Zeytindağı Pdf Zeytındağı, İnsanın kanını donduran tarihi bir süreci, "bir imparatorluğun çöküşünü" o zamana göre en duru Türkçeyle karşımıza getiriyor. Kitapta Mehmetçiğin Yemen'de, Aden'de, Kanal'da, Gazze'de, Arap Çölleri'nde nasıi kırıldığını, yenilgiden sonra bir vagon dolusu "mecidiye altınını" bile nasıl bıraktığımızı hayretler İçerisinde okuyacaksınız. Cemal Paşa'nın emir subayı olarak, o günlerde en yakınında olan Falih Rıfkı, Zeytindağı kitabıyla tarihimize bir ibret belgesi bırakırken, her biri bir destan olabilecek, askerlerin günlükleri ve adeta kumar masasında kaybedilen Ahmetlerin, Mehmetlerin hikayeleri tüylerinizi ürpertecek. Bu kitabı okumak âdeta bir borçtur ve bir vazifedir. Behçet Kemal Çağlar "...Falih Rıfkı'nın son eseri Zeytindağı. Cumhuriyet devri edebiyatının en büyük hâdiselerinden birini teşkil etti. Falih Rıfkı'nın bize hatırlattığı devir, Türk milletinin geçirdiği ve geçirebileceği felâket devirlerinin en lacialısı, en dehşetlisi ve ruha en çok bezginlik verenidir. Eğer, muharririn keskin ve yüksek zekâsı bu devir üstüne berrak bir aydınlık gibi aksetmemiş olsaydı, biz ona doğru başımızı çevirip tekrar bakmak arzu ve cesaretini kendimizde bulamıyacaktık." Yakup Kadri Karaosmanoğlu "... Zeytindağı 'nı seve seve okudum. Zaten başladıktan sonra bırakmak kabil değil. Bence bu yeni kitabında Falih Rıfkı'nın üslûbu, öbür kitaplarından daha göz kamaştırıcıdır ve zannedersem en güzel haline vâsıl olmuştur. Zeytindağı. bugünkü Türkçe ile ne kadar kuvvetli anlatım yapılabileceğine sağlam bir delildir." NurullahAlaç Zeytindağı kitabını aşağıdaki linkten pdf olarak indirebilirsiniz. http://www.pdfkitaplariindir.com/zeytindagi-pdf-indir.html
Falih Rıfkı Atay Zeytindağı Kitabı İncelemesi Yazar: Pınar Çağlayan Özellikle Atatürk üzerine çalışmalarıyla tanınmış gazeteci yazar Falih Rıfkı Atay; Birinci Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılmıştır. Bir süre 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın emir subayı olarak Zeytindağı’nda görev almıştır. Bu kitabı ile İttihat ve Terakki dönemine uzunca değinen yazar, Meşrutiyetin kendisini anlatmak üzere yaşadığı olay ve anılarını aktarır. Zeytindağı’nın tepesinde, Lût Denizine ve Gerek Dağları’na bakıyordu. Daha ötede, Kızıl Deniz’in bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen vardı. Başını çevirdiğinde Kamame’nin kubbesi gözüne çarptı. Burası Filistin’di. Daha aşağıda Lübnan, Suriye bir tarafta Süveyş Kanalı diğer yanda Basra Körfezi’ne kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız… İttihat ve Terakki, Büyük Harbin ortalarına kadar bir türlü sadrazamlığı kendine layık görmemişti. Yazar o dönemler Tanin Gazetesi’nde yazıyordu. Bir müddet Talat Bey’in hususi kalem katibi idi.
Cemal Bey de İstanbul muhafızı idi. Her cumartesi Tanin’de İstanbul Mektupları yazardı. Cemal Bey ile de bu sırada tanıştı.
