Otomatik Portakal PDF Otomatik Portokal Kitabı Hakkında Genel Bilgiler Anthony Burgess, 1959 yılında tümör nedeni ile 1 yıldan daha az ömrü olduğunu öğrenir. Bu kısa sürede çok para kazanmak ister. Çünkü eşinin daha iyi bir hayat yaşaması ve sıkıntı çekmemesini ister. Çözümü de kitap yazmakta bulur. Bu kısa zaman zarfında ise dünyaca ünlü bir yazar olan Burgess, kendisine yanlış tanı koyulduğunu da öğrenmiştir. Bu kısa sürede yazdığı ve onu çok meşhur eden kitapların başında da Otomatik Portakal kitabı gelmektedir. Otomatik Portakal'daki Alex karakteri Borgess'in hastalığı dönemindeki ruh halini yansıtmaktadır. Kitap, nefret duygusu barındıran tipik İngiliz Edebiyatı distopyasıdır. Stanley Kubrick'in muhteşem film uyarlaması, yirminci yüzyılın kült eserlerinden biri olan bu romanın şöhretini pekiştirmiştir...
Otomatik Portokal Kitabının Konusu Alex ve çetesinin yaşadıkları kötü dünyada hüküm süren baskıcı yönetime karşı direnişlerini anlatan yazar, 15 yaşındaki Alex'in sarsıntılı hayatından bakarak, ilgisiz aile kavramını ve günümüz toplum yapısını eleştiriyor ve bunu yaparken de sert bir mizaca bürünüyor. İnsanların ahlaki açıdan yozlaştığı, iyi ve kötü kavramlarının gerçek anlamları dışında var oldukları ve gerçek değerinden saptığı bir toplum işlenmiştir. İletişimsizlik ve yeni kültür de eleştirel bir dille anlatılmaktadır.
Otomatik Portokal Kitabının Özeti Alex iki farklı hayat yaşıyor gibidir. Gündüzleri normal bir birey gibi okula giderken akşamları ise içinde barındırdığı şiddete meyilli ruh hali ile hırsızlık, gasp, tecavüz ve adam yaralama gibi birçok suça bulaşır. Çetenin iletişimi normal konuşma dilinden uzak kendi aralarında geliştirdikleri nadsat dedikleri bir dildir. Bir gece barda oturmuş uyuşturucu katkılı sütlerini içerken çete üyelerinden Dim ile tartışır ve çetenin diğer üyeleri de Alex'in suçlu olduğunu düşünür. Çete içinde Alex'in otorite ve itibarı düşerken, Alex de bu durumun farkına varır ve diğer üyelerin kendisine karşı tutumlarının değiştiğini görür.
Pete, ortaya daha önce uygulamadıkları bir fikir atar. Kedileriyle birlikte yaşayan yaşlı bir kadının evine girip içerideki kıymetli eşyaları çalacak ve bunları da karaborsada satacaklardır. Alex sarsılmış otoritesinin de getirdiği duyguyla karşı çıkamaz. Yaşlı kadını etkisiz hale getirme işi Alex'indir. Alex pencereden eve girer fakat kadın buna hazırlıklıdır. Kadını etkisiz hale getirmek o kadar kolay değildir. Kedilerin de Alex'e saldırmasının etkisi ile Alex eline aldığı vazo ile yaşlı kadını öldürür. Yaşlı kadın
daha önceden polisleri çağırmıştır. Eve gelen polisler Alex'i yakalar. Çetenin diğer üyeleri, her şeyin Alex'in fikri olduğunu polise söyler. Böylece Alex tutuklanır ve on dört yıl hapis cezası alır.
