1970'smaterials

Page 1



70’LER BU KAPAĞIN ARKASINDA




Özgür Kemal hazırladı ve yazdı

46

Öyle bir geçer H

omo Sapiens’in, önüne çıkan sorunları çözmesiyle gelişmiştir, teknoloji dediğimiz insanal doğa. Ki bu mutlak tinin kendine yabancılaşıp doğayı var etmesi gibi bir süreçtir. İnsan yarattıkça kendine ve doğaya yabancılaşır, “1844 El Yazmaları”nın dediği gibi. Ve bu yabancılaşma “Kapital” de fetişe dönüşecektir. Tarihsel metaryalizmin kült fetişleri, uzlaşmaz çelişkilerle doğsa da diyalektik zamanın spiral girdabında aşılarak bir üst boyuta sıçrarlar. Köleler, önce serf sonra proleter olurlar. Tıpkı gramofonun önce teyp sonra cd daha sonra da MP3 olması gibi… Gelin, tarihsel misyonlarını tamamlamış, 70lerin kült eşyaları arasında bir yolculuğa çıkalım.

SAYI 4 2013


SAYI 4 2013

er zaman ki... ÇAMUR TEMİZLEME DEMİRİ Eskiden sokaklar asfalt değildi. Beton yya a da taş da kaplı değildi. Arnavut kaldırımı gelişkinlik göstergesiydi. Yollar topraktı ve g el statik elektriği rahatlıkla vvücudunuzdaki üc a atardınız. ta Ancak kış mevsimi geldi mi her yyer er çamur olurdu. Yürüdükçe ayakkabınız, ttabanında ab biriken çamurla ağırlaşır, pantollonunuzun on paçası kuruyan çamurla kolalan nırdı. ır İşte eve girmeden önce ıslak toprağın b bu u doğal etkisinden kurtulmak için, apartm man a kapılarının kenarında bulunan demirlle e ççamur sıyrılır ve ayakkabı temizlenirdi. B u aparat, o apartmanda oturanların gelir Bu sseviyesine ev göre kimi zaman düz bir demir p ar parçası kimi zaman da dantel gibi süslü estetik bir dekorasyon öğesi olurdu.

47


48

TROLEYBÜS İETT’nin saklı ‘T’si... İstanbullulara her iki yakada au uzun zun yyıllar ıllar h hizmet izmet vveren eren e elektrikli lektrikli tramvayların 1950’li yılların sonunda kentin ihtiyacını karşılayamaz hale gelmesi üzerine; otobüslere oranla daha ekonomik olması ve elektrikle enerjisiyle çalışması dolayısıyla çevreci özelliği de göz önüne alınarak troleybüs sisteminin kurulmasına karar verilir. Güç beslenmesi çift havai elektrik hattından sağlanan troleybüsler için ilk hat Topkapı-Emönönü arasında döşenir. İtalyan Ansaldo San Giorgia firmasına 1956-57 yıllarında sipariş edilen troleybüsler 27 Mayıs 1961’de hizmete girer. Toplam uzunluğu 45 kilometre olan şebeke, 6 kuvvet merkezi ve 100 troleybüslük işletmenin maliyeti o günün rakamıyla 70 milyon lirayı bulur. Şişli ve Topkapı garajlarına bağlı olarak hizmet veren ve kapı numaraları 1’den 100’e kadar sıralanan araçlara 1968 yılında, tamamen İETT işçilerinin üretimi olan ‘Tosun’ da katılınca araç sayısı 101 olur. Tosun, 101 kapı numarasıyla İstanbullulara 16 yıl süreyle hizmet verir. Elektrik kesintileri yüzünden sık sık yollarda kalan ve seferleri aksayan troleybüsler, trafiği engellediği gerekçesiyle 16 Temmuz 1984’te işletmeden kaldırılır. Araçlar İzmir Belediyesi’ne bağlı ESHOT (Elektrik, Su, Havagazı, Otobüs ve Troleybüs) Genel Müdürlüğü’ne satılır. Troleybüslerin 23 yıllık İstanbul macerası böylece son bulur. SAYI 4 2013


