İÇİNDEKİLER
GİRİŞ .................................................................................................. 1 EDİTÖRLERDEN .......................................................................................... 2 TEŞEKKÜR ........................................................................................... 4 1.Evrimsel Psikolojiye Göre Eş Seçimi – Psikolog Melike Kalelioğlu ..... 5 2.Romantik Gerçekler – Psikolog Elif Turgay.......................................... 8 3.Yıllardır Aranan Bir Anlam Var: Aşk Nedir? - Uzm. Klinik Psikolog Gözde Kıratlı ... 13 4.Kariyerini Belirle: Kimlikler ve Önyargılar – Sosyal Psikolog Yasin Koç ................... 15 5.Sence Ben Normal Miyim? - Bar Psikoloğu Ferhat Aydın ....................................... 20 6.Arthur Schopenhauer – Yiğit Avuloğlu ................................................................... 21 7.Otobüs – Aslı Emekçi .............................................................................................. 24 8. İki Nokta – Tekin .................................................................................................... 26 9.Hissetmek – Ç. ........................................................................................................ 27 10.Prebiyotik Yazar – Ayşe Bilge ................................................................................ 28 11.Aşk ve İlişkilere Dair Film Listesi – Serhan Akalın .................................................. 29 12.Aşk ve İlişkilere Dair Tiyatro Önerisi – Görkem Ergin ............................................ 33 13.Aşk ve İlişkilere Dair Müzik Önerileri .................................................................... 34 14.MEF Psikoloji Köşesi .............................................................................................. 35
2018 PSANTEON YAYIN EKİBİ Editörler
Kültür ve Sanat Ekibi
Ceren KAYA
Sevgi Aleyna YAYLA
Hilal Deniz ÖZEL
İlayda Kardelen AKIN
Tasarım Ekibi
Sena Nur KAYA
Almina ÖZÜREN
Görkem ERGİN
Semanur YILDIRIM
Röportaj Sorumlusu
Eser İnceleme Ekibi
İrem Nur KESKİN
Hande Özlem ATAR
Sosyal Medya Sorumlusu
Ezgi TİMUROĞLU
Tuğçe DABAGER
İlksen BOSTANCI Furkan ÇÖRTÜK Deniz Ceren ELVER Yiğit AVUOĞLU Selim PAŞALI Ezgi Nur Budak
psanteon@gmail.com
1
“Binlerce kilometrelik bir yolculuk bile, tek bir adımla başlamak zorundadır.” Lao Tzu
EDİTÖRDEN Merhaba sevgili okuyucular,
Psanteon’un ilk sayısını başlatacak ilk cümleye karar vermeye çalışırken dergimizin isminin nereden geldiğini, neler yaptığımızı, nasıl zorluklarla karşılaştığımızı kısaca Psanteon’un hikayesini anlatma fikri mantıklı geldi. Nisan 2017’de MEF Psikoloji Kulübü’nün yönetim değiştirdiği toplantıda ortaya bir fikir attık. Aylık olarak neler yaptığımızdan bahsettiğimiz en fazla dört beş sayfalık bir bülteni tüm okula e-posta üzerinden göndermeyi düşünmüştük. Aylar sonlar eylüldeki kulüp tanışma toplantımızda yeni üyelerimize bu fikrimizden söz ettik. Kısa bir bülten yayımlama niyetindeyken hiç ummadığımız ve bizi çok mutlu eden bir ilgiyle karşılaştık. O zaman neden bir dergi çıkarmıyoruz diye kendimize sorduk. Planlarımızı detaylı bir şekilde hazırladık. Aklımıza gelen her fikri ince ince düşünüp tartıştık. Bu süreçte güzel arkadaşlarımız ve kulüp eş başkanlarımız Ece ve Sinem’in başını çok ağrıttık. Dergimizin ismini belirlerken bir Antik Roma anıtı olan Pantheon’dan ilham aldık. Psikoloji ve Pantheon kelimelerini birleştirdik. Pantheon bütün tanrılara adanmış bir tapınak, biz de Psanteon’u Psikolojiye adadık. İlk zamanlar başaramayacağımız hiç aklımıza gelmedi fakat aradan birkaç hafta geçince her şey ciddileşmeye başladı ve tedirgin olmaya başladık. Acaba başarabilecek miydik? İkimiz bu dergiyi istiyoruz, her şeyi hazırladık fakat bizim gibi düşünenler var mı? Tamam tanışma toplantısında bu fikrimizle ilgilenen çok insan vardı fakat o bir anlık bir heves miydi? Yalnız mı kalacağız? Kafamızda bu sorularla birlikte afişlerimizi, anketimizi, tüm okula atılan e-postamızı, sunumumuzu hazırladık. Geriye beklemek kaldı ve yaptığımız toplantıdan sonra 18 kişilik bir ekip olduk. Şunu söylemeliyim ki tamamı öğrencilerden oluşan bir ekibimiz var. Büyük heyecanla yayımladığımız bu ilk sayı ekibimizdeki çoğu kişinin ilk tecrübesidir. Psanteon Deniz ve benim için yepyeni bir deneyimdi. Aştığımız her zorluk bizim için yeni bir deneyim oldu. Biz bu süreçte çok şey öğrendik, öğrenmeye de devam ediyoruz. Bu dergi aracılığı ile gerçekleştirmek istediğimiz amacımız; alanında uzman kişilere ulaşıp birikimlerini okuyucularımızla paylaşmalarını sağlamak ve lisans öğrencilerinin ürettikleri içerikleri paylaşıp kendilerini geliştirebilecekleri bir yayın organı oluşturmaktır. İlk sayımızda hatamız olduysa hoşgörünüze sığınıp her sayıda size daha iyisini sunabilmek için çok çalıştığımızı söylemek isterim. Her sayıda farklı bir temayı psikolojik bakış açısından inceleyeceğimiz Psanteon’umuzu yalnız bırakmayacağınızı ve her sayımızı merakla bekleyeceğinizi umut ediyorum. Bizlere destek verip katkıda bulunan herkese ayrı ayrı teşekkürlerimizi sunuyorum. Siz değerli okuyucularımızın istek, öneri ve eleştirilerini de bekler bir sonraki sayımızda görüşene kadar sevgiyle kalmanızı dilerim. Sevgi ve saygılarımla, Ceren Kaya.
2
EDİTÖRDEN Sevgili Okuyucu, Aşk dediğimiz duygunun kaç farklı yolla ifade edilebileceğine bu dergide şahit oldum ben ve bu önsöze de aşk ve ilişkiler üzerine kendi iç dünyasını yazıya dökerek yansıtan tüm yazarlarımıza teşekkür ederek başlamak istiyorum. Yazdıkları cümlelerde kelimelerin büyüsüne kapılmamak elde değildi. Bazı mısralar beni Aşk’ın en derin ve anlaşılmaz boyutuna sürüklerken, bazıları beni ben yapan basit değerlerin aslında bir yazarın kalemiyle o basitlikten sıyrılıp büyüleyici bir hale dönüşebileceğini gösterdi. Kimi yazarlarda kalemlerinin profesyonelliğini sezerken, kimilerinde yüzüme hafif bir tebessüm yayıldı kalemleri henüz taze olmasına rağmen yazılarında içtenliği yakalayabildikleri için. ‘’Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran bir yüzey bulur; bizi gidişten daha fazla büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.’’ demiş Marcel Proust. Ne de güzel anlatmış aşkın iki taraflı olduğunu, daha doğrusu olması gerektiğini. Kendi adıma konuşacak olursam bu dergiden çıkardığım en önemli sonuçlardan biri de buydu işte; aşkın tek taraflı yürütülemeyeceği. Yer alan eserler kimi zaman beni ilişkilerinde yaşadığı iç çatışmayı bizlere aktaran bir adamın zihnine götürdü, kimi zaman ise aşkı sorgulayan ama kendisinin de bu duygu karşısında değiştiğinin farkına varmayan bir kadın gibi hissettirdi; aramanın, aranmanın ve belki de en önemlisi yabancılaşmanın ne demek olduğunu hatırlattı, aşık olmanın aslında kendi eksik parçalarını tamamlamaktan başka bir şey olmadığı hissini verdi. Eminim ki sizler de bu sayfalarda yer alan eserleri okuduğunuzda bambaşka sonuçlar çıkaracaksınız ve eğer kendinizden parçalar bulabiliyorsanız bu sayfalarda, işte o zaman bizler de amacımıza ulaşabilmişiz demektir. Sözlerimi aşkın bana ne anlam ifade ettiğini anlatarak bitirmek istiyorum. Bence aşk başlangıcı olmayan bir yolun sonunu görmeye çalışmaktır. Olağan ama bir o kadar da tahmin edilemez. Ve öyledir ki insanoğlu her şeye aşık olabilir. İnsana, kendine, dünyaya, sevgiye... Hatta aşka bile aşık olabilir insan. Belki de kalp denilen bu mucizenin en gizemli tarafı da budur. Bizi hissetmenin acısıyla baş başa bırakırken aynı zamanda kapanmayan yaralarımıza aşkla, umutla beyaz bir örtü çekip bizi iyileştirir. İşte bu yüzden aşkın ruhunuzda daimi kalmasını diliyorum değerli okuyucular... Sevgilerimle, Hilal Deniz Özel
3
TEŞEKKÜR ‘’MEF Üniversitesi Psikoloji Kulübü Eş Başkanları Ece Aksu ve Sinem Sevim’e, derginin hayata geçirilmesindeki katkılarından; Almina Özüren’e dergimizin kapak tasarımı için verdiği çabadan; Semanur Yıldırım’ın sayfalarımızın tasarımı için ortaya koyduğu uğraştan; yayın ekibimize ve eserlerini bizlerle paylaşan yazarlarımıza katkılarından dolayı en içten teşekkürlerimizi sunarız.’’
4
EVRİMSEL PSİKOLOJİ BAKIŞ AÇISINA GÖRE EŞ SEÇİMİ
Psikolog Melike Kalelioğlu
Psikoloji literatürüne bakıldığı zaman farklı yargılama ve karar verme mekanizmalarının eş seçimimiz üzerinde rol oynadığını söyleyebiliriz. Fakat bu yazıda, eş seçimi evrimsel psikoloji bakış açısı ile ele alınacaktır. Evrimsel psikoloji bakış açısı eş seçiminde kadın ve erkeklerin zaman içinde farklı şekillerde geliştiklerini göstermektedir. Zaman içindeki bu farklı gelişim, bireylere eş seçiminde göz önünde bulunduracakları öncelikleri ve seçecekleri romantik partnerleri hakkında yol gösterici olmaktadır. Modern, ampirik eş seçimi çalışmalarının kurulması 20. yüzyılın birinci yarısına dayanmaktadır. Sosyolog Reuben Hill (1945) yaptığı araştırmada katılımcılarından kendi
eşlerinin sahip olduğu mevcut özelliklerin önemini değerlendirmelerini istemiştir. Bulgular, erkek katılımcıların kadın katılımcılara göre “iyi görünüme” daha fazla önem atfettiğini gösterirken, kadın katılımcıların ise erkek katılımcılara göre “finansal imkanlara” daha fazla önem atfettiğini göstermektedir. Literatürde, David Buss tarafından 1989 yılında yayınlanan çalışma, eş seçimi alanında en önemli referans kaynaklardan biri olarak yer almaktadır. Buss, kültürlerarası bu çalışmasını 37 farklı ülkeden 10.047 katılımcı ile yürütmüş ve eş seçiminde ifade edilen tercihler üzerine odaklanmıştır. Bu çalışmanın bulgularına göre Buss, fiziksel çekiciliğe ve iyi ekonomik imkanlara sahip olmaya verilen önem üzerinde tutarlı bir şekilde cinsiyet farklılığı bulunduğunu ifade etmiştir.
