince bunlar; biz yemeyiz dediler. Olvakit Hz.İbrahim onlara dedi ki; ben sizden korkuyorum, bunlar dediler; biz Cebrail ile Mikailiz. Lût kavminin asi olan yedi karen ahalisini alt üst edeceğiz. Ol vakit Hz.İbrahim, bunu işitip/işitince şefkât ve merhametinden bükâ eyledi/ağladı. Zira nebiler mucize izharı (göstermeleri) için emrolunduğu vakit, iki elleri dizleri üzerine vurup vay şimdi emri ilahi ile ishar edilecek (gösterilecek) mucizeyi kavmimiz inkâr ederlerse gadabı ilahi olacaktır, diyerek mucize izharından korkarlar. Çünkü Enbiyaların şefkât ve merhametleri galiptir. İzzet istersen yürü var bekle zillet kapısın Ateş-i a’dâ ile kayna olunca kimya İzzet (Hürmet görmek, değerli olmak) istersen zillet/alçak gönülülük, tevazu kapısını bekle. Zira o zaman seni Hak’tan alıkoyan düşmanlar yanar, yanar kimya olur. Yani; tevhid dairesine gelir ve kendinin ve eşyanın yokluğunda müşahede ettiği Hak’la dost olur. Kabe kavseyni ev edna’da ikamet eyleme Zat-ı baht envarına yan bul makam-ı müntehâ Kabe kavseynden murad, cemül cemdir. cemmül cem de ikamet eyleme. Çünkü sair/diğer enbiyanın makamı oraya kadardır. Ki, onlar Ehadiyete bittabi/elbette geçerler. Zira Ehadiyet Resulullah S.A.V.’e mahsustur. Onun için Mısri Efendi Cemmül cem de durma, ehadiyete geç, makamı münteha (en


son makam) o dur buyurdu. Beyazidi Bestami hazretleri ben bir derya geçtim enbiya kenarında kaldı. Buyurduğu, işte bu ehadiyet deryasıdır. Bu ümmeti

Muhammedin

velileri

Beni

israil

ve

sair

enbiyanın/diğer

peygamberlerin makamları cemmül cemdir, demektir. Mısriye hatmi’l makamât oldu herşeyde ferağ Zahir u batında kalmadı ebed illâ Hüda -----------------------------------------------------------------------------------------(10) Bahr içinde katreyim Bahr oldu hayrân bana Ferş içinde zerreyim Arş oldu seyran bana Dost göründü çün ıyan Kalmadı bir şey nihan Tufan olursa cihan Bir katre tufan bana Sûrette nem var benim Sirettedir mâdenim Kopsa kıyamet bugün Gelmez perişan bana Yani sirettedir madenim demekten murad, herşey o madenden zuhura gelir Kaf-ı dil Anka’sıyım Sırrın aşinâsıyım Endişeler hâsıyım Ad oldu insan bana Niyazi’nin dilinden Yunus’dürür söyleyen Herkese çün can gerek Yunus’dürür can bana Bu bahri Niyazinin lisanından Yunus aleyhisselam söylemiş. Çünkü Yunus aleyhisselamın da Resulullah sallalahûteâla aleyhivesellemin gibi miracı vardır. Hz. Yunus balık karnında miraç etti. Hz.Resulullah sureti malume/bilinen sureti ile miraç etti. Bunların İkisi de birdir. Hatta Hz.Resulullah; benim


miracımı Hz.Yunusun miracına teftil etmeyin (üstün tutmayın). Buyurdu. İşte Hz.Yunus miraçta Hak ile Hak olduğu cihetle, bu bahri Niyazi efendinin lisanından söyledi demektir. --------------------------------------------------------------------------------------(11) Esselâ her kim gelir bâzar-ı aşka esselâ Esselâ herkim yanarsa nâr-ı aşka esselâ Essela yani namaz demektir. Bu pazarda hem alan var hem veren. Yani hem Allah salât eder hem de kullar. Allah’ın salâtı kâmilin salâtıdır. Salât, mirac-ı nebi de farz edildi. Miraç Pazar ertesi gecesi idi. İptida/ilk önce kılınan namaz, öğle vakti namazı idi. Ve iptida/önceleri namaz kılarken tükürmek ve dünya kelamı söylemek memnu/yasak değildi. Sonradan dünya kelamı men olundu/yasaklandı. Çünkü (innellahe fi kıbletil musalli yani Allah namaz kılanın kıblesidir). (Hadisi şerif) Bu halde kıbleye karşı tükürmek ve tebevvül etmek (İşemek), salâttan gayride/namazın dışında bile memnudur/yasaktır, salâtta ise hiç olmaz. Esselâ dâr-ı Enel-Hak’da bugün Mansur olup Can u başından geçen berdâr-ı aşka esselâ Hallacı mansur bir laf söyledi. Cüneydi bağdadi şeriatin ve hakikatin hükmü gereğince katli lazım geldiğine fetva verdi. Çünkü enel Hak demesi, Hakkı kendi vücudunda kayıt etmektir. Cenab-ı Hak ise şeriatte ve hakikatte kayıttan münezzehtir. Mansur ise davasından rücu/dönmedi ve tövbe etmedi. Cüneydin fetvasıyla katlolundu. İbn-i Edhem gibi tac u tahtını terkeyleyen Soyunup abdal olan hünkâr-ı aşka esselâ İbrahim ibn-i Edhem, belhi de padişah idi. sarayında nehrin kenarında olup bir gün pencerede otururken lüp nehrinde bir meşin köşkül olduğu halde (deri’den çanağı, kabı olan) bir fakir gördü. O fakir köşkülünde bulunan ekmek hurdalarını su ile yumuşatıp eğil etti. Sonra nehirden birkaç pança/avuç su içti. Sonra saray binasının gölgesinde yatıp bir miktar uyudu. Kalktıktan sonra İbrahim ibni Ethem o fakiri huzura celbedip/getirtip dedi; Ey fakir karnın tokmu? Fakir cevap verdi: Elhamdülillah. Ya su içtin mi? Elhamdülillah. Uyku uyudunmu? Elhamdülillah diyerek cevap verdi. Ol vakit


İbn-i edhem ne azim rahatlık deyüp tacı tahtı terkedüp seyahata düştü. Kendini odlara atan şu Halilullah gibi Can u dilden bülbül-i Gülizar-ı aşka esselâ Varlığı dağın delip Şirin iline yol eder Ey Niyazi söyle ol mimar-ı aşka esselâ ----------------------------------------------------------------------------------------Rıfate sevaben nazme li aliyya kiva Kel haltel muvaddat el mezhep Bu arabi ibare olan bahr, ervahi kutsiyeye/kutsi ruha hitapdır. Çünkü ervahı kutsiye mezahiri zattır/Zat’ın açığa çıktığı yerdir. Onun için bir beyitte demiştir; Benim nazmım sizin âliliğinizle rıfat buldu (Benim şiirlerim, sizin manevi yüceliğinizle yüksek makamlarla itibar buldu). Muvaddat ve mezhep, halt gibi Hindistan da bir nevi boynuzlu hayvandır ki onun boynuzundan fincan ve zarf yapılıp gümüş altından kakmalar ile teship olunarak bir tanesi on bin kuruşa kadar satılır. Çünkü içine zehir konmuş olsa zehri keser, içen kimseye zarar dokunmaz. Hatta Hindistanda öyle toplanmış göllere minare kadar uzun ejderhalar gelip su içerler. Ve içine girer sonra su bulunmadığından arslan kaplan gibi mahlükat gelir karşıdan bakarlar. Ta ki halt gelip o suyu bir kere boynuzlarıyla karıştırmayınca ve o sudan içmeyince hiçbir mahlükat içmez Eğer ki içmiş olsa zehirlenir. İşte bu hayvan mahlükat beyninde/arasında böyle kıymeli bir hayvandır. -------------------------------------------------------------------------------------(12) Mevalidin sana her fasl u babı Kitabün fi kitabün fi kitabün Mevalit/doğuş üçtür. Maden ki ismi aziz mazharıdır. Yer ana, kudreti ilahiye Baba olup, bunlardan gayet kıymetli mücevherat doğar zuhura gelir Zümrüt, Yakut, Elmas vs. cevahir gibi. Hatta biz Mısırda iken Süveyş yolunda çakmak taşı içinde cevahir bulurduk. Taşı bir kere sallarsın, içinde birşey varsa tıkırdar. Taşı kırıp çıkarır idik. O taş denizlerde dahi bulunur. Ancak rengi biraz kapanık olur. Gerek zümrüt, gerek yakut denizde de bulunur. Velâkin renkleri kapanık olur. Karada bulunanın rengi ziyade açıktır. İşte mevalidi selasenin/üç doğuşun biri maden ve biri âlemi nebat yani ot, gerek yenen olsun gerek yenilmesin. Biri de âlemi hayvan; Bu dahi ister yensin ister


yenmesin. Üç kitaptan murad; şimdi kudreti ilahiye baba, yer ana olup sen âlemi nebata geldin. Nebatı hayvan yiyip âlemi hayvana geldin. Hayvanı pederin yiyip meni oldun, Rahmi madere/ana rahmine geldin. Rahmi maderden dünyaya doğup geldin. Senin vaslında vardır her birinde Cevabün fi cevabün fi cevabün Senin vaslında, yani buraya muvaselette (senin şahadet âlemi olan

yeryüzüne ulaşıp

vasıl

olmanda), üç cevap vardır.

İptida/evvela buraya nereden geldin âlemi hayvan’dan, ya oraya âlemi nebat’tan, ya oraya maden’den. İşte fi cevabı fi cevabı fi cevap demek budur. Dahi Dareyn ile berzah yüzünde Nikabün fi nikabün fi nikabün Dareyn dünya ile ahiret, berzah, öbür âlemdir (kabir âlemidir). Ve Dünya ile ahiret beyninde/arasındadır, anın için berzah (ara âlem) denildi. Halayık/Halk üç yerde cem olur/toplanır. Biri hilkatı âdemde, zehri Âdem aleyhisselamdan suveri latife ile (Âdem As. mın arkasından latif suretle) çıkıp ve dört saf olupta (…elestübirabbiküm / rabbiniz değilmiyim… Araf-172) hitabı ile muhatap olduğumuz vakittir. Ol vakit Süeda/iyiler ve eşkıya cem olmuş idi/topluca bir aradaydı. Ve biri âlemi berzahta cem oluruz/toplanırız. Ki bu dünyada kıyamet kopunca kimse kalmaz, yüz sene öylece harap durur, sonra kırk gün yağmur nüzul eder, herkez kabrinden doğrulur. Biri de Ahirette mahşer de cem oluruz/toplanırız. İşte Hakkın üç nikabı/örtüsü vardır; Biri âlemi dünyada. Ki o nikaptan mahcup/perdeli

olan

anı/onu

görmez.

Biri

âlemi

ahirette.

Kezalik/böylece burada onu görmeyen, gerek cehennemde olsun ve gerek cennette olsun onu göremez. Hele ehli küfür ve şirk ehli ilâh ittihaz/kabul etmiş oldukları suretler ile beraber, cehenneme dâhil olurlar. Ehli hicap (Hak’tan perdeli olan cennet ehli) dahi Hak


rezzaktır ve gafur rahimdir. Şöyledir böyledir anlayışıyla, itikat etmiş onlardan/olanlar da, cumadan cumaya veyahut ayda bir kere, itikatı vechile (inançlarındaki suret üzere) Hakk’ı görürler. Ancak Arifler yani ehli tevhit her yüzden daima Hakkı müşahade ederler, gerek âlemi dünyada ve gerek âlemi ahirette ve gerek âlemi berzahta olsunlar. Ulum-ü suret u ve mâna hakikat Şarabün fi şarabün fi şarabün Ulûm ilmel yakın, suret aynel yakın, manayı hakikat Hakkel yakine işarettir. İlmel yakin tevhidi efal, aynel yakın tevhidi sıfat, Hakkel yakin tevhidi zat. Salik tevhidi efalde bir şarap, tevhidi sıfatta bir şarap, tevhidi zatta bir şarap içer. Bu üç mertebede birer şarap ile mamur ve mütelezziz olur/şenlikli olup lezzetlenir. Üçünden serime daim erişir Hitabün fi hitabün fi hitabün Bu üçünden salikin sırrına ilham tarkiyle daima hitap erişir. Gerek tevhidi efalde, gerek mertebeyi tevhidi sıfatta ve gerek mertebeyi tevhidi zatta ilham erişir. Ki sen ben o demekten geçene yok Hesabün fi hesabün fi hesabün Sen, ben, o demekten geçene/gayrıyeti terk edene asla hesap yok, demektir. Hemin zat u sıfat esmanı bilmek İkabün fi ikabün fi ikabün Sıfat u zat u ismin cehli ey dost Sevabün fi sevabün fi sevabün Zat, sıfat, esmayı sadece isim olarak bilmek ukaptır (mihnettir perdedir). Yani sıfat esma ve efali bilipte zatı bilmemek ukaptır. Sıfat esma efal ile zat bilinmez. Amma zat ile bunlar bilinir ve zatı bilmek sevaptır/doğrudur.


Bunlardan görünen hakkın vücudu Serabün fi serabün fi serabün Çünkü zat, sıfat esmadan görünen Hakkın vücudu serabı fi serabı fi serabı yani seraptır. Serap şudur ki; çöllerde kemali hararetten/sıcaklıktan karşıda su varmış gibi görünür ki ona serap tabir olunur. Oraya gidersin bakarsın su diye bir şey yok, hararetin kemalinden öyle su varmış gibi görünür. Efal sıfat zat aynasından görünen Hakkın vücudunda serap gibidir. Efal aynasında zannedersin ki Hakkın vücudu oradadır. Keza sıfat ve esma, halbûki bunlar tabirden ibarettir. Niyazi cism ü kalb ü ruh ki denir Cenabün fi cenabün fi cenabün Cisim, bu cisimdir. Kalp, nefis şunu yap bunu yapma diyen şeydir. Ruh, cismi yürüten ki mazharı Haktır. Cenab; taraf manasına olup, bunların herbiri bir taraftır. Çünkü cisim kalpten gelir. Kalp ruhtan gelir. ------------------------------------------------------------------------------------------(13) İster isten marifette olasın âlicenab Ehl-i irfan eşiğinde yüzünü eğle türab Çok da verme kendini dünyaya bir dem çek elin Döndüremezsin beğim kati ağırdır bu dolab Bu harabı niceler çalıştı mamur etmeğe Bir yanın tamir ederken bir yanı oldu harab Çok seğirtti gaflet ehli bu serabı su sanıp Bulamadılar hiç biri bu sahrada bir katre âb Bir zaman yüz verme dünya ehline uzlette ol Akl u fikrin bir yere cem’et yüzüne çek nikab Göz kulak dil kapuların bağla muhkem bir zaman Ola kim Hak’dan yana gönlünden ola feth-i bab. Göz kulak ve gönül kapılarını bu kesretten/çokluktan, yani bu suretlerden bağla ki Hak Tealâ senin gönlünde kapı açsın. Ger ölümden kurtulam dersen yürü var âşık ol


Döne döne aşk oduyla cism ü canı kıl kebâb Gir bu derd meyhanesine koma elden kâseyi Hiç yürek kanından özge âşığa yoktur şarab Derdden murat aşktır. Meyhaneden murad, Mürşid-i kâmildir. Kâseden murad aşıkın istifadesidir. Âşık’a kendini mahv etmekten (kendini fenaya yokluğa eriştirmesinden daha) lezzetli şarap yoktur. Himmetin daim bu olsun kim Hakkı anlayasın Hakkı bilmektn yeğ olmaz iki âlemde sevab Ger azab-ı âhiretten bulmak istersen halâs Arif ol ki cehl odundan kopısar cümle azab Eğer azabı kabirden ve azabı ahiretten necat bulmak/kurtulmak istersen Hakkı bil, zira cümle azap Hakkı bilmemekten tevellüt eder/doğar. Bu Niyazi kendinden demez bu sözü ey püser Hep anı söyler duyarsın gökten inen dört kitap ----------------------------------------------------------------------------------------(14) Aç gözün dildara bak ref oldu yüzünden nikab Zulmeti sürdü çıkardı ara yerden afitab Aç gözünü Hakka bak. Çünkü dildardan murad, Hak’tır. Senin yüzünden örtü kalktı. Hakteala zulmeti (cehalet karanlığını) sürdü. Şol sekahüm rabbühüm hamrin lebinden içegör Katresin nuş eyleyen uşşak ebed görmez azab …Sakahüm, Rabbühüm şaraben tahura. / Rableri onlara tertemiz bir içki ikram etmiştir. (İnsan-21) Ayeti kerimesine işarettir. Çünkü ehli cennet, en evvel süt içecektir. Zira süt, ukde (ilmin) suretidir. Hatta bir adam rüyasında süt içer görse âlim olur. Hamr/şarap içse fasık olur. Bal içse daim bir kararda durur. Yani doğduğu kararda vefat eder. İşte şarabu tahurdan murad; şarab-ı aşktır. Bade-i aşkın katresini nuş eden/damlasını içen dünya ve ahiret azabından beri durur/arınır.


Otuziki harfi bildin dört kitabın aslıdır. Safha-i vechinde yazılmış kamu bi-irtiyab Otuziki harfin yirmidokuzu, Hurufi arabiye/arap harfleri, üçü Hurufi acemiyedir/acem harfleridir P,Ç,J gibi. Bu otuziki harf dört kitabın, yani Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’ın aslıdır. Çünkü Hurufi arabiyenin her biri bir meratibi ilahiyeye müşirdir/bildirir. Mesela hemze Nuri Muhammediyeye, B nefsi küle, T heyyülata, ila ahire her bir huruf/harf meratibi ilahiyeden bir mertebeyi beyan eder. Hurufi acemiye olan üçü de uluhuyyet, ehadiyet, Vahidiyet mertebelerini mebnidir (beyan eder). Mekteb-i irfana gir oku bu ilmin aslını Gör ki nice derc oluptur bu ilimde dört kitab Mektep üç kısımdır. Biri mektebi sibya (Çocuk mektebi), orada elif be den (alfabeden) başlayıp mushafı şerifi ilmihal falan okunur. Çocuk zanneder ki, ilmi tekmil etti/tamamladı. Oradan çıkar medreseye gider. O da bir mektebdir/okuldur. Orada ilmi saf, nahu, gramer, ilmi mania, ilmi beyan, ilmi hadis, ilmi tefsir okuyup icazet alır (Medrese, günümüzdeki yüksek öğrenim, fakülte gibi meslek ihtisas öğrenilen okullardır.

Orada

dilbilgisi,

edebiyat,

mühendislik,

hadis, kur’an ezberleme vb. gibi meslekleri öğrenir ve diploma alır). Ol vakit yine ilmi tekmil etti (tamamlayıp bitirdi) zanneder. Sonra mektebi irfana girer. Orada mürşit ona Hemze budur, B şudur diyerek beyan eder (Harflerin ve eşyanın, tüm varlığın hakikati hikmetini açıklar). Her ne okursan çün otuzikiden taşra değil Yüzünün metnini şerh eder okuyan fasl u bab Her ne söz kim söylenir âlemde Türki ya arab Tut kulağın kim sanadır cümle dillerden hitap Her ne kim görür gözün ondan cemâl-i yâre bak Çünkü gitti ey Niyazi kalmadı asla hicab Gözün her ne görürse ondan cemali yâre bak. Çünkü her ne şeye gözün


erişirse o şey sana hitap eder. Ve der ki sakın bize aldanma. Bizim vücudu müstakilimiz vardır zannetmeyin ve bize bakmayın. Bizim hakikatımız olan Hakteala hazretlerine bakın. Zira biz fitneyiz, sizi aldatırız, diye nida ederler/seslenirler. -----------------------------------------------------------------------------------------(15) Oldum çü mahv-ı mahz-ı zât, buldum vücudumdan necat Ben içmişim âb-ı hayat irmez bana hergiz memat Çünkü maf mahzı zat yani Hak ile Hak olmaktır. Vücudumdan ve sair vücutlarımdan halas buldum (Kendime ve diğer âleme vücut nisbet etmek cehaletinden kurtuldum). Bundan böyle ben asla ölmem. Ben dost yolunda varımı terkeyledim önden sona Küfr ile imandan geçip âyanda bulmuşum sebat Ben dost yolunda varımı terk ettim. Küfür imandan geçtim ayni Hak’ta sebat buldum. Çünkü küfür ve imanda ikilik vardır. Mümin iman bunların ta-di di/sayılabilirliği isneyniyeti/ikiliği olur. Her kande baksam görünür gözlerime sırr-ı ezel Her şey ulaşıp Hakkına çıktı aradan kâinat İşte beytimizde kande baksam görünür gözlerime sırrı eşya demek, hakikatı eşya/eşyanın hakikatı demektir. Dost ile ben dost olalı zevkiyle işret bulalı Dayf-i mükerremdir bu can hep yediğim kand ü nebat Yani dayfı mükerremdir/saygıdeğer misafirdir demekten murad, yani benim canım Hakteala hazretlerine misafirdir, demektir. Halvetten ettim rıhleti kesrette buldum vahdeti Bazârda düzdüm halveti ruz u şebim ıyd ü berat Halvet (tenhaya yalnızlığa çekilmek) dört duvar arasında edilen halvet değildir. Bu nisbet varlık suretlerinden halvet ettim, yani fenafillâh oldum. Hak’tan gayrı suret görmem her daim Hak görürüm.


Yani artık benim gündüzüm bayram ve gecelerim beraat gecesidir. Gördüm bu âlemler kamu benim vücudumla dolu Bir olmuş uçmağ u Tamu cümle bana olmuş sıfat Her yana kim eğilem ol yane her şey eğilir Olmuş Niyazi hep senin sayelerin sitti cihat Velhasıl kelam, bu bahri Mısri efendi hazretleri Hak ile Hak olup Hakkın lisanındandır, demektir (Bu şiirdeki ifadeler Hak’la Hak olan Mısri Hz.den zahir olan Hakk’ın sözleridir). ----------------------------------------------------------------------------------------------(16) Sırr-ı Hakkı nicesi faş eyleyem ben ey sikat Ânı ancak remz ile etmiş beyan ehl-i nikât Her ne denlü aşikâr etsem ahfasın arttırır Ol ıyan iken anı örter delâil beyyinat Ey mütemadi âliye olan ülemai zahir, Sırrı Hakkı ben nice izhar edeyim (Ey zahiri ilimlere devam eden âlim kişiler, Hakk’ın sırrını ben size nasıl açıklayayım) ki, ehli irfan onu remz (sembol, misâl) ile beyan etmiştir. Sırrı Hakkı her ne türlü aşikâr etsem o gizliliği arttırır. O ayan/apaçık iken bu suretler onu örter. Zira Hakkın zuhuru hicap/perde iledir. Na ehle sırrı Hakkı ifşa etmek pek fenadır. İfşa eden sureti katiyede cezaya müstahak olur. Şeriatta sirkat/el kesmek cezasına müstehak olduğu gibi onun tevhitten eli kesilir. Yani metrut olur (tevhitten kovulur). Ânı tevhit eylemez illâ şirk ehli eyler Vahdet-i Hakkı duyanın dili lâldır aklı mat Evet, anı şirk ehli tevhit eder. Şirki hafide olan Hakkı tevhit eder. Çünkü tevhit şirkten, zikir gafletten gelir. Yoksa arifin şirki yoktur ki tevhit etsin. Gaflet etmez ki zikir eylesin. Arif daima zikirdedir. Onun hiç gafleti yoktur. Her ne kim fevka’l ulâ tahte’s-serâda vardurur Zatı vahiddir veli göründü nice bin sıfat


Zatı birdir lik evsafına gâyet yokdurur Gör bu fanusu ki anın şem’i oldu nur-ı zât Arştan seraya/yere, toprağa kadar her ne var ki zatı vahittir/bir zat’tır. Hz.Muhammed’in miracı arşta vaki oldu. Hz.Yunus ise balık karnında iken tahtessera da (yeraltında) miraç etti, her ikisi de birdir. Zira her yerde olan zatı vahittir. Hatta Hz. Muhammed; benim miracımı Yunus’un miracına tafdil etmeyin (benim miracımı Yunus’un miracından üstün tutmayın),

buyurdu.

İşte

zatı

vahittir/bir

zat’tır,

velâkin

evsafına/vasıflarına nihayet yoktur. Çünkü cemi avalemin/tüm âlemlerin mayesi, Nuri Muhammedidir. Zira her şey Nuri Muhammediden halk olunmuştur/yaratılmıştır. Mümin ve kâfir herkeste Nuri Muhammedi mevcuttur ve müstakilen mevcuttur. Müminin ahireti o nur ile tenvir olur/aydınlanır. Ve kâfirin dünyası dahi kezalik/böylece o nur ile tenvir olur. Onsuz kimse yoktur. Hatta Hz. Âdem evvela o nurun mazharı oldu, sonra gelen evladı dahi o nur ile zahir oldu. Hz. Âdem ecsat cihetiyle/ceset yönüyle Hz.Muhammedin babasıdır. Velâkin Hz.Muhammed dahi ervah cihetiyle/ruh yönüyle Hz. Âdemin babasıdır. Velhasıl herbir şeyin mayası, mayayı Nuru Muhammedidir. Zahir ü batın kamusu bir fenerdir gayri yok Şem’i insan oldu fanusu cemi-i mümkinat Ey Niyazi âdem oldu çün cihanın şulesi Bahş olur âdem deminden âleme ruhu’l-hayat Çünkü zahir ve batın bu âlem bir fanustur, yani fenerdir. Nuri Muhammedi o fenerin mumudur. ------------------------------------------------------------------------------------------(17) Saray-ı din esasıdır şeriat Tarik-i Hak hüdasıdır şeriat Budur evvel kapı dergâh-ı Hakka Ki yolun iptidasıdır şeriat Dahi bununla hatm olur bu yollar


Bu râhın intihâsıdır şeriat Sırat-ı müstakîme davet eden Münadiler nidasıdır şeriat Şeriat enbiyanın sünnetidir Kamunun ihtidasıdır şeriat Hüda’nın Leyle-i M’iraç içinde Habibine atâsıdır şeriat Yiğirmi üç yıla dek Cebrail’in Ana vah-i Hüda’sıdır şeriat Cihanda çoktur envaı ulûmun Kamusunun hümasıdır şeriat Bu nefs-i kâfiri katletmek için Hakkın hükm-i kazasıdır şeriat Cihad-ı ekber eden ehl-i diller Kulûbunun safâsıdır şeriat Tarikat kârıbanının önünce Delil ü müktedasıdır şeriat Hakikat gerçi sultanlıktır ama Önünde oun livasıdır şeriat Şeriattan veli yâd olmaz asla Velinin âşinasıdır şeriat Şeriatla durur arz u semavat Bu bünyanın binasıdır şeriat Ne bilsin şer’-i paki ehl-i ilhad Ol a’danın adâsıdır şeriat Hemen onlar da aklınca sanır kim Nizam için olasıdır şeriat Sakın canâ sakın onlara uyup Deme sen de n’olasıdır şeriat


Şeriatsiz hakikat oldu ilhad Hakikat nur ziyasıdır şeriat Ziya olmaz ise nuru da yok bil Hakikatle kıyasıdır şeriat Cihana bir veli hiç gelmez illâ Elinde anın asâsıdır şeriat Dahi başında tac u şal u kısve Hem eğninde abâsıdır şeriat Hakikat canıdır ancak velinin Canından mâadasıdır şeriat Çıkıcak can beden öldüğü gibi Çıkacak sır kalasıdır şeriat Karar etmez beden olmayıcak can Hakikatin bekasıdır şeriat Hakikat dilber-i râna gibidir Anın zerrin libasıdır şeriat Sakın soyma anı namahrem içre Yüzün suyu hayâsıdır şeriat Hakikat Arş-ı âlâdır muhakkak O Arş’ın üstüvasıdır şeriat Cemi-i enbiyanın vü evliyanın Niyazi rehnümasıdır şeriat Şeriat beyanı ilahiyedir/Allah’ın açık bildirimidir. Cenabı Hak 23 senede Cebrail emin vasıtasıyla şeriatı Hz.peygambere vahiy etti. Hz.Muhammed 63 yaşında iken âlemi ahirete teşrif buyurdular. Şeriatsiz ne tarikat ve ne de hakikat olur. Şeriata muhalif/karşı aykırı olan tarikata ve hakikata dahi muhaliftir/karşıdır,

aykırıdır. Çünkü şeriat beyanı

ilahiyedir/Allah’ın açık bildirimidir. İşte Mısri Efendi şeriatı açık açık beyan etmiştir.


(18) Can kuşunun her zaman ezkârıdır varidat Akl u hayalin heman efkârıdır varidat İşidicek adını duydu canım dadını Bildim ki ariflerin esrarıdır varidat Sıtkile gönlüm sever görmeğe canım iver Anın için kim Hakkın envarıdır varidat Ol dürr-i yekdanenin kadri bilinmez anın Bu dil-i viranenin mimarıdır varidat Dürrü yekdadan/eşi benzeri olmayan inci’den murad, dürrü yetimdir/yetim incisidir. Hz.Peygambere Minede validesi hamile kaldığı gece, nisan ayının yirminci gecesi idi. O nisan ayının yirminci gecesi yağmur yağarsa, incinin çıktığı o deryada olan sedefler/sert kabuklular ağzını açarlar. İşte herhangisi ağzını kapayıp da karnına ziyadece yağmur girerse o, karnında böylece dünedir (bekler). Ve karnındaki yağmur tanesi dürü yekda olur. İşte Dürrü yekda buna derler. Gerçi kütüp çok yazar ilm i ledündan haber Cümlesi bir bahçedir gülzarıdır varidat İlmi Füsus’la tamu odları söner kamu Anın yerinde biter gülzarıdır Varidat Muhittin Bedrettin ettiler ihya-yı din Derya Niyazi Füsus enharıdır Varidat -------------------------------------------(20) Yakıp aşk oduna canı meşamın bûy-ı tevhid et Kamuya yek nazar birle şuhudun ruy-ı tevhid et Tevhidin üç mertebesi vardır. Biri tevhidi efal, biri tevhidi sıfat, biri tevhidi zattır. Bu makamlar uruç/yükselme makamlarıdır. Tevhidi efal, hareket eden, sükun/sakin olan, alan veren Hak’tır. Tevhidi sıfat, gören işiden söyleyen murad eden Hak’tır. Tevhidi zat, bu vücut bizim değildir, vücut, vücudu Hak’tır. Biz ise mazharız, zahir olan vücut vücudu Hak’tır demektir.


Şu mahiler gibi kendini deryadan cüda sanma İhata eylemiş her yana bak her sûyu tevhit et Yani şu balıklar gibi kendini deryadan uzak sanma. Bir defa balıklar cemiyet olup meşveret/toplanıp fikir alışverişi ederler ki su varmış, bu su nasıl bir şeydir diye. İçlerinden bilen bulunmayınca demişler ki; bahri muhitte/okyanusta büyük bir balık vardır. Bilse bilse o bilir. Ona gidip sual ederiz, balık pek süratli gider. Hatta bir anda bir günlük mesefa kateder. Ne ise o büyük balığa sual ederler. O dahi cevap verir ki, sudan gayri bir şey bana gösterin, ben de suyu size göstereyim der. Kezalik/bunun gibi vücudu Hak’tan gayri bir şey yoktur ki vücudu Hak görülebilsin. Hatta bizim zamanımızdan evvel Mısırda Ulema beyninde/arasında bir ihtilaf vaki olmuş. Kimisi demiş Hakteâla bu avalemi/âlemleri ilmi ile ihata eylemiş ve kimisi der ki hayır, vücudu ile ihata eylemiş. Sonra karar vermişler ki camii eserde tecemmu ederek orada badel mübahasa (Camii ezherde bu konudan bahsetmek üzere toplanalım). Ve her kim

haklı

ise

ona

tabi

olalım

derler.

Nihayet

içtimalarında/toplantılarında ol vaktin velilerinden bir zat oraya gidip bunların sebebi tecemmularını/toplanmalarının sebebinisormuş bunlar da anlatınca buyurmuş ki, ey budalalar, Hakkın ilmi zatından ayrımıdır, ilmi ile ihata eden/kuşatan zatı ile ihata edemez mi/kuşatamaz mı? Salınma çah-ı taklide suud et arş-ı tahkike Sana senden sefer eyle seni sen duy tevhid et Hey mahcup (Hak’tan perdeli olan kişi), taklide düşme tahkike (araştırıp hakikata) çık, sana senden sefer eyle. Sefer/yolculuk beştir: Biri illâllah, tevhidi efal tevhidi sıfat tevhidi zat. Biri billâh ki, cem; biri fillâh ki hazretül cem; Biri lillâh ki cemülcem; biri maallahki ehadiyet. Bu beşin üçü tenzih dahi olur. Tabiatten ilmel yakine, ilmel yakinden aynel yakine sefer, aynel yakinden Hakkel yakine sefer. Çünkü bir kere fikir edersin beni kim halketti Babam, babam da benim gibi mahlük/yaratılmış. Anam, anam da benim gibi mahlük. Ya benim halikim/yaratıcım vardır. İşte bu anlayışla tabiatten ilmel yakine sefer/yolculuk edersin. Sonra benim vücudumda bir işitiş, bir görüş, bir söyleyiş ve bir iradet ve bir


kudret var. Bunlar benim halikimde/yaratıcımda dahi var, çünkü sanatta olan sani de/sanatkârda olmaz mı? Elbette olur. Velhasıl bu mülahaza (anlayış ve düşünce) ile ilmel yakinden aynel yakine sefer edersin. İşte vücutta onun olduğunu tefekkür edersen, aynel yakinden Hakkel yakine sefer eylersin. Hâsılı, istidadı evvel olan hiç mürşidin irşadına ihtiyacı yoktur. Eğer tevikatı yani geri bırakılma varsa, ol vakit mürşidin talimine/öğretisine muhtaçtır. İzafatı bırak gözden açılsın dide-i Hakbin Temaşa-yı cemâli şahid-i dilcûyi tevhid et Yani bu mısramızda bulunan izafattan murat; suverdir/suretlerdir. Yani suveri bırakınca, aynel muayyen açılır/Yani suretleri terkedince Hakk’n cemâli apaçık alenen belirir. Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir, seme vechullah Niyazi durma daim secde-i ebrûyu tevhid et Şıh Küsteri Kaddesallahu sırre hazretleri namazda iken hatırına arş kürs ve sair şudur budur şeyler gelir imiş. Acaba namazım sahih olur mu diye ukde (müşkül) etmiş. Sonra demişler ki: umman memleketinde bir zat vardır, o senin müşkülünü halleder. O dahi oraya gider müşkülünü o zata arz eder. O zat kalbin Hakk’a secde etimi? Demiş, evet etti deyince o vakit havatırın zararı yoktur. O da Hak’tır dedi. Çünkü yüzünü yere koymak yüzün secdesidir. Kalbin secdesi değildir. -------------------------------------------------------------------------------------------(21) Bakıp cemâl-i yâre Çağırırım dost dost Dil oldu pare pare Çağırırım dost dost Aşkın ile dolmuşum Zühdüme yanılmışım Mest-i müdam olmuşum Çağırırım dost dost Mescid-ü meyhanede Hane vü viranede


Kâ’be’de büthanede Çağırırım dost dost Sular gibi çağ u çağ Dolaşırım dağ u dağ Hayran bana sayru sağ Çağırırım dost dost Geldim cihana garib Oldum güle andelib Her dem ciğerim delib Çağırırım dost dost Geldim cihana garip demek, çünkü vatanı asli Allah’dır oradan geldik demektir. Hadis (hubbul vatan minel iman / Vatan sevgisi imandandır) buyuruldu. İnsan vatandan muhabbetlidir, demek ki Allahû Teâlaya muhabbet imandandır. Dünya gamından geçüp Yokluğa kanat açıp Aşk ile daip uçup Çağırırım dost dost Aradığım candadır Canda ve hem tendedir Bilir iken bendedir Çağırırım dost dost Gâh düşerim mutlaka Gâh asıl ki mülhika Bakıp kamudan Hakka Çağırırım dost dost Dolanmaz ol hal u hat Minel-ezel tâ ebet Onulmaz asla bu dert Çağırırm dost dost Hep görünen dost yüzü Andan ayırmam gözü Gitmez dilimden sözü Çağırırım dost dost


Derya olunca nefes Paralanınca kafes Ta kesilince bu ses Çağırırım dost dost Gökler gibi dönerim Gün gibi dolanırım Devr ile eğlenirim Çağırırım dost dost Ne yerdeyim ne gökte Ne mürdeyim ne zinde Her yerde her zamanda Çağırırım dost dost Geldim o dost ilinden Koka koka gülünden Niyazinin dilinden Çağırırım dost dost -----------------------------------------------------------------------------------(22) Bağrımı pürhun eder şol çeşm-i mestaniyle bahs Dağıdır aklımı şol zülf-i perişaniyle bahs Kalp ile göz her vakitte mübahasadadır Çünkü gözün işi kayıttır. Kalbin işi ıtlaktır. (Kalp ile göz birbiriyle bahis ve alışveriştedirler. Çünkü gözün işi tecelliyi sınırlamak ve bağlamaktır. Kalbin işi ise sınırlamamak, salıvermektir). Akıl makulatla mukayyettir. Velhasıl her bir kuvve sem-i meşmumatla. Lemz melmusatla. Lisan mezvukatle. Basar mebsuretle mukayyettirler. Bunların her biri bir şey ile muakyyettirler.

(Her

kuvve/duyu

bir

şeyle

kayıtlı

ve

bağlıdır. Akıl; akla uygun olanla. Duyma; işitme ile. Dokunma; temesla, dokunma ile. Lisan/Dil; konu, mevzu ile. Görmek; suret ve şekil ile kayıtlıdır bağlıdır). Kalp ise mutlaktır. Gözün kayıt ettiği (sınırlayıp bağladığı) şeyi kalp ıtlak eder (salıverir bağlamaz, sınırlamaz). Bunun için kalp ile göz daima mübahasa (bahis ve alışveriş) Ederler.


Leblerin feyzine mutad eyledin çün ağzımı Dilemez kim eyleye şol âb-ı hayvan ile bahs İşte leblerin feyzine mutad eyledin çün ağzımı mısrasında bulunan lebinden murad, yani hayati ilahi demektir (ağzından/iki dudağın arasından çıkan irşadın bereketi, zevkiyle tadlandırdın ağzımı ve Allah’ın hayatı ile dirildim, demektir). Dürr-ü yakut-ı dehanın seveli dilber senin Gelmez oldu dile hergiz lâ’l ü mercan ile bahs Vechin üzre yazılan mâna-yı Kur’anı gören Eylemez evrak içinde lafz-ı Kur’an ile bahs Vechin üzere yazılan manayı kuran. Ki, bu zahirde görülenler suveri kurandır. Çünkü bu suver/suretler nedir. Hakkın efali sıfatı ve zattan ibarettir. Kuranın her bir ayeti ya efali ya sıfatı yahut zatı beyan eder. Mesela ayet (lev enzelna hazel kurane ala cebelin / Eğer biz kuranı bir dağa indirseydik… Haşr-21) İşte Kuranda bahsedilen cebel/dağ, işte bu suver de/suretler de birer cebel/dağ. Bu suverde her neki var ise Kuranda dahi mevcuttur. Bu suverdekileri Kuran olarak okuyan bir kul, kuranın lafzı/sözü ile bahsetmez. Cümle fitne kaşın ile kirpiğinden olduğun Bilen eder mi cihanda nefs ü şeytan ile bahs Hz.Musa dedi; Ayet (in hiye illa fitnetüke / O sırf senin fitnendir/imtihanındır.) Yani kallelahüteala ayet (vahtera musa keavmehü sebine recülen limikatina felemma ehazethümür recfetü kale rabbi levşite ehlektehüm min kablü ve iyyaye etühliküna bima feales süfehaü minna inhiye illa fitnetüke tudillü biha men teşaü ve tehdi men teşaü ente veliyyüna fağfirlena verhamna ve ente hayrül gafirin / Bir de Musa kavminden mikatımız için yetmiş er seçmişti. Vaktâ ki bunları o sarsıntı yakaladı, rabbim, dedi: dilese idin bunları ve beni daha evvel helâk ederdin, şimdi bizi içimizden o süfehanın/beynsizlerin ettikleri yüzünden helâkmı


edeceksin? O sırf senin fitnen/imtihanın, sen bununla dilediğini dalâlete bırakır, dilediğine hidayet kılarsın, sen bizim velimizsin, artık bize mahfiret buyur, merhamet buyur, sen ki hayrülgafirinsin/affedenlerin en hayırlısısın. Araf-155) Bununla beraber hayır ve şerri Allahü tealadan bilen kişi, nefs ve şeytan ile bahsetmez. Çünkü ayet (kul küllü min indillah / De ki her şey Allah’tandır. Nisa-78) Yani kalellahuteala (eynema tekünü yüdrikkümül mevte velev küntüm fi burucin müşeyyedeinve in tüsiphüm hasenetün yekulü hazihi min indillahi vein tüsiphüm seyyietün yekulü hazihi min indike kul küllü mün nidillahe femali ha hulail kavmi la yekadüne yefkahüne hadisa / Nerede olursanız (olun) ölüm size ulaşır. Sağlam/yüksek burçlarda olsanız bile. Eğer onlara bir iyilik isabet ederse: “Bu Allah’tandır” derler... Şayet onlara bir kötülük isabet ederse: “Bu senin indindendir” derler... De ki: hepsi Allah’tandır. Şu kavme ne oluyor ki, nerede ise hiçbir sözü anlamıyorlar. Sure-i Nisa-78) Vakti saadette Mekke civarında bulunan Yahudiler, sanadit kureyşe/ileri gelen kureyşlilere gelip dediler ki, gelin sizinle ittifak edelim ve Muhammedi mahv edelim. Bunlar ittifakı kararlaştırınca şeytan geldi. Sanadit kureyşe dedi ki; bu Yahudiler ehli kitaptır, Muhammed de ehli kitaptır. Bunlar ikisi sonra ittifak edip siz yalnız kalırsınız. Yahut yahudileri peşin olarak sizin dininize koyun, dedi. Sonra ebu cehil lâin bunları (Yahudileri) çağırdı. Ve dedi ki Eğer ki beyt etrafında olan putlarımıza secde ederseniz, biz de o zaman sizinle ittifak ederiz. Bunu kabul eden Yahudiler de putlara secde ettiler. Sonradan bir şey de edemeyince, Muhammet sebep oldu da biz putlara secde ettik dediler. İşte bir vakit Yahudiler abdıesnamda oldular (Yahudiler putlara secde etmekle putperest oldular). Sonra Cebrail bu ayeti getirdi. (kul küllü min idillah / de ki her şey Allahtandır. Nisa-78). Ancak edebi şeri için (Ma esabeke min hasenetin eminallah vema esabeke min seyyieti femin nefsike / iyilikten sana ne isabet ederse, Allah’dandır...


Kötülükten sana ne isabet ederse, nefsin’dendir... Seni insanlara Rasûl olarak irsal ettik... Şahid olarak Allah kâfidir. Nisa-79) ayeti kerimesi mucibince haseneyi/iyliği Allaha, seyieyi/kötülüğü nefse isnat etmekliğimiz lâzımdır. Şol ruhınla hattının sırrını zâhid anlasa Kürsi üzre eylemezdi küfr-ü iman ile bahs Pertev-i nur-ı cemâlin aksidir şems-i cihan Ne münasip ide ol nur mâh-ı tâbân ile bahs Şemsi cihan/cihan güneşi nur cemalinin aksidir/yansımasıdır. Çünkü Şems ismi nur ile tecelli olundu. Ancak gözün keyfiyeti malûm değildir (Çünkü güneşe nur ismi ile tecelli olundu, Güneş nur ismi tecellisine mazhardır. Bu keyfiyet gözün güneşi görmesiyle anlaşılamaz). İstidare ve istinare yani müdevvir olması ve müşeffa bulması şemsin sıfatıdır. Bu şems nuri ilahi ile mukabil ve mübahasa olabilir mi olamaz (Güneşin yuvarlak daire gibi, aydınlık, ısıtıcı, parlak ve dönücü olması güneşin vasfıdır. Şimdi bu vasıfları olan güneşin, Allah’ın nurunun karşılığı veya eşdeğri olması bahis konusu olabilirmi? Olamaz). Cem ü tafsilin rumuzun anladınsa epsem ol Etme andan sonra asla kul ve sultan ile bahs Çünkü makamı cemde hepsi birdir. Sultan da kul da Mezahiri Hak’tır (Hakk’ın zuhurudur). Ancak tafsilde/ayrıntıda kul kuldur, sultan sultandır. Kul sultan olamaz sultan da kul olamaz. Zerre iken sen Niyazi ruh-ı âzam nuruna Haddini bil kılma ol şems-i dırahşan ile bahs Arafatta Âdem aleyhisselam halk olunduktan sonra melaike ve cinne secde ile emrolundu. İblis ve cinninin kâfirleri secde etmedi. Sonra zürriyeti zehrinden ihraç eyledi Amma suveri latif (Âdem neslini Âdem’in arkasından latif surette çıkardı). Ve dört saf oldu. Birinci saf Enbiya, ikinci saf Evliya, üçüncü saf Mümin, dördüncü saf Eşkiya. Ki Elestü birabbiküm /


rabbiniz değimliyim. Araf-172) hitap edildi. Cümlesi evet/hepsi evet dediler. Kâfirler ise işitmedi, ancak müminleri takliden onlar dahi bela/evet dediler. İşte ona âlemi zerre tabir olunur, çünkü herkes suveri latife/Latif suret ile idi. Hatta kâfirlerin durduğu yerde elan/halen hüccacı/hacıları durdurmazlar. ------------------------------------------------------------------------------------(23) Can bu ilden göçmeden cananı bulmazsa ne güç Yârini terk etmeden yâranı bulmazsa ne güç Sureti insan içi hayvan olursa kişinin Taşlar ile döğünüp insanı bulmazsa ne güç Can bu dünya ilinden göçmeden canânı, yani Hakkı bulmazsa ne güç. Bu âlemde bulursa bulur, bulamazsa başka âlemde bulamaz. Ve Ebedi azaptan kurtulamaz. O adamın sureti insandır velâkin içi hayvandır. Belki de hayvandan daha aşağıdır. Çünkü hayvan dahi Hakkı tanıyor. Ademin gönlü evinde bahr-i umman gizlidir Daima susuz gezip ummanı bulmazsa ne güç Umman, bahri muhite/büyük denize en yakın olan şehrin ismidir. Bahri muhit tatlıdır. Sayir/diğer altı deniz gibi tuzlu değildir. Zira deniz yedidir. Bir Akdeniz, bahri rum dahi tesmiye olunur/isimlendirilir, şu Selanik denizi. İki karadeniz, İstanbul denizinden öteye, üç Kırmızı deniz, Şap denizi. Dört Yeşil denizi, hint denizi. Beş sarı deniz, basra Denizi. Altı mai/mavi deniz, bu denizlere bu renkler ile isim verilmesi balıkları bu renkte olduğundan ötürüdür. Yedi bahri muhit/büyük denizin, suyu tatlı sükkanı/balığı yoktur. Onda balık gibi hiç bir mahlük yoktur. Çünkü dibi yoktur. Gayet derin olmakla balığı yoktur. (Bahri muhit; zamanın kâmili’dir ki o, Hakkın cemâl yüzünün ikram ediciliğine mazhar olduğundan, kâmilin irşadı ruha tatlı gelir. Onun kemalât deryası her şeyi ihata edip kuşattığından dibi, yani sınırı olmaz. Allahu âlem.) Şol fakir olup gezenlerde hazine dopdolu Sa’y edüp ol kenz-i bipâyanı bulmazsa ne güç


Fakrı fahri devletine erişen sultan olur Fahr-i nâma erişüp sultanı bulmazsa ne güç Fakir, efalini ve sıfatını ve vücudunu Hakk’a tağfiz/nisbet edendir. Yoksa fakir, parası ve malı olmayan değildir. Hazineleri dopdolu olur da kendisi fenafillâh olduğundan fakirdir. Hz.Muhammedin yirmi dört reisi güheylan atı var idi. Sair/diğer şeyleri de ona göre ki, o zamanın zenginleri onun malına haset ederler idi. Öyle iken (el fakru fahri / Fakirlik iftiharımdır), dedi. Hani ya Hz. Peygamber hasır üstünde yatmışta, hasır vücudu mübarekinde yer açmış dedikleri bütün bütün isnattır/iftiradır. Ve Resulullahı tahkirdir/aşağılamaktır. Hz.Haticet’ül Kübra gerek sıttı (kızı) Fatimeye ve gerek sıttı (kızı) Zeynebe, ere giderken (evlenirlerken

çeyiz

olarak) mücevherattan birer

gerdanlık verdi. Ki Sanadid Kureyşi (kureyşin ileri gelenleri) paha takdir edemezdi. İşte şimdiye kadar makbul nişan diyerek atlarda aradıkları Hz.Peygamberin atlarının nişanıdır. O nişanda at almak ve bakmak meymenetlidir (uğurludur, bereketliliktir). Herkesin derdine dermanı yine derdindedir. Derdinin içindeki dermanı bulmazsa ne güç Herkesin derdi tevhittir. Dermanı dahi tevhittir. Eğer tevhidi bulmazsan ne güç. Tevhit, işte tevhidi efal tevhidi sıfat tevhidi zat. Tevhidi zat görülür, ilim taallûk etmez. Tevhidi sıfat görünmez, ilim taallûk eder, (Hakk’ın zat’ı görünür

fakat

bilinmez.

Sıfatlar

ise

bilinir

fakat

görünmez), demektir. Bunda gelmekten murat çünküm Hakk’ın irfanıdır. Ey Niyazi kişi ol irfanı bulmazsa ne güç Bu beyitte Mısri Efendinin dediği irfan, arifi billâh olmaktır. -------------------------------------------------------------------------------------(24) Hep güzeller arasında buldu hüsnün çün revac Cem olup uşşak bir bir sana eyler ihtiyac Hüsn içinde bu ne şehliktir ki şâhân-ı cihan


Can verirler yoluna ya kande kaldı taht-u tac Nice zahmetler çekup üftadeler vaslın umup Akıbet derman yerine derdini kıldı ilac Çünkü dert derman birdir. Anın için derman yerine derdi ilaç olur. Nimet-i vaslın atâ kılsan n’ola âşıklara Hân-ı fazlından ne gider doysalar ger cümle ac Ey Niyazi eremezsin ölmeyince vuslata Adet oldur yâr ilinden can alırlar hüsne bâc Bu beyit mutu kalbe ente mutu / ölmeden evvel ölün. Hadisi şerifini beyan eder. Yani mevti izdirari (mecburi beden ölümü) ile ölmezden evvela, kendi isteğin ile ölün deniliyor. Yani mevti ihtiyari (kendi isteğinle ölmeden evvel ölmek) ile ölün demektir. Çünkü mürşidi kâmile vardığın vakit iptida/evvela, efalin ve sairlerin/başkalarının ne kadar var ise efali, hepsinin Hakkın olduğunu bildirir. Sonra sıfatın ve sairlerinin/başkaların sıfatının Hakkın olduğunu bildirir. Vücudun ve sairlerinin/başkalarının vücutlarının Hakkın olduğunu bildirir. İnsanda ancak bunlar var. Bunlar Hakkın olunca ki, zaten dahi Hakkındır. Velâkın

kul

bunların

Hakkın

olduğuna

mürşidi

kâmilin

himmetiyle/yardımıyla vakıf olunca, mevti ihtiyari ile öldü. Çünkü efali sıfatı kalmadı. Kezalik Bunun

gibi mevti izdirari ile meyit olanda (isteği

olmaksızın mecburen ölen bir kulda) efal sıfat zat kalırmı? Kalmaz. Nefsi yani bir kalıp/cesedi kalır. Ve ha ağaç, ha ki ona itibar olunduğu ruhun meskeni/barınağı olduğundan ötürüdür. Yani ruh onda bu kadar vakit sakin olmuş/eylenmiş olmasındandır. Binaanaleyh onu gasıl ederler (cesedi yıkarlar) ve omuzlarda kabre götürürler. Eğer mümin ise ruhuna hürmeten tazim ederler. ----------------------------------------------------------------------------------------(25) İster isen olasın ehl-i felâh Kulluk eyle bil-gadatü ve-rrevâh


Ehli felah her şeyden mahfuz/korunmuş, yani ahirette zararlı olmayıp kârlı olmaktır. Guduvat sabah namazı ile öğle namazının vaktidir. Refah ise ikindi ve akşam ve yatsı namazlarının vakti demektir. …Bükreten ve esila / sabah akşam… (Ahzab-42) manasınadır. Dünya ile bağlanıp kalmak neden İstemez misin ki bulasın ehli necâh Nefs-i şeytandan emin olma müdam, Adetin olsun gece gündüz salâh Yola gidersen sana rehber gerek Hem yanında düşmana lâzım silâh Bu beyitlerdeki silahtan murad abdestli bulunmaktır. (Elvudu silahın mü’mün / Abdest müminin silahıdır) Hadisi şerifi fehvasınca (icabınca). Zikrile tevhide ererse gönül Ma’rifetle bula sadrın inşirâh Açılıp gönlü gözünün perdesi Hayretinde eyleyesin çok sıyâh Cenabı Hak zahir ve batındır. Velâkin gözünde perde tutarsan/Hak’tan perdeli olursan, işte bir kâmil lâzım ki, Gözünden perdeyi alsın. Kâmil; mürşidi kâmildir. Göresin doğmaz dolanmaz bir güneş Gicesi yok daima olmuş sabâh Ol vakit doğmaz dolanmaz bir güneş görürsün. Güneşten murad zatı Hak’tır. Çünkü doğmaz evveli yok, dolanmaz ahiri/sonu yoktur. Kamu müşküller yanında hallola Cümle yanlış işlerlin ola sabâh Ey Niyazi dost iline uçmağa Her kelâmın oldu nurdan bir cenâh


Ol zaman her bir müşkülün ve yanlış işlerin ve itikatların hâllolur. Ve sairlerin/başkalarının dahi müşküllerini hâlledersin --------------------------------------------------------------------------------------(26) Leyse liddünya bekâtin fihi ruhi ve irtibah İnha siccine alâ ehli selâ lâ yezah Dünyanın bekası yoktur. Ve onda rahat yoktur, zira dünya müminlere açılmaz bir hapishanedir. Hadisi şerifte: Eddünya siccinel mü’minin ve cennetül

kâfirin

zindandır,

/

dünya

buyuruldu.

kâfirlere

Çünkü

mü’minler

cennet, burada

müminlere hapiste

ise

de,

kezalik/fakat âlemi berzahta ve gerek âlemi ahirette rahat edecekler. Kâfir ise o âlemlerde azap görecek. Anın için mü’minlere dünya zindan, kâfirlere cennettir. Küllü akli salik bizzühdü anha yehtedi Külli kalbi salim bil ad anha yestterah Herbir akîl salik/akıllı bir salik dünyaya kendini vermez, hidayet bulur. Ve her bir kalbi salim olan kul, dünyadan tebaut/uzaklaşma ile istirahat/rahatlık, huzur bulur. Nefrehal eşrar lil-elvani min lezzatiha Tec’al eyyame leylen vahiden hattassabah Eşrar (şerliler, kötüler) ise, yani sarhoşlar dünyanın lezzeti ve elvanı/renkleri

ile

ferehlanırlar.

İşretle

(dünya

içkisinin

sarhoşluğuyla) dünyayı bir gecede ele geçirmek isterler. Tahzenül ahbarı mihistirah zül heva Tec’al illa ferahüma birriyazatil vessalah Ahbar ve eşrarın istirahati ile mahzun olur. Vay nice bununla ferehnak olur diyerek, ferahı riyazat ve salah ile olur (Şerlilerle/kötülerle birlikte olup, dünya sarhoşluğuyla rahatlamak isteyen üzüntülü olur.

Ki

bu

üzüntüden

kurtulup

ferahlamak,

ancak


dünya

perhiziyle,

yani

dünyayı

terk

etmekle

mümkündür). Ya enisel zil lâ tensi bi ehlil ihtizan Kul ilahi baid ehlil izzina bissabah Ey

zelil

olan,

yani

nisilzil

bulunan

ehli

izzet

ile

(dünya

sarhoşluğuyla kendini üstün zanneden zelil alçaklarla), yani nefsini aziz tutan ve nefsini büyük tutan ile ünsiyet/dostluk etme. Ve dua et: Ya ilahi, nefsini/kendini büyük tutanları bizden ırak/uzak et diye çağırıp niyaz et. Lâ yeshal akli ila bilhayri nehüm beynehüm Lem yahlis kalbe mer’i mihnüm ila bilcinah Onların arasında aklın zay olmaz. Tehayyürde kalır Ve kimsenin kalbi kaçmadıkça onlardan halâs bulmaz. (Eğer onların, yani ehli dünyanın arasında kalır da onlara karışırsan, aklındaki nedenler niçinler çözülmez hâllolmaz, aklın şaşar öylece kalırsın.

Ve

bir

kimsenin

kalbi

onlardan

kaçıp

uzaklaşmazsa kurtuluşu olmaz). Ma ricani minke ya rahman illa hazretike Ya visallallahil mısri ya hayrel felah Benim ricam senden ya rahman hazretindir. Hazret nedir? Hazreti ilahiye 3 kısımdır. Tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat ki: Bismillahirrahmanirrahim’in sırrı budur. -----------------------------------------------------------------------------------------(27) Ey karındaş bir sözüm var tut sımâh Zikre meşgul ol sakın olma ırâh Zikir kurulu saat gibidir. Bir kere kuruldu mu dünya ve ahiret durmaz. Ve bir dahi kurulmak icap etmez. Bu zikir de nice/nasıl bir zikirdir? Zikri hafi/gizli zikir olandır. Her nefeste ALLAH ALLAH ALLAH Zikri daimi; cehri (Dil ile yapılan zikir’le) olurmu? Olmaz.


Hz. peygamber buyurmuştur; Cenabı Hakkın iki nimeti var. Kuluna bi kere verdimi bir daha geriye almaz. O nimetlerin biri zikir, bir adamın bir kere zikri kuruldumu bir dahi durmaz. Biri de cenabı Hak gözünden perdeyi kaldırdı mı bir daha gözüne perde koymaz. Velâkin sair / diğer, başka nimetleri böyle değildir. Mesela yüce Allah mal verir, şükrünü bilmez isen yine geri alır. Kim ki zikre gece gündüz sa’y eder Nûru gönlünde ediser irtisâh Şol gönülde kim devama ire ol İrmez onun sirretine infisâh Aşka düşüp rahatı mihnet olur Derd-i yâr ile eder daim surâh Ey Niyazi akıbet ol yâr ile Vahdet eder varlık olur insilâh ---------------------------------------------------------------------(28) Vücudu kadeydi fi küllü mevcud Nakuş kadeydi min ayni meşhud Hakkın

vücudu

her

bir

mevcutta

zahir/apaçık

oldu.

Bu

nukuş/nakışlar yani suretlerde ayni meşhuda/görünerek zahir oldu. Yani parmağı şöyle kaldırsan Hakka vaki/rastlamış olur. Çünkü Hakk’ın vücudundan gayri vücut yoktur. Fi küllü bi i’tibar ayni halk Vefittahkik zatı aynı mabut Velâkin Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, nebat, hayvan itibariyle gözükenler halktır, onlara halk denilir. Tahkikte/hakikatta ise ayni mabuttur/ibadet edilendir. Vema fil kevni gayrel hak asla Vema fizzahir illa asıl maksut Kevneyinde (Dünya ve ahiret iki âlemde) yani mümkünatta


Hak’tan gayri asla yoktur. Zahirde de Hak’tan gayri yoktur. İlla asıl maksutta (amaçlanan ulaşılmak istenen de) o dur. Beri bahri lehül elfe mevç Hüvel mevcüd velemvaç maksut Deniz de görülür nice bin dalga, halbûki hava sakin olunca yalnız yine deniz kalır. Cümle dalgalar kaybolur. Çünkü dalgalar denizden fazla birşey değildir. Feya insan vema insanı hak Lefi küllül avalem ente Mahmut Ey insan; insan Hak değildir. Çünkü insan mukayyettir (kayıtlıdır, sınırlıdır). Mukayyet olana Hak demek küfürdür. Velâkin her bir âlemlerdeki Muhammet kulluğu de haktır/gerçektir. Hak ve Rap isminin

manaları/anlamları

sabittir

(bunlar

değişmeyen,

doğrulardır) demektir. Lefennus’el mezahir ente şem’i Liküllil varidat ente mevrut Bu mazharlar fenerlerinin ışığını veren mumu sensin. Her bir varidat/varlık ki bu âleme gelir, gelen dahi sensin Lekelkafe lekelanka cemia Lekelkahre lekellutfe lekelcud Kafdağı senindir. Ankakuşu senindir. Kahr senindir. Lûtuf senindir. Cud/cömertlik senindir. Kafdağı,

bahri

muhitten/Büyük

Denizden

öteyedir.

Zebercetten/kıymetli taştan bir dağdır. İrtifai/yüksekliği yedi bin senelik yoldur. Birinci kat gök, onun üstünde kuruludur. Hatta göğün böyle mai/mavi renginde olması güneş vurup o dağın akis etmesidir. Oraya kimse gitmez. Ehlullah gider. Hatta ehlullahtan iki zat oraya gitti. Orada gezerken dağda bir yılan var ki bahri muhiti kuşatmıştır. O yılan bu zatlara sual etti. Ebumedyen Mağrıbiyi gördünüz mü? Bunlar dedilerki; sen onu nerden bilirsin? Yılan dedi ki; niçin bilmeyeyim? Sen falan sen de falan değilmisiniz? Bir adam Hakkı sevdiği vakit göklerin meleklerine ve bize tembih gelir ki falan adam


Hakkı sevdi, Hak dahi onu sever. Siz dahi onu sevin diye bize tembih ederler. Anın için biz onları biliriz ve onu sorarız. Ve fi davake maruzal emanete Ve fi manake marufe vemescud Felâ esmae leyseti ayn asla Müsemma likülli ayn gayre madut Esma/isim için asla ayın yoktur/aynıyet olmaz. Yani Hasan Hüseyin, nebat hayvan secer için ayn yoktur (aynı olmazlar farklıdırlar). Fakat

Bunların küllisinin/tümünün,

hepsinin müsemması/zatı)

aynıdır. Velâkin bu aynı olmak ta’datsız/adetlenmeksizindir. Zira ta’dat ederse/adetlenir sayılır ise halk olur. Çünkü makamı cem de ta’dat/adetlenme çokluk yoktur. Makamı Hazreül Cemde ki Makamı şeriattır. Orada ta’dat/adetlenme çokluk vardır. Velhasıl ta’dat görülmediği halde, yani insan hayvan nebat görüldüğü vakit o görülenler halktır. Onlara Hak demek küfürdür. Yani insana vesair şeye Hak deyen kâfir olur. neuzubillah. Vemel mısrî biitibar Ve inni küllü mevcud ve mahut -------------------------------------------------------------------------------(29) Yine dil na’tını söyler Muhammed Dil ü can mülkünü toylar Muhammed Vücudu Muhammed 3 kısımdır: 1-Vücudu nurani 2-Vücudu misali 3Vücudu unsuri. Vücudu nurani; evvela mehalakâllahü nuri ve evvela ma halakâllahü ruhi / Allah evvela nurumu yarattı ve Allah evvela ruhumu yarattı (Hadisi şerif)) ki; evvel ma halakallahtır (evvel yaratılıştır). Her şeyin ve her bir âlemin halkıyeti nuri Muhammediyedendir. Vücudu misâli; âlemi rüyada görülen vücudu misaliyesidir. Bir de vücudu unsuru ki: bu âlemde iken görülen beşeri suret vücududur. Kalp ve can mülkü, Hz.Muhammedin vücudu nuraniyesinden halkolunmuştur.


Ne kadirem seni methedmiye ben Kemâhi methi Hak söyler Muhammed Yani; benim seni methetmekliğe kudretim yoktur. Kemahi/gerektiğince seni ya resulallah Haktaala meth eyler. Sen ol sultan-ı kevneynsin ki mahlûk Senin medhinde acizler Muhammed Çünkü Hz. Muhammedin vechi/yüzü saadetlerine bakmağa hiç kimsenin kudreti yoktur. Hz.Ali Efendimiz buyurmuştur: Kim ki Hz.peygamberin gözü şöyle kaşı böyledir derse yalan söyler. Ben damadı olduğum halde hiç yüzüne bakamamışımdır. Kitaplarda münderiç/yazılmış olan şemaili (Resulullahın kaşı, gözü, teni davranışı gibi dış görünüşü) beni ebu revahanın rivayet iledir ki Ebu revaha Hz.Peygamberin üvey oğludur. Yani Hz.Haticetül Kübranın evvelki kocasından idi. küçük olmak münasebetiyle Hz.Peygamberin kucağında ve yatağında iken dikkat edip yazarlar idi. İşte hılyei şerif (Resulullah efendimizin güzel vasıflarının kitabı) onun rivayeti ile yazılmışır. Boyuna hil’at-i levlâki giyip Düşüptür saye serviler Muhammed Boyuna levlak elbisesi giydirildi. Yani Hadisi kutsi; levlake levlak lema halektül eflak / sen olmasaydın sen olmasaydın felekleri yaratmazdım.

Öyle

ya

olunmadımı/yaratılmadımı, olurmuydu? Olmazdı.

eflak/felekler nuri

nuri

Muhammedi

Muhammediden olmayaydı

eflak

Alır şems u kamer nuru yüzünden Saçın velleyli yeldalar Muhammed Şems ve kamerin nurları dahi nuri Muhammedidendir. Hz.peygamberin saçı gayet siyah idi. Hani ya lihhayı/sakalı saadeti beyazlanmıştır derler. Halbûki o yalandır. Çünkü Hz.resulullah 63 yaşında iken âlemi ahirete teşrif bulundular. Sakalı saadetlerinde hiç ak yok idi. Yalnız dudağında olan telleri biraz sararmıştı. Nice/nasıl ki bir adam güneşte gezerse saçı biraz sararır. İşte öyle sararmış idi.


Kaşındır ‘‘kabe kavseyni ev edna’’ Derinden açılır güller Muhammed Kaşı kabe kavseyn idi demek, iki kaşı arasında pek fasıla/ara yoktu. Yalnız bir hat ayırır idi. Terinden güller hâsıl olur idi. Çünkü gül Hz.Resulullahın terine âşık idi. Cenabı Hak Muhammedin kokusu ile güle tecelli etti. Onun için gülün kokusu gayet lâtiftir. Ve gülü koklamak sünneti seniyedir. Boyun eğmişdürür çeşmine hayran Çemen sahnınde sünbüller Muhammed Boynu aşağıya eğer idi. Güya yüksekten aşağı iner gibi. Bunun için kimse Hz.Resulullahın mübarek yüzüne bakamazdı ve göremezdi. Lebin la’l ü dehanın mâdenidir Lisanın vahy-i Hak söyler Muhammed Dudağı lale gibi kırmızı idi. Hatta dudağında olan tükürüğünden alıp, yürek ağrısına vesair ağrılara ilaç ederler idi. Şu vaktin kim çıkıp gezdin semayı Bulup Hazrette rif’atler Muhammed Miracı nebinin hakkında 3 kavil vardır. İbni Abbas; hazreti resulullah Haktealayı baş gözü ile gördü der. Diğeri basiretle gördü, yani kalp gözü ile gördü der. Ayşetül Kübra validemiz ise; herkim resulullah baş gözü ile veya kalp gözü ile gördü derse o yalan söyler, demiştir. Müfessirin (kuran yorumcuları); baş gözü ile de görür, Kalp gözü ile gören baş gözü ile de görür. Hz.Ayşenin kelamına da, kendi içtihadı (kendi görüşü anlayışı) ile söylemiştir, deyip keserler. Halbûki Hakkı yine Hak görür, gayri görmez. Bu itibarla Hz. Ayşenin sözü mercihtir/tercih edilir. Çünkü Hak kendi rubibiyeti ile rububiyetini görür. Hatta ahirette Hak gürülecek denildiği budur. Avam müminine ise, itikat ettiği zannettiği suretle ahirette ayda bir kere görülecektir. Hz.Ayşe bizzat resulullahtan seyrisuluk görmüştür. Hüneyn gazasında kendisine olunan isnadın aslı yok olduğuna dört ayeti kerime varit oldu. Sonra


Hz.Resulullah Hz. Ayşenin pederi Ebubekir Hz.lerine dört ayeti verdi. Hz. Ebubekir de haremi saadete giderek Hz.Ayşeye ayeti kerimeleri verdi. Okuyunca Hz.Ebubekir; Resulullaha şükür et buyurdu. Hz. Ayşe dedi ki vallahi ben Allahtan gayriye teşekkür etmem. Sonra Hz.Ebubekir keyfiyeti Resulullaha arz etti. Resulullah buyurdu onun makamı oradadır. Yani makamı cemdedir. Sonra buyurdu; Hadis men lem yeşkürennasi lem yeşkürellah / insana şükür Allaha şükürdürdür. Ebubekir Hz.leri Hz.Ayşeye gelip bu hadisi okudu. Ve hazretül cemi telkin etti. Badehu/sonra Hz.Ayşe Resulullaha şükür etti. Şimdi; Hz.Ayşenin ‘‘ben Allahtan gayriye teşekkür etmem’’ sözü kendi içtihadına (görüşüne, anlayışına) haml/isnad olunurmu? Olunmaz. Çünkü nasa/insanlara şükür etmek Hakka şükür etmek değilmlidir. Kamu ervah-ı peygamber hem emlâk Seni iclâle geldiler Muhammed Seni şah-ı âlem kılıp ol anda Kamusu ümmet oldular Muhammed Niçin olmayalar ümmet ki Hakk’ın Rızasın sen de buldular Muhammed Ne noksan ire cahına kılırsan Niyazi’ye şefaatler Muhammed Meleklerin ümmet olması, mahaza bir teşrifi içindir (şereflendirme, onurlandırma içindir). Yoksa melek mükellef değildir. İptida/ilk defa namaz farz olunduğu vakit Hz. Cebrailin resulullaha imamet ettiğini söylerler, yalandır. Çünkü gayri mükellefinin mükellefe imameti sahih olmaz (Mükellef olmayanın mükellef olana imamlık yapması doğru olmaz). Ol vakit Cebrail gelip namazın rükû ve sücudunu Resulullah efendimize talim ederdi/öğretirdi. Ve vakitlerini bildirir idi. ----------------------------------------------------------------------------------------(30) Künna zevat errüştü lena hayatel ebet Lima yedi min Ahmedi envari sırrı Samet


Resulüne Muhammed habibina Muhammed Şefiana Muhammed kadcaena bil medet Hz.Cebrail, Hz.Mikail, Hz.israfil, Hz.Azrail ve enbiya ve veresei resulullah dairesindedir. Velâkin bittabi o daire blisale/bizzat Hz. Resulullaha mahsustur. Sırrı samed envari, yani Hak sırrının envarı/nuru Hz.Resulden zahir olduğu vakit, biz hayatı ebediyeye nail olduk/ebedi hayata, ölümsüzlüğe ulaştık. Mısri efendi buyurur ki, Resulullahın nuru halk olunduğu zaman ben de o dairede rüşt/kemâl sahibi idim. Yani ben de o dairede bulundum. Şehri siyam kadatı bilcudi minbahril ata Ehlen ve sehlen merhaba envarı sırrı essamed Resulüne Muhammed nebiyina Muhammed Şefiina Muhammed kadcaena bil medet Şehri siyam, yani şehri ramazan bahri atadan (Ramazan ayı Hak deryasından hediye) geldi. O da sırrı samed envarıdır/nurudur. Çünkü Ramazanı şerif esmai ilahiyedendir/Allah’ın isimlerindendir. Hatta esmayihüsna da vardır. Şehri ramazan Şehrullah/Allah’ın ayı demektir. -------------------------------------------------------------------------------(31) Zulmet-i hicrinde bidar olmuşum ya Rab meded İntizar-ı subh-ı didar olmuşam ya Rab meded Gülşen-i vaslın nesimin ir görüp bad-ı sabâ Andalib-i bağ-ı gülzar olmuşam ya Rab meded Kalmışım zindan-ı cism içre bugün tenhâ garib Bu kafesde ruz u şep zâr olmuşm ya Rab meded Şol şarabı kim anı sundun bana ruz-ı elest Ol zamandan mest-i huşyar olmuşum ya Rab meded Ruzi elest; vadi arafatta Hz.Ademe melaike secde ettikten sonra zürriyeti süveri latife ile zehrinden ihraç edüp (Hz. Âdeme melekler secde ettikten sonra Âdem nesli/zürriyeti lâtif suretler ile Hz.


Âdem’in Arkasından çıkarılıp) dört saf oldu. Birinci safta enbiya, ikinci safta evliya, üçüncü safta mümin, dördüncü safta eşkıya durdu. Badehu/sonra birinci saftan, elestübirabbiküm yani rabbiniz değimliyim (Araf-172) nidası sultanı enbiyadan zuhur etti. İkinci saftaki gavstan dahi elestübirabbiküm / rabbiniz değimliyim. (Araf-172) Hitabı irad edildi. Mümin işitip eşkiya safı işitmedi. Fakat üç saf birden bela/evet dediler. Eşkıya, mümini takliden bela dedi. Beyazidi bestami hazretleri dedi: O hitap hala kulağımdadır. Ehlullahtan bazıları dediler; elyevm/halen hitap olunmaktadır. Çünkü ahd/sözleşme altı defa olur. İkisi efalde zahir ve batın, ikisi sıfatta zahir ve batın, ikisi zatta zahir ve batın. Velhasıl bu suretle altı defa olur. efali zahir efali batına, sıfatı zahire sıfatı batına, zatı zahire zatı batına altı olur. Her nereye varsam yakar bu canımı aşk ateşi Yana yana külli pür nâr olmuşum ya Rab meded Vahdet ilinde seninle yâr idim n’oldu bana Kesret içre bend-i ağyar olmuşum ya Rab meded Bu Niyazi düştü varlık çahına Yusuf gibi Al elim kurtar ki nâçâr olmuşum ya Rab meded Yusufun varlığından murad, hüsnüdür/güzelliğidir. Çünkü bu dünyada hüsnü/güzelliği Yusufa muadil (eşdeğerde) hiçbir hüsün/güzellik olmadı ve olmayacaktır. Velâkin Hakkın hüsnü/güzelliği cemi mahlükata taksim olsa ve Yusuf aleyhisselam birini görse, Hakk’ın hüsnüne gıpta eder idi. Yani Yusuf aleyhisselamın hüsnü anun hüsnünün yanında hiçbir şey kalırdı. ---------------------------------------------------------------------------------(32) Müşkülüm var size ey Hak dostları eylen reşad Kim cevabın vire olsun Hak katında bermurad Ol ne kesrettir ki anın haddi yok pâyânı yok Kesret içinde ne vahdettir ki ona yok adât Nihayetsiz olan kesret/çokluk nedir? Ve kesret içinde olan adatsız vahdet nedir (Sonu sınırı olmayan çokluk nedir? Ve çokluk içinde adet’lenemeyen/sayılamayan ‘‘Bir’’ nedir)?


Vahdet, vücudu Hak, kasret Hakkın şuuantı/keyfiyeti ve ahvalidir. Ahval, ilimde olan yani ilmi zatta olan malûmatın suretleridir. Yani bu suver/suretler suveri malûmattır. (külli yevmin hüvefi şenin / O her an yeni bir şan’dadır/tecellidedir. (Rahman-29) Cenabı Hak, her anda bir şan ve bir tecellidedir/görüntüdedir. Bir tecellisi iki anda bulunmaz. Zira hâsıl tecessül (tekraren suretlenme) lâzım gelir. Bir anda iki tecelli olmaz, zira kayıt lazım gelir. Velâkin yalnız insanda değil, zerreden kıla kadar her birinde Hakkın bir tecellisi vardır. Çünkü her zerrede sıfatı Hak bikemali mevcuttur. Bazı şeyde Hakk’ın sıfatlarının zuhuru/açığa çıkması daha ziyade/fazla, bazı butunu/gizliliği daha ziyade, her şeyin vücudu vücudu Hak’tır. taadatsız ve adatsız (sayılamayan adet’lenemeyen) vahdet bu demektir. Eğer tadat ederse (sayılır, adet’lenir ise) insan, hayvan, nebat gibi o kesret olur. Ve Ona da halk tabir olunur. Çoktur envaı halkın biri insan üç bölük Biri ehl-i hayme bir kurâ biri bilâd İnsan üç bölük olup birisi çadır nein, Kürtler ve aşiretler gibi. İkincisi kuravi, yani köylerde sakin olan gibi. Üçüncü ehli bilat ki kasabalarda/şehirlerde sakin olup mesken olanlardır (oturanlardır). Üç bölükten üç bölük dahi bölünmüş ey hoca Biri kâfir biri mü’min biri ehl-i inkıyâd Bunlardan (bu üç yerleşimde) üç bölük insan bulunur ki biri kâfir, biri biri mü’min, biri ehli inkıyâttır (boyun eğendir). Ki bunlar enbiya ve evliyadır. Hangisi Hak’dan irağ olmuş bunların söyle gel Hangisi kadir ki Hak emrine eyleye inâd Bunların hangisi kadir ki Hakkın emrine inat eylesin, hiçbiri kadir değildir, çünkü efal sıfat zat Hakkındır. İnat etmeğe (Kulun inat edebilmesi için) bunlar kulun kendinin olmaklığı iktiza eder/gerekir. Mesela köle mavlâsıyla yani efendisi ile inat edebilir mi? Edemez.


Hakk’ın iken her tasarruf bu abes sözler nedir. Nefs ü şeytan dediğin kimlerdir eylerler fesâd Yani mademki her tasarruf Hakkın’dır, bu abes/boş sözler nedir. Nefis ve şeytan dediğin kimlerdir. Ey fesat/bozuk bir adam ki kaderde şakidir, şeytan ona musallat olur. Bir adam ki saittir/iyidir şeytan ona ne yapabilir. Bir şey yapamaz, onu kimse ifsat edemez (bozamaz) ve ona bir fert mani olamaz. Ve onu Hakka giden yolundan alıkoyamaz. Burada kâfir Hakk’a der ki; beni niçin kâfir halkettin. Bu senin elinde idi. Dileyeydin beni mü’min halkederdin/yaratırdın. Bu ne gibidir; Bir adamın bir ormanı olsa tutar o ormandan bir ağaç keser. 0 ağacın bazı uzun dallarından sırık yapılır. Kalınca olan dallarından ise kiriş ve dikme yapar. Sonra o sırık der ki niçin beni de kiriş yapmadın. Cevap olur ki: sen incesin kiriş olmaklığa kabiliyet ve istidatın yoktur. Kara Halil hocasının tasnif etmiş olduğu kitapta bir misal temsil etmiştir. Kayısı ki usturumcada zerdali tabir olunur. Der ki niçin beni de elma gibi yaratmadın. Böyle toparlak ve sarı yarattın, ona Cevap verilir ki, sen zerdalisin zerdali ise böyle toparlak ve sarı olur. Halbûki o elmadır. Dünya vü ukba dahi hem haşr u neşr olmak nedir? Bunları bildir bana hem nedürür mebde meâd Haşır neşir, işte biz üç yerde cem oluruz/toplanırız. Biri ahdı misak için vadii arafatta (arifler vadisinde/meclisinde) cem olduk. Biri âlemi berzahta cem oluruz. Biri âlemi ahirette cem oluruz. Arif haşır ve neşiri (toplanmayı ve dağılmayı) bu alemde görür. Bak (mutu kalbe ente mutu/ölmeden evvel ölünüz) hadis hükmünce tevhidi efalde efali Hakka verir. Tevhidi sıfatta sıfatı Hakka verir, tevhidi zatta zatı Hakka verir. Cemde zatı giyer, Hz. cemde sıfatı giyer, cemülcemde efali giyer. Hak’tan geldiğimiz cihetle mebdeimiz/başlangıcımız Hak’tır. Hakka gideceğimiz cihetle de miadımız/sonumuz Hak’tır. Ahirette cennet ü niran u berzah kim denür Bunların aslı nedendir oliser yevmittenâd Dünyada insan üç bölük idi. Biri ehli hayme/çadır ehli, biri ehli kariye/köylü, biri ehli bilat/şehirli. Velâkin üç bölükten üç nevi/çeşit


insan var idi biri kâfir, biri mü’min, biri ehli inkıyat/boyun eğen. Ahirette adaleti ilahiye icra olunacağında kâfir cehenneme, mü’min ile ehli inkıyat cennete konulacak. Çünkü: Âlemi dünyada bunlar türlü meskende tenevvü etmiş (çeşitlenmiş) idi. Âlemi ahirette dahi meskenleri başka başka olacak. Kahr u lutfun illeti bir demenin aslı nedir? Bu ikinin vahdeti midir acep rah-ı Sedâd Doğru yol, kahr ve lütfu bir bilmektir. Çünkü kahır ve lütuf mizaca göredir. Senin mizacına kahır olan ötekinin mizacına lütuftur. Mesela ehli bilada/şehirliye göre köylünün köyde oturması kahırdır. Halbûki ehli karyeye/köylüye göre lütuftur. Kahrı kasabada/şehirde oturmasıdır ki; o gene ehli bilada/şehirliye göre lütuftur. Yani rahat ayn-ı mihnet mihneti rahatmıdır Cümleden razı mıdır Hak ber-tarik-i ıttırâd Mesela ameliyat/Ameller, işler nimettir, ancak bir ameleyi/işçiyi işinden çekmek, işle ülfet ettiği/işe alıştığı için ona aylaklık/işsizlik mihnet/sıkıntı olur, çalışmak ise rahat olur, rahatı mihnet mihneti rahat budur. Yani bu demektir ki, (innellahe la yerdil ibadiil küfür / Allah kulunun küfre düşmesini irade etmez. Bu ne gibidir. Mesela kadı’nın/hâkimin oğlu bir şey sirkat/hırsızlık etse bu hususta şer’i de ispat edilirse kadı, oğlunun elinin kesilmesine hüküm eder. Halbûki oğlunun elinin kesilmesine razı değildir. Kezalik/bunun gibi Hakteala küfrün kazasına razıdır Hüküm ve kaza eder, velâkin muktedisine yani küfür edilmesine razı değildir. (Cenabı Hak küfrün yargılanıp cezalandırılmasından razıdır, fakat küfür edilmesinden küfrün işlenmesinden razı değildir). Hak teâlâdan yakın insana bir şey yok denür Lik bildir kimdir Allah ya kimdir ibâd Hak tealadan insana yakın hiçbirşey yoktur. Yani boynunun damarlarından yakındır. Bu halde Allah kimdir? Kullar kimdir? İşte mutlak olan sınırlanamayan, kayıtlanamayan Allah’tır, mukayyet/sınırlı kayıtlı olan ise kuldur.


