Pendik Belediyesi Batı Mahallesi, 23 Nisan Caddesi, No:11 Pendik / İstanbul Çağrı Merkezi: 444 7635 www.pendik.bel.tr Bu sergi kitabı, 29 Eylül - 07 Ekim 2012 tarihleri arasında Pendik Marintürk istanbul City Port’da düzenlenen ‘Pendik Uluslararası Geleneksel Sanatlar Buluşması’ anısına Pendik Belediyesi tarafından hazırlanmıştır.
Sunuş
İnsanlık tarihi kadar köklü bir geçmişe sahip geleneksel el sanatları, medeniyetlerin kültürel mirasının taşıyıcısı olarak her şeyin tek tipleştiği günümüz dünyasında ayrı bir önem arz etmektedir. Teknolojik gelişmeler ekseninde üretim biçimlerinde meydana gelen yapısal değişimlerin olumsuz sosyal etkilerine karşı kültürel mirasın korunmasında geleneksel el sanatları bir dalgakıran vazifesi ifa etmektedir. Günümüzde kaybolmaya yüz tutan yüzlerce geleneksel sanatımızın ve zanaatlarımızın altında yatan tevekkül, sabır, emeğe saygı, usta-çırak ilişkisi, liyakat gibi değerler yüzyıllar içinde Anadolu’yu mayalayan kültürümüzün de özünde taşıdığı değerlerdir. Geleneksel el sanatlarımıza destek olmak ve yaşatılması için çalışmak buradan hareketle öz kültürümüzün de korunması ve yeni nesillere aktarılması misyonudur. Pendik Belediyesi bu misyon çerçevesinde Türkiye’den ve 8 ayrı ülkeden 35 sanatçımızı 8.sini düzenlediğimiz Uluslararası Geleneksel Sanatçılar Buluşması ile ilçemizde misafir ediyor. Uluslararası İstanbul Boat Show Fuarı ile (29 Eylül - 07 Ekim) eş zamanlı olarak Pendik Marintürk İstanbul City Port’ta gerçekleştirilecek etkinlikte halkımız hem sanatçıların üretim süreçlerine tanıklık edebilecek, hem de nadide el sanatları ürünlerini satın alabilecekler. Bu etkinlik ile birlikte bir araya gelecek yerli ve yabancı sanatçıların bilgi ve tecrübe paylaşımının gelecekteki farklı etkinliklerin kapısını da aralayacağını umuyorum. Ev sahipliği yaptığı pek çok kültür ve sanat etkinlikleri ile artık bir marka haline gelen Pendik’imizin, 8. Uluslararası Geleneksel Sanatçılar Buluşması ile İstanbul’un ve ülkemizin tanıtımına da büyük bir katkı sağlayacağına inanıyor, tüm sanatçılarımıza teşekkür ediyorum.
Kenan Şahin Belediye Başkanı
Sedef Kakma - Bakır İşleme
04
Sedefçilik, her ne kadar bazı kaynaklar Sümer Sanatında sedefin traş edilerek ahşaba uygulandığını, Uzak Doğu ve Güney Asya’da Hint Sanatında sedef süslemelere rastlandığını bildirirlerse de, sedefin en yaygın ve en gelişmiş şekliyle Türk– Osmanlı Sanatında görüldüğü bilinir. İlk örneklerine 15. yüzyıl sonlarında rastlanmış, Edirne’deki tek kubbeli Beyazıt II. Camii’nin kapı kanatlarında görülen sedef işçiliğinin 16. yüzyılda olgunluk devresine girdiği, kapı, pencere, dolap kanatları, kürsü, çekmece, Kur’ân muhafazası, rahle, masa, koltuk, kanepe, sehpa gibi mobilyalar, silah kabzası, nalın, körük, tütün tabakası, kahve takımı vb. gibi tüm ahşap eşyada görülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu döneminde geniş kullanım alanına sahip olan Sedef işçiliğinin, Enderunlu ustalarca yapılmış örneklerini günümüzde tarihî müzelerde görmek mümkün. Gaziantep’te halen ve kendini yenileyerek sürdürülen bu sanatın, yaşayan kaynaklardan edinilen bilgiye göre, 1963 yılında başladığı bilinmektedir. Ceviz, maun, gül gibi sert ve dokusu sıkı ağaç tercih edilerek yapılan Sedef kakmada, kurşun, kalay, gümüş ve alpaka tel, motiflerin çevresini süslemede kullanılır. Sedef ise, tatlı sudan çıkarılan istiridye kabuğudur. Sedef yerine ya da sedef ile birlikte boynuz, bağa, fildişi ve kemik de kullanılmaktadır. Sedef işçiliği, ‘oyma’ ve ‘kakma’ usulü ile yapılır. Sedef kakmacılık işine “Sedefkâri”, Sedef Kakma yapan ustaya “Sedefkâr” denilmektedir. Bakır işlemeciliği çok eski tarihlere dayanan bir sanattır. Bakır, yüzyıllar boyunca çekiçlerle dövülerek şekillendirilmiş; kazan, bakraç, tas, kâse vb. biçimine getirilerek kullanılmıştır. Geleneksel bakır el sanatlarımıza son yüzyılda “bakır el işlemeciliği” diye adlandırılan yeni bir el sanatı daha eklenmiştir. Özellikle Erzincan’da gelişerek yaygınlaşan bakır el işlemeciliği, bakır eşya üzerine, “kalem” adı verilen tornavidaya benzer çeliklerle gerçekleştirilir. Bakır üzerine yapılması düşünülen desen, ya sanatçı tarafından kopya kullanılmadan işlenir ya da özellikle klasik hat ve süsleme örnekleri bakır üzerine karbon kâğıt ile kopyalanır. İnce kalemle hatlar işlenir. Kalın kalemlerle desenlerin içleri doldurulur. Kimi desenlerde bazı bölümlere işlendikten hemen sonra gümüş suyu sürülür. Bu bölümler, beyaz bir görünüme kavuşturulur, diğer bölümler sonra işlendiği için kırmızı kalır. Hava ile temas edilerek bozulmaması için eser verniklenir. Bakır el işlemeciliği, son yıllarda özellikle hızlı üretim amacıyla makine el işçiliğine dönüşmüş, ne yazık ki orijinalliğini kaybedecek noktaya gelmiştir.
MUZAFFER DEMİR Sedef Kakma - Bakır İşleme / GAZİANTEP MUZAFFER DEMİR 1965 yılında Gaziantep’te doğdu. Sedefçilik ve bakır sanatına, babası Remzi Demir’in yanında çırak olarak başladı. Öğrenimi boyunca mesleğine devam etti. Kültür ve Turizm Bakanlığı sanatkârı olarak Gaziantep’te sedef kakma ve bakır sanatını halen sürdürmekte olup; ulusal ve uluslararası birçok sergide ülkemizi ve Gaziantep’i başarıyla temsil etmiştir.
Yemeni
06
Gaziantep’te yemeniciliğe “köşkercilik”, yemenicilere “köşker”, yemeni ustalarına da “köşker ustası” denilmektedir. Köşker kelimesi Farsça “keşfger” kelimesinden gelmiş olup, ayakkabı yapan anlamına gelmektedir. Yemeni ilk defa Yemen’de Yemen–i Ekber isminde bir kimse tarafından icat edilmiş ve kendi ismini vermiştir. Daha sonraları yemeni Yemen’den Halep’e, Halep’ten de Güneydoğu Anadolu’ya intikal etmiştir. Gaziantep Şanlıurfa Kahramanmaraş, Diyarbakır, Antakya, Adana’ya kadar yayılmış olan yemeni yapımcılığı zaman içerisinde Gaziantep ve Kilis dışında diğer ilerde tamamen bitmiştir. Yemeni esas olarak gön ve yüz olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Gön, manda ve sığır derisinden yapılmış olup, yere gelen kısım ile bunun üzerine dana derisinden yapılmış taban kayışı ve bezlerden ibarettir. Yüz ise sırt ile birbirine birleştirilmiş ve çirişle yapıştırılmış sahtiyan ve meşinden oluşur. Yemeni yapımında 5 hayvan derisi kullanılır. Alt taban manda veya sığır derisinden, yüzü keçi derisinden, iç astar koyun derisinden, iç taban sığır veya keçi derisinden, kenarı oğlak (sızı) derisinden yapılır. Yemeni imalatında kesinlikle plastik madde kullanılmaz. Tüm dikişler elle yapılır. Ökçesiz olup tersinden dikilir. Düz tarafı çevrilir ve asıl giyilecek durumunu alır. Düz tarafı çevrildikten sonra kalıplanır. Etrafı düzgünce kesilir, kalıptan çıkarılır, kenar dikişi yapılır, satışa ve giyime hazır hale getirilir. Diğer ayakkabılarda ise bu özelliklerin çoğu bulunmaz. Yemeni sağlık açısından çok sıhhatli bir ayakkabıdır. Ayaklardaki mantar ve nasır oluşumunu ayak parmakları arasındaki pişikleri önler. Yemeninin üst tabanı ile alt tabanı arasındaki kil, insan vücudundaki elektriği toprağa verir ve insan vücudunu rahatlatır. Ayakta koku yapmaz. Çünkü gözenekli deriden yapıldığından teri dışarıya verir. Yemeniler renklerine, büyüklüklerine ve şekillerine göre adlar alır. Renklerine göre: Siyah yemeni: merkup, pantof, kulaklı. Mor yemeni: annubi. Kırmızı yemeni: gül şeftali ve nar çiçeği. Büyüklüğüne göre: Çocuk yemenisi: metelik, Küçük hasbe: 7 yaş için, Büyük hasbe: 9–10 yaş için, Vastani: 34–35 numara, Orta ayak: 36–37 numara, Zegender: 38–39 numara, Ges: 40–41 numara, Lorba: 42–43 numara, Uzger: 44 numara, Uluayak: 45 numara, Zelber: Daha büyük ve hiçbir numaraya uymayan yemeniye verilen isimdir. Şekillerine göre: Halebî: Daha ziyade köylüler tarafından kullanılır. Merkup: Daha çok durumu iyi olanlar tarafından kullanılır. Burnu sivri: Daha çok köylüler tarafından kullanılır. Kulağı uzun: Daha çok şehirde giyilir. Eğri simli: Gümüş telle işlemelidir.
ORHAN ÇAKIROĞLU Yemeni / GAZİANTEP ORHAN ÇAKIROĞLU Bütün dünyada gişe yapan filmlerden iki tanesi, Truva ve Harry Potter filmlerinde kullanılan ayakkabılardan bazıları bir Türk ustasının elinden çıkmış ve Gaziantep’te imal edilmiş. 43 yaşınndaki Orhan Çakıroğlu, baba-ata mesleği olan yemeniciliğin dördüncü kuşak temsilcisi. Eskiden yüzlerce yemenicinin bulunduğu Anadolu’nun en renkli çarşılarından biri olan Gaziantep Çarşısında, dededen kalma yemeniciliği geleneksel siyah ve kırmızı renklerinde üreterek sürdürüyor. Hayri ustanın oğlu Orhan Çakıroğlu başlangıçta siyah ve kırmızı renklerin büyüsüne kapılmış. Bir daha bu meslekten ayrılamamış. Fakat, zamanla kırmızı ve siyah geleneğinin dışına çıkarak, yemeninin kapısını her renge açmış taleplere göre yeni modeller, motifler geliştirmiş.
Mutteka ve Gübârî Hat
08
Teber (dervişlerin yolculukları sırasında taşıdıkları 70–100 cm uzunluğundaki hafif balta), nefir (dervişlerin yolculukları sırasında yanlarında bulundurdukları öküz boynuzundan yapılmış ses çıkaran bir tür boru), keşkül ü fukara (metalden ya da hindistan cevizi kabuğundan yapılmış yemek kabı) tarikatler tarihi açısından ve dervişlerin gündelik hayat eşyaları açısından ilginç detaylar. Geçmişte dervişlerin kulandığı tefekkür bastonu olan mütteka, özellikle binbir gün süren ve en basit işleri icra ettikleri öğrenim süreci içinde, kırk gün ve gece neredeyse fazla yemek yemeden ve uyumadan kendilerini duraklamaksızın ibadete verdikleri imtihan esnasında kullandıkları bir tür baston. Yorgun düştüğü vakit derviş başını, alnını veya yüzünün başka bir bölümünü ya dinlenmek ya da kısa bir süre için meditasyona girmek için bu âsâ üzerine yaslıyordu. 1700’lü yıllarda çok kullanılan mütteka, 1925 yılında Türkiye’de derviş dergâhlarının yasa gereği kapanmasıyla tarihe karıştı. Anlamı Arapçada dayanak olan ve kestane ağacından yapılan bu desteğin bazı modellerinde alt destek kısmî keçi kemiğiyle de kullanılabiliyor. Mütteka, özel gümüş işlemeleriyle ve gubarî hat yazım sanatıyla gâyet ince bir şekilde süslenebiliyor. Mikroskop altında, tilki bıyığının tek bir kılından yapılmış fırçasıyla, mercimek ya da beyaz fasulye taneleri ya da seramik üzerinde icra edilen gubarî hat yazımı sanatını 1985 yılından beri sürdürüyor. Çizgi ya da hâttın karmaşıklığına göre, bir örneği gerçekleştirebilmek için bir ilâ üç gün’e kadar bir işçilik gerekebilir. Unutulmuş geneleksel sanatlara yeniden hayat veren bu çok özel ustanın, derviş —özelikle Konya’dan— veya kolleksyoncu olan ve arzuya göre mütteka, teber, keşkül ü fukara ve hatt–ı gubarî gibi ürünler, gündelik hayatımız içine yeniden girmiş olmaktadır.