SAYI 4 2013

GIRGIR 70lerde ve 80lerin başlarında ev hanımlarının bir numaralı el aletiydi. –ki zaten el gücüyle çalışırdı- Yerlerdeki kırıntılar, tozlar, tüyler bu aletle temizlenirdi. Altında, iki ya da üç sıra toz toplayıcı silindiri olan, plastik ya da metal bir toz haznesi ile bu hazneye bağlı bir koldan ibaret, son derece basit, mekanik bir araçtı. Kullanımı oldukça kolaydı ve bir kullanma klavuzuna ihtiyaç göstermezdi. Gırgıra takılı vidalı sapından tutup ileri geri sürdüğünüzde yerdeki süprüntü makinanın haznesinde toplanırdı. İşte bu işlem sırasında çıkan gırgır sesi aletin de adı olmuştu aynı zamanda. Aletin mucidi bununla da yetinmemiş ve bir kademe ayar düğmesi ekleyerek, süpürülecek yüzeyin halı ya da marley olmasına göre silindirleri yükseltip alçaltan bir mekanizma geliştirmişti. Gırgır “sıfır” elektrik tüketimiyle y g günümüzün en A p plus aletlerine dahi korkunç bir fark a atan tan e enerji nerji ttasarruf asarruf ssistemine istemine ssahipti. ahipti.

49


50 PİJAMA HAVAYOLLARI DH89 (1937) İlk kuruluş yıllarında metal renkteki uçağın üzerinde sadece kırmızı şeritler bulunurdu. Uçağın burun bölümünde ‘Devlet Hava Yolları’ ibaresi yer alırdı. De Havilland şirketinin imalatı DH89, 6 koltuk kapasitesi sahipti. DC3 (1947) THY, en büyük atılımlarından birini 1946’da DC3 uçaklarıyla yaptı. Amerikan stoklarından alınan ve 33 adedi için sadece 20 bin dolar ödenen uçaklar önce metal renge boyanmıştı. İnce kırmızı şeritler burunda Lufthansa’nın eski amblemine benzer bir logoda buluşurdu. Gövde üzerinde Türkçe ve İngilizce ‘Devlet Hava Yolları’ yazardı. VISCOUNT (1958) Devlet Hava Yolları 1956’da isim değişikliği ile Türk Hava Yolları haline geldi. ‘Pijama’ efsanesi şirketin turboprop motorlu ilk yolcu uçağı İngiliz Viscount serisi ile başladı. Burunda başlayan beş kırmızı çizgi kuyrukta birleşiyordu. DC9 (1967) THY’nin dünyada tanınmasında önemli bir yere sahip logosu 1960’ların ikinci yarısında ortaya çıktı. Filonun ilk jet uçağı DC9’da gövdedeki kırmızı çizgiler artık kuyrukta da yeni logoyla birlikte yer alıyordu. B727 (1982) 1980’lerle birlikte farklı bir tasarımla ‘Turkish’ gövdedeki ana slogan oldu. Kırmızı logo, kuyrukta mavi ve yeşile dönüyordu. Yine bu renkteki şeritler gövdeyi sarıyordu. SAYI 4 2013


SAYI 4 2013

DC10 (1989) Filodaki ilk geniş gövdeli jet DC10’lar 1989’da ilginç bir boyama ile yolcuların karşısına çıktı. Gövdede kırmızı ‘Turkish Air’ tek bir çizgi ile vurgulanırken logo kuyrukta iki kalın kırmızı çizgi arasına alındı.

A310 (1990) THY 1990’lardan itibaren iyice karışan dış tasarımını tek bir modele oturttu. Logo tamamen kırmızı kuyrukta yuvarlak içine alındı. Gövdede ‘Turkish Airlines’ lacivert yazıldı. Arka gövdede kırmızı ‘THY’ yazısı bulunuyordu. Bu boyamada 1990’ların ikinci yarısında ‘Airlines’ silindi. B707 (1971) THY, 1970’lerin başında bir ara farklı bir boyamaya gitti. Gövdedeki ve kuyruktaki kırmızı şeritler tek bir çizgi haline geldi.

