Yeraltından notlar pdf

Page 1

Yeraltından Notlar Pdf Yeraltından Notlar Kitabı Hakkında Genel Bilgi 1864 yılından basılan bu kitap bir çok önemli düşünürü ve yazarı varoluşçu anlamda etkilemiştir. Dostoyevski bu eserini Çernişevski'nin Nasıl Yapmalı? - 1. Cilt adlı ütopik sosyalist eserine cevap niteliğinde yazdığı düşünülür. Çernişevski'nin yine Petersburg'da geçen romanındaki iyimserliğin karşısında Yeraltı'nın, insanların kendi yeraltılarının, karanlığını, çelişkilerini ve sancılarını anlatır. Bu karanlığı “Ben hasta bir adamım” diyen kahramanımıza anlattırır. 2012 yılında kitapla birebir olmasa da serbest bir uyarlama olarak Yeraltı filmi Zeki Demirkubuz tarafından çekilmiştir.

Yeraltından Notlar Kitabının Konusu Kırklı yaşlardaki kendi “yeraltı dünyası”ndan kafasını çıkaran bir adamın gençlik dönemine bakışını ve neden bu hale geldiğini anlatır bu kitap. Kendini dünyadan soyutlamış, kızgınlıklarını, kırgınlıklarını, çatışmalarını… anlatır kahramanımız. Kahramanımızın adı yoktur. Roman iki bölümden oluşur. İlk bölüm, kahramanımız içindeki tüm karanlığını anlattığı uzun bir monologdur. Çevresindeki insanlardan neden tiksindiğini, onları neden sevmediğini açıkça dile getirir. İkinci bölümde ise, daha önceden arkadaş oldukları belli olan birkaç kişi ile yarım kalmış hesabını görmek için kahramanımızın yeraltından çıkışını anlatır. Yeraltından Notlar Pdf

Yeraltından Notlar Kitabının Özeti İlk bölümde kahramanımızın uzun bir monoloğu vardır. Kendisi her zaman geri planda kalmıştır. Hiç kabul edilememiştir toplum ve arkadaşları içinde. Kendisinin son derece zeki olduğunu vurgular ve bu yalnızlığını ve itilmişliğini de buna bağlar. İnsanlardan korkusunu kapatmak için onlardan tiksindiğini ve onları küçümsediğini söylemekten çekinmez kahramanımız. İnsanlara karşı sürekli bir eleştiri, sürekli bir yargı geliştiren kahramanımızın kendi içinde de dinmek bilmez çelişkiler fırtınası vardır. Kendine güveni hiç olmadığını söylerken sebebini bilinçli olmasına bağlar. Herkesten daha zeki ve bilinçli olduğu için kendine güvenemiyordur. Fakat bu bile bir çelişkidir. Okul ve iş arkadaşlarını hayatından çıkarmış ve kendi yeraltı dünyasına kapanmıştır kahramanımız. Kendisini hiç anlamamış ve kabul etmemiş olan arkadaşlarından nefret eder. Onlardan daha zeki, bilinçli olduğu için arkadaşları onu hiç sevmemiştir. Kahramanımız onları hayatından çıkarmasının sebebi olarak bunu açıklar. Hepsi onun aksine para, ün, şöhret… gibi şeylere düşkündürler. Ama o bilime, edebiyata ve kitaplara tutkundur. Bu ayrım bile onlardan nefret etmesine yeterlidir. Romanın ikinci bölümünde ise, birilerine aşırı derecede ihtiyaç duyduğu bir vakit eski arkadaşlarıyla karşılaşır ve onların planlarına bir şekilde dahil olur. Bu bir veda yemeğidir. Her zaman olduğu gibi arkadaşlarıyla birlikte olmaktan son derece rahatsız olur ve bu yemeğe geldiği için de çok pişman olur.


Yine arkadaşları adsız kahramanımızla alay eder, onu küçümserler. Bu durum onun gururunu aşırı derecede kırar. Ve çok alkol tüketir. Böylece işler daha çok çığırından çıkar. Arkadaşları en sonunda onu bırakıp gider. Kahramanımız da kırılan gururunu tamir etmek için onların peşinden gider. İntikamını alacaktır. Gittiği yerde bir kızla tanışır. Ve ona ev adresini verir. Tabi buna da pişman olur ve eve gelmemesi için dualar eder. Fakat içten içe de her gün gelmesini bekler. Aşık olduğunu kabul edememektedir kıza. Fakat ona son derece fazla aşık olmuştur. Bir gün kahramanımız yardımcısıyla tartışması esnasında kız evine gelir. Bu onu daha çok öfkelendirir ve bütün öfkesini kıza yansıtır. Başkaları onun kalbini ve gururunu nasıl kırdıysa o da kızın kalbini ve gururunu kırar. Her şeyi mahveder ve başlamadan her şey biter. Bu romandaki kahramanımızın bir adı yoktur ama aslında adı hepimizin adıdır. Herkes bu kahramanımızın karanlığında kendi karanlığını bulacaktır. Kendi kırıklarını, öfkesini bulacaktır. Dostoyevski bu kısa romanında bütün insanların hayatlarının büyük bir kısmına dokunarak onların kendi yeraltı dünyasını ziyaret eder. Yeraltından Notlar kitabı Ölmeden önce okunması gereken 1001 kitap listesinde yer almaktadır. Yeraltından Notlar Oku

Yeraltından Notlar Kitabı Okuyucu Yorumları Yorum-1 1-Yeraltından Notlar - Fyodor Dostoyevski Kırk yaşındayım artık; şaka değil, kırk yıllık koca bir ömür, yaşlılığın ta kendisi! Kırkından fazla yaşamak ayıptır, aşağılıktır, ahlaksızlıktır. Kim yaşar kırkından fazla? Haydi, bana açıkça, elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin! İsterseniz size ben açıklayayım: Aptallar, namussuzlar yaşarlar kırkından sonra. Bütün ihtiyarların, o ak saçlı, güzel kokular sürünmüş saygıdeğer ihtiyarların yüzüne karşı söylerim bunu! Hatta çıkar sokaklarda haykırırım! Buna hakkım var, çünkü kendim de altmış yaşıma kadar yaşayacağım! Üstelik yetmişimi, seksenimi bulacağım!.. Söz konusu Dostoyevski gibi büyük bir yazar olduğunda hakkında iki kelam cümle kurmak bile oldukça zor geliyor. Yanlış anlaşılmasın; klasik kabul edilen, büyük bir kalabalık tarafından sevilen yazarlar ve/ya eserleri hakkında atıp tutarken karşılaşabileceğim tepkilerden bir çekincem yok elbette ancak bu yazar şahsen de çok saygı duyduğum birisi olduğunda tevazu olarak dahi tanımlayamayacağım bir ruh haline bürünüyorum. Yeraltından Notlar, Dostoyevski'nin kendini bulduğu ilk kitap olarak kabul edilen ve ardından gelecek olan Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, Budala gibi şaheserlerin habercisi addedilen 1864 tarihli romanı. Hakkında pek çok detaylı, teknik ve teorik incelemenin yapıldığı eser hakkında birkaç farklı görüş bulunsa da çoğunluk, Orhan Pamuk'un okumuş olduğum İletişim Yayınları basımının Aşağılanmanın Zevkleri başlığına sahip ön sözünde de kaleme aldığı teoride hemfikir: "Bir yandan Rusya`da işlerin Batılılaşma ile yürütülebileceğini bilmesi, öte yandan da Batılılaşmacı, materyalist ve mağrur Rus aydınlarına duyduğu öfke, ya da Dostoyevski`nin bilgisi ile öfkesi arasındaki gerginlik Yeraltından Notlar`ın tuhaflığı, değişikliği ve özgünlüğünü çıkardı ortaya. "


