Kırmızı Pazartesi Pdf Kırmızı Pazartesi Kitabı Arka Kapak Bilgisi Kolombiyalı büyük yazar Gabriel García Márquez'in 1981'de yayımlanan yedinci romanı Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir namus cinayetinin öyküsü. Hem Kolombiya'da, hem de yayımlandığı dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman. Usta yazar, çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını aktarıyor. Romanın kahramanı Santiago Nasar'ın öldürüleceği daha ilk satırlardan belli. Kırmızı Pazartesi, yalnızca bir cinayetin arka planını değil, bir halkın ortak davranış biçimlerinin potresini de çiziyor. Böylece, sonuna dek ilgiyle okuyacağınız bu kısa ve ölümsüz roman, bir toplumsal ruhçözümü niteliği de kazanmış oluyor. Her yazar, yazdığı en son romanın en iyi romanı olduğunu sanır. Benim bu romanım için böyle düşünmemin nedeni, yapmak istediğimi tam olarak gerçekleştirebilmiş olmamdır. Romanlar, yazılırken yazarlarının elinden kaçıp kurtulmak isterler. Romanın kişileri, kendi özyaşamlarına dönerler, en sonunda da canlarının istediğini yaparlar. Ben hiçbir romanımda bu romanımdaki kadar ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir roman bu. Üstelik oldukça da kısa. Sonuçtan hoşnutum. Bundan önce de en iyi romanım Yüzyıllık Yalnızlık değil de Albaya Mektup Yazan Kimse Yok adlı yapıtımdı. Ben öyle sanıyordum; ve bunu da sık sık söyledim. Şimdi de en iyi romanımın Kırmızı Pazartesi (Gronica de Una Muerte Anunciada) olduğunu sanıyorum. Kırmızı Pazartesi kitabı Mutlaka okunması gereken kitaplar listesinde yer almaktadır. Kırmızı Pazartesi Kitabını aşağıdaki adresten pdf olarak indirebilirsiniz. http://www.pdfkitaplariindir.com/kirmizi-pazartesi-pdf-indir.html
Kırmızı Pazartesi Kitabı İncelemesi Gabriel Garcia Marquez'in muhteşem eseri Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği bir namus cinayetinin öyküsünü anlatıyor. Kitabın ana karakteri Santiago Nasar, Pablo ve Pedro Vicario kardeşler tarafından göz göre göre öldürülmüştür. Olaylar, Santiago'nun bir dostunun ağzından röportaj şeklinde anlatılmaktadır. Kitap, Angela Vicario ve Bayardo San Roman'ın düğünüyle başlar. Bayardo San Roman, bölgeye henüz yeni taşınmıştır. İlk geldiğinde yerli halka gizemli bir adam gibi görünür. Çünkü her konuda derin bilgiye sahiptir ve mesleğinin ne olduğu bilinmemektedir. Lakin çok zengin bir adam olduğu bilinmektedir. Bu tartışmalara son vermek isteyen Bayardo San Roman, ailesini de yanına aldırır ve herkese şehir şehir dolaşıp evlenecek birini aradığını söyler. Bayardo, bir gün bir meyhanede otururken meydandan annesiyle beraber geçen Angela Vicario'yu görür ve orada bulunanlara onunla evleneceğini söyler. Onu ciddiye almazlar, çünkü Bayardo dut gibi sarhoştur. Lakin Angela'nın ailesiyle konuşur ve anlaşırlar. Bayardo San Roman oldukça zengin olduğundan, şölen gibi bir düğün merasimi tertip eder. Gecenin sonunda, Angela'yı da alarak düğün hediyeleri olan üstü açık bir arabayla evlerine doğru uzaklaşırlar.
