Ve yaşamak annemin kesik gırtlağında çiçek yetiştirmek kadar gereksizdi. Paskalya Tavşanı
Farklı Fahişe VII – Lanet Adı neydi hatırlamıyorum fakat en net hatırladığım şey dudaklarıydı. Kırmızı rujun dolgunluğuna dolgunluk kattığı abartısız tatlılıkta dudakları. Bir kaç kez karşılaşmıştık, yıkık dökük salaş barların içinde denk geliyorduk her seferinde. Konuşmuyorduk. Sadece göz göze geliyorduk. Gözlerimizin, yalnızlığımızı ortaya döktüğünün farkında bile değildik. Sürekli gülüyordu. O gülünce Afrika'daki çocukların karnı doyuyordu. Sokakta uyuyan çocuklar ısınıyordu. Kaldırımda sızmayı beklediğim bir gece biri başımı kaldırıp dizlerine koydu. Alkolün verdiği güçsüzlükle zar zor açtığım gözlerimden yüzünü zar zor gördüm. Toparlanıp kendime gelmeye çalıştım ve tekrar yüzüne baktım. Parkta koşan çocukların tebessümleri misafir olmuş dudaklarına. - "Boş yere yoruyorsun ruhunu..." Kaldırımda papatyalar açtı konuştuğu anda. Ruhunun güzelliği damladı dudaklarından. Sesinde cennet saklıydı sanki. Konuştukça huzur doluyordum. Susmaması için konuşmayı unuttum o an. - "Bizler farklıyız görmüyor musun? Yalnız ölmeye mahkûmuz." Ölümün bu kadar tatlı olacağını bilseydim 12 yaşımda bileklerimi dikey keserdim. Adımı bile bilmiyordu fakat sanki asırlardır tanıyordu. - "Bir kadını sevmek istiyorum bir kadının beni sahiplenmesini istiyorum. Çok mu zor sence bu?" İstemeden lafını böldüm. Sanki bir mahkûmun kafasını kesen cellât kadar günahkârdım o an. - " Biz kimseyi sevemeyiz ve kimse de bizi sevmez, sevemez. Daha doğrusu insanlar zoru sevmez. Senin ruhun yosun tutacak yalnızlıktan. İç organların çürüyecek daha bunu fark etmedin mi? Bizler lanetliyiz. Bizi insanlar anlayamaz. Sen bir kadının göğsünde cennetin bahçesini bulmak isterken millet aşk denen duyguyu şeytanın sofrasına döllerle süsleyerek
sunuyor. Bizlerin hayatına şu an olduğu gibi, senin gibi güzel insanlar sadece konuk olur ve gider. Uzun süre yan yana olamayız. Sebebini bilmiyorum fakat hep böyle oldu. Yanına gömülmek istediğin kişi hiç bir zaman yanında kalmaz. Ama bu daha iyi, yalnızlığın lütfünü unutmamızı engelliyor. O yüzden üzme kendini. Benim gibi birçok kadın ile tanışacaksın. Fakat dediğim gibi uzun süreli olmayacak." O sustuktan sonra içimde ki çölde yağmur yağdı. Anlıyordu beni, yalnızlığı. Durumumuzun farkındaydı. Bizler seveceğiz fakat hiç bir zaman sevilmeyeceğiz. Tanrı'nın lanet görünümlü sunduğu bir hediyeydi galiba bu acı. Hep yalnız kalacağız. Yalnızlıktan çocuklar peydahlayıp geceye ikram edeceğiz.
