Richard Leakey - i̇nsanın kökeni

Page 1


RICHARD LEAKEY

Leakey adı , bilim çevrelerinde i nsan türünün evrimini açıkla­ maya çalı§an ara§tırmalarla özde§le§IDݧtİr neredeyse. Yüzyılı­ mızın önde gelen paleontolog çifti Mary ve Louis Leakey'in oğ­ l u olan Richard, küçük ya§ta ailesinin bilimsel ara§tırma gezi­ lerine katılmaya ba§lamı§ ve sonunda i nsan türünün evrimi ko­ nusunda dünyanı n en ü nlü bilim otoriteleri arasına girmݧtİr. Kenya Ulusal Müzeleri Yönetim Kurulu Ba§kanlığı'nı da yapmı§ olan Richard Leakey'in bu kitabından önce yazdığı ve hepsi " çok satan " kitaplar listelerine giren yapıtları arasında " Origins " , " The People of The Lake " , "The Making of Man­ kind", " Origins Reconsidered " gibi önemli çalı§ m alar bulun­ maktadır.


Bilim dizisi/ " Bili rnin U s ta ları" ı Varlık Yayınları A.Ş., Sayı: 480

İ lk basım : ı 998

"The Origin

of the

Mankiıııl"

© Brockman, Ine. N.. w York/ Varlık Yayıııları, istanbul, ı 996

1" lliliıııirı

llsıalan" (Sı·iı·ııı·p Ma�ın�) lıa>;lıi!;ı vı· aııılılı·rııi, llnıckıııan,

lıw'a aiııir vı· Tiiıkiyı·'ılı· kııllaıııııı lıakkı Varlık Yayırılan'ııa vı·rilıııi1lil'.l

ISli N 1J7 :J-1:3-1.-19.1-ı

Kapak düzeni: Ekin Nayır 1 )i;o;gi, ofset hazırlık: Varlık Yayınları llaskı: M art Matbaası

V i\ B Ll K Yi\ YlNLARI

A.Ş.

Caj!;aloi!;lıı Yoktı§U 40/2, :31-;j.lj.() isıaıılıul Tı·l!Lıks: (212) 522 69 2-1· - ;, 12 % 28 ı·-posla: va dik((ılvarlik.coın .1 r


.

..

.

INSANIN KOKENI RICHARD lEAKEY

Türkçesi:

.......ii.r::! E M

GÜL

\9

VARLlK/ BiLiM



Tarih Zaman

Dönem

(Milyon

Çağ

Kültür dönemi

Kültür dü zeyi

yıl)

Holosen

Neolitik Azilien

0.01

Magdalenien Solutreen (Üst) �

·c; ....... c "' c "' N ::ı -" "' "C "' N ':ı

"' c "'

0.04

Chatelperronien

······································ ········································· (Orta)

E

"' N ,;:ı u c '::ı "C

Gravettien Aurignacien

(Üst)

1

Mousterien

.......... ............................ ... ........... ... ................. ......

0.5

Levalloisien

:0 o

E

,;:ı c '::ı

c "' "'

-"

"ô

N o c "' V)

·;:; li:

ı

Clactonien

(Orta)

o "' c;;

(Alt)

ll..

Acheuleen

(Alt)

2 ·c; "' c "'

E

"' N ,;:ı u c ,;:ı '->'

':ı

Oldavan

Pliosen

5 Miosen

İnsansılar, insangillcrin kökeni

Oligosen

Antropoidlcr, insansıların kökeni

Eosen

Antropoidlcrin kökeni?

Paleosen

Prosimianlar

25

35

53 65


iÇiNDEKiLER

Ön söz

7

1

İlk İnsanlar

ıs

2

Kalabalı k Bir Aile

35

3

Farklı Bir İnsan Türü

ss

4

Soylu A ve ı İ nsan'?

71

5

Modern İ nsaııl a rııı Kiikı·ııi

91

6

Sanal Dil i

lll

7

Dil San a l ı

129

8

Zihnin Kökeni

149

Bibliyografya ve Ek Metinler

169


ÖN SÖZ

İ nsanın

eski atalarından birinin bir bütün halindeki iskeletini bulup çıkarmak tüm antropologların hayalidir. Ama bu hayale çoğumuz ulaşamayız; ölümün, gömülmenin ve fosilleşmenin yarattığı tahribat bizlere, insana özgü tarihöncesinin ancak ye­ tersiz ve parçalanmış kalıntılarını bırakır. Birbirinden ayrı düş­ müş dişler, tek tek kemikler, kafatası parçacıkları; insana özgü tarihöncesinin öyküsü çoğunlukla, bu ipuçlarından oluşturulur. Umut kıracak kadar eksik olsalar da, bu ipuçlarının büyük önem taşıdığını inkar etmiyorum; onlar olmasa, insana özgü ta­ rihöncesinin öyküsünü anlatamazdık. Bu mütevazı kalıntılarla karşılaşmanın getirdiği benzersiz heyecanı da göz ardı etmiyo­ rum ; bunlar, bizim geçmişimizin, et ve kandan oluşan sayısız kuşakla bize bağlanan parçalarıdır. Ama nihai ödül yine de, bütün haldeki bir iskeletİn keşfedilmesidir. 1969'da, talihim olağanüstü yaver gitti . Kuzey Kenya'daki Turkana Gölü'nün geniş doğu kıyısını ol uşturan eski kumtaşı yatağını araştırmaya karar vermiştim ; bu, fosiller ülkesine ya­ pacağım ilk bağımsız çıkartmaydı . Beni, lıurada önemli fosil keşifleri yapılabileceğine dair güçlü bir inanç yiinlendiriyordu; çünkü bir yıl önce küçük bir uçakla bölgenin üstünde uçmuş ve aşağıdaki katmarılı tortuların eski yaşama ait hazineler ba­ rındırabileceğini diişünmiiştiim; ama çoğu kişi, benim bu yar­ gıını kuşkuyla karşılamıştı . Burada arazi engebeli, iklim ise amansızca sıcak ve kuruydu; dahası, m anzaranın bana çekici gelen vahşi bir giizelliği vardı . Bölgeyi inedernek için, National Geographic Society'nin desteğiyle - aral arı nda, sonradan karım olan Meave Epps'in de bulunduğu- kiiı,;iik bir ekip oluşturdum . Bölgeye varışımız­ dan günler sonra l ı i r sabah Meave'le ikimiz kısa bir keşif gezi7


sinin ardından, kuru bir ırm ak yatağındaki kestirme yolu izle­ yerek kampa geri dönüyorduk. İkimiz de susamı§tık ve yakıcı öğlen sıcağından bir an önce kurtulmak istiyorduk. Birden , önümüzdeki portakal renkli kumda, göz çukurları bize bo§ bo§ bakan, eksiksiz, fosille§mi§ bir kafatası gördüm. Hiç ku§kusuz insansı bir yapıya sahipti . O anda Meave'e tam olarak ne dedi­ ğimi geçen yıllar bana unııllurdu, ama rastlantıyla bulduğumuz §ey kar§ısında sevinç ve hayret karı§ımı bir duygu ifade ettiği­ mi biliyorum . Soyu çok uzun siire iince tiikenmi§ bir insan türü olan �t­ ralopithecııs boisei'ye ait olduğıımı hemen anladığım kafatası, -belli mevsim l e rd e ı' r rııağı ıı gcr,:t iği torıular arasından kısa bir süre önee giin ışığına r,:ık rı ı ı şt ı. 1 .7S milyon yıl önce gömülme­ sinden bu yana ilk kı�z giin ışığı na ı;ıkaıı iirnek, o zamana dek bulunan birkaç sağlanı eski i nsan kafatasından biriydi. Ortaya çıkı§ından sonraki lıi rkar,: hafta i<,.�inde yoğıııı yağı şlar kuru ya­ tağı vah§i bir akınt ı yl a dol d ı ıraeaktı; Mt�avc'Iı� ikimiz o anda bulmasaydık, bu narin kalıntı hiç kuşkusuz, taşkıııl a birlikte yok olacaktı. Çok uzun süredir göm ü l ü kalan fosili t anı zama­ nında bulup kurtarına olasılığı aslında çok d iişiikt ii. İlginç bir rastlantı sonucu bu ke§fiın , aıııwııı Mary Le­ akey'i n Tanzanya'daki Olduvai Boğazı'nda benzı� r l ı i r kafatası bulu§unun neredeyse günü gününe onuncu yıl ı n a dı·ı ı k gdıni§­ ti . (Ama o beyin kutusu, Paleolitik çağdan kalma l ı i r y a p l ı oz lıul ınaca gibiydi; yüzlerce parçacıktan yeniden olıı şt ı ı rı ıl ııı as ı gcrekmi§ti.) Anla§ılan, Mary'ye ve babam Louis'e ııa s i p olan t• fsanevi 11 Leakey §<msı 11 bana da geçmi§ti . Bu §an s ı rıı il nide dı· devam etti; Turkana Cili ii'nde sonraları yaptığım kı� ş i ll c r­ dı·ıı dı� , aralarında, modern i nsan 1/omo sapiens'e dek uzanan 1/omo c insine ait bilinen ı�ıı l'ski sağlam kafatasının da lııı l ı ı n­ dıı ğıı pek r,:ok fosille döndii ııı. Cc ı ı ı;l iii;i rn de - dü nyaca iiı ı l ii l'lıeveynleriınin gölge si altı n d a kal ıııarııak anı aeıyla- fosil avı-ıl ığıyla ilgilenmemeye yerni n d­ ı ı ı i� ol ıı ıanıa rağırıı�n , l ııı ı ş ı ı ı lıiiyiisii beni içine çek m eye yı�t ı i .


Doğu Afrika'nın, atalarımızın kalıntılarını gizleyen eski, kıraç yataklan yadsınması olanaksız, özel bir güzelliktedir; ama aynı zamanda acımasız ve tehlikelidir. Fosil ve eski taş alet arayışı çoğunlukla romantik bir deneyim olarak tanılılır ve gerçekten de romantik yönleri vardır; ama bu, temel verilerin rahat labo­ ratuvarlardan yüzlerce ya da binlerce mil uzaklıkta çıkartılma­ sını gerektiren bir bilimdir. Fiziksel açıdan insanı zorlayan, öz­ veri isteyen bir iştir; kimi zaman insanların yaşam güvenliğini n bağlı olduğu lojistik bir operasyondur. Ö rgütlenmeye, zorlu ki­ şisel ve fiziksel şartlar altında işleri sürdürmeye yetenekli oldu­ ğumu fark etti m . Turkana Gölü'nün doğu kıyısındaki sayısız önemli keşif beni, bir zamanlar şiddetle kaçtığım bir mesleğe çekmekten öte, meslekte ün kazanmaını da sağladı . Yine de asıl hayale - yani eksiksiz bir iskelete - bir türlü ulaşamıyor­ dum. 1984 yazının sonlarında, çalışma arkadaşlarımla birlikte, nefeslerimizi toplu olarak tutmuş ve sürekli artan umudumuz deneyimin katı gerçekliği karşısında sönmüş bir haldeyken, bu hayalİn şekillenmeye başlamlığını gö;·dük. O yıl ilk kez, gölü n -batı kıyısını keşfetmeye karar vermiştik. 23 Ağustos'ta, e n eski dostum ve çalışma arkadaşım olan Kaınoya Kimeu'yla birlikte, mevsimlik akarsuyun oyduğu dar bir dere yatağı yakınlannda­ ki çakılların üstünde, eski bir kafaıasına ait ki.içi.ik bir parça bulduk. Dikkatle kafatasının diğer parçalarını aramaya başla­ dık ve u mduğum uzdan çok daha fazlas ı nı lıulduk. Bu keşfi iz­ leyen ve açık sahada yedi aydan fazla bi r zamana denk gelen beş kazı mevsimi boyunca ekibimiz, bin l ıeş yi. i z ton tortu çı­ kardı ve sonuçta, 1 . 5 milyon yıldan fazla bir si.i re önce eski gö­ lün kıyısında iilıniiş birinin eksiksiz iskeieıini bulduk. Turkana çocuğu adını ıakıığı mız bu birey öldi.i-ği.inde yalnızca dokuz ya­ şındaymış; öl ii ın rıı�deni ise hala bilinmiyor. Arka arkaya fosil kemikleri çıkarmak gerçekten eşi bulun­ maz bir deneyiıııdi: kollar, bacaklar, om urga kemikleri, kabur­ galar, leğeıı kı�ıııiği, çene, dişler ve yine kafataslan. Çocuğun 9


iskeleti §ekilleniyor ve ı . 6 milyon yıl parçalar halinde yattıktan sonra, bir birey olarak yeniden olu§turuluyordu. İnsan fosili kalıntılannda, yalnızca ı 00.000 y ı l öncesindeki N eanderthal dönemine dek, bu iskelet kadar eksiksiz bir ba§ka §ey buluna­ mamı§tır. Böyle bir ke§fin yarattığı duygusal heyecanın ötesin­ de, bu ke§fin insana özgü tarihöncesindeki önemli bir evreye dair çok önemli içgörüler sağlayacağını da biliyorduk. Öyküye devam etmeden önce, antropolojik deyimler hak­ kında birkaç söz elmek is t iyoru m Gizemli deyimler sağarıağı kimi zaman, kendin i adamış proresyoneller dı§ında kimsenin lıir şey anlamamasına yol açacak denli şiddetli olabilir. Böylesi lıir mesleki siizliik kullanmaktan ıniinıkiin ol duğunca kaçınaca­ ğırn. Tarihiineesi insan ailı�siııiıı..!.:Gi.J.!i.J.ürkTi.ı_ı.irLht>Lbiri biljm­ sel lıir dikt�L -yani t�!Laı.lı- taşıyor ve Inı atUan kullanm ak tan kaçınmak ol anaksız. Insan Liirleri ailesinin dı� kı�ııdiııe özgü bir ad ı var : İ nsangiller (lıoıııiıı id). M eslt�ktaşi arı ında n kızıları geç­ mişteki tüm insan türleri için "iıısaııgil" ıniıııiııi k u lla n ın ayı yı�ğliyorlar. "İnsan" siiz<:Liğiiıüin yalnızca lıiziııı gilıil n ic,;iıı kul­ lanılm;s�-g��-ektiğini savunuyorlar. Y ani, yal ııızt'a lıiziııı diizeyi­ ıııizde zekaya, _ahlak duygusuna ve içediiııi"ık lıiliıwı· sahip ol anl arı " insan" ol arak tanımlıyorlar. Beı::ı__[arklı bir bakı§ açısına sahibim. Eski insaııgillni diiıw­ min diğer insansı (kuyruksuz) maymunlarından ayır;ııı, dik du­ rarak hareket etme evriminin, sonraki insan tarihinin tı·ıııı·li ol­ duğunu dQ§��üyoı:uın. Uzak atamızın iki ayaklı bir ins;ııısııııay­ mun haline gelmesiyle birlikte pek çok diğer evriııısd y••ııilik de mümkün oldu ve sonuçta � ortaya çıktı. Bu ııı·dı·nlı�, Liim insangil türlerine "insan' dem ek te haklı olacağııııı:t.ı ıll'ı�ii­ niiyoruın. Tüm e s k i insan tiirlerinin lıizim günüıniizdı· lıildiği­ ıniz zihinsel dünyaları yaşad ıklarını söylemek i sıeıııiyorııııı. "İ nsan" tanımı en basit diizcydt�, dik yürüyen - iki ayaklı- in­ sa nsı nıaymunları içerir. i l nidı·ki sayralarda bu k u l l anııııı 1 ���­ niıııseyecek ve sözci'ıği'ı yal ııızl'a ıııodern insanı niteleyen iizı·l­ .

_

liklı·ri için kullandığıında lııııııı ayrwa lıelirteceğiın. lO


ŞEKil Önemli fosil alanları. İlk erken İnsan fos iIleri, I 924'ten itibaren, Güney Af­ rika'daki ıııağara sitlerinde buhıııınıı§tıı. llalıa sonraları, l959'dan itibaren, Doğu .i\frika'da (Tanzanya, Kenya, Etiyopya) da iiııcnıli ke§İiler yapıldı.

Turkana çocu ��. insan evrimi tarihinin dönüm noktasını olu§turan bir tür olan Homo erectus'ıııı üyes iydi Ki mi genetik, kimi de fosillerden olmak üzere farklı kanıt dizileriııden, ilk in­ san türünün yakla§ık 7 milyon yıl ö nce ortaya ı,;ı ktığım_biliyo­ ruz. Y akla§ık 2 milyon yıl önce Homo erectus sa lı n e ye çıktığın­ da, insanın tarihöncesi oldukça uzun bir yol alıı ı ı §t ı . Homo ' erectus un o r t aya ı,;ıkmasından önce kaç insaıı t iir ü nün ya§ayıp öldüğünü henüz lıilıııiyoruz; en azından alıı , l ıcl ki d� bu raka­ mın iki katı sayıda Lür olmalı . Ama llomo crcctus'tan önce ya­ §ayan tüm insan liirlerinin, iki ayaklı olm a kla birlikte, pek çok açıdan insam;ı rııay ıııtın benzeri özellikler ta§H.lıklarını biliyoruz. Beyinleri göreec kih;iik, yüzleri sivri çeneli (yani._ öne doğru çı­ kık) ve bedcıı ya p ıl a n n ı n kimi özellikleri - örneğin göğüs huni .

ll


şeklinde, boyun kısa ve bel yok- insandan çok İnsansım ay­ mun benzeriydi. Homo erectus'ta beyin büyüdü, yüz düzleşti ve beden daha atietik yapılı hale geldi. Homo erectus'la birl i kte, kendimizde gördüğümüz pek çok fiziksel özellik de ortaya çık­ tı; anlaşılan İnsanın tarihöncesi, 2 milyon yıl önce çok önemli bir dönüm noktasından geçmişti . Homo erectus ateş kullanan, avcılığı beslenme düzeninin önemli bir parçası haline getiren , modern insanlar gibi koşabi­ len, belli bir zihinsel kalıba göre laş aleller yapabilen ve hare­ ket alanını Afrika'nın ötesine Laşıyahil e n - ilk insan türüdür. Ho ­ mo erectus'un konuşma ı l il i ne salıi p oluı ı � ıl madıgı ��I-;;s in ola­ rak bilemiyoruz, anıa l ı u n a işard cıbı ı;ı�şi ı l i kanıtlar var. B u türde belli lıir lıen l i k l ı i l i n c i , i n sansı l ı i r l ıi l i nı; olup olmadığını da b i l miyoruz ve lıii yii k olasılıkla asla l ı ikıııeyeceii;iz; ama ben olduğunu d ii ş ii niiyo n ı m . 1/omo sapicns' i n •�n ı lı �ğı�rl i özellikleri olan dil ve b i l i ncin tarihöncesi kal ıntılarında lıiı;l ı i r ka nı t bırak­ madığını söylemeye herhalde gerek yok. Anlropoloğun hedefi, İnsansı maymun l ıenzcri lıir yaratığı bizim gibi insanlara dönüştüren evrim olayla rı nı aıılaıııaktır. Bu olaylar romantik bir açıdan, büyük bir ı iya ı ro !'!'i eli g i l ı i ta­ nımlanmış ve gelişen insanlığa da öykünün ka l ıra ııı a ı ı ı rol ii ve­ rilmiştir. Oysa gerçek büyük olasılıkla çok daha l ıasitı i r ve bu değişimi epik bir maceradan çok, ikl imsel ve ekoloji k ı li-ğişim­ ler yönlendirmiştir. Yine de bu, dönüşümün ilgi ın izi ı lalıa az çekmesine neden olm uyor. Biz, doğal dünyayı ve bu ı lii ııyaı l a­ ki yerimizi merak eden bir türüz. Şu andaki halimiw ııa!oiıl gel­ diğimizi ve geleceğimizin nasıl olacağını bilmek isı i yo rıız ; lıil­ ınek zorunluluğu duyuyoruz. Buld uğumuz fosiller bizi fizi ksı�l aç�ıdan geçmişimize bağlıyor ve sunduldan ipuçlarını, d oğayı ve evrim tarihimizin izlediği yol u anlama yolu olarak yorıı ı ı ı l a­ ın aya yönlendİrİyor. İ ns a n oğl unun tarihöncesine a i ı daha pek çok kalınıı giin ışı­ ğına ı;ıkart ı l ıp incelenene dı�k lıiı;lıir antrapolog kalkıp da, "Bu, ti ı ı ı ı ayrıntılarıyla ş öy k old u , " diyemez. Ama araşt ırmacı.

"

12


lar, insan tarihöncesinin genel §eldine dair pek çok konuda ay­ nı fikirdeler. İnsanın tarihöncesinde dört temel a§ama kesinlik­ le saplanabiliyor. İlk a§ama, 7 milyon yıl önceki, iki ayaklı, ya da dik hareket eden insansımaymun benzeri bir türün geli§tiği insan ailesinin kökeni dir. \ İkinci a§ama iki ayaklı türlerin çoğalması; yani, bi­ yologların uyarlayıcı ı§ınım (adaptif radyasyon) adını verdikleri bir süreçtir. 7 milyon ile 2 milyon yıl öncesi arasında, her biri birbirinden biraz farklı ekolojik §artlara uyarlanmı§ pek çok deği§ik iki ayaklı insansımaymun geli§li . Bu insan türleri ara­ sından birisi, 3 milyon ile 2 milyon yıl önce arasında, önemli oranda büyük bir beyin geli§tirdi. Beyin boyutundaki büyüme üçüncü a§amayı olu§turur ve insan soyağacının, Homo erec­ tus'tan sonuçta Homo sapiens'e dek uzanan dalı olan Homo cinsinin kökenine i§arel eder. Dördüncü a§ama, modern insan­ ların kökenidir; bizim gihi, doğada ba§ka hiçbir-§ekilde görül­ meyen dile, bilince, sanatsal dü§ gücüne ve teknolojik yenilik­ çiliğe sahip insanların ortaya çıkı§ıdır. Bu dört temel olay, kitabımızdaki bili msel anlatının yapısını olu§turuyor. İleride de görüleceği gibi, insanoğlunun tarihön­ cesini araştırırken yalnızca neyin, ne zaman olduğundan öte, neden olduğunu da sormaya başlıyoruz. Bizler ve atalarımız, artık tıpkı fillerin ya da atların evrimi incelenirken olduğu gibi, aşamalı bir evrim senaryosu bağlamında inceleniyoruz. Bu, Homo sapiens'in pek çok açıdan özel old uğunu yadsımak anla­ mına gelmiyor: en yakın evrimsel akrabamız olan §empanze­ den bile bizi ayıran pek çok şey var; ama artık, doğayla bağ­ lantımızı biyolojik anlamda anlamaya başladık. Son otuz yıl içinde bilim dalımızda, daha önce eşi görülme­ miş fosil keşiflerinin ve bu fosilieri yorumlayıp sundukları ipuç­ larını bütünleştirmekıe kullandığımız yenilikçi yönlemlerin sa­ yesinde, çok önemli ilerlemeler kaydedildi. Tüm bilimlerde ol­ duğu gibi antropolojide de uygulayıcı bilimciler arasında dü­ rüst ve kimi zaman da şiddetli fikir farklılıkları görülür. Bu fi13


fosil ve taş al e tle r gibi verilerin, ki­ yonımiama yiinlemlerinin yetersizliğinden kay­ naklamr. Kısacası , insanın tarihöncesi hakkında pek çok soru­ y a kesin yanıılar verilemez. Örneğin: İnsan soyağacını n lanı §ekli nedir'? Geli§mi§ kontı§ına dili ilk olarak ne zaman ortaya çıktı? İnsanın tarihöncesinde beynin çarpıcı oranda b üyüm esi ne yol açan neydi? İlerideki bölü m l e rde bu fi k i r farklılıklarının hangi konularda ve neden ol uşt u ğ u n u değinecek ve zaman za­ man kendi tercihlerimi beli r t ece ği ın . Yirmi yılı a§kın antropoloji çalışmal arı m sırasında pek çok e§siz ıneslektaşııııla lıi rl ikte çal ı ş ın a §<msına eri§tim ve hepsine §i.ikran duyuyonını. İç l er i n d e n ikisine Ka ın oya Kimeu ve Alan Walker- iizcl liklı� ıı�§ı�kk i i r etmek i steri m. Eşim Meave ise, öze l l i kl e zorlu zaıııaııl a rda, olağaııiistii l ı i r çal ı şma ar ka d aşı ve dost oldu. kir

farklılıkları kimi zaman

mi zaman da

­

-

14


1. BÖLÜM

iLK iNSANLAR

Homo sap iens in dil, gelişmiş teknolojik beceriler ve ahlaki yargılara varabiirnek gibi özel nitelikleri antropologlan uzun zamandır hayranlığa sürüklüyor. Ama yakın zamanlarda antro­ polojide yaşanan en önemli değişikliklerden biri, bütün bu ni­ teliklere karşın, Afrikalı insansımaymunlarla çok yakın bir bağ­ lantımız olduğunun anlaşılmasıdır. Bu önemli görüş değişikliği nasıl gerçekleşti? Bu lıiilümde, Charles Darwin 'in en eski insan türlerinin özel doğası hakkındaki fikirlerinin antropologlan bir yüzyılı aş\ın süre boyunea nasıl etkilediğini, yeni araşlırmala­ rın Afrikalı insansımaynıunlarla evrimsel yakınlığımızı nasıl or­ taya çıkardığını ve doğadaki yeri miz hakkı nda farklı bir bakış açısı geliştirmemizi gerektirdiğini lart ışacağım. 1859'da Türlerin Kökeni adlı yapıt ı nda Darwin, evı:i min in­ sanlar açısından ne anlama geldiği konusuna girmekten kaçın­ mıştı . Sonraki haskılara ise ihtiyatlı lıir cii ıııle eklendi: "İnsa­ nın kökeni ve tarihi aydınlatılacaktır." Darwi n Inı kısa cümleyi, 1 8 7 1 'de yayınlanan İ nsanın Türeyi.§i adlı kiLalıında aynntılan­ dırdı . Hala çok hassas olan bir konuyu dı� alarak , anlropoloji­ nin kuramsal yapısına iki sütun dikti. Bunlardan ilki, insanların ilk nerede evrildikleriyle (ona zamanında ı,:ok az kişi inanmıştı, oysa haklıydı) , ikineisi ise, bu evrimin şekli ya da biçimiyle il­ giliydi. Darwin 'in evrimimizin şekli hakkındaki görüşleri antro­ poloji bilimini lıi rkaç yıl öncesine dek elkilcdi ve sonra, yanlış olduğu anlaşıldı. Darwin, insanlığın beşiğinin Afrika olduğunu söyliiy_()r��­ B u7o�uca lıasit lıir ıııa-ntık.la v����;ştı: '

15


!5

Dünyanın her büyük bölgesinde hayatta olan memeliler, aynı bölgede evrilmi§ türlerle yakın bağlantı içindedirler. Dolayı­ sıyla, Afrika'da bir zamanlar, goril ve §empanzelerle yakından bağlantılı ve günümüzde nesli tükenmi§ olan insansımaymun­ lar

(ape) ya§amı§ olabilir:

bu iki tür insanın en yakın akrabala­

rı olduğuna göre, ilk atalarımızın Afrika kıtasında ya§amı§ ol­ maları olasılığı, ba§ka bir yerde ya§amı§ olmaları olasılığından daha yüksektir.

Darwin'in bu satırları yazdığı sıralarda hiçbir yerde erken insan fosillerinin bulunmadığını unutmamalıyız; vardığı sonuç tamamen kurama dayaııdınl ıııı§tı. Darwin'in zamanında bili­ nen tek insan fosilieri Avrupalı Neandertal insanına aitti ve bunlar, insan geli§iıııinin giirı�c•� yeni bir a!iaıııasını temsil edi­ yorlaı·dı. Antropologlar Darwin'in yonııııundan lıi'-� lıo§lanmadılar; bunun en önemli nedı�nlerindı·n l ı i r i , l ro pik Afrika'ya söm ür­ geci gözüyle, kiiçümseyerek lıakıl ıııasıydı: Kara Kııa, 1/omo sa­ piens gibi soylu bir yaralığın kökeni için lıiı.� dı� uygıı ıı lıir yer olarak görülmüyordu. Yüzyıl ba§ırıcla Avrupa vı� Afrika'da yeni insan fosillerinin bulunmasıyla birlikte, Afrika kiikı·ııli ol ma fikrine duyulan küçümseme arttı ve bu tutum o n yı lları a siird ii. Babam l93l'de Cambridge'deki entelektüel hocalanııa insa­ nın kökenierini Doğu Afrika'da aramayı planladığını siiybli­ ğinde, Asya üzerinde yoğunla§ması için büyük bir l ıaskı yapıl ­ dı. Louis Leakey'in inancı kısmen Darwin'in savıınıısuııdan, hiç ku§kusuz kısmen de, Kenya' da doğup büyümi. i § olmasırı­ dan kaynaklanıyordu . Cambridge akademisyenlerinin lavsiyı�­ lerini gözardı edip, Doğu Afrika'nın ilk evrim tarihimizin •�n önemli bölgesi olduğunu kanıtlanıaya koyuld u . Son yıllarda l ııı kıtada bulunan erken insan fosili sayısına kı:ır§ın, antropologla­ rın bu Afrika kar§ıtı duyguları lıize çok tuhaf görünüyor. B u olay, bilimcilerin manlık kadar duygularından da etkilend ıil­ diklerini gösteriyor. -

16


Darwin'in İnsanı�ı Türeyi§i'nde ulaştığı ikinci önemli sonııç, insanları n önemli ayıncı özelliklerinin - iki ayaklılık, teknoloji ve büyük bir beyin - birbirleriyle_ uyum içinde gelişmi� olma­ sıydı: d

Kollarının ve ellerinin serbest kalması ve ayaklan iisli'ıııdt> sağlarnca d urabilmesi insan için bir avantaj olmu§sa . . . İıı,.;a­ nın ataları için daha dik ya da iki ayaklı hale gelıneniıi daha avantajlı olmaması için bir neden görı>ıniyonıın. Eller ve kollar bı-denin tüm yükünü ta§ıınak iı;in kullanıldıkça . . . ya da ağaçlara tırmanmaya uygun oldukça, silalı yapmak ya da la§ ve mızraklan hedefe atmak için gewkli §ekikl.� geli§emezdi.

Burada Darwin, alışıl madık hareket tarzımızdaki gel işimin, taştan silah yapımıyla doğrudan bağlantılı olduğunu savunmak­ tadır. Da��d<0!e�i _gic_leJ:t:J�� u ev ri ın de��irııl�ı:_i_ı:ı_i _,_ iı:ıs�rı!�ı :da­ ki, insansımaym unları n lıançere benzeyen köpekdişleriyle kar­ §lla§ıı��ltlığında son derece kü��iik olan köpek dişlerini!} köke� _ niyle ilişkilendirıniştir. İnsanın Tiireyi§i'nde şöyle demekte_y_di: 11 İnsanın atalan büyük olasılıkla, b iiyiik köpekdişierine sahipti­ ler; ama düşmanları ya da rakipleriyle savaşırken taş, sopa ya da diğer silahları kullanma alışkarılığını geliştirmeleriyle Lı�rlik­ te�-çenelerini ve dişlerini daha az kullanmaya başladılar. Bu durumda çene ve dişler küçülecekti. Silah yapabilen bu iki-ayakli-ya ra tı k lar Darwin'e göre, daha çok zeka gerektiren yoğun bir sosyal etkileşim geliştirdiler. Atalarımızın zekalarının gelişmesiyle bi rlikte, teknolojik ve sos­ yal gelişmişlik düzeyleri de yükseldi ve Inı da, daha gel işmiş bir zeka gerekti rdi. Böylece her yeni özellik, diğer özelliklerin gelişmesini sağladı . Bu bağlantılı evrim lıipotezi i n s an ı n kökeni konusunda açık seçik bir senaryo sunuyordu ve antropoloji bi­ li m i nin gelişimine merkez oluştur d u . Bu senar yoya göre ilk insan türü, iki ayaklı b i r insansı may­ mundan öte lıir ş ı � ydi : 1/omo sapiens'te takdir ettiğimiz özellik­ lerden bazıları na daha o zamandan sahipti. Bu öylesine güçlü ve akla yakın lıir iıııgı·ydi ki, antropologlar uzun bir süre, bu 11

İnsanın

Kökeııi, F: 2

17


imgenin etrafında inandırıcı hipotezler dokuyabildiler. Ama se­ naryo, bilimin ötesine geçti: İnsanların insansımaymunlardan evrimsel farklılaşmaları aniden ve çok eski bir dönemde ger­ çekleşmişse, bizimle doğanın geri kalan kısmı arasına büyük bir uzaklık girmiş demekti. Homo sapiens'in tamamen farklı bir yaratık olduğuna inananlar için bu bakış açısı son derece ra­ hatlatıcıydı. Bu inanç hem Darwin'in döneminde hem de yüzyılımızda bilim adamları arasında oldukça yaygındı. Sözgelimi, on doku­ zuncu yüzyıl İngiliz doğa bilimeisi - ve Darwin'den bağımsız olarak doğal seçim kuramını yaratmış olan - Russel Wallace bu kuramı, insanlığın en çok değer verdiğimiz yönlerine uygu­ lamak istemedi. İnsanları , yalnızca doğal seçimin ürünü olarak görülemeyecek d enli akıllı, irH'dmi§ ve gdi§rıı iş buluyordu. İl­ kel avcı l o p l ay ıc ı l a rı n l ı i yoloji k aı;ıdan l ı ı ı i i zell iklere gereksi­ nim duymayacakla rını ve dolayısıyla, doğal seı;i ııı sonucu geliş­ miş olamayacakların ı d iişiiniiyord ı ı . i nsanları n l ı ı ı denli özel yaratıklar ol malarını doğaii s l i i l ı i r rııiidalıalı� sağl a m ı § olmalıy­ dı. Wallace'ın doğal seçim gücüne inannı a ıııası , l >arwi n'i son derece rahatsız ediyordu . l930'lar v e l940'larda Güney Afrika 'da gnı;ı·klı·şl i rd iği öncü çalışmalarla Afrika'nın insanlığın beşiği olarak kal ıul ı�dil­ mesine katkıda bulunan İskoç paleontolog Holwrı l l r oorıı da insanın ayrıcalıklı olduğuna inanıyordu. Homo sıiJiinı., 'in ı�vri­ min nihai sonucu olduğunu ve doğanın geri kaLı n kısı ı ı ı ı ı ı ı ı in­ sanın rahat etmesi için şekille�dirilmiş olduğunu dii§ii niiyordıı. Wallace gibi Broom da türüm üzün kökeninde d oğa i i s l i i giiı.;ler arıyordu. Wallace ve Broom gibi bil imcilcr, biri entelektüd v c diğı�ri de duygusal olmak üzere iki ��alı§an güçle savaşıyo rl a n l ı . /lo­ mo sapiens'in evrim süreci sayı�sinde doğadan geli § Liği gnı;ı·ği­ ni kabul etseler de, insanın tinselliğine ya da aşkın özii ıw dair i nan��l arı , onları evrim koıı ıısıında insanın ayrıcalığıııı kan ı ı la­ yan açıklamalar oluşlurm aya yönlendiriyordu . Darwin ' i n -

18


1 8 7 1 'deki evrim 11 paketinde 11 böyle bir rasyonelle§Lirme vardı. Darwin doğaüstü müdahale aramıyordu gerçi, ama evrim se­ naryosu, insanları daha ba§langıçtan itibaren insansımaymun­ lardan ayırıyordu . Darwin'in tezi yakla§ık o n yıl öncesine dek etkisini sürdür­ dü ve insanın ne zaman ortaya çıktığı konusunda önemli bir çatı§ma ya§anmasına neden oldu . Darwin'in bağlantılı evrim hipotezinin çekiciliğini göstermesi nedeniyle, bu çatı§mayı kısa­ ca anlalacağım . Çatı§ma aynı zamanda, hipotezin antropolojik dü§Ünܧteki etkisinin sona ermesine de i§aret eder. 1 96 1 'de, o dönemde Y ale Üniversitesi'nde olan Elwyn Si­ mons çığır açıcı bir bilimsel bildiri yayınlayarak, bilinen ilk in­ sangil türünün Ramapithecus adı verilen küçük bir insansımay­ mun benzeri yaratık olduğunu savundu. O dönemde bilinen tek Ramapithecus fosil kalıntıları, Yale'den C. Edward Lewis adlı genç bir ara§tırmacının 1 931 'de Hindistan'da bulduğu üst çene parçalarıydı. Simons, yanak di§lerinin (azı di§leri ve kü­ çük azı di§leri), insansımaymunların di§leri gibi sivri değil, düz olmaları açısından insanlardakilere benzediğini görmܧtÜ. Kö­ pek di§leri de insansımaymunlara p;iire daha kısa ve düzdü. Si­ mons, eksik haldeki üst çenenin yeniden olu§turulması duru­ munda, §eklinin insanlardakine benzeyeeeğini de iddia ediyor­ du; yani modern insansımaymunlardaki gibi 11 U 11 §eklinde de­ ğil, arkaya doğru hafifçe geni§leyen bir kemer biçi minde. Cambridge Üniversitesi'nden İngiliz anlropolop; David Pil­ beam bu dönemde Yale'de Simons'a katıl dı ve bi rlikte, Rama­ pithecus çenesinin insansı olduğu iddia edilen anatomik özellik­ lerini tanımladılar. Ama anatomiden ele öteye p;eçtiler ve yal­ nızca çene par��alarının güçlülüğüne dayanarak, Ranıapithe­ cus'un iki ayağı üstünde dik yürüdüğünü, aveılık yaplığını ve karma§ık bir sosyal ortamda ya§adığını öne sürdüler. Onların usavurumları Darwin 'in ki gibiydi: İnsansı olduğu varsayılan bir tek·Ö� eÜ iğiı ; (di� yapısı) varlığı, diğer özelliklerin de var oldu­ ğunu gösteriyord u . Sonuçta, ilk insangit türü olduğu varsayılan 19


§ey, kültürel bir hayvan - yani kültürsüz bir i nsansımaymun­ dan çok, modern insanların ilkel bir deği§keni - olarak görül­ meye ba§landı . İlk Ramapithecus fosillerinin bulunduğu ve ardından , Asya ve Afrika'daki benzer ke§iflerin yapıldığı tortular eskiydi. D ola­ yısıyla Simons ve Pilbeam, ilk i nsanı n en az 15 milyon ve belki de 30 milyon önce ortaya çıktığı sonucuna vardılar ve antropo­ loglann büyük çoğunluğu bu görÜ§Ü kabul etti. Dahası, köke­ nin bu kadar eski olduğu inancı insanlarla doğanın geri kalan kısmı arası n a büyük lıir uza k l ık koyarak, pek çok ki§iyi rahatla­ tıyordu. 1 960 ' I ard a lkrkdcy'dc ki Califonıia Ü nive rsi tesi ' nden iki kimyacı, Allan Wilson vt� Viıwı·nt Sariclı, ilk insan türlerinin ne zaman ortaya çıktığı koıııısı ınıla çok farklı l ıir sonuc a ula§tı­ lar. Fosiller iistiinılı� çal ı�ıııak yniıw, ya�ayan <"anlıl arla Afrika­ lı i nsan sı m ay nı ı ı nlarıl aki kızı kan proll'iııll'riııiıı yapısını kar§ı­ la§tırdılar. Amac)arı, insan ve insaıısıııı;ıyııııııı prolt·inlt�ri ar a­ sındaki yapısal fark düzeyini saplaıııakıı; ıııııl;ısyoıı ne d eniy l e bu fark zaman içinde hesaplanabilir lıir lıızla arlıııı� olmalıydı. İnsanlar ve insansınıayın unlar ne kadar uzıııı siin· iiııı·ı· iki ayrı tür haline gelnıi§lerse, biriken mutasyon sayısı ıla o kadar fazla olacaktı . Wilson ve Sarich mutasyon hızını hesaplaı l ı la r vı� lıiiy­ lece, kan proteini verilerini bir moleküler saat olarak kıılla ııa­ bildiler. Bu saate göre ilk insanlar, yalnızca yakla§ık 5 ınilyoıı yıl iiı ı­ ce ortaya çıkmı§ olnıalıydılar; bu, egemen a ntropolo ji k ı ır a ıııın­ daki 1 5 ile 30 milyon yıllık talıminle çarpıcı oranda çdi�ı·n lıir hulguydu. Wilson ve Sarich'in verileri ayrıca, insanları rı, §t � ın ­ panzelerin ve goı·illerin kan proteinlerinin birbirlerinden aynı dt�recede farklı olduğunu giisteriyordu. Yani 5 milyon iiııı:ı� gerçekle§en bir evrim olayı ortak l ıir atanı n aynı anda ii�: ayrı yii ıı e gitmesine neden olm ıı § tıı ; l ı ıı bölünme, modern insanla­ rın yanı s ı ra , modern §empanzı� ve modern gorillerin de gdi§­ meleriııi sağlamı§tı. Bu da, çoj!;ıı ant ro pologu n inançlarına ay20


kırıydı. Geleneksel düşüneeye göre şempanzelerle goriller bir­ birlerinin en yakın akrabalarıdır ve insanlarla aralannda bü­ yük bir uzaklık vardır. Molekül verileri hakkındaki yorumların geçerli olması d urumunda antropologlar, insanlarla İnsansı­ maymunlar arasında çoğunun inandığından daha yakın bir bi­ yolojik ilişki olduğunu kabul etmek durumunda kalacaklardı. Çok büyük bir tartışma doğdu ve antropologlarla biyokim­ yacılar birbirlerinin mesleki tekniklerini şiddetle eleştirmeye başladılar. Wilson ve Sarich 'in vardıklan sonuç, molekül saat­ lerinin hatalı olduğu ve dolayısıyla, geçmişteki evrim olaylan hakkında bir zaman saptamasının güvenilir olmayacağı iddi­ asıyla eleştiriliyord u . Wilson ve Sarich ise, antropologlann kü­ çük ve parçalanmış anatomik özelliklere çok fazla önem ver­ diklerini ve dol ayısıyla, geçersiz sonuçlara ulaştıklarını savunu­ yorlardı. Ben o dönemde Wilson ve Sarich'in hatalı olduklannı düşünerek, antropolog topl uluğunun yanında yer almıştım. Bu larıışma o n yılı aşkın lıir süre boyunca devam elli ve bu dönem içinde Wilson 'la Sarich ve birbirlerinden bağı msız baş­ ka araştırınacılar giderek daha çok sayıda yeni moleküler kanı­ La ulaştılar. Bu yeni verilerin büyük �:oğunluğu, Wilson ve Sa­ rich'in il k tezlerini destekliyorclıı. Kanıtlar anlropologların fikir­ lerini değiştirmeye başladı, ama Inı yavaş bir değişimdi. So­ nunda, l980'lerin başlarında Pillwaııı ile ekibinin Pakistan'da \ " e L on dr a Doğa Tarihi Müzesi'nden !'eter Andrcws'un Türki­ ye'de daha eksiksiz durumda Ranıapitll<'ru.� benzeri fosiller bulmaları, sorunun çözüme kavuşması nı sağladı (bkz. şekil 1-1) . İ l k Ranıapitlıecus fosİlleri gerçekten d e bazı yönlerden insa­ na benziyorlardı; ama bu Lür, insan değildi . Aşırı derecede parçalanmış kan ıılan temel alarak bir evriııı bağlantısı oluştur­ ma işi çoğu kişinin sandığından çok daha zordur ve dikkatsiz davrananların diüjebileceği pek çok tuzak vardır. Simons ve Pilbeam bu tuzaklardan birine düşm üşlerdi: Anatomik benzer­ lik, mutlaka ı�vriııısd bağlantı old uğu anlamı na gel mez. Pakis21


Asya'daki

Afrika'daki

ınsansı

ınsansı

maymunlar

maymunlar

Asya'daki Afrika'daki ınsansı ınsansı maymunlar maymunlar

İ nsanlar

. .

İnsanlar

5

10

15

20

25 Milyon

ŞEKiL 1-1

yal

kanıllan. l967'dcıı önce anlropolo�lar, fosil kaıııtlıınııııı, i ıısaıılarla maymunlar arasında en azıııdan 15 milyoıı yıl iiııl"t"siıu· �idı·ıı ı·ski lıir ev­ ıimsel farklılığı gösterdiğini dii§iiniiyorlardı. Ama 1 <J(ı7'ılı-, loıı farklılığııı çok daha yeni olduğumı gösteren molckiil kaıııtlan bıılııııılıı: Yukla�ık S mil­ yon yıl önce. Antropologlar yeni kanıtları kabullcnmcktc ılıırııksııdılarsa da, ' sonunda kabul ettiler. Molekiil

tan ve Türkiye'de bulunan daha eksiksiz durumdaki iirrwkler, insansı olduğu varsayılan özelliklerin yapay olduğunu giistı�rd i . Ramapithecus'un çenesi kemerli değil, V şeklindeydi; lııı ve di­ ğer özellikler, ilkel bir insansımaymun türü olduğunu giislt�ri­ yordu (modern insansımaymunlanrı çerıesi U şeklindedir). Da­ ha sonraki akrabası orangutan gibi, Ramapithecus da ağaçlar­ da yaşıyordu ve ne iki ayaklı lıir insansımaymun, ne de ilkel bir avcı-toplayıcıydı. Yeni kanıtlar, Ramapithecus'un irısaııgil­ lerden olduğuna inanan en i naıçı aııtropologları bile yanıldıkla­ rına ve Wilson'la Sarich'in haklı olduklarına ikna etmişti: İnsan 22


ailesinin kucusu üyesi olan ilk iki ayaklı insansımaymun, sanıl­ dığı kadar eski bir dönemde değil, görece yakın bir zamanda ortaya çıkmı§tı. Wilson ve Sarich ilk yayınlarında, 5 milyon yıl öncesini bu olayın tarihi olarak göstermi§lerdi, ama günümüzde moleküler kanıtlar, tarihi yakla§ık 7 milyon yıl öncesine atıyor. Ancak in­ sanlarla Afrikalı insansımaymunlar arasında olduğu öne sürü­ len biyolojik yakınlık fikrinden vazgeçilmedi. Hatta bu ili§ki, öne sürüldüğünden de yakın olabilir. Kimi genetikçilerin, mo­ lekül verilerinin, insanlarla §empanzeler ve goriller arasında birbirine e§it üç yollu bir ayrıma i§aret ettiğini dü§ünmelerine kar§ın, ba§ka §ekilde dü§ünenler de var. Onlara göre insanlar ve §empanzeler birbirlerinin en yakın akrabalarıdır ve goriller­ le aralarındaki evrimsel uzaklık daha fazladır. Ramapithecus olayı antropolojiyi iki §ekilde deği§tirmi§ti. İlk olarak, ortak bir anatomik özellikten ortak bir evrimsel bağlantı çıkarmanın tehlikelerini gösterdi. İkinci olarak, Darwinci "pa­ ket"e körü körüne bağlı kalmanın budalalık olduğunu kanıtla­ dı. Simons ve Pilbeam köpek di§inin §eklini temel alarak, Ra­ mapithecus' a eksiksiz bir ya§ am tarzı atfetmi§lerdi: bir insangil özelliği bulunduğunda, bu türden tüm özelliklerin de bulundu­ ğu varsayılıyordu. Ramapithecus'un insangil statüsünü yitirme­ sinin sonucunda, antropologlar Darwin paketinden ku§ku duy­ maya ba§ladılar.

Bu antropolojik devrimin geli§imini izlemeden önce, ilk in­ sangil türünün nasıl ortaya çıktığını açıklamak için çe§itli dö­ nemlerde öne sürülmü§ bazı hipotezlere de kısaca göz almalı­ yız. Popülerlik kazanan her yeni hipotezin, döneminin sosyal iklimini yansıtması çok ilginç bir nokta. Sözgelimi Darwin , ta§ silahların geli§tirilmesinin, teknoloji, iki ayaklılık ve beyin bo­ yutunun· büyümesini içeren evrim paketinin ba§langıcında önemli olduğunu dü§ünmܧtÜ. Hipotez hiç ku§kusuz, ya§amın 23


bir sava§ olduğuna ve ilerlemenin giri§imcilik ve çabayla sağ­ landığına dair yaygın fikri yansıtıyordu . Victoria Çağının bu etosu, bilime i§lemi§ ve insan evrimi de dahil olmak üzere ev­ rim sürecine bakı§ açısını belirlemi§ti . Yüzyılımızın ilk onyıllarında, Edward dönemine özgü iyim­ serliğin en enerjik günlerinde, bizi biz yapan §eyin beyin ve dü§ünce olduğu söylendi. Bu yaygın sosyal dünya görü§ü ant­ ropolojide, insan evrimine ba§langıçta iki ayaklılığın değil, bey­ nin büyümesinin ivme kazandırdığı fikrinde ifade buldu. ı 940'larda dünya, teknolojinin büyüsüne ve gücüne kapılmı§­ tı; dolayısıyla, " Alet Yapan Adam " hi po tezi popülerlik kazan­ dı. Londra Doğa Tarihi Müzesi'nden Kennelh Oakley'in öne sürdüğü bu hipolezde - s i lah deği l - La§ alet yapımı ve kullanı­ mının evrimimiz için gerek l i d iirl iiyü sağlad ığı savunuluyordu. Ve dünyanın İkinci Dünya Savw�ı'nın giilgı�siıw gi rdiği dönem­ lerde , insanlarla i nsansırııayııııı ı ılar a rasınd aki dalıa karanlık bir fark vurgulanmaya l ı a§laııd ı : l ıin�yiıı kend i ıi·ı riiıH� kar§ı §id­ det uygulaması . İlk kez A v u sl ral yal ı aııaloıııi l ıili ı ııl'i Hay nı ond Dart'ın öne sürdüğü " Katil M ay m unadaıı ı" fikri, l wlki de sa­ Va§ta ya§anan korkunç olayları aç ı kl ı yo r (ya d a l ı a ı ı a , ı nazur gösteriyor) olması nedeniyle, yaygın kabul gördii. ı 960'larda antropologlar, insan kökeninin anal ılan olarak avcı-toplayıcı ya§am tarzına yöneldiler. Pek çok a ra�lırııı a eki­ bi, özellikle Afrika' da olmak üzere, teknolojik açıdan il kı�l mo­ dern insan nüfuslarını inceliyorlardı . Bunların arasınd an en kayda değerlerden biri (hatalı olarak Bushmen di' dı�rıen) !Kung San halkıydı . Burada doğayla uyum i çinde, doğayı kar­ ma§ık yöntemlerle kullanan ve doğaya saygı gösteren l ıi r lıalk imgesi ortaya çıktı. Bu insanlık göri.i§Ü dönemin çevn�ciliğiyle uyum içindeydi, ama antropologlar, karma avcılık ve toplayıcı­ lık ekonomisinin karma§ıklığından ve ekonomik güvenliğinden de etkilenmi§lerdi . Yine de asıl üstünde durulan, avcı l ı kı ı . ı966'da Chicago Üniversiıesi'rı de, " Avcı Adam" lıa�l ıkl ı önemli bir antropoloji korıfı�ransı gerçekle§tirildi. Topl antıya 24


egemen olan akım oldukça yalındı: İnsanı insan yapan, avcılık­ tır. Teknolojik açıdan ilkel toplumlarda avcılık genellikle, erkek sorumluluğudur. Dolayısıyla, 1970'lerde kadın sorunu konu­ sundaki bilincin gelişmesiyle birlikte, insanın kökenine dair bu erkek merkezli açıklamanın sorgulanmaya başlanması son de­ rece normaldi . " Toplayıcı Kadın" olarak bilinen alternatif bir hipotezde, tüm primat türlerinde olduğu gibi, toplumun merke­ zinin dişiyle çocukları arasındaki bağ olduğu savunuluyordu . Karmaşık bir insan toplumunun oluşturulmasını, teknoloji ya­ ratan ve herkes tarafından payiaşılmak üzere (en başta bitki) yiyecek toplayan insan dişilerinin inisyatifi sağlamıştı. Ya da, öyle olduğu savunuluyordu. B u hipotezler İnsan evrimini asıl başlatan şey konusunda farklı fikirler getirmekle birlikte, hepsi de, Darwin'in değer ve­ rilen belli insan özellikleri paketinin daha ilk baştan oluşmuş olduğunu söylüyorlardı: 1 lala, ilk insangil türünün belli bir dü­ zeyde iki ayaklılık, teknoloji ve büyük beyin özelliklerine sahip olduğu düşünülüyordu . Dolayısıyla insangiller, daha başlangıç­ tan itibaren kültürel yaratıklardı; lıu nedenle de, doğanın geri kalan kısmından farklıydılar. Oysa son yıllarda bunun doğru olmadığını anlamaya başladık. Arkeolajik kalıntılarda, Darwinci hipotezin doğru olmadığını gösteren sağlam kanıtlar görülüyor. Darwin paketi doğru olsay­ dı, arkeolajik kalıntılarda ve fosil kalıntılarında iki ayaklılığa, teknolojiye ve büyük beyne dair kanıtları aynı anda görürdük. Ama görmüyoruz. Tarihöncesi kalıntılarının ı�k bir yönü bile, hipotezin yanlış olduğunu göstermeye yetiyor: Taş alet kalıntı­ ları. Çok ender olarak fosilleşen kemiklerirı tersine, taş aletlerin yok olması neredeyse olanaksızdır. Dolayısıyla, tarihöncesi ka­ lıntılarının büyiik l ıiilümünü taş aletler ol uştur u r ve en başın­ dan itibaren ı.�kııolojinin gelişimi bu aletiere dayanılarak yeni­ den oluştunılıır. 25


Bu tür aletlerin ilk örnekleri - çakıl ta§larından birkaç yon­ ga çıkarılarak yapılan kaba yongalar, kazıma araçları ve balta­ lar- yakla§ık 2 . 5 milyon yıl önce ortaya çıkar. Molekül kanıt­ ları doğruysa ve ilk insan türü yakla§ık 7 milyon yıl önce orta­ ya çıktıysa, atalarımızın iki ayaklı olmalarıyla la§ alet yapmaları arasında yakla§ık 5 milyon yıl geçmݧ olmal ı . İki ayaklı bir in­ sansımaymun yaralan evrim gücü her neyse, alet yapma ve kullanma becerisiyle bağlantılı değildi. Ama pek çok antropo­ log, 2.5 milyon yıl önce teknolojinin gelݧmesinin , beyindeki büyümeyle aynı döneme denk geldiğine i n a nıyor.