Fakat, güzel başlayan evlilikleri yalnızca altı saat sürer. Çünkü Bayardo San Roman Angela'nın bakire olmadığını anladığında onu evine geri götürür. Angela'nın kardeşleri Pablo ve Pedro ona bunu kimin yaptığını sorduklarında, Santiago Nasar cevabını verir ama nerede, nasıl olduğu konusunda ağzını bıçak açmaz. Bunun üzerine Pablo ve Pedro ellerine en kaliteli kasap bıçaklarını alır ve Santiago'yu öldürmek üzere yola koyulurlar. O sabah, piskopos gemiyle yaşadıkları yerden geçecektir ve bu yüzden tüm yöre halkı çok heyecanlıdır. Santiago Nasar, en güzel giysilerini giyerek piskoposu karşılamaya gider. Pablo ve Pedro ise sabahın o saatinde açık olan tek yerde, Clotilde Armenta'nın meyhanesinde nasıl olsa oradan geçer fikriyle Santiago'yu beklemeye başlarlar. Aynı zamanda karşılaştıkları herkese Santiago'yu öldüreceklerini söylerler. Çünkü her ne kadar şereflerini kurtarmak için onu öldürmek zorunda olsalar bile, temiz kalpli olduklarından Santiago'yu öldürmek istememektedirler ve içten içe birilerinin onları durdurmasını istemektedirler. Fakat Santiago'yu öldüreceklerini Santiago dışında herkes öğrenmiş olsa bile çeşitli nedenlerle hiç kimse onu uyarmamıştır. Çünkü herkes bildiğinden nasıl olsa haberi vardır diye düşünürler. Pablo ve Pedro Vicario'nun öldürmek üzere Santiago Nasar'ı beklediğini öğrenen belediye başkanı onları durdurmak için yanlarına gider ve bıçaklarını alarak evlerine gönderir. Fakat onlar yanlarına yeni bıçaklar alarak Clotilde Armenta'nın meyhanesine geri dönerler ve yeniden Santiago'yu beklemeye koyulurlar. Bu sırada Santiago Nasar ise yakın arkadaşı Cristo Bedoya ile beraber evine dönmektedir. Dönüş yolunda Cristo Bedoya'yla ayrılır ve yoluna devam eder. Meydanın köşesini döndüğünde nişanlısı onu evine çağırır. Olanları duyduğundan, Santiago'nun kendisine yazdığı mektupların bulunduğu kutuyu eline verir ve ona gitmesini söyleyip ağlayarak kendisini odasına kapatır. Hiçbir şeyden haberi olmayan Santiago, nişanlısının bu tavrı karşısında şaşırıp kalır. Nişanlısının babası ona Pablo ve Pedro'nun öldürmek için kendisini aradığını söylediğinde, donakalır ve evine doğru yürümeye başlar. Lakin onu gören Pablo ve Pedro ise peşine takılarak onu takip etmeye başlar. Santiago Nasar tam evinin ön kapısından içeri gireceği sırada, annesi Plâcida Linero Pablo ve Pedro'nun eve doğru koştuğunu görür ve kapıyı Santiago'nun yüzüne kapatır. Çünkü farklı bir yönden eve girmeye çalışan Santiago'yu fark etmemiştir. Pablo ve Pedro, Santiago'yu defalarca kez ölümcül yerlerinden bıçaklarlar. Santiago, arka kapıdan eve girer ve mutfağın ortasında yere yığılır. Kırmızı Pazartesi, namus cinayetinin vahşetini gözler önüne seriyor. Okuyucu, kitabın ilk cümlesinden beri cinayetin işleneceğini bilmesine rağmen, son sayfaya kadar nasıl işlendiğini öğrenemiyor. Sıradan cinayet romanlarının aksine, merak konusu olan öğe cinayeti kimin işlediği değil, nasıl işlendiği oluyor. Bu muhteşem romanı, herkesin mutlaka okuması gerekiyor. Kırmızı Pazartesi Oku
Kırmızı Pazartesi Kitabı Okuyucu Yorumları Yorum-1 Kırmızı Pazartesi Toplumunun Sosyo-Kültürel Açıdan İncelenmesi
Gabriel Garcia Marquez Kırmızı Pazartesi adlı eserinde; göz göre göre işlenen bir namus cinayetini meşru hâle getiren toplumun sosyo-kültürel yapısının yansıtmak adına bir takım etmenleri gün yüzüne çıkarmaktadır. Bunlar erkek ve kadının yeri, din etmeni, ekonomik unsurların oluşturduğu sınıfsal yapı ve bu yapının sonucu olarak ortaya çıkan kalburüstü karakterlern namus kavramı ile çatışması alt başlıkları ile karşımıza çıkmaktadır. Sosyo-kültürel yapıyı irdelemek açısından tüm bu etmenlerin yanı sıra Marquez’in üslubunun sosyo-kültürel yapının aktarılmasındaki katkısına değinilimesi önem arz edecektir. Eserde toplumdaki kadın ve erkeğin rolünün incelenmesine geniş yer verilmiş ve söz konusu karakterlerin, toplum tarafından kendileri için çizdiği kalıba girme gereksinimi üzerinde durulmuştur. Nitekim bu