51


52

BİLYELİ ARABA Erkek çocukları tarafından yatay birr ttahtanın ahtanın d dört ört k kenarına enarına ssabitlenabitlenmiş metalik motor bilyelerinden oluşan ilkel taşıma araçlarıydılar. Arabanın önündeki iki bilyayı tutan uzun tahta, tam orta noktasından sağasola dönebilir şekilde sabitlenir, çocuk da ayaklarını bu tahtanın üzerine koyarak, hem dengesini sağlar, hem de ayaklarını oynatarak arabayı sağa sola çevirebilirdi. Bazen yere yatay konumdaki taşıyıcı tahta gövdenin önüne dikey bir tahta daha monte edilerek, ucuna gidon vazifesi gören bir tahta çakılırdı. Böylece bilyalı araba “L” şekline getirilerek ayakta da kullanılır ve adı da “bilyalı kay-kay” olurdu. İşi abartan bazı çocuklar tahtanın arka kısmına küçük bir kasa çakarlar, üzerini de yastıklarla örterek oturma yerleri yaparlardı. Asfaltta giderken çıldırtıcı bir metalik ses çıkaran bu arabalarla yukarı-aşağı saatlerce kayan mahallenin çocukları, başları şişen kimi ev kadınları tarafından, camlardan üzerlerine kovalarla atılan sularla ıslanırlar, 5 dakikaya kalmadan İstanbul’un bunaltıcı yaz öğlenlerinin sıcağında kuruyuverirlerdi. Kimi zaman ise bilyelerden biri, raptedildiği tahtanın ucundan ayrılıverir ve üzerindeki çocuğun asfalt boyunca sürüklenerek, başta dizleri olmak üzere her yerinin kan-revan içinde kalmasına sebep olurdu. Günümüzde bilyeli araba geleneğini FORMULAZ yarışları sürdürmektedir. SAYI 4 2013


SAYI 4 2013

CİN ALİ KİTAPLARI Cin Ali Hikaye Kitapları, 1968 yılında yayınlanmaya başladığında, kuşaklar boyu çocukların ilk kitabı olacağını yazarı ve yaratıcısı Rasim Kaygusuz da tahmin edemezdi. Aradan geçen 44 yıl boyunca Cin Ali’nin çok renkli bir yaşamı oldu. İlk korsan baskısı yapılan kitap Cin Ali idi. TRT yayınlarını izleyemeyen köylerde bile çocuklar okumaya Cin Ali ile başlamıştı. Cin Ali, Türkiye’de ilkokul öğrencilerine okumayı kolay öğretmek amacıyla geliştirilmiş 10 kitaplık hikâye serisinin kahramanıydı. Ali adlı çocuğun, belli bir seriyi takiben; okuldaki, piknikteki, denizdeki, müzedeki, törendeki, dişçideki ve hayvanat bahçesindeki müthiş heyecanlı (!) maceralarına yer veren kitaplardaki çizimler çöp çizgilerden oluşmaktaydı. Her şey ama her şey birkaç çizgiden ibaretti;; evler,, arabalar,, insanlar,, hayvanlar, y , eşyalar... şy Kollar ve bacaklar ve vücutlar olup herhangi bir organ tlar ççöpten öpten iibaret baret o lup h erhangi b ir o rgan iihtiva htiva etmemekteydi. Kafalarsa b bir ir yyuvarlaktan uvarlaktan m müteşekkildi. üteşekkildi.

