PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİNİN YAYIN ORGANIDIR. ISSUED BY THE PSYCIATRIC NURSES ASSOCIATION
JOURNAL OF PSYCHIATRIC NURSING
C İ LT / V O L U M E 1 • S AY I / I S S U E 1 • Y I L / Y E A R 2 0 1 0 Hemşirelerin Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtilerini Tanıma Durumları Nurses’ Recognition of Post-Traumatic Stress Disorder Symptoms Hasta Yakınlarına Göre Kronik Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastaların Tedaviye Uyumu Compliance to Treatment Among Chronic Psychiatric Disorder Patients According to Their Relatives Hipertansiyonu Olan Hastalarda Öfke ve Öz-Bakım Gücü İlişkisi The Relationship between Anger and Self-Care Agency in Patients with Hypertension Üniversite Sınavına Hazırlanan Bir Grup Öğrencinin Kendilik Algıları ve Ruhsal Belirtileri Arasındaki İlişki The Relationship between Self-Perception and Psychiatric Symptoms in a Group of Students Preparing for the University Entrance Examination Evde ve Yurtta Kalan Üniversite Öğrencilerinde Yaşam Doyumu Life Satisfaction of University Students Living at Home or in the Dormitory Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri Bölüm I Personality Disorders and Nursing Interventions - Part I Çözümlenmemiş Bir Konu: Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastanın Gönülsüz/Zorla Tedavi Edilmesi An Unresolved Issue: Involuntary/ Compulsory Treatment of Patients with Psychiatric Disorders Ergende Esrar Kullanımı: Toplum Ruh Sağlığı Yaklaşımı (Olgu Sunumu) The Use of Marijuana in Adolescents: Societal Mental Health Approach (A Case Report)
ISSN 1309-3568
PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ
PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİNİN YAYIN ORGANIDIR ISSUED BY THE PSYCIATRIC NURSES ASSOCIATION
JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING
C İ LT / V O L U M E 1 • S AY I / I S S U E 1 • Y I L / Y E A R 2 0 1 0
EDİTÖRLER KURULU / EDITORIAL BOARD EDİTÖR / EDITOR IN CHIEF Nurhan EREN Nazmiye KOCAMAN YILDIRIM YARDIMCI EDİTÖRLER / ASSOCIATE EDITORS Hülya BİLGİN Perihan GÜNER KÜÇÜKKAYA Gül ÜNSAL İSTATİSTİK DANIŞMANI / STATISTICAL CONSULTANT Rian DİŞÇİ ULUSAL DANIŞMA KURULU / NATIONAL SCIENTIFIC ADVISORY BOARD Filiz ADANA Gülsüm ANÇEL Hülya ARSLANTÜŞ Nesrin AŞTI Ayşegül BİLGE Nihal BOSTANCI DAŞTAN Kadriye BULDUKOĞLU Sevim BUZLU Sibel COŞKUN Olcay ÇAM Zekiye ÇETİNKAYA DUMAN
Fatma DEMİRKIRAN Selma DOĞAN Fatma EKER Esra ENGİN Nevin GONCA ONAN Ayça GÜRKAN Özlem IŞIL Semra KARACA Meral KELLECİ Yasemin KUTLU Leman KUTLU
TEKNİK EDİTÖR / TECHNICAL EDITOR Arzu AYDOĞDU DİL EDİTÖRÜ / LINGUISTIC EDITOR Corinne CAN
Leyla KÜÇÜK Fahriye OFLAZ Ayşe OKANLI Fatma ÖZ Ayşe ÖZCAN Neslihan ÖZCAN Havva TEL Gülşen TERAKYE Besti ÜSTÜN
ISSN 1309-3568
PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ
PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING ISSN 1309 - 3568 CİLT / VOLUME 1
SAYI / ISSUE 1
YIL / YEAR 2010
PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİ YAYIN ORGANI ISSUED BY THE ASSOCIATION OF PSYCHIATRIC NURSES Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü / Owner and Publishing Manager Psikiyatri Hemşireleri Derneği adına Nurhan EREN
PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİ YÖNETİM KURULU ASSOCIATION OF PSYCHIATRIC NURSES BOARD Başkan / President Başkan Yardımcısı / Vice President Genel Sekreter / Secretary General Genel Sekreter Yardımcısı / Vice Secretary General Sayman / Treasurer Sayman Yardımcısı / Vice Treasurer Yönetim Kurulu Üyeleri / Members
Yasemin KUTLU Semra KARACA Hacer ATİK Serhat SAYGILI Fatma TOKUR Kinyas TEKİN Arzu AYDOĞDU Emel Çavuş ŞİMŞEK Nevin ONAN
YAZIŞMA ADRESİ / CORRESPONDENCE e-posta / e-mail: phdergi@phdernegi.org Psikiyatri Hemşireleri Dergisi Yayın Koordinasyonu: KARE Yayıncılık Tel: 0216 550 6 111 Faks: 0216 550 6 112 e-posta: kareyayincilik@gmail.com Adres: Söğütlüçeşme Cad. No: 76/103, Sevil Pasajı, Kadıköy, İstanbul Yayına hazırlama / Publisher: KARE Yayıncılık / KARE Publishing Basım tarihi / Press Date: Mart / March 2010 Dört ayda bir yayınlanır / Published three times a year Yayın türü / Type of publication: Süreli yayın / Periodical Baskı adedi / Circulation: 750 Baskı / Press: Yıldırım Matbaacılık - İstanbul Sayfa tasarım / Design: Ali CANGÜL Kapak tasarım / Cover: Cengiz AKIN Bu dergide yayınlananların telif hakkı Psikiyatri Hemşireleri Derneği’ne aittir. © 2010 Material published in the Journal is covered by copyright © 2010 Association of Psychiatric Nurses. All rights reserved. Bu dergide kullanılan kağıt ISO 9706: 1994 standardına uygundur. This publication is printed on paper that meets the international standart ISO 9706: 1994. National Library of Medicine biyomedikal yayın organlarında asitsiz kağıt kullanılmasını önermektedir. National Library of Medicine encourages the use of permanent, acid-free paper in the production of biomedical literature. Türkçe ve İngilizce tam metinlere İnternet erişimi ücretsizdir (www.phdernegi.org). Free full-text articles in Turkish and English are available at www.phdernegi.org.
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Editörden . ...................................................................................................................................................................................................................................iv Psikiyatri Hemşireleri Derneği (PHD)............................................................................................................................................................................... v
ORİJİNAL MAKALE (ORIGINAL ARTICLES)
Hemşirelerin Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtilerini Tanıma Durumları
Nurses’ Recognition of Post-Traumatic Stress Disorder Symptoms
Fahriye OFLAZ, Celale T. ÖZCAN, Sevinç TAŞTAN, Hatice ÇİÇEK, Özlem ASLAN, Huriye VURAL................................................. 1
Hasta Yakınlarına Göre Kronik Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastaların Tedaviye Uyumu
Compliance to Treatment Among Chronic Psychiatric Disorder Patients According to Their Relatives
Havva TEL, Sibel DOĞAN, Birgül ÖZKAN, Sibel ÇOBAN.................................................................................................................................... 7
Hipertansiyonu Olan Hastalarda Öfke ve Öz-Bakım Gücü İlişkisi
The Relationship between Anger and Self-Care Agency in Patients with Hypertension
Ayşegül SAVAŞAN............................................................................................................................................................................................................13
Üniversite Sınavına Hazırlanan Bir Grup Öğrencinin Kendilik Algıları ve Ruhsal Belirtileri Arasındaki İlişki
The Relationship between Self-Perception and Psychiatric Symptoms in a Group of Students Preparing for the University Entrance Examination
Gül ÜNSAL BARLAS, Semra KARACA, Nevin ONAN, Özlem IŞIL..................................................................................................................18
Evde ve Yurtta Kalan Üniversite Öğrencilerinde Yaşam Doyumu
Life Satisfaction of University Students Living at Home or in the Dormitory
Gönül ÖZGÜR, Aysun BABACAN GÜMÜŞ, Banu DURDU.................................................................................................................................25
DERLEME (REVIEWS)
Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri - Bölüm I
Personality Disorders and Nursing Interventions - Part I
Nurhan EREN......................................................................................................................................................................................................................33
Çözümlenmemiş Bir Konu: Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastanın Gönülsüz/Zorla Tedavi Edilmesi
An Unresolved Issue: Involuntary/Compulsory Treatment of Patients with Psychiatric Disorders
Rahime AYDIN ER, Mine ŞEHİRALTI..........................................................................................................................................................................39
OLGU SUNUMU (CASE REPORT)
Ergende Esrar Kullanımı: Toplum Ruh Sağlığı Yaklaşımı (Olgu Sunumu)
The Use of Marijuana in Adolescents: Societal Mental Health Approach (A Case Report)
Dilek AKKUŞ........................................................................................................................................................................................................................43
Tez Tanıtımı . ..............................................................................................................................................................................................................................47 Kongre Takvimi . ......................................................................................................................................................................................................................48 Yazarlara Bilgi . .........................................................................................................................................................................................................................49
iii
iv
EDİTÖRDEN
Değerli Meslektaşlarımız, Psikiyatri Hemşireleri Derneği bir avuç insanla, güçlükler içinde kurulmuştur; ancak psikiyatri hemşireliğinin Türkiye’deki geleceğine inandığı vizyonundan hiçbir şey kaybetmeden yoluna devam etmektedir. Savunmasız ve yalnız kaldığımız günlerin ardından yavaş yavaş çoğalmaya ve gelişmeye başlayan derneğimiz artık üniversitelerin, kamu kurumlarının ciddiye aldığı ve görüşlerinin önemsendiği bir dernek haline gelmiştir. Her bir meslektaşımızın desteğiyle büyüyen derneğimiz 2010 yılına yeni atılım ve projelerle girmektedir. İşte şimdi elinizde tutuğunuz Psikiyatri Hemşireliği Dergisi de bu projelerden biridir. Önceleri bir hayal gibiydi ama mesleğimizin gereği olan umudumuzu hiç bir zaman kaybetmedik ve derneğimiz hedeflerine ulaşmaya devam etmektedir. Bu dergi ile psikiyatri hemşireliği alanında önemli bir eksikliği gidermeyi, mesleki bilgi ve deneyimlerimizi bilimsel bir ortamda paylaşmayı ve psikiyatri hemşireliği alanında yapılan güncel, özgün araştırma yazılarını, çeviri, derleme ve olgu sunumlarını sizlere yazılı bir kaynakla kalıcı biçimde ulaştırmayı amaçlamaktayız. Bu sayıda Psikiyatri Hemşireleri Derneği’nin kuruluş öyküsüne de yer verdik, yazıda ayrıca derneğin faaliyetleri, mesleki örgütlenmenin önemi ve gücü anlatılmaktadır. Hemşirelerin klinik gözlem ve bilgi düzeylerinin önemini öne çıkaran ilk makalede, hemşirelerin travma sonrası stres bozukluğu belirtilerini tanıma durumları değerlendirilmekte ve TSSB ile ilgili mezuniyet sonrası eğitimlerle bilgi ve becerilerinin artırılmasının önemi vurgulanmaktadır. İkinci makalede tedaviye uyum ve hemşirelerin hasta yakınları ile olan işbirliğini ele alan “kronik psikiyatrik sorunlu hastaların tedaviye uyum davranışlarının hasta yakınlarından alınan bilgiye göre belirlenmesi” konusunda yapılan araştırmanın sonuçları yer almaktadır. Fiziksel hastalıkta görülen ruhsal sorunlara odaklı bir diğer klinik araştırma da “hipertansiyonu olan hastalarda öfke ve öz-bakım gücü ilişkisi”dir. Üniversite öğrencilerinde kendilik algısı ve ruhsal belirti arasındaki ilişki, evde ve yurtta kalmanın öğrencilerin yaşam doyumuna olan etkilerinin incelendiği iki makalede de öğrencilerin ruhsal durumları hakkında yapılan çalışmalara yer verilmiştir. Hemşirelerin ve özellikle yataklı servis ekibinin zorlandığı bir hasta grubu olan kişilik bozuklukları ve hemşirelik girişimleri konusunda bir derleme yazısı yer almaktadır. Bu konu önümüzdeki sayıda da devam edecektir. Çözümlenmemiş bir konu: psikiyatrik bozukluğu olan hastanın gönülsüz/zorla tedavi edilmesi konusunun ele alındığı ikinci derleme yazısında farklı ülkelerde psikiyatrik bozukluğu olan hastaların zorla veya gönülsüz olarak tedavi edilmelerine ilişkin koşullar ve ülkemizdeki gelişmeler anlatılmaktadır. Son olarak, psikiyatri hemşiresinin toplum ruh sağlığı rolüne örnek oluşturacak bir olgu yer almakta ve esrar kullanan bir ergenin bağımlılık danışmanlığı süreci sunulmaktadır. Değerli meslektaşlarımız, biz bu dergiyi hazırlarken her sayfasında her satırında heyecan içindeydik. Şimdi sizlerin de yeni sayılarda deneyim, araştırma, derleme vb. yazılarınızı göndererek katkıda bulunmanızı ve bu heyecana ortak olmanızı istiyoruz. Yazarlara, hakemlere ve titizlikle çalışan yayınevine teşekkür eder, dergimizin meslektaşlarımıza yararlı olmasını dileriz. Saygılarımızla Dr. Nurhan Eren
Dr. Nazmiye Kocaman Yıldırım
PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİ (PHD)
v
Kuruluş Öyküsü Psikiyatri hemşireliği, insan davranışı teorilerinin uygulandığı daha çok davranışsal ve zihinsel becerilerin ön plana çıktığı özel bir hemşirelik alanıdır. Her ortamda bireyin, ailenin ve toplumun, hemşirelik süreci doğrultusunda ruh sağlığı ve psikiyatri hemşireliği girişimleri ile karşılanabilecek sağlık bakım gereksinimlerini bağımsız olarak tanılayan, planlayan, uygulayan, değerlendiren, denetleyen ve hekim tarafından yazılı olarak verilen tedavileri uygulayan görevli ve yetkili sağlık personeli olarak sağlık sistemi içinde yerini almalıdır. Ancak ülkemizdeki sağlık sistemi, 1990’lı yıllarda psikiyatri hemşiresinin bütün işlevlerini tam olarak yerine getirmesini destekleyecek biçimde yasalaşmadığından bu konuda birçok eksiklikler vardı. Bu eksiklikleri göz önünde bulunduran bir grup psikiyatri hemşiresi 1990’larda mesleki örgütlenmenin önemli olduğunu düşünerek bu amaçla toplantılar yapmaya başlamışlardır. Psikiyatri Hemşireleri Derneği’nin kurulması fikri ilk olarak bu toplantılarda ortaya atılmıştır. Bu yıllarda İstanbul’da psikiyatri hemşireliği alanındaki sorunlar, mesleki kriterler, rol çatışmaları, rol modelleri, eğitimde yaşanan sorunlar, klinik alandaki işlevler, mesleki statü, resmi ve resmi olmayan her toplantıda tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalardan ortaya çıkan görüşleri ve çözüm yollarını daha çok meslektaşla paylaşma arzusu ile 17 Mart 1991 tarihinde, başlangıçta sınırlı sayıda kişinin katıldığı ilk yarı resmi bir toplantı düzenlenmiştir. Bu toplantıya İÜ Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı öğretim üye ve görevlileri, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda çalışan psikiyatri hemşireleri ve bir kaç yüksek lisans öğrencisi katılmıştır. Bu toplantı sonrasında uzunca bir süre bu toplantıların devamlılığı sağlanamamış, ancak küçük bir grup, ısrarla derneği kurma fikrini canlı tutmak ve alt yapısını oluşturmak için çalışmıştır. Derneğin adı, kimleri temsil edeceği gibi birçok konu tartışılmış, ülkemizde hemşirelik eğitimindeki dengesizlik ve sağlık sistemi içinde hemşirenin konumu ile ilgili karmaşa, derneğin oluşum sürecine de yansımıştır. Nihayet 17 Nisan 1996’da akademik ve klinik alanda çalışan pek çok psikiyatri hemşiresinin katıldığı daha geniş katılımlı yemekli bir toplantı düzenlenmiş ve bu toplantıda oy birliği ile derneğin tüzüğünün yazılıp, biran önce kurulması kararı alınmıştır. Çalışmaların başından itibaren içinde olan çekirdek grup, ulusal ve uluslararası pek çok mesleki dernek tüzüğünü incelemiş, ülkemizin koşullarını ve ihtiyaçlarını dikkate alarak derneğin taslak tüzüğünü oluşturmuştur. Bu taslak tüzük metni üniversitelerin psikiyatri hemşireliği anabilim dalı başkanlıklarına ve psikiyatri anabilim dalı başhemşireliklerine gönderilmiş ve öneriler doğrultusunda tüzüğe son şekli verilerek, derneğin kurulması için yasal süreç başlatılmıştır. 20.07.2000/1017 Tarih ve Sayılı Emniyet Müdürlüğü Yayını ile Kuruluş Bildirimi kabul edilmiştir. 09.10.2000 tarihinde dernekler masası tarafından 34100/075 olarak Psikiyatri Hemşireleri Derneği Kodu verilmiştir. 01.12.2000 tarihinde derneğin ilk resmi toplantısı yapılmıştır. Tüzük okunarak geçici yönetim kurulu üyelerinin derneğe kaydı yapılmış ve görev dağılımı sağlanmıştır: Görev dağılımına göre Başkan: Çaylan PEKTEKİN, Başkan Yardımcısı: Nesrin AŞTI, Sekreter: Nurhan EREN, Sayman: Aynur DİNÇSEVER ve Nazmiye KOCAMAN, Üyeler: Sevim BUZLU, Yasemin KUTLU, Mine TURGAY ve Sibel COŞKUN olarak belirlenmiştir. 29.01.2001 tarihinde imza sirkülerinin açılma kararı alınmış ve işleme sokulmuştur. 15.05.2001 tarihinde Son Dakika Gazetesi’nde Psikiyatri Hemşireleri Derneğinin Kurulduğu ilan edilmiştir. PHD, psikiyatri hemşireliğini uluslararası standartlara ulaştırma, hizmetin kalitesini yükseltme, meslektaşlar arası iletişim ve uygulamada psikiyatri hemşirelerinin ekip içindeki gücünü artırmaya yönelik sorumluluklar üstlenerek, aşağıdaki amaçlar doğrultusunda faaliyetlerine başlamıştır. Derneğin Amaçları a) Psikiyatri hemşirelerinin mesleki felsefe, amaç, hedef, işlevler, mesleksel standartlar ve yetkilerini belirlemede katkıda bulunmak. b) Psikiyatri hemşireliği ile ilgili ulusal ve uluslararası gelişmeleri izlemek, ülkemiz psikiyatri hemşirelerinin dünya standartlarına ulaşmasını sağlamak. c) Birey, aile ve toplumun ruh sağlığını koruma, geliştirme ve hastalık hallerinde iyileşme sürecini hızlandırıcı bakımla ilgili kaliteyi artırma girişimlerini desteklemek, katkıda bulunmak. d) Psikiyatri hemşireleri ve diğer sağlık ekibi elemanları arasında olumlu kişi-
sel ve mesleksel ilişkilere dayalı işbirlikçi bir çalışma ortamı yaratılmasını, sosyal dayanışmayı sağlamak. e) Ruh sağlığı ve ruhsal bozukluklar ile ilgili projeler geliştirmek ve uygulamak, yapılan ulusal ve uluslararası araştırmaları desteklemek. f) Psikiyatri hemşirelerinin ve ruhsal bozukluğu olan hastaların haklarını belirleyici ve koruyucu çalışmalar yaparak ilgili kurumlara öneriler götürmek, yapılan çalışmalara katkıda bulunmak. g) Derneğin bilimsel çalışmaları içerir bir yayın organına sahip olmasını sağlamak, mesleki yayın (Gazete, broşür, yıllık, kitap) yapmak, yapılan yayınları desteklemek. h) Bilimsel ve çağdaş gelişimi temel alarak işlevlerini yerine getirmek İlk yıllarda Psikiyatri Hemşireleri Derneği’nin ilk hedefi derneği var etmek ve hayatta kalmasını sağlamak olmuştur. Ülkedeki tüm psikiyatri hemşirelerini bir çatı altında toplayarak adeta bir birlik gibi hareket etmek üzere daha geniş bir meslektaş grubunu kapsayabilme süreci, ancak sonraki yıllarda gerçekleşebilmiştir.
Derneğin Faaliyetleri Psikiyatri Hemşireleri Derneği, özellikle üyelerinin mesleki eğitimi, mesleki standartların oluşturulması, sosyal hakların sağlanması ve ruh sağlığı alanında eksik olan yasa ve yönetmeliklerin oluşturulmasına çalışmakta ve ortak amaçlar etrafında birlikte hareket edebileceği birçok organizasyon içinde yer almanın önemli olduğunu düşünmektedir. Bu amaçla birçok faaliyette bulunmuş ve organizasyonlara katılarak ortak çalışmalar yürütmüştür. Başlangıçta eğitim ve tanıtım toplantıları aracılığı ile alandaki ihtiyaçları görmek ve meslektaşları bir araya getirmek üzere faaliyetler planlanmıştır. 2002 yılında İÜ İTF Psikiyatri AD’da yapılan“Psikiyatri Hastalarında Psikososyal Uyum ve Beceri Kazandırma Kursu” ve 2003 yılında İÜ FNHYO’da yapılan “Türkiye ve Avrupa’da Psikoterapi Çalışmaları Sempozyumu” bu amaçla düzenlenen ilk bilimsel toplantılardır. Yasa ve yönetmelikler ile ilgili olarak da birçok faaliyette bulunan derneğimiz, 8 Eylül 2006 tarihinde oluşturulan “Ruh Sağlığı Yasası Hemen Şimdi Ruh Sağlığı Platformu”na katılmış ve “Toplum Temelli Ruh Sağlığı Eylem Planı”nın, “Ruh Sağlığı Yasası”nın oluşturulması ve ruh sağlığını ilgilendiren diğer konularda platforma katılan diğer sivil toplum örgütleri ile birlikte halen devam etmekte olan çalışmalar yürütmektedir. 17 Mayıs 2007’de Toplum Temelli Ruh Sağlığı Eylem Planına ilişkin psikiyatri hemşireliğinin konumu ile ilgili PHD’nin görüşleri bakanlığa sunulmak üzere yazılı olarak bildirilmiştir. Ağustos-Eylül 2007 tarihlerinde, 6283 sayılı Hemşirelik Kanunu 4. Maddesi gereğince, yönetmelik ve görev tanımlarının hazırlanması çalışılması yürütülmüştür. Dernek öncülüğünde oluşturulan Görev Tanımları Çalışma Grubunun raporu T.C. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Hemşirelik Daire Başkanlığı’na, ülkemizdeki psikiyatri hemşirelerini temsilen PHD’nin görüşü olarak “Ruh Sağlığı ve Psikiyatri Hemşireliği ile İlgili Yönetmelik Taslağı Önerisi” gönderilmiştir. Bu konuda çalışmalar sürmektedir.