gereksinim metnin ana sorunsalı olan namus cinayetine yol açmasıyla karşımıza çıkacaktır.Kadının rolü romanda ; ‘’ Kızlarsa evlenmek üzere yetiştirilmişlerdi. Gergef işlemeyi, makineyle dikiş dikmeyi, kukalı dantel örmeyi, çamaşır yıkayıp ütü ütülemeyi, yapma çiçekler, kendi uydurdukları tatlılar yapmayı, aşk pusulaları yazmayı bilirlerdi. Ölüme saygıyla yaklaşma kültürünün bir yana bırakmış zamane kızlarında farklı olarak, onları dördü de eski adet olduğu için hastaların başında bekleme, ölüm döşeğinde onlara güç verme, ölüleri kefenleme sanatında ustaydılar’’ (Marquez, 2011, s. 34) şeklinde çizilmiştir. Buradan bu eğitimle birlikte kadınların damat adaylarının beklentilerine göre yetiştirildikleri sonucuna ulaşmaktayız. ‘’Her erkek onlarla mutlu olur, çünkü acı çekmek için yetiştirilmişler’’ (Marquez, 2011, s. 34) Toplumda erkeğin rolüne geldiğimizde ise ‘’Oğlanlar erkek adam olacak şekilde büyütülmüşlerdi’’ (Marquez, 2011, s. 34) söylemi ile karşılaşmaktayız. Peki, nedir erkek adam olmanın ölçütleri? Bu noktada namus mevzusu için metinde altı çizilen iki yöntem karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ilki, namusunuza dil uzatan birini hiç endişe etmeden öldürmek ve sonrasında doğruca kiliseye teslim olmak şeklinde ifade edilmiştir. İkincisi ve metine göre daha mantıklı olanı ise bunları yapmak istemediklerini belirtip sonrasında yapamadıklarını topluma göstermektir. Nitekim ikizlerin ikinci yöntemi seçtiklerini fakat başarılı olamadıklarını görmekteyiz. ‘’ Biri çıkıp da onu öldürmelerini engellesin diye akla gelebilecek her çareye başvurmuşlar ama bunu sağlamayı başaramamışlardı.’’ (Marquez, 2011, s. 49). Toplum bu konuda toplum normlarının yozlaştığını düşünüp müdahil olmama yolunu seçmiştir. Sonuç olarak toplum vahşice tasvir edilen cinayete seyirci kalmayı, toplum düzeninin muhafaza edilmesi adına cinayetin engellenmesinden daha faydalı bulunmuştur. Kırmızı Pazartesi romanına konu olan toplumu incelerken toplumun dine, dini temsil eden din görevlilerinin topluma bakış açısının incelenmesi ciddi önem arz etmektedir. Romanda din etkeninin metne yansıması, Peder Carmen Amador karakteri sayesinde okura sunulmaktadır. Din etkeninin toplum üzerine etkisini ilk önce piskoposu karşılama hazırlıklarında görmekteyiz. Peder burada halkı piskoposun gelişi şerefine yapılacak törenin hazırlıklarına teşvik ederken karşımıza çıkmaktadır. ‘’ Ayrıca en iştah açıcı ibiklere sahip horozları kendi elleriyle seçmişti’’ (Marquez, 2011, s. 23). Burada piskoposun horoz ibiği çorbası merakı ve bu merakın toplum tarafından yorumlanması toplumun dine bakış açısının incelenmesinde kilit rol oynamaktadır. Çünkü söz konusu istek ‘’ Doğrusunu istersen… Çorba yapmak için yalnızca ibiklerini kesip horozların geri kalanını çöpe adan bir adam tarafından kutsanmak istemiyordum ben’’ (Marquez, 2011, s. 23) söylemi ile dinin şekilciliğine, içinin boşaltılmışlığına ve sonuç olarak din adamlarının niteliklerinin bozulmasına dair ciddi bir eleştiri niteliği taşımaktadır. Toplumun dine bakış açısının somutlaşmış bir diğer halini ikizlerin cinayet
sonrası kiliseye sığınmaları esnasındaki diyaloglarda algılamak mümkün olacaktır. Söz konusu sahnede namus cinayetinin dindeki yeri ve masumiyet kavramı tartışıldığında Pedro cinayeti bilinçli işlediklerini fakat masum olduklarını düşündüklerini Peder’e ifade ifade etmişlerdir. Peder buna karşılık olarak Tanrı katında öyle olabileceklerine ihtimal vermiştir. Buna karşılık olarak Pablo’nun verdiği cevap oldukça çarpıcı ve incelemeye değer olacaktır. ‘’ Tanrı katında da, insanların gözünde de… Bu bir namus sorunuydu’’ (Marquez, 2011, s. 48) söylemiyle toplumun dini anlayış biçimlerine ve kendilerine göre yorumlayış şekillerine ışık tutulmaktadır. Öte yandan örnekle birlikte Vicario kardeşlerin bu tutumu, dininin yapılacak eylemlere nasıl kılıf olarak kullanabileceğini net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Doktorun