NECATİ KORKMAZ Mutteka ve Gübârî Hat / ANKARA NECATİ KORKMAZ 1963 Ankara doğumlu Necati Korkmaz, geleneksel ve unutulmuş Türk sanatlarına otuz seneden beri süregelen bu yakın ilgiyi duymadan evvel antropoloji eğitimi görmüş. Arşivlerde ve eski minyatürler üzerinde uzun araştırmalar yaparak tekke sanatları dalinda uzmanlaşmıs daha sonra. Sanatçı, 1985 yılından beri gubarî hat yazımı (gözle seçilemeyecek küçüklükteki hat yazılarının mercimek gibi minik objelerin üzerine mikroskop altında, tilki bıyığının tek bir kılından yapılmış fırçayla yazılması) ve mütteka yapımı (tefekkür bastonu, dervişlerin 40 günlük çile dönemlerinde yatıp uyumadan birkaç saniyelik uyuklamalarla uyku hâlini geçiştirmek için çene altına destek yaptıkları bir tür bastondur. Bir diğer kullanım amacı da derin düşünceye dalındığında başa destek yapmaktır) ile uğraşmaktadır. Kişisel çabaları ile öğrendiği bu sanatların Türkiye’deki tek temsilcisidir.
Beykoz Cam
10
19. yüzyılda İstanbul’da çok orijinal ve yerel özellikte cam eşya yapan atölyelerin varlığını görmekteyiz. İlki Boğaziçi’nin Anadolu kıyısındaki Beykoz cıvarında, bir Mevlevi dervişi olan Mehmet Dede tarafından kurulmuştur. Bu imalathanede fincan, sürahi, vazo, reçellik, gülabdan ve üzeri yaldızlı nakışlarla süslenmiş beyaz süt rengi veya saydam olmayan mavi renkte bir cam hamurundan yapılmış eşyalar üretilmiştir. Adını ilk yapıldıkları yerden alan bu ürünler Beykoz camları olarak anılmaktadır. Beykoz işlerini Avrupa ürünlerinden ayıran özellikler vardır. Beykozların arkasından ışık tutulunca kırmızı renkte yansıma olmaktadır. Bunun Beykoz camları içerisinde bulunan kumun özelliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Diğer özellikler ise kesme öbeği veya çukuru denen izlerin olması, kulp ve ayakların yapıştırılma şekillerinin farklı olmasıdır. Beykoz’da kristal cam ve opal camdan çeşitli eşyalar yapılmıştır. Beykozların renksiz saydam camdan ve renksiz kristalden yapılmış olanlarının, renkli opal camlardan daha eski oldukları söylenir. Bezeme olarak hakim olan şekiller yaldızlarla yapılmış bitkisel motifler, gül ve özellikle maydanozdur. Bu sebepten Beykozların bir türüne “Maydanozlu” denmektedir. Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecit, İstanbul Beykoz semtinde cam fabrikası kurdurmuş, Beykoz ya da İstanbul işi diye adlandırılan can eşyalar yapılmıştır. Burada yapılan üzeri damarlı bardak, sürahi, gülabdan, vazo, şişe gibi cam eserler “Çeşm–i Bülbül” olarak tanınmıştır.
CEZAYİR YURDAKUL Beykoz Cam / İSTANBUL CEZAYİR YURDAKUL Sanatçı ünlü Beykoz camlarını üretmeye devam eden sayılı elsanatçıları arasındadır. Beykoz camları Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) Beykoz’da kurulan fabrikada üretilmekteydi. Beykoz camlarının en önemli özellikleri renksiz ya da renkli kristal kesme ve opal camlar üzerinde 24 ayar altın bezemelerin kullanılmasıdır.
Ahşap Oyma ve Sedef Kakma
12
Oymacılık, ağaç, tahta, taş, maden üzerine olmak üzere başka başkadır. Ağaç ve tahta üzerine yapılan oymacılığa kaatıccılık ve taş üzerine yapılan oymaya senktraşî veya naht, madenî eşya üzerindeki kabartmalara da nakr denilirdi. Ağaç üzerine yapılan oymalar minber, kapı, pencere kapağı, rahle gibi büyük ve enfiye kutusu, arka kaşağısı, müttekâ, küçük çerçeve ve el aynaları çerçeveleri gibi küçük kıtalarda olarak iki kısımdı. Naht denilen taş oyması ayinatı bazı cami minareleri şerefeleriyle çeşme taş çerçeveleri, hamam kurnaları, ayna taşları, mezar taşlarıve buna mümasil yerlerde kullanılan bir sanat olup bugün bunun yüzlerce numunesi görülmektedir; nakr san’atına ait işler de bugün müzelerimizi süsleyen şamdan, buhurdan, kandil, ibrik, silah, sahan ve hamam tası mangal ve benzeri üzerlerindeki ince ve zarif aaayinattır; kuyumculukta bu sanat erbabına kalemkâr denilirdi. Anadolu Selçukluları devrinde pek ilerlemiş olan oymacılık Eşref, Karaman, Aydın ve Candar beyliklerinde de kuvvetini muhafaza etmiş ve Osmanlılarda ise en orijinal şekillerini göstermiştir; Bursa’da Ulucami’nin abonoz üzerine oyulmuş fevkalâde sanatkârane olan minberi ve Yeşiltürbe kapılarını 824 H. 1421 M. de Hacı Ali bin Ahmed isminde bir sanatkâr yapmıştır. Yeşil Cami’in muhtelif şekildeki pencere kanatları da fevkalâdedir. Türk ince sanatlarından biri de kakmacılıktır ki bu da oyulan mâden veya ağacın içine fildişi, tel, sadef, kemik vesaire ile vücuda getirilen aaayinattır; bunlardan bir haylisi müze, cami ve türbelerde görülmektedir. Süleymaniye’deki İslâm Eserleri Müzesi ile Topkapı sarayı ve Askerî Müzede bu sanat eserlerinden çok vardır. Kakmacılığın sedef işleriyle meşgul olan sanatkârına sedefkâr ismi verilmektedir.
HÜSAMETTİN YİVLİK Ahşap Oyma ve Sedef Kakma / İSTANBUL HÜSAMETTİN YİVLİK İstanbul’da 1947 yılında Beyazıt’ta doğdu. İlkokulda; patates baskısı, ortaokulda; karakalem, suluboya, lisede; yağlıboya, karikatür yaptı. Daha sonra mülaj, alçı kalıp, maran gözlük, şablon çıkarma, pistole şablon yazma, ahşap oyma ve ajur (testere) san’atında tecrübe sahibi oldu. 1982 yılında Selçuklu Atölyesini kurdu. 1985-1995 yılları arasınsa teimer (zamanlı swich) tamiri ve imalatı yaptı. 1995 yılında profesyonel olarak ahşap oyma, ajur, kakma ile sanat hayatını sürdürdü. Sanatçı, ahşap oyma, ajur ve kakma sanatlarında eserler verdi.
Telkâri - Kazaziye
14
Telkâri Kısaca gümüş tel işleme sanatı anlamına gelen “telkâri”, ince tel haline dökülen gümüşün bükülmesiyle oluşturulan küçük motiflerin bir araya getirilmesi olarak tanınır. Tümüyle el işçiliğine dayalı bir sanattır. Telkâri ürünlerimizde kesinlikle gümüş dışında herhangi bir maden kullanılmamaktadır. Telkâri sanatı ile yaygın olarak tütün kutusu, takunyalar, aynalar, tepsiler, kemerler, küpeler, kolyeler, düğmeler ve yüzükler yapılabiliyor. Kazaziye İncecik, dantelvari işlemecilik sanatı olan telkârinin tarihi geçmişi de oldukça eskiye dayanıyor. Bilimsel araştırmalarının bulguları referans alınarak geliştirilen tezlere göre, maden sanatının ilk adresi Anadolu’dur. 8000 yıldan uzun bir tarihe sahip olan Çatalhöyük’te yapılan arkeolojik kazılarda çıkarılan bakır ve kurşundan yapılmış süs eşyaları da bu tezi kuvvetlendirmektedir. Arkeolojik kazılardan elde edilen bulgulara göre, telkâri tekniğinin MÖ 3000 yılından beri Mezopotamya’da MÖ 2500’den bu yana da Anadolu’da kullanıldığı anlaşılmaktadır. Göz zevkini el emeği ile buluşturan bir sanat olan telkaride, Anadolu kadınında gönülden geçenin oyada buluşması neyse, ustanın aklından geçenin gümüş ile buluşmasının tılsımı da odur. Tıpkı hayat gibi incecik damarların her birinde emeğin bereketi vardır ve hayat telkarinin her kıvrımında bir hikmet saklar. Kazazlık zanaatı Osmanlı aracılığı ile Anadolu’nun belli yerlerinde yapılmış günümüze ulaştırılmıştır. Kazazlık işleri ibrişim üzerine burularak sarılmış 008 ve 009 mikron saç teli inceliğinde 1000 ayar gümüş 24 ayar altın tellerle yapılan ve Trabzon’a mahsus bir sanattır. I. Dünya Savaşından önce Trabzon’da 60 tane kazaz dükkânı olduğu söylenir. Trabzon’da Rumlar da kazazlık yaparlardı. Kazazlık Zanaatına “zıtka mintan” ile köylülerin giydiği giysiler de girerdi. Osmanlı döneminde ise “kaftanları” süslerdi. Yine o dönem de kadınların şallarının kenarlarına şerit olarak dikilir; bu şeritlere püsküller takılırdı. Kazazlık el emeği göz nuru bir zanaattır. Kazaz işi sekiz,on motiften oluşur, bu motifler işlenir sonra montaj yapılır. Gümüş teller “çıkrık” adı verilen bir makine ile sarım yapılır. Bitmiş sarımın kalınlığı 0.3–0.5 milimetredir. Kazaz işlerinde kullanılan temel örgü ipi budur. Örgü sırasında sarım işleri tığ, şiş ve minik top altlıkları üzerine uygulanır. Daha sonra şiş ve tığlardan çıkarılır. İlk zamanlar toplar; kurşun toplarının üzerine sonra çirişli üçgen bezlerden yapılan minik toplara şimdi ise ahşaptan yapılan topların üzerine örülmektedir. Kazazlık işlerinde halen uygulanmakta olan temel örgü formları dört türlüdür; bunlar balıksırtı, sürgü, top ve ajürdür.
ERCAN TABAKOĞLU Telkâri - Kazaziye / TRABZON ERCAN TABAKOĞLU Trabzonlu telkari ustası aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı sanatçısı olan Hasan Tabakoğlu’nun oğlu Ercan Tabakoğlu uluslararası fuarlarda Trabzon’a özgü telkarinin tanıtımına katkı sağlıyor. Cumhuriyet döneminin başlangıç dönemlerinde kazazlık işini yapan üc aile olduğu biliniyor. Abdullah Eltan, Orhan Karaçil’in amcası Celal ve 3. kuşak olan Hasan Tabakoğlu, Tabakoğlu ailesi 30’u aşkın çalışanı ile beraber kazazlık sanatını sürdürmektedir. Tabakoğulları örgü formları tekniğini geliştirerek ürünlere ayakkabı, çanta, kemer, muskalık, ekledi. Hatta “hasır ve kazazı” birleştirerek yeni tasarımlar yaptılar. Çok geniş bir ürün yelpazeleri bulunuyor ve genişlemeye devam ediyor. Babası Hasan Tabakoğlu, 2004 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından eğitimci hocalık belgesiyle ödüllendirildi. 43 yıldır zanaatına büyük titizlikle devam eden Tabakoğlu ailesi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlemiş olduğu yurt içi ve yurt dışı fuarlarına katılıyor. Oğlu Ercan Tabakoğlu; Kazazlık zanaatını kendi ülkelerinde yapması karşılığında, çeşitli ülkelerden vatandaşlık daveti almıştır. Ülkesine ve şehri Trabzon’a ait bu sanatı başka ülkelere mal etmek istemediği için teklifleri rededen, “Kazazlık Türkiye’ye ve Trabzon’a özgü bir sanattır ve öyle de kalacaktır.” diyen babasının izinde emin adımlarla devam etmektedir.
Yazma İnce dokunmuş basmanın üzeri işlemeli ve desenlilerine verilen isim. Yazma kadınların ve genç bekar kızların kullandığı günlük ve özel günlerde giyilen başörtüsüdür. Giyilen biçimlerine göre ikiye ayrılır. Yazma pamuktan elde edilen kumaşlara basılan Anadolu motifleri ile süslenen bir kadın örtüsüdür. Eski tarihlerde ıhlamur ağaçından yapılan kalıplar ve kök boya ile 6 renk olarak imal edilirdi. Yeni teknoloji gelişimi ile Bilgisayar destekli desen tasarımı yapılan Yazma 12 renge kadar basılır. Kadınlar ve genç kızlar kenarlarına oya işleyerek çeyizlerine koyarlar.
16
TAHSİN İSTENGEL Yazma / İSTANBUL TAHSİN İSTENGEL 1957 yılında İstanbul’da doğdu. 1989 yılından bu yana, yazma üzerine çalışmaktadır. Çanta, yelek, ceket, kartlar, koşucular, şal, masa örtüsü ve kendi atölyelerinde perde gibi ürünler tasarlamakta ve yapmaktadır. Halen Pendik Belediyesi’nde İstanbul yazmaları üzerine kurs eğitmenliği görevini sürdürmektedir.