Beyindeki büyümeyle teknolojin i n , i ıısaııı ı ı kiikeniyle aynı zamanda ol u §mad ığ ı rı ın a ı ı la�ı l ı ı ıası , aıı l ropologl a rı yaklaşımla­ rını yeniden d ii�ii rı rıwye zorla d ı . Son ıu;ıa yl' ı ı i lı i polc�zler, kül­ türden çok biyoloji terinı leriyle olıı� l ı ı nı l d ı ı . Bc· ı ı hıı ı ı ı ı , ın e sl e­ ğimizdeki sağlıklı b i r gel işme olarak giiriiyorıı ı ı ı ; iizl'llikle de fi­ kirlerin, diğer hayvanların ekolojisi ve davra ı ı ı� ı lıakkı ı ı d a lıil­ diklerimizle karşıla§tırılarak sınanmasını sağl adığı ic;i ı ı . B ı ı yak­ la§ımda, Homo sapiens'in pek çok özel n i ı el iğc� sahi p oldıığıı n u yadsımamız gerekmiyor. B u niteliklerin geli şi ı ı ı i ıı i, laıııarrıe r ı biyolojik bir bağlamda inceliyoruz. Bu anlayı§ olu§tuktan sonra, antropologun i rı sa ı ı ı ı ı kiikenle­ rini saplama İ§İ yeniden iki ayaklılığın kökeni üzt�riııdc� yoğıırı­ la§tı. Evrimsel dönü§Üm, bu tek olaydan soyutlarıdığıııd a bile, (ABD'deki) Kent Eyalet Üniversitesi'nden analonı i bilimci Owen Lovejoy'un da beliriliği gibi , önemsiz değildir: Lovejoy, 1 988' de yazdığı popüler bir nıakalı:de, 11 İki ayaklı lığa gt�c,:i�, evrim biyolojisinde görebileceğiniz en çarpıcı değişiııılerdt�rı biridir, 11 demi§ Lİ. " Kemiklerde, kemiklere güç sağlayarı kasla­ rın düzeninde ve kollada hacakların hareketinde önemli dt�ği­ §İmler görtilmektedir. 11 insanlarla şempanzelerin !eğen kt�nıik­ lerine bakmak, bu, gözlemi doğrulamaya yetiyor: Leğen i nsan26


larda kısa ve kutu gibi, §empanzelerdeyse uzundur. Kol ve ba­ caklarla gövdede de önemli farklılıklar vardır (bkz. §ekil ı .2) . İki ayaklılığın gelݧİmİ önemli bir biyolojik dönܧÜm olm�k­ tan öte, aynı zamanda önemli bir uyarlanma dönü§ümüdiir. Önsözde de savunduğum gibi, iki ayaklı hareket öylesine önemli bir uyarlanmadır ki, tüm iki ayaklı İnsansımaymunlara 11 insan 11 demekte haklıyız. B u , ilk iki ayaklı insansımaymun tü­ rünün belli bir düzeyde teknolojiye, geli§mi§ bir zekaya ya da İnsanlığın kültürel niteliklerine sahip olduğu anlamına gelmi­ yor. Bu niteliklere sahip değildi. Ben - kolların günün birinde ellerin kullanılabileceği §ekilde serbest kalmasını sağlayan- iki ayaklılık uyartanmasının son derece önemli bir evrim potansi­ yeli ta§ıdığını ve bu nedenle, öneminin terminolojimizde yer al­ ması gerektiğini söylüyorum. Bu insanlar bizim gibi değillerdi, ama iki ayaklılık uyarlanması olmasa, bizim gibi olamazlardı. Bir Afrikalı insansımaymunda bu yeni hareket §eklinin ge­ li§mesini sağlayan evrim faktörleri nelerdir? İnsanın kökenine dair popüler imgelerde çoğunlukla, ormanı terk edip açık sa­ vanlara yönelen insansımaymun benzeri bir yaratık görürüz. Bu, ku§kusuz çarpıcı bir imge olsa da, Harvard ve Yale üni­ versitelerinden Doğu Afrika'nın pek çok bölgesinde toprak kimyasını inceleyen ara§tırmacıların da yakın zamanlarda ka­ nıtladıkları gibi, kesinlikle yanlı§tır. Büyük göçebe sürülerin dola§tığı Afrika savanları, oldukça gençtir; :3 milyon yıldan da­ ha az bir süre önce, ilk insan türünün ortaya çıkmasından uzun süre sonra geli§mi§lerdir. ıs milyon yıl öncesinin Afrika'sına bakarsak, batıdan doğu­ ya uzanan ve aralarında çe§itli maymun ve insansımaymun tür: lerinin de bulunduğu pek çok primata barınaklık eden bir or­ ' m ari örtüsü görürüz. Günümüzün tersine o dönemde insansı­ maymun türlerinin sayısı, maymun türlerinin sayısından çok daha fazlaydı. Ama, sonraki birkaç milyon yıl içinde bölgede ve sakinlerinde çarpıcı deği§iklikler yaralacak olan jeolojik güçler gelişmekteydi. 27


Uzun, kıvnk 1f parmak kem i kl e ri 1 ı

ŞEKİL

1 -2

Farklı hareket şekilleri. Dörtaya klı lıarekctıcıı iki ayaklı harckdı· gl'�· i � , l w­ d e n i n anatomik yapısmda iiııcıııli d ı · � i �ik l i kler olnıasmı gerekı i rı ıwkı q d i . . Sözgelimi, şempanze ve gorillere ı ı ra ı ı l a insanların hacakları d a l ı a ı ı zı ı ı ı , kı ıl­ lan daha kısa, leğenleri daha bod ur, pa rmaklan daha kısa v� ıli'ı z , l wl l ı i il­ ge s i daha belirs!zdir. Bilinen eıı l' � ki iıısaııgil ola ı ı Ausıralopithecl/.1 u/inr'/1.1 �� hıç kuşkusuz ıkı ayaklıydı, a ı ı ı a agaı; l a rd a yaşayanların bazı aııal ı ı ıı ı ı k iizı·l­ liklerini cle korumuştu. {Jolııı Flı·aglc·/A!'ade ıııic Press. ) 28


Kıtanın doğu kısmında yerkab uğu, Kızıl Deniz' den gunu­ müzün Etiyopya, Kenya ve Tanzanya'sından Mozambik'e doğ­ ru bir hat halinde yarılmaktaydı . Sonuçt:lj. Etiyopya ve Ken­ ya'da toprak kabardı ve 3000 metreyi aşkın yükseklikte geniş dağlık alanlar oluştu. J3u büyük kubbeler kıtanın topografyasın­ dan öJe, iklimini de değiştirdi. Eski tekelüze batıdan-doğuya hava akışını bozan kubbeler, doğuda kalan toprakları yağış ala­ nının dışında b_ırakarak ormanları beslenme kaynaklarından yoksun bıraktılar. Aralıksız ağaç örtüsünün bölünmeye başla­ masıyla birlikte orman parçacıklarından, ağaçlık alanlardan ve çalılıklardan oluşan mozaik benzeri bir çevre oluştu.. Ama açık otluk alanlar hala enderdi . 1 2 milyon yıl önce süregiden tektonik güçler çevreyi daha da değiştirdi ve kuzeyden güneye doğru uzanan ı,ızun , dolarn­ haçlı bir vadi oluştu: Büyük Yarık Vadisi. Büyük Yarık Vadi­ si'nin ortaya çıkışı iki biyolojik etki yaratmıştır: hayvan toplu­ luklarına doğudan batıya uzanan zorlu bir engel yaratmakta ve zengin bir ekolojik şartlar rnozai�inin gelişmesini teşvik etmek­ tedir. Fransız antrapolog Yves Coppens, doğu-batı bariyerinin, in­ sanlarla insansırnaymunl::ırı n lıirl ıirl e rinden ayrı olarak evril­ mesinde büyük önem taşıdığına inanıyor. " Aynı atadan gelen (insan] ve [insansımaymun] toplulukları ş<.u tların etkisiyle . . . ayi"ıldılar. B u ortak ataların batıdaki torunları , yaşama uyarlan­ m�larını nemli, ağaçlık ortarnlarda sürdürdüler; bunlar [insan­ sımaymunlar]dır. Aynı ortak ataların do�udaki torunlarıysa \ ,açık bir çevredeki yeni yaşamiarına uyarlan mak için yepyeni bir repertuvar yaraıtılar: Bunlar [insanlar]dır. " Coppens bu se­ naryoya " Doğu yakasının hikayes i " adını veriyor. Vadinin serin, ormanlık platolar içeren çarpıcı dağlık alan­ ları ve sıcak, kurak alanlara l000 metre irtifadan birden inive­ ren dik, bayırları vardır. Biyologlar bu tür, çok sayıda farklı ha­ bitat sJ nan mozaik çevrelerin evrimsel yeniliği teşvik ettiğini fark ettiler. Bir zamanlar yaygın ve birbirine benzer olan bir ·

29


türün toplulukları birbirlerinden ayrılabilir ve doğal seçim sü­ recinin yeni etkilerine maruz kalabilirler. Bu, evrimsel değişim reçetesidir. Böylesine bir değişim kimi zaman, yaşama uygun çevrelerin yok olmasıyla, yok oluşa uzanır. Afrikalı insansımay­ munların çoğu bu kaderi yaşadılar; günümüze yalnızca üç tür kalabildi: goıj.l_,_ bay�ğı şemQ.!inze ve ciice §empanze., Ama çoğu insansımaymun türünün çevre değişiminden olumsuz etkiten­ mesine karşın, içlerinden biri, hayalta kalmasını ve gelişmesini sağlayacak yeni bir uyarlanma şansını yaşadı. Bu, ilk i ki ayaklı insansımaymundu. İki ayaklılık hiç kuşkusuz, değişen şartlarda hayatta kalması için önemli avantajlar sağlaınışlı. Antropologla­ rın görevi, bu avantajların neler olduğunu bulmaktır. Antropologlar iki ayaklılığın insan t�vrinı indeki iint�nıini ge­ nellikle iki şekilde değt�rlend i ri rl c r : B i r d ii§ii ı ı t·e , iiıı ayakların serbest kalarak taşıma iizt·lliği kazanmasını vıırgıılar; diğer dü­ şünceyse, iki ayaklılığın eııl'rji aı;ıs ıı ı daıı dalıa <�tkin l ı i r lıareket şekli olması üzeri ııdt� d ı ı rıır V<� ta§ı ına yl'lı·ıwğini yalnızca, dik duruşun rastlantısal yarı ii rii nl e ri ıı ı l e n l ı i ri olarak giirii r. Bu iki hipotezdeıı ilki Owen Lovcjoy tarafı ı ı ı l a n iin<� sürül­ müş ve 198 1 'de, Science'taki önemli l ı i r l ı i l ı liriılı� yay ınhınmış­ tır. Lovejo_y'a göre iki uyaklılık etkin olm ayan l ı i r lıan·kt�l §ekli­ dir ve dolayısıyla, taşıma amacıyla geliştirilıııi§ olnıal ı ı l ı r. Taşı­ ma yeteneği iki ayaklı insansımaymunlara, d iğt � r insansını ay­ munlara göre nasıl bir rekabet avantajı sunmuş olal ıilir'? Evrimsel başarı, sonuçta, hayatta kalacak nesilin iin� ı ın eye­ bağlıdır ve Lovejoy'a göre yanıt, b u yeni yeteneğiıı nkt�k in­ sansımaymunlara, dişi için yiyecek toplayarak ü reııw oraııırıı artırma fırsatını sağlamasıdır. Lovejoy, insansımaynı ııııları ıı ya­ vaş ürediklerini ve dört yılda bir tek yavru yaptıklarını vurgu­ lar. İnsan dişileri d � daha ı;ok enerjiye - yani, yiyec<�ğe - ula­ şabilmeleri durumunda dalıa ı;ok nesiller üretebilirler. Erk<�ğin dişi ve yavruları için yiyect�k toplayarak dişiye daha Çok <�nerji sağlaması durumunda dişi , ii rı�nı e çıktısını artırabileeektir.

30


Erkeğin bu eyleminin, bu kez sosyal alanda olmak üzere, bir diğer biyolojik sonucu daha olacaktır. E rkeğin kendi çocuk­ larını ürettiğine emin olmadıkça dişiyi beslemesinin Darwinci açıdan erkeğe yararlı olmaması nedeniyle, Lovejoy, ilk insan türünün tekeşli olduğunu ve üreme başarısını artırıp diğer in­ sansımaym�nlara baskın gel me yöntemi olarak çekirdek aile­ nin ortaya çıktığını öne sürdü. Bu tezini başka biyolojik benzet­ melerle destekledi. Sözgelimi, primal türlerinin çoğunda erkek­ ler, mümkün olduğunca çok dişi üzerinde cinsel denetim ka­ zanmak için birbirleriyle rekabet ederler. Bu süreç sırasında genellikle birbirleriyl� dövüşürler ve silah olarak kullanabile­ cekleri büyük köpek cjişleri vardır. Gibonlar erkek-dişi çiftleri oluşturmak gibi en der rası) anan bir özellik �österirler ve - her­ halde birbirleriyle kavga etmeleri için bir neden olmamasından dolayı - erkeklerin köpek dişleri küçüktür. Erken insanlarda köpek dişlerinin küçük olması Lovejoy'a göre, gibonlar gibi er­ kek-dişi çiftleri oluştuı'duklarının kanıtı olabilir. Yiyecek sağla­ ma düzenlemesinin sosyal ve ekonomik bağları da, beynin bü­ yümesini sağlayacaktır. Lovejoy'un büyük ilgi ve destek gören hipotezi, kültürel de­ ğil temel biyolojik konulara hitap etmesi nedeniyle güçlüdür. Ama zayıf noktaları da vardır; öncelikle, teknolojik açıdan ilkel halklarda � yaygın bir sosyal düzenleme değildir. (Bu tür toplumların yalnızca o/o 20'si Leke�l idir.) I lipotez bu neden­ le, avcı-toplayıcıların değil,' Balı Lopl u rn uııuıı lıir özelliğine da­ yandığı iddiasıyla eleştiril mektedir. Bel ki de bunda_rı_ .daha önemli bir eleştiri ise, bilinr-n en erken irısaıı türlerinde erkek­ lerin, dişilerelen yaklaşık iki kat büyük ol maları dır. Beden bo­ yut�ndaki iki lıi��i nılilik (dimorfizm) olarak bilinen bu büyük farklılık, i ncdcrıcrı Lürn prinıat türlerinde ı,:okkanlılıkla, ya da erkekle�·in di�ilı�rı� ulaşmak için aralanııda rekabet etmeleriyle çakışır; Leke�li t ü rlerde iki biçimliliğe rastlanmaz. Bence bu gerçek bile, ı ı ıı ı u t verici bir kuramsal yaklaşımı çökertıneye yetmektedir vı� kiipck dişlerinin küçük olmasına tekeşlilikten 31


başka bir açıklama aranmalıdır . Bel ki de yiyecekleri çıgneme mekanizması, kesmeden çok öğütme hareketini gerektiriyordu; köpek dişlerinin büyük ol ması bu hareketi zorlaşlı racak ı ı . Lo­ vejoy'un h i po l e z i gi/n ii nı üzde, on yıl öncesine göre daha az elestek görmekted i r. İkinci önemli iki ayaklılık kuramı , kısmen lıas i ı l i ği sayesi n­ de, çok daha ikna edici d i r. Davis, Cal i fo rn i a Ünivt>rsi ıesi'nden antrapolog Peıer Hod man ve Henry M cl lenry'nin öne sürd ü k­ leri hipotezde, i k i ayakl ı l ığ ı n daha eıkin l ı i r l ıarekeı §ekli sun­ ması nedeniyle, değişen çevre §arılarında d a l ı a av anıaj l ı oldu­ ğu savunulur. Ormanları n kii ç ii l m es i yl c l ı i rl i kı . � ağa�· l ı k hahitat­ larclaki meyve ağaçları gi l ı i y i yec!' k kay n a k l a rı , klas i k i nsansı­ maymunların etkin § e kild t� yara rl anaıı ı ayal'akLırı d e n l i dağı nık­ laşmıştır. Bu h i po l l'ze giirc, i l k i k i ayak l ı i ı ı s a ı ıs ı m ay m unlar yalnızca harekeı §l'k i l l cr i y l • · i ı ı s a ı ı d ı ı l a r . l >iyd lt ' l"iııiıı dt�ğil , yal­ n ızca y iyecek l o p l a ı ı ı a �l' k i l l t · r i ı ı i ı ı dt·ği:� ı ı ı i � ol ı ı ı ası ı w d t � rı i y le elleri, �: e ıw l e r i V I' d i§ k r i i rı s a ı ı s ı ı r ı a y ı ı ı ı ı ı ı L ı rı L ı k i g i l ıi ka l m ı §l ı r. Pe k - ço k l ı i yo l og I nı d i .ı§i i r ı ( '( : yi l ıa � l a ı ı g ı «," l a o la r ı a ks ı z gör­ ınü ş l iir; Harvard . Ü r ı i v ers i l es i ' r ı d c r ı a ra�l ı r ı ı ı al " ı l a r y ı l l a r iince, i k i ayak üstü nde yürümenin dörl ayak iisl i i ı u lt· y i i r i i ı ı w k ll · r ı da­ ha az eıkin olacağını göstermişlerdi . ( K t�d isi ya da kiipı·ği o la n­ l ar için bu hiç de şaşı r tıcı bir durum deği l ; I H' r i k i l ı a y v a rı da sahiplerini' uıandıracak derecede daha hızlı ko§ a r. ) i\ ı ı ı a ! lar­ van! araştırmacıları insanlardaki i ki ay aklıl ı ğ ı n l'l k i ı ı l iği ı ı i al ve köpeklerdeki <lb rL ayakl ılığın etkinliğiyle kar§ı la§lı r ı ı ı ı�Lırd ı . Hodın a n v e McHenry, kan�ılaşlırmanın i nsanlarla §•·ııı paıızder arası nda yapılması gerektiği ni vu rguladılar. Bu kar§ıla� l ı rına yapı ldığında, i nsanlardaki iki ayak l ı l ı ğ ı n şeınpanzel c r d t · k i ' d i i r t � ayaklıl ıklan çok d ah a elki rı o i duğıı görülüyor. Dolay ısıyla, iki ayaklılık yararı na bir doğal sl 't; i ı ı ı giicii olarak enerji c ı k i r ı l iği lczinin akla yatkın olduğu soı ı ı H · ı ı rıa vardılar. i k i ayaklılık evri mini l t' � v i k t�d c r ı , l ı i r yandan avcıları izl er­ k•·n l ı i r yandan da yüksek olları r ı iisl iinden bakabilme vt� giiıı­ di"ı z saatlerinde y i y ece k l o p l a r k t · r ı s n i rı ley e h i l m ek için dalıa el32


kin bir durw�a geçme zorunlulukları gibi başka etkenler de ol­ duğu öne sürüldü. Ben tüm bu düşüncelerin arasında en inan­ dırıcısının, sağlam bir biyolojik temeli olması ve ilk insan türle­ rinin evrildiği dönemde gelişen ekolojik değişimlere uyması ne­ deniyle, Rodman ve McHenry'ninki olduğunu düşünüyorum . Bu hipotez doğruysa, ilk insan türünün fosillerini bulduğumuz­ da, hangi kemikleri bulduğumuza bağlı olarak, bu fosillerin ilk İnsana ait olduğunu fark edemeyebiliriz. Leğen ya da bacak kemiklerini bulmamız durumunda iki ayaklı hareket şekli görü­ lür ve " insan " diyebiliriz. Ama kafatasının ve çenenin bazı parçalarını ya da bazı dişleri bulmamız durumunda bunların bir insansımaymuna ait olduğunu düşünebiliriz. Bunların iki ayaklı bir insansımaymuna mı, yoksa klasik bir insansımaymu­ na mı ait olduğunu nasıl anlayacağız? Bu, son derece heyecan verici bir sava-şım. ı

İlk insanların davranışlarını gözlernek için 7 milyon yıl ön­ cesinin Afrika'sına gidebilseydik, 'İnsanların davranışlarını in­ celeyen antropologlardan çok, maymun ve insansımaymunların davranışlarını inceleyen primatologlara lanıdık gelecek bir mo­ delle karşılaşırdık. İlk ins:c�nlar modern avcı-toplayıcılar gibi göçmen gruplarda aile topluluklan olarak yaşamaktan çok, bü­ yük olasılıkla, savan babunları (halıt�ş nıaymunlan) gibi yaşı­ yorlardı. Yaklaşık otuz bireyden olwpn gruplar geniş bir arazi­ de koordinasyon içinde yiyecek ,avına çıkıyor ve geceleri tepe­ ler ya da ağaç kümeleri gibi uygun uyku yerlerine dönüyorlar­ dı. Grubun biiyük bölümünü yetişkin dişilerle çocukları oluştu­ myordu ve aralannda yalnızca birkaç yetişkin erkek bulunu­ yordu. Erkekler sürekli çiftleşme olaı:ıakjan arıyor ve egemen bireyler daha başarılı oluyordu. Y etişkinliğe erişmemiş ya· da düşük seviyelerdeki erkekler, grubun ancak çevresinde yer alı­ yor ve kendi l ıaşlanna yiyecek avına çıkıyorlardı. Grubun bi­ reyleri iki ayakl ı yürümeleriyle insani bir özellik taşıyor, ama İnsanın Kökeni, F: 3

33

·


sav;:ın_ primaLları gibi davranıyorlardı. Önlerinde.._ 7 milyon yıl ��recek ve ileride de göreceğimiz. gibi son dere�� Jillx [Iljl§ık ve k�sin olmayan bir evrim modeli vardı. Çünkü doğal seçim uzun vadeli bir hedefe doğru değil, anlık şartlara göre i§ler. Homo sapien.s sonuçta, ilk i_nsanla_nn Loı_:_� �-�l;,ırak ortaya çıklı; ama bunun kaçınılmaz bir geli§me olduğu da �öylenemezdi.

34


2 . BÖLÜM

KALABALIK B iR A i LE

Benim hesaplarıma göre Güney ve Doğu Afrika'da, kalınlı­ ların en eski döneminden - yani, yaklaşık 4 milyon yıl ile l milyon yıl öncesi arasından - kalma, çeşitli insan türlerinden en azından bin bireye ait, çeşitli eksiklik düzeylerinde fosil ör­ nekleri çıkartıldı ı (daha sonraki tarihlere ait pek çok örnek de bulundu) . Avrasya'da bulunan en eski insan fosilleriyse yakla­ şık 2 milyon yaşında olabilir. (Yeni Dünya ile Avustralya' da çok-daha yalan zamanlarda, sırasıyla yaklaşık 20 .000 ve 55.,000 yıl önce insan topluluklan yaşamaya, başlamıştır.) Do­ layısıyla, insanın tari!J.bncesi faaliyetinin büyük bölümünün Af­ rika'da gerçekleştiğini söylemek y an l ı ş olmayacaklır. An lropo­ loglar bu faaliyet hakkında i k i s o r u y a yanıt lıııl mrlk--d u ıl..ı m un­ dalar: İlk olarak, 7 milyon yıl ön cı � s iyl e 2 m i ly o n yıl öncesi arasında insan soyağacında hangi tü rler l ı ı ı l ıı ı ı ı ı yo n l u v e l ı ı ı n­ lar nasıl yaşıyorlardı? İkinci olarak, evri msel a<;ıdan I nı türler birbirleriyle nasıl bir bağlantı i ç i n de yd il e r '? Y a n i , i nsan so yağa­ cının şekli nasıldı? Antropolog arkadaşlarım bu sorunlarla ı ı ğ r a ş ı r kı � n i ki pra t i k savaşınıla karşılaşıyorlar. Bunlardan i l k i , Darw i n ' i n " j eoloj i k kalıntıların aşırı derecede eksikliği " adını ve rd i ğ i şey. TiirlPrin Kökeni'nde Darwin, kalıntılardaki , fo s i l l e ş r ıı ı �y i etkil eyen güç­ lerden ve daha sonra kemiklerin çeşitli gii<;lı·n� maruz kal m a­ sından kaynaklanan boşluklara bütün bir l ıiiliiııı ayırmışıı. Ölü­ nün hızla gömül mesini ve k,emiklerin fos i l l ı,şıııesini ol as ı kılan şartlar oldukça enderdir. Eski tortular erozyon sayesinde - sözgelimi, b i r akarsuyun bu tortular arasıııdan geçmesiyle ­ açığa çıkabilir, ama tarihöncesinin hangi sayfalarının bu yolla yeniden açılacağı lamamen şansa bağlıdır ve sayfalanlan çoğu

:ı<

35


gözlerden uzak kalır. Sözgelimi, en umut verici erken insan fo­ silleri deposu olan Doğu Afrika'da, 4 milyon ile 8 milyon yıl öncesi arasındaki dönemden kal m a fosiller barındıran pek az tortu bulunmaktadır. Bu, insan ailesinin kÖkenini kapsaması nedeniyle, insan tarihöncesinin çok önemli bir dönemidir. 4 milyon yıl sonrasındaki dönemden bile, istediğimizden çok da­ ha az fosile sahibiz. İkinci sava§ım , fosil örneklerinin çoğunun küçük parçalar - bir beyin kutusu parçası, bir yanak kemiği, bir kol kemiği parçası, çok sayıda di§ -· halinde buluıımasıdır. Böylesine ye­ tersiz kanıtlardan türlerin saptanması çok zor, kimi zaman da olanaksız bir i§tir. Sonuçta olu§an bel i rsizl i k , hem türlerin sap­ tanmasında hem de türler arası ndaki l ıağl a ı ı ı ı l arı n belirlenme­ sinde pek çok bil.imsel giirii§ fark l ı l ı ğı doğıııas ı ı ı a yol açar. Ant­ ropolojinin taksonomi ve dizgd ı i l i ın olarak l ı i l i ı ı c ı ı I nı alanı ay­ nı zamanda, en çeki§mdi al a ı ı l arı ı ıd a ı ı l ı i ri d i r. Bu konudaki çok sayıda tarlı§marı ı rı ayrı n ı ı l a n ı ı ı vı�rıııckl c ı ı kaı; ı ı ı acak ve b u­ nun yerine, ağacın genel §ekl i rı i taıı ı ıı ı l a ı ııak iizni ı ıdı� yoğunla­ §acağım . Afrika'daki insan f� illeri kalıntılarına dai r l ı ilgilı�r, I <J21'te R aymond Dart'ın ünlü Taung çocuğunu b u l d ı ı ğı ı ı ı ı ı d ı ı y ıır ma­ sından ba§layarak, yava§ yava§ geli§mݧtİr. Eksik l ıi r ç oc uk ka­ fasını - bir beyin �u tusu parçası, yüz, alt çene V<� l w yi rı kafe­ si - içeren örneğe bu adın verilmesinin nedeni , C i i ı w y A fri­ ka'daki Taung kireçta§ı ocağında bulunmasıdır. Tw� ocağı Lor­ tuları için kesin bir tarih saplanamasa da, bilimsel ı a l ı ıı ı i rı lere göre çocuk, yakla§ık 2 milyon yıl önce ya§amı§tır. Taung çocuğunun kafasında küçük bir beyin ve ��ık ı ı ı ı ı l ı bir çene gibi insansımaymun benzeri özellikler bulu nm as ı n a kar­ §ın Dart, insansı özellikler de ke§fetmi§tİ: çene insarısııııay­ m unlardakine göre daha az çıkıntılı, yanak di§leri düz ve kö­ pekdi§leri küçüklü. En önemli kanıtlardan biri, " forameıı ınag­ n u m " denilen; kafatasının tabanında, omuriliğİn omıı rgaya 36


geçtiği deliğİn konumuydu. İnsansımaymunlarda bu açıklık, beyin kutusu tabanının görece aşağı kısımlarında yer alır; in­ sanlardaysa, merkeze çok daha yakındır. Bu fark, i nsanların iki ayaklı duruşunu yansıtır. İki ayaklı duruşta kafa omurganın üzerinde dengelenir, insansımaymunlardaysa öne doğru eğili r. Taung çocuğunun 11 fo ram en magnum 11 u, çocuğun iki ayaklı bir insansımaymun olduğunu gösterecek şekilde, merkezde yer alıyordu. Dart, Taung çocuğunun insangillerden olduğuna emindi gerçi, ama profesyonel antropologlar fosilleşmiş bireyin eski dönemlerden bir insansımaymun değil , i nsanın atalarından biri olduğunu ancak, neredeyse çeyrek yüzyıl sonra kabul ettiler. Afrika'nın insan evrim inin gerçekleştiği yer olarak görülmesine karşı duyulan önyargı ve böylesine insansı maymun benzeri bir şeyin insan geçmişinin parçası ol abileceği fikrine duyulan tep­ ki, Dart'ın ve keşfinin uzun s ii re an lropolojik açıdan unutul m a­ ya terk edilmesine yol açnll§l.ı. Antropologların hatalarını fark ettikleri dönemde - 1 91-0'ları n sonl arı - Dart'a İskoçyalı Ro­ bert Broom da katılmıştı ve i kisi lıi d ik te Güney Afrika'daki dört mağara sitinde - Sterkfonıı�iıı , Swarıkrans, Kromdraai ve M akapansgat - çok sayıda erken i nsan fos i l i l ı ııl m u § l a r dı. Dö­ nemin antropoloji geleneğini i zl eyt'ıı Darl vı· B roonı buldukları tüm fosiliere yeni bir tür adı verd i lı�r; l ıiiylt'l'<�, :� m i l yo n ile 1 milyon yıl öncesi arasında Güney A frika'da, ı,:ok ı,:e§itli insan türlerinden oluşan gerçek bir hayvanal l ıalıçı·si ııin var olduğu kısa sürede anlaşıldı. Antropologlar l 9 50'lerde, önerilerı i ns a ı ı!!:il lii rl ı�ri fazlalığı­ nı gidermeye karar verip içlerinden yal n ı zl'a ikisi ni tanıdılar. Her i kisi de el lıettc iki ayaklı insansımayııı ı ı ı ı l a rdı ve yine her ikisi de Taıı ng ��ocuğu gibi insansımayrı ı ı ı ı ı I H' rızcri özellikler taşıyorlardı. i ki l i i r arasındaki temel fark <,;<�ı ı cl c ri ve di§leriydi: her i kisinde dı� ��cıw ve di§ler büyüktü, anı a iı;lcri nden biri, di­ ğerinin çok d a l u ı iri lıir çeşitlemesiydi . D a l ı a i nce yapılı olan türe, Dart'ın 1 1J2 :J ' ı e Taung çocuğuna Lak ı ı ğ ı ad olan Australo­ pithecus afrim ll /1.� adı verildi; bu teri m , 11 Al'rikalı güney insan,

37


sımaynı u n u " anlamına gelmektedir. Daha iri olan türeyse A ust­ {iri güney i nsansımaymunu) adı verildi (bkz. şekil 2-1 ) . Dişierin yapısı , africanus v e robustus 'un çoğunlukla bitkiler­ le beslendiklerini gösteriyordu. Yanak dişleri, insansımaynı un­ l arın görece yumuşak meyveleri ve diğer bitkileri yemeye uyar­ lanmış sivri uçlu dişlerinin tersine, öğütme yüzeyi olabilecek şekilde düzleşmişti . Benim de düşündüğüm gibi ilk insan türle­ ri insansı maymunla aynı türden diyetlerle beslendilerse, dişle­ rinin de insansımaymununkilere benzemesi gerekmektedir. 2 milyon ile 3 milyon yıl öncesi arasında insan diyeıi sert meyve­ ler ve sert kabukl u yemişler gibi daha kat ı besinler içermeye başlamış olmalı. Bu da neredeyse kesinl ikl e, A. ustralopithe­ cus ' un insansımaymunlara oranla daha kurak l ı i r ortamda ya­ şadıklarını gösterir. İri t ii rlı�riı ı a z ıd işl e r i n in l ıiiyiikl iiğii , yediği besinierin özell ikle sert olduğıımı ve aşırı dc�rc�l'ı·dı� iiğiitiilnıe si gerektiği n i diişii ndiiriir; l ıııııl ara " iiğiit iil'ii azıd işlı�ri " derı nıesi­ ne şaşmarnalı. Doğu Afrika'daki ilk e'i-ken ınsan fosilll'rini Ağustos l 959'da Mary Leakey buldu. Leakey, Olduvai Boğazı'rıdaki tortuları otuz yılı aşkın bir süre araştırmanı n iid iiliin ii, C iiney Afrika'daki iri A ustralopithecus türündekine l wnzn dı·ğirınen­ taşı azıdişlerini bularak �dı. Ama Olduvai bireyi , Ci"ıııı�y A fri­ kalı kuzeninden de iriydi. Bu uzun arayışta M ary'ylı� birl i kte yer almış olan Louis Leakey bu örneğe Zinjantlım1m.� boisei adını verdi; cins adı 11 Doğu Afrika adamı 11 anlamına gc·l m ekte­ dir ve boisei de, babamla 'annemin Olduvai Boğazı ilı� l ıaş�a yerlerdeki çalışmalarını destekiemiş olan Charles Boisc�'a giin­ dermedir. Zinj adı verilen bi reye uygulanan ilk modnn jeolo­ jik tarihierne sonucunda, ] . 7 5 milyon yıl önce yaşamış olduğu saptandı. Zinj'in adı sonraları, A ustralopithecus rob ust ııs ' un Doğu Afrika çeşitlernesi ya da eoğrafi değişkeni olduğu varsa­ yımıyla, A ustralopithecus bo�H�i ' e dönüştürüldü .

ralopithecus robustus

38


A ııstralopiı/ıecııs robııstıu Oksu çıkıntı (erkek)

Aııstralopiılıecııs africamıs Çıkıntı yok

Daha dik alın

l lalıa uzun burun S

cm

ŞEKiL 2.1

(ve lıoisei) ile africanus arası nda ki lcrııel fark, ÇPrıe yapısını, yanak kenıiklt'riııi ve ilgili kas bağlantı­ lannı içeren çiArU'rııe rııekaniznıalandır. Robustı�l t i"ı rii, yoğun bir çiğneme gerektiren scı1 lıitkisd l wsi ııleri içeren bir diyete uyarlaıınıı§ll. (A. Walker ve R.E.F. Leakey/.'icimti/ic A merican, 1 9 7 8 , ti"ım Irakları saklıdır.)

Australopiıhecııs kuzeııler. A usıralopiıhecus robustı�1

39


Adlar kendi içlerinde çok da önemli değildir. Önemli olan, aynı temel uyarlanmaya, yani i ki ayaklılığa, küçük bir beyne ve görece büyük yanak dişlerine sahip pek çok insan türü gör­ memizdir. Turkana Gölü'ne yaptığım ilk keşif gezisinde, ı 969'da kuru bir akarsu yatağında bulduğum beyin kutusun­ da da aynı özellikle vardı. İskeletİn çeşitli kemiklerinin boyutl arından, A ustralopithe­ cus türünün erkeğinin, dişiden çok daha b iiyük olduğunu anlı­ yoruz. Eşierin boyu yalnızca ı 20 cm' e ı ı hı]ı r k e n , erkekler ı 50 cm'den uzundular . Erkekler d i ş i l e r i tı iki k a ı ı ağırlıkta olm alı­ lar; bu, günümüzde kimi savan l ı al ı ıı ııları ııda giirdüğümüz tür­ de bir farklılık. Dol ayısıyla, lı u.�tralnpitlı l'l'lls ' ı ı ıı sosyal örgüt­ lenmesinin babunl ardakine I H� ı ı zı�diği ı ı i vı� d a l ı a iiııceki bölüm­ de de beliıtildii!;i gi l ı i , ı�gc rıwrı ı · r k c k l ı�ri ı ı olgı ı ı ı d i ] i l e re ulaşa­ bilmek için r e ka l ı d e l l i kl e ri n i ı a l ı r ı ı i ı ı ı�ı l ı - l ı i l i r i z . Zinj ' i n l ı ı ı l ı ı n ı ı ı as ı ı ı d a ı ı lıir yıl so ı ı r a , a ğa l wy i ı ı ı .l o ı ı a l ha n ' ı n y i n e O l d u v a i Boi!;azı'ııda l ıa]ka l ı i r i ı ı s a ı ı g i l ı · ; ı i ı l ı i r l ıc y i n kutu­ su parçası bu l mas ı yl a l ı i rl i k l ı�, i ı ı s a ı ı'H ı l a r i l ıi i ı ın·si i y i ( '(� karma­ şıklaştı . Beyin kulusunun giirece i ı ıcc o l ı ııası , l ı ı ı l ı i n� y i n lıili­ nen diğer tüm Australopithecus türleriııdı�ıı d a l ı a i ı ı( ' ( � yapılı ol­ duğunu gösteriyordu. Yanak dişleri daha ki iı,; i i k vı· ı · ı ı i i ı ı ı� m l i ­ si, beyni neredeyse o/o 50 daha büyükLü . Bal ı a ı ı ı , lı ustm.lnpit­ hecus 'un da İnsan geçmişinin bir parçası ol m as ın a k a r�ı ı ı , i l eri­ de modern insana ulaşan soyu bu yeni örneğin ı ı · ı ı ı s i l l'l l i ği so­ nucuna vardı. Meslektaşlarından gelen yoğun İ l i ra z i a ra kar]ın, bu örneğe Homo habilis adı n ı takmaya kar a r vı�n · n · k , I ' İ ı ı s i n saptanmış ilk erken üyesi haline getirdi . ("Y ele n e k l i i ı ı sa ı ı " an­ lamına gelen Homo habilis a d ı n ı kendisine l{ayıııoıııl Darl önermiştir ve söz konusu ad, lı ı ı Lii rün alet ürettiği v ; ı rsa y ı r ı ı r ıı a gönderme yapmaktadır.) İtirazlar pek çok açıdan, gizl i kaygılara dayanmakıay d ı ; l ı u denli gürültü kopmasının ııı�d ı · ı ı i kısmen, yeni fosile llnnw a d ı ­ nı vermek için Louis'in, e i rısı� d a i r kabul edilen tanımı d ı·ği]I İ r­ mek zorunda kal m asıy < l r . ( ) giiııı� dek, İ ngil iz an tropolog S i r 40


Arthur Keith'in önerdiği standart tanımda, Homo cinsinin be­ yin kapasitesinin 750 cm;1'ü bulması ya da a§ması gerektiği belirtilmekteydi; bu, modern i nsanlarla insansımaymunlar ara­ sında ara bir rakamdı ve insanın beyin hacmi e§iği olarak bili­ niyordu. Olduvai Boğazı'nda bulunan yeni fosilin beyin kapasi­ tesinin· yalnızca 650 cm:ı olmasına kar§ın Louis, daha insansı {yani, daha az iri) beyin kutusu nedeniyle, bunun Homo oldu­ ğu sonucuna varmı§tı. Dolayısıyla, beyin hacmi e§iğinin 600 cm 3 indirilmesini önererek, yeni Olduvai insangilini Homo cin­ sine kabul etmi§ti. Bu taktik hiç ku§kusuz, hemen ardından olu§an §iddetli tartı§manın duygusal düzeyini yükseltti. Ama sonuçta, yeni tanım kabul edildi . (Sonraları, 650 cm3'ün Ho­ mo kabilis' teki ortalama yeti§kin beyni için küçük ve 800 cm3'ün daha doğru bir rakam olduğu anla§ıldı.) Bilimsel adlar bir yana bırakılırsa buradaki önemli nokta, bu bulgulardan geli§tirilmeye ba§lanan evrim modelinde iki te­ mel erken insan tipi bulunmas ı d ı r. Tiplerden birinde beyin kü­ çük ve yanak di§leri büyükLü (ç e§i t l i A ustralopithecus türleri); ikinci tipteyse daha büyük bir l ıeyin ve d ah a küçük yanak di§­ leri vardı (Homo) (bkz. §eki] 2 .2 ) . 1 kr ikisi de iki ayaklı insan­ sımaymunlardı, ama Ilanıo ' nun e vri m i n d e hiç ku§kusuz, olağa­ nüstü bir §ey oiU§ffill§tU. Bu " §eyi " l ı i r sonr a k i bölümde daha ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Her ne o l u rsa olsun, i nsan tarihi­ nin bu noktasındaki - yani, yakla§ ı k 2 m i l yon yıl i i n ee - soya­ ğacının §ekli konusunda antropologlar ol d ı ı kç a kısil lıir anlayı­ §a sahiptiler: Ağaçta iki ana dal vard ı : t iiın i·ı 1 ı ı ı i l yo n yıl önce yok olan Australopithecus türleri ve so ı ı ı ı n d a l ıizı� kadar ula§an Homo .

Fosil kalınt ıları n ı i ııcelemi§ olan biyologl ar, yeni bir türün yeni bir uyarlan rııayla ortaya çıkması d u rı ı ı ı ı u nda, sonraki bir­ kaç milyon yıl i��iııde, bu ilk uyarian manın çı�§i Liemelerini yan­ sıtan torun türlerinin görüldüğünü bil i rler; lıuna, uyarianma 41


S cm '-------'

ŞEKi L 2 . 2 Erken Homo . M i"ızeye gi rıııe sayısı olan 1 170 adını ta�ıyan lııı fosil l 9 72 'de Kenya'da bıılıınd ıı . Yakla�ık 2 ııı ilyoıı yıl iiı ıı..- ya�a n ı ı�t ı vı· 1/omo habili.s'in en eksiksiz erken iirııı·giyd i ; lı ustr.ı/oj litlll·ı·u.l 'a manloı l w yindı: daha fazla bir büyi'ı ıııc v e d i � l.,rdc k i'u ; i 'ı l ıııı· giiri.ı l i.ı r. ( i\ . W a l kn vı· H . F:.F. Lc" akey/Scierııifıc lı mı•rim n , 1 'J 7 B , t i'ı ı ı ı l ı a k l a rı s a k l ıd ı r . )

ışınımı adı verilir. Cambridge Ü n i vcrsi l ı ·si ' ı ı dı·ıı a ı ı l ropolo� Ho­ bert Foley, iki ay akl ı i nsansımaymunlarııı ''v r i ı ı ı l a r i l ı i ı ı i ı ı alışıl­ mış uyarianma ışınımı modelini izlemiş .ol m a l a rı d ı ı rı ı ı ı ı ı ı nda, grubun 7 milyon yıl önceki kökeniyle gii n ii nı iiz a ra s ı n d a c ı ı az on altı Lürün olması gerektiğini hesaplamıştır. Soy ağacı l l ' k bir gövdeyle (kurucu türler) başlar, zaman içinde Y�'tı i l ii rl ı · r i n ev­ rilmesiyle yayılır ve türlerin yok olmalarının soı ı ı w ı ı ı ıda dalla­ rın azalmasıyla, geriye tek b i r d al kalır: Homo saJJil'tls. H i i l ii n bunlar, fosil kayıtlarından öğrendiklerimize ne şek i l d ı · ı ı y ı ı yor'? Homo habilis'in kabul ed i l m es inden sonra uzuıı y ı l l a r lıo­ yunca, 2 milyon yıl önce ii�: !t ustralopithecus ve bir 1/onw l ii r ü olduğu düşün üldü. Tarihön!'cs i ı ı i n b u döneminde soyağacı n ı n s o n derece kalabalık ol mas ı n ı l ıl'kleyebiliriz; öyleyse, a y n ı a n ­ da sadece dört tiiriin var o l m as ı pek olası görün müyor. Cer­ çekten de yakın zamanlarda - yi' ni keşifler ve yeni düşii ı ı iişler sayesinde- o dönernde t·ı ı az diirl A ustralopithecus t ü r i i n i i n , 42


iki ya da hatta üç Homo türüyle yan yana yaşadığı anlaşıldı. Bu tablo �enüz tam anlamıyla kesinleşmiş değil, ama eğer insan türleri de diğer büyük memeli türleri gibiyse (ki tarihin o döne­ minde öyle olmamaları için hiçbir neden yok), biyologların beklentileri bu şekilde olacaktır. Burada şu soruları sormalıyız: 2 milyon yıl öncesinden önce ne oldu? Soyağacında kaç dal vardı ve neye benziyorlardı? Daha önce de belirttiğimiz gibi, 2 milyon yıl öncesinden iti­ baren fosi l kalıntıları azalıyor ve 4 milyon yıldan öncesine indi­ ğimizde sayfa iyice kararıyor. Bilinen en erken insan fosilleri­ nin tümü Doğu Afrika'da bulunmuştur. Turkana Gölü'nün do­ ğu kısmında 4 milyon yıl öncesine ait bir kol kemiği, bir bilek kemiği, çene parçacıkları ve dişler bulduk; Amerikalı antropo­ log Donald Johnson ile arkadaşları da Etiyopya'nın Awash böl­ gesinde yaklaşık olarak aynı yaşta bir lıacak kemiği bulmuşlar­ dı. Bunlar, insanoğluna ait erkt·rı tarihiincesinin yeniden yara­ tılması için çok yetersiz ipuçları . Aıııa kal ı ntıların ender görül­ düğü dönemin de bir istisnası var: Et iyopya'nın Haclar bölge­ sindeki, 3 milyon ile 3 . 9 milyon yıl iiııcesinden kalma zengin fosil koleksiyonu . l 970'lerin ortalarında Maurice Taic l ı il ı� Johanson'ın baş­ kanlığındaki ortak bir Fransız/Amerikan c�kilıi, aral arında Lucy olarak bilinen küçük bir bireyin iskelet inin lıir lıöliim ünün de yer aldığı yüzlerce şaşırtıcı fosil kem iği IHıld ıılar (lıkz. şekil 2 .3). Öldüğünde olgun bir yetişkin oları Lıwy 'nin l ıoyu ancak 90 cm'di, uzun kolları ve kısa bacaklarıyla iıısansımaymun benzeri bir yapıdaydı. Bölgede bulunan diğı·r fosiller, 1 50 cm'i aşan boylarıyla çoğunun Lucy'den dalıa ıızıın olduklarını göstermekten öte, yaklaşık bir milyon yıl sonra Ciiney ve Doğu Afrika'da yaşayan insangillere oranla bazı a��ıl ardan - dişlerin büyükl üğü ve yapısı, çıkıntılı çene- insansııııaymuna daha faz­ la benziyorlanlı. i ıısaııın kökenine yaklaşt ık��a görmeyi bekledi­ ğimiz manzara da zaten buydu.

43


ŞEKiL 2.3 Lucy. Lucy olarak bilinen bıı eksik iskcleıi Maurice Taieb ve Donald Johan­ son ile arkadH§ları 1 9 74'ıe Eıiyopyu'ılu buldular. Bir di§i olan Lııcy'ııiıı ho­ yu 90 cm'di. Tiiriinün erkekleriyse ııııa �öre çok daha uzundu. Lııcy, ] mil­ yon yıldan biraz fazla bir siire öııı·ı· yıı§ıımı§lır. (Cleveland Doğa Tarilıi M ii­ zesi) 44


Haclar fosillerini ilk gördüğümde iki ve belki de daha fazla türü temsil ettiklerini sandım. 2 milyon yıl öncesinde gördüğü­ müz tür çeşitliliğinin, bundan da bir milyon yıl önceki, A ustra­ lopithecus'la Homo'yu da içeren benzer bir çeşitlilikten kay­ naklandığını düşündüm. Fosiller hakkındaki ilk yorumlarında Taieb ve Johanson, evrimimiz için bu modeli desteklemişlerdi. Ama Johanson ile California Üniversitesi'nin Berkeley kampu­ sundan Tim White, incelemeleri sürdürdüler ve Ocak l 979'da Science dergisinde yayınlanan bir bildiride H aclar fosillerinin çeşitli ilkel insan türlerini temsil etmediğini, Johanson'ın Aust­ ralopithecus afarensis adını verdiği tek bir türe ait kemikler ol­ duğunu savundular. Önceleri farklı türlerin varlığına kanıt ola­ rak gösterilen geniş beden boyutu aralığı şimdi yalnızca cinsel ikibiçimiilik olarak yorumlanıyordu. Sonraları gelişmiş bilinen tüm insangil türlerinin bu tek türden geldiğini söylüyorlardı. Bu cesur iddia pek çok meslektaşı mı şaşırttı ve uzun yıllar sü­ recek bir tartışma başlattı (bkz. şekil 2 .4.). O dönemden bu yana pek çok antropologun Johanson ve White'ın senaryosunun muhtemelen doğru olduğuna karar ver­ melerine karşın ben, iki nedenden iitiirü, senaryonun yanlış ol­ duğuna inanıyoru m . İlk olarak, I l adar fosillerindeki boyut far­ kı ve anatomik çeşitlilik, tek bir türü Lt�msil ederneyecek denli fazladır. Kemiklerin iki ve belki de iiç türden geldiğini kabul etmek çok daha mantıklı olacaktır. I l adar fosillerini bulan eki­ bin üyelerinden Yves Coppens da bu dü�ünı:ededir. İkinci ola­ rak, senaryo, biyolojik açıdan mantıklı değildir. İnsanlar 7 mil­ yon ya da hatta yalnızca 5 milyon yıl önce ortaya çıktılarsa, 3 milyon yıl önceki tek bir türün daha sonraki liim türlerin atası olması son derece alışılmadık bir durum olacaktır. Uyarianma ışınımının tipik �ekli böyle olamaz ve Lersine bir kanıt bulma­ dıkça, insan tarihinin de tipik modeli izlediğini düşünmek du­ rumundayız. Bu sorunun herkesi memnun edecek �ekilde çözülmesinin tek yolu 3 milyon yıldan daha eski yeni fosillerin keşfedilmesi 45


ve incelenmesi olacaktır ki bu, l 994 başlannda mümkün gö­ rünüyordu. 1 ladar bölgesindeki fosil zengini sitlere politik ne­ denlerden ötürü on beş yıl boyunca yeniden gidemeyen Johan­ son ve arkadaşları, 1 990'dan bu yana üç keşif gezisi yapabil­ diler. Çabaları büyük bir başanya ulaştı ve aralarında ilk ek­ siksiz beyin kutusunun da yer aldığı elli üç fosil örneği buldu­ lar. Yeni bulgular, daha önce bu dönemde görülen modeli Bugün

A.

9n

robı�•t�<• l A. b,;,.;

2

"·

c o

,;,.

-7.

A . afarensL�

?

A

5

B

H. sapiens H. erectus H. habilis

A.

robıL•tu.s

A. africantt.."i

A. boisei A. afaremis Homo .•pi'

ŞEKil 2.4 Soyağaçları. Sonuçta ortaya çıkan ı'vriııı tarihinin genel yapısı aynı olsa da, farklı akademisyenler mevcut fosil kanıtiarına farklı yorumlar gı·ıiriyorlar. Burada iki çe§itlcme basitle§tirilıııi� l ı a l d e gösteıilmektedir. Ben, 1/omo C"insi örneklerinin en eski insan fosilieri arasında yer aldığı B çe§itlcnıesini lt'rcilı ediyonım; bu, bizim Homo halıilis olarak bildiğimiz tiiriin atası olmalıdır. Fosil kalıntıları, insanın, molehılı·r p;ı·ıwtik kaıııtlardan anla§ıldığı kadarı yla yakla§ık 7 milyon yıl önce gcn;t'klqm i'i kiikenine dek uzanmıyor. 46


- gen i§ bir beden boyutu aralığı - doğruluyor ve hatta geli§tiri­ yordu . Bu gerçek nasıl yorumlanacaktı? Bir ya da daha çok tür sorun, çözüme kavu§manın e§iğinde m iydi? Ne yazık ki, böyle olmadı. Daha önce bulunan fosillerdeki boyut aralığının erkeklerle di§iler arasındaki büyüklük farkın ı gösterdiğini dü§ünenlere göre, yeni bulgular b u dü§ünceyi des­ tekliyordu. Böylesine geni§ bir boyut aralığının tür içindeki farklılıklara değil, türler arasındaki farklılığa i§aret ettiğini dü­ §Ünenlerimize göre ise yeni fosiller bu görÜ§Ü güçlendirmek­ teydi. Dolayısıyla, 2 milyon yıl öncesinden önceki soyağacının §ekli hala çözülmemi§ bir sorun olarak görülmelidir. l 97 4'te Lucy'nin eksik i s keletinin bulunması , erken bir in­ sangildeki iki ayaklı harekete anatomik uyarianma düzeyine bir i l k bakı§ olanağı sunar gibiydi. Yakhı§ık 7 milyon yıl önce orta­ ya çıkmı§ olan ilk i nsangil Liirü tanı m gereği , sıradan bir iki ayaklı insansımaym un olmalı yd ı . A m a Luey iskeletinin bulun­ masına dek antropologlar, 2 m i l yon yıldan daha ya§lı bir insan türünde iki ayaklılığa dair soııı ı ı l l ı i r kanıla sah i p değillerdi. Lucy'nin iskelelindeki !eğen, bacak ve ayak kem ikleri bu soru için çok önemli ipuçlarıydı. Leğenin §ekli ve uyluk kerniğiylı� diz a rası ndaki açı , Lucy ile arkada§larının bir tür dik yüriiyii§•� ııyarl a ı ı ı ı ı ı § olduklarını göstermektedir. Bu anatomik özel l i kl e r i ı ısaıısımaymundan çok, insana özgüydü. Kemikler iiwri ııdl' ilk aııaloınik ineele­ rneyi yapan Owen Lovejoy gerçeklerı dı�, l ii rii ı ı iki aya klı hare­ ketinin, bizim yürüyü§ §eklimizden ayı rt ı·dilı·ıııcyeeeği sonu­ cuna vardı. Ama herkes onunla aynı fikirdı· d . -ğ i l di . Sözgelimi, New York Eyald Ü n i ve rsitesi ' n i n Sıoııy Hro o k bınpusundan iki anatoıni bilimci, J ack Stern ve Haıı ı b l l Sı ı s ı ı ı an , l 983'te hazırladıkları iiııcııı l i bir bildiride Lııc y ' ı ı i ı ı aııalonı isine dair farklı bir y orıı ı ı ı sundular: " Tam zaıııaıılı iki a y akl ıl ı ğa doğru uzun bir yol al ı ı ı ı � , a ı ı ı a beslenınek, u y u ııı;ık ya da kaçmak için ağaçlan eıkiıı l ı i.,.i ıııdt: kullanmasın ı sağlaya . . ;ık yapısal özellik-

47


leri de korumuş bir yaratığa tamamen uygun özellikler bileşi­ mine sahiptir. " Stern ve Susman'ın kendi vardıkları sonucu doğrulamak için kullandıkları önemli kanıt parçacıklarından biri, Lucy'nin ayaklarının şekliydi: kemikler, insanlarda · görülmeyen ama in­ sansımaymunlarda görülen bir şekilde kıvrıklı; yani ağaçlara tırmanmayı kolaylaşlıracak bir yapıdaydı. Lovejoy bu görüşü gözardı eder ve kıvrık ayak kemiklerinin yalnızca, Lucy'nin in­ sansımaymun benzeri geçmişinden kalma bir evrim kalınıısı ol­ duğunu öne sürer. Bu iki karşıt saf, farklı görüş açılarını on yılı aşkın bir süre şiddetle savundular. Ardından, 1 994 başların­ da, aralarında hiç beklen medik bir kaynaklan gelen delillerin de bulunduğu yeni kanıtlar Inı d e n� eyi dcği�tird i . İlk olarak Johanson ile a rkada�la rı , A u.�tralopithecus afaren­ sis'e atfeuikleri, üç m i l yon ya�ıııda iki kol kemiği, bir dirsek kemiği ve bir üstkol kemiği l ıııldııkları r ı ı :u;ıkladı l a r. Bireyin güçlü olduğu �örii l iiyordıı vı� kol kı·rııi klı·ri ııdl' bazı ii zdli kler, şempanzelerdeki özelliklere benziyor, l ıazı l a rı da farkl ı l ı k gös­ teriyordu. Londra'daki U nivers ity Collı����·daıı l .ı·�·d iı� Aidlo bu keşif hakkındaki yorumlarını Natun� dı�r�isi ııdl' yayı nladı : "A. afarensis dirsek kemiğinin m ozaik m orfolojisi, yoğı ııı ka s lı ve iri üstkol kemiğiyle birlikte, ağaçlara tırrııaııaıı aıııa ayn ı za­ manda yere indiğinde iki bacağı üstünde yii r i "ı y ı ·ıı bir yaratık için idealdir . " Benim de destekiediğim bu giirii�, l .ovı ·joy yan­ claşiarına ters düşmekte ve Susman yand aşlarına ıı yıııakıadır. Bu erken insanların iç kulak anatomisinin ayrı ııı ıl arı ııı sap­ tam"!k amacıyla bilgisayarlı eksen tomografisinin (CAT t a ra m a­ sı) kullanılmasıyla birlikte, h ıı �öri.i�ü destekleyen l ıa�ka kanıt­ lara da ulaşıldı. İç kulak anatomisinin bir bölüm ü nii , C !-iı·kl i n­ de üç tüp - yarım daire kanalltı n - oluşturur. Kanalları n bir­ birlerine dik olarak düzenlt�nd iği ve ikisinin dikey d urdıığıı Inı yapı, beden dengesinin korıııırııasında temel bir rol oynar. Li­ verpool Üniversitesi'nden Fred Spoor, 1 994 Nisan' ın da �er­ çekleştirilen bir antropolo�lar toplantısında insan ve i ıısansı48


maymunlardaki yarı m daire kanal ları tanımladı. İki dikey ka­ nal insanlarda, insansımaymunlara oranla çok daha büyüktür. Spoor bu farkı, iki ayaklı türlerdeki dik dengenin getirdiği ek taleplere bir uyarianma olarak yorumluyor. Ya erken in!-;an türleri? Spoor' u n gözlemleri gerçekten şaşırtıcı. Homo cinsinin tüm türlerinde iç kulak yapısı, modern insanların iç kulak yapıs ı n­ dan ayırt edilem iyor. Aynı şekilde, tüm A ustralopitlıecus t ü rle­ rinde de yarım daire kanallar, insansımaymunlardakilere ben­ ziyor. Bu, A ustralopitlıecus'un insansımaymunl ar gibi - yani, dört ayak üstünde- hareket ettiği anlamına mı geliyor? Leğen yapısı ve bacaklar bu son uca uymuyor. Annemin 1 976'da yaptığı önemli bir keşif de öyle: Yaklaşık 3. 7 5 milyon yıl önce bir volkanik kiil Lalıakasında oluşmuş son derece insansı ayak izleri . Yine de, iç kula k yapısı alışılmış duruş ve hareket şeklini gösle r iyorsa , lıu, A u..1tra lopit lwnt.l 'un , Lovejoy'un savund uğu ve hala sa v u n mayı siirdiird iiğii g i lı i lam olarak bize benzerne­ diğini düşündürüyor. Lovejoy bu yoru mu savunarak, an l ro po l ogl ar arası ndaki, bu böl ü m li n başlarında sözünü ell iği ı ı ı l ı i r ı · ğ i l i n ı l c , tüm insangille­ ri daha ilk l nış l a n i t ibaren l anıa ı ı ı ı'ıı iıısaıı kılıııak islı'r gibi gö­ rünüyor. Ama ben , ataları mızdan lıi ri nin insansııııayııı ıın dav­ ranışları gösterdiğini ve yaşamında ağaı;Lırı n l ıiiyiik iincııı taşı­ dığını d üşün mekle bir sorun g ör nı iiyo nı n ı . Bizler iki ayaklı in­ sansı m aymunl arız ve bu gerçeğin alaları n ı ı z ı n ya�aıııa §Ckilleri­ ne de yansıması nda şaşılacak bir şey yok.