temsil ettiği toplumun aydın tabakasının dinle çatışması otopsi sahnesiyle karşımıza çekmaktadır. Peder’in iyi tedavi edilmemiş sarılık hastalığıyla doktoru suçlar ‘’Ancak raporun son bölümünde karaciğerde aşırı büyüme olduğunu saptıyor, bunu iyi tedavi edilmemiş bir sarılık hastalığına bağlıyordu. ‘Yani’ dedi bana ‘zaten ancak birkaç yıllık ömrü kalmıştı’’ (Marquez, 2011, s. 70).Bu suçlama üzerine Doktor Dionisio Iguaran din eleştirisini de içeren ‘’Bu kadar ahmak olmak için ancak papaz olmak gerekir, bizler gibi tropikal bölgede yaşayanların karaciğerlerinin İspanyollarınkinen daha büyük olduğunu adamın kafasına sokmak bir türlü mümkün olmadı’’ (Marquez, 2011, s. 70) savunması ile yanıtlar. Peder Armador’un metinde oynadığı rol, dine karşı yöneltilen dinin bozulmuşluğu veya başka bir ifadeyle ‘’din eşittir çarpıklık’’ düşüncesini ortaya çıkarmaktadır. Metinde ekonomik faktörlerinin sebep olduğu bir sınıfsal ayrım ve bunun getirdiği hukuki ve sosyal ayrıcalıkların altı çizilmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde metinde iki başat karakter öne çıkarılmaktadır: Bayardo San Roman ve Santiago Nasar. Ekonomik açıdan ve bürokratik yönden güçlü iki aileden gelen bu iki karakter toplum tarafından daima el üzerinde tutulmaktadır. Para, toplum nezlinde onlara birçok konuda üstünlük ve ayrıcalık sağlamıştır. Fakat namus konusu bu serbest bölgenin dışında kalmaktadır. Bu noktada tutkularının peşinde amansızca koşan bir karakter olarak çizilen Nasar Angela’nın bekaretinin bozulmasının sorumlusu olarak toplumun önüne atılmıştır. ‘’Tıpkı babası gibi tek başına dolaşır, o dağlarda önüne çıkan ne kadar başıboş kız varsa hepsinin tadına bakardı’’ (Marquez, 2011, s. 81). Nasar’ın hatası Angela’yı başıboş kızlarla karıştırmış olmasıydı. Nasar, Angela’nın ve dolaylı yoldan Vicario ailesinin namusuna göz dikerek çizmeyi aşmış; nitekim bu hatası feci bir şekilde ölümü ile cezalandırılmıştır. Bu saldırı Vicario ailesine yapılmış gibi görülse de toplum da bu saldırıdan kendine pay çıkarmış, her ne kadar cinayete doğrudan yardımları olmasa da engellemek için hiçbir girişimde bulunmamıştır. Tüm bunlara rağmen toplumda belli bir kesim hâlen daha namus kavramının nüfuzun üzerindeki üstünlüğünü göz ardı etmektedir. Bu durum Don Rogelio de la Flor’un cinayete ihtimal vermeyen cümlelerinde kendisini göstermektedir. ‘’ Saçmalama… O ikisi kimseyi öldüremez, hele zengin birini hiç’’ (Marquez, 2011, s. 53). Bu alıntıda verilmek istenen iki mesajın irdelenmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki Vicario kardeşlerin normal şartlarda kimseyi öldürmeyeceği, öldüremeyeceğidir. İkincisi ve nispeten daha önemli olan mesaj ise; öldürseler bile bunun zengin biri olmayacağıdır. Bu algı bizi toplum nezlinde en ağır suçta bile nüfuzun bu konuda suçluya kalkan olarak yetişeceğine götürmektedir. Bu gibi ikilemlerin oluşturduğu para-namus ilişkisi günümüzde bile içinden çıkılamayacak bir sorunsal olarak karşımıza çıkmaktadır. Metnin yan iletilerinden biri de mutluluğun parayla satın alınacak bir unsur olmadığıdır. Bu durum, metinde Bayardo’nun Angela’yı evliliğe ikna etmek adına yaptığı kur çabalarından sonuç elde edemeyince rotayı kısıtlı olanaklara sahip ailesine çevirmesiyle ifade edilmektedir. Nitekim
ebeveynler bu birlikteliği –içtenlikle- benimsemiş ve bunu ‘’ alçak gönüllüğüyle saygınlık kazanmış bir ailenin başlarına konan talih kuşunu hor görmeye hakkının olmayacağı ‘’ (Marquez, 2011, s. 36)gerekçesiyle açıklamıştır. Bu noktada ekonomik sınıf üstünlüğünün her kapıyı açacağı açıkça belirtilmiştir. Bayardo’nun düğün hazırlıkları kapsamında Angela’nın kasabada en sevdiği ev olan Dul Xius’un evini on bin pezoya satın almasıyla mutluluğu da satın almış mıydı? Bu sorunun cevabını ‘’ Kasaba halkının çok büyük bir çoğunluğu için ortada tek bir kurban vardı, o da Bayardo San Roman’dı’’ (Marquez, 2011, s. 76)satırlarında bulmak mümkün olacaktır. Bayardo mutluluğu on