Lüle Taşı
18
“Beyaz altın” olarak anılan lüle taşının, beyaz, sarımtrak, gri ya da kırmızımsı ve mat renklileri vardır. Toprağın 20–60–130 metre derinliklerinde, irili ufaklı yumrular hâlinde bulunur. Küçük yumrular, derinlere açılan kuyular ve kuyulara bağlı tüneller kazılarak toplanır. Bu kuyuların bir kısmı kuru, bir kısmı suludur. Sulu olan kuyuların taşları daha makbuldür. Pensilvanya, Güney Karolina, Utah, Meksika, Madrid, Nayirobi gibi değişik yerlerde de lületaşı üretilmektedir; Ancak bunlar önemsiz ve düşük kalitededir. En kaliteli lületaşı Eskişehir’de bulunmaktadır. Kururken nem ve gazın içindeki artıkları bünyesinde tutma özelliği ile, çok uygun bir pipo malzemesi olduğu gibi, pek çok sanayi dalında kullanılan iyi bir absorban, filtre, yalıtım ve dolgu malzemesidir. Başlangıçta tamamı ihraç edilerek Avrupa’da işlenen ham lületaşları, günümüzde, Cumhuriyet döneminde yetişmiş skişehir’li ustalar tarafından işlenmesi sağlanmıştır ve tamamı yurtiçinde yapılır hâle gelmiştir. Zarif narin yapısıyla tamamen özgün bir malzeme olan lületaşının artık sadece tütün için araçları değil, kullanım ve estetik değeri yüksek yepyeni eserler de üretilmektedir. Yer altından çıkarılan lületaşı bünyesindeki nemi kaybetmediği sürece kolay olarak işlenebilir. Lületaşı işlemeciliği, yetenek, tecrübe ve sabırlı bir çalışma gerektiren zor fakat zevkli bir el işçiliğidir. Özel olarak biçimlendirilmiş bıçaklarla lületaşı üzerinde her türlü işleme yapılabilir. Genellikle ustaların kendilerince hazırlanan bu bıçakların ve benzeri araçların sayısı bazen elliye yaklaşır. Uzun süreli çalışmalarda nemini kaybederek sertleşen taş suya batırılarak yeniden yumuşatılabilir. Taşın doğal biçimine en uygun modelinin seçilmesi işletmede esastır. Böylece, taşın mümkün olan en az fireyle değerlendirilmesi sağlanır. Model konusunda en önemli kaynak gözlem ve ustaların hayal gücüdür. Tasarlanan biçimde işlenen lületaşı endirekt ısıyla uzun sürede kurutulur ve çok ince zımparalanır. Tamamlanan lületaşı eserler beyazlatılmış ve yeteri kadar ısıtılmış balmumuna batırılarak cilalanır. Yüzeyden itibaren sıcak balmumu emdirilmiş lületaşı eserler ovularak parlatılır. Bu esnada şeffaf krem / sarı renk alan lületaşı, fildişine benzer bir görüntü kazanır. Bu yüzyılın başlarında, özellikle, hanımların parça taşlardan el tornalarında boncuk çekmesiyle başlayan lületaşı işlemeciliği, Cumhuriyet yıllarından itibaren çok yönlü olarak gelişmiştir. Çinlilerin taklit edemeyeceği tek ürün olarak adlandırılan lületaşının çıkarılması ve işlenmesi konusunda yatırımcı bulunmasında zorlanılmaktadır.
HÜSEYİN SAVUN Lüle Taşı / ESKİŞEHİR HÜSEYİN SAVUN Eskişehir’in Beyazaltın Köyü’nde ikamet eden Hüseyin Savun 2 çocuk babasıdır. 1978’de ilkokulu bitirdikten sonra bu mesleğe çırak olarak başlayan Savun, lüle taşı oymacılığına 30 senesini vermiştir. Bu meslekte çırak bulmanın çok zor olduğunu belirten Savun oğlunu çırak olarak yetiştiriyor. Savun, aynı zamanda Ankara’da bulunan Altıneller Geleneksel El Sanatları Derneği (ALDER) üyesidir. 2000 senesinden beri Bakanlığın başlatmış olduğu festivallere katılmaktadır. Şu anda bir firmada çalışıp arta kalan zamanlarda bu mesleği icra eden Savun Yurt içi festivallerin yanı sıra Hollanda ve Almanya’da yapılan etkinliklerde de ön plana çıkan bir üstat. Ayrıca Hüseyin Savun, Bakanlığın yapmış olduğu yarışmada kendi dalında (taş bölümü) “Mansiyon Ödülü”nün de sahibi.
Dokuma
20
Dokuma tekniğinin ilk olarak ne zaman ve nerede başladığı tam olarak bilinmese de hiç kuşku yok ki dokuma sanatı, genel bağlamda, Ortaasya’da başlamıştır. Yörük ya da göçebelerin büyük bir nüfus patlaması neticesinde Asya’nın batılarına göç edip kendilerine yaşamak için daha uygun alanlar aramaya başladıklarında göçebeler şiddetli bir çok hava koşullarına maruz kalmışladır. Bu nedenle çadırlarını kurmak için keçi yünü kullanmaya başlamışlardır. Keçi yünü koyun yününe nazaran çok daha uzun ve sıkıdır. Düz dokuma tekniği bu anlamda ilk defa göçebe tenteleri yapmak için kullanılmıştır. Küçük bir kızın saç örgüsü at kuyruğundaki kısa ve sıkı saçların dışarı çıkması gibi keçi yünü de dokuma kumaşın dışına çıkarak düz dokuma çadırındaki delikleri kapar ve çadırı adeta su geçirmez bir halde getirir. Daha sonraları, bu göçebe insanlar çadırlarının toprak zeminindeki rutubetten kendilerini korumak ihtiyacı duymuşlardır. Bu yüzden düz dokuma tekniğinin aynısını kullanarak “Kilim” adını verdikleri zemin kaplamalarını üretmişlerdir. Dokuma motiflerinin çoğu bir takım sembol betimlemeleri yansıtır. Yörükler keçi yününden kilimler dokuyarak bunları sıcak battaniyeler olarak kullanıyorlardı. Kilimler ayrıca çadırların içinde bölmeler yaratmak için kullanıldığı gibi bebek beşiklerinde de kullanıldı. Daha sonraları hayvan postlarının kullanımını model alarak, göçebeler bu düz dokumalarına (pile) eklemeye başladılar. Bu ilk pile kilimleri oldukça esneklerdi. Göçebeler bu kilimleri kolaylıkla katlayıp atların sırtlarına atarak bunları uzun yolculukları esnasında uyku çantaları olarak kullanmaktaydılar. Türk halıları, ister düğümlü ister düz dokuma olsun, Türkler tarafından üretilmiş bilinen en mükemmel sanat şeklidir. Halılar her zaman pamuk ya da yün, nadiren de ipek eklemeleri el yapımı olurdu. Bu halılar soğuğa karşı doğal duvar görevini görmekteydiler. Düz dokuma kilimler ise sıklıkla batteniye, perde ya da koltukların üzerine konulan kaplamalar olarak kullanılırdı. Türk halıları, tüm dünyadaki ev eşyaları arasında en çok satılanlarıdır. Zengin renkleri, sıcak tonları ve olağanüstü dokuları ile geleneksel motifleri Türk halılarının 13. yüzyıldan bu yana koruduğu mevkide büyük bir paya sahiptir. Türk Kilim ve Halı dokumacılığının Anadolu’daki yayılması ve gelişmesi Selçuklu İmparatorluğu dönemine rastlamaktadır. Dokuma sanatı Anadolu’ya 11. yüzyılın sonları ve 12. yüzyılın başlarına doğru en güçlü dönemini yaşamış olan Selçuklular tarafından tanıtılmıştır. Bir çoğu halen belgelenememiş sayısız halı parçasının yanı sıra, Selçuklu kökenli 18 adet halı ve parçası bulunmaktadır. Bilinen en eski Selçuklu halıları 13. ve 14. yüzyıllardan kalmadır.
FATMA ÇAYLALI Dokuma / TEKİRDAĞ FATMA ÇAYLALI Karacakılavız Tekirdağ 1973 doğumludur. İnce ve Kalın Dokuma sanatında 2004 yılında Tekirdağ halk eğitim merkezinde öğrenci olarak başlayıp 2006 yılından bu yana usta öğretici olarak görev yapmaktadır. Şile, Büyük Çekmece, Çorum, İzmir fuarlarına katıldı. Halen Tekirdağ Halk Eğitim Merkezinde görev yapmaktadır.
Ebru Ebru, kitreyle yoğunlaştırılmış su üzerine tezyini kâğıt ile resim yapma sanatıdır. Geleneksel Türk Sanatlarındandır. Ebru sözcüğüne köken olarak bulut anlamına gelen ve Farsça bir kelime olan ebr sözcüğü gösterilmektedir. Ebru sanatının ne zaman ve hangi ülkede ortaya çıktığı bilinmemekle beraber bu sanatın doğu ülkelerine özgü bir süsleme sanatı olduğu düşünülmektedir. Bazı kaynaklara göre de Türkistan’daki Buhara kentinde doğmuş ve İran yoluyla Osmanlılar’a geçmiştir. Batıda ebru “Türk Kağıdı” olarak adlandırılmaktadır. Ebru, kâğıt üzerine, özel yöntemlerle yapılan geleneksel bir süsleme sanatıdır. Ebru sözcüğüne köken olarak, bulut anlamına gelen Farsça “ebr” sözcüğü gösterilmektedir. Bu sözcükten türetilen ve “bulut gibi” ya da “bulutumsu” anlamına gelen “ebri” sözcüğü Türkçe’de değişerek “ebru” biçimini almıştır. Gerçekten de ebru bulut izlenimi uyandıran bir görünümdedir. Ebru sözcüğü bir başka görüşe göre “yüz suyu” anlamına gelen Farsça “âb-rûy” tamlamasından gelmektedir. Koyulaştırıcı bir madde ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine, içine öd katılmış, suda erimeyen boyaların serpilmesi ve su yüzeyinde meydana gelen şekillerin bir kağıda geçirilmesi ile yapılır.
22
SALİH ELHAN Ebru / KİLİS SALİH ELHAN İlk ve Orta Öğretimini Kilis’te tamamladı. 1956 yılında Gaziantep’e yerleşti. Bir sene Yeni Gaziantep gazetesinde yardımcı muhabirlik yaptı. Aynı sene Gaziantep’te yedek öğretmenlik yaptı. 1957 yılında Ankara’ya gelerek sahaflık mesleğine başladı ve bugüne kadar da bu mesleği sürdürmektedir. 1984 yılında ebru sanatı ile tanışan sanatçı, daha sonra başta Fuat Başar olmak üzere birçok hocadan dersler almıştır. Kağıda, kumaşa, tahtaya, cama, seramiğe ve testi üzerine ebru yapmayı deneyerek, başarılı sonuçlara ulaşmıştır. Kendisine İl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kültür Bakanlığı Sanatçısı belgesi verilmiştir. Ebru sanatında yeterli deneyime sahip olduktan sonra, sahaflığın yanı sıra, başta Kültür Bakanlığı olmak üzere birçok resmi ve özel kuruluşlarda 900’ün üzerinde yerli ve yabancı öğrenciye ebru sanatını öğreterek bir kısmına da sertifika vermiştir. 40’ı aşkın sergisi bulunan Elhan, Ebru sanatı ve yapım yöntemleriyle ilgili 5 kitap yazmıştır. Evli ve üç çocuk babasıdır. Ebru sanatını çocuklarına ve eşine de öğretmiştir.
Taş Çini
24
Çini süsleme sanatının geçmişi, ilk Müslüman Türk devletini kuran Karahanlılar dönemine ait yapılara uzanmaktadır ki bu da bizi neredeyse bin yıl öncesine götürmektedir. Karahanlılar’dan sonra Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları da çini süslemelerine yaşamlarında ve yapılarında yer vermişler, egemenliklerine giren yerlerde inşa ettikleri kervansaray, türbe, cami ve benzeri eserleri çinilerle süslemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu dönemine gelindiğinde çini sanatının başlangıcından beri çeşitli tekniklerin uygulanması ile büyük bir aşama ve zenginlik gösterdiği görülmüştür. Özellikle Osmanlı döneminde mozaik veya sırlı boya tekniği ile üretilmiş çinilerin; lacivert, mavi, turkuvaz, siyah, sarı gibi renkler ve rumi, kufi yazı, geometrik şekiller ve bitkisel kökenli stilize edilmiş motifler kullanılmıştır. Zaman geçtikçe hem kalite de, hem de çini desen tekniğinde ve üretiminde değişmeler yaşandığı gözlenmiştir. İlk Osmanlı dönemini takip eden geçiş döneminde sırlı boya tekniği ile üretilmiş çinilerde Rumiler, bulutlar, hatai tarzında bitkisel kökenli motifler, fıstık yeşili, sarı, mavi, turkuvaz, lacivert ve kiremidi renkler kullanılmıştır. Sarı renk, üzerine altın varak yapıştırılmak üzere astar olarak düşünülmüştür. Geçiş dönemini takip eden dönem Klasik devir olarak adlandırılmıştır. Bu dönemin en büyük isimlerinden birisi Mimar Sinan olmuştur. Kendisinin yaptığı yapıların çoğunda çini sanatına çok büyük önem verdiği görülmüştür.
KEMAL GÜLER Taş Çini / KONYA KEMAL GÜLER 1964 yılında Konya’da doğdu. Evli ve iki çocuk babasıdır. İlk ve orta öğrenimini Konya’da tamamladıktan sonra 1989 yılında Selçuk Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümünden Arkeolog ünvanı ile mezun oldu. Öğrenciliğinde hobi olarak çalıştığı seramik ve çini sanatını, mezun olduktan sonra 1992 yılında Konya’da kurduğu atölyede halen devam ettirmektedir. Türk İslam sanatlarının seçkin eserlerinden olan çini sanatının değişik türlerinde çalışmalarını 20 yıldır sürdüren Kemal Güler, tecrübe ve bilgi birikimini son 5 yıldır yüksek kuvarslı İznik çinisi (taş çini) üzerine yoğunlaştırmıştır. Kültür Bakanlığı bünyesinde çalışmaları değerlendirilen Sanatçı, Mevlana Müzesi, Güzel Sanatlar Galerisi ve değişik illerde sergiler açmıştır. Kültür Bakanlığı ve Bilkent Kültür Girişimi üreticilerindendir. Atölye çalışmalarında tarihten bugüne kullanılan tüm geleneksel yöntemleri kullanmış olup, bu tekniği yoğun araştırma ve geliştirme ile daha ileri bir düzeye getirmiş, mukavemeti yüksek bir çalışmaya dönüştürmüştür. Burada etken olan unsur, Kemal Güler’in sanatı ve çalışmalarını severek yapması ve araştırmaya dayalı üretim tekniğini benimsemesidir. Taş çini adını % 85 oranında kuvars kristallerinden oluştuğu için kuvars taşından alır. Üretmesi son derece zor olan İznik çinisi uzun deneyim ve bilgi birikiminden sonra üretilebilir. Özenle hazırlanan çini yüzyıllar sonrasında hiç deformasyona uğramadan bugünkü güzelliği ve kalitesini koruyabilir. Bu ürünler yüzyıllar sonrasının antikasıdır. Geleceğin antikaları ateşte çiçek açmaya devam ediyor...