Hapishanede geçen iki senenin ardından Alex'in koğuşunda ölü bir mahkum bulunur ve suç yine Alex'in üzerine atılır. Alex bu yüzden suçluları yeniden topluma kazandırma projesi sebebiyle Ludavico adlı bir laboratuvara gönderilir. Alex'e şiddet dolu filmler, fiziksel işkencelere maruz bırakırlar. Alex'in aklına kötülük gelince acı içinde kıvranır hale gelir ve kusma isteği uyanır. Böylece Alex'in ruhunu kötülükten arındırmışlardır. Daha sonra Alex özgürlüğüne kavuşur. Alex, artık kötülük işleyememekte ve istemsizce herkese iyi davranmaktadır. Yaşadığı tüm şeylerden sonra artık büyüdüğünü fark eder ve geleceğini düşünür. Otomatik Portakal kitabı Hiç unutamayacağım dediğimiz kitaplar listesinde yer almaktadır.
Otomatik Portakal - s41 Son bölüm ikinci kez de bittiğinde, bütün o hengâme ve Neşe Neşe Neşe Neşe diye cıyaklamalar kesildiğinde, bu iki genç piliç artık sofistike olgun kadın ayağına yatmayı kesmişlerdi. Taze bedenlerine neler yapıldığına uyanmaya başlamışlardı ve eve gitmek istediklerini ve vahşi bir hayvan gibi olduğumu filan söylüyorlardı. Büyük bir savaştan çıkmış gibi görünüyorlardı, ki cidden öyle olmuştu ve her tarafları morluk içindeydi ve surat asıyorlardı. Eee, okula gitmeyeceklerse bir şekilde eğitilmeleri gerekiyordu. Sahiden de eğitilmişlerdi. Giyinirken cıyaklıyor ve ay ay ay diyorlardı ve ben yatakta pis ve cıbıldak ve epey yorgun ve bitkin bir halde yatarken, minik zumzuklarıyla bana vuruyorlardı. Şu küçük Sonietta "Canavar, iğrenç hayvan. Pislik, korkunç şey," diye cıyaklıyordu. Sonra toparlanıp gitmelerine izin verdim ve aynasızların beni tutuklamaları gerektiği gibi bok püsürden bahsederek gittiler. Merdivenden inerlerken uyuyakaldım, kulaklarımda hâlâ şu bizim Neşe Neşe Neşe Neşe seslerinin ulumalarıyla ve o hengâmeyle. (Kabardian)
Otomatik Portak Okuyucu Yorumu A Clockwork Orange -ve Kötülük A.Burgess'in bu kitabı, Kubrick'in sinemaya aktardığı yorumuyla paralel değerlendirilmiştir. ... A Clockwork Orange’ın suçlu ve kurban diyalektiği üzerine kurgulanmış bir hiciv örneği olduğu söylenebilir. Gelecek pesimist bir yorumla kurgulanmıştır. Burası herhangi bir zamana vurgu yapmayan karanlık bir dünyadır. Kentin pek de konuksever denilemeyecek brutal soğukluğuna karşın iç mekanlarda parlak, renkli, ışıltılı bir mekan tasviri yapılmıştır. Mekânlar genellikle zıtlıklar üzerinden ve contrast bir şekilde verilir. Krom ve altın rengi duvarlarıyla, kitsch mobilyalarıyla post modern bir mekan okuması yapılabilir. İzleyiciyi mekana dahil ederken bir anda benimsenen bir atmosfer yaratılabilecekken, bilinçli ve son derece doğru bir tercihle abartılı bir şekilde kullanılan iç mekanlardaki renk ve obje tercihleri ile punk ve grotesk bir dünyanın içinde kaybolmuşluk hissi yaratılır. Görünür görünmez tanınır, kavranabilir olan şeyler akışkanlığın önünü keser. Filmde bu akışkanlığın önü sık sık açılır; okunaklılık yiter.