Men aref’le ma remeyte iz remeyte remzini Fark idegör mümkün ise ber sebil-i infirâd (Men arefe nefse fakat arefe rabbeh / kendini bilen rabbini bilir) hadisi şerifini muhaddisin/hadisçiler telakki etmedi/anlayamadılar. Çünkü hadisi şerif, Hz.Resulullahın vefatından sonra nakil edilmiştir. Hz.Ömer efendimiz bir defa Resulullah ile mülâki olup/buluşup bu hadisi şerifi rivayet eyledi. Bunun sıhatine kuran da bir delil bir ayet varmıdır? Hay hay vardır. Kalellahuteala esteuzübillah (Femenyergabü an millete ibrahime illamen sefihe nefseu velakad istafeynau fiddünya ve innehu fil ahreti leminessalihin / Nefsini/Kendini bilmeyenden başka İbrahimin dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahimi bu dünyada

seçkin

kıldık.

Şüphesiz

o

ahirette

de

Salihlerdendir/iyilerdendir. (Bakara-130) Yani milleti İbrahim olan tevhitten kimse iraz eylemez/yüz çevirmez. İlla men sefiyye nefse demek men cehele nefse, yani nefsini bilmeyen cahil kimse tevhitten iraz idi/yüz çevirirdi. İşte bu ayeti kerime bu hadisi şerifin sıhhatine delildir. Bir defa Hz.Resulullah Kur’anı azimin sureleri adedince yani üçyüzyirmi sahabe ile muharebeye gitti. Aleti harpten yanlarında bir iki ok ve birkaç kılınç ve onüç deve var idi. Düşman onyedibin leşker/asker ile belirdi. Ol vakit Cebrail nazil oldu. Ve dedi. Ya Muhammed bir avuç toprak alıp küffarın gözüne saç. Hz.Resulullah dahi bir avuç toprak alıp düşman tarafına saçtı. Küffarın gözlerine girdi. Küffar dahi gözleriyle meşgul oldular. Badehu/sonra ashap hücum ederek pek çoğunu katlettiler. Sonra gaziler bir halka olup Resulullah dahi içlerinde olduğu halde Hz.Ali der ki ben bu kadar, yani yüzotuz kâfir katlettim. Hz.Ebubekir derki ben bu kadar katlettim. Hemen Cebrail nazil olup bu ayeti kerimeyi getirdi. (felem tektuluhum velâkin nellahe katelehü… Yani küffarı siz katletmediniz ancak Allah katleti. (Enfal-17) Ashap makamı cemde oldukları için Hz.Peygambere izremeyte denildiği gibi iz kateltemuhum denildi. Hz.peygamberin makamı ehadiyet olduğundan ve maremeyte izremeyte velakinnallahe rema… Buyurdu. Yani ya Muhammed sen düşmana toprak attığın vakitte sen atmadın Ancak Allahü azimüşşan attı (Enfal-17) demektir. Müşkülü çoktur Niyazi’nin veli biri de bu Zahid anlasa Hakk’ı zühdü neden olur kesâd


Zahit Hakkı anlasa arif olur. Ol vakit namazı kıl, Kur’an oku, hayır işle diye zühde dair olan şeyleri, Kulluğun yüce amacı zannederek halkı âleme teklif etmez, zühdü kalmaz. Çünkü fail mevsuf mevcut Hak olduğunu bilir. --------------------------------------------------------------------------------------------(33) Ya ilahi sana senden el’ıyâz Sensiz ahir cümlemize müsteâz Hz. Resulun duasında varit olmuştur. Euzübikeminke, ya ilahi senden sana sığınıyorum. Yani rububiyetinden ki mezahirdir/apaçık alenidir, Uluhiyetine sığınıyorum. Cümlemize ahir/son sığınılacak mahâl sensin Allah’ım. Derd senin derman senindir şüphe yok Dertli kullara yine sensin melâz Cem’u farkı eyle gel meşhudumuz Cem’ü cem’inden bize ver iltizâz Makamı cem ki cemiyeti ilahiye, farktan murad farkı sanidir/ikinci farktır. Çünkü cemden evvel olan fark, farkı evveldir ki makamı tabiattır. O fark hayvanatta dahi bulunur. Farkı sani/ikinci fark hazreti cemdir ki cemiyeti Muhammediyedir. Cem’ül cem ki, gerek cemiyeti ilahiye ve gerek cemiyeti Muhammediyeyi cem eder/toplar. İşte bu cem’ül ceminle bizi lezzetlendir demektir. Zevk-i külli padişahım oldürür Bize tevhidin ola daim meâz Bu Niyazi bendeni etme garip Eyle gel tevhid-i sırfta onu şâz Garip mahçup/perdeli demektir. Çünkü ehli hicap vatanı asliyeden (Çünkü Hak’tan perdeli olanlar asıl vatandan), yani Allah’tan mahçup olduğu cihetle gariptir/gurbetedir. Arif ise hiç bir vakit garip/gurbette olmaz. Çünkü kendisinde hicap/perde yoktur. Tevhidi sırf, makamı ahadiyettir, çünkü sair/diğer makamlarda ikilik eseri vardır. Velâkin


makamı ahadiyette ikilik asla yoktur. -------------------------------------------------------------------------------------------(34) Ya seyyiden fasla fi finnasi kelbahır Ve neşrehu Tayyip min nismetes sihr Seyit, esmai hüsnadandır. Her ne kadar tadat olunan (sayılan) doksan dokuz esmai hünsada yok ise de, esmai madudede ümmühattır. Furuunda seyit ismi vardır. (Seyit Allah’ın doksan dokuz güzel isimleri arasında

yok

ise

de

Seyit,

isimler

içinde

asıl/ana

isimlerdendir. Ayrıntıda Seyit ismi vardır). Meselâ, Ya seyit, senin vaslın/kavuşman cemi mahlükata deniz gibidir. Ve ihsanın badı sabadan/sabah yelinden daha ziyade güzeldir. Yani her biri hayat verir. Veman zehahide Hüsna lehü velehü Kad ezamas yuhkil fasri fiddar Vemen ezma yedi fennur min cevhi Duve mineşşemsi ahfa talatil kamer Onun yani Hz.Resulullahın halka nisbetle kadri ve mertebesi, yıldızlara ayın ondördünün faik/üstün olduğu gibidir. Yani Resulullah ayın ondördü gibidir. Sair/diğer halk ise yıldızlar gibidir. Ente ibni şems essevi lemyekün bevahit Fi asri mislehü fil bedri velhasr Sen şemsin oğlusun, çünkü kamer/ay şemsin/güneşin halifesidir (temsil edenidir). Kamer nuri/aydınlığını şemsten alır. Kezalik/bunun gibi Resulullah

dahi

şemsi

zatın

halifesidir/temsilcisidir

ki,

onun

misli/benzeri ne şuhutta bulunur, ne badiyelerde/çöllerde, kırlarda bulunur, demektir. Feente ankut zalikel kerim ya seyit Navel lena kadhan minzalikel hamır Sen güzel bahçenin meyvesisin, o şarabdan yani şarabı aşktan bir kadeh ihsan buyur.


Sekir/sarhoşluk üç kısımdır: Sekr evvel/birinci sarhoşluk, sekr sani/ikinci sarhoşluk, sekr salis/üçüncü sarhoşluk). Sekr evvel; tevhidi efal, sekr sani tevhidi sıfat, sekr salis tevhidi zat. Ehli işrete sekrat (aşk meyhanesindekilere sarhoşlukları) üç hâl verir. Evvel hali biraz sarhoş olunca âlemi afakı gayip eder. Sekr evvelde olan salik dahi efali Hakk’a takviz/nisbet edince, bu âlemi afakı gaip eder. İkinci hali; o ehli işret daha biraz daha nuş edince/içince gözü görmez, kulağı duymaz, söz söyleyemez, birşey yapmağa kudreti olamaz. O sekr sanide/ikinci hâl ile sarhoş olan salik dahi sıfatı Hakk’a taviz/nisbet edince, görüşü işidişi söyleyişi ve bilişi kalmaz. Üçüncü sarhoşluk hali; o ehli işret pek ziyade nuş eyler ise/çokça içerse kendinden geçer. Kezalik Buna göre sekr saliste olan salik zatı Hakk’a takviz/nisbet edince kendinden geçer ve kendinin ve âlemi halkın hiç bir şeyi nisbet vücudu varlığı kalmaz. Eşedde şevki ila lendüman ma keseküm Vennahli demi ala haddi kelmatar Mahbube/sevgiliye şevkatım ziyade/fazla oldu. Gözyaşım yanağıma yağmur gibi aktı demektir. Enşedet fi hubbiküm zinnazmi muteden Lal yekbal nazmi cai bil üzür Onun muhabbetinde bu methiyeyi yaptım. Memul/ümid ederim ki, mazur (özürlü olarak) yaptığım bu nazmımı/şiirimi kabul eder. Çünkü anın methinden acizim Ya Rab zu fadli finnasi ma Talat Şemsü ma secat vereka aleşşecer Yarabbi sen anın fadlını/faziletini ziyade (çok, bol) eyle. Şems tuluğ ettiği ve ağaç üzerinde yaprak intizam eylediği yerde/Güneşin doğmasını ve ağaç üzerindeki yaprakları yerli yerinde intizam edip düzenledğin gibi. Methi senai lehü min halisel kalbe


Veleyse bil methil mısri min hatır Anın methi hulus/halis kalb iledir. Anın methinden ötürü Mısri efendiye kabahat olmaz. -----------------------------------------------------------------------------------------------(35) Ey Allahım seni sevmek Ne güzeldir ne güzeldir Yolunda baş u can vermek Ne güzeldir ne güzeldir Bu mısramızda yoluna başu can feda etmekden murad, fenafillâh olmak demektir. Şol ism-i zâtını sürmek Visalin gülünü dirmek Cemâl-i pâkini görmek Ne güzeldir ne güzeldir Hakkın cemali pakini görmek mümkün değildir, kul onu görmez. Nakşiye/Nakşibendilerin Hakkı gördüklerini ifade etmeleri şöyledir; zikir ziyadesiyle/fazlaca müdavemet/devamlı zikir ederler Allah Allah diyerek, sonra zikrin galebesinden zakire/zikir

edene

mezkur/zikredilen galip olur. Fakat bu hâl kabilindendir. Aynı Mecnunun Leyla benim dediği gibi. Leylayı ziyadesiyle tefekkür ettiğinden ve vücudunda Leyla galip gelip, mecnun Leyla benim davasında bulunmuştur. Halbûki Leyla omudur? Hayır, O mecnundur. Bu bir hâldir ve Makam ehline bu hâl gelmez, çünkü Hakkı gören yine Hak’tır. Zira bu göz ile Hakkı görmek mukabele/karşılıklı olmayı iktiza/icab eder. Gözüne pek uzak olmamak pek te yakın olmamalı. Halbûki bu mukabele karşılıklı olmak kayıttır. Hak mukayyet olurmu? Hak mutlaktır, Mukayyet olan abıttır/kuldur. Hak rububiyetiyle rububiyetini görür. Âlemi ahirette mahcupların/perdelilerin Hakkı görmeleri yine mezayir (zanlarının zuhuru) yüzündendir. Sürüp dergâhına yüzler Döküp yaşı yere gözler Bir olsa gece gündüzler Ne güzeldir ne güzeldir.


Dergâhtan murad beyti şeriftir, çünkü mazharı zattır. Aşık geceyi sever, ister aşkı mecâzi olsun ister aşkı ilahi olsun. Bağdatta bir aşık mecâzi vardı. Akşam olup sokağa çıkıp maşukasının hanesinin/sevdiğinin evinin önüne gider, maşukası dahi pencereye gelir. İşte bunlar lakırdı muhabbet ede ede bir de bakarlar müezzin minarede ezanı Muhamediyeyi okumaya başlayınca maşukası, aşıka der ki, işte te yatsı namazının ezanı okunuyor. Şimdi babam namaz kılmak için camiye gidecek. O seni şayet burada göürse fena bir hâl olur, derdi. Halbûki o anda hemen şafak söker. Ve O okunan ezani Muhammediye sabah namazının ezanı olduğu anlaşılır. Bütün gece bunlara bir saat kadar geldi. Visalin derdine düşmek Yanıp aşk oduna pişmek Sonunda sana erişmek Ne güzeldir ne güzeldir Niyazi yârini bulmak Yanında ağlenip kalmak Varup bir ile bir olmak Ne güzeldir ne güzeldir. -----------------------------------------------------------------------------(36) Ariflere esrar-ı Hüda’dan habrim var Aşıklara dildar-ı bekadan haberim var Ey firkat oduna yanuben bağrı göyünen Gel kim yarana türlü devadan haberim var Gel ölü isen sözlerime tut kulğın kim Can bahşedici nefh-i Hüda’adan haberim var Âdem yüzü ol yâre mukabil dedi Ahmed Bu sözde olan remz u imâdan haberim var Evet, Âdem mazharı zattır. Zahir ve batın cemi avalem/açık ve gizli olan tüm âlemler Hz.Muhammedin tafsilatı değimlidir. Hz.Muhammed Metin

(asıl

özet)

tafsilatıdır/açılımı

ve

gibi

olup,

avalem/âlemler

onun

şerhi

ve

detaylanmasıdır. Çünkü Resulullah Nuru

ilahiden halkolundu. Avalem/âlemler de Nuru Muhammediden halk olundu.


Gir mekteb-i irfana oku Âdem’in ilmin Âlimlere bu ilmi künnadan haberim var Âdem allemel esmadır. Ve alemle ademel esmae küllüha / Ve Ademe tüm alemlerin/varlıkların isimlerini öğretti… (Bakara-31) Mektebi irfanı sabıkta/daha önce beyan ettik. Mekatip (mektebler, okullar) üç kısımdır: Biri mektebi sibyan, Elif ba dan tutup hatim ederler. (Biri

çocuk

mektebi/okulu

dur

ki,

burada

harfleri

tanırlar ve kuranı hatim ederler) Sonra kitap okumağa gelince ikinci mektebe/okula naklolunur. Orada ilmi sarf ve nahu ve meani ve beyan, hadisi tefsir okuyup icazet alır (Orada dilbilgisi, manâ, belâgat, hadis, ayet yorumu vb. ilimleri tahsil edip diploma alır). Badehu üçüncü mektebe nakleder ki, ol mektebi irfana girer. Cemi okuduklarının hakayıkını öğrenir/Daha sonra mekteblerin üçüncüsüne yani irfan mektebine naklolur ki, orada tüm okuduklarının, harflerin ve eşyanın hakikatını öğrenir). Mesela elifin hakikati nedir? B anın hakikati nedir? Ş anın hakikati nedir? O mektepte mürşidi kâmilden bunları okuyup öğrenir. Vechinde yedi Fatiha âyâtı yazılmış Âdemdeki âyât-ı hüda’dan haberim var Fatihayı şerif yedi ayettir. Fatihayı şerifin nısfı/yarısı, Hak lisanından, nısfı abıd/kul lisanındandır. Çünkü iyyakenağbüdü ve iyyakenestain. ihdinassıratelmüstakim. Sıratellezine en amte aleyhim gayril mağdubi aleyhim veleddallin. Yani ‘‘yarabbi sana ibadet ederiz ve senden yardım talep ederiz. Bize tevhid yoluna hidayet veresin. Biz Yahudiler gibi değiliz. Dalalette olan Nasara gibi dahi değiliz’’. (Fatiha-5, 6, 7) Bu kelam Hak’tır, Halbûki abıd/kul lisanından değilmdir? Bak lisanı Hak’tan olan ‘‘Elhamdülillahi rabbil alemin’’.(Fatiha-2)

Uluhiyyet

ile

rububiyetini

beyan

etti.

‘‘Errahmanirrahim’’(Fatiha-3) Rahmaniyet ile Rahimiyetini beyan etti. ‘‘Malikiyevmiddin’’.(Fatiha-4) Malikiyetini beyan etti. Demek olur ki fatihayı şerif, Hak ile abıd/kul beyninde/arasında müşterektir. Yani nısfi/yarısı cemiyeti Muhammediye ile söylenmiştir. Çünkü


cemiyeti muhammediye tafsilattır (ayrıntıdır). Âdemde bulup vasf-ı ilâhiyi Niyazi Ol mecma-ı evsaf-ı amâdan haberim var Sıfatı ilahiye Âdem’de dir. Bak daha sibyan/çocuk mektebi hocası ilmihalde okutur. Hakkın sıfatı selbiyesi (zatına ait sıfatları) altıdır. 1-Vücut 2-Kıdem 3-Beka 4-Muhaleftün lil havadis 5-Kıyambinefsii 6-Vahdaniyet Sıfatı subutiyesi sekizdir. 1-Hayat 2-İlim 3-Semi 4-Basar 5-İradet 6-Kudret 7-Kelam 8-Tekvin Ve sıfatı zatıyesi dahi sekizdir: 1-İlimun 2-Semiun 3-Basir 4-Murid 5-Kadir 6-Hay 7-Mütekellim 8- Mütekevvin İlmihâlde olan bu beyanlar doğrudur. Velâkin hocaya Hakk’ın sıfatları nerededir demiş olsan, cahil hoca Hak makuldür, diyerek vechi âdemde ve cemi mahlükatta zahir olan sıfatı ilahiyeyi bırakıp istidlal/deliller ile Hakkın sıfatlarını aramaya kalkar. İşte Mısri Efendi sıfatı ilahiye âdemde olduğunu bu beyit ile beyan etmiştir. ----------------------------------------------------------------------------------------------(37) Her neye baksa gözün bil sırr-ı Sübhan andadır Her ne işitse kulağın mağz-ı Kur’an andadır


Her şeye mahlük gözüyle baksan o mahlük olur Hak gözüyle bak ki bi şek nur-ı Yezdân andadır Kesret-i emvace bakma cümle derya birdürür Her ne mevci kim görürsün bahr-ı umman andadır Vahdeti kesrette bulmak kesreti vahdette hem Bir ilimdir ol ki cümle ilm u irfan andadır İbret ile şeş cihetten görünen eşyaya bak Cümle bir âyinedir kim vech-i Rahman andadır Söyleyen ol söylenen ol görünen ol gören ol Her ne var âlâ ve esfel cümle yeksan andadır Mazharı tam veli Âdem yüzüdür şüphesiz Künhüzatı hem sıfatı bilki cânan andadır Haşr-u neşr ile sırat duzeh u mâlik azab Hem dahi rıdvan u cennet hur u gılman andadır Görünen sanma Niyazinin heman siz mülkünü Gönlü bir viranedir kim genc-i pünhan andadır --------------------------------------------------------------------------(38) Ey tarikat erleri Ey hakikat pirleri Bir haber verin bana Ol bi-nişan kandedir Kandedir dostun ili Kande açılır gülü Dost bahçesi bülbülü Gül-i handan kandedir Aradım bahr u berri Bulmadım ben bu sırrı Cism u candan içeri Gizli sultan kandedir Mademki can tendedir Ten can ile zindedir


Amma nidem bilmedim Cânâ cânan kandedir Niyazi’ye cân olan Sırrında sultan olan Din u hem iman olan Ol bi-mekân kandedir -------------------------------------(39) Ey gönül gel ağlama Zâri zâri inleme Pirden aldım haberi Ol bi-nişan sendedir Sendedir dostun ili Sende açılır gülü Söyler bu can bülbülü Gül-i handan sendedir Gezme gel bahr u berri Kendinden iste bu sırrı Cism u câna hükmeden Gizli sultan sendedir Anladınsa sen seni Bildinse canla teni Gayri ne var ey gönül Can u cânan sendedir Ten tahtıdır bu canın Can tahtıdır cânanın Ey Niyazi şüphesiz Ol bi-mekân sendedir ------------------------------------------------------------------------(40) Hakk-ı seven âşıkların Eğlencesi tevhid olur Aşk oduna yanıkların Eğlencesi tevhid olur Tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat, Hakk’ın olduğuna vakıf olmak demektir.


Durmaz isim sürer dili Sorar müdam doğru yolu Gerçek ere diyen beli Eğlencesi tevhid olur. Bu mısrada durmaz isim sürer dili demek, yani zikri daim demektir. Çünkü Cenabı Hak Hazretleri kuluna bir kere zikri daimi ihsan ettimi bir daha geri almaz. Ve kulu ile arasındaki perdeyi kaldırdı mı bir daha perdelemez. İzinden ayırmaz gözünü Can ile tutar sözünü Görmeğe iver yüzünü Eğlencesi tevhid olur Halkın arasından çıkar Tevhidi görse can atar Bülbül gibi daim öter Eğlencesi tevhid olur Halk arasından çıkmak fenayı efal, fenayı sıfat, fenayı zat ile çıkılır. Yani fenafillâh olur. Yoksa öğle halktan uzlet ile (tenhaya çekilip yalnızlaşmak) demek değildir. Belki Hak’ta fani olmaktır. Mal u menâlin terkeder Ehl u iyâlin terkeder Hâl ile kalin terkeder Eğlencesi tevhid olur. Malumenal/mal,

mülk

ehli

iyal/Aile

efradı,

yakınlar

kılükal/dedikodu, bunların cümlesini terk etmekten maksat tevhittir. Yani bunlar kendinin olmadığını bilmektir. Yoksa cümlesini terk etmek bunlardan uzaklaşmak demek değildir. Dünya ve ukbâ perdesin Ardına atar cümlesin Kor mâsiva eğlencesin Eğlencesi tevhid olur Mısri’ye uyan kişinin Gider çürüğü işinin


İçindeki can kuşunun Eğlencesi tevhid olur. Bu beyitte mısri efendinin söylediği içindeki can kuşunun, yani can kuşundan murad/maksat Ruh’tur. --------------------------------------------------------------------------------------------(41) Ey garip bülbül diyarın kandedir Bir haber ver gül’izârın kandedir Sen bu ilde kimseye yâr olmadın Var senin elbette yârin kandedir Arttı günden güne feryadın senin Ah u efgan oldu mütadın senin Aşk içinde kimdir üstadın senin Bu senin sabr u kararın kandedir Bir enisin yok acep hasrettesin Rahatı terkeyleyüp mihnettesin Gice gündüz bilmeyüp hayrettesin Ya senin leyl u neharın kandedir Ne göründü güle karşı gözüne Ne büründü baktığınca özüne Kimse mahrem olmadı hiç râzına Bilmediler şehsüvarın kandedir Gökte uçarken seni indirdiler Çâr anasır bentlerine urdular Nur iken adın Niyazi virdiler Şol ezelki itibarın kandedir ---------------------------------------------------------------------(42) Çıkıp hüccac ile gitmek Ne güzeldir ne güzeldir Yolunda canı terk etmek Ne güzeldir ne güzeldir Bir adam haccı şerife niyetle hanesinden çıkıp yola giderken vefat etse, kıyamete kadar mahrem olduğu halde durur. Kıyamette bu yeryüzü cehennem olacağından, beyti şerifi cennete ithali/girmesi için emri ilahi sadır olup


açıklandıktan sonra melekler, dört tarafından bağlayıp beytullahı yukarı çekmek istedikleri vakit yürü ey mübarek derler. Ol vakit beyti şerifin; beni ziyaret etmek üzere benim yolumda vefat edenler ile etrafımda bulunanlar benim ile beraber olmayınca ben cennete dâhil olmam, cevabını verip, sonra emri ilahi ile beyti şerif bunlar ile beraber cennete dâhil olsalar gerektir. Bu yolların riyazatı Arıtır hep hatiatı Visalin haccı lezzatı Ne güzeldir ne güzeldir O yolların muğeylânı Aşıkların gülistanı Hicazın yolu kârbanı Ne güzeldir ne güzeldir Muğeylan dedikleri Mekkeyi mükerremin görülen çalı dikenleridir. O yolları bazı aç ve bazı dahi susuz ve bazı dahi uykusuz kalarak zahmet ve meşakkat çekmek, o adamın hatalarına karşılık kefarettir/ödenen bedeldir. Medine şehrine varsam Habibin ravzasın görsem Eşiğine yüzüm sürsem Ne güzeldir ne güzeldir Geçip ol yüce belleri Çıkarsak başa yolları Görünse Kâbe illeri Ne güzeldir ne güzeldir Nebilerin nazargâhı Velilerin karargâhı Görürsem Kâbetullahı Ne güzeldir ne güzeldir. Enbiyalar her biri beyti şerifi ziyaret etmiştir. Velilerin dahi ekserisi ziyaret eder. Ve orada bulunur. Hatta Abdülkadir geylani hazretleri babüzzeyyadda olan kırmızı direk dibinde yedi sene oturmuştur. Niyazi’ye nasib olsa Varıp maksudunu bulsa


Safa vü zevk ile dolsa Ne güzeldir ne güzeldir Velâkin Mısri Efendi Hazretleri haccı şerife gitmemiştir. Onun için Niyaziye nasip olsa buyurmuştur. ----------------------------------------------------------------------------------------------(43) Şunlar ki görüp yüzünü bu dâra gelirler Ol ahde vefa eyleyüp ikrara gelirler Hz.Muhammed Sallahu taala aleyhi vesellemin sureti nuraniyesinin yüzünü görenler, elestü bezminin ahdına vefa ederek (Elestü bezminin yani ‘Rabbiniz değimliyim’(Araf-172) anlaşmasına riayet ederek) ikrar ettiler. Ve her anda elestü bi rabbaküm / rabbiniz değimliyim (Araf-172) hitabını işitip bela/evet rabbimizsin... (Araf-172) derler. Anlar ki ezel gözleri saçında kalupdur Bunda seni hiç bilmeyüp inkâra gelirler Bu beyitte mezkür olan gözleri saçında kaluptur ifadesinden Murat, ancak siyah saçını gören küfür ve inkâr etti demektir. Çeşmin kadehin nûş eden abdâl-ı ilâhi Ol aşk ile bu âlem-i devvare gelirler Yani çeşmi mübarekeni gören abdal ilahi/Yani mübarek gözlerini gören Allah yolundaki derviş, yani o aşk ile bu âleme geldi demektir. Zülfün teline anda kimin gönlü dolaştı Mansur gibi meydana girip dâra gelirler Yani zülfün telini gören, Mansur gibi berdar/idam oldu. Ene/ben demek şeran memnundur/yasaktır. Mansur ise enel Hak/ben Hakk’ım dedi. Ehli şeriat ve gerek ehli tarikat ve gerek ehli hakikat, yani ehlullahın metrudi/kovulmuşu olup katlolundu. Şol daneleri gör biter eşcar olur ol


Sırr ile içinden yine esmâre gelirler Her tohumu neden aldın ise eksen anı bil Her cinsi yine bittiği eşcara gelirler Hiç biri izinden çıkıp âhar yola gitmez Her birisi bir yol ile bâzâra gelirler Yani her neyi ekersen onu biçersin. Mesela buğday ekersen yine büyür buğday verir. Velhasıl, herkes bir yol almış o yol ile bu âleme gelir. Eğer sait/iyilerden ise, saadet yolunu tutup saadet yolu ile gider. Eğer şaki/kötülerden ise, şakavate yolu ile gider. Sait şakavet/kötülük yoluna gitmez. Şaki dahi saadet yoluna gitmez. Hadisi şerif, küllü mevlüdün yüvellidu alâ fıtretin islam. Sümme ebevau yahudane ve yensurane / bütün doğanlar İslam fıtratıyla doğar, sonra Yahudi veya hırıstiyan olur. Buyurulduğu, hani ya her bir çocukta ilmi fıtri/doğuşla verilen ilim vardır. Baksana doğduğu gibi meme arar. Çünkü cenabı Hak hıfzi sıhhatini ve selahiyetini öğretir. Çocuk o ilimi fıtri ile dünyaya gelir. O ilim ta ana babası ile kelam etmeğe başladımı alınır. Ondan sonra çocuğun valideyni (anası babası) yahudi ise Yahudi olur. Nasara ise Nasrani/hırıstiyan olur. İslam ise İslam olur, o yolu tutar. Cemal mazharı olan Cemâl yolunu tutar. Celâl mazharı olan Celâl yolunu tutar. Ehli Cemâl, Cemâl yolunun davetçilerine ve o yolun davetine icabet eder. Cemâl yolunun davetçileri ülâma ve meşahihlerdir/âlimler ve mürşidi kâmil olan şeyhlerdir. Celal yolunun davetçisi despot (baskıcı devlet adamı/Ortodoks hırıstiyanların din büyüğü) ve papazlardır. Bunlarda, yani ülema ve meşahih resulullahın vekilleridir. Despot ve papazlar şeytanın vekilleridir. Çünkü baş Hadi isminin mazharı resulullah sallallahu taalla vessellemdir. Ve baş mudil isminin mazharı şeytandır. Yolları ne var ayrı ise hep sana âşık Cümle seni ister sana didara gelirler Bunların cümlesinin yolları her ne kadar ayrı ise de, yine cümlesi Hakka âşıktır. Yani kâfirler tuttukları yolun hak/doğru olmadığını bilse o yolda dururmu? Durmaz. Haktır/doğrudur zanneder de o yolda durur. Elbette bu bağ içine kim girse Niyazi


Hârın gezüp evvel sonu gülzara gelirler -------------------------------------------------------------------------------------(44) Aşkın kime yâr olur daim işi zâr olur Dinmez gözünün yaşı yanar içi nâr olur Aşkın üç mertebesi vardır: Muhabbet, istigrar ve her bir kuvva ve cevarihle ve hatta her bir kılı maşukuna teveccüh ederse aşk denilir (Sevgiyle ve kararlılıkla, kılına varıncaya kadar her bir aza ve organlarıyla ilâhi sevgiliye yönelirse, ona âşk denilir). Ve minval meşruh teveccüh kâmile ile müteveccih olup da kendisini gayıp ederse vale denilir (Ve bu tarz açıklanmış kemâl bir yönelişle yönelir de kendini kaybederse, ona vale denilir). Kezalik kemal ile müteveccih olarak kendisini mahu bir’le ayni maşukunu kendinde müşahade eylerse heyman denir. (Böyle bir kemâl yönelişle bir olan ilâhi sevgiliyi kendinde müşahede eylerse, ona heyman denir). Melaikeyi müheymiyun gibi. Hatta Âdem aleyhisselam melaikenin secdesi ile emrolunduğu vakit melaike müheymiyun hitabi ilahiyeyi işitmeyerek secde etmediler. Bu mertebe, yani mertebeyi heyman İbrahim aleyhisselamın makamıdır. Nardan murad bu bildiğimiz ateş değildir. İptida halkolunan/evvela yaratılan Nuri Muhammedidir. Ki Ruhu Muhammedi ve aklı kül ve kalemi âlâ ve sair/başka isimleri dahi vardır. Ruh rihten müştaktır (Ruh rihten türer, gelir). Ve Rih rüzgâr demektir, yani hava. İşte havayı teneffüs ile içeriye alındığı vakit ona nefes dahi tabir olunur. İşte Mayeyi hayatta o dur. Nefes dahil har dır mayeyi hayattır (nefesin

içeri

alınması

har’dır

ve

hayatın

da

mayasıdır). Nefesi hariç (nefesi dışarı vermek) bardır/serinliktir. Rutubet/ıslaklık

ve

buyuset/katılık,

kuraklık

bunların

feridir/parıltısıdır. Ve kürsü ve Arş ve feleki atlas ve sair cemi mahlûkat bu ruhi Muhammediden halkolundu/yaratıldı. Hararet galip gelirse ona nar denilir. Burudet galip gelirse ona yel denilir. Buyuset/katılık, kuraklık galip gelirse toprak denilir. Rutubet/ıslaklık galip gelirse su denilir. İşte insana dâhil olup da ihraç edemezse derununda o nefes dâhil kesbi hararet ederek o adam vefat eder (İşte insanın içine


aldığı

nefesi

eğer

dışarı

veremezse,

içindeki

o

nefes

sıcaklık verir ve o adam vefat eder). Sevda-yı zülfün kimin takılsa gerdanına Mansur gibi âkıbet yolunda berdâr olur. Berdarın manası darağacına çekmek (idam sehpasında idam olmaktır). Mansur kaddesallahu sırrehum katli hakkında esah kavul (gerçek görüş), Seyfi/kılıç ile katledildiğidir. Çünkü Mansur aşkın galebesinden enel Hak dedi. Sonra hapis ettiler. Tövbe teklif ettiler ve hazreti resulullah bunu şehit ettiğini kendisine anlattılar (Mansur aşkın galebesinden enel Hak dedi, onu hapsettiler, ona tövbe et dediler o etmedi Hz. Resulullah’ın bu halden tövbe edilmesinin şahidi olduğunu kendisine anlattılar). Naip badehu (Sonra yardımcısı ve zamanın kâmili olan) dayısı Cüneydi bağdadi ve Suphi, hazreti şibli şeran ve hakikaten katli (öldürülmesi) lazım geldiğine fetva verdiler. Meliki abbasiye zamanında melikin emri ile ebul haris Seyfi/Arslan kılıcı ile katledildi. Çünkü berdar/idam olmak kuttai tarikin/yol kesen eşkiyanın cezasıdır. O zamanki kanunlara göre Kutta/eşkiya katleder ise ha berdar/idam

edilir.

Eğer

katlettiğinin

parasını

dahi

alır

ise,

eşkiyanın hem eli kesilir hem dahi berdar/idam edilir. Yalnız parasını alır ise eşkiyanın sadece eli kesilir, katledilmez. Ve parasını dahi almaz da yalnız kokutur ise, eşkıya tağrip olunur/sürgün edilir. Mansur ise kuttai tarik/yol kesici eşkıya değil idi ki, şeran berdar/idam olmak cezasına müstehak/lâyık olsun. Leylâ-yı aşkın senin her kimi Mecnun eder Fİrkat oduna yanub her gice bimar olur Varlık cibalin kesip dost iline yol eder Ferhadleyin gözünün yaşları pınar olur Şol İbrahim Edhem’i derviş eden aşkındır Derdine düşen şahın tahtı tarümar olur


Ben de ârı terkedüp girdim bu dervişliğe Her kim senin aşkına düştüyse biar olur Bu beyitte zikir olunan ar’dan murad, tekebbürlüktür/kibirlrnmektir, büyüklenmektir. Kişi kibri terketmeden hiçbir vakit derviş olamaz. Bu yolda canın veren canan alır yerine Aşk dükkânında anın can ile bâzâr olur Bu yolda can vermek şöyledir ki, kul efali fena eder, sıfatı fena eder, vücudu fena eder. İşte canını vermiş olur. Çünkü hiçbirşeyi kalmaz. Sonra efaline mukabil/karşılık efali ilahi, sıfatına mükabil sıfatı ilahi, vücuduna mükabil vücudu ilahi gelir, demek olur. Canan alır yerine; mahbub ki murad Hak’tır. Ki, O nu alır/Canan alır yerine; Yani gönül verilen ilâhi sevgili, aşığın terk ettiği nisbet varlığının yerini alır). Ey dilber-i ruhani al koma işbu cânı Sevdana düşeliden dünya bana dâr olur Terket Niyazi seni bul anda ol sultanı Her kim canından geçer ol vasıl-ı yâr olur -----------------------------------------------------------------------------------------(45) Ey sanem n’oldun cana kasdin var Bağrımı deldin kana kasdin var Sanem put demektir. Sanemden murad Dünya’dır. Putperestlik daha Âdemoğullarından kalmadır. Çünkü ol vakit, Hz. Âdemin oğullarından Vedi, Siva, Yemuz, Nasır bu dördünün suretlerini ve bir de kuş suretini yapıp ve gerdanlarına birer çan asıp kiliselere/ibadethanelerine koydular. Kapu yanında dahi bir büyük çan astılar. Bir kimse bunlara ibadet ve dua etmek için kiliseye gittiği vakit iptida/önce kapı yanında olan büyük çanı çalar. Güya ki uykuda iseler uyandırır idi. Sonra evladı vedin yanına gidip gerdanında olan çanı sllayarak dua ve bu minval üzere daha üçünün yanına giderek dua ederler idi. En evvelki bidad/Din’e yapılan ilave budur. Badehu/daha sonra vakti cahiliyette evsan/putlar ittihaz/kabul olundu.


Evsan suret değildir. Evsan bir taşdır. Mezar taşı gibi başlıdır. Beyti şerifin etrafındaki şimdi onların yerlerinde direkler var. Kandiller asılır. Orada dikili idiler. Her bir kavim beyti şerifi tavaf ederek mensup olduğu taşın yanına geldiği vakit o taşa secde ederlerdi. Başım önünde çevkân elinde Çalmada gayri yane kasdin var Çevkan dedikleri, Arabistan da bekçiler küheylan atlara suvar olup/binip ve eline bir top alıp ve topu küheylan koşarken yere vurup, yerden sıçradığı gibi elinde tas gibi bir şey içine kondurur. Yani onun ile topu tutarsa işte o tas gibi olan şeye çevkan tabir olunur. Tığ-ı gamzenle doğradın bağrım Cism u canı kurbana kasdin var Onmadık başım kavgaya saldın Padişahım seyrana kasdin var Beni gör n’oldum sararıp soldum Vaslın umarken hicrana kasdin var Bu vücudumu odlara yaktın Ben de bildim büryana kasdin var Bu Niyazi’yi ağlattığından Anlanur kim ihsana kasdin var -------------------------------------------------------------------------------------(46) Hakkın kullarını bazı kul eyler Anı kul eylemez yine ol eyler Kul/Köle

olmanın

şeraiti/şartları

beştir.

Evvelkisi;

sultan

ile

muherebede olmalı. Çünkü sultanın emri fetva iledir. Yani şer’an/şeriatça fetva verilmeyince sultan muharebeye emir vermez. İkincisi; ganimet malından hisse Olarak beytülmale verilmelidir. Üçüncüsü; ganimet malını gazilere taksim etmelidir/Üçüncüsü, verilmiş

ganimet

olmalıdır). Dördüncüsü;

malı

olarak

kul/köle

olacak

gazilere kişi

kâfir

olmalıdır. Beşincisi; kul olarak darı darptan (harpten esir olarak) çıkmalıdır. İşte köle olmak şer’an (şeriata göre) böyledir.


Hatta bir vakit bu meseleyi Üsküp de söyledim. Selim paşa orada idi. çerkez cariyesini ahdi nikâh etti(Çerkez ve müslüman olan cariyesini/kadın kölesini nikâhladı). Biraz sonra hafız paşa oraya geldi. Selim paşa da ona da bunu söyler. Bunun üzerine Hafız paşa, ben bunu İstanulda bu kadar hoca var şeyhülislam var işitmedim diyerek kani/ikna olmaz. Ol vaktin şeyhülislamına bittarirat (bir yazı) ile sual eder. Öyle olduğuna cevap gelince, onun dahi haremi cariyesi (evinde Müslüman cariyesi/kadın kölesi) olduğundan o da nikâh etti. Alan veren odur bâzâr içinde Kimin bay u kimini yoksul eyler Kiminin bakırını eder altun Kiminin altunun kara pul eyler Kimini güldürür daim cihanda Kiminin ah-u efganın bol eyler Kiminin sevdiğin alır elinden Kimini erini alır dul eyler Kimine istemezken verir evlat Kimi ister ana yâd oğul eyler Kimi bulmaz giye çuldan abayı Kiminin atına atlas çul eyler Kiminin tatlı balın eder acı Kiminin acısın tatlı bal eyler Kimin bülbül ider güle kılur zâr Kimin pervaneveş yakıp kül eyler Pervane âşık olduğu için kendini ateşe vurur dedikleri yalandır. Pervane, kelebek vb. gibi hayvanların gözlerinde kirpik yoktur. Görüşünde galat/yanılma olur. Gözünde kirpik olanın ise, görüşünde galat/yanılma olmaz. Pervanede gözün nuruna alışır. Ve gece oldukta kara zulmet/karanlık basınca, eğer ki bir şavk/ışık görürse, mesela pervane mum görse mumun


nurunu/ışığını kapu/kapı zanneder. Geçmek üzere oraya vurur ve o ışığa gider de ateşte kül olur, kavrulur. Eder ak güneşi geh kara balçık Kara balçığı açar gâh gül eyler Kimi isa nefestir eder ihya Kimi deccal olup sağa öl eyler Hz.İsa’nın mucizesi ihyayı mevtadır/ölüyü diriltmektir. Bir kız ile iki erkek ihya etmiştir/diriltmiştir. Bir kere bir kız vefat etmiş cenazesini götürürlerken rast geldi. Ana ve babası cenaze ardınca büka ederler/ağlarlar. Hz. İsa’yı gördükleri gibi ricaya düştüler evladımız yalnız bir kız idi. Bu dahi vefat etti. Rica ederiz dua et. Hz.İsa dehi dua etti. Kız tabut içinde kalkıp oturdu söylemeye/konuşmaya başladı. Bir dahi taze ölmüş erkek mezarına götürdüler. Dua etti o dahi kalktı. Sonra dediler ki bunlar taze idi. eski meyyiti ihya et. Hz.İsa da kimi istersiniz beyan edin dedi. Onlar da Nuhun oğlu Han alehisselamın ihyasını istediler. Şam’ın nevahisinde bir nahiye vardır. Orada metfun idi. Badehu/sonra birkaç kişi ile kabrine gittiler. Hz.İsa dahi dua etti. Kum biiznillahi / Allah’ın izni ile kalk dedi. Heman Han mezarından doğruldu. Sakalı beyaz olmuş idi. Sonra Hz. İsa dedi niçin sakalın beyaz olmuş sizin zamanınızda sakal ağarmaz idi. Çünkü sakalın ağarması Hz. İbrahim’den beridir. İbrahim A.S sakalı ağardı. Ona ikramen ol vakitten beri sakal ağarmasını cenabı Hak tecelli etti. Hz. Han kum sedası kulağıma geldiğinde, zannettim ki kıyamet koptu, onun için sakalım ağardı dedi. Daha sonra Hz. İsa yat dedi. Hz. Han dahi mezarına yattı. Sağ a yalancı demektir. Çünkü Deccal yalancıdır. Maiyetinde cinler bulunur. Görür birini gel ana babanı ihya edeceğim/dirilteceğim der. Ve cinnileri onun babasının kıyafetine/şekil suretine kor. Böylece yalancılıkla âlemi aldatır. Ki tevhit görmeyen âlemi halkı dahi aldanır. Çürüğü sağ edüp sağı çürük hem Solu sağ ve sağı gâhı sol eyler


Çürüğü sağ, işte Hz.Nuh’un oğlu çürümüşken sağ etti/diriltti. Cenabı Hak çürüyüp toprak olsa ve madene karışıp demir olsa da yevmi kıyamette, her azasını toplayıp ihya eder/diriltir. Sağı çürük, işte sağ iken vefat eder. Solu sağ, sağı sol, işte padişah birisi sol kolağası iken sağ kolağası yapar mertebesini yükseltir. Bazen gadap eder. Sağ kolağası iken sol kolağalığına tenzil eder mertebesini düşürür. Demek meratibi veren dahi Hak’tır. Ayağı baş başı eder gâh ayak Dili kulak kulağı hem dil eyler Ayağı baş başı ayak demek; Fakiri sultan, sultanı da fakir eder demektir. İşte İbrahim Edhem hikâyesi mürur etti/evvelce anlatıldı ki, Sultan iken İbrahim edhem fakir oldu. Bir dahi Hz.Musa zamanında Musa AS. Turi Sinaya Hak ile mukalemeye/konuşmaya giderken bir taş üstünde bir fakir gördü. Ki Daima orada oturur ve yatar idi. Her vakit Ya Musa mukamelede (Hak’la konuşmanda) beni hatırla Hakka rica et bana mal versin derdi. Sonra Hz. Musa cenabı Hakka rica eder. Cenabı Hak onun hakkında fakirlik hayırlıdır demiş ise de Hz. Musa kemali merhametinden naşı aman yarab buna mal ver deyince hitabı ilahi olur ki: Ya Musa o fakirin yattığı taş altında bir define vardır, taşı kaldırıp alsın. Hz. Musa bu defineyi fakire söyleyip de taşı kaldırırlar, defineyi bulur. Fakir definenin cümlesini alır ve şehre gider. Sonra şehirde konak yapar, falan eder. Nihayet orası padişahsız kalır. Şehrin ahalisi düşünürler ki padişah koyalım. Haydi o fakir zengini padişah yaparlar. Bir gün Hz. Musa konağının önünden geçerken o fakir hatırına geldi, nice maldar/ne kadar malı olduğunu haydi gidip bakayım, ne yapar diyerek saraya gider. O fakir dahi vükelası/vekilleri ile divan kurmuş merdivenden Hz. Musa’nın bindiğini görünce; bir sail/bir dilenci geldi onu oradan kovun diye emretti. Bunun üzerine Hademesi/hizmetlileri Hz. Musa’yı hakaretle kovarlar. Sonra Hz. Musa Yarab, o fakir bana şöyle şöyle yaptı diyerek Onun malını al diye rica etti. Sonra cenabı Hak memleket ahalisine igva/azgınlık verir. Padişahı azlederler, malını dahi yağma ederler. Ve o kişi yine fakir kalıp evvelki taşın üstüne gelip yattı. Hz. Musa geçerken


onu görür. Ve der ki, Ha Allah evvelce buyurmuştur ki, fakirlik sana hayırlıdır. İşte ayağı baş başı ayak eyler. Mısri Efendinin buyurduğu budur. Fili gâhı karınca kursağına Koyup karıncayı gâhı fil eyler Hz. Süleyman ayeti kerimede varit olduğu vechile mukaleme ettiği/konuştuğu karınca hakkında ihtilaf vardır. Kimi o karınca koyun kadar idi dediler. Bazıları fil kadar dediler. Çıkarır gâhi yoldan nice yolcu Gehi yolcuyu göstermez yol eyler Biri, cenabı Hak bir adamın rızkı nerede ise gönderir buyrmuştur. Hatta bir adam buna mütevekkilen/inanarak yola çıkıp hüccac/hac kafilesi ile Mekkeye gelir. Ve Kendi kendine der ki, ben hüccac/hacılarla ile geldim Onun için ekmek falan buldum, bu böyle olmaz. Bir yaya yoldan vurayım/gideyim deyüp herhangi bi tarafa alır başını gider. Giderken Açlıktan tabtuvanı/takati kesilip yatır bayılır kalır. Bir müddet sonra bir kervan yolunu şaşırır. Sonra delil (kervana yol gösteren kişi) yolunu şaşırdığını anlar ise de, haydi buradan çıkarız diyerek giderlerken bakarlar ki bir adam yatar. Yanına gelirler bayılmış. Bunlar der ki; bu adam da bizim gibi yolunu şaşırıp açlıktan bayılmıştır diyerek enerler ağzını açmağa çalışırlar açamazlar, hele bıçak ile açarlar. Biraz yemek akıtırlar ve o kişi kalkar. Badehu/sonra bundan sergüzeştinin/macerasını sual ederler. Bu dahi vuku hali niyetini bitamamuha (hangi inanç ile buraya geldiğini tamamen) bunlara anlatır. Sonra kervan ehli buna der ki; işte şüphesiz sana rızkını vermek için cenabı Hak bu kervanı gideceği yoldan çıkardı. Gehi ııssız harabı şenlik edip Gehi şenliği dağıtıp çöl eyler Bir iklimin halkı Hakk’a asi oldu. Cenabı Hak o iklimi (bölgeyi) harab etti. Elyevm/halen öyle harap durur. Mekke ile Medine mabeyni/arası harabtır, yani şenliği yoktur. Kıyamet yakın olduğu vakit mekkei mükerremden ta medinei münevvereye kadar birbirine muttasıl köy yapılacak. Ve bu kadar bağ


bahçeler ithaz edilecek. Ve sular cereyan edecektir diyerek Hz. Resulullah buyurmuştur. Hatta şimdi bile suların şenlikleri peyda olmağa başlamıştır. Anasır ipliğin tab iğnesinden Geçirip onu bu bunu ol eyler Tabiat dört şey üzere halkolunmuştur. 1- hararet/sıcaklık, ısılık 2burudet/soğukluk 3- buygüset/kuraklık, katılık 4- rutubet/ıslaklık, yaşlık). Yani ısılık soğukluk ki, bunlar asıldır. Katılık yaşlık ki bunlar feridir/ayrıntısıdır. Eğer her ikisinin bir yere cemi/toplanması ile bir şey hâsıl olursa. Mesela hararet ile buyguset cem olursa (bir araya gelir toplanırsa) ateş olur. burudet ile rutubet cem oldukta (bir araya geldiğinde) su olur. burudet ile buyguset cem olursa toprak olur. Hararet ile rutubet cem olursa hava olur. Yeli gâhı letafetle eder od Odu gâhı kesafetle yel eyler Suyu dondurup eder taş ve toprak Taşı toprağı akıdup sel eyler Anasır dörttür. 1-ateş 2- su 3- toprak 4- yel. İşte tabiatın hakikati aslı olan hararet, burudet, buyguset, rutubet. Bu dörtten her ikisinin birleşmesi ile anasırı Erbaa tevellüt eder.(Dört anasır doğar/oluşur) 1-Ebcet 2-Hevves 3-Hutti 4-Kelemen 5-Saas 6-Karaşet 7-Sahaz 8-Zazıgılan. Bu sekiz isim Beni İsrail vaktinde her biri birer melik/padişah idi. Yani sekizi dahi birer vaktin melüki idi. Hatta kelemen Hz.Şuayip vaktinde melik idi. Hz.Şuayip’in davetine icabet etmediği için sam yeli esti. Bunlar baktılar öyle kendilerini vekkaye edecek/katlolacklar, hemen bir serin yer aradılar fakat

bulamadılar. Nihayet kelemen kavmi ile bir mağaraya kaçtı.

Mağaraya Girerken emri rabbani ile havanın harareti galebe ederek alevlendi. Ve Kelemen, mağara içinde kavmi ile birlikte ihrak etti/yandı. Hatta kürrei kameriye gayet barit/soğuk olduğundan bu göğden yukarı cenabı Hak kürrei havayı muhrek/yakıcı halketti. Eğer ki halk etmemiş olsa, kürrei kameriyenin mahlükat yaşamazdı.

buridetinden/soğukluğundan

yeryüzünde

hiçbir


Şap denizine şap denildiğinin sebebi, içinde taşlar teşeuut ettiğinden (taşlaştığından) ötürüdür. Çünkü su taş olur. Bu sene sefine/gemi bir yerden geçer ise gelecek sene başka bir yer arayıp bulur ve oradan geçer. Evvelki geçtiği yer keskin taş olur. Huruf-ı carre gibi cümle eşya Birbirine uzanıp el eyler Eder akilleri her işde aciz Eder öyle bir iş san akil eyler Eşya,

Hurufi

carre

gibi

birbirine

merbuttur/Eşya

arab

alfabesindeki bazı harfler gibi birbirine bağlıdır. Her iş’te akıldane olanları aciz eder. Çünkü iş, akıl ve tedbir ile bozulmaz. Hakk’ın tesiri ile olur. Hakk’ın tesiri olmadıkça akıl ve metanet ve tedbir hiçbir fayda vermez. Akıl dahi aciz kalır. Cenabı Hak bir işi öyle eder. Zira sanırsın ki akıl etti. Halbûki tesir Hakkın’dır. Akıl hiçbir iş eyleyemez. Bu sözün Yunusi Mısri değildir Lûgaz bunda muammasın ol eyler Lugas; kelamı zahir manasından bir şey fehm olunamıyacak/anlaşılmayacak derecede söylemektir. Mesela fıkıhayı izam demiştir. Tuzu çok yer isen oruç bozulur, kefaret/ceza lazım gelmez. Az yer isen oruç bozulur kefaret/ceza lazım gelir. Bunun gibi. Çünkü kefarette telezzüz/lezzetlenmek şarttır. Oda Azı ile olur, ağzına az tuz alırsan lezzetlenirsin. Binaenaleyh/bundan ötürü kefaret lazım gelir. -------------------------------------------------------------------------------------------(47) Kös-ı rihlet çaldı mevt amma henüz can bihaber Asker-i âzaya lerze düştü sultan bihaber Kös dedikleri tabülden büyük, kasnağı bakırdan mamul bir çalgı olup, bir vakit paşalar bir yola gittikleri vakit önlerince kös çaldırırlardı. İşte sultandan murad ruhdur. Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere Can yatur gafil binası oldu viran bihaber


Dil bekasın dost fenasın istedi mülk-i tenin Bir devasız derde düştüm ah ki Lokman bihaber Bir ticaret kılmadım ben nakd-i ömr oldu hebâ Yola geldim lik göçmüş cümle kervan bihaber Çün gel oldu yalnız girdim yola tenhâ garip Dide giryan sine büryan akıl hayran bihaber Azığım yok yazığım çok yolda türlü korku var Yolum alırsa n’ola div u şeytan bihaber Yol eri yolda gerek çağ ve çıplak aç ve tok Mısriya gel dedi sana çünkü cânan bihaber Ehli sülük sülükte gerek tevhitte gerek, salikte açlık, tokluk, çıplaklık gailesi olmamalı. Mal ve gınayı/zenginliği veren cenabı Hak’tır, nafakayı da veren Hak’tır. ---------------------------------------------------------------------------------------(48) Katre katre dökülenler dür müdür bârân mıdır Zerre zerre görülenler hatmıdır reyhanmıdır Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim geldi divanında durasım geldi Taze taze açılan gül mü cemalin mi senin Yana yana inleyen bülbül mü yahut can’mıdır Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim geldi divanında durasım geldi Birinci beytin ikinci mısrasında Mısri efendinin dediği zerre zerre, yani zerrede dahi zahir olan Haktaalâdır. Halka halka salınan kâkül mü ya hablü’l-metin Sûre sûre yazılanlar hatmıdır Kur’an’mıdır Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim geldi divanında durasım geldi Pâre pâre eyleyip bağrım kızıl kan edeli Kana kana içtiğim sahbâ mıdır ya kanmıdır Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalin göresim geldi divanında durasım geldi


Dâne dâne görünen hal mi ya vahdet sırrımı Lâle lâle kızaran haddin mi ya mercan mıdır Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim geldi divanında durasım geldi Bu beyitte mısrayı evvelde Mısri efendinin dediği halmi, yani hal demek mahbubunun/sevgilinin yüzünde olan ben’e derler. Döne döne yanmadan derman umarım derdime Gûne gûne mihnetin derd mi ya derman mıdır Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim geldi divanında durasım geldi Ata ata kirpik okun bu Niyazi’nin dilin Şerha şerha eyleyen can mı ya cânanmı dır Karar etmez bu canım kalmadı hiç dermanım Cemalini göresim geldi divanında durasım geldi ------------------------------------------------------------------------------------(49) Kandedir cehl ile zulmet nefs-i sûbanındadır Kandedir ilm ile hikmet bil anı cânındadır Yani cehlile zulmette olan kimse nerede, ilmi ile hikmette olan kimse nerede, bunların beyinlerinde/aralarında ne kadar fark vardır. Zulmet-i cehli bırak sen iste nur-ı hikmeti Cennetin zevkin dilersen cümle irfanındadır Zulmeti cehil, bu suveri/suretleri görüp hakikati bilmeyen adamdır. Nuru hikmetten murad tevhiddir, yani tevhit talep et. Tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zata arif olursan, cennetül efal, cennetül sıfat, cennetül zatta tenaum edersin/nimetlenirsin.. Suretâ bu harman-ı âlemde sen bir dânesin Mâna yüzünde ne kim var cümle harmânındadır Yani kâmil bu harmanı âlemde bir danedir/tohum, çekirdektir. Lâkin manada her ne ki var kâmilin harmanındadır. Çünkü bu âlemin mamuriyeti/şenliği kâmil iledir. Kamil bu âlemi dünyadan âlemi ahirete intikal ettimi, âlemin mamuriyeti dahi onunla beraber gider. Yani âlemi


ahirete intikal eder. Zahirâ ahkâm-ı eflâkın veli mahkûmusun Batınâ ay gün felekler cümle fermanındadır Yani kâmil; zahiren eflâkın/feleklerin mahkûmudur. Lâkin batında ay, gün, felekler onun emri ile devran ederler. Al ele cevkân-ı zikri hem süvar ol nefsine Kapa gör tevhid topunu çünkü meydanındadır. Yani çevkan Arabistanda güheylan atlara binip o çevkanı eline alırlar. Çevkan dedikleri kepçe gibi bir şeydir. Topu yere vurur, atı koşturur, eğer ki yetişip o topu kepçe ile tutabilirse o kimse gayet marifetli sayılır. İşte sen dahi onun gibi o zikir çevkanını eline al, nefs güheylanına bin, şeytan aleyhillane o zaman sana yakin olamaz. Saykal ur mir’at-ı kalbe taşraya bakmağı ko Sen sana bak cümle âlem halkı divanındadır Kalbinin yüzü pas tuttuğu vakit saykal ederler. Yani cilâ, o pasları düşürür. İşte sen dahi kâlbin aynasına saykal/cilâ vur, pas olan kesreti görmekten vazgeç.

Ki

o

zaman

görürsün

cümle

âlem

halkı

senin

divanındadır/huzurundadır. Belki vech-i Hakka mir’attır özün bir hoş gözet Men aref sırrındaki mâden senin kânındadır. Yani taşraya (kendinden başka yere) bakma, gayri görme. Senin hakikatın vechi Hakka/Hakk’ın yüzüne aynadır. Men aref / kendini bilmek sırrındaki maden, senin kânındadır/menbaındadır demek, bu (men arefe nefse fakat arefe rabbeh / kendini bilen rabbini bilir hadisi şerifine işarettir. Bu hadisi şerife türlü türlü mana vermişlerdir. Kimi men arefe nefse bil aczi fakat arefe rabbehu bil kudreti ve kişi men arefe nefsehu bil fakrı fakat arefe rabbehu bil gınai demiş. Fakat bu hadisi şerifin hakkında büyük bir risalesi var. Nefsin iki cihetle tarifi vardır. Biri icmâli/toptan ve biri tafsili/ayrıntılı. İcmâliyesi; İşte bu suveri/suretleri Hakk’ın gayrı


görmemektir. Ki Nefis budur. Kema gaalellahutaala fi kelami ayet; Vemen yergabü an millete ibrahime illa men sefihe nefsehü ila ahıre ayeh / nefsini/kendini bilmeyenden başka kim İbrahim milletinden yüz çevirir. (Bakara-130) Milleti İbrahimden murad ehli tevhit’tir, anın için Hz.Resullulah S.A.V. milletimiz milleti ibrahimdir buyurdu. İbrahim aleyhisselam tevhit babası intihab olundu (seçildi). Hatta ahirette ehli cennet bir rivayette yirmiyedi yaşında bir rivayette otuz yaşında dâhili cennet olur. Yani gerek enbiya ve gerek evliya ve gerek mümin bir minval muharrer şab emret (bir tarz üzere delikanlı) olarak cennette zuhur ederler. İlla İbrahim aleyhisselam beyaz sakallı olur. Herkes ona kemali ile tazim eder. Çünkü ehli cennatin babası olur. Küntü kenz’in remzini buldunsa sende Mısriyâ Küllü yevmin hu’yu anla kim senin şanındadır. Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en urefe fehalektül halka li urefe / Ben gizli bir hazineydim, bilinmekliğimi sevdim/Âşık oldum

ve halkı yarattım. (Kutsi hadis) Remzini anladınsa külliyevmin hüve fi şe-nin / O her an yeni bir şan’dadır/tecellidedir. (Rahman-29) ayeti kerimesi senin şanında olduğunu bilirsin. Çünkü bak kalbin her anda bir takallüb edendir/dönendir. O kalbi takallüp eden (döndüren) kimdir? Hak’tır. İşte kâlp, her anda bir şe-in dedir. Onu men edebilirmisin? Yok edemezsin. Çünkü anbe an Hakk’ın mahâl tecellisidir. Zira tecelliyi Haktaala kat eylemez (Zira Hakk’ın tecellisi kesilmez). -------------------------------------------------------------------------------------------(50) İnile ey derdli gönül inile Ehl-i derdin inleyecek çağıdır. Gel timar et yarene sen aşk ile Yarelerın onulacak çağıdır Yani cahil olan kimse marizdir/hastadır. Muvahit olan zat ise sağlamdır. Marizi cehle/cehalet hastalığına ilaç nedir? Aşktır. Anın için Mısri Efendi Hazretleri gel ey yareni aşk ile ilaç et deyüp buyurdu. Şol ki gafletle yatıp etmez tarep


Gövdesinde yok mu ola can aceb İşte vahdet gülleri açıldı heb Bülbülün efgan edecek çağıdır Şol kimse ki gafletle yatup hiç dert etmez ve merak eylemez. Acaba onun gövdesinde canı yokmudur diyerek taaccup olunur. (şaşılır, hayret edilir) Çünkü (Ve in min şeyin illa yüsebbihu ve bihamdi / her şey onu tesbih eder onu hamd ile tesbih etmeyen yoktur Isra-44) yani her şey Hakkı tesbih eder. Gerek cemadat ve gerek hayvanat ve gerek sair/diğerleri, bak vücudun bile tespih eder. Nefesin Allah Allah Allah der. Zikri zat’i her şeyin zikri zatiyesi var. Nice/nasıl insandır ol insan ki vücudunun zikrinden haberi yok. İşte öyle olan insana taaccup olunur (şaşılır hayret edilir). Sen nedim idin ezel ol şah ile İmtihan için gelüpsün bu ile İnlemek sana yaraşır derd ile Hem gözün kan ağlayacak çağıdır Nedim dost sadık demektir. İki dost bir vücut olursa nedim denilir. İbni kemâl paşa ile Yavuz Sultan Selim gibi. İşte sen ezelde cenabı Hak ile bir vücut idin. İman üç kısımdır. Bir kısmı lafzı (imanın sözü) ki, la ilahe illallah muhammedünresulullah demektir. Bu ehli zahirin imanıdır, yani ehli şeraitin imanıdır. Bir kısmı imanı huzuru, daima Allah Allah zikretmektir, gerek cehri gerek hafi bir an gaflet etmemektir, bu ehli tarikin imanıdır. Çünkü zakir olan/zikreden ehli tariktir. Ve bir kısmı imanı hakiki, yani ehli hakikat ki onlar zakir değildir. Suluki hakikatta zikir talim ettirdiklerinin sebebi, maaza her gördüğü şeye Allah Allah diye zikir etsin. Bir parça tevhidi istidadı/kabiliyeti hâsıl olsun. Çünkü ehli zikir, yirmi dört saatte yüz yirmi dört bin kere Allah der. Hazreti Peygamberin zani zina halinde imanı nez olunur, buyurduğu bu imanı huzur hakkındadır. Çünkü imanı lafzı sahibinin imanı lafzıdır/sözündedir ve onun imanı nez olunmaz. İmanı hakiki ashabı ise öyle şeye yakın olmaz. İmanı hakiki ve imanı zevki sahibi ne gibidir. Mesela Mekkeye giderler ve Mekkeyi bir türlü vasfederler ki anda hazır olmuş gibi kişi de malûmat peyda


eder/hâsıl olur. İmanı hakiki sahibi ise Mekkeyi Mükerremeyi gidip ve orasını gezmiş ve her tarafını güzelce anlamış gibidir. İmanı lafzı (imanın sözünde kalan) ise, yalnız Mekkeyi Mükerremenin ismini anar. Yok kararı gönlümün bilmem neden Kasdeder bin pâre ola bu beden Var ise gitmek diler bu areden Aslına azmeyleyecek çağıdır Ey Niyazi dünyada eyle huzur Şol kişi kim olmaya ehl-i gurur Hakk’ı anla etmeden bundan ubur Mevtin elçisi gelecek çağıdır Bu beyitte mısrai sani deki mevtin/ölümün elçisi, hastalıktır demektir. ------------------------------------------------------------------------------(51) Derviş olan kişinin sözleri ümran olur Salik-i Hak olanın rahına bürhan olur Saliki Hak olanın sözü Hak yoluna delildir. Çünkü tevhit üzere söylenen kelâm, dört kitaba muvafıktır/uygundur. Kur’an’ın haricinde değildir. İlmi ledun dersini arif olan kişiler Hasta dil olanların derdine derman olur. İlmi ledun sahipleri, cahiller yanına gittiği gibi onların derdine ilaç eder. İrfanları ile marızı cehillerine/cehalet hastalıklarına ilaç olurlar. Her seher efgan edüp bülbülü hayrân eder Dideyi giryan edip sinesi büryan olur Beyt-i dili pak olur zikr-i Hakk’ı işiden Sabr u kararı gider işleri devran olur Şem-i cemale döner pervanedir âşıkun Zanneder ol câhilün devr ile isyan olur Cemali ilahi şemine (ışığına) devran eden âşıkları, cahiller zannederler ki bunların devranları isyandır. Halbûki isyan olmaz. Devranı aşkı ile olanın


devranı belki de maksudu aşk ile olmaz ise ol vakit leip (günahlı eğlence) olur. Öyle olana devran haramdır. Ve bak Hazreti Peygamber Hadisi şerifinde buyurmuştur.’’İstimau melahi haramun vel culusi fiha fıskun vettelezzüzü biha küfrün’’/ Çalgıları dinlemek günahtır, başında oturmak fısktır Ondan zevk almak ise küfürdür.) Halbûki bu muvahide göre değildir. Zira ehli tevhidin çalgı müzik istimai/dinlemesi ve o ortamda cului/oturması ve telezzüzü/lezzetlenmesi, aşkı ilahi iledir. Ve Ona hiçbir zarar vermez, ne haramdır, ne fasıktır, ne küfürdür. Aşkı ilahi ile olmayana göre çalgı, müzik istima/dinlemek haram olduğu gibi o ortamlarda cülus/oturması dahi fısık/günah ve telezzüzü/lezzetlenmesi dahi küfür olur. İşte devranda bunun gibidir. Münkürleri dahl eder kim ki sözümüz demez Yine işi anlara lutf ile ihsân olur Sanma Niyazi özün derviş olubdur senin Derviş olan kişiler şöylece sultan olur Yani demek olur, Ey Niyazi sanma senin özün, yani sanma senin hakikatin derviştir. Senin özün sultandır. -----------------------------------------------------------------------------------------------(52) Esmâ-i ilâhiyede bihad hünerim var Her demde semâvât-ı hurufa seferim var İsim üç kısımdır: Biri ehli sarf nahu ve meani indinde (dil bilgisi tarifinde)

olan

isim

ki,

Tarifi

okullardaki

kitaplarda

mesturdur/yazılıdır. Ve biri Ahmet Mehmet, Hasan, Hüseyin, bu gibi isimlerdendir. Ve biri, yani ehli hakikat indinde ismi taayyün (Ve biri de hakikat ehline göre olan isimdir ki, beliren, aşikâr olan) demektir. Yani insanın görülen vücuduna taayyün (ismin belirmesi) derler. Yani buradan esmai ilahiyeden murad taayyunattır (belirip aşikâr olanlardır). Ve huruf/harfler üç kısımdır: Biri hurufi resmiye (resmi harfler) ki Elif, Be gibi. Ve biri Hurufi suveriye (suret herfleri) ki, bu görülen kâinat ve cevahir gibi. Ve biri Hurufi hakikiye ki, meratibi ilahiyedir.


1-Nuru Muhammedi 2-Nefsikül 3-Tabiat 4-Heyyula 5-Arş 6-Kürsü 7-Feleki atlas 8-Feleki kevkeb il ahire. Bu meratibi ilahiyenin her biri bir ismin mazharıdır. 1-Nuru Muhammedi ismi yedimin mazharı 2-Nefsikül ismi baisin 3-Tabiat ismi batını 4-Heyyula ismi ahırın 5-Cismikül ismi evvelin 6-Şekil ismi zahirin 7-Arş ismi muhitin 8-Kürsü ismi kerimin 9-Felekiburç ismi ganinin 10-Feleki menazil ismi takdirin 11-Feleki Zuhal ismi rabbin 12-Feleki müşteri ismi âlimin 13-Feleki Merih ismi kahirin 14-Feleki şems ismi nurun 15-Feleki Zühre ismi musavvirin 16-Feleki Utarit ismi mahzın 17-Feleki kamer ismi suverin 18-Feleki nar ismi kabzın 19-Feleki hava ismi hayatın 20-Feleki ma ismi muhibbinin 21-Feleki turab ismi mümitin 22-Feleki maden ismi azizin 23-Nebat ismi rezzakın 24-Hayvan ismi mudil 25-Melek ismi kuvvanın 26-Cin ismi latifin 27-insan ismi camiin mazharıdır. (28) Mertebei insan refiudderecat. Velhasıl işbu meratibi ilahiyenin bu esmai ilahiye mezahirleridir (Velhasıl Allah’ın bu mertebelerinin, Allah’ın bu isimleri ile açığa çıkmasıdır).


Gönlüm göğünün yıldızının hiç adedi yok Her burçta benim bin güneş u bin kamerim var Gönül göğüden murad kâlptir. Yıldızlardan murad havatırdır (kalbe gelen tecellilerdir). Ve havatırın hiç nihayeti/sonu yoktur. Bin güneş ve bin kamerden maksat işte o havatırlardan açılan ezvakı ilahiye/ilahi zevkler demektir. Âlimlere ebced hocası olmak olur âr Alçak görünen ebcede âli nazarım var Yani âlimler ebcet hocası olmağa ar ederler. Halbûki Mısri Efendi diyorki: Ebcete âli nazarım var. Zira ebced beni İsrail zamanında büyük bir melik idi. onun mazharında bu kadar âlem nizam intizam verilmiş ve o zamanın nebisi tarafından davet olunmuş. Ve nice vakayı zuhura gelmiş. Eğer bunları anladın ise koca bir ders olur. Arş u semâvâtı ulûmun budur elhak Hem dahi zemininde tükenmez güherim var Kamil oturduğu yeri okutsa bu kadar vakit okudur. Bir nice nebadatı inbat eder/Bitkiler nasıl ekilir, nasıl büyütülür. Ve nice/nasıl mahsül verir. Velhasıl kâmil oturduğu yerden nice vakıtlar ders okutur. Bununla bir oldu dem-i İsa ile Mısri Gönlüme dahi ne gelür ü ne giderim var ----------------------------------------------------------------------------------------(53) Vallahi deccal senin emeklerin hebâdır Çalıştığın sihr ile hâ bir kuru anâdır Muhittir Allah senin her işin ol halk eder Mekr-i Huda’dan sakın bal sandığın belâdır Müstedricin keydini keydin içinde gözet Kazma derin kuyuyu boyunca var kazadır Kuyuyu derin kazma, boyunca kaz. Zira kuyuya düşer isen bari kendin çıkarsın. Vakti saadette sanadit/ileri gelen kureyşliler bir yerde cem olup,


bu Muhammedi nice/ne yapalım da, Koruyucusu olan amcasının yanından ayıralım dediler. Haydi yoluna çalı atalım. Usansın da buradan kendisi kaçsın diye Ebu lehebin karısı ile kızkardeşi Süfyanın karısı Hinde, her vakit çalı taşıyıp Hazreti Peygamberin yoluna atarlardı. Sonra bir gün Ebu lehebin karısı çalıyı çok yüklenmiş ve yorulmuş, dinlenmek için bir yere bırakırken bir çukura rasgelmiş ve devrilmiş. İp dahi boğazına geçmiş ölmüş. Hinde dahi ol vakit korkup bir daha gitmemiş. Sonra başka tedbir ederler. Haydi Muhammedi davet edelim, bir kuyu kazalım üstünü hafifçe örtelim, sanadit kureyşi basmamak için gizlice haber verelim. Sonra sanadit/ileri gelen kureyşlililer geldiler ve karşıdan Hazreti Peygamber göründü. Ebucehil lâin istikbal etmek/karşılamak üzere koştu ve aşağıdaki kuyuyu unuttu. Ve Doğruca kuyunun içine düştü. Düşünce aman ya Muhammed gel beni buradan çıkar diye rica etti. Hazreti Resulullah yeddi mübarekesini/mübarek elini uzatıp Ebucehil lâini kuyudan çıkardı. Bir kere de, Resulullaha yolda birinin oğlu kelp/köpek dedi. Resulullah ona seni kelpler yiyecek diyerek ona buyurdu. Sonra o oğlan hanesine gidip ana ve babasına bunu söyledi. Onlar da, vallahi mademki Muhammed öyle demiş seni kelpler yiyecektir dediler. Çünkü Resulullahın sözü çıktığını bilirler idi. Sonra oğlan bir mesire/gezinti yerine gitmiş idi. Orada bir kurt geldi bunu tutup başını kopardı. İşte ol vakit müşrikin daha inada düşüp bu kuyuyu tertip ettiler. Resulullah Ebucehil lâini kuyudan çıkardığı vakit, yine iman teklif etti. Ebucehil; ah nice/nasıl bizim çocuklara iman ederiz dedi. Hasmını da bir gözet var mı sana bir hilesi Bihod olandan sakın kim sahibi Huda’dır Yaprağı yer dûdu’l-kazz güle güle dut ağlar Yaprağını dut bulur dûtun sonu fenadır Dûdu’l-kazz’ın askeri her ne kadar çok ise Beyzâya girince ol asker ana gıdadır Çamurda sen Mısri’yi çok gördükçe basma kim Mazluma sen kıyarsın Allah sana kıyadır ---------------------------------------------------------------------------------(54)


Bu halvete bakma güzaf Zevk u sefa halvettedir Halvetle kıl içini saf Nur u ziya halvettedir. Halvet üç kısımdır: Şeriat ta halvet, Tarikat ta halvet, Hakikat te halvet. Şeriat te halvet; Ramazanı şerif ayının son on gününde yapılan itikâftır. (camide çadır içinde on gün durmaktır) Buna şart, cami olmak ve ol camide cemaat bulunmaktır. Ve özürsüz dışarıya çıkmamak şarttır. Özrü ne gibidir mesela; bir cenaze gelir veya ekmek almak için, böyle özürler vukuunda çadırın dışına çıkması cazidir. Ve o camide oturacağı yeri sarmak Çadıra dönüştürmek lazımdır. Hatta Hazreti Resulullah hasır sarmış idi. Camiye gelen erkek veya kadına hasır arasından elini uzatıp Resulullah dahi elini verip öperler idi. Ol vakit Resulullah erkek ile kadını fark etmek için, yani elini öpmek isteyen erkek yahut kadın olduğunu bilmek için kadınların tırnaklarına kına yakmak için emir buyurmuştur. Sonra bir kadın bileğine kadar kına koydu. Resulullahın elini öpmek için Resulullah hasırdan elini uzatınca bu yırtıcı hayvanın pançasıdır. Yani aslan ve kaplan denilen hayvanın pançası böyledir, diyerek yasak etmiştir. Tarikatta halvet, dört duvar içine girip yalnız kalarak inziva etmektir, bu camiye mahsus değildir. Camide olur tekkede olur kendi hanesinde/evinde olur. Her yerde olur. Ve erbaine/kırk güne de mahsus değildir. Sair/diğer vakitte de olur. Hazreti Peygamber, zati zahiresini (kendi azığını yiyeceğini) alıp hira dağında bir mağara içinde onbeşgün, onyedigün ve daha ziyade (fazla gün) halvet ederdi. Hatta ehli tarikin halvete senetleri (delilleri) de budur. Hakikatte halvet ise; fenayi efal, fenayi sıfat, fenayi vücut etmektir. Ol vakit Hak’tan gayri kalır mı, kalmaz. Bu mevcudatın vücudu Hakkın vücududur. Bu âlemde Hak’tan gayri mevcut yoktur. İsmail Hakkı Kaddesallahu sırre Muhemmediyeyi şerifte bizim halvetimiz cilvettedir, demiş. Sonra bize şıh sofu Abdullah Efendi sual etti. İsmail Hakkı Muhammediyeyi şerifte bizim halvetimiz cilvettedir demiş. Bu nasıl olur. Biz dahi cevap verdik, evet asıl halvet cilvette (görünenler varlıklar içinde) olur. Yoksa dört duvar içinde tenhada olmaz. İşte zevk ve sefa halvette böyle olur. Ve bu halvete hakaret ile bakma. Halvetle içini kıl saf. Yani kalbini halvet eyle. Şirkten tasfiye eyle (arındır). Ol vakit kalbinde nuru Hüda tulüğ eder/doğar.


Nefsini sana bildirir Ölmezden evvel öldürür Yokluk yolunu duygurur Fakr u fena halvettedir Mutu kalble ente mutu / ölmeden evel ölün hadisi şerifine işarettir. Öyle ya halvet fakru fenayı müstelzimdir/gerektirir. Çünkü ehli halvetin efali ve sıfatı ve zatı, efal sıfat ve zat Hak’ta faniyedir. Ve ehli hakikatin riyazatı/perhizi, Ramazanı şerifte 30 gün saim olmaktır. Yani oruçlu olmaktır. Derya olup durmaz coşar Talazlanıp baştan aşar Kendüzünü bilmez şaşar Aşk-ı Hüda halvettedir Hakk’ın esması 3 kısımdır; Zevahir, halukun, bariun, musavvirun, azizun, cebbar/Allah’ın güzel isimleri gibi. Ve biri kinayet, vellezi/o kimse gibi. Ve biri de mezmurat hüve/O, ente/sen, ene/ben gibi. Bunların kâffesi/hepsi esmai ilahiyedendir/Allah’ın isimlerindendir. Ulemai zahir, hüve’ye isme işarettir derler. Halbûki hüve esmai ilahiyedendir. Ve gaybi mutlakaya delalet eder. Ve makamı gaybı mutlak hüviyet, makamı ehadiyetten daha ziyade alâ dır. Encüm ile şems ü kamer Ateşlere düşmüş yanar Yer oturup gökler döner Arz u sema halvettedir. Nücum/yıldızlar ve şems/güneş ve kamer/ay ateşlere düşmüş yanar demek, devran eder demektir. Mısri efendi yer oturup demiş, yerin devranı görülmediği itibariyledir. Yoksa yer de hareket eder. Velâkin yerin hareketi devriyedir. Göklerin hareketi hareketi ufkiyedir. Arz ve sema halvettedir. Çünkü onlar dahi Hak’tır. Aç gözün ibretle bak Birdir kamu yakın ırak Deprenmez olup dil ve dudak Vasl-ı lika halvettedir


Yakında da olanın, ırakta/uzakta da olanın vücudu Hak değimlidir? Evet, her şey vücudu Hak’tır. Firkatte vuslat isteyen Mihnette rahat isteyen Vuslatta işret isteyen İyş-i beka halvettedir Terket Niyazi sen seni Bir eyle gel can u teni Duyam diyen Hak sırrını Sırr-ı Hüda halvettedir Ruh dört kısımdır; Evvelki ruh-u cemadi/toprak ruhudur ki, ruhu leş olan bedeni vücuda derler. İşte cemadatın vücudu onların olduğu gibi duruşma

yani

durmasıdır

(İşte

cemadatın/toprağın

vücudu

durağandır). İkinci ruh-u nebati/bitki de ruh-u cemadi dahi var. Ruh-u nebat büyür, büyümesi var fakat o nebatı kesmiş olsan ruhu nebatiyesi gider. Çünkü neşvu neması (büyümesi gelişmesi) kalmaz. Ancak ruhu cemadiyesi kalır. Demek olur ki nebadat da iki ruh var. Biri ruhu nebati, biri ruhu cemadi. Üçüncü: Ruhu hayvani ki, cismi tam hissas (Cisminde Hisleri/duyuları vardır). Yani ruh-u hayvani de üç ruh var. Biri ruhu cemadiyesi ki cismidir. Biri ruhu nebatiyesi ki hayvan da büyür. Biri ruhu hayvaniyesi ki hissi/duyuları var. Dördüncüsü: Ruh-u insani ki, cismi tam hissas mütaharrik bil irade (Cismi, yani Bedeni Hislerin/duyuların hepsiyle isteyerek hareket eder). Yani ruhu insani de dört ruh var. Biri ruhu cemadiyesi, biri ruhu nebatiyesi, biri ruhu hayvaniyesi, biri ruhu insaniyesi ki bu kuvveyi zihniyesidir. Bu ruhların kâffesi/tümü Hakkın’dır. İşte Mısri efendinin terk et Niyazi sen seni, bir eyle can ve teni dediği budur. Çünkü insan öldüğü vakit ruhu insani ruhu hayvani ve ruhu nebatiyesi çıkar. Ruhu cemadisi kalır. O kalıptır. Amma ha taş ha o ruhu cemadi. Çünkü müsavidir. İşte ruhu insaninin meskeni olduğuna ikramen ve tekrimen ve tazimen teçhiz ve tekvin ederler. (Çünkü İnsan öldüğü vakit insani ruhu, hayvani ruhu, nebati ruhu bedenden çıkar. Bir ruhu cemadi olan cesedi kalır ki, o da aynı bir taş veya


toprak gibidir. Ruhu insan orada barındığı için, ruhu insana hürmeten o cesedi yıkarlar kefenlerler) Ve namazını kılıp defnederler. İşte sırrı hüda halvettedir demek tevhittedir demektir. ---------------------------------------------(55) Oldu yüzün Subhu senin ey nigâr İnfecere yenfeceru inficâr Kalmadı bu dilde seni göreli İstabere yestaberu istibar Lûtfedip etme beni bin cevr ile İhtebere yehteberu ihtibar Sana atâlar yaraşur bendene İftekare yeftekaru iftikar Mısri’nin her şeyi yolunda olur İhteşere yenteşeru intişar Sende çü cem oldu hüsün şivesi İktesere yekteseru iktisar Yetmiş sekize vardı yaş eyledin İhtiyare yehteyeru ihtiyar Etme Niyazi gedai medet İntezere yentezeru intizar Mısri efendi yetmişsekiz yaşında iken vefat etti. Rahmetullahitaala aleyhi demek, şeyhül ekber kaddesallahu sırrehül ezher hazretleri de yetmişsekiz yaşında iken vefat etmiştir. ------------------------------------------------------------------------------------------(56) Ya Rab bize ihsan et Vuslat yolunu göster Surette koma can et Uzlet yolunu göster Eyledi heva garet Oldu işimiz âdet Dergâhın ulu gayet


Kudret yolunu göster Nefsimi hevadan kes Kalbimi riyadan kes Meylimi sivadan kes Halvet yolunu göster Candan sana tâlip kıl Her taata râgıp kıl Bir pire musâhib kıl Hizmet yolunu gösterr Yani pirden murad mürşidi kâmildir. Hakkı bulman pek kolaydır. Velâkin Hakkı bulduran mürşidi kâmili bulmak muhaldir/zordur. Çünkü o Kimya gibidir. Bulması belki kimyadan daha güçtür. Talim edip esmâyı Bildir bize eşyâyı Duymaya ev ednâyı Hikmet yolunu göster. Esmadan murad taayunattır (belirenler, aşikâr olanlardır). Sureyi nücumda (Sümmedena fetedella kabe kavseyni evedna / sonra iyice yaklaştı sarktı o kadar ki iki yay arası kadar hatta daha yakın oldu. Necm-8,9) ayetine işarettir. ‘Dena’ seyri illallaha işarettir. Yani fenayı efal fenayı sıfat fenayı zat uruç makamatı. ‘Tedella’ nüzul yani rücu makamatı. Cem, Hazretül Cem. ‘Kabe kavseyn’, Cemmülcem. ‘Ev edna’ ehadiyet makamıdır. Çünkü fenayı efal fenayı sıfat fenayı vücut, bunlar fena makamatı. Bekayı zat bekayı sıfat bekayı efal, beka makamatıdır. Fena ile beka iki kavistir, Cemmülcem de birleşir. Ev edna ise ehadiyet makamıdır. Hâr içre biter Gülzâr Zâr içre doğar envâr Her şeyde tecellin var Rüyet yolunu göster Şu kim ola vuslette Halvet bula cilvette Bu Mısri’ye kesrette


Vahdet yolunu göster. -----------------------------------------------------------------------------------(57) Bilenler vech-i cananı bu cism u canı neylerler Görünse şemsin envârı meh-i tâbânı neylerler Bugünkü cennet-i irfane dâhil olsalar uşşak Yarın ki va’d olan hûri veya gılmanı neylerler Surei rahmanda mezkûr dört cennet, cennetül amal/amel cenneti olup avamı

müminine

mahsustur.