vi
PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİ (PHD)
PHD yönetim kurulunun, her yıl dernek ve klinik/okul işbirliği ile ulusal çapta bilimsel toplantılar düzenleme kararı ile ilki 20.06.2007 tarihinde GATA HYO ile, II.’si 28-30 Nisan 2008’de Prof. Dr. Mazhar Osman Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları E.A. Hastanesi ile, III.’sü 4-6 Haziran 2009 tarihlerinde Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu ile Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Kongreleri gerçekleştirilmiştir. 20.06.2007 tarihinde, 250 kişinin katıldığı, 2 gün süren, yoğun heyecanın ve paylaşımın yaşandığı GATA Hemşirelik YO ile birlikte düzenlenen ilk ulusal toplantıda derneğin vizyonu, misyonu, değerleri, ilkeleri ve stratejileri aşağıdaki gibi oluşturulmuştur. PHD’nin Vizyonu “Psikiyatri hemşireliğinin eğitim, araştırma, uygulama ve politikaları yönlendirmede alanında etkili bir kurum olmak” PHD’nin Misyonu “Kaliteli ve güvenli ruh sağlığı hizmeti vermede, güç birliği ile psikiyatri hemşireliğini geliştirecek, mesleğin ulusal ve uluslar arası düzeyde temsil edilmesini sağlayacak bir kuruluş olmak” PHD’nin Değerleri “Güven, dürüstlük, ulaşılabilirlik, şeffaflık, insana saygı, evrensellik, adalet, eşitlik, çağdaşlık, değişime açıklık, etik ilkelere duyarlık, bilimsellik bütünleştiricilik, objektiflik, çalışkanlık, yaratıcılık, sorumluluk (alma ve paylaşma), otonomi sahibi olma, işbirliği kurmaya yatkınlık, duyarlılık, eşgüdüm içinde olma, liderlik, yasal savunuculuk” PHD’nin İlkeleri • “Toplum ve üyeleri ile ilişkisinde etik ilke ve değerleri gözetme, • Bilimsel ve toplumsal değişimlere paralel olarak mesleğin ve meslek üyelerinin gelişimini sağlayacak girişimleri destekleme, • Meslek içi, meslekler arası ve sivil toplum örgütleri ile işbirliğine önem verme ve paylaşımcı olma, • Eylem ve faaliyetleri ile ilgili sorumluluk alma ve gerekçelerini açıklamada şeffaf ve objektif olma, • Yürütülen mesleki faaliyetler üzerinde denetim gücüne sahip olma, • Üyelerinin mesleki sorumluluklarını gözetme ve haklarını koruma, • Çağdaş ve toplumsal sorunlara duyarlı olma” PHD’nin Stratejileri 1. Derneğin paydaşlarına yönelik eğitim programları oluşturmak 2. Ulusal ve uluslararası işbirliği yapmak 3. Psikiyatri hemşireliği mesleki uygulamalarını geliştirmede derneğin etkisini ve katkısını arttırmak 4. Derneğin araştırma faaliyetlerine katkısını artırmak 5. Paydaşlara yönelik danışmanlık, rehberlik, denetim, koordinasyon faaliyetlerini yönetmek 6. Derneğin tanınırlığını ve bilinirliğini artırmak 28-30 Nisan 2008’de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hemşirelik Hizmetleri ve Psikiyatri Hemşireleri Derneği işbirliği ile II. Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Günleri düzenlenmiştir. “Psikiyatri Hemşireliğinde Klinik Uygulama” olarak belirlenen ana tema kapsamında; psikiyatri kliniklerinde kriz yaratan durumlar, psikiyatri hemşireliğinde bakım standartları, psikiyatri hemşireliği eğitimi, terapötik iletişim, psikoterapi eğitimi ve uygulaması, ilaç uygulamaları ve takibi, tedaviye uyumun ve etkinliğin sağlanması, rehabilitasyon, etik ve ruh sağlığı yasası gibi konuları içeren birçok panel, konferans, çalışma grupları ve özelleşmiş konularda kurslar yapılmıştır. Ayrıca uluslararası katılımın sağlandığı bilimsel toplantıya 4 yabancı konuşmacı katılmış, alanda yapılan araştırma ve vaka sunumlarına sözel ve poster bildiri olarak yer verilmiştir. 4-6 Haziran 2009 tarihlerinde Psikiyatri Hemşireleri Derneği ve Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu olarak, uluslararası katılımlı III. Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Kongresi Akçakoca’da gerçekleştirilmiştir. Psikiyatri hemşireliği alanındaki gelişmeler göz önünde tutularak, kongrenin ana teması “Kapalı Kapıların Dışında: Toplum Ruh Sağlığı Hemşireliği” olarak belirlenmiş ve bu tema kapsamında üç günlük kongre boyunca “ruh sağlığını koruma ve geliştirme çalışmaları, okul ruh sağlığı, iş yerinde ruh sağlığı, toplumda ve ailede şidde-
ti önleme, toplum ruh sağlığı hizmet modelleri, hastaneden topluma geçiş, toplum içinde kronik hastalığı olanlara bakım, psikososyal rehabilitasyon, psikiyatrik hastalara yönelik damgalama, psikiyatrik hastalıkların epidemiyolojisi, özelleşmiş gruplara yönelik girişimler, toplumsal ve doğal felaketlere yönelik hemşirelik vb.” konularda panel, konferans, çalışma grupları ve özelleşmiş konularda kurslar düzenlenmiştir. Ayrıca bu alanda yapılan araştırma ve vaka sunumlarına sözel ve poster bildiri olarak yer verilmiştir. 24.25.26 Haziran 2010 tarihlerinde Samsun’da, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Hemşireleri ve 19 Mayıs Üniversitesi Sağlık YO ile planlanan IV. Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Kongresi hazırlıkları devam etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün, 1990 yılında tüm üye ülkelerin sağlık bakım sistemlerinde hasta bakımının kalitesini güvence altına almak için etkili mekanizmalar oluşturulması önerisi ve ülkemizde bireye, topluma, sağlık sisteminin gelişmişlik düzeyine ve daha birçok etmene bağlı olarak değişen sağlık uygulamalarının, hemşirelik hizmetlerine yansıması ve ortak dilde standart bir psikiyatri hemşireliği uygulamalarını güçleştirmesi göz önünde tutularak, kongrenin ana teması “Ortak Dil Oluşturmak: Psikiyatri Hemşireliği Protokolleri” olarak belirlenmiştir. Ayrıca PHD kuruluşundan itibaren her yıl düzenlenen Ulusal Psikiyatri, Dünya Psikiyatri, Sosyal Psikiyatri, Cinsellik, Cinsel Tedaviler, Ulusal Kadın Ruh Sağlığı, Ulusal Hemşirelik Öğrencileri gibi kongrelere bilimsel olarak destek olmuş, panellerle katılmıştır. Derneğin eğitim faaliyetleri her yıl Ruh Sağlığı Haftasında diğer derneklerle işbirliğinde ya da gelen talepler doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda Adana Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı ve Sosyal Hastalıklar Şubesi ile işbirliği içinde “Psikiyatri Hemşireliğinde Temel Uygulamalar”, “Öfke, agresyon yönetimi”, “Alkol-madde kullanımı”, “İntihar ve intiharı önleme”, “Terapötik ortam oluşturma” konulu kurslar düzenlenmiştir. PHD ulusal boyutta Türkiye psikiyatri ve psikoloji gibi psikiyatri ile ilgili derneklerle, Türk Hemşireler ve HEMAR-G gibi hemşirelikle ilgili derneklerle ve Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği ile de işbirliği içindedir. Uluslarası boyutta Atlas for Nurses in Mental Health Nursing Resources for Mental Health ile bağlantı kurmuştur. International Society of Psychiatric-Mental Health Nurses (ISPN) de yakın zamanda işbirliği talebinde bulunmuştur. Özel bir uzmanlık alanı olması itibariyle birçok özelleşmiş konuda sertifika eğitiminin gerekliliğine inanan derneğimiz bu konuda çalışmalar başlatmış ve bir “Sertifika Çalışma Grubu” oluşturarak hazırlanan sertifika program önerisini Sağlık Bakanlığı’na sunmuştur. Dernek koordinasyonunda yürütülmek üzere ayrıca 12 çalışma grubu daha oluşturularak, geniş bir üye katılımı ile mesleki alanda ortak standartlar geliştirme çalışmaları başlatılmıştır. Oluşturulan çalışma grupları; Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı, Psikoterapi, Toplum Ruh Sağlığı, Araştırma ve Etik, Terapötik Ortam Aktiviteleri, Konsultasyon-Liyezon Psikiyatrisi, Bağımlılık ve Kötüye Kullanım, Psikiyatrik Rehabilitasyon, Geropsikiyatri, Travma, Eğitim ve Sertifika, Cinsel İşlev Çalışma Grubudur. Sayın Aysel Kumral tarafından çevirisi yapılmış olan “Basic Psychiatric Concepts in Nursing”, “Hemşirelikte Ana Psikiyatrik Kavramlar” kitabı dernek tarafından yeniden basılarak meslektaşlarımıza ulaştırılmıştır. PHD, üyeleri arasında organik bağlar kurmayı amaçlayarak ülke genelinde en az 10 üyesi olan şehirlerde “dernek temsilciliği” oluşturmuş ve her şehirden 2 kişiyi dernek temsilcisi olarak tayin etmiştir. Derneğin bilimsel bir yayın organı olarak planlanan “Psikiyatri Hemşireliği Dergisi” 2010 yılında yayın hayatına başlamıştır. Ülkemizdeki psikiyatri hemşirelerinin PHD çatısı altında birleşmesi, PHD’ne üye olması ve üyelerle iletişimin etkin sağlanmasına yönelik psikiyatri hastanelerinde derneğin tanıtımı toplantıları, basında, dergilerde derneği tanıtan yazıların yayınlanması, web sitesinin aktif kullanımı gibi faaliyetler yürütülmüştür. Her yıl daha da çoğalan bir katılımla, geniş bir yelpazede psikiyatri alanında çalışan hemşirelerin çoğunu içine alarak 600’e ulaşan üyesi ile bugün Psikiyatri Hemşireleri Derneği, meslektaşlarını, ulusal ve uluslararası alanlarda temsil edebilecek güçlü bir mesleki örgütlenmeye dönüşmüştür. *Hazırlayanlar: Nurhan Eren, Nazmiye Kocaman Yıldırım, Hacet Atik, Münevver Akın, Seniye Ünlü, Gül Ünsal, Emel Çavuş, Arzu Aydoğdu
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
1
Hemşirelerin Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtilerini Tanıma Durumları Nurses’ Recognition of Post-Traumatic Stress Disorder Symptoms Fahriye OFLAZ,1 Celale T. ÖZCAN,1 Sevinç TAŞTAN,1 Hatice ÇİÇEK,1 Özlem ASLAN,1 Huriye VURAL1
ÖZET
SUMMARY
Amaç: Hemşirelerin travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerini tanıyabilmelerini ve ayırt edebilmelerini belirlemek amacıyla yapılan tanımlayıcı bir çalışmadır. Travmatik olaylar yaşandığında hemşireler erken belirtilerin tanınması yoluyla hastalığın seyri üzerinde önemli bir etki yaratabilecek konumdadırlar.
Objectives: This descriptive survey’s aim was to determine how nurses recognize and distinguish between symptoms of post-traumatic stress disorder (PTSD). When traumatic events occur, nurses are in a position to make a significant impact on the course of the disorder by early diagnosis.
Gereç ve Yöntem: Çalışma evreni olarak travma yaşayan hastaların başvurma sıklığının fazla olduğu bölgelerdeki asker hastanelerinde çalışan hemşireler belirlenmiştir. Araştırmanın örneklemini, bu hastanelerin acil ve cerrahi servislerinde çalışmakta olan hemşireler oluşturmuştur. Verilerin analizi çalışmaya katılmayı kabul eden 122 hemşirenin cevapları üzerinden yapılmıştır. Araştırmanın verileri dört travma olgusunu içeren olgu tanımlama formu, TSSB ölçeğinin maddelerini içeren TSSB belirtileri listesi ve hemşirelerin bazı mesleki özelliklerini ve travma yaşantılarını içeren bir soru formu ile toplanmıştır.
Methods: The study population included the nurses who were employed at nine military hospitals in regions where there is a high rate of trauma victim admissions. The sample of the study consisted of nurses who worked in surgical units and emergency units in these hospitals. The responses of 122 nurses who voluntarily participated in the study were evaluated in the data analysis. The data of the study were collected using a Case Recognition Form that consisted of four trauma cases, a PTSD symptom checklist consisting of the items of the PTSD scale and a questionnaire covering some characteristics of the nurses’ professional and trauma experiences.
Bulgular: Hemşirelerin yaklaşık dörtte birinin TSSB belirtilerini tanımadığı göze çarpmaktadır. Özellikle aşırı uyarılmışlık belirtilerini ve TSSB’ye eşlik edebilecek diğer problemleri tanıma oranı düşüktür. Olgu tanımlama formunda verilen olgularla ilgili olarak hemşirelerin ruhsal travmayı tanıma oranının yeterli olmadığı değerlendirilmiştir. Bununla birlikte hemşireler travmatik olaylar yaşayan kişilere yardımda sorumlulukları olduğunu kabul etmektedir.
Results: Almost one-fourth of the nurses were unable to recognize the PTSD symptoms. In particular, their recognition of withdrawal and hyperarousal symptoms and psychological problems that accompany PTSD was low. The rate of mental trauma recognition in terms of the cases given in the Case Recognition Form was not adequate. However, the nurses acknowledged that they have responsibilities to assist individuals who have experienced traumatic events.
Sonuç: Hemşirelerin TSSB ile ilgili olarak mezuniyet sonrası eğitimlerle bilgi ve becerilerinin artırılması önemli görünmektedir.
Conclusion: It is important to increase nurses’ knowledge of PTSD and their skills in this regard through proper training after graduation.
Anahtar sözcükler: Hemşirelik; travma sonrası stres bozukluğu.
Key words: Nursing; post-traumatic stress disorder.
Giriş Deprem, sel gibi doğal afetler ve savaşlar, cinsel ya da fiziksel saldırıya uğrama, işkence görme, kaçırılma, trafik kazaları, terörist eylemlere maruz kalma gibi zorlayıcı ve kişinin baş etme yeteneğini aşan olaylar ruhsal açıdan travmatik olaylardır. Bu nedenle, yaşandığında kişi ve toplumlarda kısa ya da uzun dönemli psikolojik etkiler bırakırlar. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) olağan insan deneyimlerinin dışında kalan bu tür olaylar yaşandığında gelişen ve maruz kalan 1 GATA Hemşirelik Yüksek Okulu, Psikiyatri Hemşireliği Bilim Dalı, Ankara
İletişim (Correspondence): Yrd. Doç. Dr. Fahriye OFLAZ. e-posta (e-mail): foflaz@yahoo.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(1):1-6 Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):1-6
hemen herkes için sıkıntı kaynağı olabilecek duygusal, zihinsel, davranışsal ve sosyal bozuklukları içeren bir durumdur.[1-6]
TSSB tanısı konulabilmesi için, bireyin gerçek bir ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin veya başkalarının fiziksel bütünlüğüne yönelik tehdit yaşamış ya da böyle bir olaya tanıklık etmiş olması, bu olaylar sırasında da aşırı korku, dehşet ve çaresizlik duyguları yaşamış olması gerekir. Ayrıca, bu temel ölçüt yanında DSM-IV-TR’de belirtilen yeniden yaşama, olayı anımsatan ya da eşlik eden uyarılardan sürekli kaçınma, genel tepki verme düzeyinde azalma ve aşırı uyarılmışlık belirtilerinin var olup olmadığına, bu belirtilerin belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki ve yaşamın diğer alanlarında önemli bir işlev kaybına neden olup olmadığına bakılması gerekmektedir.[7,8]
Toplumda ağır travmaya uğrayan insanların toplam sayısı bilinememekle beraber TSSB’nin yaşam boyu yaygınlık
2
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):1-6
oranının %1-14 arasında değiştiği belirtilmektedir.[8,9] Bozukluğun sıklık oranı yaşanan olaya ve etkilenme düzeyine göre değişebilmektedir. Örneğin, Livanou ve ark.[10] Marmara depreminden 14 ay sonra %63 oranında TSSB olgusu tespit etmişlerdir. Belirtiler, genellikle olaydan sonraki ilk üç ay içinde başlamakla beraber bazen aylar, yıllar sonra da ortaya çıkabilmektedir. Olguların yaklaşık yarısı ilk üç ay içinde düzelirken, erken müdahale edilmeyen ciddi durumlarda belirtiler kronikleşebilmektedir.[8,11] Özellikle kronikleşmiş ve gecikmeli başlangıcı olan TSSB önemli bir psikososyal sorun oluşturmaktadır. Tedavi edilmeyen ve kronikleşen TSSB, madde kötüye kullanımı ve bağımlılığı, yeme bozuklukları, fobiler, suç içeren davranışlar, depresyon, bayılma nöbetleri, obsesif kompulsif bozukluk ve psikotik ataklar ile maskelenebilmektedir. Başka bir deyişle travma sonrası ortaya çıkan bozukluklar erken dönemde tanınmaz ve müdahale edilmezse kronikleşip birey ve toplum için maliyeti yüksek olan ciddi bir sağlık sorunu haline gelebilmektedir.[6,8,12-15]
larda, erken dönemde TSSB açısından riskli hastaların saptanması, kronikleşmeyi önleyici bir girişim olan yaşananlara ilişkin empatik iletişim kurma ve ortaya çıkan değişikliklere uyum sağlamada yardımcı olma gibi konularda hemşirelerin sorumluluklarını yerine getirdikleri ve travmalara özel olarak güçlendirildiklerinde bu alanda oldukça yararlı olabildikleri belirtilmektedir.[19,24-26]
TSSB’ye neden olabilecek ve toplumun önemli bir bölümünü etkileyen doğal ya da insan eliyle oluşturulan felaketlerde hemşireler “krize yanıt ekiplerinin” önemli bir bölümünü oluşturmakta ve yardım ediciler arasında ön sıralarda görev almaktadır. Hemşireler, olay ne kadar büyük olursa olsun, yaralanmalar ne kadar şiddetli olursa olsun baş etmesi ve yardım etmesi beklenen kişiler arasındadır. Hemşirelerden kurtarma ve ilk yardım faaliyetleri sırasında ve sonrasında, zarar gören bireylerin yaşadığı sıkıntı ve acıları tanıma, psikiyatrik belirtileri tanımlama ve yardım etme konusunda bilgi sahibi olmaları da beklenmektedir. Bu bağlamda ele alındığında hemşireler TSSB açısından risk altındaki birey ve grupları tanımlamada önemli bir rol üstlenmektedir.[4,15-20] Ayrıca, hemşireler olağandışı olayların yanı sıra rutin olarak çalıştıkları ortamlar ve çalışma tarzının doğası nedeniyle de TSSB’ye duyarlı gruplar içinde yer almaktadır. Çalıştıkları her ortamda travma yaşamış kişilerle karşılaşabilmekte ve kendileri de travmatik yaşantılara maruz kalabilmektedir. Bu nedenle travmatik olay öncesinde ve olay olduğunda neler yaşanabileceğini, psikolojik tepkilerin neler olabileceğini ve bireysel olarak ne yapabileceklerini biliyor olmaları önemlidir.[21-23] TSSB’ye müdahalede erken değerlendirme ve çabukluk anahtar faktörlerdir. Bozukluğun erken tanınması ve böyle bir tepkinin olabileceğinin bilinmesi yardım edici müdahalelerin hızlı bir şekilde yapılmasını sağlayacaktır. Bireyin emosyonel tepkilerini anlamak ve kabul etmek travma sonrası iyileşmeyi hızlandırıcı etkiye sahiptir. Öykü almak için yapılan bir görüşme, yaşam boyu sürecek acıların önlenmesini sağlayabilmektedir. Bu nedenle hemşireler sahip oldukları iletişim bilgi ve becerisi sayesinde travma yaşantısı ile ilgili duygu ve düşüncelerin ifade edilmesini sağlayarak, anksiyeteyi azaltma ve bireyin yaşamda tekrar ilerleyebilme becerisini kazanmasında önemli bir konuma sahiptir. Konu ile ilgili çalışma-
Hemşirelerin kendilerinden beklenen bu rolleri yerine getirmeleri, hastalarını ve kendilerini kronik belirtilerin gelişmesinden korumaları, TSSB’nin nasıl geliştiğini anlama ve belirtileri tanımalarıyla mümkün olacaktır.[16,18,22,27,28] Bununla birlikte TSSB ve psikolojik travma kavramı hemşirelik eğitiminde yeterince ilgi gören ve kapsamlı bir şekilde ele alınan bir konu değildir. Genellikle psikiyatri hemşireliği dersleri içinde anksiyete kaynaklı bozukluklar başlığı altında bir ders konusu olarak ele alınmaktadır. Ancak günümüz dünyasında artan toplu ve bireysel travmatik olaylar düşünüldüğünde, toplumda yaygınlığı çok iyi bilinmeyen bu sorunun daha önemle ele alınması gerekmektedir. Bu konuda yapılan çalışmalar incelendiğinde hemşirelerin psikolojik travma ve tanımlanması konusunda eğitimlerini ve becerilerini ortaya koyan çalışmalara az rastlanmaktadır. Ülkemizde hemşirelerle ilgili olarak bu konuda yapılmış bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı, travmatik olayların sık yaşandığı şehirlerdeki hastanelerde çalışan hemşirelerin TSSB ile ilgili belirtileri tanıma durumlarını, seçtikleri müdahale yöntemlerinin neler olduğunu ortaya koymaktır. Yapılan bu tanımlayıcı çalışma ile konuya dikkatin çekilmesi, bu konudaki eğitim gereksinimin açığa çıkarılması hedeflenmiştir.
Gereç ve Yöntem Bu çalışma, hemşirelerin TSSB belirtilerini tanıyabilme ve ayırt edebilme durumlarını ve müdahale amaçlı olarak seçtikleri stratejileri belirlemek amacıyla tanımlayıcı bir çalışma olarak planlanmış ve yürütülmüştür. Araştırmanın alt soruları:
1. Hemşireler travmatik olay öyküsü olan olgularda, travma sonucunda gelişebilecek travmatik stres belirtilerini ayırt edebilmekte midir?
2. Hemşireler hangi TSSB belirtilerini daha fazla tanımaktadır?
3. Hemşireler travma yaşamış bireyle çalışırken hangi girişimleri tanımlamaktadır?
Evren ve Örneklem Seçimi Çalışma evreni olarak travma yaşayan hastaların başvurma sıklığının fazla olduğu bölgelerdeki asker hastanelerinde çalışan hemşireler belirlenmiştir (n=600). Bu hastaneler daha önceki yıllarda deprem ve silahlı çatışmaların sık yaşandığı bölgelerdeki hastanelerdir. Araştırmanın örneklemini, belir-
OFLAZ F ve ark., Hemşirelerin Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtilerini Tanıma Durumları
lenen dokuz hastanenin acil ve cerrahi servislerinde görev yapan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 142 hemşire oluşturmuştur.
Araştırma için hastanelerden yazılı izinler alındıktan sonra, çalışmanın formları çalışmaların yapılacağı hastanelerin başhemşirelerine posta ile gönderilmiştir. Anketler hemşireler tarafından doldurulduktan sonra toplanan anketler başhemşireler tarafından araştırmacılara gönderilmiştir. Çalışmaya katılmak için gönüllülük esas alınmıştır. Çalışmanın amacı ve kimler tarafından yapıldığı, nasıl kullanılacağı anket ön sayfasında açıklanmış olup, kişinin formu doldurması onam olarak kabul edilmiştir. Uygulamada önce olgulara ait sorular cevaplanmış, arkasından TSSB belirti listesi doldurulmuştur. Mecburiyetten gelen bir sınırlılık oluşturmamak üzere formlar başhemşireler tarafından hemşirelere birebir yüz yüze verilmemiş, kliniklere bırakılıp gönüllü olanların doldurmaları sağlanmıştır. Başhemşireler sadece formların gönüllü kişilere iletilmesini sağlamada aracılık yapmıştır ve anketlerde isim belirtilmemesi sağlanarak çalışmaya katılan kişilerin gizliliği korunmuştur.
Veri Toplama Araçları Araştırmanın verileri araştırmacıların hazırlamış olduğu ve dört travma olgusunu içeren “olgu tanımlama formu”, TSSB belirtileri listesi ve hemşirelerin bazı mesleki özelliklerini ve travma yaşantılarını içeren bir soru formu ile toplanmıştır.
TSSB belirtileri listesi’nde klinisyen tarafından uygulanan TSSB ölçeği’nin (TSSB-Ö) özet formunun maddeleri kullanılmıştır. Likert tipi bu ölçeğin 17 maddesi TSSB belirtilerini ve 8 maddesi de eşlik eden belirtileri içermektedir.[29] Bu çalışmada ölçeğin maddelerinde yer alan belirtiler çizelge haline getirilmiş ve hemşirelerden TSSB belirtisi olduğunu düşündükleri maddeyi işaretlemeleri istenmiştir. Listede yer alan belirtiler Tablo 1’de gösterildiği gibidir. Çalışmada kullanılan “olgu tanımlama formu”nda kullanılan vakalar aşağıda özetlenmiştir. Vakalar hazırlanırken farklı yaş grupları ve farklı travmatik deneyimleri olan durumlar seçilmeye özen gösterilmiş, bozukluğun farklı belirtileri vurgulanmaya çalışılmıştır.
Olgu 1- Ağabeyinin kuzenini bıçakladığına şahit olan ve sonrasında ajitasyon ve uyumsuz davranışlar gösteren 7 yaşında bir çocuk. Okula gitmeyi reddediyor ve saldırgan davranışlar gösteriyor. Olgu 2- Akut pankreatit tanısı ile acile gelmiş olan 46 yaşında bir gazi. Kolunda intihar girişimine dair skar dokuları var, alkol kullanıyor, eşi terk etmiş. Tıbbi tedaviyi ve hastalığını reddediyor. Olgu 3- Vücudunda %20 oranında yanık bulunan ve greft için cerrahi kliniğinde yatan hasta. Geceleri çığlıklarla uyana-
3
rak yanığa neden olan patlamayı anlatıyor.
Olgu 4- Depremde yakınlarını kaybeden hemşire 3 ay sonra nöbette arkadaşına duygularını hissedemediğini, gelecekten beklentisinin olmadığını ifade etmektedir.
Verilen vakalar ile ilgili olarak aşağıda belirtilen sorular sorulmuştur; 1. Bu vakada problem sizce nedir?
2. Bu bozukluğun nedeni ne olabilir?
3. Bu vaka için müdahale önerilerinizi yazınız.
Hemşireleri tanıtıcı özellikler bölümünde ise yaş, mezun olunan okul, çalışma süresi, görevlendirmesi ve daha önce travmatik bir olay yaşayıp yaşamadığı, TSSB hakkında bilgi alıp almadığını işaretleyebilecekleri kapalı uçlu soruların olduğu bir anket kullanılmıştır.
Verilerin Değerlendirmesi Çalışmada hemşirelerin sosyo demografik özellikleri, olgulara verilen cevaplar ve TSSB belirtileri değişkenler olarak ele alınmıştır. Çapraz karşılaştırmalarda yaş, mesleki deneyim süresi, medeni durum, travmatik bir olay yaşamış olma ve daha önce bilgi almış olma bağımsız, belirtileri tanıma durumları bağımlı değişken olarak ele alınmıştır. Veriler yüzdelikler, aritmetik ortalama ve ki-kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Analizlerde anlamlılık düzeyi olarak 0.05 belirlenmiştir. Veri analizi sırasında uygun doldurulmayan 20 anket analiz aşamasında araştırma kapsamı dışına çıkarılmış ve 122 anket üzerinden değerlendirme yapılmıştır.
Bulgular Çalışmaya katılan hemşirelerin yaş ortalaması 26.39±4.57’dir. Hemşirelerin çoğunluğu (%69.7, n=85) önlisans mezunu olup, %24.6’sı (n=30) sağlık meslek lisesi ve %5.7’si (n=7) lisans mezunudur. Hemşirelerin çalışma süresi ortalama 8.05±4.31 yıldır. Hemşirelerin belirlenen hastanelerde çalışma süresi ise ortalama 34.87±26.25 aydır ve %95.1’i (n=116) klinik hemşiresi olarak çalışmaktadır. Hemşirelerin %40.2’si (n=49) kendisinin daha önce travmatik bir olay yaşadığını ve %50.8’i (n=62) travmatik bir olaya tanık olduğunu belirtmiştir.
Birinci olgu için hemşirelerin %61.0’i (n=72) çocuğun uyumsuzluğunu, %28.7’si (n=35) saldırgan davranışlarını ve %12.3’ü (n=15) okula gitmemesini problem olarak tanımlamıştır. Bununla birlikte %67.2’si (n=82) bozukluğu TSSB olarak tanımlamış olup sadece %28.7’si (n=35) şahit olunan bıçaklama olayını problemlerin nedeni olarak belirtmiştir. Bu olguda hemşirelerin %69.6’sı (n=85) psikiyatrik tedavi gerektiğini belirtmiştir. Konuşma ve dinleme gibi girişimleri 13 (%10.6) kişi ve olayı hatırlatmamayı 3 (%2.5) kişi önermiştir. Psikiyatrik tedavi ve iletişimle ilgili girişimleri birlikte öneren hemşire sayısı 15’dir (%12.3).
4
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):1-6
Tablo 1. Hemşirelerin TSSB belirtilerini tanıma durumlarına göre dağılımları Tanıma durumu TSSB belirtileri
Evet
Hayır Sayı Yüzde
Yüzde
97 96 88 92
79.5 78.7 72.1 72.4
20 21 29 25
16.4 17.2 23.8 20.5
73 75 53 77 88 61 84
59.8 61.5 43.4 63.1 72.1 50.0 68.9
44 41 63 40 29 55 33
36.1 33.6 51.6 32.8 23.8 45.1 27.0
Artmış uyarılmışlık belirtileri Uykuya dalma ve sürdürmede güçlük Aşırı huzursuzluk ve öfke patlamaları yaşama Konsantrasyon güçlüğü Aşırı irkilme tepkisi Fizyolojik tepkiler (terleme, mide ağrıları, baş ağrısı vb)
87 81 82 57 59
71.3 66.4 67.2 46.7 48.4
30 36 34 60 58
24.6 29.3 27.9 49.2 47.5
Eşlik eden belirtiler Kurtulmaya ilişkin suçluluk Yapılan ya da yapılmayan eylemlere ilişkin suçluluk Çevreye zarar verme eğilimi Otorite ile ilgili hayal kırıklığı Ümitsizlik duyguları Bellek bozuklukları, unutkanlık Üzüntü veya depresyon Yetersiz kalma hissi
49 58 42 35 73 53 85 73
40.2 47.5 34.4 28.7 59.8 43.4 69.7 59.8
67 59 75 82 44 64 32 44
54.9 48.4 61.5 67.2 36.1 52.5 26.2 36.1
Sayı
Tekrar yaşama belirtileri Tekrarlayan anılar şeklinde aynı olayı hatırlama Olayı hatırlatan olaylar/durumlar karşısında sıkıntı hissetme Olay tekrarlanıyormuş gibi hissetme ve davranma Olayla ilgili tekrarlayan rüyalar görme
Kaçınma ve duygusal kısıtlılık belirtileri Duygu ve düşüncelerden kaçınma çabası Durum ve aktivitelerden kaçınma çabası Travmatik olayların bazı kısımlarını hatırlayamama Etkinliklere yönelik ilgi azalması İnsanlardan yabancılaşma ve uzaklaşma duyguları Duygulanımda kısıtlılık Geleceğe ilişkin beklentisizlik
İkinci olgu için hemşirelerin %31.1’i (n=38) alkol kullanım bozukluğunun problem olduğunu belirtmiştir. Sorunun nedeni olarak ise %31.9’u (n=39) depresif bozukluk, %37.7’si (n=46) TSSB, %20.4’ü (n=25) anksiyete ve %16.4’ü (n=20) kişilik bozukluğunu belirtmiştir. Bu olguda hemşirelerin %39.3’ü (n=48) hastanın psikiyatriye sevk edilmesini, 18 kişi (%14.7) konuşarak rahatlatmayı ve 5 kişi de alkolü bırakması gerektiğini (%4.0) önermiştir. Psikiyatrik tedavi ile birlikte diğer müdahaleleri de öneren kişi sayısı 61’dir (%50.0).
Üçüncü olguda sorunların nedeni olarak hemşirelerin %38.5’i (n=47) fiziksel yaralanmayı göstermiş olup, %45.0’i (n=55) psikolojik travma yazmıştır. Bu vakada %25.4 (n=31) oranında psikiyatristle görüştürme önerilirken, 85 kişi (%69.6) konuşarak rahatlatmayı, güven vermeyi belirtmiştir. Hemşirelerin %20.5’i (n=25) hem psikiyatrik yardım hem de iletişime dayalı girişim önermiştir. Dördüncü olguda semptomların nedeni olarak hemşirelerin %45.9’u (n=56) depresyon, %63.1’i (n=77) TSSB ve %6.5’i (n=8) psikotik reaksiyon ve %4.9’u (n=6) mesleki doyumsuzluk olduğunu ifade etmiştir. Bu olguda %50.8 (n=62) oranında psikiyatristle görüştürme önerilirken 13 kişi (%10.6) ko-
nuşarak rahatlatmayı ve psikolojik destek sağlamayı belirtmiş ve 18 kişi (%14.7) dikkatini başka yöne çekme ve ortamdan uzaklaştırma önermiştir.