Ayrıca Buss, elde ettiği bu bulguları, Trivers’ın (1972) önerdiği Ebeveyn Yatırım Teorisi (Parental Investment Theory) ile açıklamaktadır. Ebeveyn yatırımı, bireyin kendi soyunu nesiller boyu sürdürebilmesi böylece kendi özelliklerinin doğada varlığını devam ettirebilmesi için yavrusunun bakımına yaptığı harcama olarak tanımlanabilir. Zaman ve enerji ebeveynin yaptığı en önemli yatırımlardır. Evrimsel bakış açısına göre, yapılan yatırımların sonucunda, ebeveynlerinin genlerini taşıyan bu yavrular hayatta kalır, sahip oldukları genleri yayar ve dolaylı olarak uyum başarısını arttırırlar. Buna göre, Buss fiziksel çekiciliğin kadınların üreme eğilimleri hakkında fikir verdiği için erkeklerin kadınlara nazaran eş seçiminde fiziksel çekiciliğe daha fazla önem verdiğini fakat erkeklerin vereceği ekonomik katkılarla yavruların hayatta kalma ihtimalini arttırabileceği için kadınların erkeklere nazaran eş seçiminde finansal imkanlara daha fazla önem verdiğini ileri sürmektedir.
5
vb.) sosyal olarak ön planda olma ve sosyal kaynaklar ile (sahip olunan sosyal statü, sosyal görünürlük ve finansal kaynaklar) çok da yüksek korelasyon değerine sahip olmadığını göstermektedir. Elde edinilen bu bulgu, insanların ideal partnerlerini ve potansiyel partnerlerinin samimiyet ile bağlılık için sahip olabilecekleri kapasiteyi, genel sağlıklarını ve sosyal statüleri ile kaynaklarını değerlendirirken ne tür standartlar kullandıklarını tanımlayabilmektedir. Böylece, yapılan çalışmaların sonucunda insanların eş seçiminde üç temel kriter kullandıklarını söyleyebiliriz. Bunlar, içtenlik ve güvenilirlik (warmth / trustworthiness), çekicilik ve canlılık (attractiveness / vitality) ve statü ve kaynaklardır (status / resources). Yapılan çalışmalar, önceki bulgularla benzer olarak kadınların erkeklere kıyasla potansiyel eşlerini seçerken, içtenlik ve güvenilirlik ile statü ve kaynaklara daha fazla önem verirken, çekicilik ve canlılığa ise daha az önem verdiklerini ifade etmektedir.
Simpson ve Gangestad’ın (1992) yapmış olduğu çalışmada ise potansiyel romantik partner seçimini etkileyen fiziksel çekicilik, nezaket, bağlılık ve sosyal statü gibi 15 yaygın özellik, katılımcılar tarafından değerlendirilmiş ve faktör analizlerinin sonucunda her iki cinsiyet içinde iki faktör elde edilmiştir. Birinci faktör, ilişkideki yakınlığı ve samimiyeti arttırdığı bilinen nezaket, sorumluluk, bağlılık ve iyi ebeveynlik gibi özelliklerden oluşurken, ikinci faktör partnerin çekiciliği ve sosyal görünürlüğü ile ilgili fiziksel çekicilik, finansal kaynaklar ve sosyal statü gibi özelliklerden oluşmaktadır. Daha sonraki çalışmalar ise çekicilik ve sosyal görünürlüğün oluşturduğu ikinci faktörün iki ayrı teorik bileşenlerden oluşabileceğini öne sürmüştür. Gangestad ve Simpson (1996) yaptıkları çalışmada, bireylerin sağlık göstergelerinin (fiziksel çekicilik, fiziksel uygunluk ve sağlık geçmişi
Ayrıca, eş seçimi konusunda dikkate çarpan bu cinsiyet farklılıkları kısa süreli ve uzun süreli ilişkilerde de farklılık göstermektedir. Yapılan çalışmalar, bireylerin gündelik ilişkileri göz önünde bulundurdukları durumlarda, cinsiyetler arasındaki bu farklılığın azaldığını göstermektedir. Başka bir deyişle, hem erkekler hem de kadınlar kısa süreli ilişkilerinde çekiciliğe ve canlılığa verdikleri önemi sürdürme veya arttırma eğilimindeyken, içtenlik ve güvenirliğe verdikleri önemi azaltma eğilimindelerdir. Gangestad ve Simpson (2000) “iyi genlerin” (good genes) kısa süreli ilişkilerde rol oynadıklarını vurgulamaktadır. Bu “iyi genlerin” bileşenleri, evlatlar tarafından kalıtımsal olarak gelecek kuşaklara aktarılabilecek genetik üstünlüğün işaretleri olan özelliklerle ile ilişkilidir.
6
Kısacası, evrimsel psikoloji bakış açısına göre bireyler soyunu devam ettirebilecek yavrulara sahip olmak istemektedir. Bu sebeple, erkekler kadınlara göre fiziksel çekicilik ve canlılığa daha fazla önem verdiklerini belirtirler, kadınlar ise içtenlik ve güvenilirlik ile statü ve kaynaklara daha fazla önem verdiklerini ifade etmektedir. Fakat unutulmamalıdır ki insanlık olarak zaman içinde gelişmeye ve evrimleşmeye devam etmekteyiz. Örneğin, Eastwick ve Finkel (2008) yaptıkları çalışmada bireylerin ideal partnerleri ile kendi yaşamlarındaki potansiyel partnerleri arasındaki ilişkide cinsiyet farklılığı bulunmadığını ifade etmektedir. Bu sebeple, eş seçiminin altında yatan karmaşık bilişsel ve sosyal mekanizmaları anlayabilmek için farklı çalışmalara da ihtiyaç vardır.
Kaynakça Buss, D. M. (1989). Sex differences in human mate preferences: Evolutionary hypotheses tested 37 cultures. Behavioral and Brain Sciences, 12, 1-49. Eastwick, P. W., & Finkel, E. J. (2008). Sex Differences in Mate Preferences Revisited: Do people know what they initially desire in a romantic partner? Personal and Social Psychology, 94(2), 245-264. Fletcher, G. J. O., Tither, J. M., O’Loughlin, C., Friesen, M., & Overall, N. (2004). Warm and homely or cold and beautiful? Sex differences in trading off traits in mate selection. Personality and Social Psychology Bulletin, 30(6), 659-672. Gangestad, S. W., & Simpson, J. A. (2000). The evolution of human mating: Trade-offs and s trategic pluralism. Behavioral and Brain Sciences, 23, 573-644. Hill, R. (1945). Campus values in mate-selection. Journal of Home Economics, 37, 554-558. Simpson, J. A., & Gangestad, S. W. (1992). Sociosexuality and romantic partner choice. Journal of Personality, 60, 31-5. Trivers, R. L. (1972). Parental investment and sexual selection. In B. G. Campbell (Ed.), Sexual selection and the descent of man, 1871–1971 (pp. 136–179). Chicago: Aldine.
7
ROMANTİK GERÇEKLER Psikolog Elif Turgay
İlişkilerle ilgili birçok şey yazıldı çizildi her kafadan bir ses çıktı belki ota kondu belki talihsiz yerlere… An geldi falcılara gittik an geldi burç uyumu aradık belki kaçtık belki kovaladık ama kaslı fotoğraflarımızı Instagram’a koymadan durmadık, şundan eminiz ki bu kadar enerjiyi başka bir alanda kullansak Mars’ta çoktan el ele geziyor olurduk. Peki bu kadar tartışılan bir konuda bilimsel araştırmalar ne demiş? Kafası patlamak üzere olan herkesi bu yazıya davet ediyorum. Bir ilişkinin fiziksel sağlığa ne kadar etkisi olabilir demeden önce iyice düşünmek gerektiğini uzun süreli araştırmalar sayesinde görebiliriz. Eğer uzun süreli ilişkinizde eşinizin duyarlı olduğunu düşünüyorsanız fiziksel sağlığınız iyi etkileniyor. Kalp, damar kanser riski düşüyor ve ölüm riski azalıyor. Aynı zamanda eğer ilişkiniz çatışmalıysa ölüm riskiniz artıyor. Peki bu nasıl oluyor?
Hepimiz stres karşısında belli düzeyde kortizol üretiyoruz. Bu iyi bir şey fakat çok fazla üretildiğinde vücudun yıpranmasına neden oluyor. Biz stresle başa çıktıkça kortizol düşüyor. Örneğin, topluluk önünde konuşurken heyecanlanmak ve sonra bu heyecanın azalması sağlıklı olan bir tepkidir. Bir çalışmada konuşma yapacak olan bir grup insan konuşma öncesi partneriyle el ele tutuşuyor diğer grup ise sadece konuşmasını yapıyor. Sonuç olarak partneriyle el ele tutuşan grupta daha sağlıklı kortizol kontrolü sağlandığı bulunuyor. İlişkinin güçlü olması daha sağlıklı kortizol kontrolü sağlıyor. Çatışmalı ilişkilerde ise kronik kortizol üretimi oluyor. Sonuç olarak kortizol çok üretildiğinde bağışıklığı düşürüyor. Başka bir çalışmada kişilere kötü anıları hatırlatıldıktan sonra sevdiklerinin resmi gösteriliyor. Sevdiklerinin fotoğrafını gören kişilerde fotoğraflar nötr bir ifadede bile olsa fotoğraf görmeyen grupla kıyaslandığında kötü anıların azaldığı bulunuyor. Bu yüzden iş yerinde masanın üzerine konulan resimlerin ciddi bir önemi var. Peki bu bağ insanlara yönelik mi olmak zorunda? Bir çalışmada stres verici koşullar evcil hayvanıyla gelen ve gelmeyen katılımcılarla kıyaslanıyor ve hayvanıyla gelen katılımcılarda stres daha düşük bulunuyor. Bu ilişkinin romantik ilişki kadar etkili olup olmadığıyla ilgili henüz bir çalışma yapılmasa da evcil hayvanımızla kurduğumuz bağın etkisi yadsınamaz.