Bu no kt ad a kcnıiklerden, atalarımızın davranı§l arına dair en somut k an ıt l ar olan taşiara geçeceği m . )cııı panzeler usta alet kullan wılarıdır ve karınca toplamak iı;in sopa, sü nger ola­ rak yaprak ve sı·rı ka l ı u kl u yemişleri k ı rı ı ı a k için taş kullanır­ lar. Ama l ı i �· l ıi r yalıani şempanzenin L a§ l aıı l ı i r alet ürettiği -en azı ndan gii n ii ııı iiw dek - g örü l medi . i nsanlar keskirıleşli49


rilmiş aletler ün�tmeye 2 . 5 m ilyon yıl önce, iki taşı birbirine vurarak başladılar ve böylece, insanın tarihöncesi özelliğini be­ lirleyen bir teknoloji yoluna girdiler. İlk aletler bir taşa - genellikle bir !av taşı - başka bir taşla vurularak yapılmış küçük yongalardı. Yongalar yaklaşık 2 . 5 cm uzunluğunda v e şaşırtıcı derecede keskindiler. Görünüşteki basitliklerine karşın, pek çok işte kullanılıyorlardı . Bunu Illino­ is Üniversitesi'nden Lawrence Keeley'in ve Indiana Üniversite­ si'nden N icholas Toth'un, Turkana Gölü'nün doğusundaki 1 . 5 milyon yıllık kamp alanında bulunan hir düzine balta üzerinde yaptıkları mikroskopik incelemelerden biliyoruz. Keeley ve Toth yongalarda farklı aşın malar - bazıların ı n el , bazılarının odun ve bazılarının da ot gibi yumuşak lıiı kisd malzemelerin kesilmesinde kullanıldığını gösleren işaretlc�r- l ıuldular. Böyle bir arkeolojik sitte dağınık halde laş yongalar l ı ıılduğumuzda, oradaki yaşamın karma ş ı k l ıi!; ı n ı hayal cl ııırk i ı; i n yaralıcılığımızı kullanmak zorunda kalınz; ı;iinkii kal ı ı ı ı ılar ��ok azdır: etler, odunlar ve otlar yok olnı ıışl ıır. Ciiııiiııı iizdc� g i irdiiği i müz tek şeyin taş yongalar olmasına rağııwı ı , l ıi r i ıısaıı ailc • si grubunun fidanlardan yapılmış, ka m ış danılı l ı i r yapı ı ı ı ı ı gülgesinde et kestiğini hayal edebiliriz. Bulunan en eski taş alet grupl arı :l . !) ıııi lyoıı yaşındadır ve aralarında yongaların yanı sıra sal ır, ka:r. ıııa ve çeşitli çokyüzlü­ ler gibi daha büyük araçlar l ı ı ı l ı ı ı ı ıııak ı adır. Çoğu örnekte bu aletler de !av taşından b irka ı; yoııga ı ı ı ı ı ı; ıka rı l masıyla yapılmış­ tır. Mary Leakey, Olduvai Boğazı ' ı ıda yıllarca - Olduvai Bağa­ zı'na göndermeyle Oldovan kiilı ii rii denilen - bu ilk teknoloji­ leri incelemiş ve böylece, c�rkc ·ıı Afrika arkeolojisini kurmuştur. Nicholas Toth alet yapıııa dc·ııc�ylc�rioin sonucunda, her bir aletin belli şekillerinin ilk alc•ı yapıı ııe ılarının zihninde yer al­ madığından - isterseniz l ı ı ı ı ıa zihinsel kalıp diyebiliriz- kuş­ kulanıyor. Şekillerin ham ıııaddc�nin özgün biçimine göre veril­ miş olması daha mümkün giiriiniiyor. Yaklaşık 1 .4 milyon yıl

so


öncesine dek kullanılan tek teknoloji şekli olan Oldovan kültü­ rü temelde fırsatçı bir yapıdaydı. Bu aletlerin üretilmesinin dü§ündürdüğü bilişsel beceriler konusunda ilginç bir soruyla kar§ılaşıyoruz. İlk alet yapımcıla­ rı, insansımaymunlardakine benzer zihinsel özelliklerini farklı bir §ekilde mi kullanıyorlardı? Yoksa bu ݧ daha yüksek bir ze­ ka mı gerektiriyordu? Alet yapımcılarının beyinleri insansımay­ munlara oranla % 50 daha büyüktü; dolayısıyla, ikinci sonuç daha olası görünüyor. Yine de, Colorado Ü niversitesi'nden ar­ keolog Thomas Wynn ve İskoçya'daki Stirling Ü niversite­ si'nden primatolog William McGrew aynı fikirde değillerdi . İn­ sansımaymunların gösterdikleri bazı el becerilerini incelediler ve l 989'da yayınladıkları, " Bir insansımaymunun Oldovan'a Bakı§ı " b a§lıklı bir bildiride §U sonuca vardılar: " Oldovan alet­ lerinin tüm uzamsal kavramları insansımaymunların zihinlerin­ de bulunabilir. Gerçekten de, yukarıda belirtilen tüm uzam ye­ tenekleri tüm büyük insansımaymunlar için geçerli olabilir ve Oldovan alet kullanıcılarını benzersiz kılmaz . " Bu yorumu §aşırtıcı buluyorum; lııınun nedeni, büyük oran­ da, kimi insanların iki kayayı birbirine vurarak " Ta§ Devri " aletleri yapmayı deneyip pek de ba�arılı olamadıklarını görmܧ olmamdır. Bu ݧ böyle yapılmıyor. Ta� alet yapı mı için mükem­ mel teknikler gelݧtİrmeye yıllarını veren Niclıolas Toth ta§tan yonga çıkarmanın mekaniğini gayet iyi b i l i r. Taş kıncı, etkin §ekilde çalışahilrnek üzere, vurmak için doj!;rıı açılı, doğru bir kaya seçmelidir ve doğru yere, doğru miklarda güç verilebil­ mek için, vurma hareketini de çok iyi bil melid i r. Toıh 1 985 ta­ rihli bir bildiride, " Alet yapan erken ürrıek insanların taşı işle­ me konusunda iyi bir içgüdüye sahip ol dukları açıkça görülü­ yor , " demişti. Yakın zamanlarda da bana, " En erken alet ya­ pımcılarının insansımaymunların ötesinde bir zihinsel kapasite­ ye sahip olduklarına hiç ku§ ku yok, " ded i . " Alet yapımı, mo­ to da ilgili ve bil işsel becerilerio koordinasyonunu gerektiriyor. " 51


Georgia eyaJetin i n Aılanla kentindeki Dil Araştırmal arı Mer­ kezi'nde sürdürülmekıe olan lıi r deneyde bu soru sınanmakta­ d ı r. Psikolog Sue Savage-Ru mbaugh on yılı aşkın bir süredir bir cüce şempanzeyle, iletişim becerilerinin geliştirilmesi üze­ rinde çal ışıyor. Toth yakın zamanlarda onunla işbirliğine gire­ rek, Kanzi adlı şem panzeye taş alet yapmayı öğrelnıeyi denedi . Kanzi keskin yonga üretiminde h i ç kuşkusuz yenilikçi bir dü­ şünce tarzı sergiledi, ama ilk alet yapı nıcılarının sistematik yonga çıkarma tekniğini yinelerneyi lıeııiiz l ı aşaraınadı. Ben b u n u n , Wynn'le MeGrew'ün görüşlerinin yanlış olduğunu ve ilk alet yapımcıları n ı n şu anda insaıısı mayrıı ıınlarda görülenin ötesinde bilişsel beceriler kullandıklarını giislt•r•·n lıir işaret ol­ duğunu düşünüyor u m . İ l k aletlerin , yani Oldovan külıüriiıı iiıı l ı ; ı s i ı v • · fı rs a l çı oldu­ ğu h i r gerçek. Yaklaşık 1 . 4 milyon yıl ii ı ı n · t\ fr i ka ' da, arke­ ologların , bu aletlerin sonraki çeşi l l t· ı ı w l n i ı ı i n i l k o l a r a k lıııl un­ duğu Fransa'nın kuzeyindeki S ı . A l " l w ı ı l ' a giiı ı d t · r ı ı wy l c A c l ı e­ uleen sanayİsİ adını verdikleri y • · ı ı i l ı ir al . .ı g ıı ı l ı ı ı o l ı ışl ı ı . i nsa­ nın tarihöneesinde ilk kez, alet y a p ı ı ı w ı L ı rı ı ı ı ı ı i i rl ' l r ı w k isl i'd ik­ l eri şeyle ilgili bir zihinsel kalı p l a rı ı ı ı ı ı o l d ı ı ;!. ı ı ı ı ;ı d a i r ka ı ı ı l gö­ riiliiyord u; yani onlar, k u l l an d ı k l a rı l ı ; ı ı ı ı ı ı ı a d d · ·�'(' l ı i l t · rc k lıir şekil veriyorlardı . Bunu d ii ş ii n r ı w ı ı ı i zt · y o l ; u�a ı ı ald, yapılması için önemli oranda beceri ve sa l ı ı r g• · ıT k l ' ı ı , d a r ı ı l a şekl indeki bir el balıasıdır (bkz. şekil 2 . !l ) . Toı l ı V t ' d i ;!.t · r deneyciler, dö­ nemin arkeoloj i k kayıtlarında gi i r i 'ı l t · ı ı ı ı i ı t · l i k ı e d balıaları ü re­ lecek beceriye ancak aylar si'ı n · ı ı l ı i ı ·� a l ı ş ı ı ı a yla u laşabildiler. Arkeoloj i k kalıntılarda . ı l ı a l ı a,.,ı ı ı ı ı ı o rtaya çıkması , /lama habili.s ' i n tonınu olduğıı v a rs a v ı l a n v t � /lama s ap ie ns 'in atası olan /lama erectus ' u n o r l a y a ·� ı k ı � ı ı ı ı izl e r. Bir sonraki biiliiınde de göreceğimiz gilıi, el l ıa l ı a,., ı i i ı t 'l i . . ilt�rinin, fl01rıo lıa b ilis' ıen çok daha büyük lıi r beyni' sa l ı i p olan 1/oma erectu.� lıireyb· i ol­ duğunu söylemek mantı k l ı l ı ir 1 ii ı n d ı�n geli m olacaktır. Ataları m ızın keskin t a ş y o ı ı g a l a r iiretebilme yeteneğini ka­ zanmaları, insana özgii l a ıi l ı i i ı wl ' siııde önemli b ir atılınıdır . i n.

52


sanlar birdenbire, eskiden yoksun kaldıkları yiyeceklere ulaşa­ bilmeye başladılar. M ü tevazı yonga, Toth'un da pek çok kez gösterdiği gibi, postun en sert kısı mları dışında her yerinin ke­ silerek içindeki etin açığa çıkarılması için son derece etkin bir araçtır. Bu basit taş yongaları yapan ve kullanan insanlar, ister avcı olsunlar ister leş yiyici, yeni bir enerji kaynağına ulaşmış­ lardı: hayvan proteini. Böylece yiyecek alanlarını genişletmek­ ten öte, başarılı nesil üretme şanslarını da artırmış oldular. Üreme süreci pahalıya mal olan bir iştir ve diyetin eti de içere­ cek şekilde genişlemesi, bu sürecin daha da emniyete alınma­ sını sağlayacaktı r.

ŞEKiL 2 . 5 Alet teknolojileri. Alttaki i k i sırada, arkeolujik kalıııtılarda ilk kez yakla§ık 2 . 5 milyon yıl öııce oıtaya çıkan Olduvan tekn o l oji s i görülmektedir: çekiç (beyaz tU§), basit satır ve kazıyıcılar (çekiçle ayııı sırada) ve küçük, keskin yongalar (üstteki sını). Ü sııeki iki sırada, kalıııtılarda ya kla§ık 1 .4 milyon yıl önce ortaya çıkan Adıeııleen kültür göriilliyor. Bu kültüre özgü ale tle r el baltalan (damla §f'kliıırleki iki alet), satır, kazma ve ayrıca, Oldavan alet gruplannda bulıııııııılııra henzer çe§itli küçük aleılerdir. (N. Toth.) 53


Antropologların karşısında uzun süredir aynı soru var: Bu aletleri kim yaptı? Aletlerin arkeolojik kalıntılarda ortaya çıktığı dönemlerde pek çok A ııstralopithecus türü ve olasılıkla, pek çok Homo türü mevcuttu. Aletleri kimin ürettiğine nasıl karar verebiliriz? Bu, son derece zor bir iş. Aletleri yalnızca Homo fosilleriyle bağlantılı olarak bulsaydık ve A ustralopithecus türle­ rinin yanında hiç alet bulmamış olsaydık, tek alet yapımcısının Homo olduğu sonucuna varabilirdik. Ama tarihöncesi kalıntıla­ rı bu denli açık seçi k değil. Randali Susman, Güney Afri­ ka'daki bir sitte bulunan ve A. robııstus'a ait olduğuna inandığı el kemiklerine dayanarak, bu türün alet yapabilecek el beceri­ lerine sahip olduğunu savund u . Ama bunun doğru olup olma­ dığını kesinlikle bilmek olanaks ı z . Ben, en basit açıklamayı aramamız gerektiğini düşünüyo­ rum . Tarihöncesi kal ı n ı ıl a rı ı ıd a ı ı , 1 m i lyon yıl öncesinden son­ ra yalnızca 1/om o l ii rleri n i ı ı var old ıığı ı n ı ı ve ay rıca, Inı türlerin taş aletler yaptıkları n ı l ı i l i yor ı ı z Ba!-ika �l'kildı� dii�iin memiz için iyi bir neden ol madık��a, l a r i l ıiiı wı·s i ı ı i r ı ı·rkı·n diirıenı lerin­ de yalnızca Homo ' n u n al et yaplığını siiy l ı · ı ı wk ıııaııııklı olacak­ tır. Australopithecus türleriyle 1/onw ' ı ı ı ı ı ı fa rklı u y ari an malar geçirdikleri çok açık; bu farkın en iiıwmli ıwd'"ıılniııdcrı biri­ nin, Homo'nun et yemesi olduğu d ii§ii ıı iilel ıil i r. Ta� ald yapı­ mı, etoburların yeteneklerinin önemli bir pan;asıııı ol ı ı � l ıırm a­ lıydı; oıoburların ise bu aletiere i htiyacı yok t u . Toth, Kenya'daki arkeolojik s i tlerde bulunan alı�ııı�r iiwrin­ deki çalışmalarından ve alet yapımı deneylerinden l ıiiyiilı�yici ve önemli bir keşfe ulaştı . İlk alet yapı meıları çoğunl u k la, mo­ dern insanlar gibi, sağ ellerini kullanıyorlardı. İ nsans ı ı ııayııııın­ lar tercihe göre sağ ya da sol ı � l lı· riıı i kullanabilirler; l ii ri i r ı lii­ müne özgü bir tercih yoktur. Bıı açıdan , insanların lwıızı�rsiz bir konumda oldukları giiriiliiyor. Toıh'un ke§fi bize evrim hakkında önemli bir içgörii sağl ıyor: yaklaşık 2 m ilyon yıl iiııı:e Homo'nun beyni, bizim kendi mizi lıildiğimiz anlamda, gcrçı�k­ ten i nsana özgü bir hal al nı a ya l ı a§lamıştı. .

54


3 . BÖLÜM

FARK L I BiR iNSAN TÜRÜ

Yakın zamanlarda gerçekleştirilen heyecan verıcı ve yaratıcı araştırmalar, fosilieri kullanarak, soyu tükenmiş atalarımızın biyolojisi hakkında birkaç yıl önce kimsenin hayal bile ederne­ yeceği kesin bilgiler edinmemizi sağladı . Sözgelimi, belli bir in­ san türüne ait bireylerinin ne zaman sütten kesildikleri, ne za­ man cinsel olgunluğa ulaştıkları, ortalama ömürlerinin ne oldu­ ğu gibi sorular hakkında mantıklı Lahminler yapmamız artık mümkün. Bu tür bilgilere ula§mamızı sağlayan araçlar sayesin­ de, Homo'nun daha ilk ortaya çıkışından itibaren farklı bir in­ san türü olduğunu anlamaya l ı <ı§l ad ık. !l u.�tmlopitlıecus'la Ho­ mo arasındaki biyolojik süreksi z l iği ke§felnıenıiz, insanın tari­ höncesine ilişkin anlayışımızı k ö k ten deği§Lin l i . Homo'nun ortaya çıkışına d e k L ii ın iki ayak l ı i nsansım ay­ munlar küçük beyinlere, büyük yanak ıl i§lniıw, çıkı n ıı l ı ı,;ene­ lere sahiptiler ve insansımaymun oeıızeri l ı i r IH'slı· ı ı ın e strateji­ si izliyorlardı . Çoğunlukla bitkilerden lwslı-ııiyorl ardı ve sosyal ortamları olasılıkla, modern savan lı al nı ıı u ı ı a l wıızi yordu . Bu türler -Australopithecus- yalnızca yürüyi i § §ı-killı-riyle in sansıy­ dılar. 2 . 5 milyon yıl öncesinden önce b i r diiıwın dı� - tam ola­ rak ne zaman olduğunu hala bilemiyoruz - ilk biiyük beyinli insan türleri ortaya çıktı . Herhalde, çoğ ı ı ııl u kl a b i tkisel besi n­ lerden oluşan lıir ıliyelten et de içeren l ı i r d iyetı· geçmenin ya­ rattığı bir uyarianma n e deniyle, dişler de dcği�ın işti . İlk Homo'nun I n ı iki özelliği - beyin l ıoyu t u ve diş yapısın­ daki değişimler - ol uz yıl önce ilk Honıo lıahih� fosillerinin bu­ lunmasından I ıı�ri l ıi l i ıı m ekteydi . Belki de modern insanların beyin gü c ün i i n iiıwın ine kendimizi kaplır m arn ı z yüzünden ant55


ropologlar oaha çok, Homo halıilis'in ortaya çıkışıyl a beyin bo­ yutunda görülen - yakl aşık tl.SO cm:1 'ten, 600 cm:1 ' ü n üstüne ­ sıçrama üzerinde yoğunlaştıl ar. 13u hiç kuşkusuz, i nsanın tari­ höncesini yeni bir yöne sokan evrimsel uyarianmanın önemli bir parçasıydı. Ama yalnızca bir parçası . Atalarım ızın biyolojisi üzerinde yapılan yeni araştırmalar başka pek çok şeyin de de­ ğiştiğini ve bu değişimierin onları insansımaymun benzeri ol­ maktan, daha insansı olm aya götürdüğünü gösteriyor. İnsan gelişiminin en önemli özelliklerinden biri, yavruların tamamen çaresiz halde doğmaları ve uzun bir çocukluk döne­ mi yaşamalarıdır. D ah ası , tüm ebeveynlerin de bildi kleri gibi, çocuklar ergenli kte ani büyüme hamleleri gösterir ve şaşı rtıcı bir h ızla boy atarlar. İnsan bu açıdan benzersizdir; i nsansı­ maymunlar da dahil olmak üzere memeiiierin çoğu bebekli k­ ten doğruca yetişkinl iğe gec;e rl er. Biiyiinı e hamlesi başlamak üzere olan bir insan e rgc ı ı i ı ı i ıı l ıoy ı ı t l a rı yaklaş ı k % 25 oranın­ da artabilir; şempaıızcl ndı�ki d iizı·ı ı l i l ı i'ı y i"ııııc yiiriingesinde ise, ergen ye t iş k i n l i ğ ı� gcı; t i ğ i ı ı dı· l ıoyı ı t ları yal n ı zca n�r, 1 !J. artar. M i ch i gan Ü n i versitı�si ' ı ı dı · ı ı l ı i yolog l h rry Bogi ı ı l ı iiyiime

grafiklerindeki bu fa r k l ı l ı k lıakkı ı ı d a y ı ·ıı i l i kı: i l ı i r yorı ı rı ı sunu­ yor. İ nsan çocuklarında, l ıcyı ı i ı ı l ı i i y i i ı ı w l ı ızı ı ı ı ı ı l 11·ıızı·r o l m a­ sına karşın , bedenin l ı ii y ii ı ıw l ı ı z ı i ı ı sa ı ı sı ı ı ı ay ı ı ı ı ı ı ı l a ra oranla daha düşüktür. Sonuçta i ı ı sa ı ı ı:ı ll ' ı ı k L ı rı , ı ı o rı ı ı a l rıı a y ı ıı ı ı n bü­ yüme hızını izlemeleri d u rı ı ı ı ı ı ı ı ı d a ol a l ' akl arı na oranla daha küçüktürler. 13ogin'e göre l ı ı ı ı ı ı ı ı ı saf� L ı d ı ğı yarar, genç i nsanla­ rın kültür kurallarını özi'ı ı ıı s ı · ı ı w k i ı� i ı ı ı d a ş m aları gereken yük­ sek öğrenme düzeyiyle i l g i l i o l ı ı ı a l ı d ı r. Büyümekte olan çocuk­ lar, beden boyutunda iiıwı ı ı l i l ı i r fa rk olması duru munda, ye­ tişkinlerden daha iyi öğrı · ı ı i ı ı ı ; ı l a l ı i l i rl n , çünkü bu ş ek i l de b i r öğretmen-öğrenci ilişkisi k ı ıı ı ı L ı l ıilcl'cktir. Genç çocukların in­ sansımaym un benzeri l ı i r l ı i ı y i i ı ıw g rafiğinin sağlayacağı l ı oy u t­ ta olm al arı dur u mu nda iiğrı·ıll 'i-iiğretmen ilişkisinden c;ok, fi­ ziksel bir r ekabe t gelişd ıi l i rı l i . () ğre n m e süreci sona erdiği nde beden, ergenlik büyüme l ı a ı ı ı l ı ·s i y l e " arayı kapatı r " . 56


İnsan, hayalta kalma becerilerinin ötesinde gelenekleri ve sosyal töreleri, akrabalığı ve sosyal yasaları - yani kültürü ­ içeren yoğun bir öğrenme süreci sayesinde insan olur. Çaresiz bebeklerin bakıldığı ve daha büyük çocukların eğitildiği sosyal ortam , insansımaymunlardan çok insanlara özgüdür. İ nsan uyarianmasının kültür olduğu ve bunun da, alışılmadık çocuk­ luk ve olgunla§ma modeli sayesinde mümkün kılındığı söylene­ bilir. Ama yeni doğmuş i nsan bebeklerinin çaresizliği kültürel uyarlarımadan çok, biyoloj i k bir zorunluluktur. Beynimizin bü­ yüklüğü ve i nsan leğeninin yapısal kısıtlamaları nedeniyle, in­ san bebekleri dünyaya çok erken gelirler. Biyologlar yakın za­ manlarda, beyin büyüklüğünün zekadan başka şeyleri de etki­ lediğini anlamaya başladılar. Beyin büyüklüğü sütten kesilme yaşı, cinsel olgunluğa ulaşma ya§ı, gebeli k süresi ve ya§am sü­ resi gibi ya§am larilıc,:esi etkenleriyle de bağlant ılıdır. Büyük beyinli türlerde bu etkenlerde ıızama görülür: Bebekleri küçük beyinli türlere göre daha geç süllen kesi l ir, cinsel olgunluğa daha geç ula§ılır, g e beli k daha u z u n sürer ve lıirey daha uzun ya§ar. Diğer primaılarla yapıl an kar�ıla�lı rıııalara dayanan ba­ sit bir h esaplama, ortalama lıeyin kapasi lesi 1 :�SO c m :1 olan in­ sanda gebelik süresinin şu andaki g i l ı i dokuz ay dı�ğil, yirmi bir ay olması gerektiğin i g österiy o r. Dolayısıyla, insan bebekle­ rinin doğduklarında bir yıllık bir arayı kapa l ı n alan gerekiyor ve bu nedenle, çaresiz durumda oluyorlar. Bu neden oldu? Doğa, i nsan bel11�kleriııi ıwdcn dünyaya çok erken gelmenin tehlikelerine m aruz l ıır a kı ı "( Y an ı t, beyin­ de. Yeni doğmuş bir insansımaymunun orıalarııa 200 cm:1 'lük beyni, yetişkin l 11�yninin yakla§ık yarısı l ıiiyii kliikıed i r. Boyutta gerçekleşmesi gereken iki kat oranındaki l ıiiyii rııe, hızla ve in­ sansımaymunun yaşamının erken dönerııleriııde gerçekle§ir. Yeni doğmuş i nsan lıcbeğinin beyniyse ydişkin beyninin üçte biri kadardı r vı� erkı�ıı dönemdeki h ızlı lıir lıiiyümeyle üç kat büyür. İnsanlar, l ıeyi nlerinin yetişkin beyni lıoyutuna ya§amın 57


erken dönemlerinde eri§mesi açısından insansımaymunlara benzerler; dolayısıyla, insansımaymunlar gibi beyin boyutları iki katına çıkacak olsaydı, yeni doğmu§ insan beyinlerinin 675 cm :ı olması gerekirdi. Tüm kadınların bildikleri gibi, normal beyinli bebekleri doğurmak bile yeterince zordur ve hatta kimi zaman , ölü m olasılığına yol açabilir. İnsan evrimi sırasında !e­ ğen açıklığı, beyin boyutundaki büyümeye uyarlanacak §ekilde büyümü§tür. Ama bu büyümenin - etkin iki ayaklı hareketin yapısal zorunluluklarının getirdiği - bir sınırı vardı. Bu sınıra, yeni doğmu§ bebeğin beyin boyutunun günümüzdeki değeri 3 - 385 cm - bulmasıyla ula§ıldı . Evrimsel bir bakı§ açısından baktığımızda, insanların i nsan­ sımaymun benzeri büyüme modelinden , yeti§kin beyninin 7 70 cm:1 ' ü a§masıyla ayrıldığını söyleyebiliriz. Bu rakamın ötesine geçildiğinde beyin boyutu doğumdan son ra i ki kattan fazla bü­ yümek zorunda kalaeak ve lı i iyl ece d ii rıyaya "ı ,:ok erken " ge­ len bebeklerde çaresizl ik rııoddi giiriil rııt�ye l ıa�l arı acak t ı . Ye­ :ı Li§kin beyin boyutu yakla�ık 800 ı: rıı oları 1/omo lıabili.� 'in in­ sansımaymun büyüme modeliyle insan l ıiiyiirııı: ıııodı·l i n i n ke­ :1, si§me noktasında olduğu, yakla§ık 900 ı:ııı 11' l'rkı:n 1/omo erectus ' un ise türü insan yönüne doğru iiıwır ı l i oraııtla iLLiği söylenebilir (bkz. §ekil 3 . 1) . U n utulmamal ı d ı r ki l ı ı ı " ilkesel " bir tezdir; Homo erectus ' taki doğum kanalın ı n , ıııodnn insan­ lardakiyle aynı büyüklükte olduğu varsayılmaktad ı r. I IJBO'le­ rin ortalarında Turkana Göl ü'nün batı kıyısı y akın l a n ııda arka­ da§larımla bulduğumuz erken llomo erectus iskelet i n i n (Tu rka­ na çocuğu) leğeninde yapılan ölçümler, Homo erect u s ' ı ı n Inı açıdan ne derece insanla§tığı hakkında bize daha açık l ıir fi k i r sunuyor. İnsanlarda leğen açıklığı lıoyııtu erkek ve kadınl arda aynı­ dır. Dolayısıyla, Turkana çocuğunun leğen açıklığını iilı;n<'k , annesinin doğum kanalının l ıoyutu hakkında iyi bir tal ı ııı i rı e ula§abildik . Dostum v e çal ı�nı a arkada§ım olan, John l lopki ııs Üniversitesi'nden anatomi lıilinıei Alan W alker, birlı i rl e ri ııd ı:ıı ,

58


(a)

S an L-.._ı

(c)

(d)

ŞEKiL 3 . 1 Homo erectus. (a), (b) ve (c)de, l 975'ıe Turkaııa (;iilii ' ııiiıı doğıısııııda bulu­

1 nan KNMER 3 7 3 3 kafatası iiç açıdan göslr-rilıııı·kıı·ılir. HSO c ın 'liik bir be­ yin kapasilesine sahip olan bu birey yakhı§ık l .H ııı ilyıııı yıl iiııce ya§amı§lır. Kar§ıla§lırma amacıyla (d)de, 3 733'ten bir ınilyoıı yıl sorıra ya�amı� olan ve 3 beyin kapasilesi yakla§ık 1 000 cm diizeyiııdc lıtılııııaıı, c,:iıı'den bir 1/omo erectus (Pekin adamı) verilmiştir. (W. E. Le Gros Clark/Ciıica!!;O U niversity Press ve i\ . Walker ile R . E. F. Leakey/Scientific lı mı-rimn , I IJ78, Liim hak­ lan saklıdır.)

ayrı olarak b ııld ıığıı ııı ıız kemikleri kullanarak çocuğun leğenini yeniden olııştıırdıı Ul (bkz. şekil 3 . 2 . ) . Leğeıı açıklığını ölçtü­ ğünde llomo sapi1·ns ' f': göre daha ki.içiik olduğunu gördü ve :ı, Homo erectus lıd wklcrinin yaklaşık 2 7 5 crn liik beyiniere sa59


hi p oldukl arı n ı hesaplad ı . B u , yeni doğm uş m odern i nsan la rı n beyi nl e ri ne �öre ol du kça küçü k bir boyutlu. Bunun anlamı çok açı k . Modern i nsanl arda olduğu gibi /lo­ mo erectus ' ı a da bebekler yetişkin boyu t u n u n üçte b i ri b ü yü k­ l ük te lıe yi nl erl e doğuyorlardı ve y i n e modern i nsanlar gibi, dünyaya ç a res iz durumda gel iyor olm al ı yd ı l ar. B u ndan, m o­ dern i nsana özgii sosyal ortam ı n parçası o l an , l ıehekl e re che­ veynierin gösterd iği yoğun bakım ı n , yaklaş ı k ] . 7 m ilyon y ı l ön­ ce, erken 1/omo erectus ' ta gelişmeye lıaşl am ış old uğu sonucu­ n u ç ı kara bil i ri z . Henüz bir 1/omo hnb ilis l eğeni l ıulamad ığı mız i ç i n aynı he­ saplamay ı , erectus ' u n en yakın atası olan lwb ih� için yapanı ı yo­ ruz. Ama eğer lıabilis b e be kl e r i crertus l ıoyııtunda heyinl erle doğuyor i diysele r , onlar d a 11 çok er k en 11 doğııyorl ardı, am a bu aşırı bir erken doğum d e ği ld i ; onlar da doğı ııııdaı ı sorıra çare­ siz durumda olacakl ard ı , ama l ı ıı �·ok 1 1 z 1 1 ı ı s i ·ı r ı ı ıc yı�c e k ı i ; onlar da i nsansı bir so s yal orlaıııı gnı·ksi ı ı ı ·ı Tklı·rd i ; a ııı a gereksi­ nimleri daha az d ii zeyd ı � olaca kt ı . Dol a yısıyl a , llm1 1 o dalıa en baştan iti baren i nsan yiiıı ii ı ı d ı · i l 1 · rl 1 · ı ı ı i -: g i l ıi giiriiıı iiyor. A u.�t ­ ralopitlıecus türleri ise i ıısaııs ı ıı ı a y ı ı ı ı ı ı ı l ıo\" l l l ı ı ı ıda l wy i r ı lt' n� sa­ hipt iler ve dolayısıyla, t�rk1·n g1·l i -: ı ı w ı l i i ı w ı ı ı i r ıı l l ' ı ı ısaıısı ııı ay­ mun benzeri b i r model izlenı i� ol ı ı ı : ı L ı ı ı gn1 · k i rd i . Behekl ikıe uzun b i r c,;arı·s i zl i k diiı w ı ı ı i - yoğun l ı i r e b e veyn bakırnma ge r eksi nim duyulan l ı i r ı li i ı w ı ı ı - d<.ılıa o zamandan e r ken Homo'nun öze l l i ğiyd i ; l ı ı ı k:ıda rı ı ı ı s aplayabil d i k . A m a ya çocu kl uğ u n geri kalan k ı s ı ı ı ı "( ı,:1 w ı ı k l ı ığ ı ı ıı p ra t i k ve kül türel becerileri özii mseyecek V I ' a n l ı ı ı d a ı ı , l ' rg e nl i k ı e bir büyüme hamles i yaşayac ak şeki l d l ' ı ı za ı ı ı ası l l l ' za man old u '? ŞEKiL 3.2 (SAG DA) Turkana çocıığı ı . D o k ı ı z ya�nııLıki l ı ı ı llo1110 erectu.s ' ıı ı ı yeniden olıı�l ıınıl­ ııııış iskeleti, bedensel yapı ;ıı; h ı ı ı ı L ı ı ı l ıı ı l i"ıı"i"ııı ııc kadar iıısaıısı olı l ı ığıııııı gösteriyor. İskeletiıı c;ıkarlılnıa'ı •;alı�nıalarıııı yüııcıcıı Alan Walkcr Tıı rkaııa çocıı ğ ıııııı ı ı yaıııııda. (A . \Valkn/1-.:ı· nya U lusal M iizesi.) 60


1>1


M odern insanlarda çocukluk döneminin uzaması, insansı­ maymunlara oranla daha düşük bir fiziksel büyüme hızıyla mümkün olur. Sonuçta insanlar büyümedeki , ilk dişin çıkması gibi çeşitli dönüm noktalarına insansımaymunlara oranla daha geç ulaşırlar. Sözgelim i ilk kalıcı azıdişi insan çocukl arında altı, insansımaymunlarda üç yaşında; ikinci azıdişi insanlarda on bir ile on iki ve insansımaymunlarda yedi; üçüncü azıdişiyse insanlarda on sekiz ile yirmi ve insansımaymunlarda dokuz ya­ şında çıkar. İnsanın tarihöncesinde çocukluk döneminin ne za­ man uzadığı sorusuna yanıt bulmak için, fosil çenelerine baktı­ ğımızda azıdişlerinin ne zaman çıktığını anlamamızı sağlayacak bir yönteme ihtiyacımız vardı . Sözgelimi, Turkana çocuğu, ikinci azıdişinin çıkmaya başla­ dığı sıralarda ölmüştii . 1/omo erectus'un insan çocukluğunun daha yavaş gelişimini izlemiş olması d urumunda çocuk, yakla­ şık on bir yaşl arı nda iil rııiiş ol mal ı y d ı . A m a türde insansımay­ mun benzeri bir biiy iim e grafiği n i n ol ması d u ru mun d a , çocuk yedi yaşında olaeaktı . Pt�ıı ıısylvaıı i a Ü niversi tesi'nden Alan Mann 1 970'lerin başlan ııda fosil i ıısaıı d işlı�ri iiwri nde kap­ samlı bir inceleme gerçekl eşti rd i ve t ii rıı Au.\tra lopitlıccus ile Homo türlerinin, insanı n . yavaşlatılmış çoı : u k l ı ık gd işi m i mode­ lini izledikleri sonucuna vardı. M ann'ın çalışmaları lıiiyiik etki yarattı ve Australopithecus de dahil olmak üz e r e tiirıı iıısangil türlerinin modern insan modelini izlediklerine dair geleneği güçlendirdi. Gerçekten de Turkana çocuğunun çeııı�siııi lıulup ikinci azıdişinin çıkmakta olduğunu gördüğümde, iildiiğünde on bir yaşında olduğunu düşi.i ndüm; çünkü"Homo SOJiims gibi olması durumunda, ölüm yaşı lıu olacaktı. Aynı şekild e A u.�t­ ralopithecus africanus tiir ii ıı iin bir üyesi olan Taung çocıığunun da, ilk azıdişinin çıkıyor olması nedeniyle, yedi yaşında iildiiğü düşünülüyordu. 1 980'lerin sonlarında çı:şiıli araştırmacıların çalışmaları , bu varsayımların çökmesine ııı�den old u . M ichigan Üııivı�rsite­ si'nden antropolog Holly Sıı ı i ı lı , beyin boyutu ile ilk azıdişin i n ,

62


çıkma yaşı arasında ilişki kurarak, fosil insanlardaki yaşam öy­ küsü modelinin çıkarılması için bir yöntem geliştirdi. Ö ncelik­ le, insanlar ve insansımaymunlarla ilgili verileri topladı. A rd ı n­ dan, karşılaştırma yapmak amacıyla, bir dizi insan fosilini ince­ ledi. Ortaya üç yaşam öyküsü modeli çıktı : İlk azıdişini n altı yaşında çıktığı ve yaşam beklentisinin altmış altı yıl olduğu mo­ dern i nsan düzeyi; ilk azıdişinin üç yaşından biraz sonra çıktığı ve yaşam beklentisinin yakl aşık kırk yıl olduğu insansımaymun düzeyi ve bir ara düzey. Son Homo erectus - yani, yaklaşık 800 . 000 yıl öncesinden sonra yaşayan bireyler - insan düze­ yine uyuyordu ; Neanderthal insanı da öyle. Ama tüm Australo­ pithecus türleri insansım aymun düzeyine giriyorlardı. Erken Homo erectus, sözgelimi Turkana çocuğu, ara düzeydeydi : Ço­ cuğun ilk azıdişi dört buçuk yaşını biraz aştığında çıkacak ve ölümle erken yaşta tanışmamış olsa, yaklaşık elli iki yıl yaşa­ ması beklenebilecekti. Smith'in çalışması, Aııstralopitlıecus büyüme modelinin in­ sanlardakinden çok, insansınıaymunlardakine benzediğini gös­ terdi. Smith ayrıca, erken 1/omo erert as 'un büyüme açısından modern insanla insansı nıaym ıııı arası nda olduğunu da göster­ di: Artık, Turkana çocuğu nun, lıcııirıı i l k ıalımin elliğiın gibi on bir değil, yaklaşık dokuz yaşında iild iiğii ı ı ii düşünüyoruz. Bu sonuçlar, bir kuşak an lropologun varsayı m i arı na zıt ol­ maları nedeniyle, büyük tartışmalara yol açt ı . Smith'in hata yapmış olma olasılığı elbeıte vardı. Biiylt� dıını ın larda doğrula­ yıcı çalışmalara gerek duyulur ve bu ii rıı<'klı�, Inı çalışmalar hızla yapıldı. O dönemde Londra'daki Uııiv < 'rsit y College'da bulunan anatonıi bilimciler Christopher l h·aıı ve Ti m 13roma­ ge, diş yaşımn doğrudan belirlenmesi içiıı l ı i r yiiııtem gelişıir­ diler. Bir ağacın yaşının saptanması için ağaç halkalarının kul­ lanılınası gibi, dişiıı yaşını da üzerindeki m ikroskobik çizgiler gösterir. Bu lwsaplanı a yöntemi sanıldığı kadar kolay değildir; özellikle de, ı_:i zgilı:riıı nasıl oluştuğu kesinlikle biJinemediği içi n . Yine de Dı : aı ı vı� Bromage tekniklerini ilk olarak, çenesi 63


di§ geli§imi açısından Tau ng çocuğunun kiyle aynı olan bir A ustralopitlıecus 'a uyguladılar ve bireyin ii ç ya§ını l ı i raz geçti­ ği nde, tam ilk azıdi§i ç ı karken öldiiğünü bu l guladılar; b u , in­ sansı maymun benzeri bir lıii y ii me grafiği ydi. Dean ve B ro mage diğer fosil i nsan d i§le ri ü zerinde b i r dizi inceleme gerç e kle§ ti rd i kl erinde , Smith gib i , üç d ü zey saptadı­ lar: M odern insan, i nsansı nı ay m u n ve ara bir d üzey . Yine A ustralopitlıerus ins a nsımaynı u n , geç Homo erertus ile N ean­ derthal m odern i nsan ve erken 1/omo erectus d a ara düzeyler­ deydi ler. Ve sonuçlar y i n e , özellikle A ustralopitlıecus ' u n i nsan gi bi mi, yoksa i nsansı m ay nı u n gibi mi büyüdüğü konusunda tartı§m alara yol açtı . St. Louis'deki W ash i ngt on Ü niversitesi'nden an tropolog Glen n Conr oy ve kli n i k tedavi uzm anı M ichael Vannier' i n tı p d ünyası nda kııllanılan y i i k sl ' k t l ' knoloj i yi a n t ro p ol oj i l aboratu­ varı na ta§ ı nı a l a rı yl a l ı i rl i k t t • , l a rl ı �ı ıı a l a r sona l' rd i . Bilgi s aya rl ı eksen tomogra l'is i (iiı; l ıoy ı ı t l ı ı C J\ T t a r a m a s ı ) k u l l a n a ra k Tau ng çocuğu nun l a§ l a§ In ı § ı;�' ı ws i ı ı i ı ı i �· k ı s ıı ı ı ı ı ı i rw ı · l t · d i l n ve Dean i l e Bromage' ırı ı ı l a § l r k l a rı so ı ı ı u: l ; ı rı l t · ıı w l d t · d oğ r ı r l a d ı l a r . Ta­ ung ç ocuğu yakla§ r k iiı; ya�ı ı ı d ; ı y kt · ı ı , y;ı ı ı i i ı ıs ; ı ı ı s ı ı ı ı a y ı ıı ı ın ben­ zeri bir büyüme g ra fiğ i n d ı · p; t · ı ı ı: l ı i r l ı i rt ·�· ı ı L ı ra k i i l r ı ı i·ı §tii . Ya§am tari hi e t ken l e r i n i V t ' d i � gt · l i � i r ı ı i ı ı i i ı ı t TII'yt�rek fosil­ l erden biyolojiye u Lı§ rııa l wı T r i -. i . k . . r ı ı i kl t · ri ı ı iizı·ri ne nıecazi olarak et yerl e § t i rnıenı izi sa ğ L ı ı ı ı a -. ı ıwd .. ı ı i y l l ' , antropoloj i d e büyük ö n e m ta§ı r . Sözgl'l i ı ı ı i . T ı ı r k a ı ı a ı; ı ll ' ı ı ğ ıı ıı un dördüncü doğum gününden b i raz iiı ı n · -. i ı l l t · ı ı kt·s il d iğ i r ı i ve eğer ya§asay­ dı yakla§ı k on dört ya §ı ı ı ı Lı . . i ı ı -.t ·1 o l g ı ı r ı l uğa eri§ mi§ olacağını söyleyebiliriz. A n nesi i l k ı;ı w ı ı ğ ı ı ı ı ı ı l ı ii y ii k olasıl ı kl a on üç ya­ §In<la ve dok ı ı z ayl ı k lı ir p; t · l wl i k t i ' l i sorıra doğu rnnı§ t u ; lnı ndan sonra da lwr ii ç ya d a d i i rt ' ı l d ; ı l ı i r gebe kal a c� ak t ı . Bu model­ ler bize, erken 1/onıo l'rt'd fl.\ d i i ı w ı r ı i ııde i nsan ı n alaları n ı n in­ sansını ay m u n yöniind l ' ı ı ı ı 1. a k L ı �a ra k m odern i nsan l ı iy o loj isi yö ıı ii ıı de ilerlemeye , l ı a§ l a ı ı ı ı � o l d u kları n ı , A ustmlopitlll'cus ' un i se i nsansı may rn u ıı diizt · y i ı ı d ı · ka l d ı ğını gösteriyor. 64


Erken Homo'nun modern İnsan büyüme ve geli§me model­ lerine evrimsel kayı§ı sosyal bir bağlam içinde gerçekle§tİ. Tüm primatlar sosyaldir, ama modern insanlar sosyalliği en üst düzeye ta§ımı§lardır. Erken Homo'nun di§lerini kanıt alarak ula§tığımız biyoloji bize, bu türde sosyal etkileşimin gelݧmeye ba§ladığını ve kültürü gelݧtİren bir ortam yarattığını gösteri­ yor. Tüm sosyal örgütlenme de önemli oranda değݧmݧ gibi görünüyor. Bunu nasıl bilebiliyoruz? Erkek ve di§İlerin beden boyutları arasında yapılan kar§ıla§tırmalardan ve babunlarla §empanzeler gibi modern primat türlerindeki bu tür farklılıklar konusunda bildiklerimizden. Daha önce de beli rttiği miz gibi, savan babunlarında erkek­ ler di§İlerin iki katı büyüklüktedir. Primatologlar bu tür bir far­ kın, çiftle§me fırsatları iç i n olgun erkeklerin yoğun §ekilde re­ kabet etlikleri dur u m larda oluştuğunu artık biliyorlar. Çoğu primat türlerinde old uğu gibi, e rkek babunlar olgunluğa erݧ­ tiklerinde doğdukları topl uluğu terk elmek durumunda kalıyor­ lar. Genellikle yakınlarda buld ukları b aşka bir topluluğa katılı­ yor ve o andan itibaren, bu g ru pl a iiııcedı�n yerleşmݧ olan er­ keklerle rekabete giriyorlar. Bu erkek giiı;ii mod el i yüzünden çoğu grupta erkekler birbirleriyle akraba dl'ğild ir. Dolayısıyla, birbirleriyle işbirliği yapmaları için Darwinı-İ (yani, geneıik) bir neden yoktur. Oysa §empanzelerde, henüz tam olarak anlaşıla ma m ış ne­ denlerden dolayı, erkekler doğdukları grupla kal ır ve di§İler göç eder. Sonuçta, bir §empanze gr ubund a k i e rkı�klerin, elişiie­ rin elde edilmesinde işbirliği yapmak için l >arwirıci bir neden­ leri vardır; çü n kü karde§ olarak genleri n i n yarısı ortaktır. Di­ ğer şempanze gru plarına karşı savunma yapmakta ve çaresiz durumdaki bir ırıayrıı unu ağaç üstünde kiişı�yı� sıkı§tırmaya ça­ lı§tıkları av sefı�rlı�riııde i§birliği yaparlar. Bu görece rekabet eksikliği ve gdişırı iş işlıirliği erkekle di§İ arasındaki boyut farkıİnsanın Kökeni, F: 5

65


na da yansır: Erkek dişiden yalnızca

o/o 1 S ile 20 oranında b ü­

yüktür.

Aııstralopithecus erkekleri boyut açısından babun modelini A ııstralopithecus türleri nde sosyal yaşamın

izlerler. Dol ayısıyla,

modern babunlardaki ne benzediğini düşünmek mantıklı bir varsayım olacaktır. Erken

Homo'da erkek. ve dişi beden boyul­

ları arası nda karşılaştırma yapmayı başardığı mızda, önemli bir kay m anın gerçekleşmiş olduğunu hemen anlayabildik: Şem­ panzelerdeki gibi, erkekler artık dişilerden % 20'yi aşan bir oranda büyük değillerdi. Cam bridge'li antropologlar Robert Foley ve Phyllis Lee ' n i n de savundukları gibi,

Homo cinsinin

türediği dönemde beden boyutunda görülen bu farklılık hiç kuşkusuz, sosyal örgü tlen medeki bir değişi mi de temsil eder. Erken

Homo erkekleri b iiyük olasılıkl a doğd u kl arı grupta kalı­

yor ve dişiler başka gruplara geçiyord u . Daha i i n ce de belirLLİ­ ğimiz gib i , akrabalık, e rkeklı�r a rası rı d a i � l ı i rl iğ i rı i geliştiriyor.

Sosyal örgüılenmedı�ki l ı ı ı dcği�i ıııt� ıwy i r ı yol a �· ı ı ğ ı ıı ı kesin

ol arak bilem iyoru z: E rkı·klcr arasırıda i�l ı i rl iğ i ı ı i r ı ari ması bir nedenle b iiyük yarar sağla ı ı ı ı � o l m a l ı . K i ı ı ı i a ı ı l ropologl ar, kom­ şu

Homo topl u lukları n a kar�ı sav ı ı r ı ı ı ı a ı ı ı ı ı l ı ii y i "ı k iiıwııı kazan­

dığını savunuyorlar. Bel ki dt� l ı ı ı ı ı d a ı ı da l ı i.ı y i i k l ı i r o l ası l ı k , ekonomik gereksin imiere dayalı l ı i r d ı ·ği�i ı ı ı d i r. <,:ı·� i ı l i kan ıtlar, Homo ' n u n diyelinin d e ği �ı i ğ i ı ı i giislni yor; v ı · d, önemli bir

enerji ve protein kaynağı hal i ne gı ·l i yo r. 1-:rkı·rı 1/omo nun diş '

yapısındaki değişim ve ta� ald l ı ·k ı ı o l oj i si ı ı i ı ı gelişi m i , et tüketi­ m i n e işaret ediyor. Ayrıca l wy i ı ı d ı · k i , 1/omo paketinin bir par­ çasını oluşturan büyüme dı·, l i"ı riiıı d i yeline zengin bir eneıj i kaynağı katması n ı

zorunlu

k t !m ı� ol ; ı l ı i l i r.

Tüm biyologlar ı n b i l d i klı ·ri gi l ıi l ıeyin , m etabolojik açıdan pahalıya m al olan bir orgaı ı d ı r .

S iizg el i m i modern insanlarda

beyin, beden ağı rlığının yal ı ı ı zt"a ryo 2'sini oluşturur, ama ener­ j i bütçesin i n

o/o 20'sini Liikd i r . Pri rnallar tüm m emeliler arasın­

da en b üyük beyi nli gr u l ı ı ı ol ı ı �l ı ı nı rlar ve İ nsanlar da, bu mül­ kiyetlerini olağanüstü dcrı ·ı ·ı�dt� genişletmişlcrdir: İ nsan beyn i , 66


eş beden boyutundaki bir insansı may m u n beyninin üç katı b ü­ yüklüktedi r . Zürih' teki Antropoloji Enstitüsü'nden Robert M ar­ tin , beyin boyutu ndaki bu büyümenin ancak enerji arzın ı n arl­ masıyla m ü mkün olacağın ı vurguluyor: M artin'e göre erken

Homo diyetini n , güvenilir olmaklan öte, besin değeri de y ü k­ sek olm alıyd ı . Et, yoğun b i r kalori, protein ve yağ kaynağıd ı r. Erken Homo , A ustralopithecus boyu tunun ötesine geçmiş bir beyin oluşturmaya ancak, diyetine önemli oranda e t katarak " elverişli olabilmişti r " . Tüm bu nedenlerden dolayı , erken Homo' n u n evrim pake­ Lindeki başlıca u yarian m anın önemli oranda et tüketi mi oldu­ ğunu savunuyoru m . Homo'nun canlı aviarı m ı yakaladığı, yok­ sa yalnızca leş yiyiciliği mi yaptığı , ya da her i ki şekilde m i beslendiği, bir sonraki bölümde de göreceğimiz gibi, an tropo­ lojide son derece çekişıneli bir konudur. Ama atalarımızın günlük yaşamında etin önemli bir rol oynadığından hiç kuş­ kum yok. Dahası, bitkisel besinierin yanı sıra eti de içeren yeni beslenme stratejisi d e önemli bir so sy al örgütlenme ve işbirliği­ n i zorunlu kılmış ol abilir. Bir türün beslenme m o d d i ı ı dı � tı·ııı d lı i r d e ğiş im gerçekleş­

tiğinde, arkasından başka değişiııılcriıı dı� ge ldi ği ni tüm biyo­ loglar bilir. Bu i kincil değişimler ı,:oğıı ı ı l ı ıkla, t iiriin yeni diyete uyarlanmasıyla birlikte,

anatomide

gc rı;ı·kl ı·şi r.

Erken Ila­

m o ' n u n diş ve çene yapısı n ı n , muh terı wl ı ·ı ı t'l i�·ı·rı ·ıı bir diyete uyarianma n ed eniyle, A ustralopithecus ' ı ı ı ı k i ııdı·ıı farklı olduğu­ nu görmüştük. Yakın zamanlarda an lropologlar, erken /lomo' ıııııı, d iş fark­ lılıkların yanı s ı ra , fi ziksel açıdan daha ak t i f lıir y ara tı k ol m a­ sıyla da lı u.�tmlopithccus ' tan ayrıldığına i ıı a ıı ııı a ya başladılar.

Birbirinden lı a ğ ı ı ı ı sız iki ayrı araştırm a dizisinde, erken Ho­

mo' n u n etki n bir k o ş u cu ve b u özelliğe sa l ı i p ilk insan türü ol­ duğu sonuc u n a varı l d ı . Robert M arl i ı ı ' i ıı Zi i ri h ' ten çalışma arkadaşı olan antrapo­

log Peter Sch ıııid lı i rkaı,: yıl önce, ü nlü L ıı ı : y iskeletini i ncele-

67


me fırsatını buldu. Fosil kem i klerin fiberglas kalıplarını kulla­ narak Lucy'nin bedenini yeniden oluşturmaya başlad ı ; bede­ nin insan şekline sahip olacağını u m uyord u . Sonuçta görd üğü şey onu çok şaşırtacakt ı : Lucy' n i n göğüs kafesi, insanlardaki gibi fıçı §eklinde değil, i nsansım ay m un lardaki gibi koni §eklin­ deyd i . Lucy'nin o m uzları, gövdesi ve beli d e güçlü i nsansı may­ mun özellikleri ne sahipti. 1 989'da Paris'te gerçekle§tİrilen önemli bir uluslararası konferansta Schmid, bulgulann ı n anlamı n ı açıkladı ve b ulgula­ rın çok önemli olduğu görüldü. Scm m i d ' e göre,

cus afarensis'in

11

Australopithe­

bizim ko§arken yaptığı m ı z gibi derin soluya­

cak §ekild e göğsünü kaldırması m ümkün değild i . Karın §i§Li ve bel yoktu; b u da, i nsan ı n ko§ması için gerekli olan esnekliği kı­ s ı tlayacaktı . 11

Homo bir ko§ucuydu, ama Australopithecus ko§U­

cu değildi. Çeviklik kon usundaki iki nci kanı t dizisi, Leslie Aiell o ' n u n beden ağırlığı ve b o y u konusundaki çalı§ın al a n y l a e l d e edildi. Aiello modern insanlarla İ ıısarısı nıa y nı ı ı ıı larda bu özellikleri ölçtürmܧ ve i nsan fosillerinde ı ı la�ı l a rı a y n ı

L ii rd e verilerle

kar§ıla§tırmı§tı. Günüm üzdeki insansı may rıı ı ı n l a r boylarına gö­ re iri bir yapıya sahiptirler ve aynı boydaki l ı i r insandan iki kat ağırdırlar. Fosil verilerinden de çok ;u; ı k lıir model çıkıyord u :

A ust­ lopithecus 'ların beden yapısı i ı ısaııs ı m a y m u nl arınki gibiyken, tüm Homo türleri İnsans ı y d ı l a r. l l ı � m /\ iello' n u n bulguları h e m de Schmid'in çalı§maları , Fn�d Spoor'un Australopithecus ile Homo arasında iç kulağın anat o m i k yapısında görülen farkla il­ Artık bize çok t anıdık gel meye l ıa�layan lıir rnodeldi b u .

ra

gili ke§fiyle uyumludur: İki ayakl ı l ığın geli§mesi, yeni bir be­ den boyutuyla birlikte geı-çı�klı·�i r .

Homo cinsinin ortaya ı.�ı k m asıyla birlikte, beyin boyutu dı­ §ında da önemli değişi m b·iıı gürüldüğün e daha önce değin­

mi§lİ m . B u deği§imlerin ne v l d ı ı ğ unu artık biliyoru z : AıL�tralo­ pithecus i ki ayaklıydı, a m a ı.�ıwikl i k açısından kısıtlıydı ; llomo ise, atletti. 68


İki ayaklılığın başlangıçta, d eğişmiş bir fiziksel çevreele i ki ayaklı insansı m ay m u n u n , geleneksel insansı m aymunlara uygun olmayan bir habilalla hayalla kalmaları nı sağlayan d aha etkin bir hareket şekli olarak geliştiğini de ileri sürmüştü m . İ ki ayak­ lı insansımay m u nlar beslenmek için açı k ağaçl ık bölgelerdeki yaygın kaynakları ararken daha fazla alanda dolaşabiliyorlardı . Homo'yla birlikte, hala iki ayaklılığa, am a b u kez daha üstün bir çevikl i k ve hareketliliğe bağlı yeni bir hareket şekli gelişti . Modern insanların i nce yapısı, uzun adımlı yürüyüşü uzun sü­ re sürd ü rebilmelerini sağlar ve erken Homo gibi, açık, sıcak ortamlarda hareket eden bir hayvan için çok önemli olan etkili ısı kaybına olanak tanır. Uzu n , etkili adımlarla yürüyen iki ayaklı , insangil uyarianın asında temel bir değişimi temsil eder. Bir sonraki böl ü m d e d e göreceğimiz gibi, bu değişim hiç kuş­ kusuz, aktif avianınayla bağl a n t ı l ı d ı r. Aktif bir hayvanın ısı harca rıı ası , beynin fizyolojisi açısın­ dan özell ikle önem taşır. Al lıany, N ı�w Y ork EyaJet Ü niversite­ si'nden antropolog Dean Fai k da I nı n ok t a yı vurguluyor. Faik

l 980'lerdeki anatomik a raşt ı r ın al arı y l a , //onıo' n u n beynindeki

kanı boşaltan dam arların yapıs ı n ı n ��ı k i l i l ı i r soğı ı nı ay a elveriş­ li, A ustralopithecus ' ta ise bu özel l iğin ı,-ok d a h a d i i � i i k d ü zeyde

old uğunu gösterd i . Faik'un radyatiir lıipol t·zi, //om o ' n ıı n geniş çaplı bir uyarianm a geçirdiği d ii ş ii rwı�si ı ı i d ı ·s ı ı · k l ı · yı · ı ı tezler­ den biridir.

Homo 'nun uyarianmasının başanya ı ı l a�l ı ğ ı ı ı ı s i i yl ı · nıe ye ge­

rek bile y ok :

Ne

de olsa bugün bizler I H ı rad a y ı z . A rııa yanımız­

da niye lıa�ka i k i ayaklı insansı maymunlar yok'? İ ki m ilyon y ı l i iııce 1/omo , Doğu ve Cii ı ı q A frika'da, çok

sayıd a A ustmlopitlı t•t·us tü rüyle birl i kte ya � a ı ı ı a k ı ay d ı . A m a b i r milyon y ı l son raya gdindiğincle A ııstralopitlıt•t·u.� l i i rl eri n i n so­

yu tüken mi� v ı � llo11111 tek başına kal m ı ş t ı . ( B i r soyun tükenme. si n i bir ha�arı s ı 1.l ı k i �a r e ti

,

doğanın su n d ıığıı savaşı rn l ara gir69


meye gücü yetmeyen bir türün ba§ına gelecek bir §ey olarak görme eğilimi ndeyiz. Oysa soyunun tükenmesi, t ü m türl erin ni­ hai kaderi gibi görünüyor: Var olmu§ L ü m türlerin % 9 9 . 9 'dan fazlasının - herhalde kötü genler kadar kötü talihin de sonucu olarak- günümüzde soyu tüken mi§tir.) A ustralopithecus'un ka­ deri hakkı nda neler biliyoruz? Bana sık sık, et yemeye ba§layan Homo' n u n diyetine A ust­

ralopithecus kuzenlerini de katarak, soylarının tükenmesine yol açtığını dü§ü nüp dü§ü n m e diği m i sorarlar. Erken Homo'ların tıpkı anLiloplar ya da diğer hayvanlar gibi, sav u n m asız A ustra­ lopithecus kuzenlerini de arada bir öldürdülderine ku§kum yok. Ama A ustralopithecus'un soyunun tükenmesinin çok daha basit bir nedeni olmalı . Alanı n ı Afrika ötesine de ta§ı masından dolayı, Homo erec­ tus ' u n olağanüstü derecede ba§arı l ı bir tür olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, erken Homo sayısının hızla artarak, A ustralopithe­

cus' u n hayatta kal ması aç ı s ı n d an

hiiyiik önem ta§ıyan bir kay­

·nak olan yiyecek konusunda giiı;lii l ı i r ra ki p haline gelmi§ ol­ ması m ü mkü n . Dahası , 1 m ilyon ilı� 2 m ilyon yı l öncesi arasın­ da, yerde ya§ayan m aym unlar

- l ıa l ı ı ı n l a r - d a çok lıa§arılı ol­ ha§lanı ı�lard ı . Dolayısıyla, bunların da yiyecek için Australopithecııs 'la n � ka l ı d l"l ırwye lı a§l adı kl arı dü§ünülebilir. A ustralopitheru.� , iki yiiıılii l ı i r n�kalıeL baskısına yenik dü§mܧ olabilir; bir ta ra fl a n 1/o m o , d iğer Laraftan d a ha­ mu§ ve hızla çoğal m aya

b u nlar.