Yargının dışsallığı ile gösterilen imgenin içine dalma arasında gidip gelinir. “Verfremdungseffect”’in diyalektiği belki de böyledir. İzleyici, yabancılaşmanın bilinci içinde ve bu bilinç vasıtasıyla yabancılaşmadan çıkmalıdır. Kendi içine daha iyi nüfuz edebilmek, kötülüğün ve kötülüğün çelişkilerinin bilincine varabilmek için kendini kendinden kopartılmış hissetmelidir. Söz gelimi kumarhanedeki tecavüz sahnesinden çıkan kavgada Rossini’nin Hırsız Saksağan uvertürü duyulur. Neşeli ve canlı olarak tarif edilebilecek olan bu müzik görüntüde olan bitene çok aykırı düşer ve izleyiciyi kafa karıştırıcı bir dışsallıkta bırakır. Her şey onun önünde tüm açıklığıyla cereyan etmesine rağmen, açıkça bilmese de izleyici, gerçeğin çelişkilerinin canlı bilinci olur. Yazarın gözü önünde karısının ırzına geçilmesi ayrımında da “Singin’ in the rain” gene böyle bağlamından çıkarılıp olmaması gereken bir yerde kullanılmıştır. Beethoven’in dokuzuncu senfonisi de böyledir. Bu şekilde eylem izleyicinin içine aktarılır. Filmin/kitabın ilk bölümünde Alex ve çetesi üzerinden bireysel olan kötülük işlenmektedir. Londra’nın karanlık, tekinsiz sokaklarını kendine yer edinen Alex ve onun üç droogisi, sadistçe kötülük yapmaktan zevk alır; hedefinde savunmasız bir profesör ya da modern bir yazar ve karısı, ya da genç kızlar vardır. Alex ve çetesi sınıfsal bir ayrıma gitmeden önüne çıkan her şeyi yok etme psikolojisi içinde, yaptıklarının kötülük olduğunun farkındadır ve kötülüğün bireysel bir seçim olduğunu savunur. Filmin/kitabın ikinci bölümünde ise, Alex, aralarındaki egemenlik hesaplaşması sonucu ayrılığa düştüğü çete elemanları tarafından ihbar edilir. Tecavüz ve cinayetten hapse mahkum edilen Alex’in bireysel kötülüğü yerini organize bir kötülüğe bırakır. İktidarın bekçileriyle -artık yalnız ve çaresiz bir birey konumuna düşen- Alex’i karşı karşıya gelir kaçınılmaz olarak. Başta pek de özdeşleşemeyeceğimiz saldırgan ve yıkıcı bir porte çizen Alex ile bu noktadan sonra özdeşleşmek durumunda kalınır. Filmin ilk yarısındaki mekan ve objelerin rengi solarken, müzik ritmini düşürür. Filmdeki hapishane sahneleri boyunca Alex ve diğer mahkumların koğuş hayatına değil de iktidarın temsilcisi olan papaz tarafından ahlaki bir eğitime tabi tutulduklarını görürüz. Kitab-ı Mukaddes eğitimi alan Alex kitabı kendine göre yorumlamakta geç kalmaz. İşkence ritüelini andıran İsa ve Yahudilerle ilgili pasajlardaki işkence sahneleriyle içindeki kötüyü besleyen Alex kolay kolay teslim etmez kendini. Daha sonra devletin denemekte olduğu sistemi inşa edecek olan deneylerden birine gönüllü olarak katılmaya karar verir. Çünkü bu sistem sayesinde mahkumiyet süresi kısalacaktır. Filmde bahsi geçen yeni hükümet suçluların bir arada tutulduğu bir sistemde ahlaki bir eğitimin mümkün olamayacağını ve hatta kötülüğün artarak büyüyeceğini iddia etmektedir. Bu yüzden hapishaneye alternatif bir çözüm önerisi olarak, kötülerin ıslah edilerek ahlaki açıdan daha iyi bireyler olmasını sağlayacak olan 'Ludovico Tedavisi' ni dayatmaktadır. Alex, 'Ludovico Tedavisi' sonucunda, şiddeti görmeye dahi tahammülü olmayan bir kişi haline dönüşür. Alex’in düşünme yeteneği de elinden alınmaktadır bir anlamda. Suçu azaltmayı ve daha ”iyi bir toplum” olmayı ortak menfaat sayan ve “kurtarmayı” sorumluluk olarak gören devlet, suçluları ve kötülüğü hizaya getirmelidir. İnsanları ayırıp, onları homojenlik içinde, kendisine uyan bir birlik haline getirmeli, dolayısıyla bireyi ele geçirmelidir. Hapishanenin papazının ise deneye yönelik itirazı vardır:
“İtiraf etmeliyim ki bu şüpheleri paylaşıyorum. Mesele, böyle bir tekniğin bir insanı gerçekten iyi bir insana dönüştürüp dönüştüremeyeceği. İyilik içten gelir 6655321. İyilik seçilen bir şeydir. İnsan seçemediğinde insanlıktan çıkar.” Bu yönüyle papaz bireysel olana vurgu yapar. Her bireyin bizzat kendisi olarak eylemde bulunduğunu, bireyin ahlaki etkinliğinin kendi vicdanından kaynaklandığını savunur. İnsanı otomatik bir portakala dönüştüren bu sistem karşısında ahlaki bir seçim yapılamayacağını söyleyen papaz, deneyin doktorundan ise şu cevabı alır: “Yüksek etikle değil suç oranını düşürmekle ilgileniyoruz.” Bu cevap Auschwitz’de görev alan, Hannah Arendt’in vurgu yaptığı şekliyle, doktor Eichmann’ı akla getirir. Dr. Brodsky de tıpkı meslektaşı gibi kendisine verilen emirlere yalnızca itaat etmiş kararlarının sonuçlarını ölçüp biçmediği banal bir kötülüğü işlemektedir. Alex hapishaneden çıktıktan sonra filmin başında yaptığı bütün kötülüklerin simetrisi bir kötülükle karşı karşıya kalacaktır. Bunlardan en vurucusu da devletin rasyonel kötülüğünün bir devamı niteliğinde görünen polisin elinden olacaktır. Ne var ki burada ilginç olan şey, söz konusu polislerin Alex’in eski çetesinden arkadaşları olmasıdır. Eski arkadaşları tarafından darp edildikten sonra kendini karısına tecavüz ettiği yazarın evinde bulan Alex bir döngüye hapsolmuş gibidir. Yazar ve arkadaşları tarafından bu defa onların çıkarına alet olacağı bir rasyonel kötülüğe tabi tutularak intihara sürüklenir. Gözlerini hastanede açan Alex gördüğü tedavi sonucu tekrar eskiye dönmüştür. Sadece filmi izleyenler için Alex’in eskiye dönüşü aslına dönüşü gibi yorumlansa da yazar kitapta sanki daha başka bir kötülük tanımlaması yapmaktadır. Kitapta hastaneden çıktıktan sonra yeni bir çete oluşturan Alex, bir süre sonra artık kötülük yapmak istememektedir. Sıkılmıştır ve bir aile hayal ederken kitap sonlanır. Kubrick’in Alex yorumu ise daha farklıdır. Kitabı istediği yerde keserken ontolojik bir kötülük yorumunda bulunduğu rahatlıkla söylenebilir. Otomatik Portak PDF
Otomatik Portak Okuyucu Yorumu 25 Şubat 1917 doğumlu İngiliz yazar Anthony Burgess’ın en popüler romanı olan Otomatik Portakal, ilginç bir yazım sürecine sahip. 