Tablo 1’de hemşirelerin listede gösterilen TSSB belirtilerini tanıyabilme durumlarının dağılımları görülmektedir. TSSB’nin tekrar yaşama belirtilerinin hemşireler tarafından daha fazla oranda tanındığı görülmüştür. Aşırı uyarılmışlık belirtileri ve TSSB’na eşlik edebilecek diğer problemleri tanıma oranı diğer belirtilere göre göreceli olarak daha düşüktür.
Çalışmaya katılan hemşirelerin %81.1’i (n=99) yardım konusunda hemşirenin sorumlulukları olduğunu onaylamıştır. Hemşirelerin önerdiği girişimler Tablo 2’de gösterilmiştir. Hemşirelerin sırasıyla hastayı dinleme, doktoru konuyla ilgili bilgilendirme, hastayı psikiyatrik yardım almaya teşvik etme, belirtilerle baş etmesine yardım etme girişimlerini önerdikleri görülmüştür (Tablo 2). Çalışmaya katılan hemşirelerin %68.0’i (n=83) TSSB ile ilgili olarak daha önce bilgi aldığını, %65.6’sı ise daha önce TSSB ile karşılaştığını belirtmiştir. Bilgi alma ve TSSB ile karşılaşma durumu ile belirtileri tanıma durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmemiştir (p>0.05).
OFLAZ F ve ark., Hemşirelerin Travma Sonrası Stres Bozukluğu Belirtilerini Tanıma Durumları
Tablo 2. Hemşirelerin TSSB için önerdikleri hemşirelik girişimleri Girişim Hastayı dinleme Doktora belirtiler konusunda bilgi verme Hastayı psikiyatrik yardım almaya teşvik etme Belirtilerle baş etmesine yardım etme Hastanın duygularını anlamasına yardım etme Hastaya bilgi verme Hastanın yaşadığı olay ve belirtiler arasında bağlantı kurmasına yardım etme
Sayı
Yüzde
92 90 85 82 66 56
75.4 73.8 69.7 67.2 54.1 45.9
45
36.9
*Bireyler birden fazla yanıt vermişlerdir ve n katlanmıştır.
Ayrıca, hemşirelerin mezun oldukları okul, görev süreleri ve yaşamı tehdit eden deneyimleri ile belirtileri tanıma durumları arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05).
Tartışma Bu çalışmanın bulguları, hemşirelerin travmatik durumlar yaşayan bireylerle karşılaştığında TSSB’nin farkında olup olmadıkları ve belirtileri ne kadar tanıdıklarına ilişkin bilgi sağlamaktadır. Hemşirelerin, araştırma kapsamındaki olguları değerlendirirken, travmatik yaşam olaylarının psikiyatrik problemlere neden olduğunu fark ettikleri görülmektedir. Ancak vakaların neredeyse tamamında TSSB’nin ifade edilme oranı düşüktür. Özellikle ikinci olguda alkol kullanım öyküsü ön plana çıkmıştır. Çocuk olgusunda hemşirelerin sadece %28.7’si bıçaklama olayını sorunların sebebi olarak işaretlemiştir. Bu bulgular TSSB’nin çocuklardaki belirtilerinin ve uzun vadeli olumsuz etkilerinin çok iyi tanınmadığına işaret etmektedir. Yanık olgusunda ve hemşire olgusunda çalışmaya katılan hemşirelerin yaklaşık olarak yarısı psikolojik travma ve TSSB’yi tanımıştır. Belirti listesine verilen cevaplar incelendiğinde (Tablo 1) hemşirelerin neredeyse dörtte birinin TSSB belirtilerini tanımadığı göze çarpmaktadır. Olgulardaki duruma paralel sayılabilecek şekilde, tekrar yaşama ve kaçınma daha fazla tanınmakla beraber, aşırı uyarılmışlık belirtilerini ve TSSB’ye eşlik edebilecek diğer problemleri tanıma oranı düşüktür. Hemşirelerin travmatik stres belirtilerini bilmeleri önemlidir çünkü önceden hazırlıklı olmak yani olabilecek ya da karşılaşılabilecek güçlükleri bilmek ve onlara karşı donanımlı olmak, kontrol duygusu sağlayan ve yardım etmeyi kolaylaştıran önemli bir faktördür.[25,26,30] Bu nedenle hemşirelerin travmatik bir olay yaşandıktan sonra ortaya çıkabilecek psikolojik tepkileri tanımaları bireylerin yardım almasını sağlayacak önemli bir faktör olarak önemsenmelidir. Bozukluğun iyi tanımlanabilmesi iyileşmeyi sağlamak üzere seçilen müdahale yönteminin başarısı açısından önemlidir.[19,26] TSSB komorbidite ve karışan diğer belirtiler ile bireyden
5
bireye farklılık gösteren tepkiler nedeniyle halen çok iyi tanımlanabilen bir bozukluk değildir. Erken dönemde tanınmadığında ve tedavi edilmediğinde daha sonra farklı kronik sorunlara neden olabilmektedir.[5,6,27,30] Bu nedenle Allen ve Annells’in[31] belirttiği gibi ruhsal problemlerin hemşireler tarafından tanılanması beklenmemekle beraber, hemşirelerin bu bozukluğu tanımaları ve hastaları doğru tedaviye yönlendirmeleri önemlidir. Hemşirelerin mevcut geçerli tanılama sistemi içindeki belirtileri bilmeleri ve hastayı doğru yönlendirmelerinin kronikleşmeyi önlemede ve ruh sağlığını korumada önemli bir katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. Çalışmaya katılan hemşirelerin psikiyatrik yardıma yönlendirme oranı olgular arasında %25-%70 arasında değişmektedir. Bu bulgu da hemşireler tarafından TSSB’nin bir bozukluk olarak çok iyi tanınmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilmiştir.
Bu çalışmaya katılan hemşirelerin %87.6’sı bu tür vakalarda hemşirelerin müdahale sorumluluğu olduğunu belirtmiştir. Bireyin psikolojik tepkilerini anlamak ve terapötik iletişim becerilerinin kullanıldığı bir yaklaşım göstermek doğal iyileşmeyi hızlandırıcı girişimlerdir. Travma yaşamış bireylerin kendilerini rahat ifade edebilecekleri ortamlar ve kişiler, travma ile baş etmede önemli bir faktördür ve hemşirelerin sağlayacağı bakım ve destek bu açıdan tıbbi tedavi kadar önem taşımaktadır.[16,20,28,32] TSSB yaşayan birey ile iletişimde öncelikle güven ilişkisinin kurulması gerekir ve bunun sağlanması aktif dinleyici olmayı gerektirir.[24,33] Çalışmaya katılan hemşirelerin çoğunluğu dinlemeyi hemşirelik müdahalesi olarak belirtmiştir. Ancak hemşirelerin yapabilecekleri diğer girişimler açısından desteklenmeye ihtiyaçları olduğu görülmektedir. Dinleme dışındaki diğer girişimlerde rahat olabilmek için bozukluğun iyi tanınması gerekmektedir. Bu nedenle hemşirelerin girişimler konusunda da eğitime gereksinimleri olduğu düşünülmüştür. Hemşirelerin mezuniyet sonrasında travmatik stres konusunda bilgi ve beceriyle desteklenmeye gereksinimleri olduğu düşünülmektedir. Hemşirelerin doğal afetlerle ilgili yayınları takip etmeleri, felaketten zarar görmüş kişilerin psikososyal tutum ve deneyimlerine karşı açık ve ilgili bir davranış sergilemeleri açısından önem taşımaktadır.[18] Allen ve Annells’in[31] önerdiği gibi bozuklukları doğru tanımayı sağlayacak, uygulaması kolay testler, ruhsal problemlerin taranmasına ve erken tanılanmasına yardımcı olabilecek kaynaklar olabilir. Bu çalışmaya katılan hemşirelerin çoğunluğu TSSB hakkında bilgileri olduğunu beyan etmiştir. Hemşirelerin önceden konu ile ilgili bilgilerinin olması, travmatik yaşantı deneyimleri olmaları ile belirtileri tanıma durumları arasında fark görülmemesi nedeniyle belirtilerin tanınmasında ortaya çıkan güçlüğün nereden kaynaklandığının incelenmesi gelecekte yapılacak çalışmalar açısından önemli bir konudur.
6
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):1-6
Sonuç Çalışma dokuz hastanenin hemşireleri ile sınırlıdır ve anketler yüz yüze görüşme ile doldurulmadığı için hemşirelerin doğru cevap verdikleri varsayılmıştır. Anketlerin başhemşirelerce kliniklere verilmiş olması çalışmaya katılımı etkilemiş olabilir. Çalışmaya kaç kişinin katılmak istemediği ya da izin, istirahat gibi nedenlerle kaç kişinin katılamadığı araştırmacılar tarafından bilinmemektedir. Analizler geri dönen anketler üzerinden yapılmıştır. Çalışmanın bulguları, hemşirelerin daha çok yeniden yaşama ve kaçınma belirtilerini tanıdıklarını göstermiştir. Bu nedenle hemşirelerin travmatik bir olay yaşandıktan sonra ortaya çıkabilecek tüm psikolojik tepkileri tanımalarını sağlayacak programlar geliştirilmelidir. Ayrıca bilgi aldıklarını belirtmelerine rağmen belirtileri tanıma durumları arasında fark görülmemesi nedeniyle belirtilerin tanınmasında ortaya çıkan güçlüğün nereden kaynaklandığının incelenmesi için farklı araştırma modellerinin kullanımına gereksinim vardır. Hemşirelerin belirtileri bilmeleri ve hastayı doğru yönlendirmeleri kronikleşmeyi önlemede ve ruh sağlığını korumada önemlidir.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de doğal ve insan eliyle gerçekleştirilen felaketlere sık rastlanmakta ve bu felaketlerin kurbanları hem travmatik stresin yardım aramayı zorlaştıran doğası, hem de sağlık çalışanlarının bozukluğu iyi tanımaması nedeniyle gereksinim duydukları yardımı alamayabilmektedirler. Bu nedenle psikolojik travma konusunda yapılacak çalışmaların ve eğitimlerin artırılmasının korunma ve kronikleşmeyi önlemede önemli katkısı olacağı düşünülmektedir.
Kaynaklar 1. Aker AT. Travma sonrası stres bozukluğunun bilişsel ve davranışçı tedavileri. 3P Dergisi 2000;8:38-46. 2. Çervatoğlu-Geyran P. Psikolojik travma ve sonuçları: tarihsel arka plan ve güncel kavramlar üzerine gözden geçirme. 3P Dergisi 2000;8(Ek Sayı 1):9-12. 3. Foa EB, Davidson JRT, Frances A. Treatment of post traumatic stress disorder. J Clin Psychiatry 1999;60(suppl 16):10-19, 71-75. 4. Oflaz F. Nursing involvement in extraordinary situations. Balkan Military Medical Review 2007;10:172-7. 5. Briere J, Elliott D. Prevalence, characteristics, and long-term sequelae of natural disaster exposure in the general population. J Trauma Stress 2000;13:661-79. 6. Katz CL, Pellegrino L, Pandya A, Ng A, DeLisi LE. Research on psychiatric outcomes and interventions subsequent to disasters: a review of the literature. Psychiatry Res 2002;110:201-17. 7. Amerikan Psikiyatri Birliği. DSM-IV-TR tanı ölçütleri başvuru elkitabı. (Çeviren: Köroğlu E). Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 2001. s. 200-2. 8. Brunello N, Davidson JR, Deahl M, Kessler RC, et al. Posttraumatic stress disorder: diagnosis and epidemiology, comorbidity and social consequences, biology and treatment. Neuropsychobiology 2001;43:150-62. 9. Kaya B, Sungur MZ. Travma sonrası stres bozukluğu. Psikiyatri Dünyası
1997;1:40-3. 10. Livanou M, Başoğlu M, Salcioğlu E, Kalendar D. Traumatic stress responses in treatment-seeking earthquake survivors in Turkey. J Nerv Ment Dis 2002;190:816-23. 11. Çorapçıoğlu-Özkürkçügil A. Post travmatik stres bozukluğu. 3P Dergisi 2000;8:13-20. 12. Chan AO, Medicine M, Air TM, McFarlane AC. Posttraumatic stress disorder and its impact on the economic and health costs of motor vehicle accidents in South australia. J Clin Psychiatry 2003;64:175-81. 13. Kessler RC. Post Traumatic Stress Disorder: The Burden to the Individual and to Society. J Clin Psychiatry 2000;61(Suppl 5):4-12. 14. Salcioglu E, Basoglu M, Livanou M. Long-term psychological outcome for non-treatment-seeking earthquake survivors in Turkey. J Nerv Ment Dis 2003;191:154-60. 15. Fortinash KM, Holoday-Worret PA, (editors). Psychiatric mental health nursing. St Louis: Mosby Inc; 1999; p. 227-45. 16. Buck C. Treating the individual. Nursing (Lond) 1991;4:24-5. 17. Clark CC. Posttraumatic stress disorder: how to support healing. Am J Nurs 1997;97:26-33. 18. Kalayjian AS. Mental health outreach program following the earthquake in Armenia: utilizing the nursing process in developing and managing the post-natural disaster plan. Issues Ment Health Nurs 1994;15:533-50. 19. Morrison RA. Early identification of chronic posttraumatic stress disorder by nurse clinicians. Orthop Nurs 1994;13:22-4. 20. Varnarsdale S. Earthquake: How will you respond? Am J Nurs 2000;100:24a24d. 21. Carlier IV, Voerman BE, Gersons BP. Intrusive traumatic recollections and comorbid posttraumatic stress disorder in depressed patients. Psychosom Med 2000;62:26-32. 22. Laposa JM, Alden LE, Fullerton LM. Work stress and posttraumatic stress disorder in ED nurses/personnel. J Emerg Nurs 2003;29:23-8. 23. Gates DM, Gillespie GL. Secondary traumatic stress in nurses who care for traumatized women. J Obstet Gynecol Neonatal Nurs 2008;37:243-9. 24. Rose S. Traumatic stress: a nurse therapist role? Nurs Stand 1995;9:32-4. 25. Ragaisis KM. Critical incident stress debriefing: a family nursing intervention. Arch Psychiatr Nurs 1994;8:38-43. 26. Petit M. Nursing the mind. Recognizing post-traumatic stress. RN 1991;54:56-8. 27. Symes L. Post traumatic stress disorder: an evolving concept. Arch Psychiatr Nurs 1995;9:195-202. 28. Jabez A. Back in control. Nurs Times 1993;89:46-7. 29. Aker AT, Özeren M, Başoğlu M, Kaptanoğlu C ve ark. Klinisyen tarafından uygulanan travma sonrası stres bozukluğu ölçeği geçerlik ve güvenirlik çalışması. Turk Psikiyatri Derg 1999;10:286-93. 30. Finnegan AP. Clinical assessment for post-traumatic stress disorder. Br J Nurs 1998;7:212-8. 31. Allen J, Annells M. A literature review of the application of the Geriatric Depression Scale, Depression Anxiety Stress Scales and Post-traumatic Stress Disorder Checklist to community nursing cohorts. J Clin Nurs 2009;18:949-59. 32. Stanley SR. When the disaster is over: helping the healers to mend. J Psychosoc Nurs Ment Health Serv 1990;28:12-6. 33. Oflaz F, Hatipoğlu S, Aydin H. Effectiveness of psychoeducation intervention on post-traumatic stress disorder and coping styles of earthquake survivors. J Clin Nurs 2008;17:677-87. • 7. Balkan Askeri Tıp Kongre’sinde poster bildiri olarak sunulmuştur (6-10 Ekim 2002, Atina, Yunanistan).
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
7
Hasta Yakınlarına Göre Kronik Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastaların Tedaviye Uyumu Compliance to Treatment Among Chronic Psychiatric Disorder Patients According to Their Relatives Havva TEL,1 Sibel DOĞAN,2 Birgül ÖZKAN,2 Sibel ÇOBAN2
ÖZET
SUMMARY
Amaç: Bu çalışma, hasta yakınlarının kronik psikiyatrik bozukluğu olan hastaların tedaviye uyumuna ilişkin görüşlerini belirlemek amacı ile tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Objectives: The present research was carried out descriptively in order to determine the compliance to treatment among patients with chronic psychiatric disorders according to their relatives.
Gereç ve Yöntem: Çalışma 1-28 Şubat 2008’de Erkilet Ruh Sağlığı Merkezi’nde yatan 73 hastanın yakını ile yapılmıştır. Çalışmada veriler anket formu kullanılarak yüz yüze görüşme yoluyla toplanmıştır. Araştırma verilerinin değerlendirilmesinde yüzdelik dağılım ki-kare testi kullanılmıştır.
Methods: The research was carried out with the relatives of 73 patients who were hospitalized at Erkilet Hospital for Mental Health during 1-28 February 2008. The data were collected using a questionnaire form by means of faceto-face interview. Percentage distribution and chi-square test were used for the data evaluation.
Bulgular: Çalışmada hastaların bakımını yürüten hasta yakınlarının çoğunun, hastanın eşi veya annesi olduğu, hasta yakınlarının, hastaların ilaçla iyileşeceğini ve ilaç tedavisinin sürdürülmesi gerektiğini düşündükleri saptanmıştır. Hastaların üçte ikisinin ilaçlarını düzenli kullanmadıkları ve kontrollere düzenli gitmedikleri belirlenmiştir. Hastaların tanıtıcı özelliklerine ve hastalık süreci özelliklerine göre ilaçları düzenli kullanma, doktor izni olmadan ilaç tedavisini bırakma ve poliklinik kontrollerine düzenli gitme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı (p>0.05) saptanmıştır. Bununla birlikte çoğunlukla şizofreni tanılı, yılda iki kez hastaneye yatan ve hastalık süresi 2-5 yıl olan hastaların ilaçları düzensiz kullandıkları, doktor izni olmadan tedaviyi bıraktıkları ve kontrollere düzensiz gittikleri belirlenmiştir.
Results: It was determined that most of the caretaker relatives were the mothers or spouses of the patients. The relatives expressed that they believed the patients would recover with medications and that the treatment should be continued. According to the responses, two-thirds of the patients did not use the medications regularly and did not present for medical checkups regularly. With respect to descriptive features of the patients and the characteristics of the course of illness, there were no statistically significant differences regarding the regular use of medication, stopping medication without the physician’s permission and regular visits to polyclinics for checkups (p>0.05). However, it was determined that patients with schizophrenia, those hospitalized twice a year, and those who had been ill for 2-5 years took their medications irregularly, discontinued treatment without the physician’s permission and attended medical check-ups irregularly.
Sonuç: Çalışmada hasta yakınlarının hastaların ilaçla iyileşeceğini ve ilaç tedavisinin sürdürülmesi gerektiğini düşündükleri, ancak hastaların büyük çoğunluğunun ilaçlarını düzenli kullanmadıkları, kontrollere düzenli gitmedikleri ve tedaviye uyum sorunu yaşadıkları saptanmıştır.
Conclusion: We determined in this research that the relatives believed the patients would recover with medications and that treatment should be continued. However, most of the patients used the medications irregularly, did not attend medical check-ups regularly and had compliance problems to the illness.
Anahtar sözcükler: Hasta yakını; hemşirelik; kronik psikiyatrik bozukluk; tedaviye uyum.
Key words: Patient’s relative; nursing; chronic psychiatric disorders; medication compliance.
Giriş Hastalıklarda tedavinin etkili olabilmesi ve hastalık sürecinin olumlu yönde ilerlemesi, hastaların uygulanan tedavi1 Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Sivas 2 Erciyes Üniversitesi, Atatürk Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Kayseri
İletişim (Correspondence): Doç. Dr. Havva TEL. e-posta (e-mail): havvatel@yahoo.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(1):7-12 Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):7-12
ye uyumlu ve bağlı olmaları ile doğrudan ilişkilidir. Her birey yaşamındaki farklı sorunlara belli ölçülerde uyum gösterme yeteneğine sahiptir. Hastalık bireyin uyumunu bozan bir durumdur.[1,2] Hastalık ve tedavinin özellikleri uyumda önemli rol oynamaktadır. Kronik hastalık bireyin yaşam biçiminde değişikliklere, çok yönlü kayıplara ve başkalarına bağımlı olmasına neden olduğunda uyum sorunları yaşanabilmektedir.[2,3] Kronik hastalıklarda tedaviye uyum sorunu tedavinin başarısını engellemektedir. Tedaviye uyumda, hastanın verilen ilaçları eksiksiz, zamanında ve önerilen biçimde kullanması
8
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):7-12
veya iyileştiğini varsayarak ilaçlarını önerilen zamandan önce bırakmaması, yapması veya yapmaması önerilen davranışlara uygun davranması beklenir.[1,4] Kronik psikiyatrik hastalıklarda tedaviye uyumsuzluk sık görülmekte, bunun sonucu olarak hastanın iyilik süresi kısalmakta ve tekrarlı hastane yatışları kaçınılmaz olmaktadır.[4,5] Tedaviye uyumsuzluğun birçok nedeni vardır. Bunlar, tedavi planındaki karmaşa, ilaç yan etkileri, hastaların ilaç tedavisine ilişkin bilgi eksikliği, hastanın ilacın yararlı olacağına inanmaması, ilaca ilişkin daha önce olumsuz deneyimlerinin olması, ilacın bağımlılık yapacağı korkusu, tedavi ekibi ile iletişim sorunları gibi durumlardır.[5] Tedaviye uyumsuzluk, hastalık belirtilerinin iyileşmemesi, tekrarlı hastane yatışları, hastanede yatış süresinin uzaması, tedavi maliyetinin artması, hastalığın kronikleşmesi ile bireyin işlevselliğinin bozulması, iş gücü kaybı ve aileye, topluma ekonomik yük, sağlık kurumlarına ise zaman ve enerji kaybı olarak yansımaktadır.[4,6-8] Psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda tedaviye uyumsuzluğun fiziksel hastalığı olan hastalara göre daha yüksek olduğu, tedaviye uyumu bozan nedenlerin çoğunun kontrol edilebilir özellikte olduğu belirtilmektedir.[7,9,10]
tanın bakımını yürüten yakınları ile yapılmıştır. Araştırmaya, hasta ile aynı evde yaşayan, hastanın bakım sorumluluğunu yürüten, iletişim engeli olmayan ve çalışmaya katılmayı kabul eden hasta yakınları alınmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden hasta yakınlarına çalışma hakkında bilgi verilerek sözel onamları alınmıştır.
Kronik psikiyatrik hastalıklarda aile gönüllü veya zorunlu olarak hastanın bakım sorumluluğunu yürüttüğünden ailenin tedaviye etkin bir biçimde katılması gerekmektedir. Psikiyatrik hastalıkların doğası, tedavisi ve sonuçlarının hastalar ve aileleri tarafından bilinmesi hastalıkla baş etmede önemli bir etkendir.[11] Hastanın tedaviye uyumunun sağlaması için ailenin de tedaviye uyumunun sağlanması gerekir. Bunun için ailenin de hastalık ve tedavi konusunda yeterli bilgisinin olması, hastanın ilaçlarını düzenli kullanmasına yardım etmesi ve desteklemesi, hastalık semptomlarına uygun yaklaşım göstermesi gerekir.[12-14] Psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda tedaviye devam ve ilaç uyumu konusunda birçok çalışma yapılmış olmasına karşın evde hastanın bakım sorumluğunu yürüten hasta yakınlarının, hastanın tedaviye uyumunu değerlendirmesine ilişkin çalışmalara rastlanmamaktadır. Hasta yakınları, hastanın durumunu ve tedaviye uyumunu sürekli gözlemede ve gerçekçi olarak değerlendirmede önemli bir konumda olduklarından, hasta yakınlarının hastanın tedaviye uyumuna ilişkin düşünce ve değerlendirmelerinin tedaviye uyumu sürdürmeye yönelik yapılacak düzenlemelere önemli katkı vereceği düşünülmektedir. Bu çalışma hasta yakınlarının kronik psikiyatrik bozukluğu olan hastanın tedaviye uyumuna ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem Katılımcılar: Tanımlayıcı tipteki bu çalışma 1-28 Şubat 2008 tarihlerinde Erkilet Ruh Sağlığı Merkezinde yapılmıştır. Çalışma DSM-IV tanı kriterlerine göre şizofreni, mani, depresyon tanısı almış, yatarak tedavi alan ve araştırmaya katılmayı kabul eden psikiyatrik hastalık tanılı 73 has-
Kullanılan araçlar: Çalışmada veri toplamak üzere, literatürden yararlanarak araştırmacılar tarafından oluşturulan anket formu kullanılmıştır.[5,6,8,15-17] Anket formu, hastaların tanıtıcı özellikleri, hasta yakınının hastaya yakınlık durumu, hasta yakınının ifadesine göre hastaların tedaviye uyumu ve kontrolleri sürdürmelerini araştıran açık uçlu sorulardan oluşmaktadır. İşlem: Araştırma verileri anket formu ile toplanmıştır. Anket formu hasta ziyaret saati sonrası serviste görüşme için özel olarak ayrılmış bir odada, hasta yakını ile yüz yüze görüşme yapılarak doldurulmuştur. Anket formunun uygulanma süresi 25-35 dakika arasında değişmiştir. Anket formunun uygunluğunu değerlendirilmek üzere 5 hasta yakını ile ön uygulama yapılmış, ön uygulama sonucu anket formundaki soruların anlaşılır olduğu, bir düzenlemeye gereksinim olmadığı saptanarak tüm hasta yakınlarına aynı biçimde uygulanmıştır.
İstatistiksel Değerlendirme: Veriler “SPSS for Windows 13.0” programında değerlendirilmiştir. Araştırmada verilerinin değerlendirilmesinde yüzdelik dağılım ve ki-kare testi kullanılmıştır.
Bulgular Çalışmaya katılan hasta yakınlarının %35.6’sının hastanın eşi, %31.5’inin hastanın annesi olduğu, hastaların yaşlarının 18-65 arasında değiştiği, yaş ortalamasının 35.31±8.8 olduğu belirlenmiştir. Hasta yakınlarının %47.9’u hastalık ve tedavisi konusunda sağlık personelinden bilgi aldığını, %45’i aldığı bilgileri yeterli bulduğunu ifade etmişlerdir.
Tablo 1’de hasta yakınlarının ifadesine göre hastaların tanıtıcı özellikleri görülmektedir. Hastaların %39.8’inin 34-41 yaş grubunda, %54.8’inin kadın, %61.6’sının ilköğretim eğitimli, %50.7’sinin evli, %38.4’ünün şizofreni tanılı, %32.9’unun 2-5 yıllık psikiyatrik hastalık tanılı, %50.7’sinin yılda en az bir kez hastaneye yatış öyküsü bulunduğu, %19.2’sinin eşlik eden fiziksel bir hastalığı (hipertansiyon ve diyabet gibi) olduğu saptanmıştır. Tablo 2’de hasta yakınlarının hastalığın tedavisi ve hastanın ilaç kullanımına ilişkin düşünceleri görülmektedir. Hasta yakınlarının %61.6’sının hastalığın ilaçla iyileşebileceğini düşündüğü, %74’ünün hastanın ilacı düzenli kullanmaması sonucunda hastalığın kötüye gidebileceğini, %57.5’inin hastanın ilaçlarının ilgi ve sevgi göstererek verilmesinin hastanın ilaçlarını düzenli kullanmasını sağlayacağını düşündükleri saptanmıştır.