Edirne’yi yeni aldığımızda Enver Paşa henüz binbaşı iken yazar, kendisini tanımıştı. Onu diktatör olarak tanımlıyordu. Türkiye’yi kurtarmak için sadece Alman zaferi yetmeyecek aynı zamanda Enver Paşa’dan da kurtulmak gerekecekti. Ama bunun için umut yoktu… Bütün edebiyatı, Tanin gazetesinin cumartesi sayılarında garpçılık davasını gütmekle geçiyordu. İş sonraları, arkadaşları ile şiir ve edebiyat konuşulurdu. Yine de yürekleri Edirne’yi geri almanın, Bulgaristan’ı yenmenin sevinci ile atıyordu. Fakat o sıralar Büyük Harp çıkmıştı. İstanbul için üç şey vardı: Rus düşmanlığı, Alman gücü, İngiliz yenilmezliği… Zeytindağı’nda 4. Ordu Karargahı’nın zabitleri ile Cemal Paşa’nın adamları diye iki sınıf oluşturulmuştu. Yazarın en korktuğu şey bu damga idi ve kendisine vurulan damga da; Cemal Paşa’nın adamı, olmuştu. Osmanlı saltanatı son bürokrat iken, bürokrasi bile tam Arap ya da yarı Arap’tı. Türkleşmiş hiçbir Arap göremezken, Araplaşmamış Türk’e az rast geliniyordu. Osmanlı İmparatorluğu, buralarda ücretsiz tarla ve sokak bekçisi idi! O zamanlar Suriye’de esaslı bir tedhiş politikasına neden gerek duyduğunu, Tiflis sokaklarında öldürülen Cemal Paşa bir sır olarak toprağa götürmüştü. Bolşevikler hesabına on binlercesine kendi eli ile hayat vermiş olduğu Ermeniler tarafından öldürülmüştü. Enver Paşa, Cemal Paşa, birkaç kurmay ve iki karargahın subayları, uzun külahlı Mevleviler ve Ermeni garson, Medine’ye gitmişlerdi. Medine’de Peygamber kabri ile tüccarlık eden ahlaksız simsarlar doluydu. Uzaklardan gelen saf halka, harap köylerinin taşını, toprağını, kuyu suyunu bile satarlardı. Dini mallaştırıp maddeleştiren bir Asya pazarı idi burası! Kudüs ise dini oyunlaştırmış bir garp tiyatrosu. Burada da oteller yarı kilise, uşaklar yarı papaz, hizmetçiler yarı hemşireydi. Kamame Kilisesi’nin en büyük günü, İsa’nın ruhunun göğe çıktığı ateş günü idi… Ne Kudüs’te ne Filistin’de aslında Hıristiyanlık diye bir mesele yoktu. Onların yerli meselesi; YahudiArap meselesi idi: Bir avuç Yahudi, altı yüz bin Arap! Eski Filistin Arap köyü idi; harap yapılar, hastalıklı insanlar… Yahudi Filistini’nde ise; kasabalar, portakal kokuları, Frenk incirleri vardı… Suriye’yi Osmanlılaştırmak fikrinde olan Cemal Paşa, Beyrut’ta ki Amerikan ve eski Fransız Koleji’ne benzer modern Türk Okulları açmak istiyordu. Bunun için de Halide Edip Hanım’dan destek almıştı. Bunun yanında, Rumelihisarı’nı tamir ettirerek deniz müzesi, yabancı uzman yardımcılarla da örnek çiftlikler de yapmıştır… Osmanlı entrikalarının kol gezdiği dönemlerde önce Cemal ve Talat Paşaların arası açılmıştı. Yalnız yazarın keşke dediği tek bir şey vardı: ‘’Enver yerine Cemal Harbiye Nazırı olsaydı, Birinci Dünya Harbi’ne girmezdik ve batmazdık!’’ Arabistan ve Irak çöllerinde yarı bağımsız şeyhlikler ve emirlikler vardı. Bunlara denizden İngiliz altını, karadan Osmanlı altını giderdi. Hail denen kasaba, beş altı bin kişi kadardı. Halk üç sınıftı: Asiller, melezler ve köleler! Asille dışarı kız vermez ve almazdı. Melezler, ak kadınlarla kölelerden çıkardı.