Orada

huri

gılman/hizmetliler,

esmar/meyveler yiyecekler, aksar/kasırlar köşkler ile telezzüz ederler/lezzetlenirler. Cennetler sekizdir. İşte dördü cennetül amal ki avamı müminine mahsustur. Dördü de irfan cenneti olup ehli tevhide mahsustur. Orada öyle huri gılman yemiş kasır/köşk vesair ile telezzüz/lezzetlenme yoktur. Telezzüzü nefsiye/nefsin lezzetlenmesini istedikleri vakit cennetül amala tenezzül ederler/inerler. Zira anların telezzüzü/lezzetlenmeleri cemali ilahiledir. Resulullah S.A.V.ın makamı da oradadır ki, o cennetül vesiledir. Ve bir rivayette ehli tevhit dahi cennetül amala/amel cennetine dâhil olurlar. Velâkin cemali ilahi ile orada dahi telezzüz ederler/lezzetlenirler. Meskenleri cennetül amalde de olabilir. Velâkin rivayeti evveliye/önceki rivayet, meskenleri yukarı cennetler olup telezzüzü nefsiyeleri için istek ettikleri vakit tenezzül ederler/inerler.

Ve yine makamlarına uruç

ederler/yükselirler. Şimdi bugün cenetül irfana dâhil olan bir âşık, cinanı suveriyeye/suret cennetlerine, oradaki huri gılmana kulak asarmı, asmazlar. Bugün âmâ olan yarın dahi âmâ olur elbet Aça gör can gözün kim bi-basar dânâyı neylerler Bugün âmâ/kör olan yarın dahi âmâ olur ve âmâdan beter olur. Çünkü âmâ (gözü görmeyen) şemsin/güneşin hararetinden/sıcaklığından şemsin tuluunu/Doğmasını) hisseder. Velâkin, didei batını âmâ/mânâ


gözü kör olan, şemsi zatı hiçbir vechile hissedemez. Süluk ehline insan sohbetin bulmakdürür maksut O sohbet kim bulunsa sohbet-i hayvanı neyler Süluk ehline, insan yani mürşidi kâmil sohbetini bulmaktır maksut/amaç. O sohbeti bulduktan sonra, hayvan gibi olanın sohbetini neylerler. Ve ne fayda görür, belki zarar görür. Gönül duymazsa vicdan ile Allah’ı hakikatçe Mücerret dildeki ilmi veya irfanı neylerler Mürşidi Kâmilden seyri süluk görmemiş ve gönül vicdanı ile Hakkı duymamış olanın, kitaplarda gördüğü, dil ile söylediği ilim veyahut irfanın ne faydası vardır. Ne hâsıl şol ibadetten riya ve ucup ola anda Gider şirki gönülden Hakka kim tuğyanı neylerler Salat-ı ehli irfan kıblesidir seme vechullah O veche kul olanlar tâat-ı noksanı neylerler Ehli irfan salâtının/namazının kıblesi ‘semmevechullahtır’ / orası Allah yüzüdür. Bakara-115) Çünkü arifibillâh nereye teveccüh ederse/dönerse Hakkı müşahade eder. Bu âlemde Hak’tan gayrı var mı, yoktur. Zahiren beyti şerif/Kâbe semtine teveccüh ettiğimiz/dönmemiz bir emri ilahiden ötürüdür. Velâkin secde orayamıdır, değildir. Ehli irfan, Kalbini Hakka secdeden ebediyen baş kaldırmaz. Çünkü iş kalbin secde etmesidir. Kalp bir kere secde ettimi bir daha secdeden başını kaldırmaz. Kalıbın secdesi gibi değildir. Niyazi küntü kenz’in sırrını kendinde duydunsa Süleyman tahtını ya hikmet-i lokman’ı neylerler ------------------------------------------------------------------------------------------(58) Erimiz erdir Pirimiz pirdir Karemiz nurdur Yerimiz Tûrdur


Çünkü Hz.Musa tur dağında Haktaala hazretleri ile mukaleme ettiği gibi (kelâm edip konuştuğu gibi), muvahit olan bir kul her yerde cenabı Haktaala hazretleri ile mukaleme eder demektir. Her bir ehli tevhit, tur’dur. İsteyen yâri İzlesin piri Pirden ayrılan Hak’dan ayrudur Pirdir envârım Hak’tır etvârım Düşmanım bi-şek Hak’dan ol dûrdur Şol ki süfyani Arttı tuğyani Oldu şeytani Bir gözü kördür Burada işaret var ki süfyanın oğlu yezid, ehli beyti şehit etti. Zamanı saltanatında yezid ferman yazdı. Fermanında Karındaşı kız karındaşını almak

caizdir/Oğlan

uygundur,

dedi.

katleder/öldürür.

Ve

kerdeşin Hangi ehli

kız

ülema beyte

kim

kardeşiyle caiz/uygun muhabbet

katledin/öldürün derdi. İşte Mısri Efendi onu söyler. Azdırır halkı Bezdirir Hakkı Kizbi çok Sıtkı Binde bir yoktur. Hakk’a kul ol kul Olasın makbul Dil müslümanı Şahid-i zordur. Mısri’nin dinde İzzeti zinde Cümle milletten

evlanmesi değildir

ederse

onu

derse dahi


Hamzevi hordur. Hamzevi; bu zat ehli tevhittir, hatta kendisi Bosnalı Hamza ağadır. Füsus şarihinin (Muhiddin

arabi

Hz.nin

Füsüsul

hikem

adlı

kitabını açıklayanın) müritlerinden idi. Bunun İstanbulda epeyce müritleri vardı. Velâkin ol vakit İstanbul üleması gayet mutassıp (Bağnaz, tutucu) idi ve Bunları hor görürler idi. Mısri efendi ona göre söylemiştir. Hatta bir takımı hamzevilerden gizlenir idi. Hamzevilerden idrisi muhtevi var idi ki muhtevi denildiğine sebep, Ali beynami ile dersaadette/İstanbulda oturduğundan ötürüdür. ----------------------------------------------------------------------------------------------(59) Hazret-i İsâ inip gökten tamam etti zuhûr Ger sen idrâk eylemezsen bil ki sendedir kusûr Hz. İsa teşbiheye davet eder idi. Yani makamı cem’e. Hz. Musa tenzihe davet eder idi. Yani makamı Hazretül Cem’e. Çünkü kavmi ehli teşbihe idi. İşte her vakitte her nebinin meşrep ve meşhedinde adam vardır. İşte hazreti İsa’dan murad, makamı cem sahibidir demektir. Dirilip acb-i zeneb hem cümle mevtâ serteser Na’ra-i İsrafil oldu cümleye çalındı sûr Acb-ı zeneb; kuyruk kemiği demektir. Çünkü kıyametten sonra kırk gün mai hayat/hayat suyu nuzül edip/yağıp, kuyruk kemiğinden insanlar nebat/bitki gibi kabrinden doğrulsa gerektir. Bir kabirden bin Muhammed her birisi yüz bin Baş olup gitti önünce zalike yevmü’n nüşûr) Yani bir kabirden bin Muhammed demek, Muhammed yüzünden bin kişi zahir olur. Çünkü dedik ya İsa meşrebinde olana İseviyun derler. Hz. Musa meşrebinde olana Museviyun derler. Muhammedin meşrebinde olana Muhammediyun derler. İşte bir kabirden bin Muhammediyun çıkar. Enbiyanın âsuman-ı Hak gibidir sözleri Evliyanın sözleri tezyindürür etme gurûr Mısri’yâ her sözünü Hak’dan işit hak söyle kim Ric’at ile baksalar da görmeye kimse fütûr


Enbiyanın sözlerini evliya tezyin eder/süsler. Futur; noksansız demektir. Yani katma değil tamam demektir. ----------------------------------------------------------------------------------------------(60) Nice bir mekr ü hiyel nekbeti Deccal nice bir Nice bir ey dini yok mezhabi yok dâl nice bir Nice bir adli katil, fitneyi ihya edesin Beni öldür sunayım boynumu gel çal nice bir Hâkim-i şer-i dahi kendine uydurdun ise Hâkimin hükmü yeter fitne ile âl nice bir Hâzırım ben hünerin var ise gel görüşelim Ledün ilmi okuyan gönlünü gel sal nice bir Şerr-i Deccal’ı defi mümkün ola mı söz ile Mısriyâ var ise halin o yeter kal nice bir Kaalallahutaala (surei Maide Ayet- 32 Min eclizalike ketebna ala beni israile ennehu men katele nefse bigayri nefsin ev fesadin fil ardi feke ennema katelennese cemia vemen ahyaha fekennema ahyennase cemia velekad caethüm rusülüna bilbeyyinatı sümme inne kesiren minhüm bade zalike fil ardi lemüsrifun. Manayı şerifi: yani ‘biz beni israile tevratta yazdık’. Çünkü Tevrat öyle kuran gibi ayet ayet nazil olmadı. Bütün zeberceden dokuz lev üzerine yazılı idi işte, ‘tevratta yazdık ki herkim birini bigayri hakkın / haksız yere katleder ise keenne cemi nası / tüm insanları katletmiş gibi günahkâr olur. Ve her kim birbirini ihya ederse keenne cemi nası ihya etmiş / tüm insanları diriltmiş gibi sevapkar olur’. Kaatil iki türlüdür: Biri katli süveri (suret katili) olur. Biri de katli manevi (manevi katil) olur. Katli süveri, sureta katl olunan gibidir. Katli manevi ise; bir adam Hak yolunda giderken bir dale (doğruluktan saptırana) rasgelir. O dale bu adama der ki, gel buraya nedir bu ibadet ve nedir bu namaz ve nedir bu oruç vesaire. Vazgeç bunları bırak der ve onu kandırır. Ve işte böylelikle onun kalbini öldürür. O dale ki keenne cemi nası/tüm insaları katletmiş gibi günahkâr olur.


Ve biri de sofu adam görür ki, bir dalle/sapık dalalet/sapkınlık yoluna gider. Ve O sofu adam dalleye der, gel buraya niçin böyle yaparsın. Cenabı Hak böyle buyurmuş. Resulullah efendimiz şöyle buyurmuş. Böyle yap şöyle ibadet kıl der. O dalle/sapık dahi bu tembiheten Hak yolunu tutar. İşte o sofu adam keenne cemi nası ihya etmiş/tüm insanları diriltmiş kadar sevaba nail olur. Hatta Şeyhülekber füsusta der ki, bir adam bir adamı dine müteallik (Dine ait) bir mesele talim etse/öğretse, cemi nası ihya etmiş/tüm insanlığı diriltmiş gibi sevaba nail olur. ------------------------------------------------------------------------------------------(61) Ateş-i hicrinle can durmaz figana başlar Kaynayıp akar ol ateşle gözümden yaşlar Zerresi zahir olaydı ger beni yakan odun Âlemi uctan uca yaka idi hep ateşler Harfa savte dokunaydı bu iniltim şemmesi İnler idi yer ve gök dağlar ile hep taşlar Ateşim yasım iniltim can içinde gizlidir Zahirimde yok içimde hâsıl oldu yaşlar Bikesim bu âlem içre sırrıma yok mahremim Bilmedi derdim benim ne kavm u ne kardaşlar Halime haldaş olup hem sırrıma sırdaş olan Cümle dağıldı başımdan kalmadı haldaşlar Mahv-ı sırfe düştü çün dil bunda ben oldum garip Yalnız kaldım tükendi kalmadı yoldaşlar Vech-i mutlak günde yüzbin çehreden yüz gösterir Yerde göğde anı yazar cümle-i nakkaşlar Nicesi tâkat getirsin ona karşı Mısri kim Adın işitmekle düştü halka bu savaşlar Bu bahri; Niyazi Efendi Üsküdarda otururken Üsküdar halkının ekserisi hüdayi Mahmut efendi dergâhı nın dervişleri olduğundan, Mısri efendiyi


onamazlar idi (tasvib etmezlerdi). Ve yanına gitmezlerdi. Nihayet Niyazi Mısri Hz. sarf ve nahv (dilbilgisi) okutmağa başladı. Çünkü Hüdayi Efendi Dergâhının şeyhi ile araları zıt idi. Münakaşaları pek çok idi, onu beyan eder. ---------------------------------------------------------------------------------------------(62) Sıyup bin pare eden şişe-i kalbi celâlindir Yine her paresinden görüne ruy-ı cemâlindir Yani kalbe tecelliyat celaliyen lâyenkatidir/Kalbe gelen celâl tecelliler kesilmeksizin, aralıksızdır. Fakat yine her bir tecellisinde ruyi cemalin/cemâl yüzün görünür Anın çün tiğini çeşmin demâdem eksik etmez kim Yorulup yolda kalmaya o kim azm-i visalindir Nicesi baksın etrafa ya ahkafa yahut kafa Şu Anka kim anın gönlü nazargâh-ı hayâlindir Etraf taraflar, dağ tepeler kaf, kaf dağı demektir. Şimdi ehli zâhir indinde bu âlemin vücudu başka, Hakk’ın vücudu başkadır. Yani âlemin de Hakk’ın vücudundan gayri vücudu müstakilesi vardır. Ehli tarik indinde ise yoktur. Bu âlemin vücudu, vücudu zilli ve hayâlidir. Bu halkın vücudu Hakk’ın vücudunun zıllidir/gölgesidir. Meselâ bir adamın şemsin nurundan/güneşin aaydınlğından gölgesi yere akseder. İşte zilden/gölgeden o adamın sarıklımı feslimi sakallımı olduğu anlaşılır. İşte bu âlemde Hakkın öyle vücudunun zıllidir/gölgesidir. Âlemin vücudu müstakilesi yoktur. Mısri Efendinin hayalindir demesi bu kavle/inanca göredir. Amma ehli hakikat indinde vücut vücudu ilahidir. Vücudu ilahiden gayri vücut yoktur. Onun için Resulullah makamı ehadiyetin bil isale/bizzat sahibi olduğundan zılli/gölgesi yok idi. Yani gölgesi yere düşmezdi. Bulunmaz lamekânidir bilinmez binişanidir Hemin ancak sana kuldur senin ehl ü ıyâlindir Hakkın mekânı yoktur. Nişanı dahi yoktur ki nişanından bulasın ve mekânında göresin. Hemin ancak sana bir kuldur senin ehlü ayalindir demek;


cenabı Hak kendi kendine söyler, yani rububiyetinden rububiyetine hizmet eder, demektir. Çünkü cenabı Hak gaybi mutlak rubibiyetinle zahir oldu Yani hicabı rububiyetinle zahirdir. (cenabı Hakkın sınırlanamayan hüviyeti/kimliği rububiyetinle açığa çıktığı gibi, Kullarından perdelenmesi de rububiyetinle açığa çıkar. Dağıldı mim sad ve ra bozuldu nispet-i suğra Benim bu nisbetim şimdi ne mâhındır ne sâlindir Mısrinin vücudu dağıldı, yani vücudu vücudu Hak’tır. Mısrilik kalktı. Şimdi o Mısrilik ne ay’ın dır, ne sene’nin dir. (Mısri Hz.leri fenafillâh olup Bekabillâha eriştiğinden, Mısrinin ne ay ile ne de sene/yıl ile ölçülmekle yaşı bilnir.) ----------------------------------------------------------------------------------------------(63) Kim ki aşkın dârına berdâr olur Cümle uşşak içre ol serdâr olur Yani herkim ki senin yolunda can verir ise, o kimse cümle âşıkların içinde serdar/baş tacı, önder olur. Bunda uşşakı yakan od akıbet Nâr-ı İbrahim gibi gülzâr olur Bunda âşıkları yakan ateş, İbrahim aleyhisselamın ateşi gibi akıbet/nihayetinde gülistan/gülbahçesi olur. Çünkü nemrut aleyhillane İbrahim aleyhisselam için o kadar büyük ateş yaktı ki, bir mil, yani 4000 adım mesafeden ziyade o ateşe tekarrup olunamazdı/yaklaşılamazdı. Sonra şeytanın talimi üzere mancınık ile Hz. İbrahimi ateşe attı. Dürbünle baktı. Hz. İbrahim ateş içinde biri ile oturmuş muhabbet eder gördü. Çünkü Hz. İbrahimi sandık içine koymuş idi. Sandık yanmış Hz. İbrahim yanmamış. İşte aşıkı dahi yakan ateş gülzâr/gülbahçesi olur. Bak ahirette sırat, cehennem üstünde kurulacak. Ya mümin üstüne bindiği gibi cehennem nida edecek; Çabucak geç ya mümin, zira senin nurun benim narımı/ateşimi söndürecek, der. Bunda ağyar kesretinden kurtulan Vahdet illerinde vasl-ı yâr olur


Korkma tâmudan eğer âşık isen Bülbül olanın yeri Gülizâr olur Cennet-i irfana dahil olanın Kande baksa gördüğü didâr olur Gözsüz olanlar o yüzü göremez Anı gören hep ulü’l-ebsâr olur Hakkın yüzünü gözsüz olanlar göremez. Yani kâlp gözü kör olanlar göremez. Onu basiret sahipleri görür. Dünyanın lezzâtına aldanma kim Bir gün ola cümle zehr-i mâr olur Yani ey kişi, sen bu dünyanın lezzetine aldanma. Zira birgün olur ki o dünyanın lezzeti sana yılan zehiri olur. Zira ehli dünya olan, gerek kabirde ve gerek âlemi ahirette yılan suretleriyle muazzap olacaktır/azab görecektir. Sen gerekse ol cihanda padişah Bir beş on günde o tarümâr olur Tac u ve tahtı kulluğuna ol şehin Verir isen devletin tekrâr olur Ger kabul oldunsa şah oldun ebed Kande böyle assılı bâzâr olur İbrahim ibni Ethem, tac ve tahtını terkedüp ebedi devlete vasıl oldu. Çünkü batın devletliğinin zahir devleti bir şemmesidir/kokusudur. Yani onun yanında hiç bir şey değildir. İlla tac u tahta olmaz vasl-ı yâr Adet oldur ana can isâr olur Kim ki kendin yoğ ederse Mısriyâ Yokluğun tâ gayetinde var olur --------------------------------------------------------------------------------------------(64) Rumuz-ı enbiyâyı vakıf-ı esrar olandan sor Ene’l Hak sırrını candan geçüp berdâr olandan sor


Enbiyanın rumuzunu vakıfı esrar olandan sor demek: Çünkü Hz.Ömer radıyallahu taala anha buyurmuştur k; Resulullah Ebubekir Sıddık Hazretleri ile muhabbet ederlerken bulunmuştur, Arapça söz söylerler iken güya ki arap lisanından aşina değilim gibi anlamaz idim. Hz. Ebubekirin makamı sıdkiyet. Hz. Ömer vesair ashap Hz. Resulullahın vefatından sonra o makama vasıl oldular. Hz. Ebubekir makamı sıtkıyete Medinei Münevvereye hicret etmek üzere Resulullah ile Mekkeden hafiyen/gizlice çıkıp kırda bir mağarada ihtifa ettiler/gizlendiler. Ebubekirin çobanı akşam sabah oraya koyunları getirir sağar tenavül buyurulmak (beslenmek) üzere onlara süt verirdi. Ol vakit beklenüp hecinler (develerle müşrikler) geldiğinde Ebubekirin kalbine havf/korku geldiğinde Resulullah keşfetti. Kalallahutaala; ela tenzuruu fekad nasara ullahu iz ahrecehüllezine keferü saniyesneyni izhüma filgari izyegulu lisahibihi lar tahzen innellahe meane fe enzelallahü sekinetehü aleyhi ve eyyedeubicünudin lem teravha cevveala kelimetellzine keferrussufia ve kelimatullahi hiyel ulya vallahu azizünhakim / Eğer siz ona yardım etmezseniz bilin ki, Allah ona zaten yardım etmişti. Hani küfredenler onu iki kişinin ikincisi olarak yurdundan çıkardıklarında, mağarada bulundukları bir sırada arkadaşına şöyle diyordu: "Tasalanma, Allah bizimle." Bunun üzerine Allah ona sükûnet indirmiş ve kendisini sizin görmediğiniz ordularla desteklemişti de küfre sapanların sözünü sefil kılıp alçaltmıştı. Allah'ın sözü ise yüce olanın ta kendisidir. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. Tevbe-40) İşte ol zaman Ebubekir sıdık Hz.lerine makamı sıtkıyet telkin olundu. Makamı velayet; halk ile olduğu vakit halk ile Hak ile olduğu vakit Hak ile olmaktır. Makamı sıtkıyet; yalnız Hak ile olmak, halk ile olmamaktır. Makamı karabet; ki makamı sıtkıyeden âlâdır, hem Hak ile hem halk ile olmaktır. Beyazidi Bestaminin otuz sene Hak ile tekellüm ettim/konuştum, halk zannederlerdi onlar ile mukalame ederdim/konuşurum. Buyurduğu makamı sıtkıyyettendir. Hz.Ebubekir karabete hilafeti zamanında nail oldu. İşte Mısri Efendinin Rumuzu enbiyayı vakıfı esrar olandan sor demesi budur. Bak iki ehli tevhit, tevhit muhabbeti ederken avamdan bir kimse gelse


muhabbetlerine vakıf olabilirmi ve anlayabilirmi? Velev âlim olsun bir şey anlayamaz. Mansur enelHak dedi deyü kitaplarda mesturdur/yazılıdır. Halbûki Mansur kayıt ile enelHak diyebilirmi. Mansurun mazharından enel Hak diyen Hak değimlidir. Bu sözün mansura isnadı küfürdür. İşte Mansur sağ olsa sorarsın Enel Hak kim dedi o bilir, ondan sor demektir. Yürü var ehl-i tecridi alâik ehline sorma Anı can u cihanı terk edip deyyâr olandan sor Gehi kahr u gehi lütfun kemalin bilmek istersen Fenâ ender fenâda yoğ olup hem var olandan sor. Ehli tecridi alaik ehline sorma, Alaik ehli bilirmi, bilemez. Onu yine ehli tecrit bilir (Nisbet varlıklarından soyunmuş olanın ahvalini, varlığı kendine nisbet edenlere sorma, onların ahvalini nisbet varlığından soyunanlar bilir). Yani Can ve cihanı terk etmeyi, can ve cihanı terketmiş olanlar bilir. Yani onlardan sor demektir. Fenayı da bilen, fena olup beka bulan bilir. Dilâ bu Mantıku’t-Tayr’ı fesahat ehli anlamaz Anı ancak ya Attar u yahut tayyar olandan sor Kuşdilini fesahat ehli anlamaz. (kuşdili olan tavhid sözü, düzgün kibar konuşmayla anlaşılmaz) Onu şıh/şeyh attardan, yani şıh attarın mantıkkuttayr namında tevhide dair bir kitabı var. İşte o kitabı şıh/şeyh attardan sor demektir. Bu kinayeli bir kelamdır. Bir de mantıkuttayr kuş lisanı itibar olunur ise onu uçandan, yani kuş olandan sor demektir. Çünkü kuş lisanıdır onu yine kuş olan bilir ((tevhid lisanıdır ve onu yine ehli tevhid olanlar bilir). Anadan doğma gözsüzler kemâhı görmez eşyayı Niyazi vech-i dildârı ulü’l ebsâr olandan sor Bu ne gibidir; Anadan gözsüz olan eşyayı görürmü. Mesela kırmızı veya karadır. Bu filan renktedir, bilirmi? Hayır bilmez. Onu gözlü olan ve gören bilir. Kezalik/buna göre didei batını (Manâ gözü) kör olan vechi


mahbubu/sevgilinin yüzünü görürmü, göremez. Yine onu basiret sahibi olandan sor. ----------------------------------------------------------------------------------------(65) Halk içre bir ayineyim herkes bakar bir an görür Her ne görür kendi yüzün ger yahşi ger yaman görür Şol cahil ü nâdanı gör örter Hakk’ı inkâr edüp Kâmil olan kâmillerin her bir sözün bürhan görür Cahilin Hakkı örtüp inkâr etmesi şunun gibidir ki, mesela, padişah tebdili kıyafet ederek/değişik kıyafet giyerek çarşı ve pazarda gezer. Onu herkes görür velâkin padişah olduğunu kimse bilmez. Amma padişahı yakınen tanıyanlar bilir. Tanımayan görür velâkin bilmez. İşte Hak’da böyledir. Hakkı tanıyan Hakkı hem görür hem de bilir. Velâkin tanımayan cahil Hakk’ı görür amma bilmez. Şimdi o tebdil kıyafet edip görülen padişah olduğunu bilmeyen cahile padişahı nasıl anlatabilirsin. Böyle bu kılık kıyafette padişah olur mu? Bu padişah değildir diyerek inkâr eder. Medh ile zemmi âlemin kıymette bir hardaldürür Hâr odürur harmanda ol buğdayı kor saman görür Yani merkep/eşek bir harmana girse buğdaya bakmaz. Her nerede daha büyük yakın saman görürse oraya koşar. Tuttu rikâbın arifin nice salâtin-i evvel Kâmil olan sultanı gör dervişi ol sultan görür Şeyhül ekber Muhiddin Arabi Hz.leri zamanında bulunan Bağdat, Konya ve Endülüs ve sairenin/diğerlerinin padişahları onun müritleri idi. Onlara gidip ders okutur idi. Ve hep bu padişahlar rikabında yürür idi (onun makamına saygı ve hürmetle huzuruna giderlerdi). Ve bu padişahlar tarafından ona her an atiyeler/hediyeler gelir idi. Ve hatta Şam padişahı Şeyhül ekbere ol vaktin parasıyla yüzbin kuruşa bir konak aldı ve ona hediye etti. Bir gün bir fakir geldi şey’enillah (yardım et) ya şıh dedi, şeyhül ekberin ona verecek Akçası/parası bulunmadı ve çıkardı o konağın hüccetin verdi/konağın tapusunu o fakire verdi.


Dervişi Hak yakmış iken anı yakan sultana bak Hammam içinde dilberi görmez gözü külhan görür Dedi ulular levn-i mâ levn-i ma’dır şüphesiz Kana boyanmış göz hemin Nil ü Fırat’ı kan görür Cünydi Bağdadiye Hak nicedir/nasıldır sual etmişler. Ve o da buyurmuş; ‘Levnil ma e levnil ene’. Yani, suyun nefsül emirde rengi yoktur. ‘Suyun rengi kabın rengidir’. Mesela bardak mavi ise suyun rengi de mavi görünür. Yeşil ise yeşil, kara ise kara, sarı ise sarı, kırmızı ise kırmızı görünür. Hatta şeyhül ekber bu cevabı gayet beğenip füsusa bile derc/kayıt etmiştir. Kana boyanmış göz hemin nil fırat nehirlerini kan görür. Halbûki nil Fırat dedikleri nehirler kan mıdır? Yok, hayır kan değildir. Ancak onun gözünde olan kan, o nehirleri kan gösterir. Ol dilberin Mehdi adı sükkerdürür halka tadı Mısri çeker bu mihneti ol rahatı Rahman görür -------------------------------------------------------------------------------------------(66) Esicek bâd-ı sabâ aklıma san şane değer Zira ol esrar-ı dil zülf-ü perişane değer Yani, badı saba dedikleri doğu rüzgârı, bundan murad/maksat mezahirden/mazharlardan zatı aliyyenin zuhurudur/açığa çıkmasıdır. Zülfü müşkiyle muattar olup ol demde dimağ Geçer andan gönüle hem yetişir câna değer Leb ü dendanı hevasiyle akan gözyaşının Birisi mânada bin lü’lü vü mercana değer Gam-ı hicri ile âhı ana âşık olanın Çıkar eflake iner tâ yedi nirana değer Yüzünün mihrine karşu dolaşan dürlerinin Birinin nuru nice mihr-i dırahşana değer Eşiğinde baş urup sıdk ayağın berk basanın Başı Arş’a ayağı Kürsi-i Rahman’a değer


Yani ehli tevhid ki, fenai tam olup kendisinde nisbet varlıktan eser kalmazsa, onun başı arşa ayağı kürsi-i Rahmana değer. Zira kürsten arşa beş bin senelik yoldur. Limenil-mülki nidâsın işiten can kulağı Anı canından işitir yine canana değer Arifi billâh olan her anda o nidayı, yani ‘limenilmülk / Mülk kimindir’ (Mümin-16) nidasını işidir. Yevmi ilahi an gayri münkasim her anda ‘limenilmülk’ yani ‘mülk kimindir’? Nidasını işidir. Canından yine cananına değer. Çünkü muvahidin vücudu sıfatı efali varmı? Yok. O nidayı yine cananına değer. Canandan nida alınır canan istima eder. (Arifi billâh olan hergün her an kesintisiz olarak; ‘Bu gün mülk kimindir’ çağrısını/sesini işitir. Ehli tevhidin efali sıfatı ve vücudu olmadığından, ilâhi sevgiliden gelen o çağrıyı/sesi yine ilâhi sevgili işitip dinler). O nidayı işitir men arefe vâkıf olan Lik ol marifeti sanma her insana değer Bu beyitte mısrai sanide marifet dediği, velâkin bu marifet sanma ki her insanda var olur, her insanda yoktur, olmaz. Sanma bir cezbe Niyazi ki ol dosttan yetişe Dügeli ins ile cinne olan ihsana değer Yani süluk makamatı fenayı efal, fenayı sıfat, fenayı zat. Cezbe makamatı cem, hazretül cem, cemmül cem ki, bu makamlara tedelli (iniş) makamatı dahi denilir. -------------------------------------------------------------------------------------------(67) Nazar kıldıkça insana gönül hayrana dolanır Acepdir kimi Hak ister kim butlana dolanır Nazar kıldıkça insana gönül hayret eder. Çünkü kimi hak/doğruluk ister ve kimi batıl/boş yalan ister. Zira mazharı cemâl var, mazharı celâl var. Mazharı cemâl olan hak ister. Mazharı celâl olan batıl ister. Cenabı Hak yalnız


cemâli ile tecelli etmiş olsa herkes mümin olur. Ol vakit Hakkın yalnız cemâl ile mukayyet/kayıtlı olması lâzım gelir. Ve yalnız celâli ile tecelli etse herkes kâfir olup Hakk’ın yalnız celâl ile kayıtlı olması iktiza/icab eder. Halbûki Hak mutlaktır (bir tecelliyle sınırlanamaz). Mukayyetten/kayıtlanmaktan münezzih/arınmış olmaklığı ile cenabı Hak, kimine cemâl ve kimine celâl ile tecelli edip, kimi mümin ve kimi kâfir olur. Bazısı iman yolunu, bazısı kâfir yolunu tutar. Gel ey dertsiz kişi dervişliğe sây eyle gel bunda Bu hal ile olursan bil işin hüsrana dolanır Bu beyitte mısrai evvelde Mısri efendinin dediği gibi ey dertsiz kişi, dervişliğe say eyle/Derviş olmak için çalış emek ver. Dervişlikden murad/maksat tevhit yoludur. Nedendir kani olmuşsun murad-ı nefse dalmışsın İçine hırsı almışsın işin şeytana dolanır Yeter çalındın ey hâce fena mülkün metâına Çok uzatma ki Azrail gelür bu cana dolanır Gönül verme bu dünyaya başını verme kavgaya Kazandığın amel bir gün gelir mizana dolanır Amel, manâda nasıl veznolunur/ölçülüp tartılır? Ha bu âlemde ha manâ âleminde, manâ olan ameller/işler âlemi ahirette suret bulacaktır. Mesela ameli salih (iyi doğru işler) huri gılman, meyve, ırmak vesair türlü namücennet/cennet nimetleri sureti ile suretlenip, ehli cennet anın ile tenaum edecektir/nimetlenecektir. Ameli seyyie/çirkin, günah işler hayye/yılan, akrep, nâr/ateş, vesair türlü suretlerle suretlenip ehli cehennem anın ile azap olunacak. Yeni herkesin, bu âlemde manâ olan ameli, o âlemde suret bulup anın ile tenaum edecek/nimetlenecek veyahut azap olunacaktır. Binaenaleyh/bu nedenle amel veznolunur/tartılır. Çünkü âlemi ahirette gerek ameli Salih/iyi ameller ve gerek ameli seyyie/kötü ameller surete girecektir/suretlenecektir.


Başu devletlü kul oldur Hakkı’ bulmuş ola seri Gözü gönlü dil ü canı kamu subhan’a dolanır Cenabı Hak turisina kenarında vadi tuvada Hazreti Musa’ya nâr/ateş sureti ile tecelli etti. Kaalellahutaala, (Fahla na leyk inneke bil vadil mukaddesi tuva / hemen iki nalınlarını çıkar muhakkak ki sen mukaddes tuva vadisindesin-Taha-12) veme dehule yani Ya Musa beni nâr/ateş sureti ile kaydetme. Çünkü Haktaala nâr sureti ile kayıt olunur mu? Olmaz. Sonra Hazreti Musa süphanallah dedi. Yani Yarab sen mutlaksın mukayyet olandan münezzehsin/arınmışsın dedi. Niyazi kulunun ya Rab vücudu zenbini mahv et Mülazımdır kapında ol sana ihsana dolanır Yani zamanı saadette İbni Abbas çocuk idi. Ve Hazreti Resulullah onu gayet severdi. Hatta yanından hiç ayırmaz idi. Bir kere dayesiyle Ümreye gitti. İbniAbbası dahi ardına aldı. Gelirken; ya çocuk sen vücudunu kayırma buyurudu. İbni Abbas dahi Ya resullallah vücudum bana kabahatmidir dedi. Ol vakit Hazreti Resulullah bu hadisi şerifi buyurdu (vücudüke zenbün la vukasi aleyhi zenbun ahır / vücut günahı diğer günahlarla mukayase olunmayan bir günahtır) İşte Mısri Efendi onu rica ederdi. Yarab nisbeti vücudumu mahvet, yani senin vücudunu izhar/apaçık et. Vücut senin vücudun olduğunu bileyeim. -----------------------------------------------------------------------------------------------(68) Sırf içirdü bize vahdet câmını cânânımız Anın içün bir nefes ayılmadı mestanımız İşte Mısri Efendi burada diyor, bize vahdet câmını/içkisini içirdi. Yani vahdet câmını içtikten murad/içmektan maksat ehadiyettir. Sair/diğer makamat sırf vahdet değildir. Cem; halk batın Hak zahir, hem halk var hem Hak var. Hazretülcem; Hak batın halk zahir ki makamı şeriye, burada hem Hak var hem halk var. Cemmülcem, vahdet velâkin vahdet taksim iki kısma. Zahir batın. Yani (HÜVEL EVVEL VEL AHİR VEZZAHİR VELBATIN (Hadid- 3) Yani ‘evvel odur ahir odur zahir de odur batın da odur’. Lakin zahir batın lafzı/sözü var. Ehadiyet, orda bir şey yok. Vahdet sırf, orada ikilik eseri yok.


Küfr ü iman gussasından kurtulup yârin bugün Şol ruh ü zülfünde bulduk küfr ile imanımız Lutf ile dün gece geldi bize teşrif etti yâr Adın işitirken il oldu şükür mihmanımız Dün gece geldi bize demek; ol vakit öyle bir tecelli etmiş Mısri efendi hazretlerine ki, hazreti Musaya vadi tuvada nâr sureti ile tecelli ettiği gibi, demektir. Nice geldi cânı teslim eyledik kurbanlığa Hamdü-lillah kim kabul oldu bugün kurbanımız Halk-ı âlem her dem okur küllü şey’in hâlikin Kendi okur daima illâ veche subhanımız Halkı âlem her anda okur ‘her şey helâktır’. Yani her anda fanidir/yokluktadır ki her bir tecelli de fanidir. Hak subhaneütaala yine ‘illa veche’ buyurur. Yani ‘her şey helaktır. İlla vechi sübhan bakidir’( Kasas-88). Bir acip hatlardürür geh yazılur geh silinir Vech-i bâki levhi üzre dâima âyânımız Yani hatlardan murat bu mahlükattır/yaratılanlardır. Her anda vücuda gelir, münadim/yok olur. Velâkin vechi baki’de/ebediyet yüzün’de suretlerimiz yok olmaz, daimdir demektir. Aşinâlık arttığınca ey Niyazi dost ile Arttı bizim vahdet içre günbegün seyrânımız Kişinin Hakkı ile marifeti terakki/yükseliş buldukça, bezmi vahdette/tevhid meclisi seyranında terakki bulur. Ki, bu terakki/ilerleme, yükseliş dünya ve ahirette kesilmez. ---------------------------------------------------------------------------------------------(69) Şeriatin sözleri hakikatsiz bilinmez Hakikatın sözleri tarikatsız bulunmaz


Şeriatın sözleri hakikatsiz bilinmez. Anın için cem, hazretülcemden mukaddemdir/öncedir. Çünkü cem makamı hakikat, hazretülcem makamı şeriat. Hazreti Resulullah buyurmuştur. ‘la salatlimen lime bikurae fatihatül kitab’. Hadis sahihdir, yani ‘fatihayı şerifi okumayan için namaz yoktur’. Hadisi sahihdir/gerçektir. Halbûki imam ile namaz kılındığı vakit imamı azam hazretlerinin mezhebince surei fatihayı yalnız imam okur cemaat okumaz. Halbûki cemaatin namazları sahih/geçerli olmaması lazım gelir. İmamı azam hakikata aşina olduğuna binaen/dolayı buyurdu. İmam ve cemaatin vücudu vücudu vahittir/bir vücuttur. Makamı cem, orada çünkü Hakkın vücudundan gayri vücut varmı, yoktur. İmamın okuması cemaatin okumasıdır. Onun için imam okur, cemaat sükût eder. Şimdi imamı azam hakikati bilmeseydi şeriatı anlarmıydı, anlamazdı. İmamı Şafii, imamı azamın sözü doğrudur velâkin hazretül cem makamı üzere cemaatin dahi okuması lazım gelir demiştir. Çünkü Hak batın halk zahir, anın için eimmeyi şafiye/şafi imamalar imam okuduktan sonra bir sekte kadar sükût eder, cemaatte okur. Sonra zammı sureyi kıraat eder, rükûa varır. Hakikatin sözleri tarikatsız bulunmaz. İlim üç kısımdır; ilmel yakin, aynel yakin, Hakkel yakin. İlmel yakin avamın ve ehli zahirin ilmi, işte halkın vücudu Hakkın vücuduna delildir, çünkü sanii/sanatkâr sanatından bilinir. Deve tezeğinden adam izinden bulunur. Yani bir adamın izini görür isen o izle gider o adamı bulursun. Velhâsıl eserin vücudunu müessirin/eser sahibinin vücuduna delil yaparsın. Halbûki cenabı Hak gaip/kayıp değil ki delil ile bilesin ve bulasın. Bu ilim avam ve ehli zahire göre güzeldir. Aynel yakin; bu halk Hakkın mazharlarıdır, vücudu müstakileleri yoktur. Bu görüş ve işidişi söyleyişi Hakkın’dır der. Velâkin vücudu Hakka vermez, vücudunu kıymetli tutar, bu vücut Hakkın sıfatına mazhardır der. Bu ilim ehli tarikin ilmidir. Şimdi aynel yakine nispetle ilmel yakin güzelmi? Hayır, güzel değildir. Hakkel yakine gelelim; Hakkel yakin ki ehli hakikatin ilmidir, vücud vücudu Hak’tır. Vücudu Hak’tan gayri vücud yoktur. (la mevcude illa hu / Hu’dan gayrı mevcut yoktur). Şimdi buna nispetle ilmel yakin ve aynel yakin güzelmi hayır güzel değildir. Bir salik aynel yakine varmadan Hakkel yakine varır mı varamaz. Yani ehli tarik ilmini görmeden ehli Hak ilmini bilir mi, bilemez. İşte hakikatin sözleri tarikatsız bulunmaz dediği Mısri efendinin, kişi aynel yakine varmadan Hakkel yakine varabilirmi? Varamaz demektir.


Savm u salât u zekât günah kibrin mahv eder Darb-ı zikir olmasa gönül pası silinmez Yani darbı zikir, zikri daimi gönül pasını siler, velev ki Şuhut ile olmasa. Zakir/zikreden her nereye teveccüh eder/döner ise ve her ne görür ise Allah der. Taşı görür Allah, ağaç görür Allah, insan görür Allah, hayvan görür Allah der. Velhasıl gözü her nereye nazar ederse ve kalbine her ne gelirse Allah der ve gönül pası silinir. Her ne kadar Şuhut ile zikir değilse de. Bak mevlüt sahibi ‘allah ile olur her iş tamam’ der. Sil gözünü dön andan bak göresin kend’özün Hakikatin güneşi doğmuşdürür dolanmaz Çünkü zatı Hak doğmuştur dolanmaz. Velâkin sen gözünü silmediğin için göremezsin. Hele sen bir kere gözünü sil de, ondan sonra bak görürsün. Kavseyn’e erişince varır gelir gemiler Ev ednâ’nın bahrine hergiz gemi salınmaz O deryaya dalmağa can terkin urmak gerek Cânına kıymayınca o deryâya dalınmaz Kavseynden murad cemül cem makamıdır, oraya kadar isneyniyet/ikilik vardır. Evedna ehadiyet makamıdır, oraya can terkin urmadan ve cana kıymadan o deryaya gemi salınmaz. Ve o deryaya dalınmaz demektir. Bu suretin libasın ver gayriye Niyazi O bahre dalar isen şayet geri gelinmez Sende Niyazi o deryaya dalar isen, bu suret libasın/elbisesini gayriye ver, yani terk et demektir. -------------------------------------------------------------------------------------------(70) Bulan özünü Gören yüzünü Bir yüzü dahi Görmek dilemez Hakkın yüzünü gören kimse, artık başka bir yüzü görmek dilemez. Öyle başka yüz yok ya, yani başka yüz yok ki görsün.


Vuslatta olan Hayrette kalan Aklın diremez Kendin bulamaz Her şam’u seher Odlara yanar Hem benzi solar Ağlar gülemez Âşık ola gör Sâdık olagör Cehd eylemeyen Menzil alamaz Meftun olalı Mecnun olalı Bu Mısri dahi Akla gelemez ----------------------------------------------------------------------------------------(71) Tâ ezelden biz bu aşk içinde rüsvâ olmuşuz İsmimizdir söylenen mânada Anka olmuşuz Söylediğimiz tevhit sözlerini mahcuplar (Hak’tan perdeli olanlar) duyar fakat anlamadıklarından, bizi tan ve teşfi (bizi ayıplayarak çirkinlik) ederler demektir. İsim üç kısımdır: Evvelki isim müsemmaya delalet eder (görünen varlığa ismi delil olur) Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin vs. gibi. İkinci isim; müsemmaya delalet etmez, yani delil olmaz (ismi var fakat varlığı görünmez). Allah’ın isimleri gibidir ki, oda iki kısımdır; Biri esmayı hakikiye (Hakk’a ait isimler), biri esmayı halkiye (Halka ait isimler). Üçüncüsünün de ismi var söylenir, velâkin müsemması yani hakikati bilinmez görünmez (Anka kuşu gibi, ismi söylenir fakat varlığı bilinmez). İşte biz o Anka olmuşuz, ismimiz var velâkin hakikatimiz nedir kimse bilmez. Gerçi sûret âleminde sandılar kesretteyiz


Kesret içre bilmediler ferd-i tenhâ olmuşuz Gerek dünya gerek ahiret suret âlemidir. İşte suret âlemlerindekiler zannettiler ki kesretteyiz. Velâkin, biz kesret içinde vahdetteyiz (Dünya ve ahiret suret âlemi olup, bu suretleri görenler zannettiler ki suret çokluğunun nisbet vücudları var. Velâkin, biz çokluk içinde Bir’le bir olmuşuz). Şol izafat u taayyün sofların giysek ne var Çünkü andan soyunup mânen muarrâ olmuşuz Mantıku’t-Tayr’ın lûgat-ı muğlakından söyleriz Herkez anlamaz bizi bizler muamma olmuşuz. Evvelki beyitte soflardan murat suretlerdir demek. Ve ikinci beyitte ifade edilen mantıkkuttayr, Şıh Attarın hakayik/hakikat üzere yaptığı bir kitaptır. Veyahut kuş lisanı demektir. Eğer murat/maksat Şıh Attarın kitabını anlamak ise, onun beyanı açıklamasını Şıh atara sor. Kuş lisanını öğrenmek ister isen, uçanlara sor. Anı kuşlardan gayrısı bilmez. Çünkü cenabı Hak lügatı mutade (kelâm edip konuşmayı) üç şeye vermiştir. Biri insan, biri cinn’e ve biri melâkeye. Diğer kalanların lugatı mutadesi (konuşması) yoktur, ancak Esvattır (ses çıkarırlar). Savtlarından/seslerinden kuşlar vb. hayvanlar ilham tariki ile birbirlerinin meramını anlarlar. Lavz u sûret cism ile anlamak isterler bizi Biz ne ilfazız ne sûret cümle mâna olmuşuz Katreler ırmağa ırmak erdi bahre cem olup Karışup birbirine hâlâ o deryâ olmuşuz Katreler yani suretler ırmağı ki nevi ki nevie, neviler bahre yani cinse erdi. Yani birbirine karıştı derya oldu (suretler ırmağı çeşit çeşit isimlerle isimlenerek çeşitlendi, ırmağın deryaya karışıp ta derya olması gibi, tüm suret çeşitleri Hak deryasına karışıp


derya oldu). Ki o deryayı ehadiyet ve zati âliyedir. İşte biz o ehadiyet deryasına karışıp derya olmuşuz demektir. Zerreler şemse güneş irişti vahdet kânına Kalmadı asla taaddüt ferd-i yektâ olmuşuz Zerreler şemse şems vahdete erdi, bu temsil olunmaz. Çünkü Hakka temsil olmaz. Zira la misaledir/Böyle misâl olmaz Zira güneş başkadır zerre başkadır. İşte biz taadatsız olan ferd-i yekda olmışız (biz adetlenemeyen, sayılamayan benzersiz tek’e ermişiz) demektir. Her kesafet kim izafet gösterir âyinede Ol küdûret tozunu silip mücellâ olmuşuz Yani her bir ayinede/aynada pas yani kir olur ise güzel gösterirmi? Göstermez. Pas olmaz ise o aynaya nazar ettiğin/baktığın gibi içindeki suret güzel görünür. İşte biz öyle mücellâ/cilâlı ayna olmuşuz demektir. Zahidin zikrettiği şol harf u savtın resmidir. Zâkr u mezkûr u zikre biz müsemma olmuşuz Zakirin zikrettiği zikri lafzıdır/zikrin sözüdür. Yani huruf ve savttır/Harf ve sestir. İşte biz zakiri mezkûr ve zikre müsemma/biz ananda, anmakta, anılan olmuşuzdur. Sofunun şol hûy u hâyı nârasından almazız Vasl-ı deryayız biz sesten müberrâ olmuşuz Derlerki bir adam üç kere hu derse hu olur, fakat bu lafzı (sözle olacak iş) değildir. Çünkü hu, her bir mertebeden âlâdır/yücedir, ulûhiyetten de ehadiyetten de. Zira hu, hüviyeti gaybi mutlaka delalet eder. İşte bu mecsusata (cesedlenmiş bedenlenmiş suretlere) bir kere hu, malûmata/bilinenelere dahi bir kere hu, ikisine dahi birden hu der ise o adam hu olur. Çünkü mecsusat/cesedlenme ve malumat/bilmekliğin


içinde kendisi dahi dâhil değimlidir? Dâhildir. Mecsusat ve malümat mahf olunca, gaybı mutlak hüviyet olan Hu kalır. Alleme’l esmâ’ya mazhar ister isen gel berü Âdem u hem ana talim olan esmâ olmuşuz. Kalellahütaala (ve iz kalerabbükelil melaiketi inni cailün fil ardı halifeten kalu etec alu fihamen yüfsidü fia ve yesfikud dimae ve nahnu nusebbihu bihamdike ve nukaddisuleke kale inni alem uma la tatlemun. Ve allemel ademel esmae külleha sümme aradahüm alel melaiketi fekale enbiüni biesmai hau lai in küntüm sadikın. Kalu sübhaneke le ilmelena illa me-a allemtena inneke entel alimül hakim. Kale ya ademe enbiü hüm biesmai him felemma enbeehüm biiesmai him kale elem ekulleküm inni alemü gaybessemavati velardi ve alemü ma tübdüne ve ma küntüm tektumune. / Hani, Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler. Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti. Allah, Âdem'e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, "Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin" dedi. Melekler, "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler. Allah, şöyle dedi: "Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle." Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, "Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?" dedi. Hani meleklere, "Âdem için saygı ile eğilin/secde edin" demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler/secde etmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.(Bakara-30, 31, 32, 33)


Burada müfessirler (Kuran yorumcuları) ihtilaf etmişlerdir. Kimi daha âdem hâlkolunmadan yeryüzünde fesat edeceklerini melaike nerden bildi? Ve kimi dedi, Âdemden evvel nardan halkolunan canın iptida/önceki oğlu iblis aleyhillane kâfir olduğundan, yani canın oğulları küfür ettiğinden küffar olduklarından Âdemoğlunun fesat edeceğini oradan anladılar. Bazıları dediler ki hayır Âdem aleyhisselamın kalıbını Cebrail Mikail İsrafil Azrail Mekke ile taif beyninde/arasında kokmuş çamurdan yaptılar. Ve Melaike ise rahiai keriyeden/çirkin kokudan haz etmediklerinden bildi dediler. Cenabı Hak, ben bunu yeryüzünde halife kılacağım dedi. Ol vakit melaike dahi sen yeryüzünde fesat eden ve kan dökenleri mi halife kılacaksın. Biz ise sana takdis ve tesbih ederiz dediler. Sonra cenabı Hak melaikeye esmamı/isimlerimi haber verin dedi. Melaike haber veremedi. Âdeme esmai cemian talim etti/Âdeme tüm isimlerini öğretti. Ve Melaikeye isimlerimden haber ver deyip emir etti. Âdem aleyhisselam dahi meleklere haber verince ol vakit melaike; (Kalu subhaneke la ilme lena illa ma allemtena inneke entel alimül hakim / "Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin" dediler.( Bakara-32) Dediler. Âdem aleyhisselamın melaikeye talim ettiği esmayı cemi/tüm esma değildi. Çünkü melekler insandan noksandır. Cemi esmayı hamil olamaz (tüm isimleri bilemeyi yüklenemez). Yalnız kendilerinin mazhar oldukları ismi kuvvayı Âdem as. Onlara haber verdi. Çünkü melaike yalnız ismi kuvva mazharlarıdır. Ve hatta arş ve kürsi yer ve göğü tutan Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail bu dört melektir. Çünkü mezahir/mazhariyetleri ismi kuvvadırlar. Âdem aleyhisselamın kemalatı ise, cemi esmayı muhittir/tüm isimleri kuşatır. İptida nuri Muhammedi ve esmayı âdem sureti ile zahir oldu (nuru Muhammedi ve isimlerin sırrı mahiyeti, evvela Âdem sureti ile açığa çıktı) Muhammed Sallallahu taala Aleyhi vesellam mazharı zattır, Âdem aleyhisselam mazharı esmadır. Ve nuru Muhammedinin bu âleme iptida/evvel ki zuhuru, hazreti Âdem aleyhisselam sureti iledir. Ten göziyle Mısri’yi sûrette görsem deme kim


Zira biz ol Kaf-ı sûret içre Anka olmuşuz Kaf dan murad suretlerdir. Anka dan murad, bu suretlerin hakikati olan zatı âliyedir (Hakk’ın yüce zatı’dır). ------------------------------------------------------------------------------------------(72) Eyâ Deccal Hakk’ın takdiri bil hergiz bozulmaz Ezel levhindeki yazı silinmez hem yuyulmaz ‘’El mukaddere la yugayyir’’/ Kaderde yazılan değişmez. Takdir şudur ki, her fiilin icadına talluk eden kudretullahtır. Ezel levhi, kaza demektir. Yani zatı âliyenin en evvel malûmatla olan tecellisine kaza denilir. Sonra bu âlemde herkes için kazada olan efalin icadına taalluk eden/ilgili olan kudreti ilahiyeye kader denilir. İşte bu kaza ve kader ne bozulur ne silinir ve ne yuyulur. Ne denlü sây edersen et sonunda hep hebâdır Çamurdur havzının içi bulandıkça durulmaz Yani ne denlü say edersen et cümlesi hebadır. Çünkü kaza ve kader hakkında senin havuzun bulanıktır, kaza ve kaderi bilemezsin. Ve kimse dahi bilemez. Ve belki say edenleri (bu kaza ve kader konusunda çalışmayı) dahi cenabı Hak men etmiştir/yasaklamıştır. Gönül durulmadıkca âlem-i gaybın şemusu İçini eylemez aydın karagusu sürülmez Ne denlü gayrıyı ağlatsa bir kimse anı da Mukallib ağlatır sonunda aslâ yüzü gülmez Durur kendisi yok gibi işin işler hafâda Alan veren odur kendisi mahfidir görülmez Birinci beyitteki evvelki mısrada Mısri Efendinin dediği gibi, gaybın şemusu işte orada şemusundan murad tecelliyattır. Üçüncü beyitteki işin işler hafada dediği, yani Haktaala görülmez amma bu baş gözü ile görülmez. Yani didei batın gözü/manâ gözü kör olan görmez. Ve illâ Haktaala zahirdir/apaçıktır, mahfi/gizli değildir. Didei basireti/basiret gözü açık olan arifler Haktaaladan gayrı bir şey görmezler. Çünkü vücud vücudu Hak değilmlidir. Bu makamda ibni faris hazretleri kaside-i teiyesinde buyurmuştur.


Büdai bil ihticap ve ihtifai bi zahir; yani hicapla/örtüyle zahir oldu mazharı ile gözlendi. Anın için mahcup/perdeli olan Hakkı göremez ve hicabı/perdesi ref/kalkmış olan Hakkı görür. Neam zahirdürür gözlülere âmâya mahfi Anı zâhir gören işini bozmağa yorulmaz Yani Hakkı zahir gören arifler, anın işini bozmağa her ne kadar çabalayıp bozulmaz. (Hakkı gören Arifler, Hakkın işi her ne kadar bozulmaya çalışılsa da bozulamayacağını bilirler) Zarafetle bu Mısri’den haber alsam deme hiç Hakk’ın sırrı emin olmayana bil kim denilmez Zarafetle nezaketle memul/umut etme. Mısriden haber alınır mı? Alınmaz. Çünkü kaalallahütaala (innellahe ye’ mürüküm en tüeddül emaneti illa ehleha / Muhakkak Allah Teâlâ size emrediyor ki, emanetleri ehline veriniz… (Nisa-58 ) bir de resulullah buyurmuştur. Emaneti ehlinden gayrıya verirsen emanete zulüm etmiş olursun. Ehline vermez isen ehline zulüm etmiş olursun. Çünkü emaneti na ehline/ehil olmayana vermek emanete zulümdür, zira o kader ve kıymetini bilmez. İşte bu ayeti kerimenin nuzülü, Resulullah beytişşerifin miftahını/anahtarını ibni şeybeden alıp ibni abbasa verdi. Fakat emanetle ilgili Ayeti kerime nazil olunca ibni abbastan alıp ibni şeybeye geri verdi. Ayeti kerimenin sebebi nüzulu hastır/iniş sebebebi özeldir). Velâkin manası aamdır/geneldir, umumidir. Emanet yalnız beytişşerifin miftahı/anahtarı değildir. Sair/diğer emanetler her ne olursa olsun aamdır (genelini kapsar). Bu hususta tevhid kadar kıymetli emanet olabilirmi? Olamaz. İşte tevhid ki Hakkın sırrı, emin olmayana denilmez. --------------------------------------------------------------------------------------------(73) Vasl-ı Hak olmağa eylersen heves Aşka ulaş gayriden gönlünü kes Gayri nesne sanma aşkı zâhidâ Kendi cennetten oluptur muktebes


Kârıbândır bu halâyık daima Ehl-i aşk içinde olmuşlar cerez Kerban, kafile demektir. Yani hac yolunda olan kafilelere kerban denir. Çerez, hani ya develerin boynuna çan asarlar. Onun sebebi o çan çaldıkça deve neşeye gelir. Hatta onun için kafilelerde her türlü çalgı çalmak için ruhsat verildi. Haram değildir. İşte deve kısmı açlığa ve susuzluğa mütehammil/dayanıklı bir hayvandır ve âşıktır. Yolda üzerinde çan ve çalgı urup deveciler dahi güzel sada ile ilahi vesaire yapmağa başlayınca, develer dahi aşka gelip sade yürürler. İşte mahlükat/yaratılanlar arasında ehli aşk’ta, çan gibidir. Cism ü canın ko yükün yinilde gör Râh-ı aşka gidemez merkeb feres On sekiz bin âlemi tutup duran Kaf u nun’un terkibiyle yek nefes Avalem/âlemler yirmi sekizdir. Çünkü meratibi ilahiye yirmi sekiz mertebedir. Burada niçin öyle Mısri Efendi söyledi, şunun için ki; bak meratibin, en evveli nuru Muhammedi, nefsi kül, tabiat, heyyüla, arş, kürs. Bu altısı manevidir. Çıkarıldıktan sonra yirmiiki kalır. Şimdi arş bütün âlemi ihata etmiş bir kubbedir. Muhaddebine arş denir. Makassirine feleki atlas ve felekil buruç denilir. Mukassirinde hiçbir şey yoktur. Sadedir. Düzdür. Bu iki kürenin dahi muhaddebi var, mukassiri var. Buda iki, dört, yirmi ikiden dördünü çıkar, onsekiz kalır. Onun için Mısri Efendi on sekiz bin âlem dedi. Kürsün mukassirine feleki menazil ve feleki mükebkeb denilir. Feleki menazil, menazili kamer orada olduğundan. Feleki mükevkeb, bu görülen yıldızların kaffesi o felekte bulunduğundan denilir. Sebayı seyyareden başka bütün yıldızlar kürsün mukasirinde yani feleki mukebkebdedir. Bir dahi yirmisekiz mertebeden 1- nuru Muhammed 2-nefsi kül 3-tabiat 4-heyyüla 5-arş 6-feleki atlas 7-kürsi 8-feleki menazil. Bunlar sekiz, bir de mevalidi selase dokuz, bir de anasırı Erbaa on olur. Yirmi sekizden onu çıkar on sekiz kalır. Şimdi bu onsekiz onzekizbin olur. Tenevvül cihatiyle bu onsekiz asıldır, onsekiz bin âlem ki meratibi ilahiyedir. Bütün bunları tutan nedir? vücüdu Hak’tır. Her bir mertebeden zahir olan Hak değilmidir? Pek âlâ Kaf-ı -nun ile mi? Evet. (innema enrühü iza erade şeyen en yekule lehu kün fe yekün / O bir şeyi istediğinde, buyruğu sadece şunu söylemektir: Ol Artık o, oluverir. (Yasin-82) Çünkü bu âlemi dört melek mazharında tutar. Cebrail, Mikail, İsrafil, arzail. Zira ne dedik, melek ismi kuvva mazharıdır. Bu melaik,


mazharları ile bu âlemi tutar. Bu melaik, avalemin erkânıdır, Evtadidir Amma bu mezahirden zahir olan kendisidir. Mazhar olunca demek kaf ve nun iledir. (Çünkü bu âlemi Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail isimli dört melek mazharında tutar. Çünkü melek kuvva mazharıdır. Bu melekler mazhariyeti ile âlemlerin düzeni zinde/ayakta durur. Amma bu melekler mazharlarından zahir olan/açığa çıkan Hakk’ın kendisidir. Ki, bu mazhariyetler hep kaf ve nun, yani ‘Ol’ emriyledir). Tarfetü’l- ayn içre yakar cümlesin Ger dokuns nâr-ı aşktan bir kabes Bağ-ı cennet de olursa oda yak Ey Niyazi koma dilde hâr u hes -----------------------------------------------------------------------------------------(74) Derman arardım derdime derdim bana derman imiş Bürhan arardım aslıma aslım bana bürhan imiş Bu aşıka göredir. Çünkü aşıka derman nedir, derddir. Dertli olmayınca âşık olabilir mi? olamaz. Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyu Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş Öyle sanırdım ayrıyım dost gayridir ben gayriyim Benden görüp işideni bildim ki ol canan imiş Savm u salât u hac ile sanma biter zâhid işin İnsan-ı kâmil olmağa lâzım olan irfan imiş Savmu salât ve hac, faraizi ilahiyedendir, bunlar ile ey zahid işin bitmez/Oruç, namaz ve hac Allah’ın farzlarındandır. Ey dinin şekli/dışı ile kulluk etmeyi yeterli gören zahid kişi, bu farzları yerine getirmekle işin bitmez). İnsan-ı kâmil olmağa irfan lazımdır. Kanden gelir yolun senin ya kande varır menzilin Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş


Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana hakke’l -yakin Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş Mürşidi kâmil gerektir ki sana Hakk’ı hakkel yakin bildire. Çünkü ilmel yakin ehli şeriatin ilmidir. Aynel yakin ehli tarikatin ilmidir. Hakkel yakin ehli hakikatin ilmidir. İşte Hakkı hakkelyakin bildiren hakikat mürşididir. Yani mürşidi kâmildir. Mürşidi olmayanın mütaalâsından ve muhabbetlerinden anladığı bildiği boştur. Yani tevhit süluksuz olmaz (Mürşidi kâmile intisab ederek Hak yola girmeyince olmaz). Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğradır. Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş Mürşidi kâmil neden anlaşılır ve alameti nedir. Alameti şudur ki kalbinde dünya gailesi olduğu halde yanına gidersin, eğer ki gailen eksilir ve ref olur/gider ise o mürşidi kâmildir, yok eğer eksilmeyip de daha ziyade bir gailene gaile/dertlerine dert katılır ise, o kâmil değildir, yalancıdır ondan kaç. Zira yolunu sarpa uğratır/zorlaştırır. Mürşidi kâmilin yolu ise kolaydır. Anla hemen bir sözdürür yokuş değildir düzdürür Âlem kamu bir yüzdürür gören anı hâyran imiş İşit Niyazi’nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün Hak’dan ayan bir nesne yok gözsüzlere pünhan imiş ----------------------------------------------------------------------------------------------(75) Her yeri hüsnün gülistan eylemiş Her tarafta bağ u bostân eylemiş Ziynet etmiş zirâ bes evsaf ile Her sıfattan zâtın ilân eylemiş Yani Hakkın zatının zineti/süsü sıfatlarıdır. Yani her sıfattan zatını ilan eder demektir. Bunca evsaftan görünen bir cemâl Bir cemâli bunca elvân eylemiş


Bu sıfatlardan görünen bir Cemâl ki, Cemâli Hak’tır, bu bir cemali bunca elvân/çeşit eylemiş. Yani bir olan cemâl türlü suretler ile görülür ki, mezahir/mazharlar ile görülür. Hep kitab-ı Hak’dır eşya sandığın Ol okur kim seyr-i evtân eylemiş Bu eşya sandığın hep kitabı Hak’tır. Bak kuranı azimüşşanda cenabı Hak buyurmuştur. (vetturi ve kitabi mestur fi rekkinmenşur / yemin olsun o tur’a, yazılmış bir kitaba ve yayılmış bir verakta/sayfalarda (Tur-1, 2, 3. ) Tur cümle dağların yücesidir. “Kitabı mestur” dan murad bu suver bu malûmat/Bu suretler ve bilinenlerdir. “fi rekkin menşur” demek bu kâinat bütün bir kitaptır, o kitabı tevhit makamatını seyir ve keşf eden okur, başkası okuyamaz. Hüsnünü izhar eder bunca sıfat Zâtına insanı bürhân eylemiş Ne demektir, yani Hakk’ın zatına insan delildir. Yani Hakk’ın zatına insan delalet eder. Hakk’ı istersen yürü insana bak Şems-i zât yüzünde rahşân eylemiş Hakkı görmek istersen insana bak, zira şemsi zatı insanın yüzünde leman eder/parıldar. Melaike ve saire nakıstır/eksiktir. Mesela melaike yalnız ismi kuvveye mazhardır, insan ise cemi esmaya camidir/tüm isimleri toplayandır. Hak yüzü insan yüzünden görünür Zat-ı Rahman şeklin insân eylemiş Anın için Hak yüzü insan yüzünden görülür. Zira insan zatı Rahmanın şeklidir. Bir kere hazreti Resulullah sahabi ile haremi şerifte otururlar idi; üzeyfetül yemani dahi hazırı bilmeclis/mecliste hazır idi. Hazreti resulullah buyurdu; (inile cidü rihel rahman min cihetil yemen. Yani rahmanın kokusu yemen tarafından bana gelir). Sonra üzeyfetül yemani tebessüm etti. Çünkü Rahmandan murad gavsül azamdır. Üzeyfenin tebessüm etmesi ol vakit


Veysel karaninin amcası gavs idi, ismi Aliyyül karani idi. Üzeyfe de gavsın sahibüşşimali (kuzey yardımcısı) ve âlemi suflide/düşük aşağı âlemlerde mutesarrıftır. Üzeyfe sahibülşimal olmakla ol vakit yeryüzünde mütasarrıf idi. Bak şimdi gavsülazam surette insan şeklinde ufacık bir adam. Velâkin avucunda cemi âlem bir hardal danesi kadar olamaz. Ne kadar büyüktür. Hazreti Bedrettin Simavi varidatında (errahmanu alelarşisteva / rahman arşı istiva etti (Taha-5) ayetinin tefsirinde dahi böyle buyurmuştur. Çünkü rahmandan murad gavsı azamdır. Arşı müstevi/kapsayıcı olan gavsı azamdır. Nice görsün şems-i vechin çün anın Zâhid-i âmâ ki tuğyân eylemiş Zahid nice görsün şemsi vechini ki (Tevhidin sadece kelimesiyle meşguliyeti kemalat bilip, tevhidin hakikatından mahrum olan zahidler, rabbin güneş gibi yüzünü nasıl görsün ki, onlar) tuğyan (azgınlık sapkınlık) edüp ehlullahı tan ederler/ayıplarlar. Şemsi vechini gören ise yine ariftir. İçini almış anın zevk u riya Gönlünü şeytan perişan eylemiş Her nazarda gördüğü Hak ârifin Her görüşte nice ihsan eylemiş Hakk’ı anlamak değil âsân ola Adetâ Hak böyle erkân eylemiş Salik erince kemale şöyle bil Yüreğin baş bağrını kan eylemiş Anlayınca zât-ı Hakk’ı zevk ile Bu Niyazi nice seyrân eylemiş ----------------------------------------------(76) Gözet sun-i kadimi kim kimin halkın azim etmiş Tamam halka elin fi’lin dilin gönlün kerim etmiş


Ey tevhidi efal saliki; gözet sun-i kadimi/ezeli sanatı gör. Ki Halaka nuri Muhammed evvela ma halakallahtır/nuru Muhammed evvel yaratılıştır. Çünkü Hazreti resulullah buyurmuştur. (evvela ma halakallahu nuri ve evvel ma halakallahu ruhi ve evvel ma halakallahu akli / Allah önce nur’umu, Allah önce ruh’umu, Allah önce aklı yarattı). Bu mahlükat ve mevcudat Nuri Muhammedinin şerhi/açıklaması ve tafsilidir/ayrıntısıdır. Kiminin tevhidi efalin sırrını gönlüne kerim/ikram etmiş. Çünkü o mazharı cemal ve muvahidül efal olmuştur. Kimin bed nefs u bed ef’al u bed huyu zamir etmiş Kahır evsafını mazhar kılup anı leim etmiş Kiminin nefsini efalini huyunu bed/çirkin etmiş. Çünkü o mazharı celâl olup, muvahidül efal olmamıştır. Anı leim (alçak, kötü) etmiştir. Ne kim takdir edüpdür Hak olur elbette ol zâhir Ne tedbir ederiz ona ki takdiri hakim etmiş Hakkın takdiri ne ise elbette ol zahir olur. O takdir tedbir ile bozulmaz. Zira anı hâkim takdir etmiştir. Takdir dünkü dersimizde geçmişti. Fiilin icadına talluk eden kudreti ilahiyedir. ‘Tedbir et kadere bühtan etmiyesin’ bir sohbet/söz var ki, O cahil kelamıdır. Sultan abdülmecid han efendimiz hazretleri tahta teşrif ettikleri vakit der saadete/İstanbula gittim. Selanik müftüsü bi takım fetva kitapları sipariş etmiş idi, aldım getirdim. Otururuz biraz dedim ve bana ruhsat verin memelekete gideceğim. Nedir acelen dedi. Dedim, familyayı/ailemi koçanadan üskübe nakledeceğim. Niçün dedi. Üsküpte oturacağım ya. Üsküpte müderris buldular mı dedi. Hayır bulmadılar dedim. Ya nice/nasıl koçanadaki müderrisliği terk edeceksin, oranın bunca vakfı geliri var, sonra kadere bühtan etmiyesin dedi. Ben dedim ki, kadere bühtan küfürdür ben etmem. Müftü elini sakalına koydu. Vidinli hoca da orada idi. öyle ikisi de bu kelamın küfür olduğuna vakıf değillermiş. Ol vakit vukuf hâsıl ettiler. Hiç takdir tedbir ile bozulur mu, bozulmaz.


Veli ârif olan lutfe sevinmez kahre incinmez. İyü kem cümleten halka atâsın amim etmiş İksin bir bilip doğru hakikatle görür kim Hak Celâli perdesin çekmiş cemâline harim etmiş Arif olan lütfa sevinmez kahra incinmez. Hakikat halde lütf ile kahr birdir. Hak cemâlini celâli ile ihata etmiştir/kuşatmıştır. Celâline uğramadan kul cemâlini göremez. Bu bapta kadiyel kadat bir temsil etmiştir. Sultan etrafında, yani sarayı civarında karakol var ve tenbih eder ki, her kim gelüp sizi tanımaz ve yanıma girmek isterse kovun. Mukabele ederse/karşılık verirse vurun. Bu taraftan da nedimasına (cariyesine) der ki beni tenhada görün. Artık nedimesi ne yapar eder, Karakolun uykuya varmasını veyahut bir işle meşgul olmasını bekler. Ve o sırada içeriye girer, didârı/vechi padişah ile müşerref olur. Kezalik/bunun gibi Hakk’ın cemâli celâli ile muhittir/kuşatılmıştır. Âlemi ahirette mahşer var, sorgu sual, mizan (kulun yaptıklarının ölçülüp tartılması), sırat köprüsü var. Bunlar hep celâldir. Mümin bunlara uğramadan cennete girebilir mi giremez. İkisinden de lâzımdır kemâl-i hüsn zâtına Anınçün birini kahhar edüp birin halim etmiş Hakkın hüsnü/güzel zatının kemaline celâl de lazımdır, cemâl de. Anın için kişinin istidatı celâl ise kahreder, cemâl ise halim (iyi huylu) eder. Ne hâsıl ey Niyazi cennet-i irfana irmezsen Tutalım Hak yerin anda senin dârü’n-naim etmiş Ey Niyazi istersen yerin darın naim olsun, cenneti irfana giremezsen ne hâsıl. Darın naim, cenneti mecâzi, âlemi ahiretteki amel cenneti olup oraya ahirette girilir. Oysa bir kul bu günde cenneti irfana girmelidir, yani cennetül zat’a girmelidir. Asıl cennet odur. Ehli tevhit nice/nasıl ki âlemi dünyada cenneti irfanda ise, âlemi ahirette dahi öylece cenneti irfanda olacaktır. Tevhid ehli için hiç bir farkı yoktur. Cenneti mecâzi (amel cenneti), amaller mukabilinde/karşılığında verilir. Ki


o cennetin ehli yine hicaptan hali/perdesi kalkmış değildir, mahcuptur (Hak’tan perdelidir). -------------------------------------------------------------(77) Bu tabiat zulmetinden bulmak istersen halâs Gel riyazetle arıt bu cism ü canı çün rasâs Tabiat var, nefs var, kalp var, ruh var, sinir var, safi, var hafi var. Bu yedi makamdır. Tabiat ehli şudur ki, ehli şeriat bilmez, haram bilmez, helal bilmez, zarar bilmez, faide bilmez. İşte makamı tabiatte olan bunlardır ki hayvan gibidirler, belki hayvandan bile aşağıdır. Hayvan yine bir dereceye kadar zarar ve faydayı hisseder. Bir kişi nebi veya resule taalluk ettiği yani tabi olduğu vakit, makamı tabiatten makamı nefse terakki eder/yükselir. Nice mecruh eylediyse ruhunu emmare nefis Sen de gürz ü zikr ile dön başına eyle kısâs Nefste, 1-nefsi emare, 2-nefsi levvame, 3-nefsi mutmaine, 4-nefsi mülheme, 5-nefsi raziye, 6-nefsi marziye, 7- nefsi safiye mertebeleri vardır ki, bu dahi yedidir. Eğer ki nefsin emri ile hareket eder ve nefsin istediğini yaparsa, o kişi nefsi emmare sahibidir. Yok, nefsin istediğini yapıp ta sonradan pişman olarak kendi kendini levm ederse/kınarsa, nefsi levvame sahibidir. Nefs ile ruhun farkı şudur ki, kişi Hak ile olur ise ruh denilir. Hak ile olmaz ise nefs denilir, farkı bu kadardır. Riyazat/perhiz iki kısımdır, biri yemez içmez bu şeriatta yoktur/bu şeriata aykırıdır. Ki bu riyazatı kâfirler de yaparlarlar. Keşişler/rahipler cebellerde/dağlarda tenhalarda gıdalarını riyazatla bir hurmaya kadar indirirler. Riyazat, perhiz demektir. Hazreti resulullah (la rahbiniyeti fiddin / Din de ruhbanlık yoktur) buyurmuştur. Öyle arpa ekmeği ile filanla riyazat olmaz. Asıl riyazat, yani şeriatta riyazat siyam/oruçtur, müminin senede bir ay ki ramazanı şerif ayında oruçlu olur. İşte müminin bu riyazatı/perhizi vardır. Her ne vakit galib olsa kes gıdasın kâfirin Gice gündüz cünne i tevhidi kıl sana menâs Uzlet-i halk ihtiyar et sen sana gel ey gönül


Tâ bulasın uzletle Hak katında ihtisâs Ya seyri süluk ile tevhidi zat makamına varanın nazarında/bakışında, şuhudunda halk var mıdır? Yoktur. Tabii ki o uzlettedir (Yalnız Hak’ladır). Ey Niyazi bu riyazet yoluna kim gittiyse Buldular şol zevki kim buldu anı ancak havâs Burada Mısri efendinin dediği havas beş makamdır: Birincisi havas, ikincisi havasül havas, üçüncüsü hülasatün havasün havas, dördüncüsü nihayet havasül havasül havas, beşinci reknihayet hülasatül havasül havasül havas. Bunlar beş makamdır, zira havas cem makamıdır. Havasül havas hazretül cem makamıdır. Havasül havasül havas cemmülcem makamıdır. Nihayet hülasatül havasül havasül havas ehadiyet makamıdır. Sonra makamı velaye, makamı sıdkıye, makamı kurbiyye vardır. ------------------------------------------------------------------------------------------------(78) Sen seni bilmektir ancak pire ülfetten garaz Noktayı fehmeylemektir ilm ü hikmetten garaz Mürşidden garaz/Mürşide gitmekten maksat sen seni bilmektir, çünkü şeytan seni kendi yoluna tergip eder/isteklendirir, anın için mürşit lazımdır mürşitsiz olmaz. İlmü irfandan garaz/maksat noktayı fehmeylemektir. Bir kere ashap hazreti Ali keremallahü veche ye dediler ki; ya emir el müminin ilim nedir. Hz. Ali buyurdu; kütübü ilahide olan kuranda var, kuranda olan fatihada var, fatihada olan besmelede var, besmelede olan ba da var. ba da olan noktada var, ene noktatün elleti fi tahtül ba. Yani ba’nın altındaki olan nokta benim, dedi. Öyle ya el ilmü noktatün kesserü el cahilün / İlim bir nokta idi cahiller çoğalttı. Ya ilim bir noktadır. Bu tafsilat/ayrıntılı çokluk hep o noktai fehm ettirmek içindir. Halkı bunca enbiya kim geldi dâvet eyledi Vahdetin sırrı bilinmektir o dâvetten garaz Bu kadar resul/elçi ve bu kadar kitap, bu kadar peygamber veresesi geldi hep anın içindir. Yani vahdetin sırrını fehm etmek/anlamak içindir.


