architecture design theory
architecture design theory 2013-2014 /Fall
Her bir fotograf imgesi, nesnenin fotograflanma arzusuna bağlıdır. Eğer çağrıya cevap vermiyorsa da, gitsin başka yerde kendini görünür hale getirsin! Jean Baudrillard : cool anılar V
Yıllardır mimarlık alanında düşünülmüş-tartışılmış kavramların,söylemlerin, üretimlerin, eylemlerin bir haritasını oluşturabilmem için, hazırlıklarımı yapıp çeşitli insanların tarihin farklı zamanlarında yaptığı ya da kurguladıkları yolculuklara bir gözlemci rolünde eklenmem ve harekete geçmem gerekiyor. Mimarlık, Tasarım ve Kuram dersinde de ifade edilen mimari düşünceler ile gezilen rotalarda yaşanılan deneyimlerin kesiştiği noktaların tespiti, bu dönem derslerinde yapılan sunumların ardından zihnimde oluşan kavram haritasını, kişisel bir almanağı oluşturma imkanı sağlayacak. Aslında neler söyleyeceğimi ben de merak ediyorum.
Şüphesiz ki bu yolculuk bir deney. Varolan bir durumu gözlemlemek için oluşturulmuş bir düzenek. Bu deney başarısız da olabilir. Benim istediğim mimarlık söyleminin dayandığı temel de yer alan kavramları, formları deneyimleyebilmek, onların nasıl çalıştığını anlayabilmek. Sözlüğü açıp anlamına veya onu ortaya atan kişinin tasvirine bakmak yeterli olmuyor. En azından ortaya yeni birşey koyacak olan zihnin kışkırtılması için yeterli veri oluşturmuyor. Bu yüzden akıp giden bir yaşama dahil olmak yaşamın sunduğu şeylerin alanını genişletmek, mimarlık pratiğini ve bilgi kategorisini bu yeni alanlara kaydırmak gerektiğini düşünüyorum. Önemli olan arayış içinde olmak, mimarlık gibi tek doğrusu olmayan veya çözülemeyen ya da çözümün milyonlarca sonuç doğurduğu bir disiplinde en sonunda mimarlığın gizemini keşfetmek1 ve bu keşifin bizi, mimarları ayartmasını beklemek. Bu yüzden çevredeki şeylerin mimarlığın bilgi dağarcığına ve üretimine sızmasına izin verip onun kendine has sınırlarını kaldırmak gerekiyor. Mimarın düşünce ve üretim pratiğinin kabuklarını kırmak için çeşitli yolculuklarda ve duraklarda çekmiş olduğum fotoraflarımı da yanıma alıp yolculuğa çıkıyorum. 1-Jean Nouvel ‘in Tekil şeyler adıyla kitaplaştırılmış söyleşisinde telaffuz ediliyor
Burada, bir double yolun üzerindeki bir benzin istasyonunda, kiliselere ya da şapellere oranla daha derin bir toplumsallık duygusu, kütüphanelerin ya da belediye galerilerinin verebileceğinden daha büyük bir kültürel paylaşım farkındalığı vardı. J. G. Ballard : Öteki Dünya
Yolculuğumun rotasını mimarlığın varlık nedeni olan bedenlerimizin keşfine, onu çevreleyen kabukla uyumunu gözlemlemeye yöneltiyorum. Ancak bu kabuk bedene uygun mimari mekan değil, bedenin uyum sağladığı bir mekan olmalı ki, günümüzün beden-mekan ilişkisi dışında bizi başka ihtimallerin varolduğu bir mimarlık-tasarım ortamına yöneltip, mimarlar olarak bizlerin yapıyla çevrelediği bedeni, günümüzden farklı şekilde davranmasına neden olan çevrenin etkisiyle birlikte gözlemleyebilelim. Güney Fransa’da Ardeche nehri üzerinde yer alan gizemli bir mekana doğru yolculuğumuza sanat tarihçileri, arkeolaglar, paleontologlar ve jeologlar ile başlıyoruz. Burası 32.000 yıl önce paleolitik insanın yaşadığı Chauvet Mağarası. Binyıllar boyu kapalı kalmış ve 1994 yılında keşfedilmiş mağaranın kullanıcılarını anlamamız için bedenlerinin izlerini takip etmemiz, mekanı nasıl dönüştürdüklerini, ona ne anlam yüklediklerini kavramamız gerekiyor. Bu tarihsel bir bakıştan öte zihnin mekanla ilişkisinde ne çeşit potansiyellerin oluştuğunu anlamaya yönelik bir inceleme.