Kitap Yeraltı ve Sulu Sepken Üstüne başlıklı iki bölümden oluşuyor; ilk bölümde adını bilmediğimiz kahramanımız Yeraltı Adamı'nın içsel sorgulamalarına, varoluşçu bir zeminde ele aldığı toplum ve özbenlik çatışmasına dair notlarını okurken, ikinci bölümde karakterin başından geçen bir takım olaylara şahit oluyoruz. Yeraltı Adamı hayatla olan bağını o veya bu şekilde en aza indirgemiş, toplumun doğru kabul ederek bireye empoze ettiği fikirlerin karşısında duran, kendisini bir böcek olarak bile görmeyen karanlık bir karakter. Dostoyevski'nin başta belirttiği üzere gerçek bir karakter olmasa da, emsallerinin varlığının sadece mümkün değil, aynı zamanda zorunlu olduğu bir adam. Pek çok insan klasiklere dair okuması zor, fazla uzun, ağır ve ağdalı olacağı yönünde bir önyargıya sahip olduğundan, okunabilirlik açısından değinmekte fayda görüyorum ki ilk bölüm, belki de felsefi bir altyapıya sahip olduğundan, daha dikkatli ve konsantrasyon gerektiren bir okuma sunsa da ikinci bölümde oldukça akıcı ve sürükleyici bir hal alıyor. Üstelik benim ilk başta şaşırarak "Acaba kısaltılmış basım mı?" diye sorup soruşturmama neden olacak kadar da kısa -yaklaşık 150 sayfa- bir kitap. Dolayısıyla sahip olduğu "klasik" etiketinden dolayı gözünüz korkuyorsa aldanmayın, okuyun derim. 2-”İnsan kendi kendisine karşı tümüyle içten olabilir mi?… Heine öz yaşam öyküsü yazmanın hemen hemen olanaksız olduğunu, insanın kendisinden söz ederken birtakım yalanlar katabileceğini söyler. Heine’ye göre Rousseau ‘İtiraflar’ adlı kitabında mutlaka yalan üstüne yalan kıvırmış, üstelik bunları gururu sebebiyle bilerek, isteyerek yapmıştır. Ben de Heine’nin haklı olduğuna inanıyorum. İnsan gerçekten de bazen yalnızca gururu nedeniyle kendisini cinayete kadar uzanabilecek yalanlara bulaştırabilir. Bunun ne biçim bir gurur olduğunu da çok iyi anlıyorum. Ama Heine, itirafını topluma, başkalarına sunan bir kimseden söz ediyordu. Oysa ben yazdıklarımı yalnız kendim içim yazıyorum.”(s.55) der Yeraltından Notlar’da Dostoyevski. Hilmi Yavuz Üç Anlatı adlı eserinin birinci anlatısı olan Taormina adlı bölümünde Dostoyevski’nin bu cümlelerini tırnak içinde ama isim vermeden aktarır (metinlerarasılıktır ve bu, dikkatli, zeki okuyucuya bir göndermedir) şöyle der: “Böyle dedim -ve bir gün, nescafeme süt koymayı unutarak, romanıma başladım.” 1 Otobiyografik roman yazacağından bahseder okuyucuya, kendi otobiyografisinin artık roman olacağını ve otobiyografi kabul edilmeyeceğini düşündüğü için. Bu baştan, eserime yalan katacağım ve anlattıklarımın hepsine inanmayın, demenin diğer yoludur ya da otobiyografinin bir yeniden yaratma, kurgu olduğunu söylemenin değişik biçimi. Bu noktada akla gelen soru şudur, Dostoyevski’nin okuyucusuna aktardıklarından ne kadarı gerçektir? Örneğin romandaki kahramanın kendisine iki yıl önce çarpan subaydan intikam alabilmek için mektupla onu düelloya çağırması ama mektubu göndermemesi, yolda ona çarparak onurunu, gururunu kurtarmak için planlar yapması, hangi mesafeden ne miktarda çarpacağını düşünerek geceleri uykusuz kalması… ya da Simonov’un evinde karşılaştığı eski okul arkadaşlarına kendisini zorla istenmediği bir yemeğe davet ettirmesi ve orada kavga çıkarmaya çalışması ya da randevu evinde tanıştığı ve -kırılan gururunun acısını çıkartığıLisa?…gerçek midir? Genç Dostoyevski bunları yaşadı mı ve kırk yaşında olanı, olanın ne kadarını aktardı ya da ne kadarına yalan kattı, cevabını bilmemizse mümkün değil. Aslında bu metin geçmişe bakışla hatırat/anı, okuyucuyla içten samimi konuşma ve tartışmalarla sohbet, içindeki olaylarla otobiyografik bir roman birlikteliğinde kompleks bir anlatı özelliği taşımakta. Bu noktada anlatı, birçoklarının dediği gibi sadece bir kurgu/fiction ve kahramanı da bir kurgu-karakter; ya da André Malraux: “Her roman aslında bir otobiyografidir.”dediği gibi, gerçeğe biraz daha yaklaşan ya da gerçeği değiştiren bir otobiyografik roman mıdır sorusunun cevabı nedir? Dostoyevski’e göre cevap şöyledir:


”Bu notlar da bunların yazarı da besbelli hayal ürünüdür. Bununla birlikte, toplumumuzun durumunu, yapısını göz önüne alacak olursak, bu notların yazarı gibi kişilerin aramızda bulunmasının yalnızca mümkün değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu kabul ederiz. Benim bütün istediğim, pek yakın bir zaman öncesinin tiplerinden birini herkesin gözü önüne daha açık olarak sermektir. Bu tip, henüz tükenmemiş bir kuşağın temsilcisidir.”2 ve başka yerde de şunu: “…aklı başında ve namuslu bir adamın sözünü etmekten en çok hoşlanacağı konunun ne olduğunu bilir misiniz? Cevabı, kişinin bizzat kendisidir… şimdi ben de size kendimden bahsedeceğim…”(s.12) Tam kırk yaşında yazmıştır Dostoyevski Yeraltından Notlar’ı.3 Roman kahramanın/kendisinin, kırk yaşın olgunluğundan genç kahramana bakışıdır aslında bu eser. Kırk yaşın yazar için sorgulama dönemi olması ve geçmişine bakışını tamamen değiştirmesidir bu eserin ortaya çıkış nedeni. Dostoyevski anlatısında, “tüm güzel ve yararlı şeyler kırk yaşımda bana önemli ölçüde sıkıntı verdi ama bu kırk yaşındayken oldu.”(s.31)der ve kahramanının gençlik halinin kritiğine başlar bu sözden sonra. Yer altı, kendine ait bir alan, bir gizil köşe, dünyayı izlediği gözetleme kulesidir ama bir fildişi kule değildir. “Vardığım sonuca göre, en iyisi hiçbir şey yapmamak! Her şeyden iyisi, bir köşeye çekilip seyirci kalmak. Onun için yaşasın yer altı!”dese de anlatının kahramanı, engel olamaz arzularına ve bir şey yapmadan duramaz, yazar ve yazdıklarını kendine ait odanın dışına, yer altını yer üstüne taşır. Daha fazlasını ister, yazmak değildir sadece istediği, herkesten, çevresinden daha iyidir, üstündür, zekidir ve istediği yerde değildir, geçim telaşı ona istediklerini yapma fırsatı vermez. Kendine ait odası vardır ama o oda kiralıktır. Kızgındır bu yüzden ona hak ettiği değeri ve saygıyı göstermeyen çevresine ve yer altı; sevgiden çok nefret, mutluluktan çok hüzün, acı doludur. Gençliğinin tüm hayalleri, hüzünleri, istekleri, hezeyanları, sorgulamaları, gitgelleri, küstahlık ve pişmanlıkları… hepsi onun gizli kalmış tarafından yer üstüne, kağıda, okurun gözüne sunulurlar -çünkü daha görkemlidirler kağıdın üstünde- tam da okuyucusuyla sohbet eder havasında ama aslında kendisine tam bir iç döküş, günah çıkartma havasında. Kendi soruları kadar okuyucunun kendisine soracağı sorulara da cevap verir. Küstahtır yeri geldiğinde, kimi yerde ise bir örümcekten daha değersiz ve var olma, varlığını ispatlama derdindedir. İkinci bölümün başına şöyle başlar Dostoyevski ve bu ifadeler ilerde Kafka’yı etkileyecek ve onun Değişim adlı (Gregor Samsa’yı anlatan) romanının esin kaynağı olacaktır: ”Değerli okurlarım, şu an siz dinlenmek isteseniz de istemeseniz de ben sizlere bir şey bile olamadığımı anlatmak istiyorum. Tüm içtenliğim ve ciddiliğimle söyleyeyim, böcek olmayı bile şiddetle istedim. Ama ne yazık ki buna bile ulaşamadım.”(s.13) “Oysa orada bana bir böcek kadar bile değer vermediler.”(S. 66) “Ben, herkesten daha akıllı ve daha soylu, daha kültürlü olan ben; başkalarının karşısında ezilip büzülmekten, onların horlamaları karşısında yıkıla yıkıla, zararlı iğrenç bir böcek durumuna düşmüştüm ve bunu düşündükçe eriyor, kahroluyordum.”(s. 70) Kendisini böyle önemserken, içine düştüğü durumlarla baş edemeyen ve kendisini istenmeyen, hor görülen, düzeyinin altında muamele edilen bir insan olarak görmek, aslında insan olarak görememek ve bir böcekten aşağı olduğunu vehmederek her şeyden ve özellikle kendisinden nefret etmek. Aslında subay Nevskiy’le yaşadığı aslında yaşamadığı ama yaşamayı çok istediği olayda bu duygunun sebebi bellidir. “Bu subaya karşı sokakta bile eşitmişiz gibi davranamadığım için kendimi yiyip bitiriyorum.”(s.70)derken, hiyerarşinin ezdiği bir egonun eşitsizliğe duyduğu hıncı dile getirir. Aşk anlayışını tembellik ve boşluk duygusuna bağlar kahraman. “İnanır mısınız? İki kez de böyle aşık olmayı denedim ve bu yüzden olmadık acılar da çektim. Kalbimin bir köşesinde bu acıya