8
Kortizol dışında romantik ilişkilerin etkilediği önemli hormonlardan bir diğeri ise acılarımızı azaltan halk arasında mutluluk hormonu olarak bilinen endorfin. İşten gelip sevgilimizle veya eşimizle zaman geçirdiğimizde endorfinimiz artıyor. Bu fiziksel acıyı azaltmakla kalmıyor duygusal acı ve fiziksel acı aynı yerden geldiği için fiziksel olarak algıladığımız duygusal acımız da azalıyor. Madde kullanımı da endorfini arttırıyor ama önemli bir fark var. Madde kullanımında tolerans artıyor ve endorfin artışı için vücut her seferinde daha fazla madde istiyor. Halbuki romantik ilişkilerde hep tam doz alıyoruz. O zaman güzel bir soru; birden fazla partner olursa endorfin artar mı? Hayır mevcut ilişkiyi zedelediğimiz için bir tanesinden bile fayda göremiyoruz. Peki çok eşli toplumlar? Orda da mutlaka bir eşin ağır basma olasılığı var. Kişinin derdi tasası olduğunda eşlerinden bir tanesine gittiği düşünülüyor. Tabii ki bu sonuçları cinsel yönden değil duygusal yönden düşünmeliyiz. Sonuç olarak her gün farklı biriyle olan X kişisi ve düzenli bir ilişkisi olan Y kişisini kıyaslarsak X kişisinin kronik ağrı, kanser ve kalp damar hastalıklarına daha fazla yakalanma riski var. Yani Y kişisi X kişisinin helvasını yiyebilir. Çatışmalı bir ilişkisi olan Z kişisi ise bu riskleri daha fazla yaşıyor ve insomnia riski geliştiriyor. Hatta Z kişisinin çocuğunun bile kortizol seviyesi daha kötü çalışıyor olacaktır. Bu bağlanma figürü ile ilgili çalışmalar çalışılması daha uygun olduğu için romantik ilişkilerde çalışılmış olsa da bu figürün illa romantik ilişki olmasına gerek yok. Herkesin hayatında bağlanma figürü olabilecek arkadaşları olabilir, kimine göre bu Tanrı’da olabilir. Burada önemli olan o figürün hayatımızda olup olmaması. Bir diğer araştırmaya göre ilişkinin nasıl başladığı sonrayı etkilemiyor. Tek gecelik bir ilişki sonrası insan kendini o kişiyle evli bulabilir. Araştırmalara göre geleceği tahmin etmede hiç iyi değiliz. Bu yüzden kimse için bundan müthiş bir eş olur demeyin. Bir diğer araştırmada ıssız adamlara gelsin; çalışmalara göre zor insanı oynamak, kaçmak, ıssız adam gibi davranmak sizi daha az arzulanır biri yapar. Bunlar kısa vadede işe yarar gibi gözükse de uzun vadede bir fayda sağlamıyor.
9
Romantik ilişkilerin evrimsel açıklamaları var. Popüler evrimsel inanca göre erkekler olabildiğince çok kadınla olup genlerinin devamlılığını sağlamaya çalışırken kadınlar, kadının çocuk için daha çok yatırım yapması nedeniyle kendisine kaynak sağlayan ve o yatırımı yapabileceği bir erkek arayışındadır. Erkekler için ise fiziksel çekicilik doğurganlık anlamına geldiği için arayışları bu yönde oluyor. Bu çalışmalar bazı bilim adamlarınca desteklenirken bazılarınca artık yanlış bulunuyor. Bu inancı desteklemeyen bilim insanlarına göre çalışmaların yapılış şeklinde hata var. Çalışmalar yapılırken katılımcılara şu soru soruluyor; hayatınız boyunca kaç kişiyle birlikte olmak istersiniz? Bu soruya kadınlar ortalama 2 olarak cevap verirken erkekler 64 olarak cevap veriyor. Ama isteğin böyle olması davranışında aynı olduğu sonucunu doğurmuyor. Evrim ne istediğimize değil ne yaptığımıza bakıyor. Çünkü ortalama hayatımıza giren partner sayısı 1. Bununla birlikte kadınlara ve erkeklere partner seçiminde ne önemli diye sorulduğunda iki cinsiyetinde cevapları aynı bulunuyor; partnerin iyi biri olması, değer vermesi, partner tarafından anlaşılmak vs. Fiziksel çekicilik ve sosyal statü ise sonlarda bulunuyor. Emre Selçuk’a göre ortalama erkek ve kadın sayısının eşit olduğu dünyamızda erkek tohumu saçsın açıklaması imkânsız görünüyor. Amaç genin devamlılığıysa bir kadınla birçok kere birlikte olmanın çocuk şansını daha çok arttırdığı söyleniyor. Kadınların statü arama meselesine gelirsek eğer bu gerçekten biyolojikse tüm kültürlerde olması gerektiği söyleniyor. Oysa yapılan çalışmalarda cinsler arası gelir eşitsizliği azaldıkça kadınlardaki statü isteğinin azalması bunun kültürel bir mesele olduğunu gösteriyor. Zaten kadın ve erkeğin birlikte avlanmaya gittiği ilk çağlarda nasıl bir statü olabileceği de soru işareti olarak görülüyor. Biraz da popüler sorulara bakalım; Taraflar birbirine açılmaktan neden korkar? İlişkilerin yavaş yavaş ilerlediği, kişilerin önce birbirleriyle ilgili küçük şeyler öğrendiği, sonra kendi pozitif yönlerini paylaştığı ve en son negatif yönlerini paylaştığı bir süreç var. Eğer biz yavaş ilerlemez ve ani bir şekilde karşı tarafa açılırsak korkutup kaçırma olasılığımız çok fazla. Taraflardan biri aldatırsa? Bir de aldatma meselesine bakalım her ne kadar bir kere aldatan bir partnerin ikinci defa bunu tekrarlama olasılığı olsa da özür dilerse ve karşı taraf bunu affederse ilişki sağlıklı devam ediyor.
10
Tutkulu taraf, tutkusuz taraf? Bir diğer merak edilen konu ise ilişkide bir tarafın çok tutkulu diğer tarafın az tutkulu olması sorunu. Araştırmalara göre zaman geçtikçe çiftler arasındaki duygusal hissiyatlar benzemeye başlıyor. Ama buradaki benzeme iki tarafında çok tutkulu olması değil. Tutkusu çok yüksek olan tarafın tutkusunda zamanla bir düşme görülürken diğer tarafta biraz artış olabiliyor ve iki tarafın hissiyatları benzemeye başlıyor. İlişkilerin 6. ve 18. Ayları arasında ilk baştaki heyecanın ve cinsel paylaşımın azalması çok normal karşılanıyor. Tüm ilişkiler tutkulu mu olmak zorunda? Hayır, zaman içinde tutku azalıyor zaten. Gün sonunda elimizde sadece duygusal bağ kalıyor. Bir çalışmaya göre eşini kendi seçen ve görücü yoluyla evlenenler diğer faktörler kontrol edildiğinde eşit derecede mutlu bulunurken boşanma oranları da aynı bulunuyor. Friendzone’lar ne yapsın? Herkesin sorduğu sorulardan biri arkadaş çemberine girersek nasıl çıkılacağı. Buna verilen cevap çemberin avantajlarını kullanmak. Çünkü bir ilişki için en önemli şey stresliyken destek olmak. Burada kişi karşıdaki kişiye ufak ufak sinyaller vermeli. Araştırmalara göre aslında çok fazla ilişki zaten çemberin içinden çıkıyor ve yine araştırmalara göre bir ilişkiyi başlatan en önemli unsur aynı fiziksel ortama düşmüş olmak. Dünya görüşü, kişilik gibi diğer faktörler daha sonra geliyor. Bir araştırmada üniversitenin ilk gününde öğrencilere oturması için rastgele numaralar veriliyor. Dönem sonundaki arkadaşlıklara bakıldığında ilk gün yanına oturulan kişinin arkadaşlık kurmakta en güçlü belirleyici olduğu bulunuyor. Bu demek oluyor ki arkadaş çemberine girmiş olmak en önemli unsurlardan biri olan aynı fiziksel ortamda bulunmak faktörünü zaten sağlamış oluyor. İlişkide ara vermek iyi bir şey mi? Araştırmalara göre bir aktiviteyi ara vererek yaptığımızda ondan aldığımız zevk daha fazla oluyor. Fakat bu ilişkiler için geçerli değil hatta riskli bulunuyor. Siz siz olun ara vermeyin.
11
Peki nasıl hoşlanıyoruz ve motivasyonumuz ne? Romantik ilgide ilk hoşlanma anında ufak bir şeyden etkileniyoruz. Bu bir gülüş, saçını savurma veya bir bakış olabilir. Bu bizi fitilliyor ve vücudumuzda kalp atışında hızlanma, az yemek yeme, az uyuma ama enerjik hissetme gibi fizyolojik değişimler başlıyor. Bu süreçte karşımızdaki kişinin diğer özelliklerini değerlendirmiyoruz. Bu hissin belli bir yaşı yok, ergenliğe girmeden de yaşayabiliyoruz. Peki motivasyonumuz ne? Evrimsel olarak neslimizin devamı için eş olmaya ve çocuğumuzu büyütüp döngüyü devam ettirmeye ihtiyacımız var. İşte yaşadığımız bu his ile eş seçiyor, bağlanıyor, çocuk sahibi oluyor ve onu büyütüyoruz. Böylece döngüyü devam ettiriyoruz. Kuvvetli duygusal bağ tek eşli olmamızı sağlıyor. Yani neslimizin devamı için monogami şart ve biz zaten buna yatkınız. Bir insanın bizden etkilenmesini arttıran faktörler var mıdır? Biz anlık hissettiklerimizi karşı taraftan sanıyoruz. Roma döneminde kadınları etkilemek için yazılan bir kitapta bile yazar kadınları etkilemek için gladyatör maçına götürmeyi öneriyor. Bugün de bu geçerliliğini korumakta. Gladyatör maçı kadar heyecan verir mi bilinmez ama etkilemek istenen kişiyi korku filmi gibi heyecanlı bir ortama götürmek o kişiyi etkileme olasılığını arttırıyor. Bunu dışında güldürmek de artı puan kazandırıyor. Aşinalığın da etkilemeyi arttırıcı bir etkisi var. Yani ne kadar fazla vakit geçirirsek o kadar iyi. Barda partner bulmak için en uygun saat nedir? Gece bara gittiğimizde alkol etkisiyle karşımızdaki kişiyi daha çekici bulduğumuz yadsınamaz bir gerçek fakat partner bulmak için uygun bir saat de var. Araştırmalara göre barın kapanmaya yakın saatleri en çok şansın arttığı saatler. Çünkü bu son saatlerde seçiciliğimiz azalıyor. Bu okulun son yılında partner seçiminin diğer yıllara göre neden daha fazla olduğunu da açıklıyor. Umarım bu yazı kendi ilişkisi ve genel olarak ilişkiler hakkında kafa yoran arkadaşlarımızı bir miktar rahatlatmıştır. Herkese bol duygusal bağlı ilişkiler diliyor ve bu yeni bilgilerle baş başa bırakıyorum! Referanslar Selçuk, E. Kavukçu, M. Kaçık Prens Podcast. Erişim tarihi: 25 Ocak 2018, kacikprens.blogspot. com
12
İLİŞKİLERİN SORUMLULUĞUNU ALMAK Uzman Klinik Psikolog Gözde Kıratlı
Yıllardır aranan bir anlam var, aşk neydi? Aşk iyi hissetmekti, kızacağın yerde daha az kızmak, duygularının dilinden dökülen sözleri daha çok düşünmekti, aşk sorumluktu. Öyle ya iyi hissederken sorumluluk almak daha kolaydı. Peki ya ben kötü hissederken, beni üzmenin sorumluluğunu alabilecek miydin? Ya da kendi isteklerin, karşılanmayan beklentilerin doğrultusunda çekip gidecek miydin? Sahi ya ikimizde tek miydik bu ilişkide, sadece kendimizden mi sorumluyduk? Düşünmüştüm ki bu ilişkide bizdik… Duygularımız, düşüncelerimiz, beklentilerimiz, hayallerimiz ortak olacaktı, en azından orta yolu olacaktı. Oysa sadece birlikteydik… Beni nasıl terk edip gidecektin? Korkularım var, ya sen beni terk etmek isterken ben seni terk etmek istemezsem? Yağmur damlalarının yüreğime aktığı bir akşamüstü bunları düşünüyordum. Sonra bir kitap arasından, Paulo Coelho’nun On Bir Dakika’sından, bir söz çıktı karşıma, “Herkes kendi aşkından sorumludur,” Sahi herkes kendi aşkından, onu ne kadar sevdiğinden sorumludur. O’nu koşulsuz kabul edip sevdiysem, bu ilişkiye başlamayı kendi rızamla istediysem, sonuçlarına katlanmalıyım diyebilmektir sorumluluk. Tıpkı hayatta sahip olduğumuz diğer sorumluluklarımız gibi. Dahil olduğumuz olayların sonuçlarını, bir başkası üzerindeki olumlu ve olumsuz etkisini üstlenmek, yanlışları düzeltmek için çaba sarf etmek, rasyonel kararlar vermek ve bir başkasına saygı duymak sorumlu davranışlarımız arasındadır. Biten bir ilişkideki kişilerin zamanla değişen ya da değişmeyen isteklerine, beklentilerine, değerlerine, davranışlarına, koşullarına ve yaşananlara baktığımızda ayrılıkla biten sonun aslında çok da tesadüf olmadığını görürüz. Oysa o ilişkiye başlarken yalnızlıktan kurtulmuş olmanın verdiği sevinç sarar bedeni. Sonra coşkunun yerini hayal kırıklığı ve öfke alır. Ayrılık çanları çaldığında kişiler başarısızlıklarının üzerine gitmek, çaba sarf etmek ve emek vermek için pek fazla uğraşmazlar. Yaşattıklarının sorumluluğunu sona gelmişken almak kolay olmayacaktır. Aşktan ise asla vazgeçmezler. Çünkü insanların hayatında önemli bir yere sahiptir, ancak çözüm arayışı neden pek fazla üretilmez? Belki kişinin kendini daha az suçlu hissettiği, kolay olanı, kendince pek çok sebepten daha çok güdüleyeni yeni bir aşka yelken açmaktır. Aşkın sürdürülebilmesi, karşılığında benzer bir etki yaratmasına bağlıdır. Aşk, karşılığında benzer bir etki yaratmıyorsa güçsüzdür, tatmin etmez. Aşkın tatmin edici olması için iki taraflı bir devinim ve etkileşim olması gerekir. Karşılıklı alıp verme dediğimiz paylaşım önemlidir. Verme eylemi, kişinin kişisel gelişimine bağlıdır. Kişinin sürekli alıcı olmaktan çok, kendini vererek yaratıcılığını kullanabilmesi ve aradaki bağı geliştirmesi gerekir. Bağın güçlendirilmesindeki en önemli koşul kişinin kendi narsisizmini yenmesidir. Yani kişinin tamamen kendine odaklanmış olmasının, kendine olan aşkının üstesinden gelmesine bağlıdır. Kişinin kendinden başka kimselere de bir şeyler verebilmesi, sözlerinin içtenliğinin olması gerekir. Çiçekleri sevdiğini söyleyen bir kimsenin, evindeki çiçeklerine bakmaması sözlerinin içtenliğindeki inandırıcılığın yitirilmesine sebep olur. Dolayısıyla eylemlerin ve özün neyse sözün geri planda kalır, içtenliğin inandırıcılığı buna bağlıdır.