1959 yılında tümör nedeniyle 1 yıldan az ömrü kaldığını öğrenen Anthony Burgess, ölümünün ardından karısının geçimini sağlaması için kitaplar yazmaya başlar. Daha sonra ise yanlış tanı koyulduğu öğrenilir ancak Burgess artık dünyaca tanınan bir yazar olmuştur. Bu süreçte yazdığı kitapların başında gelen Otomatik Portakal’da yarattığı Alex karakteri de yazarın hastalığı öğrendiği zamandaki psikolojisini yansıtmaktadır. Roman yazarı, şair, besteci, eleştirmen, dil bilimci ve çevirmen gibi sıfatları bulunan Burgess’ın en büyük özelliklerinden birisi de eserlerindeki ortaya koyduğu nefret duygusudur. İyiliğin sebebini aradıkları yok, öyleyse niye tersini merak ediyorlar ki? otomatik-portakal-kitapOtomatik Portakal, Alex ve çetesi olarak adlandırabileceğimiz 4 karakteri konu alan bir hikayedir. Hikayenin merkezi konumunda olan Alex’e Dim, Georgie ve Pete eşlik etmektedir. Eser, Alex adlı gencin ağzından anlatılmaktadır. Bu nedenle Alex’in gençlerle, şiddetle, toplumsal yapıyla ilgili yaptığı yorumlar kitap için büyük önem taşımaktadır. Eser, 15 yaşındaki Alex’in
çalkantılı gelişimini konu almaktadır. Günümüz toplum yapısını şiddet yanlı bir karakterle, sert bir dille eleştiren eser, ilgisiz aile yapısını ustalıkla incelemeyi başarıyor. Eserde bulunan tasvirsel anlatıma distopya eserlerinde nadir rastladığımı da söylemem gerek. Çetenin, kütüphaneden çıkan bir adama hemen ‘’Öğretmen’’ benzetmesi yapıp dövmeleri ile eğitim sistemini eleştirmekte, ‘’Tükeniş Sokağı, Umutsuzluk Caddesi’’ gibi isimlerle sokaktaki insan yapısını, gece vakti sokakların çetelere açık olmasını özetliyor bize Burgess. Ayrıca çetenin kendine ait bir dil kullanması da iletişimsizliğin büyük bir sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Son kısımda Alex’in genç insanlara karşı yaptığı ‘’kurmalı oyuncak’’ benzetmesi, klasik müzik dinleyen Alex’in yeni dönem müziğine ve gençlerine yaptığı sert eleştiriyse günümüzdeki toplum yapısını özetler nitelikte. Stanley Kubrick’in 1971 yapımı aynı adlı film uyarlamasıysa Burgess’ın içine sinmese de yayınlanıyor ve eserin tanıtımına büyük katkı sağlıyor. Burgess’ın filmle ilgili Rolling Stones üyelerini oynatma hayali hiçbir zaman gerçekleşmediği gibi Kubrick’in uyarlamada kattığı yorumlar nedeniyle Burgess ile uzun süre atışıyor. Sinematografik açıdan oldukça başarılı olan film, kurgusuyla kendisini kitaptan tamamıyla ayırıyor. Genel hatlarıyla bakacak olursak Otomatik Portakal benim için benzersiz bir distopya. Kitapta yaratılan dünyada gerçeküstü olayların yer almaması, yazarın sadece abartıyı kullanması eseri diğer distopyalardan ayıran en büyük özelliği. Kendine has atmosferi, nefret dolu anlatımı ve harika film uyarlaması nedeniyle Otomatik Portakal distopya dünyasının en iyilerinden biri olduğunu kanıtlıyor. Künye Yazar: Anthony Burgess Otomatik Portakal İş Bankası Yayınları – 2007 Otomatik Portakal Pdf
Otomatik Portak Okuyucu Yorumu Otomatik portakal bu isim ilk başta bende anlamsızlıktan, arkasındaki şu tanımlamaysa kafa karıştırmaktan öteye gidemedi benim için “karabasan gibi bir gelecek atmosferi… Geceleyin sokaklara dehşet saçan, yaşamları şiddet üzerine kurulu gençler… Sosyal kehanet? Kara mizah? Özgür iradenin direnişi?.. Otomatik Portakal bunların hepsidir. ” tabi ki yalnız bunları düşününce ortaya bir şeyler çıkıyor ama kitabı okumadan havada pek çok şeyin kaldığını söyleyebilirim. Anthony Burgess ise kitabın isminin ondaki anlamına “Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. “Uqueer as as clockwork orange”. Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya’da “canlı” anlamına gelen “orang” sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm…” böyle açıklık getiriyor. Okuduğum en rahatsız edici, en şiddet içerici bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Okurken bazı yerleri atlamak veya durdurmak istemekle bir yandan da neler olacağını merak etmek arasında kaygan bir