bin pezosuyla satın aldığı mutluluk evinde bulamamış, aksine bu mutluluk evinde hüsrana sürüklemiştir. Nitekim toplum nezlinde derbeder olarak görülen Zengin Bayardo, daima el üstünde tutulduğu toplum tarafından ötekileştirilmiştir. Marquez’in Kırmızı Pazartesi’de vermek istediği ana iletilerin aktarımında üslübu ve kullandığı edebi teknikler etkili olmaktadır. Bu noktada büyülü gerçekçilik akımı ışığında incelediğimiz Kırmızı Pazartesi romanında sezdirme ve röportaj teknikleri ciddi önem arz etmektedir. Roman ‘’Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, psikoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05.30’da kalkmıştı.’’ (Marquez, 2011, s. 11) cümlesiyle Santiago Nasar’ın ölümüne dair ileriye gönderme ile başlamaktadır. Nitekim bu ileriye göndermeler metin boyunca kendine sıkça yer bulacak ve olayların sebebi net olarak açıklanmadığından ötürü bu okurun heyecanını canlı tutmaya yardımcı olacaktır. Öte yandan gerek ileriye göndermelere destek niteliği taşıması gerekse yazarın olayların aktarımına müdahil olmama çabasıyla olay geniş bir yelpazede ele alınan şahıs kadrosunun röportajları ile anlatılmaktadır. Her karakter bireysel bakış açısı ile önceden gerçekleşeceğini bildiği cinayete dair şahit olduğu olayları anlatmaktadır. Yalnız okuyucu, sunulan detaylı röportajlara rağmen ‘’Nasar ölümüne sebep olan bu suçu gerçekten işledi mi? ‘’ sorununa cevap bulmakta zorluk çekmektedir. Her bir röportajdaki bilgilerin ötekiyle çelişmesi metindeki gerçeklikte muğlaklık etkisi yaratmaktadır. Nitekim büyülü gerçekçilik akımının bir özelliği olan bu muğlak anlatım okuyucuda oluşturulacak merak unsuruna hizmet etmektedir. Ayrıca metindeki büyülü gerçekçilik izlerini rüyalar ve ana iletiye katkı sağlayan imgelerde de karşımıza çıkmaktadır. ‘’Bir hafta önce de rüyasında, badem ağaçlarının arasında uçarken dalların hiçbirine çarpmadan geçip giden yaldızlı kâğıttan yapılma bir uçağın içinde tek başına oturduğunu görmüştü’’ (Marquez, 2011, s. 11) benzeri imge yüklü rüyalar metin boyunca çeşitli rüya ve tahlilleriyle devam etmektedir. Söz konusu tahliller ise toplumun sosyo-kültürel açıdan incelenmesine katkıda bulunmaktadır. Sezdirme tekniği metinde Clotilde Armenta’nın ‘’ Daha o zamandan hayaleti andırıyordu’’ (Marquez, 2011, s. 20) kullandığı benzetme unsurları ile karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca cinayet olayından önce yaşanan tavşan parçalama hadisesinin Nasar’ın öldürülme sahnesinin vahşeti ile bağdaştırılması, beyaz tavşanın simgelediği masumiyet kavramından yola çıkarak mevcut olan muammaya hizmet etmesi ve yazarın metin başından itibaren kullandığı sezdirme tekniklerinin bir sentezi şeklinde yorumlanacaktır. Kırmızı Pazartesi adlı romanın geçtiği topluma baktığımızda karşımıza; toplumun iç dinamiti niteliğini taşıyan namus kavramının nüfuz üzeirne olduğu gibi her şeyin üzerine tutalarak namus cinayetinin meşrulaştıran bir toplum ve bu düşünceyle şekillenen bir sosyo-kültürel yapı karşımıza çıkmaktadır. Bu sonuca ulaşmamızda yazarın seçtiği bir takım etkenler ve bu doğrultuda kullandığı biçim özellikleri kilit rol oynamaktadır Yorum-2
Kitabı elime ilk aldığımda kitap gitmedi, yani resmen ilerleyemedim.İncecik kitap, konusu cinayet, yazarı Marquez. 1 günlük kitap benim için derken aslında hiç de öyle olmadığı gördüm. Ortaokulda bütün Agatha Christie serisini bitirmiş biri olarak bu tür kitaplara meylim olduğunu söyleyebilirim. Çünkü gidişat güzeldir. Bir cinayet işlenir yazar bunu son sayfaya hatta bazen son satırlara kadar saklar. Ve siz de bütün romanı, katili doğru tahmin edebilmenin verdiği heyecanla okursunuz. Kitabı elime aldığımda ilerleyemememin sebebi belki de buydu. Başta işlenip de katili merak edilen sır gibi saklanan bir cinayet değildi bu. Kitabın açıklamasında da sıkça rastlayabileceğiniz üzere -İşleneceği herkesin bildiği bir cinayetin öyküsüydü. E peki katil belli olay belli neydi bizi bu kitaba