13
Aşk üzerine konuşulacak daha pek çok konu varken sorumluluk üzerine son sözlerle noktalayalım. Şunu unutmayın ki yaşamda sorumlu davranabildiğiniz kadar etkiniz vardır. Sorumlu davranış her zaman iyi sonuç doğurmasa da kişilik gelişimi ve benlik saygısı üzerinde olumlu etki yaratır. Her ne yaşarsanız yaşayın kendinize olan inancınızı kaybetmediğiniz müddetçe istediğiniz yönde ilerleyebilirsiniz. Çünkü inanç; adım atabilmeyi, riskleri ve düş kırıklığına uğramayı göze alabilmektir. İlk olarak inancınızı nerede, ne zaman ve nasıl yitirdiğinizi fark edersiniz ve bu inanç kaybınızı hangi yollara başvurarak örtmeye çalıştığınızı ve ne zaman ürkek davrandığınızın farkına varırsanız yol alabilirsiniz. İnanç kaybının sizi güçsüz kıldığı durumda, bu durum yeni inanç kayıplarına yol açacak ve sizi kısır bir döngüye sokacaktır. Kendinize inanın aşk, O’nda da benzer duyguları oluşturacağı ümidini taşır. Bu bir inanç eylemidir. Öyleyse tam istediğiniz gibi bir birliktelik yaşama ümidiyle kalın…
14
YASİN KOÇ İLE RÖPORTAJ
1. Merhabalar, öncelikle nasılsınız diye sormak istiyorum. Twitter’dan takip ettiğim kadarıyla oldukça yoğunsunuz bu aralar. İngiltere, Hollanda, Türkiye arasında sürekli gidip geliyorsunuz. Yoğun bir tempo olmalı.
ak eden, araştırmacı da bir yanım var. Tüm bunları birleştirince psikoloji alanında akademik kariyer çok cazip geldi gözüme. Bilgi Üniversitesine, Karşılaştırmalı Edebiyat üzerinden girdim; Psikoloji ile çift anadal yaparak lisansı tamamladım.
Son zamanlar kesinlikle çok yoğun geçiyor. Doktoramı bitirmemle yeni işime başlayana kadar hayatımda ilk kez yaklaşık üç aylık bir dönem çalışmaya ara vermiş oldum. Bunu da arkadaşlarımı ziyaret etmek amaçlı gezerek, kitap okuyarak ve Hollandaca öğrenerek, çok başarılı olmasam da şimdilik, değerlendirmeye çalışıyorum.
3. Sosyal Psikoloji alanında çeşitli çalışmalar yaptınız. Bu alana yoğunlaşmanızın nedeni neydi?
2. İlk olarak Psikolojiye nasıl başladığınızı, üniversite sınavından sonra nasıl karar verdiğinizi öğrenebilir miyim? Psikoloji her zaman çalışmak istediğim bir alanda. Birçok insan gibi ben de klinik alanda insan hayatına olan olumlu etkisi üzerinden psikolojiye ilgi duyuyordum. Öğretmeyi, keşfetmeyi ve bilgi aktarımını çok seviyorum. Öte yandan, her şeyi mer-
15
Sosyal psikoloji alanında yaptığım çalışmaları iki alan üzerinden değerlendiriyorum: kimlik ve gruplar arası ilişkiler. Bana göre, bu iki alan birbirinden ayrılması mümkün olmayan ve birbirini fazlasıyla besleyen alanlar. Türkiye gibi gelişen bir ülkede, temel hakların insanlara verilmediği ancak çaba gösterilerek alındığı bir ortamda, özellikle önyargıya maruz kalan kimliklere ilgi duydum. Çünkü bir kimliğe dair toplumda var olan önyargılar, bireysel düzeyde bu kimliği tehdit altında bırakır. Bu kimliğe sahip bazı insanların bu tehdit ile başa çıkabilirken, bazılarının çıkmakta güçlük çektiğini gördüm. İlk hedefim, bu insanların deneyimlerini anlamak, başa çıkma yöntemlerini öğrenmek ve mümkün olursa bu yöntemleri bu kimliğe sahip diğer insanlarla paylaşmayı hedefledim. Bu bağlamda, Türkiye’de önyargıya maruz kalan gruplara dair önyargının doğasını anlamaya çalışan çalışmalarla, bu kimliğe mensup bireylerin bu önyargılarla başa çıkma yöntemlerini inceleyen çalışmalar yaptım. Odaklandığımız gruplar şimdiye dek etnik bir grup olarak Kürtler, cinsel kimlik grubu olarak eşcinsel erkekler ve son zamanlarda ilgi alanımıza giren Suriyeli mülteciler oldu. ResearchGate profilimden* bu çalışmalara göz atabilirsiniz (biraz reklam yapmanın zararı olmaz sanırım).
4. Sosyal gruplara ve bireylere yönelik tutumları inceleyen bir çalışma yürütmüşsünüz. Türkiye’de Ateizm temsili az olduğu için insanların fişlenmek istemediğini belirtmiş ve çalışmanıza katılımcı bulmak adına destek istemişsiniz. Bu örnekte olduğu gibi çalışmalarınızda ne gibi zorluklar yaşadınız ve bunları nasıl aştınız? Az önce de örnek verdiğim gibi, çalıştığım gruplara bakarsanız aslında bu insanlara ulaşmak her zaman hayli zorlu oldu. Özellikle niteliksel çalışmalarda yüz yüze görüşme konusunda bazı Kürt bireyler, yaşadıkları deneyimleri aktarmaktan çekindikleri için, ses kaydına itiraz etti. Eşcinsel bireylere toplumda kolayca ulaşmak zor olduğu için, eşcinsel arkadaşlık siteleri ve uygulamaları üzerinden onlara ulaşmaya çalıştık. Bu çok ilginç bir deneyimdi; bunun üze-
rine bir yöntemsel makale bile yazdım. Suriyeli mültecilerle araştırma dili konusunda sorun yaşadık; Arapça ve Türkçe karışık, bazen İngilizce. Bir de bu gruplarla çalışırken dikkat edilmesi gereken diğer nokta, onlarla gerçekten ilgilendiğinizi onlara hissettirmek. Amacımız, insanların kendi kimliklerini daha olumlu kabullenmesi ve gruplar arası ilişkileri olumlu yönde değiştirmekse, bu gruplara ihtiyaç duyduğumuzda yanların gidip, sonra ortadan kaybolmak hiç etik değil. Onlarla ilişkimizi devam ettirip deneyimlerini gözlemlemek ve bulgularımızı onlarla paylaşıp fikirlerini almak çok önemli.
Ret meselesi, daha çok doktora sonrası iş ararken oldu. 29 iş başvuruşu yaptım. 5 tanesi mülakata davet etti, birini reddettim çünkü son işimi kabul etmiştim. Bunlardan iki tanesi bana iş teklifinde bulundu. Son teklif veren yeri düşününce, bence Groningen, Avrupa’daki en iyi sosyal psikoloji bölümü, diğer başvurduğum yerlerin beni reddetmesine inanamadım; ama sonra düşündüm. Ben oralarda kendimi ait hissetmeyecektim çünkü yaptığım iş değer görmeyecekti. Beni motive eden en önemli şey, ne yapmak istediğimi biliyordum ve buna bir gün ulaşacağın farkındaydım. Ben akademiyi, araştırma yapmayı, öğrenmeyi ve öğretmeyi çok seviyorum. Kendimi hep buraya ait hissettim. Bu işi yaparken bana çalışıyormuşum gibi gelmiyor. Bence bu, insanı çok şanslı hissettiriyor.
5. Ayrıca araştırma yolculuğunuz boyunca retler aldığınızı okulumuzda düzenlediğimiz konuşmanız sırasında dinlemiştik. Her seferinde sizi tekrardan motive eden şeyler nelerdi? Ben yüksek lisans yapmadan doktoraya başladım. Lisanstan sonra Türkiye’de kısa bir süre yüksek lisans deneyimim oldu ve olumsuz bir deneyimdi. Kendinizi bir yere ait hissetmediğinizde oradan uzaklaşma hem sizin hem de karşı taraf için çok faydalı bir adım; ben de öyle yaptım. Bunun üzerine başka programlara kabul alma şansım düştü Türkiye’de. Ben de İngiltere’ye yöneldim. Doktora ararken, çok fazla ret gelmedi açıkçası çünkü sadece bana burs sağlayabilecek yerlere başvurdum ve zaten birkaç yer vardı.
16
6. Araştırmalarınız sırasında nelerden ilham aldınız? Sizi her seferinde bir adım ileriye götüren kaynaklar nelerdi?
ladık (makalemiz de taze çıktı). Dediğim gibi, sevdiğiniz şeylerle ilgili çalıştığınızda, daha çok çalışmak üzere motive oluyorsunuz.