Sanii gör günde yüzbin türlü san’at gösterir Kendüyü göstermek çündür o san’attan garaz Ey tevhidi efal saliki; sanii/sanatkârı gör her günde yüzbin sanat gösterir, o sanattan garaz/maksat kendini göstermektir. Hadisi kutsi: Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en urefe fe halektel halka li urefe. Yani ben suveri malûmatla zahir idim, diledim ki bilineyim, mahlükatı ve mevcudatı halkettim/yarattım ki, bilineyim içindir. Hep celâlin perdesidir küfr ü isyandan murad Bahr-ı cûdun katresidir fazl u rahmetten garaz Nefsini bilen irermiş bir tükenmez devlete Fakr-ı fahri’dir Niyazi bil o devletten garaz Hakkın celali batın hicabı zahirdir. (Hakkın cemâli batın, hicabı/örtüsü apaçıktır). Nas/İnsanlar fakirdir, çünkü bak cenabı Hak buyurmuştur; kaalellahutaala: ya eyyühannas entümül fukara vallahu ganıyyun hamid / Ey insanlar, siz Allah'a yönelmiş fakirlersiniz/yoksullarsınız! Allah ise mutlak Ganî/zengin, mutlak Hamîd'dir/övülendir. Fatır-15) Efal Hakkın, sıfat Hakkın, vücut Hakkın olunca nas fakirdir. İşte mısri efendinin fakru fahridir o davetten garaz buyurduğu budur demektir. -------------------------------------------------------------------------------------------(79) Her deninin sözüne aldanıp etme ihtilât Her leimi sırra mahrem sanma eyle ihtiyât Şol ki söz kadrin bilir cânın ana eyle nisâr Ayağının altına döşe yüzünü çün bisât Arifin kadrin yine ol ârif olanlar bilür Ehl-i ulûvvun rütbesin bilmez ehl-i inhitât Güç getirme kendine geldikçe a’da tâ’nesi Sükkeri helvadır andan hâsıl olur inbisat Ey Niyazi fariğ u âzâde ol var çekme gam Kahrı lütfu bir bilirsen gam olur sana neşât ----------------------------------------------------------


(80) Bugün bir meclise vardım oturmuş pend eder vâiz Okur açmış kitabını bu halkı ağladır vâiz İki bölmüş cihan halkın birini cennete salmış Eliyle kürsüden birini tamuya sarkıdır vâiz Çıkar ağzından ateşler yakar şeytan-ı mel’unu Sanasın yedi tamunun azâbı kendidir vâiz Tamu’ya şöyle doldurmuş içinde yok duracak yer Ana yerleştirir halkı acep hizmettedir vâiz Yaraşır va’z ana Hakka ki yanar yıkılır her dem Niyazi’nin hemen ancak cihanda adıdır vâiz ----------------------------------------------------(81) Sıdk ile girdinse yola ey şücâ Bir kati gerekli söz var kıl semâ Cümleden evvel sana lâzım olan Cümle yârânına eyle gel vedâ Mal u mülk ü kavmi ihvanın ayar Terk et anları sana verir suda Bir gönül kalır arada ânı da Şeyhe tapşur ana eyle ittiba Böyle etsen bil hakikat sırrına Az zamanda hâsıl olur itilâ Sırr-ı tevhidin Niyazi hâsılı Hak ile ortada kalmaya nizâ Yani malı mülkü ve kavm/akraba ve ihvan/kardeş ve yârânın/arkadaşların cümlesinin terk edilmesinden murad/amaç, bunlara kendini hasretme/vakfetme, gönlünü bağlama. Zira bunlar baş ağrısı verir. Yani fenai tam da ol ki, o zaman Hakk ile ortada niza/uyuşmazlık kalmaz. ---------------------------------------------------------------------


(82) Her kimin kim derd-i Hak’dan yüreğinde olsa dâğ Akıbet dermana erip can u gönlü ola sağ Lik derdi olmayanın derdine hiç çare yok Gönlü olmuştur anın yanından ol daim ırağ Hapsedip şahbaz-ı ruhu zâğ-ı nefsin besler ol Cifeden gayri ne sayd eder havâya ağsa zâğ Şol esir-i nefs olan dâim muazzeb tâmuda Nefs elinden kurtulana cennet olmuştur durağ Nefs odur kim cehil karagusu kaplar gönlünü Ruh odur ki ilmi nuru gönlüne yakar çerağ Tûtiyâ-yı mârifetle rûşen et cânın gözün Göresin canânı her yüzden ola dağ üstü bağ Cân u gönlün şad olup her gussadan âzâd ola Bir ola dâim Niyazi gözüne yakın ırağ ----------------------------------------------------(83) Gel ey sofi çıkar sofu kıl insâf Ko sûret düzmeği kıl içini sâf Sofu kelimesi, softan müştaktir/türemiştir. Bu sofu kişiler Hırka yaparlar giyerler, başlarına takke takar tac yaparlar. İnsaf et ey sofu bu suret düzmeyi bırak. Riyâ ile bu ömr-i nâzenini Nice bir sarf edip edersin isrâf Yani ey böyle cübbeyle takkeyle uğraşmayı dindarlık zanneden kimse, bu ömrü nazanini şekil suret riyası/gösterişi ile sarf ederek israf edersin/gereksiz yere harcarsın, demektir. Kuru dâva mı sandın sen bu ilmi Bu yola böyle mi gittiler eşrâf


Bu ilmi tevhidi sen bir kuru dava mı sandın, ya niçün nafile (boş yararsız şeylerle) ömrünü israf edersin/harcarsın? Eşraf (ileri gelen ehlullahın şereflileri) bu yola böyle mi gittiler? Dahi kâmilliğin bu mu nişanı Sana derviş ola etraf u eknâf İnsanı Kamilliğin nişanı bu mu dur? Ki sana şıh/şeyh denilsin, yoksa etraf eknaf/esnaf sana biat edip derviş olsun. Değil vallahi mürşitlik bu resme Kemal ehline yakışmaz bu evsaf Vallahi, mürşitlik böyle resmi suret, kılık kıyafet, saç sakal düzmek ile değildir. Ancak bu sıfatlar senin gibi sofuların olup, kemal ehline şekil suret düzmek yakışmaz. Arıt pâk eyle kalbin eyle hâlis Beğenmez böyle kalbi anla sarrâf Yani sen kendi kalbini pak eyle, Halis eyle, Hakk’ı anla arif ol, zira böyle bir kalbi sarraf beğenmez. Hakikat kârbânına uyagör Kati ruşen yola gider ol esnâf Hakikat ehillerinin kerbanına/kafilesine katılıp onlara uy. Zira o esnaf yani ehli hakikat, açık yola giderler. Onların öyle gizli saklı yolu yoktur. Fena Kaf’ından aşar yolları hep Beka Anka’sına olurlar ezyâf Yani fena Kafından murad fenafillâh olmaktır. Çünkü fena zordur. Anın içün yüksek olan Kafdağı ile fanayı teşbiye ediyor/benzetiyor. Beka Ankası ile yani fenafillâh olan bekâbillah da misafir olur.


Bu yolu cümleden âlâ tutarlar Saray-ı vahdete erişen eslâf Hurufa bakma andan içeru bak Nefestir cân değildir nun ile kâf Hurufa/harflere bakma, yani bu süveri/suretler mevcudatına bakma, demektir. Çünkü bu mevcudat hurufu süveriyedir (harflerin sureti gibidir), içeru bak ki hakikata bak. Bu mevcudat şunun gibidir ki; bir hamam kubbesi altında biri söyler, kubbede daha güya birileri söyler. Halbûki kubbede başka söyleyen var mı? Yoktur. Sanki bir kaç kişi söyler ise gibi orada sesler tekessür eder/çoğalır. Ancak söyleyen birdir. Nefes bahrinde lâl olmuş Niyazi Sadâ vü harf içinde olan urur lâf --------------------------------------------------------------------------------------------(84) Bulan cemiyyet-i kübrâ olur sâf Vücudu olur anın ha ile kaf Yani demektir ki, cemiyeti Kübra/büyük cemiyeti bulan bir zat/kul, saf olup arınır, onun vücudu varlığı hep Hak olur. Diliyle eylemez dâva-yı merdi Gönlünde himmetidir nun ile kaf Yani o zat/kul lisanı/sözle, laf ile mertlik davasında bulunmaz. O Her ne dilerse gönlünden kün/ol der ve o şey olur. Kâmil bir memlekette olup ta o memlekete celal ile muamele etse halkını perişan eder. O memleket boş kalır, tekrar dolar ise yine boşaltır. Kâmilin himmeti kün/ol demektir. O, Kün/ol dedi mi her ne dilerse o olur. Olur zâtı bu mevcudâtın ol cân Olupdur kevn ana âzâ vü efsâf Yani ne demektir ki; onun zatı bu mevcudatın zatıdır. Ekvan/âlemler, evren ise aza ve sıfatlarıdır.


Netekim can olur mahfi bedenden Gerektir ola mahfi kutb-ı etrâf Ve o zat, yani kutuptan murat kavsü azamdır. Ki Can bedenden mahfi/gizli olduğu gibi o da halk içinde mahfidir/gizlidir. Tavaifi evliyadan yediler var, kırklar var, üç yüzler var. Yedilerden biri gavs ki; bütün avalem/âlemler anın avucunun içinde bir hardal danesi kadardır. İkisi imaman, bunların biri gavsın sahibü yemini (Güney yardımcısı) ki, âlemi ulvide mütesarrıftır (yüce âlemlerde tasarruf eder). Bu felekiyat ve yıldızlar anın emri ile devran eder ve göğler anın emri ile durur. Eğer ki; sahibül yemin olmasa göğler bir an durmaz bozulur. Birisi de sahibü şimali (kuzey yardımcısı) ki, âlemi süflide mutasarrıftır (aşağı düşük âlemde tasarruf eder). Erzak vesaire anın eliyle verilir. Dördü dahi evtaddır. Yani evtadı Erbaa/dört seçkin er denilir. Bunlar bu âlemin dört tarafından muhafazasından memurdurlar. Velâkin bunların hiç birisi gavsı bilmez. Gavs her birinden mahfidir/gizlidir. İllâ sahibü şimal gavsı bilir. Çünkü gavsın vefatında sahibü şimal/kuzey yardımcısı onun yerine gavslığa geçerek gavs olur. Sahibül yemin sahibül şimal/güney yardımcısı kuzey yardımcısı olur. Evtat-i erbaadan biri sahibül yemin olur. Kırklardan biri evtat, olur. Üçyüzlerden biri kırklara alınır. Üçyüzlere de ehli tevhitden istidadı yakin olan biri bulunur. Fena meydanın merdi olan er Niyazi gibi etmez ol kuru lâf (85) Zâhidâ sûret gözetme içeru gel câna bak Vechi üzre gör ne yazmış defter-i Rahman’a bak Yani defteri Rahman’dan murad; kâmildir. Çünkü Kâmil Rahman sıfatıyle muttasftır/vasıflıdır. Mushaf-ı hüsnünde yazmış kulhüvallah âyeti Ger inanmazsan gir ü var mekteb-i irfâna bak


Asrısaadetten evvel Halk Hz. İsmailin şeriatı üzerine giderler idi. Sonra biri çıkıp halkı abdei evsan (putperest) etti. Asrısaadetten dört yüz sene evvel evsan (put) mezar taşı gibi olup, beyti şerif etrafında dikilüp ve boyunlarına deve kuşu yumurtası ve taşlar asup tezyin ederler/süslerler. Ve beyti şerifi tavaf ederek evsanların/putların yanına geldikleri vakit secde ederler idi. Sonra Hz. Resulullaha sordular; senin rabbın altundanmıdır, gümüştenmidir? Nedendir/nasıl bir şeydir? Şu kulhüvellah ayetinin (suresinin) sebebi nüzülü budur. Çünkü kulhüvellah ayeti kuranın en cemiyetli bir ayetidir/suresidir. Cebrail aleyhisselam bu ayeti kerimeyi indirdi. ‘Kulhüvallahü ehad’, yani vücuda gelmeyen malûmat ve vücuda gelen mevcudat ehad’tır/tekdir. Çünkü ehad hüviyeti gaybı mutlaka delalet eder. ‘Uluhiyyet’ise, dünya ve ahiret mevcudata delalet eder. Esmai camiadandır (isimleri toplayandır). Yani ahadiyet hüviyetine gaybı mutlakın ahadiyeti, vahidiyet hüviyetine mevcudatın ehadiyeti o dur. (Yani ehadiyet, gaybı mutlakın hüviyetidir, vahidiyet ise, mevcûdatın hüviyetidir ki, bunlar iki değer olarak ifade edilse de, O dur, yani ehad’tır). ‘Allah’, yani mevcudattır. ‘Essamed’ ise, ona arzı ihtiyaç ederler. Samedin manası odur ki, cümle mevcudat dünyevi ve uhrevi, ona (samedaniyete) ihtiyaçlarını arz ederler. Yani her bir şeyin ihtiyaçları ona’dır. ‘Lemyelid’, doğurmadı. ‘Velemyuled’, doğmadı, eba/babası ve ecdadı/dedeleri yoktur. ‘Velemyekünlehü küfüvven ehad’, yani ahad’tır/tek’tir, ana/ona hiçbir şey akran (O’nun dengi) olmadı. Çeşmini gösterdiğince âşıkın cânın alır Leblerin açtıkça can nef eyleyen cânâna bak Çeşminden murad, vücudu Hak’tır. Yani vücudu Hakkı görenin kendi vücudu kalırmı? Kalmaz. Zülfünun her bir teline bağlı bir Mecnun’u gör Hattının ilindeki yüzbin meh-i tâbâna bak Zülfünden murad, Hakkın zuhuratıdır/açığa çıkmasıdır. Yani her bir zuhuratında/açığa çıkışında birer mecnun bağlıdır.


Mecnun Leylâya âşık idi ve Leylânın zülfünde bağlı idi. Yani maşuku (sevgilisi) olan Leyla ile bir vücut idi. Âşık ta Hak’tır, maşukta Hak’tır. Âşıklığı ile tecelli ve zuhur eder. Âşıka maşuka dahi lazım olur ve Maşukluğu ile de zuhur eder. Velhasıl zahir olan âşıkta odur, maşukta odur. Âteş-i ruhsâr ile yanmış kararmış çehresi Harf libasından soyunan nokta-i üryâna bak Yani harf libâsından murad/amaç, suret libası/giysisi demektir. Nokta-i üryandan murad, vücudu Hak’tır. Hep mülazım kulluğunda bu cihânın şehleri Kapusunda pâdişehler kul olan sultâna bak Âlem anın hüsnünün şerhinde olmuş bir kitab Metnin istersen Niyazi sûret-i insâna bak Bu avalem/âlemler, nuru Muhammedin, yani Hazreti Muhammed S.A.V.min sureti nuraniyesinin şerhinde/açıklaması olan bir kitaptır. (Vetturi ve kitabi mestur fi rekkin menşur / Yemin olsun Tûra, Satır satır yazılmış Kitap. Ki açılıp yayılmış ince deri üzerine yazılmıştır. (Tur-1, 2, 3) varit oldu. Yani tur dağının hakkı için ve bu avalem/âlemler ki nuru Muhammedinin şerhinde/açıklaması olan bir kitaptır. Anın hakkı içün işte cenabı Hak kasem/yemin etmiştir. Hazreti Resulullah ise bu âlemler kitabının metnidir/özüdür. İşte bu kitap olan avalemin/âlemlerin metnini/özünü bulmak istersen, sureti insana bak. Bir salik sadık olduğu vakit makamı cem’de hazreti Resulullah sureti nuraniyesiyle veyahut sureti unsuriyesiyle yakaza (uyku ve uyanıklık arası) halinde ana gelir. Behemahâl/mutlaka gelir, tevhidi efalı tevlidi sıfatı ve tevhidi zatı ana telkin eder. ----------------------------------------------------------------------------(86) Hak ilminde bu âlem bir nüsha imiş ancak Ol nüshada bu âdem bir nokta imiş ancak Ol noktanın içinde gizli nice bin deryâ


Bu âlem o deryâdan bir katre imiş ancak Bir derviş demiş ki, şeyhimle yüz bin âlem gezdim her bir âlem bu kadar sayıh/gerçek demiştir. Âdemliğini her kim buldu ise odur âdem Yoksa görünen sûret bir gölge imiş ancak Âdemliğini her kim bildi ise, âdem odur. Yoksa bu suret âdemde olup ta içi hayvan olursa o, bir gölge gibidir. Hani ya bir adam güneşe karşı durursa gölgesi yere vurur ve o adamın sarığı, sakalı o gölgede beyandır/belirir. İşte onun gibidir. Bu zevke yeler herkes bulmaz veli her nakes İren ana âdemde bir fırka imiş ancak Kim ol deme buldu yol vasloldu Niyazi ol Naci denilen fırka bu zümre imiş ancak Hazreti peygamber buyurmuştur. ‘Yahudi bu kadar fıkradır. Kâffesi/tümü ehli nar, Nasara/hırıstiyanlar bu kadar fırkadır kâffesi/tümü ehli nar. Muhammedi bu kadar fırkadır kâffesi ehli nar, illa bir fırkası ehli cennettir. Yani fırka-i vahide/Ehli tevhid gurubu. Ve hüve fırkatü naciye’Bu guruptur Kurtuluşa erenler buyurmuştur. Mef’ûlü mefâilün mef’ûlü mefâilün Âdemdeki olan esrar bu demde imiş ancak --------------------------------------(87) Ey gönül gel olmagıl Hak’dan ırak Tende cânın var iken eyle yerak Bu avalem/âlemler nuru Muhammedinin tafsilidir/ayrıntısıdır. Ruhu Muhammed metnidir/özüdür. Nuru Muhammedi dörde taksim olundu. Birine ruhu cemadi/toprak denildi. Birine ruhu nebati/bitki denildi. Birine ruhu hayvani denildi. Birine ruhu insani denildi. Bunların hepsi ruhu Muhammedinin tafsilidir/ayrıntısıdır.


Dünyeden ölmezden evvel et sefer Hiç edinme bir makamda sen durak Yani dünyada sefer/yolculuk; mutu kable ente mutu / ölmeden evvel ölünüz (Hadisi şerif) sırrına mazhar olmaktır. Âşık olan bir kul hiç bir makamda durmaz. Dünya ve ahiret terakki eder/ilerler yükselir. Çünkü terakkinin nihayeti/sonu yoktur demektir. Yoksa bu fırsat bize bâki değil Menzil al düşmezden ortaya firak Gel bu ırz u nâmusu kıl târumar Ger yola girdinse var ârın bırak Halkın uslu demesinden sana ne Akil isen adını mecnûna tak İlmine mağrur olursan olma hiç Issı verınez sana ne kara ne ak Gir sakın çıkma izinden mürşidin Her ne emir ederse sakın olma âk Bir eline gözyaşından al âsâ Bir eline derd odundan yak çerak Ey Niyazi tutar isen pendimi Diye sana istediğin işte bak (88) Hak yolunun rehberi Nefsidürür kâmilin Dil tahtının serveri Nefsidürür kâmilin Kâmilin nefsi, yani ruhu tevhit yoluna delildir/yol göstericidir. Ruhu kâmil; mazharı ahadiyet ve mazharı zattır. Nefsini mât eyleyen


Def’-i memât eyleyen Nefh-i hayât eyleyen Nefsidürür kâmilin Kamil ölmez. Bir dardan bir dara/bir yurttan bir yurda intikâl eder. Hatta cesedi bile kırk günden ziyade kabrinde yatmaz, yani durmaz. Biz müşir paşa ile Kosovaya gittiğimizde, orada şura reisi/meclis başkanı Rıfat paşa var idi. Sonra Kosovada vefat etti. Ve Sultan Murat han hazretlerinin türbesinin kapusu önünde defn ederler. Badehu/daha sonra familyası/ailesi İstanbuldan müzeyyen/süslü taşlar gönderir. Kabrini yapmak üzere açarken bakarlar ki, cesedi yok. Sonra İsmail paşa merak etmiş, bu konuyu bir mektup ile bizden sual etti. Bende sordum? Bunun halleri nice idi, muvahitmi idi?. (vefat eden Rıfat paşanın halleri nasıldı tevhid ehlimiydi) Cevap verdiler ki gaayet musalli/namaz kılardı ve hüsnü hali/iyi güzel hâlleri var idi ki, paşalar içinde anın gibisi hiç yoktur dediler. Sonra ben dahi cevap verdim. O takım zatlar kırk günden fazla kabrında durmaz. Hatta Mısır da Şıh Bakkal vefat ettiği vakit, İbni Faris hazretlerine vasiyet etti ki, benim cenazemi sen kıldıracaksın dedi. Sonra gasil ettiler (cenazeyi yıkadılar). Mısırdan Babül vezirden çıkınca bir musalla taşı var, cenazeyi o musalla taşı üzerine koydular. İbni Faris imam oldu. Selam verince gökyüzünden büyük bir beyaz kuş iner, cenazeyi yudar ve uçar gider. Orada bulunan cemaat, bunu görüp mütehayyer olup (şaşırmış bir halde) İbni Faris Hazretlerine müracaat ettiler. İbni Faris buyurdu. Hazreti Resulullahın hadisi şerifinde varit olmuştur. Ervahüşşüheda fil havsilittayr, yani şehitlerin ruhları kuş kursağındadır. İşte Şıh Bakkalın ruhu, kuş suretinde tecessüd etti/cesetlendi ve gelüp cesedini yudarak kendisine ruh etti. Evliyanın ruhu cesed ve cesedi ruhtur. Çünkü kendisi tevhit şehidi idi. Zira tevhit şehidi kılınç şehidinden evlâdır/daha üstündür. İsteyü git âdemi Âdemde bul âdemi Sırr-ı nefahtü demi Nefsidürür kâmilin


Âdemi âdemde bul, yani âdem suretinde her gördüğün âdem değildir. Velâkin âdem yine de âdemler içindedir. Âdem aleyhisselam, cesedini (İz kale rabbüke lil melaiketi inni halikun. Beşeren min tin feiza sevveytühu ve nefahtü fihi min ruhi feka u lehu sacidin / Hani rabbin meleklere şöyle demişti: muhakkak ben çamurdan bir beşer/insan yaratacağım onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman ona secdeye kapanın/saygıyla eğilin. (Sad-71, 72) ayeti kerimesi mucibince kalıbı cesedinin tesviyesi/düzlenmesi kemal bulunca/tamamlanınca ruh oldu. Çünkü istidadı tam oldu. Yani istidadı tam olunca ruh tecelli olunur demektir. Sûre-i Necm’i oku Anlagil vahyi Hakkı Bilesin ol mantıkı Nefsidürür kâmilin Vahi dört kısımdır: Bir Cebrail vasıtasıyla enbiyaya vahi olunur. Ve bu vahi enbiyaya mahsustur. Ve biri de vahi ilhami, bu vahi ile cenabı Hak ehli tevhidin kalbini münevver eder/nurlandırır, aydınlatır. Ana her şeyi ilham tarikiyle vahi eder. Ve biri dahi vahi müşafeha/konuşmayla ki, ehli tevhit bu suverden/suretlerden cenabı Hak ile şifaen/söz söyleyerek tekellüm eder/konuşur). Aynı Bayazidi Bestaminin buyurduğu gibi, ‘Ben Hak ile otuz sene mükeleme ettim/0konuştum, nas/İnsanlar zannederdi anlar ile tekellüm ederim/konuşurum’. Biri dahi vahi tebliğ ki, Hakkın resule inzâl buyurduğu kitabın ahkâmını verese-i resul ümmete tebliğ eder. İşte vahyin bu üç kısmı dahi evliyada ve ehli tevhitte bulunur. Ancak cebrail vasıtası ile olan vahi, enbiyaya mahsustur. Yani evliyada bulunmaz. Rûhulkudüs demini Âdemde iste anı Ol imiş gönlün cânı


Nefsidürür kâmilin Ruhu kuddus denilen, cebrail aleyhisselamdır. Deminden murad, inzâl ettiği/indirdiği vahi ilahidir. Mâye-i zât denilen Feyz-i necât denilen Ab-ı hayât denilen Nefsidürür kâmilin Yani hızır aleyhisselamın abı hayat/ölümsüz hayatın suyu rivayeti bütün bütün yalandır. Abı hayat abı tevhittir. Diri kılan tenleri Zinde eden canları Kaldıran ölenleri Nefsidürür kâmilın Hazreti Resulullah, Uhud gazasında iken Abdullahın oğlu Şehit oldu. Resulullah dua etti, hayat buldu/dirilip Kalktı. Hazreti İsa dahi bir kız ile iki erkek ihya etti/diriltti. Bu ümmeten mevtayı ihya eden/ölüyü dirilten üç kişidir. Birisi Abdurrahman İbni Mollacami, biri Abdulkadir Geylani ve biri Bayazidi Bestami. Molla cami hazretleri, Belhi de melikin saray hocası idi. Melikin gayet güzel bir oğlu var idi, Onu okutur idi. Sonra melikin etrafı molla camii kıskandı. Melike dediler ki, Hoca oğlunuza taaşşuk etmiştir/oğlunuza âşık olmuştur, Çocuğu bed/kötü huy edecektir. Melik ise Molla Camii tecrübe etmiş ise de, vükelası/vekilleri, yardımcıları dahi anlamak üzere bir daha tecrübeye kıyam etti/kalkıştı ve bir davet yaptı. Melikin Vekili/yardımcısı hocaya tenbih etti ki, bir gebermiş tavuk bulun. Onu temiz yapın ve pişirin sofrada Molla Caminin önüne koyun. Çünkü Belhi de dahi adet Mısırın âdeti gibidir. Her ne kadar yemek sahanı/çanağı varsa hepsini birden sofraya korlar, sonra sofraya oturdular. Molla Cami el sürmeyince melik, efendim niçin tenavül buyurmazsın/yemeği yemezsin, dedi. Hemen Molla cami de bir kerre ellerini kakarak ış ış edince tavuk sahandan/çanaktan kalktı gitti. Odanın içinde gezerek ötmeğe başladı. Çünkü ehli tevhidin haram


şey önüne geldiği vakit, zikri daimi ve kalbiyesi sakin olur/durur. Molla Camiin dahi zikri kalbiyesi sakin olunca, tavuğun ölü olduğunu anladı. Ber vechi takrir ihya etti (Allah’ın izniyle diriltti). Bunun üzerine Melikin vükelası/vekilleri behod oldu (utandılar mahcub oldular). Abdülkadir Geylani dahi oturduğu hanenin/evinin komşuları ondan haz etmezler idi. Ona hep eziyet ve cefa etmek isterler idi. Abdülkadirin dürre namında bir kedisi var idi ve gayet sever idi. Onu tuttular öldürdüler. Abdülkadir hazretlerinin geçeceği yol üstünde bir muzip attı. Taki Abdülkadir hazretleri geçerken kediyi görüpte teellüm ede (üzülsün acı duysun diye), bir de Abdülkadir Geylani hazretleri o yoldan geçerken bakar. Kendi kedisi, Ya dürre, deyince kedi dahi kalkıp başladı ayaklarına sürünrneğe. Bayazidi Bestami hazretleri de, bir takım nasara keşişleriyle (hırıstiyan papazlarla) denizde gemiye) bindi. Muhabbet ederlerken keşişlere hazreti İsanın uluhiyyetine kail olduklarına sebep (Hz. İsa’yı Allah kabul etmenizin sebebi) ne olduğunu sual etti. Keşişler dahi hazreti İsa mevtayı ihya eder/öleni diriltir dediler. Sonra Hazreti Bayazit, bir günde keşişlere uğraşup bir fayda belletti ki, delil var, medlül var delil bulunca Medlüle İman etmek lazım. Yani Hazreti İsa nın Uluhiyetine/Allahlığına mevtayı ihya ettiğinden ötürü kail oldunuz. Ya bende mevtayı ihya edersem/ölüyü diriltirsem benim dahi Hazreti İsa olduğuma kail olmanız lazım gelir dedi. Keşişler evet dediler. Hemen orada bir karınca dolaşırdı. Hazreti Bayazit dahi karincayı tutup, başını kopardı. Sonra yine başını yerine koyup üfürdü. Karınca kemafissabık/daha öncesi gibi dolaşmağa başladı. İşte bu ümmetten ve bu üçünden başka hiç bir kimse mevtayı ihya etmiş yoktur. Ancak her bir veli bir kâmil mevtayı ihyaya muktedirdir. Ancak kerameti kevniye olduğundan ona iltifat etmez. Yani kerameti kevniye izharina/göstermeye heves ve rağbet buyurmazlar. Mevtâya etse nefes Her yanından gele ses Haşreden ey hakşinas Nefsidürür kâmilin


Niyaziyi cân eden Zerresini kân eden Katresin ummân eden Nefsidürür kâmilin (89) Ey bülbül-ü şeydâ yine efgana mı geldin Azm-i gül edip zâr ile giryânamı geldin Pervâne gibi ateşe dâim can atarsın Evvelde bu aşk oduna sen yana mı geldin Yağmur gibi yağarsa belâ baş açarsın Cân vermeğe dost yoluna kurbâna mı geldin Her şey çalışır bir sıfatı eyleye mâmur Sen cümle sıfat ilini virâna mı geldin Vech-i ahadiyet ki şu eşyada görünmüş Bu kesrete ancak anı seyrâna mı geldin Evet; Bu âlemi kesrete vechi ahadiyeti/benzersiz tek yüzü seyrane geldik. (Kün tükenzen mahfiyyen fe ahbebtü en urefe fe halektül halka li urefe. Yani ben ilmi zatiye de malûmatla tecelli idim. İstedik ki bilineyim. Halkı halk ettim.(Hadisi kutsi) Yani Halk, mahzı/sadece Hakkı bilmek vechi ahadiyeti seyretmek içün bu âleme geldik. Bir kimse senin olmadı hiç râzına mahrem Bilmem bu cihân içine yek dâne mi geldin Bu hasta Niyazi’ye şifâ remzin edersin Derde düşenin derdine dermâna mı geldin ----------------------------------------------------(90) Derd-i Hakk’a tâlip ol Dermâna irem dersen Mihnetlere râgıp ol Asâne irem dersen Aşk yolu belâlıdır Her kârı cefâlıdır Cânından ümidin kes


Cânâna irem dersen Od yak sineni çâk et Su gibi özün pâk et Yüzün yere sür hâk et Ummâna irem dersen Bu yolu bil andan gel Deryâyı bul andan dal Ka’rına irüp el sal Dürr-i kâna irem dersen Pirinle olan ahdi güt Nen var ise ko git Bildiklerini terk et İrfâna irem dersen Sabretmede eyyub ol Gam çekmede yakup ol Yusuf gibi mahbub ol Ken’âna irem dersen Sabır, Hakk’a şikâyet etmemek manasına değildir. O mukavemedir/direnmedir. O demektir ki sen ne kadar musibet verirsen ver ben tahammül ederim. Halbûki kul acizdir. Eyüp aleyhisselam, humma tabir olunur bir nevi sıtma illetine/hastalığına müptelâ oldu. Hani ya âlemin söylediği Eyüp’ün vücudunda yaralar var idi. Nihayet kurtlandı, hatta kurtlar yere dökülüp yine toplayup yaralarının üstüne kor idi. Âlemin böyle dedikleri külliyen yalandır. Hiç olurmu? Resul böyle istikran/tiksinme olunacak illetlerden masum ve mahfuzdur/korunmuştur. Çünkü sahibi davettir. Eğer ki bu derece illete mübtela olmuş olsa ümmet ondan ikrah eder/tiksinir, sonra cenabı Hak onlara zulüm etmiş olur. Çünkü. Nebi’nin yanına gitmeden ikrah ederler. İşte bu itibarla Hz. Eyyüb’ün hastalığı sıtma illeti idi. Velâkin Cenabı Hakka şikâyet etmedi. Sonra vahi ilahi gelüp, Ya Eyyüp, bana şikâyet etmen mani sabır/sabretmene mani değildir denildi. Badehu/sonra Hazreti Eyüp dahi defini tedarru etti (o anda pişman olarak Hakk’a yalvardı). Sonra vahi ilahi geldi ki, Ya Eyüp oturduğun yere ayağını vur, bir su çıkar o su ile vücudunu yıka bir şeyin kalmaz. Eyüp dahi ayağını yere vurup


bir su çıktı. O su ile yıkandı sıhhat buldu. Halka şikâyet sabra manidir. Yoksa Hakka şikâyet etmek sabra mani değildir. Hatta. Hazreti Yakup’un on iki evladı var idi. On evladı bir anadan iki evladı bir anadan. Yusuf Aleyhisselamla bir küçük karındaşı bir anadan idi. Sonra Hazreti Yakup, Yusuf’u daha ziyade sever idi Karındaşları babalarının teveccühlerini kendilerine hasretmek (yöneltmk) için Yusufu kırda tuttular bir kuyuya attılar. Ol vakit Hazreti Yusuf yedi yaşında idi. Ve kimisi katledelim dedi. Yehuza razı olmadı Velhasıl kuyuya attılar. Sonra bir kafile oraya uğradı. Kafilenin sakası/sucusu su almak için kuyuya kovayı saldı. Baktı ki kovayı asılmış bir mahbub/sevimli çocuk çıktı. Aldı kafileye getirdi. Sonra kardeşleri koştu. Dediler ki bu çocuk, bizim kölemizdir. Firar etmiş idi. Gayet bed/kötü huyludur. Ancak size satalım. Nihayet altı kuruşa sattılar. Sonra kafile dahi Mısırda Melike, ağırlığı kadar altuna sattılar. Yakup Aleyhisselam bir rüya gördü, keyfiyeti (bu durumu) anladı. Ve yine oğlu ile kavuşacağını, yani mülaki olacağını/buluşacağını bildi. Yusuf Aleyhisselam da kezalik/böyle bir rüya ile pederine kavuşacağını anladı. İkisi dahi gamnak/gamlı, tasalı olmadılar. Kenan, Şam nahiyelerinden bir nahiyenin ismidir. Terk et kuru dâvayı Hem ucb ile riyâyı Mısri ko o sevdâyı Sübhan’a irem dersen ----------------------------------------------------------------------------------------------(91) Gözlerini n’oldu bidâr eyledin Ah u efgânı sana yâr eyledin Aşk odıyla içini nâr eyledin N’oldu biilbül işini zâr eyledin Ne sebepden azm-i gülzâr eyledin N’oldu ağlarsın ne eylersin taleb Bu tükenmez derdi n’oldu sebeb Güldeki didâr mı gördün aceb N’oldu bülbül işini zâr eyledin Ne sebepten azm-i gülizâr eyledin Bu fena gülzâre tâlibsen eğer Hiç bekası yoktur anın tez geçer Bu fena içre beka duydun meğer


N’oldu bülbül işini zâr eyledin Ne sebepten azm-i gülzâr eyledin Ber karar olup biraz eğlenmedin Daim ağlarsın biraz dilenmedin Kimse bilmez hâlini anlatmadın N’oldu bülbül işini zar eyledin Ne sebepten azm-i gülzâr eyledin Bunca hasretten di cânın ne sezer Fırkatin günden güne artıp gider Lütfedüp ver gel Niyaziye haber N’oldu bülbül işini zâr eyledin Ne sebepten azm-i gülzâr eyledin --------------------------------------------------(92) Salikin mürşidine hizmeti şahâne gerek Eşiğine koya başın diye şahane gerek Salik; bunun üç mertebesi vardır 1 -Muhip, 2 - Mürid, 3 – Salik. Muhip demek; yalnız ehli tevhit ile muhabbet eder. Mürid ise; hem muhabbet eder hem de biad etmek ister. Salik; biad eder ve dahi süluk eder (yola girer). Burada murad budur, yani süluk edenin mürşidine hizmeti vükelanın (vekillerin/vezirlerin) padişaha olan hizmeti gibidir. Belki de daha ziyade/fazla olması lâzımdır. Yani vükela padişahı nice/nasıl kıymetli tutarsa, hürmet ve itaat eyler ise, salik dahi mürşidine öyle itaat ve hürmet etmesi ve kıymetli tutması lazımdır. Ve padişahtan ziyade/dahafazla bile olması lâzımdır. Çünkü padişaha itaat ve hürmet edilmesi maişeti dünyeviye cihetinden dolayıdır. Eğer ki vükela hizmetinde kusur etmiş olsa o cihetten taış (geçimi maişeti) olmaz. Velâkin sair cihetten/başka biryerden yine taaş (geçim maaş elde) edilebilir. Ancak mürşide hizmeti Hak cihetindendir ve mürşidin emri Hakk’ın emridir. Eğer ki salik, ınürşidin emrine itaat etmemiş olursa, başka taraftan mürşitten kazanacağını kazanamaz. Mürşidin hizmeti nedir? Mürşidin hizmeti Hak yoluna Hakk’ın ettiği emirlerden ibarettir. Binaenaleyh/bu sebeple, mürşidin emrini tutmamak Hakk’ın emrini tutmamak ve Hakk’ın emrine itaat etmemektir. Geçe dünya ile ukbâyı dahi etmeye âr Bu yolun mihnetine ol kati merdâne gerek


Bu yolun mihneti, şudur. Ahbab ve yâran bulunmaz. Çünkü ehli tevhit nadirdir/ender bulunur. Buradan kalkıp Mısıra gidersin muhabbet etmek için, orada ya bir ahbab bulursun veyahut hiç bulamazsın. Zira bulunmaz bir şeydir. Bulunur ise de gizlenir. İşte buna merdanelik ister ki tahammül edesin. Namurad olmağa tâlib ola kim ınenzil ala Dahi halk içre adı âkıl u divâne gerek Aklın üç mertebesi vardır. Biri akli maaş ki, dünyada taayyuş (dünyevi maaş geçim temin) etmeğe dair olan şeylere mütealliktir/ilgilidir. Yani dünya umuruna/önemine aklı erer. Ve biri de akli miad ki ahiret umuruna/ahiretin önemine aklı keser. Ve biri de aklı kâmil ki, mearifi ilahiyeye taakkûl eder (Hakkı tanıyıp Hakk’a arif olmaya akıl eder). Bu aklı kâmil ashabı, ehli tevhit ve Melamiyyedir. Bunlara ukalai meczubin (bilgiç, kendini kaptırmış cezbeli kimseler) tabir olunur. Çünkü aklı maaş ve aklı miad ashabı, bunları meczup ve divane/deli görürler. Zira Melamiler, cüppe takke vb. kıyafetler giymezler, onlar içinde bulundukları toplumun aydınlarının ahlâka uygun kıyafeti olan güzel elbise giyerler ve güzel yemek yerler ve beş vakit namazı kılarlar. Ve ramazanı şerifte oruç tutarlar. Yani feraizi ilahiyeden/Allah’ın farzlarından gayrı fazla ibadet etmezler. Bundan dolayı Melamiler hakkında böyle dervişlik mi olur? Derler. Hani ya inzavi (tenhaya, mağaraya, hücreye vb. yerlere çekilmek), hani ya riyazat/perhiz, yirmi dört saatte bir hurma ile geçinsinler. Ehli tevhidin buralarına nazaran (Ehli tevhid olan Melâmileri, bu gibi hallerle mukayese ederek onlara) divanedir derler. Halbûki enbiya ve Resul öyle riyazat etmedi. Ve münzevi olmadı (tenhaya mağara vb. yerlere çekilerek yaşamadı). Ve Hakkın farz ettiği şeyden maada/başka bir iş işlemedi. Ehli tevhit olan melamiler dahi öyledir. Fazla ibadet etmek ubbadın (kulluğunu zahiri ibadetlerle kayıtlayanların) halidir. Ubbad ise mahcuptur (Hak’tan perdelidir). Halbûki ehli tevhit olan Melamiler Hak’tan mahcup/perdeli değildir.


Enbiya ve Resulde olan zevk ve irfan, ehli tevhitte olan zevk ve irfandan gayrı değildir. Yani hiç bir farkı yoktur. Velâkin rütbede farkları vardır. Mesela, enbiya mertebesi var, gavs mertebesi var. Sair/diğer buna mümasil/emsâl meratip/mertebeler var. Bi hasbel/Bu nedenle meratip/makam yönüyle birbirlerinden efdaliyeti/üstünlüğü vardır. Ancak irfanda aralarında hiç bir farkı yoktur. İşte ubbat/cahil abidler bunu anlamadığından muvahidlere ve Melamilere meczup/deli cezbeli der. Ehli tarik te, ubbaddan maduttur (tarikat ehli de cahil abidlerden sayılırlar). Halbûki ehli tevhit muvahide kâmil akil dır, bu cihetle Hz. Mısri, adı akil ve divane gerek buyurdu (aklı maaş ve aklı maad olanlara göre tevhid ehli akılsız, deli, divane görülmesi gerek buyurdu). Dahi Musa gibi Hızr’a gemisin deldire ol Eski divarı yıkıp hem katl-ı oğlane gerek Gemi sağ olsa anı gasb eder emmar-i nefs Yeni divar beğim eskiye virâne gerek Eğer öldürmese oğlanı sonu fâsid olur Bu bağın bülbülü aşk oduna pervâne gerek Bir gün Hazreti Musa, beni İsrail/İsrail oğulları ile oturur iken beni İsrail dediler ki, Ya Musa, senden âlim kimse varmıdır? Halbûki resulden daha âlim kimse yoktur ve hem de Hazreti Musa zamanı saadetinde başka nebi de yok idi. Hz.Musa cevaben Buyurdu ki, yoktur. Ol vakit Cenabı Hak hitabetti; Ya Musa, mecmual bahreyinde (iki denizin birleştiği yerde) İlmüledün bilir, benim bir kulum vardır, onun ile görüş buyurdu. İlmüledün demek, kerameti kevniye ilmi demektir. Çünkü Hazreti Musanın üç müşkülü var idi. Birinci müşkülü: Doğduğu vakit Firavunun müneccimleri/falcıları keşfedüp firavına haber verdiler ki, bu vakitta bir erkek cocuk doğacaktır. Senin mülkün onun yüzünden tarumar olacaktır. Sonra firavun, ebelik eden Ebdan kadınlara eınir verdi. Ki o emir gereğince bunlar o zaman erkek doğan


çocuğu boğardılar. İşte Hazreti Musa, ol vakit dünyaya geldi. Hz.Musa’nın Validesi ebeye dedi göz görmeyen, kulak işitmeyen şeyden hüzün/sıkıntı gelmez. Haydi şu çocuğu öldürmeyelim de beşiğe koyup Nil mübareye atalım, dedi. Ebe de Muvafakat/kabul etti. Ve Hazreti Musa yı sardı beşiğe koydu ve Nil nehrine salıverdi. Nehrin akıntısıyla Beşik, gidip firavının sarayına dayandı. Firavın onu görüp aldırdı. Ve katline emir verdirdi. Bunun üzerine Firavunun karısı Hazreti Asiye firavuna dedi ki; Senin erkek çocuğun yok, bunu Allah bize gönderdi. Firavının başka karısından yalnız bir kızı var idi. Bunu büyütelim, terbiye edelim. Çünkü bizim terbiyemizde büyür ise sana bir hiyanetlik etmez dedi. Velhasıl firavını kandırdı Nazarı taraf ettirdi (başka tarafa yönlendirdi). Sonra Hazreti Musanın teyzesi olacak kadın Asiyeye, sütana olması için Musanın validesini/annesini tavsiye etti. Nihayet Hazreti Musa yine kendi validesinin sütü ile büyüdü. Bu mevzuda Hz.Musanın muşkülü bu idi ki; beşik nice/nasıl nehrin suyuna gark olmadı batmadı da)? Ben sağlam çıktım. İkinci müşkül ise; bir kerre Hazreti Musa yolda gezerken beni İsrailden birini firavunun adamı katarlamış/koşarak öldürmek üzere kovalar ve adam, Hazreti Musayı görünce aman ya Musa, beni halas eyle/kurtar dedi. Hazreti Musa dahi, firavunun adamını itince, o da düşüp öldü. Bu da bir müşkülü idi. Acaba ben bunu öldürdüm, günahı varmıdır yokmudur? Üçüncü müşkülü ise; yani firavunun adamını öldürünce Şuayp aleyhisselamın memleketine firar etti. Orada Şuayp aleyhisselamın kızları koyunlarını sulamak içün kuyunun ağzında olan taşı bila ücret kaldırıp (ücret almadan kaldırması). İşte bu üçü de Hazreti Musaya müşkül idi ki, halli kerameti kevniyeye mütevakkıftır (Bu üç müşkülün halli/çözümü olağanüstü harkûlade işlerle olması gerekirdi). Bunun için Hz. Musa, kerameti kevniye (olağanüstü harkûlade keramet) ashabından olan Hızır aleyhisselama Hak tarafından gönderildi. Ta ki müşkülleri hallola/çözülebilsin. Sonra zenbil/sepet içinde pişik olan balığın hayat bularak gaip/kayıp olduğu yer ki, elyevm/halen reşit iskelesi tabir olunur. Orada Hazreti Musa


Hazreti Hızıra mülaki oldu/buluşup kavuştu. Ve birlikte bir gemiye bindiler. Hazreti Hızır tuttu gemiyi deldi, Hazreti Musa buna itiraz etti. Ve burada bu kadar İbadullah/Allah’ın kulları var, suya gark olacaktır dedi. Sonra Hızır dedi ki; Ya seni nice/nasıl beşik içinde validen/annen Nil'e bıraktığı vakit gark olmadın/boğulmadın da cenabı Hak tarafından muhafaza olundun. İşte bu gemide öylece muhafaza olunur. Badehu/daha sonra Gemiden çıktılar, bir memleket içinde gezerken Hızır bir çocuğu tutup başını kopardı. Hazreti Musa yine itiraz etti. Bu bi günah/günahsız çocuğu niçin öldürdün dedi. Sonra Hızır aleyhisselam çocuğun küreğini çıkardı Hazreti Musaya verdi. Çünkü Hazreti Musa kürek ilminden anlardı. Baktı ki, çocuğun sonu fasit/kötü olduğunu anladı. Hızır aleyhisselam da dedi ki, böylelerinin idamına beis/engel yoktur, senin firavının adamını öldürdüğün gibi. Sonra bir şehre vardılar. Onlara burada ekmek vermeyip, hakaretle kovdular. O şehirde bir viran duvara rasgeldiler, yıkılmağa yüz tutmuş idi. Hazreti hızır tuttu o duvarı düzeltti/tamir etti. Hazreti Musa yine itiraz etti. Niçin bila ücret/ücretsiz olarak bu işi gördün bari ücret alaydın da, o ücretle ekmek alırdık, halbûki bu şehrin halkı bize ekmek bile vermedi dedi. Bunun üzerine Hazreti Hızır Hazreti Musaya dedi ki; Ya sen Niçün Şuayp aleyhisselamın kızlarına kuyunun ağzında olan taşı bila ücret/ücret almadan kaldırdın. İşte Hazreti Musanın üç müşkülü böylece hallolundu. Resul mucize isarını ihtiyar etmez/Resul mucize göstermek istemez. Hatta mucize izharı/göstermeleri ile emrolundukları vakit, güya ki üzerlerine büyük bir dağ kopmuş gibi ağır gelip teellüm ederler (elem acı duyarlar). Çünki, resuller gayet şevkatlidirler. Eğer ki Hakkın emri ile mazharlarında zahir olacak mucizeye halk kanaat etmez ise, başlarına bir beliye/belâ geleceğini bildiklerinden ötürü peygamberler, mucize izharını/göstermeyi istemezler. İşte bu beyitler de Mısri efendinin dediği gemiden murad, kişinin nisbet variyetidir. Yani insan variyet gemisini delmeli harap etmeli, nisbet variyeti terk etmelidir. Eski duvardan murad, vücuttur. Yani eskiden


vücut senindir benimdir deyüp, kendinin veya âlemin zannederdin. Sonra düzeltip vücut Hakkın olduğunu anladın. Oğlandan murad ise, nefsiemmaredir. Ey Niyazi bu yola kim gire kurban ede cân İyd-i ekberdir ana vuslât-ı cânâne gerek Can, yani ruh, makamı cemdir. Bir kesreti tabiye/tabiat çokluğu var. Kişi süluk edince kesreti tabiyeden halas olur (Kişi Mürşidi kâmile intisab edip tevhid yoluna girince, tabiat çokluğuna varlık nisbet etmekten halâs olur, kurtulur). Çünkü efal, Hakkın olduğuna, sıfat Hakkın olduğuna vücutta Hakkın olduğuna vakıf oldumu, kesreti tabiyenin nisbet varlığı kalmaz. Sonra makamı Cem ki, makamı ruhtur. Orada kesret batın olur. Vahdet zahir olur. Yani Hak zahir, halk batın. Badehu/sonra Hazretül cemde ki makamı nefs ve makamı şeriattır. Kesret zahir vahdet batın, yani halk zahir Hak batın. İşte canını kurban etmek demektir ki, makamı ruhtan makamı nefse geçmektir. Bu iyd-i ekber ve haccül ekber/Bu büyük bayram ve büyük hac demektir. ------------------------------------------------------------------------------------------(93) Derviş olan âşık gerek Yolunda hem sâdık gerek Bağrı anın yanık gerek Can gözleri açık gerek Alçaktan alçak yürüye Toprak içinde çürüye Aşk ateşinden eriye Altın gibi sızmak gerek Maden yedidir. Biri altın, biri gümüş, biri bakır, biri kurşun, biri kalay biri demir, biri civa, bunların asliyesi altındır. Altın, nice bin yıldan sonra bir illete uğradığı vakit, demir olur. Demir de nice seneler geçince kezalik bir illete (sebepe) uğrayıp gümüş olur. Gümüşte kezalik nice seneler sonra illetle bakır olur. Bakır da, nice minval üzere illetle kurşun olur. Kurşun da kezalik bir illete uğrayıp kalay olur. Kalay da illIetle cıva olur. Kamil olan kimyevi bu illetleri bilir. Bu illetlerin ne gibi Ecza/ilaç ile zail/yok olduğunu dahi fark eder.


İşte ecza ile madeni aslı olan altına irca eder/dönüştürür. Çünkü altın, zatında pak ve halistir. Ve her şey pas tutar altın kir tutmaz. Çünkü zatı halistir. Fakat mürür zaman/zaman aşımı ile birer illet dari olarak gümüş, Bakır, demir vs. olmuştur. İşte kâmil olan kimyevi ecza ile dari olan/bulaşan illetleri izale/yok ederek aslına irca eder/döndürür. İşte ilmi kimya budur. Kezalik/bunun gibi ruhun dahi aslı pak ve halistir. Fakat sonradan dari olan/bulaşan illetler sebebiyle hali asliyesini zay etmiş/kaybetmiş ise de, kezalik mürşidi kâmil o illetlere tevhid ile müdavemet ederek hali asliyesine irca eder (Mürşidi kâmil devamlı tevhid irşadıyla aydınlatarak, saliki asılolan ruh’a döndürür). Zikr-i Hakk’a meşgul ola Yana yana tâ kül ola Her kim diler makbul ola Tevhide boyanmak gerek Çünkü zikri daimi haccül Ekberdir/Büyük hac’tır. Mesela gönül her nereye giderse Ayet, feeynema tüvellü fesemme veçhullah / Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü oradadır…(Bakara-115) mucibince/gereğince zikri daimi ardınca allah, allah, allah diyerek gönül bağa gider, bahçeye gider, hana gider, haneye gider. Zikri daimi her nereye giderse veçhullah/Allah’ın yüzü olduğunu gönül ardınca tastik eder. Anın için zikri daimi haccül ekberdir ve cihadı ekberdir/daim zikir büyük hac ve büyük cihattır. Tevhide boyananlar dünya ve ahiret makbûl olur. Kale resulullah sallalahu taala aleyhi vesellem ila ashabı Hadis; (Ene recana minel cihadil esgar ila cihadil ekber / küçük cihattan/harpten büyük harbe yöneldik. Ve kalu ashap melcihadil ekber, / sahabeler dediler ki nedir o büyük cihat/harp ya resulullah. kale A.S. Hadis (El cihad mean nefsehu / resulullah as. Dedi; o cihat/harb nefisle yapılandır.) Zikri daim, cihada alattir (daim zikir bu harbin silahıdır). Eyven kişi yol alamaz Maksudunu tez bulamaz


Yoğ olmayan var olamaz Varını dağıtmak gerek Eyven dedikleri o bir binadır ki; dünyada onun kadar büyük bina yoktur. İşte bunun için mütekebbir olan kişi, yani büyük ve balaban bulunan adam, o binaya teşbiye olunur/benzetilir. Dervişlerin en alçağı Buğday içinde burçağı Bu Mısri gibi balçığı Her bir ayak basmak gerek Dervişlerin en alçağı tevhidi efal salikidir. Ve zikri daimi sahibidir. Buğday içinde burçak, nice ki buğdayla beraber buğday pahasına satılıyor, buğday ile beraber tahin ediliyor Dekik olur. (Nasıl ki ucuz olan burçak, pahalı olan buğday içine karıştığında buğday olarak satılıp buğday olarak değerlenmesi gibi). Tevhidi efal sahibi ve zikri daimi sahibi de, gerek burada ve gerek kabirde ve gerek ahirette behamahal/mutlaka kemâl bulur. Yani tekmili makam ettirilir ve insanı kâmil olur. ---------------------------------------------------------------------------------------------(94) Arifin mutlak kelâmın duymağa irfân gerek Sırr-ı muğlaktır gönülde zevk ile vicdân gerek Arifin kelamını yine arif olan kimse bilir. Çünkü irfan gönülde kapalı bir sırdır. Zevk ile vijdan ile bilinir. Kişi arif olmayınca vijdan sahibi olamaz. Bir hazinedir tasavvuf mâlik olmaz her hasis Bulmağa anı dü âlemde beğim sultân gerek Dürr-i yektâ kânını âlemde bulmak isteyen Bulmaz anı nehr içinde bahr-i bipâyân gerek Dürrü yekta kânını bahri bipayandır (eşi benzeri olmayan incinin menba-ı, sınırı hududu olmayan büyük denizdir). Nehir içinde dürü yekta/eşsiz inci bulunmaz. Yani tevhit mürşidi kâmil ister, öyle mürşidlerin herbirinde tevhit bulunmaz.


Hüdayi Mahmut Ef. angazi namında bir kitabında bir hikâye yazar: Dervişin biri şeyhine gelip evlenmek için ruhsat/izin talep eder, Şıh dahi pekalâ der. Derviş der ki: amma ben padişahın kızını talep edeceğim. Şıh dahi olur der, dervişe sarfı himmet/yardım eder. Badehu/sonra o derviş sokağa çıkıp sual eder ki, Padişahın kızını talep ettikleri vakit usulü nasıldır, kimden talep ederler? Şıh islamdan/şeyhül İslamdan derler. O fakir derviş kalkıp Şıh İslama gider. Esselamunaleyküm der. Şıh islam dahi aleykümselâm demiş. Badehu derviş efendim, ben Allah’ın emriyle ve resulullahın sünneti şerifi ile padişahın kerimesini/kızını helallığa isterim. Şıh İslam tefekkür eder Allah’ın emri ve resulullahın sünneti şerifi dedi. Şıh islam pekâlâ padişaha arzedeyim der. Fakir derviş dahi arz et dedi. Sonra Şıh İslam huzuru padişahta iken, der ki efendim bu gün garaipten bir şey başıma geldi. Dünkü gün bir fakir derviş bendenize gelip selam verdi. Ve ettiği ise, efendim Allah’ın emri ile resulullahın şeriatiyle ben padişahın kerimesini/kızını helallığa isterim dedi. Sonra padişahta şeyhül İslama buyurdu ki, biz kureyşliler gibi değiliz ki neslen küfev arayalım. Çünkü küfev, nesillen ve gınaen aranır (Çünkü Küfev, soyca ve zenginlikte denklik, eşitlik aramaktır). Biz Neslen/soyca o fakirle beraberiz. Eğer ki o fakir, kızıma bir nişanlık olarak bir dürü yekda/eşsiz inci getirirse kızımı ona veririm dedi. Sonra şıh islam padişahın emrini fakir dervişe tebliğ etti. Derviş pekâlâ dedi. Badehu/sonra fakir derviş çarşıya cevahir bezistanına (mücevher satılan çarşıya) gitti. Cevahircilere sual etti. Dürrüyekta sizde bulunur mu'? Dediler ki işidiriz. Acem şahının hazinesinde bir tane varmış. Badehu derviş oradan kalkıp, Acemistana gider. Orada hazinedar ile buluşup sual eder? Der ki sizin hazinenizde bir dürrüyekda varmış o nereden geldi, Hazinedar eevap verdi; Basra tarafından Bahri Ahzer vardır. Orada bulunur ve oradan geldi. Badehu/sonra oradan derviş kalkıp Bahri Ahzere gider. Soyunup deryaya dalar çıkar, dalar çıkar balıkların suyunu bulandırır. Artık tabu tuvani/gücü kuvveti de kesilir. Badehu/sonra derya kenarına çıkar. Açlıktan ve kudretsizlikten artık bayılır, yatıp uyur. Velâkin ahd eder ve der ki, yarab Ya dürrüyektayı bulurum yahut bu derya kenarında ölürüm. Artık açlıktan bayılırcasına bunu bir uyku kaplar. Hakkın emri ile bir dalga ve bir fırtına kopar. Şöyle ki Deryayı karıştırmış hiç vasfa gelmez, bir de derviş uyanır bakar ki yanında beş altı tane dürrüyekta var.


Hemen derviş Hakkın kudretine teşekkür edüp koynuna koltuğuna incileri doldurur ve oradan kalkıp doğru Şıh İslam efendinin yanına gelüp ve önüne Dürrüyektaları döker. Badehu sonra padişahın kerimesini/kızını alır ve muradına nail olur. İşte sarfı himmet/yardım etmek böyledir. Kezalik/bunu gibi bir kimse tevhide sarfı himmet edince behamahal/mutlaka vasıl olur ve mürşidi kâmili öğrenir. Çünkü tevhidin kânı/kaynağı menba-ı mürşidi kâmildir. Eğer ki derviş dürrüyekdayı dereler içinde arasa idi, bulabilirmi idi? Bulamazdı. Velâkin kânını/menbaını öğrendi ve sarfı himmet edüp oraya gitti. Cenabı Hak da muradını verdi. Ben fakirde bir Dürrü yekda gördüm. Bir paşaya gitmiş idim, Yazı tablası içinde iki yumruğum kadar büyük bir şey. Sonradan paşaya sual ettim? Bunlar nedir? Dedim. O paşa dahi cevap etti ve işte Dürrü yekda dedikleri budur dedi. Mârifet dâvasın eden müddei bilmez mi kim Dildeki dâvaya elde lıüccet ü bürhan gerek Arif oldur halkı başına üşürmek isteınez Gönlü cümle halk içinde hâk ile yeksân gerek Kibr u ucbun illetinden kurtulup sağ olmağa Bil tabibin mânide şeyhin senin lokman gerek Şöhret ıssı mârifet kenzini bulmaktır muhâl Zira anın varlığı baştanbaşa viran gerek Ölmeden evvel ölüp kabre girüp haşra çıkıp Malikü’l-Mülk’ün şuhûdunda gönül hayrân gerek Mutu kable ente mutu / ölmeden evvel ölün (Hadisi şerif) sırrına mazhar olup, yani mevti tabiyye ile meyyit olmadan ölüp Ve kabre girip ve haşra çıkıp (tabiat âleminden beden ile ölmeden evvel ölüp, kıyamet mahşerine/toplanmasına erişerek, malikel mülk / ‘mülk kimindir’ (Mümin-16) şuhudunda, yani Cenabı Hakkın şuhudunda/müşahedesinde gönül hayran olmalıdır. Nefsi tâmusun sırat-ı şer ile bunda geçip Kalp evi hep hûr u gılmanı cennet ü rıdvan gerek


Söyleyip işittiği dahi görüp fikrettiği Üstüva-yı arş-ı sırda hazret-i Rahman gerek Hazreti Rahman’dan murad, gavsülazamdır. Çünkü gavsülazam ismi Rahman’ın mazharıdır. Ve cemi avaleme/âlemlere mütesarrıf olan gavstır. (Errahmanu alel arşisteva / Rahman arşı istiva etti/kuşattı. (Taha-5) Ayet beyanındaki Rahman’dan murad, gavsülazamdır. Yani gavsü azam arş üstüne müstevi oldu/kuşattı. Zira gavsüazamın azameti/büyüklüğü şu kadardır ki, bu avalem/âlemler anın avucunun içinde bir hardal danesi kadardır. Anın sahibüşimal/kuzey yardımcısı ve sahibüyemin/güney yardımcısı tabir olunur vezirleri/yardımcıları vardır. Her kaçan tûtilere feth-i dehân ettikte ol Lezzetinden tûtiler sözlerine nidman gerek Geh hamûş olup dilinden kimse almaya cevap Geh açılıp şâd olup güller gibi hândan gerek Hadis <<(Men arefe rabbehu talelisanehü, vemen arefe rabbehü külli lisanehü) Hadisi şeriflerin sırlarına işarettir. Gâh üns gâh haşyet gâh rüyet geh sücûd Gâh sahv gâh mahv geh vücud geh cân gerek Mahv-u sahv-u ehli işretin sekri, tam ve sahv ile teşbiye buyurdu (Vücut varlığından soyunup nisbetlerin mahv/fena olmasını, aşk meyhanesi içkisiyle tam sarhoş olmaya benzetti). Ki bunun tafsilatını/detaylarını yukarı sahifede bahsedip yazdık. Terk edüp cümle kuyudatı erişe sırfe ol Sırfe erse bir gönül içi anın ummân gerek Aradan iskat edip cümle izâfâtı hemân Hak vücudu aşikâre gayrisi pünhan gerek Çünkü âridir izâfattan vücudu dilberin Zevk-i külli isteyen âşık dahi üryan gerek


Mısriyâ terk-i izâfât etmeye lâyık olan Kümmel-i insan içinde binde bir insân gerek (95) Köstebektir köstebektir, köstebek Ol münâfıklar vezir olsun ya bek Mısri efendinin üç kere köstebektir buyurması, çünkü köstebek kördür. Yer altında taup eder/yeraltında olduğundan duymaz sağırdır. Solucan ve kurt yer. O nuru/ aydınlığı görmez. Yani faili hakikiyi görmez. Efal kimin olduğunu bilmez. Sıfat kimin olduğunu bilmez. Vücut kimin olduğunu bilmez. İşte üç kere köstebek buyurmasından murat, münafık mahcuptur/Hak’tan perdelidir. Münafık Efal, sıfat, zat Hakkın olduğuna vakıf değildir. Kâfirin yeri cehennemdir veli Derk-i esfelde münafık oldu sek Hem sırat üzre geçen müminleri Şaşırandan dağdaki hınzırda yek Nushuna çi faide diyenlere Ger nasihat eylesen tâ haşre dek Eylemez deccal’a tesir eylemez Kıl feragat anlara çekme emek Ebu Talibe oğlu imamı Ali R.A. on yaşında iken gel baba Hz. Muhammede iman et, dini Hak dindir dedi. Ebu Talip der idi ki; bilirim oğul bilirim, lâkin bu dinde ihtiyarladık. İhtiyarların dinini nasıl terk edeyim der idi. Menn ü selvâyı yahudi istemez İstediği ya basal ya mercimek Hz. Musa emri ilahi ile amalika kavmi ile muharebe etmek üzere kıyam etti/kalkıştı. Sonra Beni İsrail Hz.Musa’ya cevap verdi. Amalika büyük adamlardır, biz onlar ile harbetmeye kadir olamayız (Amelika kavmi güçlüdür bizim onlarla harb etmeye gücümüz yetmez diyerek Hz.Musa’yı dinlemediler, isyan ettiler). Bunun


üzerine Cenabı Hak onları, altmışbin beni İsrail mevcut olduğu halde vadi'i tiyede ukubet etti/cezalandırdı. Vadii Tiye turdan halili rahmana kadar dokuz fersah yerdir. Bir kumluktur. Orada onları hapsetti. Taışları/beslenmeleri için gökten selva gelirdi, Yani selva tarla serçesi bıldırcından ufaktır. Ve orada köfeke taşı halkettiği/yarattı ki kömür gibi tutuşturdu. Onunla selvayı pişirip yerler idi. Sonra midelerinde hararet peyda oldu. Hz. Musaya söylediler dua tti ve Men yağdı, yani bal, onu şerbet yapıp içerlerdi ve onunla hararetlerini teskin ederlerdi. Sonra Beni İsrail Ayet (Ve izkultum ya Musa len tesbir ala taamin vahidin fedu lena rabbeke yahriç lena mimma tünbitül ardu, min bakliha ve kissai ha ve fumiha ve ade. Siha ve bassaliha / "Ey Musa! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin" demiştiniz. O da size, "İyi olanı düşük olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? (Bakara-61) Ayeti kerimesi mucibince memleketlerinde yedikleri soğan ve mercimek ve sarımsak istediler. Bunun üzerine Cenabı Hak gadap etti Mutu/ölün dedi. Herbirleri, yani altmışbin kişi nefsi vahit gibi (hepsi birden) vefat etti. Yedi gün cenazeleri öylece durdu. Sonra Hz. Musa Cenabı Hakka niyaz etti. Cenabı Hak’ta yine cümlesini ihya etti/diriltti. Anın için o sülaleden olan Yahudilerin elyevm/bu gün dahi bedenleri kokar. Sükkeri olan gıdayı neylesin Aklı fikri Bekrinin tuzlu semek Üstüvâ-yı arş-ı şer'i istemez Çingân’â çuldan kara çadır gerek Hz. Peygamber buyurmuştur; Hadis (Şerri tüva buyuteküm vela teşerritüva mesacidüküm. Yani evlerinizi mürtefi/yüksek yapıp şereflendirin zira ruhlarınız onunla ferağyap olur. Ve mescitlerinizi şerefli ve mürtefi yapmayın. Zira orada Hakka ibadet olunacak mahaldir). İşte çingene böyle şerefli ve mürtefi yeri sevmez. Ve geniş yüksek ferah binayı istemez. Onun hemen istediği kara çadırdır. Çenginin çengi ana Kur’an yeter


Canına kelp urduğu nân u nemek Doğru yoldan taşra gitme Mısriyâ Enbiya çekti bu derdi sende çek Çün kitabullahdürür hablü’l metin Pek yapış bu urvetü’l-vüskaya pek (96) İster isen bulasın cânânı sen Gayre bakma sende iste sende bul Kendi mir'atında gözle anı sen Gayre bakma sende iste sende bul Cananı; yani Hakkı bulmak istersen gayre bakma sende bul. Kendi mir'atında/aynanda gözle, çünkü sen Hakka bir mir'atsın/aynasın. Her sıfat kim sende var izle anı Gör ne sırdan feyiz alır gözle anı Erişince zâtına özle anı Gayre bakma sende iste sende bul Çünkü Hakkın efal, sıfat, zatı seninle zahir, ef’al sıfata. Sıfat zata delildir. Şimdi bir fiil sıfatsız zahir olurmu? Mesela ilimsiz fiil zahir olurmu? Kezalik/bunun gibi iradesiz kudretsiz sem'isiz ve basarsızve kelamsız ve hayatsız fiil zahir olurmu? Olmaz, demek olur ki efal sıfatın vücuduna delildir. Kezalik sıfat mevsufsuz olur mu? Her sıfata bir mevsuf lazımdır. Mesela irade müridsiz, kudret kadirsiz olurmu? Olmaz. Bu halde sıfatta vücudu Hakka delil olmuş olur. Her şahıs kendinde zahir olan ef'al, sıfat ile vücudu Haktaalaya istidlal/delil edebilir. Kenz-i mahfi âşıkar hep sendedir Yaz u kış leyl ü nehar hep sendedir. İki âlemde ne var hep sendedir. Gayre bakma sende iste sende bul Kenzi mahfi/gizli hazine yani esrarı ilahiye ki: ef'al, sıfat zat sende aşikârdır. Yaz ve kış leylü nehar ve iki âlemde, yani dünya ve ahirette her ne ki var ise hep sendedir. Çünkü insan nushai camiadır/İnsan tüm varlığı cami/toplayan bir sayfadır. Vücudu, vücudu vahit değilmidir. Bunların Hakkın vücudundan gayri vücudu müstakileleri varmıdır? Yoktur. Yaz


ve kış gece ve gündüz dünya ve ahiret ve senin vücudun, vücudu Hak’tır. Başka vücut yoktur. Men aref sırrına er ko gafleti Gör ne remz eyler bu insan sûreti Haşr u neşr ile tâmuyu cenneti Gayre bakma sende iste sende bul Hz. Ömer efendimize; Resulullah Sallallahu taala Aleyhi vesellem buyurmuştur. (Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu Yani nefsine arif olan tahkik rabbına arif oldu). Cenabıhak buyurmuştur; Ayet (Vettebu millete İbrahime hanifen vema küne minel müşrikine. Yani milleti İbrahim olan tevhide tabi olun Hz. İbrahim müşrikinden olmadı (Ali İmran-95). İşte cenabı Hak bizi aslab/sülbiyet aba/babalar ve erham ümmühat/analar rahmi vasıtası ile bu âleme getirdi ki; ef'al, sıfat, zat, kendisinin olduğuna vakıf Arif olmaklığımız için. İşte men aref sırrı budur. İnsan sureti nushai camiadır (İnsan sureti, her şeyi toplayan bir sayfadır). Evvelki derste söyledik. İnsan sırrı hilafet, yani Hakk’ın ismi cami’inin mazharıdır. Melaike ismi kuvva mazharıdır. İnsan ise, hem kuvva hem sair/diğer cem'i/tüm esmai ilahinin mazharıdır. Haşr-ı sûri hâlin inkâr eyIeme Gülşen iken yerini hâr eyleme Enfus u âfâkı bil âr eyleme Gayre bakma sende iste sende bul. Haşır/toplanma iki kısımdır; Bir kısmı buradadır, ki cümlemiz Hakkı arif olmak için yeryüzü olan bu imtihan âleminde haşır olduk/toplandık. Ve biri de âlemi ahirettedir ki, o haşır ekberdir/büyük toplanmadır. O da haşrı cismanidır. Mahşerde haşır oluruz. İns ve cin melaike ve sair cem olup/toplanıp, sırat köprüsü ve mizan/terazi, tartı kurulup ehli cennet cennete, ehli cehennem cehenneme gönderilir. Bunu inkâr edipte yerin gülistan/gülbahçesi iken haristan/dikenlik eyleme. Enfus kendi nefsin, afak bu âlem. Yani; tafsilatı Muhammediye. Çünkü cenabı Hak iptida/evvela nuri Muhammediyi halk etti ve bu avalem/âlemler nuru Muhammedinin tafsili ve şerhidir/ayrıntısı ve açıklamasıdır.


Zât-ı Hakk’ı anla zâtındır senin Hem sıfatı hep sıfatındır senin Sen seni bilmek necâtındır senin Gayre bakma sende iste sende bul Hakkın sıfatı subutuye ve sıfatı maneviyesi yedidir. 1 - Hayat, 2 - İlim, 3 Sem'i 4- Basar, 5 - İradet, 6 - Kudret, 7 - Kelam. Bunların üçü batın dördü zahirdir. Ki Batın olan Hayat, İlim, iradettir. Zahir olan ise semi, basar, kudret, kelâmdır. Anın için hacılar tavafta üç kerre beyti şerifi pehlivan gibi kollarını öyle kurula kurula tavaf eder. Yani batın olan sıfatı selasenin/üç sıfatın zahir olması için. Öyle kurularak bir hayat sıfatı için, bir kerre ilim sıfatı için, bir kere de, iradet sıfatı için tavaf ederler. Dört şartta zahir olan sıfatı Erbaa/dört sıfat için tavaf ederler. Ancak bu sıfatlar zahir olduğundan öyle teenni ve adeta (yavaş yavaş düşünerek) dört kerre tavaf ederler. Çünkü beyti şerif mazharı zattır. İnsan ise mazharı sıfattır. Bu sıfat, Hakka nisbet olununca kadimdir. Çünkü Hak kadimdir/öncesi evveli yoktur. Sıfatı da kadimdir. Şahsa nisbet olduğu vakit hadistir/sonradandır). Zira şahıs hadis değilmidir? Yani sonradan olmadı mı? Sonradan oldu. Mukayyettir, yani o sıfat şahsi ile mukayyettir/kayıtlıdır). Ve sıfatı cüz'iye denildiği kulun şahsiyle mukayyet/kayıtlı olduğundan ötürüdür. Ki Hakkın sıfatı küllüyedir (her şeyi kapsayan ve kayıtlanamayandır). İnsandaki Sıfatı cüz'iye Hakk’ın sıfatı külliyesinin mazharıdır. Mesela iradei cüz'iye iradeyi Külliyenin, kudreti cüz'iye kudreti külliyenin mezahiridir. Sıfatı Hak bu sıfatı cüz'iye ile zahirdir/Hakkın sıfatları Kuldaki cüz sıfatlar ile apaçıktır. Sûreti terk eyle mâna bulagör Ko sıfatı bahr-i zâta dalagör Ey Niyazi şark u garba dolagör Gayre bakma sende iste sende bul İlmin mertebesi üçtür: 1- İlmel yakin, 2 - Aynel yalan,3 - Hakkal yakin. İlmel yakin; avamın ilmi ve hocaların ve softaların ilmi ki, beni yaratıp icat eden Hak’tır. Peder ve valide/babam ve annem beni icat etmiş/yaratmış olaydı peder ve validemi kim icat etti? Behamehal/mutlaka


müeccedim var. Müeccedim/beni icad edip yaratan Hak’tır deyip, böylelikle Hakkın vücuduna kendini isditlal/delil ederler. Bu ilmel yakin mertebesidir. İkinci aynel yakin dır ki; bu ehli tarikin ilmidir. Benim müeccedim/yaratanım Hak’tır. Ve bende zahir olan sıfatlar Hakkın’dır der. Velâkin Vücudu Hakka vermez, güya vücudu Hakka vermiş olsa hulül veyahut ittihat iktiza eder/Allah bir şeye girer veya bir şeyle birleşir imiş diye korkar. Bu aynel yakin mertebesidir. Üçüncü Hakkel yakin mertebesi ki: gerek ef'al, gerek sıfat ve gerek zat Hakkın’dır. (La mevcudu illa hu dur / Hu’dan gayrı mevcut yoktur). Bu ehli tahkikin / hakikatın ilmidir. Bunlara zatiyun tabir olunur. Ehli tarik amma ehli tarikin evliya ve kâmillerine ise, sıfatıyun tabir olunur. İşte bu Hakkal yakın mertebesidir. Ve Mısri ef. ko sıfatı bahri zata dala gör dediği zatiyun ol. Yani ehli tahkiki/hakikat ehli ol demektir. -------------------------------------------------------------------------------------------(97) Aşina-yı aşk olandan âhu zâr eksik değil Keşti-i bahre demadem rüzigâr eksikdeğil Rüzigar esince bahır temuç edip kesret ve tadat envaç bahri setrettiği gibi, bu tadat ve kesreti suver dahi hakkı mesturdur. (rüzgâr esince deniz dalgalanır ve dalgaların çokluğu denizi perdelemesi gibi, bu görünen eşyanın ve sayısız varlıkların çokluğu da Hakkı perdeleyip örter). Ol cemâl-i mutlakın aşkında arttıkça niyaz Ol kadar nâz artrrır bir gülizâr eksik değil Yeri cennet baktığı didâr olursa âşıkın Vechi ııurundan anı yakmağa nâr eksik değil Bu nişanı âşıkın rahat ölür gam dirilir Hayret ender hayreti leyl ü nehâr eksik değil Şem'-i aşka Mısriyâ yandır özün yoğ ol müdam Âşıka her yokluğun üstünde var eksik değil -----------------------------------------------------(98)


Ey gönül gel Hakk’a giden râhı bul Ehl-i derd olup deruni âhı bul Cânın ilindeki şems ü mâhı bul Âdemisen semme vechullahu bul Kande baksan ol güzel Allah’ı bul Âdem isen semme veçhullahı bul demek, ayet (…Feeynema tüvellü fe semme vechullah / nereye dönerseniz Allah’ın yüzü ordadır... Bakara-115) ayetine işarettir. Yani gerek ilmin ve gerek hayalin ve zihnin ve fikrin ve kalbin ile her nereye teveccüh edersen/dönersen Hakkın yüzü olduğuna Arif vakıf olacaksın. Çünkü Hak’tan gayri mevcut varmı? Yani Hakkın vücudundan gayri vücut varmıdır? Yoktur. Vücut vücudu Hak’tır. Her ne tarafa tevcccüh edersen Hakka teveccüh etmiş/dönmüş olursun. Devlet-i dünyaya mağrur olma sen Lezzet-i câhına mesrur oIma sen İzzetim buldum deyu hor olma sen Âdemisen semme vechullahı bul Kande baksan ol güzcl Allah’ı bul Gerçi Allaha ibadctte güzel Zühdü takvâ vü kanaâtta güzel Halvet ehline keramette güzel Âdem isen semme vechullahı bul Kande baksan ol güzcl Allah’ı bul İbadette üç kısımdır. Haniya hadisi şerifte (Hasenatün ebrar seyyetül mukarrebin / Ebrarın sevabı mukarriblere günahtır) varit olmuştur. İşte avamın ibadeti nefsi içindir. Yani nefsin halâsı/kurtuluşu içindir. Mesela dünyada takdiri şer’i de nefsini halâs eder, ahirette cehennem azabından nefsini halâs eder (Mesela dünyada şeriata itaat etmekle nefsini/kendini kurtarır, ahirette de cehennem azabından nefsini kurtarır). Velhasıl avamın ibadeti li nefsidir/nefsi/kendi içindir. Velâkin avama göre bu ibadet güzeldir. Ehli tarikin ibadeti rizayı Hak/Hakk’ın rızası içindir. Lâkin şuhudunda abıt/ibadet eden başka, mabut/ibadet edilen başkadır. Ehli tarika göre bu ibadette güzeldir.


Velâkin ehli tahkike/hakikat ehline göre bu ibadet seyyiedir (çirkindir/günahtır). Çünkü ehli tahkiki indinde abıtta mabutta Hak’tır. Kaydıyle abıt, itlak ile mabut. Yani mukayyet (kayıtlı olması) yüzünden abıt/kul, mutlak (kayıtlanamaması) yüzünden mabuttur/ibadet edilendir. Şimdi ehli tahkike ehli tarikin hasen ithaz ettiği ibadet seyyie değimlidir? Evet seyyiedir/Şimdi tarikat ehlinin güzel saydığı ibadet, hakikat ehline çirkin günah değimlidir? Evet günahtır). Halvet ehline keramette güzel; evet halvet ehli taklili taam ve taklili mezam ile halvet ederek, kendisinden harkûlade zuhur eder/Evet, yemeyi içmeyi azaltarak perhiz edip tenhaya çekilen halvet ehlinden harkûlade/olağanüstü haller zuhur eder. Fakat bu haller sadece ehli imana mahsus değildir. Kâfirden de zuhur eder. Ruhbanlar da bayırda mağaralarda taş deliklerinde riyazat/perhiz ederek kendilerinden harkûlade zuhur eder. Velâkin ona istidraç tabir olunur. Yani Harkulade eğer ehli imandan zahir olursa, ona keramet itibar olunur. Yok eğer ehli küfürden harkûlade zahir olursa ona da istidraç tabir olunur. Velâkin ikisi dahi aynı bir şeydir. Ol sana açmışdürür daim gözün Sen yitürmüşsün ha ararsın izin Bicihet göstermiş eşyâda yüzün Âdemisen semme vechullahı bul Kande baksan ol güzel Allah’ı bul Arife eşyâda esmâ görünür Cümle esmâda müsemmâ görünür Bu Niyazi’den de Mevlâ görünür Âdemisen semme vechullahı bul Kande baksan ol güzel Allahu bul Kuranı kerim dört ilim üzere nazil olmuştur. Bunlar İlmi şeriat, ilmi tarikat, ilmi hakikat, ilmi marifet tir. Amale dair olana ilmi şeriat, denir. Ahlâka dair olana ilmi tarikat tabir olunur. Esma ve Sıfatına dair olana ilmi marifet denilir. Hakayıka/hakikata dair olana ilmi hakikat tabir olunur. İşte arifte


sıfat oyundur. Yani arif olan esma görür, müsemmayı göremez. Ehli Hak olan ise müsemmadan gayri görmez. Yani esma ve sıfat bilmez. -----------------------------------------------------------------------------------------(99) Hevâ ise yeter gönül Gel Allah’a dönelim gel Siva ise yeter ey dil Gel Alah’a dönelim gel Nice bir sevelim gayrı Nice bir olalım ayrı Analım vuslat-ı yâri Gel Allaha dönelim gel Bize Hak’dan gel olmadan Ecel kösü çalınmadan Cânın Azrail almadan Gel Allah’a dönelim gel Özenmez misin ol yâre Aldanmışsın ağyâre Seni azdırmuş emmâre Gel Allaha dönelim gel Taleb kıl her sehergâhı Yürekten eyle gel âhı Sevenler buldu Allah’ı Gel Allah’a dönelim gel Soralım gel bilenlere Gülü bûyun direnlere Visâline erenlere Gel Allah’a dönelim gel Niyazi’ye olup haldaş Olursun yoluna ol yoldaş Döküp gözlerimizden yaş Gel Allaha dönelim gel --------------------------------------------(100) Bu fenânın izz u câhı iyş u nûşu bir hayâl Görmedim bir izzetin ki bulmaya âhır zevâl


Yani cah, mansıp/makam demektir, beylik Paşalık Müderrislik gibi. Ay şu nuş ise, yemek içmektir ki bunların kâffesi/tümü bir hayâldir. Yani karagöz perdesinde çıkan kadın, cariye, köle vesaire söylerler, gülerler. Bunları perde arkasında olan bir adam yapar, buna vakıf olmayan kimse zanneder ki o suretler konuşurlar söylerler. Halbûki hepsinden tekellüm eden/konuşan perde arkasındaki bir adamdır. İşte bu fenanın izzeti ve mansıbı ay şu nuş'u bu suretlerin hareket ve sekanatı ve tekellümü gibidir. (İşte bu fena âlemindeki mevki, makam ve yemek içmek, durmak ve konuşmak, karagöz perdesindekileri bir adamın oynatması ve konuşması gibidir. Ki cümle varlıktan bir olan Allah zuhur edip açığa çıkar. Günbegün eksilmede her ehl-i fazl-u ehl-i hâl Gitmede zevki cihanın gelmede dâim melâl Nice erbâb-ı ulûmu kıldı bizden mevt ırağ Her birinin iftirâkı kıldı bizi kel-hilâl Şairin kelamında vaki olduğu gibi, beyti hamsetün hilal ve hamsetin kamer ve hamsetün bedir ve hamsetün sümer ve hamsetün ubus ve hamsetün keder. Yani Hicri takvime göre Ay’ın hareket ve görüntüsü değerlendirildiğinde ayının beşine kadar hilâl, onuna kadar kamer, on beşine kadar bedir, yirmisine kadar sümer, yirmi beşine ubus, otuzuna kader, denilir. Gerçi insana kalır bin hasret ü derd ile gam Gittiğince dünyeden her ehl-i fazl-ı zül-kemâl Lik gittikte azizim şeyh Muhammed dünyeden Kalbimizı yaktı derdi kaddimizi kıldı dâl Ruh idi cism içre güyâ şehr-i Uşşak’da o pir Âlemi ervaha uçtu eyleyüp azm-i visâl Şıh Muhammed, Mısri efendinin şeyhi ki, Muhammedi Sinan Ümmidir. Mısri efendiden evvel vefat etti. Anı beyan eder.