çekecek olan? Tabii ki Marquez'in dili ve tarzı.. Marquez de bu romanı için -Ben hiçbir kitabımda bu romanımdaki kadar ipleri elimde tutmadım, diyor. Kitap öyle bir tarzla anlatılıyor ki yazar Marquez küçüklüğüne dönüp o cinayeti, tüm olayları tekrar gözlemliyor ve -Röportaj havasında bize aktarıyor. Bu röportajlarla da o karakterlerin düşüncelerine tavırlarına olaylar hakkındaki saklanmış fikirlerine ulaşabiliyoruz. Kitabın içeriğine bakacak olursak; Santiago nasar cinayetten bir gün önce evlenen Angela Vicarionun bekaretini kaybetmesine neden olmakla suçlanır. Angelanın ikiz ağabeyleri de namus meselesi der düşerler Santiagonun peşine. Kitabı okurken net biçimde göreceksiniz ki aslında bu ikizler cinayeti işlemeyi hiç istememekte bu yüzden de gittikleri her yerde bu cinayetten bahsetmektedirler. İşte bu sayede işlenecek cinayetten bütün kasabanın haberi olur. Fakat biri haariiç. Kurban Santiago Nasar.. Öyle bir olay örgüsü öyle bir tesadüf zinciri var ki kitapta Örn; Psikoposun gelmesi, bu yüzden silahını yanına almaması, özenli giyindiği için ön kapıdan çıkması, kapının altından atılan cinayeti haber veren notun ancak cinayetten sonra görülmesi vs. Santiago Nasar pisi pisine gitti desem yeridir.. Kimse Santiago Nasarın suçlu olduğundan emin de olamaz. Tek emin oldukları Angelanın sürekli Santiagonun adını vermesidir. Gerçek suçlunun Santiago olamayabileceği ise cinayetten sonra farkedilir. Yargıcın notunda da olduğu gibi (-Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım) cinayet deliller ışığında değil varsayımlar etrafında değerlendirilir. Angelanın bekaretini kimin bozduğunu ise asla öğrenemeyeceğiz.. Kitap dönemin toplumunun sosyo-kültürel yapısını çok net biçimde gözler önüne seriyor. Örneğin kadınlardan bahsederken sadece 'Damat adaylarının beklentilerine göre yetiştirildiklerini' gergef işlemeyi dantel örmeyi iyi bilmelerinin o dönem için onların tek kurtuluşu olduğunu da görebiliriz. Erkeklerse 'Erkek adam olacak şekilde' yetişiyorlardı. Kitaptaki namus cinayeti buna verilecek en güzel örnek. Namus meselesi olduğunda gözlerini kırpmadan öldürecek erkeklikteydiler. Ve sonrasında kiliseye teslim olacak.
Kitaptaki en ilgi çekici olay işe kuşkusuz şudur ki; İşleneceği herkes tarafından bilinen bir cinayet var ortada. Fakat birisi de çıkıp olaya müdahale edemiyor. Hem de bütün kasaba haberdarken durumdan. İşte kitap bu noktada Santiago Nasar cinayetinin etrafında toplumun değer yargılarını inceliyor. Toplumun insanlara uyguladığı baskı ve bunun insanlar üzerindeki etkilerini rahatlıkla görebiliyoruz. Başlangıçta da söylediğim gibi kitabı elinize aldığınızda sıradan bir cinayet kitabı muamelesi yapmayın. Bu kitapta merak edeceğiniz şey katil değil, cinayet değil, Kesinlikle -Cinayetin işlenişi.. ve anlatım tarzı. Kİtabı okurken insanlığın ahlak değerlerindeki boşluğu, ilginç tesadüfleri, olayı sorgularak okuyacak ve olayın vahşetine hak vereceksiniz. Yorum-3 Kitabın ismi ilk gördüğümde çok ilgimi çekmişti. Ama dünya klasiklerinden gözü korkmuş onları ciddi anlamda sıkıcı bulan bi insan olarak elim kitaba gitmemişti. Dünya klasiklerni sıkıcı bulmamın sebebinin annemin genç kızken aldığı eski basım kitapların dilinin ağırlığının olduğunu da bu kitaptan sonra fark ettim. hep güncel hep güncel nereye kadar dedim ve başladım kuzenimin verdiği kitabı okumaya. İlk defa bir kitabı üzerinde ince ince düşünerek okudum. şimdi kuzenime minnettarım ve bir an önce bu kitabı kendi kütüphaneme eklemek istiyorum. Kitap bir namus cinayeti anlatıyor. Gabriel Garcia Marquez, daha ilk satırında bu cinayetin olacağından bahsetmesine rağmen son satırına kadar okuyucunun merakını canlı tutuyor. Kitapta ölen kişinin de cinayeti işleyen kişinin de kim olduğu ve bu cinayetin sebebi daha ilk sayfalardan anlaşılıyor. Ama ölen kişi gerçekten suçlu mu ben kitap bittikten sonra bile anlamadım. Çünkü adamın suçlu olduğuna tek bir kanıt bile yok. Ama kitabın asıl amacı bizim