zeminde ilerliyor, otomatik portakal. Roman kahramanımız Alex’in üslubunu ilk başlarda yadırgasam da sonradan alışabildim ama yaptıkları, düşündükleri kolay hazmedilir şeyler değil. Kahramanımız bir çete lideri geceleyin sokaklara dehşet saçan bir çete lideri, insanları öldürmekten, kötülük yapmaktan zevk duyan klasik müzik tutkunu bir psikopat. Yaşlı bir kadının evine soyguna gittiklerinde polisler bu sefer enseliyor bu çeteyi ve çetedeki diğer elemanlar tüm suçu lider Alex’e yükleyip kaçıyorlar ve roman kahramanımızın serüveni hapishanedeyken de, hükümetin desteklediği bir deneyde kobay olarak kullanılırken de, sonrasında da olaylı geçiyor. Ee ne olacak şimdi ha? Derseniz otomatik portakal ‘a buyurun derim ustaca tasarlanmış bu kurguyu ve özenle seçilmiş kelimelerin dizaynını ben iyi ki okumuşum. Yazımı tamamlamadan önce filmini de izlemek istiyordum ama yazıyı daha fazla soğutmak istemedim kitabı da soğutmadan filmi izleyebilsem ne iyi. Alıntıları da şöyle serpiştireyim… “iyilik seçilen bir şeydir. İnsan seçemediğinde insanlıktan çıkar.” “bir rüya ya da kâbus aslında kafanızın içindeki bir film gibidir o kadar, tek farkı siz de içinde yer alabilirsiniz.” “Bazılarımız mücadele etmeli. Büyük özgürlük geleneklerini savunmak gerek. Ben partizan değilim. Rezalet gördüm mü düzeltmeye çalışırım. Parti isimlerinin hiçbir anlamı yok. Sadece özgürlük geleneği önemli” “sırf bir otomatik portakal gibi mi olayım yani?”
Otomatik Portak Okuyucu Yorumu otomatik portakal hakkında konuşulması zor bir kitap. olaylar yakın gelecekte başı bozuk bir gençliğin hikayesini içeriyor. üç bölümden oluşan kitap,kitap kahramanı alex'in hayatının üç devresini içeriyor. ilk bölümde ki umarsız,ölçüsüz şiddet ve cinsellik acaba yarım bıraksam mı ikilemini yaşatmıyor değil ama zaten filmi izlerken de aynı şeyi hissediyorsunuz. alex'ten nefret mi etsem yoksa ona acısam mı bilemedim. ikinci bölümde hak yerini buldu demeye kalmadan şiddete şiddet bir çözüm mü diye düşünüyorsunuz..bir de alex'in müzik zevki var ki üzerine oturup düşündüm. nasıl olur da alex gibi bir çocukta böyle bir müzik zevki olabilir diye yazar insanı düşündürüyor. ben alex'te ki müzik zevkinin bir metafor olduğuna karar verdim.o muazzam müzik zevki alex'te ki ölmemiş insani yanı sembolize ediyor olabilir.ama alex'in o birbirinden muhteşem müzikleri dinlerken bile zihninden hiç solmayan o şiddet hayalleri de şaşırıtıcı.o zamanda acaba bu çocuk pedofili mi diye de düşünüyorsunuz. tabi ki gerçek nedenini sadece yazarımız biliyor. on beş yaşında argodan başka konuşma bilmeyen bir çocuk 'kardeşim' diye seslenerek kendi hikayesini anlatırken 1984'te ki 'yoldaşlar' sözünü yad etmeden duramıyorsunuz.