Mısır Bebek Araç ve Gereçler : 1- Mısır kabukları, mısır püskülleri 2- Pamuk, bükülebilir tel, ip. Önce kabuklar çok kurumuşsa onları suda ıslatıp yumuşatılır. Sonra birinin içine yuvarlatılmış bir pamuk koyulur, kabuğu sarıp iki ucu bükülür ve aynı yerden bağlanır. Başımız meydana geldi. Bükülebilir teli uzunca bir kabukla sarasararak iki ucunu bağlayıp kollar meydana getiriilr. Kolun tam ortası başın bağlandığı yere getirilir. Başın sarkan uçlarına kollar sıkıca bağlanır. 4 tane uzun mısır kabuğunu kolların biraz altından sarıp tam ortasından bağlanır. Sonra yukarı doğru olan kabukları aşağı doğru indirilerek etekler meydana getirilir. Mısır püskülleri, uzunca saç örgüsü şeklinde gevşek bir biçimde örerek başa yapıştırılır. Baş kısmına suluboya fırçası ile kaş göz yapılır ve mısır bebek elde edilmiş olur.
26
BİLGE ARI Mısır Bebek / AMASYA BİLGE ARI Halk Eğitim Akşam Sanat Okulu müdürlüğünde 10 yıl makine nakışı döner sermaye atölye şefliğini yaptıktan sonra 6 yıl anne çocuk eğitim proğramında görev aldı. 4 yıl da anne çocuk eğitim proğramında rehber öğretmenlik yaptıktan sonra Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nden emekli oldu. 2009 Eylül ayından itibaren belediyede Kültür Evleri Koordinatörlüğünü yapan Arı, her yıl Emit , Tüyap ve İstanbul Büyük Çekmece El Sanatları Fuarına katılmıştır.
Oltu Taşı - Takı
28
Oltu taşı, Türkiye’de Erzurum’un Oltu ilçesinin kuzeydoğu kesiminden çıkarılmakta olan yarı değerli bir taştır. Oltu taşının diğer bir adıda Karakehribardır. Oltu taşı siyah, koyu kahve, sarı, nadiren de gri-yeşilimsi olabir. Bu maden esasında bir karbon bileşenidir, siyah renkli, kolay işlenebilen, bu nedenle de takı ve ziynet eşyası yapımında kullanılır. Genelde bayan takıları ve [tesbih] üretiminde önemli bir yere sahiptir. Yüzyıllardan beri yörede genellikle tek kişilik ve babadan oğla geçen ev-atölyelerde fazla bir değişikliğe uğramadan üretilmektedir. 3213 sayılı Maden Kanunu’nda kıymetli taşlar arasında olduğunun tescili dahi yapılmıştır. Yakın tarihlerden itibaren Gürcistan üzerinden getirilen benzer özelliklerdeki taşlar Oltu taşı adı altında pazarlanmaktadır. Ancak bu taşlar kalitesiz, çabuk kırılganlık özelliğine sahip ve Oltu taşında bulunan siyah ve kahveregimsi özelliklerinin dışındadır. Kalitesinin düşüklüğü sebebiyle piyasaya ucuz olarak sürülmekte bu da hakiki Oltu taşı üretici ve pazarlamacılarının işlerini zorlaştırmaktadır. Oltu taşı görünüm olarak kolayca taklit edilebilir olmasına rağmen şayet özellikleri iyi bilinirse taklitlerinden kolayca ayırt edilebilir. Oltu taşını taklitlerinden ayırt edebilmek için su özellikleri bilmek gerekir. Elimizdeki toplu iğnenin ucunu iyice ısıtıp tespih tanesine batırınız şayet elinizdeki tane Oltu tası ise iğne Oltu taşına işlemez yani batmaz, batarsa taklittir. Oltu taşını kazırsanız veya zımparaya sürerseniz kahverengi toz bırakır. Oltu taşı kehribar özelliği gösterdiğinden, sürtünme sonucu elektriklenir ve küçük toz parçacıklarını çeker. Oltu taşını avucunuzun içine alıp üflediğiniz zaman üzeri buharlaşıp nemlenir. Oltu taşının kendine has ve taklitlerinde olmayan tok bir sesi vardır. Oltu taşından yapılmış tespih ağızlık ve diğer süs eşyaları kullanıldıkça parlayıp güzel bir görünüm alır. Oltu taşı mamullerinde azda olsa işçilik arızalarına rastlanır. Taneler birbirlerini tutmayan ebatlarda olabilir.
METİN ÇELEBİ Oltu Taşı Takı / ERZURUM METİN ÇELEBİ 1968 Erzurum ili Oltu İlçesi Tutmaç Köyü’nde doğdu. 12 yaşından beri baba mesleği olarak oltu taşı imalatı yapmaya başladı. Çıraklık eğitiminden sonra Oltu Halk Eğitimi Merkezi Yusufeli Ardanoç Halk Eğitimi Merkezinde usta eğiticilik yaptı. Başbakanlık GAP İdaresi Güneydoğu Kalkındırma Projesi Urfa Çatum İş Merkezinde yine aynı görevi sürdürdü. Daha sonra Erzurum merkezde kendi atölyesinde kurarak çırak yetiştirmeye başladı. Oltu taşına yeni bir boyut getirdi. Özgü takı tasarım masa üstü biblo süs eşyaları yapmaya başladı. Dönemin cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in biblosunu yaparak yazılı ve görsel basında adını bu yıllarda duyurdu. Kültür ve Turizm Bakanlığından resmi ustalık sertifakasını aldı. 120’ye yakın yurt içi, 18 yurt dışı fuarına katıldı ülkemiz el sanatlarını temsil etti. Sayın başbakanımıza özel tesbihler yaptı. TRT’de bir çok belgeseli olan Metin Usta hâlen atölyesinde çırak yetiştirmeye bu mesleği öğretmeye çalışıyor.Evli ve 4 çocuk babası olan Metin Usta oltu taşı mesleğine gönül veren ustalardan biri.
Deri Süs Eşya
30
Hayvandan elde edilen, deri, kürk, boynuz, kemik gibi maddelerden yapılan el sanatlarını, kullanılan malzeme, birçok alanda kullanılmaktadır. Yemenicilik, çarık, cilt işleri, gölge oyunu tipleri, gölge oyunu tipleri ve mutfak araçları yapımında yoğun olarak kullanılan deri ürünleri, “hammaddesi hayvansal deri olan geleneksel sanatlar” kapsamında değerlendirilmektedir. Hayvan postunu yumuşak ve sağlam bir ürün olan deriye çevirmek için yapılan pek çok işlem vardır: kromla tabaklanma, bitkisel tabaklanma, aldehite tabaklanma, yapay tabaklanma, alumn tabaklama yöntemleri. Deri üretim işlemleri başlıca 3 alt işleme ayrılır, hazırlama aşaması, tabaklama ve kabuklama işlemi. Tüm gerçek deriler bu aşamalardan geçerler. Daha fazla işlem, yüzey kabuklama işlemi yukarıda bahsedilen işlemlere ek olara uygulanabilir fakat tüm deriler aynı işlemi kabul etmeyebilir. Tüm derilere uygulanan işlemleri listelemek mümkün değildir çünkü her deri tipine aynı işlemler uygulanamaz. Hazırlama aşaması koruma, ıslatma, kreçleme, tüy dökme, deri sıyırma, yarma, kırpma, yağ giderme, ağartma, asitle temizleme aşamalarından oluşur. Tabaklama ise deri çubuklarının bakteri saldırılarından etkilenmesini engellemek ve derinin kararlı duruma geçmesini sağlamak için yapılır. Tabaklama işlemi içine işleme ve sabitleme işlemlerini içerir.
EYÜP ÖZTÜRK Deri Süs Eşya / ANKARA EYÜP ÖZTÜRK 1955‘de Trabzon’da doğdu. İlköğretim, ortaöğretim ve sanat enstitüsünü Trabzon’da okuyarak mezun oldu. 1974 yılında İstanbul’da özel sektörde çalışmaya başladı. 1980 yılında MTA Genel Müdürlüğünde teknisyen olarak memurluk görevine başladı. 1988 yılından itibaren boş zamanlarını değerlendirmek niyetiyle amatörce deri çalışmalarına başladı. 2001 de emekli olduktan sonra 2002’de atölyesini (Baha Deri) açtı. Kısa süre içinde usta ve usta öğretici belgelerini de alarak profesyonel çalışmaya başladı. 2004’ten itibaren farklı şehirlerde sergi ve fuarlara katıldı. Kültür Bakanlığı Dösim İşletme Müdürlüğünün 2006 yılındaki 4. Kültürel Hediyelik Eşya Tasarımı yarışmasında lale motifli yelekle mansiyon ödülüne layık görüldü. Farklı belediye şenlikleri ve özel fuarlara katıldı.
Bıçak
32
Çakı-Bıçak Yapımcılığı ile kılıç ve hançerler aynı geleneğin ve iş kolunun devamı olan mesleklerdir. Madencilik ve demircilik alanında çok eski bir geçmişe sahip olan Türkler, kılıç, bıçak ve hançer yapımında kendine özgü bir form geliştiren kılıçları ve bıçakları ile tanınan bir millettir. Türk Destanlarına bile konu olan kılıççılık sanatı Türklerin devrinde dahi maden işlediği, çelikten kılıç ve kargı yaptıkları altını ve bakırı işledikleri, ittifakla kabul edilen bir gerçektir. Hunlardan bile daha önceden başlayan kılıç ve bıçak yapımcılığı Osmanlı kültüründen günümüze kadar ulaşmıştır. Osmanlı kılıçları uca doğru hafif eğimli ve tek taraflı keskin olarak yapılmış olmaları ile kendine özgü bir nitelik taşıyan kılıçlardır. Bu eğimin kılıcın kullanılmasında kolaylığı ve etkinliği sağlamak üzere belirli teknik ölçülere göre verildiği muhakkaktır. Hint, İran ve Memlük kılıçlarında da bu eğrilik görülür. Türk kılıçları ve bıçaklarının en büyük karakteristik özelliği namlularda kullanılan çeliğin elde edilmesi ve bu namlular üzerinde çağına göre ileri bir teknikle yapılan süsleme, bezeme ve hat sanatı uygulamalarıdır. Türklerin bu alanda ne kadar köklü bir geçmişe sahip olduğu tarihteki pek çok hadiseden ve olaylardan anlaşılabilir. Söz gelimi Cengiz Han bile kılıçlarını Türklerden temin etmiş veya Türk ustalarına sipariş vermiştir. Moğol ülkesine giden Çinli elçiler Moğolların çelik işlemeyi bilmediklerini Moğol generallerinin ve ordularının kılıçlarını Uygur Türklerine ısmarladıklarını yazmışlardır. (1) Kılıcın gerek yapımında gerekse kullanımında tarihi bir geçmişe ve ustalığa sahip olan Türk toplumu bu özelliğini Osmanlılar zamanında da devam ettirmiştir. Geçmişin gözde kılıçları, kullanımdan düşmeye başlayıp kılıcın yerini başka silahlar almaya başlayınca, kılıç ustaları çakı-bıçak yapımına yönelmişlerdir. Günümüzde de sürdürülen çakı-bıçak yapımı, eski önemini yitirmiştir.
TANJU POLAT Bıçak / BALIKESİR TANJU POLAT 1970 Burhaniye Balıkesir doğumlu olan Polat, kemik saplı işlemeli el işi bıçak ustasıdır. Yaklaşık 30 yıldır bu işle uğraşan üstadın bıçak ustalığı genlerinden geliyor. Tanju Polat için bu mesleğin dededen oğula gelen bir miras. Yaklaşık 150 yıldır bu işle uğraşan bir aileden geliyor. Polat, bilindiği kadarıyla ailesinde bu işle uğraşan beşinci kuşak.
Ahşap Müzik Aletleri
34
Geçmişten günümüze sürüp gelen maddi kültür ürünleri arasında yer alan ağaç işçiliğinin geleneksel sanatlarımız arasında önemi büyüktür.Türkler Islamiyetten önce Orta Asya’da ağacı kutsal saymış, bunu sanat yapıtlarında kullanmışlardır.Kurganlarda özellikle Pazırık’ta yapılan araştırmalar sonucu ağaç işi buluntuların yanı sıra at eğeri, koşum takımlarında kullanılan ağaç parçaları bulunmuştur. Zamanın tahribine karşı fazla dayanıklı bir madde olmayan ahşap sanat eserlerinden günümüze pek örnek kalmamıştır. Anadolu’da Selçuklu döneminde gelişmiş, kendine özgü bir şekil almıştır. Selçuklu, Beylikler dönemi ağaç eserleri daha çok mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi mimari elemanlar olup gerçekten çok üstün işçilik göstermektedir.Osmanlı Dönemi ahşap işçiliğinde sadelik hakim olmuş, çeşitli teknikler daha çok sehpa, kavukluk, yazı takımı, çekmece, sandık, kaşık, taht, rahle, Kuran muhafazası gibi kullanım eşyası, pencere, dolap kapağı, kiriş, konsol, sütun başlığı, tavan, mihrap, minber (vaaz kürsüsü) , sanduka gibi mimari öğelerde uygulanmıştır.Ağaç işçiliğinde en çok ceviz, elma, armut, sedir, abanoz, gül ağacı kullanılmakta, kakma, boyama, kündekari, kabartma - oyma, kafes gibi teknikler uygulanmaktadır. Müzik aletleri yapımı eskiden beri devam eden bir sanattır.Bu aletler ağaç, bitki, hayvan bağırsakları, kıl, kemik, boynuzlardan yararlanılarak yapılmaktadır.Telli çalgılar, nefesli çalgılar, vurmalı çalgılar gibi gruplandırılmaktadır.