Ah u âh firkat-ı hicrana yanmakta dilim, Gözlerim kan ile doldu bir yanağım üstü al Nidelimçün ‘‘küllü şey’in hâlikin’’ dedi Hüda Diyelim ‘‘El-hükmü lillalhi’l kebirü’l müteâl’’ (Nidelim cenabı Hak; …küllişey'in halikün illa cevhe / Onun vechinden/yüzünden başka her şey helâktadır. Kasas-88) buyurmuştur. Yani herşey helak ve fanidir. Vücudu mustakilleri yoktur. Vücud, vücudu Hak’tır. İşte bizde arıttır (İşte bizdeki ruhu) Cenabı Hak hazretleri dilediği vakit çeküp alır, suret toprak olur. Vücudu Hak ruhtan hiç ayrılmaz. Hüsn-ü hatmine Niyazi dedi tarihin anın Allah Allah dedi ve kıldı bekaya irtihâl İşte Sinanı Ümmü hazretlerinin tarihi vefatı, bin altmış dokuz idi. Sultan ikinci Ahmet zamanında idi. Allah Allah dedi ve gitti. ----------------------------------------------(101) Varlığın mahfeyleyip meydâne gel Lâ vü illâ’dan geçüp merdâne gel Gel hakikat ilmini sen de oku Bir kadem bas mekteb-i irfane gel Zulmete hızır ile gir gevher çıkar Ab-ı hayvandan içüp hem kane gel Şer’i başına tac edüp İskender ol Geç otur taht-ı dile şahâne gel Hızır aleyhisselamla İskender, Zül karneyn ve Eflatun İlahi bahri zulmete/karanlık denize kadar gitti. Ol vakit İbrahim aleyhisselam zamanı saadeti idi. Bahri zulmetten/karanlık denizden inci, yakut, zümrüt çıkardılar ve orada İskenderden gizli olarak, Hızır ile Eflatun abu hayat/ebedi hayat, ölümsüzlük suyu menbaından/kaynağından içtiler. Sonra oradan avdetle/dönüşle İskender, Mekkeye geldi. İbrahim


aleyhisselama orada mülaki oldu/kavuştu. Yani mülakatlarında/buluşmalarında müanaka ettiler/sarıldılar. Hatta şimdi bayram günleri muanaka etmek yani sarmaşmak, İbrahim aleyhisselamla İskenderin sünnetlerindendir. Elyevm/bu gün halen, gerek Hızır ve gerek Eflatun ilahi berhayattır/hayattadırlar. Hızır şabiemrettir/delikanlıdır. Eflatun da Hindistan dağlarından birinde sakindir. Hazreti Resulullah, EfIatun ilahi hakkında buyurmuştur. (Kennehu eflatuni ilahi nebiyyen velâkin cehle kavmi. Yani Eflatunilahi nebi idi. Velâkin kavmi anı bilmedi.) Hızır aleyhisselamı mesideccal şehit edecektir. Çünkü deccala muarız eyleyecetir/karşı koyacaktır. Halbûki deccalın fitnesi, kaderi ilahiledir. Lâkin şahadeti deccalın elinden olacağından muarız/karşı olacaktır ve Hızır deccal tarafından şehit edilecektir. Küntü kenz’in sırrını duydunsa ger Sakla sırrı deme her nâdâna gel Yani cenabı Hak, hadisi kutside (Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebte en urefe fe halaletel halka li urefe / Ben gizli bir hazineydim bilinmekliğime muhabbet ettim, (sevdim, âşık oldum) halkı yarattım buyurmuştur. İşte sen bunun sırrını anladınsa nadâna/cahile fahşetme. Yani tevhidin kıymetini bilmiyene sır verme demektir. Vahdetin meydanı sırrı var iken Kesret içre girme sen zindâne gel Ey Niyazi baş açık divânesin Nice bir divânesin uslane gel ---------------------------------------------------------------------------------------------(102) Padişahâ aşkını hemhâne kıl Masivâ-yı aşkını bigâne kıl Zikr ü fikrinle beni pürnur edip Mest-i medlıuş eyleyip divâne kıl Benliğimdir senden ayıran beni


Varlığım şehrini yık virâne kıl Murg-i ruhun meylini kes gayridcn Şol cemallin şem’ine pervâne kıl Gönlümü mir’at-ı vech-i zât edip Ol tecelliyle beni mestâne kıl Cezbe-i feyzin şerabın doldurup Bu Niyazi bendeni meyhâne kıl ----------------------------------------(103) Ya camiel esrarı vel fedail Ya kaşifel estar lil avamil Ey esrarı ilahiye ve fedaile rabbaniyeni cami olan. Ve ey amilinin (emeli Hak olup Hakk’ı taleb edenlerin) hicaplarını/perdelerini açan zat. Ki, zattan murad mürşidi kâmildir. Feher reeyte bahrı ev semi-te Yerama dürrü bi ilesevahil Yani sen gördünmü yahut işittinmi bir derya/deniz ki, cevahirini yani içinde olan dürrüyakut ve zümrütü derya kenarına atsın. Hiç bir derya kendisinin içinde olan cevahirini/mücevherini sevahiline (sahiline, kenarına) atmaz. Lakin hü la bimen-il gavase men İhraceha miktare keffesail Lâkin o cavahiri keffessail/isteyenleri miktarınca çıkarmaktan dahi gavvas/dalgıç men etmez. Burada gavastan murad, nekibdir/yardımcı kefildir. Nekib, Şudur ki zamanı saadette dahi Hazreti Resulün oniki nekibi var idi. Hatta Hazreti Said, Radiyallahutaala anha, Reisi Nukaba idi. Ve katibi vahi idi. Nekibin hizmeti şudur ki, mesela ashabtan biri bir makam görmek talep ettiği vakit doğru nekibe müracaat edip ifade eder. Niyaz ederim Resulullaha rica et, bana bir makam ihsan buyursun, o dahi resululüaha gelip der ki; Ya resulullah, falan kişi


gelmiştir, şöyle, şöyle ihsanını ister. Diye arzeder. Onun üzere Hazreti Resulullah, onun mekadırına/miktarına göre makam gösterir idi. Kün keennema esrarı şer-il Mustafa Lakin veliyyen hadil kavafil Sen şer-i/şeriatı Mustafa sallallahütaala aleyhivessellemin esrarı gibi ol ki, kafilelere/Hak yolcularına yol gösterici olasın. Yoksa hangi Mürşit gördün ki, yolda ve çarşı pazarda gezenlere gel sana tevhidi göstereyim diye söylesin. Mürşidi kâmil, bir deryadır cevahirini kendisi kenara atmaz. Velâkin Gavas/dalgıç dahi men etmez. O deryanın gavasına yani Mürşidi kâmilin nekibine müracaat ettiği vakit, o nekib deryayı kâmilden miktarına kadar cevahir/mücevher çıkarıp verir. Miktarından ziyade vermez ve vermekte olmaz. Vela teceb anha li külli sail Bel kün zemana sailel mesail Her bir sual edene cevap verme, sende bazı zaman mesail sorucu ol. Yani bazı vakit sende bilmez gibi, mesele sor. Ve hazere anid-dava biha feinnelıu Ledil kırame inde davai batıl Yani benlik davadan hazer et, zira ashabı kiram indinde davayı kazibe batıl olur (Yani benlik enaniyet davasından kaç, zira bu dava sahabenin ulularına göre yalandır, geçersizdir). Vahleke bi fakrü ihtiyaç fittarik Vebil fena anil vücudul hail Tarik de/girdiğin Allah yolunda, fakrü ihtiyaçla kendini helâk et, yani kendinin ve âlemin nisbet varlığını mahf et. Ve hail/perde olan nisbeti vücudundan fenafillâh keşfi irfanı ile kendini/nefsini helâk et, yokluğa eriştir. Haza minel Mısri tufetiil Iekum Huzha fete--min Cümletel kavail


İşte bu size Mısri efendiden bir hediyedir. Bunu ahaz edip/alıp kabul et ve cümle gailelerden/dert ve kederlerden emin ol. --------------------------------------------------------------------------------------(104) Scvteterannur kablel e kul Yehzem İsa bihi icnadi gavl Yakında görürsün nuru şeriatı Muhammediye ye kavuşmağa yaklaşmış. Çünkü Hz. Resulullah S.A.V. buyurmuştur. Salihler zamanı bir gün, fasitler zamanı yarım gün, yevıni alihinin bir günü bin senedir. Yarım günü beşyüz senedir. Bu hadisi şerif söylendiğinde hicret zamanı idi. Salihler zamanı şüphesiz asrısaadet idi. Şimdiye kadar hicreti nebeviden bin iki yüz doksan dokuz senedir. Demek, kıyamete daha iki yüz sene kalmıştır. Hazreti İsa da, ref olunduğu vakit (göğe kaldırıldığı zaman); iki bin sene de yine nuzül ederim (inerim), buyurmuştur. Hicreti nebeviyeye kadar beşyüz sene idi. Hicretten sonra binbeşyüz sene tamam ikibin ider. Bin dört yüz’den sonra artık alameti zahir olur. Mesela, İmamı mehdi zuhur eder, mehdi elyevm/bugün zahirdir, yani dünyadadır. Mehdi, İmamı Hasan askerinin oğlu İmamı Mehdidir. Hülafa-i Abbasiye olduğu vakit iptida/evvela hilafete Ebücafer geçti. Nesli Resulden olanlara kendisine müzahim olmamak için şehit etmiye kalkıştı/Resulullahın neslini kendine rakib olurlar, sıkıntıya sokarlar zannı ile şehit etmeye kalkıştı. İmamı Ali Rıza Horasan tarafına firar etti. İmamı Hasan Askeri, Mekkede gizlendi. İmamı Mehdi, ol vakit sır oldu/gizlendi. Elyevm sırdır. Ekseri evkatını/vaktini Medinei münevverede geçirir Cetleri/ataları yanında, velâkin kimse tanımaz. İmamlardan sekizi Medinede kalıp vefat etmişdir. Altısı kubbei abbasiden çıktığı vakit, bir dar sokak var, orada medfun/defin olmuşlardır. İşte bin dört yüz seneden sonra ol vaktin ehlullahı Medinei münevverede cem olup/toplanıp artık imamı mehdinin zuhurunu niyaz edeceklerdir. İmamı mehdi, Medine de zahir Olup ve ehlullah dahi kendisine tabi olup bilittifak/beraberce yürüyeceklerdir. Bunu Frengi/batılılar işitince kilitli asker ile gelip İstanbulu zaptedecek. Ve Devletü Osmaniyeden Sultan Ahmed'i Halepe kadar takip edecektir. Sonra Sultan Ahmet, imamı mehdiye mülaki olur (buluşup kavuşur). İmamı mehdi, Sultan Ahmet'i taliasına reis naspeder/öncü birliğine komutan tayin eder. Birlikte gelip dokuz


ay geçmeden İstanbulu bitekrar zapt ve tescir ederler/İstanbulu tekrar zapt edip düşmandan geri alırlar. Bir de işitilir ki, Basra tarafından Mesih deccal zuhur etmiş, Sultan Ahmet talia reisi olduğu halde mesih deccalın üzerine gönderilir. Mesih deccal firar edip Şam'a gider. Hazreti İsa dahi ak minareden nüzul ederek/inerek Şam da Babül mendep önünde bir meydan var. Hazreti İsa Mesih Deccalı tutup orada katletse gerektir. Sonra Hazreti İsa, Darül hilafiye yani Medinei Münevvereye gelir. Mehdi dahi gelip mülaki olurlar/buluşurlar. Orada İmami Mehdi, ahirete intikal eder. Hazreti İsa zamanında Seddi İskender emri ilahiden olur. Ye-cüc ve me-cuc kesretle/çoklukla bu taraflara geçer. Ye-eüc ve Me-clic dedikleri cüce olduklarındandır. Onlar da beni âdemdir/âdemoğludur. Tului Şems'e/güneşin doğuşuna yakin olduğundan öyle cüce olmuşlardır. Şark/doğu tarafında Çini kebir/Büyük Çin ahalisindendirler. Boyları bir arşın bile yoktur. Çini sagir/Küçük Çin halkı bile küçüktür. Erkeği karısı farkolunmaz. Yalnız erkeklerinin çenesinde bir kaç kıl var. Ondan erkek olduğu anlaşılır. Hazreti İsa, Nuru şeriatı Muhammediye ile ol ecnadı gavli, yani ye-cüc ve Me-cüc askerini münazim eder (kontrol altına alır). Yani Hakka dua edüp her birerlerinin boyunlarında birer yara olur, ondan telef olurlar. Hazreti İsa nübüvvet ve risaletle gelmez. Hazreti Resulun halifesi olduğu halde gelir. Velâkin Kur’an ve şeriat tekrar Cebraili emin Hz.İsa’ya vahiy eder. Yani Hz.İsa Resulullahtan almaz, sair hülefa/diğer halifeler gibi. İşte Mısri Efendi bu gelecek beyitte deyecektir. Sevfetera zulmetehüm tenecli Biehlakehüm aleyhim yehul Yani o ye'cüc ve me'cücün zulmü açılır. Yani kalkar. O mehlek/tehlikeli olan yaralar onları kaplar. Sevfe tera mir gaffaretehüm Hıne rahi minkarisi yekul Gafarelerden (örtenlerden setredenlerden) murat; zırh yani kurşun ve bıçak tesir etmemek için muharebelerde iktisa olunan/giyilen demir gömlek, onun gerek gömleğine ve gerek başına geyilen tas ki mihfer tabir


olunur. Yani vücudu setr edecek/gizleyip örtecek şeydir. Biri vücuda giyilecek biri de başına giyilecek, iki parça olduğundan gaffareteyn (iki setredici örtücü) denildi. Sevfe tera ehli semayihi Yescüt bittav-i leh vetkabul Yakında görürsün ehli sema gelir. Ehli semadan murat Hz. İsadır. Ona tav'an/isteyerek secde ederler ve kabul eylerler. Çünkü Hz. İsa zamanında hiçbir fert Kâfir kalmaz, herbirisi iman eder. Zira Hz. Musa Hz. İsa'dan sonra ahir zaman nebisinin geleceğini ümmetine haber vermiştir. Onlar, hâlâ Hz. İsanın geldiğine iman etmediklerinden Hz. Resule de inanmadılar. Şimdi: Hz. İsayı görünce Museviler dini Muhammediyeyi de kabul ederler. İsa ümmeti olanlara Hz. İsa, halifei resul olmakla bittav'i (hepsi) iman ederler, böylece hiç Kâfir kalmaz. Hatta gerek musevi ve gerek İsevi Hz. Resul hakkında şüphede olduklarından ceziyeleri (gayrımüslüm vergisi vermeleri) kabul olundu. Hatta Musa ve İsa Aleyhisselam ahir zaman nebisini ümmetlerine haber verdi. Ehli kitap şüphededirler, binaanaleyh/bu konuda ayet nazil oldu. Amma ehli kitap olmayan mecusi ve saireye/diğerlerine iman veyahut kılıç teklif olur idi. Teklif böyle idi. Hz. İsa zamanı kırk sene böyle emin ve asayiş ile gider. Sonra İsa darülbekaya irtihal eder. Hatta Hz. Resul'un ayakları ucunda defn olur. Hz. Resuulllah Hz. İsanın orada defnolacağını buyurmuştur. Orada kimse defn edilmez. Ondan sonra ehli islamdan bazıları murted olur/İslam dininden çıkarlar. Ve sair/diğer kıyamet alametleride zuhur eder. Mesela güneşin mağrıptan/batıdan doğması olur. Velâkin; Sayıhan güneş mağrıptan tulu etmez/batıdan doğmaz. Ve düzeni ilahi bozulmaz. Velâkin kırk gün kırk gece duhan/duman istiap edecek/kaplayacak. Yani Cihanı bir duman kaplıyacak ki gece, gündüz fark edilmiyecek. Resulden olvakit namaz nasıl kılınacak sual olundu? ‘Bikkader’ buyurdu, yani öğlen, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarının vakitlerini tahminle takdir edilerek kılınacaktır. Sonra o zaman iptida/evvela mağrıp/batı tarafından açılıp güneş görülecektir. (Tulüuşşems min mağribiha / güneş batıdan doğdu) denilir. Sonra bir latif rüzgâr esip ehli iman olanlar vefaat eder. Kıyametin şiddetini mü'minler görmiyecek. Çünkü orada yer batar. Adeta dağ yıkılır, bunu kâfirler görecektir.


İşte Mehdinin zamanı yedi sene, İsanın zamanı kırk sene olur. Ve bu binbeşyüz senesinde tamam olur. Ondan sonra için Mısri ef. diyor. Scvfc tera türbcten Mısriyetcn 'I'enşekka anha erduha bilvasl Yani görürsün Mısrinin türbesi şak olup (yarılıp açılarak) canane vasıl olmuş. Çünkü Hz. Mısri Elmiyede/Limni adasında metfundur/defin olunmuştur ----------------------------------------------------------(105) Gel ey bahr-ı hakayıktan taleb kılmayan esdafı Gel ey gevherlerinden hem haberdar olmayan gönül Gel ey aşk oduna pervâne gibi canın atamayan Gece gündüz işi bülbül gibi zâr olmayan gönül Tükendi ömrün ey gönül hebâ yerlerde gafletle Gel ey ömrü tamam olunca bidâr olmayan gönül Sudan bir ibret almadın niçin dâim akıp çağlar Gel ey vahdet denizini talepkâr olmayan gönül Erişti cümle menzile yol ehli sen düşüp kaldın Seni nidem bu yollarda bana yâr olmayan gönül Kamunun derdine dermân sen imişsin bu âlemde Niyazi derdimendin derdine çâr olmayan gönül ----------------------------------------------------------------------------(106) Evvelimde dinmez idi ah u efgânım benim Gice gündüz bilmez idi zâr u giryânım benim Düştü aşk odu bu câna yaktı kül etti beni Kül olunca yanmaz oldu nâr-ı sûzanım beniın Hâr u hâşâk-ı enâniyet yanalı aşk ile Arş u Kürsi’den geniş açıldı meydânım benim Benliğim mahv olalı arşu kürsiden benim meydanım vasidir/kapsayıcıdır. Yani arştan vasi-im kalellahütaala fi hadisi kutsi (Ma


vesaaniardı vela sema-i velâkin vese-ani kalbi abdil mü-min. / Yani meratip ve esmayı arz ve semaa sığmaz, ancak mümin kulumun kalbine sığar). Çünki, abdı mümin yani insan, cemi/tüm meratip ve esmayı camidir/toplayandır. Sair/diğer mahlükat ise yalnız bir ismi camidir. Mesela, Melaike ismi kuva mazharı, maden; ismi aziz mazharı, insan ise cemi esmai camidir. Mukaddem/önceleri tariki sufiyede tevhit makamatı yalnız bir isimle tarif ve telkin olunurdu. Yani la ilahe illallah kelimesi ile telkin olunurdu. Sonra İbrahim Halveti yedi isim ilave etti: 1 - La iılahe illallah. 2 – Allah. 3 – Hu. 4 – Hak. 5 – Hay. 6 – Kayyum. 7 - Kahhar. LA İLAHE İLLALLAH ile tevhidi efale işaret etti, yani la Halik illallah/Allahtan gayrı halkeden/yaratan yoktur demektir. ALLAH ile tevhidi sıfata işaret eyledi. Çünkü Allah ismi cemi esmaya camidir/tüm isimleri toplar. HU, gaybı mutlaka-ya delalet etmekle onunla tevhidi zata işaret etti. HAK, makamı cem yani makamı cem de halk batın Hak zahir olmakla, Hak ismi ile makamı cem'e işaret etti. HAY, makamı hazretülcem. Çünkü Hazretül Cem de Hak batın halk zahir olduğundan Hay ismi ile telkin eyledi ki, bu makam makamı şeriattır. KAYYUM, Makamı Cemmül cem'e (Hüvel evvelü vel ahiru vezzahirü vel batın / O ilk’tir, son’dur, apaçıktır, gizli olandır… Hadid-3) mucibince evvel ahır, zahir, batın her şeyin vücudu, vücudu Hak olduğundan ve vücudu Hak ile kıyamı olduğundan kayyum ismi ile makamül Cemmül Ceme işaret etti. KAHHAR ismi ile ahadiyete işaret etti. Ar u nâmus şişesin yerlere çalıp kırmadan Vech-i Hakk’ı olmadı her yüzde seyrânım benim Rahat ile istedim vuslatı kahretti bana Derde düşüp ağlayınca güldü cânânım benim Allah’ın gülmesi, tevilsizdir. Çünkü Cenabı Hak, bazı mahlük sıfatı ile sıfatlanır ve (…Gadiballahu aleyhim / Allah onlara gadaplandı, öfkelendi… Fetih-6) gibi, ferahlık ta gülmekte mahlük/yaratılış değilmidir?


Top ile çevkânı sundu bana cânân Iûtfile Bendedir amma görünmez top u çevkânım benim Yani top ile çevkan bendedir demek, faris gibi/ferasetle tevhitte reisim/önderim demektir. Hayret ender hayrete şöyle düşürdü gönlümü Şerh olunmaz bu dil ile şimdi hayrânım benim Âşık mahbubu ihata edemediğinden ötürü, çünkü cânân malanehayedir (İlahi sevgilinin nihayeti sonu olmadığından âşık, ilâhi sevgiliyi kuşatamaz, ilahi sevgilinin nihayetine sonuna erişemez). Ve âşık Hayrete düşer. Bu hayret ise, hayreti ilmiye ve hayreti şuhudiyedir. Bunun ziyadesi/artışı için Hazreti Resulullah duasında (Allahümme zedni fi-ke tahayyur / Allah’ım hayretimi arttır). Buyurdu. Âlem ol vech-i amâdır hayret andandır bana Bu vücudum gaymı örttü mihr-i rahşânım benim İbtida azmeyleyince bu cihân iklimine Bir libasım yoğ idi kim örte üryânım benim Yani demektir ki, iptida/evvela bu cihana geldiğim vakit, tevhit elhisesinden âri/mahrum idim. Hep birer kaftan verildi dostlarıma hem bana Anların dahi durur eskidi kaftânım benim Yani Dostlarımla beraber bana da birer kaftan/elbise verildi. Yani tevhit makamı verildi. Dostlarım hâlâ o makamda çünki çalışmadılar, ben ise derd olup o makamlardan geçtim demektir. Suya vardık anlar ile kabların doldurdular Ben de urdum testimi mahvetti ummânım benim Suya vardık demekten murad/amaç budur ki, işte onlar az bir şey aldılar ben bahru ummanda (vahdet okyanusunda) mahv/yok oldum.


Derler imiş halka-i zikre girip dönmez niçin Ben dönerdim lik gözden mahfi devrânım benim Ehli tarik mabeyinde/arasında devran ve çalgı vardır. Mesela, Kadiri kudum, mevlevi ney, rufai zil çalar. Bu helalmıdır? Ehli tarik evliyaları der ki, bizim aramızda mahcup/Hak’tan perdeli olmaduğundan ve o çalgı da zuhuratı ilahiye/Allah’ın zuhuru şuhud olunur ve Haram değildir. Ehli hicaba/Hak’tan perdelilere göre ise haramdır. Devrandan murad, onda, bunda, şunda, cemi mezahirde/tüm mazharlarda birer birer Hakkı şuhut etmektir. Mısri Efendi, benim devranım mahfidir demek olur/İşte tüm mazharlarda Hakk’ı Şuhud etmeyi ifadeyle Mısri Efendi, gizlidir benim devranım diyor. Halk bir kez dönmeden ben nice kez devreyledim Bilmediler devrimi yanımda yarânım benim Yani halk bir kez dönmeden ben ise nice kez devran ederim, velâkin dostlarım bilmediler devranımı benim. Yâr ile ahdeyledim gâh dağalıp gâh cem olam Tâ ezel budur anınla ahd u peymânım benim Anın içün gâhi cem’im geh perişan tâ ebed Döndü kaldı üstüme cem’ü perişânım benim Gâh dağılıp gâh cem olam demek, Hak ile ahtım gâh cem’de ve gâh farkta olam, Minel ezel ilel ebed demek budur. Yani, canabı Hak’la ahtım/anlaşmam; ezelden ebediyete kadar bazen cem, bazen fark makamı keyfiyetiyle olmaktır. Döndürür daim Muid ismi tâkzâsı beni Nokta-i zâtım değil surette cevlânım benim Yani burada zikir olunan Muid, esmai hüsnadandır/Allah’ın güzel isimlerindendir. Yani Muid ismi avdet ettirici, döndürücü demektir.


Devre-i Arşiyyeden her kim haberdâr olduysa Ol duyar ancak Niyazi ilm u irfânım benim Devri arşiye nedir? En evvel Hakk’ın hazine i ilminden nuru Muhamınedi halkolundu. Sureti insaniye de halkolundu/yaratıldı. Cemi malümat; ma küne vema yekün / olmuş ve olacak her şey, dünya ve ahiret nuru Muhammedi de mevcuttur. Ondan sonra nuru Muhammediden nefsikül ve ondan tabiat ve ondan heyyüla ve ondan cismikül ve ondan şekil ve ondan arş halkolundu. Şimdi Nuru Muhammedi, vasıtai bu hamse/bu beş vasıta ile arşa ruhtur. Yani nefsikül, tabiat, heyyüla, cismikül, şekil vasıtasıyla arşın ruhu, nuru Muhammedidir. Anın içün dünya ve ahirette olmuş ve olacak her ne ki var ise arşta mevcuttur. Ve arşın devranından hâsıl olur. Çünkü arşın devranı mevcut gelsin içindir. Sair/diğer eflâkın/feleklerin devranı arşın devranına tabidir. Anın için (Erruhmanü alel arşisteva / Rahman arşı istiva etti, kuşattı. Taha-5) ayeti kerimede buyurulduğu, yani rahman isminin mazharı arşa müstevi oldu/kuşattı. Çünkü cemi avalem/âlemler, arştan tasarruf olunur. ----------------------------------------------------------------------------------------(107) Âdetim budur ezelden günde bir şân olurum Dirilip geh cem olup gâhi perişân olurum Bu cihânın halkına bir bir yolum uğrar benim Cem edüp bunca kumaşı bir bezistân olurum Geh sehab u geh matar gâhi doluyum gâhi kar Geh nebat u gâhi hayvan gâhi insan olurum Hz.Ademin zürriyeti, zehri Âdemden (Âdemin arkasından/sırtından) çıkarılıp dört saf edilip elüstü/rabbiniz değilmiyim hitabı olundukta ve bela/evet denildikten sonra, zürriyet bittekrar zehri Âdeme avdet etmedi/tekrar Âdeme geri dönmedi. Madene/toprağa ve nebadata/bitkilere dağıldı. Sonra beni Âdem/Âdemoğlu o nebati ve hayvanı eğil edip (yediğinde), o madde'i Ademiye/o Âdem maddesi rast geldiği vakit vücudu insanda meni olur. Sonra rahme düşer çocuk hâsıl olur.


Eğerki; ol maddenin miadinde veyahut nebatta avkı ziyade olur ise, yine meyli oraya olur/Eğer ki o Âdem maddesi zaman içinde nebatta veya hayvanda Fazla gecikmesi olursa, o kişinin meyli oraya olur. Velhasıl bunun üzerine mahsus kitap vardır. Bu devir tenasiye (reankarnasyon vb. devir gibi) değildir. Bu devir, devri şer'iyedir (şeriata uygun devirdir). Malûm ola. Geh Nasara geh Yehudi gâhi Tersâ geh Mecus Gâhi Şia gâh olur sünnü müselmân olurum Gâhı âbıt gahi zâhit gahi fiska düşerim Gâhi ârif gâhi mâruf gâhi irfan olurum Gâh olur bakır kalay ve gâh olur altın gümüş Gâh olur âlemde her mâdenlere kân olurum Gâh olur benden hakir hiç kimse olmaz dünyede Gâhi Kaf’dan Kaf’a hükmeden Süleyman olurum Nal ile tırnak arasında yerim geh dar olur Gâhi arş u Kürsi’den kin âli meydân olurum Gâh olur bu harmen-i âlemde ben bir daneyim Geh kamûyu câmi olmuş ulu harmân olurum Gâh olur mevcud u mâdum geh vücudiyle adem Geh tecelliyle ıyan u gâhi pünhân olurum Gâhı dünya gâhi ukbâ gâhi mahşer geh sırat Gâhi berzâh gâhi cennet gâhi nirân olurum Gâhı malik gâhı ateş gâhı zakkum geh cahim Gâhı hûri gâhı gılman gâhı rıdvân olurum Gâhi zerre geh güneş gâhi kamer gâhi nücum Gâhi arz u geh semâ geh arş-ı Rahman olurum Bunca suretler Iibasın gâh bir bir giyerim Gch soyunup cüınlesinden şöyle uryân olurum Şimdi kesrette olan adım Niyazi söylenir


Âlem-i vahdet içinde sırr-ı yezdân olurum İşte bu bahri Haktaala Iisanı ile Niyazi ef. Söylemiş. Veyahut Niyazi lisanı ile Hak söylemiştir. -------------------------------------------------------------------------------------------(108) Ey kudret ıssı padişah Lütfeyle açıver yolum Bağlandı her yanım şehâ Lûtfeyle açıver yolum Şol ism-i zâtın hakkiçün Cümle sıfâtın hakıçün İzz u sebâtın hakkıçün Lûtfeyle açıver yolun Ol ism-i azam hakkıçün Ol nur-ı ekrem hakıçün Ol fahr-ı âlem hakkıçün Lûtfeyle açıver yolum Yani ismi azam, lafzullah değildir. Yani müsamması olan zati ilahiyedir (Yani ismi azam, Allah ismi sözü değildir. Cümle isimlerin kaynağı, menba-ı olan Hakk’ın zatı’dır). Ki Anı bilenin her nekadar muradı var ise hâsıl olur. Yoksa Allah Allah kelimesini zikir etmek, ismi azam demek değildir. Lûtfunla insan eyledin Vaslında handân eyledin Hicrinle hayrân eyledin Lûtfeyle açıver yolum Saldın şikâre çün beni Âdem olup bulam seni Bağladı dünya-yı deni Lûtfeyle açıver yolum Şaşırdı bizi nefs-i bed Eyledi her yolları sed Ey lûtfu çok senden meded Lûtfeyle açıver yolum


Bu can yine vuslat diler Sen şah ile vahdet diler Varmağa dil nusret diler Lûtfeyle açıver yolum Her kande kâmil görürüz Bakıp ana imreniriz Dönüp sana yalvarırız Lûtfeyle açıver yolum Kulda n’ola ya Rabbenâ Kim sana doğru yol bula Sensin kamu derde devâ Lûtfeyle açıver yolum Zikrin enis et bu dile Erişe tâ dilden dile Yol göstere ilden ille Lûtfeyle açıver yolum N’itsin Niyazi derdimend Etmiş anasır kayd u bend Bilmeın ilâhi gayrı fend Lûtfeyle açıver yolum -------------------------------------------------(109) Doğdu ol sadr-ı risalet bastı ferş üzre kadcm Saldı ol nur-ı nübüvvet pertevin fevka’l-ümem Sadır göğüs demektir. Sırrı emanet insanın göğsündedir. Padişahın sadrıazamı var. Sadrıazam niçin tesmiye olundu/sadrıazam bu isimle niçin isimlendi? Devletin esrarına vakıf olduğundan, yani Devletin cemi/tüm esrarı ande olduğundan ötürüdür. Fahri enbiyaya sadrı risalet denildiği, cemi enbiyanın esrarı ande konulduğundan dolayıdır. Yani enbiya anın Hz. resulullahın naipleridir/vekilleridir. Sultanı enbiya odur. Ferş, yeryüzü demektir. Çalınıp tabl-ı beşaret geldi şah-ı enbiya Gulgule doldu cihana kondu ol sâhib âlem


Âlem sancak manasındadır. Sahip âlem denildi. Çünkü sair enbiya/diğer peygamberler zamanında âlem yoktu. İptida/evvela Hazreti Resulullah sancak çekti. Sancağın bir sırrı vardır. Muharebelerde kullanıldığında asker onu görüp oraya cem olurlar/toplanırlar. O dahi, yani âlem’de tecelliyatı ilahiyeden bir tecellidir. Nur-ı vechinden alındı encüm ü şems ü kamer Bahr-ı ilminden bilindi hikmet-i levh u kalem Yıldızların, güneşin, ayın hakikatı nuru Muhammedidir. Kasidei büride de, Hz. Resule kamer denilmiştir. Şarih de/açıklayan da burada teşbiye/benzetme var diye kel kamer/ kamer gibi demiş. Sonra birisi bize sual ettiler. Dedim hayır burada teşbiye yoktur. Kamerin hakikatı nuru Muhammedidir. Bundan teşbiye/bu ifade de benzetilme yoktur, çünkü teşbiye/benzetilenin kendisidir. 'I'efekkür etti, sonra gitti iki üç gün fikrederek geldi ve tasdik etti. Lev, levhi mahfuz yani nefsi kül, kalemi âlâ yani nuru Muhammedi, kema verede fil hadis; (Evvela ma halakallahu nuri, evvela ma halakallahul kalem / Allah evvela nurumu yarattı, Allah evvela kalemi yarattı. Velhasıl kalemi âlâda nuru Muhammedi de dünya ve ahiret her ne olmuş ve her ne olacak var ise mevcuttur. Nuru Muhammedide olan levhi mahfuzda nefsi külde, tefsilen/çoklukla mevcuttur. Yani Nuri Muhammedide olan icmal/öz, nefsikül de tafsil/ayrıntılı olunmuştur. İşte fahri risaletin malânihaye/uçsuz bucaksız olan bahri ilminden/ilim denizinden levhi mahfuzun ve kalemin hikmeti bilindi. Merhabâ yâ Mustafa ey nur-ı ayn-ı asfiyâ Merhabâ ey sahibü’l ıni’rac-ı fi’ddâcı’l- zulem Asfiye, ehli hakikatın büyüklerine derler. Sahibül miraç, yani Hazreti Resulun otuzbeş miracı vardır. Otuzdördü ruhani, yani uykuda iken, Ruhu tayyibesi uruç ederek/güzel, tertemiz ruhu yükselerek arş ve kürsiyi seyreder idi. Biri de, cismanidir: Recebi şerifin yirmiyedinci gecesi kış idi. Amcasının Kızı Ummühanın hanesinde/evinde misafir idi. Cebrail gelüp davet etti ve burak getirdi. Oradan rakib olup beytilmukaddese/mescidi aksaya geldi.


Enbiya istikbal etti/karşıladı ve imam olup enbiyaye iki rekât namaz kıldırdı. Ervahı enbiya istikbal etti denildiği sahi değildir. Enbiya ecsadı ile idi (Resulullah efendimizi enbiyanın ruhu karşıladı denilmesi doğru değildir, Enbiya cesetleriyle resulullahı karşıladılar). Zira enbiyanın cesedi çürümez, oradan sidretül ınüntehaya (yaratılanların ulaşabildiği son sınıra) kadar melaikeye bindi. Orada cebrail kaldı. Sonra Dürrü ahdere/yeşil inci’ye bindi. Sonra arşa refref ile gitti. Öncelikle Hazreti Resulullahın miracında süvar/binmiş oldukları şeyler bunlardır. Gelmeseydin âleme sen halk olunmazdı cihân Dostluğuna yaratıldı ey Nebiy-yi ınuhterem Cenabı Hak hadisi kutside, (Levlake levlak lema halektül eflak) buyurmuştur. Yani ya Muhammet, sen olmasaydın sen olmasaydın âlemi felekleri halketmez idim/ yaratmazdım. Biz günahkâr ümmete sen şahı irsal eyledi Hamdü-lillah sana ümmet eylemiş ol zi-kerem Ya Resulallah şefaat kıl Niyazi bendene Şol zaman kim baş açık yalın ayak kan ağlarım ---------------------------------------------------------------------------------------(110) Ayağı tozunu sürme çekelden gözüme cânım Görünür oldu her gâhi gözüme vech-i cânânım Niçin sevmeğe can anı ki anda buldu cânânı Yıkıldı kal’a-i fikrim yapıldı dinim imanım. Kalai fikrim yıkıldı. Yani ulûmu aklım/akli ilimlerim mahv oldu. Zira ulamai Rusumun /şekil ve suret âlimlerinin okudukları ve okuttukları ilmi efkârdır (çeşitli fikirler ilmidir). Mesela, ilmi mantık ve buna mümasil/eşdeğer ve sair/diğer ilimler hep efkarat üzerinedir. Din iman ise, efkâr/bu tür fikirler ile bilinmez. Akıl fikir dünyaya müteallik/ilgili olan şeylerden bile acizdir. Herbir şeyin anası ilmi tevhittir. Muvahid olmayanın, aklı da fikri de kasırdır/kusurludur.


Çü bildim vech-i cânânı kamuda sezdim Allah’ı Fenâyım Hak’da vallahi ne bilim kaldı ne dânım Ki bildim cümle Hak imiş arada gayrı yok imiş Bikülli anda gark imiş ne ben varım ne irfanım Buluşdu bir ten ü bir cân bu mülkü ettiler seyrân Niyazi’den görünen ol ben ancak ad ile sanım -------------------------------------------------------------------------------------(111) Aşkın meyine ben kane geldim Şevkin odına hoş yane geldim Şem-i tevhidi gördüm yakılmış Gitti kararım pervane geldiın Halka-i zikri kurmuş âşıklar Ben de sahnında cevlâne geldim Hazreti Resulullah buyurmuştur (Beytilmesacit, risselati ve lızzikri / yani mesacitler salât ve zikir için bina olunur). Ve hatta Medinei münevverede bina olunan mescidi nebeviye de ashap halka olup zikir ederler idi. Ve halkai zikri dahi melaikeler çepçevre sarup, ashap ile beraber anlar dahi zikir ederler idi. Mecnunum bugün leylâ derdinden N’eylcrim aklı divane geldim Ehli tevhit, akli maaş ve akli miadi talep etmez. Çünkü aklı maaş dünyaya müteallik/alâkalı olan umurda (emirlere, işlere) erer. Ve akli miad, ahirete müteallik/alâkalı olan umurda erer. Ancak ehli tevhit ise dünya ve ahiret talep etmez. Onlar Aklı kâmil ashabıdır. Anın içün onlar cahiller tarafından ükelayı meczubin (cezbeli, bilgiç, divane) tabir olunur. Derdi cânânın açtı yareler Bağrım üstünde dermane geldiın Ümmi Sinan’ın hâk-i pâyine Sürmeğe yüzüm sultana geldim Yaremi bildim yârimden imiş


Bunda Niyazi Iokman’e geldim ----------------------------------------------------------------------(112) Ol menem kim vâkıf-ı esrar-ı ilm-i Âdemim Kâşif-i genc-i hakikat hem hayat-ı âlemim Bende mahfi oldu gaybü’l-gaybın esrarı hemin Bendedir sırr-ı emânet ana kenz-i mübhemim Ben cemâl-i Hakk’ı cümle şeyde zahir görmüşüm Bu merâyâya anınçiin baktığımca hurremim Her sözüm miftah-ı kıfl-ı küntü kenz olmuşdürür Hem dem-i İsâ ile her bir nefeste mahremim Her sözüm (küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en urefefe halektül halka li urefe / Ben gizli bir hazineyedim bilnmekliğime muhabbet ettim/âşık oldum halkı yarattım. (Hadisi kutsi) kilidinin anahtarıdır. Cümle mevcûdatı verdim ben vücud-ı vâhide Zât u esmâ ve sıfatın ile hâlâ yekdemim Ulemai zahirin okuttukları kazmirin o ahirette gelir ki, vücut hakkında üç mezahip/görüş vardır. Biri vücüdda müteaddid/çok sayıda vücut vardır derler ki, bu cühela/cahiller mezhabidir. Bunlar her şeyin vücüdu müstakilesi vardır derler. Biri de vücüdu vahid/birdir, mevcut ise müteaddid/çoktur görüşüdür, bu hükema/akılcıların felsefecilerin mezhebidir. Anın içün âlem vücüdu vahittir/birdir derler. Ve Fena bulmaz diyerek Âlemin bekasına hüküm verirler. Biri de vücudu vahit/birdir mevcut vahid/birdir derler. Bu üç mezhep/görüş batıldır/geçersizdir. Ehli tahkik/hakikat mezhebi/görüşü ise, vücut vücudu Hak’tır. Hak’tan Gayrisi için vücut yoktur. (La mevcude illa hu -- Hu’dan gayrı mevcut yoktur) bu kesret şuunat/çokluk ve oluşlar ve ahvali ilahidir/Hakk’ın ahvalidir.


Yerde gökte her ne kim var bağlıdır başı bana Aşikâre ve nihâne ben tılsım-ı âzamım Ben o Mısriyim vücudum mısrına şah olmuşum Hâdisim gerçi veli mânide sırr-ı akdemim ---------------------------------------------------------------------------------------------(113) Ol cihanın fahrinin sırrına kurban olayım Hutbe-i levlâk inen şânına kurban olayım Kabı kavseyni ev ednâsına kurban olayım Ben anın ilm ile irfanına kurban olayım Ben anın esrar-ı mi’racına kurban olayım Sümmedena / sonra iyice yaklaştı. Necm-8) Seyri illallah. Fetedella / sarktı. Necm-8) Seyri anillah. (Fekane kabe kavseni / o kadar ki iki yay arası kadar. Necm-9) Cemül cem. Ev edna / Hatta daha yakın oldu. Necm-9) Ahadiyet. Hazreti İsanın bilisale/bizzat makamı, makamı cem idi ki, makamı hakikattır. Hazreti Musanın bilisale/bizzat makamı, makamı hazretül cemdir. Hazreti davudun makamı, makamı cemül cem idi. Velhasıl enbiyanın bilisale/bizzat her birinin makamı mahsusaları/özel makamları vardır. Ancak bittabi/elbette makamı Muhammediye, yani ahadiyete vasıl olurlar. Ve sadece resul değil, Resulullahın vereseleri dahi vasıl olurlar. Esrarı miraç nedir? Hazretü Muhammed arşı alâya vardığı vakit, ‘ettehıyyatü lillahi vessalavatü vettayibat’. Yani ‘dua Allah içindir, salâvat Allah içindir, Tayyibat yani güzel olan nesneler Allah içindir’, dedi. Cenabı Hak’ta mukabilinde/buna karşılık buyurdu. Tehiyyata karşılık ‘essalamu aleyke eyyühen nebiyyü’ salâvata karşılık ‘ve rahmetullah’ tayyibata karşılık ‘ve berakatühü, essalamu Aleyna ve alabidillahhissalihin’. Sonra cemi melaike birden ‘eşhedü anla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhü ve habibühıü veresulühü’ dedi. Anın için İptida öğle namazı kılındığı. vakıt her namazın kadei ula ve saniyesinde ettehiyat okumağa emir olundu/Onun için vakit namazlarının en evvela kılınanı öğle namazıdır. Ve vakit namazlarındaki ilk ve son oturuşlarda ettehiyati okunması emir olundu) Ol Ebubekir ü Ömer Osman Ali dört yârıdır.


Ol risalet bağının anlar gül-i gülzârıdır. Cümle ashabı hidayet râhının envarıdır Ben anın âline ashabına kurban olayım Ben anın ashabu ahbabına kurban olayım (Ashabı kennücumu bieyyihim iktedeytüm ihtedeytüm) hadisi şerifi varit olmuştur. Yani ashabım yıldızlar gibidir. Onların her hangisine rast gelirseniz iktida edin/uyun. Size hidayet ederler.) Ol Hasan hazretlerine zehr içirdi eşkiyâ Hem Hüseyn oldu susuzluktan şehid-i kerbelâ İkisidir asl u nesli cümle âl-i Mustafa Ben anın âline evlâdına kurban olayım Ben anın evlâd u ensabına kurban olayım İmamı Ali Radıyallahı taala anhı vefatından sonra imam Hasan büyük olmakla, İmam Hüseyin anınla istişare ederek buyurdu; şimdi hilafeti resul hitam/son buldu, çünkü Hz. Resul buyurmuştur; ‘benim hilafetim benden sonra otuz sene sürer’ işte otuz sene tamam oldu. Her nekadar hilafeti batınıyemiz var ise de hilafeti zahiremiz bundan sonra yoktur. Haydi Medineye gidelim, badehu/sonra hilafeti terk edelim. Küfeden kalkıp Medineye gittiler. Orada iken Hülafai Emeviyeden yezit ibni Muaviye/Muaviye oğlu yezit kendi korkusundan Hz. Hasan efendimizin zevcesine/karısına haber gönderdi. Dedi ki; sen evvel halife zevcesi idin, şimdi ise hilafet bendedir. Eğerki; İmam Hasanı şehit edersen seni zevceliğe alırım. Yine Halife zevcesi olursun. Karı kısmı akılsız olduğundan aldandı. Bir elmas taşı dövüp tozetti. Badehu/sonra İmam Hasan Radiyallahu Anhaya su ile içirdi. Müteesiren (zehirin tesiriyle Hz.Hasan) vefaat etti. Çünkü elmas zehirdir. İmam Hüseyin kaldı. Sonra küfe ahalisi bunu işidip, İmam Hüseyine mektup yazıp, gönderdiler ki, buraya gel, biz sana biat edip, seni Halife yaparız. O da kalkıp gitti. Bunu Yezit haber aldı. Asker sevk etti. Şemir mel'un Serasker/askerin başı idi. İmam Hüseyin Radiyallahu Anhayı Kerbelada karşılayıp susuzlukla şehit etti. Bir rivayette Muaviye olvakit sağ idi. Bir rivayette vefaat etmiş idi. Asah/gerçek olan vefaat etmişti. Cümle ümmetten hayırlıdır ol şâhın ümmeti Ümmetinc cümleden artık eder Hak rahmeti Enbiyâ anınla buldu bunca Iûtf u izzeti Ben anın lütfuna ihsânına kurban olayım


Ben anın enva-i eltafına kurban olayım Her ne denlü enbiyâ vü mürselin kim geldiler Ümmeti olmaklığı Hak’dan temenni kıldılar Evliyâ ana Niyazi kul u kurban oldular Ben anın ayağının tozuna kurban olayım Yoluna gidenlerin izine kurban olayım -------------------------------------------------------------------------------------(114) Hüda’nın sun’una âyine âlem Düşüptür sâniin mir'ati âdem Odur âdem ki nefsin tanımıştır Oluptur Hızr u İlyas ile hemdem Hüdanın sun'una/sanatına ayine âlemdir. Zira âlem Hakkın vücuduna alemet (belirti işaret) olduğundan âlem denildi. Sani'in/sanatkârın mir'atı/aynası da âdemdir. Fakat herbir Âdem değil, nefsini tanıyandır. Yani (Men arefe nefsehu fakat arefe rabbehu / nefsini bilen rabbini bilir) Hadisi şerifine mazhar olandır. Ve Kur'anda dahi gelmiştir. Ayet (Femen yergabu an millete İbrahime illa men sefiyye nefsehu. Yani tevhit olan milleti İbrahimden kimse iraz etmez. İlla nefsini tanımayan, (Bakara-130) Velhasıl nefsini tanımayan tevhitten kaçandır. Ve tevhitten iraz etmeyen/kaçmayan ise nefsine arif olandır. Ve Âdem de odur. Hızır ile İlyas birdir. Bihasbel velaye hiçbir farkları yoktur. İlyas, İdris Alleyhisselamdır. Yani İdris, İlyastır. Zira Hazreti Resulullah buyurmuştur (El İlyasü hüvel İdris / İlyas İdris’tir) Bir müddet semaya ref olundu. Sonra Balebekke karyesine İlyas resul olarak gönderildi. Elyevm/halen berhayattır/hayattadır. Hızır deryalarda, İlyas ise karada muhafızdır. Ne görürse iyü kem zir ü bâlâ Görür öz nefsini her baktığı dem Eğer râi eğer mer'i ve mir'at Kamunun aslıdır âdemdeki dem Şerefi Âdem her nereye baksa özünü görür, yani Hakkın rububiyetini müşahade eder. Âdem Aleyhisselamın balçığının toprağı beyti şerifin yerinden


alındı. Ve Mekke ile Taif beyninde/arasında Vadii Numan tabir edilen bir yer var. Orada sureti Hakkın emri ile Cebrail tarafından yapıldı. Balçığı nice bin sene öyle yağmurda güneşte durdu. Sonra istidadı tam olunca ruh nef olundu. Âdem hayat buldu. Melaike secde ile emrolundu, kâffesi/hepsi secde etti. İlla Can'ın oğlu İblis ve tevabii (iblise tabi olanlar) secde etmedi. İbliste Hz. Nuhun büyük oğlu gibi kâfir oldu. İşte Âdem Aleyhisselama nef olunan/üflenen nefesi ilahi, her şeyin aslı oldu. Nefestir bahr-ı zât ancak hurufu Anın envacı bil ol şad u hurrem Gör imdi bahri k’ândan bunca emvâç Olur zâhir gider yine kalır yem Nefistir bahri zat, ancak huruf yani demektir ki; nefs bahri zattır, anın hurufu envacıdır (Nefs, zat denizidir harflerin çeşitliliği gibi, âlemler de zat denizinin dalgalarıdır). Bu âlem de bahirdir hem mevâlid Anın emvâcıdır şekk ile demem Hezâran mevci bir anda yoğ edip Eder emsalini tecdid demadem Bu âlemde bahirdir/denizdir. Mevalide selase/üç doğuş anın emvacıdır/dalgalarıdır. Mevaliden selase; maden yani altun, gümüş ve mücevherattır. Yani toprak; bunlar hep maden sayılır. Nebat ise; otlar, ağaçlar yani cismi tam gayri müteharri biliradet, yani (araştıramayan ve iradesiz) bir cisimdir. Velâkin iradesiyle hareket etmez. Hayvan olsun, natık olsun, gayri natık/konuşan ve konuşmayan olsun hepsi dâhildir. Yani içinde insanda dâhildir. Velhasıl bahır âlemin dalgaları olan mevalidi selase/üç doğuş ki maden, nebat, hayvan. İşte bunlardan her an nice bini gider yani yok olur, nice bini gelir tecdit eder/yenilenir. Aceb misli demek gayri demek mi Yahut aynı mı ya cem’i mi desem


Bilen ayn u bilinen gayrı demek Budur şâfi cevap vallahu a’lem Yani demektirki; acep bu tecdit olunan/yenilenen yok olunanın mislimidir/benzerimidir? Yoksa Gayrimidir? Aynimidir? Bilen yani Hakka arif olanlar bilir ki, vücudu Hak aynidir, bilinen yani şahıs ise gayridir. Özü evvelkidir sûretdürür gayr Ki yâni can odur terkib o demem Çünkü özü vücudu Hak’tır. Yani can odur derim, lakin terkip olunan suret odur diyemem. Kitaplarda Mansurun enel Hak dediği yazılıdır, eğer ki ruhu ciheti ile enel Hak denilse doğrudur. Şahıs cihetiyle denilse küfürdür. Çünkü şahıs; mukayyettir/kayıtlıdır, sınırlıdır. Ki zira can bir oldu çok sûret Budur kavl-i muhakkak hem müsellem Yani bu beyitten maksat demektir can bir’dir, velâkin suret çoktur. Yani eşhas/şahıslar çoktur. Desen niçün bilinmez hâl-i ülâ Çün oldur sonra niçün der ki bilmem Tagayyürden bilinmezlik zuhuru O birliktendürür dediği bilsem Şimdi anlaşılan budur ki; bu âlemde gerek insan ve gerek hayvan ve gerek nebattan, nice bini vücuda gelir an be an dem be dem, şimdi gelen giden can ciheti/yönü ile aynidir. Çünkü vücudu Hak’tan gayri mevcut varmıdır? Yoktur. Mevcut olan Hak’tır. Velâkin şahıs ciheti/yönü ile gayridir. Çünkü Ahmedin şahsı başkadır, Mehmedin şahsı başkadır. Ama canları başkamıdır? Değildir. Niceyse neş’e-i ülâda gönlü O zevki arzular sânide bikem İnsanın iki neş'esi vardır. Birinci neş'esi ervah/ruhlar halkolunduğu/yaratıldığı vakit, ikinci neş'esi ise ecsat/cesetler


halkolunduğu vakittir. Yani ecsattan yüzbin sene mukaddem/önce ruhlar halkolundu/yaratıldı. Taleb evvelki zevki hükm-i candır Cehil terkibinin hükmü ol epseın Kamu bir noktadır ilim ancak ey dost Çoğaldıkça dolar kalbe hem ü gam Niyazi taht-ı bâ’da nokta oldu Ali’nin sırrına olalı mahrem Kamu bir noktadır İlim; yani İmam Ali Radiyallahu Anha; El ilmu noktatün kesseruhal cahilun, yani ilim bir noktadır cahiller cehaletleri hasebiyle onu fen ile tekessür ettird/çoğalttı, demiştir. Çünkü Hz. Resulullah buyurmuştur: Esrarı ilahiye kütübü menzilede dir, kütübü menzilede olan kur'andadır, kur'anda olan fatihai şeriftedir, fatihai şerifte olan besmelededir. Hadisi şerif buraya kadardır. Besmelede olan ‘ba’ dadır, ‘ba’ da olan tahtül ba olan noktadadır. Sözünü İmam Ali Radiyellanu Anhaya isnat ederler. Velâkin Ebubekir Şibli Hz.lerinin sözüdür. Hurufu heceyi yekdiğerinden temyiz eden/harfleri heceleri birbirinden ayıran noktadır. Arap alfabesinde; B, T, S, N. Bu harflerin dördünün şekli birdir. Bunların temyizleri/ayrışmaları nokta iledir. İptida/evvela nokta ile müşerref olan (ba) dır, surei beratta/beraada iptida/ilk önce (ba) harfi geldiğinden/Ba harfi ile başladığından ve (ba) da besmelenin sırrı bulunduğundan surenin başına besmele gelmedi. Bu itibarla beraa/tevbe suresi besmelesiz okunur. Bütün harfler Eliften terkip olunmuştur. Yani hurufun aslı eliftir. Bir elifte olan malumat; B, T, S, N ve sair bu misillu harflere hurufu basita tabir olunur. Çünkü bir elifin iki başını büküp (be) olur; Velâkin iki elif ve üç eliften terkip C, H, A gibi hurufu mürekkebe tabir olunur. (Bütün Arapça harfler eliftendir elif harflerin aslıdır. B, T, S, N ve bu gibi harfler basit harflerdir. Çünkü Elifin iki ucunu yukarı büker de altına nokta kunrsa (B) olur. Üstüne bir nokta konursa (N), iki nokta konursa (T), Üç nokta konursa (S) olur. Velâkin iki veya üç elifin birleşmesiyle de C, H, A


gibi diğer harfler meydana gelir. Bu itibarla elif tüm harflerin aslıdır). Ashap dedilerki; Ya İmamı Ali, senin ilminden bize haber ver. İınam Ali buyurdu; Esrarı ilahiye kütübü menzilededir. Kütübü menzilede olan kurandadır. Kuranda olan fatihadadır. Fatihada olan besmelededir. Besmelede olan (ba)dadır. (Ba) da olan Tahtül ba/(Ba) nın altında olan noktadadır. İşte o nokta benim. Ashap daha isteriz dediler. -------------------------------------------------------------------------------------(115) Yamen tevehhüt bilgufrani velisem Ey gufran ve ismet ile tevehhüt eden zat Yamen kibares zunube lideyhilemem Ey büyük günahlarımın katında ekmek hırdası gibi olan zat, çünkü ekmek hırdası yenmesi kabil olmadığından basmak dahi günah değildir. Yamen terahüm dem'i liayni keddim Ey gözyaşına merhamet eden zat; Yamen yuhibbu ineynil abde mennedim Ey nedametinden abdın ahvanına muhabbet eden zat Yamen ledeyhi dava eddai venneaın Ey katında azap ve derdin devası olan zat Lem ikteder sarfe nefse min gavatiha Ben nefsimi azgınlıktan döndürmeye yani; terbiye etmeye iktidarım yoktur. Yani muktedir olamam. Vezade tuğyaneha cemha vema temha Sert at gibi nefsin tuğyanı artar. İnni vakıfte ala babirricae leha O nefsten dolayı ben senin baburecanda durdum. Ezembet küllü zünübe va'terefte biha Ve herbir günahı işledim ve günahlarımı itiraf ederim. Velâkin arefteke bittevhidi velkelem Velâkin seni tevhidinle ve Kur'anınla bildim, yani arif oldum. Kad fennenil ümre veşşıhhulite nazilete Ömrüm tamam oldu. İhtiyarlık nazil oldu. Birre'si malel abdı eleyse rahilete Yani başımda saçım, sakalım ağardı. Bir binecek şey yokmu? Vennefse fi kesireten isyane haimeten Nefsi kesret isyanda haimdir. Teb'ki alel babi vesatalleyli bilkerim Gece yarısı babu kereminde ağlarım, Saret zunube kemucel bahri fi medet) Günahlarım derya dalgası gibi oldu.


İddet anir rümle vennucume bil adet Yani günahlarım kum kadar ve yıldızlar kadar yani o kadar çok günahım var. Biizze men fil avalem hayri muktesit Avalemde hayri muktesit olan men'in izzeti için yani mahbubun Hz. Muhammedin hakkı içün La tektaanne ricai fike ya seyyit Umduğumu kat etmem senden yani Hz. Muhammet Dahi benim için rica etsin Ya gafarezzembe lirracine bil kerim Ya gafirez zunup yani keremini ümit edenlerin günahlarını mağfiret edici Mamelte nefse littati men kesel. Vema atet Iihesabe haşre min amel Benim mahşerde hesaba utanmaktan yüzüm yoktur. Fealetil aynil Mısri men recel. Erham bifadlike lütenzıru ila zülal Fadlınla merhamet et. Benim zilletime bakma. İnnel kerim yuhibbül affe an hademe Kerim olan hademesinin cümle kabahatını affa muhabbet eder. Yani sultan hademesinin kabahatini affetmeyi sever. ------------------------------------------------------------------------------------------(116) İbn-i vaktım ben ebü’l vakt olmazam Abd-i mahzım ben tasarruf bilmezem Zaman, üçe taksim olunur: Bir zamanı mazi/geçmiş zaman, 2 Zamanı istikbal/gelecek zaman, 3 - Zamanı hâl/şimdiki zaman. İbnil vakit/vaktin çocuğu, zamanı maziye ve zamanı istikbale bakmaz. Yani zamanı mazide ne olmuş ve müstakbel de ne olacak kulak vermez. Ya şimdiki halin zuhuratına bakar ve vakti hale göre hareket eder. Ebul vakit/vaktin babası ise, her zamana bakar. Yani mazide/geçmişte ne olmuş ve halde/şimdi ne var, müstakbelde/gelecekte ne olacak, bakar ve bilir. Bunun makamı daha âlâdır. İbnilvakıt, abdımahazdır/sade kuldur. Ebulvakıt ise, mutasarrıftır/tasarruf eder. Yani kerameti kevniye/harkuladelikler gösterir. Habluki ibnilvakıt böyle şeyden hazetmez. Ve ehlullah dahi keramet izharından hoş değildir/ehlullah keramet göstermeyi sevmezler. Yani ehlullah, kerameti kevniye ve enbiya mucize izharına rağbet eylemez. Çünkü keramet, fiilullahtir. Halk ona isnat eder. Ve iman etmedikleri halde fiilullaha iman etmedikleri cihetiyle kendilerine gadabı ilahi nazil olur. Anın için enbiya mucize izharı ile emrolunduğu vakit kendilerine gayet ağır gelir. Çünkü inanılmadığı vakit, gadabı ilahi nazil olacağından enbiya şevkati ile


muttasıf/vasıflı olduklarından ümmetlerine şevkaten mucize izharı kendilerine gayet ağır gelir. Hatta Abdülkadir Geylani hazretleri çok kerameti kevniye izhar ederdi/gösterirdi. Derviş Ebussuud İbni Şibli hiç kerameti kevniye izhar etmedi. Yani andan kerameti kevniye zahir almadı. Vefatlarında Ebussud, Abdülkadir Geylaniden daha makbul oldu. Ân-ı dâimdir hakikat güneşi Ol ânım ben gitmezem ben gelmezem Ân şudur ki, ân’ın gayrı munkasım/ân; en kısa bölünemeyen zaman dilimidir. Çünkü sene aylara, aylar haftalara, haftalar günlere, günler yirmidört saate, saatler dakikalara, dakikalar saniyelere münkasımdır/bölünür. Saniyeden başka varmıdır? Yoktur. İşte hakikat güneşi ân daimdir. Mısri efendinin ben ânım demiş, ben gitmezem ben gelmezem. Cenabı Hak, surei kaf ta buyurmuştur. Kaalellahutaala, (…Belhüm filebsin minhalkin cedid / Doğrusu onlar, yeniden yaratılış konusunda şüphe içindedirler. (Kaf-15 ) Yani halk her anda münadım yok olur ve mevcut olur. Çünkü Hakkın her anda bir tecellisi olur. Bir anda iki veyahut iki anda bir tecelli olmaz. Eğer bir anda iki tecelli olsa, hâsıl tahsil olunur (tekrarı icab eder).Yok eğer iki anda bir tecelli olursa abes olur (gayesiz, gereksiz hikmetsiz olur). Halbûki Cenabı Hak, hâsıldan tahsilden ve abesten münezzehtir/arınmıştır temizdir. Allah Her anda bir tecelli eder. Mevcudat ta her anda münadım/yok olur, yine var olup vücuda gelir. Velâkin bunu ehlullahtan gayrısı görmez. Bu ne gibidir? Mesela, bir çeşme gayet hızlı akarken görülür ki kurnadan akan su durur gibidir, güya/sanki hiç akmaz. Halbûki gelen su bir daha avdet edermi? Etmez/geri dönermi? Dönmez. Başkası gelir. Giden geri gelmez. İşte bu onu gibidir. İzam, akait şerhinin haşiyesinde bu bahsi söylemiştir. Sonra kendisine bir sual varid oldu ki, halk anbean lebsi ceditte olduğu (yenilendiğine göre) vakit azap nedir, teklif nedir? Buna hiç cevap vermedi. Cevapmı vermedi, yoksa cevapmı bilmedi? Velhasıl cevap şudur ki, anbe an teceddüt eden/yenilenen ahvâl ve şuunattır/hâl ve oluş keyfiyetidir.


İnsanın mertebesi sabittir. Çünkü bu mevcudatın suveri/sûretleri, Hakkın ahvâl ve şuunatıdır/iş ve oluş hâlidir. Mesela, kalp, her anda ve bir anda değilmidir. Bir anda iki halde yahut iki anda bir halde bulunmaz. Teceddüt eden/icad olan yenilenen ahvalidir. Kendi tecdit edermi? Kezalik/Bunun gibi insanın dahi mertebesi teceddüt etmez/icad olmaz yenilenmez), ancak sureti anbe an teceddüt eder/yenilenir. Anın için Mısri Efendi buyurmuştur.' Ben anem, işte ben ol an gayrı münkasem gitmezem Yani münadım olmazem (İşte ben o bölünemeyen an’ olduğum için yok olmam ve gitmem). Gelmezem, yani mevcut olmazam demektir. Çünkü mevcut olan Allah’tır. Meryem içre ben duğurdum bir gulam Hem bugünde bir gülüm kim solmazam Ben doğurdum atasız İsâ’yı hem İttisalim var ana ayrılmazam Zekerriyya Aleyhisselamın ihtiyare bir kızkardeşi var idi. Kocası İmran İbni Mişi idi. Cebrail geldi İmrana müjde etti. O da geldi zevcesine söyledi ki Cebrail Aleyhisselam bir evladı olacağını müjde etti. Zevcesi dedi ki eğer olursa beytilmukaddese (kudüsteki büyük mabede) vakfederim. Sonra ne ise hamile oldu. Meryem dünyaya geldi. Bir hafta olunca Beytil mukaddese verdi. Zekeriya Aleyhisselam Meryeme öyle yüksek kapusuz bir kule yaptırdı. Ve anın terbiyesinde oldu. Zekeriyya ip merdiveniyle yemek içmek götürürdü. Her ne vakit yanına giderse kış vakti üzüm vesair fuvaka bulurdu. Sual etti. Ya Meryem bunlar nereden? Hazreti Meryem buyurdu; Cenabı Hak’tan gelir. Haktaala dilediğini hesapsız rızklandırır, bundan sonra yemek içmek için bir şey getirme, yalnız görüşmek için gel dedi. Sonra Hazreti Meryem, baliğe olunca/doğurganlığa erişince Şabı emret/delikanlı suretinde Cebrail Hazreti Meryeme göründü. Meryem de, haşiyet (sevgiyle karışık korku) geldi. Sen kimsin? Ve sen burada ne ararsin? Deyince. Hazreti Cebrail cenabı Hakkın emri ile bir veledi Salih/iyi bir oğlan çocuğu içün sana geldim, dedi. Meryem Hak tarafından gönderilmiş cebrail olduğunu anlayınca mümbasit oldu (korkusu dağıldı şenlendi). Sonra cebrail Meryemin yakasından üfürdü.


İşte cebrail Aleyhisselamın nefesinden ve Hazreti Meryemin imbisatından (rahatlamasından) o anda Hazreti İsa önlerinde yuvarlandı. Sanma kim Mehdi benim Mehdi odur Adı Yahya’dır anın yanılmazam Niyazi Efendi, Hazreti İsaya ittisalım/yakınlığım var demekten benim Mehdi olduğum anlaşılmasın, Mehdi odur. Yani İmam Hasan Askerinin oğlu İmamı Muhammed Mehdi. Çünkü dersi sabıkta/geçen derste dedik. Ancak burada biraz daha ifade edelim. İmamı Muhammed Mehdi, Hazreti Fatımanın evladındandır. Muttasılen İmamı Mehdiye müntehi olur (sırasıyla Hz. Fatmanın evlatlarının sonuncusudur). Hulefai Abbasiyenin her birerleri evladı resule kasdetti. Ve anların vaktinde şehit oldular. İmamı Mehdi, sır oldu. Ahır zaman zuhur eder, nihayet Medinede Hazreti İsaya mülaki olup (buluşup kavuşup) ana tabi olur ve orada vefat eder. Hazreti İsa İmamı Mehdiyi cafer sadıkın ayakları ucunda defnedecektir. Vasfıdır esma-i hüsnâ cümleten Bu sözü isbata âciz kalmazam Esmaülhüsna/Allah’ın güzel isimleri, imamı Mehdinin vasfıdır. Çünkü Halifeyi resuldur. Halife müstehlifin aynı olur (öncekini temsilen sonra gelen halife, öncekinin aynıdır). Yani müstehlifte/öncekinde olan kemalat halifeden/sonra gelenden zahir olur. Çünkü, Hazreti Resulun vücudu ruhaniyesi halifesinden zahir olur. Yani halifesinde zuhur eder. Hatta Ebubekir Şibli hazretleri bir dervişine sual etti. Benim Resulullah olduğumu görürmüsün? Der. Derviş evet görürüm dedi. Yazıcıoğlu Muhammediyesinde buyurmuştur, bu hadisi şerifin mefhumudur (bu hadisi şerif bu mevzunun kavranmasına delildir). Ki Hüseyin Benden Hüseyinden ben, fakat sade bu kadar değildir. (Elhüseyni minnı ve enel Hüseyn (Elabbasu minni ve ene minel Abbas. El aliyyün minni ve ene minel aliyyün / Hüseyin bendendir Hüseyinden ben. Abbas bendendir Abbas’tan ben. Ali bendendir Ali’den ben.) Böyle hadisi şerifleri yani Hüseyin benden, hüseyin benim sülalemden gelmiştir. Hüseyinden ben yani Hüseyin benim halifemdir. Hüseyinden zahir olan kemalat bendedir. Yani benim kemalatım Hüseyinden zahirdir. Çünkü halifemdir. Halife müstehlifin aynı olur. Yani müstehlifin/öncekinin kemalatı bitemamuha


halifeden (sonra gelende tamamen) zahir olur. İşte halife, cemi/tüm esmayı camidir/toplayandır. Sırr ile bana içimden söylenir Mısriyâ ben doğmazam ben ölmezem Sırr ile bana içimden söylenir. Yani kelamı kalb ile söylenir ki, ben doğmazem, ben ölmezem. Yani surei ihlâsta varid olmuştur. (…Lem yelid velem yüled… Yani doğmadı ve doğurmaz) demektir. ------------------------------------------------------------------------------------------(117) Bir kimse aceb yok mu k’âna sinemi yarem Şerh ide ana hâlimi sinemdeki yarem Ol vechile ki can u dili pür taleb olsa Dese ne zaman ağıra işbu dil-i karem Çün nefsini bilen kişi Allah’ı bilirmiş Bu mânaya yok bende ilacım n’ola çarem Terkeylese hem âr ile nâmusunu ol er Ol vakt o yürek yaresine merhemi sarem Derdsizlere diken görünür gerçi Niyazi Pervaneye od bülbüle dâim gül-i zârem ------------------------------------------------------(118) Cânâne görünür bana cânâ neye baksam Kâşâne görünür heme virâneye baksam Mestolup ayağım nire bastığımı bilmem Her-bâr ol iki gözleri mestâneye baksam Mahbub sevişinden bizi men eyleme vaiz İşitmez olur kulağım efsâneye baksam Ayeti keriınede varid olmuştur, (…Yühibbühüm ve yuhibbunellahe) yani müminler siz Allahı severseniz, Allah dahi sizi sever. (Maide-54) Şimdi Müminle Allah sevişir desen, vaiz meneder/reddeder. Ya ayette deniyor


ki, Mümin Allahı sever Allah dahi mümini sever. İşte bu Mümin ile Allah sevişir demektir. Hayır, vaiz bu sözden korkar. Afsun öyle koca karıların potikaları (dımışka-Urasa) senetsiz sepetsiz artık vaizin efsanesine kulak vermem (delili dayanağı olmayan vaizin masal gibi sözlerini artık kulak verip dinlemem) Demektir. Cüınle bu cihan ol sanemin vechidir elhak Ger Mescid ü ya deyre ya büthaneye baksam Cümle bu cihan ol mahbubun/sevgilinin yüzüdür. Yani (Feeynema tüvellu fesemme vechullah / Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü ordadır. (Bakara-115) gerek mescid gerek kilise ve gerek puthane hep vechi ilahidir/Allah’ın yüzüdür. Abes (boş, hikmetsiz) hiç bir şey yoktur. Zira Hakkın vücudundan gayrı birşey varmıdır? Yoktur. Her zerre Niyazi heme hurşid-i münevver Her katre hemin lücce vü deryâ neye baksam -------------------------------------------------------------------------------------------(119) Visalel Abdullah bila beyn vela eyn Kezalikel abdı billlah bila beyn vela eyn Abdın/kulun Allaha vuslatı/kavuşması, mesafesiz ve mekânsızdır. Allah’ın dahiAbda vuslatı öyledir. Cemali kadeydi haka biküllil vechi itlakan Tecelliyani tahkiken bila beyn vela eyn Cemali ilahi, her yüzden zahir oldu. Mutlak olarak tecellisi tahkik mesafesiz ve mekânsızdır. Feinnel halka lem yemtakil minel imkân la teğal Era haka vucudül küllü bilabeyn vela eyn Halk imkândan intikal etmez. Gafil olma imkân şudur ki, vücutla âdemi müsavi ola. Her bir şeyin vücudunu mesafesiz mekânsız Hakkın vücudunu görür (Gaflet etme mümkün olan şudur ki, mevcutla yokluğu eşit


olarak anla, her şeyin yokluğunda Hakk’ın vücudunu mesafe ve mekân olmaksızın yine Hak görür). Yera fi külli mirad biiskatil izafat Vücudel vahdetüzzat bilabeyn vela eyn Kayyudatın iskatı ile (suretler kaydının fena olmasıyla) her bir miratda/aynadaki vücudu vahid görür. Yani zatı aliyenin vücudunu mesafesiz ve mekânsız olarak her bir miratda/aynada vahid/bir olan Hak görür. Beyahil mürşideyni elzem lihazel meşhedil azam Terama la yera illa allem bila beyn vela eyn Bu meşhedi azam (Bu büyük şehidliğe/şahidliğe erişmek) için mürşidin kapusuna mülazemet et (devamlı bağlan). Ki En âlemin (el âlemin) görmediğini sen mesafesiz ve mekânsız göresin. Çünkü bu ilmi tevhit, zevkidir, ilmi değildir. Yani kitap mütaâlâsı ile hâsıl olmaz. Kitap mütâlası ile hâsıl olan ilimden kitapsız haber verilmez. Bu ise zevkidir. Sekani şerbeten subha fe ahyati bii ilmen Fesarel ilmi li aynen bila beyn vela eyn Yani sabah vakti bana bir şerbet içirdi. Yani bana bir makam gösterdi. Yani beni ilmile ihya etti. Sonra mesafesiz, mekânsız ilmim aynı oldu. Tecelli vechi bizzat alel Mısri fil halat Biefnail vücudu yat bila beyn vela eyn Mısriye her halde vechi ilahi bizzat tecelli etti. Ki Mesafesiz ve mekânsız olarak vücudunun fenası/yokluğu ile varid olmuştur (Hakk’a erişip kavuşmuştur). Çünkü cenabı Hak Tecelli bizzata ve tecelli bissıfata ve ihatai bi esmai ve mazharı biefale. Yani zatı ile tecelli etti. Sıfatı ile ziynetlendi. Esması ile cemi avalemi ihata etti/kuşattı. Efali ile zahir oldu. ------------------------------------------------------------------------------------------(120) Tende cânım canda cânânımdır Allah hû deyen Dilde sırrım sırda subhanımdır Allah hû deyen


Dest-i kudretle yazılmış yüzüne âyât-ı Hak Gönlümün tahtında sultânımdır Allah hû deyen Cümle âzâdan gelir zikr-i ene’l-Hak nâresi Cism içinde zâr u efganımdır Allah hû deyen Cümle azadan gelir zikri enel Hak naresi, yani cenabı Hak hadisi kutsisinde buyurmuştur. (İza tekarrebel abde ileyye binnevafile fe ahbebtühü feiza ahbebtehü küntü semaullezi yesmeu bihi ve besarüllezi yübsirubihi ve yedeulleti yebtişu biha ve rucuhulleti yemşi biha ile ahır. / Kulum bana nevafille öyle yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle tutar, benimle yürür.”) Yani cemi/tüm aza ve cevarihi/organları Hak olur. Ve cemi azasından o zaman enel Hak zikrinin narası gelir, demektir. Giceler tâ subh olunca inledir bu derd beni Derdimin içinde dermânımdır Allah hû deyen Yere göğe sığmayan bir mü’minin kalbindedir Katremin içinde ummanımdır Allah hû deyen Kısve-i tenden muârrâ seyreder bu gönlümü Çarh uran abdâl-ı üryânımdır Allah hû deyen Cenabı Hak hadisi kutsisinde buyurmuştur. (Ma veseani ardi vela semai velâkin veseani kalbi abdil mü-min / yerlerime göklerime sığmam, mü’min kulumun kalbine sığarım.) Çünkü arz da/yerde ve semada/gökte cemiyet yoktur. Her biri birer ismin mazharıdır. İnsan yani halife ise, her ismi camidir (kendinde toplayandır). Ebül fetihil musili hazretleri bir anda bin yerde zahir olurdu. Bir kerre Musul kadısı geçerdi. Ki Ebul Fetih dahi bir mezbele de çırılçıplak oturur gördü. Kadı kendi gönlünden dedi, böyle zındıka sıddık derler. Sonra Hazreti Ebul Fetih dedi. Ey kadı biz her yüzden görünürüz, sen bana zındık deme. Çünkü bu hâl benim sıddıkiyetime mani değildir.


Her kişiye kendinden akreb olan dost zâtıdır Ey Niyazi dilde mihmanımdır Allah hû deyen -----------------------------------------------------------------------------------------(121) Gel ey gurbet diyarında esir olup kalan insan Gel ey dünya harabında yatıp gafil olan insan Gözün aç perdeyi kaldır duracak yer mi gör dünya Kati mecnundürür buna gönül verüp duran insan Kafeste tutiye sükker verirler hiç karar etmez Aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan Ne müşkül hâl olur gaflette yatıp hiç uyanmayıp Ölüm vaktinde Azrail gelince uyanan insan Kararmış kalbin ey gafil nasihat n’eylesin sana Hacerden katıdır kalbi öğüt kâr etmeyen insan Bu derdin çaresin bul var iken elinde fırsat Ne ıssı sonra ah u zâr edüp hayfâ diyen insan Niyazi bu öğüdü sen ver evvel kendi nefsine Değil gayriye andan kim tuta her işiden insan ----------------------------------------------------------------------------------------(122) Şehâ yüz döndüren senden Kime tutsa gerek yüzün Gözün yuman cemalinden Kime açsa gerek gözün Seni terk eyleyen insan Bulur mu cismine ol can Yüzünde âyet-i rahman Görür her kim siler tozun Saçınla kirpiğin kaşın Heme evsafı nakkaşın Şehim yoktur ayakdaşın Kim ileri süre izin Buyurdu Hak ki Kur’an’da İdeler Âdeme secde


Div ü şeytan o kim bunda Kabul etınez Hakk’ın sözün Kaşın mihrabını şimdi Niyazi kıble edindi Kati çalıştı süründü Yöneldince sana özün --------------------------------------(123) Gönülden zikre eyle iştigali Zikirden gayrı işgali nidersin İbadet acısın bu nefse tattır Amelden olmagil hâli nidersin Amel oldur ki anda ola ihlâs Hulûs olmayan a’mali nidersin Yöneldigör Hakk’a akl u hayâli Bu halden gayri ahvali nidersin İç ol zehri ki bal olsun sonunda Sonunda zehr olan balı nidersin Dirip dünyayı cem etme önünde Seninle kalmayan malı nidersin Ko mekri aldayıp gezme bu halkı Bu mekr ü fitne vü âli nidersin Gönül ikbal-i halka olma mağrur Gönülsüz olan ikbali nidersin Riya ile bu halkı gel azıtma Ko tac u hırka vü şalı nidersin Kuru laf ile maksud ele girmez Yürü hâl ehli ol kali nidersin Fcna ender fenaya erdin ise Feragat ehli ol hâli nidersin Ko halkı nefsin islah eyle evvel


Salâh elıli ol idlâli nidersin Niyazi isteyen Hakkı bulurmuş Gel imdi iste ihmali nidersin (124) Ey kerim Allah ey gani sultan Derdliyiz senden umarız derman Lütfuna had yok ihsane pâyân Derdliyiz senden umarız derman Gerçi kullarda mâsiyet çoktur Rahmetin Mevlâm dahi artıktur Gayriden bize hiç meded yoktur Derdliyiz senden muarız derman Gel demez isen biz günahkâre Bir âdem kadir mi ki yol vare Çare yok senden olmasa çare Derdliyiz senden umarız derman Şu dem ki senden bir hedâ geldi Feyz-i akdesden âşinâ geldi Bir cefasına bin safâ geldi Derdliyiz senden umarız derman Bu Niyazi çün zikrine düştü Dün ü gün gönlü fikrine düştü Zatına iren şükrüne düştü Derdliyiz senden umarız derman ----------------------------------------------(125) Gel ey bâd-ı sabâ lûtfeyle bir dem Haber ver bize cânân illerinden Beşaretle bizi kıl şad u hurrem Haber ver bize cânân illerinden Aradım nice yıl kevn ü mekânı Bulunmadı anın nam u nişanı Acep nice bulur isteyen anı Haber ver bize cânân illerinden Seherde açılan güllerde midir Yahut efgan eden dillerde midir


Akan suda esen yellerde midir Haber ver bize cânân illerinden Ol ilden azmedince bu cihâne Tamu’ya uğrasan döner cinane Teselli ver kulûb-ı aşıkane Haber ver bize cânân illerinden Harim-i kuts-ı lâhûta varırsın Saray-ı hâs-ı cânânı görürsün Yine azıneyleyip bunda gelirsin Haber ver bize cânân illerinden Nesimi feyz-i akdes bahr-ı cûdun Havâdisden mukaddestir vücudun Cemâl-i zât-ı âlâdır şuhudun Haber ver bize cânân illerinden Eğer bir can ise hiisnün Pahası Nice bin can olsun onun fedâsı Niyazi’nin kadimi aşinâsı Haber ver bize cânân illerinden -----------------------------------------------(126) Nâdânı terk etmeden yârânı arzularsın Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın ‘‘Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu’’ Nefsini sen bilmeden Subhanı arzularsın Sen bu evin kapusun henüz bulup açmadın İçindeki kenz-i bipâyanı arzularsın Taşra üfürmek ile yalunlanır mı ocak Yüzün Hakk’a dönmeden ihsânı arzularsın Dağlar gibi kuşatmış benlik günahı seni Günahını bilmeden gufranı arzularsın Cevizin yeşil kabını yemekle tat bulunmaz Zahir ile ey fakih Kur’anı arzularsın Şarabı sen içmeden serhoş u mest olmadın


Nice Hakk’ın emrine fermânı arzularsın Gurbetliğe düşmeden mihnete sataşmadan Kebab olup pişıneden büryânı arzularsın Yabandasın evin yok bir yanmış ocağın yok Issız dağın başında mihmânı arzularsın Bostanı bağı gezdim hıyârını bulmadım Sen söğüt ağacından ruınmanı arzularsm Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile Yunus'leyin Niyazi İrfânı arzularsın ---------------------------------------------------(127) Cânını terk etmeden cânânı arzularsın Zünnârını kesmeden imânı arzularsın Zünnar, alameti nasara/hırıstiyanlık âlameti olmak üzere Nasrânilerin/Hırıstiyanların bellerine bağladıkları yapağı iptir. Bu ip bektaşilerde dahi vardır. Ki bir kişi İptida/önce bektaşi olduğu vakit meyanına (bu arada) bir yapağı ip bağlarlar. Çünkü onlar iptida/önce İsevi olur. Sonra Musevi olur, badehu/sonra Muhammedi olur. Muhammedi olur amma, İmamı Alliye Allah derler ki, bu daha fena. İşte alameti nasara olan zünnar belinde iken kişi islam olur mu? Olmaz. Zünnardan murad şirktir. Şirki terk etmeden imanı arzularsın demektir. Şol uşacıklar gibi binersin ağaç ata Çevkân ile topun yok meydânı arzularsın Karıncalar gibi sen ufak ufak yürürsün Meleklerden ileri seyrânı arzularsın Topuğuna çıkmadan suyu deniz sanırsın Sen katreyi geçmeden ummânı arzularsın Var sen Niyazi yürü atma okun ileri Derdiyle kul olmadan sultânı arzularsın ---------------------------------------------------(128)


Yine firkat nârına yandı cihan Hasretâ gitti mübarek ramazan Nur ile bulmuştu âlem yeni can Firkatâ gitti mübarek ramazan İndi Kur’an sende ey nuru güzel Leyle i Kadrinde ey kadri güzel Gitti ey tehlil ü tekbiri güzel Elvedâ gitti mübarek ramazan Kuran, Ramazanı şerifin Kadir gecesinde nazil olduğu (şehrüramazan ellezi ünzile fihil Kuran… / Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an, onda indirilmiştir…(Bakara-185) ayeti ile ve diğer (İnna enzelna-u fi leyletil kadr vema edrake ma leyletül kadr. İla ahare / Muhakkak biz onu kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesini sana idrak ettiren nedir? (Kadir-1,2) Suresi ile sabit olmuştur. Burada bir sual varid olur. Çünkü Kuran Fahri kâinata Cebrail vasıtası ile ayet ayet şu kadar (23) sene zarfında nazil olmuştur / inmiştir. Evet öyledir. Cevap verilir ki, velâkin Kur'an ramazanın Kadir gecesi Resulullahın vücudu nuraniyesine cümleten vahideten/Toptan bir kere de nazil oldu/indi. Sonra iktizasında/gerektiğinde Cebrail vasıtasıyla vakıanın halli/olayların çözümü için vücudu unsuriyesine/suret vücuduna ayet ayet nazil oldu. Hatta bir defa Hazreti Resulullah Cebraile sordu; Kur'anı nereden alıyorsun? Buyurdu. Cebrai1 aleyhisselam; Perde arkasından dedi. Sonra Hazreti Peygamber Buyurdu. Öyle ise perdeyi kaldır bir nazar et, kimden alıyorsun. Cebrail nazar edince gördü ki Resulullalun vücudu nuraniyesinden alıp, vücudu unsuriyesine getirir. Vücudu nuraniyesi vücudu unsuriyesi gibidir. Fakat nurdandır. Gâhi tesbih ü senâ vü zikrile Gâhi tahmid ü Dua vü şükr ile Can bulurdu mürde diller nur ile Hasretâ gitti mübarek ramazan Bu ay içre bağlanır dedi resul Cin ü şeytan etmeye aslâ fuzül Hep dualar bunda olurdu kabul


Firkatâ gitti mübarek ramazan Ramazanı şerif ayında cin ve şeytan aleyhillanenin kâfirleri bukağılarla/kösteklerle bağlanır. Ancak müminlere musallat olmamak için amma, fasıklar için bağlanmazlar. Bak Ramazanı şerif ayında kıtal/birbirini öldürmeler olur vesair, bu misilli efali zemime/bunun gibi Kötü işler vuku bulur. Bunlar hep şeytan aleyhilanenin iğvasıyle (azdırması baştan çıkarmasıyla) değilmidir? Evet, şeytanın iğvasiyledir. Cem olup Hakk’a münacât edelim Nur-ı Kur'an ile doğru gidelim Bilmedik kadrin Niyazi nidelim Diriğa gitti mübarek ramazan (129) Elâ ey mürşidi âlem Haber ver ilm-i Mevlâdan Elâ ey mâna-yı âdem Haber ver remz-i esmâdan Murşidi âlem Hz. Resulullah Sallallahu taaalü aleyhi vesellemdır. İlmi zatı âlemin aynıdır, Kudret kadirin ayni olduğu gibi. Fakat ilim malûmun, kudret makdurun ayni değildir. Sair sıfat buna mümasildir/diğer sıfatlarda bunun gibidir. Manii âdem/âdemin manâsı, Hz. Resulullah Sallallahu taala aleyhi vesellemdir. Ne sırdır Âdem ü Havvâ Ne sırdır alleme’l esma Ne sırdır Sidre vü Tûbâ Haber ver arş-ı âlâdan Zatın biri rüyasında kendisini Hz. İbrahim ile Hz.Âdem'in kabirleri arasında görür. Ya Âdemin veyahut İbrahim Aleyhisselamın kabirlerinden bu zata bir nida/ses gelir ki; Esmai hünsayı/Allah’ın güzel ismlerini oku. Bu zat (99) esmayı okur. Çünkü esmai hüsna (99) isimdir. Şu ümmühad olan tamam kıraatı hitam bulur (ana isim olan Allah’ın 99 güzel isimlerinin tamamını sonuna kadar okur). Fakat yine nida gelir ki Esmai hüsnayı oku. Bu zat dahi düşünmeye başlar. Ve İşte okudum der.