inanmamazlık ve hem de bu acıyla alay etmek yeşerirken, yine de acı çekmeyi sürdürdüm. Üstelik sırılsıklam bir aşık gibi kıskanıyor ve kendimi kaybediyordum. Bunun tek sebebi can sıkıntısıydı. Maalesef bu bir can sıkıntısı… Tembelliğin ve bir şey yapmamanın verdiği can sıkıntısı beni eziyordu. Bunun sonucu da haylazlığa yöneliyordum. Zaten bu haylazlık, bilincin doğal ürünü olan tembellikten başka nedir ki?” (s.28) Kahramanın kendisini akıllı ve zeki kabul etmesinin sebebi ise bir hayli ilginçtir: “Değerli okurlarım, belki de benim kendimi akıllı ve zeki sanmamın tek sebebi hayatım boyunca başladığım bir işi bitirmemiş olmamdır. Ben de herkes gibi geveze, boşboğaz, can sıkıcı birisi olayım ne çıkar! Her akıllı ve zeki insanın önce geveze olması, elbette havanda su dövmesi alnına yazılmışsa elden bir şey gelebilir mi?”(s.29) Ve birçok yazarın da değindiği 19.yy. aydınının psikolojisi, değerleri ve var olma edimlerinin keskin eleştirisi. Kitap boyunca adı olmayan ama aydın olarak betimlenen karakterin kendisini de aynı sınıfa sokarak yaptığı değerlendirmelerden bazıları şunlar: ”Değerli okuyucularım, and içerim ki, her şeyi tam anlamıyla algılamak bir hastalıktır. İnsanın günlük yaşamı için çok daha yalın bir anlama gücünün, şu kadersiz on dokuzuncu yüzyıl aydınının payına düşen anlayış gücünün yarısı, hatta dörtte biri bile yeterlidir. Hele bu insanlar yeryüzünün en duyarsız, en fırsatçı kentlerinden biri olan Petersburg’ta oturmak gibi bir felakete de uğramışlarsa daha azı bile yeter.”(s.13) ”Değerli okuyucularım, sizlerden özür dilerim, diş ağrısıyla iç içe yaşayan şu on dokuzuncu yüzyıl aydınının sızlanmalarına, inlemelerine, hastalığının ikinci, üçüncü, dördüncü gününde bir kulak verin. Artık onların inlemesi, ilk gündeki gibi, yalnızca diş ağrısından ileri gelen, kaba bir köylünün inlemesinden oldukça farklı olduğunu söyleyebilirim. Topraktan ve halkın özünden sıyrılıp uygarlıktan, Avrupa kültüründen bir şeyler kapmış bir insana yakışır biçimdeki inlemelerdir. İnlemesi gitgide çirkinleşerek, sonunda pis bir hırçınlığa dönüşür… Yanlarında çırpınıp durduğu ailesinin, yakınlarının ona hiç inanmadığını, usanç içinde bu kişinin şımarık ve yapmacıklı durumundan uzak kalarak acısını daha doğal ve yalın bir şekilde sürdürdüğünü düşündüklerini çok iyi bilmektedir. Bu algılama ve rezilliğini böyle duyumsaması, bu işten aldığı zevkin belki de en yüksek noktasıdır…”(s.24)ve ekler okuyucusuna “bu hazzın tüm içtenliğine inebilmeniz için daha gelişmeniz, üstün bir kavrama gücüne ulaşmanız gerekiyor.(s.24) Siz bunu anlamıyor ve gülüyorsunuz. Ama öyle mi? Sevindim. Şüphesiz ki şakalarımın zevksiz, karışık ve berbat olduğunun bilincindeyim. Ayrıca güvenim de yok. Ama bu benim kendime karşı saygı duymadığım için böyle. Neyse! Tam anlamıyla anlama gücüne sahip bir insan hiç kendine saygı duyabilir mi?…”(s.25) ”Çağımızın bütün aydınlarınınki gibi bende de hastalıklı bir zihin gelişimi vardı. Bu aydınların tümü de birbirinden mıymıntı, bir sürünün koyunları gibi birbirinin aynıdır. Belki de dairemizde emek verenlerin içinde yalnız ben aydın olduğum için, kendini ürkek, köle ruhlu duyumsayan tek kişi de bendim. Yalnız duyumsamak olsa yine iyi, ben gerçekten köle ruhlunun, korkağın alçağın biriyim. Çağımızda aklı başında olan her insan korkaktır, köle ruhludur ve ne yazık ki böyle olmak zorundadır.”(s.61) ”Bizler hayata olan alışkanlığı kaybettiğimiz, topallaya topallaya yürüdüğümüz için, yazdıklarım etkili olacak. Bizim hayata karşı duyduğumuz yabancılaşma, canlı hayattan tiksinecek, onun ismini bile


duymak istemeyecek derecededir. Üstelik bu canlı yaşamı, bir iş gibi, bir görev gibi kabul ediyoruz ve onu kitaptan öğrenmeyi daha üstün olarak tutuyoruz.”(s.158) Kalıplara, duvarlara karşı çıkar kahraman ve özgür düşünceye önem verir:”Sözün gelişi, sana maymundan geldiğimizi kanıtlamışlarsa, bu gerçeği yüzünü buruşturmadan kabul edeceksin. Gövdendeki tek bir yağ damlasının senin için yüz binlerce hemcinsininkinden değerli olması gerektiği; erdem, sorumluluk, safsata, boş inanç denen şeylerin hep bu sonuca göre çözümlendiği kanıtlanırsa yine olduğu gibi kabul edeceksin, çünkü matematiğin ‘iki kere iki dört eder’ kesin sonucu vardır bunlarda. Hele bir karşı durmaya kalkın; ‘Aman efendim, nasıl karşı çıkarsınız? Bu, iki kere ikinin dört etmesi kadar açıktır! Doğa size danışmaz, onun sizin isteklerinizle, yasalarının hoşunuza gidip gitmediğiyle işi yoktur. Doğayı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız. Duvar duvardır vb. vb.’ diye bağırırlar. Aman tanrım, herhangi bir sebepten ötürü doğa yasaları ile iki kere ikinin dört ettiği hoşuma gitmiyorsa, bana ne bu yasalardan, bana ne aritmetikten? Duvarı delmeye gücüm yetmiyorsa, ‘ille deleceğim’ diye yırtınmam elbette; ama önümde yıkmaya gücümün yetmediği bir taş duvar bulunmasına da razı olamam.”(s.20-21) Ve kahramanın, yazma ve yazdıklarını okutma isteğinin kendince açıklamaları: ”Ama bütün bunları yayınlatarak, ayrıca sizlere okutacağımı düşünüyorsanız eğer, aklınıza şaşarım doğrusu. Sonra sizlere ‘Sayın baylar, değerli okuyucularım!’diye niçin hitap ettiğimi de bilmiyorum. Yazmaya başlamak istediğim itiraflar ne yayımlanabilir ne de başkaları tarafından okunabilir. Ya da şöyle söyleyebilirim, ben kendimde bunu yapacak cesareti bulamıyorum, ayrıca buna gerek de duymuyorum. Yalnız içimde şaşılacak bir istek var, bu isteğe boyun eğmeye karar verdim.”(s.54-55) ”Oysa ben yazdıklarımı yalnız kendim için yazıyorum. Okuyucularıma niçin mi sesleniyorum? Bunun daha kolay olduğunu düşündüğüm için böyle yazıyorum.”(s.55) ”Bu yazıları yazmamdaki asıl hedefim nedir? Yazmamın sebebi okuyucular değilse, anılarımı kağıda dökmemin bir anlamı var mı? Beynimde de tutabilirdim. Kağıt üzerinde görkemli duruyor. Öylece etkisi artmış olarak kendi kişiliğim hakkında daha ciddi olarak karar verebileceğim ve anlatımımın keskinliği de artacak, belki de içimdekileri kağıda dökmekle rahatlayacağım… anı yazmak da bir çeşit iş değil midir? Çalışmanın insanı iyi ve namuslu yapacağını söylerler. İyi, hiç olmazsa bu da bir şans.”(s.56-57) ”Notlar’ımı burada bitirsem mi? Zaten bunları yazmakla da yanlışlık yaptım, diye düşünüyorum. Bunları yazarken de utançla dolmaktan kendimi kurtaramıyordum. Belki de benimkisi, edebi bir yapıt yazmak değil de suçlarımın bedelini ödemek oldu…(s.158) Fakat bu çelişkiler içindeki hastanın Notlar’ı burada bitmiyor. O dayanamadığı için yazmayı sürdürmüştü. Fakat zannediyorum ki biz burada bir yolunu bulup durmalıyız artık…”(s.160) Dostoyevski, Yeraltından Notlar’da bir anti-karakter yaratır ve kendi ifadesiyle, bir kahramanın karşıtı ne varsa, özellikle bir araya getirir. Bu kahramana; 19.yy. aydınını, aşkı, sistemlerin vaat ettiği iyileşme ve kötülüğün ortadan kalkacağı… gibi söylemleri, uygarlık nedir’i, akıl-istek ayrımını, insanlık tarihini, irade nedir’i, insanın yapmak-yıkmak eğilimini, insanın arayışını, öz yaşam öyküsünün yazılıp yazılamayacağını, yazma isteğini, kendine olan nefretini, duygularındaki tutarsızlıkları, Rus-Alman ve Fransız romantiklerinin ayrımını, okuduğu kitapların kişiliğine etkisini, hiyerarşinin bireyde yol açtığı ezik egoyu, hayallerini ve hayallerindeki olmak istediği kahraman karakterini, çocukluk ve gençlik