YAŞAR GÜÇ Ahşap Müzik Aletleri / TOKAT YAŞAR GÜÇ 1968 tarihinde Tokat’ın Başçiftlik İlçesine bağlı Erikbelen Köyü’nde dünyaya geldi. İlköğretimini tamamladıktan sonra iyi bir kaval ustası olan babasının yanında çırak olarak kaval yapmaya başladı. Bu mesleği bir süre köyünde icra ettikten sonra 2002 yılında Tokat’ın Niksar İlçesi’ne yerleşti. 2009 yılında Unesco tarafından ‘kaval yapımı ve icrası’ dalında “Yaşayan İnsan Hazinesi” olarak kabul edildi. Yaşar Güç 33 yıldır da bu sanatı yapıyor.
Gümüş İşleme Özellikle gümüş işlemeciliği (Telkâri) yaygındır. İnce, yorucu el işçiliğiyle, zarafetiyle tanınan gümüş işlemeciliği benimsenmekte, gittikçe yaygınlaşmaktadır. Tarih boyunca önemli ticaret yolları üzerinde bir Pazar niteliği taşıyan bölgede herhangi bir gümüş madeni yoktur. Eskiden olduğu gibi bugün de gümüş başka illerden getirilir. Daha çok süs eşyaları ve takıların yapıldığı gözlemlenmektedir. Külçe halinde getirilen gümüş birçok safhalardan geçirilerek işlenir. Kullanılan teknik “Telkâri” dir. Eritilip tel haline getirilen gümüş, haddeden geçirilerek inceltilir. Hemen hemen saf halde olduğu için kolayca bükülür. Sanatkar, ufak el aletleri kullanarak telleri istediği şekilde keser ve kıvırır. Parçaları birbirine gümüş kaynak kullanarak kaynatır ve eserini, ortaya çıkarır.
36
AHMET TEKİN Gümüş İşleme / ANKARA AHMET TEKİN 1961 Ankara’da doğdu. Telkari sanatına 1984 yılında çırak olarak bir ustanın yanında başlamış ve 28 yıldır telkari ve gümüş işlemeciliği yapmaktadır. Bağkur emeklisi, evli ve üç çocuk babası olan Tekin, Beypazarı’nda gümüş imalatı yaptığı bir atölyesi var. Tekin eşiyle beraber işlediği gümüşleri fuarlara ve sergilere taşımaktadır.
Tuğra
38
Tuğra, Osmanlı padişahlarının imza mahiyetinde kullanmaya başladığı bir formdur. Sonraları ise sultana özgü tüm alanlarda, eşyanın, mekanın veya ifadenin en yüksek yönetsel erke mahsus olduğunu ifade eden bir sembole dönüşmüştür. Osmanlı Padişah vesikalarında “nişan-ı şerif-i alîşân, misâl-ı meymun, alâmet-ı şerif, tuğra-yı garâ” gibi isimlerle de geçen tuğra, Osmanlı tuğrakeş ve hattatlar eliyle işlenerek güzelleşmiştir. Üçüncü Ahmet Han gibi bazı padişahların tuğralarını bizzat kendileri sanatlı bir şekilde yazmışlardır. İlk defa Orhan Bey (1326-1359) zamanında görülür. Bildiğimiz tuğra formunun temelini oluşturan bu form, tuğradan çok bir imza istifi olarak görülebilir. Orhan Bey’in tuğra kullanımını Anadolu Selçukluları’ndan aldığına yönelik bazı yorumlar da vardır. Tuğranın ilk örnekleri, padişahlar arasında babadan oğula farklılıklar ve hızlı bir gelişim gösterir. Daha sonra Murat Han’dan itibaren tuğralara hükümdarların adları ile birlikte babalarının adları da yazılmaya başlandı (Orhan Gazi ile oğlu, Murat bin Orhan; Emir Süleyman bin Bayezid gibi). Aynı dönemde tuğralardaki üç keşide ve çifte kavisli şekil de görülmeye başlanmıştır. Murad Han döneminde basılan paralarda da tuğra kullanılmıştır. Çelebi Mehmed’den itibaren Han sıfatı da ilave edilen tuğra formuna, sultan II.Murat Han döneminde ise cümle-i duaiyye (dua cümlesi) olarak (muzaffer daima) veya (el-muzaffer daima ) cümleleri de yazılmıştır. Osmanlı padişahlarının tuğrasını buna mahsus vezir taşırdı. Basılması Sultan Orhan Han zamanında olan altın paraların ve gümüş paraların bir yüzünde tuğra, arka yüzünde basıldığı şehrin adı ile padişahın tahta cülus ettiği yıl yazılırdı. Tuğra, kâğıtların ve yazıların büyük, orta ve küçük oluşuna tabi olup yazı ve kâğıtlarla mütenasip bir büyüklükte çekilirdi. Tuğraların sağ tarafına çiçek koymak veya mahlas yazmak adeti sonradan ihdas edildi. Bu adet Sultan ll.Mustafa Han (1695-1703) zamanında olmuştur. Sultan ll. Mahmud Han’ın son yıllarında da tuğra hat ve istif olarak en mükemmel şeklini almıştır. Bu padişahın iyi bir hattat olduğu bilinmektedir. Bu sebeple, büyük ihtimalle tuğra formunun bu gelişimi bizzat II. Mahmud’un yeteneğine de bağlanır. Padişahların tuğraları; nâme-i hümayun, ferman, berat, menşur, ahitnâme gibi belgelerin üstüne ve ortaya; paralara, defter hâne defterlerinden arazi defterleri, tımar defterleri ve bunlar gibi resmî defterlerin başlarına (bugünkü noter tasdiki gibi) çekilirdi. Daha sonraları bir arma olarak senetlerde, pullarda, bayraklarda, nüfus kâğıtlarında, binalarda, çeşmelerde, camilerde, imaret kitâbelerinde yapılarak genelleşti.
İSMET KETEN Tuğra / ANKARA İSMET KETEN 1953 yılında Alaşehir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Alaşehir’de yaptıktan sonra İmroz İlköğretim Okulunu 1968 yılında bitirdi. Sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Grafik Bölümünden 1974’te mezun oldu. Bir yıl resim öğretmenliğinden sonra TRT Ankara televizyonuna resim seçici olarak girdi. TRT tarafından Stüdyo Hamburg’a Çizgi Film Animasyon kursuna gönderildi. TRT için çizgi filmler yaptı.1986 Kültür Bakanlığı Çizgi Film Ödülü’nü kazandı. Grafiker olarak kitap kapakları ve afişler yaptı. Fotoğraf ve karikatürle ilgilendi. 1985 yılından sonra Tuğra ve Hat tek uğraşı oldu. Vaktinin tamamını bu sanatlara ayırdı. Ömer Faruk Atabek’ten tezhip kursu aldı. Fuad Başer, Ahmet Zeki Yavaş’tan Hat ve Tuğra meşk etti. İlk tuğra sergisini Ankara’da Galeri Z’de 1987 yılında açtı. Daha sonra yurt içi ve yurt dışında açtığı sergilerle tuğranın kültür hayatımıza dönmesinde gayretleri oldu. Bilhassa ipek üzerine yaptığı hat ve tuğralarla geleneksel sanatlara yeni bir soluk getirdi. Çalışmaları özel ve resmi koleksiyonlara girdi, devlet başkanları adlarına tuğralar çekti.
Ahşap Kakma Ağaç işlerinde ürünlerin yüzeylerini zengin göstermek ve dekoratif yüzeyler elde etmek için ağaç içerisine çeşitli gereçlerin yerleştirilmesi işlemidir. Ağaç ürünlerini süslemek için çeşitli madenler, sedef, fil dişi, bağa, renkli ağaçlar, formika, seramik ve kemik gibi gereçlerden yararlanılır. Bu gereçler, önceden belirlenen kompozisyona uygun bir şekilde ağaç ürünlerin üzerine yerleştirilir. Kakmacılık; masa, sandalye, sehpa, çeşitli dolaplar gibi ev eşyalarının süslenmesi amacı ile uygulanan bir sanat dalıdır. Kakmacılık işini yapan kişilere kakmacı adı verilir.
40
FİLİZ UZUN Ahşap Kakma / GİRESUN FİLİZ UZUN 1978 Dereli doğumlu olan Filiz Uzun, Yerel Yön.ön lisans Bölümü mezunu ve Gazi ünüversitesi el sanatları mobilya dekorasyon bölümü teknik eğitimi aldı. Rusca yabancı diline sahip Filiz Hanım, ailesiyle 13 yıl esnaflık yaptmıştır. Uzun, insanın kendisinin önceden bilmediği yaradılış mucizesi olan yeteneği olduğunu “sanatcı olunmaz, doğulur” sözleriyle vurguluyor. İlkokul yıllarında farkettiği bu tutkuyla Türk süsleme sanatı, yağlı boya, ebru dallarında eserler vermiştir. Halk kültür evlerinde yaptığı araştırmalar ve gördüğü teknik kurslar neticesiylede kaybolmaya yüz tutmuş ahşap kakma (Marküteri) sanatını kültürümüze yeniden kazandırmak için tezler hazırlamıştır. Çeşitli basın yayın kuruluşların vasıtasıyla ahşap kakmayı Türk sanatı zenginlikleri arasına yeniden kazandırmakta öncülük yapmıştır. Uzun, 8 yılda 22 sergi çalışmasıyla ahşap sanatınının zarafetini ve derinliğini vurgulamıştır.
Gemi Maket Maketçilik, gerçek hayatta bulunan bir nesnenin çeşitli materyaller kullanarak seçilen ölçekte bir örneğini yapmaktır. Maketçilik yapılması planlanan bir evin mimari tasarımı için üretilen prototip içeriğinde bir ev maketi olabileceği gibi gerçek hayattaki ulaşım araçlarının (uçak, gemi, tren, araba vb.) birebir bir modelini yapmak da olabilir. Gemi maket, insanların eskiye özleminden doğan, o anları hayal etmeyi sevenlerin bir uğraşıdır. Gemi modelleri antik çağlardan başlayarak bütün gemi çeşitlerini kapsamakta. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de hobi olarak gemi modelleri yapılmaktadır. Genelde bu modeller çeşitli boyutlarda ve malzemelerde yapılabilmektedir.
42
MUHARREM DEMİR Gemi Maket / KASTAMONU MUHARREM DEMİR 1963 Bartın Kurucaşile Meydan Köyü’nde doğdu. Orta okulu Bartın’da bitirdi. Okul yıllarımda resim derslerinde çok başarılı olan Demir’in sanata olan aşkı hâlâ devam etmektedir. Sanatın hertürlüsünün ilgisini çekmektiğini söyleyen Demir “Ne varki bazı olanaksızlıklar yüzünden sanat ile olan çalışmalarım herzaman aksamıştır, çeşitli işlerde çalıştım. Vatani görevimi yaptıktan sonra şoförlük mesleğine başladım otuz yıla yaklaşan şoförlük mesleğim on yılını kendi araçlarımla devam etmekteyim. Sabahın erken saatlerinde Bartın’dan Kastamonu’nun en güzel ilçesi Cideye hareket etmekteyim. Gün boyu Cide’de kaldıktan sonra Cidedeki küçük atölyemde yöresel el sanatları, sultan kayığı maketleri, otantik Cide evleri maketleri, gün boyu çalıştıktan sonra akşam saatlerinde Bartın’daki evime dönüyorum. Osmanlı dönemine ait Sultan Kayıklarının Maketlerinin nereden, nasıl bize nasip olduğuna gelince, Cide Baldeniz tersanesi Kenan Çakır Usta tarafından üretilen, takriben otuz metre uzunluğundaki tekneler çok ilgimi çekmişti. Bende on yıldan beri bunların maketlerini özveri ile elimden geldiği kadar üretiyorum. Cide’nin tanıtımında bazı zamanlarda büyük şehirlerimizde İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir gibi yerlerde el sanatları fuarları yapılmakta. Fuarları düzenleyen kurumlar bizleri davet edip yapmış olduğumuz eserler halkın gösterimine aynı zamanda satışa sunulmasına olanak sağlamaktadır.
Hamur Biblo Hamur biblo sanatı; ağaç tutkalı, buğday nişastası ve gıda boyası veya akrilik su bazlı boya kullanılarak elde edilen hamurdan yapılan ürünlerdir. Her bir biblo çalışması yaklaşık 20 parçanın birleşmesinden meydana gelmektedir. Bu ürünler kendi kültürümüzü yansıtan sanat eserleridir. Yapılan bu çalışmaların tamamı el emeği olup, ülkemizin ve yöresel kültürümüzün tanıtılmasına katkı sağlamaktadır. Sanatçımız Tuğrul Bayır geleneksel elsanatlarına yeni bir sanat dalı kazandırmış olup atölyesinde faliyetlerini sürdürmektedir.