İlham aldığım şeyler çevremde gözlemlediğim şeyler oldu hep. Bu gözlemleri sorunsallaştırıp, onlara bilimsel yanıt aramak istedim. Toplumdaki erkeklik algısı bir insanın kimliğini nasıl tehdit eder? Kürtler, zorunlu göç sonrası büyükşehirlerde hayata nasıl uyum sağladılar? Suriyeli mültecilere yönelik önyargımızın kaynağı ve nasıl ortadan kaldırırız? Bunlar çok önemli ve ilginç sorular. Bu tarz soruları hepimiz gündelik hayatta tartışıyoruz aslında. Bunun dışında, bazen sorular ihtiyaçtan ortaya çıkabiliyor. Bir araştırmamızda İngiltere’deki kan bağışı broşürlerindeki metinleri değiştirerek insanların kan bağışı yapmaya meylini arttırmaya çalıştık. Çünkü İngiltere’de insanların sadece yüzde 4’ü kan bağışlıyor ve çok ciddi bir ihtiyaç var. Biz, kullandığımız teorik modelin buna katkı sağlayacağını düşünerek bir araştırma geliştirdik. Bir keresinde de, cinsel nesneleştirme üzerine konuşurken, bunun çevrimiçi arkadaşlık uygulamalarında nasıl tezahür edeceği üzerine uzun bir sohbet edip, 3 çalışmalı bir proje tamam-
7. Peki bu çalışmaların sizin hayatınıza nasıl bir etkisi oldu? ‘Kimlik’ konsepti üzerine yoğunlaşmanızın sebeplerdi nelerdi?
17
Yaptığım çalışmaların hayatımı anlamlandırmamda önemli etkileri oldu. Örneğin, kullandığım teorik çerçeve (Identity Process Theory), kendi hayatımdaki zorlukların üstesinden gelmeme yardım etti. Örneğin, bu teoriye göre, insanların hayatında bir değişiklik yaşandığında, kimlik kendini tehdit altında hisseder. Böyle zamanlarda da bazı güdüsel süreçler (motivational processes) aksamaya başlar. Örneğin, devamlılık (continuity) bunlardan biridir. Örneğin, yurtdışına taşınmak bu değişiklerden biriydi. Hep yaşadığınız ortamdan uzaklaşmak... Lakin, bu devam kimliğinizin devamlılığını tehdit etmek zorunda değil. Bu durumu algılarken, akademisyen kimliğime odaklanarak, doktoranın ve sonrasının her zaman hayalim beni akademisyen olarak yetiştireceğini düşünüp, hayatımda daha geniş bir devamlılığa odaklandım. Bu şekilde güçlüklerle başa çıkabilmeyi başarabiliyorum. Umarım anlaşılır bir şekilde anlatabilmişimdir.
8. Araştırmalarınızda azınlık sınıfların varlığı oldukça dikkat çekiyor. Azınlıklar üzerinde çalışmanızın belirli bir nedeni var mı? Azınlık olmayan kimliklerin bir şekilde imtiyazlı olduğunu düşünüyorum. Bu gruplar, hem toplumda hem araştırmalarda zaten temsil ediliyor. Azınlıkların sesinin duyulması gerek. Ben de bu konuda bir şeyler yapabileceğimi düşündüğüm için bu alana yönlendim ve devam da edeceğim. Çoğu insan bu zorluğa girmek istemiyor. Düşünsenize, sınıfta öğrencilerden veri toplamak varken, neden gidip 200 Suriyeliye ya da eşcinsel erkeğe ulaşmaya çalışasınız ki? 9. Kariyerinizde yurtdışının oldukça önemli ve büyük bir yeri var. Yurtdışında eğitim görmenin kariyerinize kattığı ayrıcalıklar nelerdir? Radmachen, “Gökyüzünde ayı dünyanın başka bir yerinden görmüş ben, aynı ben değildir” demiş bir keresinde. Yurtdışı deneyimi de benim için tam olarak bunu ifade ediyor. Hem kendimi birey olarak tanımamda hem akademik deneyimde bakış açıma ciddi bir çeşitlilik getirdi. Erasmus’un her iki programını da yaptım, üzerine araştırma asistanlığı yaptım ve bunun üzerine doktoraya gittim. Herkese bunları tavsiye ederim. Hayata daha güzel daha çeşitli bir yerden bakmaya fayda sağlıyor. 10. Son olarak dergimizi sadece Psikoloji öğrencileri değil diğer bölümlerden öğrenciler de okuyacak. Henüz yolun başında olan bizlere kendi yolumuzu belirlemede verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir? Sevdiğiniz işi yapın, derim. Sevdiğiniz işi yaptığında, insan çalışıyor gibi hissetmiyor. Bu çok lüks gelebilir kulağa, lakin hiç de öyle değil. Lisans döneminde her şeyi deneyin. Stajlar yapın, farklı laboratuvarlara gidin, farklı alanlardan ders alın. Felsefe, sosyoloji ve politika dersleri yine insanın zihnini açan dersler. Ve kendi araştırmalarınıza da farklı bir bakış açısı getirir. O yüzden, ilginizi çeken şeyler yapın. Kendinize bir mentör bulun. Bu kişi sizden çok büyük olmak zorunda değil; sadece sizinle benzer deneyimleri sizden biraz önce yaşamış olması yeterli. Ondan fikir alıp kendi hayatınızı yönlendirmenizde bu bilgiyi kullanabilirsiniz. Son olarak da, mutlu olmadığınızda yerde kalmak için çaba göstermeyin. Her zaman yine bir arkadaşınız ya da bu montörünüze de danışarak, oradan uzaklaşarak, hayatınızda yeni bir yol bulun, derim. Ama unutmayın, herkesin kendi yolu farklıdır ve bu yol ona aittir.
18
11. Verdiğiniz yanıtlar ve güzel tavsiyeler için çok teşekkür ederiz. Son olarak dergimizin bu ayki teması olan ‘Aşk ve İlişkiler’ üzerine ne söylemek istersiniz? Aşk ve ilişkilere dair söylenecek çok şey var, ama en temelde bence saygı yatıyor. Bazen aşk, insanın canını çok yakabiliyor. Bu dönemde hayatta sizi mutlu eden başka şeylere odaklanmanın size iyi geleceğini hatırlamak lazım. “Aşık” kimliği, bizim çoklu kimliklerimizden biridir. Orası yara görünce, başka kimliklerimizi öne çıkarıp bizi mutlu eden, iyi hissettiren, rahatlatan şeyler yapmak kendimizi iyi hissettirebilir. Bir de bol bol, roman okuyun derim. Farklı dünyalara göz atmanın en kolay yolu. Yurtdışına çıkmasanız da, okuduğunuz bir romanla New York’un sokaklarında yürüyebilirsiniz. İnsanın zihnini açmakta çok değerli bir yeri var bunun. 12. Zamanınızı ayırdığınız ve bu güzel sohbetiniz için çok teşekkür ederiz! Asıl ben size teşekkür ederim, sizinle tanıştığım ve bu güzel fırsatı bana verdiğiniz için. Başarılar dilerim.
19
SENCE BEN NORMAL MİYİM Psikolog Ferhat Aydın
Psikolog olduğum günden beri (hatta psikoloji okumaya başladığım günden beri) günlük hayatta en çok maruz kaldığım soru şudur: ‘Sence ben normal miyim? Bir psikoloğa gitmem gerekiyor mu?’ Bu soruya ilk başlarda uzun uzun cevaplar vermeye çalışıyordum. Normal-anormal kavramlarını açıklayıp yaşanılan durumun günlük hayatı etkilemesi durumunda gitmek gerekebileceğini, kişi bu durumdan rahatsız ise, kendisine ve çevresine rahatsızlık veriyorsa ve ilişkilerde bir bozulma söz konusuysa gitmesinin doğru olacağını anlatıyordum. Bir süre sonra aynı açıklamaları yapmaktan, aynı cümleleri kurmaktan çok sıkıldığımı fark edip bu tür sorulara aşağıdaki hikayeyle cevap vermeye başladım: Adamın biri bir gün psikoloğa gider. Der ki: ‘Yatağın üstünde yattığım zaman yatağın altında biri varmış gibi geliyor…Yatağın altına yatıyorum, üstünde biri varmış gibi geliyor… Napmalıyım?’ Psikolog adamı dinledikten sonra ‘Bu takıntıyı 6 ayda çözeriz fakat bana haftada iki kere gelmen lazım. Ha bu arada, seans ücretimiz de 200 TL’ der. Adam bir hesap yapar, 9.600 TL yapıyor. Seanstan çıkar, arkasına bakmadan uzaklaşır. 6 ay sonra yolda karşılaşırlar. Psikolog adamı hatırlar ve der ki: ‘Seni hatırlıyorum, yatakla ilgili bir problemin vardı. Ne yaptın o takıntıyı?’ Adam estetikten uzak bir gülüşle cevap verir: ‘Senin ofisten çıktıktan sonra 10 TL’ye hallettim ben
o problemi.’ Psikolog şaşırarak: ‘Nasıl yani? Ne yapmış olabilirsin ki 10 TL’ye?’ diye sorar. Adam sakince anlatır: ‘Senden çıktıktan sonra sürekli gittiğim bir bar vardı, oraya gittim. Kendime bir bira söyledim. Bir yandan biramı yudumlarken bir yandan da problemimi barmene anlattım. Barmen beni dinlerken bir yandan da bardakları kurulamaya devam ediyordu. Sonunda bana dedi ki: “Yatağın ayaklarını kes”. Ben de oradan çıkıp direk eve gidip barmenin dediğini yaptım. Hiçbir problem kalmadı. O günden beri huzurlu bir şekilde uyuyorum!’
Bu hikâyenin verdiği çoklu mesajla karşı tarafa şu bilgileri vermiş oluyordum: Eğer probleminizi eşinizle, dostunuzla, Ahmet abinizle, Ayşe teyzenizle, barmenle çözemiyorsanız bir psikoloğa görünme zamanı gelmiş olabilir. Bazen problemlerin çözümü çok basittir. Günlük hayatta ara ara herkes kendisine dışardan bakmakta zorlanır ya da basit çözümleri göremeyebilir. (Buna psikolojide ‘algıda mallık’ denir ve herkes bu mallığı ara ara tecrübe eder.) O nedenle, bu kadar sorgulayacağına, ‘gururu’ bir kenara bırakıp bir gitmek lazım. Bazen psikoloğun çözemeyeceği durumları günlük hayattan birileri çözebilir. (Bar Psikoloğu’nda bu durum ‘Tecrübe bilime g.t attırır’ mottosuyla ifade edilir.)
20
ARTHUR SCHOPENHAUER Yiğit Avuloğlu
Schopenhauer 22 Şubat 1788 tarihinde Lehistan-Litvanya Birliği’nin Danzig şehrinde tüccar bir aileye mensup olarak dünyaya geldi. Ekonomik bakımdan gençliğinde pek zorluk yaşamayan Schopenhauer, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde eğitim aldı. 1809’da Gottingen Üniversitesi’nde tıp eğitimine başlasa da daha sonra felsefe bölümüne geçiş yaptı. 18 Ekim 1813’te Jena Üniversitesi’nden doktorasını “Yeterli Nedensellik Cümlesinin Dört Kat Kökü” adlı çalışmasıyla aldı. Bu çalışmanın ilk okuyanlarından biri de Johann Wolfgang Van Goethe’dir. Sonrasında fikir anlaşmazlıklarından dolayı araları bozulmuştur. Kendisi aynı zamanda Nietzsche’nin ilk akıl hocası olarak da bilinmektedir. Daha sonraları Berlin Üniversitesi’nde öğretmenliğe başlayan Arthur’un, yine fikir ayrılıkları yüzünden Hegel ile olan meşhur kavgaları başladı. Bir süre sonra öğretmenliğe olan ilgisini kaybetti ve eline geçen bir miktar
parayla seyahat etmeye devam etti. Sartre ve birçok ünlü ismin övgülerine rağmen Arthur’un çalışmaları ilgi ve talepten yoksundular. Daha sonraları Frankfurt’a yerleşen Schopenhauer, birçok tarihçiye göre dışlanmış bir hiç kimse olarak tasvir ediliyordu. 9 Eylül 1860 tarihinde akciğer iltihaplanmasına yakalandı. 21 Eylül günü evinde, oturmuş, dışarıyı seyrederken öldü.