Köleler ise alınıp satılan zencilerdi. Hükümet, kadı dedikleri şeyhten ibaretti ve nikah, miras, hırsızlık gibi vakalar ona verilecek rüşvetle hallolunurdu. Enver Paşa’ya Alman dostu, Cemal Paşa’ya Fransız dostu denirdi. Çünkü Enver Paşa, Berlin de ateşemiliter ve Almancası kuvvetliydi. Cemal Paşa’nın ise, Almancası yok ama idare edecek bir Fransızcası vardı ve Fransa da parlak bir seyahat yapmıştı. Yazarımız; Avusturya İmparatoru tarafından harp madalyası, bu madalyanın öneminden dolayı da memlekette kılıçlı liyakat madalyası kazanmıştı… Suriye ve Filistin’e Almanlar çok önem veriyordu. Bu cephelerde Cemal Paşa bulunmuştu. Diğer taraftan hiç kimsenin durduramadığı İngiliz selini bir Türk, öz kumandan Mustafa Kemal tutmuştu. Kudüs İngilizlerin elindeydi. Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştukları gelip giden telgraflarda anlatılıyordu. Kudüs düşmüştü. Artık düşünülen sadece Anadolu ve İstanbul’du. İmparatorluğa veda ediyorduk. Şam’dan ayrılıp İstanbul’a döndüklerinde Cemal Paşa istifa edecekti ve ordu kumandanı olmayacaktı. Sakarya’ya yaklaştıklarında, bir millet olarak kalmak ve başarılı olmak gerekliydi. Hazinede para kalmamış, bulma ihtimali de yok olmuştu. Ancak ilim, ihtisas ve tecrübe sahibi tek insan vardı: Mustafa Kemal! Sakarya, Dumlupınar, İzmir, Lozan… Hepsi sayesinde ödenmişti. Mustafa Kemal, Büyük Harbe girmek aleyhinde idi: Kafa ve sanat adamı olduğu için! Kurtuluş Harbini asla bırakmak fikrinde değildi: Vatan adamı olduğu için! İşte yazarın bütün kitabın özü dediği buydu: ‘’İlim ve vatan adamı olunuz. Hiç biri yalnız başına ne sizi, ne de milletini kurtarabilir.’’
Zeytindağı Oku Zeytindağı Kitabı Okuyucu Yorumları Yorum-1 “Bu kitabı okumak adeta bir borçtur ve bir vazifedir” Behçet Kemal Çağlar Büyük imparatorlukların çöküşü dramatik oluyor. Roma İmparatorluğunun Vizigot Kralı Alaric tarafından yağmalanması ve yüzlerce yılda inşa edilen medeniyetin barbar Cermenlerin ayakları altında ezilmesi nasıl masum bir kadının tecavüze uğramasına benziyorsa Devleti Aliyyenin çöküşü de buna benzer. Kafkaslar Balkanlar Filistin Mekke ve Medine Suriye Irak ve binlerce kilometrekare vatan toprağının bir bir elden çıktığı bir memlekette vatanperver bir devlet adamı ya da subayın hissiyatı ancak bu kadar müthiş tarif edilebilirdi. İttihat ve Terakkinin en önemli üç isminden birisi olan Cemal Paşa Birinci Cihan Harbinde Kanal Harekatını idare etmek üzere görevlendirilir ve emir subayı olarak kendisine Falih Rıfkı eşlik eder. Yüzlerce yıl Osmanlı toprağı olan bu coğrafyanın elden çıkışını fevkalade tahassüs yüklü cümlelerle anlatmış Falih Rıfkı. Kendisini bu vatanın bir ferdi olarak gören herhangi bir Türk evladının duygulanmaması elde değil. Çölde kavrulan tifüse sıtmaya yakalanan
cepheden cepheye sürüklenmiş yüzbinlerce neferin, bir medeniyetin, cihanşümul bir imparatorluğun yıkılışına tanık olması bu kadar güzel anlatılamazdı.