44
TUĞRUL BAYIR Hamur Biblo / ANKARA TUĞRUL BAYIR 1961 Kahramanmaraş doğumlu sanatçımız Tuğrul BAYIR, asıl mesleği olan kaynakçılıktan emekli olduktan sonra, daha önce hobi olarak uğraştığı “hamur biblo” yapımını kendine meslek edinmiştir. Hem çoğalan boş vakitlerini değerlendirmek, hem de gelecek nesillere “el emeği” eserlerini tanıtmak için bu işe gönül vermiştir. Sanatçımız, yapmakta olduğu bu eserleri yazılı ve görsel medyanın desteği ile tanıtma fırsatı olmuştur. Katıldığı Televizyon Programları; • TRT1 – Göz Nuru programı (canlı yayın) • TRT BELGESEL – El Yapımı programı (atölye çekimi) • KANAL A – Kadına Dair programı (canlı yayın) • SES TV – Tatlı Dil Mutfağı (canlı yayın) • KARADENİZ TV – Klip Tava (röportaj)
Minyatür Müzik Aletleri Maketçilik çok ince uğraş gerektiren el emeği göz nuru bir sanattır. Minyatür müzik aletleri, gerçek hayatta kullanılan müzik aletlerinin küçük maketleridir. Özenle yapılmış bir minyatür müzik aleti, resmine bakıldığından orjinalinden kolay kolay ayırt edilemiyor. Aleti oluşturan parçaların da oldukça küçük olduğu düşünülürse ne kadar ince işçilik gerektirdiği daha iyi anlaşılabilir. Ülkemizde bu sanatın çok yaygın olmamasına karşın uluslararası dereceleri olan sanatçılara sahibiz.
46
CEVAT ARSLAN Minyatür Müzik Aletleri / ANKARA CEVAT ARSLAN 1961 Ilgaz doğumlu olan Cevat Arslan Ankara‘da ikamet ediyor. 1981 yılından beri el sanatlarıyla uğraşıan Arslan, minyatür gemi, sandık, at arabası, yayık, eski Türk evleri gibi çalışmaları ile dikkat çekiyor. Şu anda özellikle Türk kültürüyle alakalı ahşap minyatür ensturmanlar yapıyor. Aynı zamanda Kültür Bakanlığı sanatçısı olan Arslan, el sanatlarıyla ilgili olarak bir vakfın düzenlemiş olduğu yarışmada Türkiye üçüncüsü, Dünya beşincisi derecelerine sahip.
Ahşap Oyuncak
48
Şimdiki çocuklara bakınca biz de bir zamanalar çocukmuşuz diyorum. İşte o zamanlarda oyuncak, bizim yaşadığımız yerde lüks tüketim malları sınıfına giriyordu. O zamanlarda anlamamışız ama aslında yaratıcılığın içgüdüsel olarak dışavurumuymuş herkesin kendi çapında oyuncağını yapması. Telden arabalar, çam kabuğundan tekneler, kâğıttan uçaklar, kitap-defter kaplığından uçurtmalar… Bizim çocukluğumuz böyle geçti. Bizim çocuklarımıza gelince sanki bir tür zaman atlaması görüyorum. Şimdi oyuncak (bolca plastik, kullan-at, yıka ve çık) gör, aldır ve kaldır. TOPAÇ: Ben de küçükken az da olsa oynamaya çalıştım. Atmak zordu. Büyük abilerimin topaçları kabaralı idi. Bizimkilerse çivili. Biz pek onlara bulaşamazdık. Yıllar önce İstanbul’da eski model topacın üzerine saç eklenerek geliştirilmiş modelini gördüm. Eski bir dostu görmek gibiydi. Yine de pek içim ısınmamıştı. Bu arada Fethiye’de hediyelik eşya ticaretiyle uğraşıyordum. Yabancı turistler hep yöresel oyun ve oyuncak soruyorlardı. Ama biz de ucuz plastik bebekler ve püsküllü çarıktan başka bir şey bulamıyorduk. İstanbul’da gördüğüm ama pek ısınamadığım topaç… Evet, işte budur. Bizimdi ve bize aitti. Küçük bir atölyede yeni modeller geliştirmeye başlandı. Evet, oluyordu biz de topaç yaptık. Mutlaka dönüyordu, oynaması, sarması kolaydı. Ama zaman bir şey gösterdi: Dünyanın her yerinde topaç başka bir adla, başka bir formda biliniyormuş. Sadece bize özgü değilmiş. Düşünün internet, TV ve diğer paylaşım siteleri yokken bütün dünya insanları bir şekilde topaç yapmışlar, oynamışlar. Diğer oyunlara gelince, ebeveynlerimizin oynadığı oyunlar, bize aktardıkları, bizim arkadaşlarımızla oynadığımız oyunları ahşaptan, herkesin oynayabileceği şekle getirmek yeni hevesimiz oldu. Üçtaş, Dokuztaş, On iki taş, Mangala, Soliter, Tangram, Hanoi kulesi… Hayallerimizi geliştirdik bunlarla. 7 senenin sonunda maddi tatmin!? Hayır. Ama bir çocuğu bizim topacımızı oynarken görmek… İşte budur.
HAYRİ YİĞİT Ahşap Oyuncak / MUĞLA HAYRİ YİĞİT 1962 doğumlu Yiğit, ortopedik engelli. Çeşitli işyerlerinde çalıştıktan sonra 1998 yılında emekli olmuş ve yapmış olduğu oyunları hobi olarak sürdürmüş. 2005 yılında ahşaptan oyun ve zekâ oyunları yapmak üzere Fethiye’ye 10 km. uzaklıkta Kargı Köyü’nde üretime başlamıştır. Şu anda üretimde 2 çalışanı, yapmış olduğu oyunların satışında yaklaşık 10 çalışanı ile oyuncaklarını halkın beğenisine sunuyor. Üretmiş olduğu ürünleri öncelikle turizm yörelerine ulaştırarak buralarda satılmasını sağlıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı kayıtlarına girdiklerini belirten Yiğit, “Bu sayede yurt genelinde çeşitli fuar/festivallere katıldık. (Her yılbaşında gerçekleşen İzmir Enternasyonal Fuar Alanında düzenlenen Hediyelik Eşya Günleri’ne 7 yıldır katılıyoruz.) Üretmiş olduğumuz oyunların birçoğu televizyon ve internetin olmadığı dönemlerde evlerde ve işyerlerinde oynanan geleneksel oyunlardır. Bu oyunların çoğu unutulmaya yüz tutmuştur. Bizim amacımız bu oyunlarımızı tekrar hayata kazandırmaktır.” dedi. Ahşap oyuncakların dikkat çeken bir yanı da insan sağlığı açısından plastik versiyonları gibi zararlı değildir. Sağlığa çok önem veren Hayri Yiğit oyunlarını su bazlı boya kullanarak ürettiyor.
Devrek Bastonu
50
Devrek’te bastonculuk tarihine bakıldığında, bastonculuk ilkel bir yün ve pamuk eğirme aleti olan çıkrıkla başlamıştır. Manda boynuzundan yapılan iki tarafı siyah, ortası beyaz, çubuk şeklinde kemik ağızlık ve kızılcık ağacı özünden üç parçalı ve eklemeleri gümüş veya altın bilezikli olan ağızlıkları yapımı da bastonculuğu da geçiş ürünleri olmuştur. Hicrî 1310 (1892) tarihli Kastamonu Salnamesi’nde Hamidiye kazasında (Devrek) “ceviz ağacından sandık, masa, konsol, sigara ağızlığı ve baston gibi şeyler şayan–ı memnuniyet bir surette olup….” demesi Devrek’te 1892 yılında baston yapıldığını göstermektedir. Devrek Bastonu, dünyada benzeri olmayan nitelikte sanatsal ve yerel kültür birikimini üzerinde taşıyan zarif, şık bir destektir. Devrek’te baston yapımı gerçek değerini bulmuş, Devrekli ustaların yaptığı bastonlar Anadolu kültürünün estetik ve zerafetini de işçiliklerine katmış ve böylece Devrek bastonlarının ünü Türkiye sınırlarını aşmıştır. Devrek’te baston yapımı büyük önem kazanmış babadan oğula ustadan çırağa bu sanat dalı geçmiş ve baston yapımı gözde bir meslek durumuna gelmiştir. Günümüzde Devrek’te yapım geleneği sürmekte ve birbirinden güzel örnekler ortaya konmaktadır. Devrek bastonlarında birbirine dolanmış yılan motiflerinin de sık sık uygulandığı görülmektedir. Bir yandan boyama işlemi yapılırken öte yandan da kusurlu yerler dolgu verniği ile düzeltilir. Bu arada boya verniği yüzeylerde hiçbir şekilde uygulanmaz. Bu işlemler yapıldıktan sonra sıra bastonun sapına gelir. Çoğunlukla ceviz ağacından yapılmış saplarda sedef, gümüş bağa, dağ keçisi ayağı, kemik ve değerli taşlar kullanılır. Ördek bacağı, yılan başı, atmaca, karaca ve at başının saplarda yer verildiği gibi içerisinden şiş çıkan silah olan, kargıya dönüşen, kurşun atan bastonlarla da karşılaşılmaktadır. Ancak kamalı bastonlar günümüzde yasak olduğundan yapılmamaktadır.
METİN DEDEMEN Devrek Bastonu / ZONGULDAK METİN DEDEMEN Kısa adı BASKOP olan Devrek Baston ve El Sanatları Küçük Kooperatifi yönetim kurulu başkanı Metin Dedeman, “baston ustaları arasında birlik ve beraberliği sağlayan bir dayanışma” için kooperatif kurmuştur.
İğne Oyası Kültürel sanatlar içerisinde el sanatlarına örnek olabilecek güzellikteki anlatımı ile araştırma konumuzu oluşturan “iğne oyaları”nın tarihçesine bakıldığında, dünya literatürüne “Türk Danteli” olarak girmiş olan iğne oyalarının Anadolu’da çok eskilere dayanan belgeleri bulunmuştur Avrupa ise iğne oyası ile 16. yüzyılda tanışmıştır. Kökeni araştırıldığında bazı örgü adlarının Ege masallarında geçtiği, 1905’de Menfiz kazılarında bulunan eski örneklerden de bu sanatın başlangıcının M.Ö 2000 yıllarına kadar uzadığı tespit edilmiştir. Diğer kaynaklarda ise iğne ile yapılan bu oyaların 12. yüzyılda Anadolu’dan Balkanlara oradan da İtalya yoluyla Avrupa’ya yayıldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Ayrıca batı ülkelerinin daha eski kaynaklarında iğne oyası benzeri bir örgüye rastlanmamakla beraber bu ülkelerin dillerinde “oya” sözcüğünün karşılığı da bulunmamaktadır.
52
SEMRA ALP İğne Oyası / MERSİN SEMRA ALP Semra Alp 1958 yılında Mersin’de doğdu. O Mersin Öğretmen Koleji’nden mezun oldu ve 25 yıl boyunca bir ilköğretim okulunda öğretmen olarak çalıştı. O dört yıl önce emekli oldu ve iğne işleri yapmaya başladı. O Ankara ve İstanbul’da el sanatları fuarlarına katıldı. Alp yapar ve nakış ve masa örtüleri ve Antakya’da evde oyası gibi iğne işleri öğretir hem.
VUGAR MAMMADOV Ahşap Oyma / AZERBAYCAN VUGAR MAMMADOV 1969`da Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti`nin Ordubad şehrinde doğmuştur. 1988 yılında A. Zeynallı adına Bakü Müzik Okulunu, 1998 yılındaysa Bakü Müzik Akademisini bitirmiştir. 1990-1993 yıllarında Bişkek, Aluşta ve Moskova şehirlerinde Pekin Vuşu Akademisinin Profösör heyeti huzurunda pratik seminerlerde başarı ile savunmasını yaparak “Çin Dövüş Sanatları” alanında antrenör diplomasını almıştır ve bu sanatın hem fiziki hem de manevi taraflarını öğreterek son yıllara kadar Bakü`de hocalık yapmıştır. 1997 yılından itibaren kendi çabalarıyla hattatlığa, 2004 yılından ise ağaç üzerinde Kur`an ayetlerinin oyulmasına ünlü Azeri üstadı Seyfeddin Mensimoğlu ve ünlü İranlı üstad Mehdi Tusi`den dersler alarak başlamıştır. Azerbaycan Cumhuriyeti`nin özgürlüğü ve toprak bütünlüğü uğrunda Dağlık Karabağda ermeni savaş birliklerine karşı süren savaşlara katılmıştır. Karabağ savaşı qazisidir. Azerbaycan Ressamlar Birliginin üyesidir. 2007 yılından itibaren İstanbul`da kısa zamanlı hat kurslarına katılıp büyük hat üstatlarından ders almak ve tavsiyelerinden istifade etmek nasip olmuştur. Türk tasavvuf musikisine büyük bir merak sonucu üstad Necati Çelik`ten ud, Marmara İlahiyyat Üniversitesinden Nuri hocadan ney derslerini almıştır. Bakü`de ilk defa çocuklardan oluşan türk tasavvuf musikisi “Mevlana” ve ”Buta” isimli gruplarını yaratarak uğurlu konserler organize etmiştir. Manevi olgunluk yolunda hizmet için çok önemli ve köklü olan sanat dallarını kendinde inkişaf ettirme sonucu Azerbaycanda Türk manevi irsini berpa ederek onu kuvvetlendirmek ve bundan yola çıkarak bir manevi merkez ve ya bir “Kuran” müzesi açmak onun en büyük dileğidir. 2000`den itibaren Bakü şehri 28 Nolu Çocuk Müzik Okulunda eğitim işleri üzre müdür yardımcısı konumunda çalışmaktadır. Evli ve İki çocuk babası olan Mammadov çok sayıda sergiye katılmıştır. Eserlerinin bir kısmı Türkiye, ABD, Suudi Arabistani ve Iranin kişisel koleksiyonlarında bulunmaktadır. Eserlerinin esas kısmı ise ustadın kendi evinde yaratdığı Kur’an muzesinde korunur. Hali hazırda “Kur’an müzesi”nde ceviz ağacı üzerinde 30 ve ketan üzerinde 28 eseri mevcuttur. Ağaç üzerindeki eserlerinin mevzusu Kur`an ayetleri ve hadislerdir. Ketan üzerindeki eserlerinin mevzusu ise İslam tasavvufudur.