Diana Agrest’in Architecture Without: body, logic and sex metninde, bize rönesans ve sonrası için mekan tasarımının esinlendiği bedeni anlatmıştır. Mimar, bedeni(dişi yada erkek), yapıya dönüşmüştür, onun oranlarını, yaşayaşını yapıda uygularak mükemmel mekanı yaratmayı hedeflemiştir. Koşulların yorumlanmasıyla, örneğin erkek cemiyetinin kamusal alandaki ağırlığından ötürü mekanlar masküler bir bakışla çözümlenirken sonra dişi daha sonra ise transeksüel bir bedenin izlerini mekanda bizlere göstermiştir. Peki mekanı yaratırken değil, bir mekana uyum sağlama sürecindeki beden ile mekan nasıl yorumlanır? Bu yorumun altında yatan paleolitik insanın felsefesi nedir? Burada o günkü araçların üreteceği mekanı günümüze benzetmeye çalışmıyorum. Araçların kısıtlı olması ya da indirgenmiş ya da farklılaşmış olmasının da etkisiyle ortaya çıkan mekan algılıyışını çözümlemeye çalışıyorum. Yolculuğumuza beraber başladığımız sanat tarihçisi, paleolitik insanı bize anlatırken, mağarada bulunan 32.000 yıl önce resmedilmiş bizon başlı dişi figürü görüntüsü ile birlikte onların düşünce sistematiğinini çözümlemeye çalışıyor ve bu insanların ifadelerini üretirken(resmederken) kullandığı iki özellikten bahsediyor: değişkenlik ve geçirgenlik. Burada bu değişkenliğe vurgu yaparak Agrest’in mekanı tanımlarken kullandığı insan bedeni metaforunu daha da açmak istiyorum. Sanat tahrihçisi paleolitik insan için değişkenliğin tanımında şunları söylüyor. " Bu insanlar
için, kadın, erkek, ağaç, duvar ve benzeri şeyler değişebilir. Ağaç konuşabilir, duvar itiraz edebilir, kadın ve hayvan yer değiştirebilir." Bu ifade fenomelojik
yaklaşımın kökenlerine bizi götürüyor. Mekanı doğada bulan ve dolayısiyle doğayla birlikte yaşayan insan için fiziksel gerçekliğin yorumu zihninde canlandırdığı imge ile başlamış olmalı. Mağara duvarına çizilen at figürleri duvarın amorf yapısından dolayı hala koşuyor görünüyor. Mekan, yaşanılan çevrenin değişime uğradığı , tekrar kurgulandığı bir kabuk. Florasan yerine ateşin verdiği gölgelerin yayıla yayıla üzerinde dalgalandığı bir kabuk. Bu kurgu mimar için paha biçilemez mekan-bellek bileşiği sunuyor. Binyıllardır hacmini koruyan mağara gibi statik bir yapının nasıl bir medya oluşturduğunu, soyutlanmış bedenin bu statik mekanı nasıl dönüştürdüğünü gösteriyor. Bu keşifler yeni bir anlam dünyasına açılmak isteyen mimarlık disiplinini ayartacak, yeni düşünce ve form üretimine yönlendirecek durumlardır diye düşünüyorum.