Zeytindağı Kudüse yakın bir dağ. Cemal Paşanın idaresinde olan 4. Ordu buraya konuşlanmış vaziyette. Burada geçirilen günlerin çaresizliği ve psikolojik atmosferi Osmanlının yıkılış sürecine benzediği için bence kitabın adı sembolik olarak da mana yüklü olmuş. Osmanlının Arap coğrafyasındaki tahakkümü ve ümmetçilik politikasındaki ısrarının beyhude olduğunu Falih Rıfkı’nın yaşadıkları neticesinde anladığı kitabın muhteviyatından çok iyi biçimde idrak ediliyor. Kitapta bir yerde Osmanlının kasasındaki altının tamamına yakınının cihan harbi sırasında Arap coğrafyasını elde tutmak adına harcandığı belirtiliyor. Hatta ricattan sonra memlekete avdet sırasında Anadolu için Cemal Paşanın keşke görev yerim burası olsaydı memleketin tekmil imkânını çöle ve bedevilere tahsis ettik diye nedamet duyduğu belirtiliyor kitapta. İmparatorluğun göz göre göre ve mecburiyetten cihan harbine çekilişi bilhassa Cemal Paşa cihetinden irdelenirken bir yandan da Mehmetçiğin haleti ruhiyesi insanı müteessir eden cümlelerle anlatılıyor. Mesela şu kısım oldukça etkileyici: “Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz, istasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene: - Benim Ahmed'i gördünüz mü? diyor. Hangi Ahmed'i? Yüz bin Ahmed'in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor: - Bu tarafa gitmişti, diyor. O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Sarıkamış'a mı, Bağdat'a mı? Ahmed'ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed'ini görsen, ona da soracaksın: - Ahmed'imi gördün mü? Hayır... Hiçbirimiz Ahmed'ini görmedik. Fakat Ahmed'in her şeyi gördü.” Kitabı okuyanlar cumhuriyetin kurucu kadrosunun nasıl bir ruh haline ve psikolojiye sahip olduğunu daha iyi anlayacaktır. 1911 Trablusgarp savaşı ile başlayıp Balkan Savaşları ve Cihan Harbi ile devam eden daha sonra Sakarya Meydan Muharebesi Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile neticelenen 10 yıllık harap edici bir savaş ve yıkım sürecinin insanların zihinlerindeki tezahürünü anlamak elbette kolay bir iş değil. Bugün otuz küsur ülkeyi barındıran topraklara hükmetme noktasından mütemadi savaşlar neticesinde Polatlıdan top seslerinin duyulduğu bir noktaya gelen nesilden bahsediyoruz. Mehmet Akif’e Çanakkale zaferini duyduğunda sabaha kadar gözyaşları içinde Çanakkale Şehitleri şiirini yazdıran bir duyguyu başka bir nesil yaşamadı ne bugün ne de daha evvel. Kitabın Türkçesi ise ayrıca sitayişi hak ediyor. Kelime kullanımı ve üslup harikulade. Bir başladığınız zaman anında bitiriyorsunuz. Zaten mühim edebiyatçıların bir kısmı kitabı modern Türkçe’nin kullanımı hususunda başyapıt olarak nitelendiriyorlar. Örneğin Nurullah Ataç günümüz Türkçesi ile de
kuvvetli bir anlatım yapılabileceğine delil olarak bu kitabı gösteriyor. Gayet anlaşılır ve net ifadeler , lafı uzatmadan görece kısa ve etkili cümleler kitabı Türkçe için bir yüz akı haline getirmiş. Mesela “Medine çarşısında ve sokağında Asya, Afrika, Anadolu dilenmektedir. Büyük bir toprak kümesini oyunuz; kurum ve kül yığılmış bir ocağın karşısına kalın hasır ve değnekten İskemle ve peykeler sıralayınız. Aksakalı kirlenmiş ve porsuk etini bir tahta parçasına dayamış, boynu sarkık, pinekleyen adam, sonra, iri, uzun ve zifire bulanmış çubuktan esrar çeken çekik gözlü çocuk ve kahvenin önünde derilerini güneşe seren yarı iskeletler, hep hac yolunda kalmış olanlardır. Sokaktakiler açlıktan ve ıstıraptan kapanmış göz kapakları üzerinde bir gölge kararır kararmaz, parmaklarının kara kemiklerini dillerinin güç döndüğü kelimelerle çatlak dudaklarını oynatıyorlar.” Betimlemeler ve