9
TEL H ve ark., Hasta Yakınlarına Göre Kronik Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastaların Tedaviye Uyumu
Tablo 1. Hasta yakınlarının ifadesine göre hastaların tanıtıcı özellikleri
Tablo 2. Hasta yakınlarının hastalığın tedavisi ve hastanın ilaç kullanımına ilişkin düşünceleri
Özellikler
Hasta yakınının
Sayı
Yüzde
Yaş 18-25 26-33 34-41 ≥42
12 17 29 15
16.4 23.3 39.8 20.5
Cinsiyet Kadın Erkek
40 33
54.8 45.2
Eğitim Okur- yazar İlköğretim Lise ve üzeri
9 45 19
12.4 61.6 26.0
Medeni durumu Evli Bekar Dul
37 21 15
50.7 28.8 20.5
Tanı Şizofreni Bipolar bozukluk Depresyon
28 20 25
38.4 27.4 34.2
Hastalık süresi 6-12 ay 2-5 yıl 6-10 yıl 11-15 yıl ≥16 yıl
15 24 20 10 4
20.5 32.9 27.4 13.7 5.5
Yıllık hastaneye yatma sıklığı Yılda bir kez Yılda iki kez Yılda üç kez ve daha fazla
37 26 10
50.7 35.6 13.7
Fiziksel hastalık Var Yok
14 59
19.2 80.8
Toplam
73
100.0
Tablo 3’te hasta yakınlarının hastanın ilaç uyumu ve poliklinik kontrolünü sürdürme durumuna ilişkin ifadeleri görülmektedir. Hasta yakınlarının hastaların ilaç uyumuna ilişkin olarak, hastaların %67.1’inin ilaçlarını düzensiz kullandığını, %44.9’unun bu durumun nedenini “ilacın yararlı olmadığını düşünme” olarak açıkladıklarını, %68.5’inin doktorun izni olmadan tedaviyi bıraktığını, tedaviyi bırakma nedeni olarak daha çok ilacın yan etkisi olmasını (%38.0) ve ilacın tedavi etmediği düşüncesini (%36) ifade ettikleri bulunmuştur. Hasta yakınları hastaların poliklinik kontrollerini sürdürmelerine ilişkin olarak, hastaların %50.7’sinin hastaneye yatmadan en son 1 ay önce kontrole gittiğini, %65.8’inin kontrollere düzensiz gittiğini ve bunun nedeni olarak çoğunlukla (%64.6) hastanın iyileştiğini düşünmesinden kaynaklandığını ifade etmişlerdir. Tablo 4’te hastaların hastalık süreci özelliklerine göre tedaviye uyum durumu görülmektedir. Hastaların hastalık sü-
Sayı
Yüzde
Hastalığın tedavisine ilişkin düşünceleri İlaçla iyileşir Hastanede yatma ile iyileşir Hiç iyileşmez
45 16 12
61.6 22.0 16.4
Hastanın ilacı düzenli kullanmamasının sonucuna ilişkin düşünceleri Hastalık kötüye gidebilir Hastalık ömür boyu sürebilir
53 19
74.0 26.0
Hastanın ilacı düzenli kullanmasını sağlamaya ilişkin düşünceleri İlacın hastaya ilgi ve sevgi göstererek verilmesi Hap almak istemiyorsa, enjeksiyon yapılması Ne yapacağımı bilmiyorum
42 7 24
57.5 9.6 32.9
Tablo 3. Hasta yakınlarına göre hastanın ilaç uyumu ve poliklinik kontrolünü sürdürme durumu Hastanın
Sayı
Yüzde
İlaçlarını kullanma durumu Düzenli Düzensiz
24 49
32.9 67.1
İlaçlarını düzensiz kullanma nedenleri (n=49) İlacın yararlı olmadığını düşünme İlacın yan etkisinin olması İyileştiğini düşünerek ilaç alımını kesme İlaç almayı unutma
22 15 8 4
44.9 30.6 16.3 8.2
Doktorun izni olmadan tedaviyi bırakma durumu Bırakan 50 Bırakmayan 23
68.5 31.5
Tedaviyi bırakma nedeni (n=50) İlacın yan etkisi olması İlacın tedavi etmediğini düşünmesi İyileştiğini düşünme
19 18 13
38.0 36.0 26.0
Hastaneye yatmadan önce en son poliklinik kontrolüne gitme zamanı 0-1 ay önce 2-3 ay önce 4 aydan fazla süre önce Hiç gitmeyen
37 11 13 12
50.7 15.1 18.8 16.4
Poliklinik kontrollerine gitme durumu Düzenli Düzensiz
25 48
34.2 65.8
Kontrollerine düzensiz gitme nedeni (n=48) Ulaşım güçlüğü Getirecek kimsenin olmaması İyileştiğini düşünerek kontrollere gitmeme
8 9 31
16.7 18.7 64.6
recine göre ilaçlarını düzenli kullanma, doktor izni olmadan ilaç tedavisini bırakma ve poliklinik kontrollerine düzenli gitme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı (p>0.05) bununla birlikte, çoğunlukla şizofreni tanılı (%42.9), 2-5 yıllık hastalık süresi olan (%38.8) ve yılda iki kez hastaneye yatan hastaların (%38.8) ilaçları düzensiz kul-
10
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):7-12
Tablo 4. Hastaların hastalık süreci özelliklerine göre tedaviye uyum durumu Hastanın
İlaç kullanımı Düzenli
Düzensiz
Doktor izni olmadan tedaviyi Bırakan
Bırakmayan
Düzenli
Sayı Yüzde Sayı Yüzde 7 29.2 21 42.9 5 20.8 15 30.6 12 50.0 13 26.5 χ2=3.941; p=.139
Sayı Yüzde Sayı 22 44.0 6 14 28.0 6 14 28.0 11 χ2=3.147; p=.207
Hastalık süresi 6-12 ay 2-5 yıl 6-10 yıl 11-15 yıl ≥16 yıl
Sayı Yüzde 7 29.2 10 41.7 3 12.5 3 12.5 1 4.1 χ2=4.561;
Sayı Yüzde 6 12.2 19 38.8 14 28.6 7 14.3 3 6.1 p=.335
Sayı Yüzde Sayı Yüzde 6 12.0 7 30.4 20 40.0 9 39.1 13 26.0 4 17.4 8 16.0 2 8.7 3 6.0 1 4.3 χ2=4.203; p=.379
Sayı Yüzde Sayı Yüzde 10 40.0 3 6.3 8 32.0 21 43.8 3 12.0 14 29.2 3 12.0 7 14.6 1 4.0 3 6.3 χ2=13.398; p=.009
Yıllık hastaneye yatma sıklığı Yılda bir kez Yılda iki kez Yılda üç kez ve daha fazla
Sayı Yüzde 15 62.5 7 29.2 2 8.3 χ2=2.154;
Sayı Yüzde 22 44.9 19 38.8 8 16.3 p=.341
Sayı Yüzde Sayı Yüzde 23 46.0 14 60.9 19 38.0 7 30.4 8 16.0 2 8.7 χ2=1.554; p=.460
Sayı Yüzde 16 64.0 6 24.0 3 12.0 χ2=2.851;
Tartışma Hasta yakınlarının kronik psikiyatrik bozukluğu olan hastanın tedaviye uyumuna ilişkin görüşlerini belirlemek amacı ile yapılan bu çalışmada hastanın bakımını yürüten hasta yakınlarının çoğunun hastanın eşi (%35.6) veya annesi (%31.5) olduğu saptanmıştır. Kronik psikiyatrik bozukluğu olan hastaların evde bakım sorumluluğunu genellikle hastanın annesinin veya eşinin yürüttüğü belirtilmektedir.[18] Eşin veya annenin ailede sürekli, ulaşılabilir bir konumda olması ve kadının ailede genellikle bakım verici rolü sürdürmesinin bu sonuçta etkili olduğu düşünülebilir. Kronik psikiyatrik bozukluğu olan bireyler taburculuk sonrası hastalığa ve tedaviye uyumda, ruhsal ve sosyal işlevlerini yerine getirmede çeşitli zorluklar yaşamaktadır.[15] Özellikle hastalık hakkında bilgi eksikliği, hastalığın kronikleşmesinden kaynaklanan bıkkınlık, hastalığın iyileşeceğine inanmama, hastaların ve ailelerin hastane ve sağlık personeli ile iletişimlerinin kopmasına ve tedavide uyum sorunlarına neden olmaktadır.[13] Hasta ve hasta yakınlarına hastanın durumu hakkında yeterli ve uygun bilgiyi vermek sağlık personelinin sorumluluğu olduğu gibi hastalık ve tedavi hakkında bilgiyi almak hastanın da hakkıdır. Hastayı ve ailesini hastalık hakkında bilgilendirmenin tedavi uyumunu arttırdığı, hastalıkla başa çıkma çabalarını olumlu olarak desteklediği ve hastalığın tekrarlamasını azalttığı bildirilmektedir.[19]
Sayı Yüzde 9 36.0 7 28.0 9 36.0 χ2=.094;
Düzensiz
Tanısı Şizofreni Bipolar bozukluk Depresyon
landıkları, doktor izni olmadan tedaviyi bıraktıkları (%44.0) ve kontrollere düzensiz gittikleri (%39.6) saptanmıştır.
Yüzde 26.1 26.1 47.8
Kontrollere gitme
Sayı Yüzde 19 39.6 13 27.1 16 33.3 p=.954
Sayı Yüzde 21 43.8 20 41.7 7 14.5 p=.240
Bu çalışmada hasta yakınlarının çoğunluğunun (%61.7) hastalığın ilaçla iyileşebileceğini, hastanın ilacını düzensiz kullanması sonucunda hastalığın kötüye gidebileceğini (%74.0), hastanın ilaçlarının ilgi ve sevgi göstererek düzenli olarak verilmesi (%57.5) ile hastanın ilaçları düzenli kullanabileceğini düşündükleri belirlenmiştir. Bu bulgular hasta yakınlarının hastalık ve tedavi konusunda bilgisi olduğunu göstermektedir. Hasta yakınlarının bu değerlendirmesinde sağlık personelinden hastalık ve tedavi konusunda aldıkları bilginin ve hastalık sürecindeki gözlem ve deneyimlerinin etkili olduğu düşünülmektedir.
Kronik psikiyatrik bozukluğu olan hastalarla yapılan çalışmalarda, hastanın ya da ailenin hastalık ve tedaviye ilişkin bilgisinin eksik olması sonucu, hastaların kontrollere düzensiz geldikleri ya da hiç gelmedikleri ve tedavinin sıklıkla sonlandırıldığı belirlenmiştir.[7,10]
Hastaların çoğunluğunun (%67.1) ilacı düzensiz kullandığı, buna gerekçe olarak ilacın yararlı olmadığını düşündüğü (%44.9) ve ilacın yan etkisinin (%30.6) olmasını gösterdikleri belirlenmiştir. Taburculuk sonrası psikiyatrik bozukluğu olan hastaların önemli bir kısmının ilaçlarını düzenli kullanmadığı ya da bıraktığı belirtilmektedir.[20,21] Hasta ve hasta yakınlarının ilaç tedavisinde uyumsuzluk yaşamalarında, ilaçların uzun süre kullanım zorunluluğunun olması, ilaçların yan etkilerinin çok olması, tedavi gereksiniminin inkar edilmesi, hastanın ilacın yararına inanmaması ve kendince “iyi olduğunu” düşünmesi etkili olmaktadır.[8,10,22] Ayaktan izlenen psikiyatrik bozukluğu olan hastaların %35-65’inin ilaç tedavisine
TEL H ve ark., Hasta Yakınlarına Göre Kronik Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastaların Tedaviye Uyumu
uyum sorunu yaşadıkları belirtilmektedir.[23,24] Çalışma bulguları literatürle uyumludur.
Hastaların %68.5’i doktor izni olmadan, ilacın yan etkisi olduğu, ilacın tedavi etmediği ve iyileştiği düşüncesi ile tedaviyi bıraktığı saptanmıştır. Hastalar, hastalık belirtilerinin azaldığı dönemlerde, kendilerinde iyileşme olduğunu düşündüklerinde ilaç tedavisini kesme eğilimi gösterebilmektedirler.[4] Yapılan bir çalışmada hastaların %82.4’ünün ilacın yan etkileri, iyileştiğini düşünme ve ilacın etkisinin olmadığını düşünme nedeni ile ilaç tedavisini bıraktığı belirlenmiştir.[16] İlaç yan etkileri hastaya sıkıntı verdiği için tedaviye uyumsuzluk nedenleri arasında yer almaktadır.[17]
Hastaların yarısının (%50.7) bir ay önce poliklinik kontrolüne gittiği, %65.8’inin ise iyileştiğini düşündüğü, kontrole götürecek kimsenin olmaması ve ulaşım güçlüğü gibi nedenlerle poliklinik kontrollerine düzenli gitmedikleri, her üç hastadan birisinin (%34.2) kontrollere düzenli gittiği saptanmıştır. Yapılan çalışmalarda, Binbaş ve ark.[20] taburculuk sonrası psikiyatrik bozukluğu olan hastaların önemli bir kısmının kontrollere düzenli gitmediğini, Anlar[15] kronik psikiyatrik bozukluğu olan hastaların yalnızca %23.9’unun kontrollere düzenli gittiğini, Ünal ve ark.[7] taburculuk sonrası hastaların %35’inin 6 aydan önce kontrole gitmediğini, kontrole gitmeme nedenlerini ulaşım güçlüğü, hastaneye getirecek kimsenin olmaması, hastanın aileye sorun çıkarmadan yaşaması olarak belirlemişlerdir. Çalışma sonucu bu bulgular ile uyumludur. Psikiyatri hastalarının poliklinik kontrollerine gitmeme oranlarının diğer hastalıklardan iki kat daha fazla olduğu belirtilmektedir.[25]
Çalışmada hastalık süreci özelliklerine göre hastaların tedaviye uyumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark (p>0.05) olmadığı, ancak şizofreni tanılı, hastalık süresi 2-5 yıl olan ve yılda iki kez hastanede yatan hastalarda tedaviye uyum sorununun olduğu saptanmıştır. Tedaviye uyumun araştırıldığı çalışmalarda şizofren hastaların %59’unda,[25] şizofreni ve diğer psikotik bozukluğu olan hastaların %70-80’ininde tedaviye uyum sorunları görüldüğü belirlenmiştir.[26] Şizofren hastalarda tedaviye uyumsuzluk sık görülen bir sorundur. Şizofren hastalarda içgörünün eksik olması bireyin tedaviye olan gereksinimi fark etmesini engellemekte, bunun bir sonucu olarak tedaviye uyumsuzluk görülmektedir.[27,28] Fenton ve ark. tarafından yapılan bir çalışmada, şizofren hastaların yaklaşık %50’sinin hastaneden taburcu olduktan sonra ilaçlarını düzenli kullanmadıkları için ilk bir yıl içinde tekrar hastaneye yattıkları, hastalığın tekrarladığı (relapse) belirtilmektedir.[29] Hastalık süresi uzadıkça hastaların tedaviye uyumunun bozulduğu,[23] hastalığın kronikleşmesinden kaynaklanan bıkkınlık ve hastalığın iyileşeceğine inanmama durumlarının tedaviye uyumsuzluğa neden olduğu belirtilmektedir.[13] Meriç[4] hastalık süresi 3-5 yıl olan hastaların %87.5’inin tedaviyi bıraktıklarını saptamıştır. Hastalık süresi uzadıkça te-
11
daviye uyumda güçlükler yaşanmakta, tedaviye uyumsuzluk tedavinin bırakılması ile sonuçlanabilmektedir.
Hasta yakınlarına göre hastaların tedaviye uyumlarının araştırıldığı bu çalışmada hasta yakınlarının hastaların ilaçla iyileşeceğini ve ilaç tedavisinin sürdürülmesi gerektiğini düşündükleri, ancak hastaların yalnızca 1/3’ünün ilaçlarını düzenli kullandıkları ve kontrollere düzenli gittikleri, hastaların yılda en az bir kez hastaneye yattığı ve tedaviye uyum sorunu yaşadıkları saptanmıştır. Kronik psikiyatrik bozukluğu olan hastaların tedaviye uyumunun sağlanması, uzun dönemde hastalığın alevlenmesini önlemekte, bireyin sosyal yaşama uyumunu ve yaşam kalitesini artırmaktadır. Bu nedenle, hastanın tedaviye uyumunu sürdürmesine katkı vermek üzere, hekim ve hemşirelerin hastanın evde bakım sorumluluğunu yürüten hasta yakınları ile iletişimi sürdürerek onları desteklemesi gerekmektedir. Bu sonuçlar doğrultusunda hastaların tedaviye uyumunu sürdürmeye yönelik getirilen öneriler, hastaların hastanede yatarken taburculuğa hazırlanması süresince ve taburculuk sonrası toplumda yaşarken olmak üzere iki aşamada gerçekleştirilebilir. Hasta hastanede yatarken; sağlık personelinin özellikle hekim ve hemşirelerin hasta ve aile ile iyi bir işbirliği yapması, hastanın tanısının konulması ile hastanın ve ailenin hastalık ve tedavi hakkında bilgilendirilmesi, tedavinin devamlılığını sağlayacak izlem programları oluşturulması önerilmektedir. Taburculuğu takiben hasta topluma yeniden katıldığında ise; hastanın ve ailenin taburculuk sonrasında gereksinimleri olduğunda kolayca ulaşabilecekleri bir iletişim kanalının açık tutulması, gerektiğinde hastaya ve aileye telefon yolu ile kısa süreli danışmanlık verilmesi, hastalara düzenli kontrol randevusu tarihi verilmesi, hastaların randevuya gelmesinin telefon veya mektupla teşvik edilmesi, tedaviye devamsızlık riski olan hastalar için bu durumun en aza indirilmesi için düzenlemeler yapılması önerilmektedir.
Bu çalışmanın sınırlılıklarını, örneklemin görece küçük ve çalışma süresinin kısa olması ile birlikte tartışmada çoğunlukla kronik psikiyatrik hastalıklardan şizofreni ile ilgili yayınların kullanılmasını içermektedir. Bu nedenle kronik psikiyatrik hastalıklarda, tanıya özel daha geniş örneklemlerde, hastalara bulundukları ortamda ev ziyareti yapılarak hastanın tedaviye uyum davranışlarını ve engellerini değerlendiren çalışmalar yapılması önerilmektedir.
Kaynaklar 1. Mason C. Non-attendance at out-patient clinics: a case study. J Adv Nurs 1992;17:554-60. 2. Duyan V. Sosyal grup çalışması uygulamasının ortopedi hastalarının kişisel ve sosyal uyum düzeyine etkisi. [Yayınlanmamış doktora tezi] Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; 1997. 3. Serçekuş PF, Mete S. Uyum modeli ve sosyal bilişsel öğrenme kuramının doğum eğitiminde kullanımı. Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yük-
12
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):7-12
sekokulu Elektronik Dergisi 2009;1:57-68. 4. Meriç M. Anksiyolotik ve antidepresan kullanan bireylerin tedaviye uyumlarının incelenmesi. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] Gülhane Askeri Tıp Akademisi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2006. 5. Demirkıran F, Terakye G. Depresif hastaların ilaç tedavisine uyumları ve destekleyici hemşirelik uygulamalarının uyum düzeyine etkisi. Kriz Dergisi 2001;9:29-39. 6. Bren R, Thornhill JT. Noncompliance with medication for psychiatric disorders: reasons and remedies. CNS Drugs 1998;9:457-71. 7. Ünal S, Çakıl G, Elyas Z. Taburculuk sonrası tedaviye gelmeyen psikotik hastaların özellikleri. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2006;7:69-75. 8. Çobanoğlu ÜZS, Aker T, Çobanoğlu N. Şizofreni ve diğer psikotik bozukluğu olan hastalarda tedaviye uyum sorunları. Düşünen Adam 2003;16:211-18. 9. Torun F, Çorapçıoğlu A, Yüksel G. Polikliniğe devamı yordamak mümkün mü?. Yeni Symposium 2003;41:125-30. 10. Uzun Ö, Özşahin A, Battal, S. Şizofren hastaların tedavilerini sonlandırma nedenleri. Türk Psikiyatri Dergisi 1997;8:190-7. 11. Yıldız, M. Psikiyatri uygulamalarında hasta ve aile eğitimi. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2009;10(Ek 2):16-7. 12. Gamble C. Working with schizophrenic clients and their families. Br J Nurs 1993;2:856-9. 13. Peternelj-Taylor CA, Hartley VL.Living with mental illness: professional/ family collaboration. J Psychosoc Nurs Ment Health Serv 1993;31:23-8. 14. Raynor J. Psychobiology of mental disorders. In: Varcaloris EM, Editor. Foundations of psychiatric mental health nursing. Philadelphia: W.B. Saunders Company; 1998. p. 65-89. 15. Anlar L. Psikiyatri hastalarının taburculuk sonrası ruhsal durumları, işlev görme düzeyleri ve ilişkili faktörlerin belirlenmesi. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2002. 16. Karakaş G, Örsel S, Uğurlu M, Özbay H ve ark. Şizofrenide tedavi uyumu: Retrospektif çalışma. İstanbul. 42. Ulusal Psikiyatri Kongresi Kongre Kitabı. 2006. s. 524-525. 17. Cramer JA, Rosenheck R. Compliance with medication regimens for mental and physical disorders. Psychiatr Serv 1998;49:196-201. 18. Norris J. Chronically mentally ill clients. McFarland GK, Thomas MD, edi-
tor. Psychiatric mental health nursing. St Louis: Mosby Company; 1996. p. 655-65. 19. Yurtsever ÜE. Bipolar bozukluğu olan hasta ve ailelerin ele alınışında yapılandırılmış psikoeğitimsel yaklaşımlar. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü; 1999. 20. Binbaş Ş, Kültür S, Ulus N. Yatan şizofrenik hastaların sosyodemografik özellikler ve nüksler açısından değerlendirilmesi. Ankara: XXIV. Ulusal Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Kongresi Kongre Kitabı; 1988. s. 776-80. 21. Köksal N. Psikiyatri kliniğinde ilk kez yatan hastaların hastaneden çıktıktan sonra ilk kontrollerindeki ve altı ay sonraki sosyal durumlarının incelenmesi. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 1988. 22. Staring ABP, Mulder CL, Van Der Gaag M, Selten JP, et al. Understanding and improving treatment adherence in patients with psychotic disorders: A review and a proposed intervention. Curr Psychiatry Rev 2006;2:487- 94. 23. Kampman O, Lehtinen K. Compliance in psychoses. Acta Psychiatr Scand 1999;100:167-75. 24. Kelly GR, Scott JE, Mamon J. Medication compliance and health education among outpatients with chronic mental disorders. Med Care 1990;28:1181-97. 25. Jones DT. A survey of hospital outpatients referral rates. BMJ 1985;295:734736. 26. Nosé M, Barbui C, Gray R, Tansella M. Clinical interventions for treatment non-adherence in psychosis: meta-analysis. Br J Psychiatry 2003;183:197206. 27 Buckley PF, Wirshing DA, Bhushan P, Pierre JM, Resnick SA, Wirshing WC. Lack of insight in schizophrenia: impact on treatment adherence. CNS Drugs 2007;21:129-41. 28 Oehl M, Hummer M, Fleischhacker WW. Compliance with antipsychotic treatment. Acta Psychiatr Scand Suppl 2000;(407):83-6. 29. Fenton WS, Blyler CR, Heinssen RK. Determinants of medication compliance in schizophrenia: empirical and clinical findings. Schizophr Bull 1997;23:637-51.
• 2. Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Günleri’nde sözel bildiri olarak sunulmuş, ikincilik ödülü almıştır (28-30 Nisan 2008, İstanbul).
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
13
Hipertansiyonu Olan Hastalarda Öfke ve Öz-Bakım Gücü İlişkisi The Relationship between Anger and Self-Care Agency in Patients with Hypertension Ayşegül SAVAŞAN1
ÖZET
SUMMARY
Amaç: Bu çalışmada, hipertansiyon tanısı almış bireylerin öfke ve öfke tarzı ile öz bakım gücü arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Objectives: This study aimed to investigate the relationship between anger and manner of anger expression with self-care agency in individuals diagnosed as having hypertension.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel nitelikte olan bu araştırma 305 hipertansiyon hastasıyla yapılmıştır. Veriler, Sürekli Öfke-Öfke Tarz Ölçeği, Öz-Bakım Gücü Ölçeği ve Birey Tanıtım Formu ile toplanmış, yüzdelik, ortalama, standart sapma ve korelasyon analizi kullanılarak değerlendirilmiştir.
Methods: This descriptive and cross-sectional study was carried out in 305 patients with hypertension. Data were collected using the Self-Care Agency Scale, the Trait Anger and Anger Expression Scale and Individual Identity Form, and were evaluated by percentage, mean, standard deviation, and correlation analysis.
Bulgular: Sürekli öfke puan ortalaması 21.13±6.61; öfke içte puan ortalaması 19.44±4.94; öfke dışa puan ortalaması 13.10±4.49; öfke kontrol puan ortalaması 23.40±4.97’dir. Öz-bakım gücü puan ortalaması ise 103.87±19.31’dir.
Results: The mean trait anger score was 21.13±6.61; the mean internalized anger score was 19.44±4.94; and the mean externalized anger score was 13.10±4.49. The mean anger control score was 23.40±4.97, and the mean self-care agency score was 103.87±19.31.
Sonuç: Sürekli öfke, öfke içte ve öfke dışa puanları ile öz-bakım gücü arasında negatif bir ilişki olduğu, sürekli öfke, öfke içte ve öfke dışa puanları artıkça öz-bakım gücünün azaldığı, öfke kontrolü ile öz-bakım arasında ise pozitif bir ilişki olduğu, öfke kontrolü artıkça öz-bakım gücünün de arttığı bulunmuştur.
Conclusion: There was a negative correlation between trait anger, internalized anger, externalized anger and self-care agency scores. When trait anger, internalized anger and externalized anger scores increased, the selfcare agency decreased. However, there was a positive correlation between anger control and self-care agency. When anger control score increased, the self-care agency score also increased.
Anahtar sözcükler: Hipertansiyon; öfke; öfke tarzı; öz-bakım gücü.
Key words: Hypertension; anger; anger expression; self-care agency.
Giriş Hipertansiyon morbidite ve mortalite nedeni olan önemli bir halk sağlığı sorunudur. Dünyada erişkin nüfusun %26.4’ünün hipertansiyonu olduğu belirlenmiştir.[1] Türkiye’de hipertansiyonun yaşa ve cinsiyete göre prevalansı %31.8’dir (kadınlarda %36.1; erkeklerde %27.5).[2] Yaşlı bireylerin %92.5’inde görülen hipertansiyonun kronik hastalıklar içinde önemli bir yeri vardır. Bu nedenle, acil polikliniğe başvuran hipertansiyonlu yaşlıların %6.5 gibi yüksek bir oranda olduğu ifade edilmektedir.[3] Hipertansiyon etyolojisinde genetik, beslenme, yaş, cinsiyet gibi faktörlerin yanısıra kaygı, stres ve öfke gibi psikolojik faktörler de etkilidir.[4] Özer[5] çalışmasında sürekli öfke ve öfke tarzı açısından hipertansiyon hastalarının kontrol grubundan ayrılİzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Psikiyatri Servisi, İzmir
1
İletişim (Correspondence): Uzm. Hem. Ayşegül SAVAŞAN. e-posta (e-mail): aysegulsavasan@yahoo.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2009;1(1):13-17 Journal of Psychiatric Nurses 2009;1(1):13-17
dığını, öfkenin bastırılması ile hipertansiyon arasında ilişki olduğunu saptamıştır. Kronik hastalıkların çoğunda olduğu gibi hipertansiyonda da hastalık, bireyin yaşamını olumsuz yönde etkilemekte ve belli bir yaşam tarzı geliştirme zorunluluğu getirmektedir.[6] Bu durum hastalar için stresli bir yaşam sürdürmelerine, dolayısı ile öfke gibi duygusal tepkilerin yaşanmasına neden olur. Sağlık profesyonellerin sorumluluğu hastanın kendi sağlık bakımına katılımını sağlamaktır.[7] Bu nedenle, öz-bakım uygulamaları bu hastalar için önemlidir. Hemşireler hastalarının sağlıklarını sürdürmek ve yaşam kalitelerini yükseltmek adına, öz-bakım uygulamalarına önem vererek, hastalarının öz-bakım gücünün artmasına destek olurlar. Öfke duygusuyla ilişkili ve kronik bir hastalık olan hipertansiyonda, öfke ve öz-bakım gücü ilişkisini belirlemek ve öz-bakım uygulamaları konusunda destek sağlamak hipertansiyon hastaları için önem taşımaktadır. Bu bilgilerden hareketle ve konuyla ilgili araştırmaların az olması nedeniyle; araştırmanın amacı, hipertansiyon tanısı almış bireylerde öfke ve öfke tarzı ile öz-bakım gücü ilişkisini incelemektir.