Tekrar Nida gelir ki; hayır okumadın. Çünkü Hüvettacir/O tüccardır, vezzürra/ve ziraatçıdır, vel haris/ve hırslıdır. Bu isimleri okumadın. Bu zat dahi uyanıp (bilinen esmayı hüsnada böyle isimler bulunmadığı için) buna korku gelip bidar oldu/uykusuz kaldı. Bütün vücudu korkusundan lerzan olduğu/titrer bir halde kalkıp camiye gelir, Mısırda Abdülgani Nabulisi Hz.lerini bulur ve öyle titreyerek vakıayı hikâye eder. Abdülgani Hz.leri cevaben buyurur ki; Senin tevhit görmek vaktin geldi; Ve sonra ona tevhidi telkin eder. İşte Hz. Âdem gerek esmayı hakikiyeyi/Hakk’a ait isimleri ki ilim, semi, basir, kadir, kayyum gibi. Ve gerek esmayı halkiyeyi/halka ait isimler ki tacir, zürra, haris gibi isimleri camidir/toplayandır. Amma Hak ticaret edermi? Hak çiftçilik edermi? Ya Hakkın kudreti olmasa bir şey olurmu olmaz. Her şey Hakkın vücudu ve Hakkın kudreti ile olur. Sırrı allemel esma Hz.Ademe talim olundu/öğretildi demek, esmanın sırrı Âdem mazharında zahir oldu demektir. Yani Âdeme ruh nef olunca/üflenince bütün esma ondan zahir oldu. Sidir ise, bir ağaçtır. Dünya yüzünde ondan büyük ağaç yoktur. Arş; İsrafilin makamıdır. Ve ismi muhitin mazharıdır. Kürsü; Mikailin makamı ve ismi şekürün mazharıdır. Feleki Atlas Azrailin makamı ve ismi ganinin mazharıdır. Feleki mükevkep; yani sidir Cebrailin makamı ve ismi kadirin mazharıdır. Bu dört melek, ruhaniyeti ile dünya ve ahirette olan kafeyi/tüm mevcudat var olup durur. Nedir dillerdeki ilmeyn Nedir hem remz-i Zülkarneyn Ne yerdir mecmau’l-bahreyn Haber ver Hızr u Musâ’dan Zülkarneyn nebi değil idi, veli idi. Ve İbrahim ve İsmail ve İshak AS. mın vakıtlarında maşrıktan/doğudan mağrıba/batıya kadar hükmeden bir melik/hükümdar idi. Kalallahü taala (Hatta iza belega magribeşşemsi vecedeha tegrubu fi aynin hamihetin vevecede indeha kavmen / Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca onu kara bir balçıkda batar buldu. Bunun yanında da bir kavim buldu... Kehf- 86)


Yani Zülkarneyn bir kere mağribi şemse/güneşin battığı yere gitti. Ve gördü ki güneş bir bataklık göle gurûb eder/batar. Yani oradan öteye balçıklık gidilmek mümkün değil. Oranın ahalisine kalallahu taala (Kulna yazelkarneyni imrna entuazzibe ye imma entettehize fihim hüsna. Kale emma men zaleme fesevfe nüazzibühü sümme yüreddü illa rabbihi feyuazzibühü azaben nukra. Ve eınma men amene ve amilesalihan felebü cezaen nilhüsna veseneku lu lehü min emrina yüsra / "Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın" Zülkarneyn, "Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır" dedi. Her kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak daha güzeli var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz."Kehf-86, 87, 88) Ayetleri Mucibince Zülkarneyn dedi: Ehli küfür olanları azap ederiz. Ehli iman olanların Ahsen cezası (güzel mükâfat) veririz. Oradan döndü, kalallahu taala (Sümme etbea sebeben hatta iza belega matliaşşemsı vecedeha tetlüu ala kavmin lem nec'al lehtim min- duniha sitra./ Sonra da bir sebebi takib etti. Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu. Kehf-89, 90) Maşriki şemse/güneşin doğduğu yere gitti. Oranın ahalisine hiçbir şey demedi. Zahir manası budur. Hakikat manası ise; şemsten/güneşten murat vücudu ilahidir, mağripten/batıdan murat makamı Hazretül cem ki, makamı şeriattır. Çünkü Hazretül cemden halk zahir, Hak batın olur. Yani; Vücudu Hak orada gurup eder/batına girer. Maşrıktan/doğudan murat; makamı cemdir. Makamı cemde; Hak zahir halk batın olur. Şems vücudu Hak, makamı cemde zahir olur. Ki Zülkarneynin ilmi budur, yani Makamı cem ve makamı hazretül cem marifetidir. Mecmualbahreyn reşit iskelesidlr ki, zahirde hikâyesi geçti. Hakikatta ise Nuru Muhammedi Sallallahu taala Aleyhi Vesselamdir. Çünkü bahri imkân ile bahri vücubun mecmuudur/imkân denizi ve vacib denizinin tümü, tamamıdır. Bahri imkân; bu mevcudat, arş, kürs, feleki Atlas, feleki mükevkep, dünya, ahiret kâffesi/tümüdür. Bahri vücup ise; Zat, sıfat,


efaldir. Bunların mecmui/tamamı nuri Muhammeddir. Çünkü bunlar Nuri Muhammedin şerhi/açıklaması ve tafsili/ayrıntısı değilmidir? Nuri Muhammed cem’ i avalemi/tüm âlemleri müstecmidir/toplayandır. Ne yerdir merkez-i ednâ Nedir ya halka-i vustâ Biliınmez zerre-i kübrâ Haber ver sen bu sugradan Merkezi âlâ nuri Muhammed, Merkezi edna, İnsanı Kâmil. Ve âlemi ayakta tutan İnsanı Kâmil’dir. İnsanı Kâmil’in hatemi/sonuncusu gelecek dersimizde gelir ki o, Çin’den zuhur eder. Bir anadan tevaüm yani bir kız bir erkek doğar. Peşin kız sonra erkek doğar. Erkek hatemül/sonuncu insan olur. Ondan sonra artık tenasül (insan üremesi) yoktur. Kadınlar akim/kısır olur hamile olmaz. İşte O erkek Mahmut isminde insanı Kâmil olur, yetmiş yaşında vefaat eder. Ondan sonra bir rıh tayyibe hubup eder/güzel tatlı bir rüzgâr eser ve Cem'i/tüm ehli iman vefaat ederler. O vakit insanı Kâmil ahirete intikal etmiş diyerek göğler yerler yıkılır. Bu yeryüzü cehennem olur. Yani kıyamet kopar fakat Eşkiya üzerine. Eşkiya bu âlemi anasırda kalıp maazzap olsa gerektir (eşkiya bu suretler âleminde kalıp kıyamet azabını görse gerektir ). Her vaktin insanı Kâmili var. İşte insanı kâmilin hatemi/sonuncusu bu Mahmut isminde olandır. Halkayı vustadan murat; Muhammeddir. Kalallahu taala : (Veke zalike cealnaküm ümmeten vusta letekünü şühedae alennas veyekünerresüle aleyküm şehiden / İşte böyle! Biz sizi, insanlar üstüne şahit olasınız, resul de sizin üstünüze şahit olsun diye, orta yolu izleyen bir ümmet yaptık.(Bakara-143) Mantıkınca ifrat tefrit beynindedir/arasındadır. Dini Muhammediyede zorluk yoktur. Zerreyi Kübra ise Hz. Resülün vücudu nuraniyesidir. Zerreyi sugra; Hz. Resulun vücudu unsuriyesidir/beden, suret vücududur. Kimindir feyz u hem ihyâ Ne sırdır hem dem-i İsâ Nedir Meryem’deki deryâ


Haber ver dürr-i yektâdan Hz. İsa, bir erkek ile iki kadın ihya etmiştir/diriltmiştir. Biri Hz. Nuh’un oğlu Ham AS.dır. Nefesi İsa’nın sırrı, çünkü Hz. İsa’nın bilisale/bizzat makamı, makamı cemdir. Makamı cemde Hak zahir, halk batın. Anın için mucizatı mevtayı ihya oldu/Onun için mucize olarak ölüyü diriltti. Balçıktan yarasa kuşları yapıp nefes edince hayat buldu. Çünkü makamı cem sahibi her şeye Kadirdir. İşte dürrü yektadan/eşsiz inciden murat; Hz. İsâ’dır. Nedir Kur'anın esrarı Nedir esrarın envârı Nedir Mehdi’nin etvârı Haber ver sırr-ı esrâ’dan Hakkın esrarı kütübü menzilede/peygamberlere inen kitaplarda, kütübü menzilenin/peygamberlere inen kitapların esrarı Kur'anda, Kuranın esrarı fatihayı şerifte, fatihayı şerifin esrarı besmelede, ondan sonra demişlerki; besmelenin esrarı (ba) da (ba) nın esrarı noktada. Ki zatı ilahidir. Ve aynı zamanda Noktayı (ba) temyizdir/B nin noktası harfleri ayırt edendir. Mehdinin edvarı; işte Mehdi dersi sabıkta/önceki derste dahi geçti ki, Medine-i Münevvereden zahir olur. Ve zuhurunun üç alemeti var: Evvelkisi Basrayı Fırat Nehri bütün bütün harap eder. İkincisi; ehli tevhit tekessür eder/çoğalır. Mehdinin zuhurunda ehli tevhit anın askeri olur. Üçüncüsü: Müneccimin/gök bilimcilerin muhalifi olarak ay, ondördüncü ve onbeşinci geceleri mütemadiyen/devamlı olarak tutulur. Yani hasıf (puslu, sisli bulanıklık) vaki olur. Mehdinin kendinin dahi üç alemeti vardır: Evvelki orta boyludur. İkincisi seyrek dişlidir. Üçüncüsü sağ yanağının üstünde büyük bir siyah beni vardır. Sırrı esra ise; kalallahu taala : (Süphanellezi esra biabdii leylen ıninel mescidil harami ilel mescidil aksellezi barekna havlehu linuriyehü min ayatina innehü hüvessemiül basir. / Bütün varlıkların tespihi o kudretdir ki, ayetlerimizden bazılarını kendisine gösterelim/kendisini ayetlerimizden bir cüz olarak


gösterelim diye kulunu, gecenin birinde Mescid-i Haramdan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür. Hiç kuşkusuz, O'dur Semî' ve Basîr. İsra-1) Ayetinin hikmeti gereğince Resulullah Mescidi Haramdan, Mescidi Aksaya teşrif etti. Enbiya ecsadiyle/cesedleriyle oldukları halde onlara İmam olup iki rekâat namaz kıldılar. Sonra oturdular. Cebrail bir ayeti kerime getirdi. Ki, Mefhumu/kavramını Enbiyaya sual et; benden gayri mabut varmıdır? Sonra Hz. Resulullah buyurdu: (İnni ganiyyün anissuva. Yani ben bilirim, Haktaaladan gayri mabut yoktur). Demekle; Ben bu sualden ganiyim Enbiyaya dedi/Peygamberlere; ben bu sualin cevabı ile doluyum dedi). Nedir Mısri nedir Ken'an Selim kimdir ya kimdir ân Haber verdi bunu Kur'an Haber ver seb'-i kurradan Mısri, Kenan, Selim, yani Sultan Selim, hepsinin vücudu Hak değilmidir? Vücudu Hak’tır. Bunu Kur'an haber verdi. Ve Kur'anın yedi kıraatı/okunuşu nedir? Bir kerre Hz. Ömer, Ebubekir Sıddık'ın hanesine gitti. Ebubekir imam olup namaz kıldılar. Çünkü Resulullahın gıyabında Ebubekir Sıddık, imamet ederdi. Her nerede bulunur ise Ebubekir beni şeybe kabilesinden olmakla fatihayı şerifte maliki'yi meliki olarak okudu. Hazreti Ömer beni temime kabilesinden olduğundan maliki okurdu. Namazdan sonra Hazreti Ömer dedi; Ya Ebubekir, niçin meliki okudun? Ebubekir dedi; Resulullah öyle talim etti. Ömer dedi; Ya bana da Hazreti Resulullah maliki talim etti. Ne ise sabahısı ikisi dahi huzuru saadete gittiler, sual ettiler. Ve Resulullah buyurdu; Kur'an yedi harf üzere nazil oldu. Yani yedi kıraat üzere indi. Sonra katibül vahiy, Sayit İbni Zübeyr hazır idi. Ona bir an şüphe geldi. Gelince resulullah göğsüne bir kerre dörttü, şüphesi zail oldu. İşte yedi kıraatle namaz kılınır idi. Seb’-i kura/Yedi kıraat Kabilenin/kabilelerin Iisanıdır, kıraat-i şazide var. Velâkin kıraatı şaze ile namaz kılmak caiz değildir. ---------------------------------------------------------------------------------------(130) Ey bu cümle kâinatın aslını bir can eden Âdem’i kudretle ol cana sevip cânân eden Alleme’l esmâ ile tâc-ı kerremnâ ile


Arş-ı âlâda melekler cem'ine sultan eden Vech-i âdemle cihan fânûsunu tenvir edüp Künh-ü zâtına o vechi hüccet ü bürhân eden Evvelin Âdem sonun Hâtem kılup bu âlemin Hatem’i Mahmud Âdem’i zübde-i insân eden Nokta-i pergâr-ı âlem Ahmed’in zâtın kılup Sırrını kutb-ı hakikat mazhar-ı Rahman eden Enbiyâ vü evliyâ hep mazhar-ı envârı Hak Mustafa'da her şuunun cem edip bir şan eden İsmi resmi mahv iken bu âciz u biçarenin Nâmını Mısrî verüp dillerde âd u san eden Kâinatın aslı nuru Muhammed'dir. Bu kâinat onun tafsilidir/ayrıntısıdır. Âdem Ebul ecsattır/ceset babamızdır, Adeın halkolduğu vakıt cennetül berzaha konuldu. Cennetül Berzah denildiği dünya ile ahiret beyninde/arasında olduğundan ötürüdür. Âdemin feleki mükevkepde cennetten kovulduğunun aslı yoktur. Âdemin gördüğü cennet, cennetül berzahtır. Hatta biri vefat eylediği vakıt hadisi şerifle sabittir ki, said/uğurlu, iyi ise, yani ehli iman ise kabirden cennetül berzaha bir pencere açılır, kıyamete kadar cennetül berzah ile tenaum eder/nimetlenir. Eğer şaki/eşkıya ise ehli şirk ise, cehennemi berzaha bir pencere açılır ve kıyamete kadar anınla muazzap olsa/azap görse gerektir. İşte, Âdem bu berzah cennetine girdi, biraz uyukladı. Havayı eyesinden/Kaburga kemiğinden Havva validemiz halkolundu. Sonra âdem uyandı, gördü ki hasene surette malik/güzelliğe sahip bir şey yanında oturur. El uzatmak istedi Miğirsiz (Nikâh bedeli olmaksızın) men edildi. Sonra Hazreti Muhammedin salâvat mihri müeccel ile melekler Havvayı Âdeme nikâh etti (Sonra Hz. Muhammede salâvat getirmeyi nikâh bedeli kabul eden melekler, Havvayı Âdeme nikâhladı), Âdem o vakit Hazreti Resule Âşık oldu. İşte nuru Muhammed onda zahir olsun diye sonra Cenabı Hak Hz. leri, fahri Risaletin nurunu Âdemin alnında kodu.


Hüdai Mahmut Efendi, tefsirinde bir hikâye yazar. Zatın biri haremi şerifte oturur iken gördü ki yirmi otuz kişi gelirler. Ki biri içlerinde namaz kılar, aklınca demiş ki olsa olsa kırklar denilen bunlardır. Bunlar namaz kılıp kalkıp giderlerken bu da arkalarınca gider. Bir yerde otururlar bu da oturur. İçlerinden biri der ki, içimizde ağyar (yabancı) var. Biri demiş ki Resulullah buyurmuştur ki, kişi muhabbet ettiği yani sevdiği ile beraber bulunur, işte bu da bizi sevmiş beraber gelmiş, niye ayıralım. Oradan kalkıp gide gide bir şehir müzeyyene/zinetli süslü bir şehir görülür. Yanına giderler, öyle bir şehiri azim/büyük şehir ki, misli görülmemiş, kulesinin bir kerpici altın bir kerpici gümüş. Kapusundan girerler içeride daha bir kule safi altından yedi kat cennet orada. Zevk ve sefa ederler. Ve orada akşamlamazlar yine Medineye dönerler. Çıkarken bu zat, hemşiresine/kızkerdeşine bir, hocasına bir, kendisine bir, avradına üç elma almış. Hanesine avdet ettiği vakıt elmaları çıkarır birisini hemşiresine verir. Hemşiresi sual eder? Bu elmayı nereden aldın? Bu ise sır olduğunu o zat söylememiş. Sonra hemşiresi demiş, sen bu elmaları aldığın yere beni götür bir kerre der. Ve oraya gittiklerinde görürler ki Cennetül vilayede top top elma düşer. Velhasıl cennetül berzahın bir ismi de cennetül vilayedir. Ehlullahdan her biri dünyada velayet cennetine dâhil olup orada tenaum ederler/nimetlenirler. Allemel esma Âdeme talim olundu/öğretildi demek doğru değildir. Cemi esma/tüm isimler Âdemin vücudunla âlemde zahir oldu demektir. Yani Hakkın cemi/tüm esmasına Âdem mazhar oldu demektir. Ve cennetten hulle (cennet elbisesi) ve tac getirilerek giydirilip terkim (ikram) olundu. Bunu beyanla; (Velekad kerremna beni adeıne fil berri vel bahri… ile ahır ayeh / Yemin olsun, biz, âdemoğullarına ikram ettik/onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve denizde binitlerle yükledik. Onları, güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. (İsra-70) Buyrulur. Ki Cihan fanusu/feneri) vechi Âdemle münevver oldu/aydınlandı. Yani Âlemin evveli bir Âdem bu Âdem âlemin değil bir âdem sonra hatemdir. Yani ruhu Âdem’dir. (Beden ve sureti ile Âdem, âlemlerden sonradır, âlemlerin evveli ise âdemin


ruhudur). Bu itibarla Âdem olmazsa âlem olmaz, Âdemsiz âlem payidar/kalıcı olmaz. Hatemül vilaye; velayet üç kısımdır;. Birisi velayeti amme/umumi velayet, velayeti amme ile evliya olanların rütbeleri kutup, yani gavs tabir olunur. Biri de velayeti Muhammediye ki, tevhidi bu âlemde iken veyahut âlemi ahirete teşrif buyurduktan sonra bizzat resulullah S.A.V.den alanlardan alır. Cihanın yedi mağmuriyeti bunun ile olur (Cihanın, kâinatın imarı/mamuriyeti, bunlar ile olur). Velhasıl bir asırda bir gavs, bir de velayeti Muhammediye sahibi bulunur. Birden ziyade bunlar olmaz. Birisi de velayeti mutlakadır: İşte Hazreti ResululIahın (Utlubul ilmü velev bissiin / yani ilmi tevhidi talep et. İsterse insanı kâmil Çin de olsun. Zira tevhidi talep etmek, farz ve vaciptir. İsterse kâmil uzak Çin de olsun buyurulduğunun sebebi şudur ki, velayeti Muhammediyenin hatemi/sonuncusu Çin’de zuhur edecektir. O vakit Bir anadan bir kız bir erkek doğar. Yani kız peşin doğar, kızın ayakları ardınca bir erkek doğar. Ve İsmi Mahmut konulur. O doğduktan sonra kadınlar artık akim/kısır olur. Yani çocuk getirmezler (doğurmazlar). O Mahmut isminde olan zat, Muhammediyenin hatemi/sonu olur. Ve velayeti ammenin hatemi de Hazreti İsa olur. Sonra Hz.İsa’nın evladı da olursa da, tevhidi Hazreti İsanın eserinden alırlar. Hâsılı bu velayet sahibi Mahmut, darı ahirete intikal ettiği vakit, bir latif rüzgâr esip müminler letafetle/hoşnutlukla bundan (rüzgârın etkisiyle) can verirler. Badehu/daha sonra eşkiyanın başına kıyamet kopsa gerektir. Enbiya ve evliya hep Hak mazharlarıdır. Efal, sıfat, zat mazharlarıdır. Hazreti Resul de her şuuni/iş ve oluş cem etti/toplandı. (Külleyevmin hüve fi şe-nin febi eyyi alai rabbiküma tükezziban / O, her an yeni bir iş ve oluştadır Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz? (Rahman-29, 30) ayeti hükmünce Allah, her anda bir şe indedir (iş ve oluştadır). Her şe'in ise nuru Muhammedidir. Çünkü Nuru Muhammed, her şuuni camidir/toplayandır. Bu âlem anın şerhi/açıklaması ve tafsilidir/ayrıntısıdır. Her şe 'in ve her tecelli nuru Muhammed aleyhisselamdan gelir. ----------------------------------------------------------------------------------------(131)


Aldın mı gönül hüsnüle yektâ haberin sen Duydun mu hem ol Yusuf-ı Zibâ haberin sen Yusuf aleyhisselam cemali ilahiyeye işarettir. Çünkü anın hüsnünde/güzelliği gibi hiçbir kimse cihana gelmemiştir. Yakup aleyhisselam, Yusufu hüsnünden/güzelliğinden dolayı o kadar çok severdi ki, artık Yusuf derdi de orada dururdu. Karındaşları bunu çekemedi. Ne ise Yusufu kerdeşleri Mısır'a giden kafileye sattılar. Yakup aleyhisselama Yusufu kurt yedi diyerek aldatmak istediler. Gömleğine kan bulaştırdılar. Sonra kafile Mısır'a geldi. Mısır'a hükmeden Kayıs fura ağırlığı kadar altına köle olarak sattılar. Yedi yaşında iken vezni kantar olundu/kantarda ölçüldü. Yetmiş okka geldi. Çünkü enbiya mücessim/iri cisimli olur. Sonra Yakup aleyhisselam, ınuhabbetinden yollara oturup ağlar ve yolculara Yusufu sorar idi. Oğulları gelip Ya baba, gel vazgeç, gelip geçene şikâyet etme, ağlama. Sen böyle fena olacaksın dediler. Yakup Aleyhisselam da oğullarına ey oğullar. Ben resulum, ben kime ağlarım bilirim, ben halka sizin zannettiğiniz gibi ağlamam ve şikâyet etmem. Benim şikâyetim Hak suphanehu taala hazretlerinedir dedi. Yusuf için ağlayan yalnız Yakup mu idi? Yusufa Zeliha aleyhümüsselam Meliki Kayısfurun zevcesi de âşık idi. Sonra Kayısfurun vükelasının karıları içinde şöhret buldu ki, Zeliha kölesi Yusufu sever deyü takip ederek (dedikodu) söylerler idi. Bir gün kâffesini/hepsini Zeliha davet etti. Mücevher sandalyeler üstünde oturdular, muhabbet arasında elma yemek için her birine birer elma ile birer çakı ellerine verir. Elmaları soyarlarken evvelden cariyelere tenbih etmişdi. Yusufu içeriye soktular. Bunlar Yusufu görünce cümlesi medhuş/şaşkın Olup ellerini doğradılar. Sonra Zeliha dedi; Gördünüzmü, siz bir kerre Yusufu görmekle benden ziyade/fazla âşık oldunuz (ben ise her daim yusufu görüyorum ona nasıl âşık olmam). İşte eğer bu benim sözümü ifa etmezse/benim sevgime âşkıma cevap vermezse onu hapsettireceğim dedi. Sonra Yusuf isteklerine karşılık vermeyince Zeliha kocasına Yusufu hapsettirdi. Niçün (nasıl hapsettirdiğini) soracak olursan şöyle ki; Mısırda sakiyeler/su dağıtıcıları yer içinden/kuyudan bir iki defada su çıkarırlar, hatta öküz ağır olduğundan ve kuyularda derin olduğundan öküzü


oraya indiremezler. Daha buzağı iken yeğnikiğinde/hafif iken indirip orada/kuyuda büyütürler. İşte Zeliha kocasına dedi ki; kuyunun başındaki adam haylazdır, Yusuf ise çalışkandır Yusufu oraya/kuyuya koy. O, suyu daha yukarı verince yukarıdaki suyu ister istemez dışarı verir, deyüp kocasını kandırmış. Yusufu oraya hapis tarikiyle/Hapsetme amacıyla koydurttu. Sonra. Mısır memleketine buyuran Melik/hükümdar bir rüya gördü. Uleması/âlimleri o rüyayı tabirinden aciz kalırlar. Haber verirler ki, Kaysfurun sakiyesinde/sucularının içinde bir adam var o güzel rüya tabir eder. Ve Yusuf aleyhisselama gördüğü rüyayı tabir ettirince, onu kuyudan çıkarıp kendisine hazinedar tayin etti. Velhasıl Yusuf as. Yedi sene o kuyuda kalıp orada sakin oldu. Sonra Kaysfur vefat etti. Yerine Yusuf aleyhisselam melik oldu, Zeliha sokaklarda oturup Yusuf aleyhisselamı saltanat ile geçer görünce Ya Allah, seni tespih ederim ki, köleyi melik/padişah meliki/padişahı köle yaparsın der idi. Ve Yusuf aleyhisselam ise kulak vermez idi. Hazreti Yakup Mısır'a geldiği vakit Yusuf aleyhisselam Zeliha aleyhisselamı nikâhla aldı. Yakub’veş ol didelerin görmez olunca Ağladı mı ta sorsan ol bina haberin sen Yusuf yoluna ağlayan ancak deme Yakub İşittin anın oldu Züleyhâ haberin sen Kays’ı nice yıl ağladıp inletmedi mi aşk Alsan n’ola bir doğruca Leylâ haberin sen Kays, yani Mecnun Leyla aşkından ne kadar çok inledi. Halbûki ise Leyla bir arapka (bir arap kadın) idi. Velâkin Kays, onun aşkı ile yanardı. Dağlar dahi dayanmaz anın yüzüne karşı Âlemlere sor Tur ile Musa haberin sen Her kande anın zerre-i hüsnün görene sor Ola duyasın hasret ile tâ haberin sen Sular gibi yüzün yere sür kalma yolunda Alçakta alırsın yürü deryâ haberin sen


Âlemde nice yüz bin olur aşka giriftar Gel sorma o mecnunlara dânâ haberin sen Bülbüllere sorma yürü var hâlet-i aşkı Pervâneden al gizlice tenhâ haberin sen Tevhit sanur lâ ile isbat-ı vücudu Sorma güzelim anlara illâ haberin sen Ehli zahir tevhidi sözle (La ilahe illallah Muhammedünresulullah) tır demek sanırlar. Halbûki bu tevhit değildir. Bu kelimei tevhittir/tevhidin kelimesi, sözüdür. Bununla bir şey hâsıl olmaz. Esasen Tevhidin üç mertebesi vardır. Tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat. İşte asıl tevhit, budur. Yoksa (La ilahe illallah La ilahe illallah) demekten ne fayda var. Bu kelimei tevhittir/tevhidin kelimesidir. Her Kim bu yola sıtkiyle girmezse yok olmaz Yok olmayınca umma Yusufun haberin sen Bu yola sıtkile girmeyen fenafillâh olamaz. Fenafillâh olmayınca da, cemâli ilahiden dahi haber alamaz. Lahût ile Nâsûtu gönül anladı ise Mısri ana sor Kaf ile Anka haberin sen Lahût, Nâsût ne demektir? Lahût, celâl yani batın. Nasut, Cemâl yani zahir. (Hadid suresinin 3 üncü ayetinde ifade olunan) ‘Hüvel evvel’ lahût. ‘hüvel ahır’ Nâsût. ‘hüvezzahir’ Nâsût. hüvel batın’ lâhût. İşte zahir ile batını yani celal ile cemali anladı ise gönülün, kaf ile anka haberini o zaman bilirsin. Çünkü kaf, zahirdedir. Velâkin Anka'nın ismi var cismi yoktur. Zira Kaf tan murad cemal, Anka’dan murad celal ki, zatı ilahidir/Allah’ın zatı’dır. ------------------------------------------------------------------(132) Gül müdür bülbül müdür şol zâr u efgan eyleyen Ten midir ya can mıdır hem arşı seyrân eyleyen Nâr u bâd u âb u hâkin gel haber ver aslını Kim bunların her birini emre fermân eyleyen


Tabii Erbaa/tabiatın dört değeri ki, hararet/sıcaklık ısılık, burudet/soğukluk, rutubet/ıslaklık, büyüset/kuraklık katılık. Bunlardan herhangisi galip gelirse mesela, hararet galip olursa nar/ateş olur. Nar’ın/ateşin harekesi ufkidir, yani yukarıya doğru hareket eder. Anın için kürrei nar, en yukarıdır. Eğer burudet/soğukluk galip olursa hava olur. Yani rüzgâr, Kürrei nardan sonra kürrei havadır. Eğer Rutubet galip olursa ma/su olur. Yani su, kürrei havadan sonradır. Eğer büyüset/kuraklık galip olursa turab/toprak olur. Yani toprak, anın ıçın kürrei Hâk/toprak en aşağıdır. (İşte bu hava, su, toprak ve ateş tabiatın aslı olup) Bunların da aslı ve hakikatı ise cenabı Hak’tır. Ve cümlesi Nuru Muhammedinin tafsilidir/ayrıntısıdır. Hararet/sıcaklık, burudete/soğukluğa galip olupta nar olur, yani ateş olur. Burudet/soğukluk, rutubete galip olursa hava olur. Rutubet büyüsete/kuraklığa galip olursa su olur. Büyüset/kuraklık rutubete galip olursa turab/toprak olur. Bunların kâffesi yani bu tabii Erbaa/Bu tabiatın dört aslı, Hakk’ın emri ile hükmünü icra ederler. Narı/ateşi Nemrud, İbrahim Aleyhisselamı ateşte yakmadığı hakkında (Ya nâru kûni berden ve selâmen ala İbrahime. İlâ ahire ayeh / Ey ateş İbrahim’e bir serinlik ol, bir selam ol. Enbiya-69 ) emrinden dolayıdır. Ateşin germiyetinin sırrını duygur bize Ki hilaf üzere anı kimdir gülistan eyleyen Ateşin gülistan olduğu hakkında olan rivayet, hilaftır/yalandır). Hazreti ibrahim, Cebrail ile ateş içinde oturup sohbet ettiklerini Nemrut dürbün ile görürken, ateşe bir mil mesafe yani dörtbin adımdan öteye tekarrup/yakın olunamazdı. Ancak Cenabı Hak, narın/ateşin hakikatına barid/soğuk olmasını, yani İbrahime selamet/kurtuluş olacak derecede barid (serin) olmasını emir etti. Anın için ateş yakmadı. Ateş gülistan oldu da yakmadı demek, hükema/felsefecilerin, feylesofların mezhebidir/görüşüdür. Çünkü Ateşin tabiatı muhrektir/yakıcıdır, ateşe her ne girse yanar derler. Ancak İbrahim aleyhisama gülistan oldu da yakmadı denilir. Halbûki görülen narın/ateşin suretidir. O suret bir şey yapmaz. Yakan narın hakikatıdır.


Narın/ateşin hakikatına ise cenabı Hak yakmamağa ferman/emir edince suret ne yapabilir, suretin hükmü yoktur. Yelde kimdir geh nesim ü geh sabâ zevkin veren Gâhi hışm ile nice beldâni viran eyleyen Yel’de, yani hava’da nesim-ü saba/sabahın tatlı hoş esinti zevkini veren cenabı Hak’tır. Saba, doğu yani şark rüzgârı ki estikçe ruha hayat verir. Gâh bazen de olur ki, hışm/öfke hiddet ile sert esüp/eserek bu kadar memleketleri harap eder. Hazreti Lut ve Hazreti Salih kavmini helak ettiği gibi, bütün hanelerini harab ve kendilerini de telef etti/öldürdü. Kimdir anı bana göster şol sularda durmayup Rûz u şcb yüz üstüne aşk ile cevlân eyleyen Yani sularda yüz üstüne durmayup aşk ile cevlan (tecelli) eden cenabı Hak’tır. Hâk ne madendir biter anda maâdin geh nebat Kimdir anı gâhi hayvan gâhi insan eyleyen Toprakta bir madendir ki, cemi maadin/tüm madenler, metaller andan hâsıl olur. Ve nebat/bitkiler dahi andan hâsıl olur. Kimdir anı gâhı hayvan, gâhı insan eyleyen Cenabı Hak’tır. Zira Cenabı Hak’tan gayrı varmı? Yoktur. Ay u gün yıldızları kim döndürür ver gel haber Hem ne seyr için dönerler bunca devran eyleyen Şemsin cesameti/güneşin iriliği kürrei arzın yüzyirmidört kerre büyüklüğündedir. Kamer altmışiki kerre kürrei arzdan büyüktür. Fakat gözümüze birer somun (yuvarlak ekmek) kadar görülürler. Yıldızların her biri kürrei arzdan altı yedi kerre büyüktür. Güneş ve ay ve yıldızların devranı hareketi teşrieleri var. Ve hareketi hübbiyeleri var (Güneş, ay ve yıldızların yaratılışlarına uygun olan hareketleri vardır), Harekei Hubbiyesi ile şems bulunduğu feleki elli senede kat eder. Fakat hareket teşriiyesi ile bir senede on iki burcu kat eder. Bir ayda bir burcu kat eder. Amma Şemsin kendi harekesi değildir. Felekin harekesidir. İşte bu ay


ve gün ve yıldızıları tutan kimdir? Hak’tır. Hep Hakk’ın vücudu değilmidir. Hak’tan gayrı mevcut varmı? Yoktur. Bâde birdir saki bir meclisteki yârân da bir Bâdenin keyfiyetini kimdir elvân eyleyen Kiminin mescidde boynun eğdirip zâhid kılan Kimini meyhânede sarhoş u sekrân eyleyen Zâhidin benzin sarartıp ağlatan kim hem nedir Kâfirin küfrü dahi fâsıkta isyân eyleyen Halktan ayırmış gözünü pünhane çekmiş özünü Ne arar kendini halktan böyle pinhan eyleyen Görse mahbubu gönül bi ihtiyar mâil olur Ehl-i dert uşşakı kimdir zâr u giryân eyleyen Kim bu sırdan kimini mahrum edüp câhil eden Kimini mahrem edinip ehl-i irfân eyleyen Vahdet ehli cümlede bir yüzü seyrân ettiler Lik görmez ol yüzü kesrette tuğyân eyleyen Ey Niyazi kim vücudun terk ederse oldürür Cümle yüzler içre ol bir yüzü seyrân eyleyen -----------------------------------------------------------------------------------------(133) Kim ki candan geçmez ise dey’n bize yâr olmasın Ar u ırz ile gelip âşıklara bâr olmasın İşte can yine candır. Fakat kişi canının variyetinden geçmez ise bize yâr/dost olmasın. Zira canının variyeti Hakk’ın variyetidir. Variyet te kimindir? Cenabı Hakkındır. Gam yükün âşık olan dâim çeke gelmişdürür Duymayan dost derdine aşka giriftar olmasın Derd uyutmaz rahat etınez gece gündüz âşıkı Şol ki bülbüldür güle karşı nice zâr olmasın


Aşıkın iki mertebesi vardır. Muhip ve Habib; kalellahütaala (…Yuhibbühüm ve yuhibbünehü… / Allah onları sever onlar da Allah’ı severler. Maide-54). Yani cenabı Hak kullarına muhabbet eder. Çünkü muhabbet Hakk’ın sıfatıdır. Kullar Hakkın habibidir/sevgilisidir. Gayreti ilahiye zuhur edüp âşık muhip/seven olur ise, ol vakıt yani kul muhip/seven, Hak ise Habib/sevgili olduğu vakit o kul çok zahmet çeker. Tâ ki kul Habib/sevgili oluncaya kadar. Yani kul mahbub/sevgili olduğu vakit rahat olur. Muhib/seven iken kula rahatlık yoktur. Zevk-i tâatle kimesne hâl-i aşkı anlamaz Talib-i sâdık isen belinde zünnâr olmasın Zevkü taatla kimse aşkın halini anlıyamaz. Yani abıt ve zahid (dini yalnızca namaz oruç vb. ibadetle ve sakal, sarık, cübbe gibi şekil suret düzmekle kayıtlayan abidler zahidler) ibadet zevkin bilirler, fakat Âşk’ın zevkini duymazlar. Onlar Âşık’tan firar ederler/kaçarlar. Kezalik Bunların âşk zevkini duymamaları gibi âşık ve ehli tevhit de ibadet ve taat zevkin duymaz. Yani ibadet ve taattan zevk alamaz. Âşık Tevhitten zevk alır. Abid de tevhitten zevk alamaz. Zünnar; nasaranın alameti nasraniye/hırıstiyanların hırıstiyanlık belirtisi) olmak üzere, parmak kalınlığında ve yapağıdan mamul/yapılmış olup bellerine bağladıkları iptir. Güya Hazreti İsa ol ipi beline bağlamış. Anın için Hazreti İsaya ibadet edenler anı bağlarlar. Zünnardan murad, müşrikliktir. Remz-i Hakka mahrem olmak değmenin kârı değil Kim dilerse aşk ile yâr olsun ağyâr olmasın Remzi/sırrı Hakka mahrem olan, yani o remzi ağyara faşetmez. Yani aşıkare söylemez. Zira tevhid sırrını ağyare faş etmek asla ve katiyyen caiz değildir. Mahrem olmayana tevhit şöyledir, tevhit böyledir demek memnudur/yasaktır. Zerrece aşk odı kimde olsa yakar varlığın Aşk odı ister ki Hak’dan gayrı hiç var olmasın


Aşk ateşi, ister ki Hak’tan başka var olmasın. İbni Faris hazretleri, kasidei teiyesinde buyurur; Salik efalini, sıfatını, zatını yani efal, sıfat, zatını Hak’ta fena etmeyince âşık olamaz. Âşkı mecâzi (gayrıyet aşkı) de öyledir ki, Âşık Maşukunun/sevdiğinin hizmetinde olur. Ondan Gayrisine/başkasına bakmaz. Cümle efkârın hurufun cem edip tevhit eyle Nokta-i vahdette haşr ol gayrı efkâr olmasın Huruftan murad, bu mevcudattır. Yani cemi mevcudatı tevhit ile cem eyle, Noktai vahdette haşrol ta ki ağyar kalmasın/Yani tüm varlığı tevhid irfanıyla topla, birlik noktasında bir’le bir ol ki, Hak’tan gayrı kalmasın. Zira cümlenin vücudu Hak’tır. Hak’tan Gayri mevcud yoktur. Ey Niyazi hâl-i aşkı herkese fâş eyleme Sırr-ı Hak’dır ana bigâne haberdâr olmasın ------------------------------------------------------------------------------------------(134) İlim bahrı viicud esdâfının dürdanesiyiın ben Maarif kenzi dil vessâfının viranesiyim ben Benim ilmim katında müctehidler aciz oldular Veli ilm-i ilâhinin deli divanesiyem ben Ehli tevhidin ilminden müctehitler acizdir. (El mücteidüyahti ve yüsibü / müctehitler hata da isabette edebilir) denilmiştir. Çünkü ehli tevhidin ilmi ilmi ilâhidir. Ve ilmi zevkidir. Müctehitlerin ilmi ise ilmi nakli ve ilmi aklidir. Ve hatta kendileri de demiştir ki; (Mezhebena savap yuhtemil el hatae) ve mezhebel ahır (Hataen yuhtemitel savabe) yani imamı azam der. Bizim mezhebimiz savaptır/doğrudur hataya ihtimali var. Sair/diğer mezhepler derler ki, Mezhebimiz hatalıdır savaba/doğruya ihtimali vardır. İşte İmamı Şafii ve İmamı Malik ve imamı Ahmedi Hambeli velhasıl her birisi böyle derler. Ve Yekdiğerini tahata ederler/birbirlerini doğrularlar. Hiç birinin mezhebi, mezhebi mansus (ayetle sabit iyice kesinleşmiş) değildir. Yani hiçbir mezhep hakkında nafi (kesin olumsuzluk ta) yoktur. Anın


için herkes muhayyerdir (herkes dilediği mezhebi seçebilir), dilediği mezhebe tabi olur. Asdaf; sofunun cemi (çoğulu), sadef: Su kaplumbağası. Hani ya karada kaplumbağa var, bu ise yine sudadır, bahri hazerde bulunur. Velâkin büyüktür. Bir kabı/kabuğu tekne kadar vardır. Şehri nisanın/nisan ayının yirminci günü yağmur yağarsa, bunlar ağzını açarlar, yağmur damlası ağzına girerse o damla inci olur. Ki O mahlükun ismi sedeftir. Bazı kabından dahi dane (süs eşyası vs.) yaparlar ve İnciden fark olunmaz. Çünkü Hazreti Resulullah rebiülevvelin onikinci günü dünyayı doğdu teşrif etti/şereflendirdi. O gün şehri nisanın/nisan ayının yirminci gününe tesadüf etmiştir. O gün anın için yağmur yağarsa sedefin ağzına düşse inci olur ve yılanın ağzına düşerse zehir olur. Birer hale cihanın halkı bir bir razı oldular Benim bir hale meylim yok Hakk’ın bilmem nesiyem ben Cihanın halkı birer hale razı olmuşlar. Mesela, müştehid/içtihat eden içtihat haliyle, münfika/fıkıhçı fıkıh haliyle, kura/okuyucu kıraat/okuma haliyle ve keza/bunun gibi herkes bir haliyle razı olmuştur. Mısri efendi der ki, benim hiç bir hale meylim yok. Bilmem ben Hakkın nesiyem. Bikülli âllemin halkı bilirler bende bir dert var Bilinmez sevdiğim kimdir nenin mestânesiyem ben Evvelki dersimizde geçti. İbni vaktım/vaktin çocuğuyum ben ebulvakt/aktin babası olmazem. Çünkü ebulvakt mütesarrıftır/tasarruf edendir, yani ebuIvakıt olan evliya kerameti kevniye izhar eder. Ve cihanda mütesarrıf olur. İşte burada der. Eğerçi sûret-i âharda geldim âlem-i mülke Ne mâziyim ne müstakbel her ânın ânesiyim ben Bu beyitte demek ister ki, vaktin her bir zuhuratı benim ruhaniyetim iledir demektir. Yitirdüm benliği benlik bana Hak benliğindendir Tckellümde hitab-ı gıybetin kârhânesiyem ben


Yani kendime nisbet ettiğim benlik fani oldu. Ve benlik Hakk’ın benliği olduğuna vakıf oldum. Hitap, yani muhatap ve muhatıp/hitab, hitab olunan ve hitab eden birdir. Ve gayıp birdir. Ente/sen zamiri muhatap, hüve/O zamiri gayıp, biri hazır yani zahirde ente’dir biri gaibe yani batına ki hüvedir. İşte bu ikisinin dahi kemalde kârhanesiyem ben/İşte bu iki bakıştan hâsıl olan kemâlât kârımdır benim. Ne Mısriyim ne Mehdiyim ne İsâyım ne insânım Bu yanan dâimi şem’in veli pervânesiyim ben Mısri değilim, Mehdi değilim, İsa değilim, insan değilim. Zira bunlar kaydı ilahi ve kaydı suveridir (Zira bunlar Allah’ın kesretiyle/çokluğuyla kayıtlı oluşan sûretlere ait kayıtlardır ). Vechi zahirin/apaçık olan yüz’ün pervanesiyem ben. (135) Ey bu gönlüm şehrini bin kahr ile virân eden Biduhan odlar yakup bu sinemi külhan eden Ehl-i âlem derdinin mislin görür râhat bulur Cins ü misli olmayan derde beni dükkân eden Bir bahirdir sahili yok mevci olmaz münkesir Leylinin fecrin getirmez gökteki devrân eden Akl u fikrim zevrâkı yollarda kaldı ser-nigûn Belki cümle akl u fikri bende ser-gerdân eden Kimine meydan eden bu âlemin her köşesin Mısriye uçtan uca her köşeyi zından eden (136) Sevdim seni hep varım Yağmadır alan alsın Gördüm seni efkârım Yağmadır alan alsın Aldın çü beni benden Geçtim bu can u tenden Aklım dahi her varım


Yağmadır alan alsın Ben varlığımı attım Dost varlığına yettim Her usluya bazarım Yağmadır alan alsın Geçtim ben ad u sandan Çıktım ben o dükkândan Hep ırz ile vekarım Yağmadır alan alsın Geldi dile dildârım Buldum gül ü gülzarım Şimden geru hep varım Yağmadır alan alsın Sen gaib u hâzırsın Her halime nâzırsın Ahvâl ile etvârım Yağmadır alan alsın Sen gaip ve hazırsın; yani gaip/kayıp batın, hazır zahir, (Hüvel evvelü vel ahirü vezzahirü vel batin / O evveldir, sondur, apaçıktır ve gizlidir… Hadid- 3) yani zahir olan batın olurmu? Batın olan zahir olurmu? Yani cenabı Hak hiçbir kayıt ile mukayyet değildir. Ne sadece evvellik ve ne sadece ahirlik, ne sadece zahirlik ne de sadece batınlık ile mukayyettir/kayıtlıdır. Çünkü zahir der isen, batın da odur. Sırf Zahirliğe kayıt olunamaz. Velhasıl Cenabı Hak, sadece bir tecellisiyle mukayyet/kayıtlı olmaz. Çün buldu gönül yârım Terk eyledim ağyârım İman ile zünnârım Yağmadır alan alsın İman üç kısımdır; Biri imanı taklidi, birisi imanı istidlal/delilli iman, birisi dahi imanı tahkiki/hakiki iman. İmamı Gazali Hz.leri, ihyayı ulümunun dördüncü cildinin ahırında/sonunda kitabı tevhitte derki; İman üç


kısımdır; İmanı taklit, imanı istidlal, imanı tahkik. İmanı taklit ne gibidir? Cevizin yeşil kabuğu gibidir. Ne yenir ne yakılır. Çünkü yenmez. Ateşe koysan yanmaz ve hiçte bir işe yaramaz. İşte imanı taklidi böyledir. Hiç bir faydası yok, belki de zararı var. İmanı istidlâli, cevizin kuru kabuğu gibidir. O da yenmez, velâkin ateşe koysan yanar. İşte istidlâli böyledir. Eğer şeytan son nefeste bozmazsa faydası var. Eğer bozarsa hiç bir faydası yoktur. İmanı hakiki, cevizin lebi/içi gibi, her şeye yarar. İşte Mısri efendinin yağma ettiği iman, imanı taklidi ile imanı istidlalidir. İmanı hakiki değildir. Çünkü Mısri Efendi evvelce, Malatya müderrisi idi. Oranın ahalisi pek münkir (tevhid ilmini inkâr eder) idi. Ehli tarik ve ehli tahkiki sevmezler idi. Elyevm/bu gün dahi öyledir. Malatyadan yarım saat uzakta olan Aspuzi namında bir mahalle var ki, elmalı demekle meşhurdur. Sinan Ümmi mehmet Efendi hazretlerinin orada tekkesi var idi. Ve yanında cami de var. Bir gün Malatya ahalisi cem Olup/toplanıp Mısri efendiye dediler ki, sen bir vaaz et. Tekkenin lüzum hidamını/tekkenin lüzumsuzluğuna hükmet. Biz de tekkeyi hüddam edelim (yıkalım). Ve şeyhini dahi oradan kovalım. Ne ise namazdan sonra Mısri Efendi vaaz vermek için kitap açtı. Dersini bulamadı, Onun üzerine kürsüden inip Mehmet efendi mahfel altında oturur idi. Ve Hemen Mısri efendi şeyhin ayağına düştü ve kabulünü rica eyledi. Şıh dahi, Mısri efendiyi kabul etti ve Mısri efendi imanı tahkikiye vasıl oldu. İmanı tahkikiye vasıl olunca, imanı taklidi ve imanı istidlali ne yapar? Yağma etti. Mısriye vücub imkân Bir oldu kamu âyân Tâat ile ezkârım Yağmadır alan alsın Bahri vücub, Hakkın efal, sıfat, zatı. Bahri imkân; bu mevcûdat yani âlem. İşte Mısri Efendiye bahri vücup ile bahri imkân bir oldu. Taat ile ezkarını yağma etti. Çünkü taat, mütemait (aralıksız, devamlı) değildir. İbadidir/ibadettendir). Marifet ise, bir olan ilâha bir alettir/araçtır. Kişi maritetullaha vasıl olunca taatı ne yapar, yağma eder. Çünkü taattan zevk alamaz. --------------------------------------------------------------------------------------------(137) Teşne-i bahr-ı muhit olan dile reş n’eylesin Tuti-i sükker-feşân üftâdeye keş n’eylesin


Bahri muhit teşnesi/Büyük denize susamış olan bir gönüle su serpintisi neylesin/ne yapabilir. Yani ehli tevhide ilmi rüsum/suret ilmi) ne yapar? O ilmi resmiyeye hiç ittifak etmez/şekil suret ilmi ile hiç bağdaşmaz ). Cur’a-i sahbâ--yı zâtı nuş edip temkin bulan Afitab olan gönül telvin-i meh-veş n’eylesin Tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat. Telvin makamıdır. Makamı cem, temkin(telvin) makamıdır. Makamı hazretül cem, telvin(temkin) makamıdır. Çünkü makamı şeriattır, kesret var. Cemmül cem, telvin(temkin) makamıdır. Ahadiyet temkin(telvin) makamıdır. Ehli temkin(Ehli telvin) olan yani makamı ahadiyette bulunan, bir daha telvin(temkin) makamına enmez. Meğerki talim için ola. (ancak ilim öğretmek ve irşad etmek için temkin makamına iner). Arifin esrârı settar olduğun etme aceb Tâneder zâhid denilen div-i serkeş n’eylesin Âdemin vechinde Hakk’ı görmedi iblis lâin Sûretâ gürdüğü bir şekl-i münakkaş n’eylesin Hazreti Âdemin kırk oğlu ve kırk kızı oldu. Çünkü Havva, kırk batın evlat doğurdu. Her batında bir oğlan bir kız (ikiz olarak) doğardı. En iptidası (En evvelki) oğlu Kabil idi. Kâfir oldu. İptida beni âdemden/ilk defa Âdemoğlundan küfür eden Kabildir. Âdemden evvel dünyada can evladı olan Cinler var idi. Yani beni âdemin/Âdemoğlunun babası Âdem olduğu gibi, cininin/Cinlerin babası dahi can idi. Âdem (Velekad halaknel insane min salsalin min hamain mesnun /Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık. Hicr-26) ayeti kerimesi mantıkınca, hamain mesnundan (değişken cıvık balçıktan) halk olundu. Ve can (Ve halakal canne min maricin minnar / Cini de ateşin dumansızından yarattı.


Rahman-15 ) ayeti hükmünce Cinler nardan/ateşten halkolundu/yaratıldı. Maric; dumansız ateş, yani can kürrei nardan/ateşten ki, havası muhrek (yakılacak yer) tabir olunur. Ondan halkolundu. Ve can Ünsai (Çift cinsiyetli) cinni idi. Yani hem zekeri ve hemde ferci vardı/yani hem erkeklik organı hemde dişilik organı verdı. Sonra kendi kendini şerh etti (hamile bıraktı). Ve İptida/önce iblis doğdu. Can’a, Âdem aleyhisselama Havva nın yâr Olduğu gibi bir eş yâr olmadı. Canın dahi iptida/evvel ki oğlu İblis kâfir oldu. (Ve iz kulna lil melaiketizcudu li ademe fesecedü illa iblis eba vestekbere vekane minel kafirin / Ve o vakit melâikeye ‘‘Adem için secde edin’’dedik, derhal secde ettiler, ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi. (Bakara-34) Ayeti kerimesi mucibince Ademe secde ile cemi/tüm melaike emrolundu. Kâffesi/hepsi secde etti. İblis ile tevabii (ona bağlı olanlar) secde etmedi. İblis Âdeme secdenin Hakka secde olduğunu anlamadı. Anlamadığından küfründen naşi idi (anlayamaması küfründen dolayı idi). Eğer kâfir olmayaydı, vechi âdem de Hakkı müşahede etmezmi idi, elbette ederdi. Bu Ayeti kerime de, İblisin secdeden evvel kâfir olduğuna işarettir. Ayet: (illa İblis la tekün rninessacidin. Ve kane minel kâfirin./ ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi. (Bakara-34) Bu ayetin Arapça ifadesinde geçen Kane ye iki mana verilir. 1 - Fiili nakıs manası verilir ki, İblis kâfirinden oldu. Bir de fiili tam manası verilir ki; İblis kâfirinden idi. Öyle ya kâfir olduğundan Âdeme secde Hakka secde olduğunu ve Âdem Hakka secdeye mihrap olduğunu anlamadı. Hiç Haktaala gayre secdeye emrettimi? Velâkin İblis muvahit olmadığından Âdemi Hak’tan gayri münakkaş/şekillenmiş suret olarak gördü. Anın için secde etmedi. Hani ya İblis meleklerin hocası idi denilenler, hepsi yalandır. Hiç kâfir olan, melaikeye hoca olurmu? Olmaz. Melaikenin reisi Cebrail idi. İptida/evvela Hz. Âdeme Cebrail secde etti. Can Niyazi ehl-i aşka nâzikâne va’zeder Ehl-i nefs olan işitmez dili müşevveş n’eylesin (138)


Gir semâa zikr ile gel yana yana hû deyu İr safa-yı aşk-ı Hakka yana yana hû deyu Halka olup zikir ederler, devran eğlerler, İlahi okurlar ona sema tabir olunur. Hu, ehadiyetül ayn'a işarettir. Allah ehadiyetil kesrete işarettir. Çünkü cem'i kesaratı ilmiye ve kesaratı hariciyeyi şamil ve müstegrag olan mertebeyi uluhuyettir (Çünkü tüm ilimler ve görünenler uluhuyet makamında gark oluptur, Uluhuyet tümünü kapsar). Yani Allah ismi ve mertebeyi uluhuyet sahibi, gerek ilmi ilahiden olan kesreti ilmiyeyi ve gerek hariçte olan kesaratı, yani cem'i mevcudatı ve mahlûkatı dünyeviye ve uhreviye, esma ve sıfat velhasıl her ne kesret/çokluk var ise, cümlesini muhit/kuşatmış ve onda müstegragtır/gark olmuştur). Hu; hüviyeti gaybi mutlak zatı puhtı kesretten sarfı nazar ehadiyetül ay'n makamıdır, bundan Âlî makam yoktur (Hu; hüviyeti gaybı mutlak zat olup, ilmin erişemediği, çokluğun olmayıp görünmediği Aynı tek’lik makamıdır, bundan yüce makam yoktur). Yani uluhuyet cem'i meratibi ilahiyeyi muhit ve müstegragtır Velâkin mertebeyi uluhuyet de mertebeyi hüviyet tahtında münderiçtir (Yani Uluhuyet Hakk’ın tüm mertebelrini kapsadığı gibi, Hakk’ın tüm mertebeleri uluhuyette gark oluptur. Fakat uluhuyet mertebesi de, makamı ehadiyet huviyeti içindedir). Mertebeyi uluhuyet sahibi: bütün avalemde/âlemlerde mütasarrıftır/tasarruf eder. Yani avalemde mutasarrıf olan mertebeyi uluhuyet sahibidir. Mertebeyi hüviyeti ehadiyet de ise mutasarrıf/tasarruf eden yoktur. Anın için kâmiller ehadiyetül ay'n telkin etmezler. Telkin ettikleri ahadiyetül kesretdir/tek’in çoğuludur). Çünkü ahadiyetül ay'n da zevk me/ve şevk yoktur. Zevk, ehadiyetül kesrettedir. Hz. Resulullaha sual ettiler: Ya Muhammed senin davet ettiğin Allah’ın nicedir/nasıldır? Olvakıt Cebelü kabısta/kabıs dağında sure'i ihlâs nazil oldu. Esteüzübillüh (Kulhüvellahü ehad. Allahü samed, lem yelit velem yuled velem yeküllehü küfüven ehad. İhlâs-1...4) Yani Ya Muhammed sen de: Hu, yani mertebeyi hüviyyet sahibi Allah, yani mertebeyi uluhuyet sahibi ehaddır. Yani birdir. (Ya Muhammed sen de: Hu, yani gaybı mutlak


hüvüyet olan ehadiyet mertebesi sahibiyle, uluhuyet mertebesi sahibi Allah, ehad’tır/tek’dir). Hep erenler hû ile kaldırdılar can perdesin Açtılar gözlerin anda yana yana hû deyu Gördüler hû kaplamış hep on sekiz bin âlemi Feyz alırlar cümle hû’dan yana yana hû deyu Onsekizbin âlemi kaplayan Allah’tır, yani mertebeyi uluhuyettir. Lakin uluhuyet, hüviyeti ahadiyette münderiçtir/içindedir. Her ne kadar bunlar iki mertebe gibi görülür ise de, yani gerek mertebeyi uluhuyet ve gerek mertebeyi hüviveti ehadiyet ayrı ayrı zann olunursa da birdir. Çünkü uluhuyet, hüviyeti ehadiyette münderiçtir/içindedir. Mısri Ef. Bu itibarla onsekizbin âlemi hu, yani mertebeyi ehadiyet hüviyeti kaplamıştır buyurdu. Zat-ı Hakkı’ buldular buluştular bu hû ile Dost göründü her taraftan yana yana hû deyu Bir kişi, üç kere hu dese hu olur dedikleri bunun içindirki; bir kere hariçte olan kesrete, yani dünya ve ahirette ne kadar mevcudat/vücuda gelenler ve mahlûkat/yaratılanlar ve malümut/bilinenler ve esma ve sıfat var ise, tevhid makamıyla bunların hepsine hu der. Bir kere de ilmi ilahide olan kesreti ilmiyeye (henüz vücuda gelmemiş malûmatlara) hu der. Bir kere de ikisine de hu der. İşte hu olur. Ey Niyazi gönlüne âşıkların hikmet dolar Küntü kenz’in haznesinden yana yana hû deyu ------------------------------------------------------------(139) Bir şehre irişti yolum Dört yanı düz meydân kumu Ana giren görmez ölüm İçer âb-ı hayvan kamu O şehirden murat; vadi'i Simsimedir. Cenabı Hak Beyti Şerifin toprağından Âdem A.S.mın balçığı yapıldığı vakit, fazlasını kürsü üstüne ve cennet çevresine meshetti. Vadi'i Simsime ondan halk olundu. Çünkü Simsime Âdemin


Balçığından fazla kalana derler. O şehrin vüs'atina/genişliğine. nisbetle cennetler bir hardal tanesi kadardır. Ehli cennet zevk ve tenezzüh/gezinti istek ettikleri vakit oraya çıkarlar. Sonra yine cennete avdet ederler/dönerler. Nitekim burada tenez'üh ve zevk için çiftlikane çıkılır (gezip eğlenmek için dolaşılır). Velâkin Arifler dünyada ve ahirette istedikleri vakit rüyada veyahut münselih olup/soyunup o şehre giderler. Kapusunda anı istikbal ederler/karşılarlar. Elbisesini soyup o yerin elbisesini ilbas ettiler (giyerek) içeriye girer. O veli ve arif hangi makamda ise altundan Eşcar/ağaçlar ve üzerlerinde altın meyvalar o arifin makamından tekellüm/konuşarak ve tesbih ederler. Ve herhangi şecereye/ağaca baksa kendi suretini görür. İşte orada zevk ve tenaum eder (nimetlenir). Çıkarken kapıda yine o yerin elbisesini bırakır, kendi elbisesini giyer. Ve oraya giren makamı cem ve hazretül cem cemülcem ve ahadiyet sahibi olmalı. Makamı cemden aşağı makam olursa o şehre giremez. Ve arifler ahirette her ne vakit isterlerse oraya çıkıp zevk ve sefa ve tenaum ederler/nimetlenirler. İşte bu vadi'i Simsimeye şehri hakikat tabir olunur ve Kürsü üstündedir, yeryüzünde değildir. Yeryüzünde olan cennetül velayedir. Onu anlattık. Bu şehre giren bir daha ölmez. Öyle ya (Mutu kable en te mutu / Ölmeden evvel ölün. (Hadisi şerif) Sırrına mazhar olan bir daha ölürmü? Ölmez. Uyuklar gibi olur. İşte ehli tevhidin mevti/ölümü budur. Halbûki O haydır/diridir, Muvahit ölmez. Mevti ihtiyari ile meyyit olan (kendi isteğiyle ölen) bir dahi ölürmü? Ölmez. Bir hoş güzel yapısı var Otuz iki kapısı var Cümle şehirlerden ulu Her yanı bağ bostan kamu Ab u havâsı mutedil Giren çıkamaz ay ve yıl Dağları lâle ak kızıl Bağlar gül-i handân kamu Bülbülleri nâlân eder Can u dili hayrân eder Bahçeleri seyran eder Her köşede hûban kamu


Eşcarda sazlar çalınır Dallarda meyve salınır Sen sunmadan ol bulunur Her emrine fermân kamu Eşcarda sazlar çalınır, işte anlattık. Oraya giden arifin makamından tehlil ve tesbih ederler (Oraya giden Arifin makamından tekraren bahsederek, Hakkı yüceltirler). O arife ikramen oranın meyvaları güneş cesametindedir/iriliğindedir. Arzu ettiğin vakit kendisi gelir ve gelirken ufala ufala ağzına gelince tamam gıda olacak kadar olup, kendisi ağzına girer. Ona hiç el ile dokunmazsın. Kim selsebilden nûş eder Rahik anı bihuş eder Tesnîm ebed serhoş eder Olur içen mestân kamu Yani o şehri hakikatın üç ırmağı vardır. Biri selsebil (cennet ırmağı), biri rahik (cennet şarabı), biri tesnimdir (cennetin en üstün içeceğidir). Bu dediğim cennet değil Anlara ol mihnet değil Bunun safâsı zevkine Ehl-i cinan hayran kamu Şehr-i hakikattir adı Hak sırrını bunda kodu Ol sırra vâkıf olanı Eyledi Hak mihman kamu Olmaz onlarda hiç fcsad Buğz u hased kibr ü inad Cümle biliş yok asla yâd Birbirine ihvan kamu Özleri canlardan aziz Sözleri ballardan leziz Yok anda sen ben siz ve biz


Birlik ile yeksân kamu Ol şehre mürsel gelmedi Anları dâvet kılmadı Anlar yolu yanılmadı Evsafları Kur’an kamu Hak mezhebi mezhepleri Derya-yı zât meşrepleri Hasıl kamu matlepleri Kadr içredir her an kamu Yoktur onlarda ihtilaf Günden ıyandır bî-hilaf Her işleri Hakk’a muzaf Ruh eylemiş yezdan kamu Ol şehre mürsel gelmedi. Çünkü orası darı teklif/teklif yurdu değildir. Ol şehre gidenlerin mezhebi Hak mezhebidir. Zira onlarda ihtilaf/uyuşmazlık yoktur. Çünkü ehli hakikatta ihtilaf olmaz. Biri burda olsa biri de Yemende olsa, birbirleriyle mülâkat ettikleri/buluşup görüştükleri gibi anlaşırlar. Beyinlerinde/aralarında ihtilaf olmaz. Amma amel mezhepleri beyninde/arasında ihtilaf çoktur. İmamı Azam bir türlü der, İmamı Şafi bir türlü der, imamı Maliki başka bir türlü der. İmamı Ahmed Hambeli başka bir türlü der. Velhasıl birbirlerinin hilafına belki kırk mezhep ve daha ziyade/çok zahib (görüş sahibi) birbirine muhaliftir. Halbûki bütün ehli hakikatın mezhebi/görüşü bir türlüdür Aralarında hiç ihtilaf yoktur. Ve her işleri cenabı Hakka tağviz (nisbet) etmişlerdir. Terkeylemişler kal u kil Lâl olmuş anlara bu dil Her halleri Hakk’a delil Hep mazhar-ı Rahman kamu Demektir ki, arifin her hali, yani hareket ve sekenatı Hakk’a ulaştıran delildir. Ve kendileri mazharı Rahman’dır. Gerçi sana bakıp gözü Sohbet eder söyler sözü Lâkin Hakk’ı bulmuş özü


Söyleştiği Furkan kamu Dünyaya anlar gelmedi Geldiyse de eğlenmedi Şeytan onları görmedi Anda olar pünhan kamu Evet, ahadi seyr olanlar (Makamı Ehadiyet’in yolcusu olanlar) hiç dünyaya gelmedi. Onları Dünyada görürsün velâkin daha çocukluğunda Hak iledir. O dünyada olurmu? Olmaz. Geldi ise de eylenmedi. Şeytan anları görmedi. Yani bir takımı geldi ve bir takımı efali zemimede/kötü işlerde bulundu. Sonra tevbe etti tariki tevhide süluk edip zikri daimi sahibi oldu. Zikri daimi sahibinden şeytan bir mil mesafe uzak durur. Yani şeytan onlara dört bin adımdan ziyade/fazla tekarrup edemez/yaklaşamaz. Bir takımı da muvahid/tevhid ehli, velâkin zikri daimi de değil, kalbi gafil. İşte o takım kimse olanına şeytan makamı cem'e kadar musallat olur. Makamı cem'e kadem bastımı çekilir. İşte dünyaya gelüp te eylenmeyen ve şeytan kendilerini görmeyen bunlardır. Ana girerse bir kişi Gider gönlünden teşvişi Başına bu devlet kuşu Konan olur sultan kamu Hemân ki ol şehre gelir Her korkudan âzâd olur Yollarda bellerde kalır Div ü peri şeytan kamu Dârü’l emân’dır ol şehir Lâkin girer yüz bindebir Sanma ana dahil olur Hûr u melek rıdvan kamu Kim ki ol şehri özledi Erenler izin izledi Adab-ı Hakk’ı gözledi İrşad eder piran kamu Ehlini bul ol illerin


Sarpın geçersin bellerin Yırtar yalnız gideni Kurd u peleng aslan kamu Kurt ve kaplan ve arslandan murad, nefsi şeytandır. Yani mürşidi kâmili bulmadan şehri hakikata girilmez. Öyle kitap mütalâası/tetkiki araştırması ile ve sohbet istimai/dinlemek ile olmaz. Behemahal/mutlaka mürşidi kâmile biad etmek lazımdır. Ehline anlar bellidir Zira bilür bir ellidir Her birisi ahsen sıfat Her müşküle bürhan kamu Gir enbiyanın silkine Bin bu vücudun fülküne Kahreyle nefsin askerin Gark eylesün tûfan kamu Var semme vechullahı bul Ta görüne sana bu yol Senden sana eyle sefer Kim idesin seyran kamu Candan riyazat-ı taab Çeksin anı idüp taleb Olur riyazatın sonu Dcrdlerine derman kamu Riyazat, yani akıl üç kısımdır. Bir, Akli maaş, 2 - Akli miad, 3- Akli kâmil. Kendilerinde aklı maaş galibi olan kişiler aklını dünyaya sarfeder. Aklı miad galibi olanlar ahirete sarfeder. Aklı kâmil galibi olanlar ise, cenabı Hakka sarfeder. Velhasıl Dünya fikri galip olana aklı maaş ve ahiret fikri galip olana akli miad ve Hak fikri galip olana aklı kâmil sahibi denilir. Çek sinene dağ üzre dağ Şol hasta gönlün ola sağ Şayet ola dağ üstü bağ Yâdlar ola yâran kamu Can iledir vasfettiğim


Derd ile tarif ettiğim Bundan inüp döküldüler Bu tenlere her can kamu Gel tende koma canını Alâya çık bul kânını Lâyık mıdır insana kim Yeri olan zindan kamu Tut bu Niyazi’nin sözün Bunda açagör can gözün Bir gün gidersin ansızın Görmez seni giryan kamu Var ol hakikat şehrine İr anda Hakk’ın sırrına Dolsun senin de gönlüne Deryâ olup irfan kamu ----------------------------------------------------------(140) Nevbahar irişti bidâr olayım şimden geru Andalib-i bağ-ı gülzâr olayım şimden geru Dünya vü ukba hevasından gecip abdal-veş Kâşif-i cilbend-i esrar olayım şimden geru Evvelki beyitteki bahardan murat vücudu ilahidir. İkinci beyitteki abdal, yani abdal şuna derler ki, üçyüzler var. Ki her biri bir nebi meşrebindedir. Bunlar üçyüz onüç ricaldir/seçkin er’lerdir. Kırklar var, yediler var, üçyüzlerin kırkı Âdem aleyhisselamın meşrebindedir. Bunlara abdal tabir olunur. Yetmişi Nuh aleyhisselamın meşrebindedir, bunlara nukaba tabir olunur. Yedisi Resulullah S.A. Vesellemin meşrebindedir, bunların dördüne evtad tabir olunur. İkisine imaman tabir olunur. Birine gavsül azam tabir olunur. Çaluben Mansur gibi tabl-ı Ene’l-Hak nevbetin Gireyim meydana berdâr olayım şimden geru Mansur gibi enel Hak diyerek meydana girüp berdar/idam olayım demesi, mevti ihtiyarı ile ölmeden evvel ölmeğe işarettir. Çünkü mansur, ene/ben demek ile Haktaalaya kayıt ettiğinden, ayatı Kur'aniye katline hüküm etti.