70


4. BÖLÜM

SOYLU AVCI iNSAN?

En azından bazı kanıtlar, erken Homo'nun fiziğin i n aktif bir et arayışını yarısıttığı - yani, av peşinde bir avcı olduğu - fikrin i destekliyor. Beslen me yönte m i olarak avcılık ve toplayıcılığın insanın tarihöncesinde yakın zamanlara dek sürdüğünü belirt­ mekte yarar var; atalarımız yiyecek peşinde koşmaya dayalı basit bir varoluşu ancak, yalnızca

1 0.000 yıl önce tarım ı n baş­

langıcıyla birlikte terk etmeye başladılar. An tropoloj ideki en önemli sorulardan biri ş u d u r: Bu insana özgü beslenme şekli ne zaman ortaya çıktı'? Benim de ima ettiğim gibi, Homo ci nsi­ nin başlangıcından lıeri var mıydı? Yoksa, modern i nsanı.n or­ taya çıkışıyla, belki de ] 00.000 yıl önce gerçekleşmiş, yakın tarihli bir uyari anma m ıy d ı '? B u sorulara yanıt bul mak için fosil kalın tıların ı ve arkeotojik kayıt l ardaki i puçları n ı dikkatle i ncele­

yerek, avcılık ve L o p lay ı c ı l ı k l ıt�s l e n nw �ı·k i l l ı� r i n e d a i r i§areller aramamız gerekiyor. B u lıöl iirııde k u ra n ı l a r ı n son yıl larda deği­ şerek, kendimizi ve ataları mızı �iirrıw �ı·kl i ıı ı i zi y ansı ttı ğı nı gö­ receğiz. Tarihöncesi kan ıtları n ı n nas ı l i ı ıl'ı·lı· ı ı diği ı ı i �iirmeden önce, modern avcı-toplayıcılardan öğre n d i ği m i z kadarıyla, be­ sin peşinde koşmaya dayalı yaşanı tarzına d a i r kafaları mızda bir tablo oluştu rmakta yarar var. Sistematik bir beslenme stratej isi ol arak

1'1

için avianma ve

bitkisel besin t o pl am a bileşimi insanlara iizl-\ii d ii r. Bu ayrıca son derece l ıa�arı l ı bir bileşimdir ve i ıı s a ı ı l ı ğı ı ı , i\ n tarktika is­ tisnası cl ı§ ı ı ı d a , d ü nyanın her köşesinde l ı i.ı y ii k bir ba§arıya ulaşmasını sağl anı ı§t ı r. İ nsanlar, buğu l u yağıını r orm anların­ dan çöllere, l ı ı � n � k ı · t l i sahil bölgelerinden t a m amen kısır y ü k­ sek platolara ı kk , l ı i rl ı i ri nden çok farklı ortanı l arda yaşadılar. 71


Diyeller ortamdan ortama büyük farklılık gösterdi . Sözgeli m i , Kuzeybatı'nın Yerli A merikalıları şaşılacak m iktarlarda b al ı k avlıyor, Kalahari 'nin ! Ku n g San halkı ise proteinleri n i n büyük bölüm ü nü m ongongo y e mişlerinden alıyorlardı . Yine de, diyeneki v e ekoloj i k çevredeki farklılıklara karşın, avcı-toplayıcı yaşam tarzın d a pek çok ortak yön vardı. İ nsan­ lar, yaklaşık yirmi beş bireyden oluşan küçük ve hareketli top­ luluklarda - yetişkin erkek ve kadınlarla, çocukların d an oluşan bir çekirdek hal i n d e - yaşıyorlardı. Bu topluluklar diğerleriyle etkileşi me girerek, geleneklerle dilin bağlı tuttuğu sosyal ve po­ l i ti k bir ağ oluşturuyorlard ı . Genellikl e yaklaşık beş yüz birey­ den oluşan b u topluluklar ağı , d iyalektik kabile olarak bilinir. Toplu luklar geçici kam plarda yaıııyor ve günlük b esin arayışla­ rına çıkıyorlardı . Antropologların i ncelediği, varlıkların ı hala sürdüren av­ cı-toplayıcı toplu m l arın çoğu nda kesin bir işböl ü m ü vardı r ; er­ kekle r avcılıktan ve kad ı n l a r

lıiı kisd hesinierin toplan masından yoğun lıir sosyal t�ı kileşim al anı ve yiyece­ ğin payiaşıldığı yerd i r; et buluııduj!;ııııda bu paylaşım genell i k­ l e , katı sosyal kuralların yöneli m iııd t �ki ayrı n t ı l ı lıir ı iirenle ya­ sorum l u d u r. Kam p

pılır. En basit teknolojileri kullan arak

,<�V r<"ı ı i ıı doj!;al kaynakla­ Baı ı l ı l a ra l ı i r sav a ş ı m gibi görünür. Gerçekteyse b u , soıı dt"rt '< " < � t�ıkiıı l ı i r geçi n m e şekli­ dir; yiyecek toplayıcılar üç ya da diirl saat içinde, b ü tü n gün yetecek kadar yiyecek topl a y a l t i l i rl <� r. 1 l ar vard l ı an tropologlar­ dan oluşan bir eki b i n 1 9(ıO'lar V<' 1 < J 7() 'l erde yürüttüğü büyük bir araştırma proj esi, Boısvaııa'daki K alahari Çöl ü ' n d e , aşırı derecede m arji nal toprakl arda ya�ayan !Kung San halkı için b u duru m un geçerli olduğı ı ı ı ı ı giis t nd i . Avcı-toplayıcılar fizik­ sel çevrelerine, Balılı ken t zil ı ııiyct i ı ı i n anlamakla güçlük çeke­ ceği bir şekilde uyum sağlaııı ı�la n l ı r . Sonuçta, modern gözlere yetersiz bir kaynak olarak gi i r i i ı w l ı i lecek şeylerden yararl an­ m ay ı bilirler. Yaşam tarzla rı ı ı ı ı ı giicii, bir sosyal sistem içirıdt�ki rın d an zar zor b i r geçi m sağl a m ak

,

'

72


bitkisel ve hayvansal kaynakları, karşılıklı bağımlılığı ve işbi rl i­ ğin i geliştirecek şekilde kullanm alanndan kaynaklanır. Avcılığın i nsan evriminde önemli bir yere sahip olduğu fikri antropoloj i k düşüncede, Darwi n ' e dek uzanan köklü bir tarihe sahiptir.

1 8 7 1 tarihli İnsanın Türeyi§i adlı kitabında Darwin ,

taş aletlerin avcılardan korunmaktan öte, avı yakalamak için de kullanıldığın ı öne sürer. Yapay silahın kullanıldığı bir avcılığın benimsenmesi, i nsanı insan yapan şeylerden biridir. Darwin ' i n atalarım ı z konusun d a yarattığı imge, Beagle 'dak i beş yıllık yol­ culuğunda yaşadığı deneyimlerin açık etkisini taşıyor. Darwin , Güney Amerika'n ı n güney ucundaki Tierra del Fuego halkıyla karşılaşmasını şöyle anlatır : Barbarlardan türediğimizden ku§ku duyulamaz. Vah§i v e bo­ zuk bir kıyıda bir grup Fuegolu'yu ilk kez gördüğüm anda duyduğum hayreti asla unutamayacağım ; çünkü aklıma he­ men §U dü§ünce gelmi§t i : A t alarımız da, aynen böyleydiler. Bu adamlar tamamen çıplak

ve boyal a da kaplıydılar, saçlan darmadağınık, ağızları heyeca ndan köpürınܧ ve ifadeleri ya­ bani, §a§kın ve güvensizd i . l i nhan gi l ı i r s a n a t ları olduğu söy­ lenemezdi ve yaba n i hayvanlar gibi, ne y a kal a ya l ı i l i rl erse onunla besleniyorlardı.

Avcılığın evri m i m izde merkezi l ı i r rol oynadığı i nancı ve ataları mızın yaşam tarzlannın gün ii nı ii zii n tekn oloj i k a ı,; ı d a n il­ kel halklarıyla yan yana getirilmesi, a n l ropoloj i k d ii � i i n c e d e

kök salmış b i r yaklaşımdır. R u tgers Ü n i vı�rsiıı�si'ndcn biyolog

Ti mothy Perper ve an trapolog Carmel Sdırin· l ı ı ı ko n ud aki ge­ niş kapsamlı bir denemede, söz konusu d ı ı rı ı ıı ı ı ı az ve öz ola­ rak şöyle i fade e d erl er :

11 . . . avlanm a m odd i , avc ı l ı k ve et Lüke­ .

tim i n i n i nsan evrimini başiattığını ve in s a n ı

,

���

a n d a olduğu

yaratık olmaya i ı ı i ğirı i ima eder. 11 Perper ve Sclırin� b u faaliye­

11 ı�rkı�rı insanın psiko­ lojik, sosyal vı� y cr l ı� � imsel davranışını et k i l e d i ğ i ni 11 söylerler. tin atalarımızı i i ı; � e ki l d e biçimlerıdİrerek

Konu hakk ı nd a ki 1 1J(ı;� tarihli klasik bir l ı ildiride G üney Afri73


kalı antrapolog John Robinson, bilimin insanın tarihöncesinde avcılığa verdiği önemi ifade eder: Diyete etin de katılması bana, geni§ ve yeni bir evrimsel alanı açan, çok önemli bir evrimsel deği§im gibi görünüyor. Bence b u deği§im, evrim açısından memeiiierin kökeniyle - daha doğrusu, belki de dört ayaklıların kökeniyle- aynı önemi ta§ı­ yor. Zekanın ve kültürün görece büyük oranda geli§mesiyle birlikte, evrim tablosuna, diğer hayvanlarda en iyi olasılıkla ender olarak gölgesi görülen yeni bir boyut ve yeni bir evrim mekanizması kattı.

Avcılık varsayımımız efsanevi bir özellik de kazanarak, ya­ sak meyveyi yedikten sonra Cennet'ten ayrılmak zorunda ka­ lan Adem ile Havva'nın ilk günahına e§değer hale geldi. Per­ per ve Schrire, 11 Avianma modelinde insan savanın zorlu ko­ . §UÜarında hayatta kal ab i l m e k için et yedi ve bu strateji nede­ niyle, sonraki tarihi b i r §iddet, fet i h ve kan dökme ortamında yazılan hayvana döniiştii , 11 d i yorlar. 1 950' deki k i m i yaz ı l ann­ da Raymond Darı ve dalıa yayg ı n ol arak l ı i l i ııd iği §ekl iyle de, Robert Ardrey b u temayı dı� al ı rl a r. /\ rd rı�y ' i ı ı ] <) 7 ] tarihli Af­ rican Genesis adl ı kiıal ı ı ı ı ı ı ı i i ı ı l i·ı a<-;ı lış c i i ı ı ı l ı�si şüyl ı�d i r : 1 1 İn­ sanlık ne Asya' da, ne de rıı ası ı ı ı ı ol;ı rak doğı ı ı ı rşl ı ı . 11 Hu imge­ nin hem halkla hem de meslek i <-; i ı ı d ı � giiı.; kaza n d ığı görüldü. Ve ileride de göreceğimiz gi l ı i i ı ı ıgc, a rkl'oloj i k kay ı tl arı n yo­ rumlanmasında önemli hale gel d i . l 966 tarihinde Chieago Cı r ı ivı�rsiı ı·si ' n d e gerçekle§ tirilen 11Avcı Adam " konferans ı , c v r i ı ı ı i ı ı ı izdı� avcılığın rol üyle ilgili antropolojik dü§ünce larz ı ı ı ı ı ı gı·li�ı ıwsiııde bir dönüm noktası oldu. Konferans, çoğu avcı-lop l a y l l ' r topl umda en büyük kaloı·i kaynağının bitkisel bes i n l o p l a y l l ' ı l rğıyla sağlamlığını tanıması ba§ta olmak üzere, pek çok ı wdl ' r ı ı bı ötürü b üyük önem la§ı r. Tıpkı Darwin'in yakla§ık l ı i r yi.ı zyıl iinee yaptığı gibi hu konfe­ ransta da modern avcı-Lo pla y l l ' ı l arın ya§am tarzları hakkında bildiklerimiz, en erken a ı a l a rı ı ı ı ı z ı n davranı§ modelleriyle e§­ le§ıirildi. Sonuçta, doslıı ııı vı· �:al ışma arkada§ ı m olan l l arv ard 74


Üniversitesi'nden arkeolog Glynn Isaac'ın da dediği gibi, tari­ höncesi kalıntılarındaki et tüketimine ili§kin açık kanıtlar - ta§ alet ve hayvan kemiği grupları - açık bir anlam ta§ıyordu: " Pleistosen boyunca görünü§te kesintisiz bir ta§ ve kemik ka­ lıntılar izini izledikten sonra, . . . bu alet ve birey kalıntılarını " fosil ana üssü sitleri " olarak değerlendirmek son derece do­ ğal görünüyordu. " Diğer bir deyi§le, atalarımızın, daha ilkel bir §ekilde de olsa, modern avcı-toplayıcılar gibi ya§adıkları dü§ünülüyordu. lsaac, ı 978'de Scientific A merican'da yayınlanan önemli bir makalede tanımladığı yiyecek payla§ımı hipoteziyle, antro­ polojik dü§üncede önemli bir geli§meyi ilan etti . Bu hipotezle, insan davranı§ını kendiliğinden yapılandıran güç olarak avcılık üzerindeki vurgudan uzakla§ıyor ve yiyeceğin i§birliği içinde elde edilerek payla§ılması üzerinde duruyordu . Darwin'in ölü­ münün yüzüncü yılı olan ] 982'de yapılan bir toplantıda, " Yi­ yeceğin payla§ılmaya ba§laması dilin, sosyal ili§kinin ve zeka­ nın geli§mesini sağlayacaktır, " dedi. lsaac, ı 978 tarihli bir bildiride, insanlan insansımaymun akrabalarımızdan be§ davranı§ model inin ayırdıgını yazdı: ( ı ) iki ayaklı hareket §ekli, (2) koııu§rrıa dili, (]) yiyeceğin sosyal bir bağlamda düzenli ve sistematik olarak payla§ıl ması, (1·) ana üslerde ya§ama, (S) b üyük aviann yakal anması . Bunlar elbet­ te, modern insan davranı§ını tanımlıyor. A ıııa l saae' e göre, 2 milyon yıl önce " insangillerin sosyal vıt ekolojik cliizenlemele­ rinde çe§itli temel deği§iklikler olu§maya l ı<ı§l ar. " Daha o za­ manlarda, küçük, hareketli gruplar içinde ve ı�rkcklerin avlan­ mak, kadınların cia bitkisel besin toplamak i�:irı cl ı§arıya çıktık­ ları geçici kamplarda ya§ayan avcı-toplayıeıl ar olm u§lardı . Kamp, yiyeccğin payla§ıldığı sosyal odağı sunuyordu . lsaac ı 984'te, yani gı�rıç ya§taki trajik ölümünden lı i r yıl önce bana, " Et, diyetin i i rı ı � rı ı li lı ir unsuruydu, ama avcıl ıkla ya da le§ yiyi­ cilikle elde ı�d i l ıııi§ olabilirdi, " demi§ti . " Çoğu arkeolojik sitten

75


elde ettiğimiz kanıtiara bakarak hangisinin doğru olduğun u söylemek hiç kolay değil. 11 Isaac'in bakış açısı, arkeolojik kayıtların yonımlanış şeklini büyük oranda etkilecli . Fosilleşmiş hayvan kemi kleriyle birlikte taş aletler de bulunduğunda, bu, eski bir 11 ana üs 11 , bir av­ cı-toplayıcı grubunun belki de günlerce sürmüş faaliyetinin ye­ tersiz bir kalıntısı olarak görülüyordu . Isaac'in tezi akla yatkın­ dı ve ı 98 ı tarihli The Making of Mankind adlı kitabımda şun­ ları yazdım : 11 Besinierin paylaşılması hipotezi , erken insanları modern i nsana dönüştüren şeyin güçlü bir açıklaması olabilir. 11 Hipotez, fosil kalıntılarını ve arkeoloji k kalıntıları görme tar­ zınıla uyuıniuydu ve sağlam biyolojik ilkelere dayanıyordu. Smithsonian lnstitution'dan Richard Potts da aynı düşüncedey­ di. ı 988 tarihli Early fiorninid Activities at Olduvai adlı kita­ bında, lsaac'in hipotezinin 11 son derece çekici bir yorum gibi göründüğünü 11 söylemiş ve şöyle demişti : Ana üs, yiyecek payla'iı rıı ı l ı ipokzi, in s a n d a v ra n ı § ın ın ve sos­

yal ya§amın, antro p o l o p;l a r iı; i n iiıwııı t a'iıya ıı ıwk ı;rık yönünü - ili§ki sistemleri, dt>ği�tcıkıı�, a k ra l ı a l ı k , l ws l •· ı ı ı ı w , i� l ıiilii m ü

ve

dil-

deği§tirir.

K a l ı ıı t ıl a n l a ,

k • · rıı i k

w

ta�la n l a

av­

cı-toplayıcı ya§am tartı_n ı n ıınsıı rLı rı g i l ı i gi i r i i ı w ı ı >i• · y l c r i lıu­

lan arkeologlar, ge ri s i n i ı� de kcııd i l ij!,iııd•·ıı g• ·ld i ğ i çıkardılar. B u , eksiksiz b i r t a hl o y d ı ı .

so n u c u n u

Ama ı 970'lerin sonlarıyla 1 <JBO' I cr i ı ı l ı a � l a rı ı ı d a , Isaac i le, o dönemde New Mexico Ü n i vcrs i l cs i ' ı ı d ( � ol arı arkeolog Lewis Binford'ın etkileriyle, bu d ii � i i ı ı i i � d .. g i � ı ı H � ye başladı. Her ikisi de, tarihöncesi kalıntılara il i � kiı ı l ıaskııı yorumların çoğunun, söze dökülmemiş varsay ı m i ar a d a ya n d ı ğını fark etmişlerdi. Bir­ birlerinden bağımsız olarak, ka l ı ı ı l ı l ; ı rd an gerçekten bilinebile­ cek olanla, yalnızca varsay ı l r ı ı r � o l a ıı r ayırmaya başladıl ar. Bu iş en temel düzeyden, taşlarl a l ıayvan kemiklerinin aynı yerde bulunmasının anlamının s o r g ı r l a ı ı ı ı ı as ıyla başladı . Bu uzamsal çakışma varsayıldığı gibi, l ; ı r i l ıi i ı ın�s i n d e insanların hayvanlan kestiklerine mi işaret ed iyo rd ı ı ·� B ıınun kanıtlanması, hayvanla76


rı kesen insanların modern avcı-toplayıcılar gibi yaşadıkları an­ lamına mı gelecekti? lsaae'le sık sık çeşitli besin arayışı hipotezleri hakkında ko­ mışurduk ve lsaae, kemiklerle taşların, avcı-toplayıcı yaşam tarzıyla tamamen bağlantısız olarak aynı yerde bulunabilecek­ lerine dai r h i po tezler üretirdi. Örneğin , bir grup erken insan, gölge sağladığı için bir ağacın altında bir süre kalmış ve bura­ da, leşleri kesmek dışında bir nedenle taş kırmış olabilirlerdi; belki de sözgelim i , yumru kökleri çıkarınakla kullanacakları so­ paları yonlmak için yonga yapıyorlardı. Grubun buradan ayrıl­ masından sonra bir leopar gelip ağaca tırmanmış ve leoparla­ rın sık sık yaptığı gibi, avını çekerek taşımış olabilirdi. Leş ya­ vaş yavaş çürüyecek ve kemikler yere, alet yapımcılarının ar­ kalarında bıraktıkları yaş yığının arasına düşecekti . Alanı 1 . 5 milyon yıl sonra kazan bir arkeolog, bu senaryo ile daha önce­ leri popüler senaryo olan, göçebe aveı ve loplayıcıların et kes­ tikl eri yorumu arasında nasıl ayrım yapabilir? İçgüdüleri m ba­ na, erken insanların bir tür avcılık ve toplayıcılık yaptıkları nı söylüyordu, ama lsaac'in kanı tları n doğru şekilde yoru mlan­ masına ilişkin kaygısını da anlayalıiliyordı ı ın . Lewis Binford'un geleneksel d iişii nceye saldırısı, lsaac' e göre çok daha ölkeliydi. 1 98 1 t ari h l i //o/lı·.�: 11 w·i('fl.t Mm and Modem Myth adlı kitabında, taş alet ve kerı ı i k �rıı pları nı eski kamp alanlarının kalıntısı olarak gören arkcolo�l a rı ıı 11 i ıısangil geçmişi hakkında 'öylesine' öyküler u y d ı ı rd ı ı kl a rı ııı 11 savunur. Çalışmalarının çok az bir kısmını erken ark<'olojik siı lı�rde ger­ çekleştirmiş olan Binford, görüşlerine, lcııı<'ldı� l :�5 .000 ile 34.000 yıl önce arasında Avrasya' da yaşaıııış olan N eandert­ hal i nsanının kem i kleri üzerinde yapılan i rıl'dı�rı ı derle ulaşmış­ tır. 1 985 'ıeki iirıemli bir i ncelemede, 11 Bıı �iin·ce yakın ataları­ mııda avcı ve toplayıcı yaşam tarzı örgütlenmesinin, tam anla­ mıyla modern llo11ıo .mpiens' tek.inden çok farklı olduğuna ikna oldum, 11 diye yazar. 11 Eğer bu doğruysa, çok t�rken i nsangillere 77


dair 'oybirliğiyle edinilmiş' bakış açısında belimlenen neredey­ se 'insani' yaşam tarzı, aşırı derecede olanaksız bir durum gibi görünmektedir. " Binford, sislemaLik avcılığın ancak modern insanlarla birlikte ortaya çıktığını öne sürer ve bunun için de tarih olarak, 45 .000 ila 3 5 .000 yıl öncesini gösterir. Binford, erken arkeolajik sitlerin hiçbirinin, eski kamp alan­ larının yaşama bölgesi kalıntıları olarak göri.ilemeyeceğini savu­ nur. Bu sonuca, Olduvai Bağazı'ndaki kimi önemli arkeolajik alanlarda bulunan kemiklerden başkalannın elde ettiği verileri inceleyerek ulaşmıştır. Bunların, insan dışındaki avcılann öl­ dürme alanlan olduğunu söyler. Aslan ya da sırtlan gibi avcıla­ rın bölgeden ayrılmasından sonra insangiller alana geliyor ve yiyebilecekleri leş parçalarını topluyorlardı. " Kullanılabilecek ya da yenilebilecek en önemli ve kimi zaman da Lek parçalar, kemik iliğinden o l w ıuyo rd u . i n s an gill e r in yiyecekleri buldukla­ n yerden , Lüketmek iizere iis ka m pa taşıdıkları fi krini destekle­ yen hiçbir kanıt yo kt u r . . . . A y n ı Şl'ki l d e , yiy e ceğ i ıı payiaşıldığı tezi de tamamen desteksizd i r. " Bu fi k i r , 2 ı ı ı i l yoıı yıl önceki atalarımız hakkı nda son dı�recı� fa rkl ı l ı i r t a l ılo s ı ı ı ı ı ı yor. Bin­ ford şöyle yazmıştı: " Onlar roman t i k atalar deği l , ii ı w ı n siz yi­ yecek parçalan için leşleri yağmalayan ı·klckt i k l ıcs i n arayıcıla­ nydı. " Erken insanın tarihöncesiıw i l i � k i ı ı l ı ı ı 1-\iiriişte, yal nızca be­ sin arayış tarzlarıyla değil , d iğı�r dav ranış u nsurlarıyla da atala­ rımız daha az insansı olarak giistı·r i l i yord ı ı : Sözgelimi, dil, ah­ lak ve bilinç yoktu. Binfor d ı n ı ı ı l a�tığı sonuç şöyleydi : " Türü­ müz kademelİ ve ilerici sii n�ı,;l ı � ri ı ı sonucu olarak değil, görece kısa bir süre içinde hızla ortaya ı,; ı k t ı . " Bu, tartışınanın felsefi özüydü . Erken llonıo in sa n a i izgii l ı i r yaşam tarzına ail özellik­ leri gösterdiyse, insanlığın iizi i ı ı ii ı ı ortaya çıkışını, bizi uzak geçmişimize bağlayan aşa m a l ı l ı i r siireç olarak kabul etmemiz gerekir. Ama gerçekten i ıı sa ı ı a iizgii davranışlar hızla ve yakın zamanlarda ortaya çıktıysa, l ı ı ı ı ı ı ı n anlamı , uzak geçmişimizden '

78


ve doğanın geri kalan kısmından kopmuş olarak, tamamen tek başına kalmamızdır. lsaac, Binford'un tarihöncesi kalıntıların geçmişte aşırı bir yoruma tabi tutulduğu yolundaki kaygılarını paylaşınakla bir­ likte, durumun düzeltilmesinde farklı bir yaklaşım benimsedi . Binford büyük oranda, başka insanların verileri üzerinde çalış­ mıştı; Isaac ise bir arkeolajik siti kazarak, kanılları yeni bir gözle incelemeye karar verdi . Avcılıkla leş yiyicilik arasındaki ayrım lsaac'in yiyeceği paylaşma hipotezi için çok önemli de­ ğildi gerçi, ama arkeolajik kalıntıların yeniden incelenmesinde önem kazanmıştı . Avcı mı, leş yiyici mi? Tartışmanın dönüm noktası buydu. İlkesel olarak avcılık arkeolajik kalınıılarda, leş yiyicilikten farklı bir iz bıı·akmış olmalı. Fark, avcı ile leş yiyicinin arkala­ rında bıraktıkları beden par��alarında �ii r iil nı el i , Sözgelimi, av­ cı avını öldürd üğünde ! eşi n Larııaıııını ya da bir kısmını kampa taşıma seçeneğine sahiptir. Leş yiyiciyst� terk edil miş lıir katli­ am alanında bulabildikleriyle yelin m e k zonındadır: Kampa gö­ türebileceği gövde parçaları kısı ı l ı dı r. Dolayısıyla, avcı lıir in­ sangilin kampında bulunacak kemik ı;eşid i , leş yiyici lıir iıısan­ gilin kam pında bulunandan çok daha fazl ad ı r; vt� ki m i zaman, eksiksiz bir iskelet de bulunabilir. Ama bu derli toplu tabioyu ka rı şt ı ra r ı ıwk ı;ok ct ken var. Potts'ın da dediği gibi: 11 Leş yiyici dogal ıwdı·ıılı·rdcn i il m i iş bir hayvanın leşini bulduğunda Lüm vücut parı;alarına ulaşabi­ lir; bu durumda, avcılığa benzeyen bi r kı�rııik rııoddi görüle­ cektir. Leş yiyicinin avcıyı avından çabu e ak ıızaklaştınnak için bir yol bulması d u n ı m u nda model y ine avc ı l ıga l w n z eyecekLir . Bu durumda ne yapaeaksınız? 11 Afrika ve A v ru pa'da pek çok kemik grulıunu inedemiş olan Chicagolu arı l ro polog Richard Klein , iki besin arayışı yönlemi arasında ayrı m yapmanın ola­ naks!zlığına i nanıyor: 11 Kemiklerin bir site ula�ınalarını sağla­ yacak o kadar ı;ok yol var ve kemiklerin başı na o kadar çok

79


şey gelebilir ki, insangillerde avcı-leş yiyici sorunu asla çözüme kavuşturulmayabilir. " Isaac'i n yeni düşünüşü sınamak için giriştiği kazı, sit 50 olarak bilinir ve Kenya'nın kuzey bölümünde, Turkana Gö­ lü'nün yaklaşık 24 km doğusundaki Karari Bayırı yakınların­ dadır. ı 977 'den itibaren üç yıllık bir dönem içinde Isaac ile arkeolog ve jeologlardan oluşan bir ekip, eski bir kara yüzeyi olan küçük bir derenin kumluk kıyısını açığa çıkardılar. ı . 5 milyon yıl önce, mevsimsel b i r akarsuyun yağmur döneminde yarattığı taşkın sonucu gömülmüş olan ı 405 taş yapıyı ve kimi büyük, kimi küçük olmak üzere 2 1 00 kemik parçasını b üyük bir özenle yüzeye çıkardılar. Günümüzde burası, sayısız eroz­ yonun yarattığı çorak arazilerde çalılıkların yayıldığı kıraç bir bölgedir. Isaac'le ekibinin hedefi, taş yapılarla pek çok hayvan kemiğinin aynı yerde b uluştuğu 1 . 5 milyon yıl öncesinde neler olduğunu öğrenmekti . Binford ilk dönem eleştirilerinde, kemik v e taşların aynı yerde bulunmasının su hareketinin bir sonucu olduğunu öne sürüyordu. Yani, hızla akan bir akarsu beraberinde kemik ve taş parçalan taşıyarak b u parçaları, sözgelimi akarsuyun geniş­ lediği yerler ya da bir kıvnmın iç kıyısı gibi dii§iik enerjiyle ak­ tığı noktalara boşaltabilir. Bu açıdan, la§ ve kern ikleı·in aynı yerde toplanması i nsangillerin faaliyeıkriııin değil, rastlantının eseri olacaktır. " Arkeolojik si t" hidrolojik bir kargaşadan baş­ ka bir şey olmayabilir. Eski kara yiizeyinin derenin içinde de­ ğil kıyısında yer alması ve jeolojik ipuçlarının sitin son derece yavaş gömüldüğünü göstermesi ıwdeniyle, böyle bir açıklama sit 50 için geçerli görünmüyord ı ı . Y ine de, kemikle taş arasın­ da doğrudan bir bağlanıının varsayıl ması değil, kanıtlanması gerekir. Bu kanıt hiç bekleıııı ıı·dik bir şekilde geldi ve arkeolo­ jinin yakın zamanlardaki diiııiiııı noktalarından birini oluştur­ du . Ilayvan metal ya da la§ bir bıçakla parçalandığı nda ya da kemikteki etler ayrıldığında kasap kaçınılmaz olarak bazen ke80


miğe de girerek uzun oluklar ya da kesik izleri b ırakır . Kesik izleri parçalama sırasında eklemlerin üzerinde yoğunlaşacak, etleri ayırma sırasında ise başka yerlerde görülecektir. Wiscon­ sin Ü niversitesi'nden arkeolog Ilenry Bunn, sit SO'den gelme bazı kemik parçaların ı incelerken b u tür oluklar buldu. M i k­ roskop altında, kesitte V şeklinde olduklan görülebiliyord u . Bu, 1 .5 milyon yıl önce yiyecek arayıcısı bir İnsangil tarafın­ dan bırakılmış bir kesik izi miydi? Modern kemiklerle taş yon­ galar üzerinde yapılan deneyler bu görüşü doğruluyor, sitteki kemiklerle taşlar arasındaki n eden-sonuç ilişkisini kesinlikl e kan ı tlıyordu: Bunları oraya İ nsanlar getirmiş ve yemek i ç i n iş­ lemişlerdi . Bu keşif, erken bir arkeolaj i k sitteki kemi klerle taş­ lar arasındaki davranışsal bağlan tın ı n ilk doğrudan kan ı tıyclı . Eski sitlerin esrarın ı aydınlatacak bir i pucuydu . Bilimde, pek çok kez önemli keşifler aynı dönemde, birbi­ rinden bağımsız olarak yapılı r . Kesik i zlerinde de aynı durum yaşandı. Turkana Gölü ile Olduvai Boğazı ' ndaki arkeolajik sil­ lerde bulunan kemikler üzerinde çalışan Richard Potls ile John Hopkins Ü n iversitesi' nden arkeolog Pat Shipman da kesik izle­ ri bulmuşlardı. İ nceleme yöntemleri Bunn'dan biraz farkl ı , ama yanıt aynı yd ı : 2 mi l yo n y ı l önce i nsangiller, leşleri parça­ lamak ve kemiklerdeki etleri a y ı r mak i ç i n taş yonga kullanıyor­ lardı (bkz. şekil 4 . 1 ) . Geçmişe bakt ı ğ ı m ızda, ke s i k izlerinin da­ ha önce keşfedilmemiş olması s o n d t � rı · t · e şa § ı r t ) ( ı , ı;; i ·ı nkii Potts'la Shipman'ın i nceleelikleri kemiklı-ri l ıaşka ıwk çok k i ş i daha i ncelemişti. B i r anlık bir d ü§Ütı nw, uyan ı k l ı i r zi l ı n i , ege­ men kuramın doğru olması durumunda kasapl ı k i zl t · r i ı ı i n kimi fosil kemiklerde bulunması gerektiğine i k n a ct nwye y e t e r di. Ama kimse d i k katle bakmamıştı, çünkii v arsa y ı l ı yo rd u . Ama egemen kuramın siize dökülmemiş varsayı ınla rı sorgulanmaya başlandığında, i z l e r i arayıp bulman ı n za m a n ı da gt·l nıiş old u . Sit SO'derı , iıısangilleriıı yaşamlarının l ı i r pa rı,: as ı olarak ke­ mikler üzerirıd(� taş kııllandıkların ı gösten�ıı l ıaşka kanı tlar d a bulundu. Al a n d aki kiıııi uzun kemikler, gö r ii ı ı iişte birisinin ke'

İnsanın Kökeni.

F: (ı

HI


ŞEKiL 4.1 Eski dönem kasaplığıııa dair i§aretler. Kcnya'ııın kuzey büliiıniindeki 1 . 5 milyon ya§ındaki bir arkeolajik sitte bulunan fosille§mi§ hayvan kemiği üze­ ıinde oklarla gösteıilen bu kiiçük kesik izleıi, erken insanların hayvan le§le­ ıindeki etleıi ayırma'k için keskin ta§ aletler kullandıklarını gösteriyor. (R. Lewin.)

miği örs gibi taş üzerin e yerleştirip içindeki iliğe ulaşmak içi n üzerine vurmasın ı n sonucu olarak, parçalara ayrılmıştı. Bu se­ naryo paleolitik bir yapboz bulmacadan oluşturulmuştu; parça­ lar bütün kemiği oluşturacak şekilde toplanmış ve karakteristik darbe işaretlerini de içermek üzere, kırılma model i i ncelenmiş­ ti. Isaac ile arkadaşları bulgularının betimlendiği bir bildiri­ de, " çekiçle parçalanmış kem i kleri n birbirine uyan parçaların ı bulm ak, i nsan ı , erken i nsan örneklerini iliği çıkarıp yem e e yle82


mi sırasında hayal etmeye davet ediyor, 11 diye yazmı§lardı. Ke­ sik izleri konusunda da §öyle diyorlardı: 11 Bir kemiği n , anıilo­ pun hacağının keskin bir ta§la parçalanması sırasında olu§tuğu anla§ılan izler ta§ıyan mafsal ucu bulunduğunda, insan gayet belirgin kasaplık imgelerini dü§ünmekten kendini alamıyor. 11 1 . 5 milyon yıl önceki bu insangil faaliyeti i mgesine bir ek de, ta§lardan gelen mesajdı. Ta§ kırıcı bir ta§tan yongalar çı­ kardığında, parçalar genellikle etrafındaki küçük bir alana dü­ §er. Wisconsin Üniversitesi'nden arkeolog Ellen Kroll sit 50'de tam da bunu buldu: Ta§a vurma faaliyeti alanın bir ucunda yo­ ğunla§mı§tı. Aynı §ekilde kemik parçaları da - zürafa, gerge­ dan, boğa antilobu büyüklüğünde bir antilop, zebraya benze­ yen bir hayvan ve yayınbal ığı kılçıkları - da aynı yerde yoğun­ la§mı§lı. lsaac ve arkada§! arı, 11 Siıin kuzey ucunu ݧ yapmak için uygun bir yer haline geliren §eyin ne olduğu hakkında an­ cak tahmin yürütebiliriz, ama gözlenen model, sözgelimi orada gölgelik bir ağaç bulunduğuna işaret edebilir, 11 diye yazmı§lar­ dı. Ta§ yongaların daha da önemli bir diğer yönü, parçalanmı§ uzun kemikler gibi bunların da bazılarının bir !av la§ı olan ilk hallerini olu§turacak §ekilde yeniden birleştirilebilmeleriydi. 2 . Bölüm'de, Nicholas Toth ile Lawn�rıce K eeley'in çok sa­ yıda ta§ yonga üzerinde mikroskobik irıı:derııdı�r gerçekleştire­ rek kasaplık, odun yontma ve yumu§ak bitki dokularını kesme i§aretleri bulduklarını belirtmi§tİm. Bu yongalar sil 50'den alınmı§tı ve analiz sonuçları, 1 . 5 milyon yıl iirıct�si ne ait eıkin­ liklerin yer aldığı bir sahne imgesine yeni giiriirıtiiler ekliyor­ du. Sit 50'deki faaliyet, hidrolik çöplük i nı gesirıdı�n çok öte, insangillerin buraya leş parçaları getirmelerini ve Inı parçaların sitte yapılmış la� alı�ılerle ݧlenmesini içeriyor o l m alıydı. Kemik ve ta§ların m erkı�zi lıir yiyecek ݧleme yerİnı: bili nçli olarak ta­ §ındığının gösterilrnı�si, l 970'lerin sonlarındaki kuramsal kar­ ga§adan sonra arkı·olojik kuramın yeniden düzenlenmesinde önemli bir adırn d ı . Ama bu kanıt, sit 50'nirı insangilleri, yani Homo erectıı.�'urı avcı ya da le§ yiyici olduğun u gösteriyor mu? 83


lsaac ve arkadaşları şöyle diyorlar: " Kemik grubunun özel­ likleri, egemen et bulma yöntemi olarak aktif avcılıktan çok leş yiyiciliği düşündürüyor. " Alanda eksiksiz leşler bulu n m u ş olsa, avcılık sonucuna varılalıilirdi. A m a daha önce de belirttiğim gi­ bi, kemik grupları modellerinin yorumlanması hata olasılığını da barındıran bir iştir. Ama başka kanıt dizilerinden de, erken Homo'nun et bulma yönteminin leş yiyicil ik olduğu sonucu çı­ karıldı. Sözgelimi, Shipınan eski kemiklerdeki kesik izlerinin dağılımını inceledi ve iki gözlem yaptı. İlk olarak, içlerinden ancak yaklaşık yarısı parçalamaya işaret ediyordu; ikinci ola­ rak, içlerinden çoğu , çok az et taşıyan kemikler üzerindeyd i . Dahası, kesikierin pek çoğu etobu r dişlerinin bıraktığı izlerle çakışıyor ve bu da, eıoburl arın kem i klere insangillerden önce ulaştıklaı·ına işaret ediyord u . Sh ipman bunun, " leş yiyiciliğe dair zorlayıcı bir kanı t " olduğu sonucuna vardı ki, bu, Ship­ man'ın deyişiyle, atal arı mıza ili�kiıı " a�iııa ol ırıayan ve gurur kın c ı " bir imgeydi . E l l ıetle lı u , gdcneksd kuramın Soylu Avcı İnsan imgesinden oldukça uzakıadır. Ben, erken 1/omo'nun et arayışının leş yiyicil iği de içerdiği­ ni sanıyorum . Shipman'ın da dediği gibi, " l·:ıol ı ı ı rlar fırsat çık­ lığında leş yer ve zorunlu kaldıklarında avlaıı ırlar. " /\ m a ben arkeolojide yakın zamanlarda oluşan devri min, lıiliıııde genel­ likle görüldüğü gilıi, fazla ileriye gi ıtiğine inanıyonı rn . Erken 1/omo'nun avland ığının reddedilmesi aşırı derect�de ihtiyatlı bir yaklaşımdı. Shipman'ın kesik izleri üzerindeki inı:dt�ıı ıesin­ de, bu izierin pek çoğu nun az el taşıyan yerlerde Lıu1 ı ııı ııı asının anlamlı old uğun u düşiiniiyonı m . Buralardan ne eldt� edilebi­ lir? Tendon ve deri . Bu malzemelerle, oldukça b iiyiik avlar için etkili kapanlar yapılabilir. 1/omo erectus'un bu tür lıir avcı­ lıkla uğraşmamış olması lıeııi çok şaşırtırdı. 1/omo ciıısiııiıı or­ taya çıkışıyla görülen iıısaıı fiziği , avcılığa uyarlanmayla uyum içinded ir. Sit 50'deki çalışma !saat· için çok yararlı old u . B u , iıısangil­ lerin kemik ve ta§ları ııı c rkl'zi bir yere ta§ıdıklarını doğrula84


makla birlikte, onların bu yeri ana üs olarak kullandıklarını ka­ nıtlamıyordu . Isaac, 1 983'te şöyle yazmıştı: " Önceki bildirile­ rimde erken insangit davranışına ilişkin olarak öne sürdüğü m hipotezlerin, erken insangillerin aşırı derecede insan gibi gö­ rünmelerine yol açtığını şimdi anlıyoru m . " Dolayısıyla " yiye­ cek paylaşımı hi po tezi " nin değiştirilerek, " merkezi yerde yiye­ cek arayıcılığı " hipotezine dönüştürülmesini savunuyordu. Ben onun aşırı derecede ihtiyatlı davrandığından kuşkulanıyoru m . Sit S O projesinden alınan sonuçların Homo erectus 'un av­ cı-toplayıcı olarak yaşadığını, birkaç günde bir geçici bir ana üsten diğerine -yiyeceği getirip paylaştıkları üsler- geçtiğini kanıtladığını söyleyemem . lsaac'in ilk yiyecek paylaşma hipote­ zindeki sosyal ve ekonomik ortamın sit SO'de ne derece mev­ cut olduğunu bilemiyoruz. Ama bence bu çalışma, erken Ila­ nıo'nun şempanzenin sosyal, bilişsel ve teknolojik yetenek dü­ zeyini çok az geçmiş olduğu düşüncesinden vazgeçmemize ye­ tecek kadar kanı t sunuyor. B u yaratıkların minyatür av­ cı-loplayıcılar olduklarını söylemiyorum, ama ilkel av­ cı-toplayıcının bu dönemde insansı sınıfa girmeye başladığına emını m .

Homo erectus ' un e n erken diinenılt�rinde günlük hayalın na­ sıl geçtiğini tam olarak belki de asla lıilenıeyeceğiz. Ama, sit SO'den elde ettiğimiz zengin arkeotojik karı ı l ları ve d iiş giicü­ müzü kullanarak, l .5 milyon yıl öncesi ic;irı �iiyl t� l ı ir sahneyi yeniden kurabiliriz: Mevsimlik bir dere, dev bir gölün batı yakasındaki geniş bir taş­ kın ovasından ağır ağır akıyor. Derenin dolambaçlı kıyıları boyu nca uzun akasya ağaçları, tropik gü neşe karşı hoş bir gölge o luşturu­ yor. Dere yatağı yılın büyük bölü m ü boyunca kuru kalmakta; a m a kuzeydeki tepelerde s o n zamanlarda görülen yağ murlar g ö l e doğ­ ru inerek, dereyi yavaş yavaş kabartıyor. Taşkın ovası birkaç hafta­ d ı r ren k cümbüşü içinde; çiçeklenen otla r portakal rengi toprakta 85


sarı ve mor renkli havuzlar oluşturuyor ve a lçak akasya çalılı kları beyaz bulut tarlalarına benziyor. Yağış mevsimi hemen kapıda. Burada, deren in eğrisinde, beş yetişkin dişi ile çocu k ve genç­ lerden oluşan küçük bir insan g rubu görüyoruz. Atieti k ve güçlü bir ya pıla rı var. Yü ksek sesle so hbet ediyo rlar; konuşma ları n ı n bir kısmının sosyal repertuvarın parçaları olduğu g ö rü lüyor, bir kısmı da, günlük planlarla ilgili. Gün doğumundan ö nce g ru ptan dört yetişkin erkek, et a ramak için erkenden yola çıktı. Dişilerin rolü bit­ kisel besin toplamak, bunun yaşa mların ı n ekonomik dayanağı o l­ duğunu da herkes biliyor. E rkekler avlar, kad ı n la r toplar: Bu, bizim g rubu muzda ve bilindiğ i kadarıyla her zaman gayet iyi işe yaramış bir sistem. Dişilerden üçü yola koyu lmaya hazır; hem bebek taşıyıcısı hem de daha son ra yiyecek torbası işlevleri ni gören, o muzlarına atılmış bir hayvan derisi d ışında tamamen çıplaklar. Yan larında, d işilerden birinin daha önce, iri dalları keskin taş yongalarla keserek hazırla­ dığı kısa, keskin sapalar taşıyorla r. Bu nla r, diğer büyü k p rimatla rın u laşa mad ığı, derine gömülmüş dolg u n yu m ru köklere u laşabi lme­ lerini sağ layacak kazma sopaları. Dişiler en sonunda yola çı kıyor ve genellikle yaptıkları gibi tek sıra hali nde, kend ileri n i zengin sert ka­ buklu yemiş ve yumru kök kayna klarına götü receğ ini bild ikleri bir patikayı izleyerek, göl havzasının uzak tepelerine doğru yü rüyor­ lar. Taze meyve için yılın, yağmurun doğal işlevini yerine g eti receği sonraki dönemlerini beklemeleri gerekiyor. Akarsuyu n kenarında iki d işi, yüksek bir akasya nın altı ndaki yu­ muşak kurnda oturuyor ve üç çocuğun soytarılıklarını izliyor. Hay­ van derisinden bir bebek taş ıyıcısında taşınamayacak denli büyü k ve avlanmaya ya da toplamaya çı kamayacak kada r küçük olan bu çocuklar, tüm insan yavru ları n ı n yaptığı şeyi yapıyor: Yetiş kin ya­ şamla rını ö nceden gösteren, "miş gibi yapma" oyu nla rı oynuyorla r. Daha son ra, içlerinden en büyüğü o lan bir kız, dişilerden birini, taş aletlerin nasıl yapıldığını kend isine bir kez daha göstermeye ikna ediyor. Kadın sabırla, iki lav taş ı n ı keskin, ani bir da rbeyle birbirine vu ruyor. M ü kemmel bir yo nga uçuyor. Kız da kararlı bir tavırla ay­ nısını yapmaya çalışıyor, ama başarılı alam ıyor. Kadın kızın ellerini tutuyor ve gerekli ha reketi yavaş yavaş yapmasını sağlıyor.

86


Keskin yongaların yapılması göründüğü nden daha zor bir iştir ve sözlü tali mattan çok, göstererek öğ retilir. Kız bir kez daha deni­ yor; ha reketleri bu kez biraz farklı. Taştan keskin bir yonga kopu­ yor ve kız bir zafer çığlığı atıyor. Yongayı ka pıyor, gü lümseyen ka­ dına gösteriyor ve sonra, oyun a rkadaş larına da göstermek için ya nlarına koşuyor. Artık bir yetişkin aletiyle donanmış olarak, oyu nlarına devam ediyorlar. Bir sapa bu luyorlar ve taş kırıcı ç ı rak sapayı keskinleştiriyor. Ardından, bir avcı grubu oluşturuyor ve ya­ yın balığı peşine düşüyorlar. Akşama doğru üç kadın, hayvan derilerini bebekler ve kuş yu­ m u rtası, üç küçü k kertenkele, beklen med i k bir h azine olarak da balla doldu rmuş olarak geri dönüyor ve dere kıyısındaki kamp a la­ nı yen iden hareketleniyor. Kendi çabala rı nın sonucundan memnun olan kad ı nlar, erkeklerin ne getireceği kon us�.. ıda tahmin yapıyor­ lar. Avc ı lar çoğ u n lu kla elleri boş dönüyor. Et a rayışının doğal yapı­ sı gereğ i . Ama şansları yaver gittiğinde büyü k bir ödüle u laştıkları da oluyor. Kısa bir s ü re sonra uzakla rdan d uyulan sesler, erkeklerin geri dönd üğünü belli ediyor. Ve, erkeklerin konuşmaları ndaki heyeca­ na bakı lırsa, bu kez başarılı olmuşlar. Erkekler g ü n ü n büyü k bir bölümü nde küçük bir antilop sürüsünü sessizce izlemiş ve içlerin­ den birinin hafifçe topalladığını fark etmişlerd i. S ü rekli s ü rü n ü n gerisinde ka lıyor v e o n lara yetişrnek i ç i n büyü k b i r çaba harcaması gerekiyordu. Erkekler, büyük bir hayva nı ele geçirme fırsatı n ı yaka­ lamışlard ı . Bizim grubumuz gibi, asgari düzeyde doğal ya da ya­ pay silaha sahip avcılar daha çok h i leye başvu rmak zorundayd ı . Sessizce ilerleyebilme, a raziye uyma yeteneği ve n e z a m a n vuraca­ ğ ı n ı bilmek, bu avcıların en değerli silah larıyd ı . Sonunda ka rşıianna b i r fırsat çıkıyor v e erkekler hiç konuşma­ dan sözbirliğ i ederek, stratejik konu mlar alıyorla r. içlerinden biri, n işan a larak elindeki kayayı tüm g ü cüyle fırlatıp hayva nı şaşırtan bir darbe indi riyor; d iğer i kisi de avı hareketsız hale getirmeye ko­ şuyor. Kısa, keskin bir sapa n ı n hızla saplanmasıyla birlikte hayva­ nın boynundan bir çeşme d olusu kan fışkırıyor. Hayvan çırpın ıyor, ama kısa bir s üre sonra ölüyor. Yorg u n d üşen, üstleri kan ter içindeki üç adam çok sevinçli. Ya­ kınla rdaki bir lav taşı yatağı nda hayvan ı n kesi lmesinde kullanılacak R7


aletleri yapmak için gerekli ham mad deyi bu luyorlar. B i r taşın b i r d iğerine sertçe birkaç kez vurulmasıyla bi rli kte, hayva nın sert deri­ sinin kesi lmesine ve ekle m lerin, beyaz kem i k üzerindeki kırm ızı et­ lerin ortaya çıkarılmasına yetecek yongalar ü retiliyor. Kaslar ve tendonla r bu becerikli kasaba tes lim o luyor ve erkekler iki et yığ ı n ı taşıyarak kampa d oğru yola koyuluyorlar. G ü lüşüyor, g ü n ü n olay­ la rı ve her birinin bu o laylard aki farklı rolü hakkında birbirleriyle şakalaşıyorlar. Dönü şlerinde büyü k bir coş kuyla karşılanaca kla rını bi liyorlar. Akşamın i lerleyen saatlerinde et, neredeyse bir ayin duygusu içinde tü ketiliyor. Avcı g rubuna liderlik eden erkek, parça la rı kesi p etrafında otu ran kad ın lara ve d iğer erkeklere uzatıyor. Kad ı n lar ço­ cuklarına et parçaları veriyor ve çocuklar da oyu n oynar gibi, par­ çaları aralarında değ iştokuş ed iyorlar. E rkekler eşieri ne ve onlar d a erkeklerine et parça ları su nuyor. Etin yen mesi beslenmekten öte, onları sosya l o la rak birbirine bağlayan bir eylem. Av zaferi nin coşkusu a rtık yatıştı ve erkeklerle kad ınlar birbirle­ rine, ayrı geçen g ü n ü n öyküsü nü a n latıyorlar. Bu güzel kam p ı ya­ kında terk etmek zoru nda kalaca klarının fa rkındalar; çünkü uzak tepelerde giderek yoğ u n laşan yağışlar yakında, deren in kabara ra k kıyısına taş masına yol açacak. Ama şimd i lik, bulundukları yerde hepsi mutlu . Üç g ü n sonra g rup, g üvenli yü ksek a la n lar aramak a macıyla kam ptan son kez ayrılıyor. Arkalarında, geçici mevcudiyetlerinin kan ıtların ı bırakıyorlar. Yonga çıkarılmış lav taşı öbekleri, yontul­ muş sopalar ve işlen miş hayvan gerileri, teknolojik beceri leri n i n ka­ nıtları. Kırılmış hayvan kemikleri, bir yayın balığı kafas ı, yumurta ka bu kları ve yumru kök kal ıntıları d iyetleri nin genişliğini gösteri­ yor. Ama kampın odak noktası o lan yoğ u n sosya llik uçup g itmiş. Et yeme ayi ni ve günlük o layla r hakkındaki öyküler de. Kısa b i r sü­ re sonra, deren in kıyıya taşmaya başlamas ıyla birlikte bu boş, ses­ siz kamp ağır ağır suyla kaplan maya başlıyor. ince sel ku mu küçük grubumuzun yaşam ı ndan beş gü nlük bir kesitin kalıntılarını örtüp içinde ancak, kısacık bir öykü saklıyor. En sonunda, kem i klerle taş­ lar d ışında her şey çü rüyü p yok o luyor ve bu küçük öykü n ü n o luş­ turu lması için g eriye ancak bi rkaç yeters iz kanıt ka lıyor.

R8


Çoğu kişi , bu kurgumun Homo erertus'u a§ırı derecede in­ san gösterdiğini düşünecektir. Ben öyle dü§üıı müyonı m . Ben bir avcı-toplayıcı yaşam tarzı yaralıyorum ve bu insanlara dil atfediyorum. Kuşkusuz, modern insanlarda bildiğimizin ancak ilkel çeşitlerneleri olmak kaydıyla, lıence her ikisi de akla yat­ kın. Ne olursa olsun , arkeolajik kanıtlar, et ve yeraltı yumru kökleri gibi yiyeceklere ulaşmak için teknoloji kullanan bu ya­ ratıkların diğer büyük primatların ötesinde bir yaşam sürd ükle­ rini açıkça gösteriyor. Tarihöncemizin bu aşamasında ataları­ mız, bizim anında fark edeceğimiz bir şekilde insan olmaya başlamışlardı .

89



S.