14
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2009;1(1):13-17
Gereç ve Yöntem Tanımlayıcı ve kesitsel nitelikte olan bu araştırma Buca 2 Nolu Sağlık Ocağı’nda Temmuz-Ağustos 2005 tarihleri arasında yapılmıştır. Sağlık ocağı’na başvuran hipertansiyon tanısı almış bireyler araştırmanın evrenini, Temmuz ile Ağustos 2005 tarihleri arasında başvuran, en az altı ay önce hipertansiyon tanısı almış, araştırmaya katılmayı kabul eden 305 birey örneklemi oluşturmuştur.
Araştırma verileri, araştırmacı tarafından geliştirilen, sosyo-demografik özellikleri ve sağlık öyküsünü belirlemeye yönelik 23 maddeden oluşan birey tanıtım formu, Sürekli Öfke–Öfke İfade Tarzı Ölçeği (SÖÖTÖ) ve Öz-bakım Gücü Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Sürekli Öfke – Öfke İfade Tarzı Ölçeği
Spielberger ve arkadaşları tarafından 1983 yılında geliştirilmiştir; ülkemiz için geçerlilik ve güvenirlilik çalışması Özer tarafından 1994 yılında gerçekleştirilmiştir. Ölçek 34 maddeden oluşmaktadır. Ölçekteki ilk 10 madde Sürekli Öfke ölçeğinin maddeleridir. Öfke İfade Tarzı ölçeği Öfke İçe (13., 15., 16., 20., 23., 26., 27. ve 31. maddeler), Öfke Dışa (12., 17., 19., 22., 24., 29., 32. ve 33. maddeler) ve Öfke Kontrol (11., 14., 18., 21., 25., 28., 30. ve 34. maddeler) alt ölçeklerinden oluşmuştur.[5]
Sürekli Öfke – Öfke İfade Tarzı Ölçeği bireylerin kendi kendilerine uygulayabilecekleri bir ölçektir. Kişi her bir maddeyi okuduktan sonra yanıtını “Hemen Hiçbir Zaman (1)” , “Bazen (2)” , “Çoğu Zaman (3)” , “Hemen Her Zaman (4)” seçeneklerinden birini işaretleyerek belirtir. Sürekli Öfke ölçeğinden alınacak en düşük puan 10 ve en yüksek puan 40’tır. Öfke İfade Tarzı ölçeğinin her bir alt ölçeğinden (Öfke İçte, Öfke Dışa ve Öfke Kontrol) alınacak en düşük puan 8 ve en yüksek puan ise 32’dir.[5]
Bu çalışmada Cronbach alfa iç tutarlılık katsayısı sürekli öfke ölçeği için 0.83; öfke içe alt ölçeği için 0.71; öfke dışa alt ölçeği için 0.79; öfke kontrol alt ölçeği için 0.83 olarak bulunmuştur. Spielberger’in[8] çalışmasında alfa değerleri sürekli öfke için 0.82 ile 0.90 arasında değişmekte; öfke ifade tarzı ölçeği için ise 0.85 (öfke kontrol), 0.76 (öfke dışa) ve 0.74 (öfke içe) olarak belirlenmiştir. Özer’in[5] çalışmasında alfa değerleri sürekli öfke için 0.77 ile 0.80 arasında; öfke ifade tarzı ölçeği için ise 0.84 (öfke kontrol), 0.78 (öfke dışa), 0.62 (öfke içe) olarak belirlenmiştir. Öz-Bakım Gücü Ölçeği
Kearney ve Fleischer tarafından 1979 yılında, 43 madde halinde geliştirilmiş olan The Exercise of Self-Care Agency Scale’den kısaltılmış 35 maddelik formdur. Nahcivan tarafından 1993 yılında, sağlıklı gençlerde geçerlilik ve güvenirliliği yapılarak Türk toplumuna uyarlanmıştır.[9] Öz-bakım Gücü Ölçeği’nde her bir ifade 0’dan 4’e kadar puanlanmıştır. “Beni
çok iyi tanımlıyor” yanıtına “4” puan, “beni biraz tanımlıyor” yanıtına “3” puan, “fikrim yok” yanıtına “2” puan, “beni pek tanımlamıyor” yanıtına “1” puan, “beni hiç tanımlamıyor” yanıtına ise “0” puan verilir.[9,10]
İfadelerden sekizi (3., 6., 9., 13., 19., 22., 26. ve 31. ifade) negatif olarak değerlendirilir ve puanlama tersine döndürülür; puan değerleri yer değiştirir. Ölçekten elde edilen en yüksek puan 140’tır. Puan yükseldikçe öz-bakım gücü artar.[9,10]
Bu çalışmada Öz-bakım Gücü Ölçeği için Cronbach alfa iç tutarlılık katsayısı 0.87 olarak bulunmuştur. Nahçıvan[9] ise çalışmasında alfa değerini 0.89 olarak belirlemiştir.
Anket formları uygulanmadan önce gerekli açıklamalar yapılarak kurumdan yazılı, hastalardan sözlü onay alınmıştır. Veriler, SPSS 11.0 paket programında, yüzdelik, ortalama, standart sapma ve Pearson korelasyon katsayısı kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 57.06±9.73’dir. %74.4’ünün kadın, %75.7’sinin evli, %48.9’unun ilkokul mezunu olduğu bulunmuştur. Hastaların %9.8’inin gelir getiren bir işte çalıştığı ve %67.9’unun orta sosyo-ekonomik düzeye sahip olduğu saptanmıştır (Tablo 1). Hastaların hipertansiyon hastası olma yılı ortalama 8.07±6.44’dür; %35.7’si fiziksel sağlığını “iyi”, %47.9’u da ruhsal sağlığını “iyi” olarak değerlendirdiği belirlenmiştir. Hastaların sürekli öfke puan ortalaması ise 21.13±6.61’dir (Tablo 2).
Öfke içe puan ortalaması 19.44±4.94; öfke dışa puan ortalaması ise 13.10±4.49’dur. Hastaların öfke kontrol puan ortalaması 23.40±4.97’dir (Tablo 2). Hastaların öz-bakım 103.87±19.31’dir (Tablo 2).
gücü
puan
ortalaması
Araştırmaya katılan hipertansiyon hastalarının sürekli öfke puanı ile öz-bakım gücü puanı arasında negatif bir ilişki olduğu (r= -0.300), öfke içte ve öfke dışa puanları ile öz-bakım gücü puanı arasında da negatif bir ilişki olduğu (r= -0.187), öfke kontrol puanı ile öz-bakım puanı arasında ise pozitif bir ilişki olduğu (r= 0.267) bulunmuştur (Tablo 3).
Tartışma Hastaların sürekli öfke (21.13±6.61) ve öfke dışa (13.10±4.49) puan ortalamaları Özer ve ark.nın[5] 1994 yılında, 50 yüksek tansiyon hastasıyla yaptıkları öfke ve öfke ifade tarzları ile ilgili araştırmasında bulunan sürekli öfke (23.14±7.43) ve öfke dışa (14.52±5.57) puan ortalamalarından daha düşük bulunmuştur. Öfke içte (19.44±4.94) puan ortalaması Özer’in çalışmasında bulunan öfke içte (18.88±4.62) puan ortalamasından daha yüksektir. Öfke
15
SAVAŞAN A. Hipertansiyonu Olan Hastalarda Öfke ve Öz-bakım Gücü İlişkisi
Tablo 1. Hastaların sosyo-demografik özelliklerine göre dağılımı (n=305) Tanıtıcı özellikler Cinsiyet Kadın Erkek Yaş grubu 35-44 45-54 55-64 ≥65 Medeni durum Evli Bekar Eşi ölmüş Boşanmış Eğitim durumu İlkokul mezunu değil İlkokul mezunu Ortaokul Lise Fakülte-Yüksekokul Bir işte çalışma durumu Evet Hayır Sosyo-ekonomik durum Çok düşük Düşük Orta Toplam
Sayı
Yüzde
227 78
74.4 25.6
24 112 92 77
7.9 36.7 30.2 25.2
231 3 55 16
75.8 1.0 18.0 5.2
87 149 25 30 14
28.5 48.9 8.2 9.8 4.6
30 275
9.8 90.2
22 76 207 305
7.2 24.9 67.9 100.0
kontrol (23.40±4.97) puan ortalamasının ise Özer’in çalışmasında bulunan öfke kontrol (23.56±6.20) puan ortalamasıyla benzer olduğu saptanmıştır. Erkek ve ark.nın[11] yüksek tansiyon tanısı alan bireylerin sürekli öfke ve öfke ifade tarzlarının belirlendiği araş-
tırmasında, sürekli öfke puan ortalaması 16.76±4.18, öfke içte puan ortalaması 13.92±2.90, öfke dışta puan ortalaması 12.38±2.68 ve öfke kontrol puan ortalaması 21.57±2.70 olarak saptanmıştır. Erkek ve ark.nın yüksek tansiyon tanısı alan bireylerle yaptığı araştırmada, sürekli öfke ve öfke ifade tarzı puan ortalamalarının bu araştırmada bulunan sonuçlardan daha düşük olduğu görülmektedir. Bu araştırmanın, sağlık ocağına ani tansiyon yükselmesi, tansiyon takibi/kontrolü ve tansiyon ilacı yazdırmak gibi nedenlerle başvuran hastalarla yapılmasının ve araştırma kapsamındaki hastaların eğitim düzeyinin düşük olmasının (Tablo 1), öfke puanlarının yüksek bulunmasında etkili olduğu düşünülmüştür.
Hipertansiyon hastalarının puan ortalamalarıyla farklı hasta gruplarının sürekli öfke ve öfke ifade tarzı puanlarını kıyaslamak, aradaki farklılıkları ve benzerlikleri göstermek açısından yararlı olabilir. Güleç ve ark.nın[12] fibromiyalji sendromu olan kadınlarda öfke ile ilgili çalışmasında, sürekli öfke puan ortalaması 25.3±7.2, öfke içte puan ortalaması 18.7±4.9, öfke dışa puan ortalaması 16.9±5.5, öfke kontrol puan ortalaması 20.2±5.7 olarak bulunmuştur. Engin ve ark.nın[13] alkol ve madde bağımlılarında öfke duygusu ile ilgili araştırmasında, hastaların sürekli öfke puan ortalamaları 24.34±7.17, öfke içte puan ortalamaları 19.26±4.37, öfke dışta puan ortalaması 18.46±4.80, öfke kontrol puan ortalamaları ise 20.96±4.78 olarak saptanmıştır. Güleç ve ark.nın[12] fibromiyalji sendromu olan kadınlarla, Engin ve ark.nın[13] alkol ve madde bağımlılarıyla yaptıkları çalışmalarda ve bu çalışmada bulunan öfke içte puanları benzerlik göstermektedir.
Sayar ve ark.nın[14] öfke atakları olan depresif hastalarla yaptıkları araştırmada öfke dışa puan ortalaması 17.7±3.7, öfke içte puan ortalaması 18.5±3.5, öfke kontrol puan ortalaması 17.8±4.2, sürekli öfke puan ortalaması 25.3±4.7 ola-
Tablo 2. Hipertansiyonu olan hastaların öz-bakım gücü, sürekli öfke ve öfke ifade tarzı puanlarının dağılımı (n=305)
Öz-bakım gücü Sürekli öfke Öfke içte Öfke dışa Öfke kontrol
X
SS
Maks.
Min.
Puan aralığı
103.87 21.13 19.44 13.10 23.40
19.31 6.61 4.94 4.49 4.97
136.0 40.0 32.0 32.0 32.0
30.0 10.0 8.0 8.0 9.0
0 – 140 10 – 40 8 – 32 8 – 32 8 – 32
Tablo 3. Hipertansiyonu olan hastaların sürekli öfke ve öfke ifade tarzı puan ortalamaları ile öz-bakım gücü puan ortalamalarının ilişkisi
Sürekli öfke
Öz-bakım gücü r -0.300 p 0.000
Öfke tarz ölçeği
Öfke içe
Öfke dışa
Öfke kontrol
-0.187 0.001
-0.187 0.001
0.267 0.000
16
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2009;1(1):13-17
rak saptanmıştır. Sürekli öfke ve öfke dışa puanlarının, hipertansiyon hastalarından daha yüksek olduğu; öfke içe ve öfke kontrol puanının ise hipertansiyon hastalarından daha düşük olduğu görülmektedir.
lışmada ise öz-bakım gücü puan ortalaması 62.5±12.20 olarak bulunmuştur.[23] Araştırma kapsamına giren hastaların öz-bakım gücü puan ortalamasının, ampütasyon uygulanan hastaların, hemodiyaliz hastalarının ve riskli gebelerin özbakım gücü puan ortalamasından yüksek olduğu söylenebilir.
Whiteside ve Abramowitz,[15] yüksek obsesif-kompulsif belirtiler gösteren gençlerin öfke dışa puan ortalamasını 16.07±4.45, öfke içte puan ortalamasını 20.6±4.18 ve öfke kontrol puan ortalamasını 19.42±5.62 olarak saptamıştır. Öfke kontrol puanının hipertansiyon hastalarından daha yüksek olması, öfkenin bastırılması ve hipertansiyon arasındaki ilişkinin bilinmesi nedeniyle öfkenin bastırılmadığını, uygun bir şekilde ifade edildiğini göstermesi açısından olumlu bir sonuç olarak değerlendirilmiştir.
Üniversite öğrencileriyle yapılan bir çalışmada öfke içe puan ortalaması 17.6±4.3, öfke dışa puan ortalaması ise 15.6±4.1 olarak bulunmuştur.[16] Yine üniversite öğrencileriyle yapılan bir araştırmada sürekli öfke puan ortalaması 20.16±5.72, öfke içte puan ortalaması 17.99±4.81, öfke dışa puan ortalaması 16.15±4.33 olarak bulunmuştur.[17] Sürekli öfke puanı açısından bu araştırmanın bulgularıyla üniversite öğrencileriyle yapılan araştırmaların sonucu benzerlik gösterirken, öfke içte ve öfke dışa puanları açısından farklılık göstermektedir. Sürekli öfke düzeyi yüksek olan üniversite öğrencileriyle yapılan bir çalışmada, sürekli öfke puan ortalaması bilişsel tedavi öncesi 28.76±3.32, tedavi sonrası 21.44±4.82 olarak bulunmuştur.[18] Hipertansiyon hastalarının sürekli öfke düzeylerinin bu sonuçtan daha düşük olduğu görülmektedir. Hastaların öz-bakım gücü puan ortalaması [19] hipertansiyonlu hastaların öz103.87±19.31’dir. Düzöz bakım gücünü değerlendirmek amacıyla yaptığı çalışmada, öz-bakım gücü puan ortalamasını 100.04±17.62 olarak saptamıştır. Bakoğlu ve Yetkin’in[6] hipertansiyonlu hastalarda öz-bakım gücü ile ilgili çalışmasında ise, öz-bakım gücü puan ortalamasının 98.9±20.1 olduğu bulunmuştur. Bu sonuçların araştırmanın bu bulgusuyla paralellik gösterdiği görülmektedir.
Öz-bakım ölçeği kullanılarak yapılan diğer araştırma sonuçları ise şunlardır; Kara ve Akbayrak[20] tip II diabetes mellituslu hastalarla yaptığı araştırmasında, öz-bakım gücü puan ortalaması 100.77±19.00’dur. Araştırma kapsamına giren hastaların öz-bakım gücü puan ortalamalarının, tip II diabetes mellitusu olan hastaların puan ortalamaları ile de benzerlik göstermektedir. Ancak Fındık’ın[21] ampütasyon uygulanan hastaların öz-bakım gücünü incelediği çalışmasında, öz-bakım gücü puan ortalaması eğitim öncesi 80.91±14.33 olarak bulunmuştur. Bozkurt ve ark.nın[22] riskli gebelerde öz-bakım gücü ve sağlıklı yaşam biçimi davranışları ile ilgili araştırmasında, öz-bakım gücü puan ortalaması 85.17±27.29 olarak saptanmıştır. Hemodiyaliz hastalarıyla yapılan bir ça-
Bu araştırmada, hipertansiyonu olan hastaların sürekli öfke ve öfke ifade tarzı puan ortalamaları ile öz-bakım gücü puan ortalamaları arasındaki ilişki incelendiğinde, sürekli öfke, öfke içte ve öfke dışa puanları ile öz-bakım gücü puanı arasında negatif bir ilişki olduğu; başka bir anlatımla, sürekli öfke, öfke içte ve öfke dışa puanları artıkça öz-bakım gücünün azaldığı bulunmuştur. Öfke kontrol puanı ile öz-bakım puanı arasında ise pozitif bir ilişki olduğu; öfke kontrol puanı arttıkça öz-bakım gücünün de arttığı saptanmıştır. Ancak, sürekli öfke ve öfke ifade tarzı puanları ile öz-bakım gücü puanı arasındaki bu ilişkilerin güçlü olmadığı bulunmuştur.
Sonuç Bu araştırma sonucunda, araştırma kapsamına alınan hipertansiyonlu hastaların çoğunluğunu kadınların oluşturduğu, sürekli öfke, öfke içte ve öfke dışa puanlarının artıkça öz-bakım gücünün azaldığı, öfke kontrol puanının arttıkça öz-bakım gücünün de arttığı bulunmuştur. Bu sonuçlar doğrultusunda; - Öz-bakım gücü ile sürekli öfke, öfke içte ve öfke dışa puanları arasında negatif bir ilişki olduğu, öz-bakım gücü ile öfke kontrol puanı arasında ise pozitif bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Öz-bakım gücünün arttırılmasında, hastalar tarafından öfke kontrolünün amacının yani öfkenin nasıl uygun bir dille ifade edilebileceğinin bilinmesinin sağlanması, - Öfke kontrol puanı düşük, sürekli öfke ve öfke içe puanı yüksek olan hipertansiyon hastalarıyla öz-bakım uygulamalarını geliştirmelerine yönelik işbirliği sağlanması ve hastalara ihtiyaçları doğrultusunda eğitim verilmesi,
- Özellikle bastırılmış, içe yöneltilmiş öfkenin etkili olduğu esansiyel hipertansiyon hastalığı olan bireylere öfke ifadesi ve kontrolü konusunda eğitim verilmesi, - Hasta bakımının ve eğitiminin amacına ulaşabilmesi için, hipertansiyon hastalarıyla çalışan hemşirelere öfke konusunda hizmet içi eğitim verilmesi,
- Benzer araştırmaların farklı alanlarda, örneklemlerle ve daha geniş gruplarla, sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubu kullanılarak yapılması önerilebilir. Araştırmanın Sınırlılıkları
Hipertansiyon tanısının farkındalığı açısından en az altı ay önce tanı almış hastaların araştırma kapsamına alınması ve sekonder hipertansiyon tanısı almış hastaların araştırma kapsamına alınmaması araştırmanın sınırlılıklarını oluşturmaktadır.
SAVAŞAN A. Hipertansiyonu Olan Hastalarda Öfke ve Öz-bakım Gücü İlişkisi
Kaynaklar 1. Kearney PM, Whelton M, Reynolds K, Muntner P, et al. Global burden of hypertension: analysis of worldwide data. Lancet 2005;365(9455):217-23. 2. Altun B, Arici M, Nergizoğlu G, Derici U, et al. Prevalence, awareness, treatment and control of hypertension in Turkey (the PatenT study) in 2003. J Hypertens 2005;23:1817-23. 3. Bulut H, Kapucu S, Baybuğa MS. Acil polikliniğe başvuran yaşlı bireylerin acile başvuru nedenlerinin incelenmesi. Türk Hemşireler Dergisi 2003;55:15-20. 4. Atkinson L, Atkinson RC, Smith EE ve ark. Psikolojiye giriş (Çeviri Editörü: Alogan Y). 1. Baskı. Ankara: Arkadaş Yayınları; 1999. s. 495-501. 5. Özer AK. Sürekli öfke (SL-Öfke) ve öfke ifade tarzı (Öfke-Tarz) ölçekleri ön çalışması. Türk Psikoloji Dergisi 1994;9:26-34. 6. Bakoğlu E, Yetkin A. Hipertansiyonlu hastaların öz bakım gücünün değerlendirilmesi. C. Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2000;4:41-49. 7. Birol L. Hemşirelik Süreci: Hemşirelik Bakımında Planlı Yaklaşım. 3. basım. Ankara: Temmuz Matbaa ve Yayıncılık; 1997. 8. Spielberger CD. Manual for The State-Trait Anger Expression Scale (STAXI). Odessa, FL: Psychological Assessment Resources; 1988. 9. Nahcivan NO. A Turkish language equivalence of the Exercise of Self-Care Agency Scale. West J Nurs Res 2004;26:813-24. 10. Öner N. Türkiye’de kullanılan psikolojik testler. 3. basım. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları; 1997. s. 374-378, 441-442. 11. Erkek N, Özgür G, Gümüş AB. Hipertansiyon tanısı alan bireylerin sürekli öfke ve öfke ifade tarzları. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2006;10:918. 12. Güleç H, Sayar K, Topbaş M, Karkucak M, Ak İ. Fibromiyalji sendromu olan kadınlarda aleksitimi ve öfke. Türk Psikiyatri Dergisi 2004;15:191-8. 13. Engin E, Gültekin K, Coşkunol H, Horozoğlu N. Alkol ve madde bağımlılarında öfke duygusu ve kişilerarası ilişki tarzlarının değerlendirilmesi. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2006;22:211-223
17
14. Sayar K, Guzelhan Y, Solmaz M, Ozer OA, et al. Anger attacks in depressed Turkish outpatients. Ann Clin Psychiatry 2000;12:213-8. 15. Whiteside SP, Abramowitz JS. Obsessive–compulsive symptoms and the expression of anger. Cognitive Therapy and Research 2004;28:259-268. 16. Porter LS, Stone AA, Schwartz JE. Anger expression and ambulatory blood pressure: a comparison of state and trait measures. Psychosom Med 1999;61:454-63. 17. Martin RC, Dahlen ER. Irrational beliefs and the experience and expression of anger. Journal of Rational-Emotive & Cognitive-Behavior Therapy 2004;22:3-20. 18. Deffenbacher JL, Dahlen ER, Lynch RS, Morris CD, et al. An application of Beck’s Cognitive Therapy to general anger reduction. Cognit Ther Res 2000;24: 689-697. 19. Düzöz GT. Hipertansiyonlu hastalarda öz-bakım gücünün değerlendirilmesi. Hemşirelik Forumu Dergisi 2005;(Mart–Nisan):22-26. 20. Kara B, Akbayrak N. Tip II Diabetes Mellitus hastalarının öz-bakım gücü ile metabolik kontrol düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi. Hemşirelik Forumu Dergisi 2001;4:15-20. 21. Fındık ÜY. Ampütasyon uygulanan hastalarda eğitimin hastalığı değerlendirme ve öz-bakım gücü kazanma yetisine etkisi. Hemşirelik Forumu Dergisi 2001;4:48-56. 22. Bozkurt OD, Pelik A, Saydam BK, Öztürk H ve ark. Riskli gebelerde özbakım gücünün sağlıklı yaşam biçimi davranışlarına etkisinin incelenmesi. 3. Uluslararası–10. Ulusal Hemşirelik Kongresi Özet Kitabı 2005; İzmir. 23. Mollaoglu M. Perceived social support, anxiety and self-care among patients receiving hemodialysis. Dialysis and Transplantation 2006; March: 1-7. • 42.Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde poster bildiri olarak sunulmuştur (1-5 Kasım 2006, İstanbul). • Yüksek lisans tezinden üretilmiştir (Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006; Tez Danışmanı: Yard. Doç. Dr. Gönül ÖZGÜR).
18
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
Üniversite Sınavına Hazırlanan Bir Grup Öğrencinin Kendilik Algıları ve Ruhsal Belirtileri Arasındaki İlişki The Relationship between Self-Perception and Psychiatric Symptoms in a Group of Students Preparing for the University Entrance Examination Gül ÜNSAL BARLAS,1 Semra KARACA,1 Nevin ONAN,1 Özlem IŞIL2 ÖZET
SUMMARY
Amaç: Bu çalışmanın amacı, üniversite sınavına hazırlanan bir grup öğrencinin kendilik algıları ve ruhsal belirtileri arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkinin öğrencilerin yaş, cinsiyet, ebeveyn eğitim durumu, gelir düzeyi, okunan lise ve sınava giriş sayısı gibi değişkenlerle ilişkilerini incelemektir.
Objectives: The aim of this study was to determine the relationship between self-perception and psychiatric symptoms in a group of adolescents preparing for the university entrance examination with respect to variables such as age, gender, parents’ educational background, income level, type of school, and number of times the exam had been taken.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 161 dershane öğrencisi ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada bilgi formu, sosyal karşılaştırma ölçeği (SKÖ) ve kısa semptom envanteri (KSE) kullanıldı. Verilerin analizinde yüzdelik, varyans ve korelasyon analizi ve t-testi kullanıldı. Bulgular: Öğrencilerin SKÖ’den aldıkları toplam puan ortalaması 72.4±22.5 olarak bulundu. Bu puan kendilerini diğerleri ile karşılaştırdıklarında olumlu olarak algıladıklarını göstermektedir. KSE’den aldıkları puan ortalaması 79.2±45.65 iken, alt boyutlardan anksiyete 32.5±9.40, depresyon 30.4±8.93, olumsuz kendilik algısı 28.6±9.89, somatizasyon 22.1±6.98 ve hostilite 16.9±5.47 olarak bulundu. Puan ortalamalarına göre öğrencilerin ruhsal belirti sıklığının düşük olduğu söylenebilir. Değişkenler ile KSE puan ortalamaları karşılaştırıldığında sınava giriş sayısı ve gelir düzeyi ile ruhsal belirti sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu. Gelir düzeyi yükseldikçe ruhsal belirti sıklığının azaldığı belirlendi (F=7.81; p=.001). SKÖ ile KSE ve alt boyutları arasında istatistiksel olarak önemli derecede anlamlı negatif bir ilişki bulundu. Öğrencilerin olumsuz kendilik algısının ruhsal belirti sıklığını artırdığı belirlendi.
Methods: This study was conducted among 161 private tutoring students. Information Forms, Brief Symptom Inventory (BSI) and Social Comparison Scale (SCS) were used as data collection tools. Percentage method, variance, correlation analysis, and t-test were used to evaluate the data. Results: The average SCS score of the students was 72.4±22.5. This score indicates that students’ self-perceptions were positive when they compared themselves with peers. The BSI average score was 79.2±45.65, and sub-scale scores were as follows: anxiety 32.5±9.40, depression 30.4±8.93, negative self-perception 28.6±9.89, somatization 22.1±6.98, and hostility 16.9±5.47. The mental symptom frequency was low according to the average score results. When variables were compared with respect to BSI average scores, statistically significant differences were found in mental symptoms frequency according to the number of entries into the exams and income level. It was found that as income level increased, mental symptoms frequency decreased (F=7.81; p=0.001). A statistically significant high-level negative relationship was found between SCS and BSI and its subscales. The mental symptoms frequency increased with a negative self-perception of students.
Sonuç: Ergenin geleceğini etkileyen ve eleme esasına dayanan üniversite sınavına girecek öğrencilerin genel olarak kendilerini olumsuz algılamasalar da cinsiyet, sosyoekonomik değişkenler ve sınava tekrarlı girişlerin kendilik algısında olumsuzluğa neden olabileceği ve bu durumun ruhsal belirti sıklığını etkileyebileceği söylenebilir.
Conclusion: In general, students who take the elimination-based university examination, which affects an adolescent’s future, do not have negative self-perception; however, gender, socioeconomic variables and repetitive entries to the exam may cause negative perception and this in turn may affect mental symptom frequency.
Anahtar sözcükler: Adölesan; kendilik algısı; ruhsal belirtiler.
Key words: Adolescent; self-perception; mental symptoms.