anılarının içindeki sevgisizliği ve nefreti körüklediğini, evlilik hakkındaki görüşlerini, kadın, aile, kadın bedeninin aşkla yükseleceğini ve satılık kadın bedeninin kadını nasıl aşağıladığını ve bu kadınların insanlar tarafından nasıl kullanıldığını, insan nedir’i sorgulatır ve tüm bu sorgulamalarda zıtlıklarla dolu olan ve hayata karşı yabancılaşma yaşayan asosyal bireyi, özellikle de aydın -hatta daha özelde Rus aydını- üzerinden ele alır. Orhan Pamuk, Yeraltından Notlar için anlatının arka kapağında şu tespitlerde bulunur: “Bugün insan anlayışımızda, kendi kokumuz, pisliğimiz, yenilgilerimiz ve acılarımızı sahiplenip sevebilmek ve aşağılanmanın zevklerinde bir mantık olduğunu kabul etmek varsa bu görüşün başlangıcı Yeraltından Notlar’dadır. Modern edebiyatta pek çok yeniliğin, Dostoyevski’nin Avrupa düşüncesine yatkınlığıyla ona duyduğu öfke, Avrupalı olmak ile Avrupa’ya karşı çıkmak arasında hissettiği kahredici gerginlikten çıktığını hatırlatmak gene de rahatlatıcı… Bir yandan Rusya’da işlerin Batılılaşma ile yürütülebileceğini bilmesi, öte yandan da Batılılaşmacı, materyalist ve mağrur Rus aydınlarına duyduğu öfke, ya da Dostoyevski’nin bilgisi ile öfkesi arasındaki gerginlik Yeraltından Notlar’ın tuhaflığı, değişikliği ve özgünlüğünü çıkardı ortaya.” Hayatına baktığımızda, gençken liberal özgürlükçüdür Dostoyevski. Sibirya sürgünü, sara hastalığı ile o, sürgün dönüşünde geleneklerine bağlı, dini ve kiliseyi el üstünde tutan, sağcı hatta ulusalcı bir kimliğin sahibidir. Genç Dostoyevski, kırk yaşından fazla yaşamak bence ayıp bir şeydir derken hem de, 100 yaşına dek yaşamış ve dünya edebiyatına Suç ve Ceza, Kumarbaz, Ebedi Koca, Budala, Ecinniler, Delikanlı, Karamozov Kardeşler, Ölüler Evinden Anılar, Beyaz Geceler… gibi başyapıtlar kazandırmıştır. Tüm bu yapıtlar için ne söylenebilir? Hermann Hesse, bir denemesinde Dostoyevski için: “Dostoyevski, ancak kendimizi berbat hissettiğimizde, acı çekebilme sınırımızın sonuna varmışsak ve yaşamı bütünüyle alev alev yanan bir yara diye algılıyorsak, eğer artık yalnızca çaresizliği soluyorsak ve umutsuzluğun bin bir ölümünü yaşamışsak, işte ancak o zaman okumamız gereken bir yazardır. Ancak o zaman, yani acıdan yapayalnız kalmış, felce uğramış olarak yaşama baktığımızda, o vahşi ve güzel acımasızlığı içersinde yaşamı artık anlayamaz olduğumuzda ve ondan hiçbir şey istemediğimizde, evet, ancak o zaman bu korkunç ve görkemli yazarın müziğine açığız demektir. Böyle bir durumda artık birer izleyici olmaktan, yalnızca okuduklarımızın tadına varıp onları değerlendirmekle yetinen kişiler olmaktan çıkmış, Dostoyevski’nin eserlerindeki o zavallı ve yoksul kardeşlerin arasına katılmışız demektir; o zaman biz de onların acılarını çekeriz, onlarla birlikte, soluk bile almaksızın, yaşamın anaforuna, ölümün sonrasız öğüten değişmenine bakışlarımızı dikip kalırız. Ve yine ancak o zaman Dostoyevski’nin müziğine, bizi teselli etmek için söylediklerine, sevgisine kulak veririz; ancak o zaman onun korkutucu, çoğu kez cehennemden farksız dünyasının anlamını kavrarız.”4 der, aslında bu sözler, Dostoyevski’nin roman dünyasının özeti gibidir ve Dostoyevski okuyucusu iseniz onun kahramanlarından birinin bir özelliği mutlaka sizi size anlatıyordur hem de hiç taviz vermeden ve ölçülü olmak kaygısına düşüp de gerçeği gizlemeden, çarpıtmadan. Yazarın, “…sizlerin yarı yolda bıraktığınız şeyleri, sonuna kadar götürdüm yalnızca. Ayrıca siz korkaklığınıza ölçülü davranmak adını veriyor ve böylece kendinizi aldatıyor ve avutuyorsunuz.”(s.159) dediği gibi, kendini kandırmaktan çok kendini çözmek isteyen okuyucunun yazarıdır Dostoyevski ve her okurun bir yer altı vardır yer üstüne çıkmayı bekleyen… Yorum-2 Rutin hayattan kendisini koparıp, kendini yeraltının karanlık düşüncelerine kaptırmış bir anti kahraman üzerinden yazılmış olan kitap 2 bölümden oluşuyor. İlk bölümde, yani "yeraltı" adı verilen bölümde, yazar kendince neyin ne olduğuna dair bilgiler verir. İradenin önemsizliğinden, her şeyin


cetvel ve analitik ya da geometri ile belirlendiği yerde maceranın gereksizliğinden, heyecanın yitip gittiğinden bahseder. "İş cetvelle aritmetiğe dayanınca, iki kere iki yalnızca dört ediyorsa, iradenin lafı mı kalır! iki kere iki, iradem karışmasa da dört edecek. İrade bu mudur!" diyerek konuyu özetler. Her şeyin, her olayın bu şekilde çözüldüğünü söyleyenlere ise yaşamanın ya da heyecanın bir öneminin kalmadığını bildirerek sahneden çekilir. Sıradan bir insan olma arzusu taşır, zeki bir insanın ya da her bir olayı anlama kapasitesine sahip insanın sıkıcılığından ve sıradan insanın karşısındaki durumundan bahseder. İkinci bölüm ise yani "notlar" bölümünde ilk bölüme göre yaşayışın bir tezahürünü ortaya koymaktadır. Zeki ya da anlama yeteneği üst sınırlarda olan insanın, sıradan insan ve ilişkiler karşısında nasıl da madara olduğundan, onun kimsenin nezdinde arkadaş yerine bile konmamasından bahseder. Anlatılmak İstenen Tema İnsanlara “ne isteyeceklerini” şablonlarla dayatmak olmaz, özgür irade bu değildir, eğer böyle bilimsel ve akla dayalı olarak bir matematik formülü gibi insanlara ne istemeleri gerektiği dayatılırsa, gerçekten “istemekten vazgeçerler”, akıl sadece öğrenilen bir şeydir, istekler ise bir bütün olarak insanın doğasına aittir, bilinç ve bilinç dışıdır, yaşamın kendisidir, insanın en değerli şeyleri olan kimliğini ve kişiliğini muhafaza etmektedir, insan yer geldiğinde kendi çıkarlarıyla çatışan şeyleri mahsustan isteyebilir, inatla akıl ile çelişebilir, insanlık tarihi ahlaksızlıklarla, akla aykırılıklarla doludur, insan hayatını daha erdemli ve daha mantıklı bir düzene sokmayı amaç edinmiştir. İnsanoğlu aklın üstünlüğüne de karşı çıkarak, kasten delirebilir, mağara adamına dönüşebilir, insanoğlunun böylesi kendi çıkarlarına aykırı isteklerinin kaynağı akıl değildir, insan bunun kaynağının bilinmemesine, gizemine hayrandır… Sonuçta, aklın insana neleri istemesi gerektiğini dayattığında, bu “özgür irade” kavramıyla çok çelişkilidir… Eleştirilerim Karakterin hayatı boyunca gözlemlediği ve bence de keşfedildiğinden beri böyle süre gelen hatta gelecek için de aynı kalacak olan bir şey var. Şöyle demişti yazar: "19. yüzyılda kafası çalışan adamın omurgasız olması ahlaki bir zorunluluktur." Bunu şu şekilde açıklayabilirim; omurgasız olmak yani normal olanın dışında olup ahlaki olana uyum sağlamayan, sadece kendi çıkarı doğrultusunda hareket eden, bunu yapmak için denediği yolları kendisine mübah gören bir zihniyet barındırmaktır omurgasız olmak. Peki nasıl oldu da insan yaradılışında var olan bencilliği bu derece üst seviyeye taşıyabildi? Yaşam koşullarının değişmesi, dünyanın kendini yenilemesi ve her yenileyişinde insanların daha omurgasız hale gelmeleri kastedilen yüzyıl itibariyle -19.yy- saniyeleşmeyle gelişti. Buradaki gelişme "ileri" kelimesinin anlamına tezattır; insanların daha bireyci temelle yetiştirildiği, güçlünün kendini haklı görme lüksüne olanak tanıyan, yaşamak yani standardı yüksek yaşamak isteyenlerin kendinden altta olanı ezmeye çok müsait hale geldiği bir dönem. Buna "uygarlaşma" deniyor. Kitabın otuz birinci sayfasında "Neyimizi yumuşatmış uygarlık?" sorusunu soruyor yazar ve soruya şöyle cevap veriyor: "Uygarlık insanda duygu çeşitliliği yaratmıştır sadece. Bekli de bu duygu çeşitliliği insanı kan dökmede haz bulmaya kadar götürür. Atilla ve Stenka Razin gibilerin bile ellerine su dökemeyecekleri en incelikli kan dökücülerin en uygar insanlardan çıktığını ve Atilla veya Stenka Razin kadar göze