53


54

AÇIK SATILAN BİSKÜVİ ve KUTUSU USU Mahalle bakkallarında şimdiki g gibi ibi p paketlenmiş aketlenmiş b bisküviler isküviler yyoktu oktu yya a da lüks sınıfına giren birkaç marka da pahalı olduğundan pek tutulmazdı. Hemen her bakkal dükkânının giriş kapısının yanında ortalama 30X30X30 ebatlarında teneke bisküvi kutuları düzenli bir şekilde üst üste oturtulmuş halde dururdu. Bunların ön kısmında camlı bir kapakları olurdu. Kapak, içindeki bisküvilerin bayatlamaması için sürekli kapalı olur, camdan içinde hangi tür bisküvi olduğu görülürdü. Bu kutular, içindekilerin herhangi bir kazaya kurban gitmemesi için zeminden 30 derece kadar yukarı bakacak şekilde meyilli konulurdu. İstenen tür bisküvi, bakkal tarafından kâğıttan bir kesekâğıdına doldurulup tartılarak müşteriye verilirdi. En çok giden çeşit kremalı (kaymaklı da denirdi) bisküvi olurdu. LEBLEBİ TOZU Mahalle bakkallarından temin edilen harikulade b bir gıda maddesiydi. İşaret parmağı uzunluğunda ve kalınlığındaki şeffaf torbalara doldurulmuş şekerli lebk llebi e tozları, çocuklar tarafından çok sevilen ve genelde yyenmek üzere değil de, ağza tümüyle doldurulduktan ssonra karşındakine hızla püskürtülmek için satın alınan b bir abur cuburdu. Eğer ağızda fazla tutulursa, boğaza ffena e halde kaçar ve uzun süre öksürtürdü. SAYI 4 2013


SAYI 4 2013

TELLİ ARABA O yıllarda, bütün erkek çocuklarının sahip olduğu telli arabalar, ucuz plastikten ve o dönemin revaçta olan otomobil markalarından Murat 124, Renault ve Anadol modellerinin taklitleriydi. Dökme kalıba plâstikten imal edilmişlerdi. Kimi çocukların sahip olduğu plastikten Mercedes ve Chevroletler ise sahibine müthiş bir statü kazandırır ve diğer çocukların gıptayla bakmalarına sebep olurdu. Bu arabaların tavanını delerek içinden çengellenen, üzeri plastik kaplı telin diğer ucu çocuğun direksiyon kullandığını hissetmesi için yuvarlatılmış olur ve buradan tutularak araba kolayca sağa sola döndürülürdü. Bazıları ise işi abartarak, direksiyona daha bir benzemesi için, yine o dönemin hit oyuncaklarından olan çıngıraklı tekerleğin kerleğin ttekerini ekerini ççıkarıp ıkarıp ttelin elin u ucuna cuna ssıkıca ıkıca rraptederlerdi. aptederlerd

55


56

TRİPORTÖR 1970lerde, Devlet Malzeme Ofisi ile ortak olan Arçelik, İtalyan motosiklet ve bisiklet üreticisi Lambretta’nın lisansı altında, ufak nakliye işlerinde kullanılmak üzere bir araç üretir : Triportör… Üç tekerleği bulunan ve direksiyon yerine bir gidonla kumanda edilen bir tasarım harikası. İtalyanların küçük ve ekonomik araçlar yapma hastalığının bir uzantısı olan triportörün kokpitinin önünde gidona bağlı olan bir tekerlek, arkadaki kasada da iki tekerlek bulunurdu. Gidon kokpitin ortasındaydı ve sürücü de doğal olarak ortaya otururdu. Sürücünün sağına ve soluna zorlayarak da olsa birer yolcu otururdu. Kasa, kimi zaman üstü açık, kimi zaman tenteli, kimi zaman da kapalı olurdu. En büyük müşterisi DMO idi ve bu sevimli araçlar neredeyse PTT’nin de simgesi olmuştu. Arçelik marka triportörden başka bir de yine lisans altında montajı yapılan MotoGuzzi’ler vardı. Bu küçük araçlar basit yapılarından dolayı o kadar sağlamdılar ki niz. onlara hala yollarda rastlayabilirsiniz.