teşbihler bu kadar duru bir Türkçe ile ancak bu kadar etkileyici olabilir. Benim şahsi kanaatim efsanevi bir yazım olduğu yönünde. Milli Eğitim Bakanlığının 100 temel eser listesinde zaten yer alıyor. Fakat her Türk gencinin hem Türkçenin doğru ve etkili kullanımını görmesi hem de evveliyatını anlaması için okuması gereken temel bir eser Zeytindağı. Elbette ayrıntılı bir tarihi malumat vermiyor ama mutlaka okunmalı ve tavsiye edilmeli... Yorum-2 Kimileri Falih Rıfkı Atay için Çankaya şakşakçısı der. Kime neden şakşakçılık yaptığı veya yapmadığı okuru ne kadar ilgilendirir bilemem ama beni hiç ilgilendirmedi. Yıllardır çeşitli kaynaklardan okuduğumuz, bildiğimiz bazı kesimin de ısrarla bilmezlikten geldiği Osmanlı’daki Türk ve Anadolu gerçeğini bizzat yaşayarak çok güzel aktarmış okuyucuya. Yakın tarihi bilmek isteyenlerin okuyabileceği, gözlemlere dayalı, gerçek Türk milletinin saf içtenliği, kurduğu devletin- ki Osmanlı bir Türk devleti statüsünü korumuş mudur, o da tartışılır- tebası içinde nasıl hor görüldüğünün anlatımı karşısında içleri “cız” ettirecek bir kitap. Yorum-3 Oldukça nadirdir tarihi kitaplar okumam. Zeytindağı'nı kitapyurdu sayesinde tanıdım. Puanla alınan eserlerin başında olduğu için okumak istedim. Yazarın dili bana çok iyi geldi diyemem yalan yok. Ama olaylar ve geçmişimiz gerçekten kahramanlıklarla ve acılarla dolu. Kanal Cephesini bu kitapta az da olsa tanıyabilirsiniz. Çöllerde askerlerimizin ne kahramanlıklarla çarpıştığını, arapların bize yaptıklarını, Türk'ün askeri gücü, çöl hayatı ve Osmanlı Devleti'nin son zamanlardaki acizliğini anlatan bir eser. Filistin ve Gazze hakkında bilmediğiniz şeyleri öğreneceksiniz. Çok detaylı anlatmak isterim ama baya spoilere gireceği için fazla girmiyorum. Son dölümleri günlükler ve anılardan oluşuyor çok daha güzeldi daha fazla beğendim itiraf edebilirim. Okunulabilir bir eser sabırla ve dikkatle okunması gerek; sıkılması kolay ve yabancı kelimeler çok o yüzden. Beklentiyi arttırmayın ama temin edip; gerçeklerle yüzleşin.. Yorum-4 Yakın Tarihimizin, Orta Doğu coğrafyası' nı ,anılar kalıbı içerisinde bu kadar derinlemesine bilgilendirilmenin ender bulunan eserlerinden birini sunmuş Falih Rıfkı Atay bize.
Orta Doğu, günün kan deryasına döndürülmüş toprağı, Dünün "Vadedilmiş Toprağı", toprağın kanı "petrol" ü bağrında barındırıp, uğrunda emperyalizmin sömürüsünü, zulmünü mazlumlara yaşatan toprağı, Peygamberlerin, dinlerin en az petrol kadar çok doğuran toprağı...Daha nelerini sayayım Ey! Orta Doğu.... Yakın Tarihimiz de yaşadığımız, o toprakları elden bırakmamak uğruna, Anadolu nun nice binlerce evladını çöl toprağına bıraktığımız maceranın, hazin öyküsünü, zaman zaman dramatik cümlelerle kaleme döken yazarımıza çok şey borçluyuz. Olmayacak bir duanın, bir hayalin, bir maceranın peşinde koşanlar, Günün Saraylıları, Paşaları, Beyleri, ağaları, politikacıları, sadrazamları, kısacası tüm günahkarları... Yemen de, Sina da, Filistin de, "Mısır ı alacağım" hülyası ile yanıp tutuşan Cemal Paşanın İhtirası uğruna Süveyş de, Enver Paşanın emri ile donarak şehit olan doksan bin kınalı kuzuyu Sarıkamışta ; Tifusa, çöle, kum,'a, soğuk'a, Yüzme bilmedikleri halde kanal suyu na tulumlarla, tam teçizatla süren zihniyete, Mısırda daha fazla İngiliz i tutup,cephelerini rahatlatmak gayesindeki müttefiğimiz Almanla, kurşunlara feda ettiğimiz Vatan Evlatlarını...Bir devrin kısacası hikayesi bir kitap..... Bu kitap; elimizden Düşmemesi gereken bir tarihtir OKUYUNUZ.... Yorum-5 Osmanlı İmparatorluğunun sonunu kesin olarak getiren Büyük harpde Cemal Paşa'nın emir subayı olan