Bitti ve Gitti. İyiyim. Ölü bir umut doğurmuşum o akşam. Gülüşlerinde intihar ederken gözlerim, umudumun ölü doğduğunu fark etmemişim. “Beni kurtarmana ihtiyacım yok, benim birine ihtiyacım var” demiştim sen cesedimi kaldırımın köşesine tükürürken, duymamışsın çığlığımı. Gerçi sen beni hiç duymadın ki… Aklıma yazacak bir şey gelmiyor, acımı anlatacak bir dil daha piyasaya sürülmedi. İllegal kaldı sana olan sevgim. Ayrılık baskınlarında zulaladığım bir çuval tebessümü de telef ettim. İkimizin de yarası var, birçok insanı pansuman yapmak için kullandık. Biliyorsun. Ben sana yaramın pansumanı ol demedim, yaralarımızın kabukları olalım. Küçülsün yaralarımız. Yaraların benim olsun. Şimdi siktir olup gidişini kutlamak için tabutlar açıyorum odamda bileğimde ki kurdeleleri keserek açılışlar düzenliyorum.
-
Gitti Belki de hiç gelmemişti.
Beni hangi günaha evlat verdin sevgilim? Beni hangi gece yarısı, hangi adı unutulmuş tanrıya kurban verdin ruhumu? Beni hangi kemoterapi seansına kiralık verdin? Beni. Siktir et beni. Her zaman yaptığın gibi. -
İyi misin? Ceset kadar.
Kendimi anlatabilseydim sana keşke. Ama ben hiçbir zaman kendimi anlatmayı beceremedim. Belki bu yüzden bir şeyler yazmaya başladım. Konuşamıyorum, biliyorsun. Çok fazla cümle var sana söylemek istediğim ama sadece gözlerine bakabiliyorum. Benden konuşmamı isteme sadece elimi tut. Ki zaten sende seviyorsan anlarsın elimde ki sıcaklıktan sana olan sevgimi. Ama gittin. Ayaklarının altında binlerce umut ezerek gittin. Sana bir kere gitme dedim. Bundan sonra da demem artık. -
Bitti mi? Bittim.
Müptezel Anka Kuşu Dallarında acı meyveler olan darağaçlarından idamlar topla benim için. Kapımı çalan eylül rüzgarlarından birinde çık gel sonbaharlar anlam bulsun. Ama sen soğuğu sevmezsin. Biliyorum. Elini ısıtacak elleri ayrılık kokulu giyotinler ile kestiler ve sen küçüktün. Yaralarını hala öperek iyileştirmeye çalışacak kadar küçüktün. Ama o yaraları sidik temizler sevgilim. Kötülerin açtığı yaraları masum dudaklar temizleyemez. Unut onu. Pisliğe pislik gerek. Benim ruhumu temizlemek için damardan aldığım uyuşturucular gibi. İkimiz için yazdılar intihar senaryolarını çalmışlar yatağımın altından. Artık haberlerde gördüğün ölüm haberlerinden kendine en yakın hissettiğine sarıl. O ölümlerde beni bulacaksın emin ol. Biliyorsun. İntiharların en güzellerini ikimiz için yazdım. Ama sen korktun ölmekten. Kaçtın. Üstelik annem kefenlerimizi bile dikmişti. Yarım bıraktın. Annem ağladı. Kefenine sarıldı. Ben tekrar bileklerimi kestim. Her şey başa sardı. Fakat adem bu kez elmayı almadı. İnsanlık dünyayı kirletmedi ve sen doğmadın. Bütün kutsallar tanrıya kaldı. İntihar dahil. Akşamdan kalma kirli çarşafları toplar gibi topladım kendimi. Sen hayatıma arka kapıdan girince. Biraz dağınık, biraz kirliyim. Üstümde öldürmeye kıyamadım doğmamış çocuklarım. Kusura bakma sevgilim. Saatli bombalara alışkın değilim. Nerde saçımı okşayan bir kadın görsem kafamı dizlerine gömer ağlarım. Gitmesin diye tüm sevgimi kusarım bileklerimden. Sanki hiç gitmeyecek gibi damarlarım kuruyana kadar severim. Sonra hatırlarım dakikaların bile yanımda kalmadığı bu dünya da oda gidecek haliyle. O gidince, bomba patlar, ben parçalanırım, dakikalar gider ve ben bir Anka kuşu değilim. Küllerimden doğamam. Savrulurum. Mevsimlere tutunurum. Şehirler değiştiririm. En nihayetinde siktir olup giderim. Hem senden hem de sana benzeyen şehirlerden.