BÖ LÜM

M O D ERN iNSAN LARlN KÖK ENi

İ nsan

evrimi yolundaki, önsözde belirttiğim dört önemli olay - insan ailesinin yakla§ık 7 milyon yıl önceki ba§langıcı; ardın­ dan gelen, iki ayaklı insansımaymunların " uyarlanma ı§ınımı " ; belki 2 . 5 milyon yıl önce (Homo cinsini ba§latan) insan beynin­ deki büyüme; ve modern insanların kökeni - arasından dör­ düncüsü , yani, bizim gibi insanların ortaya çıkı§ı, antropoloji­ n i n en çeki§meli konusunu olu§turuyor. Çok farklı hipotezler §İddetle tartı§ılıyor ve genellikl e birbirine tamamen kar§ıt fikir­ terin savunulduğu bir konferansın gerçekle§tirilmediği, ya da bir kitap ve bilimsel bildiri yağmurunun görülmedİğİ tek bir ay olsun geçmiyor. Tarihte yaln ı zca birkaç bin yıl öncesine baktığımızda, uy­ garlığın ilk doğu§u nu görüyoruz: Giderek karma§ıkla§an sosyal örgütlenmede köyler §efl i klere, §<>fli kl e r kent devletlere ve kent devletler de ulus devletlere diiıı ii�lii. K a r m a§ ı kl ı k dü ze yi ndeki bu görünü§te amansız artı§ı biyolojik d eği�i nı değil , kültürel evrim yarattı. Bir yüzyıl önceki i nsanl a rı n biyoloj i k açıdan bi­ zimle aynı olmaları, ama elektronik ıekııolojisi ı ı i ıı l ı u l ıı nın a d ığı bir dünyada ya§amaları gibi, 7000 y ı l iinccsi ııiıı kiiyl ü leri de bizim gibiydiler; yalnızca, uygarlık al ı yapısında n yoksundu.rlar. Yazının yakla§ık 6000 yıl önceki kiikeııiııdı·ıı iirıeesine bak­ tığımızda d a, modern İnsan zihnine ili§kin kaıı ı ı l ar görebiliyo­ ruz. Yakla�ı k 1 0.000 yıl öncesinden iıil ıarcıı tüm dünyada göçmen aveı-toplayıe ı grupları birbirlerindı�ıı bağımsız olarak çe§İtli tarım tı�knikleri icat ettiler. Bu da biyoloj i k değil, k ü ltü­ rel ya da teknoloj i k evrimin sonucuydu. Bu sosyal ve ekonomik dönܧÜm d ö nı � rıı i ıı ı b ı de geriye gittiğimizde, Uuzul Çağı Avru91


pa ve Afrika'sının , bizim gibi insanların zihinsel dünyasını uyandıran resimlerini, oymalarını görüyoruz. Ama bundan da­ ha geriye -yaklaşık 3 5 . 000 yıl öncesine- gidildiğinde, insan zihnine ili§kin bu i§aretler yok oluyor. Arkeolojik kalıntılarda artık, bizimkine benzer zihinsel yeteneklere sahip insanların yaptıkları işlerle ilgili inandıncı kanıtlar göremiyoruz. Antropologlar, arkeolojik kalıntılarda yakla§ık 3 5.000 yıl önce sanatsal ifadenin ve ineelikle i§lenmi§ teknolojinin ortaya çıkmasını, uzun bir süre, modern insanın ortaya çıkışına dair açık bir işaret olarak gördüler. 1 9 5 1 'de İ ngiliz antropolog Kenneth Oakley, modern insan davranı§ının bu şekilde geliş­ mesinin , tamamen modern dilin ilk kez ortaya çıkmasıyl a bağ­ lantılı olduğunu öne süren ilk ki§ilerden biri oldu. Gerçekten de, bir insan türünün tamamen modern bir dile sahip olmakla birlikte, diğer açılardan tamamen modern olmaması düşünüle­ mez gibi görünüyor. Bu nedenle, dilin geli§mesi çoğunlukla, bugün bildiğimiz §ekliyle insanlığın ortaya çıkışını tamamlayan olay olarak görülüyor. İnsanın başlangıcı ne zamandı? Ve bu ne §ekilde oldu : Aşa­ malı olarak ve çok uzun bir zamandır mı, yoksa hızla ve yakın zamanlarda mı? Günümüzdeki tartışmanın terndinde bu soru­ lar yer alıyor. Oysa tüm insan evrimi dönemleri iı,�iııde son birkaç yüz bin yıl, fosil kanıtlan açısından en zengin olanı. Eksiksiz bir kafata­ sı ve önkafatası kemiklerinden ol ıı�ıııa koleksiyonun yanı sıra, yaklaşık yirmi adet görece eksiksiz iskdel de bulundu. İnsanın tarihöncesindeki fosil kanıtlarıııın son derece ender olduğu da­ ha erken dönemler üzerinde yoğıınla�an benim gibi birisi için bunlar, olağanüstü paleontolojik zcnginlikler. Yine de antropo­ log meslektaşlanın h ala, evri m olaylannın sırası konusunda fi­ kir birliğine ulaşamıyorlar. Dahası, bulunan ilk erken insan fosilleri, tartı§mada önemli bir rol oynayan Neandt�rı lıal insaniarına (herkesin zihni ndeki mağara adamı karikatürii) aiıti. İlk Neanderthal kemiklerinin 92


gün ışığına çıkartıldığı 1 856'dan beri, bu insanların kaderleri hiç durmaksızın tartışılıyor: Bunlar bizim en yakın atalarımız mıydı, yoksa evrimin, günümüzden yaklaşık 30 bin yıl önce soyu tükenmiş bir çıkmaz ucu mu? Bu soru neredeyse bir bu­ çuk yüzyıl önce soruldu ve hala, en azından herkesi tatmin edecek şekilde yanıtlanabilmiş değil. Modern insanların kökeni konusundaki daha ince noktalara dalınadan önce, daha geniş kapsamlı konular üzerinde durma­ l ıyız. Öykü 2 milyon yıldan önceki bir dönemde, Homo cinsi­ nin ortaya çıkışıyla başlıyor ve sonuçta Homo sapiens'in ortaya çıkmasıyla sona eriyor. Bu konuda, birincisi anatomik değişim­ lerle, ikincisi de teknolojik değişimlerle ve insan beyniyle eline dair diğer göstergelerle ilgili iki kanıt dizisi uzun süredir mev­ cuttu . Doğru şekil de yorumlandığında, bu iki kanıt dizisi insa­ nın evrim tarihi konusunda aynı öyküyü anlatmalıydı. Zaman içinde aynı değişim modeline işaret etmeliydi. Onlarca yıldır antropolojinin malzemesi olan bu geleneksel kanıt dizilerine, yakın zamanlarda bir üçüncüsü katıldı: moleküler genetik. Ge­ netik kanıtlar ilkesel olarak, evrim tarihimizin öyküsünü şifreli olarak içinde barındırmalıydı. Burada da, ortaya çıkacak öykü, anatomiden ve taş aletl erden iiğrendiklerimizle uyumlu olma­ lıydı . Ne yazık ki üç kanıt dizisi arası rıda l ı öy l e l ı i r uyum görül­ müyor. Bağlantı noktaları var bel ki , a nı a taııı l ı i r uyum yok. Böylesi bir kanıt bolluğuna karşın a ka d c ııı isyenlc rin yaşadığı zorluk, evrim tarihini yeniden kurmanın k i ııı i z a ı ı ı a ı ı ne kadar güç olduğunu gösteriyor. Turkana çoc ı ı ğ ı ı n ı ı n iskeleti bize, yaklaşık ı . (ı milyon yıl önceki erhn insa n ı n anatomisi hakkında l ıir fikir veriyor. Er­ ken 1/onıo crcctus bireylerinin uzun l ıoylıı (Tu rkana çocuğu yaklaşık ı .BO l ı o y ı ı n d aydı) , alletik ve güçi ii kaslara sahip ol­ duklannı görd ıil iyorıız. En güçlü modern profesyonel güreşçi bile, ortalama 1/om o r�n�ctus kar§ısında kolay l ı i r av olurdu . Er­ ken Homo r•rcr·tus' ı ın lı ey ni, A ustralopitlıccu.� atalarına oranla 93


büyük olmakla birlikte, modern insan beyninden küçükLü; :ı ve günümüzün modern Ila­ :ı mo'sunda ortalama 1 3 50 cm _ llomo crectus ' ıa beyin kutusu uzun ve düşük, alın çok küçük, kafatası kalın, çene ileri doğru çıkınttiıdır ve gözlerin üstünde belirgin çıkıntılar vardır. Bu te­ mel anatomik m odel yaklaşık yarım milyon yıl öncesine dek :1 aynı kaldı, ama aynı dönemde beyin 1 1 00 em ' ü n üstüne çık­ tı. Bu dönemde Homo erectııs toplulukları Afrika' dan dışarı ya­ yılarak Asya ve Avrupa'da geniş bölgelerele yaşamaya başla­ mışlardı. (Avrupa'da kesinlikl e sapıanmış Homo erectus fosilieri lıulunmuş olmasa da, bu türle bağlantılandırılan teknolojilere dair kanıtlar, türün burada bulunduğunu gösteriyor.) Yaklaşık 34.000 yıl öneesinden daha yakın bir dönemde bulduğumuz fosil insan kalıntıları tamamen m odern Homo sa­ piens 'e aittir. Beden daha az zinde ve kaslı, yüz daha düz, be­ yin kutusu daha yüksek ve kafatası d uvarı daha incedir. Dola­ yısıyla, modern insanı yaratan evrim faaliyetinin 500.000 ile 34.000 yıl öncesi arasında gerçekleştiğini görüyoruz. Afrika ve Avrasya'da bu döneme ait fosil kalıntılarında ve arkeolojik ka­ lıntılarda bulabildiklerimizden, evri min son derece kafa karıştı­ rıcı biçimlerde olsa da, gerçekten ya�andığıııı giiriiyoruz. Neanderthal insanı 1 3 5 . 000 ile J iJ. . OOO yıl öncesinde yaşa­ dı ve Batı Avrupa'dan Yakın Doğu vt� Asya'ya dek uzanan bir bölgeye yayıldı . Burada sözünü eıı iğiııı iz dönemin fosil kalıntı­ larında en bol bulunan unsuru, Nı�anderıhal oluşturuyor. Bir milyon ile 34.000 yıl öncesi arasıııdaki bu dönemde hiç kuş­ kusuz, Eski Dünya'nın pek çok farklı nüfusunda evrim dalga­ lanmaları sürüyordu . Neandertlıal'irı yanı sıra, romantik adlar taşıyan -Yunanistan'dan Pet rolana Adamı, Fransa'nın güney­ batısından Arago Adam ı, A l m anya ' dan Steinheim Adamı, Zambiya'dan Kırık Tepe Adaını vb.- tek tek başka fosiller - genellikle beyin kutusu ya da l ıeyin kutusu parçaları, ama ki­ mi zaman da iskelelin ba�ka parçaları - de bulundu. Bu birey­ sel örneklerde, pek çok farklıl ığa karşın, iki ortak özellik göercctus ' ıa yaklaşık 800 cm

94


Homo erectus

Homo sap iens nttJndtrllıDitnsis

Homo sapirns SDpirns

ŞEKil 5 . 1 Neanderlhal a k ra l ıa l ı k l a r ı . ;\'<'anderılıal insanı, 1/omo sapirns'le b iiyük b i r beyin gibi ve l lo m o t•rt•t·tus ' l a da, u z u n , dü§iik kafatası v" ç ı kınıılı k a §l a r g i b i

ortak öze l l i k l<'r<' sa h i pt i r. t\ ı ı ı a l ıazı be nzersiz iiz e l l i k l ni dt' vmdı r ve b u ı ı lar­

dan en açıkça giiri'ı l ı · ı ı i , y i 'ı t. i i ı ı orta l ıö l i i n ı i'ı n i 'ı ı ı a�ırı ı !P rt"!'l'de iine çıkık ol­

masıdır.

95


rülmektedir: Bunlar, sözgelimi daha büyük beyinleriyle Homo erectus' tan daha fazla geli§mi§ ve kalın kafatasları, iri yapılany­ la, Homo sapie ns ' ten daha ilkeldirler (bkz. §ekil 5 . 1 ) . Bu dö­

nemden örneklerin farklı anatomiye sahip olmaları nedeniyle, antropologlar bu fosillerin tümüne 11 arkaik sapiens 11 demeyi seçtiler. Bu anatomik biçim çe§itliliği nedeniyle kar§ıla§tığımız so­ run, modern insan anatomisinin ve davranı§ının ortaya çıkı§ını tanımlayacak bir evrim modeli kurmaktır. Yakın zamanlarda bu konuda iki model önerildi. Bunlardan çok bölgeli evrim hipotezi olarak bilinen ilki, modern insanların kökenini, Homo erectus topluluklannın yer­ le§tiği her yerde Homo sapi ens' i n ortaya çıktığı, tüm Eski Dün­ ya'yı kapsayan bir olgu olarak görür. Bu bakı§ açısına göre Ne­ anderthal, bu üç kıtalık eğilimin, anatomi açısından Homo erec­ tus'la Avrupa, Ortadoğu ve Asya'nın batısındaki llomo sapiens arasında yer alan bir parçasıdır ve Eski l hinya'nın bu bölgele­ rinde günüm üzde ya§ayan nüfusları n doğrudan atası N eandert­ hal i nsanıdır. Michigan Üniversitesi' ndt�rı aııtropolog Milford Wolpoff, Homo sapiens'in biyolojik s l a t ii sii ııe doğru ilerleyen ve her yerde görülen evrim eğilimini, a t ala rı m ızın yeni kültürel ortamının Le§vik ettiğini savunur. Doğa dünyasında bir yeniliği l t � nı s i l eden kültür, doğal se­ çim güçlerine etkin, birle§tirici l ı i r yi in kazandıı·mı§ olabilir. Dahası, California Üniversi tes i n i n Saıı t a Cruz kampusundan biyolog Christopher Wills, l ı ı ı rada ( � v ri nı hızının artması olasılı­ ğını görmektedir. Wills, l <)<);� t a r i l ı l i 71ıe Runaway Brain adlı ki tabında §öyle der: 11 Beyııi rııizin büyümesini hızlandırmı§ gibi görünen güç, yeni bir tü r ı ı yaıwı d ı r: Dil, i§aretl er, kolektif bel­ lekler; kültürün tüm unsurları . Kültürlerimizin evrilerek kar­ ma§ıkla§masıyla birlikte I H'yi ııleriıniz de evrildi ve bu da, kül­ türlerimizin iyice karma�ıkla�ıııasına yol açtı . B üyük ve akıllı beyinler daha karma§ık kiiltiirlerin ve karma§ık kültürler de daha büyük ve daha akıl l ı I H�yinlerin olu§ınasını sağladı. 11 Bu '

96


tür bir otokatalitik, ya da olumlu geribildirim sürecinin oluşma­ sı, büyük nüfuslar içinde genetik değişimin daha da hızla ger­ çekleşmesine yardımcı olacaktır. Çok bölgeli evrim düşüncesine yakınlık duyuyorum ve bir zamanlar şöyle bir benzetme yapmıştı m : Bir avuç çakıl taşı alıp bir su havuzuna fırlatırsanız, her çakıl bir dizi dalga yaratır ve bu dalgalar önünde sonunda, diğer çakılların yarattığı dalga­ larla birleşir. Havuz, temel sapiens nüfusunu barındıran Eski D ünya'yı temsil ediyor. Havuzun yüzeyindeki, çakılların düştü­ ğü noktalar Homo sapiens' e geçiş noktaları ve dalgacıklar da Homo sapiens'in göçleridir. Tartışma katılımcılarının pek çoğu bu benzetmeyi kullandılar; ama ben artık, benzetmenin belki de doğru olmadığını düşünüyoru m . Bu ihtiyatlı yaklaşımıın ı n nedenlerinden biri, İsrail'deki b i r dizi mağarada bulunan bazı önemli fosil örnekleridir. Bu sitlerde aralı kl ı olarak altmış yılı aşkın bir süredir de­ vam eden kazılarda, kimi mağaralarda Neanderthal, kimilerin­ de de modern insan fosİll eri bulundu. Yakın zamanlara dek tablo çok açık görünüyor ve çok bölgeli evrim hipotezini des­ tekliyordu. Kebarra, Tabun ve A nıud mağaraların dan gelen tüm Neandeıthal fosilieri giirl'ce eski, belki de yaklw�ık 60.000 yıllıktı . Skhul ve Kafze'den gıdı�ıı l ii m modern insanlar ise daha yeni, belki de 40.000 ya da ;) 0 . 000 yıllıkıı. B u tarih­ ler göz önüne alındığında, bu bölgede N l'aııdl'rl lıal topl ıılukl a­ rından modern topluluklara evrimsı�l l ı i r diiıı ii�iiııı olması mümkün görünüyordu. Bu fosil s ı ralaması gnı;<'kl l�ıı de, çok bölgeli evrim hipotezinin en güçlü dayanakl a rı ııdaı ı b i ri yd i . Ama 1 9BO'Ierin sonlarında b u düzenl i sıralama altüst oldu. İngiltere ve Fransa'dan araştırmacılar lııı fosillı�rin bazılarına, elektron spiıı r<'zoııansı ve termoluminesans olarak b i linen yeni tarihlendirıııı� yiinll�nı lerini uyguladılar; her iki teknik de pek çok kayada giiriibı kimi radyoizotopların ç ii rümesini temel alır ve bu, kayalardaki mineraller için atomik saat gibi işleyen bir süreçtir. 1\ ra�l ırıııacılar, Skhul ve Kafze'deki modern insan insanın

Kökeni, F: 7

97


fosillerinin, Neanderthal fosillerin birçoğundan 40.000 yıl ka­ dar daha ya§lı olduğun u b uldular. B u sonuçlar doğruysa, Ne­ anderthaller, çok bölgeli evrim modelinde savunulduğu gibi modern insanların ataları olamazlar. Öyleyse, alternatif nedir? Alternatif modelde, modern insanların, tüm Eski Dünya'da görülmü§ bir evrim eğiliminin ürünü olmak yerine, tek bir coğ­ rafi bölgede ortaya çıktıkları savunuluyor (bkz. §ekil 5 . 2) . M o­ dern Homo sapiens toplulukları bu yerden göç ederek Eski Dünya'nın geri kalan bölgelerine de yayılmı§ ve oralaı·daki mevcut modern öç.cesi toplulukların yerini almı§ olmalılar. B u modele " Nuh'un Cemisi " hipotezi v e " Cennet Bahçesi " hipo­ tezi gibi, pek çok ad takıldı. Yakın zamanlarda da, Sahra altı Afrika'nın ilk modern insanların ortaya çıkı§ı için en olası yer olarak görülmesi nedeniyle, " Afrika' dan Yayılma" h ipotezi olarak adlandırıldı. Pek çok antropologun katkıda b ulunduğu bu görü§ün en ate§li savunucusu, Londra Doğa Tarihi M üze­ si'nden Christopher Stringer'dır. İki model birbirinden tamamen farklıdır: Çok bölgeli evrim modeli Eski Dünya'da modern Homo sapiens' e doğru, n üfus göçünün çok az olduğu ve önceki nüfusun yerini alma d uru­ munun hiç olmadığı bir evrim modeli tanı mlar; " Afrika'dan Yayılma" hipotezi ise Homo sapiens ' i n yalnızca bir tek yerde evrildiğini ve ardından, Eski Dünya içinde yoğun n üfus göçle­ riyle, mevcut modern öncesi toplul uklarm yerini aldığını savu­ nur. Dahası, ilk modele göre modern coğrafi n üfusların (" ırkla­ rın " ) genetik kökleri çok geriye �idecek ve temelde, neredeyse 2 milyon yıldır birbirlerinden ayrı olacaklardır. İ kinci m odel­ deyse genetik kökler daha yakında olacak ve tüm ü , yakın za­ manlarda Afrika'da evrilmi§ t<�k l ıir nüfustan gelmi§ olacaklar­ dır. İki model, fosil kayıtlarında neler görmemiz gerektiği konu­ sundaki tahminlerinde de lıirlıirlerinden çok farklıdır. Çok böl­ geli evrim modeline göre, modern coğrafi nüfuslarda gördüğü­ müz anatomik özellikler yine aynı bölgedeki, Homo erectus ' u n alanını Afrika ötesine d e la�ıdığı 2 milyon yıl öncesine d e k gi98


Afrika'dan Yayılma

Çokbölgeli Evrim Günümüz

Avrupa Afrika Asya

Homo sapiens'in

Avrupa Afrika

üç kıtada gen

akışıyla

aşamalı

1�l. -.. . _,.-omo sapıens ın -4

·. · H ·

evrimi

,.. ��� � t

-

Afrika'daki

Asya

başlangıcı ve yayılması

2 mil. yıl önce

ŞEKiL 5.2 Modern insanın kökenieri konusunda iki görüş. Saldıi ki çok bölgeli model­ de, Homo erecıus topluluklarının yaklaşık 2 milyon yıl önce Mrika'dan dışaıı yayıldıklan ve tüm Eski Dünya' da yerleştikleri savunulur. Yer�) niifuslar. arasında gen akışıyla genetik süreklilik sağlanmış ve dolayısıyla, modern Ho­ mo sapiens'e giden evrim eğilimi, 1/omo erecıus topluluklarının var olduğu her yerde uyum içinde gerçekleşmi§tir. Sağdaki "Afrika'dan Yayıl ina" mo­ delindeyse, Homo sapiens'in yakın zamanlarda Afrika'da evrildiği ve Eski Dünya'nın diğer bölgelerine hızla yayılarak, ıııeveııt 1/omo erecıus ve arkaik Homo sapiens topluluklarının yerini aldığı savuıııılıır.

den fosillerde de görülm eli dir. 11 Afrika' dan Ya y ıl ma 11 modelin­ de böyle bir bölgesel süreklilik beklenmez; modern nüfuslar da Afrikalı özell i kl erini ta§ımalıdır. Çok bölgeli evrim hipotezinin en güçlü savunucularından biri olan Milford Wolpoff, Amerika Bilimsel i lerleme Dernek­ leri'nin 1 990' daki toplantısında, 11 anatomik süreklilik tezinin açıkça kanı�l aııd ı�ı'ııı " söyledi. Sözgelimi Kuzey Asya'da yüz §ekli, yanak kı'; miklı�rinin yapısı ve kesici dişierin küreksi §ekli ı

99


gibi bazı özellikler 750.000 yıllık fosillerde, çeyrek milyon yıl­ lık Pekin Adamı fosillerinde ve modern Çin topluluklarında gö­ rülmektedir. Stringer de bunu kabul eder, ama bu özelliklerin kuzey Asya'yla sınırlı olduğunu ve dolayısıyla, bölgesel sürekli­ liğe kanıt olarak gösterilemeyeceğini kaydeder. Wolpoffla arkada§ları, Güneydoğu Asya ve Avustralya için de benzer bir iddia getiriyorlar. Ama Stringer'ın da dediği gi­ bi, varsayılan süreklilik dizisi yalnızca üç zaman dilimiyle ta­ rihlenen fosiliere dayandırılmaktadır: 1 .8 milyon, 1 00.000 ve 30.000 yıl öncesi. Stringer, referans noktalarındaki yetersizli­ ğin tezi zayıflaLtığını söylemektedir. B u örnekler, antropologların kar§ıla§tıkları sorunları yansıtı­ yor. Önemli anatomik özelliklerin anlamı konusunda .görü§ ay­ rılıklarının olmasının ötesinde, Neanderthal insanı ayrı tutulur­ sa, fosil kalıntıları da antropologların isteyeceğinden (ve antro­ polog olmayanların sandığından) çok daha azdır. Bu engeller a§ılmadıkça, daha genݧ kapsamlı soru hakkında bir fikir birliği olu§ması olanaksız görünüyor.

Fosil anatomisini farklı bir bakı§ açısından da değerlendire­ biliriz. Neanderthallerin kısa kol ve hacaklara sahip bodur bi­ reyler oldukları sanılıyor. Bu, alanlarının büyük böl ü m ünde görülen soğuk iklim §artlarına uygun bir fiziksel uyarianmadır. Ama dünyanın aynı bölgesindeki ilk modern insanların anato­ misi çok farklıydı. Bu insanlar uzun boylu, ince yapılıydılar, kol ve hacakları uzundu. Kıvrak bir vücut yapısı, Buzul Çağı Avrupasının donmu§ steplerinden çok, tropikal ya da sıcak ik­ limlere uygundur. İlk modern Avrupalıların Avrupa'da evril­ mi§ olmaktan çok Afrika da� gelen göçmenlerin torunları ol­ maları durumunda, bu1 bulmacaya açıklama getirilebilecektir ve bu gözlem de, ll Afrika'dan . .Yayılma'' modeline destek ver. mektedir. M odel, fosil kayıtları üzerindeki bir diğer doğrudan gözlem100


den de destek alıyor: Çok bölgeli evrim hipotezinin doğru ol­ ması durumunda, erken modern İnsan örneklerinin tü m Eski Dünya'da az ya da çok e§zamanlı olarak görülmesi gerekirdi. Ama böyle bir durum göremiyoruz. Bilinen en eski modern in­ san fosilieri m uhtemelen Afrika'nın güneyinden gelmݧ. 11 Muh­ temelen 11 dememin nedeni, b u fosillerin yalnızca çene parça­ cıklarından olu§masından öte, gerçek ya§larının da kesin ola­ rak bilinememesi. Sözgelimi, Güney Afrika'daki Border Mağa­ rası ve Klas i es Irmak Ağzı M ağarası 'ndaki fosillerin ya§ ının l 00.000' den biraz daha fazla olduğu sanılıyor ve bunlar 11 Af­ rika' dan Yayılma 11 hipotezinin taraftarları tarafından kanıt ola­ rak gösteriliyor. Ama Kafze ve Skhul' daki mağaralarda bulu­ nan modern insan fosilieri de yakla§ık 1 00.000 ya§ında. Dola­ yısıyla, modern insanların ilk olarak Afrika'nın kuzeyinde ya da Ortadoğu'da ortaya çıkmaları ve sonralan b uralardan göç etmݧ olmaları mümkün. Ama antropologların çoğu , kanıtl arın genel ağırlığına dayanarak, modern insanın Sahra altı kökenli olduğu tezini destekliyorlar. (bkz. §ekil 5 . 3) . Asya'nın geri kalan kı s mıyla Avrupa'nın hiçbir yerinde, b u ya§ta modern İnsan fosilieri bulunmadı. Eğer bu dur u m evrim­ sel gerçekliği yansıtıyorsa ve fosil kal ıı ı t ı l arının acınacak dere­ cede yetersiz olmasından kaynaklannı ıyorsa, 11 A frika'dan Ya­ yılma 11 hi po tezi akla yakın göriiniiyor. Nüfus genetikçilerinin çoğunluğ u l ıı ı lı i potezi n biyolojik açıdan en akla yakın hipotez olduğunu d ii�iin iiyorl ar. Türler içindeki genetik profili inceleyen bu bil i ı ı ı insanl arı , profilin za­ manla nasıl deği§ebileceğini biliyorlar. Hir ti·ı n� ait toplulukla­ rın coğrafi bağlantı l arı nı korumalan d ıı n ı ıııu nda, ın utasyonla olu§an geneti k deği�iınler, soylar arası ı,-ifı lt·�nw ile tiiın bölge­ de yay ı l a l ı i l i r. Sonuçta tiirün genetik p rofil i deği�ecek, ama ge­ nelde tür, gt�ıwtik a ç ıd a n kendi içinde uyıı r ı ı l ıı kalacaktır. Belki de bir ı r ın ağın iz b l i ği yoldaki değݧiın ya da l ı i r çölün açılınası nedeniyle lı ir tiin� ait topl ulukları n co ğ ra fi l ı ağl a ntılar ın ı n kop­ ması duruınundaysa , farkl ı bir sonuç ol u�;ıcaktı r. Bu durumda,

101


(40K) CroMagııoıı (250K) Arago [250K) Cebel

(92K) Kafzc

ŞEKiL 5.3 Fosil haritası. Harita modern insanların kökeniyle lıağlaııtılı fosillerin yerle­ rini (ve bin yıl olarak yll§lannı) gösteriyor. Neaııdertlıaller taral ı alandan dı­ §an çıkmamı§lardır. En eski modern insan örnekleri Salıra a l t ı Afrika'da ve Oıtadoğu'da bulunmu§tur.

ki bir toplulukta oluşan genetik l ı i r değişim diğer topluluklara aktarılamayacaktır. Dolayısıyla, l ı i r l ı i rl e rinden ayrı kalan toplu­ luklar birbirlerinden genetik olarak farklılaşabilir, belki de so­ nunda farklı alt türlere ya da lıaııa farklı türlere dönüşebilirler. N üfus genetikçileri çeşitli boyutl ardaki nüfuslarda genetik deği­ şim hızını hesaplamak için matematik modelleri kullanıyor ve dolayısıyla, eski dönemlerde nder olduğuna dair fikirler ürete­ biliyorlar. Aralarında, Stanford' dan Luigi Luca Cavalli-Forza ve Londra'daki U niversity College'dan Şahin Ruhani'nin de bulunduğu, bu tartışmaya kat ıl mış çoğu n üfus genetikçisi, çok 1 02


bölgeli evrim modeline ku§kuyla bakıyor . Çok bölgeli evrim modelinin genݧ nüfuslar arasında, onları genetik açıdan bağla­ yan ve evrimsel değݧİm sayesinde modern İnsanlara dönü§me­ lerini sağlayan yoğun gen akı§ları gerektirdiğini belirtiyorlar. Cava İ nsanı fosilieri için 1 994 ba§larında açıklanan yeni tarih­ lendirmeler doğruysa, Homo erectus ya§am menzilini Afrika ötesine yakla§ık 2 milyon yıl önce ta§ım ı§tır. Dolayısıyla, çok bölgeli evrim modeli uyarınca, gen akı§ının genݧ bir coğrafi alanda sürmesinden öte, çok uzun bir dönem boyunca sürmesi de gerekecektir. Nüfus genetikçilerinin çoğu, bunun kesinlikle gerçekçi olmadığını söylüyorlar. Modern öncesi toplulukların Avrupa, Asya ve Afrika içinde dağılmalarıyla birlikte, bağlantı­ lı bir b ütünden çok, (arkaik sapiens' te gördüğümüz gibi) coğra­ fi varyantiarın olu§ması çok daha olası görünüyor. Fosilieri bir süreliğine bırakarak davranı§a, yani, davranı§ın gözle görülür ürünlerine, aletiere ve sanat objelerine yönelece­ ğiz. Teknolojik açıdan ilkel İnsan gruplarında İnsan davranı§la­ rının büyük çoğunluğunun arkeolajik açıdan görünmez olduğu­ nu unutmamalıyız. Sözgelimi, bir §amanın yönettiği üyeliğe ka­ bul töreninde efsaneler anlatılacak, §arkı söylenecek, dans edi­ lecek, beden süslenecek; ve bu faaliyetlerin hiçbiri, arkeolajik kalıntılarda yer almayacaktır. Dolayısıyla, ta§ aletler ve oyul­ mu§ ya da boyanmı§ nesneler bulduğıı muzda, bunların eski dünyaya son derece dar bir pencere açtıklarını unutmamalıyız. Arkeolajik kalıntılarda, modern İnsan zilıninin İ!jleyݧİnİ gös­ teren bir tür ݧaret saptamayı ve bu ݧaretiıı rakip hipotezlere ı§ık tutmasını isteriz. Sözgelimi, i§aretin Eski D ünya'nın tüm bölgelerinde az ya da çok e§zamanlı olarak ortaya çıkması du­ rumunda, çok bölgeli evrim modelinin, modern insanların ev­ rilmesine ili§kin en olası §ekli tanımladığını siiyleyebiliriz. Ama i§aretin önce lıağımsız bir bölgede _ortaya çıkması ve ardından, dünyanın geri kalan . kısmına a§amalı olarak dağılması duru­ munda, alternatif modele ağırlık verilecektir. Elbette, arkeolo-

1 03


jik modelin fosil kalıntılarından elde edilen modelle çakışması­ nı da isteyeceğiz. 2 . Bölüm'de, Homo cinsinin ortaya çıkışının, yaklaşık 2 . 5 milyon yıl önce, arkeolojik kalı n tıların başlangıcıyla az çok ça­ kıştığını belirtmiştik. 1 .4 milyon yıl önce taş alet gruplarının iyice karmaşıklaşarak Oldovan kültürden Acheuleen kültüre geçilmesinin de, Homo erectus'un ortaya çıkışının hemen son­ rasına denk geldiğini görmüştük. Demek ki, biyolojiyle davra­ nış arasında son derece yakın bir bağlantı var: En erken Homo en basit aletleri yapmıştı; karmaşıklığın hızla artması, Homo erectus'un evrilmesiyle birlikte görüldü. Yaklaşık yarım milyon yıl sonra arkaik sapiens'in ortaya çıkışında da aynı bağlantı gö­ rülüyor. Bir milyon yılı aşkın bir yavaşlamadan sonra, Homo erec­ tus'un basit el baltası kültürü, yerini büyük yongalar üzerinde gerçekl eştirilmiş daha karma�ık bir teknolojiye b ı raktı . Ache­ uleen kültürde belki bir diizine saptanmış alcı vardı; ama bu dönemde yeni teknoloji yakla�ık alımı� alet içeriyordu . Nean­ derthaller de dahil ol mak üzere arkaik sapit•ns 'ı e gördüğümüz biyolojik yenil iğe, yeni bir teknolojik bect•ri d iizı�yinin de eşlik ettiği çok açık. Ama yeni teknoloji bir kez ycrl c�ıikıen sonra çok az değişti . Yeni dönemi , yenilikten çok du rağanl ık belirli­ yordu. Ama değişim en nihayet geldiğinde, baş döndii rücüydü; belki de, ardındaki gerçeğe karşı gözümüzü kiir eddıilecek denli baş döndürücü. Yaklaşık 3 5 .000 yıl önce Avrupa'da in­ sanlar özenle işlenmiş taş l>Içaklardan en m iikenı mel �ekilde aletler yapmaya başladılar. Kemik ve boynuz ilk kez, ald yapı­ mında hammadde olarak kullanıldı . Alet kutularında artı k, ka­ ba giysilerin şekillendirilnıesi, oyma ve yonlma aleılerini de içeren yüzü aşkın alet yer alıyord u . Alet ilk kez sanal eserine dönüştü : Sözgelimi, boynuz ııı ızrak alıcıları hayvan oymaları yl a süsleniyordu. Fosil kalıntı ları nda görülen boncuk ve s ii slı�r, ye­ ni bir beden süsleme uygulamasının başladığını gösteriyor. Ve - en kışkııtıcısı da- derin ın ağaraların duvarl arı ndaki n�si m104


ler, bizi mkine benzer olduğunu hemen fark edeceğimiz bir zi­ hinsel dünyaya işaret ediyor. Durağanlaşmanın egemen olduğu önceki dönemlerin tersine, kültürün özünü artık yenilik oluş­ turmaya başladı ve değişim yüz binlerce yıl yerine, binlerce yılla ölçülmeye başlandı . Üsı Paleolitik Devri mi adı verilen bu kolektif arkeolajik işaret, modern insan zihninin çalışmasına dair, kuşku götürmez bir kanııtır. Üsı Paleoliıik Devri m i n i n arkt·olojik i§aıTi i ı ı i ı ı gnı;t'ğe kar­ şı körleşmemize yol aç a b il ec e ğ i n i siiylerıı işıiııı . B u n u nla, Bal ı Avrupa' daki bilinen arkeolojik kal ıntıları n L m il ı s t' l nedenlerle, A frika'dakinden daha zengin olduğunu kaslt>diyonını . A fri­ ka'da bulunan bu döneme aiı her arkeolajik silt' karşılık, Batı Avrupa'da yaklaşık 200 sit bulunmuştur. Bu fark, insanın tari­ höncesi gerçeğin i değil, iki kıtadaki bilimsel keşif yoğunluğu arasındaki farkı yansıtır; Üst Paleolitik Devrimi uzun süre, mo­ dern insanların Batı Avrupa'da oraya çıktıklaı·ına kanıt sayıldı . Ne de olsa, arkeolajik işaret ve fosil kalıntıları burada çakışı­ yordu . ller i kisi de yaklaşık 3 5 .000 yıl önceki çarpıcı bir olaya işaret ediyordu : M odern insanlar :� 5 .000 yıl önce Batı Avru­ pa'da ortaya çıktılar ve modern davranışlan hemen, arkeolaj i k kalınıılann parçası old u . Y a d a , iiyle olduğu varsayılıyordu. Ama bu görüş yakın zamanlarda d(�ği�ti . Balı Avrupa artık bir Lür geri kalmış bölge olarak giiriil iiyor ve l ıi r diiııiişii m ü n , doğudan batıya tüm Avrupa'yı eıkisiıı(� aldığıııı fark edebiliyo­ ruz. Yaklaşık 50.000 yıl önceden l ıaşlayarak Doğu Avru­ pa'daki mevcut Neanderıhal toplulukları yok oldu ve yerlerini modern i nsanlar aldı . En son değişi ııı (�rı l ıaı ıda, yaklaşık 33.000 yıl önce gerçekleşti. Batı Avrupa'da rııod(�rn insanların ortaya çıkışıyla modern insan davranışının ı;akı�ıııası , yeni bir nüfus akını n a i�arel ediyor: Modern 1/omo sapiens . Avru­ pa'daki Üst Pabıl iıik Devrim i evrimsel ı h�ğil , demografik b i r işaretli . Modern i n s a n l a r SO.OOO yıl öncesinden başlayarak Balı Av­ rupa'ya giiç ( �di y or idiysder, aslında nen�deıı gel mişlerdi? Fo'

105


sil kanıtiarına dayanarak, kesinlikle Afrika' dan diyebiliriz; ya da belki, Ortadoğu'dan . Arkeolajik kalıntılar, yetersizliğine rağmen, modern insan davranışının Afrika kökenli olduğu tezi­ ni destekliyor. Dar bıçaklara dayanan teknolojiler bu kıtada yaklaşık 1 00.000 yıl önce görülmeye başladı. Unutmayın ki bu da, modern insan anatomisinin bilindiği kadarıyla ilk kez ortaya çıkmasıyla çakışmaktadır ve biyolojiyle davranış arasın­ daki bağlantının üçüncü örneği olarak görülebilir. Ama buradaki bağlantı bir yanılgı, bir rastlantının sonucu olabilir. Bunu söylememin nedeni, hem fosil kalıntılarının hem de arkeolajik kalıntıları n iyi durumda olduğu Ortadoğu' da hem son derece açık, hem de paradoksal bir şey görmemizdir. Yeni tarihlendirme yöntemleri, bölgede Neanderthallerle modern insanların 60 .000 yıla ulaşan bir süre birlikte var olduklarını gösteriyor. (1 989'da Tabun Neanderthal insanının en azından 1 00 . 000 yaşında, yani, Kafze ile Skhul'daki modern insanla­ rın çağdaşı olduğu gösterild i .) Bu dönemde gördüğümüz tek alet teknolojisi şekli, Neanderıhal'le bağlantılı olandır. Tekno­ lojilerine, ilk kez keşfedildiği yer olan Fransa'daki Le Moustier mağarasına göndermeyle, Mousterit�n adı veril mektedir. Orta­ doğu'daki anatomik açıdan modern insan toplulukl arının, Üst Paleolitik'e özgü yenilikçi alet grupları nılan çok, Mousterien benzeri teknoloji üretmiş gibi göriirı rııdni, davranış değil, yal­ nızca biçim açısından modern oldukları anlamına geliyor. Do­ layısıyla, anatomiyle davranış arasındaki bağlantı kopmuş gibi görünüyor. En erken modern i nsan davranışının arkeolajik işa­ reti zayıf ve dağınıktır ve bu ılıınıın , l ıilinen kalıntıların yeter­ sizliğinin sonucu olabilir. Bıçağa dayalı teknoloj i ilk kez Afri­ ka'da görülmüş olsa da, kesinliklt� Afrika kıtasını işaret edip, " M odern insan davranışı Afrika'da başladı, " demek ve ardın­ dan, Avrasya'ya doğru yayılı lığını iddia etmek m ümkün değil. Modern insanın kökeni nt� dair üçüncü kanı t dizisi - mole­ küler genetik- aralarında en kuşku götürür ve aynı zamanda, 1 06


en çekişıneli olanıdır. l 980'lerde, modern insanın kökenierine dair yeni bir model ortaya çıktı. Mitokondriyal Havva hipotezi olarak bilinen bu model temelde, " Afrika' dan Yayılma" mode­ lini ikna edici şekilde desteklemekteydi. "Afrika'dan Yayılma" hipotezini savunanların çoğu, modern İnsanların Afrika' dan Eski Dünya'nın geri kalan kısmına yayılmalarıyla birlikte, bu bölgelerde yerleşmiş modern öncesi topluluklada bir dereceye dek çiftleşmeleri olasılığını benimsemeye hazır. Bu, eski toplu­ luklardan modern topluluklara uzanan bir genetik sürekliliği bir derece olanaklı kılardı. Ama mitokondriyal Havva modeli bunu çürütüyor. Bu modele göre, modern topluluklar Afri­ ka' dan göç edip sayılarını artırdıkça, mevcut modern öncesi toplulukların yerini tamamen aldılar. Göçmen ve mevcut toplu­ l uklar arasında çiftleşme, eğer gerçekten olduysa, ancak çok az bir düzeydeydi. M itokondriyal Havva modeli iki laboratuvarda - Emory Üniversitesi'nden Douglas Wallece ile arkadaşlarının ve Cali­ fornia Üniversitesi'nin Berkeley kampusundan Allan Wilson ile arkadaşlarının laboratuvarlarında- yürütülen çalışmalar sonu­ cu ortaya çıktı. Mitokondri adı verilen hücrenin içindeki küçük organellerde ortaya çıkan genetik maddeyi, yani DNA'yı İnce­ lediler. Anneden gelen yumurtayla lı<ıl ıadan gelen sperm bir­ leştiğinde, yalnızca yumurtadarı gelen rniıokondri yeni oluşan embriyonun bir parçası olur. Dolayısıyla, rnitokond riyal DNA yalnızca anneden geçmektedir. Bazı teknik nedenlerden ötürü mitokoııdriyal D N A , evrimin izlediği yolun görülmesi amacıyla kuşakl ar lıoyurıca geriye doğru bakılınasına son derece uygundur. D N A'nın anneden geçmesi nedeniyle de, sonuçta tek bir dişi alaya uzanmaktadır . Yapılan ineelemder, modern insanları n gı�ııdik atalarının, muhtemelen 1 50 .000 yıl önce Afrika'da yaşaıııış bir dişiye da­ yandığını gösteriyor. (Ama bu dişinin, yaklaşık 1 0.000 bireye ulaşabilecek bir l opluluk içinde yer aldığını unutmamak gere­ kiyor; yani o , Ade ın 'i yle birl ikte tek başına yaşayan bir Havva değildi.) 107


Analizler, modern insanların kökenini Afrika'da göstermek­ ten öte, modern öncesi lopluluklarla birleşmeye dair bir kanıt sunmuyorlar. Şu ana dek yaşayan İnsan topluluklarından alına­ rak incelenen mitokondriyal DNA'ların birbirlerine büyük oranda benzemesi, yakın tarihli ve ortak bir kökene işaret edi­ yor. Modern ve arkaik sapiens arasında genetik karışma olsay­ dı, kimi insanlar ortalamadan çok farklı ve kökenierinin eskilİ­ ğİnİ gösteren miıokondriyal DNA'lar taşırlanlı . Şimdiye kadar, dünyanın her yanından t!. OOO' den fazla insanda bu tür eski bir mitokondriyal DNA görülmedi. Modern İnsanlardan alınarak analiz edilen tüm miıokondriyal DNA'ların kökeni oldukça ya­ kın tarihli görünüyor. Bu da, modern göçmenlerin eski nüfus­ ların yerini tamamen aldığı anlamına geliyor; süreç ] 50.000 yıl önce Afrika'da başhımış ve sonraki 1 00.000 yıl içinde Av­ rasya'ya yayıl mıştı . Allan Wilson ile eki l ı i , araştı rmalarını ilk kez Natııre dergi­ sinin Ocak 1 987 sayısında yayı ıılaıııışlar, cesurca ilan edilen sonuçlar antropologlar ar ası r ı da d ehşet yaralmış ve halkın ilgi­ sini çekmişti. Wilson ilı� arkadaşl arı , verilerinin " arkaikten mo­ dern 1/onıo sapil'ns formlarına gı·c;iş i ıı ilk olarak, yaklaşık 1 00.000 - 1 40.000 yıl önce A frika'da lıaşladığına ve . . . günü­ müzün tüm insanlarının o niifusun t onı niarı olduğuna" işaret elliğini yazdılar. (Daha sorıra yapılan a n al izll"r son ul"u, tarihler biraz daha geriye çekildi . ) l>o uglas 'la a rkadaşları da, Berkeley grubunun ulaştığı son uçları gcnı·l olarak destekliyorlardı. Çok bölgeli evrim modı·l i ndı·n vazgeçmeyen Milford Wol­ poff bu verilerin ve analizierin nıant ıksız olduğunu öne sürd ü , a m a Wilson'la arkadaşları dalıa c;ok veri üretmeyi sürdürdüler ve sonunda, sonuçlara ist atisıiksı·l olarak karşı çıkıl amayacağı­ nı belirttiler. Ama yine de, yakın zamanlarda analizlerde birla­ kım istatistiksel sorunlar olduğu saptandı ve sonuçların, savu­ nulduğundan daha az sorıı ı ı l olduğu kabul edildi . Yim� de pek çok moleküler biyolog h ill tı, miıokondriyal verileri n " A fri­ ka'dan Yayılma" hipo l ezi n i yl'lerince desteklediğine inanıyor. Çekirdekteki DNA'ya day a l ı d ah a geleneksel genetik kanıtları n 108


da mitokondriyal DNA verilerinin ortaya koyduğu modele işa­ ret etmeye başladığını vurgulamakla yarar var. Modern toplulukların modern öncesi toplulukların yerı nı kısmen ya da tamamen aldıkları fikrini savunanlar rahatsız edi­ ci bir sorunla karşı karşıya kalıyorlar: Bu yerini alma işi nasıl gerçekleşti? Milford Wolpofr a göre bu tür bir senaryo, vahşi bir soykırımı kabul etmemizi gerektiriyor. Böylesi bir soykırı­ ma, on dokuzuncu yüzyılda Amerika ve Avustralya'daki asıl yerli nüfusların katiedilmeleri dolayısıyla tanık olduk. Bu konu­ da hiçlıir kanıt olmasa da, aynı durum eski çağlarda da yaşan­ mış olalıilir. Kanıt yetersizliği karşısında, şiddet varsayımına karşı olası alternatifler aramak durumundayız. Biiyle lıir alıernatif yoksa, hipolez kanıtlanmış olmasa lıile, giiç kazanıyor. N ew York Eya­ Jet Üniversitesi'nin Buffalo kaııı pıısıından anlropolog Ezra Zubrow, böylesi bir alternatif model a radı. Birlıirleriyle ilişkiye giren topluluklardan birinin, diğeriıw oranla kiiı;iik lıir rekalıet avantajına sahip olduğu bilgisayar ıııodı·llı·ri gı·l i şt irdi. Zulırow, bu tür simulasyonlar yaratarak üstiin l ıi r topl ıı l ı ı ğ ı ı rı ikinci top­ luluğu hızla yok elmek için ne tür l ı i r avantaja gı·n·k duyacağı­ nı saptayabiliyor. Karşımıza, son dcrı·ı·ı· �a� ı rt wı l ı i r yaıııt çıkı­ yor: o/o 2 oranında bir avantaj , ikinc·i topl ı ıl ıığıın l ıirı yıl içinde tamamen yok olmasına yol açabilir. Bir topluluğun başka birini askeri iistiinliik sayesinde nasıl yok edeceğini anlayabiliyoruz. Ama, siizgı·li ıni gıda gibi kay­ nakların kullanım ındaki kliçük bir avantaj ı n giin·ı·ı� kısa bir sü­ re iı;inde etkisini göstererek kıyamet I H'nzı·ri soıııı��lara yol aç­ masırıı anlamak lıizi ın için o kadar kolay dı·ği l . Modern insan­ ların N l'andı·rt l ı allı�r karşısında küçük l ı i r avantajları varsa, ne­ redeyst' hO.OOO yıla ulaşan bir süre lıoyıı ıwa iki nüfusun Orta­ doğu'da giirii nii�tı· lıirlikte var olmaları nı nasıl açıklayabiliriz? 11ıı soruya gt' l i rilı-n aı;ıklamalardan hi rinı� giire, modern insan­ lar anatomik aı;ıdan ı·v ril nı işle rd i ama ıııodı·rıı insan davranışı ,

1 09


sonradan gelişti. Pek çok kişinin benimsediği ikinci bir açıkla­ maya göre de, birliktelik durumu gerçek olmaktan çok, yalnız­ ca bir görüntüydü. Farklı nüfusların aynı bölgede, iklim deği­ şimlerini izleyerek sırayla yaşamış olmaları mümkü n . Soğuk dönemlerde modern insanlar güneye geçiyor ve Ortadoğu'ya Neanderthaller geliyordu; sıcak dönemlerde de bunun tam ter­ si yaşanıyordu. Mağara kalıntılarındaki zaman ayrışımının ye­ tersizliği nedeniyle, bir yerin bu şekilde 11 paylaşılması 11 , birlik­ te var olma gibi görülebilir. Ama Neanderthallerle modern insanların birlikte var olduk­ lannı bildiğimiz yerlerde - 3 5 .000 yıl önce Batı Avrupa'da­ bu durumun, Zubrow'un modeliyle uyumlu olarak, bir ya da en fazla iki bin yıl sürmüş olduğunu belirtmekte yarar var. Zubrow'un modeli, modern insanların karşılaştıkları modern öncesi insanları yok etme yöntemlerinin demografik rekabet ol­ duğunu kuşku götürmez şekilde kanıtlamıyor. Ama yerine geç­ me mekanizması olarak şiddetin tek aday olmadığını gösteri­ yor.

Bütün bunlar bizi hangi noktaya getiriyor'? Modern insanla­ rın kökenine dair o önemli soru , onca l ı i l gi n i n yığılmasına kar­ şın, hala çözülemedi . Ama ben , çok l ıiilgeli evrim hipotezinin doğru olamayacağını düşünüyoru m . Modern Homo sapiens'in ayrı bir evrim olayı olarak A fri ka'da l ı i r yerlerde ortaya çıktığı­ nı sanıyorum ; ama bu ilk modı�rıı insanların Avrasya'ya yayıl­ dıklarında oradaki n üfuslada kan�tıklarını da sanıyoruı_n . Şu anda yorumlandığı şekliyl� gı�ııeı ik kanıtların bunu neden yan­ sılmadığını bilemiyorum. Belki de kanıtlar şu anda yanlış yo­ rumlanıyordur. Ya da sonunda, mitokondriyal Havva hipotezi­ nin doğru olduğu görülecektir. Tartışma feryatları sona erdi­ ğinde ve rakip hipotezlerden l ıirini ya da diğerini destekleyen yeni kanıtlar bulunduğunda, lıu belirsizlik de çözüm e kavuştu­ rulabilir. 110


6 . BÖLÜM

SANJ\T DiLi

İ nsanı n tarihöncesine ait e n etkileyici kalıntıların çoğunun, son 30.000 yıl içinde üretilmi§ - oyulmu§, resmedilmݧ ya da yon­ tulmu§- hayvan ve insan tasvirleri olduğuna hiç kuşku yoktur. Bu dönemde modern insan ortaya çıkmı§ ve Eski Dünya' nın büyük bir kısmına yayılmı§, ama muhtemelen, Yeni D ünya'ya henüz ula§mamı§tı. İ nsanlar ya§adıkları her yerde - Afrika, Asya, Avrupa ve Avustralya'd a - kendi d ünyalarının i mgeleri­ ni yarattılar. Anla§ılan kar§ı koyulmaz bir tasvir güdüsü vardı , imgeler ise karşı koyulmaz b i r biçimde kı§kırtıcı v e gizemli . Antropolog olarak ya§adığı m en olağanüstü deneyimlerden biri ,

güneybatı

Fransa'daki

bazı

süslenmݧ

mağaralara

1 980'de yaptığım ziyaretlerdir. BBC televizyonu için bir dizi

hazırlıyordu m ve Dordogne' daki Les Eyzi es kasabası yakınla­ rındaki ünlü Lascaux maii;arası da dahil olmak üzere, çok az insanın görebildiği yerleri görme fırsal ı n ı bul d u m . B uzul Çağı Avrupası'ndan kalma mağaraların en siisliisii olan Lascaux , re­ simlere zarar verilmesini önlemek amacıyla, ı

96:rıcn b e ri hal­

ka kapalıydı; §U anda ise, günde beş ziyareıı;i gilıi sıkı lıir kısıt­ lama uygulanıyor. Şansımıza, mağara n ın siislerıı i ş d uvarl arının harika bir kopyası yakın zamanlarda tanı a rıılanal ı i l d i ve böyle­ ce, imgeleri görme olanağını hala bulalıil iyonız. ı 1)80'de ger­ çek Lascaux'ya yaplığım ziyaret bana,

o ı

l ı z l ıı�ş yıl önce, ebe­

veynlerim ve Fransa' nın en ünlü tari hiineesi uzmanı Henri

Breuil'le birl i kıı� l ı ı ı mağarayı ziyaret etıiii;i ırı giinü hatırlattı . Bu

ikinci ziyan�lle ı k lıoii;a, at ve geyik i m gcb· i gençliğimdeki ka­ dar hayret verici y d i ; i nsanın gözleri önündı� hareket ediyorlar­

dı sanki . lll


Fransa'nın Ariege bölgesindeki , en az Lascaux kadar çarpı­ cı olan Tuc d' Audoubert mağarası tam anlamıyla benzersizdir ve insanı büyüler. M ağara, Kont Robert Begouen'e ait toprak­ lardaki üç süslenmi§ mağaradan biridir. Dar, dolambaçlı bir geçit parlak gün ı§ığından, karanlıkların en derinine doğru ki­ lometrelerce ilerler. Konlun el feneri duvarlara dans eden göl­ geler dü§ürür ve kil zemin portakal rengine b ürünür. Sonunda, geçidin ucundaki küç ü k bir galeriye ula§ılır ve konl feneri ni, odanın ortasındaki bir noktaya, altındaki zemine doğru meyle­ den tavana tutar. Burada, kilden m ü kemmel §ekilde yontul m u§ ve kayalara yaslanmı§ i ki bizon figürü görülür. Bu ünlii figürlerin resi mlerini görmü§tüm belki , ama özgün olanlarına hazır değildi m . Gerçek boyutun yakla§ık altıda b i ri bii y ii kl ü kteki bu fi g ürl e r i n m ükem mel bir yapısı vardır, hare­ ketsi zl i kleri i ç i nd e hareketle doludurlar; içlerinde ya§amı ba­ rındırırl ar. l !1 . 000 yıl önce bu figürleri yonları sanatçıların be­ c e r i si ıwfes kesicid i r ; özellikle de, hangi ko§ullar altında çalı§­ ını s oldu kları d i i s ii n ii l d ii ğ ün d e Hayvan yağı doldurulmu§ basit kandiller k ı ı l l anara k k o m s u b i r odadan kil la§ıınış ve parmakla­ rıyla l ı i r l i i r d i i z alet kul lanarak bu hayvanl arı y a ra l ın ı şl a r; göz­ ler, lnırıı ı ı ı i ı · i i k l , · r i , ağ ız ve yele, kesk i n l ı i r sopa ya d a kemik kullan a ra k §t�kille n d i r i l m i ş . İşierini l ı i L i rd i klı�ri nde geriye kalan artıkların çoğu nu özenle L e m i zlemiş, ge r i d e yalnızca sosis §ek­ linde birkaç kil parçası lıırakmı§lar. B i r z a m anlar, bu parçala­ rın penis ya da boynuz oldukları sanılırdı; §imdi ise, heykeltı­ ra§ların kilin esnekliğini denedikleri örnekler oldukları dü§Ü­ nülüyor. Bizonun yaratıl masın ı n ıwdı�ıı leri ve yaratıldığı ko§ullar za­ man içinde yitip giLLi. M ağara n ı n zeminine, diğer ikisinin yanı­ na üçüncü bir figür, daha ka baca i§lenmi§; küçük ve y i n e kil­ den olmak üzere bir hey k d c i k daha b ulunuyor. Ancak en il­ ginci, figürlerin çev resi ndeki muhtemelen çocuklara ait olan topuk izleri . Sanatçılar ç al ı � ı rke n çocuklar etrafiarında mı oy­ nuyordu? Ama öyleyse, ıwden sanatçıların ayak izlerini gör.

,

1 12


müyoruz? Topuk izleri, merkezi parçasında bizon figürlerinin bulunduğu Üst Paleolitik m itolojisinin bir bölümünü kapsayan bir ayİn sırasında mı yapılmı§tı? Bilmiyoruz ve belki de hiç bi­ lemeyeceğiz. Güney Afrikalı arkeolog David Lewis-Williams'ın tarihöncesi sanatı konusunda dediği gibi, " Anlam kültüre bağ­ lıdır. " Witwatersrand Üniversitesi'nden Lewis-Williams, Buzul Ça­ ğı Avrupası da dahil olmak üzere tarihöncesi sanatının anlamı­ nı aydınlatmak amacıyla, Kalahari'deki !Kung San halkının sa­ natını inceler. Sanatsal ifadenin bir toplumun karma§ık kültü­ rel dokusunda muammalı bir lif olu§turabileceğini fark eder. Mitoloji, müzik ve dans da bu dokunun birer parçasıdır: Her lif bütünün anlamına katkıda bulunur, ama kendi ba§ına eksik­ siz olmayabilir. Üst Paleolitik ya§amının, mağara resimlerinin rol aldıkları parçasına tanıklık edebilseydik bile, bütünün anlamını kavra­ yabilecek miydik? Pek sanmıyorum. Ait oldukları kültür dı§ın­ da belki de bir anlam La§ı mayacak olan §İfreli simgelerin öne­ mini değerlendirebilmek içi n , modern dinlerdeki benzer öykü­ leri dü§ünmemiz yeterl i . El i n d e asa Lulan ve ayaklarının dibin­ de bir kuzu bulunan adam İ rngt�si r ı i n l ı i r 1 l ı ri s t i yan i ç i n t a§ı d ı ğı anlamı dü§ünün; ve bunun, l l ı ri s t i ya n l ı ğ ı n ii y kii s ii n ü bilmeyen­ ler için hiçbir anlam ta§ ım ay ac ağ ı r ı ı d a . Burada çaresizliği değil, ihtiy a t l ı ol m a gı�rı�ği rıi yansı t a n bir mesaj vermek istiyoru m . Bugün el i m i zdı� l ı ı ı l ı ı n a ı ı e s k i imgeler, eski bir öykünün parçalarıdır ve ne an l a m a gel d i kini n i l ı i l ın eyi çok istesek de, kavrayı§ımızın olası sını rl arı nı kal ıııllenmek ge­ rekecektir. Dahası, tarihöncesi sanatının algı l a r ı ı ı ı ası nda güçlü ve belki de kaçınılmaz bir Batılı önyargısı g i i r ii l ii yo r. Bunun yol açtığı sonuçlardan biri, doğu ve güney A fri ka'daki aynı de­ recede, Lıd k i dalıa da eski tarihöncesi sarı atı iiwrinde yeterin­ ce duru l m a ı rı a s ı d ı r. Diğe r bir sonuç da, san a t ı n Batılı yakla§ı­ mıyla değerl e ı ı d i r i l ıııcs i d i r : Yani, yalnı zc a l ı i r ırı üze duvarına asılıp seyredil ı�cı�k n·sinılerden olu§uyorı ı ı u� gi l ı i . Gerçekten İnsanın Kökı·ı ı i . !.': B

1 13


de büyük tarihöncesi uzmanı Andre Leroi-Gourhan , Buzul Ça­ ğı imgelerini rı Batı sanatının kökenieri rı olarak tanımlam ı§ lı. Bu kesinlikle doğru değil, çünkü 1 0 . 000 yıl önce, B uzul Çağı'nın sonunda, temsili resim ve oymacılık Lamamen yok olmu§ ve ye­ rini §ematik imgelerle geometrik modeller almı§tı. Lascaux'da uygulanan, perspektif ve hareket duygusu gibi tekniklerin ço­ ğunun Batı sanatında, Rönesans'la birlikte yeniden yaratılması gerekecekti .