Eğer gerçekten sanatsal yaratımla ilgili bir teori gerçekleştirmek istiyorsak, bir yandan olası bilgilerimizin kapsamını sınırlayan, bir yandan da az sayıda veriden karmaşık bilgi sistemlerine doğru o tümevarımsal sıçramayı yapmamızı sağlayan koşullar üzerinde odaklanmalıyız Chomsky : Foucault ile söyleşisinden
"Mimarlık bir şey insanların hayatı başka bir şey. Zamanıyla aynı evrede olmayan bir mimarlık neye yarar?" Jean Nouvel-Jean Baudrillard: Tekil Nesneler
Mağaraya yapılan yolculukta aslında bir çözümü değil, gizemi bulduk. Baudrillard’ın deyişiyle2 belkide onu öldürdük. Ben bu ölümü çok fazla olumsuzlamıyorum. Çünkü bu gezi, mağaradaki gizemleri çözmeye ve onu günümüze yansıtmayı amaçlamıyor. Burada paleolitik dönemdeki teknikleri bir gelişim sürecine tabi tutarak(tarihi yassılaştırarak) günümüz mimarlığına bir öneri getirmiyor. Yapılmaya çalışılan, insan bedeninin çeşitli koşullardaki tepkilerini gözlemlemek ve bu gözlemin alışılagelmiş düşünce biçimlerimizi esnetmesini sağlamak. Gizemlerin ne olduğunu bilemeyecek bile olsak bu bilinmezlik havuzuna bakış heyecan verici. Mimarlık 1. sınıf öğrencilerinin biraraya getirmeye çalıştığı yüzlerce materyale bakıp düşlemesi gibi. O zaman geçmişte üretilen bir düşüncenin sırrını terk edip, günümüze, bizim de yaşamımızda oluşabilecek bir meraka doğru başka bir yolculuğa çıkalım. Bu noktada belki şunu belirtmek gerekiyor, Uğur Tanyeli’nin Rüya-İnşa-İtiraz kitabında mimarların düşünce pratiği ve yazımı ile ilgili iki öneri söylüyor; Tolstoy’un yolu, Dostoyevski’nin yolu. Metinde kullanılan dili, ikisininde ortak bir şekilde yaptıkları gibi toplumu resmedip sunmak için değil, yani durumun, olayın tarafsız bir temsilini yaratmaya yönelik değil, birilerinin anılarına, gezilerine dahil olup onların düşüncelerini mimarlık eksenine kaydırmak için kullanıyorum. Bu yüzden kullandığım dil onların da mimarlığa doğru yönelmeleri için ikna etme görüntüsünde. 2-Jean Baudrillard: Simülakrlar ve Simülasyon’da şöyle diyor, “Keşfedilen” nesne ölerek, hem intikam almakta hem de kendini çözmeye çalışan bilime meydan okumaktadır.
...Kent sakinleri o günlerde yanlızca istenen bir hizmeti alabilmek için seyahat ederlerdi. Manuel De Landa: Çizgisel Olmayan Tarih
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah’ın va’didir. Allah, va’dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20) Kalanizasyon sisteminin eksikliği kuşkusuz cennetteki mekan tasavvurlarına yansımış.
2. Yolculuğumuzda, Roman3 kahramanının babası ölür ve evi satılağa çıkarılıcaktır. Bunun üzerine oğlu kent merkezinden evin bulunduğu periferiye doğru yola çıkar. Yol boyunca 5 yaşından beri görmediği babasının yaşantısını kendisinin hiç yaşamadığı o ev üzerinden yorumlar. Mimarın tasarlamaya başladığı anda buralarda bi yerlerde gizli. İş,fikir gelir gelir , gelen fikrin veya işin tanımına göre kendi yaşantısında uzaklaşıp konuyla ilgili bilgi toplar. Bu bilgileri geçmişinde az da olsa yaşadığı deneyimler ile birleştirip kurgusunu kağıda aktarır. Burada önemli olan yolculuğun merak ile kesişmesidir ki zaten tüm yolculuklar bir merakın üzerinde kurulur. Ama bahsettiğimiz romanın özelliği, yolculuğu roman karakterinin iç dünyasından aktarım biçimidir. Subliminal bir şekilde yolculuk boyunca aklına anıları, deneyimleri gelir, ve bunları geçmiş olduğu mekan üzerinden yorumlar. Daha sonra zamansal atlamalar ile bunlar çevreden aldığı çeşitli işaretler ile tekrarlanır. Baba figürü üzerinden onu yitirişinin yarattığı boşluğu çoçukluğunda hatırladığı imajlar üzerinden doldurmaya, anlamlandırmaya çalışır. Yazar tüm