21
FELSEFİ ANLAMDA SCHOPENHAUER
Schopenhauer, felsefi düşüncelerini, dünyanın anlaşılmaz ve değiştirilemez bir kuramlar bütünü olduğu fikri üzerine, kendine ait pesimist bir perspektiften sunmuştur. Ona göre, dünyayı “tasarımsal” ve “istenç” olmak üzere iki kuram şekillendirmiştir. Bu kuramları oluştururken Schopenhauer, doğunun Budizm, Hinduizm gibi felsefi yapılarının yanında Platon, Shakespeare ve Kant gibi batılı yazar ve düşünürlerin eserlerinden de etkilenmiş, bunları kendi yorum ve bakış açısıyla harmanlamıştır.
TASARIMSAL OLARAK DÜNYA Schopenhauer insanın gerçek olarak nitelediği dış dünyanın tasarımsal olduğunu, gerçekleşmiş veya gerçekleşecek olayların zorunlu olduğunu savunur. Olaylar kendi doğal akışlarında belirli bir döngünün içerisinde gerçekleşir. Bu düşünce bazı yönleriyle Newton’un söylemlerine karşı olduğundan ötürü Hegel ile aralarında ciddi sorunlara sebebiyet vermiştir.
İSTENÇ OLARAK DÜNYA Schopenhauer akıl ve algıyı birbirinden ayırıp ikisine de farklı anlamlar yüklemiştir. Aklı, insanın içgüdüleri doğrultusunda oluşan eylem ve düşünceleri olarak nitelerken, algıyı, bilgi edinme ve arzular doğrultusunda insanın kendi entelektüel penceresinden tasarımsal olan dış dünyayı anlaması olarak açıklamıştır. Schopenhauer, zekadan istenç dünyasının en büyük gerekliliklerinden biri olarak bahseder fakat bunun bedeli de acıdır. Yani arzuların gerçekleşme ihtimali zekaya bağlı olarak artsa da gerçekleşmediği takdirde yaşanan hayal kırıklığından doğan acının daha fazla olması durumu söz konusudur.
22
SCHOPENHAUER VE AŞK
Schopenhauer’ın aşka dair son derece pesimist bir yaklaşımı vardır. Bu durum net olarak “Aşkın Metafiziği” adlı eserinde gözlemlenebilir. Eser, cinsiyetçi olması yönüyle eleştirilebilir olsa da dönemin şartlarında kadına olan genel bakış açısını ve kadınların psikolojik durumunu mükemmel şekilde yansıtmaktadır. Psikanalitik ve evrimsel açıdan da ilişkilere ve kadın davranışlarına ışık tutan bu eser yalnızca felsefe alanında değil, aynı zamanda psikoloji ve sosyoloji alanlarında da büyük değer taşır.
Aşkı hiç yaşamadığından sıkça söz eden Schopenhauer, aşkın varlığını inkâr etmez. Aşk adına yaratılmış, estetik ve duygusal açıdan hazine sayılabilecek birçok eseri örnek göstererek, aşkın gerçekliği olmadan bu eserlerin var olamayacağını öne sürer ve aşkın varlığını kabul eder. Diğer yandan, kadınların âşık oldukları şeyin aslında sevgilileri ya da eşleri olmadığını, esas olarak arzuladıkları şeyin güç ve özgürlük isteği olduğunu iddia eder. Kadınların tarih boyunca ezilmiş olmaları durumunu da bu güç ve özgürlük isteğine bağlar. Erkekleri “saf ” olarak nitelendiren Schopenhauer, erkeklerin fiziksel ve ekonomik olarak bütün yükü taşımakla yükümlü, evde tek yetki sahibi kişi olmalarından dolayı kurnazlık gibi becerileri geliştirmediklerini öne sürer. Bedensel olarak aşk ve tatmindense, derin arzu tatmininin daha doğru olacağını, bunun için ise acının gerekli olduğundan eserlerinde sıkça bahseder.
23
OTOBÜS
Aslı Emekçi
Ne düşünse ne yazmaya çalışsa saçma sapan dizi replikleri gibi olacağını düşündü. Kafası o kadar karışık ki, birileri gelip çekip çıkarsa onu. Dağınık oda toplamak gibi, küçükken annesi odasındaki giysi yığıntılarını toplarken belki de ona iyilik yapmamıştır, diye düşündü. Subliminal olarak buna alışmış. Şimdi de bunu başka erkekleri içine alarak yapıyor. İçinden çekip çıkarsınlar onu diye, kafasını toplasınlar. Çamaşırlar birikiyor yine de yığıntı daha da dağılıyor. Aslında dışarıdan gaz sızıntısı olmaması gereken bir oda gibi içi. Bunu fark etse belki içine düştüğü bu ruhsal sağlıksızlığı algılar. Milletin ıssızlık dediği şey işte. Kendi derinliğine inanıyor da başkalarınınkine inanamıyor bir türlü. Belki de kendi derinliğini sürekli başkalarından saklamaya çalıştığı için yüzeyselliği ona derin gelmiştir. Bir olay var ki, başkalarının abarttın dediği. O sahne gözünün önünden gitmiyor. Köpeği var bir tane, çok sevdiği. Onun canı acıdığında çıkardığı
ses gibi, içini yakıyor bu sahne. Aklında sürekli karşısında o, ona diyor ki “Ben sana kalbimi açmıştım”. Sürekli yanlış yapmış olmanın verdiği eziklik ve kendinden şüphe ederek yaşamak insanın belki de kendi kendine verdiği en büyük zarar. Başlı başına bir işkence bir kere. Şimdi ona gidecek, ama canı istiyor mu onu da bilemiyor. Kendi gibi giyinmedi. Kendine kendi gibi olmayarak ceza çektiriyor. Bu, nice bilim adamlarının ve sosyologların da dediği gibi sosyal bir canlı olan insanın belki de kendisi için en önemli olan kişiyi, kendisini, hiçe sayarak kendisine verebileceği en büyük ceza. Aslında paspal gidebilir, ama başkaları tarafından hiçe sayılmak istemedi. Ama nedense hep kendini hiçe sayar. Hava çok soğuk, ama ince, teni gösteren, siyah külotlu çorap giydi. Kot eteği dişi görünmek istediği durumlarda ilk tercihi zaten. Üstüne de bir mont geçirip çıktı. Durağa doğru yürürken onunla sıkılacağını düşündü. O zaman niye gidiyor? Kendinden kaçmaya çalıştıkça canı sıkılıyor onun, bu hep böyle oldu. Ne zaman kabul edecek? Otobüsü beklerken aklına o iğrenç tokat geliyor. Kendisi bunu hak etmişti ama. . Onu aldatmıştı, sonucu da bu olmuştu. Bunu hak ediyor. Oraya da gidecek; çünkü hatalı. Hatalı olduğunu hatırlayınca ona gittiği için neredeyse mutlu oldu.
24
Nerede kaldı bu Allah’ın cezası otobüs? Az sonra ilerden yirmili yaşlarda bir oğlan geliyor. Omzunda içine kendisinin bile sığabileceği kadar büyük bir spor çantası asılı. Eski sevgilisiyle henüz birlikteyken, ertesi sabah için sevgilisine gitmesini planlamışlardı. Bu planı sadece kendisinin yaptığını şimdi anlıyor. Saati de kararlaştırmışlardı. Sabah kapısına gitmişti, ama uyuyordu o. Kapıyı açmadığı için omzunda spor çantası, elinde laptopu -bozuktu, tamir edecekti sevgilisiiçinde de büsbütün bir hayal kırıklığıyla öyle kalakalmıştı. Gerisin geri evine dönmüştü tabi. Hayal kırıklığı pek tanımadığı bir duygu değil. Çocukken bir rüya görmüştü. Babasına pasta yapmış, o da beğenmediği için tutup koca pastayı balkondaki çöpe atmış. O zaman çöp balkonda bile değil, mutfağın içinde duruyor. Pastanın çöpünü bile dışlanmış hissetmiş rüyasında kız. Babasıyla olan tüm ilişkisinin harika bir görseli bu rüya. Ona göre, pastayla çöpe gidenlerin arasında kızın kişiliğine duyması gereken saygı ve kendine olan inanç da var. Hayal kırıklığı o kadar tanıdık ki belki de sadece onu hissettiği zamanlar ona tanıdıkmış gibi, kendindenmiş gibi geliyor. Bu yüzden sürekli bunu seçiyor belki. Uzaktan bir otobüs geliyor. Durağın karşı tarafındaki yoldan yokuşu çıkan otobüsü izlerken rahatladığını hissetti. Şu düşünceler bir keserdi sesini belki. Otobüsün o yokuşu sonsuza kadar çıkmasını ne kadar istedi o an. Az sonra otobüs durakta durmadan geçti gitti. “Tüh, bu değilmiş ya,” dedi yüksek sesle. Duraktaki oğlan dönüp baktı, ama sonra tekrar telefonuna daldı. Aslında biraz da sevinmişti otobüsün durmamasına. Ayağıyla yerdeki taşı tekmeledi. O taş tekmelendiğine üzülse ne kadar salak olur. Kendi de salak. Ondan o kadar çok nefret ediyor ki. Tüm bunları kabul edemeyip hala da yaşamayı sürdüren, bunu ona da yaşatmayı sürdüren insandan nefret ediyor. Vicdan yapmasaydı gitmezdi. Onu bu kadar severken onu daralttığını hiç düşünmemişti, ama işte dediği buydu çocuğun. Bir insanı bu kadar daraltabilmek için insan kendinden mi kaçıyor olmalı yoksa karşıdakini fazla mı seviyor olmalı? Karşıdakini özgür bırakabiliyorsa bir insan, onu gerçekten seviyordur. Hep böyle okudu. Süzgecinden geçirdikten sonra da inandığı şey de buydu sevgi konusunda. Özgürlüğü kısıtlamak; ele geçirme merakından, güç gösterisinden, sidik yarışından başka bir şey değil. Ne kıskançlık yapmıştı ne sürekli hesap sormuştu. Görmek istemişti ama hep. Elinde olsa posterini yaptırıp her köşeye asardı, billboardlara tam boy fotoğrafını asardı. “Belli ki fazla gelmiş,” dedi sesli. Sonra fark etti dışından konuştuğunu, duraktaki çocuğa baktı. Kulaklığını takmıştı. Neyse duymamış, diye düşündü. Birini çok sevince bazı şeyler elinde olmuyor işte insanın, kıvamını tutturmayı beceremiyorum işte, diye geçti aklından. Otobüs neden bu kadar geç kalmıştı? Saatine baktı; daha yedi dakika geçmiş. Neyse birkaç dakikaya gelir, diye düşünürken yokuşun başından otobüsü gördü. İçini bir korku kapladı. Kapıdan girdiği an gözünde canlandı. Kapı açılacak, gözlüğünü takmış ev haliyle o karşısında. Hoş geldin, diyerek sımsıkı sarılacak kıza, onu öpecek. Kız ona sarılırken içinde bin bir türlü duygu olacak. Sonra sevişecekler. Seviştikten sonraysa onu daraltmamak için sessiz olmalı, kendini oyalamalı, telefonuna bakmalı ya da kitap okumalı; ama bir şey yapmalı. Çocuğun da sonuçta kendi hayatı var. Çocuk, onunlayken de onsuz olmak istiyor. Gözlerini kapatınca salıncakta sallanıyor sanki. Bir yamacın kenarında, epey büyükçe bir çınar ağacına bağlanmış bir salıncak bu. Kız yüzünü yamaçtan yana dönmüş, arkadakilere sırt çevirmiş, öylece sallanıyor. Hafif de bir rüzgâr esiyor, her yer yemyeşil. Uçsuz bucaksız vadiye bakarken tek hissettiği şey huzur. Aklına hiçbir düşünce gelmiyor. Huzurun kendisini anlatmak için kelimelere ihtiyaç var, onu hissetmek için de olmaması gereken tek şey kelimeler. Nasıl yapabildiğini soruyor kendisine. Otobüs yaklaşıyor. Ona gidecek, bu belirsizliğin sürmesini de istemiyor ama. Salıncakta sallanıyor, hep orada kalmak istiyor. Sırtını arkadakilere dönmek istiyor. Otobüsü izliyor arkasından. Otobüsün arkada kalması için onu bir süre izlemeli. Otobüs gidiyor, o binmiyor.