Giriş Ergenlik, biyolojik, fiziksel, sosyal ve ruhsal açıdan birçok değişim ve gelişimin meydana geldiği, çocukluktan yetişkin1 Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, İstanbul 2
Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, İstanbul
İletişim (Correspondence): Yrd. Doç. Dr. Gül ÜNSAL BARLAS. e-posta (e-mail): gunsal@marmara.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(1):18-24 Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):18-24
liğe geçiş dönemi olarak tanımlanmaktadır.[1,2] Ergenlik çağı hızlı büyüme, cinsel dürtü artışı, kendiliğin henüz tam olgunlaşmamış olması, toplumsal yerin henüz kesinleşmemesi ve aileye bağımlılığın sürmesi gibi etkenlerle genellikle sorunlarla yüklü fırtınalı bir dönem olarak bilinir.[3] Ergenlik dönemi kendilik gelişimi açısından en önemli evrelerden biridir ve ruhsal gelişimin yalnızca bireysel değil, toplumsal açıdan da incelenmesini gerektirir. Ergenin kendilik algısı kişilik gelişiminde anahtar rol oynamaktadır. Kendilik algısının gelişiminde cinsel farklılığın algılanışı, ebeveyn, eğitimciler ve akranlarla ilişkilerden sağlanan geri bildirimler
ÜNSAL BARLAS G ve ark., Üniversite Sınavına Hazırlanan Bir Grup Öğrencinin Kendilik Algıları ve Ruhsal Belirtileri Arasındaki İlişki
önemlidir. Erken ergenlikte kendilik algısı büyük oranda sosyal karşılaştırmalara, benzerliklere, onaya, standart normlara ve kişilerarası ilişkilere bağlı olarak algılanırken, geç ergenlikte içselleştirilmiş toplumsal normlarla kişisel inançlar bütünleştirilmektedir.[3-9]
Ergenin arkadaş ve akran ilişkileri, sosyal becerilerinin ve yetişkinlik işlevlerinin (sorumluluk alma, rollere ilişkin davranışlara sahip olma v.b) gelişiminde kritik bir rol oynamaktadır.[10-13] Bu dönemde kendilik algısı, yani kim olduğuna ilişkin sorgulamalar ergenin kendini diğerleriyle karşılaştırmasına dayanmaktadır. Kendini değerlendirmede özellikle ilişkileri ve diğerlerinin onunla ilgili yargıları önemli olmaktadır.[14,15] Ergenlik döneminde arkadaşlık ilişkileri ergenin yakınlaşma, etkileşim, yeni sosyal ortamlara uyum sağlama ve sosyal becerilerini arttırma gibi nitelikler kazanmasında önemli bir yer tutmakta, aynı zamanda kendine saygısını ve güvenini de olumlu etkilemektedir. Ergenin sosyal ilişkilerindeki doyumu kendiliğini algılayışını olumlu yönde etkileyerek okul başarısına da katkı sağlamaktadır.[9,16]
Sağlıklı sosyal etkileşimler duygusal ve davranışsal gelişim için önemlidir. Ruh sağlığının değerlendirildiği ve tanısal sınıflamaların yapıldığı standartların büyük kısmı ergenlerin sosyal işlevlerde yetersizliklerini hastalık belirtisi olarak değerlendirmektedir. Sosyal işlevlerdeki yetersizlikler davranış bozukluklarına, depresif durumlara, alkol ve madde kullanımına, cinsel sorunlara ve akademik başarının düşmesine eşlik edebilmektedir.[9,10,13,17] Ergenlikte geleceğe ilişkin seçimler yapılması gündeme gelir. Meslek seçimi ve buna ilişkin eğitim olanaklarından yararlanabilme bu dönemin zorlu sınavlarındandır.[18,19]
Hemen her toplumda kişinin kim olduğu mesleği ile eş anlam taşır. Mesleksel kimliğin kazanılması için sağlanan eğitim ve iş olanakları ile ilgili sorunlar ergenin sıkıntılarının en belirgin yanını oluşturur.[3,4] Ülkemizde eğitim olanaklarının yetersizliği ve farklılıklar içermesi, üniversiteye girişin eleme sistemi üzerine kurulmuş olması ve sınava giren öğrencilerin çok azının (%30) örgün eğitim kurumlarına yerleşebilmesi öğrenciler için dönemin sorunlarına yeni yükler eklenmesi anlamına gelebilir. Geç ergenlik döneminde olan öğrenciler bu zorlu sürece hazırlanırken okula devam etmenin yanı sıra kurslara, özel derslere devam etmek durumunda kalırlar. Bu durum onların sosyal yaşamlarını olumsuz etkilemenin yanında aşırı bir yük oluşturabilir ve strese neden olabilir. Stres ise anksiyete ve depresif belirtiler başta olmak üzere pek çok ruhsal sıkıntıyla yakından ilgilidir.[20] Literatür bilgileri doğrultusunda çalışma varsayımı; üniversite sınavının yarattığı kaygı ve stresin öğrencilerin kendilik algısı ve ruhsal durumlarını olumsuz etkileyeceğidir. Bu çalışma üniversite sınavına hazırlanan bir grup öğrencinin
19
kendilik algıları ve ruhsal belirtilerinin değerlendirilmesi ve bazı değişkenler açısından incelemesi amacıyla planlanmış ve uygulanmıştır.
Gereç ve Yöntem Çalışma özel bir dershanede, üniversite sınavına hazırlanan öğrencilerle gerçekleştirilmiş tanımlayıcı bir araştırmadır. Katılımcılar
Araştırmanın evrenini üniversite sınavına hazırlık amacıyla özel bir dershaneye devam eden 295 öğrenci oluşturmuştur. Araştırma, evreni oluşturan öğrencilerden tanılanmış ruhsal bir hastalığı olmayan, çalışmaya katılmayı kabul eden, araştırmanın yapıldığı tarihte derslere devam eden 161 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya katılmayı reddedenler, devamsızlık yapanlar ve tanılanmış ruhsal bir hastalığı olanlar araştırmadan dışlanmıştır. Kullanılan Araçlar
Bilgi Formu: Araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda geliştirilmiş, demografik ve ailesel özellikleri, kendilik algısı ve ruhsal belirtileri etkileyebileceği düşünülen yaş, cinsiyet, ebeveyn eğitim durumu, gelir düzeyi, okunan lise, sınava giriş sayısı gibi bazı değişkenleri içermektedir. Bilgi formu çoktan seçmeli ve açık uçlu 10 itemden oluşmaktadır. Sosyal Karşılaştırma Ölçeği (SKÖ): Kişinin başkaları ile kıyaslandığında kendini çeşitli boyutlarda nasıl algıladığını ölçen 1-6 arası Likert tarzında puanlanan, ergen ve yetişkinlere bireysel ya da grup olarak uygulanabilen kendini değerlendirme ölçeğidir ve 18 maddeden oluşmaktadır. Ölçeğin cevaplanması için zaman sınırlaması yoktur. Ölçeğin puan ranjı 18-108 arasındadır ve alınan yüksek puanlar olumlu kendilik algısına, düşük puanlar ise olumsuz kendilik algısına işaret eder. Geçerlilik ve güvenirliği Şahin ve ark.[21] tarafından yapılan çalışmada ölçeğin cronbach alfa güvenilirlik katsayısı α .79 olarak bulunmuştur. Bu çalışma için SKÖ’nün iç tutarlılık kat sayısı α .95 olarak bulunmuştur. Kısa Semptom Envanteri (KSE): Ruhsal belirtileri tarayan, anksiyete, depresyon, olumsuz benlik, somatizasyon ve hostilite olmak üzere beş alt boyuttan ve 53 maddeden oluşan, Likert tipi kendini değerlendirme ölçeğidir. Puan ranjı 0-212 arasındadır. Ölçek, ergen ve yetişkin bireylere ve gruplara uygulanabilir. Ölçeğin cevaplanması için zaman sınırlaması yoktur. Ölçekten alınan toplam puanların yüksekliği bireyin belirtilerinin sıklığını gösterir. Ergenler için geçerlik ve güvenirliği Şahin ve ark.[22] tarafından yapılmış, alt ölçeklerin iç tutarlılık katsayılarının 70 (somatizasyon) ile .88 (depresyon) arasında, envanterin iç tutarlılık katsayısı ise .94 olarak bulunmuştur. Bu çalışma için KSE’nin iç tutarlık katsayısı ise α .97 olarak bulunmuştur.
20
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):18-24
Tablo 1. Öğrencilerin demografik özellikleri Demografik özellikler
Tablo 2. Öğrencilerin SKÖ ve KSE puan ortalamaları Sayı
Yüzde
Cinsiyet Kız Erkek
90 71
56 44
Mezun olunacak/olunan lise Lise Anadolu/Süper lise Meslek/Fen/Özel lise İmam hatip lisesi
110 28 13 10
68 18 8 6
Annenin eğitim durumu Okuryazar İlkokul Ortaokul Lise Üniversite
32 72 15 25 17
20 45 9 15 11
Babanın eğitim durumu Okuryazar İlkokul Ortaokul Lise Üniversite
7 67 23 31 33
4 42 14 19 21
Ekonomik durum algısı Yeterli Kısmen yeterli Yetersiz
62 74 25
39 46 15
Sınava giriş sayısı İlk İki Üç ve ↑
55 80 26
34 50 16
İstenilen bölüm Sosyal TM Sayısal Diğer
31 60 53 17
19 37 33 11
İşlem Çalışmanın yapılacağı dershaneden kurum izni alınmıştır. Araştırmaya başlarken öğrencilerin çoğunun dershanede olduğu düşünülen sınav dönemi seçilerek, öğrencilere sınıf ortamında araştırmanın amacı anlatılmış ve aydınlatılmış onam alınmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden öğrencilere veri toplama araçları dağıtılmıştır. Katılımcılar sınıf ortamında, gözlem altında ve zaman sınırlaması olmaksızın bilgi formu ve ölçekleri cevaplandırmışlardır. İstatistiksel Değerlendirme Veriler bilgisayar ortamında yüzdelik, varyans analizi, Pearson korelasyon analizi ve t-testi kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular Sosyodemografik ve ailesel özellikler ile ilgili veriler Katılımcıların yaş ortalaması 18.5±1.24’tir ve %55.9’u kız öğrencidir. Öğrencilerin %68.3’ü liseden mezun olmuş/ olacak ve %49.7’sinin sınava ikinci girişleridir. Annelerin
Ölçekler Sosyal karşılaştırma ölçeği (SKÖ) Kısa semptom envanteri (KSE) Anksiyete alt boyutu (AAB) Depresyon alt boyutu (DAB) Olumsuz benlik alt boyutu (OBAB) Somatizasyon alt boyutu (SAB) Hostilite alt boyutu (HAB)
X
SD
72.42 79.28 32.50 30.41 28.62 22.11 16.90
22.56 45.65 9.40 8.93 9.89 6.98 5.47
(%44.7) ve babaların (%41.6) büyük bir çoğunluğunun ilkokul mezunu olduğu, %46’sının gelirlerinin kısmen yeterli olduğu bulunmuştur. Öğrencilerin %37’si Türkçe-Matematik (TM) puanıyla öğrenci alan bir bölüme girmeyi istediklerini belirtmiştir (Tablo 1).
Kendilik algısı ile ilgili veriler Öğrencilerin SKÖ’den aldıkları toplam puan ortalaması 72.4±22.5 olarak bulunmuş olup, puanın yüksek olması kendilerini diğerleri ile karşılaştırdıklarında olumlu olarak algıladıklarını göstermektedir (Tablo 2). Cinsiyete göre bakıldığında; kızların erkeklere göre kendilerini daha olumsuz algıladıkları (t=1.96; p=.02) bulunmuştur (Tablo 3).
Annenin eğitim durumu ile öğrencilerin kendilik algısı karşılaştırıldığında; annenin eğitim durumu yükseldikçe SKÖ’den alınan toplam puanın düştüğü ve anne eğitim durumu ile kendilik algısı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu belirlenmiştir (F=3.25; p=.01). Yapılan ileri analizde (Tukey HSD testi) bu farklılığın annesi okur-yazar olanlar ile üniversite mezunu olanlar arasında olduğu belirlenmiştir. Ailenin gelir düzeyinin yeterli olduğunu belirten öğrencilerin yetersiz olanlara göre kendilerini daha olumlu algıladıkları ve aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu bulunmuştur (F=7.36; p=.001) (Tablo 3).
Sınava giriş sayısı ile SKÖ puan ortalamaları karşılaştırıldığında sınava ilk kez girenlerin iki ve daha çok girenlere göre kendilerini daha olumlu algıladıkları ve aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu belirlenmiştir (F=4.45; p=.013) (Tablo 3). Çalışmada incelenen yaş, mezun olunan/olunacak okulun tipi, babanın eğitim durumu, ailenin gelir durumu ve tercih edilen bölüm değişkenleri ile SKÖ ve KSE puan ortalamaları arasında anlamlı farklılık bulunamamıştır.
Ruhsal belirtiler ile ilgili veriler KSE’den aldıkları puan ortalaması 79.2±45.65 iken alt boyutlardan anksiyete 32.5±9.40, depresyon 30.4±8.93, olumsuz benlik algısı 28.6±9.89, somatizasyon 22.1±6.98
21
ÜNSAL BARLAS G ve ark., Üniversite Sınavına Hazırlanan Bir Grup Öğrencinin Kendilik Algıları ve Ruhsal Belirtileri Arasındaki İlişki
Tablo 3. Cinsiyet, gelir durumu ve sınava giriş sayısına göre SKÖ ve KSE puan ortalamaları SKÖ X SD
KSE X SD
AAB X SD
DAB X SD
OBAB X SD
SAB X SD
HAB X SD
Cinsiyet
Kız Erkek
76.32±19.6 69.34±24.2 t=1.96 p=.028
76.18±47.3 83.21±43.4 t=0.96 p=.572
32.21±9.7 32.87±9.0 t=0.44 p=.260
29.65±8.9 31.38±8.8 t=1.21 p=.902
28.62±10.6 28.63±8.9 t=0.007 p=.020
21.23±6.9 23.22±6.9 t=1.81 p=.399
16.95±5.5 16.84±5.3 t=0.12 p=.994
Gelir durumu
Yeterli Kısmen Yetersiz
79.33±19.2 70.78±21.6 60.12±26.9 F=7.36 p=.001
62.61±39.9 87.10±45.0 97.48±49.1 F=7.81 p=.001
29.09±8.1 33.93±9.4 36.72±9.6 F=8.10 p=.000
27.46±9.2 32.09±8.4 32.76±7.8 F=5.88 p=.003
23.72±8.4 31.17±9.2 33.24±10.5 F=15.0 p=.000
19.50±5.9 22.93±6.6 26.16±8.1 F=10.0 p=.000
15.95±5.0 17.40±5.3 17.80±6.6 F=1.59 p=.206
Sınava giriş sayısı
İlk İki Üç ve ↑
78.61±18.9 71.07±21.5 63.46±28.8 F=4.45 p=.013
64.54±41.7 85.38±44.7 91.69±50.0 F=4.75 p=.010
29.38±8.9 34.01±9.1 34.46±9.8 F=4.85 p=.009
27.94±8.4 31.38±8.9 32.65±9.1 F=3.50 p=.033
25.90±9.2 29.82±9.7 30.69±10.7 F=3.31 p=.039
20.96±6.2 22.68±7.1 22.76±7.8 F=1.13 p=.325
15.05±4.8 17.57±5.4 18.76±5.7 F=5.55 p=.005
ve hostilite 16.9±5.47 olarak bulunmuştur (Tablo 2). Puan ortalamalarına göre öğrencilerin ruhsal belirti sıklığı düşüktür. Sosyodemografik değişkenler ile KSE puan ortalamaları karşılaştırıldığında; cinsiyet, sınava giriş sayısı ve gelir düzeyi ile ruhsal belirti sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler bulunmuştur.
KSE’nin olumsuz benlik alt boyutunda cinsiyet açısından bakıldığında kız ve erkek öğrenciler arasında anlamlı farklılık bulunmuş olup (t=0.007; p=.02), erkeklerin olumsuz benlik alt boyut puanları daha yüksektir (Tablo 3). Gelir düzeyi yükseldikçe KSE’nin alt boyutlarından hostilite hariç olmak üzere tüm ruhsal belirtilerin sıklığının azaldığı belirlenmiştir (F=7.81; p=.001).
Sınava giriş sayısı arttıkça belirti sıklığının arttığı (F=4.75; p=.01), sınava üç ve daha fazla giren öğrencilerin anksiyete (F=4.85; p=.009), depresyon (F=3.50; p=.03), olumsuz benlik algısı (F=3.31; p=.03), hostilite (F=5.55; p=.005) alt boyut puan ortalamalarının anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur (Tablo 3). Tablo 4. SKÖ ve KSE arasındaki korelasyonlar SKÖ SKÖ KSE toplam AAB DAB OBAB SAB HAB
KSE
(AAB)
(DAB)
(OBAB)
-.53** -.54** -.47** -.56** -.43** -.33**
.94** .93** .89** .86** .80**
.85** .88** .80** .72**
.83** .77** .70**
Pearson korelasyon analizi; **p<.01.
(SAB)
.75** .64**
(HAB)
.64**
Kendilik algısı ve ruhsal belirtiler arasındaki ilişki Tablo 4’te görüldüğü gibi, SKÖ ile KSE ve alt boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif bir ilişki bulunmuştur (r= -.53, r= -.54, r= -.47, r= -.56, r= -.43, r= -.33). Bu ilişki öğrencilerin kendilik algısı ve ruhsal belirti sıklığı arasında negatif bir ilişki olduğunu göstermektedir.
Tartışma Ergenlik çağı hızlı büyüme, cinsel dürtü artışı, kendiliğin henüz tam olgunlaşmamış olması, toplumsal yerin henüz kesinleşmemesi, aileye bağımlılığın sürmesi gibi etkenlerle genellikle fırtınalı bir dönem olarak bilinir.[3]
Ergenlerin nitelikli aile ve akran ilişkilerine sahip olmaları ve kendilerini olumlu algılamaları duygusal ve davranışsal problemlerle baş etmelerini kolaylaştırmaktadır. Ergenler fiziksel ve ruhsal değişimlerin yoğun olarak yaşandığı bu dönemde önemli bir sosyal değişim olan meslek seçmek için bir sınava girmek durumundadır. Sosyal değişimler hakkında olumlu beklentileri olanlar ve kişisel ilişkilerinde kendilerini yeterli algılayanlar daha az ruhsal sıkıntı yaşamaktadır. [23] Akademik başarıyla biçimlenen akademik kendilik kavramı; sosyal, duygusal ve fiziksel kendilik kavramlarıyla birlikte genel kendilik algısını oluşturmaktadır.[24] Ülkemizde akademik başarının temel göstergelerinden biri de üniversite sınavıdır. Sınavda başarılı olmak öğrencinin diğerleri ile karşılaştırdığında kendini nasıl algıladığını değiştirebilecek ve bu durum onun iyilik halini etkileyebilecektir.
Öğrencilerin SKÖ’den aldıkları toplam puan ortalaması 72.4±22.5 olarak bulunmuş olup, puanın yüksek olması kendilerini diğerleri ile karşılaştırdıklarında olumlu olarak algıladıklarını göstermektedir. Ülkemizde tüm öğrencilerin aynı sınava girmekle ilgili olarak benzer sıkıntılar yaşadıkları göz
22
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):18-24
önüne alındığında, kendilerini diğerleriyle karşılaştırdıklarında olumsuz algılamamalarına neden olduğu düşünülebilir.
Sınava giriş sayısı ile SKÖ puan ortalamaları karşılaştırıldığında sınava ilk kez girenlerin iki ve daha çok girenlere göre kendilerini daha olumlu algıladıkları bulgulanmıştır (F=4.45; p=.013). Literatürde ergenin kendini yeterli ve olumlu algılayışı ile akademik başarı arasında pozitif bir ilişkinin olduğu, aynı zamanda akademik başarının yükselmesinin olumlu kendilik algısına katkıda bulunduğu belirtilmektedir.[24] Ireson ve Hallam[24] yaptıkları çalışmada öğrencilerin okulda başarılı olmalarının kendilik algısını yükselttiğini bulmuşlardır. Bu bilgilerin ışığında sınava ilk kez girenlerin başarısızlık yaşamadıkları ancak iki ve daha çok girenlerin başarısızlık duygusu ile sınava hazırlandıkları düşünüldüğünde, ilk kez girenlerin kendilerini olumlu algılamaları beklenen bir sonuçtur.
Cinsiyete göre bakıldığında kızların erkeklere göre kendileri daha olumsuz algıladıkları (t=1.96; p=.02) bulunmuştur. Ülkemizde kızların pasif olmaya, söylenene itaat etmeye, ailesinin onun için uygun bulduğu biçimde yaşamaya; erkeklerin ise otoriter, soğukkanlı, kendine güvenli olmaya yönlendirilmekte olduğu literatürde bildirilmektedir.[15,25] Ayrıca kültürümüzde ailelerin erkeklerin gelecekte kendilerine bakacaklarına ve ekonomik destek olacaklarına ilişkin inanışları, erkeklere eğitim olanakları konusunda daha çok destek vermelerine neden olabilmektedir.[15,26] Kız ergenlerin kendilerini diğerleriyle karşılaştırarak daha başarılı olmak istedikleri ve kişiler arası ilişkilere daha yüksek beklentiler koydukları, ayrıca daha yüksek düzeyde anksiyete ve fiziksel belirtiler deneyimledikleri bildirilmektedir.[20] Bu anlamda kız ergenlerin sınavda diğerlerinden daha başarılı olmaya ilişkin beklentilerinin ve toplumun kendilerinden beklediklerine karşı çıkabilme arzularının kendilerini olumsuz algılamalarına neden olduğu düşünülebilir. Çalışmada annenin durumu ile öğrencilerin kendilik algısı karşılaştırıldığında; annenin eğitim durumu yükseldikçe SKÖ’den alınan toplam puanın düştüğü ve anne eğitim durumu ile kendilik algısı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu belirlenmiştir (F=3.25; p=.01). Toplumumuzda geleneksel aile yapısından çekirdek aile yapısına doğru bir değişim görülmekle birlikte, bu aile yapısında da baba etkisinin anne ile birlikte devam ettiği görülebilmektedir. Anne-baba merkezli aile içerisinde anne-baba-çocuk iletişiminde çocukların kendi başlarına kararlar almalarına, sorumluluk yüklenmelerine, seçimler yapmalarına, aile içi kararlara katılmalarına belli ölçüde sınırlamalar getirilebilmektedir. Çocuklar büyümekte ve gelişmekte olan bir birey olarak değil, anne baba güdümünde, bağımlı ve onlarsız olmayan, edilgen kişiler olarak algılanırlar. Böyle bir ortamda yetişen çocuk gençliğinde ve yetişkinliğinde demokratik davranışlar gösteremediği gibi, geleceğini etkileyebilek bir sınavda da kaygısı yüksek olabilecektir.[24,27-33] Üstün ve Yılmaz’ın “Üniversite öğrencilerinin aile içi demokrasi ile ilgili görüşlerinin cinsiyet ve anne-baba eğitim düzeyine göre değerlendirilmesi” konulu çalışmalarında, annesi yüksek okul ve üniversite mezunu olan öğrencilerin çocuğu anne-baba güdümünde, onlara bağımlı, edilgen bireyler olarak gördüklerini bulmuşlardır. Bu bulgu çalışma bulgumuzla benzerlik göstemektedir.[31]
Ailesinin gelir düzeyinin yeterli olduğunu belirten öğrenciler kendilerini daha olumlu algılamaktadır (F=7.36; p=.001). Ailenin düşük sosyoekonomik durumda olması katı kurallar koymalarına ve çocuklarının bu kurallara daha sıkı bir biçimde uymalarına ilişkin beklentiler geliştirmelerine neden olabilmektedir.[27,28]
Öğrencilerin KSE’den aldıkları puan ortalaması 79.2±45.65 iken, alt boyutlardan anksiyete 32.5±9.40, depresyon 30.4±8.93, olumsuz benlik algısı) 28.6±9.89, somatizasyon 22.1±6.98 ve hostilite 16.9±5.47 olarak bulunmuştur. Puan ortalamalarına göre öğrencilerin ruhsal belirti sıklığının düşük olduğu söylenebilir.
Değişkenler ile KSE puan ortalamaları karşılaştırıldığında sınava giriş sayısı ve gelir düzeyi ile ruhsal belirti sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Gelir düzeyi yükseldikçe ruhsal belirti sıklığının azaldığı belirlenmiştir (F=7.81; p=.001). Literatürde de sosyoekonomik durumun ruh sağlığı açısından bir risk faktörü olduğu bildirilmektedir.[3,34] Şahin ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada düşük sosyoekonomik düzeyin ergenlerde ruhsal belirti sıklığını arttırdığını bulması çalışma bulgusunu destekler niteliktedir.[22] Çam ve Erkorkmaz’ın üniversite öğrencileri ile yaptıkları çalışmada eğitim masraflarını karşılamakta zorluk çektiğini belirten öğrencilerin, zorluk çekmediklerini belirtenlere oranla anlamlı düzeyde daha yüksek depresif belirti düzeyleri gösterdiklerini bulmaları çalışmamız bulguları ile paralellik göstermektedir.[35]
Sınava giriş sayısı arttıkça belirti sıklığının arttığı (F=4.75; p=.01), sınava üç ve daha fazla giren öğrencilerin anksiyete (F=4.85; p=.009), depresyon (F=3.50; p=.03), olumsuz benlik algısı (F=3.31; p=.03) ve hostilite (F=5.55; p=.005) alt boyut puan ortalamalarının anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur. KSE’nin olumsuz benlik alt boyutunda cinsiyet açısından bakıldığında kız ve erkek ergenler arasında anlamlı farklılık bulunmuş olup (t=0.007; p=.02), erkek ergenlerin olumsuz benlik belirti puanları daha yüksektir. Ergenlerle KSE kullanılarak yapılan çalışmalarda cinsiyete göre alt boyutlarda farklı sonuçlar bulunduğu, buna kız ve erkek ergenlerin farklı sorunlar yaşamaları ve ana baba tutumlarındaki farklılıkların neden olabileceği bildirilmiştir.[22] Çalışmada cinsiyete göre KSE’nin depresyon, somati-
ÜNSAL BARLAS G ve ark., Üniversite Sınavına Hazırlanan Bir Grup Öğrencinin Kendilik Algıları ve Ruhsal Belirtileri Arasındaki İlişki
zasyon, anksiyete ve hostilite alt boyutları arasında anlamlı farklılıklar bulunmamıştır. Kapi ve ark.[36] farklı kültürdeki ergenlerle yaptıkları çalışmada kızların erkeklerden daha çok anksiyete ve depresyon belirtileri gösterdiklerini bulmuşlardır. Tüm ruhsal bozukluklar genelde kadınlarda erkeklerden daha fazladır. Kadınlarda özellikle nevrozlar, psikosomatik hastalıklar, depresif bozukluklar, uyku bozuklukları, depresyonda kronikleşme oranları daha yüksektir.[34,37,38] Çalışma bulgusunda cinsiyete göre farklılık olmaması, örneklemin tamamında ruhsal belirti sıklığının düşük olması, öğrencilerin benzer ailesel özellikler ve sosyoekonomik durumda olmaları, ailelerin aynı bölgede yaşamaları ile açıklanabilir. SKÖ ile KSE ve alt boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif bir ilişki bulunmuştur. Öğrencilerin olumlu kendilik algısının ruhsal belirti sıklığını etkilediği belirlenmiştir. Şahin ve ark.[21] ergenlerle yaptığı çalışmada SKÖ ve KSE arasında anlamlı negatif ilişki bulmuşlardır. SKÖ ve KSE karşılaştırmasına ilişkin çalışma bulguları literatürle paralellik göstermektedir. Sonuç olarak, öğrencilerin geleceğini etkileyen ve eleme esasına dayanan üniversite sınavına girecek olmaları, genel olarak kendilerini başkaları ile karşılaştırdıklarında olumsuz algılamasalar da cinsiyet, sosyoekonomik değişkenler ve sınava tekrarlı girişlerin kendilik algısını olumsuz etkilediği ve bu durumun ruhsal belirti sıklığını da etkilediği söylenebilir.
Geç ergenlik dönemine denk düşen ve tüm hayatlarını etkileyebilecek olan meslek seçiminde oldukça büyük bir rol oynayan üniversite sınavına hazırlanan öğrencilere yönelik çalışmalar yapılarak, belirlenen sorun alanları çerçevesinde koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin uygulanması ve bu hizmetlerde psikiyatri hemşirelerinin aktif bir şekilde yer alması önerilebilir.