Eski i mgeler aracılığıyla Üst Paleolitik ya§amına bir göz at­ ma çabalarının bazılarını incelemeden önce, Buzul Çağı sanatı­ nın genel bir görüntüsünü çizmeliyiz. Söz konusu dönem 35.000 yıl önce ba§ladı ve yakla§ık 1 0.000 yıl önce, Buzul Çağı'nın bitݧİyle birlikte sona erdi. Bu dönemde Balı Avru­ pa'da karma§ık teknolojinin ilk kez ortaya çıktığı ve modayı iz­ liyormu§ gibi, hızla geliş i iği unutul m amalıdır. Değݧİm sırası Üst Paleolitik teknolojisinin her yeni dı�ğişkenine verilen adlar­ la ݧaretlenmekıedir; Buzul Çağı sanatındaki deği§imleri de ay­ nı çerçeveyi kullanarak inceleyebiliriz. Üst Paleolitik, temelde, 34.000 ile 30.000 yıl önceki Au­ rignacien dönemle birlikte ba§lar. Bu dönemden kalma bilinen resimli mağara olmasa da, İnsanlar, muhtemelen giysilerini süslemek için, küçük fildi§İ boncuklar yapmaya biiyii k çaba harcamı§lardır. Ayrıca, genellikle fıldi§İnden oyulmu§ zarif in­ san ve hayvan figürleri de yapmı§lardır. Sözgelimi, Alman­ ya' daki Vogelherd sitinde fıldi§inden yapılmı§ yarım d iizine in­ ce mamul ve at figiirü bulunm uştur. At figürlerinden biri, tüm Üst Paleolitik boyunca bulunabilecek bir parça kadar beceriyle üretilmi§tir. Daha önce d e söylediğim gibi, müzik bu insanların ya§amında kesinlikle önemli bir yer tutuyordu. Güneybatı Fransa'da, Abri Blanchard'da bulunan kemikten yapılma kü­ çük bir flüt de bunu kanıtlar. 30.000 ile 22 .000 yıl önceki Gravettien döneminin insanla1 14


rı ilk kez, bazıları hayvan ve bazıları da insan olmak üzere, kil heykelcikler yaptılar. Üst Paleolitik'in bu döneminden çok az mağara resmi kalmış, ama bazı mağaralarda ters el izleri bu­ lunmuştur; bu izler belki de, elin mağara duvarına Lutularak kenarlara boya fışkırtılmasıyla oluşmuştu . (Bu uygulamanın bi­ raz dehşet verici bir örneği Fransız Pireneleri'nde, Gargas si­ linde bulundu. Burada, parmakların bir ya da daha fazla par­ çasının eksik olduğu iki yüzden fazla İz sayılmıştır.) Graveltien dönemi yeniliklerinin en ünlüsü ise, çoğunlukla yüz özellikleri ve bacaklarının alt kısmı · olmayan kadın heykelcikleridir. Kil, fildişi ya da kalsitten yapılan ve Avrupa'nın büyük bölümünde bulunan bu heykelciklerin hepsine Venüs adı verilmiş ve tüm kıtayı içeren bir dişi doğurganlık kühünü temsil ettikleri varsa­ yılmıştır. Ama yakın zamanlarda yapılan daha dikkatli incele­ meler bu figürlerin formunda büyük oranda çeşitlilik olduğunu göstermiştir ve günümüzde, doğurganlık kültü fikrini savunan pek az bilimci kalmıştır. · Genellikle bunlardan daha fazla ilgi çeken mağara resimle­ ri, Üst Paleolitik'in , 2 2 . 000 ile 1 8.000 yıl önceki Solutreen döneminden itibaren başlar. A m a daha yaygın başka sanatsal ifade biçimleri de vanlı. Siizgd i ın i , gı�nı�llikle yaşama siLlerin­ de bulunan büyük, etkileyici yarı m oyınalar, anlaşılan Solutre­ en insanları için çok önemliydi. Bu diiııcıııden kal ma olağanüs­ tü bir örnek, Fransa'nın Charanle biilgı�siııdeki Hoc de Sers si­ tindedir. Burada bir barınağın arkasındaki kayaya büyük at, bizon, rengeyiği, dağ keçisi figürleri ve l ı i r iıısan figiirü işlen­ miştir; figürlerden bazıları yaklaşık 1 5 cnı lıoyıındad ı r. Üst Paleol itik'in son dönemi - 1 8 . 000 ile 1 1 .000 yıl önce­ ki Magdalenien - derin mağara resimcil ij!;i diiııı�rrı i y d i : Hesim­ lendirilmiş maj!;arala rı n % 80'i bu döneındeııd i r. Lascaux'nun yanı sıra, kuzı�y i spanya'daki Cantabriaıı l ıiilgesindeki, en az Lascaux kadar giirkı� m l i Al tamira mağarası l ııı dönemde resim­ lendirilmişLir. M agdalenien insanları aynı zamanda yetenekli taş, kemik ve fildi�i ıwsne - kimi mızrak a l ıc ! ları gibi kullanım 115


amaçlı, kimi de 11 asalar11 gibi, kullanım amaçlı değil - yontucu­ ları ve oymacılarıydı. Buzul Çağı sanatında insan formunun çok ender görüldüğü söylenir; ama bu, M agdalenien dönemi için geçerli değildir. Güneybatı Fransa'da, La Marche mağara­ sındaki Magdalenien insanları, her biri bir portre izlenimi ve­ recek denli kendine özgü, yüzün üzerinde insan başı profıli oy­ muşlardır.

Mağaranın içinde bulunduğu çiftliğin sahibi Don M areellion de Sautuola'nın küçük kızı M aria olmasa, Altamira'nın gör­ kemli resimli tavanı belki de hiç keşfedilemeyecekti . 1 879'da bir gün baba-kız, on yıl önce keşfedilmiş olan mağarayı gez­ mişler. M aria, Sautuola'nın daha önceden incelemiş olduğu, alçak tavanlı bir odaya girmiş. Sonradan hatırladıkları şunlar: 11 M ağarada koşuşluruyor ve sağıla solda oyun oynuyordu m . Birdenbire, tavanda şekiller v e figürl e r fark ettim . . . ' Baba, bak, öküzler,' diye bağırdım . 11 Maria, bir yağ kandilinin titrek ışığında, 1 7 .000 yıldır ki msenin görmediği bir şeyi görmüştü: Daire şeklinde toplanmış iki düzine biz <m ve clral1arında bir kurt, üç erkek domuz ve üç dişi geyik imgesi . imgeler sarı, ye­ şil, siyah renklerdeydiler ve yeni boyanmış gibi taptaze görü­ nüyorlardı. M aria'nın coşkulu bir amatör arkeolog olan babası, kendisi­ nin gözden kaçırdığı ama kızının gördüğü şey karşısında şaşkı­ na dönmüş ve bunun büyük bir keşif olduğunu anlamıştı . Ne yazık ki, dönemin profesyonel tarihöncesi uzmanları anlamadı­ lar: Son derece parlak ve canlı olan bu resimler, yakın zaman­ larda yaşamış bir sanalçının üriinleri olarak değerlendirildi. İl­ kel zihinlerin ürünleri olamayacak denli iyi, gerçekçi ve sanat­ sal görünüyorlardı . Yakın dönemlerde yaşamış gezgin Lı ir sa­ natçı tarafından yapılmış olmalıydılar. Bu dönemde çeşitli taşınabilir sanat örnekleri - kazılmış ve oyulmuş kemik ve boynuzlar- keşfedilmişti . Dolayısıyla, Larİ1 16


höncesi sanatının gerçekliği kabul edildi . Ama hiçbir resim es­ ki olarak kabul edilmiyordu. Altamira'daki imgelerin bulunma­ sından hemen önce, Leopold Chiron adlı bir öğretmen güney­ batı Fransa'daki Chabot mağarasının duvarlarında oym alar bulmu§tU. Ama oymaların çözümlenmesi zordu . Tarihöncesi uzmanları, bunları Üst Paleolitik duvar sanatının kanıtları ola­ rak kabul etmek istemediler. İngiliz arkeolog Paul Bahn'ın de­ diği gibi, " Chabot'nun resimleri etki yaralamayacak denli mü­ tevazı, Altamira'daki resimlerse inanılamayacak denli görkem­ liydi. " De Sautuola l 888'de öldüğünde, Altamira ha.la açık bir sahtekarlık çabası olarak değerlendiriliyordu. Altamira'nın ger­ çekten tarihöncesinden kaldığı, çoğu Fransa'da olmak ü zere, daha az etkileyici ve benzer örneklerin bulunmasıyla ancak ka­ bul edilebildi. Bunların arasında en önemlisi, Fransa'nın Dor­ dogne bölgesindeki La Mouthe M ağarası'ydı. l 895'te ba§layıp yüzyıl ba§ına dek süren kazılarda oyma bir bizon ve çok sayıda resimlenmi§ imge gibi duvar sana_tları bulundu. Dahası, mağa­ ra sanatçılarının ç al ı§ırk en ku lla n dıkları , kumta§ından yapılma ilk Paleolitik lamba örn e �i de l ı ı ı l ı ı n niıı� l ı ı . Uzman çevrelerin dü§ünceleri değişmeye lı a� l ad ı v e kısa s ii rede, :üst (Jal(�olitik resminin gerçek 'olduğu kabul ��d i l d i . Bı ı k a l ıı ı l l ı �ıı i§ i iı eıi iin l ü dön ü m noktası, resimlerin gerçekl i �i ı ı i ı ı iiııdı� gdt'll nı ı ı l ıal i n e rinden biri olan E mile Carthailac'ın 1 1J02 'dt� yayı ı ı l a ııa ı ı Mea Culpa d'un Sceptique" adlı bil d iris i d i r. Carı l ı ail ac, " � lıami­ ra'dan ku§kulan mak için artık hiçbir ne< b ı i ı ı ı i z yok , " diye yaz­ mı§tı. Carthailac'ın bildirisi, bir bilim iı ı saıı ı ı ı ı ıı halasını kabul­ leni§ine klasik bir örnek haline geldiyse de, istl'ksizce yazıldığı bellidir ve daha öneeki ku§kuculuğunu savıııııır. Buzul Ça�ı rt�s i ın l eri ba§langıçta, B a l ı r ı ' ı ı ı dt�diği gibi " yal­ nızca amaçsız karalamalar, grafiti, oyun; zaıııaııı bol avcıl arın akılsızca siisleındt�ri " olarak görüldü . Balı n lııı yorumun, çağ­ da§ Fransa'da sarıal ın algılanma §eklirıd <�ıı kaynaklandığını söyler: " Sanal hala, port re! eri, peyjazları ve anlatımsal resim le­

."

117


riyle son yüzyılların terimleriyle değerlendiriliyordu : Yalnızca 'sanat'tı, tek işlevi hoşnut etmek ve süslemekti. 11 Dahası, kim i .etkili Fransız tarihöncesi uzmanları ruhhan sınıfına şiddetle muhalefet ediyor ve Üst Paleolitik insanfarına dini bir ifade at­ fetmek istemiyorlardı. Bu ilk yorum , özellikle de ilk sanat ör­ neklerinin - taşınabilir nesnelerin - gerçekten basit görü nmesi nedeniyle, mantıklı görülebilir. Ama daha sonra mağara resmi­ nin keşfedilmesiyle birlikte bu görüş değişti. Resimler, tavan­ daki ve duvardaki hayvanların birbirlerine oranla sayıları açı­ sından, gerçek yaşamı temsil etmiyorlardı. Ayrıca muammalı imgeler, açık bir anlamı olmayan geometrik işaretler de vardı. California Üniversitesi'nin Santa Cruz kampusundan John Halverson yakın zamanlarda, tarihöncesi uzmanlarının 11 sanat için sanat" yqrumuna dönmelerini önerdi. Halverson'a göre, evrimimiz sırasında insan bilincinin Lam olarak gelişmiş olması­ nı bekleyemeyiz ve dolayısıyla, tarihöncesindeki ilk sanat ör­ nekleri büyük olasılıkla basit olacaktır; çünkü insanların zihin­ leri de bilişsel açıdan basittir. Altami ra resimleri gerçekten ba­ sit görünür: At, bizon ve diğer hayvan beti mlemeleri tek tek bi­ reyler ya da gruplar halinde görülür, ama doğal bir ortam için­ de ancak çok ender olarak göslerilıni§lerd i r. İmgeler doğru, ama bağlamdan . yoksundur. Ve Halverson'a göre b u , Buzul Çağı sanatçılarının, mitolojik bir anlam olmadan, kendi ortam­ larının yalnızca bazı parçalarını resmeuiklerini ya da oydukla­ rını gösteriyordu. Bu savı ikna edici bulmuyonı rn . Buzul Çağı imgelerinden yalnızca birkaç örnek bile, bu sanatın, modern zihnin ilk du­ raksamalı ilerleyişlerinden dalıa fazlasını yansıttığını gösterme­ ye yeter. Sözgelimi, Kon ı Bt'�gouen 'e ait diğer mağaralardan bi­ ri olan Trois Freres mağarasıııda, B üyücü olarak bilinen, in­ san/hayvan karışımı bir canavar i mgesi vardır. Yaratık arka ayakları üstünde durur ve yiizi.i, duvardan dışarı bakacak şekil­ de dönüktür. Büyük bir çift boynuzu olan yaratık, aralarında insan da olmak üzere, pek çok farklı hayvana ait vücut parça118


larından olu§Ur. Bu, Halverson'ın inanmamızı istediği gibi, " bilݧsel dü§ünce içermeyen " basit bir imge değildir'. Lascaux mağarasında, Boğalar Salonu'ndaki ilk yaratık da öyle değildir. Tek Boynuzlu olarak bilinen bu yaratık, hayvan kılığında giz­ lenmݧ bir insan ya da bir canavar olabilir. Bu tür çok sayıda resim, bili§sel dü§üncenin yarattığı imgeler gördüğümüze bizi ikna etmeye yeter. Ama daha da önemlisi, bu resimler, Halverson'ın iddia etti­ ğinden daha karma§ıklır. Daha önce de belirttiğim gibi, bu re­ sim ve oymalar, Buzul Çağı dünyasından natüralist manzaralar değildi. Gerçek bir manzara resmine benzer hiçbir §ey içermi­ yorlardı. Ve bu insanların ya§ama alanlarındaki hayvan kalıntı­ larına bakılırsa, tasvirleri, günlük diyetin basit yansımaları da değildi. Üst Paleoli tik İnsanların m idelerinde ren geyiği ve or­ man tavuğu, zihinlerindeyse at ve bizon vardı. Kimi hayvanla­ rın mağara duvarındaki i mgelerde, doğada olduğundan daha fazla yer alm aları hiç ku§kusuz önemlidir: Bu imgeleri çizen Paleolitik insanları için özel bir anlam la§ıyor olmalıydılar.

Üst Paleolitik insanların yaptıklan resimleri açıklamayı amaçlayan ilk önemli hipolcz, avlaıı ıııaııın lıiiyiisüne işaret eder. Yüzyıl başında antropologlar, A vıısl ral ya'daki aborijin (esas yerli) resimlerinin, gelecek avırı gaııiııwliııi arı ı rma amaç­ lı, sihirli totem törenlerinin bir parçası oldıığıııııı iiğreniyorlar­ dı. l 903'te din tarihçisi Salomon Reinadı, ayııı ılıı nırnun Üst Paleolitik sanatı için de geçerli olabileeı�ği ııi siiy b l i : Her iki toplumda da resimler, birkaç türü doğal orlaıııdak i n e göre aşırı derecede temsil ediyordu. Üst Paleolitik insaııları , resimleri tıpkı Avustralyalılar gibi, totem ve av hayvarılannın artmasını sağlamak amacıyla yapmı§ olabilirlerdi. Reinach'ın fiki rlı�rinden ho§lanan I lcnri Breuil, uzun kari­ yeri boyunca lııı fi kirlı�ri şiddetle savundu ve geli§tirdi. Yakla­ şık altmış yıl l ıoyıınea, tüm Avrupa mağaralarındaki imgeleri 119


kaydetti, harİlaya döktü, kopyaladı ve saydı. Ayrıca, Üst Pale­ olitik dönem boyunca sanatın evrimi için bir kronoloji hazırla­ dı. Bu dönemde Breuil, arkeolajik geleneğin büyük bölümü gi­ bi, sanatı avianma b üyüsü olarak yorumluyordu. Avianma b üyüsü hipalezinde açıkça görülen bir sorun var­ dı: Daha önce de belirtildiği gibi, resimler, Üst Paleolitik res­ samlarının beslenme tarzını yansıtmıyordu. Fransız antrapolog Claude Levi-Strauss, bir zamanlar Kal ahari San ve Avustralya alıorijin sanatında ki mi hayvanların daha sık tasvir edilmesi­ nin, " yemeye dayalı " deği l , " dü§iinmeye dayalı " ol malarından kaynaklandığını belirtmݧLİ . Breuil ] 96 ] 'de öldüğünde, yeni bir bakı§ açısının ortaya çıkma zamanı gelmi§tİ. Bu bakı§ açısı, Fransız tarihöncesi bilim dalında Breuil kadar önem kazanacak olan Andre Leroi-Gourhan'dan geldi. Leroi-Gourhan sanalla yapı arıyor, anlamı Breuil gibi bi rey­ sel imgelerde deği l , p e k çok imgenin ol u§Lurduğu modelde bulmaya çalı§ıyordu. Hesinılendirilmi§ mağaralarda uzun ince­ lemeler yaptı ve belli hayvan ları n nı ağa r ala rı n belli böl ümlerin­ de " yer aldıkları " , yi nelenen m o d ell e r giirı lii . Sözgel imi, geyik genelde girݧle görülüyor, ama ana o d al a rı l a pek yer al mıyor­ du. Ana odaların egemen yaralıkları a l , l ı i zon ve iikii zd ü . Eto­ IHırlar genellikle, mağara siste m i n i n dcrinliklı�rinde ortaya çıkı­ yordu . Dahası , Gourhan'a göre, k i m i hayvanlar erkekliği ve ki­ mileri de di§iliği temsil ediyord u . Al ı·rkekl iği, bizon da di§iliği temsil etmekteydi; erkek gey ik vt� d ağkeçisi de erkek, mamul ve öküz di§iydi. Leroi-Courlıan, resi mlerdeki düzenin, Üst Pa­ leolitik toplumdaki bir ı l iizeııi; ya ı ı i erkeklik ve di§ilik arasınoa­ ki ayrımı yansıtıığına inan ıyon l u . Annelle Laıning- l�nı peraire adlı bir diğer Fransız anl ropolog da benzer bir erkek-di§İ ikiliği kavramı gelݧLİrdi. Ama iki akaı leın isyen hangi imgelerin er­ kekliği ve hangilerinin d i�il iği lt'msil ettiği konusunda genellikle uzla§amıyorlardı. Bu fi k i r ayrılığı, §eınanın sonunda terk edil­ mesinde etkili oldu. Sanatsal ifadeyi m ağaraların yapılandırdığı fikri yakııı za1 20


manlarda yeniden canlandı; ama en alışılmadık şekilde. legor Reznikoff ve Michel Dauvois adlı Fransız arkeologlar, güney­ doğu Fransa'nın Ariege bölgesindeki resimlendirilmiş üç ma­ ğarada ayrıntılı incelemeler yaptılar. Alışılmışın tersine, taş aletler, oyulmuş nesneler ya da yeni resimler aramıyorlardı. Şarkı söylüyorlardı . Mağaraların içinde yavaş yavaş ilediyor ve her bölümün rezanansını sınamak için tekrar tekrar duruyor­ lardı. Üç oktava ulaşan notalar kullanarak her mağaranın rezo­ nans haritasını çıkardılar ve rezonansı en yüksek alanlarda bir resim ya da oyma bulma olasılığının daha yüksek olduğunu keşfettiler. Reznikoff ve Dauvois, l 988'de yayınladıkları ra­ porlarında mağara rezanansının çarpıcı etkisi üzerinde durdu­ lar; bu, Buzul Çağı 'ndaki basit kandillerin titrek ışığında etkisi hiç kuşkusuz daha da artan bir deneyim olacaktı. Üst Paleolitik insanları nın mağara resimlerinin önünde bü­ yülü şarkılar söyled iklerini düşünmek için hayal gücünü çok fazla çalıştırmak gerekmiyor. imgelerin alışılmadık yapısı ve genellikle mağaral a rııı en ı ı l aşıl maz deri n l i klerinde yer almala­ rı, tören dü ş i i ı ı n� siı ı i akla getırıyo r. Henim Le Tuc. d' Audoubert' deki l ı i zoıı ıııı iiııiiııde d ıı r d ıı g ı ı ın gibi, Buzul Ça­ ğı'nın bir yaralısmın iiıı iindl' d ı ı n ı l d u ğ ı ı ı ı c l a , b el ki de davul, Oüt ve ıslıklar eşli ğ in d e eski sı�sler d o l ı ı yor zihne. Heznikoff ve Dauvois, Cambridge Ü n iv ı�rsi tı�si 'ııdı·ıı arkı�olog Cl ı ı· i s Sc:ar­ re'ın da dediği gibi, " erken aıaları ııı ı ı ı liin·ıılniııde ııı ii z ig in ve şarkı söylemenin olası önemine yeııidı·ıı dikk a l " ı;ı·keıı , l ı ii y ü­ leyici bir keşif yapmışlardı. Leroi-Gourlıaıı l 986'da öldüğündı� larilıiiıwesi uzmanları, tıpkı Breı ı i l ' u ıı iilii m iinde olduğu gilıi, yorı ı ı ıılarıııı kapsamlı şe­ kilde yeııidı�n d ii ş i i ı ı nı eye bir kez daha lıazı n l ı l a r. Ciinümüzde araştırın acılar <;ok çı�şi ı l i açıklamal arı l wıı i ı ıısı·ıııeye hazır olsa­ lar da, h er l i i rl ii ı l ı ı nı nıda kültürel bağl am vu rgulanıyor ve mo­ dern top l ı ı ı ı ıdaıı a l ı ı ı ıııa fikirl eri Üst Pal ı�ol i ı i k toplumuna uygu­ lamanın ı d ı l i kı·lı·ri gidı�rek daha iyi anlaşıl ıyor.

121


Buzul Çağı sanatının en azından kimi unsurlarının, Üst Pa­ leolitik insanlarının dünyalan hakkındaki fikirlerini derleme tarzlarıyla - kendi Linsel evrenlerinin bir ifadesi - ilgili olduğu­ na hiç ku§ku yok. Bu konuya biraz sonra yeniden döneceğiz. Ama kendi sosyal ve ekonomik dünyalarını düzenleme tarzla­ rında daha pek çok pratik yön olabilir. Sözgelimi, California Üniversitesi'nin Berkeley kanıpusundan antropolog M argarel Conkey, Altamira'nın bölgedeki yüzlerce insan için bir güz toplantısı yeri olabileceğini söyledi. Kızıl geyiklerin ve deniz salyangozunun bu dönemde bolla§ması, böylesi bir kabile top­ lanlısı için yeterli bir ekonomik neden olu§turacaktı . Ama m o­ dern avcı-toplayıcılardan da bildiğimiz gibi bu tür toplantılar, görünürdeki ekonomik nedenleri ne olursa olsun, aslında gün­ delik, sıradan konulardan çok, sosyal ve politik ittifakların ku­ rulmasıyla ilgilidir. İngiliz anlropolog Robert Laden, kuzey İspanya'daki mağa­ ra alanlarında Lıu l ii r illifakların yapısına dair bir §eyler algıla­ yabileceğine inanıyor. Alıarnira gibi önemli sitlerin etrafında genellikle, 1 O millik bir yarıçap içinde daha k ii�: ük sitleri n yer alması, politik ya da sosyal bir ittifakın merkezleri olduklarını dü§ündürüyor. Bu tür bir kürenin 20 millik çapı , ittifakların kolayca kurulabileceği en elveri§li uzaklığı temsil ediyor olabi­ lir. Fransa'daki mağara alanlarında henüz böyle bir model bu­ lunamadı. Bizonla diğer hayvanların Altamira'nın resimlendirilmi§ ta­ vanlarında yerle§tirilme tarzı , belki de bir §ekilde merkezin et­ ki küresini tasvir ediyor. Resimlendirilmi§ tavanların ana yapısı çoğunlukla, çevre etrafına yerle§Iİrilmi§ yakla§ık iki düzine çok renkli bizon imgesinden olu§uyor. M argaret Conkey, Lıunların ya§ama yerinde toplanarı farklı grupları temsil edebileceğini söylüyor. Arkeologların Altamira'da buldukları oymalar, yöre­ sel süsleme biçimleri arasından bir seçki gibi görünüyor. Bu dönemde kuzey İspanya'da insanlar, kullanım amaçlı nesnele­ ri, aralarında zikzakların, yarımay §eklinde yapıların, iç içe 122


geçmiş eğrilerin de bulunduğu çeşitli tasarımlada süslüyorlar­ dı. Bu tür on beş tasarım saptandı. İçlerinden her birinin kısıtlı bir coğrafi alanda yer alması, yerel tarziara ya da grup kimlik­ lerine işaret ettiklerini düşündürüyor. Altamira'da bu yerel tarzların pek çoğunun bir arada bulunması, bir tür toplumsal ve siyasal öneme sahip bir toplantı yeri olduğu savını doğur­ muştur. Şu ana dek Lascaux'da böyle bir kanı t bulunamadı. Ama b u sitin, hevesli ressamların yerel ürünü olmaktan çok, geniş bir alandaki insanlar üzerinde büyük öneme sahip bir yer olduğunu düşünmek mantıklı olacaktır. .Belki de Lascaux gücünü, söz��lim:i, Üst Paleolitik evreni nde ilahi bir gücün or­ taya çıkması gibi önemli bir tinsel olayın görüldüğü yer olması nedeniyle kazandı. Sözgelimi Avustralya aborijinlerinin çevre­ lerinin, bunun dışında tamamen kısır olan pek çok bölümünde bu durum görülmektedir.

Buziıl Çağı sanalındaki imgelerin, ekolojik bağlamlarından kopartılmış hayvaniara ait olduğunu ve gerçek dünyada görül­ me oranlarını yansılmadığını söylemişti m . nu kadarı bile bize, sanatın muammalı doğasını giisternıeyc yeıiyor. Ama temsili imgelerin yanı sıra, daha da m ı ı am rıı alı oldı ığıı söylenebilecek başka işaretler de var: Geometrik nıodt'llcr, ya da i�<ırdler. Bunların arasında noktalar, ızgaralar, ı�ğrilı�r. zikzakl ar, iç içe geçmiş eğriler ve dikdörtgenler yer alıyor vı� l'ısı Palı�ol i ı i k sa­ natının en şaşırtıcı unsurlarından birini ol ı ı�t ı ı rı ıyorl a r. Bunlar çoğunlukla, egemen olan hipotezin unsıı rl a rı olarak açıklandı­ lar; sözgelimi, avianma büyüsü ya da crkı�k/di�i ikiliği bağiarnı içinde. David Lewis-Willams, yakın zama n larda yı�ni ve ilgi çe­ kici bir y (mını getirdi: Bunlar, şamanist saııat ı ı ı belirlisi olan, sanrı duru rn undaki lıir zihinden gelme i ı ııgı�tı�r ol malıydı. Lewis-Willianıs kırk yıl boyunca, giiıwy Afrika'daki San halkının saııat ı ı ıı iııceledi. Sanatlarının l ı iiyiik kısmı belki de 1 0. 000 y ı l ö ıı ct�si ıw dek gidiyor, ama yakın tarihsel bellek 1 23


içinde yaratılmış olanlar da var. Lewis-Williams zamanla, San sanatı imgelerinin, Batılı antropologların uzun zamandır san­ · dıkları gibi, San yaşamının basit yansımala rı olmadığını anla­ maya başladı. Bunlar, trans halindeki şamanların ürünleriydi : imgeler, şamanist bir tinsel dünyayla bağlantılıydı ve şamanın sanrı sırasında gördüklerinin tasvirleriydi. Lewis-Williams ile çalışma arkadaşı Thomas Dowson, incelemelerinin bir nokta­ sında Transkei'ın Tsolo bölgesinde yaşayan yaşlı bir kadınla görüştüler. Bir şamanın kızı olan kadın, artık yok olmuş şama­ nİst törenleri anlattı. Dediğine göre şamanlar, uyuşturucu ya da aşırı havalandır­ ma (hiper-ventilasyon) gibi çeşitli teknikleri kullanarak ıransa geçebiliyorlardı. Kullanılan teknik ne olursa olsun, trans duru­ muna neredeyse her zaman ritmik şarkılar, dans ve el çırpan kadın grupları eşlik ediyordu. Transın derinleşmesiyle birlikte şaman titremeye başlar, kolları ve bedeni şiddetle titreşirdi. Tinsel dünyayı ziyaret ederken şaman sık sık, acı çekiyormuş gibi kıvrılarak, " öl ii r " d ii . Boğa anıilobu San miıolojisinde önemli bir güçlii r; şaman, hayvanın boyun ve lıoğazı kesilerek alınan kanı, güç kazandırmak için, birisinin lıoyıı ıı ve boğazın­ daki kesikiere siirebilirdi. Daha sonra şaman aynı kanı kulla­ narak, Linsel dünyayla sanrısal lemasının bir kaydını resmeder­ di. imgeler, resmedildikleri bağlamdan gelen bir güce sahipti­ ler. Yaşlı kadın, Lewis-Williams'a, insanın ellerini bu imgelere sürerek gücün bir kısmını alabileceğini söylemişti . Boğa antilopu San resimlerinde en çok tasvir edilen hayvan­ dır ve gücü pek çok biçimde ortaya çıkar. Lewis-Williams, at ve bizonun da Üst Paleoliıik insanları için benzer bir giiı; kay­ nağı - tinsel enerjiye gerek d uyulduğunda başvurulan ve do­ kunulan imgeler- olup olmadıklarını merak etti . Bu soruyu ele almak için, Üst Paleoliıik sanalın da şamanist olduğuna d air kanıla ihtiyaç vardı. Geomeı rik işaretlerde bir ipucu bulundu. Lewis-Williams'ın incelediği psikolojik literatüre göre sanrı­ nın, her biri öncekinden daha derin ve karmaşık olmak ü zere 124


üç aşaması vardır. İlk aşamada denek ızgaralar, zikzaklar, nok­ talar, spiraller ve eğriler gibi geometrik şekiller görür. Altı şe­ kil den oluşan bu imgeler titrek, akkor halde, değişken ve güç­ lüdür. Beynin temel nöron yapısı içinde üretilmeleri nedeniyle bunlara " enioptik " (görüntü içinde) imgeler denir. Le­ wis-Williams, Current Anthropology'de yayınlanan 1 986 tarihli bir makalede, " İnsan sinir sisteminden türemeleri nedeniyle, sanrılı bilinç durumlarına giren insanların tümü, kültürel arka planları ne olursa olsun, bunları algılama eğilimi gösterirler , " der. Transın ikinci aşamasında insanlar, bu imgeleri gerçek nesneler olarak görmeye başlar. Sözgelimi, eğriler tepe ya da zikzaklar silah olarak yorumlanabilir. Bireyin göreceği şeyin yapısı, kültürel deneyimlerine ve kaygıianna bağlıdır. San şa­ manları sık sık, eğri dizilerini bal peLeği imgelerine dönüştü­ rürler; çünkü arı, bu insanların transa girerken kullandıkları ·d oğaüstü bir güç simgesidir. Sanrının ikinci aşamasından üçüncü aşamasına geçişte ge­ nellikle, bir girdabı ya da dönen bir tüneli geçme duygusu ya­ şanır ve tam boyu tlu - kimi alı�ı l d ı k, kimi olağandışı - görüle­ bilir. Bu aşamadaki ön emli l ı i r i mge, insan/hayvan canavar, ya da therianthrop denilen §eydi r (lıkz. §eki! 6 . 1 ) . Bu yaratık şa­ manist San sanaLında yaygııı olarak g i ir i i l ii r. Ayrıca, Üst Pale­ olitik sanatının da merak uyarıdı rarı l ıi r ı ııısu nıd u r. Sanrının birinci aşamasınırı c�ıı lopıik iıııgdc�ri San sanaLırıda görülür ve b u da, sanalın şamarıisı oldııguııa dair ıwsııel bir kanıt olarak değerlendirilebilir. A y n ı iıııgc·ln, k i ı ı ı i zaman hay­ vanların üzerinde ve kimi zaman da ıc�k l ıa�l a rı ııa olıııak üzere, Üst Paleolitik sanatında da görül mekıc�d i r. Tlwriarı l l ı ropla bir­ likLe bunlar, Üst Paleolitik sanatının c�rı azıııdaıı l ı i r kısmının gerçekten şaın anist olduğuna dair giiçl ii kaıuı lard ı r. Bu theri­ anLhroplar bir zam anlar, Halverson'ın dc�yiıııiyle " insanla hay­ van aras ı nda kesin bir sınır oluşturmaklan uzak i l kel bir zih­ nin " ürünleri olarak göz ardı edil mişlerd i . A ıııa eğer gerçekten trans sırasında güriilen imgelerse, Üst Pall'ol i ı i k ressamı ıçın aLlar ve bizo n l a r kadar gerçek olm alıydılar. 1 25


ŞEKiL 6.1 Geçmişten bir yüz. Güney Fransa'daki Trois Freres rnağarasındaki Büyü­ cü'de görüldüğü gibi, hayvan ve insan özelliklerinin birleştirilmesi, Ü st Pale­ olitik sanatında yaygın olarak görülen bir özelliktir. LJıı, sanatın kökeninde şamanist nitelikli olduğunu diişündürtür.

Sanatı dü§ündüğümüzde, resmin ister tuval olsun ister du­ var, bir yüzey üzerine yapıldığını dü§ünme eğilimi gösteririz. Şamanist sanat böyle değildir. �amanlar sannlarını genellikle, kaya yüzeylerinden çıkıyorm u!i gibi görürler: Lewis-Williams, 11 imgeleri ruhlar §eklinde resmedilmi§ olarak görürler ve §a­ manlar, bunları resmederken yalnızca, zaten var olan bir §eye dokunduklarını ve bunu i!iaretlediklerini söylerler, " diyor. 11 Dolayısıyla ilk tasvirler, bizim dü§ündüğümüz gibi temsili im"126


geler değil, başka bir dünyanın sabit zihinsel imgeleriydi. 11 Ka­ ya yüzeyinin gerçek dünya ile tinsel dünya arasında bir arayüz - ikisi arasında bir geçit - olduğunu söyler. Kaya yüzeyi, yal­ nızca imgeler için bir mecra değildir; imgelerin ve burada ya­ şanan törenin temel bir parçasıdır. Lewis-Williams'ın hipotezi ilgiyle ve kaçınılmaz olarak, kimi kuşkulada karşılandı . Bu hi­ potezin değeri, sanatı farklı bir gözle görmemizi sağlamasında­ dır. Şamarıİst sanat, uygulanışı ve yorumlanışıyla, Batı sanatın­ dan çok farklıdır ve bu sanat sayesinde, Üst Paleolitik sanatına yeni gözlerle bakabiliriz. Fransız arkeolog Michel Lorblanchet de, Üst Paleolitik sa­ natına farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. Yıllardır sürdürdü­ ğü deneysel arkeoloji çalışmalarında, Buzul Çağı sanatçılarının görevlerini ve deneyimlerini anlayabilmek için mağaralardaki i mgeleri kopyalıyor. En hırslı projelerinden biri de, Fransa'nın Lot bölgesindeki Peche Merle mağarasındaki atları yeniden ya­ ratmaktı. İki atın yüzleri birbirlerinden başka yöne dönüktür, sağrıları hafifçe iç içe geçmiştir ve boyları yaklaşık 1 20 cm'dir. Üstlerinde siyah ve kırmızı noktalar, etraflarında da el kalıpları görülür. imgelerin resmedild iği kaya yüzeyinin sertliği nede­ niyle sanatçı fırça kullanmak yeri m�, lıoyayı bir tüpün içinden sı km ış olmalıdır. Lorblanchet, yakınlardaki bir nıaj!;arada buna benzer bir kaya yüzeyi buldu ve fışkırtma tekrıij!;irıi kullanarak atları yeni­ den yapmaya karar verdi. Bu denı�yi rıı irıi , lhw:oıwr d t�rgisinin bir yazarına şöyle anlatacaktı: 1 1 Bir h afla l ıoyıı rıca giinde yedi saat çalıştım. Puff. . puff. . puff. . . Çok yonıı:ıı lıir i�ti ; özellikle de, mağaradaki karbon monoksit yüzii rıdı�rı. t\ rııa Inı şekilde resim yaparken özel bir duyguya kapılıyorsuıııız. İ ıııgeyi kaya­ ya soluduğıııı uzu hissediyorsunuz; ruh ıııııızıı bedeninizin de­ rinliklerinden, kaya yüzeyine yansıtıyorsıııııız. 11 Bu pek de bi­ limsel bir yakla§ırna benzemiyor, ama l ıiiylı�siııe zor bir enie­ lektüel hedef, yı�ıı ilikçi yöntemler gerekl iriyordur belki . Lorb­ lanchet daha iiııcı�ki kopyalama girişirnleriylı�, geçmişte de yeİnsanın Kök�ııi, F: !)

1 27


nilikçi bir insan olmu§tu. Bu deney de hiç kw�kusuz, üstünde durulmaya değer. B uzul Çağı resimleri Üst Paleolitik milolojisi­ nin bir parçasıysa, ressamlar, boyamak için kullandıkları yön­ tem ne olursa olsun, duvara ruhlarını yansıtmı§lardır. Tuc d' Audoubert' deki heykeltıra§ın bizonu §ekilİendirirken, Lascaux'daki ressamların Tek Boynuzlu'yu resmederken ya da diğer Buzul Çağı sanatçılarının sanat eserleri yaratırken zihin­ lerinden neler geçirdiklerini belki de asla bilemeyeceğiz. Ama yaptıklarının sanatçılar ve b u resimleri gören sonraki ku§aklar­ dan insanlar için son derece büyük bir önem ta§ıdığına emin olabiliriz. Sanat dili, anlayanlar için çok güçlü, anlamayanlar içinse kafa karı§tırıcıdır. Bildiğimiz tek §ey, burada modern in­ san zihninin i§lediği ve yalnızca Homo sapiens'in yapabildiği bir biçimde, sembolizm ve soyutlamayla oynadığıdır. Modern insanların ortaya çıkmalarını sağlayan süreci henüz tam anla­ mıyla bilemiyoruz belki, ama bu sürecin, günümüzde hepimi­ zin ya§adığı türde bir zihinsel dünyanın ortaya çıkı§ıyla ilgili ol­ duğunu biliyoruz.

128


7.

BÖLÜM

Dil SANATI

Bizim bildiğimiz anlamıyla konuşma dilinin ortaya çıkışı hiç kuşkusuz, i nsanın tarihöncesinin belirleyici noktalarından biri ve hatta belki de, belirleyici tek noktasıdır. Dille donanmış olan insanlar doğada yeni tür dünyalar yaratabildiler: İçebakış­ sal (introspektif) bilinçler dünyası ve " kültür" adını verdiğimiz, kendi elimizle yaratıp başkalarıyla paylaştığı mız dünya. Dil , mecramız; kültür ise, nişimiz oldu . Hawaii Üniversitesi'nden dilbili mci Derric Bickerton, 1 990 tarihli kitabı Language and Species 'de Lı unu, ikna edici bir biçimde belirtiyor: " Dil bizi, di­ ğer tüm yaratıkların t utsak oldukları anlık deneyim hapishane­ sinden kurtarıp sonsuz uzam ve zaman özgürlüklerine salıvere­ bilirdi. " Antropologlar dil hakkında, lıiri dogrudan ve biri de dolaylı olmak üzere, yalnızca iki §cyclı·ıı ı�ııı i ıı olalıil iyorl ar. Birincisi , konuşma dili , Homo sap ic ns i diğı�r liiııı yaralıklardan aı;ık şe­ kilde ayırır. İletişim ve içebakışsal d iişiiı wı� ııwnası olarak kar­ maşık bir konuşma dili yaratabilen tı·k caıılı, iıısaııd ır. i ki ıı<'isi , Honıo sapiens 'in beyni, en yakın evri ııısı·l akralıaıııız olaıı bü­ yük Afrika insansımaymunlarının beyıı iııdı·ıı iii,' kal l ıiiyii ktür. Bu iki gözlem arasında bir ilişki oldıığıı a�·ıkıır, aıııa ilişkinin yapısı hala şiddetle tartışılıyor. Felsefecilerin dil dünyasını uzun zaıııaııdır iıwdenıelerine karşın, dil hakkında bilinenierin çoğu soıı olıız yılda öğrenil­ miştir. Dilin evri ııısd kaynağı hakkında iki giiriiş oluştuğunu söyleyebil iriz. i l k gi i rii ş dili i nsanın benwrsiz lıir özelliği, bey­ nimizdeki lıiiyiiııwııin yan sonucu olarak ortaya çıkmış bir ye­ tenek olarak güriir. Bu durumda dilin, bil i§sd bir eşiğin aşıl'

1 29


ınıısıyla birlikte, hızla ve yakın zamanlarda ortaya çıktığı düşü­ nülmektedir. İkinci görüşte, konuşma dilinin insan olmayan atalardaki - iletişimi de içeren, ama iletişimle sınırlı kalma­ yan - çeşitli b ilişsel yetenekler üzerinde doğal seçimin etki göstermesiyle geliştiği savunulur. Bu s üreklilik modeline göre dil, İnsanın Larihöncesi nde, Homo cinsinin ortaya çıkışından i ti­ baren, aşamalı olarak gelişmiştir. MIT'ten dilbilimci Noam Chomsky ilk modelin yanında yer almış ve büyük etki yaratmıştır. Dilbilimcilerin çoğunluğunu oluşturan Chomskycilere göre, dil yeteneğinin kanıtlarını erken insan kalıntılarında aramak yararsız, maymun kuzenlerimizde aramak ise iyice anlamsızdır. Sonuçta, genellikle bir bilgisayar ya da geçici leksigramlar kullanarak maymunlara bir tür sim­ gesel iletişim öğretmeye çalışanlar düşmanlıkla karşılanmışlar­ dır. Bu kitabın temel konularından biri de, insanları özel ve doğanın geri kalan kısmından apayrı görenlerle, yakın bir bağ­ lantı olduğunu kabul edenler arasındaki felsefi bölünmedir. Bu bölünme özellikle, dilin doğası ve kökeni hakkındaki tartışma­ larda ortaya çı kıyor. Dilbilimcilerin insansıın aymun-dili araştır­ macılarına fırlaıtıkları oklar da hi<; kw�kusuz, bu bölünmeyi yansıtıyor. Teksas Ünversitesi'nden psikolog Kathleen Cibson, insan dilinin benzersizliğini savunanlar hakkında, yakın zamanlarda şu yorumu yaptı: 11 [Bu bakış açısı] önermeleri ve tartışmal arıy­ la bilimsel olsa da, en azından Y aratılış'ın yazariarına ve Efla­ tun 'la Aristo'nun yazılarına dek uzanan, insan zihniyetiyle dav­ ranışımn nitelik açısından hayvanlardan çok farklı olduğunu savunan köklü bir Batılı fdscfe geleneğine dayanmaktadır. 11 Bu düşünüşlin sonucu olarak ant ropolojik literatür uzun süre, yalnızca insana özgü olduğu diişiinülen davranışlarla doldu. Bu davranışların arasında ald yapı mı, simge kullanabilm e ye­ teneği, aynada kendini taıııyalıilme ve elbette, dil yer alıyor. 1 960'lardan itibaren lıu lwııznsizlik duvarı, insansımaymunla­ rın da alet yapıp kullanalıildiklı�riııin, simgelerden yararlandık1 30


larının ve aynada kendilerini tanıyabildiklerinin aniaşılmasıyla birlikte, çatırdamaya başladı. Geriye bir tek dil kalıyor ve dola­ yısıyla dilbilimciler, insanın benzersizliğinin son savunucuları olarak kaldılar. Anlaşılan, işlerini çok da ciddiye alıyorlar. Dil, tarihöncesinde - bilinmeyen bir araç sayesinde ve bi­ linmeyen bir geçici grafik izleyerek- ortaya çıktı ve hem bi­ rey, hem de tür olarak bizi dönüştürdü. Bickerton, " Tüm zi­ hinsel yeteneklerimiz arasında dil, bilinç eşiğimizin altında en derin, rasyonelleştiren zihin için de en ulaşılmaz olanıdır , " di­ yor. " Ne dilsiz olduğum uz bir zamanı hatırlayabiliriz, ne de, dile nasıl ulaştığımızı. " Birey olarak, d ünyada var olmak için dile bağımlıyız ve d i lsiz bir d iinyayı hayal bile edemeyiz. Tür olarak, dil, kültürün dikkatle işlenmesiyle, birbirimizle etkile­ şim kurma şeklİmizi dönüştiiriir. Dil ve kii l ı ii r bizi hem birleşti­ rir, hem de böler. Dünyada şu anda var olan beş bin dil, ortak yeteneğimizin ürünüdür; ama yara t t ı kl a rı l ı t� § bin kül tür, birbi­ rinden ayrıdır. Bizi yapılandıı·an kiiltii riin ürünü olduğu muz için, kendi yarattığımız bir şey ol d u ğ ı ı n ı ı , çok farklı bir kültürl e karşılaşana dek anlayamıyoruz. Dil gerçekten de, Homo sapiens'lt� doğa n ı n �eri kalan kısmı arasında bir uçurum yaratır. İ nsan ın a y rı �wslcr, ya da fonem­ ler çıkarma yeteneği, insansımaymunlara �iin� an c a k ıııiitevazı oranda gelişmiştir: Bizim elli, ins a ns ı ı ı ı a y ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı s a lıir d iizine fonemi var. Ama bizim bu sesleri k ı ı l l a ı ı ı ı ı a ka p asih�rı ı i z son­ suzdur. Bu sesler, ortalama bir insanı y i i z l ı i n siizı·iikl iik l ı i r dağarcıkla donatacak şekilde tekrar h�kr a r d i i zı · n l l ' ı wl ı i l i r ve bu sözcüklerden de, sonsuz sayıda türnce o l ı ı � t ı ı rı ı l a l ı i l i r. Yani, Homo sapiens'in hızlı, ayrıntılı iletişim yı - ı i s i n i n vı� düşünce zenginliğinin doğada bir benzeri daha yok t ı ı r . Bizim anıacııııız, d i l i n i l k olarak nası l ortaya ı,- ı k t ı ğ ı nı açıkla­ mak. Chomskyci �iirüşe göre, dilin k ay n ağı ol arak d oğal seçi­ me bakmarıııza gı�rek yoktur; çünkü dil, taril ısı�l lıir kaza, biliş­ sel bir eşiğin aşı l ı n as ıyla ortaya çıkmış bir yd ı � ı w k t i r . Chomsky şöyle der: " ��� a n d a , i nsan evrimi s ı rası n d a ortaya çıkan özel 13 ı


şartlar altında, 1 O 10 adet nöron basketbol topu büyüklüğünde bir nesneye yerleştirildiğinde, fizik kurallarının nasıl işleyeceği konusunda hiçbir fikrimiz yok. " MIT'den dilbilimci Steven Pinker gibi ben de bu görüşe karşıyım. Pinker az ama öz ola­ rak, Chomsky'nin " işe tam tersinden baktığını " söylüyor. Bey­ nin, dilin gelişmesi sonucu büyümüş olması daha yüksek bir olasılıktır. Pinker' a göre, " dilin ortaya çıkmasını beynin brüt boyutu, şekli ya da nöron ambalajı değil, m ikro devrelerinin doğru şekilde döşenmesi sağlar. " 1 994 tarihli The Language lnstinct adlı kitabında Pinker, konuşulan dil için, doğal seçim sonucu evrimi destekleyen genetik bir temel fikri pekiştirecek kanıtları derliyor. Şu anda incelenemeyecek denli kapsamlı olan kanıtlar gerçekten etkileyici. Burada karşımıza şu soru çıkıyor: Konuşma dilinin gelişimi­ ni sağlayan doğal seçim güçleri nelerdi? B u yeteneğin eksiksiz halde ortaya çıkmadığı varsayılıyor; öyleyse, az gelişmiş bir di­ lin atalarımıza ne tür avantajlar sağladığını düşünmeliyiz. E n açık yanıt, dilin etkin b i r iletişim aracı sunmasıdır. Atalarımız, i nsansımaymunların beslenme yöntemlerine göre çok daha faz­ l a savaşım gerektiren bir yöntem olan ilkel avcılık ve toplayıcı­ lığı ilk benimsediklerinde, bu yöntem hiç kuşkusuz yararlı ol­ muştu. Yaşam tarzlarının karmaşıklaşmasıyla birlikte, sosyal ve ekonomik koordinasyon gereksinimi de arttı . Bu şartlar altında, etkili bit iletişim büyük önem kazanı yordu. Dolayısıyla doğal seçim, dil yeteneğini sürekli gdişı irecekıi . Sonuçta, - modern insansımaymunların hızlı solıınıalanna, haykırışiarına ve ho­ murtularına benzediği varsayıları - eski maymun seslerinin te­ mel repertuvarı 'genݧIeyeı:ı�k ve ifade edilme şekli daha geliş­ miş bir yapı kazanacaktı . Ciiııiimüzde bildiğimiz şekliyle dil, avcılık ve toplayıcılığın get i rd ij!;i gereksinimierin ürünü olarak gelişti. Ya da, öyle görünüyor. Dilin geli§imi konusunda başka hipotezler de var. Avcı-toplayıcı yaşam tarzının gelişmesiyle birlikte insanlar teknolojik açıdan daha başarılı hale geldiler, aletleri daha ince132


li kle ve daha karmaşık şekiller vererek yapabilmeye başladılar. 2 milyon yıl öncesinden önce, Homo cinsinin ilk türüyle birlik­ te başlayan ve son 200.000 yılı kapsayan bir dönemde mo­ dern insanın ortaya çıkışıyla doruk noktasına ulaşan bu evrim­ sel dönüşüme, beyin boyutunda üç kata ulaşan bir büyüme eş­ lik etti . Beyin, en erken Australopithecus'lardaki yaklaşık 440 cm 3 ; ten, günümüzde ortalama 1 3 50 cm :1 'e ulaştı. Antrapolog­ lar uzun süre, teknolojik gelişmişliğin artmasıyla beynin büyü­ mesi arasında neden-sonuç bağlantısı kurdular: İlki, ikincisini geliştiriyordu. Bunun, l . R öl ii m d e tanı mladığım Darwin evrim paketinin bir parçası olduğunu haıırl ayacaksınız. Kenneth Oak­ ley'in " Alet Yapan İnsan " başl ıkl ı , ] <);1.9 t ar ihli klasik dene­ mesinde, insanın tarihönet�si hakkındaki bu bakış açısı veril­ miştir. Daha önceki bir b öl ii rn d1 � d1� I H' I i rıtiğimiz gibi Oakley, dilin günümüzdeki düzeyde " ın iikl'ııı ııwl l l·şti ril mesinin " mo­ dern insanın ortaya çıkışını s ağlad ı ğı n ı i l k savunanlar arasın­ daydı: Diğer bir deyişle, modern i nsa n ı ıııodı�rn d i l y arat mıştır. Ama günümüzde, insan zihniııin olıışıı ıııuna açıklık getiren farklı bir açıklama yaygınlık kaza nd ı ; ald yapan i n s a nd a n çok, sosyal hayvan olan i nsana y ön el ik bir açı klaıııaydı l ı ı ı . Dil, l ı i r sosyal etkileşim aracı olarak gelişı iysc, avC"ı-loplaywı l ıağl a ın ın ­ da iletişimi geliştirmesi evrimin asıl ncdı· ı ı i d ı �ğil , i k i n 1 · i l b i r ya­ rarı olarak görülebilir. Columbia Ü n i versitesi' nden nöro log H a l pl ı l l ol l oway, tohu­ mu 1 960'larda atılan bu yeni bakış aç ı s ı n ı n ı · n i i ı w ı n l i iirıciile­ rindendir. On yıl önce şöyle yazmıştı : 11 l l i l i n , l ı · ıı wl d ı� saldır­ gan olmaktan çok işbirlikçi olan ve ci n s i yı·ı k r a rasında lamam­ l ayıcı bir sosyal yapısal davranışsal işl ıiil i'ı ı n i i ı w dayanan, sos­ yal davran ışsal bil işsd b i r matristen gel i ş ı i ğ i ı w i n an m a eğilimi­ ni duyuyorı ı ırı . B u , bebeği n bağımlı lı k sii n·si ı ı i n ı ı z aııı ası ü re­ me olgunluğuna ulaşma sürelerinin uz a m ası v ı · olgu n l aşma sü­ resinin, beynin dalıa çok büyümesini ve davranışsal öğrenmeyi mümkün kılaC"ak şı ·kilde uzaması için gnı·kl i bir uyarlanmacı evrim stra t ı �j isiyd i . 11 B u n u n , i nsangillerin ya�aııı ta ri h i n in mo'

,

1 33


delleri hakkındaki, 3 . Bölüm 'de tanı mladığım keşiflerle uyum­ l u olduğunu görebilirsiniz. Holloway'in öncü fikirleri pek çok kılığa büründükten son­ ra, sosyal zeka hipotezi olarak biJinıneye başladı. Londra'daki University College'dan primatalog Robin Dunbar, bu fikri ya­ kın zamanlarda şöyle geliştirdi: " Geleneksel [kuramaJ göre [primatların] dünyada yollarını bulabilmek ve günlük yiyecek arayışlarındaki sorunlarını çözebilmek için daha büyük bir beyne ihtiyaçları vardır. Alternatif kurama göre ise, primatların kendilerini içinde buldukları karmaşık sosyal dünya, daha bü­ yük beyinierin oluşması için gerekli dürtüyü sağlamıştır. " Pri­ mat gruplarında sosyal etkileşimi değiştirmenin en önemli par­ çalarından biri giyinip kuşanmaktır; bu, bireyler arasında ya­ kın bağlantı ve birbirini izleme olanağını sağlar. Dunbar'a göre giyim-kuşam, belli bir boyuı ı aki gruplarda etkilidir, ama bu boyut aşıldığında topl umsal ilişkileri kolaylaştıracak başka bir araca gereksinim duyul u r. Dunbar, insanın tarihöncesi döneminde grup boyutunun büyüdüğünü ve bunun da, daha etkili bir sosyal dış görünüş için seçme baskısı yarattığını söylüyor. " Dilin , dış görünüşle karşılaştırıldığında iki ilginç özelliği var. Aynı anda pek çok in­ sanla konuşabilirsiniz ve seyahat ederken, yem ek yerken ya da tarlada çalışırken konuşabilirsiniz. " Dunbar' a göre sonuçta, " dil, daha çok sayıda bireyin sosyal gruplarla bütünleştirilmesi için gelişti . " Bu senaryoya göre dil, "sesli giyim-kuşarn " dır ve Dunbar dilin ancak, " llomo sapiens'le birlikte " ortaya çıktığına inanır. Sosyal zeka hipotezine yakınlık duyuyoru m, ama ileride de göstereceğim gibi, dilin insaııın tarihöncesindeki geç dö­ nemlerde ortaya çıktığına inanmıyorum .