25
İKİ NOKTA
Tekin
Belki de insanın mayasında vardır. Bu aranma, arama, arınmaya çalışma hissi... Birine ulaş maya çalışıp ulaşamayınca ruhumuzun mahpushanesi olur, her gün aynada görüp de en çok yabancılaştığımız bu beden. Yabancılaşıyoruz herkese, her şeye, her sese; belki de böyle olması en işimize gelen eylem olduğundandır, ama birine yabancılaşmayı bıraktığımızda ‘’bedeni mahpushaneden çıkmaya çalışan ruh’’ tüm düşlerini karşısındaki ruhta ihya etmeye çalışır. Bu, ruhun ya kaçış planıdır ya da ölüm kararı. Kendimizde bulamadığımız, kendimizi hapsettiğimiz bu etten duvar artık başka ruha dokunmak için iletişim aracı olmuştur. Bilmem ben, kimleri intihara meylettirmiş, kimleri azat etmiştir bu his, fakat en acı şey arzuladığımıza olan uzaklığın sebebinin biz olduğunu bilmektir. Sadece kendi kendimize acı çektiririz, sadece kendimize ağlarız. Karşımızdaki insanla gireceğimiz ilişkinin canımızı yakıp ruhumuzun yangısı olup olmayacağına sadece biz karar veririz. Belki acımıza biraz şiirsellik, belki biraz estetiklik ekleriz ve gözlerimizi açıp canımızı yakacak, ruhumuzu kaçıracak iki çift göz ararız. Bütün hikâye bitince aranma kısmından arınmaya geçer, acımıza biraz müzik biraz kitap katarız. Gözümüz kapalı yürürüz kendimizin şehrinde, ellerimizden korkarız, kendi etimizden, kokumuzdan korkarız, arkası dönük adamlardan kadınlardan korkarız. Adımlarımız birbirini kovalar, hızlı yürürüz hayatta, zamanda belki hızlı akar umuduyla. Gece tavana değen gölgeleri sayarız uyumak için. İşte bu arama, arınma, kendimize olan yabancılığımız, karşıya olan bu tanışıklık hissi, hepsi toplanıp bir hayata sıkıştırılınca bir de üstüne biraz nefessizlik, biraz Ortaçgiller, biraz Özdemirler eklenince yazılır bir sokak duvarına çirkince AŞK diye...
26
HİSSETMEK
Ç.
Hep derlerdi ki “Aşk şöyle zor, böyle ağır, acı verir, can yakar”. Ben de “Evet tabii” derdim, “Aşk bu sonuçta.” Bilemezdim ki bir gün beni bambaşka biri yapacağını, birinin adını aklımdan çıkaramayacağımı. Ki hoş, adını aklından çıkarmak isteyen mi var? Eskiden basit gelirdi. “Bu mu yani?” derdim, “Bu mu uğruna uykusuz kalınan, karalar bağlanan, adına aşk denilen şey?” Ama, gözlerine birkaç saniye daha fazla bakabilmek için çırpınmak, sohbet edebilmek için saçmalamayı göze almak, minicik bir temasta içinde bir şeylerin taklalar atması, en masum dokunuşunda, o dokunduğu yerden kalbine doğru kelebekler uçması, yanına yaklaşmasının bile nefesini tutmana sebep olması nasıl basit olabilir?” Sevmiyorsa bile beni, ona ait diye, içinde o var diye seve seve yaşar, bağrıma basarım aşkının acısını, diyebilmek değil de nedir aşk? Elini sımsıkı tuttuğu günler umut etmek, onun da sevip söyleyemediğini umut etmek, her şeyin hayallerinden de güzel olacağını umut etmek veya düşünmek. Düşünmek ama öyle akılla, mantıkla düşünmek değil. Kalp ile düşünmek. Onun sana karşı her hareketinin, görmek istediğin gibi bir anlamı olduğunu düşünmek, onun da seni düşündüğünü, umursadığını, onu senden çok kimsenin sevemeyeceğini düşünmek. Gece en son, sabah ilk onu düşünmek… Ya da hayır hayır! Onun, senin onu dünyanın merkezi yapacak kadar sevdiğinden haberi bile yokken, ve hatta o senin hislerinin farkında bile değilken, sen sanki hayatına bir başkasını alsan ona ihanet edecekmişsin gibi hissetmek, bir kere başını omuzuna koyabilsen, saçlarınla oynasa, dünya pırıl pırıl olacak, güneş bir başka doğacak gibi hissetmek, adı geçince kalbine fil oturmuş gibi hissetmek, sarılışının iyi geleceğini, onun o gülüşünün -o gözlerinin içine, kirpiklerinin bitişine kadar uzanan gülüşününiçindeki tüm düğümleri çözeceğini hissetmek. Hissetmek… Kalbinin en ulaşılmaz, belki de daha önce varlığından haberdar bile olmadığın o en derin noktasında hissetmek. Evet sanırım tüm mesele bu, sadece hissetmek, tüm varlığınla…
27
PREBİYOTİK YAZAR Ayşe Bilge
Dünyada her çeşit insan var. Klişe ama ne kadar doğru! Demenle oluyor mu, ispatla derseniz de size bunun örneğini verebileceğim en iyi yerler vapurlar. Mecburi olarak herkesin yüz yüze baktığı, toplu terapi merkezlerini andıran bir mekân ve herkes -arkadaş grupları hariç- kendi ile baş başa. Arkadaşıyla vapura binmiş olanlar çoğunlukla yolculuğun nasıl başlayıp ne zaman bittiğini fark edemediklerinden- malum, muhabbet- onları es geçiyoruz. Birçok insanın hayatındaki sorunlara odaklanması ve hatta bazılarına çözüm bulması vapurlarda gayet olağan bir durum. İnsan her zaman böyle ortamlarda bulunmuyor. Malum hayat zor, karışık, çetrefilli, alengirli, yanar dönerli... Kendimden de biliyorum biraz. Hayal kurmak bile zor başını yastığa koymadan. İşte vapurlar hayal kurabileceğiniz ender yerlerden. Tabii herkes vapura binince 20 dakikalık süreyi hayal kurmakla ya da bir çözüm arayışına girmekle geçirmek zorunda değil. Manzaranın tadını “Yalnızlık neydi?” şeklinde varoluşsal serzenişlerle çıkaran uzun dönem yalnızlar, aynı manzaranın tadını sevgilisiyle çıkaran romantik dönem aşıkları ve manzara yerine simidin tadını çıkarmayı tercih eden yemeye gönül vermiş hammurabileri de unutmamak lazım, onlara da sevgiler... Tüm bunların yanı sıra bu çıkarımı yapmak için vapura binip, ayıcıklı not defterine gizemli gizemli bir şeyler yazanlar... Sanki yüzyılın yürek burkan tezini yazıyorsunuz. Nedir bu havalar yahu?
28
AŞK VE İLİŞKİLER ÜZERİNE FİLM LİSTESİ Serhan Akalın 1. Last Tango In Paris Yapım yılı : 1972 Yönetmen : Bernardo Bertolucci Oyuncular : Marlon Brando, Maria Schneider Konu : Jeanne evliliğin arifesindeki, sıradan bir kadındır. Evliliğe hazırlık aşamasında ileride oturabileceği bir de ev aramaktadır. Bir gün evleri gezerken müstesna ve tuhaf bir adamla karşılaşır. Amerikalı Paul, yaşça Jeanne’den büyük olmasına rağmen onu delicesine etkiler. İkili, yasak bir aşkın meyvelerini yemeye başlarlar. Aralarında garip bir ilişki başlar. Sürekli beraber olsalar dahi, birbirlerine birbirleri dışındaki hayatlarına dair hiçbir şey sormayacaktırlar. Bir süre sonra aralarındaki kişilik farklılıkları ikisini de dar bir çıkmaza sürükleyecektir. 2. When Harry Met Sally Yapım yılı : 1989 Yönetmen : Rob Reiner Oyuncular : Billy Crystal, Meg Ryan Konu: Bir yolculuk sırasında karşılaşıp tanışan Harry ve Sally isimli iki genç sohbetleri esnasında aynı üniversiteden mezun olduklarını, ancak daha önce hiç karşılaşmadıklarını fark ederler. Bu keyifli sohbet sırasında konu ikili ilişkilere gelir ve iki karşı cinsin arkadaş olup olamayacağı üzerine uzun uzun tartışırlar. New York’a vardıklarında ayrılırlar ve ikisi de ayrı ayrı kendi hayatlarını yaşamaya devam ederler. Ta ki kader yollarını tekrar birleştirene dek... 3. A Woman Under The Influence Yapım yılı: 1974 Yönetmen: John Cassavetes Oyuncular: Gena Rowlands, Peter Falk Konu: Hem bir anne hem de bir eş olan Mabel’in akli sorunları, yolunda giden evlilik hayatını olumsuz etkilemeye başlar. 4. Le passe
Yapım yılı : 2013 Yönetmen: Asghar Farhadi Oyuncular: Berenice Bejo, Ali Mosaffa Konu: 4 yıllık ayrılıktan sonra , karısı Marie’nin çağırması üzerine Ahmad, Tahran’dan Paris’e geri döner, geliş amacı boşanma davasıyla ilgili belgeleri tamamlamaktır. Kısa süreliğine yaptığı bu ziyaret esnasında eski eşi Marie’nin kızı Lucie’yle son derece sancılı ilişkisinin farkına varır. Bu duruma el koyarak düzeltmek için çaba harcamaya karar veren Ahmad’in uğraşları , eski ve kuytuda kalmış bir sırrın ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır.