çarpmamalarının sebebinin böyle insanlara sıkça rastlanması, bunun artık alışılmış bir duruma dönüşmesi olduğunu hiç fark etmediniz mi? İnsanlar uygarlık sayesinde daha kana susamış olmadılarsa bile, en azından daha kötü, aşağılık katiller olmuşlardır. Şimdilerde kan dökmeyi alçakça saymamıza rağmen bu aşağılık işle her şeyden çok meşgul oluyoruz." Bu demek oluyor ki zaman geçip insanlık olarak ilerleme kat edildikçe bizlere sunulan şeyleri o kadar çok benimsiyoruz ki o şeylerin olmadığı zamanları düşünemez hale geliyoruz. Bunu her alana yayabiliriz. Örneğin çok saçma, amaçsızca üretilmiş bir ürün için bile "gereksiz" diye düşünemiyoruz. Çünkü o kadar tüketim delisi bir toplum olmaya başlamışız ki bize ne sunuluyor, bizden ne isteniyorsa irademiz dışında ama iradeli olarak bunu yapıyoruz. Hem karakteristik olarak hem fiziki anlamda birçok yönden tek tipleşmiş insanlar olarak varlığımızı sürdürüyor ve çocuklarımızı da bu şekilde yetiştiriyoruz. Atilla ve Stenka Razin ile omurgasızlaşmak söyleminden nasıl buralara geldim diye bir bağlantı yapacak olursam asıl bahsetmek istediğim şey, uygarlık dediğimiz şeyin aslında belli bir standarda uymak demek olduğu. Zaman, şartlar, uğraşlar değiştikçe çeşitli alanlarda keşifler yapılıp yeni şeyler ortaya çıktıkça insanlar olarak kendi yapılarımızı bizler de değiştiriyoruz ama bu değişimin normal düzeyde olduğundan bahsetmem pek mümkün değil. Düzenin içinde öyle bir hale gelmişiz ki durup düşünmüyoruz bile... Çevremizde ne var, neler popülerleşmiş, beklentiler ne yönde, çoğunluk ne yapıyor vs vs. Bu seçenekleri çoğaltabiliriz. Kitapla bunların çok alakası yokmuş gibi görünse de kitap kişiyi düşünmek zorunda bırakıyor ve bir uçtan başlayarak sorgulamalar yapıyorsunuz. Sonuçlarını da kendi toplumunuz için düşünüyorsunuz. Mesela o kadar çerçevelenmiş haldeyiz ki hoşumuza giden şeyleri başkalarının kullanmaması bizim motivasyonumuzu hiç düşürmüyor! Çoğunluğun yaptığını yapmayan birisi varsa yanlış yapan odur. Şunu demek istiyorum çok gündelik bir örnek olarak sosyal medya hesabı kullanılmamasını söyleyebilirim. Özellikle son zamanlar da teknoloji delisi bir ülke olarak kendimizi ifade etme şeklimiz değişti. Hatta köklü değişiklikler yaşıyoruz. Koca bir nesil bir üst neslimizle beraber "takipçi sayıları", "bilmem kaç tane alınan beğeniler" ile kendimizi ifade eder hale gelmiş durumdayız. Böyle düşünmeyen bir yakınımız falan da varsa onu ötekileştirerek olayımıza devam ediyoruz. Her şeyin yarışa dönüşmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Hem bireysel olarak hem ülke medyası olarak bu konuda çok iyi gidiyoruz! Stil yarışmalarının düzenlenip insanların orada birbirlerine girmelerini seyretmekten hoşlanan, bunlardan etkilenerek giymeye başlayan, yapamadığı makyaj, edinemediği bir yırtık kot için kendini yetersiz hisseden bir nesilden ne bekleyebiliriz? Üretmekten, düşünmekten, sorgulamaktan uzak, laylaylom bir toplum modeli sağlıklı olarak neler verebilir gelecek nesillere? Kötüye giden bu model zehirli sarmaşık gibi ya da bulaşıcı bir hastalık... O kadar çok alışmışız ki yapmamız gereken şeylerin, düşünmemiz gereken şeylerin bizlere sunulmasına artık şu duruma gelmişiz. Bu da kitapta fark edip doğruladığım bir eleştiri noktası oldu benim için. Şöyle yazıyor kırk birinci sayfada: "Mesela içimizden birine daha çok özgürlük vermeyi, ellerimizi çözmeyi, faaliyet alanını genişletmeyi, üzerimizdeki vesayeti kaldırmayı bir deneyin bakalım... Yemin ederim, hemen yeniden vesayetiniz altına girmeye gönüllü oluruz..." Gerçekten de bunun böyle olacağını düşünüyorum. Bugün var olan ama dün o olmadan yaşayabildiğimiz neler varsa elimizden alındığında afallayacağız. Düşünmek,


sorumlu olmak, üretmek her zaman için zor olacak ve biz alıştığımız kolayı bırakmamak adına direneceğiz! Ama eğitimci adayları olarak özellikle bizlerin silkinerek kendimize gelmemiz şart. İşte bu kadar net aslında! Yorum-3 her zaman toplumda var olan, kendini "hasta" olarak tanıtan ve çevresine aşağılamayla, tiksintiyle bakan insancıklara karşı atılan bir tokattır. kendini karakterle özdeşleştirmeye çalışan ve karakterin duygularını kendinde bulduğuna inanan, bunlardan utanmayan okurlar varsa kitabı gerçekten anlamamıştır. anlatıcı gibi ırkçı, megaloman, bilgiçlik taslayanların kitabın bir bölümünde geçen fahişeye verilen demece tekrar bakması gerek. aslında kendini ve kendi gibi insanların fahişeyle benzer yanlarını gözümüze sokuyor. fahişe evinden kaçıp yıllarca kalacağı bu evde insanca bir ilişki kuramaz, yemekle çalışan bir oyuncağa benzer. yaşı geçtiğinde bir çukura atarlar, duasını bile etmezler. megaloman kişi de etrafındakilere aşağılamayla bakar, arkadaş edinemez; edindiğini de kul etmeye çalışır. yıllar boyu böyle yaşar gider, düşüncelerini değiştirmeye cesaret edemeden, topluma doğru bir şekilde bakmayı denemeden kendi yarattığı "yeraltı"nda çürümeye yüz tutar. herkesin kendisiyle uğraştığını zanneder ve kendi kafasında birilerini düşman edinir; çünkü duygularını kullanmayı o kadar özlemiştir ki düşman edinmek bile zevk verir. bir çarpışmaya haftalarca hazırlık yapacak kadar, daha doğrusu bir çarpışma planlayacak kadar hayatına anlam kazandıramamış bir insancıktır! nefret etmek sevmekten ona daha çok zevk verir -çünkü farklılığı sevemez- ama sevgiyi de tatmayı içten içe ister. bunun için çaba sarf etmez. hatta böyle düşündüğümüz zaman fahişe bile megalomandan daha dürüsttür. hem fahişenin birini sevme yetisi vardır, megaloman kimseyi yanına yaklaştırmaz, el vermek isteyenin kolunu keser. ona göre asıl yardıma ihtiyaç duyan diğerleridir. kendini ötekileştirip geride kalanlardan ayrılmayı ister. "yaşamdan öylesine kopuğuz ki, 'gerçek hayata' karşı adeta tiksinti duyuyor, bize hatırlatılmasına dahi katlanamıyoruz. öyle bir hale gelmişiz ki, gerçek 'canlı hayat' bize adeta bir iş, bir ödev gibi görünüyor, onu kitaptan öğrenmeyi yeğliyoruz." Yorum-4 Bir kitap okurken beğendiğiniz yerlerin altını çizersiniz ya: işte bu yazı tüm satırlarını tek tek çizmek istediğim bir kitap hakkında. Dostoyevski - Yeraltından Notlar Bir şarkı sözünde, bir yazıda, bir yerde kendinizi bulup, "Sanatçı sanki beni anlatmış." dediğiniz olmuştur. İşte bu kitapta benim hislerim tamamen böyleydi. Ben her sayfada Dostoyevski'yi değil de, kendi zihnimi okudum sanki! Yazar: "Ant içerim ki her şeyi tam anlamıyla algılamak, hastalıktır." diyor. Zaten 150 sayfa boyunca okuduğunuz da tamamen hasta bir adamın sözleri. Bu adam toplumla iç içe yaşadığı 20 yıl boyunca, içinde bulunduğu toplumdan daha farklı ve daha zeki durumda olmuş. Bu yüzdendir ki her daim uyum problemi çekip, dışlanmış. Bu da bu adamı içi kin ve nefretle dolu çekilmez biri haline getirmiş.