Dügeli dar u diyârın raht u bahtın terkedip İbni Edhem gibi deyyâr olayım şimden geru Dolanayım Hızır-vcş âlem gözünden bir zaman Mutlak olup sırr-ı settar olayım şimden geru Nice bir bu ten zemininde karar edüp kalam Çıkayım göklere devvar olayım şimden geru Bu izafat u kuyudat illerin edüp harab Lâmekân ilinde seyyar olayım şimden geru Mürg-ı cânı bu kafesten uçurup şad edeyim Ol adem şehrine tayyar olayım şimden geru Bir beden kaldı bana ınensup olan bunda heman Yoğ edüp anı dahi var olayım şimden geru Bundan bana bir beden kaldı, onu dahi yok edüp var olayım. Çünkü salik efalini fena eder, sıfatını fena eder, zatını fena eder. Sonra makamı cemde Hakkın zatını giyer, Hazretülcem de sıfatını giyer, Cemmül cemde Hakkın efalini giyer var olur. Zira variyet Hakkın’dır. Hakkın variyeti ile var olur. Yani variyet, Hakkın olduğuna arif olur demektir. Kalmasın varlıkta Mısri’nin vücudu zerrece Kurtulayım vasl-ı dildar olayım şimden geru ------------------------------------------------------------------------------------------(141) Ezelden nârına aşkın Yana geldim nihan içre Akıttım nice dem yaşlar Gözümden dolu kan içre Herkes ezelde ne ise, burada dahi odur. Hiç tebdil tegayyur/değişme, dönüşme olmaz. Yani kâmil olanın ezelden ervahiyesi kâmil idi. Yani orada kâmil olan, burada daha kâmil olur. Arif olan burada dahi arif olur. Mümin olan burada dahi mümin olur. Kâfir olan burada dahi kâfir olur. Asi olan kezalik asi, fasık olan kezalik fasık, velhasıl ezelde ne ise burada dahi odur. (Herkesin ezeli, geçici olan bu imtihan âleminde açığa çıkardığı kulluğudur. Herkes bu fena yurdu olan şahadet ve


imtihan âleminde kazandığı kulluk rengi çeşidi ile beka olan ahiret âlemine dâhil olur. Yani bu yeryüzü olan şahadet âleminden, kâmil bir kullukla geçen kâmil olarak, kâfir geçen kâfir, asi geçen asi, mümin geçen mümin olarak beka yurdu olan ahirette var olur. Bu itibarla herkesin ezeli, onun fena yurdu olan bu şahadet âleminde kazandığı kulluğudur, herkes ezel kulluğu üzere beka yurdu olan ahirete intikâl eder. Ve o kulluğuyla ahirette var olur. Hadisi şerifte ‘‘şaki (eşkiya)

olan şakidir ana karnında, said ( iyi) olan saddir ana karnında’’ buyrulmuştur. Ki Mürşidim kemâl zurnacı Hz.leri ‘‘Bu hadiste ifade olunan Ana karnı, bu yeryüzü

olan imtihan şahadet âlemidir. Her kim ana karnı olan bu imtihan âleminde saidliği/iyiliği kazanır ise, ahirette de said/iyi olur. Her kim ki eşkiyalığı/kötülüğü kazanır ise, ahirette eşkıya/kötü olur,’’ buyurmuştur). Allahu âlem. Hak ile binişan iken Kamu canlara can iken Düşürdüğü bimekân iken Beni kevn ü mekân içre Nice geldim nice gittim Nice doğdum nice öldüm Nice açıldım nice soldum Şu gül gibi cihan içre Bulut olup göğe ağdım Matar olup yere yağdım Güneş olup gehi doğdum Zemin ü âsuman içre


Yağmur dört rüzgârın hizmeti ile vücuda gelir. İbtida/başlangıçta poyraz eser, yeri suları ve ağaçları sertlendirir. Sonra harareti şemsten/güneşin sıcaklığından dört mil mesafeye kadar buhar tuşa eder (buhar/bulut meydana gelir). Yani dört milden ziyade suut edemez/yükselemez. Orada durur. Sonra batı rüzgârı esup, o buharı/bulutu yürüdür. Doğu rüzgârı o buharı cem eder/toplar bir araya getirir, acısını tatlı eder. Rıh cenüp, yani kıble rüzgârı yağmuru yağdırır. Velhasıl yağmur bu dört rüzgârın hizmeti ile hâsıl olur. Yani, rıh-ı ervaanın hububi (yani dört rüzgârın tohumlaması) ile yağmur yağar. Şems/güneş, yeryüzüne arkası iledir. Yüzü arşı âlâya doğrudur. Gerek zemin/yeryüzü gerek asumani/gökyüzünü münevver eder/aydınlatır. Birinci kat göğden ikinci kat gök daha büyüktür. İkinciden üçüncü, üçüncüden dördüncü, dördüncüden beşinci, beşinciden altıncı, altıncıdan yedinci kat göğ daha büyüktür. Nebat olup nice devran Nice demde olup hayvan Giyürdü sûret-i insan Bana devr-i zaman içre Bu bahre, yani sureti insana nice/nasıl devredüp gelinir onu beyan eder. Şimdi meratibi ilahiye yirmisekizdir. En iptida/evveli Nuru Muhammed S.A.V. sonra nefsikül, bu âlemi ervahtır. Nefsikülden tabiat, tabiattan heyyüla, heyyüladan cismükül cismükülden şekil, şekilden arş, arş'dan kürsi, kursiden yedi kat göğ, göğlerden kürrei nar, andan kürrei hava, andan kürrei ma, andan kürrei hak, andan maden, andan nebat, andan hayvan, andan insan olur. Bu devir devri şeridir/şeriata uygundur. Yani ayet ve hadisi şerifle sabittir. Şimdi, ehadi-i seyir (ehad’ın/tek’in yolcusu) olan kâmiller, hiç bir mertebe de avk olunmuyarak/gecikmeden) orada kâmil olduğu gibi burada, sureti insanda da kâmil gelir. Yani kâmil doğar. Anın davete ihtiyacı yoktur. Ancak bu meratipde, avk olunan/geciken tevhide güçce/güçlükle gelir. Yani ne kadar ziyade avk olunur/gecikir ise o kadar tevhide istidadı baid/uzak olur ki, mesela me-kül olmayan nebata gelir (insanın yemeyeceği bir bitkiye gelebilir). Eğer ki me-kül olan nebata (yenilen bir bitkiye) gelirse, ebeveyni/anne baba da o


nebatı/bitkiyi yer ise meni olur. Ve Rahmi madere (Anne karnına) düşüp insana gelir. Velâkin me-kül olmayan nebata (yenilmeyen bir bitkiye) gelir de o nebatı da hayvan yer ise, yine madene ilka eder, avk olunur (yine madene/toprağa döner ve yolculuğu gecikir). Anın için kâmil istidadı baid (tevhide uzak) olanı bilir. Ve Ona halvet riyazat emreder (tenhada yalnız kalmayı ve perhiz yapmayı emreder). Ta ki, tevhide girmeye istidadı/kabiliyet hâsıl eder. Çünkü kâmil ancak istidadı olana tevhit gösterir. Bak sibyan mekteplerinde hocaların falakası var, istidadı olan çocuk falaka görmez, okur. İstidadı olmayan falakayı görür. Daha istidadı baid/uzak olan her gün falakada dayak yer. Hazreti Resul, davetle emrolundu. Ondan sonra icbar ile/zorlamayla, andan sonra harb ile. Çünkü istidadı baid/uzak olan icbar/zor ile tevhide getirilir. İşte bu devir devri şeriyedir. Yani mansustur (İşte bu devir şeriata uygundur, yani ayetle kesinleşmiş sabittir). Batıl (boş, yalan, çürük) olan devir ise dörttür. Bunlar; 1- Devri temasihye, 2- devri tenasiyye, 3- devri tefasihye, 4- devri terasihye. Biri der; insan kemal mertebesini bulmadan vefat ederse yine insan olarak yeryüzüne gelir, ta ki kemal buluncaya kadar. Biri der ki, hayır hayvan olarak yeryüzüne gelir. Biri der nebat olarak gelir, biri der maden/toprak olarak gelir, bu dördü de mezhebi batıldır (çürük, temelsiz ve doğru değildir. Bunlar Reankarnasyon inancıdır). Hiç sureti insaniyede bu yeryüne gelen, bir daha hayvan ve nebat ve maden olarak yeryüzüne gelirmi? Gelmez. Devri temasihye ınezhebine zaip/sahip olan yahudilerdir, bektaşiler de ona tabidir. Tanisiyyeye zahip/sahip) olan nasraniyedir/hırıstiyanlardır. Velhasıl bu dört Reankarnasyon mezhebine de (görüş ve anlayışına da) zahip/sahip olanlar vardır. Velâkin dördüde batıldır (boş, çürük, yalandır). Hak mezhebi de, devri şeriyeye zahip (şeriat devrine uygun) olandır. Çü insan sûretin buldum Hakk’a hamd ü sena kıldım


Fena ender fena oldum Beka-yı câvidan içre İşte Mısri Efendi sureti insana geldiğime hamdüsena kıldım. Fena ender fena oldum. Bakayı cavidan içre. Yani kendime nisbet ettiğim efal, sıfat, vücudumu fani kıldım. Haktaalanın efal, sıfat ve vücudunu giydim. Yani efal, sıfat, vücud Haktaalanın olduğuna vakıf oldum. Fenafillâh olup bekabillah oldum demektir. Erişti mârifet nuru Gönül oldu Hakk’ın Tûru Niyazi duydu çün sırrı Nihan etti ıyan içre ----------------------------------------(142) Uyan gözün aç durma Yalvar güzel Allah’a Yolundan izin ayırma Yalvar güzel Allah’a Her geceyi kaim ol Her gündüzü saim ol Hem zikirle dâim ol Yalvar güzel Allah’a Bir gün bu gözün görmez Hem kulağın işitmez Bu fırsat ele girmez Yalvar güzel Allah’a Sağlığı ganimet bil Her saati nimet bil Gizlice ibadet kıl Yalvar güzel Allah’a Ömrünü hiçe satma Kendini oda yakma Her şam u selıer yatma Yalvar güzel Allah’a Hey nice yatursun tûr Olma bu sefadan dûr Bahr-ı keremi boldur


Yalvar güzel Allah’a Her vakt-ı seherde bin Lûtfu gelir Allah’ın Ol vakt uyanır kalbin Yalvar güzel Allah’a Allah’ın adın yâd et Can ile dili şâd et Bülbül gibi feryâd et Yalvar güzel Allah’a Gel imdi Niyazi’yle Allah’a niyaz eyle Hâcâtı dıraz eyle Yalvar güzel Allah’a -----------------------------------(143) Uyan gafletten ey nâim Hakk’a yalvar seherlerde Döküp acı yaşı daim Hakk’a yalvar seherlerde Kapusunda durup her bâr Yüzün dergâhına tut var Yürekten kıl demadeııı zâr Hakk’a yalvar seherlerde Seherlerde açılur gül Anınçün zâr eder bülbül Uyanıp derd ile ey dil Hakk’a yalvar seherlerde Gel ey miskin ü biçare İkende gezme avare Dilersen derdine çare Hakk’a yalvar seherlerde Açılır bab-ı Subhani Çekilür hân-ı sultani Dökülür feyz-i Rabbani Hakk’a yalvar seherlerde


Seherde kalkuben her gâh Yüzün yere sürüp kıl âh İre lûtfu sana nâgah Hakk’a yalvar seherlerde Seherde uykudan uyan Niyazi durma derd yan Ola kim irişe derman Hakk’a yalvar seherlerde (144) Gönül tespih çek seccadeden hiç ayağın ayırma Namaz ehlinden özgeyle sakın sen durma oturma İbadet ehli ol hem özünü kaldırma topraktan Vududan el yuyup rahat edüp şol nefsi yatırma Yüzün yerlere sür gel bu riyânın mescid içinde Otur minber gibi dâim kafeste kuş gibi durma Müezzin nâlesin dinle dağılsın dilde teşvişin Sakın terk eyleyip tamu kapısın sana açtırma Cemaatle namaz terk edeni almış küdûretler Anın terkiyle lûtf et bir küdûret hem sen arttırma Cemaatle namaz kılmayı terkedip kederlenme (üzüntüye derde düşme). Zira cemaati terketmek kederine kederdir (üzüntüne üzüntü, derdine derd katar). Nerede olursa olsun, yani cemaatle namaz kılmak gerekir. İster camide olsun, ister hanen de/evinde olsun. Yani hanen de ehli ayaline/yani evinde ev halkına imam olup namaz kıldırmalı. Camii şerifte cemaatle hazır olmakla, hanesinde/evinde ehli ayaline/ev halkına imam olmak birdir. İkisi arasında Hiç bir farkı ve fazileti yoktur/fazilet farkı yoktur. Hatibin sanma kim mülhid anın fi’line uy dâim İmamdan gayriye asla sakın özünü tabşırma Sen hatip olan imamın fiiline aldanma. Yani mülhit (sapık dinzsiz) sanma. İsterse mülhit olsun. Hazreti Resulullah buyurmuştur: Bir cenaze


namazında üç saf bulunur ise, eğerki cenaze salih ise, daha on kat salah verilir. Ve eğer dalih ise, yani fasık/günahkâr ise, o cemaat hürmetine cenabı Hak anı affeder. Kezalik/bunun gibi yine hazreti Resulüllah buyurmuştur: İmama iktida edin. İsterse salih olsun, isterse fasık olsun. Eğer ki salih ise sevabı artar. Eğer fasık ise o cemaatın hürmetine cenabı Hak anı salih eder ve affeyler. İmamdan gayriye özünü asla tabşırma demek, padişahtan gayriye sakın tabi olma/boyun eğme demektir. Zira ehli bagi/yoldan çıkmış olursun. Ehli bagi şunlardandır ki mesela bir taraftan halkı bagi olur, Padişahı terki itaat eyler/padişaha itaat etmez. Padişahta onlara haber yollar ki, zorunuz/sıkıntınız nedir? Diye sual eder. Eğer müşkülleri şer’i (şeriata, kanuna uygun) ise halleder, değil ise halletmez. Yine de itaat etmezler ise bunlarla harbeder. Ve bunlar ehli bagi iken gerek muharebede kurşun ve saireden ve gerek kendi hanesinde ecelinden vefat etse, anları gasletmek ve cenazelerinin namazını kılmak ve defnetmek caiz değildir. Kelp/köpek gibi bir çukura gömülür. İşte şerisi/şeriata uygun olanı böyledir. Niyazi tâatı terk eylemek bil kim fodulluktur Kerem kıl terk-i tâatle bu halkı başa üşürme Kişinin canı, ırzı ve malı padişahın tahtı muhafazasındadır/Padişahın muhafazası altındadır. Ona itaatı terk eylemekte ve başka bir padişaha tabiat etmek/tabi olmak fuzulluktur ve asla ve katiyyen caiz değildir. (145) Deme kim Hakk’ı sende Mevcud ola ya bende Ne sendedir ne bende Sığmaz ol bir mekânda Bu bahri/açıklamayı nakletmezden evvel bir hikâye söyliyelim, taki anlaşılsın: Şeyhülekberin tecelliyat namında bir kitabı var. Orada buyurur ki, Zinnuni Mısri ile âlemi berzahta buluştum. Çünkü Zinnun, üçyüz ricalindendir/seçkin erlerdendir. Hazreti Şeyhül ekber ise ricalindendir. Ehlullah bu vücudu unsuriyeden münselih olup/Ehlullah sureti bedeninden sıyrılmış olarak, âlemi berzahta dilediği veli ile


görüşür. İşte hazreti Şıh, münselihen âlemi berzahta Zinnuni Mısri ile görüştü. Buyurdu ki, ya Zinnun, ya ehiy/ey kardeş; sen kitabı risaletin iptidasında/başlangıcında söyledin ki; Ma hatara fi balik vallahü bi hilafi zalik. Yani Hak, hatırıma her ne türlü hutur ederse anın hilafıdır/Hatırıma gelen her türlü havatır cenabı Hak’tan ayrıdır. Halbûki o havatır Hakkın gayrımıdır. Hak’tan gayrı bir şey varmıdır. Anın vücudu müstakilesi varmıdır? Yoktur. Anın üzerine Zinnun Mısri dedi, ben şimdiye kadar bu meseleye, yani tevhit meselesine vakıf değildim. Şimdi anladım dedi. İşte bu bahır/açıklama kabilinden/bunun gibi olup Hak sendedir ya bendedir deme. Ne sendedir, ne bendedir sığmaz o bir mekâna deniliyor. Mekânı bi mekândır Nişanı bi nişandır Zuhur eden yine ol Mekânda ol zamanda Hem can ve hem ten oldur Heın sen ve hem ben oldur Cümle görünen oldur Uzakta ve yakında Mekânı bi mekândır. Zamanı bi zamandır. Nişanı bi nişandır, mekânda ve zamanda, canda ve tende, sende ve bende zuhur eden odur. Uzakta ve yakında cümle görünen odur. Yani cenabı Haktaaladır. Sanır mısın kim oldur İstediğin ya budur O bu kamu bir Hû'dur Gidende ve duranda İstediğin odur veyahut budur sanırmısın? O, bu, kamu/her şey, herkes bir hu’dur. Giden de ve duran da. Yani münadim/yok olan da o, mevcut olan da o. Velhasıl İbni Faris Hz.lerinin buyurduğu gibi, ‘‘yedi bi ihticap ve ihtifa bi mezahir’’. Yani rububiyyeti ile hicabı izzetle zahir oldu. Mezahir ile yani o hicap ile muhtefi oldu/Yani cenabı Hak, rububiyetin yüce örtüsüyle apaçık olduğu gibi, O örtü ile de perdelenip gizlendi. Niyazi gözün aç bak


Her şey olupdurur Hak Sanma anı kim ola Nihanda ve ıyanda Cenabı Hak mutlaktır. Mezahiri cüziye ile zahir olan vücudu Hak’tır/Cenabı Hak sınırlandırılamayandır. Eşya vb. görünen kayıtlı/sınırlı varlıklarda apaçık olan Hakk’ın vücududur. Haktaala ayandadır/apaçıktır, yani nihandadır/gizliliktedir sanma. Hem ayandır/apaçıktır hem nihandır/gizlidir. Yani kaalelüahütaalü (Hüvel evvelü vel ahirü vezzahirü vel batını ve hüvebikülli şey'in alim / O evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır ve her şeyi bilendir.(Hadid-3) ---------------------------------------------------------------------------------------------(146) Kalbini bağ-ı cinân et ravza-ı tevhid ile Can dimağın kıl muattar nefa-i tevhit ile Kâbe-i nur-ı siyahın binihayet yolların Kat’eder erbab-ı aşk bir lemha-i tevhid ile Hakka giden yol nihayetsizdir (Ettariku İlallah bi adedi en fasul halayık / Allaha giden yol halkın nefesleri sayısıncadır (Hadisi şerif). Yani Allaha yollar mahlûkatın insan olsun, cin olsun, hayvan olsun vesair mahlûkat olsun. Ne kadar nefesleri var ise o kadar Allaha yol vardır. Her ne denlü rû siyah etti ise isyanın senin Ağarır bîşek yüzün gurre-i tevhid ile Burada Mısrı Efendi, isyanı kendine nispet etti. Çünkü hükmü şeriat öyledir. Kaalallahutaala (Ma esabeke min hasenetin feminallah ve ma esabeke min seyyietin femin nefsike. Ve erselnake linnasi resuleri ve kefa billahi şehida / Sana güzellikten her ne ererse bil ki Allahtandır, kötülükten de başına her ne gelirse anla ki sendendir, biz seni insanlara bir Resul olarak gönderdik, şahid ise Allah yeter. (Nisa-79) Zamanı saadette, Medine yahudileri bir hayır olsa, bu hayır min indillahtır (Allahtandır) derlerdi. Bir şer olsa, burada Muhammet bulundu da bu şer


ondan isabet etti, bu Muhammettendir derler idi. O vakıt bu ayeti kerime nazil oldu ki, Kaalallahütaala: (Eynema tekünü yüdrik kümül mevte velev kimtüm fi burucin meşeyyedetin ve intüsibhüm hasenete yekulü hazihi min indillahe ve intüsibhüm seyyietün yekulu haza min indike kul kül'lü min indillah. Female ha ula il kavme la yekadüne yefkahune hadisa. / Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, "Bu, Allah'tandır" derler. Onlara bir kötülük gelirse, "Bu, senin yüzündendir" derler. De ki: "Hepsi Allah'tandır." Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar! (Nisa-78) Yani hayır ve şerrin haliki ve mucidi, yani icad edeni Hak subhanütaaladır. Bu ayeti kerimeyi, taifeyi sünneviye ve kaderiye Mezhebinde, görüşünde olanlar dahi red eder. Çünkü sünneviye tayfası hayrı Allah, şerri şeytan halkeder derler. Kaderiye taifesi efali izdirariyeyi (doğmak, büyümek, yaşlanmak gibi zorunlu mecburi işleri) Allah halkeder, efali ihtiyariyeyi (ibadet etmek veya etmemek, hayra yahut şerre yönelmek veya yönelmemek gibi işleri) kul halkeder, der. Halbûki bu küfür ve şirktir. Bu iki mezhep/görüş te batıldır. Çünkü böyle olursa Halik/yaratan iki olur ki biri Hak, biri de şeytandır. Ve mezhebi diğerçe/diğer mezheblerin bu gibi kavilleri (sözleri) batıldır (doğru değildir yanlıştır). İşte hayır ve şerrin haliki Hak subhanehutaaladır. Velâkin şer’an hayır Hakka nispet olunur. Zuhur ettiği mazharda mesab olur. Şer, kula yani nefse nispet olunur. Ve hükmü şer’ice kısas olunur (İşte hayır ve şerrin yaratanı Allah’tır. Fakat zuhur ettiği yerde hayır olursa Hakk’a, yok şer olursa nefse/şahsa nisbet olunur. Şeriat hükmünce o suçu yapana aynısıyla ceza verilir). Yoksa hayır ve şerrin haliki/yaratanı Hak’tır. Fakat hükmü şer’i bu minval üzeredir/Fakat şeriat’ın hükmü bu şekildedir. Maverâ-yı ins ü cinni seyredip Arşa çıkar Kim ki mi’rac eyledi ise cezbe-i tevhid ile


İns ve cin, mirac edemez. Âdem aleyhisselamdan evvel, bu dünyada cinler var idi. Cinler birinci kat göğün altına kadar çıkıp melaikenin sözlerini istima ederler/dinlerler ve gaipten haber verirler idi. Hazreti Resulullah Dünyaya gelince bunlar oraya çıkmaktan men olundu. Bir daha yukarı çıkamadılar. İns dahi mirac edemez. Miracı cismani Resulullaha mahsustur. Miracı ruhaniyi, her nebi ve her veli ve verese ifa eder. Burada oturur iken kendinden kaybolur veyahut rüyada arşı kürsü eflâka/feleklere uruc eder/yükselir. Orada eflakin ilmini öğrenir. Ey Niyazi arif-i billah gönülden selbeder On sekiz bin perdeyi bir lem’a-i tevhid ile Yani arifi billâh olan kimse, onsekizbin âlem perdesin refeder/kaldırır. Yani bir lemayı tevhit/tevhidin parıltısı ile kendi gözünde olan onsekizbin âlem perdesini kaldırır. -----------------------------------------------------------------------------------(147) Zerreler zahir mi olurdu âfitâbı olmasa Katreler kande yağardı hiç sehâbı olmasa Zerreler zahir mi olurdu, cemali ilahi güneşi olmayaydı. Çünkü bu âlem, zerrelerle memludur/doludur, derler. Velâkin afitab olmasa zerreler zahir olurmu (Velâkin güneşin aydınlığı olmasa zerreler, yani ufak büyük tüm eşyalar varlıklar açığa çıkarmıydı görünürmüydü)? Zerrelerin zuhuru (açığa çıkıp görünmesi) güneşledir. Katrelerin (yağmur, kar damlalarının) nüzulu/inişi ise, sehable yani bulut iledir. Bahr-ı zatın ıııevcinin hiç haddi vü pâyânı yok Zahir olmazdı cihan anın hubâbı olmasa Yani burada hubab dediği, işte hubab su yüzünde olan bülüskalar (baloncuklar, kabarcıklardır) yani bahreynin kesreti envacına nihayet yok/deniz dalgalarının çokluğuna sınır son yok. Eğer hubabı olmasaydı, bu cihan zahir olmazdı (Eğer deniz kabarcıkları


gibi Hakkın tecellileri olmasaydı, bu cihan açığa çıkmazdı). Herkes anlar hem görürdü yüzünü ey dost senin Kibriyâ-yı Lenterani’den nikabı olmasa Ey dost, seni herkes anlar ve herkes yüzünü görürdü. Eğer Hazreti Musaya buyurduğun lenterani / beni asla göremezsin (Araf-143) sözü olmasaydı. Çünkü Cenabı Hak, mutlak olarak görülmez. Kim bilirdi zülfün ile kaşların mânâsını İki âlem gibi şerh eder kitabı olmasa Ukdesin kim halledeydi ol kitabdan zülfünün Anın insan denilen âhırki bâbı olmasa Haşrı inkâr eyleyen mülhidler ilzam mı olur Sâlbesâl evrâk-ı eşcar inkılâbı olmasa Haşır hakkında üç mezhep/görüş vardır. Biri etiba (tıp âlimleri, tabibler) ve mühendislerin mezhebi ki, bir kişi vefat ettimi cesedi dağılır toprak olur Ruhu haşrolur derler. İşte bu mezhep/görüş bütün bütün batıl/yanlış bir mezheptir. Ağacın yaprakları gibi kış oldumu dökülür, yaz oldumu yine biter görüşünde olanlar vardır ki, bu da ikinci mezheptir/görüştür. Biri de ayni iade olunur der. Diğeri ise misli/benzeri iade olunur der. Aynı iade olunan ne gibidir? İşte biri vefat eder cesedi dağılır, hatta madeniyata kalbolur (toprakta kaybolur). Demir dahi olsa cenabı Hak kudreti ile anı/onu demirden, kömürden iade ederek cem edüp/toplarlayıp cesedi evvelinin aynısı olarak iade edüp ve haşr eder. Bunu müebbet (Buna delil) olmak üzere surei esrada cenabı Hak buyurmuştur. Kaalallahütaala: (Ve kalu e iza ktinna izamen ve rufaten e inna le mebusuna halkan cediden kul künü hicareten ev hadiden. Ev halkan mimma yekbürü fi sudurikum feseyekulune men yuidüna kulillezi fetareküm evvele merretin fese yünfidüne ileyke ruusehüm ve yekülüne meta huve kul asa en yeküne kariben / Dediler ki: "Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduğumuz zaman mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi? De ki:


"(Şüphe mi var?) İster taş olun ister demir!" "Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz.)" Diyecekler ki: "Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?" De ki: "Sizi ilk defa yaratan." Bunun üzerine başlarını sana (alaylı bir tarzda) sallayacaklar ve "Ne zamanmış o?" diyecekler. De ki: "Yakın olsa gerek!"(İsra-49, 50, 51) Ayeti kerimelerinde buyurulmuştur. Ve biri de misli/benzeri iade olur deyen mezheptir. Ki, işte evrak eşcar/yaprak, ağaçlar gibi kış olduğu vakit evrak/yapraklar dökülür, yaz oldumu yine yapraklar iade olunur derler. Velâkin o kışın dökülen evrak/yaprak mı iade olundu? Hayır, anın misli/benzeri iade olundu. Kezalik/bunun gibi insan vefat eder ve cesedi dökülüp çürür, sonra misli/benzeri iade ve haşrolur. Velâkin bu bapta daha sahih olan mezhep ayni iade olunur, demektir. (Bu mevzuda gerçek, doğru olan, aynıyla iade olur diyenlerin mezhebidir/görüşüdür). Kabri vahdet kûşesi haşri tamâşâgâh idi Ey Niyazi kimde kim cehlin azâbı olmasa Marifetullaha vasıl olan kişinin haşrı, yani haşrı ehli tevhit temaşagah gibidir. Makamatladır (Marifetullaha kavuşan kişinin haşrı, yani ehli tevhidin haşrı eğlence seyreder gibidir. Çünkü onun seyri tevhid makamatıdır). Cem, Hazretülcem, cemül cem, ahadiyet makamatı tamaşa/seyri ile haşr olur eğer ki, cehaletle oluşan azabı olmazsa, yani arifi billâh olursa. Çünkü bütün azap cehaletten kopar. Yani azap, cenabı Hakk’a arif olmamaktan ötürüdür. -----------------------------------------------------------------------------------------(148) Ahvâl-i serencamın Bu saate erince Dimem sana icmalin Ta gayete erince


Biz beş er idik çıktık Bir demde yola girdik Kırk yılda pire erdik Bu sohbete erince Beş erden murad, beş şeyden mürekkeptir (Beş erden maksat beş şeyin birleşikliğidir ki bunlar 1 - Nefs, 2 - Ruh, 3 - Hafi, 4 - Kalp, 5 – Sır’dır. Nefs; kesreti/çokluğu, kalabalığı sever, ruh; vahdeti/Bir’i sever. Yani ruh makamı cem, nefs hazretül cem. Vahdet zahir cem, Hazretülcemde ise kesret zahir. Kalp; cemmül cem ki daima takallüp de/daima bir yandan bir yana dönmekte. Sır; ahadiyet. Hafi ise; Zat . İşte bu beş er ile bir nefeste yola girdik. Kırk yılda pire erdik. Çünkü ehli tevhidin vakti büluu/ergenlik çağı yani kemal vakti kırk yaşındadır. Nasıl ki sabi/küçük çocuk onbeş yaşında haddi buluğa/ergenliğe girerse, kezalik/bunun gibi ehli tevhitte kırk yaşında haddi bulüğe/ergenliğe erer. Hatta nebiler bile kırk yaşından evvel izharı nübüvvet etmediler, yani peygamberliklerini açıklamadılar. Maaza daha âlemi ervahta nebi idiler. Hazreti Resulullah buyurdu (Küntü nebiyyen ve âdeme beynel mai vettıyn / Âdem su ile toprak arasında iken ben nebi idim). Halbûki kırk yaşından sonra nübüvvetini izhar etti/peygamberliğini açıkladı. Velhasıl ehli tevhit, kırk yaşından sonra kemale erer. Her yaneye çalındık Çok adları takındık Dört tekbiri bir kıldık Tâ kamete erince Dört tekbirden murad, cenaze namazıdır. Cenaze namazımız kılındı. Yani (Mutu kable ente mutu / Ölmeden evvel ölün. Hadisi şerif) sırrına mazhar olduk demektir. Hatta tariki bektaşiyede iptida/başlangıçta sûluk edenin bu sırra işaret olmak üzere cenaze namazını kılarlar. Fakat bu bektaşiler değil, bunlar refadidlerdir. Çün kamed alıp durduk Divanına el bağlu


Vechini ıyan gördük Bu hayrete erince Hayretten murad, hayreti ilmiyedir. Hatta Resulullah duasında (Allahümme zedni like tehayyur / Allah’ım hayretimi arttır.) buyurdu. Taât bu imiş ancak Râhat bu imiş ancak İzzet bu imiş ancak Bu hizmete erince Kesret idi bir oldu Suret idi sır oldu Zulmet idi nur oldu Bu âyete erince Çün can ile bir idik Ebdan ile dağıldık Ahirki deme erdik Bu vahdete erince Can kimdir? Nuru Muhammed, S.A.V.dir. İşte o canla bir idik. Bedenlerle dağıldık. Mesela, Şems/güneş birdir, velâkin ziyası/ışığı taksim olunur/bölünür ve herkesin hanesine/evine penceresinden girer. Ziya/ışık bir iken haneler/evler ile dağılır tekessür eder/çoğalır. Bu avalem/âlemler hep Nuru Muhammedinin tafsili/ayrıntısı değilmi? İcmal/Öz kimdir? Nuru Muhammed aleyhisselamdır. Bin dört yüz kanat açtım Altı yüz dahi koştum Tâ on beşe dek uçtum Bu hâlete erince Bindörtyüz kanattan murad, Mısri efendi tariki halvetiyedendir. Halvetiye, yedi isme müdavemet/devam ederler. Yani makamatı tevhidi yedi isim ile telkin ederler. Bunlar 1 - La ilahe illallah, 2 - Allah, 3 -Hu, 4 - Hak, 5 - Hay, 6 - Kayyum, 7 - Kahhar. Şimdi esmai hüsna 99 birde zat yüz oldu. Allah ismi cami değilmi? Cem'i esmaya camidir. Yedi isim yüzerden darp et/çarp, yedi yüz olur. İşte yediyüz zahir, yediyüz batın bindörtyüz eder. Çünkü onlar herbir


ismin nurunu görürler kiminin nuru yeşil, kiminin kırmızı, kiminin sarı keza ve keza/Ve benzeri gibi. İşte bindörtyüz kanattan murat, bin dört yüz isimdir. Altı yüz dahi koştum. Bundan murat tariki halvetiyede hilafet verdikleri vakit; sırrı hilafet olmak üzere daha üç isim talim ederler. O isimlerin biri vedut, biri gaffar, biri rezzak. Vedut ismi ile muhabbeti ilahiye hâsıl olur. Gaffar ismi ile mağfiret talep eder. Rezzak ismi ile rızk ister. Bu üç isimde yüzerden üçyüz olur. Üçyüz zahir üçyüzbatın altı yüz eder. Bindörtyüz hem dahi altıyüz ikibin eder. İşte bu ikibin ismi daima zikrederler demektir. Ta onbeşe dek uçtum demek, haddi bülüğa/ergenlik çağına kadar demektir. Ehli tevhidin kemali kırk yaşındadır. Dünyayı nider Âşık Ukbayı nider sâdık Mısri olagör ayık Sen vuslata erince -----------------------------------------------(149) Hüda dâvet eder elhamdülillah Bu can dosta gider elhamdülillah Hakikat şehrine çün rihlet oldu Gönül durmaz iver elhamdülillah Duyaldan can u dil vasl-ı habibi Hem okur hem yazar elhamdülillah Yakın geldi tulûa şems-i ruhum Bugün günüm doğar elhamdülillah Ölüm dedikleridir halvet-i yâr Kamu ağyâr gider elhamdülillah İşte mevti ihtiyari ile meyyit olanlar ile Yani Hak ile halvet bulur. Nazarında ağyar kalmaz, yâr ile tenha kalır (kendi isteğiyle ölmeden evvel ölenler, bir’le bir olur. Ve onun müşahedesinde Hak’tan gayrısı kalmaz, o hep ilahi sevgili ile vuslatta olur ). Şehadet mansıbıdır âli mansıb Bize verilirser elhamdülilah


Muharebede şehit olanın mansıbı âli mansıp/makamı yüce makamdır. Velâkin tevhit şehidinin mansıbı/makamı ondan daha âlâdır. Çünkü Hz. Resulullah gazavattan avdet buyurduğu vakit/harpten döndüğü zaman; Recana min cihadil azgar ila cihadil ekber / Biz küçük cihaddan büyük cihada döndük o da nefsimizle cihaddır, Buyurdu. Yani küffar ile muharebe cihadı azgardır/küçük cihattır. Ondan (bu sebebepten) cihadil ekber/büyük cihat olan nefsiyle cihada rucu etmektir/dönmek gerekir. Göründü mâna yüzünden cemali Bozuldu hep suver elhamdülillah Biliştik bunda hem ihsanlar etti Nasibimiz kadar elhamdülillah Ne gam giderse dünyadan Niyazi Visaline erer elhamdülillah --------------------------------------------------(150) Dönmek ister gönlüm cümle sivâdan Dönelim âşıklar Mevlâ derdiyle Geçmek ister gönlüm mülk-i fenâdan Geçelim âşıklar Mevlâ derdiyle Derde düşen âşık nitsün cihanı Dert ehlinin dâim yanmakta canı Döner arzulayıp vasl-ı cânânı Dönelim âşıklar Mevlâ derdiyle Ay u gün yıldızlar heın nüh felekler Arşın etrafında saf saf melekler Meydan-ı aşkta cevlân ederler Dönelim âşıklar Mevlâ derdiyle Ta’n eyleme zâhit benim hâlime Dahleyleme hergiz bu devrânıma Dermanı devranda buldum canıma Dönelim âşıklar Mevlâ derdiyle Baş açup girerim aşk meydanına


Mansur olurum Enel-Hak dârına Yanmakta Niyazi şevkin nârına Yanalım âşıklar Mevlâ derdiyle (151) Bilmem nitsem neylesem Bu halvetin şerbetine Bu canı teslim eylesem Bu halvetin şerbetine Hep gökleri indirseler Şerbet ile doldursalar Bircek bizi kandırsaıar Bu halvetin şerbetine Şerbeti gönderende Hak Önünce gün olsa çerak Yıldızlar olsa hep çanak Bu halvetin şerhetine Duysa bunu şâh-ı cihan Katresine vereydi can Olmaz baha kevn ü mekân Bu halvetin şerbetine Bu bir acep ilden gelir Ancak bunu içen bilir Kim tatsa hayrette kalır Bu halvetin şerbetine Her kime olsa feth-i bab İçer anı görmez azab Cism ü canı eyler kebab Bu halvetin şcrbetine Şerbetimiz tükenmedi İçenleri usanmadı Niyazi hergiz kanmadı Bu halvetin şerbetine Tevhitde iki vech/yüz vardır. Biri halvet biri cilvet (Biri Hakk’ın vahdet zuhuru biri Hakkın kesret zuhuru). Makamı cem, Hak


zahir halk batın olup bu halvet makamıdır. Hazretülcem ki; makamı şeriattır, bu makam da halk zahir Hak batındır. Ehli halvete (yani mağara hücre vb.yerlerde tenhaya çekilmekle halvet yapanlara) sıfata kadar makam gösterilir. Ki onlara sıfatiyun tabir olunur. İşte bunların makamları şeriattır ki; makamları hicabiyedir/perdelidir. Ehli cilvete ise, makamı zat’a kadar gösterilir. Onlara zatiyun tabir olunur. Makamı cem, makamı hakikattir ve hakikatta, Hak zahirdir demektir. ----------------------------------------------------------------------------------------(152) Zuhur-u kâinatın mâdenisin ya Resulullah Rumuz-u küntü kenz’in mahzenisin ya Resulullah Hz. Resulullah buyurmuştur : (Evvela ma halakallahu nuri ve evvelü ma halakallahu ruhi ve evvelü ma halakaltahu ilmi ve evvelü ma halakallahu akli / Allah evvela nuru’mu yarattı, Allah evvela ruhumu yarattı, Allah evvela ilmi yarattı, Allah evvela aklı yarattı). Ki bu dördü de birdir. Cem'i/tüm mahlükat ve malûmat dünya ve ahiret nuri Muhammedi de cem oldu/toplandı. Nuri Muhammed bir kere tecelli etti, nefsi kül ki şeriatta ona levhi mahfuz tabir olunur. Vücudu külde; yani bu kâinat nefsi külde tafsil/ayrıntılı oldu. Amma tafsili manevi, ondan tabiat, ondan heyyüla, ondan cismikül, ondan şekil ondan arş ki; bu âlem vücuda geldi. Çünkü arştan evvel olan altı mertebe manevidir. Arştan kürsü, feleki atlas, feleki burç, feleki mükevkep, feleki menazil yedi kat gök, yedi kat yer, mevalidi selase ki maden, nebat, hayvan nihayet mertebe-i insan. İşte bu avalemin madeni hep nuru Muhammed S.A.Vesellemdir. Çünkü bunlar o nurun tafsilidir/ayrıntısıdır. Beşer denen bu âlemde senin suretle şahsındır Hakikatte hüviyette değilsin ya Resulullah Beşer denen bu âlem de resulullahın suret ve şahsıdır. Yoksa hakikatta ayni Hak’tır. Vücudun cümle mevcudatı nice câmi olduysa Dahi ilmin muhit oldu kamusun ya Resulullah


Dehânın menba-ı esrar-ı ilm-i min ledünnidir Hakayik ilminin sen mahremisin ya Resulullah Ne kim geldi cihana hem dahi her kim geliserdir İçinde cüınlenin ser-askerisin ya Resulullah Cihan bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak Nebiler meyvedir sen zübdesisin ya Resulullah Cihan bağında insan bir ağaçtır. Gayrileri yani hayvan tuyur/kuşlar, vuhuş/yabaniler velhasıl insanın gayrisi o ağacın yaprağıdır. Enbiya/peygamberler ise meyvesidir. Resulullah zübdesidir/Özüdür. Yani evvel ahir odur. Bir çekirdeği ekip/ekersek ağaç olur. Sonra meyva verir. Yine sonu çekirdek olur. Velhasıl evvel ahır Resuulllah S.A.V. dir. Şefeat kılmasan varlık Niyazi’yi yoğ ederdi Vücudu zahmının sen merhemisin ya Resulullah ------------------------------------------------------------------------------------------(153) Ey bimisal-i vahid hüsnün misâl içinde Ayinenin göründü bir hub cemâl içinde Kalellahutaala (Leyseke mislihi şeyün ve hüvessemiul basir./… O'na benzer (misâl olacak) hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. Şura-11) Yani Hak subhanehutaâlânın misli/benzeri gibi bir şey olmadı. Hakkın misli Âdem dir, (Halakallahu âdeme ala suretihi / Allah Âdemi kendi sureti üzerine yarattı hadisi şerifidir. Yani cenabı Hak, Âdemi kendi sureti üzerine halketti/yarattı. Çünkü ayeti kerimede Hakk’ın misli/benzeri olmadığı ispat oldu. Âdem ise. Hakkın esma ve sıfatını camidir/toplayandır. Hakikatte Âdem, aynı Hak’tır. Zira hakikatta Hakk’ın misli/benzeri yoktur. Âdem bir mazhardır/görünme yeridir. Âdemden zuhur eden/açığa çıkan, görünen Hak’tır. Düştü kamu heyâkil kametine mukabil Cümbüşü gösteren sen şekl ü hayâl içinde


Yani cemi suret, kametine mukabildir (Yani tüm varlıklar Hakkın karşıtı, gayrısı zannedilir). Oysa bu Hayâl âlemi içinde alan, veren, giden, gelen Hak taâlâdır. Bu san’atı kim bilir bu kudreti kim görür Bu vuslatı kim bulur ceng ü cidâl içinde Kande bulur isteyen lûtfunu ey dost senin Çünkim anı gizledin kahr u celâl içinde Mushaf-ı hüsnüne çün tefeül eyledim ben Burc-u belâda gördüm kendimi fâl içinde Defeülü (fal açmayı) icad eden sahabeden Said İbni Zübeyirdir. Ki Üç ihlâsı şerifi enbiyaya hediye edip mushafı şerifi açarsın. İptidasından nihayetine/başından sonuna kadar o sahifeyi okursun, Niyet ettiğin maslahatın fiili veyahut terki (niyetinin yapılabilirliği veya terkedilmesi) hakkında behemahal/illâki münasebetli/ilgili ayet gelir. İşte Mısri Efendi böylece tefe-ül etti/fal açtı. Kendini burcu belâda gördü. Anlaşılan Hazreti Musa Kıssası isabet etti. Çünkü Hazreti Musa gibi belakeş nebi hiç olmadı. O zamanını hep bela ile geçirdi. İptida/önceleri firavun ve Beni İsrail/İsrail oğulları ile dahi çok muharebe etti. Ne ise sonra Firavun denize gark oldu. Kavmi buzağıya taptı. Beni İsrail ile dahi çok muharebe etti. Taliimi yokladım mihnet evinde buldum Anın için yürürüm her dem melâl içinde Remmallerin/falcıların bir şeyi var. Ki oniki eve nokta döker, hangi eve isabet eder ise talihi ona göredir. İşte Mısri efendinin remli/falı mihnet/eziyet, sıkıntı evine isabet etti. Çünkü Mısri efendinin zamanında Hazreti Musanın zamanı gibi idi. Çokça ehli tarika ve ehlullaha münkiri/inkâr edenleri var idi. Ve Ehli tevhide rahat vermezler idi. Kısmet-i ruz-ı ezel aldı kamu nasibin Kimisi buldu rahat kimi nikâl içinde Bizim de mihnet imiş kısmetimiz ezelde Kaldı başım anın çün fitne ve âl içinde


Gamsız olan âdemi sanma anı âdemi Hayvandan ol adeldir kaldı dalâl içinde Yani demek olur ki, dünya ile rahat olup kendisinden aşkı ilahi olmayan ve gam sahibi bulunmayan âdemi, âdem sanma. O hayvandan adâldır/aşağıdır. Yani dalâlet/sapkınlık içindedir, demektir. Şadlık ehli aşıka aşkın gamıdır veli Şol ayrılık güzeldir ola visal içinde Haddin tecellisine müştak olur bu canım Görmedi çoktan anı şol zülf ü hâl içinde Mescide varmak ile zevke ereydi zâhid Kılmazdı dâvayı ol bu kıl u kal içinde Meyhanede bir kadeh nuş etmeyi vermezem Bin şuğluna sofinin tekkede şâl içinde Mescide varmak ile zevke ereydi zahid, bu meyhanede bir kadeh nuş etmeyi vermezim beyitlerini anlaşılmak için pes/şimdi bir hikâye tahrir edelim: Hazreti. Resulullah bir defa Hz. Ömerin hanesine teşrif etti. Hz. Ömeri tevrat okurken gördü. Nedir o kitap Ya Ömer? dedi. Hz. Ömer de efendim tevrat dedi. Ol vakıt Resulullah buyurdu. (Lev kanel Musa hayyen tebeani ila ahıre. Yani Hz. Musa şimdi olsa bana tabi olurdu. Yani bana ümmet olurdu.) Bundan anlaşıldı ki, gerek tevrat gerek incil ve gerek zebur ahkâmı nesh olundu/hükmü kaldırıldı. Onlar ile amel etmek küfürdür. Ancak o kitaplarda kitabullah olmakla Kur'an gibi hürmet ve tazim eylemek vaciptir/gereklidir. Kezalik/bunun için isevilerin kiliselerine, musevilerin havralarına islamın mescitlerine ve camileri gibi riayet ve hürmet etmek lâzımdır. Çünkü eski mabettir. Anın duvarına tebevvül etmek/işemek ve pislik atmak caiz değildir. Yani caminin duvarına tebevvül etmiş/işemiş ve pislik atmış gibi olur. Velhasıl tazim ve hürmette Tevrat, İncil, Zebur ile Kuranın hiçbir farkı yoktur. Olmadığı gibi cami ve kilise ve havraların dahi hiç bir farkı yoktur. Çünkü Hizziyeleri ile onların dinleri ve mabedleri Hazreti Resulullah tarafından takrir edildi/anlatıldı. Canları canımız gibi, malları malımız gibi, ırzları ırzımız gibi himaye olmak lazımdır. İşte onların kitaplarının kitabımızdan, mabetleri mabedlerimizden riayette farkı yoktur. Velâkin kitapları


ile amel olmak bize küfürdür. Çünkü Ahkâmı bize mensuhtur/bizce geçerliliği kalmamıştır. Ve mabedlerine duhul etmek/girmek haramdır. Ancak kendileri hakkında Hazreti Resulüllah tarafından takrir olunduğu cihetle eski hıristiyanlar beyninde/arasında bir maslahat zuhurunda kendi şeriatleri ile fasıl maslahat edilmesi meyanelerinde olur (Hıristiyanlar kendi aralarındaki meselelerde kendi şeriatları ile hem hâl olur). Velâkin islam ile bir hıristiyanın maslahatı zuhurunda o ise behemahal şeriatı Muhammediye ile fasıl olmak lazımdır (Velâkin Müslüman ile Hıristiyan arasındaki meselelerde mutlaka, Hz.Muhammed şeriatı ile amel olunması lâzımdır). Mescid ü ıneyhaneyi fark eylemem zâhidâ Göründüm ise ne var ha ile dâl içinde Mescit ile meyhanenin şeriat ve tarikatta farkı var. Çünkü şeriatta mescit, mahalli ibadettir/ibadet yeridir. Meyhane ise mahalli isyandır/isyan yeridir. Ve tarikatta mescit, mazharı cemâldır, yani Hakkın cemâl yüzüdür. Meyhane ise Hakkın celâl yüzüdür. Velâkin hakikatta aralarında hiçbir farkı yoktur. Mısri Efendi de, ehli hakikat olduğu için, mescit ile meyhaneyi fark etmediğini söyledi. Çünkü (feeynema tüvellü fesemme veçhullah / Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü oradadır… (Bakara-115) ayeti kerimesi varid olmuştur. Yani her nereye teveccüh edersen Hakkın yüzüdür. Gerek mescit, gerek meyhane olsun. Ver serini Niyazi sırrını verme yâde Nâdâna sırrın veren kalır vebâl içinde Ey Niyazi başını ver, sırrını verme ağyare/yabanılara, Cahile sırrını yani sırrı ilahiyi ifşa eden vebal içinde kalır. Kalellahütaala (İnnallâhe yeé'murukum en tueddul emânâti ilâ ehlihâ. Yani Haktaala emretti, emaneti ehline veresiniz na ehline (ehil olmayana) değil.(Nisa-58). Emaneti ehline vermez isen o ehline zulüm etmiş olursun. Yok eğer na ehline/ehil olmayana verirsen emanete zulüm etmiş olursun. Velhasıl emaneti ehline vermekten çekinme. Ve na ehline de/ehil olmayana da verme. -------------------------------------------------------------------------------------


(154) Ey şeh bu zen dünyanın gel âline aldanma Sem’-i ruhi nârına pervane gibi yanma Fanidir anın hüsnü var rengine boyanma Ahdine ve vâdine gönül verip inanma Haktır bu sözüm Hakla inkârına dayanma Gerçeklere teslim ol her sözü yalan sanma Bu dünya yedi başlı bin dişli bir ejderdir Her başta bin ağzı var her lokması âdemdir Zehridir anın tiryâk tiryâki anın semdir Her şerbeti kim içsen şerbet değil ol demdir Haktır bu sözüm Hakla inkârına dayanma Gerçeklere teslim ol her sözü yalan sanma Mat oldu nice şehler bu dünyanın âlinden Doymadı biri bunun câhından ve malinden İbret alabilirsen al mah ile sâlinden Gör nice döner tez tez her biri hâlinden Haktır bu sözüm Hakla inkârına dayanma Gerçeklere teslim ol her sözü yalan sanma Akl ile bunun hergiz bir hilesi bilinmez Şeytanı dahi gizli ilim ile o bulunmaz Her ne kadar ana sen şetm eylesen o alınmaz Rıfk ile eder mekri her yaneye çalınmaz Haktır bu sözüm Hakla inkârına dayanma Gerçeklere teslim ol her sözü yalan sanma Mısri sanadır bu söz cehd et alagör ibret Fakr ile edip fahri etme ona sen minnet Emraz-ı cehilden sen buldunsa eğer sıhhet Tutma sakın asla hiçbir kimseye var küdret Haktır bu sözüm Hakla inkârına dayanma Gerçeklere teslim ol her sözü yalan sanma ----------------------------------------------------------------------(155) Gele Deccal gele gele


Gör kim bugün neler ola Cümleten il sana güle Gele deccal gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Deccal; zamanı saadette dünyaya geldi. İsmi İbnizziyadır. Dini İsayı ve dini Muhammediyeyi kabul etmedi. Fesada kıyam etti/bozgunculuğa kalkıştı. Bir yerde onu kıstırdılar. Hz. Ömer, katline, Hazreti Resulullahtan izin talep etti. Hazreti Resulullah buyurdu; Bu ahır zamanda imtihan için halkolunmuştur. Katle ruhsat vermedi. Sonra bunu babası ile beraber bir bulut gelip kaldırdı. Bahri kılzemde, yani şap denizinde bir adaya bıraktı. Hatta temümdarı hazretlerini cinler kaldırıp bir semte götürdü. Oradan gelirken bir adaya uğradı. Bir hayvan gördü ki, başı kıçı beyan/belli değil, öyle bütün her tarafı saçlı. İşte Hazreti Temümdarenin bu gördüğü dabbetül arzdır. Hatta o hayvan temümdareye söyledi. Ki Eğer deccalı görmek istersen falan deyirdedir ve zincirler ile bağlıdır. Çünkü Dabbetülarz, söyler/konuşan bir hayvandır. Sonra temümdarı deccal ile görüştü ve deccal sual etti; Ona sen kimsin? Kimin tabiisisin? Dedi. Temümdarı de Muhammedin dedi. Mesihdeccalı sordu, Hazreti Ömer sağmıdır? Temümdarı dedi ki Sağdır. Deccal, O sağ ise ben daha çıkmam dedi. İmamı mehdi, Medinei münevverede zuhur edip, Mekkeyi feth eder. Ve feth ede ede Halebe kadar gelir. Beni evserde (Asfar oğulları) da devleti Osmaniyeden İstanbulu zaptedip, Padişahı Halep'e kadar takip eder. İşte İmamı Mehdi Halep'e geldiği vakıt padişahı orada bulup, onu asker üzerine paşa tayin ederek gelip İstanbulu tekrar zapteder. Dokuz ay geçmeden sonra işitilirki Basra tarafından mesih deccal zuhur etmiş. Yine padişah ile Mehdi mesih deccal üzerine gider. Mesih deccal, Şama firar edip Hazreti İsa da ak minareden nüzul ederek, Şamda babullüt var, onun önünde rumle tabir olunur bir meydan var. Orada Hazreti İsa Mesih deccalı katleder. Cemi ervahı evliya/tüm evliyanın ruhu imamı Mehdinin askeri olacaktır. Devrin tamam oldu senin Zevkin haram oldu senin Yoldaşın lâm oldu senin Gele Deccal gele gele


Gör kim senin hâlin n’ola Mesih Deccal devri, bir haftadır. İptida/başlangıçta ki günü bir ay kadar, ikinci günü bir hafta kadar, üçüncü günü yirmidört saat kadar. Sair/diğer dört günü bu günler kadardır. Mesih Deccalın zevki küfürdür. Hazreti İsa gelince küfür haram olur. Melekler seni tutsunlar Kürsünü arştan atsınlar Tahtesserâya tıksınlar Gele Deccal gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Kaçar idin sen Allah’dan Lâ ilahe illallah’dan Gazap irdi sana şahdan Gele deccal gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Mesih Deccal Allah’tan ve lailahe illallah’tan kaçardı. Çünkü İsayı ve dini Muhammediyi kabul etmedi. Deccal üçtür: Enfusta Deccal, nefsi emmaredir. Afakta Deccal Şeytandır da, onun devri kıyamete kadardır. Bir de Mesih Deccal ki; ahır zamanada zuhur eder. Bir de Deccal, bir kişi avratı ile icma/halvet ettiği vakit besmele koşmaz/çekmez ise, şeytan sebkat eder/ilerler. Velhasıl olacak çocuk şeytanın oğlu olur. O da deccaldır demek caiz/uygun olur. Ezazil’e bürhan idin Şer işe pehlivan idin Şeytanlara şeytan idin Gele Deccal gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Şeytan Can’ın evvel ki oğlu, Hz. Âdemin evvelki oğlu Kabil in kâfir olduğu gibi Can’ın da evvelki oğlu İblis te kâfir oldu. Velâkin âdeme secde etmediği vakit kâfır oldu demek değil. Haniya Zümre-i melaikeden idi ve meleklerin hocası ve reisi idi dedikleri hep yalandır. İblisin


Hilkatı/yaratılışı küfür üzere idi, kâfir olduğundan ötürü Âdeme secde etmedi. Ehl-i fesada köprüsün Can ibni canın birisin Gösterirsin yol eğrisin Gele Deccal gele gele Gör kim senin hâlin nola İsâ nüzul ede yere Deccal’ı hem ehlin kıra Ana uyanları süre Gele Deccal gele gele Gör kim senin hâlin nola Ben ölem ve hem dirilem Sonunda seni öldürem Gözüne toprak dolduram Gele Deccal gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Ehlullahın ervahı/ruhları İmamı Mehdinin askeri olacaktır. Bu cihetle öldürem gözüne toprak dolduram dedi. Asa-yı Musa bendedir Hem yed-i beyza bendedir Mısri bana bir bendedir Gele Deccal gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Hz. Musa Şuayıp A.S.mın yanında on sene durdu. Küçük kızı Safurayı alıp damadı oldu. Sonra Şuayıp A.S. dedi: Sen resulsün Mısıra git ve Âdem A.S.mın asasını verdi. Yani Musanın Asası Âdemin asası idi. Enbiya anı miras tariki/yolu ile alırlar idi. Sonra Hz.Musa haremini/eşi ve karındaşı Harun ile beraber üçü revan oldular/yola koyuldular. Vadiyi Tuvaya geldiler ki; Vadii Tuva, Turi sinanın arkasındadır.


Gece oldu ve kış vakti idi. (İz reanaren fe kaleli ehlihim küsü inni anestü naren lealli atiküm min ha bi kabesin ev ecid'ü alennari hüda. Hani bir ateş görmüştü de ailesine, "Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm (oraya gidiyorum). Umarım ondan size bir kor ateş getiririm yahut ateşin başında, yol gösterecek birini bulurum" demişti. Taha-10) Ayeti kerimesi mantıkınca karşıda bir ateş gördüler. Harun dedi: ben Harem ile burada kalayım sen o ateşe git orada kimse olmalı hem biraz ateş al ve hemde yolu yanılmayalım sor. Hemen Hz. Musa kalkıp gitti Ayet (Felemma ataha nudiye Ya Musa / Yani ateşe yakın olunca ateş suretinden nida geldi Yani ya Musa (Taha-11). (İnni ene rabbüke tarıla naleyk inneke bilvadil mukaddesi tuva / Ben senin rabbınım nalınını çıkar. Tahkik sen tuva namında mukaddes bir yerdesin Taha-12). (Ve enehtertüke festemi lima yuha./ Yani ben seni nubuvetime ihtiyar ettim (seçtim) Sana vahi olanı işit (Taha-13). (İnneni enellahu la ilahe illa ene rabudhi ve ekimesselate lizikri./ Yani ben bir Allahım benden gayri ilah yoktur. Ancak bana ibadet eyle ve namaza kaim ol benim zikrim için (Taha-14). (İnnessaate atiyetün ekadü uhfiha litüdza küllü nefsin bima tes'a / Yani tahkik kıyamet gelicidir. Vakti olmayan azabın korkusu eşed olmakla Anın için anın vaktını gizli tutarım. Bu kıymetin gelmesinde her nefis say ettiği/yaptığı amel ile cezalanır (Taha-15). (Fela yesudden neke anha menla yü-minü biha vettebaa hevahü feterda / havasına (hevasına) tabi olup kıyametin vukuuna iman etmeyen kimse seni kıyamete inandığından sarf etmesin ki, helakına sebep olmasın (Taha-16). (Vema tilke biyeminike / ya Musa, ol senin sağ elindeki nedir? (Taha-17) Ya Musa. (kale hi ye asaye etevekkehü aleyha veehuşşe biha aal ganemi veliyye fiha mearibü uhra / Musa dedi Asadır, dayanırım ve onunla Hazreti Şuaybın koyunlarına yaprak düşürürüm ve başka da hizmetleri vardır (Taha-18). Sonra Cenabı Hak buyurdu (Kale elkıha ya Musa. Feel kaha feiza hiye hayyettin tes'a kale hüzha. Vela tehaf senüidüha siretehel ula / Yani onu yere bırak, Allah buyurdu. Musa dahi asayı yere bırakınca koca bir ejderha oldu. Yine Allah emretti. Korkma al dedi. Musa dahi yine aldı. Yine evvelki gibi asa oldu (Taha-19, 20, 21). Sonra cenabı Hak buyurdu; (Vedrnum yedeke ila cenahike tahruc beydae min gayrin suin ayeten uhra / yani Ya Musa, sol tarafına elini koy dedi. Musa dahi elini koydu. Badehu çıkarınca baktı ki eli beyaz (Taha-22). Bunun üzerine Hz.Musa iki mucize kifayet eder/yeterlidir diye, firavunu ve âlini davete gitti. Eğer ki bu mucizeler orada bu suretle icra


edilmeyeydi şayet ki, Hz. Musa icrasında tereddüt ederdi. Asa korkunç bir ejderha oldu. Yine asalığa dönmek için suret ile tutmaklığa havf eder idi (korkardı). Zahirde Mısri görünür İsâ atı çul bürünür Yüzü karadır içi nur Gele Deccal gele gele Gör kim senin hâlin n’ola ----------------------------------------------------------------------------------------(156) Yeter anı sen horladın Köpek olup çok hırladın Çok çatıldın hem gürledin Gele zâlim gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Bilmiş ol Âdem’dir gelen İsâ’ya hemdemdir gelen Canlara merhemdir gelen Gele zâlim gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Kur’an benim Furkan benim Derdlilere dermân benim Bu zulmeti açan benim Gele zâlim gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Kuran benim, yani Kurandan murad, zattır. Furkan benim, yani furkandan murad sıfattır. Yani zat ve sıfat demektir. Marazı cehli/cehalet hastalığı olanlara derman, bu zulmeti cehli/kara cehaleti açan aydınlatan dahi benim, demektir. Kur’anın esrârı benim Göklerin envârı benim Müminin ikrârı benim


Gele zâlim gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Kuranın esrarı, fatihayı şerifte, fatihayı şerifenin esrarı besmelede, çünkü besmele Hazaratı ilahiyeye camidir/Allah’ın varlığını toplayandır. Hazaratı ilahiye üçtür: 1 - Uluhiyyet, 2 - Rahmaniyet, 3 - Rahimiyet. Yani tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat. Göklerin envarı/nurları da üçtür. 1– Şems/güneş, 2– Kamer/ay, 3– Kavakib/yıldızlar. Müminin ikrarı zaten Hakka’dır. Hakk’ı ikrar, yani Hazaratı ilahiyyeyi/Allah’ın varlığını ikrar demek değilmidir? Ölüleri diriltirim Ağlayanı güldürürüm Deccal’ı ben öldürürüm Gele zâlim gele gele Gör kim senin hâlin nola Ölüleri diriltmek, bu ümmetten üç kişiyle zuhur etti. Biri Abdülkadir Geylanidir ki, bir kediyi diriltti. Biri de molla camidir, oda pişmiş tavuğu diriltti. Biri dahi, Bayazidi Bestamidir. Ve bir karıncayı iki parça etmiş iken yapıştırıp diriltti. Bunlara İsevil meşhed/meşreb) tabir olunur. Çünkü Hazreti İsa, yarasa kuşlarını çamurdan yapıp üfler idi, kuşlarda dirilip uçarlar idi. Ve Hz.İsa mevtayı/ölüyü dahi ihva eder/diriltir idi. Bu mevzu daha önceki dersimizde mürür idi/geçmişti. Sen beni çün kim bilmedin İmana kabil olmadın Hasma mukabil olmadın Gele zâlim gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Deccal acep yorulmadın İnadından ayrılmadın Bir ölüsün dirilmedin Gele zâlim gele gele Gör kim senin hâlin n’ola


Vücudun Hak vücududur Allah’ın halka cûdudur Ma’dum iken mevcûdudur Gele zâlim gele gele Gör kim senin hâlin n’ola Mısri’nin sözü değildir Kuyumcular toprağıdır Halka cevahir dağıdır Gele zâlim gele gele Gör kim senin hâlin n’ola ------------------------------------------------------------------------------------(157) Devr edip geldim cihane yine bir devran ola Ben gidem bu ten sarayı yıkıla viran ola Devredip cihana geldiğimiz, iptida/evvela Nuri Muhammedi halkolundu. Andan âlemi ervah/ruhlar âlemi, yani nefsikül. Andan tabiat, andan heyyula, andan cismikül, andan şekil, andan arş, andan kürsü. Andan feleki atlas, andan feleki menazil, andan yedinci kat göğ, andan altıncı kat göğ, andan beşinci kat göğ, andan dördüncü kat göğ, andan üçüncü kat göğ, andan ikinci kat göğ, andan birinci kat göğ, andan yedi kat yer. Andan mevalit selase ki maden, nebat, hayvan, insan. Kalellahu taâlâ. (Vettini vezzeytuni ve turisinine ve hazel beledil emin. Lekad halaknel insane fi ahseni takvim. Sümme redednahü esfele safilin. İllellezine amenu ve amilüssailhati felehüm ecrün gayrı memnun. (Tin-1…6) Yani incire ve zeytine ve tur dağına ve Mekkeye kasem ederim(Tin-1, 2, 3). Çünkü bunlar mazharı zat değilmi? Demek rabbimiz zatına kasem/yemin eder. İşte bunlara kasem ederim ki, tahkik insanı ahseni takvim üzere halkettim. Sonra esfele safilin olan bu âleme reddettim(Tin-4, 5). Daha sonra bu âlemde kalmayup (İnna lillahi ve inna ileyhi racium. / "Biz Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz" derler. (Bakara-156) Sırrına mazhar olupta benim zatıma rucu edenlere/dönenelere ‘ecri azim / büyük sevap vardır’ (Tin-6). İşte Mısri Efendi devredip geldim cihana dediği, bu meratipten nüzul ettim/bu mertebelerden aşağıya indim demektir. Yine bir devran ola.


Yani Seyri süluk ile yine Hakka rücu etmek/dönmek icabeder. Yani tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat ile miadına ricad eder/asıl olan Hakk’a dönüp Hakk’a kavuşur. Mertebei kemal makamı zattır. Ondan öteye kemal yoktur. Cem, Hazretül cem, cemmül cem makamatı sairlerini/başkalarını kemal buldurmak içindir. Yoksa zata mazhar olan kemal bulur. Velâkin sairlerini/başkalrını irşat edemez. Fenafillâhta efal sıfatı yok olur. Bekabillah makamatı ise cem’de Hakk’ın vücudunu giyer. Hazretül cem’de sıfatını giyer. Cemmül cem’de Hakk’ın efalini giyer. Halkı irşat eder. Zat makamı mertebe-i kemaldir, fakat kendisi içindir. Sairlerine/başkalarına mürşitlik edemez. Cûş edip umman-ı can cismim gemisin dağıda Yerler altında tenim toprak ile yeksân ola Bu vücudum dağı kalka atıla yünler gibi Şeş cihatım açıla bir haddi yok meydan ola Bu variyetim dağı hallaç pamuğu gibi atılıp şeş/altı cihetim, yani altı tarafım açıla. Yani sağım, solum, önüm, ardım, üstüm altım açılıp meydan ola. Yani hiçbir hail/perde kalmasın. (feeynema tüvellü fesemme veçhullah / Nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü oradadır…(Bakara-115) Yani her nereye teveccüh edersen / dönersen Hak görüle. Âlemi ahirette Hak görülecek, fakat bilâkayıt (kayıtsız olarak) görülecek ve öyle bir suretlerle mukayyet (kayıtlı, sınırlı) olduğu halde görülmez. Bi cihet (taraf/yön olmaksızın) görülecek. Yani altında, üstünde yahut sağında ve solunda ön ve ardında görülmez. O kayıttır, kayıt gözü ile de görülmez. Hem gözle hemde kulakla velhasıl cem'i aza ve cevarih/organlar ile görüle. Yani Hak’tan gayri mevcut olmadığı görülecek. Yani vücut Vücudu ilahi olduğu görülecektir. Dört yanımdan nâr u bad u âb u hâk ede hücum Benliğim anlar alup bu varlığım tâlân ola Vücudu insan, anasırı erbaadan mürekkeptir /İnsan bedeni, dört unsurdan yani hava, toprak, su ateş’in birleşimindendir.


Anasırın herbiri ben dediği ve ayrıldığı vakit sende ne kalabilir? Bir ruh kalır. Ruh dahi tecelli ilahiden ibarettir. Dağıla terkibim otuz iki harf ola tamâm Nokta-i sırrım kamunun cevherine kân ola Otuz iki harften murat; meratibi halkiye ki, yirmi sekizdir. 1 - Nuri Muhammedi, 2- Nefsikül, 3 - Tabiat, 4 - Heyyula, 5 - Cismikül, 6 - Şekil, 7 Arş, 8 - Kürsü, 9- Feleki Atlas, 10 - Feleki menazil, yedi katta gök onyedi eder. Yedi kat yer yirmi dört eder. 25 - Maden 26 - Nebat, 27 - Hayvan, 28 - İnsan, 29 Cin, 30-Melek. Meratibi Hakkiye dört, surei fatihada mezkürdür. 1 - Uluhuyet, 2-Rahmaniyet, 3 - Rahimiyet, 4 - Malikiyet, 28 - Dört daha otuziki olur. İşte Bu otuz iki mertebe tamam olunca terkib/birleşim dağılır ve asli cevhere mekân olur. Cümle efkâr-ı havâsım haşr ola bu arsada Kalkalar hep yeniden sankim bahâristan ola Haşır hakkında mütekellimin/kelamcılar iki mezhep/görüş üzeredir. Biri der madum (fani, yok olan) biaynen iade olunur. Biri de madum/fani bimisli/benzeri iade olunur. Yani ölür sonra ayniyle iade olunur. Biri de madum/fani ölür, sonra misli ile iade olunur der. Bunların ikiside fasiktir/doğru değildir. Çünkü beden madum/fena yok olmaz. Bu surei esrada olan (Kul künu hicaretten evhadiden. (İsra-50) ayeti kerimesine muhaliftir. Çünkü bu ayette Cenabıhak buyurur ki; eğer sizin bedenleriniz dağılıp taş ve demir olsa yine cem edip haşredeceğim. (İsra-50) Bu bapda meshebi sahibi madum ölmez müteferrik olur, (Bu konuda doğru gerçekçi mezhebe/görüşe göre yok olan ölmez, fakat ayrılır), yani dağılır demektir. Yevm-i Tüblâ’dır o gün her mâna bir sûret giyer Kimi nebât u kimi hayvan kimisi insan ola Kalallahu taala (Yevme tüblesserai / Sırların/gizlilikerin yoklanıp ortaya çıkarılacağı gün.(Tarık-9) Yani mahşerde herkesin ameli bir suret giyer. Ameli Hayriye/iyi ise huri


gılman/hizmetliler, eşcar/ ağaçlar, esmar/meyveler, tuyur/kuşlar ve sair/diğerleri buna mümasil (buna emsal olarak iyi güzel ameller bu gibi şeylarle suretlenir). Eğer ameli seyyie/kötü ise maymun, yılan, akrep, hınzır, kelp/köpek buna mümasil/bu emsalde suretler giyip, kötü ameller bunlar gibi kötü suretle veznolunacaktır/tartılacaktır. Yoksa amel manâdır. Vezin/tartılma kabul etmez. Tâ ki amel suret giymeyince/suretlenmeyince. Anın için miraç gecesi H. Resulullahın avdetinde/dönüşünde yedinci kat gökte Hz. İbrahim ile görüştü. Hz. İbrahim; Ümmetine benden selam söyle dedi. İşte gördüğün cennet boştur. Cennetin her nimeti amelin suvaridir/amelin suretidir. Bu cennet subhanallahı velhamdülillahi velailahe illallahu vallahu ekber. Demekle dolar. Velhasıl amel suret giyip o suretle vezin edilir/tartılır. Hasenatı/sevapları seyyiatına/günahlarına galip olan cennete dâhil olur. Seyyiatı/günahı galip olan cehenneme girse gerektir. Kabrime dostlar gelip fikredeler ahvâlimi Her biri bilmekte âciz vâlih ü hayrân ola Herkim ister bu Niyazi derdimendi ol zaman Sözlerini okusun kim sırrına mihman ola ---------------------------------------------------------(158) Devran odur kim devrini devr-i felek bilmez ola İnsan odur kim sırrını ins ü melek bilmez ola Merkep izinde su görüp deryayı gördüm sanma sen Derya odur kim ka'rını asla semek bilmez ola Âdem odur kim nân ola hem mâ hem zem’an ola Hayvandan ol adaldürür nân u nemek bilmez ola Kâmil odurkim ac susuz çok çok emek çekmiş ola Nâkıs olardır bunda kim hergiz emek bilmez ola


İman üç kısınıdır: Birinci İmanı taklidi: Kalallahu taala : (Kulu amenna billahi vema ünzile ileyna vema ünzile ila İbrahime ve İsmaile ve İshaka ve Yakube velesbat vema utiye Musa ve İsa ve mautiyen nebiyyüne minrabbihim la nüferriku beyne ehadin minhüm ve nahnü lehü müslimün / Şöyle deyin: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, onun torunlarına indirilene, Mûsa'ya ve İsa'ya verilene ve diğer nebilere verilene inandık. Bunlar arasından hiç kimseyi ayırmayız. Biz yalnız O'na / Allah'a teslim olanlarız." (Bakara-136)) İmanı taklit budur. Ve imanı mukallidinin sahihi/Ve imanı taklidin sıhhatli olup olmadığından çok ihtilaf vardır. Çünkü imanı taklidi dil ile ikrardan ibarettir. Taklid, arzu ile bozulur. İşte esah/doğru olan eğer ki başını kesseler imanından dönmez ise, ol vakıt imanı taklidi sahi olur ve fayda verir. Ve illa hiç bir faydası yoktur. İkinci, imanı istidlali/delilli imandır ki, kalellahutaala, (Falem annehu lailahe ilelallahu vestağfir lizenbike velil mü-minine vel mü-minat. Vallahu mütekallibiküm ve ınisvaküm / Allah'tan başka tanrı olmadığını kuşkusuzca/şüphesizce bil! Hem kendi günahın için hem de mümin erkeklerle mümin kadınlar için af dile. Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de varıp ulaşacağınız yeri de bilir (Muhammed-19). Üçüncü, imanı tahkikidir. Kaalellahütaala (Şehidallahu ennehu lailahe illa hüve velmelaiketü ve ulül ilmü katmen bil kıstı, Lailahe illa hüvel azizül hakim / Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olandan başka ilah yoktur. (Ali imran-18) Yani Hak, kendi kendine şahadet eder. İşte imanı tahkiki/hakiki ve imanı şuhudi sahibi olan enbiya ve resul ve evliya bunların kâffesi/tüm taifesi Melamiyedendir. Çünkü Melaminin imanı, imanı şuhudidir. Anın için onlar Melâmet olunur/kınanırlar. Zira imanı taklidi ve ıstidlali ashabı, onların imanı şuhudileri olduğuna vakıf olamazlar ve Melamilere Dahal ve


taarruz ederler/saldırırlar. Çünkü onlar daha noksandır. Yani imanları nakıstır/eksiktir. Her bir nebi her bir veli zilletle erdi menzile Mısri’ye söğsün şol ağız Allah demek bilmez ola -------------------------------------------------------------(159) Zât-ı Hak’da mahrem-i irfan olan anlar bizi İlm-i sırda bahr-i bipayan olan anlar bizi Bu fenâ gülzarına bülbül olanlar anlamaz Vech-i bâki hüsnüne hayran olan anlar bizi Dünya ve ukbâyı tamir eylemekten geçmişiz Her taraftan yıkılıp viran olan anlar bizi Yani ehlullah, dünya ve ukbayı tamir eylemez. Hazreti Resulullah buyurmuştur. (Eddünya haramun ala ehlil ahireti haramun ehildünya ve huma haraman ala ehlulla / Dünya ehline ahiret haram, ahiret ehline dünya haram, ehlullaha her ikiside haramdır) Yani dünya ehli ahirete haramdır. Dünyaya meyil, ahiret dahi ehli dünyaya haramdır. Yani ahirette cennet nimeti göremez. Ve bunlar ikisi de ehlullaha haramdır. Çünkü dünyaya meyil etmek nefsi için yani maişet içindir. Ahirete meyil etmek yine nefsini azabtan halâs etmek ve cennet nimetlerine nail olmak içindir. Ehlullah ise rızayı Hak’tan gayrı bir şeye bakmaz. Ne dünyaya meyil eder ve ne de ahiret nimetlerine rağbet eyler. Dünya ve ukbayı tamir eylemez demektir. Biz şol abdalız bıraktık eynimizden şalımız Varlığından soyunup üryân olan anlar bizi Kahr-u lütfu şey’-i vahit bilmeyen çekti azap Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi Kahır ve lütfun haliki birdir. Başka Halik/yaratıcı yoktur. Kahır nice/nasıl onun hediyesi ise, lütuf dahi onun öyle bir ihsanıdır. Hayrihi ve şerrihi minallahutaala / hayır ve şer Allah’tandır) bunu bilmeyen seyit, ömer ve bekire isnat/nisbet eden azap çeker, yani muazzep olur. Zahidâ ayık yürürken anlamazsın sen bizi Cür’a-yı sâfi içüp mestan olan anlar bizi


Arifin her bir sözünü duymağa insan gerek Bu cihanda sanmanız hayvan olan anlar bizi Arifin her bir sözünü duymağa insan gerektir. Hayvan anlamaz. Çünkü tevhide yüz çevirmeyen hayvandır. Şeyhülekber Muhiddin Arabi hazretleri Mısırda otururken onu köylere davet ederlerdi. Bir kerre bir köye uğradı. Gördüki cami önünde bütün köy ahalisi üşüşmüş bir şeye bakarlar. Hazreti Şeyh de yakın vardı, baktı ahaliden biri oturmuş söyler/konuşur ahali güler. Haniya behlüldane yokmu? Behalil (behlül olarak ifade olunan) bir tayfadır. O behlülün sözü şu ki, bu caminin direkleri insandır, oğullarımdır der ve oranın ahalisi de, güler. Şeyhi görünce gel bakalım bu caminin direkleri insan değilmi? Diye sorar, Hazreti Şıh da evet insandır deyince ha, işte benim gibi daha bir divane der. Çünkü insan olmazsa cami dururmu? Hazreti Şıh ile camiye girdiler. Bu behlül namaza durdu yatır kalkar, yatır kalkar. Hazreti Şıh dedi;. Yahu böyle namaz olurmu? Behlül dedi. Napayım, yatırır kaldırır, yine yatırır kaldırır öyle yapar dedi. Ey Niyazi katremiz deryaya saldık biz bugün Katre nice anlasın umman olan anlar bizi Halkı koyup lâmekân ilinde menzil tutalı Mısriyâ şol canlara cânân olan anlar bizi --------------------------------------------------------(160) Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı Ben beni terk eyledim bildim ki ağyâr kalmadı Cümle eşyada görürdüm hâr var gülzâr yok Hep gülistan oldu âlem şimdi hiç hâr kalmadı Bu ne demektir ki, cümle eşyada ben halkı âlemi fena/kötü görürdüm. Şimdi ise fenafillâh olunca her gördüğüm hep Gülizar/gülbahçesi oldu. Yani güzel görülür ve lezzet alınır oldu. Şimdi hiç fena/kötü görmem. Gece gündüz zâr u efgan eyleyip inlerdi dil Bilmezem n’oldu kesildi âh ile zâr kalmadı


Benim gönlüm gece gündüz ahu efgan ederdi (ağlayıp inlerdi). Çünkü bazı makam kabız verir ve doğuş sohbet az olur. Bazı makam basit verir ki, doğuş sohbet akıcı olur. Makamı cem kabız verir. Çünkü kesret batındır. Makamı hazretülcem'e geçince mümbasit (genişlik, şenlik) olur. Zira basit (ferahlık) makamıdır. Çünkü kesret zahirdir. Ahu efganı münkati olur/kesilir. Gitti kesret geldi vahdet oldu halvet dost ile Hep Hak oldu cümle âlem şehr ü bâzâr kalmadı Gitti kesret, yani kesret batın oldu. Geldi vahdet, yani vahdet zahir oldu. Ki makamı cemde kesret batın vahdet zahirdir. Dost ile halvet cemde olur. Tabii ki halvetiyede halvet diye tesmiye olunduğu/isimlendirilmesi, bundan ötürüdür. Halvet severler idi. Yani Hak ile olurlar idi. Halk ile olmazlardı. Amma bu halvetiler değildir. Din diyanet âdet ü şöhret kamu vardı yele Ey Niyazi n’oldu sende kayd-ı dindâr kalmadı Yani mabudu/ibadet edilen Allah’ı tevhit ettikten sonra din ve diyanetin ne faidesi vardır. İşte Mısri efendinin nisbet valık kaydı olan dindarlık kalmadı demesi, rabbin gayrısı olan kayıtlardan arınarak, mabuda vasıl oldu (Allah’a kavuştu) demektir. ----------------------------------------------------------------------------------(161) Can yine bülbül oldu Hâr açılıp gül oldu Göz kulak oldu her yer Her ne ki var ol oldu Oynadı çün narı aşk Kaynadı ebhar-ı aşk Her yanaye çağlayıp Aktı gözüm sel oldu Gönül o bahre daldı Dilim tutuldu kaldı Girdim anın zikrine Azalarım dil oldu


Ferhat bugün ben oldum Varlık dağını deldim Şirinime varmağa Her cânibim yol oldu Geç ak ile karadan Halkı bırak aradan Niyazi dön buradan Durma sana gel oldu -----------------------------------------------------------------------------(162) Gönülleri duruldur Erenlerin halveti Ölüleri diriltir Erenlerin halveti Halvetten murad, dört duvar arasında olan halvet değildir. Cilvette halvet, yani kesrette/çoklukta vahdeti/bir’i bulmaktır. Makamı cem, erenlerin halvetidir. Makamı cem Hazreti İsa’nın makamı idi. Bu makam ölüleri diriltir. Kaalallahutaala (Maide suresi Ayet 32) (Min ecli zalike ketebna ala beni İsraile ennehu men katelehü nefsen bigayri nefsin evfesadin fil ardi Fekeennema katelennase cemian vemen ahyaha fekennema ahyennase cemia. Velekad caethüm rusuluna bilbeyyinatı sümme inne kesiren minhüm bade zalike fil ardile müsrifun / Yani; biz beni israile tevratta yazdık. Kimki birini nahak yere öldürürse keenne cemi nası (tüm insanları) öldürmüş gibi günah yazılır. Kim ki birini diriltirse, keenne cemi nası (tüm insanları) diriltmiş gibi sevaba nail olur. Bu ayetin tefsirinde/yorumunda Hz. Resulullah buyurmuştur; Kimki birini cehil meselesi ile öldürür, keenne cemi nası öldürmüş gibi günahkâr olur. Kimki birini bir tevhit meselesi ile ihya ederse, cemi nası ihya etmiş (diriltmiş) kadar sevapkâr olur. Yani biri diğerini tariki Hak’tan/doğru yoldan aldatıp yanlış kötü yollara yönlendirirse, tüm insanları öldürmüş gibi günahkâr olur. Birini tariki Hak’tan/doğru yoldan çıkmış görüpte ona bir tevhit meselesi öğretip, yola kor ve ölmüş kalbini o meselenin ilmi ile ihya eder ise/diriltirse, cemi nası/tüm insanları ihya etmiş/diriltmiş gibi sevap verilir. Yaka yaka kül eder Her dikeni gül eder


Hak’tan yana yol eder Erenlerin halveti Sıtk ile giren kişi Ah u zâr olur işi Gözden akıdır yaşı Eerenlerin halveti Duygurur ol illeri Tez geçirir belleri Yakın eder yolları Erenlerin halveti İçine bir od salar Nefsin sıfatın yakar Canın gözün açar Erenlerin halvetl Seni sana bildirir Ağlar iken güldürür İrfan ile doldurur Erenlerin halvetl Niyazi sen var yürü Sanma anı zahiri İçeriden içeri Erenlerin halveti Ey Niyazi, erenlerin halvetini zahiri zannetme. Yani dört duvar arasında tenhada yapılır sanma. Yani Erenlerin halveti tevhid keşfi irfanıyla olup içeriden içeridir. ----------------------------------------------------------------------------------------(163) Eylesin Allah Çok tahiyyatı Ana kim verdi İlm-i gayatı Yani tehiyyattan/dua ve selamdan murad tazimdir/yüceltmektir. İlmin cuziyatı/zuhurundaki sayısı hasabiyle gayeti/nihayeti, sonu, sınırı yoktur. Makamat hasebiyle gayeti/nihayeti vardır ki, bu yedi


tevhid makamdır. Üçü terakki/yükselme makamı, üçü tedenni yani nüzul/iniş makamıdır. Terakki makamatı olan tevhidi efal, tevhidi sıfat, tevhidi zat. Tedenni makamatı olan cem, hazretül cem, mec'ül cem. Bir de ahadiyet ki, o makam Resulullaha mahsustur. Tevhidi zatta insan kâmil olur. Tevhidi efalde insan nakıs olur. Tevhidi sıfatta dahi insan nakıstır. Zata vasıl olunca kemâl bulup, insanı kâmil olur. Gizli sultandır Sırr-ı subhan’dır Mürşid-i candır Hep makalâtı Kutb-ı halâyık Bahr-ı hakayık Ferd-i câmidir Hep makamâtı Nokta-i kübrâ Göremez âmâ Gizlidir zirâ Cümleden zâtı Kalbini keşşaf Eylemiş şeffaf Görünür anda Hep beriyyâtı Hubbu canımda Sırrı zâtımda Savar üstümde Her beliyyâtı Ey nice canlar Yanını bekler Bulmadık derler Bunda Iezzâtı Neylesin tâlim Olamaz teslim Ya nice bulsun Ol kemalatı


Mâyenin zevkin Alamaz şol kim Şeyhi Hak bilmez Yok riayâtı Arayıp bulan Kulluğun kılan Telkinin alan Buldu hâlâtı Şehri Elmalı Canda bulmalı Ümmi Sinan’dır Şöhret-i zatı Şeyhini Hak bil Ey Niyazi kim Pir yüzündendir Hak hidâyâtı -------------------------------------------------------------------------------(164) Sana âşık olan diller Niderler hûr u gılmanı Cemalin seyreden gözler Niderler bağ-ı Rıdvanı Şarab-ı aşk ile sekran Olup her birisi mestan Visalin gülüne hayran Olan neyler gülistanı Koyanlar akl u idrâki Olur mu kimseden bâki Yakıp bu sine-i çâki Düşer ateşlere canı Bu nârı aşka yananlar Bihar-ı şevke dalanlar Gözünden yaş ile kanlar Akan bilmezmisin Hân’ı Niyazi kaldı hayrette Yanar dil nâr-ı firkatte


Düşen bu dâr-ı gurbette Dün ü gün eyler efganı Biz âlemi ervahtan/ruhlar âleminden bu yeryüzü âlemine gurbete çıktık, burada gurbetteyiz. Vatanımız için ahu efgan ederiz/ağlayıp inleriz. Anın çün hazreti Resullullah hadisi şerifinde buyurmuştur. (Hubbul vatan minel iman / Vatan sevgisi imandandır) Yani kişi vatanı asliyesi olan âlemi ervaha muhabbet etmek imanına delalet eder. Yani kişinin asıl vatanına muhabbeti imanından gelir. -------------------------------------------------------------------(165) Ey gönül gûş eyle gel âşıkların güftarını Nicedir gör dost ile yanıkların bâzârını Ey gönül demek, kalbe hitaptır. Çünkü insanda beş şey vardır; 1 - Nefs, 2 - Ruh, 3 - Hafi, 4 - Kalp, 5 - ,Sır. Nefsin işi kesret/çokluk ve her şeye alâkadır. Yani nefs herşeye muhabbet ederek ilgilenir. Ulvi/yüce olsun, resul, kitap, mürşit vesair. Bunlara mümasil/bu gibi olan ve ister süfli/adi olsun, menhiyat/din yasakları gibi. Ruhun işi ise vahdettir (Bir’le bir olmaktır). Ruh’un Hak’tan gayriye teveccühü/yönelmesi yoktur. Hafi; şeriata nazırdır/bakar. Yani ahkâmı şeriatı gözler. Kalbin işi ise berzahtır. Yani kesret ile vahdet beyninde/arasında berzahtır. Yani kesret ile vahdete camidir/kesreti ve vahdeti toplayıcı müşahededir. Anınçün hadisi kutside varit oldu. (Ma veseani ardi vela semai velâkin yeseani kabli abdil mü- min / Yani yere göğe sığmam, Mü-min kulumun kalbine sığarım). Çünkü kalp, vahdet ile kesreti camidir/toplayandır. Sır, ehadiyete nazırdır/tekliği gözetmektir. Yani sırrın işi ahadiyete nezarettir/gözetimdir. Dost belası sehmine üryan edüp sinelerin Sonra ol yarelerin istediler dermânını


Derdine derman verüptür yine ol yarelerin Anın içün arttırır âşıkların efganını Aşk odu şöyle yakuptur cism ü cânın anların Kül edüp savurdular cümle vücud harmanını Vasl-ı Hakk’ı isteyen cân u cihanı terk eder Aşk meydanında ol dikdi anın dârını Yani can ve cihanı terk etmek; öyle bir köşede veyahut halvette tenhada kenarda oturmak ve bir işe karışmamak ile olur demek değildir. Terki can ve cihanı, yani tüm variyetin Hakk’ın olduğuna vakıf olmaktır. Kişi buna arif oldumu Hakk’a vasıl oldu demektir. Saki-i bezm-i elest peymanesin içenleri Gör ki nice keşfederler sırr-ı Hak astarını Yani bezmi elest sakisi, mürşitlerdir. Çünkü Hazreti Âdemin balçığı için toprağı beyti şerifin yerinden alıp Cebrail, İsrafil, Mikail, Azrail. Bu dördü kalıbını yaptı. Şu kadar vakit öyle durdu. Ruh nef olunmazdan evvel veyahut sonra zürriyeti/tüm Âdemoğlu nesli arkasından çıkarıldı. Bu latif suretle velâkin yeryüzü olan imtihan âleminde Âdemoğlu dört saf oldu. Birinci saf enbiya, ikinci saf evliya, üçüncü saf mümin, dördüncü saf eşkiya. Bu yeryüzünde Saf-ı enbiyadan ruhi azam tarafından (elestü birabbiküm / rabbiniz değimliyim. (Araf-172) nidası geldi. Bu nidayı saf-ı evliyadan gayrısı işitmedi. Sonra saf-ı evliyadan gavsül azam tarafından ‘elestübirabbiküm’ nidası tecelli etti. Bu nidayı saf-ı mümin işitti. Saf-ı eşkiya işitmedi. Fakat cümlesi/tümü birden bela/evet, dedi. Anın için bezmi elest sakisi mürşitlerdir. İşte elestü bezminin şerbetini nûş edenler yüzlerinden keşf ederler. (Ruhlar âleminde yapılan ahidleşmenin tekrarı kâmil mürşidin irşadında zahir olduğundan, kâmilin meclisine elest bezmi meyhanesi denilmiştir. Ve bu meyhanenin ilâhi aşk içkisini irşadıyla sunup dağıtan zamanın Kâmil mürşidine saki denilir. Ki o sakinin irşadı içkisinden içenler, tevhid makamları keşfi irfanıyla rabbini müşahede ederek, elest bezmi ikrarını bu âlemde tekraren verirler. Allahu âlem)


Binişanın menzilin Kaf-ı ademden izleyip Ey Niyazi böyle bulmuş bulan o cânânını Hakk’ın menzilini kafı Âdemden izle. Yani kâmil mürşitten izle. Ol mahbubu/sevgiliyi bulan böyle bulmuştur. Kaf, dünyadadır. Velâkin gidilmez, görülmez. Oraya ehlullahtan gayrı kimse gidemez. Kâmil Mürşit dahi öyledir, kolayca bulunmaz ve bilinmez. --------------------------------------------------------------------------------------(166) Dilberâ gamzen oku içim dolu kan eyledi Şol siyah zülfün teli aklım perişan eyledi Siyah zülfünden murad, cemali ilahidir. Yani cemali ilahi, aklımı perişan eyledi. Yani aklı kâmil sahibi olan daima cemali ilahiyeyi müşahade eder. Kaalallahütaala (İnne fi halkissemavati vel ardı vahtila filleyli vennehari leayatin liulil elbab / Yani biz yerleri ve göğleri halk ettik. Ve gece, gündüzün ihtilafını halkettik. Aklı kâmil ashabına alamet için(Ali imran-190). O aklı kâmil ashabı kimdir? Kaalallahutaala (Ellezine yezkürunellahe kıyamen ve kuuden ve ala cünubihim ve yetefekkerune fi halkissemavati vel ardı rabbena ma halakte haza batılen sübhaneke fekına azabennar / Aklı kâmil o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah'ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: "Ey Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Şanın yücedir senin. Ateş azabından koru bizi." (Ali İmran-191) Yani aklı kâmil ashabı şol kimselerdir ki, ayaküstünde ve otururken ve yatar iken daima Hakkı zikir ederler. Velâkin zikri kalbiye ile zikri cehri ile zikri daimi olmaz ve kalp zakir olmaz. Ehli tarik derler ki, zikri cehri ile de kalp uyanır, velâkin bunun aslı yoktur. Zikri daimi, zikri kalbi ile olur, zaten vücud zakirdir. Zikir bir kerre saat gibi kuruldumu bir daha durmaz. Yani mürşidin önüne oturup ve mürşit bir kerre zikri kurdumu bir dahi durmaz. Çünkü Hazreti Resulullah buyurmuştur. Cenabı Hak, iki nimeti bir kerre verdimi bir daha geri almaz. Biri zikri daimi, bir kerre kurdumu bir daha cenabı Haktaala hazretleri anı durdurmaz. Biri de, hicabı /perdeyi ref ettimi/kaldırdımı bir daha hicaplamaz/örtmez. Her kimin şehrine uğradıysa aşkın askeri


Hep imaratın anın bir demde viran eyledi Bir âşık, bir memlekete geldimi o şehrin ahalisinde olan variyet davasını refeder/kaldırır. Yani kendinin ve cümle âlemin varlığının cenabı Hakkın variyeti olduğuna vukuf ettirip, kendi nisbet variyetleri viran olur. Türlü türlü fitneler saçından oldu aşikâr Halk-ı âlem sandılar kim anı şeytan eyledi Hazreti Musa, firavuna gönderildi. Onunla bu kadar uğraştı. Firavun gark olduktan sonra hazreti Musa, tur dağında iken kavmi samirinin yaptığı buzağıya taptı. Hazreti Musa gelip kavmının buzağıya taptığını görünce (…İnhiye illa fitnetüke / Fitne/imtihan sendendir…(Araf-155) Dedi. Çünkü şeytan da bir kuldur. Ne yapar ise Haktaalanın kudreti ile yapar. Hatt u cemalin iki böldü bu cihanın halkını Birini kâfir birini ehl-i iman eyledi Cemalin cihan halkını ikiye böldü ki, biri mümin, biri kâfir. Bu daha ezeldedir. Yani cenabı Hak, feyzi akdesten tecelli etti. Herkese istidadını verdiği zaman, ona kaza tabir olunur. Çünkü cenabı Hak, malûmatı bilirdi. Daha ilimde kimisine cennet, kimisine cehennem istidadı verdi. Sonra bu âlem vücuda geldi. Kader ile istidadı her ne iktiza ederse/gerekirse zuhur etti. Zira kâfire küfür istidadı verildi. Daha cenabı Hakk’ın feyzi aktesle tecellisinden sonra onlardan, istidatlarının iktizası/gereği olan efal/işler zuhur etti. Yoksa abdın ihtiyari yoktur. Ki cenabı Hak, (Verabbüke yahluku mayeşaü ve yehtarü ma kane lehümül hıyeretü subhanallahu vetaala amma yüşrikün / Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir. (Kasas-68) buyurdu ve rabbimiz kendisinin muhtar olduğunu söyledi. Bu halde bir sual varit oldu. Ya azap ne içindir? Kaalallahütaala(Vema zalemuna velâkin kanu enfüsehüm yezlimun / Yani onlar bize zulmü isnat etmesinler. Velâkin onların nefisleri zulüm eder. (Nahl-118) Çünkü Haktaala adildir. Her halde adalet ile muamele eder. Zira eğerki bir iğne deliği kadar yerden cennet kokusu cehennem içine girse, bütün ehli cehennem telef olur. Şimdi böyle ise, cennete konurmu? Pislik


böceğini gül yağına koysan derhal telef olur. Onların halkiyeti onun (pislik) üzeredir. Şimdi kayısı desin ki yarabbi, niçin beni sarı ve toparlak halkettin. Sair meyvalar gibi kırmızı ve mavi ve uzun halketmedin. Ona Cevap verilir ki; Sen kayısısın, kayısı ise böyle sarı ve toparlak olur. Bunun misali budur. Gizli sırrından haber verdikçe uşşakın dili Abid ü zahidlerin aklını hayran eyledi Gör ne gayrettir ki sırr-ı vahdeti seyretmeğe Cem ü tafsili o gayret kul ve sultan eyledi Kudretin insanı mazhar kıldığı çün zâtına Yüzünün nakşını hep âyat-ı Kur’ân eyledi Ortancı beyitte, cemden murad, makamı, cemdir. Tafsilden murad, makamı hazretülcemdir. Üçüncü beyitte Kur’andan murad, zat, yani kudretin insanı zatına mazhar kıldığı için, insan nurunun nakşını zatının alameti eyledin. Çünkü kulak, cenabı Hakkın seminin/işitmesinin sureti ve alameti, göz dahi cenabı Hakkın basirinin/görmesinin alametidir keza ve keza (bunlar gibi diğer azalarda böyledir). Örttü bu bâzâr-ı kesret gözlerin halkın veli Arif olan cümle yüzden seni seyran eyledi Bu pazar kesreti/kalabalığı, halkın gözlerini örttü. Çünkü Hakkın zuhuru kesreti/çokluğu süveriye/suretler iledir. Haktaala, herbir suret ile zahir olur. Hatta âlemi ahirette de Hakk’ı ruyet/görme, suretledir. Allah Mutlak olarak görülmez, Anın için mutezile/mezhebi ahirette ruyetullahı/Allahı görmeyi inkâr eder. Zira ruyet pek uzak olmasın, pek te yakın olmasın mukabil olsun ister Bunda ise Hakkın bir cihetle kaydolması iktiza eder. (Zira bir şey çok uzak olduğunda görülmediği gibi, çok yakın olursa da görülmez. Bir şey ancak karşı karşıya olunursa görülür. Bu ise Hakk’ın bir tarafla kayıt olmasını icabeder). Bunun için güya Hakkı kaydetmemek için mutezile görüşünde olanlar ruyetullahı/Allahı görmeyi inkâr ederler.