Falif Rıfkı Atay'ın anılarının yer aldığı eseri okurken Anadolu insanının can ve malıyla verdiği kahramanca mücadelenin sonuçsuz kalması insanı hüzne sevk ediyor. İttihat ve Terakkinin 3 kudretli adamının yaptığı hataların nelere mal olduğunu anlıyor, İmparatorluk topraklarında yaşanan açlık ve sefaleti birinci ağızdan dinliyorsunuz. Kanal karekatı esnasında yaşanan zorluklar, çöllerde çekilen ızdıraplar, yitirilen Ahmetler ve tüm bunlara rağman kaybedilen topraklar. Ne hazin... Yorum-6 Zeytindağı, bir imparatorluğun çöküşü resmi belgelersen yada ağızlardan değil de bizzat o günleri yaşamış askerlerin ağzından çıkan ifadelerle kaleme alınmış bir kitap. Kitapta Mehmetçiğin Yemen'de, Aden'de, Kanal'da, Gazze'de, Arap Çölleri'nde yaşadığı açlık, susuzluk, yokluk anlarını okuyacak ve ne badireler atlattıklarına içiniz sızlayarak şahit olacaksınız. Duru, yalın bir dil kullanılmış. Yorum-7 Kitap 1932 yılında basılmış. Yazar 1932 yılının atmosferinde 1915-1918 yılları arasında Cemal Paşa'nın hizmetinde yedek subay olarak görev yaptığı Suriye, Filistin ve Kanal cephelerinde yaşadığı anıları derlemiş. Kitap ilk baskısından bu yana çok sadeleştirilmiş ve sivri uçları törpülenmiş. Kitapta Enver Paşa'ya, Cemal Paşa'ya ve Talat Paşa'ya bir çok eleştiri var. Kitapta Hz. Muhammed'e yönelik bana çok ağır gelen şu ifade yeni baskılarda çıkartılmış; " Hayır… Hiç birimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. Allah’ın Muhammed’e bile anlatamadığı cehennemi gördü." (sayfa 118) . Yine Hz. İsa'ya yönelik şu ifadeler bana saygısızca geldi. "Çıplak İsa Nasıra'da marangoz çırağı idi"(43.sayfa). "İsa çivilendikten atmış yıl sonra" (sayfa 72).
Dilinin çok iyi olduğuna yönelik övgüler ise bana abartılı geldi. Falih Rıfkı anılarını yüzeysel ve hissiz yazmış. Olaylar kronolojik sırasına göre yazılmamış, bu durum kafa karışıklığına sebep oluyor. Genel olarak kitaba verilen değer, kitabın hak ettiğinden çok fazla geldi bana. Yorum-8 İkinci kez okuduğum bu eser, I. Dunya Savaşı yıllarında Osmanlı'nın Arap coğrafyasında ne kadar yalnız ve çaresiz olduğunu bir kez daha anlamamı sağladı. Yazarın, Floransa bize ne kadar yabancıysa, Kudüs'te o kadar yabancıdır, tabiri zaten hiç bir zaman tam anlamıyla bize ait olmayan bu topraklar için verilen ölüm kalım savaşını bütün gerçekleriyle,savaşın içinde olan biri olarak kaleme alıyor. Yorum-9 Bu kitabı okuduktan sonra Türk askerinin Arap çöllerinde ne işi vardı diye düşünüyor insan. Kanal Cephesi'nde, Sina Çölü'nde, Şam'da, Beyrut'ta Türk askerinin içinde bulunduğu vaziyet çok hazindir... "Yeni Osmanlıcılık" fikirlerinin, iddialarının gündeme geldiği bugünlerde mutlaka okunması gereken eser. Yorum-10 Mehmetçiğin Arap çöllerinde çektiklerinden çok, bir gazetecinin kanal ve filistin cephesindeki gözlemlerini aktarıyor desek daha doğru bir tanım olur. yani bir tarih anlatımı değil, gazetecilik anılarıdır bu kitap. yazar, basının hemen hemen hiç özgür olmadığı bir devirde yaşamış olmasından kaynaklı olsa gerek siyasi toplara ve işlerin tarihsel sonucuna mümkün mertebe girmemiş. kitapta nokta atışı çok güzel tespitler olmasına rağmen yine de kaypak bir tutum gördüm. ermenilerin tehciri konusunda cemal paşa'yı masum gösterecek bir iki anekdot var. neredeyse bütün tehcir, neredeyse enver ve talat paşa'nın işi gibi gösterilmiş. ayrıca m.kemal'in askeri olarak bir felaket yaşadığı ve biyografilerinde hızlıca geçiştirilen suriye muharebelerinden kesinlikle bahsedilmemiş, "m.kemal, halep'te ingilizleri durdurdu" gibi bir sözle dışında kendisinden hiç bahsedilmemekte. tüm bunların yanında pozitif yayınlarının baskısında çok fazla imla hatası olduğunu da söyleyeyim. Zeytindağı Pdf indir