Nihayetinde 20 yaşındayken bu adam kendini toplumdan tamamen soyutlayıp, "yeraltım" diye söz ettiği evinde hiç kimse ile bir iletişimi olmaksızın yaşamaya başlamış. Çok çok iyi biliyorum ki, bu yaşam tarzı bu gibi insanlar için saadettir. Başlarda cennete düşmüş gibi hissettirir. Peki ya sonra? İnsan yalnız kaldıkça kendini bulur, düşünür ve sorgular. "Neden böyleyim? Neden bu haldeyim?" diye sorar ve sorularına cevap buldukça insanlara olan kini ve nefreti artar. Bu durum sürdükçe de kendisinin diğerlerinden farklı ve zeki olduğunu bilse de halinin acınası olduğunun farkına varır. Bu acınasılık da öyle bir şeydir ki: şahıs herkes gibi, normal, aptal, mutlu ve sosyal olmayı diler. Fakat seçim şansı yoktur. Bu yüzdendir ki bu adam yıllar sonra yazmaya başlar. Bu yüzdendir ki yıllar önceki okul arkadaşına gidip kendini yemeğe davet ettirir. Bu yüzdendir ki son sayfalarda Liza'ta o acı itirafları yapıp, içindeki kini ve nefreti döker.. Evet, bu hastalıklı bir adamın hikayesidir. Tamamen kalbime ve beynime dokunmuş bu kitabın tesiri sanırım kolay kolay geçmeyecek ve her zaman favori kitaplarımdan birisi olarak kalacak.. Yorum-5 Kitabın ilk kısmını ikinci kısma göre daha çok sevdim çünkü karakter sizinle konuşuyor ve daha nükteli bir şekilde yazılmış. İlk kısım aslında baştan sona aforizmalarla doluydu ve yazar ikinci kısımda, ilk partta yazdıklarının içini doldurdu diyebilirim sanırım. İyi bir çeviriyle okunması önemli Rus klasiklerinin. Aslında tüm kitaplar için geçerli bu tabii ama genelde katledilenler Rus klasikleridir. Bu sebeptendir ki insanlar pek sevmezler bu kitapları. Son kısımda, o derin pişmanlığından bahsederken kendini kaybedecek kadar üzüldüğünü, insanların daima acıyı mutluluğa tercih edeceklerini, çünkü asıl canlılığın bu olduğunu söylüyor. Sorun şu ki, bunların hepsini yeraltından, o fare deliğinden söylüyor. Yazdığı tüm kelimelerin ardında kocaman bir hüzün var. Karakterin bir deli ve depresyon içinde olduğunu söyleyebilirim böylece. Sözde arkadaşları ile birlikteyken sürekli eleştiriyor sahteliklerini. Sadece toplum içine karışmak için, gerçek düşüncelerini ortaya sermedikleri için kızıyor onlara. Dürüstlüğünden kaybettiğini düşünüyor, insanlarla bu yüzden bağ kuramadığını, kendinin mükemmel, onların aptal olduklarını öne sürüyor. Ama insanların onu yargıladıkları biçimde o da diğerlerini yargılıyor, üstelik şekilci bir şekilde, tam olarak onlar gibi. Hiçbir farkı yok. Sadece daha çok kitap okuduğu için kendini üstün görüyor ama sadece okumakla olmadığını hepimiz biliyoruz değil mi? Ki bunu da genelevdeki kadına yaptıklarını düşündüğümüzde anlayabiliriz. Ve kendi özeleştirisini yaparken kendini de yerden yere vuruyor. İşte evrensel bir gerçek. Zeki bir kafanın ürünü bu kitap, tartışmasız. Okuyun. Yorum-6 dostoyevski bu romanında insanların beyin kıvrımlarında neşter dolaştırıyor diyebiliriz. kulak verin dostoyevski'ye, o insanlık adına tüm gerçekleri söyleme cesaretini gösteriyor. insanlık...hani şu kibrinden geçilmeyen, hani şu her şeyi bildiğini sanan, hani şu sen, ben, bizler, hepimiz...


kafası karışık bir adamın kendi iç savaşını, kendi ağzından, kendi gelgitleriyle müthiş bir şekilde akıcı tempoyla anlattığı bir roman, uyumsuz ruhumuzun sessiz çığlığı... ilk kısım 'yeraltı' ikinci kısım ise 'notlar' ilk kısımda insanoğlunun derin karakteristik ve psikolojik analizi yer almaktadır. dostoyevski, yaratıcı monologları . bıraktığı her soru işaretini başka bir soru işaretiyle çözmüştür. geçmişten beri süregelen deterministik ilişkiyi biz kitapseverlere kafa karıştırmadan tanımlamıştır. soru soruyu doğurmuş ve cevap da bir sonraki soru içersinde sessizce kaybolup gitmiştir. insanoğluna ait en büyük özellik olan nankörlüğü anlatmış. çok fazla bilmenin işe yaramadığını, gelişmişliğin en büyük tembellikleri doğuracağını acımasız bir şekilde göstermiştir. ikinci kısımda ise ilk bölümde yaptığı insanoğlu felsefesine örnek olacak nitelikte bir öyküye yer vermiştir. kahramanın anlık düşünce değişimlerini, olaylar karşısında gösterdiği dengesiz davranışlarını, gururunu korumak isterken sergilediği tutarsız karakter biçimlerini, çok bildiğini ve kimse gibi olmadığını düşündüğü halde ezikliğe boyun eğdiği geri dönüşü olmayan durumlarını ve buna benzer bir çok insani anları analiz etmiştir. hikayeyi ise vurucu ve acıklı bir şekilde bitirmiştir. ilk bölümde bahsettiği nankörlük duygusunun verdiği acıyı en içten derecede hissettirerek sonlandırmıştır. kitabı okuyan herkes böbürlenerek "resmen beni anlatıyor yav" geyiği yapmasın. zira bir yeraltı insanı olmak övünülecek bir şey değildir. yalnızlıktan kelimeler biriktirirsiniz belki aylarca konuşmazsınız ve birgün biriyle konuşma başlayınca kitlenir saçmalarsınız. olmadığınız gibi davranırsınız ama bunun farkına varmazsınız. çünkü ilişkilerin nasıl olması gerektiğini bilmezsiniz, her şeyden etkilenirsiniz. yalnız olduğunuz ve sizin yaşınızda olup sizin kadar bilge olan bi arkadaşınız olmadığı için kitaplara dalarsınız, filmlere gidersiniz, şarkılara kaptırırsınız kendinizi. siz ancak başkalarının yazdığı hikayelerde varolabilirsiniz. hatta varolamazsiniz bile, çünkü onlara da seyirci kalırsınız. çevrenizde olan bitenlere de seyircisinizdir. yalnız kalmak dışında başka uğraşlarınız da olur. önemsiz-değersiz mukayesesi yaparak kendinizi üzersiniz. bu büyük bir hobi haline gelir ve zamanla acılar zevk vermeye başlar. Hikayenizle alakalı olmayan bir şarkıyı kendinize uyarlamanın bir yolunu bulur üzülürsünüz. bazen kisiliğinizi toplumu aşağı görerek beşlersiniz ama bunun yalnızlığınıza ya da eksikliğinize bir faydası yoktur. saçma sapan şeylere yönelir uzun yürüyüşlere girersiniz. Bazı aforizmalar aklınıza gelir kendi içinizde uzun uzun bunları tartışırsınız. aklınızda öyküler uydurursunuz. insanların sizi düşünmeden bir şey demesinden ve bunun üzerine kırılmaktan korkarsınız. ve aslında kırılmak da umrumda değildir ki. niye kırılayım çok da umrumdalar. aslında umrumdalar. hiçbir şekilde kendinizi sergilemezsiniz ve bir anda aklınıza eser ve birine bağlanırsınız. sonra onu da boşverirsiniz... Yorum-7 Çelişkilerle dolu bir kitap ama bu çelişkiler harika ifade edilmiş. "Yeraltından Notlar" iki kısımdan oluşuyor; bir "Yeraltı", iki "Notlar"