İşte Haktaala, âlemi ahirette suretle görülecektir. Hatta iptida/evvela suretle zahir olup enerabbüküm / ben rabbinizim diye hitabedecek, ruhlar âleminde Elestübirabbiküm / rabbiniz değilmiyim dediği gibi. Arifibillâh olanlar bela/evet diyecekler. Mahcuplar (Hak’tan perdeli olanlar) ise neuzübillah, diyerek inkâr edecekler. Sonra cenabı Hak bir suretle zahir olacak ki, dünyada o mahcuplar/perdeliler Hakkı o suretle zan ile bilirler İdi meselâ, Rezzak yahut Gaffar gibi. Ol vakit ehli hicap/perdeliler ikrar edecekler ve secdeye varacaklar. Velâkin secdeye takâtı olmıyacaktır/Fakat secde etmeye güçleri yetmeyecektir. Evvela nuri Muhammedi halkolundu. Andan nefsikül halkolunup cenabı Hak hitabetti. (Ekbilni / beni kabul et) nefsikülde ayni ile (Ekbilni) dedi. Sonra çok müddet andan hitap kat olundu. Yine (Ekbilni) buyurdu. Nefsikülde (Kabulte / seni kabul ettim) dedi. İşte arifibillâh ise bu hitabı dünyada ikrar ettiği gibi, ahirette de Hakkı her yüzden seyredüp ikrar edecektir. Bu ne kudret bu ne san’at bu ne hikmettir görün Zerreyi kevn katreyi deryâ-yı umman eyledi Kim ki bu sırdan haberdar oldu âriftir özü Kurtulup hayvan adından kendin insan eyledi Cümle esmâ ve sıfatındır görünen gayrı yok Her birin bir vechile hûb zâtın ilân eyledi Gayri yok demek (Tecelli bizate) Yani cenabı Hak zatıyle tecelli etti. (Ve tecellihi bisıfatihi) Yani cenabi Hak sıfatı ile ziynetlendi. (Ve ihatai Biesmaihi) Yani Allahu tala esması/isimleri ile cemi avalemi/tüm âlemleri ihata etti/kuşattı. (Ve zuhuri bi efalihi) Yani Cenabı Hak efali ile zahir oldu. Yani görünen suver/suretler ve mevcudat, cenabı Hakkın efali ve zuhurudur/açığa çıkmasıdır. Lâl-i cânân olalıdan ey Niyazi meşrebin Sözlerin uşşak içinde âb-ı hayvan eyledi Yani ehlullah sözü abı hayattır//ölümsüzlük suyudur. Yani ehlullah insana hayati ebediye verir, demektir. ----------------------------------------------------------------


(167) Talib i Hakk’ın devasız dertdürür sermayesi Ânın içün âh u zâr olur hemin hem-sayesi Âşıkın mâşuk yolunda derdi arttıkça müdam Artar anın dembedem akran işinde pâyesi Tâatın ihlasa ermez ilm ile âmal ile İzzeti ko zilleti tut oldur onun mâyesi İlim ile amel ile taatın ihlâsı bulunmaz/ilim ile amel ile Allah’a ihlâs ile itaat etmek, bulunmaz. İzzeti ko azizliği bırak, nisbet variyetini terk et. Yani variyet Hakkın olduğuna vakıf ol. Zira kulun variyeti seyidindir (kölenin varlığı efendisinindir). Kulluk ise üçtür; 1 - İbadet, 2 -Ubudiye, 3 - Ubudet. İbadet: Nefsi için, yani nefsinin seyften halâsı (Şeriat kanunu/kılıcı korkusuyla nefsinin kurtuluşu) için. Ve ahirette nefsinin kezalik cehennem azabından halâsı/kurtuluşu için edilene/yapılana, ibadet tabir olunur. Bu avamın ibadetidir. Ubudiye: Kezalik bunun gibi ibadeti nefsinden/kendinden görüp, ancak Haktaala rizası için olursa, ona ubudiye tabir olunur. Bu ebrarın (hayırlıların, iyilerin) ibadetidir. Ubudet: İhlâsı Hak’tan görüp yani abit mabut Hak’tır. Bu havasın ibadetidir (variyeti ve ibadeti Hakka nisbet ederek ihlâs ile yapmaktır. Bunda ibadet eden de ibadet edilen de Hak’tır ve bu seçkinlerin ibadetidir). Velhasıl ibadet, taat, ilim, amel ile olmaz. Belki tevhit keşfi irfanı ile olur. Arz-ı vâsi ister isen kâmilin gir kabzına Arş u Kürsi’den geniştir bir velinin âyesi Kâmilin kabzı; arza vasidir (Kâmilin tasarrufu arzı kuşatır). Yani bu âlemde mütesarrıf olan «GAVS'tır. Çünkü Gavs Hakkın halifesidir. Müstehlif te bulunan evsaf, halife de bulunur/Öncekinde bulunan vasıflar, öncekini temsil eden halifede bulunur).


Aye: Avuç içi manasınadır. Yani arş kürsü bütün âlem Gavs'ın avucunda bir hardal danesi kadardır. Ömer İbni Karis zamanında İbrahim cabiri var idi. Irak taraflarında idi. Birgün kapısı önünde otururken; bir atlı yel gibi süratle geçer gördü, dur yahu nereye gidiyorsun dedi. O da İbni Karis âlemi ahirete intikal edecek cenazesinde bulunmağa gidiyorum, dedi. O da ben dahi geleyim beraber giderim dedi. Birlikte tayyi mekânla değil idi (Gidilecek yere birden bire kerametle gitmek şeklinde değildi). Velhasıl Mısıra geldiler. İbrahim Cabiri Hz. İbni Karise sual etti. Çok ehlullaha sordum; cevap alamadım. Hakkın cemi mahlûkatını ihata eder/kuşatır bir şey varmıdır? Bu müşküle cevap alamadım. İbni Karis Hz. buyurdu: (İhatatü tuhittune / yani kümilin ihataları hakkın ihatasıdır). Ve şimdi sen onlardansın, çünkü kâmillerin variyetleri yoktur, onların variyeti Hakkın variyetidir. İşte Gavs bütün âlemi muhittir. Yani Gavs bütün âlemi ihata edicidir (kuşatıcıdır). Arifin gönlünü bilmez kandedir halk-ı cihân Ol ki Anka’dır yere düşmez bil anın sayesi Yani eşya üç nevidir/türlüdür. Anka ise üç neviden bir nevidir ki ismi var, lâkin cismi görülmemiştir. Kim ki mazağal-basar sultanının tıflı ola Mısri’yâ şol feyz-i akdes nuru oldu dâyesi Kalallahu taala : (Mazagal basara vema taga / Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı. Necm-17) Yani Hz. Resulun gözü, kulağı, aklı hayali velhasıl herbir aza va cevarihi/organlarını (miracında sağa sola) çevirmezdi. Evladı Muhammed üç kısımdır: Biri evladı suveri, yani nesli resulden gelen İmam Hasan ve imamı Hüseyin RA. anhüma gibi. Ve Hz. Resulun erkek evladı var ise de kendinden evvel vefaat etti. Fakat nebilerin kızdan olan nesli de hasebe sayılır. Sair halk gibi erkek tarafından olanlar yalnız hasebe sayılmaz. Hz. Fatımanın evladından olan evlatta kıyamete kadar evladı resul, yani Hazreti Resulun evladı suveriyesi sayılır. (Peygamberlerin kızı neslini devam ettirir. Diğer Halkın erkek tarafından neslin devam etmesi gibi değildir. Hz. Fatma’nın evladından olanlar da kıyamete kadar suret yönüyle Resul evladı sayılır)


Biri de hem evladı süveri ve hem de manevi, yani tevhidi rüyada veyahut beyzada/yakazada bizzat hazreti Resulden almış veyahut bizzat hazreti Resulden ahzedenden/alandan almış ola. Bu hem suret evladı, hemde manevi evladı olur. Kutup ve gavs, bu takımdan gelir. Biri de nesli resulden olmayıp tevhidi bizzat Resuulllahtan almış veyahut bizzat Resulullahtan ahzedenden/alandan almış, ona yalnız evladı manevi derler. İşte evladı resulun biri evladı suveri ve biri evladı suveri ve manevi, biri de yalnız manevidir. Ya bunların gayrısı nedir? Evet, tevhidin en edna/düşük mertebesi tevhidi lafzı (söz, laf tevhididir), yani lailahe illallah kelimesini sözle takrir/ikrar etmektir. O da evladı resulden mahduttur/sınırlıdır. İşte kimki Hazreti Resulun (Mazagal basar / gözü kayıp şaşmayan) sultanının evladı olursa, feyzi akdes yani ezel feyzinin kaza feyzinin nuru, onun dayesi (koruyucusu ) olur. -----------------------------------------------------------------------(168) Kıldan ince ve kılıçtan keskin o şahın yolu Her kemâl ehli kapusunda anın edna kulu Hazreti Resulun yolu, kıldan ince kılıçtan keskindir. Her kemal ehli, onun kapısında edna (aciz) bir kuldur. Mısırda kibar ehlullahtan İbrahim Hanefi var idi. İbni Karisten sonra geldi. İbrahim hanefiye dediler ki, İbni Karis senin asrında geleydi ne olurdu? İbrahim Hanefi buyurdu. Benim kapımda olurdu. Bu ne gibidir? Bir kerre hazreti Resulullah ömer radıyallahu taala anhanın hanesine bağdeten girdi. Çünkü akrabalığı vardı. Olmasa da Hazreti Resul'e perde yok idi. Cümlesinin babasıdır. Hazreti Ömerin elinde bir kitap gördü. Ve Nedir o kitap ya Ömer? Dedi. Hazreti Ömer dahi, tevrat ya resullullah buyurdu. Ol vakit Hazreti Re sulullah buyurdu. (Lev kanel Musa hayyen la yesa illettebeani, buyurdu. Yani, Eğer ki hazreti Musa şimdi hay olsa, onu bir yer sığmaz illa bana tabi olur) demektir. İşte İbrahim hanefinin sözü dahi bunun gibidir. Çünkü ol vaktın ehlullahı İbrahim hanefi idi. Bütün kibar veliler ana tabi idi. Yoksa İbni Karisin kemali andan daha ziyade idi. Okları kavs-i kazanın kuvvetince yol alır Butesine kalb-i sultandan geçer okun yolu


Çün mukaddem Fakrü fakri dedi sultan-ı rüsûl Ya aceb mi fahri zülli diye bu âhır veli Hazreti Resulullah (El fakrü fahri buyurdu. Yani fakirlik benim iftiharımdır) dedi. Amma bu fakirlik mal fakirliği değil, fakrü hakikidir. Fakrı süveri/sureta fakirlik değil, yani kendine nisbet ettiği variyeti yok olan fakirliktir. Efalini, sıfatını, vücudunu Hakka verendir ki, bunlar zaten Hakkındır. Amma Hakkın olduğuna vakıf olmaktır, demektir. Ferha terha iki deryâ mecmeu’l bahreyn olan Taht-ı ekdam-ı erazil Arş-ı Rahman menzili Ferha, sofrada kalan ekmeğin en ufak hırdası/kırıntısı, terha, bezin en ince parçası. Ufak ufak demektir. Mecmualbahreyn, zahirde akdeniz ile Nil'in karıştığı reşit/kemâl iskelesidir. Çünkü hazreti Musa, Hızıra orada mülaki oldu/buluşup kavuştu. Beraberinde götürdükleri pişik balık, orada gayıp oldu. Halbûki balığın bir yanı yanmış idi. Sonra Hazreti Musa arkadaşı Yuşa aleyhisselamdan balığı aradı. Zembilden kayıp olduğunu görünce Hızır aleyhisselam ile balığın kayıp olduğu yerde mülakat edeceğine/buluşup görüşeceğine işareti ilahiye var idi. Ve Yoldan döndüler. Balığın kayıp olduğu yerde Hızıra mülaki oldu/kavuştu. Hatta şimdi bile reşit/kemâl iskelesinde çıkan balıkların bir tarafları yanık kemikleri görünüyor. Bir tarafının pişik olduğu anlaşılır. İşte zahiri budur. Hakikatta macmual Bahreyn/iki denizin birleştiği yer, bahrıvücup ve bahrı imkân beyn huma berzah bir çizgidir/vacip denizi ve imkân denizi arasında saadetli bir çizgidir. Hatta mecmualbahreynin pergelle suretini yaparlar. Şöyle ki, iki kavis orta yerinden bir çizgi, bir tarafına kavsı vücup, bir tarafına kavsı imkân yazarlar. Kavsı vücube fatihayı şerifin nısfını/yarısını ve kavsı imkane nısfı/yarısı diğerini tahrir ederler/yazarlar. Arifin bir himmeti var ana arş olmaz makam Sidre vü Tûba gözetmez kâmilin can u dili Akılin mizan-ı aklı maverasın almadı Aşıkın âkıller içre adı mülhid ya deli


İlmi makul âlimlerinin mizane aklı aklının maverasını almaz, ulumu akliyedendir. (Akla dayanan ilim âlimlerinin akli ölçüleri, akıl ötesini anlamaz, onların ilmi aklidir). Mesela; Mantık (akla kurallarla yol gösteren ilimdir), adap (edepler, ahlâk kuralları ilmidir). Ve Bunlara mümasil/bunlar gibi olan akliyata dair ilimlerdir. Bunlar ilahiyeyi/Allah’ı öğretmek için bir alettir/araçtır. Yani akıllılar tarafından lisanı arabiyeye aşina olmak/Arapça bilmek ve o lisan ile ilmi ilahiyeyi vakıf olmak için yapılmıştır. Asıl ilim üç kısımdır; 1- İlmi şeriat, 2 - İlmi tarikat, 3 - ilmi hakikat. Şu halde ilmi arabiyeyi tahsil eden acemlikten çıkıp arab oldu henüz. Hani ilmi ilahiye? (Yani akıllıar Arapça öğrenmek Allah’a ait ilimlere vakıf olmak içindir derler. Ki Asıl ilim üç kısımdır; 1- İlmi şeriat, 2- İlmi tarikat, 3- İlmi hakikat. Arapçayı öğrenen kişi acemliğinin yanında ancak Arapça konuşur Arapça münasebet kurar, Arapçanın ona başka faydası olmaz. Hani nerede kaldı asıl öğrenilmesi icap eden Allah’a ait şeriat, tarikat ve hakikat ilimlerini öğrenmek, sırlarına vakıf olmak? Bu itibarla mantık, edep, Arapça gibi akli ilimleri öğrenmekle Allah bilinmez, Allah’a arif olunmaz)? Ulumi akliye/akli ilim sahipleri eğer âşıklar içinde bulunsa, âşıkların sözleri onun aklına mutabık/uygun olmadığından onlara ya mülhit (dinsiz, dinden çıkmış) yani bozuk der. Yahut deli yani divane der, demektir. Zerre zerre kıldı Mısrinin vücudunu kaza Katre katre kıldı zâtını anın aşkın yeli Zerre zerre demek, iptida/önce efalini fena eder. Sonra sıfatını fena eder. Sonra zatını yani vücudunu fena eder demektir. -----------------------------------------------------------------------------------------(169) Hamdüllillah haps-ı zından ehl-i hâlin hırfeti Fakr u zillet derd ü mihnet ol güruhun izzeti


Haps-i cism ü nefs eden canın eder elbet halâs Halvetinruşen eder envar-ı Hakk’ın celveti Ehli dünyanın hapsi, hapishanelerdir. Ehlullahın hapsi ise, ağyardır (yârdan/ilâhi sevgiliden ayrı kalmasıdır). Makamı cilvet, makamı ruh vardır. Ki ruh makamı hakikat, yani makamı cem olup bu makamda vahdet zahir kesret batındır. Makamı halvet ise makamı nefs, makamı şeriat, yani makamı hazretül cemdir. Bu makamda Vahdet batın kesret zahir olur. Velhasıl makamı şeriatı Ruşen eden/parlatan makamı hakikattır. Zulmet içre teşne diller âb-ı hayvana gider Kıllet içre sabr ile çok kimse buldu devleti Gönlü susuz olanlar, abı hayata (Ebedi dirilik, ölümsüzlük suyuna) koşar. Abı hayattan murad, tevhittir. Yani tevhidi bulan, devleti bulur dünya ve ahiret. Çünkü ahiret devletini bulan, dünyaya behemahal (ister istemez) hizmet eder. Anı da muhayyer olur Gazban hizmet ettirir. (ahiret devletini bulmakta ahirete hizmet etmekte kul muhayyerdir/serbesttir. Mesela kul Allah’a ister ibadet eder, isterse etmez. Fakat dünya kendine mecburen hizmet ettirir. Meselâ; acıktıkmı yemek, susadıkmı su, hastalunca şifayı mecburen aramak gibi). Halk-ı âlem kabza-i kudrette biçün ü çerâ Hak kazasına rıza ver bula kalbin vus’ati Halkı âlem, kudreti ilahiyyenin kabzesindedir (tasarrufundadır). Ve Hakkın efalinden/işlerinden sual olunmaz. Çünkü Hakkın kazasına rıza verenin (gösterenin) kalbi vusat/genişlik bulur. Çünkü Hz. Resulullah buyurur. (La mani li kazaike vela maniliataike, yani hakkın kazasına ve atasına/hediyesine hiç mani yoktur). İzzet-i ukbâya zillettir Niyazi çün tarik Nefha-i Rahman’a bu yoldan edegör sür'ati


Nefhayi, nefesini dışarı vermektir. Nefha, nefesin dışarı verilmesinden hâsıl olan istirahattir (Ve nefahtü fihi min ruhi / kendi ruhumdan üfledim Hicr-29) Ruh istırahat manasınadır. İnsan nefesini içeri alır sonra o nefesi dışarı vermesi ona hayat verir. Hatta o nefes dışarı verilmezse kişi derhal vefat eder. Anın için insan vefat ederken, nefesi içeri alır o nefes içeride hapsolur dışarı veremez ve vefat eder. (170) Hamr-ı rûy-i yâr ile sekran olan anlar bizi Katresin bahr eyleyip umman olan anlar bizi Cahil anlamaz zevil-irfan olan anlar bizi Vakıf-ı esrar olup hayran olan anlar bizi Anlamaz hayvan olan insan olan anlar bizi İnsan üç kısımdır; 1- İnsani hayvan, yani tevhide kadem/ayak basmayan, cahil insan. 2- İnsani nakıs: tevhidi efal ve tevhidi sıfat görüpte zata vasıl olmayan. 3- İnsanı kâmil; tevhidi zata vasıl olandır. Halkın artık eksiğine keylimiz yoktur bizim Kimseye tânetmeye hiç dilimiz yoktur bizim Lâ mekândan gelmişiz bir ilimiz yoktur bizim Bu fena gülizâra hergiz meylimiz yoktur bizim Her seher bülbül gibi nâlân olan anlar bizi Lâ mekândan/mekânsızlıktan geldik şehrimiz yoktur bizim demek, en evvel nuri Muhammedi halk olundu. Nuri Muhammedi tecelli etti, nefsi kül oldu, nefsi kül tecelli etti, tabiat oldu. Tabiat tecelli etti, heyyula oldu. Heyyula tecelli etti; Cismi kül oldu. Cismi kül tecelli etti, şekil oldu. Şekil tecelli etti, arş oldu. Arş tecelli etti, kürsi oldu. Kürsü tecelli etti, feleki atlas oldu. Andan faleki menazil oldu. Velhasıl ta mertebei insana kadar 28 mertebe tamamlandı. Anın için biz, lâ mekânız. Mekânımız yoktur dedi. Sırr-ı vasl-ı yâri yol azanlara biz açılmazız Biz hakikat şemsiyiz revzenlere açılmazız Biz rical esrarını şol zenlere açılmazız Zâhid-i leffaf olan rehzenlere açılmazız Açılıp güller gibi handân olan anlar bizi Biz rical esrarını şol zenlere açılmazız. Mısraında olan zenden murat: Ünsai/hünsai müşküledir (hem erkekliği hem de dişiliği olan


çift cinsiyetli kimsedir). Gülizarı şerif sahibi İbrahim Tennuri Hz. Hacı Bayram Velinin Halifesi olan Şemseddinin halifesidir. Fıkıhı şerifi öyle şerh etmiştir ki; Feraizi ilahiyenin kâffesini şeriat ve hakikatça şerh eder. Meselâ şeriatta savum/oruç şudur diyerek beyan ettikten sonra, hakikattada savum budur, diyerek beyan eder. Şeriatta abdest şudur; hakikatta da budur. Şeriatta sela şudur hakikatta budur. Velhasıl feraizi ilaihiyeyi yazdıktan sonra ünsai müşküle (çift cinsiyetliler mevzusunda) der; Şeriatta ünsai müşküle, erkekliğine ve avratlığına hâkim olunamayan kimsedir, o camia/Camiye giderse erkekler safına durursa avratlığı galip olur. Ve eğer kadınlar safında durursa şayet erkekliği galip olur diyerek, bunlar ayrıca bir saf olurlar der. Şerisi böyledir. Bunlar Mirasta dahi hissei ersiyesinin nısfını/yarısını erkeğin hissesi, nısfı diğerini/diğer yarısını avrat hissesi olarak alır. Hakikatta ünsai müşkile/çift cinsiyetli nedir? Cahil olupta meşayıh ve ülamalık/mürşitlik ve âlimlik davasında bulunan bu misillü/bu gibi olan adam, ne avrat mesabesinde olan avama karışabilir. Ve ne de erkek mesabesinde olan ehlullah ile muhabbet edebilir. Çünkü ehlullaha karışamaz cehaletinden, avama dahi karışamaz azametinden/büyüklenip kibirlenmesinden ötürü. Hakikatta ünsai müşküle bu kabilden/bu tür olan adamdır. Sanmanız zahid gibi havf u reca abdalıyız Geçmişiz andan şehâ bezm-i lika abdalıyız Tekke-i iklimi lâhutda beka abdalıyız Baş açık yalın ayak rah-ı fenâ abdalıyız Ref edip ten cübbesin üryan olan anlar bizi Mısri’ya şehr-i fenaya uğradı râhım bu gün Şems-i rûy-i yâr ile bedr oldu çün mâhım bugün Kuluna rahmeyleyip kıldı nazar şâhım bugün Li maallah sırrına mahremdir İbrahim bugün O saray-ı vahdete mihman olan anlar bizi Hz. Resulullah Ebu Bekir Sıddık Hz. ile konuşurlarken Hz.Ömer Ef. miz anlayamazdı. Bir defa Hz. Ömer, Ebubekir Sıddık'a; Hz. Resulullahı her esrarını anlaması için sual etti/Hz.Resulullahın her sırrını anlayıp anlamadığını sorduğunda Hz. Ebubekir Sıddık, bu hadisi rivayet etti;


(Lima allahi vakti lâ yeani nebü mürsel vela melik mukarreb / yani Allah ile benim bir vaktim var. Ne nebi oraya sığar ve meliki mukarreb). O vakit, makamı Muhammedidir, yani ahadiyet. Oraya hiç bir nebi ve mürsel ve meliki mukarrip kadem basamaz. Meğer kademi Muhammedi ile yani o makamı bilisale/bizzat Hz. Resulullahındır. Enbiya ve verese oraya bittabi/tabiatıyla elbette girerler. Hz. İbrahimde tevhidin babası olduğu halde makamı ahadiyete o da kademi Muhammedi ile girer. --------------------------------------------------------------------------(171) Barekallah gülistan-ı bülbülandır Aspozi Cenneti tezkir eder âli mekândır Aspozi Mutedil âb u heva hem müctemi envâ-ı zevk Mecma-ı bezm-i safâ-yı arifandır Aspozi Ab-ı hayvanı beğenmez hasletindendir Mesih Aktığınca sanki bir ruh-ı revandır Aspozi Hazreti İsa mevti ihtiyari ile meyyit olup/Hz. İsa kendi isteğiyle ölmeden evvel ölüp ikinci kat göğe ref olundu/kaldırıldı. (İz kalallahu ya isa inni müteveffike ve rafluke ileyyel ila ahir el aye / Ey İsa Şüphesiz, senin hayatına ben son verceğim. Seni kendime yükselteceğim… (Ali İmran-55) Burada tüveffiden murad, mevti ihtiyaridir/ölmeden evvel ölmektir. Sonra Hz. İsa ahır zamanda hilafeti Resulullah ile yeryüzüne nazil olup/inip, Hazreti İsa zamanı kırk sene imtidat/devam eder. Ve teehhül edip/evlenip evladı olur. Sonra mevti tabiye/tabiat, beden ölümü ile vefat edip yerine evladı halife olur. İşte hazreti İsa kendisi hay bulduğu cihetle, abu hayata ihtiyacı yoktur/Hz.İsa ebedi diriliğe ulaşmış olduğu için, onun ölümsüzlük suyuna ihtiyacı yoktur. Aspuzi Malatyaya yarım saat mesafede bir kariyedir/beldedir. Ümmisinan Mehmet efendinin tekkesi orada idi. Ümmi Sinan dahi Niyazi efendinin şeyhi idi. Câme-i hadrasın eyyam-ı rebide kim giyer Şüphesiz ınenzilgeh-i Hızr-ı zamandır Aspozl


Her taraf pür meyve-i şirin leb-i dilber misal Yeşil atlasla donanınış nev-i civandır Aspozi Bimidad elması üzre nakş olur ebyat-ı sürh Lâcerem sun’u Hüda’ya bir beyandır aspozi Ol sebepten ehli pür akl u zekâ vü marifet Mahzen-i ehl-i ulum-ı kâmilandır Aspozi Cenneti min tahtıhel enharı tecri dense hûb Hazihi cennâti Adnin’den nişandır Aspozi Ey Niyazi ger dokunmayaydı hiç bâd-ı fenâ Kim demezdi ona Firdevs-i cenandır Aspozi (172) Zavale gün salındı Kal’a-i Van alındı Bâtıl vücud dolundu Vücud-u Hak bulundu Kal-ayı Van’dan murad, Mısri efendi mihtahil ulumül gayp/Gaybın anahtarı ilmini), okumak için Mısıra gitti, orada okudu. Hatta kendilerine anın için Mısri lâkâbı verildi. Çünkü müftahil ulumül gayıp hocası, Mısırdan gayri yerde bulunmazdı. Şirazda Bedrettin vesair ehlullah okumuştur. Şimdi mısırda miftahil ulumül gayıp okutan yoktur. Ben Mekkede müftahil ulumül gayp şehri (şerhi/açıklaması olan kitabı) gördüm, sahibini anladım, bozuk bir kitap idi. İşte Mısri Efendi Mısırdan doğru İstanbula gelip Üsküdarda sakin oldu/yerleşti. Hüdai Mahmut Efendi dergâhının o zamanki şeyhi zamanındaki makamı saltanatta Sultan ikinci Ahmet var idi. Hatta Hüdayi Mahmut efendi dergâhı şeyhi, Sultan Ahmede çok çatkın idi/iltimas ederdi. Ol vakit münkir ehlullah/ehlullahı inkâr eden bir şeyhislam var idi. Kendisi Boğaziçinde Vani köyünden olduğundan lâkâbına Vani derler idi. Mısri efendi ile çok çekişir idi, sonra vefat etti. Onun hakkında Mısri Efendi bu bahri söylemiştir. Kal’ayı van alındı, batıl vücud dolandı. Çünki o şeyhülislam münkir idi (tevhidi hakikiyi inkâr ederdi). Ve kendi vücuduna müstakil varlık nisbet ederdi, yani Hakkın vücudu başka, kendi vücudu


başka zanneder idi. Bed/çirkin vücut batıl değilmi? Batıldır. Hakkın vücudundan gayrı vücut yoktur. Vücud-ı insana can Muhakkak oldu sultan Şeytanı sürdü Rahman Levih’den ol silindi Şeytanı rahman sürdü. Burada Rahim sürdü demek lazım gelir idi. Çünkü şeytan, şıh küsteri hazretlerine geldi ve Dedi; Ya şıh, Benim müşkülüm var ki Cenabı Hak taala Kuranı keriminde buyurmuştur (…Ve siat rahnıeti ala külli şey'in / Rahmetim her şeyi kuşatmıştı. (Araf-156) Ben de o şeyde dâhilim ve Benim de o rahmet içinde bulunmam iktiza eder/gerekir iken, niçin Hakkın rahmetinden metruttum/kovulduğumu derseniz/söylersiniz. Sonra şıh küsteri buyurdu. Külli şey 'in muhit/kuşatmış olan rahmeti rahmandır. Çünki rahmeti rahman, ammedir/geneldir, umumidir. Rahmeti rahim ise, rahmeti hastır ve rahmeti icatdır/rahmeti Rahim müminlere has/özel rahmetin yaratılışıdır). Ve Sen oradan yani Rahim rahmetinden metrutsun/kovuldun. Dedi. Onun için burada Rahim demek lazım gelir idi. Bir mahfi sehhar idi Kattal u Cebbâr idi Cazu-yu mekkâr idi Cazuluğu bilindi Tevbe ederdi hayre Niyet ederdi şerre Küp olmuş idi hamre Hamrin küpü delindi Sevmezdi ol beşeri Âm idi hep zararı Ehli Hakk’ın çiğeri Dilim dilim dilindi O zalimin elinden Çıktı çoğu yolundan Cüda düşüp ilinden


Defterleri çalındı Yezid-i bednâm idi İlimde haham idi İt idi Bel’am idi Taşra dili salındı Yezit aleyhillane/lânet onun üzerine olsun, Muaviyenin oğludur. Yezit adı beddir/çirkindir, kötüdür. Hiç bir kimse oğluna yezit ismi tesmiye etmez/Yezit ismi takmaz. Bir kerre Hazreti Resulullah rüyasında gördü ki, beni ümeyye/ümeyye/emevi oğulları mimberi resulullahta tebevvül etti (resulullahın minberine işedi/sidiğini yaptı). Ertesi gün (…Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur'an'da lanetlenmiş bulunan o soyu da insanları sınamak/imtihan etmek dışında bir sebeple göndermedik… İsra-60) ayeti nazil oldu. Ve Hazreti Resulullah Ebubekir Sıddık ve Hazreti Ömer R.Anhümayı çağırıp bu ayeti kerimeyi tebliğ etti. Ve gördüğü rüyasını söyledi. Fakat bu sırrın ifşa edilmemesini emretti. Lâkin sonra bu sır faş oldu/duyuldu. Hazreti Resulullah zannetti ki, Hazreti Ömer faş etmiştir. Badehu/sonra hazreti Ömeri çağırıp sual etti. Hazreti Ömer hayır ya Resulullah, ben faş etmedim dedi. Halbûki o sırrı hazreti Ayşe faş etti ve kimseden duymakla değil, kendisi fıkhiyye olduğundan ayeti kerime tebliğ olmazmı oradan anladı (Hz. Ayşe âlim veArif olduğundan bu ayet nazil olunca manâsını kendisi anladı). Hazreti Resulullah bir gün Mervana rast geldiğinde, dedi ki; Sen daha ananın karnında iken cenabı Hak Kuranında sizi/size lanet etmiştir. Bunun müebbet olmak üzere (Bu anlamda daha) bir kaç hadisi şerif vardır. Ezcümle muaviye hakkınde (İza reeytürnül muaviye ala minberi fektuluhüm / Ne zaman Muaviyeyi minberde görürseniz katladiniz). Bir de Medinei münevverede mescidi şerif yapılırken Hazreti Resulullah sahabe ile kerpiç taşırdı. Sonra ashaptan Ummar İbni Yesar çıkıp; Ya Resulullah. Senin kerpicini dahi ben taşırım, sen taşıma dedi. Hazreti Resulullah kabul etti. Sair/diğer ashap birer kerpiç taşırdı. Ummar ise iki kerpiç taşırdı. Çünkü kerpiçler büyük idi. Sonra Hazreti Resulullah Ummarın üstünde kalan toz


toprağı silerdi ve resulullah buyurdu; Senin şahadetin taifeyi bagiye/yoldan çıkmış azgınlar tarafından olacaktır. Sen Hak/doğru tarafına çekeceksin, onlar ise batıl/yalan, haksızlık tarafına çekecektir. Dedi. Sonra öyle oldu. (Ve Ummar, sıffın savaşında Hz. Ali’ye yardım ederken Muaviye taraftarlarınca şehid edildi. Hatta Veysel karani Hz.leri de bu sıffın savaşında Hz.Ali’nin yanında yer aldı ve o da, Muaviye taraftarlarınca şehid edildi). Velahasıl Beni emeviye/emevi oğulları saltanat için ehlibeyte kıydılar ve seçkin sahabeleri şehid ettiler. Belam ibni bağure: Hazreti Yakubun on iki oğlu oldu. Ve bunlar Oniki kabile oldular. On kabile Milleti İbrahimi terketti. İki kabile Hazreti Yusuf ile Yehuza kabileleri Milleti İbrahimi terketmedi. Sonra Hazreti Musa, resul oldu. Bu iki kabile ile ittifak etti/birleşti. Diğer On kabilenin üstüne yürüdü. Davet etti, onlar daveti kabul etmediler. Harbedecekleri sırada Belam ki on kabilenin içindeki bir kabile reisi oldu. Bir hile kurdu. Karı ve kızları güzel elbise ile giydirip ve tezyin olup/süsleyip Hazreti Musanın ordusuna yollıyalım. Onlar bunları beğenip Ef'ali seyyie icra ederler/günah, çirkin işler yaparlar. Ve ol vakit Hazreti Musanın tarafı bozulur dediler, sonra da öyle yaptılar. Yani taifeyi zinanı/zina yapacak olanları güzelce müzeyyen/süslü olarak Hazreti Musanın ordusuna gönderdiler. Hazreti Musanın mahiyeti bunları tuttular. Her ne kadar Hazreti Musa sakının biz bozuluruz dedi ise de, hiç fayda vermedi. Onlar dediler ki, Ya Musa, mademki bunlar bize gelmiştir, biz yapacağımızı yapacağız. Bu bapta seninle olan ittifakımızı/birlikteliğimizi bozarız deyip ittifakı bozdular. Ve Hazreti Musa yalnız kaldı. Sonra Belamı İbni Bahure kelp suretine mesh olundu (Belam ibni bahure ölürken köpek/it suretine dönüştü). Onun için Mısri Efendi, İt idi bellam idi taşra dili salındı buyurdu. İşte Vani de bunun gibi mesh olundu (Vani de ölünce it suretine döndü). Velâkin belam da mesih cismani, vanide ruhani idi.(Fakat Belam cismani olarak, Vani ise ruhani olarak ölünce it’e/köpeğe dönüştüler). ---------------------------------------------------------------------------------------------(173)


Zühdünü ko aşka düş ehl-i cenan etsin seni Pir-i aşka kulluk et cânana can etsin seni Bir zaman bülbül gibi efganın ağdır göklere Şol kadar kıl nâleyi kim gülistan etsin seni Âr u namusun bırak şöhret kabâsından soyun Gey melâmet hırkasın kim ol nihan etsin seni Yüzünü yerler gibi ayaklar altına ko kim Hak teâlâ başlar üzre âsuman etsin seni Verme rahat nefsine daim gaza-yı ekber et Kâbe-i dil fetholup dârül’-emân etsin seni Gel Niyazi’nin elinden bir kadeh nûş eyle kim Mahvedip nâm u nişanın binişan etsin seni ---------------------------------------------------------(174) Dost illerinin menzili ki âli göründü Derd-i dile dermân olan Elmalı göründü Tutilere sükker bağının zevki erişti Bülbüllere cânân gülünün dalı göründü Mecnun gibi sahralarda ağlayı gezerken Leylâ dağının lâlesinin alı göründü Ten Yakubunun gözleri açılsa aceb mi Can Yusufunun gül yüzünün hâli göründü Hazreti Yakup, Yusuf aleyhisselam için ağlardı. Yani yollar başında oturup gelen gidene Yusufu gördünmü, Yusuftan haberin varmı? Diye sual ederdi. Sonra diğer evladları gidip ya Baba, Allaha kasem/yemin ederiz ki sen bu hâl ile telef olacaksın. Veyahut sana cismen bir zarar gelecektir dediler. Sonra Hazreti Yakup, evlatlarına dedi, (Kale innema eşkübessi ve hüzni ilallahi va-lemu minallahi mala ta-lemun / Yani benim şikâyetim ancak Hakkadır. Her ne kadar siz gelip gidenlere şikâyet ederim zannedersiniz ise de, sizin bilmediğinizi ben bilirim. Zira ben nebiyim(Yusuf-86). İşte Hazreti Yusufa ağlamaktan hazreti Yakubun gözleri incecik perde oldu. Velâkin yine Hazreti Yakup görür idi. Hani ya ama/kör oldu dedikleri


yalandır. Çünki enbiya davete mani olacak ve halk dahi kendisinden teneffür eyliyecektir. Çünkü peygamberan alil ve emraza hariz olmaz. Mahfuzdurlar. Öyle firengi illeti gibi illeti menfure ve amalığa enbiyaya dari olmaz (Peygamberler Hakka davetçi olduğundan, onlar halkın nefretini uyandıracak, tiksinti vercek hastalıklardan ve amalıktan/körlükten Allah tarafından korunurlar). Kal ehlinin akvalini terkeyle Niyazi Şimden geru hâl ehlinin ahvali göründü Kal ehli şunlardır ki: Kelamı/konuştuğu ayet ve hadisle mekarin/uyumlu olmayanlardır. Çünkü ayet ve hadise mekarin/uyumlu olan bir söz, o sözü söyliyenin değildir. Ya o söz Hazreti Resulullahındır, o söze iman etmeyen kâfir olur. Mesela ulemai zahir, ayet ve hadisle müebbet (aynı olan) bir söz söylese zaten o söz onun değildir. Ayet ve hadisle söyler demektir. Yok eğer kendi karihasından/düşüncesinden söylediği vakit o söz kabul olunmaz. Hatta Ebu hanife Radiyallahutaala anha vasiyetinde buyurmuştur; Bir söz ki, yanında ayet ve hadis görüle, o söz bizimdir, Kabul edin. Velâkin ayet ve hadis yanında olmıyan söz, benim değildir. Kabul etmeyin demiştir. İşte kal ehlinin sözü hâl ehlinin gibi zevk ile değildir. ---------------------------------------------------------------------------------------------(175) Ey kefere o iğrib avlar mı bu balığı Yanlış haber söylemiş size veren salığı Yere göğe sığmayan bir iğribe sığarmı Karnı içiyken onun deryaların yatağı Yer ile gök arası dolar dahi taşardı Eğer zahir olaydı cihâna bir tırnağı Yeri çeken öküz yüz on dört bin yaşındadır Ondan dahi büyüktür bu balığın kulağı Ne denlü vasfedersem binde biri değildir Zira bunun altıdır levhi kalem durağı Merkezi de belirsiz zâhir küçük noktadır Arş ile kürsi onun gıdasının çanağı


Bu Mısri’nin sureti aldatır bu halkı veli Mânide her bir kılı bu dünyanın kaf dağı Yani balıktan murad, şeraii/şeriatı israiliyette derlerdi ki, yerler öküz üzerinde öküzde bir kaya üstünde. Kaya dahi su üstünde, su balık üstünde. İşte o balık bu dünyayı tutar. Zeburda arabiyül ibare bir ayet görmüşüm. Eğer sahih zebur ise orada diyor. Ey beni İsrail, siz Hakkı unutmayın, Hakkı zikredin. Zira yerleri tutan balık şöyle böyledir. Lakin bizim şeriatımızda ve Kuranımızda öyle şey yoktur. Kalellahutaala (Vehüvellezi halakassemavati vel arda fi sitteti eyyamin ve küne arşuhu alelmali yeblüveküm eyyüküm ahsenü amelen. Velein kulte inneküm mebusüne mimbadil mevti leye kulilenellezine keferu in haza illa sihrun mübin / O, odur ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır. O'nun arşı da su üzerinde idi. Böyle yapması, iş ve davranış yönünden hanginizin daha güzel olduğunu belirlemek için sizi denemeye yöneliktir. Sen, "Kuşkusuz, sizler ölümden sonra diriltileceksiniz!" dediğinde, küfre batanlar hemen ve kesinlikle şöyle derler: "Bu apaçık bir büyüden başka şey değildir." Hud-7). Yani Hak sübhanehütaala evvela nuri Muhammediyi yakut hazra (yemyeşil mücevher) şeklinde halkedip ona nazar etti. Edince eriyip su oldu. Suyun buharından gökler halkolundu. Köpüğünden yerler, arş kürsi yaratıldı ve arş o su üzerindedir. İşte sahihi/gerçeği budur. -------------------------------------------------------------------------------------------(176) Kasab elinde koyunum Ya o beni ya ben onu Cellad elinde boyunum Ya o beni ya ben onu Mısri efendi hazretleri Üsküdarda sakin/oturur iken bir risale/kitapçık, telif etti/yazdı. O risalesinde imamı Hasan ve imamı Hüseyin radıyallahü anhümanın nübüvvetlerine kail olduğundan (O risalede/kitapçıkta İmamı Hasan ve Hüseyinin nübüvete/peygamberliğe mazhar olduğuna inandığını yazmıştır).


Ki köstendilli Mehmet Ağa İstanbulda bir tarika dahalet eder/girer. Ve Tekkeden o risaleyi/kitapçığı alır. Köstendilde Şıh Mustafa risaleyi görür ve bunun üzerine der ki, benim Mısrı efendiye hüsnüzannım (Hakkında iyi düşüncem) var idi. Artık bundan sonra yoktur, Ona dahi emniyetim (itimadım) kalmadı, dediğinde. Mehmet Ağa niçin? Diye Sorar. İşte imamı Hasan İmamı Hüseyinin nübüvvetlerine/peygamberliklerine kail/inanmış olduğundan, halbûki nübüvet fahri kâinat ile hatmoldu/sona erdi, diye cevap verir. Sonra Mehmet Ağa derki; ben bu risaleyi tekkeden aldım. Tekke şıhı şekiyeden (yol kesen eşkiya) olur. Nihayet münakaşa ederler, risaleyi hemen Üsküp'e tarafımıza göndermişler. Fakir dahi cevap verdim. Risale doğrudur. Ve şeriata mutabıktır/uygundur. Sonra Şıh Mustafa ile görüştük. Dedim ki, vakıa hazreti Resulullah hatemdir ama risalet nebilerinin hatemidir/sonuncusudur. Şeriat nebilerinin hatemi değildir. Nübüvveti teşriiye bakidir. Ona nebiyyül velaye tabir olunur. Sonra Şıh Mustafa dahi kandı (bu meseleyi anladı). Bir de fakiri Hüsnü paşa İstanbula davet etti, Bizde gittik. Bir gün müsteşarı fikri efendi (Şimdi vezir oldu) Fikri paşa elinde bir risale ile geldi ve dedi; bu risaleyi paşa gönderdi. Bir kerre nazar edin/gözatıp tetkik edin. Akşama paşa bunun için seninle sohbet edecektir. Sonra baktım ki Mısri efendinin risalesi/kitapçığı. Sonra paşa ile akşamına konuştuk. İstanbulda biri bu risaleyi tabettirmiş/kitapçığı bastırıp yayınlamış. Taşra da satarken vezirin mutasarrıfı tutmuş, liacel/acilen muayene için dersaadete/İstanbula göndermiş. Fikri efendi dahi o risaleyi, biz mütalaa ettikten sonra Şeyhislama gönderecekmiş. Sonra dedim ki, Risale doğrudur ve şeriata mutabıktır/uygundur, diyerek Anlattık. Sonra fikri efendi ol vakıt Şeyhülislam Hasan Efendi idi. Ona risaleyi götürdü ve bizim sözümüzü söylemiş. Hasan efendi mademki hoca efendi (Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.) şeriata mutabıktır/uygundur demiş ise o öyledir diyor. Sonra Tasdik edip takdirnamesi ile o mutasarrıfa iade etti. İşte Mısri Efendi iptida/ilk defa bu risaleyi Üsküdarda telif ettiği/yazdığı vakıt Hüdayi Mahmut Efendi degâhının o zamanki şeyhi çok itiraz etti. Ve sultan ikinci Ahmede söyledi. Yani Mısri efendiyi


gamzetti/koğuladı şikâyet etti. İşte bu bahrı Mısri Efendi o vaka/olay üzerine yazmıştı. Bunu beyanla, ben Mahmut Efendi dergâhı şeyhi ile imtihan olurum. Eğer benim risalemde olan sözlerim şeriata muhalif ise ben cezalanırım. Yok, eğer şeriata muhalif değil ise anu cezalandırırım diyor. Irz-u vakar ve mal u menâl Yağma olundu cümlesi Soyunmuşum bu yolda ben Ya o beni ya ben onu Yani ben ırzü vekar mal menaldan geçtim (ben cahillerin namus ve doğruluk anlayışlarından, nefsin mal mülk hevasından/isteğinden geçtim). Ben kırk sene oldu şeyhlik ederim. Cisme bugün kırk erbain Oldu tamam Deccal Iâin Kıldı beni Rabbim emin Ya sen beni ya ben seni Vallahi senden korkmazam Davayı batıl kılmazam Haktır yolum yorulmazam Ya ben seni ya sen beni Vardı çıkalı göklere Bin altı yüz doksan bire İndim senin çün ben yere Ya sen beni ya ben seni Hazreti İsanın göklere çıktığı/çıkması, Mısri efendinin vaktinde/zamanında Bin altı yüz doksan bir sene olmuş idi. Mehdi benim adlimdürür İsâ benim fazlımdürür Ahir amel katlimdürür Ya sen beni ya ben seni Meydana çık gel ey kaba Avret gibi giyme kabâ


Ben Mısri’yim giydim aba Ya sen beni ya ben seni Velhasıl bu bahrı Mısri efendinin Hüdayi Mahmut dergâhındaki o zamanki şeyh efendiye hitaben söylediği sözlerden ibarettir. ---------------------------------------------------------------------------------(177) Yakın yalınlı külhanı Atın firengi temirini Çoktan arardım ben bunu Ya ben sizi ya siz beni Nihayet Mısri Efendi, Sultan ikinci Ahmede haber gönderdi. Ve dedi ki, ben Hüdayi Mahmut efendi degâhının şeyhi ile imtihan olacağım. Bu imtihan da Kızgın fırın içine beraberce gireceğim diyor. Sonra Sultan ikinci Ahmet, hüdayi Mahmut Dergâhındaki şeyh efendiye; imtihan için Niyazi mısri Hz.leri ile beraber kızgın fırına girmeyi söylediğinde, Mahmut Efendi dergâhı şeyhi ‘ben kızgın fırına giremem’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Niyazi Mısri Hz.leri hüdayi mahmut dergâhındaki şeyh efendiye söyleyin, bari fırına bir girecek dervişi de yok mu? Diyor. O şeyh dahi yoktur dedi. İşte bu bahirdeki (şiirdeki) açıklamalar onun üzerinedir. Çün gördünüz kim tınmazam Sağ u soluma bakmazam Sanırsınız dayanmazam Ya ben sizi ya siz beni Geldik işin tâ ucuna Eriştik âhir gücüne Batıl odur kim gocuna Ya ben sizi ya siz beni Şemsin yanında zerreler Bahrin yanında katreler Zilden şecer etmez hazer Ya ben sizi ya siz beni


Hor hor uyurken basınız Mısri’yi ol vakt asınız Bulun ziyanın assınız Ya ben sizi ya siz beni Sonra şeyhülislam Vani, Sultan ikinci Ahmede dedi ki, bu Mısri efendi burada olursa halk arasında fesat olacaktır. Eşkiya softaları kıyam edip/ayaklanarak bir büyük tenalık vuku bulacaktır, Eğer münasip ise bu Mısriyi bir müddel bir yere tefrik buyurun/buradan uzak bir yere sürgün edin, uzaklaştırın. Ol vakit Sultan ikinci Ahmet Mısri efendiyi severdi ve her vakit kendisine teskere/izin belgesi yazardı. Senin vücudun halka lazımdır vb. şeyler derdi. Ve oda Sultan Ahmedin teskeresi altına cevap yazardı. Ve yazdıklarında Öyle Sultan Sultan gibi hitabetmesi yok, ya Ahmet, Münafık sözüne kapılma demiş. Hatta fakir de birkaç teskeresini gördüm. Neyse Mısri Efendi Elmiyeye girince/Limni adasına sürgün olarak gidince, tekmil ahalisi/oranın ahalisinin tamamı kendisine biad etti. Artık ila ahır (ömrünün sonuna kadar) ömrünü orada geçirdi ve orada dahi vefat etti. Ol vakitten beri Devleti Osmaniyeye zarar gelmeğe yüz çevirdi. Öteden beriden devletin yerleri düşmanlarca zaptolundu. Hatta Sultan Abdülmecit han hazretlerine dedier ki, ülkenin böyle olması Mısri efendinin dersaadetten/İstanbuldan uzaklaştırıldığından/sürgün edilmesinden beridir. Onun gönlünü tedyip buyurulursa/onun ruhu gönlü hoş edilirse güzel olur. Ki bu eski Rusya muharabesi zamanınde idi. Sultan Abdülmecit han Rahmetullahi aleyh hazretleri, dersaadetten/İstanbuldan kalkıp elmiyeye/limni adasına gitti. Üç gün orada oturdu. Mısri efendiye kuran okudu. Ve türbesini kişmeri acem şalları ile tefriş buyurdu/döşedi. Sonra Rusya ya harp açtı. Hatta bütün devletler bile bizim ile ittifak ettiler ve Rusyaya galip geldik. Sultan Abdülmecit han hazretleri muvahit/tevhid ehli idi. Hatta makamı makamül cem idi. Önemli bir hatırlatma: Niyazi Mısri Hz.leri sürgüne giderken ‘‘Osmanlının inkirazı (çökmesi) için dördüncü


kat semaya bir kazık çaktım bunu benden başka kimse çıkaramaz’’ dediği rivayet edilir. Ki Osmanlı devletinin kayıtsız şartsız teslim olmasının, çöküşünün/bitşinin belgesi olan 30 EKİM 1918 MONDROS anlaşmasının, Niyazi efendinin sürgün edildiği Limni/Midilli adasında ve türbesinin olduğu tarafa bakan MONDROS limanında, İngiliz Agamemnon zırhlısında imzalanması pek manidardır. Ve Hz. Pir efendimizin beyan ettiği ‘’Niyazi Efendi sürgün edildiğinden beri Devleti Osmaniye ye zarar gelmeye yüz çevirdi, öteden beriden yerleri düşmanlarca zaptolundu’’ ifadesinin, ne kadar isabetli olduğunu gösterir. Bunu beyanla Yunus EMRE Hz.leri: O Fahri alem Mustafa, o madeni sıdkı safa, İster isen ondan vefa, incitme sen dervişleri. İncitirsen ah ederler, ömrün günün kuruturlar. Gözsüz olasın yedeler, ta bilesin dervişleri. Derviş oku ırak atar, hey demeden cana batar, Gafil olma yeter tutar, hor görme sen dervişleri. Buyurmuştur. Allahu âlem. Nejdet ŞAHİN ---------------------------------------------------------------------------------(178) Belirmez ârifin nâm u nişânı Değil irfan filân ibni filânı Yerin terk edenin yoktur mekânı Hakikat ehlinin olmaz nişanı İzi yoktur ki izinden biline Dahi tozmaz ki tozundan biline Sen onu sanma sözünden biline


Hakikat ehlinin olmaz nişanı Ne denlü var ise âlemde evsâf Sıfatlanır onu bil ehl-i a’râf İnad ehli değilsin eyle insâf Hakikat ehlinin olmaz nişânı Arifler bazı kerre makamı telvine inip her sıfat ile sıfatlanır. Gâh fakir olur, gâh seyyahı âlem olur. Gâh derviş olur. Velhasılı kelam her bir sıfatı giyer. Sen onun sabr u şükrünü sorarsın Bulamazsın o vasfıyle yorarsın Bilindiğim nişânımı ararsın Hakikat ehlinin olmaz nişânı Kubab-ı Hak’da mestur olan erler Sıfat-ı halk içinde görünürler Ne doğar onlar ne dolanırlar Hakikat ehlinin olmaz nişanı Kema kaalallahutaala min hadisil kutsi (Evliyayı tahtı kubabıha la yarefühümül gayrı. Yani gök kubbem altında benim velilerim vardır ki onları benden gayrı kimse bilmez). Bunlar veli oldukları halde tevellüt etmezler/Veli olarak doğmazlar. Bunlar bu cihana gelip bir mürşide intisap ederek o mürşit yüzünden seyri süluk ederek irşat olurlar. Velâkin ezelde yine veli idi. Ahadiseyir olan (Ahadiyet makamı yolculuğu) bile yine mürşitsiz olmaz. Oda bizzat Hazreti Resulden seyrisüluk eder. Ve tevhidi ahaz eyler/alır. Veyahut hazreti Resulullahtan ahaz edenden/alandan alır. Velhasıl ona da mürşit lazımdır, mürşitsiz olmaz. O veliler öyle cihanda ulaşmazlar. Velhasılkelam o veliler ben veliyim, Arifim, hakikat ehliyim, diyerek kendini teşhir ederek bu cihanda dolaşmdıklarından, hakikat ehlinin olmaz nişanı. Gazab şehvet iki ayaktır onlar Binip üstüne seyyah oldu canlar Bunlarla çıktı Arş’a çıkanlar Hakikat ehlinin olmaz nişânı Ne kim âfakta hor görmezse ârif Vücudunda da onu olmaz sârif


Anınçün der bunu ehl-i meârif Hakikat ehlinin olmaz nişânı Görünse taşradan bir vasf-ı fâil İçinden de biri olsa mukabil Yakına yardım eyle olma hâil Hakikat ehlinin olmaz nişanı Onu uran urur ağlatmak için Ya gayret gösterir darıltmak için O da ağlar darılır çatmak için Hakikat ehlinin olmaz nişânı Onları vuranları onlar da vurur. Çünkivuranı vurmamak incil hükmüdür. Yani nasaraya/hıristiyanlara mahsustur. Çünkü ayeti kerimesinde varit olmuştur ki, mealen şöyle: Siz nasaranın çeriyyelerini yakalarından çekerek sureti cebriyede tahsil edin. Ve mühlet vermeyin. Her birinin zimmetini birden alın. Anlar müsaade getirmezse müsaade etmeyin. (Bakara-191-194/ Tevbe-29) Velhasıl ehli Hakkı vuran olursa onlar yani ehli hakikat dahi vurur, sabır ve sükût etmezler. Nefessiz dünyada bir harf dirilmez Nefeste harfe boyanır ayrılmaz Şu kim Hak’tan gelir canâ yorulmaz Hakikat ehlinin olmaz nişânı Cihanda bir güruh olmaz ki ey cân Bulunmaya içinde ehl-i irfan Olur mevsuf sıfatlar ile her an Hakikat ehlinin olmaz nişânı Birinci beyitte nefis, yani nefessiz dünyada bir şey dirilmez, ancak nefiste/nefesle diri olur. Zira nefis, nefesten müştaktır/türemiştir. Üçüncü beyitte cihanda bir gürühe olmaz buyruluyor ki, yani cihanda hiçbir gürühe/topluluk olmaz İlla içlerinden bir arif bulunur. Eğer bulunmaz ise o köy harab olur. Cenabı Hak o gürühe/topluluğu ve köyü o arif ile muhafaza eder. Onlar akdapdır (kutuplardandı r). Velâkin o da kendisi arif olduğunu bilmez.


Kimi şâdân kimi nâşâd olurlar Kimi üstad kimi nerrâd olurlar Niceler sûretâ cellad olurlar Hakikat ehlinin olmaz nişânı Şeriatle olursa ger ol ef’al Deme ona ki bu gayet bed ef’al Şer’i red etmese sende kıl ikbal Hakikat ehlinin olmaz nişânı Ne kim mevcud olupdur bu cihanda Ger işlense kamu yerli yerinde Behâne bulmazlar hiç birinde Hakikat ehlinin olmaz nişânı Yani bu cihanda herkim herbirşey mevcut ise hep yerli yerindedir. Hiç birisinde bahane (kusur) bulunmaz. Çünki cümlesi vücudu Hak ile mevcut değilmidir? Evet, vücudu Hak ile mevcuttur demektir. Niyâzi’ye gelir her gayb u hazır Görünür cümle âraz ve cevahir Nişaniyle olur her biri zâhir Hakikat ehlinin olmaz nişânı -----------------------------------------------------------(179) Bugün Yakup-ı kalbe Yusuf-ı cândan haber geldi Kamis-i pür-nesim ile o cânandan haber geldi Hazreti Yusufu kardeşleri, pederleri Yakup aleyhisselamdan kıskandılar. Binaenaleyh/bu nedenle Kenan diyarına giden kervan kafilesine sattılar. Ve Hazreti Yakup'a da Yusufu kurt yedi dediler. Sonra o kafile hazreti Yusuf'u Mısır meliki Kayusfura altın ağırlığında paha ile sattılar. Yani hazreti Yusuf yetmiş okka geldi, yetmiş okka altına sattılar. Badel eyam/sonraki günlerde ol havalide kıtlık oldu. Hazreti Yakubun evladları zahire (buğday, arpa vb. tahıl) almak için Mısır'a geldiler. Ne ise Yusuf aleyhisselam kendini onlara bildirdi. Babasını getirtmek için bunları iade etti. Ve gömleğini babasına gönderdi. Hatta ol vakit gömlek yola çıkarıldığı vakitte Hazreti Yakup, burnuma Yusufun kokusunu rüzgâr getirdi, dedi. Hani ya ayeti kerimede dahi var; Kaalellahutaala (Velemma fesaletil iğrü kale ebuhüm inni leecidü riha Yusufe levlaen tüfenniduni. / Kervan oradan ayrılanca,


öte yandan babaları şöyle seslendi: "Yemin olsun, ben Yûsuf'un kokusunu duyuyorum. Umarım bana bunaklık isnat etmezsiniz." Yusuf-94) velhasıl bu kıssa surei Yusufta tekmil vardır. Şimdi Yusuftan murad, ruh, Yakuptan murad kalp makamıdır. Ruh makam-ı hakikat, yani makamı Cem. Salik makamı cem 'e vasıl olmadan/kavuşmadan Hazretül cem'e geçilirmi? Geçilmez. Çünki peşin Yusuf ondan Yakup'a gidilir. Kuran enfüs ve afakı camidir. Fakat bir taife var ki, onlara taifei batıniye tabir olunur. Bunlar yalnız Kuranı enfuse hasrederler. Mesela afakiyeyi tanımaz, selatı enfusiyeye hasreder. Savım dahi keza ve feraiz saireyi öyle enfusiyeye hasredip afakiyeyi inkâr eder. (Kuran enfusa ve afaka hitab eder. Fakat batınıye olarak bilinen bir gurup var ki, bunlar kuran sadece enfusa mahsustur enfusa hitab eder derler. Kuranın afâki olan açık emir ve hükümlerini inkâr ederler. Namazı, orucu ve aynı şekilde diğer farzları da enfusa hitab ediyor diyerek, vakit namazlarını kılmayı, Ramazan orucunu tutmayı vb. diğer Hakk’ın apaçık emir ve yasaklarını inkâr ederler). Cebrail akli resuldür. İsrafil himmeti resuldür. Yoksa cebrail ve israfilin aslı yoktur. Murad, enfusidir, Afakiyeyi inkâr ederler. (Bunlar cabrailin, israfilin zahiren aslı yoktur diyerek inkâr ederler. Bu meleklerden maksat enfusi mânâdır ve Cebrail aklı resüldür, İsrafil himmeti resüldür derler.) İşte taifeyi zındık gibi bunlar kâfirdir. Halbûki Kuranı enfuse hasreden küfreder. (İşte taifeyi zındık, yani zındıklar gibi bunlar kâfirdir. Çünkü kuran yalnızca enfusi mânâdır diyen, küfreder) Açıl ey gözlerim envar-ı vech-i zülcelaliden Dilâ bedr ol kim ol mihr-i dırahşandan haber geldi Zülcelalin envarından murad, bu mevcudattır. Yani cemali ilahidir. Çünkü zahir olan cemali ilahidir. Bu zahir olan cenabı Hakkın efal esması ve sıfatıdır. Bunlar ise zata delalet eder/delil olur.


Yerinme nâkısım diye kemal ehlini gördükçe Kamu noksanı tekmil eder insandan haber geldi İnsan nakısım diye yerinme, seni tekmil ederler/eksik insanım diye üzülme, senin eksiğini noksanını kemale erdirip tamamlarlar. Çünki evvelki derste dedik İnsan üç kısımdır: Evvelki (birincisi) insanı hayvandır ki, hiç tevhide yüz çevirmemiş ve tevhid makamlarını seyrisüluk etmemiştir. İşte ona insanı hayvan tabir olunur. İkinci: Seyrusüluk görüpte tevhidi efal ve tevhidi sıfat görmüş veyahut yalnız tevhidi efal görmüş, işte ona insanı nakıs/eksik insan tabir olunur. Üçüncü: Tevhidi zatı görüp zevk edendir ki, o kişi kemal bulur. İşte ona insanı kâmil tabir olunur. İşte bir adam tevhide kadem bastı mı o behamahal/mutlaka kâmil olur. Yani insanı kâmil mertebesine vasıl olur. Yani ona tekmil meratip/hatmül makam ettirilir. Bir kerre hayvaniyetten halas oldumu/kurtuldumu bu âlemde yahut son nefeste, ya âlemi berzahta, ya mahşerde, ya cennette ona tekmil meratip ettirilir/tüm makamlar gösterilir. Ve tevhid Kemalinden mahrum kalmaz. Nitekim dersi sabıkta/geçtiğimiz derste Zinnun Mısri Efendi ile Hazreti Şıh Şeyhül ekber Muhiddini Arabi Hz.nin hikâyesi mirur etti/geçti. Âlemi berzahta buluştular. Hazreti Şıh dedi ya Zinnun, sen kitabın evvelinde nice/nasıl dedin? Ma hatara fi balik vallahü bihilafi zalik / Kalbe gelen havatırlar Hakk’ın gayrısından gelir. Eğer ki Haktalaa bu mevcudatın gayrı olursa, bu mevcudatın vücudu müstakileleri yoktur. Ve Hakkın vücudu ile mevcuttur. Yani cenabı Haktan gayrıye mevcut yoktur. Eğerki gayrı ise, bu mevcudat yok iken cenabı Hak var idi. Sonra zinnun Hazretleri ben bu tevhit meselesine şimdi vakıf oldum dedi, şükretti. İşte zinnuni, Hazreti Şeyhül ekber terakki ettirdi. Çünkü Zinnun hazretleri bu âlemde iken bu meseleye vakıf değildi. Edip dilhaneyi tamir otur bu beyt-i ahzanda Bu şeb bana seher vaktinde mihmandan haber geldi


Ne kim yağma olundu çekme gam şimden geru sen var Dil-i virandaki ol kenz-i virandan haber geldi Bu Mısri’nin vücudu mısrının oldur şehinşahı Ezelden tâ ebed hükm-i Süleymandan haber geldi --------------------------------------------------------------(180) Çün sana gönlüm müptelâ düştü Derd ü gam bana âşina düştü Zühd ü takvâya yâr idim evvel Aşk ile benden hep cüda düştü Evvelce zühtü takva benim ile beraber yâr idi. İlahi Aşk ile bunlar benden hep cüda/ayrı düştü. Yani uzak oldu. Öyle ya zikri daimi de iken yani mabut ile daima huzurda iken zühtü takva ne lâzım. Zühtü takva mahcubun (Hak’tan perdeli olanların) işidir, avam halidir, Cenabı Hakkı bulan kendi yok olur. Çünkü vücud cenabı Hak’tır, buna vakıf olunca cenabı Hakka vasıl olur/kavuşur. Vâiz aydur eder gel aşkı terk eyle Nideyim sabrım bivefâ düştü Nice terk etsin aşkı şol aşık Ona karşısın mehlikâ düştü Vechini görsem dağılır aklım Zülfün ona çün mukteda düştü Kim seni buldu kendi yoğ oldu Vaslına ey dost can baha düştü Aşka uşşakın dâvet etmişsin Can kulağına ol sada düştü Aşka âşıkları cenabı Hak şu ayeti kerimesiyle davet etti: (Vema halektül insü velcinnü illa liya, büdün / Ben, cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri dışında bir şey için yaratmadım. Zariyat56). Ayeti kerimedeki manayı ifadeyle İbni Abbas tefsirinde diyor ki; ibadet nedir? Ya resulullah diye Sual ettiler. Hazreti Resulullah dahi tefsir


buyurdu (Eylivahidune eyli ya-rifun / Arif olmaktır tevhid ehli olmaktır). Bu itibarla ayette yani ben ins ve cinni başka bir şey için halketmedim, ancak halkettim ki tevhit etmek ve arif olmak için halkettim, deniliyor. Bu Niyazi’nin hiç vücudunda Zerre komadı hep beka düştü ---------------------------------------------(181) Bir yüze düş oldu gözüm yüz bin gezer divanesi Olmuş cemali şem’inin ay ile gün pervanesi Gün; ismi nurun suretidir. Ay ile yıldızların nuru güneşin nurundan muktebestir/alınmadır, Çünkü ay ve yıldızlar cevahir misillü/gibi şeffaf olduğundan, güneşin nurunu iktibas ederler/alırlar. Kendi sunar dolu dolu peymaneler âşıklara Bir kez elinden nûş eden olur ebed mestanesi Şunlar ki tatmadı ezel bezminde onun cür’ asın Tatmaya dahi bunda ol aşk ehlinin bigânesi Her bir kuru lâf ehli dahil olumaz bu meclise Ol cana kıymaz nice gel desin ana cânânesi Demektir ki, laf ehli yani yalancı ve müddei/iddiacı kimse ehli tevhit meclisine dâhil olamaz. Onun müddei/iddiacı ve kezzap yani yalancı olduğu kelamından yani lakırdısından ehli tevhid fehmederler/anlarlar. Aşk ehli ayılmaz ezelden tâ ebed sarhoş olur Pes nice ayılsın ki dâim devreder peymanesi Bir mülke malik eylemiş uşşakını ol padişah Mülk-i Süleyman onların yanında bir viranesi Bu beyitte mülkü Süleymandan murad, hazreti Süleymanın suveri ve mülkü dünyeviyesidir (Hz.Süleyman’ın suret ve dünya mülkü zenginliğidir). Yoksa Süleyman aleyhisselam dahi resul olup ululazim peygamber idi.


İki cihanda Mısri’ye devlet dahi izzet yeter Geldikçe yârin sunduğu gevherlerin her danesi --------------------------------------------------------(182) N’olaydı hey keşiş dağı n’olaydı Senin dâim yüzün böyle güleydi Yüzün gözün kan ağlayıp şitâdan Biten türlü çiçekler solmayaydı Senin âb u havânı matleb edip Başında hertaraf yârân dolaydı Kibirle göklere baş çekmeyeydin Başında türlü bârân olmayaydı Bu Mısri’ye acep bu dağ ne derdi Eğer dile gelip bir söyliyeydi ----------------------------------------------(183) Bir göz ki onun olmaya ibret nazarında Ol düşmenidir sahibinin baş üzerinde İbret nedir? Gözünle nazar edip bu mahlükat ve mevcudat Hakkın ef’ali olduğunu müşahade eder ve her şeyi, kudreti ilahiye ile vücuda geldiğini anlar. İşte bu tevhidi efal ve tevhidi sıfattır. Kulak ki öğüt almaya her dinlediğinden Akıt ona kurşunu heman sen deliğinden Şol el ki onun olmaya hayr u hasenâtı Verilmez ona cennet ilinin derecâtı Ayak ki ibadet yolunu bilmez onu kes Öğrensin onu mescid önünde kapıda as Bir dil ki Hakk’ın zikri ile olmaya mutad Urma sen ol et parçasına dil deyu hiç ad Çünki dil Hakkı zikretmek içindir. Yoksa Hakkı zikretmeyen dile, dil denilmez.


Nefsim deme şol dive ki ilter seni şerre Nefs odur onın fikri vü meyli ola hayre Gönül müdür ol kim içi vesvas ile dolmuş Kibr ile hased askeri her yanını almış Şol can ki fakat cismi diri tuta deme can Hayvanda da vardır o damarlarda dolan kan Can ol ki nafahtü dedi Kur’anda ona Hak Ol nefha-i Rahmaniyedir bu srrr-ı mutlak Can odur ki cenabı Hak Kuranda nafahtü dedi. Yani (Feiza sevveytühü ve nefahtü fihi min ruhi / Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman… Hicr-29) buyurdu. Ol ruhi izafiye ki irdi odur insan Ol nokta-i kübradır olan suret-i Rahman Ruh mutlaktır (sınırlanamayandır). İnsana nispet olunduğu vakit ruhi izafi tabir olunur. Çünki aslı olan ruh-u mutlaktır. Mesela, güneş doğunca herbir pencereden ışığını vurur. Şimdi güneşin pencereler ile mukayyet/kayıtlı olması lazım gelmez. Ki Güneş yine mutlaktır/sınırlandırılamaz, kezalik/bunun gibi cenabı Hak taalanın ruhi dahi mutlaktır. İnsan da denür ana dahi âdem-i mâna Hem ruh-u müsevverdir o hem âkıl u dânâ Zira ki cihana neye geldiğini bildi Maksut olunan matlab-ı âlâsını buldu Ol nefha imiş diri tutan cümle cihânı Ol nefha imiş ziynet eden bağ-ı cinânı Ol nefha ile oldu imaret bu avalim Ol nefha ile doldu kamu yedi akalim


Bu avalem/âlemler, ol nefha (Hakkın kendi ruhundan insana üflediği) ile imaret buldu. Yani mamur/şenlikli oldu. Nefhadan (Hakk’ın üflemesinden) murad, hayatı ilahiyedir. Yedi iklime yedi yıldız nazırdır. 1 - Güneş, 2 – Ay, beşte yıldız yedi olur. İşte bunlar yedi iklime nazırdır. Arabistan iklimine nazır olan güneştir. Yani arabistan ikliminin talii şemstir. Onun için ahalisi muammerdir/uzun ömürlüdür. Firengistanın ikliminin talii kamerdir. Onun için ahalisi çok muammer/uzun ömürlü olmaz. Çünkü kamerin devri serihtir. Rum ikliminin talii zühredir. Rum iklimi tunadan öteyedir. Türkistan ikliminin utarit, Hindistan ikliminin talii zuhal, vesair iklimlerin tali-leri müşteri velhasıl herbir iklimin talii birer yıldızdır. Ol nefha ile gözü açıklar görür ibret Ol nefha ile işidilir mânâ-i hikmet Ol nefha imiş âdeme bil meşrebi âlâ Ol nefha imiş Kaf-ı vücudundaki Anka Yani ol nefha imiş Âdeme meşrebi âlâ. Çünkü Hazreti Âdem aleyhisselamın kalıbı tekmil olduktan (bedeni olgunlaşınca) hayatı ilahiye tecelli etti. Yani evvela nuru Muhammedi halkolunup sonra o nur Âdem aleyhisselama tecelli etti. Ten, hazreti Âdem aleyhisselamındır, Ruh Muhammet Sallallahutaalanındır. Dil onun ile kıldı özün zikrine mutad Ol nefha ile daim eder yâr adını yâd El onun ile vermeye meyl eyledi malı Ayak dahi doğrulttu bu nefha ile yolu Nefs onun ile râziye vü merziye oldu Emmareliğin terk edüben tezkiye buldu Ruh onun ile etti semâvata urûcu Kıldı melekûta dahi onunla vülûcu Yani demektir ki, bu âlemden gayrı esma ve sıfat âlemlerine âlemi meleküt tabir olunur. Eğer ruh, süfli/aşağı, adi olur ise nefs tabir olunur. Eğer ruh ulvi/yüce olursa ruh tabir olunur.


Ulvi olup ıtlaka eriştirdi sülûkû Mülki şu ki terk ede bulur şah-ı mülûkû İniş dahi yokuş bir olur cümle yanında Cismindeki can gibi bulur dostu canında Gider ikilik birlik olup her şey olur Hak Çün gide bulut âleme gün doğa muhakkak Ol nefha ki âdem demidir âdemi iste Ol demle Niyazi irilür menzil-i dosta Kad temmet hazel kitabuşşerhi Niyazi kaddesallahu sırreül aziz biavnillahil melikül aziz/Niyazi MISRİ Hz.lerinin (Allah aziz ruhunu takdis etsin) bu kitabının şerhi/açıklaması, aziz ve melik olan Allah’ın yardımıyla tamamlandı. Pir seyyid Muhammed nur Hz.nin hikmet ruhaniyet yüklü sohbetlerinin, yazıcılar tarafından kaydedilmesiyle oluşan bu Niyazi MISRİ divanı şerhinin, bilgisayara aktarılarak düzenlenmesi hatalarıyla beraber tamamlanmıştır. Yüce Allah’a hamd olsun, Selam Allah’ın habibi/sevgilisi Hz. Muhammed’e ve cümle peygamberlerin ruhaniyetine olsun, İmamı Ali ve Ehli beyt/evladı resul Hz.nin ve cümle ehlullahın ruhaniyetine olsun. Ey kerim olan Allah’ım, Pir seyyid Muhammed nur ve Niyazi MISRİ Hazeratlarının himmetlerinden/yardımlarından bizleri mahrum etme. Bu eserin irfan ve ruhaniyetine okuyanları, bizleri ve cümle ihvanımızı mazhar kıl. Rabbimiz, mesleki resul’e hizmet ve sadakâttan bizleri ve ihvanımızı ayrı komayıp Melâmet neş’e yi kemaline ulaştır, Amin. 25-Mart- 2019 Salihli



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.