Kaynaklar 1. Kulaksızoğlu A. Ergenlik psikolojisi. 1. basım. İstanbul: Remzi Kitabevi; 1998. s. 11-79. 2. Yılmazer T. Adölesan sağlığı ve gelişimi. 46. Pediatri Kongresi (15-19 Ekim 2002), Tam Metin Kitabı. Mersin: 2002. 3. Öztürk O. Psikanaliz ve psikoterapi. 3. basım. Ankara: Bilimsel Tıp Yayınevi; 1998. 4. Sayıl M. İnsanın gelişimi: Yaşam boyu gelişim. İçinde: Güleç C, Köroğlu E, editör. Psikiyatri temel kitabı. Cilt I, Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 1997. s. 127-49. 5. Hines AR, Paulson SE. Parents’ and teachers’ perceptions of adolescent storm and stress: relations with parenting and teaching styles. Adolescence 2006;41:597-614. 6. Beitel M, Ferrer E, Cecero JJ. Psychological mindedness and awareness of self and others. J Clin Psychol 2005;61:739-50. 7. Hay I, Ashman AF. The development of adolescents’ emotional stability and general self-concept: The interplay of parents, peer and gender. International Journal of Disabilty Development and Education 2003;50:77-87. 8. Özbay HM, Örsel S, Akdemir A, Cinemre B. Ergenlerde kendilik algısı ile psikopatoloji arasında bağıntı var mı? Türk Psikiyatri Dergisi 2002;13:179-86. 9. Karaca S. Görme engelli ergenlerin saptanan gereksinimlerine yönelik
23
geliştirilen eğitim programının etkinliğinin değerlendirilmesi. [Yayınlanmış Doktora Tezi] Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2006. 10. Inglés CJ, Hidalgo MD, Xavier Méndez F, Inderbitzen HM. The Teenage Inventory of Social Skills: reliability and validity of the Spanish translation. J Adolesc 2003;26:505-10. 11. Kipke MD. Adolescent development and the biology of puberty: Summary of a workshop on new research. Washington D.C.: National Academy Press; 1999. 12. La Greca AM, Lopez N. Social anxiety among adolescents: linkages with peer relations and friendships. J Abnorm Child Psychol 1998;26:83-94. 13. Nisha D. Multidisciplinary handbook of child and adolescent mental health for front line professionals book. London: Jessica Kingsley Publishers; 2001. 14. Vartanova II. Study of the personality of adolescents in learning activity. Russian Social Science Review 2007;48:47-56. 15. Tezcan M. Eğitim sosyolojisi. 10. basım, Ankara: Feryal Matbaacılık; 1996. s. 34-50. 16. Aikins JW, Bierman KL, Parker JG. Navigating the transition to junior high school: the ınfluence of pre-transition friendship and self-system characteristics. Social Development 2005;14:42-60. 17. Hansen DJ, Nangle DW, Meyer K. Enhancing the effectiveness of social skills interventions with adolescents. Education & Treatmenth of Children 1998;21:489-504. 18. Hutto MD, Thompson AR. Counselling college students with visual impairments in preparation for employment. Re:View 1995;27:29-36. 19. Mezack K. A specialized approch to job readiness training. American Rehabilitation 1995;21:29-32. 20. Melman S, Little SG, Akin-Little KA. Adolescent overscheduling: the relationship between levels of participation in scheduled activities and selfreported clinical symptomology. The High School Journal 2007;18-30. 21. Şahin, NH, Durak, A. Şahin, N. Sosyal karşılaştırma ölçeği: Bilişseldavranışçı terapilerde değerlendirme. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları; 1993. 22. Şahin NH, Batıgün AD, Uğurtaş S. Kısa Semptom Envanteri (KSE): Ergenler için kullanımının geçerlik, güvenilirlik ve faktör yapısı. Türk Psikiyatri Dergisi 2002;13:125-35. 23. Bertera EM. The role of positive and negative social exchanges between adolescents, their peers and family as predictors of suicide ideation. Child Adolesc Soc Work J 2007;24:523-38. 24. Ireson J, Hallam S. Academic slf-concepts in adolescence: Relations with achievement and ability grouping in schools. Learning and Instruction 2009;19:201-13. 25. Uçar MA. Aile içi şiddet ve aile koruma yasası. Ankara: Yetkin Yayınları; 2003. s. 77-85. 26. Cakir SG, Aydin G. Parental attitudes and ego identity status of Turkish adolescents. Adolescence 2005;40:847-59. 27. Aavik A, Aavik T, Kõrgesaar J. Parenting practices and personal values: comparison between parents of institutionalized and non-institutionalized adolescents. Trames 2006;10:44-56. 28. Pinquart M, Silbereisen RK. Transmission of values from adolescents to their parents: the role of value content and authoritative parenting. Adolescence 2004;39:83-100. 29. Şahin H, Günay T, Batı H. İzmir ili Bornova ilçesi lise son sınıf öğrencilerinde üniversiteye giriş sınavı kaygısı. Sted 2006;15:107-13. 30. Deplanty J, Coulter-Kern R, Duchane KA. Perceptions of parent involvement in academic achievement. The Journal of Educational Research 2007;100:361-8. 31. Üstün A, Yılmaz M. Üniversite öğrencilerinin aile içi demokrasi ile ilgili görüşlerinin cinsiyet ve anne-baba eğitim düzeyine göre değerlendirilmesi. Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi (KEFAD) Cilt Sayı 2008;9:77-90. 32. Dönmezer İ. Ailede iletişim ve etkileşim. 2. basım, İstanbul: Sistem Yayıncılık; 2000. s. 3-50.
24
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):18-24
33. Gençtan E. Çağdaş yaşam ve normal dışı davranışlar. 1. basım, İstanbul: Remzi Kitabevi; 1989. 34. Doğan O. Ruhsal bozuklukların epidemiyolojisi-II. Sivas: Phizer İlaçları A.Ş.; 1996. 35. Çam ÇF, Erkorkmaz Ü. Üniversite öğrencilerinde depresif belirtiler ve umutsuzluk düzeyleri ile ilişkili etmenler. Nöropsikiyatri Arşivi 2008;45:122-9. 36. Kapi A, Veltsista A, Sovio U, Järvelin MR, et al. Comparison of self-reported emotional and behavioural problems in adolescents from Greece and Finland. Acta Paediatr 2007;96:1174-9.
37. Güleç C. Toplum ruh sağlığı açısından psikiyatrik epidemiyoloji. İçinde: Bertan M, Güler Ç, editör. Halk sağlığı temel bilgiler. Ankara: Güneş Kitabevi; 1995. s. 442-55. 38. Rezaki GB, Rezaki M. Bir sağlık ocağına başvuran hastalarda ruhsal sorunlar. Bir yıllık izleme çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi 1996;7:83-91.
• 43. Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde poster bildiri olarak sunulmuştur (23-27 Ekim 2007, İstanbul).
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
25
Evde ve Yurtta Kalan Üniversite Öğrencilerinde Yaşam Doyumu Life Satisfaction of University Students Living at Home or in the Dormitory Gönül ÖZGÜR,1 Aysun BABACAN GÜMÜŞ,2 Banu DURDU1
ÖZET
SUMMARY
Amaç: Bu araştırmanın amacı, evde ve yurtta kalan üniversite öğrencilerinde yaşam doyumunu incelemektir.
Objectives: The purpose of this study was to investigate life satisfaction of university students living at home or in the dormitory.
Gereç ve Yöntem: Araştırmaya katılmayı kabul eden 100’ü evde, 100’ü yurtta kalan 200 öğrenci araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veriler, Öğrenci Tanıtıcı Bilgi Formu ve Yaşam Doyumu Ölçeği (YDÖ) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde dağılımı, “t” testi, varyans analizi ve Duncan testi kullanılmıştır.
Methods: One hundred students living at home and 200 students residing in a dormitory who accepted to be involved in this research were the sample of the study. Data were collected by Student Introductory Information Form and Life Satisfaction Scale (LSS). Data were analyzed using number, percentage distribution, Student’s t test, variance analysis, and Duncan test.
Bulgular: Öğrencilerin %80’i evde kalmaktan, %17’si yurtta kalmaktan “memnun” olduğunu belirtmiştir. YDÖ puan ortalaması evde kalan öğrencilerde 27.66±6.19, yurtta kalan öğrencilerde 25.14±6.07 olarak bulunmuş, aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (t=-2.917, p<0.01). Evde kalan öğrencilerin yaşam doyumunda algılanan ekonomik durum, evde kalmaktan memnun olma durumu, ruhsal sağlık algısı ve yaşam kalitesi algısı etkili bulunurken, yurtta kalan öğrencilerin yaşam doyumunda algılanan ekonomik durum, yurtta kalmaktan memnun olma durumu, fizik ve ruhsal sağlık algısı, kişilerarası ilişki algısı ve yaşam kalitesi algısı etkili bulunmuştur.
Results: Eighty percent of the students were satisfied with living at home and 17% were satisfied with living in a dormitory. The mean LSS for students staying at home was 27.66±6.19 and for those living in a dormitory was 25.14±6.07, and the difference between the two groups was significant (t=-2.917, p<0.01). With respect to life satisfaction for those living at home, perception of economic status, satisfaction with living at home, and perceptions of mental health and life quality were determined to be the effective factors. With respect to life satisfaction of the students residing in a dormitory, perception of economic status, satisfaction with residing in a dormitory, and perceptions of physical and mental health, interpersonal relations and life quality were determined to be the effective factors.
Sonuç: Ekonomik durumunu, fiziksel ve ruhsal sağlığını, kişilerarası ilişkilerini, yaşam kalitesini “kötü” olarak değerlendiren, evde veya yurtta kalmaktan memnun olmayan öğrencilerin yaşam doyumunun daha düşük düzeyde olduğu saptanmıştır. Bu doğrultuda öğrencilerin fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik yönden desteklenmesi ve öğrenciler için uygun yaşam ortamlarının oluşturulması önerilmiştir. Anahtar sözcükler: Ev; üniversite öğrencisi; yaşam doyumu; yurt.
Giriş Yaşam kalitesi birçok yayın ve akademik çalışmada belirtilmesine karşın, öznel, dinamik ve çok yönlü özellikler taşıması nedeniyle tanımlanması güç bir kavramdır. Genel anlamda bireysel “iyi oluş” anlamına gelen yaşam kalitesi, çok boyutlu bir kavram olarak sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve kültü1 Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, İzmir 2 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Çanakkale
İletişim (Correspondence): Yrd. Doç. Dr. Aysun BABACAN GÜMÜŞ. e-posta (e-mail): aysungumus@comu.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(1):25-32 Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):25-32
Conclusion: Students who assess their economic status, physical and mental health, interpersonal relations, and life quality as “bad”, and who are not satisfied with staying at home or in a dormitory have a lower level of life satisfaction. As a result, it is suggested that students should be supported in terms of physical, mental, social, and economic aspects, and a suitable living environment should be provided for them. Key words: Home; university student; life satisfaction; dormitory.
rel etmenleri kapsamaktadır.[1-3] Literatür incelendiğinde, yaşam kalitesi kavramının farklı şekillerde tanımlandığı görülmektedir. Yaşam kalitesi, bireyin kendi yaşamına bakış açısı olarak değerlendirilmekte ve yaşam doyumu, yaşam memnuniyeti, iyi oluş, yaşam koşulları, mutluluk gibi kavramlarla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.[4,5] Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, yaşam kalitesinin kapsamında, insanların fiziksel fonksiyonları, psikolojik durumları, aile içinde ve dışındaki sosyal ilişkileri, çevreyle etkileşimleri ve inançları vardır.[6] Yaşam doyumu ise genel iyilik duygusunun ve yaşam kalitesinin en önemli belirleyicilerinden biridir ve bireyin kendi seçtiği niteliklere dayanan yaşam kalitesi ve iyilik hali yargısını içermektedir.[7-10] Başka bir anlatımla, bireyin kendi yaşamını çeşitli ölçütlere göre yargılamasına dayanan bilişsel bir değerlendirmedir. Yaşam doyumu, genel olarak kişinin tüm
26
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):25-32
yaşamını ve bu yaşamın çeşitli boyutlarını içermekte; yaş, cinsiyet, sağlık, iş yaşamı, ekonomik durum, eğitim düzeyi, din, evlilik, sosyal destek ve çevresel koşullar gibi birçok faktörden etkilenmektedir.[9,11-15]
2006 eğitim-öğretim yılı bahar yarıyılında okuyan öğrenciler oluşturmuştur. Çalışma evreninin tümüne ulaşmak hedeflenmiş ancak araştırmacı sayısındaki yetersizlik, zaman ve mali kısıtlılıklar nedeniyle evrenin tümüne ulaşmak mümkün olmamış ve çalışmanın Mart-Mayıs 2006 tarihleri arasında, Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde yapılmasına karar verilmiştir. Araştırmanın Ege Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde yapılmasının amacı, farklı bölümlerde okuyan öğrencilere kolayca ulaşabilmek ve öğrencilerin anket formlarını sessiz ve sakin bir ortamda doğru olarak doldurabilmelerini sağlamaktır. Bu doğrultuda örneklem yukarıdaki tarihler arasında olasılıksız örnekleme yöntemiyle seçilen 100’ü evde, 100’ü yurtta kalan 200 öğrenciden oluşmuştur.
Yaşam doyumu, her yaş grubunda olduğu gibi üniversite öğrencileri için de önemli bir konudur. Üniversiteyi kazanan öğrencilerin çoğu, yaşadığı yerden farklı bir şehirde bir okul kazanmaktadır. Bu durum öğrencilerin yeni bir yaşama uyum sağlamalarını gerektirmekte ve pek çok gencin yaşamında önemli değişikliklere ve biyopsikososyal sorunlara yol açmaktadır.[9,16,17] Üniversite yaşamında öğrencilerin en önemli ve ilk karşılaştıkları sorun ise genellikle “barınma” problemi olmaktadır.[18]
Üniversite öğrencilerinin büyük çoğunluğu öğrenimleri süresince ailelerinden ayrı olarak ya evde, ya da bir öğrenci yurdunda kalmaktadır. Yurtlar, genellikle çok sayıda öğrencinin kaldığı büyük binalardır ve genellikle kampüse yakın olması, eve göre daha rahat bir hareket ortamı sağlaması ve öğrencilerle sosyalleşme olanağı sunması bakımından çoğu öğrenci tarafından özellikle tercih edilmektedir. Ancak son yıllarda artan üniversite sayısı, öğrenci kapasitesinin yükseltilmesi ve buna karşılık öğrenci yurt kapasitelerinin yetersiz kalması, üniversite öğrencilerinin barınma sorunuyla beraber akademik ve sosyal problemlerini artırmaktadır. Öğrenciler için bir yurtta kalmanın en geçerli alternatifi ise, bir ya da birkaç arkadaşla birlikte ev kiralayarak yaşamaktır.[18]
Alışkın olduğu ev yaşantısından ve ailesinden ayrılmak, yaşam ortamının değişmesi ve tanımadığı kişilerle bir arada yaşamaya başlamak, öğrencilerin fiziksel, ruhsal ve sosyal yaşamlarını etkileyebilecek önemli değişikliklerdir. Öğrencilerin öğrenimleri sırasında uygun ortamlarda barınması, yeterli koşullara sahip olması, fiziksel, ruhsal ve sosyal gereksinimlerinin karşılanması yaşam doyumlarını artıracaktır. Bu nedenle üniversite öğrencilerinin yaşam doyumlarını etkileyen faktörlerin belirlenmesinin ve bu faktörler doğrultusunda yaşam doyumlarını artıracak girişimlerde bulunmanın öğrencilerin biyopsikososyal iyilik durumlarını artırmada yararlı olacağı düşünülmektedir. Konuyla ilgili literatür tarandığında ülkemizde yaşam doyumu ile ilgili yapılan çalışma sayısının artığı ancak üniversite öğrencilerinde yaşam doyumu ile ilgili çalışmaların yetersiz olduğu görülmüştür. Bu gerekçelerden hareketle planlanan araştırmanın amacı; evde ve yurtta kalan üniversite öğrencilerinin yaşam doyumu düzeylerini belirlemek ve yaşam doyumlarını etkileyen faktörleri incelemektir.
Gereç ve Yöntem Örneklem Bu araştırma, tanımlayıcı, kesitsel bir çalışma olarak planlanmıştır. Çalışmanın evrenini Ege Üniversitesi’nde 2005-
Ayrıca örneklem seçiminde öğrencilerin okudukları sınıf durumu dikkate alınmış ve hazırlık sınıfı dahil olmak üzere her sınıftan eşit sayıda öğrenci örnekleme dahil edilmiştir. Veri toplama işlemi, Merkez Kütüphanesi’nden gerekli izinler alındıktan sonra yapılmıştır. Araştırmaya katılımda gönüllülük ilkesi göz önünde bulundurulmuş ve veriler araştırmaya katılmayı kabul eden öğrencilere bir araştırmacı tarafından anket formları dağıtılarak toplanmıştır. Veri toplama araçları için ortalama cevaplama süresi 10 dakika sürmüştür.
Veri Toplama Araçları Öğrenci Tanıtıcı Bilgi Formu: Bu form, öğrencilerin sosyodemografik özelliklerini (yaş, cinsiyet, sınıf, üniversite bölümü, en uzun süre yaşanılan yer, ekonomik durum) (6 soru), kalınan yere ilişkin olumlu ve olumsuz özellikleri, kalınan yerden memnuniyet durumunu (3 soru), fizik ve ruh sağlığı algısını (2 soru), kişilerarası ilişki algısını (1 soru), yaşam kalitesi algısını ve yaşam kalitesinde etkili faktörleri (2 soru) belirlemeyi amaçlayan sorulardan oluşmaktadır. Öğrencilerin kaldıkları yere ilişkin olumlu ve olumsuz özellikleri ve yaşam kalitesi algısını belirlemek amacı ile üç soru açık uçlu olarak sorulmuştur. Bu sorulara ilişkin öğrencilerden gelen cevaplar yaşam kalitesi için “iyi”, “ne iyi ne kötü” ve “kötü” olarak gruplandırılmıştır. Öğrencilerin kaldıkları yere ilişkin olumlu ve olumsuz özellikleri belirtmeleri istenen sorular için verdikleri cevaplar ise olumlu ve olumsuz özellikler olarak ayrı ayrı gruplandırılmıştır (Tablo 1 ve 2).
Yaşam Doyum Ölçeği (YDÖ): YDÖ yaşamdan alınan doyumu ölçmek için Diener ve ark.[19] tarafından geliştirilmiştir. Ölçeğin Türkçe’ye uyarlanması Köker[20] tarafından gerçekleştirilmiştir. Ölçek; “yaşamım birçok yönüyle ideallerime yakın”, “yaşam koşullarım çok iyi”, “yaşamımdan hoşnutum”, “şu ana kadar istediğim şeyleri elde edebildim” ve “yeniden dünyaya gelseydim yaşamımdan hemen hemen hiçbir şeyi değiştirmezdim” ifadelerinden oluşan bir kendini değerlendirme ölçeğidir.[20] Ölçek 1 (Hiç Uygun Değil) ile 7 (Tamamıyla Uygun) arasında değişen Likert tipinde cevaplanan bir ölçektir. Ölçekten en düşük 5 en yüksek 35 puan alın-
27
ÖZGÜR G ve ark., Evde ve Yurtta Kalan Üniversite Öğrencilerinde Yaşam Doyumu
Tablo 1. Evde kalan öğrencilerin evde kalmaya ilişkin olumlu ve olumsuz görüşleri* Sayı
Yüzde*
Olumlu görüşler Evin fizik ortamının daha uygun olması 71 Evde daha özgür davranabilme 27 Evde fiziksel gereksinimleri karşılamanın kolay olması 26 Evde sorumlulukların daha az olması 10
71.0 27.0 26.0 10.0
Olumsuz görüşler Evde fiziki ortamın yetersiz olması 20 Ev ortamının kişilerarası ilişkiler açısından sorunlara yol açması 18 Evde sorumlulukların daha fazla olması 17 Evin konumunun uygun olmaması 17 Evin giderlerinin ekonomik açıdan yüksek olması 13
20.0 18.0 17.0 17.0 13.0
Bazı öğrenciler birden fazla yanıt vermiştir; * n=100.
Tablo 2. Yurtta kalan öğrencilerin yurtta kalmaya ilişkin olumlu ve olumsuz görüşleri* Sayı
Yüzde*
Olumlu görüşler Yurtta fiziksel gereksinimleri karşılamanın kolay olması 56 Yurt ortamının sosyalleşmeyi kolaylaştırması 39 Yurtta kalmanın eğitim açısından yaşamı kolaylaştırması 18 Yurtta kalmanın ekonomik açıdan uygun olması 16
56.0 39.0 18.0 16.0
Olumsuz görüşler Yurtta fiziki ortamın yetersiz olması 93 Yurt işleyişinden kaynaklanan sorunlarla karşılaşmak 17 Yurt ortamının kişilerarası ilişkiler açısından sorunlara yol açması 14
93.0 17.0 14.0
Bazı öğrenciler birden fazla yanıt vermiştir; * n=100.
maktadır. Ölçeğin değerlendirilmesinde puan artışı, bireyin yaşam doyumunun yüksek olduğunu göstermektedir.[14] Diener ve ark. orijinal çalışmada ölçeğin güvenirliğini Cronbach Alpha= .87 olarak bildirmiştir. Bizim araştırma örneklemimizde ise ölçeğin Cronbach Alpha güvenirlik katsayısı .83 olarak bulunmuştur.
Çalışmanın Değişkenleri Çalışmanın bağımsız değişkenleri öğrencilere ait yaş, cinsiyet, sınıf, üniversite bölümü, en uzun süre yaşanılan yer, ekonomik durum, kalınan yere ilişkin olumlu ve olumsuz özellikler, kalınan yerden memnuniyet durumu, fizik ve ruh sağlığı algısı, kişilerarası ilişki algısı ve yaşam kalitesi algısıdır. Yaşam doyumu ölçeğinden elde edilen puan ortalamaları ise çalışmada bağımlı değişken olarak ele alınmıştır. İstatistiksel Analiz Veriler “SPSS for Windows (11.5)” programında değerlendirilmiştir. Öğrencilerin tanıtıcı özelliklerinin değerlendirilmesinde sayı, yüzde dağılımı, tanıtıcı özellikleri ile yaşam doyumu arasındaki ilişkilerin incelenmesinde “t” testi, varyans analizi ve Duncan testi kullanılmıştır.
Bulgular Öğrencilerin tanıtıcı özelliklerinin dağılımı Tablo 3’de verilmiştir. Evde kalan öğrencilerin yaş ortalaması 21.01±2.05, %60’ı kadın, %55’i fen bilimlerinde okumakta, %43’ü en uzun süre büyük şehirde yaşamıştır. %85’i ekonomik durumunu, %50’si ruh sağlığını “ne iyi ne kötü” olarak, %63’ü fizik sağlığını, %62’si kişilerarası ilişkilerini “iyi” olarak ifade etmiştir. Yurtta kalan öğrencilerin yaş ortalaması 20.98±1.85, %83’ü kadın, %45’i sağlık bilimlerinde okumakta, %31’i en uzun süre ilde yaşamıştır. %82’si ekonomik durumunu, %66’sı fizik sağlığını, %57’si ruh sağlığını “ne iyi ne kötü” olarak, %50’si kişilerarası ilişkilerini “iyi” olarak değerlendirmiştir (Tablo 3).
Evde kalan öğrencilerin %71’i fiziki ortam, %27’si özgür davranabilme, %26’sı fiziksel gereksinimleri kolay karşılama, %10’u daha az sorumluluk gerektirmesi bakımından evde kalmayı olumlu olarak değerlendirmiştir. Bununla birlikte evde kalan öğrencilerin %20’si fiziki ortam, %18’i kişilerarası ilişkiler, %17’si sorumluluklar, %17’si evin konumu,
28
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):25-32
Tablo 3. Evde ve yurtta kalan öğrencilerin tanıtıcı özellikleri Tanıtıcı özellikler Yaş grubu 18-21 22-25 Cinsiyet Kadın Erkek Sınıf Hazırlık 1. Sınıf 2. Sınıf 3. Sınıf 4. Sınıf Üniversite bölümü Sosyal bilimler Sağlık bilimleri Fen bilimleri En uzun süre yaşanılan yer Köy İlçe İl Büyük şehir Algılanan ekonomik durum İyi Ne iyi ne kötü Kötü Fizik sağlık algısı İyi Ne iyi ne kötü Kötü Ruhsal sağlık algısı İyi Ne iyi ne kötü Kötü Kişilerarası ilişki algısı İyi Ne iyi ne kötü Kötü Toplam
Evde kalan
Yurtta kalan
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
62 38
62.0 38.0
62 38
62.0 38.0
60 40
60.0 40.0
83 17
83.0 17.0
20 20 20 20 20
20.0 20.0 20.0 20.0 20.0
20 20 20 20 20
20.0 20.0 20.0 20.0 20.0
5 40 55
5.0 40.0 55.0
18 45 37
18.0 45.0 37.0
6 28 23 43
6.0 28.0 23.0 43.0
15 30 31 24
15.0 30.0 31.0 24.0
9 85 6
9.0 85.0 6.0
5 82 13
5.0 82.0 13.0
63 37 –
63.0 37.0 –
30 66 4
30.0 66.0 4.0
39 50 11
39.0 50.0 11.0
25 57 18
25.0 57.0 18.0
62 38 100
62.0 38.0 100.0
50 44 6 100
50.0 44.0 6.0 100.0
%13’ü ekonomik açıdan evde kalmayı olumsuz olarak değerlendirmiştir (Tablo 1). Yurtta kalan öğrencilerin %56’sı fiziksel gereksinimleri kolay karşılayabilme, %39’u sosyal ve eğitim olanaklarından faydalanmayı kolaylaştırma, %18’si eğitim açısından yaşamı kolaylaştırma, %16’sı ekonomik açıdan uygun olması bakımından yurtta kalmayı olumlu olarak değerlendirmiştir. Buna karşın yurtta kalan öğrencilerin %93’ü fiziki ortam, %17’si yurt işleyişi, %14’ü olumsuz kişilerarası ilişkilere yol açması bakımından yurtta kalmayı olumsuz olarak değerlendirmiştir (Tablo 2). Evde kalan öğrencilerin evde kalmaya ilişkin memnuniyet durumları değerlendirildiğinde; %36’sının çok memnun olduğu, %44’ünün memnun olduğu, %20’sinin biraz memnun olduğu belirlenmiştir. Yurtta kalan öğrencilerin ise yurt-
ta kalmaktan %17’sinin memnun olduğu, %49’unun biraz memnun olduğu, %19’unun memnun olmadığı, %15’inin hiç memnun olmadığı saptanmıştır.
Evde kalan öğrencilerin %35’i yaşam kalitesini “iyi”, %60’ı “ne iyi ne kötü”, %5’i “kötü” olarak; yurtta kalan öğrencilerin ise, %14’ü yaşam kalitesini “iyi”, %74’ü “ne iyi ne kötü”, %12’si “kötü” olarak değerlendirmiştir.
Evde kalan öğrencilere yaşam kalitenizde hangi faktörler etkili diye sorulduğunda; %52’si “ekonomik koşullar”, %43’ü “sosyal yaşam”, %40’ı “sağlık”, %34’ü “yaşanılan ortam koşulları”, %24’ü “eğitim”, %18’i “hayata bakış açısı” yanıtını vermişlerdir. Aynı soru yurtta kalan öğrencilere sorulduğunda; %48’i “ekonomik koşullar”, %41’i “sosyal yaşam”, %41’i “yaşanılan ortam koşulları”, %35’i “sağlık”, %19’u “eğitim”, %10’u “hayata bakış açısı” cevabını vermişlerdir. YDÖ puan ortalaması, evde kalan öğrencilerde 27.66±6.19, yurtta kalan öğrencilerde 25.14±6.07 olarak bulunmuş ve yapılan istatistiksel analizde iki ortalama arasındaki farkın anlamlı olduğu belirlenmiştir (t=-2.917, p<0.01).