Turgut’un Hatırına Bazı gidişler kalp krizlerine sebep olur Bazen öyle yorgun oluyorum ki intihar etmeyi bile düşünemiyorum. Gene öyle bir gece ve ben gene bitiğim. Yorgunluktan bitap düşmüş kalbimin kan pompalamaya hali yok. Her yazımda bağıra bağıra tükendim dedim. Kimse anlamadı. Ölüyorum yazdım. Kimse inanmadı. En son gülüşene tonlarca rakı içtiğim bir kadın vardı. O beni anlıyor sanıyordum. Ama sadece rol yapıyormuş. Bir akşam üstü gitti. Öyle alelade yürüyerek hiçbir şey olmamış gibi gitti. Arkasında 2 metrelik bir ceset bırakarak gitti. Ama alışkındım gidişlere, alışkındım yaralanmaya. O gece köpek gibi içtim. Cemal’in Turgut’un hayalini görene kadar içtim. Sonra kalkıp evime gittim. İntihar edeyim dedim. Canım istemedi. Oturup yazdım. Milletin anlam bulduğu ama benim sadece ölümümü geciktiren öyküler yazdım. Umarım benim kadar yalnız kalmazsınız.
Bazı Zamanlar Yazamadığım zamanlar intihar etmek isterim. Kaçacak bir yerim olmadığını düşünür evin içinde kim tüm kesici aletleri toplar masanın üstüne koyar yanına da kağıt kalem koyarım. Kendi kendimi tehdit ederim bir nevi. Ölmek isteyen bir adamın ölümden korkması ne kadar ironik. En sonunda ölmekten ve yazmaktan vazgeçerim. Dolaptan bir bira telefondan bir Bergen ile düşünmeye başlarım. Bacaklarımda ki kesiklere bakarak acı çekme yolunda ne kadar yol kat ettiğimi hesaplarım. Kırgınlıklarımı hatırlarım. Ne de güzel kırılmışım ne de güzel hayatım sikilmiş. Siktir git diyemediğim için yüzlerce parçaya bölünmüşüm. Tükenmişim. Kimseye çaktırmadan usulca ölmüşüm. Yazı yazmakta kurtarmıyor artık. Babamın hep boynumda görmek istediği kravatlar ile kendimi asasım var.
Size bir dizi önereceğim; Dizimizin ismi “Sır Dosyası” Star Tv de 5 bölüm yayınlanan 1999 yapımı çocukluğumun içine eden bir tv dizisidir. Zamanında X Files vardı TGRT de onun yerli versiyonuydu. Aklınıza çakma proje gibi gelebilir ama en az onun kadar kaliteli bir diziydi. Sözde reyting almadığı için kaldırıldığı söyleniyor ama kesinlikle yalan bana göre. O zamanlar sene 1999 satanizm muhabbeti ortalıkta kol geziyor. Dizinin 5 inci bölümünün ismi de yanlış hatırlamıyorsam Amerika’dan Gelen Satanist di. E böyle olunca dizi yok oldu. Uzunca bir süre dizi bulunamadı. Ben yaşım ilerleyip imkanlarım artınca baya aradım Ankara, İstanbul ve birkaç şehirde ki pasajlarda sağda solda bulunan bir çok vcd dükkanına girdim çıktım. Yok abi dizi yok. Nasıl olduysa birkaç sene önce bir arkadaş 4 bölümünü bulup internete yükledi. Ama 5 inci bölümü gene yok. Araştırmalarım devam ediyor. Size de tavsiye ederim. Oyuncuları görünce çok şaşıracaksınız. Merak edin diye fazla bilgi vermiyorum ama şunu söyleyeyim. Mehmet Günsür dizide çömez polis rolünde tüysüz bir şey. Benden bu kadar. İzlerseniz sevinirim. Favori bölümümüm “Külkedisi” (Allah belasını vermesin öyle bölüm mü olur ya? Ulan 8 yaşındaydım divanın altında izledim korkudan. Şu an bile irkildim)