SAYI 4 2013


SAYI 4 2013 201

Lİ DİVAN DİVAN-KÜTÜPHANELİ Üzerinde oturmak ve yatmak için tasarlanmış bir ev eşyasıydı. Yaylı bir baza üstüne konmuş sünger bir yatak ve yastıklardan oluşurdu. Yatak ve yastıklar, evin hanımının estetik beğenisini yansıtacak kilim ya da dal-çiçek desenli döşemelik kumaşla kaplanırdı. Çocuklar için bulunmaz bir oyun parkıydı da aynı zamanda…üstünde yaylar deforme olana kadar zıplanır, yastıkları yerlere atılarak ev ya da savaşçılık oyunu için siper yapılır ve anneden dayak yenirdi. Daha sonraları evrim geçirerek bünyesine bir kütüphane de almış “kütüphaneli divan” olarak anılmıştır. Bu modelde, üzeri yine kumaş kaplı sünger bir tabana sahip iki sırtlık bulunurdu ki bu sırtlıklar aynı zamanda arkasında bulunan dolapların kapağıydı. Dolapların ortasında birkaç rafı olan bir kitaplık bölmesi bulunurdu. Buralara gazetelerin kuponla verdiği ansiklopediler ya da biblolar-resim çerçeveleri konurdu. Divanı tutup, kendinize çektiğinizde, bir yatak ortaya çıkardı. Yatağın altındaki baza, evin her türlü ıvırını zıvırını, alabilecek bir kapasiteye sahip olurdu.

57


58

ÇATI ANTENİ ve YÜKSELTİCİ Sadece TRT’nin tek bir kanalla rakipsiz olduğu beyaz kipsiz o lduğu ssiyah iyah b eyaz yyıllardı. ıllardı. Özel televizyon gibi bir kavram bilinmiyordu ve TRT de şimdiki gibi öyle TRT-6, TRT-10, TRT-20 değil sadece TRT’ydi. Dallas’ı ya da Kunta Kinte’yi izleyebilmek için televizyonun dışında bir de elektromanyetik dalgaları toplayabilecek bir alıcı cihazı yani anteni çatınıza kurmanız gerekmekteydi. Ve eğer İstanbul’daysanız yönünü Çamlıca Tepesi’ne çevirmeliydiniz. İnce ayar için çatıdan, pencere ya da balkondaki diğer bir aile üyesine cep telefonu da olmadığı için : “oldu mu, oldu mu ?” diye bağırırdınız. Ancak tüm bunları yapsanız da UHF-VHF bandı yeterince güçlü olmaz ve ekran karıncalı olurdu. İşte o zaman da bir yükseltici satın almanız gerekirdi.

FACIT HESAP MAKİNESİ İsveç malı olan bu dahi makine dört işlemi sıfır h hatayla hesaplayan bir mekanizmaya sahipti. 70ler ve 8 80lerde muhasebecilerin ve esnafların sağ koluydu. T Toplanacak ya da çıkarılacak sayılar makine üzerindeki ttuşlarla u girildikten sonra yandaki kol çevrilir ve işlemin u uzunluğuna göre bu “basma-çevirme” hareketi tekrarllanır a ve en son işlemin sonucu bir fişe basılırdı. Bankayya a gittiğinizde, masalarında oturmuş sürekli bu aletin k kolunu çeviren memurlar görürdünüz. SAYI 4 2013


SAYI 4 2013

KURNA ve ODUNLU TERMOSİFON Şimdi banyolarımızda duşakabinller, e küvetler, jakuziler ve kombiden gelen sıcak su var. Eskiden evlerin g e banyolarında, genellikle yekpâre merb a merden oyulmuş orta boylarda kurnam llar a olurdu. Üst kısımları dikdörtgen, a l tarafları ise yarım daire şeklinde alt b i forma sahip olan kurnaların oyuk bir o olan l hazne kısımları, yaklaşık 10-12 llitre it suyu tutabilirdi. Yıkanacak şahıs kurnanın yanında küçük bir tabureye k u o oturur, t musluktan hazneyi sıcak suyla d doldurur o ve hamam tası adı verilen p plastik l ya da metal kaplar yardımıyla k kurnadan u düzenli aralıklarla aldığı ssuyu u üzerine boca ederek yıkanma eylemini gerçekleştirirdi. e y Sıcak su ise alt kısmında odun yakılan bir soba, üst kısmında ise bir su tankı bulunan odunlu termosifonda üretilirdi. Bu cihaz suyu ısıtmakla kalmaz, banyoyu da yerinde bir tabirle hamam gibi sıcacık ederdi.