Dilin hangi tarihte ortaya çıktığı, bu tartışmanın temel konu­ larından biridir. Erken lıir diirıcmde oluşup, ardından aşamalı bir ilerleme mi gösterdi"� Yoksa yakın zamanlarda ve aniden 134


mi ortaya çıktı? B u n u n , kendi mizi ne kad ar özel

görd iiğii ııı iize

ilişkin felsefi anlamlar taşıdığı unutulmamal ı . Günüm üzde pek çok antropolog, d i l i n yakın zamanlarda ve hızla gel işliğine i nanıyor; bunun temel neden leri nden biri , Ü st Paleol itik Devri m i ' nd e göriilen ani davranış değişikliğidir. New York Ü niversitesi 'nden arkeolog Randali White, yakh1şı k on yıl önce kışkırtıcı bir bild irid e , 1 00 . 000 yıldan önceki çeşitli in­ san faal iyetleriyle ilgili kanıtların " modern i nsanların dil olarak görecekleri bir şeyin kesinl ikle olmadığın a " işaret eııiğini sa­ vun<l u . Bu dönemde

arıatomik açıdan modern insanları n orta­

ya çıktığını kabul ediyord u , a ııı a lı ıınlar kültürel bağlamda dili henüz " icat "

etmeııı i�lerd i . Bıı daha sonra olacaktı : " 3 5 . 000

yıl önce . . . bu toplul u klar, l ı izirıı l ıild iği miz şekliyle dil ve kül­ türü gel işıirm işlerdi . " White kendi d iişüneesi ne giin�, dilin çarpıcı oranda geliş­ mesinin Ü st Paleol iıik dönemiyle ı;akı�l ığı n ı gi i s te ren yedi arke­ olajik kanıt k ii mesi sıralıyor. i l k olarak, Nl'aııclnthaller döne­ minde başladığı kesin olarak bi li nen , arııa ııwzar e�yal a rı rıın da e klenmesiyle ancak Ü st Paleoliı ik'ıı� gı·li�ı·rı, i i l iirıii n bili nçli olarak gömülmesi uygulamasıydı . i kirıl'i olarak, i ıııge ol u�lıır­ mayı ve bedenin süslenmesini içen·ıı sanalsal ifad ı� arıcak Ü st Paleoli tik'ıe başlıyordu. Ü ç ii n e ii olarak, i'J sı P a lı - oli ı ik ' tı \ tek­

lıız ı ı ı da arıi l ı i r iv rı ı ı � giiriilii­ i l k kı·z l ıiilge·sı·l farkl ı l ı kl ar oluşmaya başlamıştı; b u , sosyal s ı n ı rla rı n ifadl'si ve iirii n iiydü . Beşinci olarak, egzo tik nesnelerin deği�ıokıı�ıı �e·kli nde uzun noloj i k yenilik ve kültürel değişim

yord u . Dördüncü olarak, kül türde

mesafeli temasl arı n kanıtları bu dönemde� giie;le·ı ıi yord u . A l tıncı olarak,

y aşama alarıları önemli oranda l ıi i y i i ı ı ı ii � l i i ve bu d ü­ zeyde bir pl a ı ı l a ı ı ı a ve koordinasyon içiıı d i l e · ge�n�k d uyulacak­ lı. Yedi nci olarak, teknolojide, ağı rlıklı ola rak ıa�ııı kullanıl m a­ sından kem ik, boynuz ve kil gibi yeni l ı a ı rı ıııaddderin kullanı­ mına geçiliyor vı� b ı ı da, fiziksel ortaın ı n k ı ı l l a n ıl masında, dil

olmaksızın hayal ı�dilı�meyecek bir

karma�ıkl ığa geçild iğini gös­

teriyord u . 1 35


White ile, aralarında Lewis Binfo rd ve Richard Klein'ın da bulunduğu birtakım antropologlar, insan faaliyetindeki bu " ilk­ ler " öbeğinin altında, karmaşık ve tam anlamıyla modern bir konuşma dilinin ortaya çıkışının yattığına inanıyor! ar. B inford , önceki bölümlerden birinde de belirttiğim gibi, modern öneesi insanlarda planlamaya ilişkin bir kanı t göremiyor ve gelecekte­ ki olay ve faaliyetlerin önceden tahmin edilip düzenlenmesinin fazla yarar taşıyacağına inanmıyordu. İleriye doğru atılan adım , dildi; " dil ve özellikle, soyutlamayı mümkün kılan sim­ geleme. Böylesine hızlı bir değişimin oluşması için biyolojiye dayalı, temelde iyi bir iletişim sisteminden başka araç göremi­ yoru m . " Bu savı esas itibarıyla kabul eden Klein, güney Afri­ ka'daki arkeolajik sitlerde, avcılık becerilerinde ani ve görece yakın zamanda gerçekleşmiş bir gelişmenin kanıtlarını görüyor ve bunun, dil olanağını da içeren modern insan zihninin ortaya çıkışının bir sonucu olduğunu söyl üyor. Dilin, modern insanların ortaya' . çıkışıyla çakışan hızlı bir gelişme olduğuna dair görüş geniş destek görse ele, antrapolo­ jik düşüneeye tam anlamıyla hakim olmu� değildir. İ nsan bey­ ninin gelişimi hakkındaki incelemeleri nden :3 . Böl ii m' de söz et­ tiğim Dean Faik, dilin daha erken geliştiği düşüncesini savunu­ yor. Yakın zamanlarda bir yazısında şöyle demişti: " İ nsangiller dili kullanmamış ve geliştirmemişlerse, kendi kendine gelişen beyinleriyle ne yapmış olduklarını bilmek isterdim . " M assac­ husetts'taki Belmont H astanesi'nden nörolog Terrence Deacon da benzer bir görüşü savunuyor, ama onun düşünederi fosil beyinler değil, modern beyinler üzerinde yapılan incel em elere dayanıyor: 1 989'da Human /•,'ı,olution dergisinde yayınl anan bir makalesinde, " Dil becerisi (en az 2 milyon yıl lı k) uzun bir dönem içinde, beyin-dil etkile�i ıııinin belirlediği sürekl i l ıir se­ çimle gelişti, " der. İnsansı nıaynı un beyniyle İnsan beyni ara­ sındaki nöron bağlantısı farklarını karşılaştıran Deacon, insan beyninin evrimi sırasında en çok değişen beyin yapı ve devre-

136


lerinin, söziii bir dilin alışılmadık hesaplama gereksinimlerini yansıtıığıııı vurguluyor.

Sözcii kler fosilleşıııed iğine göre , anl ropologlar lıu ıarlı §m ayı nası l ı;özii ınt• ka v u §l ı ı ra c a k l a r'? Dola ylı kan ı tl a r - ataları m ızın yarallığı ıw� ı ı t · l • · !· 1 � � a ı ıaloııı i l e ri n deki değişi mler- t�v r i nı ı �ı r i ­ himiz h akkı nda fa rklı iiykiiler anlat ı yor. İşe, l ı e yi n yapısı H ' sı·s organları n ı n yapısı da da h il ol mak iize re , anatom i k ka ı ı ı tları i n­ celeyerek başlayacağız. Soııra - d av ran ı§ın arkeol oj i k kal ın ı ıl a­ rı o l u ş t ur a n yönleri olan - teknoloj i k gel i.� ı ı ı i§I İğt' v ı· s an a l s al

ifadeye bakacağız.

İ nsan heyn i ndeki l ı iiyii nwn i ı ı 2 ı ı ı ilyon y ı ldan önce, llomo i n siyl e birlikte başladığını vı� ist i kr a rl ı §ekilde s i'ı rd ii ği i n ii gör­ müştük. Yaklaşık y a rı nı ııı ilyon y ı l i i ı ı ı ·ı· 1/umu t•n·r·tus ' u n o r ta­ l a m a b eyi n b ü y ü kl üğü l l 00 cııı 1"ı i ·ı 1 t' l ı ı ı . ı ı ı odı·rıı i ıısan orta­ lamasına yakın b i r r a ka ın d ı . !1 u.�t m lutJ itlıı·rus "la //um n arasın­ daki % 50 d ü zeyi n d eki sıı;ra ın a d a ı ı soııra, l a ri l ı iiııcı·si i nsan b eyn i nin büyüklüğünde ani arlı§lar gi iriil ı ı wd i . 1\ l ı ı ı l ak l ı e yi n boyu l u n u n önemi psikologlar aras ı n d a si'ı ırkli l ı i r t a rl ı § ı ı ı a ko­ n us u ol sa da, i n s a n ı n l a rih ön cesiııd e gii r i i l t · ı ı i i ı,· kaı ora n ı nd ak i lıüyüme lı iç kuşkusuz, b i t i şs el yetı·ıwk l t · r i ı ı )!;t ·l i � ı iği ı ı i g iis le ri­ yor. Bey i n boyutu dil ye l e n e kl e r i yl ı� d t · l ıağl a ı ı ı ı l ı ysa, yaklaşık son 2 m ilyon yıl içinde beyin boyu l u n d a gi i r ii l t ·ı ı l ıiiyi'ııııe, ata­ larımızın dil becerilerinin kademelİ ol a ra k gı ·l i�ı iği ı ı i d ii§iindü­ rüyor. Terrence Deacon'ın insansımayııı ıııı vı� i ı ısaıı l ı e yi nl eri arasında yaptığı karşıl aş t ı r m a da, h u m ı ı ı ııı a ı ı l ı k l ı l ı i r s av oldu­ ğunu gös teriyor. Los t\ ııgdes ' t e ki California Ü n ivers i l esi " ı ı d t � iiı w ıı ı l i lıir nö­ rob i y ol o g olaıı l l arry Jerison, insan l ıc y ı ı i ı ıdt·ki biiyümenin motoru olarak d i lı� i§aret ederek, Alet Y a pan i nsan hipotezin­ deki, dalıa l ıiiyiik l ıt�yinler için ev ri m l ıask ı s ı n ı 1'1 becerilerinin ya rat t ı ğı fi kri n i yadsıyor. 1 99 1 'de t\ nı e r i ka ı ı Doj!;a Tarihi M ü­ zesi'nde v ı� n l i j!; i i i ı ı t � ı ı ı l i l ı i r konferansta �iiyl ı · d t' ın İşti: " Bu bac

1 37


na yetersiz bir açı kl ama gibi gel iyor; özellikle de, aleı yapı nıı­ nın çok az beyin dokusuyla da mümkün olması yüzünden. Ba­ sit, ama yararlı bir dil üretmek içinse çok büyük oranlarda be­ yin dokusuna ih tiyaç var. " Dilin alıında yalan beyin yapısı bir zamanlar sanıldı�ından çok daha karma§ıkıır. İ nsan beyni nin çe§İLli bölgelerine dağıl­ mı§, dille bağlantılı pek çok alan görül üyor. Ataları mızcia da bu tür merkezlerin saptanabilmesi durumunda, dil konusunda bir karara varmamız kolaylapbilirdi. Ama soyu Lükenmi§ in­ sanların beyinlerine ilişkin anatomik kanıtlar yüzey hatlarıyla sınırlı kalıyor; fosil beyinler, iç yapı hakkında hiçbir ipucu sun­ muyor. Şansımıza, beynin yüzeyinde, hem dille hem de alet kullanımıyla bağlanıılandırılan bir beyin özelliği görülüyor. B u , (çoğu insanda) sol §akak yakınlarında yer alan yüksek b i r yum­ ru olan Broca kıvrı m ıdır. Fosil İnsan beyinlerinde B roca kıvrı­ mına dair bir kanıt bulınaın ız, dil becerisinin gelişLiğine ili§kin , belirsiz d e olsa b i r işaret olacaktır. Olası bir ikinci işaret de, mo d e rn insanlarda beynin sol ve sağ yanları arasındaki l ı iiyiikliik farkıdı r. Çoğu insanda sol ya­ rıküre sağ yarık ii r t>d e n daha b iiyiiklii r; ve I nı kı s m e n , dille ilgi­ li mekanizmanın burada yer almasının sonııı·udur. İ nsanlarda el kullanımı d a I nı as i nı e ı r iy l ı· l ıağl a r ı ı ı l ıdır. İ nsan nüfusunun % 90'ı sağ ellidir; dolayısıyla, sağ ı·l l i l i k v t � dil yelisi sol beynin daha büyük olmasıyla bağlan ı ı l arıı l ı rı l a l ıi l i r. Ralph Holloway, l 972 'dc Tıırkana Gölü'nde bulunmu§, çok iyi (?) bir J/omo habilis iirıw ğ i olan ve yaklaşık 2 milyon yaşında olduğu sapıanan kafat ası 1 'l70'in beyin §eklini incele­ di (bkz. §eki! 2.2). Beyin k ı ı ı ı ıs ı r ı ı ı ı n i ç yüzeyinde Broca alanı­ nın izini saplamaktan lite, lwynin s o l -sağ §ekillenınesinde de hafif bir asiınelri buld u. B ı ı , 1/unın lıa b ilis ' in modern §empan­ zelerin soluma-haykırıııa-l ıoır ı ı ı rl ı ıdan çok daha fazla ileli§im aracına sahip olduğunu giisı ı·riyordu . H olloway, Human Ne­ urobiology'de yay ı n l ana n lıir bi ld iride, dilin ne zaman ve nasıl ortaya çı klı ğ ı n ı kanı ı l a nıaı ı ı r ı ol anaksızlığına kar§ın, dilin ortaya ç ı kı ş ı n ı n " paleon ı olojik :-':ı·ı;rıı i�in deri n l i klerin e " uzanııı ası n ı n 13R


mümkün olduğunu belirtti. Holloway, bu evrim çizgisinin A ust­ başlamış olabileceğini söylüyordu , ama ben onunla aynı fikirde değilim. Bu kitapta şu ana dek yer verilen tüm tartışmalar, Homo cinsinin ortaya çıkışıyla birlikte, İnsangil uyarianınasında önemli bir değişim yaşandığına işaret ediyor. Dolayısıyla ben, ancak Homo kabilis'in · evrilmesiyle bir tür ko­ nuşma dilinin oluşmaya başladığını düşünüyorum. Bickerton gibi ben de bunun bir tür öndil, içeriği ve yapısı basit, ama in­ sansımaymunların ve A ustralopithecus 'ların ötesine geçmiş bir iletişim aracı olduğunu sanıyoru m . Nicholas Toth'un, 2 . B ölüm 'de de sözü edilen, olağanüstü özenli ve yenilikçi alet yapma d e n ı�y lı � r i beyin asimetrisinin er­ ken İnsanlarda da görüldüğü fikrini destekl iyor. Toth'un taş alet yapımı çalışmaları, Olduvan kiilt ii r ii uygulamacılarının ge­ nellikle sağ elli olduklarını ve dolayısıyla, sol beyinlerinin biraz daha büyük olacağını gösterdi. Tot l ı ' ı ı ı ı l ı u kon u daki gözlemle­ ri şöyleydi: 11 Alet yapma davranı�l arı n ı n da g iis le rd i ği gibi, er­ ken alet yapımcılarında beyin kanalla� ı ı ı ası ol ı ı � nı ll§l ı ı . Bu, ola­ sılıkla dil yelisinin de ortaya çıkmaya lıa!-iladı�ıııı gösteren bir işarettir. 11 Fosil beyinlerinden elde edilen ka n ı ı la r l ıı · ı ı i , dilin llomo cinsinin ilk ortaya çıkışıyla birlikte gd i�ıııı·yı� ) ı;ı§lad ığına ikna etti. En azından, bu kanıtlarda, d i l i n ı·rkı·n ı l i i ı l l ' ı ı ı lerıle ortaya çıktığı savına kar§ıt bir şey görem iyonız . /\ n ıa ya sı�s o rganl arı : Gırılak, yutak, dil ve dudaklar? Bunlar ı l a, ikinı·i i i ı w ıııli analo­ mik bilgi kaynağını oluşturuyor (bkz §ı� kil 7. 1 ) . İnsanlar, gı rılağın boğazın alı bölii ııı iinılı· yn al nıası ve do­ layısıyla, yutak adı verilen geniş bir ses oı bl 'ığı yaral ması saye­ sinde, pek çok ses çıkarabilirler. New York' ıaki M ou n t Sınai Hastanesi Tıp Fakiil t esi'nden Jeffrey 1 ,ai t ı ı ı an , Brown Üniversi­ tesi'nden Ph i l i p Li d ıerman ve Yale'clen E ı l ı ı ı u n d Crelin'in ye­ nilikçi çalı§ııı aları , lıdi rgin , ayrıntılı l ı i r koıı ı ı 1 ı ıı <ı yaratılmasın­ da geniş lıir y u l ağın anahtar rol oynadığı ı ı ı gi is t e riyor . Bu araş­ tırmacılar canlı yara l ı kların ve insan fos i l i n i n i n ses yolu anato-

ralopithecus'la

,

1 39


Üs)Yut �utıaak k

1

<;ıı ılak

SP�

'

kıvrııııı

Sc·s

kıvrııııı

ŞEKi L 7 . 1 ­

Ses yolu. Soldaki §empaıızede, ti'ı ı ı ı ı ı ı e melilenle olduğu gibi, gııtlağıı ı bo ğa zııı list kısımlanııda yer aldığı bir 5l'S yolu bıılııııı ır. Bıı, aynı a n d a lıcın solu­ nıaya lıem de içıııeyc izin vere u , a ı ı ı a y uıa k bo§luğuııda yaratılabilecek ses sayısını kısıtlayan bir y a p ı d ı r. İ ı ısa ı ı , gırılağı ı ı lıoğazııı al ı kısımlanııda yer aldığı tek tiirdiir. Sonuçta i ı ıs a ı ı l a r a y ı ı ı a ı ı d a lwııı şolııyup lıcııı de içc ıı ı ez ler, ama ço k dalıa fazla sayıda sı·s ı;ıkaral ıili dn. 1/omo crectus'taıı önceki t iinı insan tiidt·ri ı ıde gırtla k . �t· ı ı q ı;ıı ızt· kııı ı ı ı ı ı u u ıd a d ı r. (J . Lai t m aıı P . Can­ non ve H. Tl ıoıııas) ­

,

mileri üzerinde kapsaml ı bir araştırma gerçekleş t i rdiler ve i ki­

İ nsan dışında yer al ı r ve b u da, hayvan ın aynı anda hem sol uyup hem içebilmesini sağlar. Ama yutak boşluğu n u n kiiı;; iikl iiğii , yaratılab ilecek ses alanını kısıtlar. Dolayısıyla, memeiiierin çoğu nda, gırtlakta yarat ıl an

sinin birbirinden çok farklı olduğunu gördüler. tüm m emelilerde, gı rtlak boğazın üst kısm ında

seslerin değiştirilmesi ağız boşluğunun ve d udakları n şekl ine bağl ı d ı r. Gı rtlağın boğazı n alt kısmında yer alması daha çok ses çıkarabil mel eri n i

i n sanların sağlar, ama aynı anda hem so­

luyup hem de içmemizi eııgdl ı!r. Böyle bir şey yaplığını ızda boğulabiliriz. İ nsan bebekleri , ıne ın elilı�r gibi, boğazın üst kısm ınıla yer alan bir gırılakla doğarlar ve dolayısıyla, aynı anda hem solu140


yup, hem içebilirl er; zaten, süt ernerken ikisini de yapabil me­ leri gerekir. Yaklaşık on sekizinci aydan it ibaren gırtlak boğa­ zın alt kısı mlarına kaymaya başlar ve yetişkin konu m una, ço­ cuk yakla§ık on dört ya§ı ndayken ulaşı r. Ara§Lırmacılar, insa­ nın erken dönem ataları nın boğazları nda gırtlağın kon u m u n u saptayabilmeleri d u r u m unda, türün seslendi rnıe ve d i l yeLisi kon usunda bazı sonuçlara ulaşabilect·kl erini fark etıiler. Ses organların ı n fosilleşnıeyen yum uşak dokulardan kas ve et- olu§nıası ncdı·niyle, Inı oldukç:a

- kı kı rdak,

güç bir i§Li . Yine

de, eski kafalarda, kafatası n ı n dibinde, yani lıasikranyumda yer alan çok önemli lıir i pı ıc ı ı giiriil i'ı yor. Temel memeli mode­ linde kafatası nın a l t kısmı d iizd i'ı r. i n sanlardaysa, belirgin §e­ kilde kavisl i . Dolayısıyla, fosi l i nsan t ii rlı:ri nde basikranyum

§ekli , ses çıkarabilme y e t ı : ı wğ i n i ıı d iizcy i ı ı i giisterir. İ nsan fosillerini in cel ı: yc n La i t ı ı ı a ı ı , A u5lmlopiıhecııs'taki basikrany u m u n düz olduğu n u giird i i . l l i ğı ·r

pek çok lıiyol ojik

özellikLe olduğu gilıi, b u aç:ıdan d a i ı ı s a ı ı s ı ı ı ı ay ıııurı gibiydiler ve i nsansı m ay m u nlar gilıi, onl a rı n da sı·sli i l ı · ı i�i ı ı ı i kısıtlı olma­ lıydı.

A ııstralopithecus'lar, insan koıı ıı�ı ııa ı ııodı · l i ı ı ı : özgü ev­

rensel ünlü seslerinin baz ı ları nı ç ı ka ra ı ı ı ayal'aklard ı . La i ı ın an,

§U sonuca vard ı : " Fosil ka l ı n tıl a rı nda l a ı ı ı a ı ı l a ı ı ı ı y l a ı : ğ r i l nı iş bir basikranyum ilk olarak, yak l a�ı k : w o . ooo i l ı : IJ-00. 000 y ı l

önce, arkaik

Homo sapiens adını vı·rd i ğ i ı ı ı i z i ı ısaı ı l arda gii r i i l ­

mektedi r . " Yani, anatomik açıdan ı ı ı ot lı· rı ı i ı ısa ı ı l a rı ıı cv ril me­ sinden önce or,taya çıkan arkaik

sapic11.1 l i i rl n i ı ı i ı ı l a ıı ı anl am ıy­

la modern bir dilleri var mıydı? B u , pı:k olası giiri'ı ı ı ııı iiyor. Basikranyum şeklindeki deği§i m , l ı i l i ı w ı ı ı·ıı ı·ski 1/omo erec­ tııs örneği oları , kuzey Kenya'da bulu n a r ı vı· y a kla � ı k 2 m ilyon yıl öncesindt:n ka l ı ı ı a kafatası 3 7 33 'tt: giiriil iiyor. Bu inceleme­ ye göre Inı

1/omo acctus bireyi, bazı ii ı ı l i i sı·slni çı karma yete­ Homo ı•rt•ı·tw 'ta gı rtlak konu­

neği ne sahipt i . Lai t nı an , erken

m u n u n , al tı y a�ı ı ı d a ki modern bir çoc ı ı ğ ı ı ı ı gırtlak kon u m u na e§değer olacağını lwsaplıyor. Ne yazık ki, � � � ana dek eksiksiz bir

habihç l w yi ıı kııt ıısu bulunamaması ı w d ı : n iyle Homo habi,

141


lis hakkı nda hiçbir §ey söylenemiyor. B e n , en erken Homo ' y a ait eksiksiz bir b e y i n kutusu bulduğu m uzda, tabanda eğrilme ba§langıcı göreceğimizi tah m i n ediyor u m . İ lkel b i r konu§ma di­ li yetisi, Homo ' n u n ortaya çıkı§ıyla birlikte ba§lamı§ olmalı . Bu evrim dizisi içinde açık bir paradoks görüyoruz. Basik­ ranyumlarına bakılırsa, N eanderthallerin sözel becerileri , ken­ dilerinden yüz b inlerce yıl önce ya§aını§ olan diğer arkaik sapi­ ens'lere göre daha geriydi. N eanderthallerde basikranyum eğ­ rilmesi, Homo erecıus' tan bile daha az düzeydeydi . N eandert­ haller gerileyerek, atalaı·ın a göre konu§ma yeteneklerin i kay­ betmi§ler miydi? (Gerçekten de kimi antropologlar, N eandert­ h allerin soylarının tüke n m esiyle, dil yete neklerin i n alt d üzeyde olması arasında bağlantı kurulabileceğini söylüyorlar.) Bu tür evrimsel bir gerileme pek olası görül m üyor; bu tipte ba§ka hiç­ bir örnek görem iyoruz. Yanıtı, N canderthal yüz ve beyin kutu­ su anatomisinde bulmamız daha olası . Soğuk iklime bir uyar­ lanma olarak, N eander l h alin

yüzünün orta kısmı a§ırı derecede

çıkıntılıdır. Bu yapı, b u r u n geçişlerinin geni§lemesini ve dola­ yısıyla, soğuk havanı n ısııılnıasını ve dı ş a rı verilen soluktaki n e­

basikranyum §eklini, türün dil yetisin i önemli oran d a azaltınadan eıkilt�nı i ş olabili r. An tro­ min yoğunla§masını sağlar . Bu yapı pologlar bu noktayı hala ıartı§ıyor. Kısacası anatom i k kanıtlar, dilin el·ken dönemlerde ortaya çıktığını ve ardından , dil yeteneklerin i n a§amalı olarak geli§ti­ ğin i dü§ündürüyor. Ama alet teknolojisi ve sanalsal i fade konu­ sundaki arkeoloj i k kalıntılardan , genellikle farklı bir öykü çıkı­ yor. Daha önce de belirıtiğim gibi dil fosille§mese bile, insan eli­ nin ürünleri ilkesel olarak, dil hakkında bazı içgörüler sun abi­ lir. Bir önceki bölümdeki gibi , sanatsal ifadeden söz ederken, modern i n san zihninin i§leyi§irıin bilincindeyiz; bu da, modern bir dil düzeyine i§aret ediyor. Ta§ aletler de, alet yapımeıları­ nın dil yetileri hakkında bir aıılayı§ sağlayabilir m i ?

1 976'da, N ew York Bilimler Akadem isi 'nde dilin kökeni ve

doğası hakkında bir bildiri s u n ması istenen Gly n n Isaac'ın ya1 42


mdaması gereken de buydu. Isaac, yaklaşı k 2 milyon yıl önce­ ki ba§langıcından 3 5.000 yıl önceki Ü st Paleolitik devri mine dek süren La§ alet kültürlerin i n karma§ıklığını gözden geçi rdi . B u i n sanların aletlerle yaplı klan i§lerden çok, aletiere verdikl e­ ri düzenle ilgileniyord u . Düzenleme insani bir saplantıdır; b u , en i nce ayrı ntıl arıyla gel i§mݧ b i r kon u§ma d il i gerektiren bir davranı§ biçi midir.

Dil ol masa, insanları n koyduğu keyfi düzen

de olamazdı . Arkeoluj i k kalıntılar, d ii zen verm e n i n i nsanı n tarihöncesin­

2. 2 . 5 m ilyon ile yaklw�ık l .tl. milyon yıl öncesi arasın­ daki Oldovan aleılerinin fı rsaıçı l ı i r d oğ aya sahi p oldu klannı görmܧtük. Alet yapımcıl a rı n ın aldİn §Ckl ine önem vermedik­ leri ve daha çok, keskin yon�alar ii r d ı ı w y i amaçl adıkları görü­ lüyor. Kazıcılar, kesiciler ve d iskll'r �i lı i 11 çekirdek 11 aletler b u sürecin y a n ürünleriyd i . Oldovan kii l l ii rii ııii izleyen ve yakl a§ık 2 50.000 yıl öncesine dek süren Aı·lwıılı·ı�ıı kiil ı ii r ii aletlerinde

de çok yava§ - adeta b u zul hızıyl a - geli§Lİğini gösteriyor. Bölüm'de,

d e ancak asgari d üzeyde bir §ekil �ii r i i l i i y o r. Damla şekl i ndeki el baltası büyük olasılıkla, bir Lür

zi l ı i ıı sı·l kal ı l ıa �iire iiretilmi§­ t i , ama gruptaki d iğer aletlerin çoğu ıwk çok açı ı la n Oldovan kültürüne benziyord u ; dahası, A cl w ı ı l ı ·ı · r ı alı·ı kıılıısııııda an­ cak b i r düzine alet biçim i görülüyord ı ı . Yakla�ık 2!>0.000 yıl öncesinden i t i baren, araların d a N earıılnılıallni ıı d1� l ıu l u n d u­ ğu arkaik sapiens b ireyleri önceden l ı azı ıl aıııı ı ı� y o ıı� al a r dan aletler yapmaya ba§ladılar. M o uste r i e ı ı 'i di' iı; n ı · r ı I n ı �ru plar­ da belki altını§ alet tipi saptanabilıni§I İ . Aıııa ı i p l ı r 200.000 yılı a§kın b i r süre deği§medi; tam bir insan zilı ı ı i ı ı in varlığını -

yadsır gibi görü nen bir teknoloj i k d u rağa n l ı k ı liiıwıııiydi b u . Yenilikçilik v e keyfi düzen ancak :J S .OOO yıl ii ıı c e , Ü st Pa­

kültii rl erin sahneye çıkmasıyla l ı i rl ikıı� yay �ı n l aşlı . Yeni ve daha i ncd ikli alet türlerinin yapılması ı ı ı laıı iitı�, Ü st Paleoli­

leolitik

tik döneme

öz�ii alet grupları yüz binlcrcı� yıl değil, b inlerce yıllık bir zaman iilç•�ği içinde değݧm i§l i . l saaı:, bu teknolojik çe§ itlilik ve ı lı�ği�i ııı m odelinin, bir t ü r koııtı§ıııa dilinin a§amalı 1 43


olarak ortaya çıkmasına i§aret ettiğini dü§ünüyor ve Ü st Pale­ olitik Devri m i ' n i n bu evrim çizgisinde önemli bir dönüm n okta­ sı olu§turduğunu savunuyordu . Çoğu arkeolog bu yoru m u ka­ bul etmektedir; ancak, erken alet yapımcılannın konu§ma d ili düzeyleri kon usunda farklı fikirler vardır; tabii, gerçekten b i r dilleri varsa. Colorado

Ü niversitesi'nden

Thomas

Wynn ,

N icholas

Toth'un tersine, Oldovan kültü r ü n ü n genel özellikleriyle i nsan değil, i nsansı m ay m u n benzeri olduğuna i n an ıyor. Man dergi­ sinde l 989'da yayınlanan bir m akalede, " Bu tabloda dil gibi unsurlan varsay mamız gerekmez, " diyor. B u basit aletlerin ya­ pı m ının çok az bili§sel yeti gerektirdiği ni ve dolayısıyla, hiçbir §ekilde i nsana özgü ol madığı nı savunuyor. Yine de, Acheuleen el baltalannın yapı m ı nda " insana özgü bir §eyler" olduğu n u kabulleniyor: " B unun g i b i i nsan eserleri, yapı mcının ü r ü n ü n nihai §ekline önem ıwnliğini ve o n u n bu amaçlılığı n ı , Homo erectus'un zih nine ac,-ılan kiic,-ii k l ı i r pencere olarak kullanabile­ ceğimizi

göste riyor. " Wyıın, 1/omo crertus ' u n bili§sel yetisi n i , alt'L i t-ri n i n yapı m ı n ı n gen�ktird iği z i h i nsel kapasiteyi temel alarak, y ı · d i ya�ı rıdaki l ı i r m o d e rn insana denk görüyor. Yedi ya�ırıdaki c,- o c ı ı k l a r gö n d e r m e (referans) ve gramer gibi, kayda değer d i l l wl"erilerinc sahiptirl e r v e işaretiere ya da ha­ Acheuleen

,

reketlere gerek duymadan konıı§ma n oktasına yakı ııdı rlar. B u bağlam içinde, J effrey Lai t m a n ' ı n , basikrany u m §eklini temel alarak,

Homo erectus ' u n dil yetisin i altı ya§ındaki modern b i r

i nsanın d i l yetisine C § görd üğünü hatırlamak ilgi çekici olacak­ tır. Şekil 7 . 2 ' de verilen bu kanı tlar bizi nereye yönlendiriyor? Arkeolajik kalıntıların yal n ı zca teknolojik u nsurunu kılavuz alırsak, dilin erken dönemlerde ortaya çıktığın ı , insanı n tari­ höncesinin büyük böl li m ii lıoyunca yava§ yava§ ilerlediği n i ve görece yakın zamanlarda l ı i i y iik bir geli§me geçirdiğin i d li§Ü­ nebiliriz. B u , anatomik kanıtlardan türetilen h ipotezden ö d ü n verilmesi anlam ı n a geliyor.

A m a arkeoloji k kalıntılar böyle bir

ödüne yer bırakmıyor. Kayal ık korunaklara ya da mağaralara 144


t Mı ııı:oılf•ric·ıı

Olduvan

2

3

�1ilpııılaıroı � ıl iiıwı·

-- Ta� oılı·ılniııiıı �·· � •·" '

\1' ı-lawlarıliza.. � ı ııııı

"Saııaı" ı ı l ıjı·lı·ri iirı·liıııi

(a )

t

1\ıı ... ı ı . ı lo-

//m11u

ı •llt-1"11"1,11 /ıuJ,fı, lflllııo t'll'd/U

1\ı-l-.aik .HifJit•IJS

�· �� l lNı·oıııılı·ı1lı;ıl

'Ic ı oıı

.....

1//11/1111 ·��Illi �ii� ı ni 2

:.ı

L-,. _ .)

- - - - B··� iıı llii� ii�l iij!ii -- Hı ·� i ı ı n q,!;llliz:ı ... � nıııı •

Bnwa lıiil�ı ·:-iııiıı ' a rlıj!:ı

]�

L_-----'-----"'-' '4 0 lhı,ı;iiıı

- - - - Olı,ıılııııı ·: nıı�Lıl.ıı

--- Toı lııııııı ı·dıl··ıı ''"�l�ılaı

(l ı )

ŞEKi L 7.2 Üç ka n ı t d i z i s i .

j

,\ ı k . . ı ı l ı ı i k

kalıııtı (a)ııın kılav ıız al ı ı ı ıııası d ı ı nım uııda, d i l iıı­

saı ı ı ıı l a r i l ı i i ı wı·s i ı ı i ı ı ) a k ı n zaıııaıılarıııda ve l ı ı z l a zeııi

V!'

l ıt�) i ı ı

l aya ı ı a�a ı ı ı a l ı

l ım ı ı l

url a y a

ı.; ı k ı ı ı ı §tır. Beyin d ii­

ı ı ı ıa da i r lıilgilerse (b) d i ldı · , llo mo C"İı ısiyle birlikte ba§­

l ı i ı gı · l i � ı ı ı cyı·

ݧaret eder. Beıızl'l'

'i' · k i l d .. ,

ses yolu evrimi de

erken bir lı a � L ı ı ı gw a i�;ııTt l ' l ı ııektedir. i ı ı.•aııııı KiiJ.. ı ·ı ı i . F: l O

1 45


yapılmış resim ve oymalar, kalıntılard a 3 5 . 000 yıl öncesi nden i tibare n , b i rdenbire görülüyor. Aşıboyası sopa ya da kemik nesnelerin üzerine kazı n m ı ş eğriler gibi, daha önceki sanat eserlerine dair kanı tlar, en iyi olasılıkla ender v e e n kötü olası­ l ı kla da kuşkuludur. Sanatsal ifadenin

- sözgelim i , Avuslralyalı arkeolog Iain

Davidson'ın ısrarla savunduğu gib i - konuşma diline ilişkin tek güvenilir gösterge olarak alı n ması durumunda dil, ancak yakın zamanlarda tamamen m odern hale gelmiş, bunun da ötesinde, başlangıcı yakın zamanlarda olmuştur. N ew England Ü n iversi­ tesi'nden çalışma arkadaşı William N oble'la birlikte yazdıklan yakın tarihli bir bildiride şöyle diyorlar: " Tarihöncesinde nes­ . nelere benzeyen i m gelerin yapılması ancak, ortak anlamlar sis­ temlerine sahip topluluklarda ortaya çıkmış olabilirdi . " " Ortak anlamlar sistemleri " elbette, dil sayesinde yaratılabilird i . D a­ vidson ve N oble , sanatı dilin olanaklı kıldığını değil, sanatsal i fadenin, göndermeli dilin gel işmesini sağlayan bir ortam oldu­ ğunu savunuyorlar. Sanat dilden öııc:e gelmeli, ya da en azın­ dan , dille koşut olarak ortaya ı;.� ıknıalıyd ı . Dolayısıyla, arkeolo­ jik kalıntilarda sanatın ilk ortaya çıkışı, günderıneli kon uşma dilinin de ilk ortaya çıkışı n a işaret eder.

İ nsan dilindeki evrim i n yapısı ve zamanlamasıyla ilgili pek çok hipotez var; b u da, kanı tl arın ya d a en azı ndan kan ı tların bir kısmı n ı n yanlış yorumlamlığını gösteriyor. B u yanlış yorum­ lamaları n getirdiği karmaşı klık ne ol u rsa olsun, dilin kökeninin karmaşıklığı hakkında yeni lıir anlayış gelişiyor. Wenner-Gren A n tropoloj i k

Araştırmalar

V akfı ' n ı n

d üzenlediği

ve

M art

1 990'da gerçekl eştirilen önerıı l i bir konferansın , ileri yıllardaki tartışmal ar ı n akışını beli rledij:i;i görülecektir. " İ nsan Evri minde Aletler, Dil ve B ilişi m " başl ıklı konferansta, i nsanın tarihönce­ sinin bu önemli konulan arasında bağlantı kuruld u . Konferan­ sın düzenleyicilerinden Kaılıleen Gibson bu kon u m u şöyle La146


n ımlıyor:

11 İ nsan sosyal zekasın ı n , alet kullanımının ve d ili n ,

beyin boyutunda nicel geli§meyle ve bununla ilgili b ilgi i§leme yetisiyle bağlantılı ol m ası nedeniyle, içlerinden hiçbiri tek ba§ı­ na, M inerva'nın Zeus ' u n ba§ından doğması gibi, eksiksiz halde ve birdenbire ortaya çıkmı§ olamaz. Beyin boyulu gibi bu ente­ lektüel yetilerin her biri de kademelİ olarak geli§mi§ olmal ı . Dahası, b u yetilerin birbirl erine bağımlı olm aları nedeniyle, iç­ lerinden hiçbiri m odern karma§ıklık düzeyine tek ba§ı n a ula§­ mı§ olamaz. 11 Bu kar§ılıklı bağı mlılıkları çözümlernek zorlu bir sava§ım olacaktır. Daha önce de belirıtiğinı gilıi burada, tarihöncesin i n yeni­ den olu§turul m asından çok

daha fazlası; kendim ize ve doğada­ da siiz konusu. İ nsanları özel gör­

ki yeri mize dair bakı§ açını ız

mek isteyenler, d ilde yakın tarihli vı� ani lıir l nı§l angıca i§aret eden delilleri ben i nıseyeeeklerd i r. İ nsanın doğanın geri kalan kısmıyla bağlantısını reddetnıeyenlnse, I nı lı�ınel i nsan yelisi­ nin erken dönemlerde ve U§amalı olarak gdi§ıııesi fikr i n den ra­

l ı i r garipl iği soı ı ııcu 1/omo habilis ve Homo erectus toplulukl an ldlfı var olsaydı , herhalde, çe§itli düzeylerde göndermeli dil k u l landıkla rı n ı giirii n l ü k . B u durumda, bizimle doğan ı n geri kalan kıs ını arası ndaki u��urum bizzat kendi atalarım ı z tarafından kapalı lıııı§ o l ı ı r d ı ı hatsızlık duymayacaklardır. Doğa n ı n

.

1 47



8 . BÖLÜM

ZiHNiN KÖKENi

Yeryüzündeki yaşam tarihinde üç önemli devri m goruruz. Bunlardan ilki , yaklaşık 3 . 5 m ilyar yıldan önceki b i r dönemde yaşamın ortaya çıkmasıd ı r. M i kroorganizmalar şeklindeki ya­ şam, önceden yalnızca kimya ve fiziğin işled iği bir d ünyada önemli bir güç old u . İ kinci devri m , yaklaşık yarım m ilyar yıl önce çokhücreli organizmal arı n o r t a ya çıkm asıydı. Çeşitli şekil

ve boyutta bitki ve hayvanların ortaya ı;ıkarak verimli bir eko­ sistemde etkileşim e gi rmeleriyle l ı i rl i kıı� yaşam karmaşıklaştı. Son 2 . 5 m ilyon içindeki bir s ü rcı;lt� i nsan l ıilincinin ortaya çık­ ması da üçüncü olaydı r . Yaşanı kPru l i n i n l ıilincine vardı ve do­ ğayı kendi amaçları için dönüşlii rıı w yı�

l ıaşladı .

Bilinç nedir? Daha derine incrsı·k, ı wy ı� _yarar'? işlf'vi nedir? Hepimizi n yaşamı bili nçlilik, ya

da kı · ndin i lıilrııe aracıl ığıyla l ı ı ı s orıı l a r garip görü­

duyumsadığım ı z göz önüne alınd ı ğ ı n d a ,

nebilir. Bilinç, yaşam ım ızda öylesi nı� iirwıııli l ı i r giiçl iir ki, d ii­ şünsel bilinç adını verdiği miz öznel d ı ı y ı ı r n ı ı n ol m adığı l ı i r var­ lığı hayal bile edemeyiz. Ö znel ol a ra k l ı i iylı·siru� giiı,.�l i i , ama nesnel olarak d a o kadar belirsiz ve gı�çil ' i . Bili nı;, lıiliııı i nsan­ larına, kimileri n i n çözü mlenemez

oldıığı ı r ı ı ı di i!-i iin d ii k le r i bir

ikilem sunuyor. I lepimizin yaşadığı ke ndini lıilırw d ı ı ygusu öy­ lesine parlaktır ki , düşündüğümüz ve yapl ığıııı ı z lu�r şeyi ay­

ıwsıwl olarak hepimi­ d ı r y u mları yaşaması olanaklı dı�ğild ir. Bilimciler vı� fel sefeciler yıllarca, lur d l 'ği!-ikı�n olguyu anla­

d ı n laıır; ama yine de, bildiğim kadarıyla, zin aynı

maya çalışır lar. B i r kişinin kendi zilıi rısd d ı ı nı ınlarını izleme yeteneği iizı�rirıdı� odaklanan kılgısal tan ı r ır l ar nesnel olarak bir açıdan uygu n ola l ıilir, ama kendimizi n ve varl ığımızın farkında 149


olduğum uzu bilmemizle bağlanlılı d eğildirler. Zihin, benlik duygusunun kayn ağı dır; ki m i zaman özel olan, ki m i zaman da başkalarıyla paylaşıl a n bir d uygud u r. Zihin aynı zamanda, düş gücü aracılığıyla, günlük yaşamın maddi nesnelerinin ö tesinde­ ki d ü nyalara erişme kanalıdır ve bize , soyut d ü n yaları Techni­ color gerçekliğine indirme aracı sunar. Ü ç yüzyıl önce Descartes, kişi n i n kendi içinde oluşan b e n­ lik bilincinin kaynağı nın h u zursuz edici gizemini kavramaya çalışmıştı. Felsefeciler b u i kiliğe, zihin-beden sorunu dediler. Descartes şöyle yazmıştı: " Sanki beklen medik bir şekilde, de­ rin bir girdaba gird i m ; beni öylesine al ıüst ediyor ki , ne d ipte kalabiliyoru m , ne d e yüzeye çıkabiliyoru m . " Onun zihin-beden sorununa getirdiği çözü m , zihinle bedeni tam amen ayrı varlık­ lar, bir bütünü oluştura n bir ikilik ol arak tanı mlamakıı . Tufıs Ü niversitesi'nden Daniel Dennet, Consciousness Explained adlı yakın tarihli kitabında şöyle diyor: " I3u , bizi m bir araba edinip onu kontrol etmemiz gilıi, l ıir l ıeden edinip onu kontrol eden bir tür m addesiz hayalet

şekl i ndeki l ı i r lıenlik vizyonuyd u . " z il ı n i yal n ızca i nsanlara özgü görüyordu ; diğer L ü m hayvanlar ya l n ı zı - a l ı i rc r oloıııal l ı . Son yarım yüzyıl boyu nca biyoloji ve psikol oji yı� buna l ıt�ıızı�r l ıi r göriiş egemen oldu. Davran ışc,:ılık adı verilen lıu dünya giiriişiirıe güre, i nsan Descarles ay rıca,

dışındaki hayvanlar yalnızca kendi dünyaları ndaki olaylara ref­ leks tepkileri veriyorlardı ve analitik d üşünce süreçleri yokt u . Davranışçılar, hayvan z i h n i d i y e bir ş e y olmadığını söylüyorlar­ dı; ya da olsa bile, bilimsel olarak ulaşma yolumuz yoktu ve b u yüzden, göz ardı edilmeliyd i .

B ı ı düşünce son zamanlarda, b ü­

yük oranda, hayvan dünyası n a ili şk in b u olumsuz görüşten vazgeçilmesi için yirmi yıldır u ğraşan, Harvard Ü niversi te­ si'nden Donald Griffin sayesinde değişmeye başladı. Griffi n b u kon u da, sonuncusu l 99 2 ' d e yayınlanan

Animal Minds o l m ak

üzere üç kitap yayınladı . Cri rtl n , psikolog ve etnologların " hay­ van bilinci fikri karşısında korkudan neredeyse donakal m ı ş " görü ndüklerini sav u n uyord u . Criffin b u n u n , bilirnde bir haya­ let gibi gezinen davranışc,:ılık cıkisinin h al a sürmesinin bir so1 50


nucu olduğunu söylüyor. " Bilimin diğer alanlarında kesinlik oranı yüzde yüzün altında olan kan ı tları kabul etmek zorunda­ yız. Tarihsel bilimler böyledir; kozmolojiyi, jeolojiyi dü§ünün . Darwin de, biyolojik evrim gerçeğini kesin §ekilde kanı tlaya­ madı . " Antropologlar, insan biçiminin evrim i n i açıklamaya çalı§ır­ ken , sonuçta, i nsan zihninin evrimini ve özellikle, biyologların dü§ü n m eye daha hazırlıklı old ukları hir konu olan i nsan bilin­ cini de ele alm alıdırl ar. Böyle bir olgunun i nsan beyninde na­ sıl ortaya çıktığı n ı da sormalıyız: Yan i , davranı§çıların savun­ d u klan gibi, doğa n ı n d iğer kısı rn l arında hiçbir öneeli ol madan , Homo sapiens'in beyn i Jl(lt� Laııı anlam ıyla olU§illU§ olarak m ı doğdu ? Bilincin, İnsan lari lıiiıwPsinin hangi döneminde §U an­ da bildiği m i z a§amaya u l a� Lı ğıı ı ı sor a l ı i l i riz: Erken tarihlerde ortaya çıkıp tarihöncesi boy u ı ı ı· a gidı·rı · k kı·skiıılcşti mi? Zihnin atal arı mıza ne tür evrim avanl aj l a rı kaza ı ı d ı rd ığı nı d a sorabili­ riz. Bu soruların , d ilin gelݧinı iylı� ilgili sorı ıL ı ra ko�ul o l d u ğ u n u fark e tmݧsİnizdir. Bu yal n ı zc a l ı i r rasl l;ıı ı l ı deği l; �:iin k ii d i l ve dü§ünerek kendini bilmek h iç kıı�kıısıız, l ı i rl ıi rl niylı� yakından bağlantılı olgulardır.

lıil i n ı : i ı ı 11 ı w iı� i ı ı 11 oldıığıı sorusu­ n u göz ardı edemeyiz. Dennelt'ın da sorı lıığıı g i l ı i , " Hili ııı;li l ı i r varlığın yapı p da, o varlığın bil i nçs i z ( a ı ı ı a ı,;ok i�, i l ıazırl a ı ı nı ış) bir simulasyonunun kendi ba§ına yap;ı ıııayal';ığı l ıi r �ı·y var ın ı ­ dır? " Oxford Ü niversitesi' nden zoolog ( { id ı ; ı rı l l lawkiııs dt� ka­ fasının karı §tığını kalıul ediyor. Orga ı ı i z ı ı ı a L ı r ı ı ı gı·kl'cği Lah­ m i n edebi l m e gereksi n i rn inelen söz ediyor; l ı ı ı , l ı i lgisayarlarcla­ ki sim ulasyonu ıı beyi nlerdeki e§değı�ri sayı:si ııdı� ı ı l a§ılan bir yetenektir. l lawkins'e göre b u sürecin l ı i l i ı ıı�li ol ı ı ı ası gerekmi­ yor. Yine de, 11 s i rı ı u l asyon ye t isi nd e ki cv r i ı ı ı i ı ı iiznd bili nçte doruk nokı asıııa çık nı ı § gibi görü n d ii ğ ii ı ı i i 11 kal ıı ı l ediyor. Bu­ nun olu§ma ıwdı:ı ı i ıı i n ele , modern l ıiyoloj i ı ıi ıı k a r §ıla§ t ığ ı en zorlu gizenı oldıığı ı ıı ı ı clü§ünüyor. " Bel ki dı: lıilinç, beynin d ü nyayla ilgili si ı ı ı ı ı l asyonu , artık keııd i s i ı ı i ı ı de bir modelini Bu sorulara yan ı t ararken,

151


içermesini gerektirecek denli eksiksiz h al e geldiği zaman orta­ ya çıkıyor. " Tabii, bilincin herhangi bir " am açla " ortaya çıkmış olma­ ması ve yalnızca, büyük beyinierin çalışmasının bir yan ü r ü n ü olması olasılığı d e var. Ben, böylesine güçlü bir zih insel olgu­ nun hayalla kalma açısından bazı yararlar sağladığını ve dola­ yısıyla, doğal seçi m i n bir sonucu olduğu nu savunan evrimci bakış açısını benimserneyi yeğliyoru m . Bu tür b i r yarar bulu­ nam aması durumunda, belki de alternatif yaklaş ı m ı n - yani, bir uyarianma işlevi olmadığı n ı n - kabul edilmesi gerekecektir.

N örobiyolog Harry Jerison, kuru topraklarda yaşamın baş­ lamasından sonra beyin evri m i n i n yörüngesi konusunda uzun bir i nceleme yaptı . Zaman içindeki değişi m modeli oldukça çarpıcı: Ö nemli yeni hayvansal grupların (ya da, gru plar içinde grupların) ortaya çıkışı na genellikle, beyni n göreedi boyutun­ da, ansefalizasyon adı verilen

bir sıçrama d a eşlik eder. Sözge­ önce ortaya çıkan ilk arkaik me­ meliler, ortalama sü rünr;en heyninden dört il(� l ıeş kat büyük beyiniere sahi ptiler. 50 m i l yon yıl iinn� ıııodı�rıı mem eiiieri n

l i m i , yaklaşık 230 milyon yıl

ortaya çıkmasıyla birlikte, zihi nsd n11�kanizıııada d a lıuna ben­ zer bir sıçrama görüld ü . matlar, en beyinli grubu

M t�ınd i k rl(� kar�ı la�ı ırıldığında pri­ olu�l ı ırııyorl a r; o rtalama memeiiiere

göre i ki kat daha ansefalize d ı ı rııındalar. Primatlar arasında en büyük beyin , ortalamanın yakl a�ık iki katı bir boyutla, i nsansı­ m ay munlarda görülüyor.

İ nsanlar da, ortalam a insansımaym u ­

na göre üç k a t d a h a ansefal izı· d ı ın ı nı d alar. İ nsanları şimdil i k bir yaııa lıı rakırsak, evri m tarihi içerisin­ de beyin boyutunda görülen a�amalı ilerleme, daha da fazla bir biyolojik üstünl üğe

doğrıı il t�rl emenin kan ı tı olarak görüle­ dalıa akıllı yaratıklar anlam ı n a geli­ yor. Bu, m u tlak anlamda doğrı ı ol malı, ama olup bitenlere ev­ rim gözüyle bakmakta yarar var. M emeiiierin sürüngenlere göbilir: Daha b üyük b eyin,

1 52


re bir şekilde daha akıllı ve üstün oldukların ı , kaynakları bir şekilde daha iyi kullandıkların ı d üşünebiliriz. Ama biyologlar bunun doğru olmadığını anlamışlardır. Memeliler dünyadaki nݧleri kullanınada gerçekten üstün olsalardı , cinslerin çok çe­ şitli olması gibi, bu kullanım şekilleri de çok çeşitli olmalıydı . Ama yakın tarihlerinin bir noktasında var olmuş memeli cinsi sayısı, daha erken bir dönemin çok başarılı sürüngenleri olan dinozor cinsi sayısıyla ayn ı . D ahası , memeiiierin kullanabildik­ leri ekolojik n iş sayısı, d inazor ni§l eri sayısıyla karşılaştırılabi­ lir. Öyleyse, daha büyük bir beynin sağl adığı yarar nedir? Evri mi motive eden güçlı�rden l ı i r i de t ii rl e r arasında sürek­ li bir rekabettir; bu rekal ıet sırası nda lıir t ii r , bir evri m yeniliği sayesinde geçici bir avantaj kaza n ı r , ama l ı u n a karşı bir yeni­ likle avantaj ı n ı kaybeder ve I nı s i i n�ç si·ı n�kl i yinelenir. Sonuç­ ta, daha hızlı koşma, daha iyi giirııu�, sal d ı n l ara dah a etkili bi­ çimde karşı koym a ya da ku rnazı:a davra n m a gi l ı i daha iyi yöntemler gelişir, ama daimi l ı i r a v a n t aj saglan a nı az

.

Askeri

terminolojide bu sürece silahian m a yan�ı d ı · ı ı i r : l l ı�r i ki tarafta da silah sayısı ve silahları n etkisi artar, a ı ı ı a sonuı;t a hiçlıir La­ raf karlı çıkm az. Akademisyenler, evri ı ı ı d ı·ki a y n ı olgu y u ta­ nımlamak içi n , " silahlanm a yarı ş ı " tni ı ı1 i ı ı i l ı i yoloj i y P i t hal elli­ ler. Daha b ü y ü k beyinierin oluşm ası , s i l a l ı l a n ı ıı a yan�lanrıın sonucu olarak görülebilir.

Ama küçük beyiniere göre büyük l w y i ı ı l n dı · d a l ı a fa rklı bir

şey olmal ı . Bu şeyi nasıl göreceğiz? .l niso ı ı , l wy i ı ı l n i n l ı i r tü­ rün kendine özgü gerçekliği yarattığı n ı d ii'iii ı ı ı ı w ı n i z gnı�ktiğini söylüyor. Birey olarak algıladığımız d i i ıı y a a"l ı ı ı d a l ı i zi m eseri­ mizdir ve kendi deneyimlerim izle yöıwt i l i r. A y ı ı ı 'iPki lde, bir canlı türü ola rak algıladığı mız dünya da, sal ı i p o l d ı ı g u ın u z d u­ yu kanallan n ı n doğasına tabidir. Kel el w kl t

-

r

ı n oriitı�si ışığı gö­

rebilir; biz gii n � m ı �yiz. Dolayısıyla, kafa ın ızı ı ı içindeki dünya - ister /lomo sapims olal ı m , ister köpek ya da kel ebek- dış dünyadan iç ı l ii ı ı yaya bilgi akışının rı itd i ksı·l yapısı ve iç dün­ yanın bilgiyi i'ilı�ııu� ydeneğiyle oluşu r.

11 l l ı�andaki 11 gerçek 153


dü nyayla, zihinde algılanan ,

11 içerideki 11 d ünya arası n d a fark

vardır. Beyinierin evrim içinde büyümesiyle birlikte, daha çok sa­ yıda duyusal bilgi kaynağı daha eksiksiz §ekilde kullanılabi l i r ve verileri daha ayrı ntılı §ekilde b ü tünle§ti rilebili r. Dolayısıyla zihinsel modeller

11 d ı§arıdaki 11 ile 11 içerideki 11 gerçeklikleri , bi­

raz önce sözünü ettiğim gibi bazı kaçı nıl m az bilgi bo§l u kları ol­ sa da, daha yakından denkle§tirebilirler. İ çe yönelik bilincimiz­ le gurur d uyabiliriz; ama dünyad a ancak, beynin i zlemek için gerekli donamma sah i p olduğu §eylerin b ilincinde olabiliriz. Birçok kݧi dili bir ileti§im aracı olarak görse de, Jeriso n ' a göre dil aynı zamanda, zihinsel gerçekliği mizin bilenınesini sağlayan bir araçtır. Tıpkı görm e , koklama ve duyma d uyusal kanalları­ n ı n , kendi zihinsel dünyaların ı n ol u§turul m asında bazı hayvan grupları için özel önem ta§ı m ası gib i , dil d e insanlarda temel unsurdur. Felsefe ve psikolojide, d ii§Üncenin m i dile, yoksa dilin m i dü§ünceye dayandığı konusu nda kapsamlı bir literatür vardır. İ nsanın bili§st>l s ii n�ı;lı·ri ı ı i ıı ıwk ı,.�oğu ıı u ıı ve belki de çoğunlu­ ğun u n , dil ve

haıta l ıi l i ııı; ol ıııadaıı sürd iiğii ııe hiç ku§ku yok. Tenis oynamak gilıi l ii ııı flzi ksı·l cı kiııl iklı�r, l ı i i yü k orand a oto­ malik olarak; yan i , l ı ı ı ıı daıı soıı ra l l l ' yapılacağı h akk ın d a sü­ rekli bir yorum yapıl ıııadaıı gı·rı;ı·klı·§l iril i r. B i r problem i n çö­ zii m ünün i nsanı n zih n i ııdc, l ıa�ka l ı i r §'�Y d ii § ii n ü rken beliri­ vermesi de, bir b a ş ka aı,.� ık iirı wkı i r . K i ıııi psikologlara göre ko­ nu§ma dili, daha tem e l l ı i r l ıi l i�iıııiıı yal n ı zca bir yan ürünüdür. A m a dil hiç ku§kusuz, d ii§iiıwı· ıı ıısıırl arını, suskun b i r zihnin yapam ayacağı bir §ekilde � ı · kill ı · ııdi rıı ı e ktedir; dolayısıyla, J e ri­ son vardığı sonuçta hakl ı d ı r.

Evrim çizgisi boyunca

i ıısaııgil beyninde olu§an en açı k de­ belirıildiği gi l ı i , boyutunun üç kat artma­ sıyd ı . A ma boyut tek dt'ğİ§İ ııı değildi ; beynin d üzenlem esi d e ği§i m , daha önce de

154


değişti. İ nsansırnay rn unlarla insanların beyinleri aynı temel modele göre yapılanrn ıştır. Her ikisi de sol ve sağ yarıkürelere ayrılır ve her yarıkürede dört ayrı lop vardır: Alı n , yankafa, şa­ kak ve artkafa loplan. İ nsansı m ay m unlarda, (beynin arka tara­ fındaki) artkafa lopları alın loplarından daha b üyüktür; insan­ lardaysa tam tersine, önkafa loplan daha büyük ve artkafa lop­ ları daha küçüktür. İ nsansı rnaymun beynine karşın i nsan bey­ ninin ortaya çıkmasında hu ayrı m ı n etkili olduğu varsayılm ak­ tadır. Yapıdaki b u değişi min i nsanın tarihöncesinde ne zaman oluştuğun u bilseydik, insan zi h n i n i n ortaya çıkışına dair bir i pucu bulabilirdik.

dış yiizcyi, kafatasının iç y üzeyindeki b ır ak ı y o r Fosilleşmiş lıir beyin kutusu­ nun iç yüzeyi n i n lateks kal ıl ı ı n ı al arak l ıcynin i m gesini çıkar­ mak m ü m kündür. Dean Faik, C ii ıw y vı� l loğıı i\ frika'da bulun­ muş bir dizi fosil beyi n kutusu iizl'ri ndı· yapl ığı araştı rmalarda çarpıcı sonuçlara ulaştı. Faik, al ın vı· arı kafa luplan n ı n karşı­ laştırmalı b üyükl ü klerine gönderı ııı� yaparak, A u.�tralopillıerus beyni temelde, insansı may rn u n lıenwri l ıir diizı·nlcıııı�ye sa­ hip, ır d iyor. " En erken Homo türii rıdı·ysı· i ı ı saıısı l ı i r d ü zenle­ Şansırnıza, beyn in

hatlarının bir haritasını

.