Kızıl ve Ankara Bir ilkbahar sabahı, denizler kıyıya vurarak intihar etmeye çalışıyordu. Beni elinden düşürdüğün arka sokakta can çekişirken bedenim, ruhum olay yerini terk etmişti. Bilirsin, bazı cinayet mahallerinde ruh katilden önce olay yerini terk eder. Ölümün soğukluğu kadar gerçek sandım sevgini fakat bir torbacının bağımlıya duyduğu kadar sahte ve iğrençmiş. Geç anladım. Özür dilerim, seni sevdiğim için. Otopsi raporlarında ölüm sebebi olarak adlandırılan gözlerine elmas kıymeti verdiğim için bağışla beni. Dün gece rüyamda seni gördüm. Boynun hala Ankara kokuyordu. Sana sarıldığımda, Ortadoğu’da bombalar patladı. En vahşi terör eylemlerinde bir numaralı suikastçi olarak geçmekte adın. Parça tesirli gülüşlerin vardı senin. Şarapnel gibi kalbime saplanan. Ufak avuçlarında gizlenmiş tırpanlar taşırdın. Sigara paketinde ruhlar toplardın. Benden önce öldürdüğün, sana aşık adamların yamalı ruhlarını. Kendi acını dindirmek için derilerimden sargı bezleri yaptın. Sevgimi şifalı otlara batırıp kalbine sürdün. Kullanılmış bir prezervatif gibi bir köşeye attın cesedimi. Ve ben; Dün gece rüyamda seni gördüm. Boynun hala Ankara kokuyordu.
Bu kesiklerin bir anlam覺 olmal覺
Bu kesiklerin bir anlam覺 olmal覺
Hatırlıyorum. Eylül'ü Ekim'e ilmekleyen bir geceydi. Beni alıp sensizliğe gömdüler. Kırıldım. Sen gittin ve şehir kanadı. Bilekleri kesilerek sevilen çocuklar gibi kanadı. Beni boktan bir şiirin arasında sensizliğe gömdüler. O günden sonra yalnızlık kokan topraklar yedim. Otobüs duraklarında uyudum. Senin sevmediğin şaraplardan içtim. Adı konulmamış oğlumuza kin emzirdim. Senin gittiğin günü hatırlıyorum. Ceplerime ağustoslar sıkıştırmıştım. Ama hala üşüyordum. Hatırlıyorum. Annemin bileklerini dikey yırttığım acımasız bir geceydi. Yaralı bir hayvan bırakmıştın sol kaburgamın altına. Şakaklarında mermiler taşıyan adamlar kadar çaresizdim. Beni boktan şiirlerden çıkarıp döl kokan iğrenç aşkların kasıklarına gömdüler. Gitme. Beni yıka. Pazar geceleri yıkanan çocuklar kadar masumum sana karşı. Beni temizle. Ya bir kiralık katil tut ya da ırmaklar taşı kirpiklerinle. Yalan söyledim. Hatırlamıyorum. Beni bıraktığın gece neler yaşandı hiç bir fikrim yok. Sadece kutsal olan herşey beni terk etti. Tanrı ve annemin bilekleri dahil. Bana sokak çocuklarının yırtık ayakkabıları kaldı. Nisan yağmurlarında ıslandım. Şimdi senden kalan adı konulmamış oğlumuzu bir genelevin kapısına bırakıp gidiyorum. Belki benim senin gibi bir kadınım olmayacak ama en azından oğlumuzun sana benzeyen anneleri olsun.