1984'te ki 'büyük kardeş' otomatik portakal'da yoldan sapmış gençliği yeni gelştirdikleri koşullanma yöntemiyle dize getirip koltuğunu sağlama almak isteyen iktidar şeklinde karşımıza çıkıyor. satır aralarında medyaya yapılan sağlam eleştiriler de gözümden kaçmadı hani. çevirmenin de eline sağlık akıcı bir kitap olmuş. ama konu itibariyle insanı sarsan,rahatsız eden,bir an önce bitsin ve gidip kütüphanede dursun dedirten bir kitap.doğrusu hemen bitsin istedim.kubrcik yapımı filmide her ne kadar muhteşem olsada insanı çok rahatsız da ediyordu.kitabı okurken acaba bu kitaba tarantino film çekseydi nasıl olur diye de düşündüm.zira tarantino filmlerinin içeriği de şiddete şiddetle karşı koyan türden yapımlar. kubrick yorumundan çok farklı olacağı kesin ama sanırım en mükemmel yorumunu kubrick'te bulmuş. bu güne kadar filme uyarlanmış kitaplar arasında en iyi yorumlardan biriydi bence. artık ister kitabı okuyun,ister filmi izleyin.karar size kalmış. 'seçim meselesi' ;)
Otomatik Portak Okuyucu Yorumu kitabın içeriğiyle ilgili yeterince yorum yapıldığını düşünüyorum ve ben de beğendiğimi belirtip başka bir konuya geçmek istiyorum. öncelikle dost körpe çevirisini okuduğumu söyleyeyim. otomatik portakal izlemek istediğim filmlerden. o yüzden önce kitabını okuyayım dedim. kitabın arka kapağında ve kitabı bitirdikten sonra okuduğum yorumların çoğunda yazarın yarattığı argo dil epeyce övülmüş. fakat bence kitabın tek kusurlu yanıydı bu ve ben bunun çeviriden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. daha kitabın başında bu argo bana çok zorlama ve çiğ geldi. oturmadığı çok belliydi. belki dedim, başkahraman alex 'ergen' bi' zorba olduğu için kendini bu yapmacık sözleri kullanmaya zorluyordur. ama öyle değildi. alex bu dili sadece olay esnasında değil, olayları anlatırken/yazarken de kullanıyordu. yani bu durum içerikle değil üslupla alakalıydı.ve bir süre sonra çok sıklaşmaya başlayan, tekrarlayan bu kelimeler cidden kitabı bıraktıracak bir seviyeye vardı. bırakmadım tabi. bunun çeviriyle ilgili olduğunu düşündüren bir örnek vereyim mesela: kitapta görmek, bakmak, izlemek kelimeleri hiç geçmiyor sanırsam. gözle yapılan bütün eylemler için "dikizlemek" fiili kullanılmış. bu da bazen en az google translate'in yaptığı çeviriler kadar aptalca duruyor. örnek vereyim: çocuk evi terk ediyor ve "beni bir daha asla görmeyeceksiniz." diye bi' trip atacak, ama cümle şu: "beni bir daha asla dikizlemeyeceksiniz." "kimi aldın kardeş?" böyle bir cümlenin bir ingiliz romanında ne işi var ya :) bu ergen bir kızın ağzından ergen bir çocuğa söylenmiş bir cümle olabilir mi? ya da "çıplak" yerine "cıbıldak" demek argo değil de komik duruyor.
"dikizlemek, ey kardeşlerim, filan" yerli yersiz kullanılan bu kelimelerden kusacak gibi oldum artık. çevirmenin anlamı verebilmek için yorum yapma zorunluluğu olduğunu düşünüyorum. ama burada çok düz bir çeviri var. bakalım bulabilirsem ve ingilizcem yeterse orijinalinden okumaya çalışacam. durum çeviriden kaynaklanmıyorsa bi' özür eklemesi yaparım. Otomatik Portakal Pdf indir