ır

me görülüyor. " İ l k Homo türünün ortaya

çıkmasıyla l ı i rl i kıe i ıısaııgil l ıiyolo­ rnodellı�ri g i l ıi pl'k ı;ok yiiı ı i i ı ı ii n değiştiğin i görrnüştük; bence bunlar, ycıı i l ı i r ı ıyarl a ıı ı ı ı a ıı işi olan avcılık ve toplayıcılığa geçişi işaret ı�ı lı·ıı dı·ği�i ııılndir. B ı ı noktada beynin boyutunun yanı sıra d iizı·ı ı i ı ı i ı ı d ı · ı lı·ğişnıesi tutarlı b i r gelişi rndir ve biyoloj i k açıdan ı ı ı a ı ı ı ı h.lıc lı r. A ıı ı a l ı ıı noktada insan ziluıinin ne oranda gelişm i ş olc l ı ı ğ ı ı ı ı ı ı saplaıııak o kadar kolay dt�ğil . Bu soruyu ele alnı adarı iiııı·ı·, ı·ıı yakın ak­ rabaları mız oları i ıısansırr:ay m u nların z i l ı i ı ılı�ri l ıakkıııda bilgi

jisinin beden yapısı ve gelişme

edinmeliyiz.

1 55


Prim atlar sosyal yaratıklardır. Bir m ay m u n topluluğunda yalnızca birkaç saat geçirmek bile, sosyal etkileşim i n grup üye­ leri için ne kadar önemli olduğun u anlamaya yeter. Kurulu itti­ fakl ar sü rekli sınanır ve korunur; yeni ittifaklar aranı r; dostlara yard ı m edilir, rakipiere meydan okunur ve çiftleşm e fırsatları için sürekli uyanık kalınır. Pennsylvania Ü niversitesi primatologları Dorothy Cheney ve Robert Seyfarth yıllarca, Kenya' daki Amboseli Ulusal Par­ k.ı' ndaki pek çok bıyıklı m ay m u n grubunun yaşamların ı izleyip kaydettiler. Genellikle saldırganca olan ani etkinlik patlamaları, maymunları kayılsızca izleyen birine sosyal kargaşa gibi görü­ nebilir. Ama gru ptaki bi reyleri tanıyan, kimin ki minle akraba olduğunu ve ittifaklada rekabetierin yapısını bilen C heney ve Seyfarth, görünürdeki kargaşadan anlam çıkarabiliyorlar. Tipik bir karşılaşmayı şöyle betiml iyorlar: " N ewton adındaki bir dişi, bir m eyve için rekabet ederken Tycho adlı başka bir dişiye sal­ dı rabilir. T-ycho kaçarken , N ewton ' ı n kız kardeşi Charing Cross rakibin kovatanmasında o·na yard ı m a koşar. Bu arada, N ew­ ton'ın kız kardeşlerinden bir diğeri olan Wormwood Scrubs, Tycho'nun, 20

met re ileride yemek yemekle olan kız kardeşi ·

Holborn'a doğru koşar ve kafası n a v ı ı n ı r. " İ ki birey arasındaki lıir c;at ı�rı ı a olarak �iiriilen şey kısa za­ manda büy;jyerek arkadaşlarl a akralıalara yayıl ı r ve yakın za­ manlarda yaşan mış benzer saldırganlık ııi)betlerirı·den de e tki­ lenmiş olabilir. Cli eney ve S.-yfarı l ı , " M Jy � unlar, diğer bir

t a l ı ı_tıj n etmekten öte, ilişki­ d i yorl ar. " Kesi nlikle rastlantı­ sal olmayan böyle bir karrııa�ayla karşı karşıya kalan bir m ay­ m u n , kirnin kendisinin iis t ii ı ı dı· vı� kirnin altında olduğu nu bil­ mekle yetineınez; ki rnin kirıı i ı ıi P rıı iitlefik olduğunu ve rakibine kimlerin yardı m edebileceği n i dı� bil melidir. " Cam bridge Ü ni­ versitesi'nden psikolog N iı-lıolas l l u ınphrey d e , sosyal ittifakla­ rı izlemenin getirdiği zilıi ı ı sı�l zorunlulı.iklarm':ı pri ın atolojideki bir paradoksun anah tarı oldıığııııu sav unuyor. ' H u nı phrey bu paradoks koıı ıısunda şunları söylüyor: " Lamayınunun davranışları n ı iiıwı·dı�ıı

lerini de saptamak zoru nd a l a r

156

, "


boratuvardaki yapay koşullar altında antropoid insansımay­ m u nların etkileyici bir yaratıcı akıl yürütme gücüne sahip ol­ dukları defalarca gösterildi; ama bu zeka gösterileri aynı hay­ vanların

doğal

ortamlarındaki

davranışlarında

görül müyor.

Açık sahadaki bir şem panzenin biyolojik açıdan önemli pratik bir sorumin çöz ü m ü nde çıkarsa m alı akıl yürütme yetisini kul­ landığını gösteren bir örnek henüz duymadı m . " H u m ph rey, aynı şeyin i nsanlar için de söylenebileceğini belirtiyor. Sözgeli­ m i , Einstein'ın, primatologların şem panzeleri gözledikleri şekil­ de gözlendiği n i varsayalım . Gözlemci bu büyük adamı n deha parıltılarını çok en der görebil eeekıir. " [ Dehasını) kullanmıyor­ du, çünkü sıradan gündelik i§ler dii nyasında kullanmasına ge­ rek yoktu . " İ nsanlar d a dahil olmak iiwre primalların gerçekte gerekti­ ğinden daha akıllı olmalarında ya dogal seçimin cömertliği et­ kili oldu , ya da, günlük yaşamları eıııdı�kı iid açıdan , dışarıdan

bakan bir gözlemcinin göreccği rı ı b ı d a l ı a fazla �ey gerektiri­ yord u . H u mphrey b u iki alternaı ifıı�ıı ikiııı: isi ı ı i ıı doğru olduğu­ na; yani, primat yaşamının sosyal ba ğ l a rı ı ı ı ı ı zorl u l ı i r enielek­ tüel savaşım gerektirdiğine i nanıyor. l l ı ı ı ı ı p l m �y e giire yaralıcı '

zekan ı n birincil rolü , " topl u m u bir arada ı ı ı ı ı ı ı akı ı r . " Primatologlar, pri m at grupları içinı lı� i ı ı i fak ağl arı n ın aşırı derecede karmaşık olduğunu artık b i l i yo rl a r. I li iyiesi l ıir ağın girin ti ve çıkıntılarını öğrenmek - ki l ı i rqlı·r l ıa�arı l ı olmak için bunları öğrenmek zorundalar - y d n i ı u ı gi"ıı; ı ii r . A m a bi­ -

-

reylerin sürekli politik güçlerini artırmaya çal ı�ıı ıalarıyla birl ik­ te ittifakların sürekli değişmesi bu işi

d a l ıa da zorl a�l ı rı yor. Sü­

rekli kendi çıkarlarını ve yakın akrabala rıı ı ı ı ı ı; ı ka rl a rı rıı gözet­ meye çalışan bi rı�yler ki m i zaman mevcııl i l l i fakl arı l ıozabiliyor ve belki de eski raki pi eri c olmak üzere, yı·ııi i ı ı i faklar kuruyor­ lar. Dolayısıyla grup üyeleri kendileri ni sii rı·kli değişen i ttifak modelleri içiııdı� bırluyorlar ve H u m pl ı w y ' ı ı i ı ı sosyal satranç adını verdiği I nı

s

i i rekli değişen oyunu oyııaıııak için keskin bir

zeka gerekiyor. 1 57


Sosyal satranç oyu ncuları , eski oyu n u n oyuncuianna göre çok d ah a becerikli olmalılar; çünkü la§ların kimliklerinin önce­ den tahmin edilemeyecek §ekilde deği§mesinden öte - örneğin atlar file, piyonlar kaleye dönü§ ü r - arada bir müttefikler de taraf deği§tiriyor ve d ü§mana dönü§üyor. Sosyal satranç oyun­ cuları sürekli uyanık olmak, olası avantajları aramak, beklen­ medik dezavantajları fark etmek zorundalar. B u n u n asıl yapı­ yorlar? Prim at toplumların ı n bireyleri, diğerlerin i n davranı§ları n ı önceden tah m i n etmek zorun d alar. B u n u n yolların dan biri , bi­ reylerin beyinlerinde, grup üyelerin i n Lüm olası eylemlerini ve kendilerin i n b unlara verdikleri doğru tepkileri kaydeden dev bir zihinsel banka bulun mas ı . Güçlü b ilgisayar programı Derin Dü§ünce, satrançta Büyük Usta kon u m u n a bu §ekilde ula§ıyor. Ama belli bir §aı'llar dizisi nde olası tüm kombinasyonları ele­ rnede bilgisayarlar i nsanlardan çok daha hızlılar. Demek ki, başka bir yola ihtiyaç var. Sözgelimi, b i reyler yalnızca bilgisa­ yar benzeri otom atlar gibi işlernekten öte kendi davranışların ı izleyebilselerdi, belli kw�ullar al l ı n d a ne yapacaklarına dair keşfe dayanan bir duygu geli§tirel ı i l i rlı�rd i . Elleri ndeki verilere dayanarak tah mi nler yapal ıil i r vt� l ıiiylcı-t\ aynı §<ırtlar al lında diğerlerinin nasıl d avranaı-ağı ııı ı al ı ı ı ı i ı ı t�dı·l ı i l i rl erd i . l l um ph­ rey' nin İ ç Göz adını verdiği l ı u izlt�ıııt� yclt�ıwği, bilincin tanı m­ larından biridir ve bu özelliği l a§ıyaıı lıireylere kayda değer bir evrim avan taj ı sunacaktır. Bilinç bir kez oluşluktan sonra geriye dönü§ olamazdı; ç ü n­ kü bu ihsandan yeterince yara rları anıayan bireyler d iğerlerine göre dezavantajlı durumda olaı -aklanl ı . Benzer §ekilde, küçük bir avantajı olanlar daha da gt•li§ec:eklerdi . Bir silahianma sa­ vaşı olu§arak bu süreci dalıa da ilerletecek, zekayı geliştirecek ve özbilinci keskinle§tirecekt i. i ı,:sel Göz'ün gözlem yeteneğin i n daha d a artmasıyla, kaçı nıl maz ol arak gerçek bir benlik du ygu­ su, dü§ünen bir benlik, İ çsd Bı�n oluşacaktı. Sosyal zekanın gelişimi lıi potezinin bir parçası olan bu hi po­ tez büyük ilgi ve destek gön l ü . l 986'da Science'ta yaymlanan, 158


primat çalışmaları kon usu ndaki bir İ ncelemel erinde Cheney, Seyfarth ve Barbara Smuls zekanı n sosyal bağlarnlardaki öne­ mini, teknoloj i n i n gerekleri n i karşılamadaki önemiyle karşılaş­ tırmalı olarak vurguladılar. Hobin Dunbar da çeşitli priınat tür­ lerinde farklı beyin korlı"ksi - beynin

11 eliişiinen 11 kısm ı - m i k­

Larlarını inceled i . R iiyiik gru pl arda yaşayan ve dolayısıyla daha karmaşık sosyal

satranç o y u n l a rı yl a karşı karşıya kalan türler­

de beyin korteksinin daha fazl a olduğu n u buldu. Dunb ar'ın

göre, 11 Bu, sos yal zeka hi poleziyle uyumluyd u . 11 H ayvan dav ra n ı ş ı ıı ı anlayışı mızcia yaşanan - hayvanların zi­ hinlerinin olmadı ğ ı n a dair davran ış��ı dogmayı yok ede n - dev­ rimele i ki kanıt d i z i s i etki l i o l d u . B ı ıııl ardan biri, özbil i nci - ya­ n i , kend i n i tanı ımı giislergt'lcri n i - saplanı ayı amaçlayan bir dizi öncü deneyd i . İ k i n c i s iy s1 � pri rnaı l a rı n doğal yaşama alan­ larında taktiksel kandıı·ına giislerg1·l�·ri araıııayı i��eriyord u . Bilinç gibi özel bir d en eyi m , dt'rwys1·l psikolojinin alışılmış araçlarının çok ötesi ndedir. İ nsan d ışındaki h ayvanlarda zihin ve bilinç d üşüncesinden pe k çok araşl ı rrııal'ınııı ka��ı n m as ı n ı n nedenlerinden biri bu olabilir. A m a N 1�w Y o rk l·:yalet Ü niversi­ tesi'nin Albany kampusundan psikolog Cordon G allup, 1 960'larda benlik d uygusu ha k kın da l ı i r l t'sl yapl ı : Ayna testi . Bir hayvanın aynadaki yansı masın ı k1�ndi 11 l ll'nl iği 11 olarak tanı­ ması duru m u nda, benlik d u ygusu ya da l ıi l i ııl'i olduğu siiylene­ bilirdi . Hayvan sahipleri kedi ve kö p e k k r i ı ı ayı ıadaki i ı ı ı gd eri­ ne tepki verdikleri n i , ama genellikle l ı ı ı ı ı ı ı l ıaşka l ıir l ı i reyin i mgesi sandıklarını ve davran ışlanndan kısa sii n·dc� şaşkı na dö­ n ü p sıkıldıklarını bilirler. (Yine de aynı l ıayvaıı salıipl1�ri, k e d i ya da köpeklerinin kendilerinin farkında oldıı klarına ye min ulaştığı sonuca

,

edeceklerd i r . )

salıalı tıraş olurken tasarl adığı - d1 �neyi hay­ alışt ı n l masın ı ve ard ı nd an , a l ı ı ı ı ı a kırmızı bir leke sürülmesini g1�n�kıiriyord u . Hayvan, yaıısııııayı l ı aş ka bir birey gibi görmesi d ı ı rı ı ı ı ı ı ı ııda, kırmızı lekeyi ııınak ed ee ek ve belki de aynaya doku nacak t ı . Ama yansım an ı n kc·ııdine ait olduğu n u Callup'ın - l ı i r

vanı n aynaya

1 59


fark etmesi d ur u m u n d a , olasılıkla ken d i vücudundaki lekeye dokunacaktı . Calhıp deneyi ilk olarak bir şempanzede gerçek­ leştirdi ve hayvan yansı manın kendisine ait olduğun u biliyor­ muş gibi davrandı ; alnındaki kırmızı lekeye doku n d u . Cal­ lup'ın deney hakkı nda 1 9 70'te Science'ta yayınladığı m akale, hayvan zihni kon usundaki anlayışı mızda bir dönüm noktası oluşturdu ve psikologlar, kend i n i tanı m a duygusunun ne kadar yaygın olduğun u merak etmeye başladılar. Yan ı t : Pek de yaygın değil. Orangutanlar testi başarıyla geçmişler ama goı·iller şaşırtıcı şekilde b aşarısız olm u şlardı . Ki­ m i gözlemciler daha az formel durumlarda gorilleri n , ken d i i m gelerin i tanıyormuş gibi ayna kull an d ığım gördükl erini iddia ediyor v e b u n u n , b u hayvanlarda bir benlik d uygusu olduğun u gösterdiği n i düşünüyorlar. Bir tarafta kendini tan ı m an ı n v e di­ ğer tarafta d a b u özelliğin yokluğunun yer aldığı zihinsel bir eşik, kendini tanıyan tarafı n İnsanlan v e büyük İ nsansımay­ m u nları , diğer tarafın da geri kalan prim atları ve diğer hayvan­ ları içermesi

duru m u nda anlamlı olacaktır. A m a kimi primato­ may m u n t ii rii ndeki karm aşık sosyal yaşam göz­ lemlerine dayanar a k , l ı ı ı ı ı ı ı n çok aynıncı lıir lıiil ü m l e m e oldu­ ğunu düşün üyorlar. Y akın zamanlarda, Inı ayrı m cılığı sın amak için bir test ol w;tunıl d ı ı : "Takt iksl"l kaıı d ı r ı ı ı a test i . " " Bi r bireyin kend i norıııal rqwrt ı ı varı ııdaıı 'd iiriist bir eyle­ m i ' , tanıdık bir b i reyin l ıill' yaııl ı� y i i ı ı l l' ı ı d i ri l ın es ine yol açacak şekild e farklı bir bağl a nı da kıı llaıııııa ydisi " olarak tanımlad ı k­ ları bu teri m i , İ skoçya'daki St . A ıı d rews Ü niversitesi'nden Andrew Whiten ve Richard B y rı w y a raı tıl a r. Diğer bir deyişle, bir hayvan diğer bir hayvana l ı ilı-rı·k yalan söyler. Bilerek karı­ dırmak için hayvan, h an·kc ·tlı- r i ı ı i ıı l ı aşka bir bireye nasıl görü­ neceğine dair bir d uyguya sa lıip ol malıdır. Böylesi bir yetenek d e kendini bilmeyi gerekt i r i r. Eğer karıciırma gerçekten oluyor­ sa, ancak çok ender olarak yapıl.alıilir: İ nanılırlığınızı konı rn ak istiyorsanız, 11 Kurt! 1 1 diye lı ağı ran çocuk örn eğinde göriildiiğü gibi, böyle bir şeyi pek sık yapamazsınız. B y rn e ve Whiten kaııd ı rıııayla, Afrika' n ı n güneyindeki ! >raloglar, pek çok

1 60


kensberg Dağları'nda gözlemekte oldukları bir babun gru b u n­ da kandırma olarak yorumlanabilecek pek çok örnek görd ük­ ten sonra ilgilen m eye ba§ladılar. Sözgelimi, genç bir erkek olan Paul bir gün , bir köklü y u m ruyu topraktan çıkarınakla me§gul olan genç di§i M el'e yakla§IDı§tı . Etrafına bakıp çevre­ de ba§ka babun olmadığını gören Paul , tehlikedeymi§ gibi, keskin bir çığlık altı . Paul 'ün, Mel'in üstünde bir konu m a sa­ hip olan annesi çocuğu nu koruyan tüm anneler gibi davrand ı : Hemen yanlarına g e l ip, sal d ı r r;a n

old uğu n u dü§ündüğü M el ' i kovdu. Paul de gayet rahat l ı i r ���kilde, Mel'den geride kalmı§ dan yumru kökü yem eye kı�l ad ı . Paı ı l acaba §öyle m i dü§ün­ m ܧtÜ: " Hı m m , e ğe r l ıağır ı rsa ı ı ı , aıı rwııı Mel'in bana saldırdı­ ğın ı sanır. Beni korumaya ko�ar vı� l ı ı ı s ı ı l ı ı yumru kök d e bana kalır . " Eğer durum ger ç e kıen l ıiiylı·ysı·, l ı ı ı , taktik�el kandırma örneğidir.

doğrıı ol a l ı i lı·<"l'ği n i d ii� i i n e rek göz­ ıarı ı� ı ı l a r . l 'a ı ı l ' ii n kiine benzer, ama yalnızca söylenceye day and ı k l a rı V I ' dolayısı yla, lı ilimsel olmadıkları için b il i m literatürü sayfalarına gireııwıııi� pı�k çok öykü anlatıld ı . Byrne ve Whiten 1 9B;) v1� 1 1 >B 1 fda, y iiziin üs­ tünde meslekta§ını içeren anke t l e r yaparak ıakı iks1·l kandı rma olduğu söylenebilecek olayları sorıı�ı ı ın l ıılm V I ' iiı,: yiizii a�kın öyküye ula§tılar. Olaylar yalnızca insansı ı ı ı a y ı ı ı ı ı ı ı l a rl a kısı ı l ı değild i ; diğer m ay m unlar için d e l ıenzı-r giizl l ' ıııln vard ı . A m a i§in ilginç yönü, galago ve makiler gil ı i , ıııay ı ı ı ıı ı ı l;ır V I ' insansı­ maymunlar dı§ımla kalan prim atiarda l ıı ı l iir ka ı ı d ı rı ı ı a ö rn ek­ Byrne ve Whiten b u n u n

lemlerini diğer pri m atologlarla

leri hiç görül memi�ti.

l'an d ı rrııa kanıtı arama kon usunda pri ıı ı a ı ologl ar l ı ir sorun­ kar�ıyalar: Eylem gerçekten, l ı i r l wnlik ı lı ıygıısuna da­ yalı bireysel l ıi r akıl r;ütme örneği m i d i r"? Ya ı l a yal ı ı ı zea , ben­ lik duygusu gn1·kıirmeyen bir öğrı� ı ı ı ı w ı ı i ı ı smı ı ıeu m u d ur? Sözgeli m i l 'a ı ı l , biiyle bir durumda bağırarak M d i n yumru kö­ künü elde cdd ıill'<"l�ğini öğrenmi§ ola l ı i l i rı l i . l l ı ı durumda eyle­ mi takti ksel kaıı d ı r ı ı ı a değil, öğrenilmi� l ı i r ı1�pki olacaktı . l a kar§ı

'

İnsanın

Kökeni, F: ı ı

161


Byrne ve Whiten kandıı·ma olduğu varsayılan örneklere katı kurallar uygulayıp öğrenme olasılıklarını olabildiğince d ikkatle ayıklayarak, 1 989 anketi nde derlenen

253 vakadan yal n ı zca

1 6'sının gerçekten takLiksel kandıı·ma olarak görülebileceğin i b u ldular. 13 u vakaları n t ü m ü insansı m ay m u nlarla ve çoğu da §empanzelerle ilgiliydi . Bu rada, Hallandal ı primalolog Frans Plooij ' i n Tanzanya'daki Gombe D eresi Rezervi'nde gözlediği bir örneği vermek istiyor u m . Yeti§kin bir erkek §em panze besl e n m e alanındayken b i r ku­ tu elektro n i k olarak açıldı ve içindeki m u zlar ortaya çıktı . Tam bu sırada i ki nci bir §empanzenin gelmesi üzerine ilk §empanze çabucak kutuyu kapadı ve ortada hiçbir §ey yokmu§ gibi, ilgi­ sizce dola§maya ba§ladı. İ kinci §empanze gidene dek bekledi k­ ten sonra kutuyu açlı ve m uzları ç ı kard ı . A m a oyuna gelmi§ti . İ kinci §em panze gizlenmi§ ve ne olacağını görmek için bekle­ rneye ba§lamı§t i . Sözde kandır m acı , kandırı lmı§ti. Bu, taktiksel kandırmaya dair inandırıcı bir örnektir. B u tür gözlemler §em panzelerin zihinlerini görebileceği m i z bir pencere açıyor. B u hayvanlar hiç ku§kusuz, önemli bir d ü ­ §Ünsel b i l i n ç düzeyine sahipler ve Inı da, siirekli §empanzelerle çalı§an ara§tırmacıları n co� k ı ı yl a onayi ayacakları bir sonuç. Şempanzeler birbi rl eriyle vı� i n s a n l a rl a ı�ı kilc�im kurma §ekille­ riyle güçlü bir farkındalık d ı ıygıısıı sngi l i y orl ar. İ nsanlar gibi akıldan geçeni okuyorlar, arııa l ı ı ı yt'l crıcklerinin boyutu i nsan­ lara göre daha kısıtl ı . İ nsanlarda zihin okuma, d iğni ni n i n ba§ka ko§ullarda n e yapacakları nı tahmin elmı� n i n iilı·sirıı� geçiyor: Diğerlerin i n n e hissedebileceklerini de içeriyor.

/\cılı y a da sıkıntı verici oldu­

ğunu bildiğimiz ko§ullarla kar�ıla�an diğer ki§ilere kar§ı hepi­ miz sempati ya da em ınıli d ı ı yarız. Diğerlerinin acısın ı , ki m i zaman fiziksel acı duyacak dı· n ·ı·cd e yoğun olarak, b i z de ya­ §arız. İ nsan toplu m unda e ı ı kı�skin deneyim , ölüm korkusu ya da daha basit bir ifadeyle, iil i"ı ı ı ı lıilincidir. Bu korku, efsane ve dinlerin olu§turulmasında l ı iiyi i k lıir rol oynamı§tır. Kendini ta­ n ı m a özel l i klerine kar§ın ��� ııı panzeler, ölü m kar§ısında en faz162


la şaşkınlığa düşüyorlar. Bir akrabaları öldüğünde h uzursuzlu­ ğa düşen ya da ne yapacağını bilemeyen bireylere ya da hatta ailelere dair pek çok öykü var. Sözgelimi, küçük bir bebek öl­ düğünde annesi cesedini atmadan önce, birkaç gün kucağında taşıyor. Anne, bizim acı olarak bildiğimiz şeye çok hayret et­ miş gibi görün üyor. Ama bunu nasıl bileceğiz? Belki bundan da önemlisi, çocuğunu yi tirmiş anneye diğer bireylerin bizim sempati adını vereceğimiz bir yaklaşım göstermemeleridir. An­ nenin çektiği neyse, tek başına çı�kiyor. Şempanzelerin diğerle­ rine duydukları empatinin kısı ll ılığı, lıirey olarak kendilerine de uzanıyor: Şempanzel(�rin k<�ndi iiliiın l iil üklerinin, ölümün onları beklediğinin farkında ol dııkları ı ı a dair bir kanıt buluna­ madı. Ama bir kez daha; l ı ı ı n ı ı ı ı t �rcdı·ıı h ilı·crğiz? Atalarımızın kendini taı ı ı ı ı ı a dııygıısıı lıakkında neler söyle­ yebiliriz? insanlarla şeın panzdcrin mlak lıir alaya sahip olduk­ ları zamandan b u yana, yaklaşık 7 ı ı ı ily o n yıl gı·çli. Dolayısıyla, şempanzelerin değişmediklerini vı� �t·ıııpaı ızı·lı�re lıaklığımızda bu ortak atayı gördüğümüzü varsay rıı;ık ı wk i l ı l iyallı lıir yakla­ şım olmayacaktır. Şempanzeler insan soyııı ıdan ayrıldıkların­ dan bu yana çeşitli evrimler geçinııi� ol ı ı ı a l ı l a r . t\ ıı ı a I n ı ortak atanın, sosyal açıdan karmaşık bir ya�;ıııı siin�ıı l ıiiyiik lıeyinli insansımaymunun, şempanze d iiwyiııdı� lıir lıiliııç gdݧIirmiş olduğunu savunmak akla yatkın olacaklır. insanlarla Afrikalı insansımayın u ııları ı ı orlak al aları n ı n mo­ dern bir şempanzeyle eşdeğer bir kı � nd i ıı i l a ı ı ı ı ı ı a diizı�yine sa­ hip olduğunu varsayalım. A ustralopitlıı·cn.� l i.ı ıl n i n i n biyoloji­ sinden ve sosyal örgütlenmelerinden iiğn·ı ıdiği ı ı ı i z kadarıyla, bunlar temelde iki ayaklı insansımayıı ı ı ı ıılan l ı : l l ı ı l ii ılerde sos­ yal yapı, modern babunlarda gördiiğiiııı iizdc·ıı dalıa yoğun ol­ mayacaktı. Dol ayısıyla, insan ailesinin ilk lw!-i ıııilyoıı yılı içinde kendini tan ı m a diizeylerinin gelişmesi i\iıı i ı ı a ı ı d ırıcı bir neden yoktu. Homo cinsinin orlaya çıkmasıyla lıirliklt� l ıeyin büyüklüğü ve yapısında, sosyal örgütlenmede ve l ws l ı · ı ı ı ı ı e şeklinde görii1 63


len önemli değişi mler büyük olasılıkla, bilinç düzeyinde de b i r değişi m i n başladığına işaret ediyord u . Avcı-toplayıcı yaşam tarzın ı n başlaması hiç kuşkusuz, atal arımızın ustalaşmak zorun­ da kaldıkları sosyal satrancın karmaşıkl ığını d a artırdı . B u oyu­ nun becerikli oyuncuları - daha akut bir zihinsel modele, daha keskin bir bilince sahi p olanlar - sosyal açıdan ve üreme açı­ sından daha başarılı oldular. B u , bilinci daha da y ü ksek dü­ zeylere ulaştıracak olan doğal seçi m i n özüd ür. Aşamalı olarak oluşan bilinç bizi yeni bir tür hayvan yaptı . Doğru ya d a yanlış olduğu varsayılan şeylere dayalı kendilerine göre d avranış standartları getiren bir hayvana dönüştürd ü . Bunların büyük böl ü m ü elbette, spekülasyondan ibaret. Son 2 . 5 milyon yıl içinde atalarım ızın bilinç d üzeyine n e oldu­ ğunu n asıl bilebiliriz? Bilincin bugünkü d üzeye geldiği anı na­ sıl saptayabiliriz? Antropologların karşısındaki bu sorular belki de asla yan ı tlanamayacak. Ben diğer bir i nsanı n benimle aynı düzeyde bilince sahip old uğunu kanıtlamakla güçlük çekiyor­ sam ve insan d ışındaki hayvanların bilinç d üzeyin i saptamakla biyologların çoğu

dııraksıyorlarsa, çok uzun süre önce ölm üş düşünsel bilinç i§aretl (�ri ni nasıl saptayabiliriz? Bilinç arkeolojik kalı ıı ı ılarda dil kadar l ıil(� gi i r ii n m ii yo r. Sanat­ sal ifade gibi ki mi insan davraııı§ları kc ·si ı ı l i kle, lıem d i l i , hem de bilinçli bir farkın d a l ı ğ ı yaıısıl ıyor. Ta� alet iire ı i m i gibi bazı­ ları da, dil hakkında ipuçları vc·r«'l ıiliyor , ama bilinç için aynı şey geçerli değil . Am a bilinç kokıısıı l a§ıyan hir i nsan etki nliği , tarihöncesi kayıtları nda ki mi za rııaıı iz l ı ı rakabiliyor: Ölülerin yaratıklardaki

bilerek gömülmesi. Öl ü n ü n dini törenle

orıadaıı kaldırıl ması hiç kuşkusuz bir dolayısıyla, l ıc·nlik bilincine işaret ediyor. Tüm toplu mlarda ölüm hir �c·kildc�. topl u m u n mitoloji ve dini­ nin bir parçası olarak yer kazan ı r. M odern çağlarda bun u nla ilgili, cesedin uzun süre yoğıııı hakınıdan geçirilmesinden, bel­ ki bir yıl ya da daha fazla hir siire sonra bir özel yerden başka birine taşı n masından, bedc�rı(� asgari d üzeyde özen gösteril m e­ sine dek, pek çok yöntem vard ı r . D i n i tören her zaman olm asa ölüm bilincine ve

164


bile kimi zaman gömmeyi de içerebiliyor. Eski toplumlardaki gömm e ayinleri, töreni n zaman içinde donup " kalmasını ve da­ ha sonra, arkeologların karşısına çıkmasını sağlayabiliyor. İ nsan ı n tarihöncesinde kasıtlı göm m e işlemlerine dair ilk kanı t , yaklaşık 1 00 . 000 yıl önce göm ül en bir N eanderthal'dir. En belirgin göm m e işlemleri nden biri ise biraz daha sonra, yaklaşık 60.000 yıl önce, kuzey Irak'taki Zagros Dağları'nda gerçekleşmiş. Yetişkin

bir erkek mağara girişin e gömülmüş; fo­ silleşmiş iskeletİn e trafındaki t o p ra kta b ul unan pole nlere bakı­ lırsa, bedeni şifa veren çiçeklerden ol u şan b.ir yatağa yatırıl­ mış. Kimi antropologlar bunun

l ıi r şamarı olabileceğin i düşü­ daha iinı:ı�sirıde, düşünsel bilince işaret edebilecek bir Liirı�ne dair kanıt görü l m üyor. 6. Bö� lüm' d e belirtildiği gibi, sanat da yok t ı ı r. B u liir kanıtların ol­ maması el bette, bilincin ol rııaı lığı ı ı ı kan ı t l a ı ıııyor. Ama b u du­ rumdan bilince dair bir işaret ıli' ı; ı karılaıııaz. A m a bence, ar­ kaik sapiens i n sanlarının yakın atası g ı ·ı; 1/omo l'rt'clııs ' u n , şem­ panzelerdekinden önemli o ra n da yii ksı·k l ı i r l ıi l i nç düzeyine sahip olmaması çok şaşırtıcı olac ak t ı r. Sosyal karnı aşıklıkl arı, büyük beyin boyu tları ve olası d i l l wı:ı·rilni, l ııı l ıi l i ncin işarel­ nüyorlar. 1 00 .000 y ı l dan

leridir.

N eaııılntlıallc r vı· l ı d ki d iğer vı· dolayısı yla lıiç kuş­ kusuz, gelişmiş bir düşünsel b i l i n ce sal ı i pı i ln. A ıııa l ııı l ı i l i nç, gün ü müzdeki kadar parlak mıydı? Olasıl ıkla, hayır. Ta m a m en modern bir dille tamamen modern b i r l ıi l i ı w i ı ı ortaya çı kışı h iç kuşkusuz birbirleriyle bağlan tılıydı ve 1 ı i ri ı i rini ı ı i 1 wslı�ınişler­ di. M odern insanlar, bizim gibi korııı]l ı ı k l a rı vı· l wı ı l i ğ i bizim gibi yaşa dı k l a n anda m odern old u l a r. ;�:) .000 yıl öneesinden itibaren A v r ı ı pa vı� Asya sanatında ve Cı sı l 'alı·ol i ı i k'te göm me­ ye eşlik eden ayrı nt ıl ı ayİnlerde bunun kaı ı ı t l a n ı ı ı görüyoruz. Daha önce de belirttiği m gibi

arkaik sapiens'ler ölü m ü n farkın d a ydılar

1 65


Tüm insan toplulukları n ı n , en tem el öykü olan bir başlangıç efsanesi vardı r. Bu başlangıç efsaneleri düşü nsel bilinç kayna­ ğından, her şeye açı klama arayan içsel sesten fışkırır. D üşün­ sel bili ncin insan zihninele tüm parlaklığıyla yan maya başladığı andan itibaren m i toloji ve d i n , insan tarihinin bir parçası hali­ n e gel d i . Şu bilim çağında bile, belki d e hala aynı d u ru m ge­ çerl i . M i ı ol ojideki yaygın temalardan biri de, insan dışındaki hayvaniara -ve hatta, dağ ya da fırtına gibi nesne ve güçlere ­ insani güdü ve duyguların atfedi lmesidir. Bu i nsaniaştırma eği­ limi hiç kuşkusuz, bilincin geliştiği bağlamdan doğal olarak kaynaklanır. Bilinç, başkalarının davranışların ı , kişinin kendi d uygularına göre örneklendirip anlamasını sağlayan sosyal bir araçtır. Aynı güdüleri d ünyanın insan dışındaki, ama önem ta­ şıyan yönlerine aifetmek basit ve doğal bir açıkl amadır. Avcı-toplayıcıların hayalta kalmasında hayvanlar ve b i t kiler kadar, çevreyi besleyen doğal unsurlar d a önemlidir. Tüm bu unsurları n karmw�ık bir etkileşi mi olarak yaşa m , sosyal bağ gi­ bi, kasıtlı eylemlerin etkile§i mi olarak görü l ü r.

Dolayısıyla,

fiziksel p;iiı;lerin d ü n yad a besin arayan insanla­ rın m i tolojisinde iirw m l i h i r rol oynarnaları çok doğaldır. Aynı d u ru m geç mi§te de p;iirii l ı ı ı i·ı � ol mal ı . O n yıl önce Fransa'daki siisl ı · r ı ı ı ı i� ııı ağa ral a ra y a p t ı ğım ge­ zide akl ı m a sürekli lıu d ii�ii rıı·ı· gı·l d i . O r ı i i m d ı·ki, ki mileri yal­ nızca çizikti rilmiş ve kim ile ri dı· ayrı r ı ı ılarıyla tasarlanmış olan i mgeler zihnimi etkil iyord u , a ıııa a r ı l a ı ı ı l a rı l) ı çözem iyord u m . Ö zellikle d e yarı insan/yarı l ıayvaıı figii rl e r hayal gücü m ü zor­ luyo r ve yenilgiye uğral ı yord ı ı . l·:ski i ıısanların başlangıç efsa­ nelerine ait unsurların kar�ısırıda h ı ı l ıı nduğuma emindi m , a m a hayvanların ve

b u efsaneyi görme olanağım yok ı ı ı . Y akı n tari hten, Afrika'daki San halkına göre antilop ı ı ı ı

ı;ok say ı ı l a tinsel güce sahip oldu­ <,:ağı /\vnıpal ılarının tinsel ya�amla­ rında al ve bizonun rolü lıakkı ııı la ancak spekülasyon yapabili­ riz. Güçlü olduklarını biliyoruz, ama ne açıdan güçlü oldukl arı­

ğunu biliyoruz. Ama Buzul

na dair hiçbir fikrim i z yok. Le 1 66

Tııe d ' Audouber ı ' d .. ki lıizon figürlerinin karşıs ı n da d u-


rurke n , İlısan zihinlerinin binlerce y ı l ötesinden birbirine bağ­ landıkları nı hissetti m : Bu figürlerin yaratıcıların ı n zihinleriyle benim zih n i m ; yani gözlemcinin zihni. Ve yal nızca zaman de­ ğil, farklı kül türlerin d e bizi ayırması yüzünden sanatçıların dünyası n a ula§amamanın yılgınlığını hissetti m .

Homo sapiens 'in

paradokslarından biri de budur: Avcı-toplayıcılar olarak, ya­ §am tarafından çağlar boyu §ekillendirilen bir zihnin birliğin i ve çe§İtliliği n i ya§ıyoruz. Benlik bilincine sahip o l m a m ı z ve ya­ §am mucizesi kar§ısında

hayranlı k duymamızl a birliği n i ; yarat­ - dille, gel enekle ve dinlerle ifade edi­ l en - farklı kültürlerimizle de ��e§İIIiliğini ya§ıyoruz. Evri mi n böylesin e olağan üstü lıir ii rü n ü kar§ısında CO§ku d uymalıyız. · tığı mız ve bizi yaratan

1 67



B i B LiYO G RAFYA VE EK METiNLER

ÖN SÖZ Leakey, Richard E. ve Roger

Lewin, Origins ( N ew York:

E . P.

Dutton, 1 9 7 7 ) .

--, Origins Reconsidered (Nı·w York: l >oııhlcday, ı 992). Tattersall, lan, The Human Odys.�ey (Nt'w Y o r k : l 'n�ııı ice I l all, ı 993) . 1 . BÖLÜ M : i LK iNSANLAR Broom, Robert,

(New

The Coming of Ma11:

lf111 .1 lt A cciıll'llt

or /)ı•sign?

York: Wiıherby, ı 99:3).

Coppens, Yves, " East Side Sıory: T l w O rii!; İ i l of l l ı ı ı ı ı a ı ı k i nd , "

Scientific American, Mayıs ı 99!)., ss . BII-' J :i . The Descent of Ma11 ( Loı ı ı l ra : .l o l ı ıı M ı ı rra y , l 8 7 ı ). Lewin, Roger, Bones of Contention (Nı·w Y oı k : To ı w lısloıw, 1 <J88). Darwin, Charles,

Lovejoy, C . Owen, "The Origin of M a r ı , " Scil"lll'l' 2 ı ı ( ı 1JB ı ) : 341-350. (Bkz. tepkiler, 2 ı 7

( l 982 = :

2 ' J ;,_ : \ O h ) .

-, " The Evoluıion of H uman W a l k i ıı g , " Snı·11 t ijic A m ıTil'll ll , Kasım ı 988, ss. l l 8- ı 2 5 .

Pilbeam, David, " H ominoid Ev olu ıi o ıı a ı ı ı l l l ı ı ı ı ı i ı ı o i ı l ( lril!;iııs , "

American Anthropologist , Ro d m aıı , l'f'ler S.

Vf�

H oııı i ııiıl B i pl'ı l a l is ın, "

AnthmpoiiJKY

8 8 ( 1 9 8 (ı): 2 1 J :-, - : \ ı 2 .

I l eııry M . M cl l t'ıı ry, " 1 \ i o w ı w ı gi "I İI's of

A merican }oumt�! o( 1 'lı p ı m /

!l2 ( I 9 8 0 ) : ı 0 3 -ı O ü .

Saric h , V i ıwPııl 1\1 . , " /\. Personal Perspı·ı · ı i w o n l l o ııı i ı ıoiıl M a c roıııoiPn ı l a r Syslematics, " New lll l t 'lfll l'llll/011.1

Hurnam

of Ape and

11 111'1'.1/ly, yay. haz. H ııssel L. C i o H' Iıoıı vı· Hobert S.

Corrıw i ' İ ı ı i ( N ı·w York: Pleııuın l ' rt' s :> , ı < J/\: \ ) , ss. l 3 5- ı 50 .

Wallace, 1\. l f n ·d H ı ı ssı ·l,

JJarwinisnı

(Lond ra : 1\L w ı ı ı il laıı, ı 889). 1 69


2. BÖLÜM: KALABALIK BiR AiLE Foley, Robert A . , Anather Uniqııe Species (IIarlow, Essex: Longman Scientific and Tech n i c a l , 1 987). -, " How M any SpPcies of l lominid Should There Be? " Journal of

Human Evolution 20 ( 1 9 9 ı ) : 4 ı 3-429. Johanson, Donald C . v e M aitland A: Edey,

Humankind

Lucy: The Beginnings of ı 98ı).

(New York: Simon & Schuster,

Johanson, Donald C . v e Tim D. White, " A Systematic Assessment of Early African Hominids, " Science 202 ( 1 9 79): 32 1-330. Leakey, Richard E . , The Making of Mankind (New York: E . P. D utton, ı 98ı). Schick, Kathy D. ve Nicholas Toth,

Making Stones Speak

(New York:

Simon & Schuster, ı 993). Susma n , RandaU L. ve Jack Stern, " The Locomotor Behavior of Australepithecus afarensis , " A merican Journal of Physical

Anthropology 60 ( ı 983): 2 79-3 ı 7 . Susman, RandaU L. v e diğ. , " Arbareality and Bipedaliıy in the Haclar Hominids, " Folia Primatologica tJ..3 (ı 98tJ..): l l 3-ı 56. Toth, N icholas, " Arc heological Evideııce for Preferential Right-l landf'cl nes� in tlw Lowt>r l 'lt�i�ıocene, a nd I ts Possible lmplications, " ]o ım ıa l i!/llwıuın f,·.r olution 11

---, " The First Tec h n olo g y

, "

(1 985): 607 -6ı 4. ı 987, ss.

Scieııtıjic A merican , Nisan

l l 2- ı 2 l . Wynn, Thomas ve W illiam C. M cGrew, " A n A pe's View Oldowan, " Man 24 (ı 989): 3 83-398

o i the

3. BÖLÜM: FARKLI B i R i NSAN AieUo, Leslie, " Patterns

of Stal ııre and \Veight in Human American ]oımıa l of J>fıysical Anthropology 81 ( 1 990) : 1 86- ı 87 . Bogin, Ba rry, " The Evolution o f l l ıı ıııan Childhood , " Bioscience 40 (1 990) : 1 6-2 5 . Foley, Robert A. ve Phyllis E . Lt't\ " Finiıe Social Space, Evolutionary Pathways, and l{t>coııstnıcting Hoıninid Behavior, " Sc i e nce 243 (1 989): 90 l -90(ı . Martin, Hobert D . , " H u m an !ha in E vol u t ion i n an Ecological Con\Px t , " The Fifty-second ]ames A rthur Lect ure on the Human Evolution , "

170


Brain (New York: American M useum of Natural History, 1 983). Spoor, Fred ve diğ . , " lmplications of Early I lominid Labyrinthine Morphology for Evolution of H uman Bipedal Locomotion, " Nature 369 (1 994) : 645-648. Stanley, Stecen M . , " An Ecological Theory for the Origin of Hom o , " Paleobiology 1 8 ( 1 992): 237-2 5 7 . Walker, Alan ve Richard E. Leakey,

The Nariokotome Homo Erectus

(Cambridge: l l a rvard U niversiıy Press, 1 993). Wood, Bernard, " Origin and Evoluıion of the Genus H omo , "

Skeleton

Nature

355 ( 1 992): 783-790.

4. BÖLÜ M: SOYLU AVCI iNSAN? Ardrey, Robert,

The llunting IIYJwllw.�i.� ( Nı•w

1 976) . Binford, Lewis, Bones:

York: Atheneum,

Ancil'llt Ml ll and M()(lan Myıh '

(San Diego:

Academic Press, 1 9 8 ı ) .

-, " H uman Anceslors: Changiııg V iı·ws of Tiwir Behavior, "

Journal of Anıhropologiml A rc!Hwlogr tJ. ( ı 1JBS): 292-:! 2 7 . B u n n , Henry v e Ellen K roll, " Sysl c ı ı ı a l i « " Bıııd wry lıy Plio/Pieistocene Hom inids a l Old ı ı v a i Co rgı·, Tanzania , "

27 (1 986) ; tJ.:� ı -t�S2 . Bunn, Henry ve diğ., " FxJj 50: A ıı Ea rly l 'ıı·islon•ııp Si ı ı� i n

Current

Anıhropology

Northern Kenya, "

World A rcluırlogy ı 2 ( ı 1>110): ı 09- ı :Hı . Sciı·11tific A mt•rinw , N isan

lsaac, Glynn, " The Sharing I l ypolht's is , "

1 978, ss. 90- 1 06. --, " Aspecıs of H uman Evolution, " /�'mfu twll Jiom

!11olı·nıln to

yay. haz. D.S. BendaU (Canı l ıridgP: L ı ı ı ı ı ıridgı· U ıı ivı·rsiıy Press, 1 983) .

Man,

Lee, Richard B. ve lrven DeVore, yay. haz . , !Ilan tl11• llwllı•r /Chicago: Aldine, 1 968) .

Poıts , Richard , Early llominid Activitie.1 at ( )/du l'lli ( Nı·w York: Aldine, 1 988). Robinson, J o l ı ı ı T., " Adaptive Radiat ioıı iıı ı ı w A ı ısı ıa ıopiı ıwc:ines and ı lw Origiıı of Man , " African Ecofo; n a n d lin m a n 1�'/'0lution, yay. haz. F.C. l i nwell ve F. Bourl inı· ( C h icago: A ı d iıw, ] 963); ss 38!}-tJ. ı (ı. Sept, Jeanıu· M . , " i\ New Perspecı ive o ı ı l l oı ı ı i ııid A n: lıaelogical Siıes froııı ı ı w l\1 a pping of C h i ııı panzı·ı· Nı·sıs, " Current Anthropo{gy :u ( ı 1)'J2): 1 87-208. .

171


Shipman, Pat, " Scavenging or H u nting İn Early H ominids? " American Anthropologist 88 (1 986) : 2 7-43 . Zihlman, Adrienne, " Women as Shapers of the H uman Adııptation, "

Woman the Gatherer,

yay. haz . Frances Dahlberg (New H aven :

Yale U n iversity Press, 1 9 8 1 ) .

S . BÖLÜM: MODERN iN SANLARl N KÖKENi Klein, Richard G . , " The Archeology o f M odern H umans , "

Evolutionary Anthropology l ( 1 99 2 ) : 5- 1 4 . The Origin of Modern Humans (New York:

Lewin, Roger,

W. H.

Freeman, 1 993). Mellars, Paul, " Major Issues in the Emergence of M odern H umans, "

Current Anthropology

30 ( 1 989): 349-38 5 .

Mellars, Paul v e Christopher Stringer, yay. haz . ,

The Human Revolution: Behavioural and Biological Perspectives on the Origins of Modern Humans (Edinburgh: Edinburgh University Press, 1 989).

Rouhani, Shahin, " Molecular Genetics and the Pattern of H uman Evolution, " The Human Revolution, yay. haz. Mellars ve Stringer. Stringer, Christopher, " The Emergence of M odern H umans , "

Scientific A merican,

A ralık 1 990, ss. 98-l 04.

Stringer, Christopher ve C l i vı� Caınlıle, In Search (Londra: Thames & l l udsorı , 1 99:� ) .

r�f the Neandetrhals

Thorne, Alan G. ve M ilford l l . WolpofT, " Tiıı• M ı ı l ı i n�gional Evolution of H umans, " Sciı�ntıJic

i111wrim.n, Nisan

1 992, ss.

76-8 3 .

Trinkaus, Erik v e Pat Shipınaıı, 1'/w

Nı·andatlıals

(New York: Alfred

A. Knopf, 1 993).

White, Randall, " Retbinking ı l w M it lt llt·/U pper Paleolithic Transition , "

Current Antlıropology 2:�

( 1 982): 1 69- 1 89 .

Wilson, Allan C. v e Rebecca L. C.ı ı ı r ı , " The Recent African Genesis of H umans , "

Scientific A mt•rinı n ,

Nisan 1 99 2 , ss. 68-73 .

6 . BÖLÜ M : SANAT DiLi Bahn, Paul ve Jean Vertut, on File, 1 988) .

lmagt•s of tlıe Ice Age

(New York: Facts

Conkey, Margaret W . , " New A pproaches in the Search for Meaning? A Heview of Research İn ' Pa leoliıhic Art , ' " 1 72

Journal of Field


Archaelogy 1 5 (1 987): 4 1 3-430. Davidson, lain ve William Noble, " The Archeology of Depiction and Language , " Current Anthropology 30 ( 1 989) : 1 2 5-1 56 . Halverson, John, " Art for Art's Sake i n the Paleolithic , "

Current

Anthropology 28 ( 1 987): 63-89. Lewin, Roger, " Paleolithic Paint Job,"

Discover,

Temmuz

1 993,

ss.

64-70.

Lewis-Williams, J. David ve Thomas A. Dowson, "The Signs of All Times, " Current Anthropology 29 ( ı 988) : 202-245. Lindly, John M. ve Geoffrey A. Clark, " Symbolism and Modern H uman Origins , " Current Antlıropology :3 1 ( l 99 ı ) : 233-262.

Lorblanchet, M ichel, " Spitting I m a ges , "

Arclwology,

Kasım/Aralık

ss. 2 7-3 1 . Scarre, Chris, " Painting by Hesoııa nct�, " N a ı ı ı re :3:�8

1 99 1 ,

White, Randall, " Visual Think�ng i ıı ılw lee Age , " A merican, Temmuz I 989, ss. 9 2-1)1) .

( 1 989) : 382. Scientific

7. BÖLÜ M : Dil SANATI Bickerton, Derek,

Language and Spı·cin (Chicago:

Chicago Press, ı 990) . Chomsky, Noam, Language MIT Press,

U ıı ivnsiıy of

and J>rohll'llıs o/ 1\noıolı·d�ı· (Ca m b ridge:

1 988).

Davidson, lain ve William Noble, " Tiıl' A rdwoıogy of l k pidion and Language , " Current Anthropology :w ( ı I J B I J ) : ı � S- ı S Cı. Deacon, Terrence, " The Neural Circııiı ry l l ı ıd ı · ıl y i ı ıg l 'riıııalı� Ca l ls and H uman Language, " Human f,'ııo/ution · l ( ı 1)1111) : :Hı7-'l0 l . Gibson, Kathleen ve Tim lngold, yay. lıaz . , "/ iw/.1 , l.ıl lı�ıww·. and

Intelligence

(Cambridge: Cambridge� l l ı ı�v· · r-. i ı y l ' ıı ·ss, ı 111>2).

Holloway, Ralph, " H uman Paleontologica ı Jo:vido ·ıwo· ) { , . ı, ·va ııl lo Language Behavior, "

Human Neurohiolo� r

� ( ı I J II:I ) : ı OS- ı

1 1.

lsaac, C lynn, " Stages of Cultural Elabo ra l ioıı iıı ı ı w ı •ı,·isl ı wı�ne , "

Origins and Evalutian of Language and s,,.,., . Jı , yay. lıaz. Steven R. I l a rna ı l , l l orst D. Steklis ve Jane L ı ı ı n ·-.ın ( No·w Y ork: New

Yokr Acaıl1·nıy of Sciences,

ı 976) .

Jerison, l l a rry, " ) ha i n Size and the Evoı ı ı t i c ı ı ı of M i ııd , " '/'lıe

Fifiy-nintlı }allu'.l Arthur Lecture on tlıı· 1/umll/1 Ilmin

(New York:

America n M wwııııı of Natural History, ı 1111 ı ) . Laitman, Jdln·y T . , "The Anatomy of l l ıı ı ı ı a ı ı Spı·ıTiı , " Natural History, A �ııstos ı 1>B1l, ss. 20-2 7 . 1 73


Pinker, Steven,

The Language lnstinct

(New York: William M orrow,

ı 994) . Pinker, Steven ve Paul Bloo m , " Natural Language and Natural Selectio n , "

Behavioral and Brain Sciences

1 3 (1 990) : 7 0 7-784.

White, Randall, " Thoughts on Social Relationships and Language i n Hom i n id Evolution , "

Journal of Social and Personal Relationships

2 (1 985) 95-l l 5. Wills, Christopher,

The Runaway Brain

(New York: Basic Books,

ı 993). Wynn , Thomas ve William C. McGrew, " An Ape's View of the Oldowan, "

Man

24

(ı 989):

383-398.

8. BÖLÜM: ZiHNiN KÖKENi Byrne, Richard ve Andrew Whiten,

Machiavellian Intelligence: Social Expertise and the Evalutian of lntellect in Monkeys, Apes, and Humans (Oxford : Ciarendon Press, ı 988). Cheney, Dorothy L. ve Robert M. Seyfarth, How Monkeys See the World (Chicago: University of Chicago Press, ı 990) . Dennett, Daniel, Consciousness Explained (Boslon: Little, Brown, ı99ı).

Gallup, Gordon, " Self-awawıwss a n d ı he E nı e r ge nc e Primates , "

American ]onma/ of Primatology

of M ind i n

2 ( 1 982): 2 3 7-248 .

Gibson, Kathleen ve Tim l ı ıgold , yay. l ı a z . , Too ls, La nguage , and I ntelligence (Canı bridgı·: C.ı ı ı ı l ı ridgc l l ı ı i v ns i ı y

Griffin, Donald,

Animal Minds

Press, 1 9 9 2 ) . H umphrey, Nicholas K . , 17u· fllll.t'T 1 986) .

--, A History of the Mind

J ' n,ss, 1 992).

( C i ı il'ago: l l ı ı i vı · rs i ı y o f Chicago

l·:) t' ( l .oııd ra : Faber & Faber,

(NPw Y o r k : l l a rperCollins, 1 993).

Jerison, Harry, " Brain Size and

ı l w Jo:volıııion of M in d , " The Fifıy-ninth ]ames Arthur /,r•ct w t · on the Iluman Brain (New York: American M useum of Naıura l l l islory, 1 9 9 1 ) . McGinn, C olin, " Can W e Sol vi' ı l w 1\1 iııd-Body Proble m ? " Mind 9 8 ( 1 989): 349: 366.

Savage-Rumbaugh, Sue ve Rogn l ı · w i n, Kanzi: At 1/uman Mind (New York: John WjlH)I; 1� 4) . .

1 74

the Brioık of


.. BiLiM iN U STALARi n D i z i s i H a kkı n d a :

New Yorklu bilim adamı John Brockman'ın kurduğu Brock­ man, Ine. ajansının bir araya gel i rd i ğ i

,

konularında d ünyanın

adamların ın , l ı i l i ın i n sınırlarını gittikçe ge­ nişleten ve geniş k i t l el ere yayıl ın a s ı n ı sağlay an çalışmaları " Science M asters" b aşlığı al ı ı nd a 1 <J<J!J. ' ten beri , Almanya'da Bertelsmann , İ t al y a d a Rizzoli, A B I >'dı� na8ic Books , İ ngilte­ re'de Orion gibi büyük yayı ııı�vll'rİ l araf"ı ııdan yayınlanmaya başladı. B i rin ci böl iim ii oıı i k i , i k i ı ı ı · i l ıiil i"ı ıı ı ii on kitaptan olu­ şan ve 1 998 itibarıyla 25 i"ı lkı·yı� sal ılan l ııı görkemli dizin i n Türkçe çevirileri yayınevimizde yayı ı ı Lı ı ı ı yor. en önde gelen bilim

'

İLK B Ö LÜMÜ OLUŞTURAN Y A I 'ITI .A H : Richard Leakey: " The Origin of I I u ıı ı a ı ı k i ı ı d " (in.w / 11111 1\.ii/wni) John Barrow: " The Origin of the U ı ı i v nsı · " (Fnnı iH I\.iikl'lıi) Paul Davies: " The Last Three M iıııılı·s " (Son 1 \ /hıkil.-11)

Richard Dawkins: " River Out of Ed(' ı ı " ( l .'nı n ı ·llı·n ,1 1.-ııH lmwk) Daniel C. Dennett: " Kinds of M inds " (;1 /ılın '/'w lı·ı i)

Jared Diamond: " Why Sex is Fuıı " (Sı·k1 f\'ı ·ılı·n 1\.q ifliılir) Daniel H illis: " Etchings on a Stone" (N ir 'liı.� 111 (!.�ı·lll/llt•!,·i Oym a/ar) Mary Catherine Bateson: " Social Changı· a ı ıd A ı L ı p l a l io ı ı "

(foplumsal Değ·i§inı ve Uyum) George Smoot : " The Reginning of the Ti ı ı w " (l.ıl lll t/11111 lfıı}lwı.gıcı) M arvin M i nsky: "Tiıiııking Machiııes " (/Jii.) illl l"ll Mulı illt'll'l) Steve Joıws: " Change and Decay " (/},·�i�illı , .,. (."w iimt')

Stephen .l ay C o ı ı l d : " Pattern and D i n ·ı · l i ı ı ı ı i ı ı ı l w l l isıııry of Life

(Yaşam

Tarilı in ılr�

Model ve Yön)

1 75



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.