"Yeraltı" kısmında yazarın ruh hali, çıkmazları, çelişkileri, buhranları, ıstırapları anlatılıyor ya da anlatılmıyor. Derin analizlere giriliyor veya saçmalıyor. Evet "baylar" bu ilk kısım böyle çok samimi ya da tamamen sahte çelişkilerle dolu. Ama hangimiz bu çelişkileri yaşamıyoruz ki? Yazar okuyucusuyla konuşur gibi yazmış ve okura hep "baylar" diye hitap etmiş? Neden acaba? İkinci kısımda bir kahraman var yada yazarın ifadesiyle "antikahraman". Yeraltından çıkmış, "canlı hayatı" yaşama mücadelesi veren, "güzel ve yüksek şeyleri" ifade etmeye çalışan, bocalayan bir "antikahraman". "İki kere iki dört eder" diyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun ya da okumayın. Siz bilirsiniz. Yazarın ruh hali beni çok etkiledi... Ya da hiç etkilemedi. Bunları tamamen kurgusal olarak, güzel bir yorum olması için yazıyor olabilirim. Yorum-8 Yine bir DOSTOYEVSKİ kaçamağı yaptım ve her zaman ki DOSTOYEVSKİ bana karışık duygular hissettirdi ama bu konuda en anlamlı söz NABOKOV'UN ''Aynı şekilde,doktor Lujin'e Dostoyevski'den herhangi bir şey verilmesini yasakladı,zira Dostoyevski,doktorun deyimiyle,çağdaş insanın ruhunda baskılı bir etki yaratıyordu,sanki korkunç bir aynaymış gibi- '' (Lujin Savunması) dediği gibi aynaya bakmamı ve kendi yaşamımı gözden geçirmemi sağladı. Yeraltından Notlar'ı yaşamımın belirli safhalarında birçok kez okudum;4 mü 5 mi sayısını bile hatırlamıyorum,ama her okuyuşta (18 yaşında okumak farklı bir anlam katar 30 yaşında okumak farklı bir anlam katar ) birbirnden farklı şeyler çıkardım,değişmeyen tek şey ise ; DOSTOYEVSKİ'NİN en çok sevdiğim yazar olması. DOSTOYEVSKİ Her konuda birbiri ile çelişen ve zamanla değişen fikirler(Siyaset,din...),çalkantılı bir yaşam( fikirlerinin sabit kalmayıp sürekli gel-git içinde olmasında büyük bir etken),sara nöbetleri,son anda ölümden kurtuluş(Kurşuna dizilecekken Çar'ın mektubu idam yerine ulaşır ve ölümden kıl payı döner) delilik ile dahilik arasında gidip gelen yaşantılar... Sonuç:İnsan ruhunun en derinine inen , yazarlar arasında psikolojinin babası,yaşadığı dönemi en gerçekçi ve en ince işleyen,sistem eleştirisini yani Çarlık döneminin halk üzerinde yaptığı sömürüyü,kısaca ezilen ve sömürülünleri anlatan bir deha.Hümanist bir aydın,yazdığı evrensel değerlerle bütünleşen söylemleri ile günümüzde bile en değerli yazarlardan biri olarak gösterilen(sadece günümüz değil gelecekte de etkisi devam edecek bence) bir ışık...DOSTOYEVSKİ övgüsü için kelimeler yetersiz kalıyor... YERALTINDAN NOTLAR İlk bölüme baktığımızda oldukça karışık açıklamalar görülüyoruz,yazar,kendi gibi bizi de kendi yeraltısına çekmek istiyor bunun için yazarın bakış açısıyla(daha doğrusu kitabı anladığım kadarı ile ) size YERALTI'NIN anlamını irdelemeye çalışacağım: YERALTI:Her kişinin hiç kimseye açamadığı en gizli sırları,tutkuları,arzuları...barındıran duygusal bir kaledir.Yani her bireyin yeraltısı kendi kendinin kendine ait olduğu yerdir,orada maskeler yok.Dış


dünyaya karşı sığınılacak bir yerdir (Hepimizin kendine ait yeraltısı var,yaşam savaşında ıstıraplarımızı düşündüğümzüde ve yaşam muhasebeimizi yaptığımızda her daim kendi kendimizle baş başa kalmıyor muyuz ? İç sıkıntılarımız,üzüntülerimiz,hastalıklarımız...hep içimize işlemiyor mu ? )Şimdi diyeceksiniz ki YERALTINDA YAŞAMAK sözünü övüyor.Hiç de değil.Zaten herkesin yeraltısı kişiden kişiye göre değişir ki;İçe dönük insanlarda bu yeraltı daha geniş ve derinken dışa dönük insanlarda ise dar bir hacim kaplar .Dışa dönük insanlar aşırı sosyalleştikleri için (Doğan Cüceloğlu aşırı sosyalleşen insanların öz benliklerini yitirip persona(maske ) takıp kendi özünü kaybettiğine vurgu yapar) duygularından içe dönük insanlara karşı daha az etkilenirler. İşte bizim ana karakterimiz de içe dönük yani duygusal patlamaları daha yoğun yaşayanlardan biri.Bir nevi Tutunamayan(Oğuz ATAY romanlardaki gibi).İlk bölümde kendi kendi ile çelişen daha doğrusu kendini küçümseyip açıklamalar yapan biri karşımıza çıkıyor.Bu hepimizden biri olabilir...Belki de karakterini ele vermek istemiyordur(o yüzden ikide bir sözünü değiştirip yalan söyledim diyebiliyor) belki de okuyucular ile tüm hissetiklerini paylaşmak istiyordur (yeraltı insanı yerüstüne çıkınca yani dünyaya açılınca gevezeleşir diyor yazar) tüm çelişkili düşüncelerini,ıstıraplarını...böyle yapıp konuşarak rahatlamak istiyordur,(Bence bu karakterimizin DOSTOYEVSKİ'NİN ruhu ile çok bağı var) bilemeyiz. Bu açıklamalar da şu ipuçlarını yakalıyoruz,ana karakterimiz yeraltında yaşamayı kendi iç kulesinde yaşamaya devam etmeyi dış dünya ile irtibatı kesmeyi kendi seçmiştir(dış dünyanın olumsuz şartları da buna bir etken bence ),kendine göre sebepleri vardır en azından dış dünyadan ilgi bekliyordur,önemsenmek isitiyordur.(kitaptaki karakterimiz dayak yemeye bile razıyım diyor yeter ki dikkate alınayım diyor) Dış dünyada alaya alınmasına,orada tutunamasına karşın(Tutunamayanlar kitabında bize yaşamayı öğretmediler diyor Oğuz ATAY) savunma mekanizması olarak kendi içinde bir gurur(dış dünya insanlarını küçümseme ) geliştirmiştir karakterimiz.Karakterimizin kendisi alıngan olduğundandolayı olayları fazla büyüttüğünden söz ediyor.Öç almaktan ama dışa dönük(yaşamayı bilen insanların) intikam için bir duvar karşısına çıktığı (yaşamında kaybetmek istemediği şeyleri olduğu için) söz edip kendi gibi insanlarda duvarların söz konusu olmadığını söylüyor.Kendi kendine acımanın zevklerinden(diş ağırsı göndermesi),çoğu kez yaşamda mantığın değil duyguların baskın olduğunu,insanların gayeden çok gayeye giden yolda zevk aldıklarını,uğraştıklarını,bireylerin kendi duygusal tutkularının esiri olduklarını...hayata,duygu-mantık çatışmasına,insanların tutkularının esiri olduklarına,tutunan ve tutunamayan dünyasına,kibirden kendini aşağılayamaya,kötülük kavramına...birçok şeyden söz ediyor bu bölümü iki kez okudum ama yine de çözümlenmesi oldukça güç (zaten yazar da yazdıklarımdan birşey anlamazsınız diyor) İKİNCİ BÖLÜM Kahramanımız dış dünyaya açılıyor daha doğrusu eski anılarını anlatmaya başlıyor.Çocukluğundan beri yeraltı sığınağına sarıldığını belirtip yaşamındaki üzücü olaylar anlatıyor.İkinci bölümü okumak ve anlamak ilk bölüme göre daha kolay. İlk olarak kahramanımınız kaldırımda yol verme-vermeme hadisesini anlatıyor(Hepimiz buna benzer olay yaşamışızdır.Buna verilen tepkiler,içe atmalar kişinin duygularından ne kadar etkilenip etkilenmediğine göre değişir,kahramanımız duygusal olduğu için bunu gurur meselesi yapmıştır(İçe dönük insanların böyle davranmaları gayet normal)Ama burada iki şey dikkatimi çekti;ilki takıntılı