29
5. Before Sunrise (1995) Yapım yılı : 1995 Yönetmen : Richard Linklater Oyuncular : Ethan Hawke, Julie Delpy Konu: Sıradan bir Avrupa yolculuğu sırasında trende karşılaşıp tanışan iki farklı insan, Jesse ve Celine bu yolculuğa sıradışı bir şekilde sürdürürler. Viyana şehrindeyken trenden inmeye ve birlikte bir günlüğüne bu şehirde kalmaya karar veren ikili, Viyana sokaklarının sonsuzluğunda ilginç bir gün yaratma fırsatını yakalarlar. Bu süreçte birbirlerine karşı bir şeyler hissetseler de asla sözlere dökemezler. 6. Eğreti Gelin
Yapım yılı: 2005 Yönetmen: Atıf Yılmaz Oyuncular: Nurgül Yeşilçay, Onur Ünsal Konu: Ali genç yaşına rağmen gelenekler gereği evlenmenin eşiğinde olan bir çocuktur. Ancak ne bir eğitimi ne de bir işi vardır. Evlenmek üzere olduğu Neşe ise evliliğe hem ruhsal hem de bedensel olarak hazırdır. İki tarafın aileleri de bu evlilikle ilgili planlar yapmışlardır. Bu planların gerçekleşebilmesi için bu evlilik mayasının tutması gerekmektedir. Tek çare, Ali’ye evlilik konusunda bir tecrübe kazandırmak olacaktır. Bunun için, güzelliği dillere destan bir eğreti gelin çağrılacaktır. 7. The Reader Yapım yılı: 2008
Yönetmen: Stephen Daldry Oyuncular: Kate Winslet,Ralph Fiennes Konu: I. Dünya Savaşı ertesi, yer Almanya. Michael adlı genç, kendisinin yaşça iki katı büyük olan Hanna Schmitz’e aşık olmuştur. Gizli bir ilişki götüren ikilinin aşkı Hanna’nın bir gün ortadan kaybolmasıyla biter. Aradan 8 yıl geçmiştir ve hukuk okuyan Michael savaş suçları mahkemesinde gözlemcilik yapıyordur ve bir gün sanık sandalyesinde Hanna’yı görür. Mahkeme’de Hanna’nın geçmişi ortaya dökülürken, Michael ikisinin de hayatını değiştirecek bir sırrı ortaya çıkarır. 8. Her (2013) Yapım yılı: 2013
Yönetmen: Spike Jonze Oyuncular: Joaquin Phoenix, Scarlett Johansson Konu: Theodore Twombly hayatını, yakın gelecekte nadir bulunan bir şeye dönüşmüş olan el yazımı mektupları yazarak kazanan yalnız bir adamdır. Theodore, bir gün ilginç bir teknoloji reklamıyla karşılaşır. Kusursuz bir yapay zeka programı sunan yeni bir işletim sistemi, onu son derece çekici bir kadın olan Samantha ile tanıştırır. Sanal bir varlık olan ve sadece bir sesten ibaret olan Samantha, Theodore’u dünya ve hayat üzerine sorduğu sorularla birlikte bambaşka bir gerçeklikle tanıştırır. Theodore, yavaş yavaş hayatın keyifli yanların fark etmeye başlarken yapay zeka programıyla arasındaki ilişki de gitgide tuhaflaşır.
30
9. Hable con ella (2002) Yapım yılı: 2002 Yönetmen: Pedro Almodóvar Oyuncular: Rosario Flores, Darío Grandinetti Konu: Almodóvar’ın en iyi orjinal senaryo oscarını aldığı bu filmde, bir sinemada tesadüf eseri tanışan 2 erkek olan Benigno ve Marco, 2. bir tesadüf sonucu bir hastanede karşılaşacaktır. Beningo burada çalışan bir sağlık görevlisi, kız arkadaşı Lydia ise komada yatmakta olan bir hastadır. Marco ise bir boğa yarışında ağır yara almış olan Alicia isimli sevgilisine destek olmak için hastanede bulunmaktadır. Hemen hemen aynı dramatik anları yaşayan Marco ve Benigno kısa sürede derin bir dostluk kurar. 10. The Dreamers Yapım yılı: 2003 Yönetmen: Bernardo Bertolucci Oyuncular: Eva Green, Michael Pitt Konu: Fransa’da alevlenip tüm dünyayı etkisi altına alan ‘68 olayları sırasında, Fransa’dayız... ‘68 kuşağı ruhuna sıkı sıkıya bağlı olan Isabelle ve kardeşi Theo, ailelerinin tatile çıkması nedeniyle Paris’te yalnız kalmış, bu sırada da Amerikalı bir öğrenciyle tanışıp arkadaş olmuş, onu evlerine davet etmişlerdir. Matthew’ı Isabelle ve Theo ile buluşturan şey ise büyük ölçüde sinema olmuştur. Dışarıda, sokaklarda devrim sesini yükseltirken üçlü arasındaki tutku ve cinsellik alevlenmektedir. 11. Kramer vs Kramer Yapım yılı: 1979 Yönetmen: Robert Benton Oyuncular: Dustin Hoffman, Meryl Streep Konu: Bir gün bir kadın, kocasını terk etmeye kararı verir ve onu oğlu ile baş başa bırakarak çekip gider. İşte tam da burada bir anne ve babanın, gerçek anlamda ebeveyn olmayı öğrenme süreçlerinin ilk adımı atılır. Ted işkolik biridir ve oğlu Billy için gereken zamanı ayırması çok zordur. Bir kahvaltı sofrasında ne olması gerektiğini bile bilemez. Ve aslında oğlunu hiç tanımamaktadır. Yine de zaman onlara her şeyi sevgi ile öğretecektir. Tam yakınlaşma ve o bağ kurulduğu anda anne Joanna ortaya çıkar ve oğlunun velayetini ister. İşte o andan itibaren de kıran kırana bir ebeveynlik mücadelesi başlar. 12. Midnight in Paris Yapım yılı: 2011 Yönetmen: Woody Allen Oyuncular: Owen Wilson, Marion Cotillard Konu: Sonbaharda evlenecek olan Amerikalı nişanlı çift Gil ve Inez, Inez’in babasının iş gereği Paris’e gelmesini fırsat bilip, küçük bir tatil için bu gözde Avrupa şehrinin yolunu tutarlar. Başta her şey eğlence dolu bir Avrupa kentini gezmekten ibaretken, özellikle damat adayı Gil’in Paris caddelerinde gece yarısı yaşadığı gerçek üstü maceralar Paris’e gelmeden önceki hayatını fikirlerini değiştirecektir.
31
13. À bout de souffle Yapım yılı: 1960 Yönetmen: Jean Luc Goddard Oyuncular: Jean-Paul Belmondo, Jean Seberg Konu: Michel Poiccard, Marsilya’da bir otomobil çalar ve yolda bir polis öldürür. Paris’te Champs Elysées’de New York Herald Tribune gazetesi için stajyerlik yapan genç Amerikalı Patricia’yı bulur. Daha önce bir kaç gece birlikte olmuşlardır. Bir yandan Michel polis tarafından aranırken eski arkadaşlarıyla buluşup Roma’ya gidecek parayı elde etmeye çabalar. Bu arada Patricia’yı da yanında götürmek ister. 14. Hannah and Her Sisters Yapım yılı: 1986 Yönetmen: Woody Allen Oyuncular: Michael Caine, Mia Farrow Konu: Ailenin en mükemmeli ve kızkardeşlerinin kıskandığı Hannah; iyi bir eş, iyi bir kardeş, iyi bir anne ve başarılı bir aktristtir. Lee kendisinden yaşça büyük bir adamla bir ilişki yaşamaktadır. Holly ise hiçbir işinde ve ilişkisinde dikiş tutturamayan en küçük kardeştir. Ancak Hannah’nın hayatı aslında o kadar da mükemmel değildir çünkü kocası uzun zamandır kızkardeşi Lee’ye aşıktır. Bir yandan da Hannah’nın eski kocası Mickey hayatın anlamını aramaktadır. 15. Les Amours Imaginaires (2010) Yapım yılı: 2010 Yönetmen: Xavier Dolan Oyuncular: Xavier Dolan, Niels Schneider Konu: İki iyi arkadaş olan Marie ve Francis bir akşam yemeğinde şehre yeni taşınan ve gizemli bir çekiciliği olan Nicolas ile tanışırlar. Birbirini izleyen buluşmalar sonrası Nicolas’ın cazibesine kapılan ikilinin arasında, bu ‘güzel’ adamla beraber olmak için bir rekabet başlar. Erkek partnerleriyle mesafeli ilişkiler kuran bir eşcinsel olan Francis ve sevilme arzusundaki Marie, hayatlarındaki bu yeni adamın ilgisini çekmeye çalışırken, iki arkadaşı birbirine düşürmekten tatlı bir zevk alan arzu nesnesi Nicolas da kendi çıkarına göre tercihini yapar.
32
AŞK VE İLİŞKİLER ÜZERİNE TİYATRO ÖNERİSİ
Görkem Ergin
ÇİNGENELER GÖKYÜZÜNDE YAŞAR
29 Kasım 2017 gecesi Şehir Tiyatroları’nın Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinde seyirciyle buluşan müzikal Loyko Zobar isimli özgürlüğüne düşkün bir çingenenin başka obadan bir kıza âşık olması ve bu uğurda özgürlüğünden vazgeçmesini anlatıyor. Eğlencenin ve hüznün güzel bir karışımı olan oyun hem sizi güldürüyor hem de kalbinizde bir burukluk oluşmasına neden oluyor. Müzikal seven biriyseniz bu oyun tam size göre çünkü şarkılar ve danslar oyunun hiçbir parçasında eksik olmuyor.
33
AŞK VE İLİŞKİLERE DAİR MÜZİK ÖNERİLERİ
Where the Wild Roses Grow - Nick Cave & The Bad Seeds Damien Rice - Cheers Darlin’
Fazıl Say, Serenad Bağcan - Dört Mevsim Vedat Sakman - Üç Damla Mary Hopkin - Those Were The Days
Chopin - Spring Waltz
Damien Rica - 9 Crimes
Daughter - Youth The Head and The Heart - Rivers and Roads Cibelle - Green Grass Waylon Jennings - Good Hearted Woman Elvis Presley - You Don’t Have to Say You Love Me Johnny Cash - She Used to Love Me A Lot Beatles - Girl Tina Dico - Someone You Love You Will Never Know Tina Dico - He Doesn’t Know Guns N’ Roses - November Rain The White Stripes - Jolene Guns N’ Roses - This I Love The Rolling Stones - Angie 123 - Again
34
MEF PSİKOLOJİ KÖŞESİ
MEF Psikoloji Kulübü 2017-2018 Güz dönemi süresince bir sürü konuşmacı ağırlayıp projelerini sürdürmeye devam etti. Bu dönem altı adet söyleşi yapıldı ve üç proje kapsamında da çalışmalar devam etti. Parıltı Görmeyen Çocuklara Destek Derneği işbirliği ile Parıldayan Gelecekler Semineri yapıldı, projenin alt kolu olan Sayfaların Sesi Ol ile ise kulübümüze üye olan 20 tane arkadaşımızla Erhan Erkut hocamızın “Üniversite Seçerken” kitabını seslendirdik. Aynı zamanda UNIQ sponsorluğunda dernekteki çocuklarımız ile tiyatro gösterisine gittik. Kanserli Çocuklara Umut Vakfı ile projemiz olan Umut Benim İlacım kapsamında Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji servisindeki çocuklarımıza 3 kez doğum günü partisi düzenledik. Adım Adım Geleceğim projemiz için İstanbul Zihinsel Engelliler için Eğitim ve Dayanışma Vakfı ile iletişime geçtik ve önümüzdeki dönem başlayacak yeni projemiz için ilk adımları attık. Bunun dışında birbirinden değerli kişileri konuşmacı olarak ağırladık. Psikolog Burcu Arabacı, Sosyal Psikolog Yasin Koç, Müzik Terapisti Celal Eldeniz, Bar Psikoloğu Ferhat Aydın ve Klinik Psikoloji doktorası yapan Aslıhan Tüzün Sabaz bizlerle oldular.
35