59


60

MEKAP ve ESEM SPOR AYAKKABILAR Bir ayakkabı markası, bir toplumun ekonomik - sosyal ve siyasal tarihini anlatabilir mi? Mekap’ın öyküsünü okuyunca bunun mümkün olduğunu anlayacaksınız... 70’lerde başlayan ve günümüzde hâlâ devam eden bir serüven bu... Her delikanlı bir Converce ya da bir Tiger için ölüp biterdi. Kızların gözü arkası yeşilli Adidas Stan Smith’lerdeydi... Çok şanslı olanlarını, eşin dostun yurtdışı gezilerinden bir bavula sıkıştırarak getirdikleri bir çift, acayip mutlu ederdi... Daha az şanslı olanlar ise genellikle Amerikalı askerlerden ‘düşürülen’ ikinci el pazarlarda aradıklarını bulurdu. Ya diğerleri?.. Onların imdadına ise girişimci Hikmet Kurşunoğlu yetişecekti. 1970’li yıllarda gençlerdeki spor ayakkabı tutkusunu keşfeden Hikmet Kurşunoğlu, ‘akıllı bir yatırım’ yapıyordu. İtalyan bir firma ile anlaşma yaparak, teknoloji ithal etti. Poliüreten tabanlı, sarı - lacivert renkli ayakkabılara bir de isim takıldı: Mekap... İşte Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik hayatında rol alan bir marka böyle doğdu.

SAYI 4 2013


SAYI 4 2013

Sınıfsız Mekap topluluğu Mekap, doğduğu ilk yıllarda alım gücü olsa dahi piyasada bulamadığı için yabancı marka ayakkabı alamayan ya da parası zaten yabancı marka ayakkabıya yetmeyen tüm Türk gençlerinin ayağındaydı. Sağcısı, solcusu, zengini, fakiri Mekap’la yetiniyordu. Yani koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin yapamadığını Karadenizli girişimci Hikmet Kurşunoğlu becermiş ve gençler arasında sınıfsız ve de kaynaşmış bir toplum yaratmıştı. Bugünlerde 40’lı - 50’li yaşlarını süren o zamanın genç kız ve genç erkeklerine sorsanız, Mekap’larını ‘iç geçirerek’ anarlar. Gerçi Converce’liler onların Mekaplı ayaklarına bakıp, bakıp ‘en tepede’ olmanın tadını çıkarırdı ama bu kadarı da onların ‘kusurlarıydı.’ Sınıfsız Mekap topluluğuna onlardan bir zarar gelmezdi. Ta ki bir başka ayakkabı girişimcisi Emin Cankurtaran’ın ürettiği Esem marka spor ayakkabılar çıkıp gelinceye dek. Esem’ler ‘bir bölen’ olarak huzuru bozdu. Esem’ler, yabancı markalara biraz daha benziyordu. Albenisi vardı ve azıcık zorlasa neredeyse ‘Adidas’ bile olabilirdi. Esem’lerle birlikte Mekap’ın yeri de tayin edildi. Artık bu ayakkabılar garibanlara aitti. Esem’ler ise orta sınıf gençlere. Üretimlerinin toplum içindeki ifadesi farklıydı ama iki firma da bu rekabetten zararlı çıkmadı. Türkiye’de her ayakkabıcıya yetecek kadar her yaştan, her gelir gruptan yığınla genç vardı nasıl olsa...

61


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.