Sana bu satırları hiç gitmediğim şehirlerin ıslak kaldırımlarından yazıyorum. Sağ elimde kör bir ustura, benden önce farklı cinnetleri sonlandıran üzerinde tanımadığım dnalar barındıran kör bir ustura. Sağ elimde ise kömür kusmaya hevesli bir kalem. Bu gece ya saçlarını okşar gibi nazikçe gırtlağımı keseceğim ya da sana ana avrat küfredeceğim. Nasıl bir bedduasın bilmiyorum. Adın nerde geçerse bir parçamı orada bırakıp gidiyorum. Nereye gittiğim önemsiz, nasılsa artık hiçbir yerde sen yoksun Bir cinayet dökülmüştü kente, sen elimi tutunca. Hava kararırdı, yağmur başlardı. Ağlardım. Kızıl bir gün doğumuydu senin bir ceset ile bu şehirden gidişin. Kirpiklerini kesip gökyüzüne asardı annem. Benden arta kalan sevgisini seninle ziyan etti. Üzgünüm. Tütün kokan avuçlarım dualara küskün. Aklımda neşter keskinliğinde düşünceler, ölmemek için kendimi zor tutuyorum. Gidişini parçalamak için kaç damar parçalanır bilir misin? Sen şimdi başka şehirlerin kaldırımlarını çiğniyorsun ya ben şimdi alkolik olurum yeri gelir bağımlı olurum. Ama en kötüsü de şair olurum.
Sırada ki öykü 7 aydır depresyonda olmamın sebebini detaylı bir şekilde anlatmaktadır.
Size bir şey anlatmam lazım. Anlamanız önemli değil, sadece konuşmak istiyorum. Yıllardır üzüldüğüm zaman ya kendimi keserim ya ağlayarak geceyi keserim ya da bütün günahlarımla kutsalları doğrarım. Ama artık ne kendimi kesmeye ne ağlamaya ne de isyan etmeye halim var. Yedi yaşımdan beri kırılıyorum. İlk babamın burnuma kondurduğu kin dolu yumrukla fiziksel kırılmayı öğrendim. Ama geçti. Kanadı. Sızladı. Ama geçti. Sonra içten kırılmaya başladım. Bu en kötüsüydü. Kanarsa geçer diye ümit edip 12 yaşımda bileklerimi dikey yırttım. Kanadım. Bayıldım. Ayıldım. Beyaz bir ışık ile karşılaştım. Sonra beyaz önlüklü insanlar ile tanıştım. Kanamıştım. Ama acım geçmemişti. Kırılmaya devam ettim, bir işe yaramasa da kendimi kesmeye devam ettim. Sonra adlarına torbacı denen ağabeyler ile tanıştım. Güzel sigaralar içtim. Uyuştum. Unuttum. Sonra uyuşuk kalmayı istedim. Yeşil rengin içinde boğulmak istedim. Boğuldum. Unuttum. Uyandım. Her şey bitiyordu. Sarhoşluk, uyuşukluk, vücudumda ki kan dahil her şey bitiyordu. Ama kırgınlığım geçmiyordu. Canım acıyordu. Bir yol bulmak için kutsallar dahil bir çok kitap okudum. İşime yarayan tek bilgi “Seni öldürmeyen şey güçlendirir” cümlesi oldu. O zaman ben de acıya alışacaktım. Kırıla kırıla çoğalacaktım. Hayatıma giren her kadınla hayatım üzerine bahis oynadım. Ben yanımda kalması için bütün sevgimi döktüm ortaya onlar ise ya gülüşlerini ya da saçlarını koydular. Her seferinde iyi başlıyordum. Kadın hiç gitmeyecekmiş gibi konuşuyordu blöfünü görmeyip sevgimi masaya yatırmaya devam ediyordum. Hep yek. Anasının amı kadar büyük bir mağlubiyet ile ayrılıyordum masadan. Ama akıllanmıyordum. Önüme çıkan her kadınla kumar oynamaya devam ettim. Çünkü ömür boyu mutlu olamayacaktım. Ben de bir bağımlı gibi anlık mutluluklar edinmeye çalıştım. Kural basit “Aza şükret daha fazlasını istersen götünü sikerim”. Ben de kırılmaya devam ettim. 3 ay önce gene kumar masasında çaresiz bir itin sahibini dinlediği gibi hayatımı sikecek kadını dinliyordum. Ama bu sefer bir terslik vardı. Ben sadece dinliyordum. O ise gelecek planlarından, bana “kocam” dediği hayallerinden bahsediyordu. Eğer bu bir blöfse gördüğüm en iyi kumarbazdı. Çok iyi saklıyordu gözlerinde ki şeytanı ve bende zavallı bir şekilde aşık oluyordum. Beni görmek için kilometrelerce yol kat ediyordu. Yanıma geliyordu. Sarılıyordu. Uyuyordu. Kumarı kazandığımı hissediyordum.