Zeytindağı Kitabından Alıntılar Alıntı-1 Mustafa Kemal, Büyük Harp'e girme aleyhinde idi:Kafa ve sanat adamı olduğu için! Mustafa Kemal, Kurtuluş Harbini bırakma fikrinde asla bulunmadı: Vatan adamı olduğu için. Alıntı-2
Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz istasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene: - Benim Ahmed'i gördünüz mü? diyor. Hangi Ahmed'i? Yüz bin Ahmed'in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor: - Bu tarafa gitmişti, diyor. O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Sarıkamış'a mı, Bağdat'a mı? Ahmed'ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed'ini görsen, ona da soracaksın: - Ahmed'imi gördün mü? Hayır... Hiçbirimiz Ahmed'ini görmedik. Fakat Ahmed'in her şeyi gördü. Allah'ın Muhammed'e bile anlatamadığı cehennemi gördü. Şimdi Anadolu'ya, batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu'dan utanır gibi, hepsi İstanbul'a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor. Anadolu Ahmed'ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz. Ahmed'i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek... Fakat biz Ahmed'i kumarda kaybettik Alıntı-3 Bir sabah kumandanın odasına girdiğim zaman, gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm. Kudüs İngilizlerin elinde idi. Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştuklarını masanın üstünden aldığım şifreli telgraftan okudum. Kudüs'ü İsrailoğulları gibi bırakmadık. Türkler gibi bıraktık. Alıntı-4 Vatan Mustafa Kemal'in kararı bu değildi. Vatan ve istiklali idi. Ve en iyi kanunu arayıp buldu: "Milletin nesi var, nesi yoksa yüzde kırkını vatan savunması için verecektir." Sakarya, Dumlupınar, İzmir ve Lozan... hepsini böyle ödedik. Mustafa Kemal, Büyük Harp'e girmek aleyhinde idi: Kafa ve sanat adamı olduğu için! Alıntı-5
- Siz Siyonizme karşı mücadele etmekle aldanıyorsunuz bu toprakları bizim kadar kimse imar edemez. Çünkü bizim kadar kimse sevemez! dedi. Nefret etmiştim: - Siz bu topraklara buğday ekiyorsunuz, biz kanımızı ve kemiklerimizi gömüyoruz, demek istiyordum. Alıntı-6 Bizim emperyalizm, Osmanlı emperyalizmi, şu ana fikir üstünde kurulmuş bir hayal idi: Türk milleti kendi başına devlet yapamaz! Alıntı-7 İfratlar bırakılırsa, bürokrasiye karşı her türlü şiddet benim hoşuma gider. Bürokrasi bilhassa bizde tembelliği, kafasızlığı, kötü niyeti, bilgisizliği meşrûlaştırmak demek olmuştur. Alıntı-8 Aşağıya doğru öteki misafirlerin arasında bir kurmay göze çarpıyordu. Sarışın, sert ve bakınırken gözlerine takılmamak imkânsız! Hacı Âdil, arasıra ona dönüyor. Belli ki, rütbesi ile nisbetsiz bir önemi var. Biz meşrutiyetin komitacılık âleminde bu önlemlere alışmıştık. Salondan çıktıktan sonra, Hacı Âdil'e bu zatın kim olduğunu sordum. - Mustafa Kemal Bey, dedi. Sonra biraz şaşıca gözlerini manalaştırarak, ilave etti: -Yamandır! Alıntı-9 "Bizden Belgrad’ı aldıkları zaman, düşman delegeleri ,Niş kasabasını da istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak: - Ne hacet, dedi, İstanbul’u da size verelim. Babalarımız için Niş, İstanbul’a o kadar yakındı. Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girid’i ve Medine’yi bırakırsak, Türk milleti yaşıyamaz sanıyorduk. Çocuklarımızın Avrupa’sı Marmara ve Meriç’te bitiyor." Alıntı-10 “Hür bir fikir eğitimi görmeyenlerle anlaşmak imkanı var mıdır? Onlar da gerçeğin yüzde yüz yergi ile yüzde yüz övgünün tam ortasında olduğunu bilmez değillerdir. Fakat eski zamanların kulluk ahlakına esirdirler." Zeytindağı Pdf indir