insanların buluttan nem kapan alınganlıkları ve en basit bir olayın iç huzurunu etkilemeleri...Ama diğer yandan ise bu kısımda büyük bir sınıf eleştirisi var(kaldırımda sosyal sınıf bakımından daha güçlü insanlara hep yol veriliyor) İkinci olay ise arkadaşları ile aralarında geçen bir aşağılama hikayesi.Dikkate alınmamak,önemsenmemek,yaşamda başarılı olan arkadaşların başarısız arkadaşlarına karşı kibirli bakışı(onları aşağı görmek),gurur ve öz saygı...ikinci olay ise daha ibretlik bu kısımda çocukluk arkadaşlarımız arasında birbirimizi nasıl görürüz(maalesef çoğu kez yaşamda daha başarılı arkadaşlar,yaşamda başarısız ve daha düşük sınıfta arkadaşlarını küçümsüyor,yazarın yazdıkları hala güncelliğini koruyor) cevabını veriyor özellikle sınıfsal farklara gönderme dikkat çekici. Üçüncü olay ise yeni tanıştığı bir bayanla yaşadıkları...İlk önce etkili yani ''kitap gibi konuşup '' onu etkileme ve ''yüksek şeyler '' den söz edip ona yol gösterme.(Karakterimiz ikinci olayda gururu kırıldığı için üçüncü olayda öç almak daha doğurusu yaşama karşı içinde biriken öfkesini kusmak için güç savaşına giriyor)Ama beklenmedik bir zamanda gelen ziyaret persona(maskelerin ) atılması ile kahramanımınızın gerçek yüzü ortaya çıkıyor.Bu olayda da yaşama dair ibret alınacak göndermeler mevcut ! SONUÇ Kendi iç dünyasında yaşayan bir adamın dış dünyaya adım attığında bozguna uğramasına şahit oluyoruz. Tıpkı ;Tutunamayanlar,Tehlkeli Oyunlar,Korkuyu Beklerken,Oyunlarla Yaşayanlar (Oğuz ATAY),Huzur,Saatleri Ayarlama Enstitüsü(A.Hamdi TANPINAR),Kürk Mantolu Madonna,İçimizdeki Şeytan(Sabahattin ALİ),Körleşme(Elias CANETTİ),Demian,Bozkırkurdu(Hermann Hesse),Budala(Dostoytevski)...gibi değerli kitaplarda yazılanlar gibi... Aynı zamanda;Dostoyevski'nin bu romanında da toplum tarafından dışlanmış ve sistem tarafından ezilmiş bir bireyin umutsuz yakarışlarını dinlemek ve onun kendi kendi ile iç hesaplaşmasını okumak,bize birbirinden farklı duyguları hissettiriyor. Bazıları bu kitabı anlamsız ve mantıksız bulabilir (dışa dönükler ve aşırı sosyalleşen insanlar) ama duygulara önem veren insanlar bu şaheserin değerini kolayca anlayabilir.Teknik olarak da çok değerli bir kitap ilk bölüm deneme türünde ikinci bölüm ise roman türünde ,kitabın tümüne baktığımızda ise felsefe+psikoloji+siyaset(yaşadığı döneme satır aralarında göndermeler dikkat çekiyor) görüyoruz bence bu kitap Karamazov Kardeşler,Cinler,Budala,Suç ve Ceza...gibi diğer DOSTOYEVSKİ şaheseleri kadar değerlidir.(gerçi her DOSTOYEVSKİ kitabı değerli bana göre ! ) Yorum-9 Kendinden üstün gördüklerinden, arkadaşları tarafından sevilenlerden,daha çok kazancı, başarılı bir kariyeri olan herkesten nefret eden bir adam düşünün.. Kendini ezik gördüğü, en dipte, yeraltında gördüğü için önüne gelen herkesi ezmeye çalışan kendisinden beter bir konuma sokayım derken yine yapacağını kendine yapan bir adam bu. İlk bölümde intikam almanın kimsenin bir işine yaramayacağını söylerken ikinci bölümde bir adam ona çarparak geçti diye yıllarca intikam planları kuran bir adam bu.. Biraz korkak, biraz mazoşist, biraz kıskanç, birazda sevgiye aç.. Onu kendi içinizde bir yerlerde bulmamak da ona üzülmemek de elde değil..


Yorum-10 Genel olarak ilk kısımda karakterin ruh halini tanımlamak için derin bir felsefe ile başlayan, ondan sonra karakterin hayatından bir kesit ile devam eden bir roman. Dil bakımından rahat ve sohbet edermiş gibi, kurgu bakımından sade ve sürükleyici, konu bakımından zeki; algısı geniş, kibirli, aşırı alıngan zayıf iradeli bir karakterin ruhunun en derin kısımlarına kadar açıklayan ve hayatından bir kesit ile somutlaştıran bir kitap. Ana karakterle bir defa tanışmanızı tavsiye eder ve 1-2 yıl sonra birinci kısmı okuyamayı düşündüğümü ilave ederim. :D Bu kısımdan sonrası için zevk kaçıran bilgiler bulunmaktadır. Okumayanlar bence devam etmesin. Şuana kadar dosto amcanın okuduğum kitaplarında en garip karakterle karşılaştım. Geniş bakış açılı, zeki ve karmaşık bir zihin; zayıf ve dengesiz bir ruh; aşırı kibirli, küstah, yakala ve kindar bir karakter. Aile sevgisi de dahil hiçbir sevgi görmemiş ve bu eksikliği sanal dünyasında gidermeye çalısan bir kişi. Lisa ile tanışıncaya kadar Orwell amca'nın Aspidistra karakterinin çok daha zayıf ruhlu hali gibi düşündüm ama Lisa'yı davranışından sonra açıkçası yeraltının dibindeki karanlık bir ruh olduğunu kara verdim. Sade'nin kötü karakterlerin cinsellik düsüncelerin olmayan pasif bir karakter düzeyine indi. Yeraltından Notlar Pdf indir

Yeraltından Notlar Kitabından Alıntılar Alıntı-1 Ben kötü bir insan değildim. Ne aksi bir adamım,ne de uysal biriyim. Ne alçağın biriyim,ne de namuslu,ne onurlu biriyim,ne bir kahramanım,ne de bir korkak. Ben hiçbir şey olamadım. Alıntı-2 "Duvarı yıkacak gücüm yoksa, onu yıkmak için kendimi paralayacak halim yok tabii ki, fakat önümde duvar var diye ona boyun eğecek de değilim." Alıntı-3 Yağmur yağarken böyle bir saray yerine, bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için oraya sığınırdım. Ama kümes beni yağmurdan korudu diye de ona minnettar kalıp, saray gibi görmem doğrusu. Bana gülerek, böyle bir durumda kümesle sarayın arasında bir fark olmadığını söyleyeceksiniz. "Evet, yaşamda tek amacımız ıslanmamak olsaydı, söylediğiniz doğru olurdu." diye cevap veriyorum size. Alıntı-4 "...Elimizden kitapları alsalar o saat şaşkınlık içinde kendimizi kaybederiz. Ne tarafa yürüyeceğimizi, kimden yana çıkmak, kimi saymak, kimi hor görmek gerektiğini bilemeyiz..." Alıntı-5 Yoksa ciddi olarak, hiç ihtiyarlamayacağını, hep böyle genç, güzel kalacağını, seni sonsuza dek burada tutacaklarını mı sanıyorsun? Alıntı-6


Birini sevdikten sonra, mutlu olmadan da yaşayabilirsin. Hüzünlü bile olsa, hayat güzeldir, nasıl olursa olsun, gene de güzeldir yaşamak. Alıntı-7 "...Babalar kızlarına annelerden daha çok düşkündürler. Bunun için de bir kız baba evinde çok mutlu yaşar... Öyle sanıyorum ki benim bir kızım olsa kocaya vermezdim onu." Alıntı-8 Beni en çok sarsan, bir tabiat kanunuymuş gibi, her zaman her yerde, haklı veya haksız olsam da herkesten önce kendimi suçlu görmemdir. Alıntı-9 İnsan medeniyete kavuşmakla eskisinden daha fazla kan dökücü olmamışsa bile , en azından daha kötü , daha iğrenç kan dökücü olduğu kesindir. Alıntı-10 İnsan bütün ömrünü iki kere iki peşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, hayatını harcar, fakat yemin ederim, arayıp gerçekten elde etmekten korkar. Çünkü onu bulur bulmaz artık erişecek şeyi kalmayacağını bilmektedir. Yeraltından Notlar Pdf indir


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.