SEYFETTİN MEHMETVELİYEV Ahşap Oyma / AZERBAYCAN SEYFETTİN MEHMETVELİYEV 1936 yılında Azerbaycan’ın Cebrayıl ilçesine bağlı Büyük Mercanlı köyü doğumlu Mehmetveliyev, 1960 yılında E. Azimzade adına resim okulunu, 1975 yılında da M.Aliyev adına Güzel Sanatlar Enstitüsününden mezun oldu. 1960-1963 yılları arasında köyünde resim öğretmenliği yapan sanatçı 1964 yılından itibaren Azerbaycan Milli İlimler Akademisinin Muhammed Fuzuli adına Elyazmalar Enstitüsünde çalışmaya başlamıştır. Bu süre zarfında çeşitli basın-yayım sayfalarında çalışmaları bulunan Mehmetveliyev, 2000 yılında Aztv kanalı “İki ömür” adlı belgesel bir film çekti ve sıksık televizyonda yayımladı. Ağacın üzerinde oyularak yapılan “Sultan Muhammed”, “Rahil” eserleri Almanyanın Berlin şehrindeki “İslam müzesinde” bulunduruluyor. Fransa’nın Paris şehrinde Muhammed Fuzuli’nin 500 yıllık jübilesiyle ilgili Yuneskonun hazırladığı “Muhammed Fuzuli” adlı tedbirde iki çalışması (ağaç oyma) sergilendi. Elyazmalar Enstitüsünde on iki (ağaç oyma) Azerbaycan klassikinin adıyla ilgili yaptığı çalışma halen sergileniyor. Bazı dekoratif sanatsal yapıtları Bakü’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde insanların kişisel kolleksiyonlarında bulunmaktadır. Son dönemlerde “Bölgelerin kalkınması” İçtimai Birliği tarafından 24 adet eseri kartpostal şeklinde “İnsanlar, ağaçlar” ve “Metafora” adlıyla yayınlandı. 2007 yılında Azerbaycan Kültür ve Turizm Bakanlığının organizatörlüğü ile Baküde Mevlana Celalettin Ruminin anısına “Mevlana günleri” yapıldı.Sanatçının da Mevlana ile ilgili yaptığı iki çalışma sergideki katılımcılarda büyük bir ilgi ve merak uyandırdı. Azerbaycan’ın Kültür ve Turizm Bakanlığının 2007 yılında Suudi Arabistanında yaptığı “Azerbaycan medeniyet günleri” adlı tedbirindeki sergiye katıldı. 2008 yılında Tunusta İslam üyesi olan ülkelerin konferansına katılarak ülkesini kendi sanatsal çalışmalarıyla temsil etti. 2008 yılında Hac ziyaretine giden üstad, 2010 yılında Şanlıurfada yapılan “Uluslararası Türk ve Dünya Kültüründe Şanlıurfa Sempozyumu”na katıldı.
JÜLİDE KIRMIZI İpek Koza / KKTC JÜLİDE KIRMIZI 24 Haziran,1958’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yağmuralan Köyü’nde doğdu. İlkokulu Günebakan’da, Ortaokulu Yeşilırmak’ta tamamladı. Atatürk Kız Meslek Lisesinde El Sanatları konusunda eğitim gördü. 8 yıldan beridir İskele Pratik Kız Sanat Okulunda dikiş, nakış ve el işleri ile uğraşmaktadır. Kıbrıs’ta geçmiş dönemde en sık rastlanan el sanatı türlerinden biri de ipek böceği kozalarından işlenen ürünlerdir. İpek böcekleri bir çeşit kelebek tırtılı olup, dut yaprağı ile beslenirler. Kelebekler yumurtladıktan bir kaç gün sonra ölürler ve bu yumurtalar evlerde bezlere sarılarak korunur, dut ağaçlarının yapraklarının oluşumu sonrasında, saklanmış olan yumurtaların belli bir sıcaklıkta açılması sağlanır, yumurtadan çıkan kurtlar, dut yapraklarını yerler ve koza yapma dönemine girerler. Bu dönemde bir şey yemeden, üç kez deri değiştirirler, baba sonra kozalarını örecekleri raflara erleştirilirler ve yaklaşık kırk günlük bir dönemde kozalar oluşur. İşlenecek ürünlerin kaliteli olması için, kozaların deliksiz olması gerekir. Bu yüzden kelebekler kozayı delip çıkmadan, fırında veya sıcak su buharı ile öldürülürler. Bundan sonra kozalar işlenmeye hazır duruma gelir. Genelde kozaların yeşil, açık veya koyu sarı, pembe renklerde olduğu, Kıbrıs’ta ise sarı ve beyaz tonlarda koza yetiştirildiği bilinmektedir. İpek kozası işleri; tablo işlemesi veya elbise üzerine işlenen motifler olarak gruplandırılabilir. Tablolar “Japon kadifesi” adındaki bordo, siyah veya beyaz renkte kadife zemin üzerine işlenir. Kullanılan motifler çiçek ve kuş motifleri olup, seyrek olarak insan figürlerine de yer verilmektedir. Genelde daha çok evleri süsleyen hoş bir dekor olarak kullanılan ipek kozası elişleri, günümüzde artık eskisi gibi üretilmemektedir.
SEMA ÇAKMAK İpek Koza - Lefkara - Sesta (Sepet) / KKTC SEMA ÇAKMAK 28 Ekim,1958 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Mehmetçik Köyü’nde doğdu. Gazimağusa Meslek Lisesi’nden 1976’da mezun oldu. 22 yıldır Köy Kadın kurslarında dikiş, nakış ve el sanatları konusunda öğretmenlik yapmaktadır. Lefkara: Geçmişi en az yedi yüzyıl geriye uzanan Lefkara işi Kıbrıslıların gurur kaynağı. Büyük el emeği, göz nuru gerektiren bu el sanatının değerini ilk keşfedenlerden biri de büyük sanatkar Leonardo da Vinci olmuş. Sanatçı Lefkara işinin dere adlı motifini o kadar beğenmiş ki “Son Akşam Yemeği” adlı tablosunda bu motife yer vererek onu ölümsüzleştirmiş. Lefkara işinin adı, ortaya çıktığı köyden geliyor. Köydeki kadınlar el emekleri göz nurlarıyla oluşturdukları örtüleri erkeklere vermişler. Erkekler de Avrupa’ya ve hatta Amerika’ya bu örtüleri götürerek satmışlar. Böylece Lefkara işini dünyanın büyük bölümü tanımış. Lefkara Köyü günümüzde Kıbrıs’ın güneyinde kalmış. Ancak Kıbrıs’ın ikiye bölünmesi sebebiyle yaşanan göçler, özellikle 1974 yılı sonrasında Lefkara işi Ada’nın değişik bölgelerindeki köylerde yapılmaya başlanmış.
ATİYE CEMAYLAR Sesta (Sepet) / KKTC ATİYE CEMAYLAR 04 Temmuz, 1951 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Serdarlı Köyü’nde doğdu. Serdarlı ve İskele’deki Köy Kadın kurslarına devam etmektedir. 18 yıldır Kadın Kurslarına katılımını sürdüren Cemaylar, sepet örgü ve dikiş nakış işleri ile uğraşıyor. Sesta (sepet): Kıbrıslı Türk kadınının, boşzamanların değerlendirirken, hayal gücüve göz nurunu katarak oluşturduğu özgün motiflerin bir araya gelmesiyleortaya çıkan ve sele, sesta, paneri, sini, sofra gibi adlarla tanımlanan sap örgülerine, yerel olarak kalem örücülüğüdeniyor. Buğday tanelerini taşıyan başakların değerlendirilmesinden sonra ortada kalan saplar, boylarına göre sınıflandırdıktan sonra, kök boya veyakumaş boyalarıyla renklendirilip kurumaya bırakılır. Daha sonra kolay biçimlendirmeyi sağlamak amacıyla ıslatılan ve sürekli olarak nemli bezlere sarılı tutulan kalemler,’biz’ denilen çelik bir şiş yardımıyla dolgu malzemesi olan kuru ot üzerine Örülür. Sesta yapımında kullanılan kalemlerin ‘ciberunda’ denilen özel bir buğday türünün sapları olmasıtercih edilir. Günümüzde en iyi sestalar Serdarlıda yapılıyor. Köyün hanımları, bir araya gelerek bir yandan sohbet ederlerken, bir yandan da sesta örüyorlar. Hafifliği, nem barındırmaması, dekoratif özelliği ve boş zamandeğerlendirme amacına hizmeti nedeniyle bir zamanlar evlerimizin işlevsel eşyalarını oluşturan sestalar, günümüzde yalnızca turistlerin ve geleneksel trustikdekorasyon meraklılarının ilgisini çekiyor.
AFET SEYMENLİ Lefkara / KKTC AFET SEYMENLİ 01 Şubat,1946 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kalavason Köyü’nde doğdu. Limasol 19 Mayıs Lisesi mezunu olan Seymenli el işleri her zaman öncelikli hobileri arasında olduğunu söylüyor. Dokuz yıldan beri Beldelerindeki köy kadın kursuna katılımını sürdüren Afet Hanım kursun ön gördüğü tüm çalışmaları eksiksiz takip etmeye çalışıyor.
MİKİ ODA Yelpaze / JAPONYA MİKİ ODA Tokyo’dan katılacak olan sanatçımız 1986-1987 yılları arası Saikosha Enstitüsü Temel Sanat Eğitimi, 1987-1989 yılları arası Toyo Sanat ve Tasarım Enstitüsü Grafik Tasarım Bölümü üniversite eğitimi, 1991’de Bunka Moda Endüstrisi Stilistlik eğitimi almıştır. 1993-1994 yılları arası Staffordshire Üniversitesi, İngiltere Güzel Sanatlar Bölümü, değişim öğrencisi ve 1996’da Malezya’da Batik sanatçılarından da eğitim alan Oda, 1990-99 yılları arası İtalya’nın Floransa kentinde Arte Sotto un Tetto’da takı tasarım ve dizayn bölümü eğitimi almıştır. Daha önce iki kez daha Türkiye’de festivallere katılan sanatçının 20012007 arasında 4 adet solo sergisi bulunmaktadır. Her objeyi geçmişimden manzaralar kullanarak oluşturan sanatçı her şeyi bir devinim içinde olduğunu ve hayatın bir yanılsamadan ibaret olduğunu düşünüyor. Sanatın tarihe ışık tuttuğunu düşünen Miki Oda sanatıyla ilgili şunları söyledi: ”Geçmişteki varoluşlarını kanıtlamak için onları kullanmak zorundayım. Çünkü sanat bize varoluşu kanıtlar. Japonya´daki solo sergimde her objeyi bir manzara ışığı fonunda sentezledim. Denizaşırı manzaralar ve hatıralar ile… Türkiye’deki bu festival için de, Japonya ile ilgili hatıralarımı getirmek istiyorum. Çocuklar için origami; el yapımı Japon kağıdı getirdim. Kağıdı lapadan yaptım ve malzemeleri karıştırıp yaprak ve çiçeklerle süsledim.” Yelpaze: hava akımı sağlamak ve serinlemek amacı ile kullanılan bir gereçtir. Yelpazelerin katlanabilir ve katlanamayan türleri vardır. Katlanmayan yelpazeler sabit bir yaprakla bir saptan oluşur. Katlanabilen yelpazelerin, bir uçlarından pimle birbirine tutturulmuş yassı küçük çubukları vardır. Çubukların üstüne yelpazenin açılıp kapanmasına olanak verecek biçimde katlanan bir kumaş ya da kağıt yapıştırılmıştır. Katlanarak kullanılmadığı zamanlarda daha az yer kaplaması sağlanır. İlk yelpazeler kuş tüyünden veya ağaç yapraklarından yapılırdı. Shang Hanedanı zamanında (M.Ö. 1600 - 1100) Sülün kuşunun tüylerinden yapıldığına dair arkeolojik bilgilere ulaşılmıştır. Zhou hanedanı (M.Ö. 11. yüzyıl) yöneticisi “Wu” yelpazeyi ilk keşfeden kişi olarak kabul edilir.
FİTİM SULA Ahşap Figür / ARNAVUTLUK FİTİM SULA ISIM: 1946 doğumlu heykeltraş 1964’te Jordan Misja Lisesi’nden, 1969’da Tiran Güzel Sanatlar Akademisi heykel bölümünden mezun oldu. Peshkopia’ nin lisesi’nde ve Kavaja’nin lisesi’nde sanatlarin ogretmenliği yapan Sula, 2008’de emekli olmuştur. Bu zamana kadar “Arnavutluğun Yazarları ve Sanatçıları Kurumu”nun ve Belçika’nın Güzel SanatlarAkademisi”nin uyesi ve aynı zamanda “Kristoforidhi” adlı olan yazarlar ve sanatcilar kurumunun uyesi. Mermerden ve ahsaptan el ile yapılan heykelleriyle yerel ve ulusal birçok sergilere, katıldı ve bazılarında ödül kazandı. 2008 senesinde, Brüksel’de gerçekleştirilen Uluslararası Sergisi’ne de katılan sanatçı bronz madalyaya layık görüldü. Şu an, Rrogozhin’de işine devam ediyor. Bazı heykelleri, Ulusal Galeride bulunmaktadir ve bazı önemli portreleri sehirlerin meyadanlarında bulunuyor. Heykel: sanatsal bakış açısıyla meydana getirilmiş üç boyutlu formlara denir. Heykel temelde mekânın kapsanması, kavranması ve mekân ile ilişki kurulması ile ilgilenir. Genellikle insan, hayvan ya da nesnelerin heykelleri yapılır. Taş ve ahşap gibi malzemelerden yontularak yapılabileceği gibi, kil, balmumu gibi ara malzemelerden modellenerek, bronz ve tunç gibi metallerden dökülebilir. Büst, rölyef ve tors gibi heykel türleri vardır. Heykel ve heykelciliğin tarihi eski zamanlara kadar uzanır. Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda mermer, ağaç, taş, pişmiş toprak, maden gibi çok çeşitli malzemelerden yapılmış heykel ve heykelciklere rastlanmaktadır. Bunlar ve diğer heykeller üzerinde yapılan incelemelerden, heykellerin büyük bir kısmının çeşitli kavimlerin ilah olarak tanıdıkları varlıkları tasvir ettikleri, bazılarının kral-kraliçe gibi hükümdar ailelerini, kahramanları ve kahramanlık olaylarını, bilim, sanat ve sporda meşhur olmuş kimseleri, bir kısmının da çeşitli insan ve hayvanları tasvir ettikleri anlaşılmıştır. Tarihi araştırmalar, ilk heykelin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hakkında herhangi bir netice vermemektedir.