Bu sefer masadan gururlu bir şekilde kalkacaktım. Mutluydum. Her şey güzel gidiyordu. HEP YEK…… Ben böyle bir oyun görmedim. Elinde ki kartları masaya koyduğu anda yalanlar masanın yeşilini siyaha boyuyordu. Masanın etrafında ki şeytanlar ayakta alkışlıyor. Bu kadar güzel rol yapan bir orospuya hiçbir varlık alışkın değildi. Her şeyimi alıp götürüyor. Parçalandım.parçalanıp büyüyeceğimi sanmıştım fakat tuzla buz oldum. İlk defa bu kadar büyük yenilgiye uğradım.ne yapacağımı bilmiyordum. Bitmiştim. Tamamıyla bitmiştim. Kırılmaya alışkındım ama parçalanmak hayatımı sikti. Canım o kadar derinden yanıyordu ki hiçbir cehennem alevi bir ruhu bu kadar derinden yakamazdı. Hiçbir kesiğim bu kadar derin kanamamıştı. Tükenmiştim. Artık ne bir insanla konuşmaya ne de bir kadına güvenmeye halim vardı. Keşke 7 yaşında ölseydim. Bu kadar çok şey yaşamadan doğrasaydım kendimi. Ama artık çok geçti. Sadece nefes alıp veriyordum. Onun dışında yaşamaya dair bir belirtim yoktu. Kesiklerime pansuman yapmak için nefret ettiğim insanlara ihtiyacım vardı. Tek başıma kalınca düşünceler beynimi sikiyor. Çevremde ki herkesi arıyor, mesajlar atıyordum. Kitaplardan beni tanıyan, sokakta beni tanıyan herkes ile saçma sapan muhabbetler ediyordum. Düşünmemek ve yalnız kalmamak için kendimi parçalıyordum. Ama saldırganlığım artmıştı bu kötüydü. Başımı ağrıtan biri olursa ağzını yüzünü sikip siktir ediyordum hayatımdan. Başkasının günahını taşıyacak kadar güçlü değildim. Kendi derdim yeterince kesiyordu beni. Çok insan ile konuşmanın en kötü yanı çok kalp kırıyordum. Kuduz köpek gibi dolaşıyordum ortalıkta. Hiç kimseye saygım ve anlayışım kalmamıştı. Bitiş çizgisine emin adımlar ile gidiyordum. Ama gene bunca sıkıntının içinde bir kadın çıktı karşıma ortada masa yoktu. Ortaya koyabileceğim bir şeyim yoktu. Bunları biliyordu. Bunları bilmesine rağmen yanımdaydı. Şimdilik susuyorum. Güzel bir gelecek vaat ediyor. Gülüyorum.
3
Bitti. Bu kadar. Diğer sayıda (ölmezsem) görüşmek üzere. Eskişehir’deyim. Siz de yazmaya çizmeye hevesli iseniz gelin tanış olalım. Sizlere de fanzini tanıtalım. Bir de şey var. Üç kitap çıkardım. Yazılarım ve ya kitaplarım hakkında sormak ya da sövmek istediğiniz bir konu varsa aşağıda iletişim adreslerim mevcut. Beklerim. Her zaman dediğim gibi; Hepinizi seviyorum, sen hariç İnstagram: paskalyatavsani1 Facebook: paskalyatavsani01 Selametle Paskalya Tavşanı