bunları anlatırken, kendimi geçmişe götürdüm ve çoçukluğumda yaşadığım evin arkasındaki büyük ahşap konağın yanışını aklıma getirdim. Konağın yanışını ve evin penceresinden izlerken uzaktan gelen ateşin yüzümü ısıttığını hatırladım. Konak neye benziyordu ne kadar yüksekti hiç birini hatırlayamıyorum. Ancak onu zihnimde oluşan iki şeyle tekrar üretebilirim. Ateş ve sıcaklık. Belkide mimarlık bazen kendisini hatırlayamadığımız ama tasarladığımız anılarda gizliyor. Bu bir mimari üretim sürecidir. Tüm bunlar uydurma yalanlar da olabilir. Bu bir imajın üretimi, bu zihnimin ürettiği bir simülakr. 3-J.G Ballard: Öteki Dünya
3. yolculuğumuz bir önceki yolculuğumuzla birebir ilişkili. Levent Şentürk4 çoçukluğunun bir kısmını geçirdiği Berlin’e unuttuğu anıları canlandırmak için gidiyor. Bu sefer bir mimar ile seyahat edildiğinden onun aktarışını tekrar mimarlığa yönlendirmeye çalışmayacağım. Roman kahramanının babasının ölümüyle oluşan boşluğu kafasında canlanan anılar ile doldururken bu seferki kahramanımız hatırladığı mekanları yolculuk öncesi sıralıyor ve onları canlılığını sorguluyor. Yazarın seyahatini aktırdığı metnin son sözüne hiç dokunmadan çoçukluğuna bir anlamda geri döndüğü o anın canlanışını aktarıyorum. “Ayın öteki yüzünü görür gibi olduğum an: Oturduğumuz bloğun sağır duvarını fark ettiğim andı. Bu duvar, simetrik avluya geçişide sağlıyor. Bu duvarı kesinlikle hatırlamıyorum. Tek bildiğim, yıllardır, saplantılı şekilde, buna benzeyen sağır duvarların fotoğraflarını çekip durduğum.” Mimar olduktan sonra her yaşanmış yaşanacak anın bir izdüşümünü üretimlerimizde görürüz. Bunun tasarım yöntemi olarak enformatik bir düzleme oturduğunu görmek heyecan verici olurdu. 4-XXI Ekim sayısı : Dönme Dolap
“Örneğin kimi yaşlı insanlar, özellikle göre ve işitme zorluğu çekenler, yıllar önce yaşadıkları ama bugün tümüylü değişmiş olan yerlere ve oranın uzun süre önce ölmüş sakinlerine candan bir yakınlık kurarlar.” Heidegger Bir fındık fidanının yeşile dönüşünü dinliyorum Claude Vigee *mekanın poetikası’ndan
Son yolculuğumuz ile bu metnin sınırlarına geliyoruz. Köylü Pahom5 yaşamındaki eksikliklerin, zayıflıkların nedenini yeterli toprağının olmamasına bağlıyor ve edindiği hırs ile önüne çıkan fırsatları değerlendirerek bir çok toprak ediniyor. En sonunda Orta Asya’ya varıyor ve orada başkurtların reisi ile görüşüyor, onun verimli topraklarını almak istiyor. Toprağın fiyatı 1000 rubleye bir günlük arazi. Bir gün boyunca güneşin doğuşundan batışına kadar geçen sürede dolaştığı arazi Pahom’un olacaktır. Tek şart güneş battığında başladığı yere geri dönmesidir. Phantom aç gözlülük yapar ve çok fazla toprak edinmek için yolu uzatır. Geri dönerken çok yorgun ve bitkindir, güneşin battığını görür, hızlıca başladığı yere dönmeye çalışır yoksa hiç birşey alamayacaktır. Koşar koşar ve hedefe varmak üzereyken düşer ve yorgunluktan ölür. Mimarlığın reel üretimi ile kuramsal çalışmaları çoğu zaman bir yığın bilginin içinde kayboluyor ya da gücünü kaybediyor. Yaptığımız yolculuklar mimari üretim ve düşünme biçimiyle ilgili tözünü doğru yada yanlış aktardı. Önemli olan araştırmaktı. Ama bundan sonrası şuan için zihnimde canlanmıyor. O yüzden geri dönüyoruz. 5-Tolstoy: İnsan Neyle Yaşar adlı öykülerinde geçen bir karakter
Cinler: Kalk Dumuzi! İnanna’nın kocası Sirtur’un oğlu, Geştinanna’nın kardeşi! Kuzuların yakalandı, keçilerin yakalandı. Asan, sopan yakıldı, Yayığın kırıldı, süt kabın yere atıldı. Ağılını rüzgar aldı. Kutsal tacı at, elbiseni çıkart! Bizimle çıplak geleceksin! Muazzez İlmiye Çığ: İnanna’nın aşkı , İÖ.3000
son