ÖDÜL DEREN ZAYENE Oya - Nakış / TUNUS ODÜL DEREN ZAYENE Tunus’a özgü Sabka işinde uzmanlaşmıştır. Sabka; Geleneksel kıyafet üzerine işleniyor. kağıt üzerine çizilen desenin üzerinden makina dikişi geçilir ve bir yuvarlak yastığa sarılarak dikişlerin arasından tek tek iğneyle alınarak desenler doldurulur, dügüm tekniği sarma ve kilim teknikleri kullanılır. Doldurma işlemi bitince dikişlerden kağıt yırtılarak çıkartılır ve iğne oyasından da ince bir dantel elde edilir. Sanatçı ayrıca nakışla kumaş birleştirme dersleri veriyor. Unutulmaya yüz tutmuş bu teknikle, bir öğrencisinin getirdiği antika kıyafet üzerinde görerek ilgilenmeye baslamış ve tekniğini çözerek biraz da geliştirerek tekrar gündeme gelmesini sağlamıştır. Zayene, tel kırma benim uzmanlik alanım değil dese de sanata hakim. Bu sanat Tunus’a Osmanlı egemenliğinden yadigar kalmıştır. İstanbul’da müzelerde sergilenen kaftanlarda bu tekniği görmek mümkündür. Ancak Tunus bu sanatı unutmamış daha cok geliştirerek farklı teknikler bulmuş. Tel kırma ile parmaklık, balık sırtı gibi tekniklerle Türkiye’de Bartın yöresinde yapılandan çok farklı bir stilde tel kırma teknikleri oluşmuştur. Tül işleme sanatı; pamuklu altıgen gözenekleri olan tül üzerine yine pamuk iple, geçirme tekniği kullanılarak yapılan bir sanattır. Desenler hesaplanarak tam gözeneklere oturtulur ve hep belli bir sayıyla gider. Tunus’un el sanatlarına en çok sahip çıkan beldesi Hammamet’ten katılan sanatçı yörelerinde her annenin, kızının çeyizi için bu sanatlardan oluşan geleneksel kiyafetleri hazırladığını vurguluyor. Çok emek ve maliyet gerektiren bu kiyafetler, kız evlenme çağına gelene dek ancak tamamlanır. Büyuk bir servet değerindeki bu 6 çeşit kiyafet gelin kızın başlıca çeyizidir. Evli kadınlar her düğüne, sunnete bu kıyafetlerle katılırlar. Eskiyen kıyafetlerden de kırlent, çanta, ayakkabı gibi aksesuarlar yapılır. Eşinin Tunuslu olmasından dolayı on yıl önce buraya yerleşerek asıl mesleği olan fotoğrafçılığı bırakmak zorunda kalan Zayene, sadece cansıkıntısından dolayı bu sanatlarla ilgilenmeye basladığını ancak zamanla teknikleri geliştirip markalaşmıştır. Yaptiğı ürünler “Türk’ün renkleri” adı altında mağazalarda satılmaya başlanmıştır. Tunus’ta ismini telafuz edemedikleri için Türkiyeli olarak tanınan sanatçı şu anda da iki sanatın dersini vermeye devam etmektedir.
MONİKA KOÇER Nakış / MACARİSTAN MONIKA KOÇER 1973 Macaristan Gyula şehrinde doğdu. İlk, orta okul eğitimini aynı şehirde tamamladı. Nicolae Balcescu İskola bitirdi. Çocukluğundan beri tarihe ve eski, antik eşyalara ilgi duyan Koçer ilk eşyasını çocukluğunda oynadığı eski bir evin bahçesindeki kazı çalışmalarında buldu. Macaristan’da tanışıp evlendiği eşi ile altı yıldır İstanbul’da yaşayan Monika iki ülke arasındaki ortak tarihtende etkilenerek önce Pendik Belediyesi hocalarından Minyatür sanatçısı Zehra Akdeniz’in kişisel sergisini Macaristan’a taşıyıp Türk sanatlarının tanıtımını yaptı. Macar sanatları tanıtımı için uzun yıllardır Macaristan’ın ünlü Kalocsa desenlerinden oluşan tamamı el yapımı örtüler, porselenler, folklorik kıyafetler, aksesuarlar, süsler toplayan Koçer tüm bu koleksiyonunu İstanbul’da sergilemeye karar verdi. Pendik Belediyesi’ne sunduğu sergi projesi beğenildi ve Pendik Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezinde sergisini gerçekleştirdi. Nakış: canlı cansız veya geometrik birçok figürün süsleme amaçlı olarak değişik eşyaların zeminlerine işlenmesi ile elde edilen bir süsleme şeklidir. Daha çok kumaş türü zeminlere değişik renkteki iplikler ile yapılan süsleme için kullanılır. Bu tarz işlemeler binlerce yıldan beridir yaygın olarak kullanılmaktadır. Gergef üzerine gerdirilen çeşitli kumaşlara iğne ya da tığ gibi araçlar kullanılarak işlenen geleneksel nakışlar olduğu gibi, gergef işlemek dışında endüstrinin gelişmesi ile beraber nakış işleyen makineler üretilmiş, bilgisayar ortamında tasarlanan türlü desenler yine bilgisayar yardımıyla her türlü tekstil, ayakkabı, ev tekstili gibi alanda kullanılmaktadır. Nakış işleme mesleği tüm dünyada başlıbaşına bir endüstri halini almıştır. Türkiye’de özellikle elle yapılan nakışlar çok gelişmiştir. Çok yaygın bir biçimde, bütün yörelerimizde kadınlar nakış işlemekte olup, çok farklı eğitim kurumlarında da nakış konusunda eğitim verilebilmektedir.
VANERA CHOGOVAZE Keçe / GÜRCİSTAN VANERA CHOGOVAZE 1986 Kutaisi, Gürcistan doğumludur. Kutaisi Grigol Khandzteli Sanat Lisesi’nden 2003’te mezun olmuştur. Tsereteli Devlet Üniversitesi (ATSU), Teknik Mühendislik Fakültesi, Dizayn Bölümü eğitimi aldıktan sonra 2009’da Tiflis Devlet Konservatuarı, Sanat Eleştirmenliği Yüksek Lisansı, Restorasyon ve Konservasyon Fakültesi, Sanat Tarihi ve Teorisi bölümünden mezun olmuştur. 2009’dan beri de Kutaisi Belediyesi’nde, Kültür, Spor, Eğitim ve Tarihi Eserlerin Korunması ve Gençlik Departmanında baş uzman olarak çalışma hayatına devam etmektedir. Sanatçının solo sergileri olduğu gibi birçok grup sergisine de katılmıştır. Keçe sözünü Türkçe etimolojik olarak inceleyen araştırmacılar bu kelimenin Batı Türkleri ile Oğuzlar arasında gelişmiş ve yayılmış olduğuna inanmaktadırlar. Türkçe’de keçe sözüne ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Divân–ı Lügati’t–Türk adlı eserinde rastlanmıştır. Keçe kelimesinin geçme– geçmek (kaynaşıp birleşmek anlamında) kelimeleri arasındaki bir ilişkiden dolayı kullanılmaya başlanıldığı düşünülmektedir. Keçenin ana malzemesi yündür. Genelde koyun yünü kullanılır, ama deve tüy ve alpaka yünleri de kullanılır. Koyunların yünlerinin çeşitleri de çok fazladır. Bölgeye ve yedikleri otlara göre kalitesi değişir. Yün doğal bir malzeme olduğu için, çok faydalıdır. Evde kullanıldığında odadaki nem oranını düzenler. Çok nemliyken nemi alır, çok kuru bir hava varken de ortama nem ekler. Çalışma sırasında da yünlere dokunmak, okşamak insanı çok sakinleştirir. Özellikle çok hareketli çocuklar yün ile çalışırken sakinleşirler. Keçe yapımı çok eski bir uğraştır. Yazın serin kışın sıcak tutar. Kuzey ülkelerinde botlar bile keçeden yapılırdı. Su geçirmez. Ortaasya’da çadırlar ve halılar için de kullanılır. Günümüzde hâlâ geleneksel keçe yapan atölyeler vardır. Son yıllarda keçe hobi olarak da keşfedildi. Keçe yapımı sabır ister, ama çok keyifli bir uğraştır.
İNARA ABLAIEVA Sim Sırma / UKRAYNA INARA ABLAIEVA 1978 doğumlu olan Ukraynalı sanatçı 1996 - 2001, Kırım Mühendislik ve Pedagoji Üniversitesi, Simferopol ş., bilgisayar programlar mühendisi ve bilgisayar bilimi uzmanı fakültesinin mezunu. 2000’de bilgisayar öğretmenleri kurslari boyunca Simferopolde Torid Açık Koleji merkezlerinde staj gördü. 2008 – 2009 yılları arası, Bahçesarayda “Arslan“gençler merkezinde, Kırım Tatar milli nakış işi (Miklama tekniği) kurslarını basarı ile bitirdi. 2010’da, iki taraflı nakış tekniği kursunu bitirdi. 2000 yılından 2009 yılına kadar Torid Açık Koleji, Simferopol’de bilgisayar bilimleri uzmanı olarak çalıştı. 2003 yılından bu yana Gigabyte Bilgi Teknolojisi Geliştirme Merkezi finans müdürü. 2009’dan beri “Arslan” (gençlik merkezinin faaliyet kültür, spor, eğitim gençlere çekmeyi hedefleyen) yönetim kurulu başkani. Kırım tatarlarının dekoratif el sanat işi kendi tarihiyle de yüzyıllara dayanmaktadır. Dekoratif el sanatı - nakışta belli bir yer almaktadır. Günümüzde, nakışcılığın bazı teknikleri kaybolmuştur. Sadece bir kaç tekniğin usülleri kismen yazili şekilde bulunmaktadır. Nakış, bazı sanat sevenlerin ellerinde yeniden hayat buluyor. 2009 yılında “Kırım Tatar kültür ve sanatını yeniden doğuşu” programı çerçevesinde, “Arslan”gencler merkezinde, Kırım Tatar milli altin ipli nakış (miklama tekniği) boyunca kurslar açılmıştır. Her yıl, nakış tekniklerini öğrenmek isteyen gençler bu merkezdeki kurslardan faydalanıyor. Sanatçımız da bu kurslar sayesinde hobisini, nakış kursları mezunu arkadaşları ile birlikte sergilere ve festivallere taşımıştır. Ablaieva, gelecekte kursları daha genişleterek Kırım Tatarlarının süsleme sanatının diğer türleri için eğitim vermek istemektedir.
IUNUSOVA KHATIDZHE Sim Sırma / UKRAYNA IUNUSOVA KHATIDZHE 1981 yılında Özbekistan, Taşkent eyaleti, G.Yangiyul şehrinde doğdu. 1992 yılında Kırım’a taşınan sanatçı 2007 yılında İktisat ve İşletme Üniversitesi’nden mezun oldu. Örgüt Yöneticisi olarak lisans yaptı. Mustafayeva Zarema tarafından “Mıklama” tekniği ile Altın nakış ve çift taraflı nakış (Tatar isleme) eğitimleri aldı. Eserleri Bahçesaray, Yalta, Sivastopol, Simferopol, Kiev, Romanya, Lviv, Muscat ve diğer şehirlerde sergilenmiştir. Ayrıca, eserleri ABD, Polonya, Romanya, Türkiye, Umman, Rusya, Özbekistan, Dağıstan, Ukrayna ve Azerbaycan’da özel koleksiyonlarda yer almaktandır. Kırım Tatar nakış içeriği çok zengin ve değişiktir. Genellikle resim kompozisyonu çiçekler, meyve ve yapraklardan oluşan destek ve çalılardan ibarettir. Küçük ve büyük şekillerde kıvrık dallar veya gövdeler üzerine serbestçe dizilmektedir. Daha nadiren nakış tasarımında tekneler, yapılar ve kuşlar kullanılır. Bitki motifleri Kırım Tatar nakşına eşsiz bir yumuşaklık ve zerafet verir. Bazen nakışçılık kuyumculuğu anımsar. Kırım Tatar nakşında kullanılan her element ve sembolün kendi derin bir anlamı vardır. Örneğin, her gelin Kuran Kapı üzerine aileyi ve evlilik hayatını sembolize eden hayat ağacı işlenir. Sim sırma: Bu orjinal el işi sırmanın tarihi Selçuklulara kadar uzanır. Maraş şehri ve çevresinde hüküm süren Dulkadiroğlu Emine Hatun ve Sıtki Hatun Prenses Osmanlı sarayına gelin giderken çeyizlerinde Maraş’ın sırma işinden yapılan çeyizleri (yatak örtüsü, bohçalar, seccadeler, şaseler, sabahlıklar, Kur’ân kapları, bindalli model, düğün ve nişan kıyafetleri) kullanmışlardır. Maraş işi tek yüzlü bir işlemedir. Desenin altı özel olarak hazırlanan karton ile kabartılıp yedi kat sırma desen üzerinden atlatılarak kenarlarda içlik ile karşılıklı tutturulur. Aynı işlem yanyana uygulanarak işlenir. İşleme tekniği araç ve gereçleri diğer işlemelerden farklıdır. Bu işleme Maraş ilimizde yapıldığı için “Maraş işi” adını almış, Maraş’ta ise halk arasında “Sırma işi” olarak adlandırılmıştır.
www.pendik.bel.tr