suçlunun kim olduğunu anlamamız değil. Cinayetin işleneceğinin herkes tarafından bilinmesine rağmen buna hiçbir şeyin engel olamaması ve tek bir kanıt bile olmamasına rağmen onun suçlu kabul edilmesi gerçekten ilginç. Ama burda asıl anlatılmak istenen toplumun yapısı, dinin, geleneklerin, maddi durumun etkisi, insanların önyargıları, toplumun kişilerden beklediği roller. Kitap başından sonuna kadar dönemin sosyal yapısını anlamamızı, değerlendirmemizi sağlıyor. Bunu yaparken aynı zamanda heyecanı da canlı tutarak okuyucuyu sıkmıyor. Bu kitap sayesinde dünya klasiklerine karşı önyargımı kırdım ve bütün yaz onlarla iç içe olacağım. Kırmızı Pazartesi herkesin okuması gereken bir kitap. Gabriel Garcia Marquez'e sonsuz teşekkürler.. Yorum-4 Toplumda kadın ve erkeğin yeri, din, ekonomik unsurlardan oluşan sınıf ayrımı ve sonuçta kalburüstü bireylerin namus kavramında çatışması ile işleneceği belli bir cinayetin yine toplumca 'meşru' kılınması romanıdır. Eserde kadın ve erkeğin rolü çok vurgulanır, toplumca kendilerine çizilen kalıba girme gereksinimi üzerinde durulur.Bu gereksinim 'namus' cinayetine zemini hazırlar. Romanı incelerken toplumun dine, din adamlarına bakış açısı da dikkat çeker. İlk örnek olarak Psikopos'u karşılama ve onun 'horoz ibiği çorbası' merakının toplumca yorumu bir 'kilit noktadır'. Dinin şekilciliğine, bozulmuş yapısına bir vurgu vardır bu kısımda. Ayrıca cinayetten sonra kiliseye sığınan kardeşlerin Peder'le konuşması da dikkat çekicidir.(bkz.s48) Yine toplum-din çatışması otopsi
sahnesinde Peder ile doktor arasındaki konuşmada geçer.Romanın ilk kısımlarındaki 'Beyaz Tavşan' masumiyet temsilcisidir. Nasar'ın cinayetiyle bağdaştırdım ben. Ekonomik sınıfsal ayrıma gelirsek Nasar ve Bayardo, bürokratik ailelelerden gelip el üstünde tutulurken, 'namus' konu olunca ikisi de halkça 'ötekileştirilir'. Flor sözlerinde ikizlerin cinayet işleyemeyeceğini üstelik bir 'zengini' hiç öldüremeyeceklerini anlatır. Bu da para-namus ikilisinin çözülmeyecek sorun olduğunu vurgular. 'Mutluluğun parayla satın alınmayacağı' Bayardo'nun Angela için kiraladığı ev ve sonrasında yaşadığı travma ile ortaya çıkar. Teknik olarak bakarsak röportaj, sezdirme, benzetme, çeliştirme, rüya gibi imgelere sıkça başvurulur. Bu nedenle de ilk cümleden cinayet işleneceği bilinse de roman canlılığını yitirmez. Öyle ki, 'Yahu Nasar öldürülmeyi hak edecek bu suçu işledi mi?'sorusuna cevap bulunmaz. Yorum-5 Kitabin sakin kafa ile okunmasini soyleyen arkadaslar hakli :) ilk 30 sayfayi iki defa okudum. Marquez bir namus cinayetini anlatiyor, herkesin bekledigi ve bildigi ama bir turlu engel olmadigi bir namus cinayetini, yasayanlarin bilgilerine basvurarak anlatiyor. Yazarin uslubu hic de hafif degil, anlamak icin kafayi vermek gerekiyor ama olayi anlatimi akici belki de olay surukleyici demek lazim. Kitabi okurken olay Turkiye de yasansa nasil olurdu diye düşündüm ve bu cinayetin islenmeyeceğini katil ikizlerin illa birileri tarafından engelleneceğini düşündüm. Elbette bu cok göreceli bir degerlendirme. Osmanli kokenli araplara "Turk" denmesi cok ilginc gelmedi mi size de? iyi okumalar dilerim. Yorum-6 İlk defa Marquez okudum ve devamını da getirmeyi düşünüyorum. Kitapta Santiago Nasar, sözde namus cinayeti adı altında öldürülüyor. Ancak anladığım kadarıyla olayın aslı dahi yok. Santiago'nun öldürüleceği düpedüz belli ve neredeyse herkesin haberi olduğu halde kimsenin buna engel olmaması da ayrı bir toplum meselesi. Hatta Santiago'ya bile söyleniyor ama o da aldırış etmiyor. İlginçtir ki kitapta cinayete kurban giden Nasar, katil(-ler) ve hatta zaman (Kırmızı Pazartesi) bile belliyken, sizin tahmin yürüteceğiniz bir şey yok gibiyken kitap farklı bir üslupla sürüklüyor. Başta karakterlere ve isimlere alışmakta zorlandım aslında ama alışınca kitap bir anda bitti. Tavsiye ederim. Yorum-7 Renklerden kırmızı, kan kırmızısı. Günlerden Pazartesi, haftanın ilk günü, ilk cinayet...
Ellerinde bıçaklar olan ikizler var kapakta ve bir de gelin. Demekki bir namus cinayeti olmalı... Kitabın ismini ve kapağını çok beğendiğim için aldım, pişman da olmadım. Katil ve maktul ta baştan belli, yani katil kim, ne zaman, nasıl ve kimi öldürecek gibi tahminlerle uğraşmanıza gerek yok. Ama bir soru var kitap boyunca cevaplanan; cinayet engellenemez miydi? Kitabı pek beğendiğimi ifade edemeyeceğim. Çok fazla isim olduğu, bazı yerlerdeki anlatım belirsizliği ve geçişlerden dolayı biraz kafa karıştırıcı. Belki uzatmadan bir iki ele alışta okunursa daha iyi anlaşılabilir. Cinayet durdurulamaz mıydı kısmı fazla tekrarlandığı için beni biraz sıktı. Tersten bir kurgu olması güzeldi fakat bence kitabı kurtarmak için yeterli değildi. Biraz heyecan olsa belki kitabı beğenebilirdim. Okuyup okumama kararı sizin, ben bir yönlendirmede bulunmayacağım. Yorum-8 Santiago'nun adım adım nasıl öldürüldüğünü,neden öldürüldüğünü merak ediyor musunuz? Öyleyse kitabı bir an önce okuyun.. :) Yorum-9 Bütün karakterlerile, ana fikrile tam olarak bir Marquez klassiği. Vurdumduymazlığın, ölümün soğuk nefesinin, bir ölümün nekadar hafif ve basit karşılandığının bir örneği. Hangimiz diğerlerinin ölülerini daha fazla ciddiye aldık ki? Yorum-10 Kırmızı Pazartesi ne kadar güzel bir kitap ismidir. Kesinlikle mükemmel bir kitap, bu kadar güzel bir kurgu ve anlatım olunca Nobel Edebiyat Ödülü de sürpriz gelmiyor insana. İşleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsü: "Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05.30'da kalkmıştı." cümlesi ile başlıyor. İşlenecek bir cinayeti tüm kasabanın bilmesine rağmen engellenememesi okuyucu tarafından bilindiği halde -bunu kitabın sonu gelmeden biliyorsunuz- kitabı okurken sonucu merak ediyorsan, sonucun değişmesini arzuluyorsan yazar çok başarılı olmuştur demektir. Ölüm sahnelerindeki ayrıntılar, kurbanın iç organları elinde evin avlusundan geçerken halasının neyin var diye sorusuna "Beni öldürdüler, Wene Hala" demesi hatta bağırsaklarının üzerine bulaşan toprağı temizleme titizliğini gösterdi diye halasının verdiği ayrıntılar... Çok başarılı bir finaldi. "Bana bir ön yargı verin, dünyayı yerinden oynatayım" ın gerçekleştiği öykü aynı zamanda, namus cinayeti lakin cinayete kurban giden gerçekten suçlumu belli değil, lakin önyargılar o yönde.. Yazar öyküye başlamadan "Aşk avına çıkmak, şahinle avlanmak gibidir." diye, GIL VICENTE'nin sözünü paylaşıyor. Şahinle avlanmak sözünü bir türlü çözemedim. Burada tehlikeli manasında mı kullanılmış, riskli manasında mı kullanılmış bilmiyorum, önemsememin sebebi öykü ile bir bağlantı kurmaya çalışmam. Çünkü yazar, cinayete kurban giden Santiago Nasar'dan aşk(kadın) avcısı olarak bir bölümde söz ediyor. Düşündüm, düşünüyorum, daha ne olacak, okumayanlar okusun... Kırmızı Pazartesi Pdf
Kırmızı Pazartesi Kitabından Alıntılar Alıntı-1 Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım. Alıntı-2 "- Santiago, yavrum, neyin var? - Beni öldürdüler, Wene Hala." Alıntı-3 "Aşkımın kanıtı olarak sana gözyaşlarımı yolluyorum." Alıntı -4 Bir insanın göğsünü dinleyince yüreğinin içinde fokurdayan gözyaşlarını duyabilmelisin .. Alıntı -5 Bazen kaderimiz bizleri görünmez kılar. Alıntı -6 "Bu doğru olabilirdi; ama daha başka bir yanıt da verebilirdi. Çünkü öyle bir konuşma tarzı vardı ki, bir şey söylemekten çok, gizlemeye yarıyor gibiydi." Alıntı -7 Bizlerden daha sağlıklıydı; ama insan onun göğsünü dinleyince yüreğinin içinde fokurdayan gözyaşlarını duyabiliyordu. Alıntı -8 Kapalı yerdeki çiçeklerin kokusunun ölümle yakın bir ilişkisinin olduğunu sık sık söylerdi bana. Alıntı -9 içi giysi dolu bir valiz vardı yanında, bir de kendisine yazdığı neredeyse iki bin mektubu koyduğu aynı büyüklükte bir başka valiz. Mektuplar tarihlerine göre sıraya dizilmiş, renkli kurdelelerle demetler halinde bağlanmıştı; hiçbiri açılmamıştı. Alıntı -10 "Santiago Nasar kendi doğası gereği neşeliydi, barışçıldı, açık yürekliydi." Kırmızı Pazartesi Pdf indir