Evde kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamaları ekonomik duruma göre farklılık göstermiş ve ekonomik durumunu “kötü” olarak değerlendiren öğrencilerin YDÖ puan ortalaması, ekonomik durumunu “ne iyi ne kötü” ve “iyi” olarak değerlendiren öğrencilerden düşük bulunmuştur (Duncan, p<0.05) (Tablo 4).
Evde kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamaları ruhsal sağlık algılarına göre değerlendiğinde; ruhsal sağlığını “kötü” olarak değerlendiren öğrencilerin YDÖ puan ortalaması, ruhsal sağlığını “ne iyi ne kötü” ve “iyi” olarak değerlendiren öğrencilerden anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (Duncan, p<0.01) (Tablo 4). Evde kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamalarının evde kalmaktan duyulan memnuniyete göre farklılık gösterdiği ve evde kalmaktan “çok memnun” olan öğrencilerin YDÖ puan ortalamasının anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptanmıştır (Duncan, p<0.01) (Tablo 4).
Evde kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamaları yaşam kalitesi algılarına göre incelendiğinde; yaşam kalitesini “iyi” olarak değerlendiren öğrencilerin YDÖ puan ortalaması “ne iyi ne kötü” ve “kötü” olarak değerlendiren öğrencilerden anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (Duncan, p<0.01) (Tablo 4). Buna karşın evde kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamalarının yaşa, cinsiyete, üniversite bölümüne, en uzun süre yaşanılan yere, fizik sağlık algısına ve kişilerarası ilişki algısına göre farklılık göstermediği saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 4).
Yurtta kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamaları ekonomik durumlarına göre incelendiğinde, puan ortalamaları
29
ÖZGÜR G ve ark., Evde ve Yurtta Kalan Üniversite Öğrencilerinde Yaşam Doyumu
Tablo 4. Evde kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamalarının tanıtıcı özeliklerine göre dağılımı*
Tablo 5. Yurtta kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamalarının tanıtıcı özeliklerine göre dağılımı*
Tanıtıcı özellikler
Tanıtıcı özellikler
Yaş grubu 18-21 22-25 Cinsiyet Kadın Erkek Üniversite bölümü Sosyal bilimler Sağlık bilimleri Fen bilimleri En uzun süre yaşanılan yer Köy İlçe İl Büyük şehir Algılanan ekonomik durum İyi Ne iyi ne kötü Kötü Fizik sağlık algısı İyi Ne iyi ne kötü Ruhsal sağlık algısı İyi Ne iyi ne kötü Kötü Kişilerarası ilişki algısı İyi Ne iyi ne kötü Evde kalmaktan memnuniyet durumu Çok memnun Memnun Biraz memnun Yaşam kalitesi algısı İyi Ne iyi ne kötü Kötü
n
Ort.
SD
F
t
p
62 38
27.80 27.42
5.78 6.89
40 60
28.36 26.60
5.93 6.50
5 40 55
31.40 27.77 27.23
6.54 1.046 6.93 5.57
6 28 23 43
27.00 26.42 26.73 29.04
8.64 1.288 0.283 6.43 4.98 6.20 3.134
9 85 6
31.55 27.61 22.50
6.12 4.100 0.020 6.05 5.12 2.706
63 37
28.49 26.24
6.50 5.43
0.080
39 50 11
29.55 27.32 22.54
6.82 6.199 4.87 6.60
0.003
62 38
28.45 26.36
6.16 6.12
0.103
36 44 20
31.52 26.11 24.10
5.65 14.986 5.38 5.33
0.001
35 60 5
31.02 26.66 16.00
5.32 20.651 5.14 5.91
0.001
0.300 0.172 1.403 0.549
0.355
* n=100.
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptanmıştır. Yapılan analizde bu farkın ekonomik durumunu “iyi” olarak değerlendiren öğrencilerden kaynaklandığı belirlenmiştir (Duncan, p<0.01) (Tablo 5).
Yurtta kalan öğrencilerin fiziksel sağlık algılarına göre, YDÖ puan ortalamaları arasında anlamlı düzeyde fark olduğu ve yapılan analizde bu farkın fizik sağlığını “kötü” olarak değerlendiren öğrencilerden kaynaklandığı saptanmıştır (Duncan, p<0.05). Öğrencilerin ruhsal sağlık algılarına göre YDÖ puan ortalamaları arasında da anlamlı düzeyde fark olduğu ve yapılan analizde bu farkın ruh sağlığını “iyi” olarak değerlendiren öğrencilerden kaynaklandığı belirlenmiştir (Duncan, p<0.01) (Tablo 5). Yurtta kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamalarının kişilerarası ilişki algılarına göre farklılık gösterdiği ve kişilera-
Yaş grubu 18-21 22-25 Cinsiyet Kadın Erkek Üniversite bölümü Sosyal bilimler Sağlık bilimleri Fen bilimleri En uzun süre yaşanılan yer Köy İlçe İl Büyük şehir Algılanan ekonomik durum İyi Ne iyi ne kötü Kötü Fizik sağlık algısı İyi Ne iyi ne kötü Kötü Ruhsal sağlık algısı İyi Ne iyi ne kötü Kötü Kişilerarası ilişki algısı İyi Ne iyi ne kötü Kötü Yurtta kalmaktan memnuniyet durumu Memnun Biraz memnun Memnun olmayan Hiç memnun olmayan Yaşam kalitesi algısı İyi Ne iyi ne kötü Kötü
n
Ort.
SD
F
t
p
62 38
25.93 23.84
5.91 6.19
1.687 0.894
83 17
25.03 25.41
6.17 5.73
-0.201 0.622
18 45 37
26.44 24.88 25.81
6.65 0.502 6.20 5.70
0.607
15 30 31 24
25.40 24.13 25.32 26.00
6.79 0.445 6.31 6.24 5.25
0.721
5 82 13
33.00 25.06 22.61
3.39 5.826 5.96 5.33
0.004
30 66 4
27.36 24.34 21.50
5.85 3.452 5.96 5.97
0.036
25 57 18
28.36 25.07 20.88
5.52 9.229 5.96 4.52
0.001
50 44 6
27.18 23.54 19.83
5.20 7.482 6.26 5.56
0.001
17 49 19 15
26.76 27.38 21.63 20.40
6.50 9.885 5.25 5.26 4.57
0.001
14 74 12
29.21 25.04 21.00
5.33 6.611 5.71 6.52
0.002
* n=100.
rası ilişkilerini “kötü” olarak değerlendiren öğrencilerin YDÖ puan ortalamasının daha düşük olduğu bulunmuştur (Duncan, p<0.01) (Tablo 5).
Yurtta kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamaları yurtta kalmaktan duyulan memnuniyete göre incelendiğinde; “hiç memnun olmayan” öğrencilerin YDÖ puan ortalamasının daha düşük düzeyde olduğu belirlenmiştir (p<0.01). Yurtta kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamaları yaşam kalitesi algılarına göre incelendiğinde; yaşam kalitesini “iyi” olarak değerlendiren öğrencilerin yaşam doyumu istatistiksel olarak daha yüksek bulunmuştur (Duncan, p<0.01) (Tablo 5). Bu bulgulara ek olarak, yurtta kalan öğrencilerin YDÖ puan ortalamalarının yaşa, cinsiyete, üniversite bölümüne ve
30
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):25-32
en uzun süre yaşanılan yere göre farklılık göstermediği saptanmıştır (p>0.05) (Tablo 5).
me şansına sahip olma, evde kalmanın olumlu yönleri olarak bildirilmiştir.[16]
Tartışma Bu çalışmaya katılan öğrencilerin çoğu ekonomik durumunu “ne iyi ne kötü” olarak, kişilerarası ilişkilerini “iyi” olarak tanımlamıştır. En uzun süre yaşanan yer bakımından, evde kalan öğrencilerin çoğunun büyük şehirde, yurtta kalan öğrencilerin çoğunun il veya ilçede yaşadığı saptanmıştır.
Çalışmada fizik sağlık algılarını, evde kalan öğrencilerin çoğu “iyi” olarak, yurtta kalan öğrencilerin çoğu “ne iyi ne kötü” olarak belirtmiştir. Ruh sağlığı algıları ise her iki öğrenci grubunda da “ne iyi ne kötü” olarak benzer nitelikte bulunmuştur. Bu sonuçlar öğrencilerin sağlık algıları açısından değerlendirildiğinde, hem evde, hem de yurtta kalan öğrencilerin ruh sağlığı algılarının, yurtta kalan öğrencilerin ise fizik sağlığı algılarının olumlu olmadığı görülmüştür. Elde edilen bu sonuçlar üniversite öğrencileriyle yapılan diğer araştırma bulguları ile de benzerlik göstermektedir.[12,16] Yapılan bir çalışmada yurtta kalan öğrencilerin %50’sinin yurtta kaldığından bu yana beden ve ruh sağlığında olumsuz yönde değişiklik olduğu ve %11.3’ünün bu değişikliğin yurttan kaynaklandığını düşündüğü belirtilmiştir.[16] Bunun yanı sıra üniversite öğrencileriyle yapılan çalışmalarda öğrencilerde özellikle depresyon ve kaygı gibi ruhsal sağlık sorunlarının yaygın olarak görüldüğü bildirilmiştir.[12,21-24] Çalışmada evde kalan öğrencilerin çoğu evde kalmaktan memnun olduğunu, yurtta kalan öğrencilerin çoğu yurtta kalmaktan biraz memnun olduğunu belirtmiştir. Evde kalan öğrenciler evde kalmayı daha elverişli fiziki olanaklara sahip olma ve daha özgür davranabilme bakımından olumlu olarak, aynı evi paylaştıkları kişilerle olumsuz kişilerarası ilişkilere yol açması, daha fazla sorumluluk gerektirmesi, evin konumunun uygun olmaması ve daha yüksek maliyet getirmesi açısından olumsuz olarak değerlendirmişlerdir. Yurtta kalan öğrenciler ise yurtta kalmayı fiziksel gereksinimleri (beslenme, dinlenme, temizlik gibi) daha kolay karşılayabilme, sosyal ve eğitim olanaklarından daha kolay faydalanma açısından olumlu, elverişsiz fiziki ortam (küçük ve kalabalık odalarda kalma), aynı odada birlikte kalınan diğer öğrencilerle olumsuz kişilerarası ilişkilere yol açması ve yurt işleyişinin getirdiği sınırlılıklar bakımından olumsuz olarak değerlendirmişlerdir.
Evde kalmanın daha olumlu olduğu yönündeki benzer sonuçlar üniversite öğrencileri ile yapılan başka çalışmalarda da bildirilmiştir.[16,18] Bir çalışmada öğrencilerin daha özgür olma, rahat ders çalışabilme ve yurtta kalmanın sınırlamalarından kurtulma gibi nedenlerden dolayı evde kalmayı tercih ettikleri belirtilmiştir.[18] Bir başka çalışmada ise tek başına bir odaya sahip olma, daha iyi fizik koşullarda ve daha temiz bir ortamda yaşama, daha sağlıklı, dengeli ve düzenli beslen-
Yaşam kalitesi her yaş grubunda olduğu gibi gençler için de önemlidir. Evlerinden ve ailelerinden uzaklaşarak üniversite eğitimi için başka bir ortamda yaşamaya başlayan gençlerin yaşam kalitesinde değişiklik olması kaçınılmazdır. Bu çalışmada da öğrencilerin yaşam kalitesi algıları incelendiğinde, hem evde hem de yurtta kalan öğrencilerin çoğu tarafından yaşam kalitesi algıları “ne iyi ne kötü” olarak benzer nitelikte tanımlanmıştır. Bu sonuç, öğrencilerin yaşam kalitelerine ilişkin değerlendirmelerinin pek de iyi olmadığını göstermektedir.
Bununla beraber çalışmamızda öğrenciler tarafından yaşam kalitesinde en belirleyici faktör ekonomik koşullar olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca yaşam kalitesini etkileyen diğer faktörler, her iki öğrenci grubu tarafından sosyal yaşam olanakları, sağlık, yaşanılan ortam koşulları, eğitim ve hayata bakış açısı olarak ifade edilmiştir. Yaşam kalitesi çok boyutlu bir kavram olarak bireyin fiziksel, psikolojik, sosyal, ekonomik ve manevi alanlarıyla yakından ilgilidir.[6] Araştırmaya katılan öğrencilerin de yaşam kalitesini etkileyen faktörleri ekonomik, çevresel ve sosyal faktörler gibi yaşam kalitesini tanımlayan temel kavramlarla örtüşen bir şekilde ifade ettikleri görülmüştür.
Yaşam doyumu, bireyin kendi belirlediği kriterlere uygun olarak tüm yaşamını olumlu olarak değerlendirmesidir. [19] Diğer bir deyişle kişinin beklentilerinin, gerçek durumla kıyaslanmasıyla ortaya çıkan sonucu gösterir. Yaşam doyumu genel olarak kişinin tüm yaşamını ve bu yaşamın çeşitli boyutlarını içerir. Aynı zamanda belirli bir duruma ilişkin doyumu değil, genel olarak tüm yaşantılarındaki doyumu kapsar. [14] Yapılan çalışmalar, yaşam doyumunun yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu, çalışma yaşamı, kişilik özellikleri, ailevi özellikler gibi bireysel ve sosyokültürel değişkenlerden etkilendiğini göstermektedir.[1,14,25,26] Bizim çalışmamızda ise araştırmaya katılan öğrencilerin yaşam doyumu, evde ve yurtta kalmaya bağlı olarak değerlendirilmiş ve evde kalan öğrencilerin yaşam doyumu yurtta kalan öğrencilerden daha yüksek bulunmuştur. Çalışmamızda yaşam doyumunu etkileyen değişkenler incelendiğinde, hem evde hem de yurtta kalan öğrencilerde ekonomik durumu iyi olan öğrencilerin yaşam doyumu daha yüksek düzeyde bulunmuştur. Bu sonuç, ekonomik durumun yaşam doyumu üzerindeki etkisini ortaya koyan diğer araştırma sonuçlarıyla da uyumlu bulunmuştur.[9,13] Ayrıca Türk ve Amerikalı üniversite öğrencileri ile yapılan bir çalışmaya göre yaşam doyumu ile maddi özgürlük arasında pozitif yönde bir ilişki olduğu bildirilmiştir.[9] Evde kalan öğrencilerin yaşam doyumu ruhsal sağlık algılarına göre incelendiğinde, ruh sağlığını “kötü” olarak de-
31
ÖZGÜR G ve ark., Evde ve Yurtta Kalan Üniversite Öğrencilerinde Yaşam Doyumu
ğerlendiren öğrencilerin yaşam doyumu daha düşük bulunmuştur. Yurtta kalan fizik sağlığını ve kişilerarası ilişkilerini “kötü” olarak değerlendiren öğrencilerin yaşam doyumlarının daha kötü düzeyde olduğu, buna karşın ruh sağlığını ve yaşam kalitesini “iyi” olarak değerlendiren öğrencilerin yaşam doyumlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar yaşam kalitesinde önemli faktörlerden biri olan sağlık algısının önemini gösteren literatürle uyumlu görünmektedir. [9,12-15] Ayrıca olumlu kişilerarası ilişkilere ve daha az ruhsal soruna sahip öğrencilerin yaşam doyumlarının daha yüksek olduğu yapılan benzer araştırmalarda bildirilmiştir.[9,11,27,28] Bu çalışmada elde ettiğimiz diğer sonuçlar, evde kalan öğrenciler için evde kalmaktan “çok memnun” olan ve yaşam kalitesini “iyi” olarak değerlendiren öğrencilerin yaşam doyumunun daha yüksek bulunmasıdır. Yurtta kalan öğrencilerde de benzer sonuç bulunmuş yurtta kalmaktan memnun olmayan öğrencilerin yaşam doyumlarının daha kötü düzeyde olduğu belirlenmiştir. Benzer sonuçların, yurtta kalan öğrencilerde yaşanılan ortamın yaşam doyumu üzerindeki etkisini ortaya koyan başka araştırmalarda da elde edildiği görülmüştür.[7,29] Ayrıca her iki sonuç da beklenen sonuçlar olarak ve öğrencilerin yaşam kalitesini etkileyen faktörler konusundaki görüşleri doğrultusunda birbirini destekleyen sonuçlardır.
Sonuç Elde edilen sonuçlar evde kalan öğrencilerin yaşam doyumunun yurtta kalan öğrencilerden daha yüksek olduğunu göstermiştir. Evde kalan öğrencilerin yaşam doyumunda ekonomik durum, evde kalmaktan memnuniyet durumu, ruhsal sağlık algısı ve yaşam kalitesi algısı etkili bulunurken, yurtta kalan öğrencilerin yaşam doyumunda bu faktörlere ek olarak yurtta kalmaktan memnuniyet durumu, fizik sağlık algısı ve kişilerarası ilişki algısı etkili bulunmuştur. Araştırmadan elde edilen sonuçlar doğrultusunda şu önerilerde bulunulmuştur.
• Ekonomik durumu “kötü” olan öğrencilerin yaşam doyumları düşük olduğundan, bu öğrencilere devlet, vakıf veya gönüllü kuruluşlar tarafından verilen burs ve yardım olanakları arttırılmalı, ayrıca bu öğrenciler üniversite bünyesinde yarı-zamanlı çalışma imkânları sunularak maddi açıdan desteklenmelidir. • Öğrencilerin kaldıkları yerden memnuniyetleri yaşam doyumlarını etkilediğinden, üniversite yerleşkelerinde öğrencilerin kalabileceği uygun barınma ortamları oluşturulmalıdır.
• Öğrencilerin ruh sağlığı algıları kötüleştikçe yaşam doyumları azaldığından, öğrencilere psikolojik destek sağlamak amacıyla, üniversite bünyesinde destek birimleri oluşturulmalı ve bu birimlerde ruh sağlığı profesyonelleri tarafından danışmanlık hizmetleri verilmelidir.
• Öğrencilerin (yurtta kalanların) fizik sağlık algıları kötüleştikçe yaşam doyumları azaldığından, öğrenciler fizik sağlıklarını korumaları ve geliştirmeleri için sağlıklı yaşam davranışları konusunda bilgilendirilmelidir.
• Öğrencilerin (yurtta kalanların) kişilerarası ilişki düzeyleri kötüleştikçe yaşam doyumları azaldığından, yurtlarda fizik ortamın düzeltilmesi (örneğin aynı odada kalan kişi sayısının azaltılması) sağlanmalıdır. • Bununla birlikte bu çalışma örneklem büyüklüğü ve yöntem bakımından bazı sınırlılıklara sahiptir. Çalışmada yaşam doyumunu etkileyebilecek bağımsız değişkenler sınırlı tutulmuştur. Bu açıdan gelecekteki çalışmaların daha geniş öğrenci gruplarında ve farklı değişkenleri göz önünde bulundurarak yapılması önerilmektedir.
Kaynaklar 1. Akyol A. Yaşam kalitesi ve yaklaşımları. Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 1993;9:75-7. 2. İz FB, Özer M. Yaşam doyumu ve yaşam kalitesi kavramına bir bakış. Hemşirelik Forumu Dergisi 2003;6:24-6. 3. Okyayuz ÜH. Yaşam kalitesi: Genel bir bakış. İçinde: Sayıl I, editör. Bireyden topluma ruh sağlığı. İstanbul: Erler Matbabası; 2004. 4. Cella DF. Quality of life: concepts and definition. J Pain Symptom Manage 1996;9:186-92. 5. Meeberg GA. Quality of life: a concept analysis. Adv Nurs 1993;18(1):32-8. 6. The World Health Organization Quality of Life Assessment (WHOQOL): development and general psychometric properties. Soc Sci Med 1998;46:1569-85. 7. Ash C, Huebner ES. Environmental events and life satisfaction reports of adolescents. Sch Psychol Int 2001;22:320-36. 8. Hong SM, Giannakopoulos E. The relationship of satisfaction with life to personality characteristics. J Psychol 1994;128:547-58. 9. Matheny KB, Curlette WL, Aysan F, Herrington A, et al. Coping resources, perceived stres and life satisfaction among Turkish and American university students. Int J Stress Manag 2002;9:81-97. 10. Şahin H. Eski bir kavram yeni bir ölçüt: Yaşam kalitesi. Toplum ve Hekim 1997;12:40-6. 11. Arkar H, Sarı Ö, Fidaner H. Relationships between quality of life, perceived social support, social network and loneliness in a Turkish sample. Yeni Symposium 2004;42:20-7. 12. Fagan RW. Social well-being in university students. J Youth Adolesc 1994;23:237-49. 13. Sam DL. Satisfaction with life among international students: An exploratory study. Soc Indic Res 2001;53:315-37. 14. Vara Ş. Yoğun bakım hemşirelerinde iş doyumu ve genel yaşam doyumu arasındaki ilişkinin incelenmesi. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 1999. 15. Yetim Ü. Değişik sosyokültürel kesimlerden kişilerde yaşam kalitesi algısı. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; 1985. 16. Demirel S, Acar Ö, Karakurt E, Onaygil C ve ark. Yurt yaşamının üniversite öğrencilerinin sağlığı üzerindeki etkileri. MASCO, Marmara Öğrenci Kongresi, 16-17 Mayıs 2006. 17. Özbay G. Üniversite öğrencilerinin problem alanlarını belirlemeye yönelik bir ölçek geliştirme geçerlik ve güvenirlik çalışması. [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi] Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; 1997. 18. Ersoy AF, Arpacı F. (21 Ocak 2010). Üniversite öğrencilerinin konut
32
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):25-32
koşullarının ve konutta yaşamayı tercih etme nedenlerinin incelenmesi. 21 Ocak 2010, http://yayim.meb.gov.tr/dergiler/158/ersoy.htm. 19. Diener E, Emmons RA, Larsen RJ, Griffin S. The Satisfaction With Life Scale. J Pers Assess 1985;49:71-5. 20. Köker S. Normal ve sorunlu ergenlerde yasam doyumu düzeyinin karşılaştırılması. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; 1991. 21. Çelikel FÇ, Erkorkmaz Ü. Üniversite öğrencilerinde depresif belirtiler ve umutsuzluk düzeyleri ile ilişkili etmenler. Nöropsikiyatri Arşivi Dergisi 2008;45:122-9. 22. Bostancı M, Ozdel O, Oğuzhanoğlu NK, Ozdel N, et al. Depressive symptomatology among university students in Denizli, Turkey: prevalence and sociodemographic. Croat Med J 2005;46:96-100. 23. Aylaz R, Kaya B, Dere N, Karaca Z ve ark. Sağlık Yüksekokulu öğrencileri arasındaki depresyon sıklığı ve ilişkili etkenler. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2007;8:46-51. 24. İnanç N, Savaş HA, Tutkun H, Herken H ve ark. Gaziantep Üniversitesi Me-
diko-Sosyal Merkezi’nde psikiyatrik açıdan incelenen öğrencilerin klinik ve sosyo-demografik özellikleri. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2004;5:222-30. 25. Çeçen AR. Üniversite öğrencilerinde yaşam doyumunu yordamada bireysel bütünlük (tutarlılık) duygusu, aile bütünlük duygusu ve benlik saygısı. Journal of Theory and Practice in Education 2008;4:19-30. 26. Myers DG, Diener E. Who is happy? Psychological Science 1995;6:10-19. 27. Disch WB, Harlow LL, Campbell JF, Dougan TR. Student functioning, concerns, and socio-personal well-being. Soc Indic Res 2000;51:41-74. 28. Gündoğar D, Gül SS, Uskun E, Demirci S ve ark. Üniversite öğrencilerinde yaşam doyumunu yordayan etkenlerin incelenmesi. Klinik Psikiyatri Dergisi 2007;10:14-27. 29. Fouberg JD, Tepper R, Morrison DR. Predictors of student satisfaction in university residence halls. Journal of College and University Student Housing 1997;27:41-6. • 2. Sağlıkta Yaşam Kalitesi Kongresi’nde bildiri olarak sunulmuştur (5-7 Nisan 2007, İzmir).
DERLEME / REVIEW
33
Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri - Bölüm I Personality Disorders and Nursing Interventions - Part I Nurhan EREN1
ÖZET
SUMMARY
Kişilik, bireyin her işlevinde otomatik olarak kendini gösteren, kolayca değişmeyen, büyük ölçüde bilinçdışı olarak kazanılmış davranış örüntüleri, algılama ve düşünme biçimleridir. Kişiliğin sağlıklı bir biçimde gelişip olgunlaşması, genetik, ailesel, çevresel birçok faktörden etkilenen, karmaşık, bazen risklerle dolu yaşam süreçlerinden geçerek gerçekleşir. Bu süreçler boyunca yaşanan eksiklikler/travmalar/bozukluklar, ruhsal yapıyı oluşturan birçok parçanın bütünleşmesini (integration) engelleyerek, kişiliğin yapılanmasında bozuklukların gelişmesine yol açabilir. Kişilik bozukluklarının tedavisinde psikoterapi esas olmak üzere, ilaç ve gerektiğinde hastane tedavisi birlikte kullanılır ve genellikle iyileşme uzun bir süreci kapsar. Sık hastaneye yatış gerekebilir. Yataklı servislerde kişilik bozukluğu gösteren hastalarla çalışmak, tüm tedavi ekibi ve 24 saat bakım vermekte olan hemşireler için zorluklar içerir. Bunların en başında “terapötik çerçeveyi” (nerede, ne zaman ve ne kadar süreyle görüşüleceği, hastanın ve terapistin üzerlerine düşen görevler gibi anlaşmaları içeren, tedaviyle ilgili düzenlemeler tarafından yaratılan psikanalitik/psikoterapötik ortam) korumakta yaşanan sorunlar gelir. Hemşireler bu hastalara özgü geliştirdikleri bakım planları ile çerçeveyi koruyarak terapötik ilişkiyi oluşturabilirler. Bu derleme, kişilik bozukluğu gösteren hastalarla çalışan hemşirelere ve psikiyatri hemşireliği öğrencilerine rehber oluşturmak üzere iki bölüm olarak planlanmıştır. Birinci bölümünde, kişilik bozuklukları, klinik görünüm ve tedavi süreçleri, ikinci bölümde ise en sık görülen hemşirelik tanıları, hedefler ve hemşirelik girişimleri hakkında bilgi verilmesi amaçlanmıştır.
Personality is, for the most part, unconsciously acquired behavioral patterns and manner of perception and thought. It manifests itself automatically in every function of the individual and does not change easily. The healthy development of personality passes through complicated and sometimes risky processes that are affected by a number of factors, such as genetic, family and environmental factors. The deficiencies, traumas and disorders that are experienced during these processes may cause disorders in personality development by hindering the integration of many parts that constitute psychological structure. The treatment of personality disorders involves, primarily, psychotherapy, but medication and, if necessary, hospitalization together with medication might be employed. The recovery in general is a long process. Frequent hospitalization might be necessary. Working with inpatients with psychological disorders has its own drawbacks for the psychiatric team and nurses who provide for their full-time care. The foremost of these is the difficulties faced in maintaining the therapeutic framework, which is the psychoanalytic/psychotherapeutic environment created by the treatment arrangements and involving the agreements regarding the duties of the patient and the therapist, and the place, time and duration of interviews. Nurses can foster this therapeutic relationship by special patientbased care plans that also maintain the framework. This review contains two parts that are intended to guide the nurses who work with patients with personality disorders and the psychiatric nursing students. In the first section, we aimed to provide information on personality disorders, the clinical features and treatment process. The second part addresses the most frequently seen nursing diagnoses, goals and nursing interventions.
Anahtar sözcükler: Hemşirelik girişimleri; kişilik bozuklukları/tedavi.
Key words: Nursing interventions; personality disorders/treatment.
Giriş Psikiyatrinin ve özellikle psikoanalitik ekollerin tam olarak tedavi edilemez gördüğü ve pek ilgilenmediği kişilik bozuklukları son 30-40 yılda giderek daha fazla ilgi görmeye başlamıştır. Kişilik bozukluklarının görülme sıklığının artması, buna paralel olarak yeni tedavi ve psikoterapi yöntemlerinin gelişmesiyle tedavinin daha mümkün hale gelmesi, bu ilgiyi sağlayan önemli etmenlerdir.[1,2] İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Sosyal Psikiyatri Servisi, İstanbul
1
İletişim (Correspondence): Dr. Nurhan EREN. e-posta (e-mail): nurhaneren@yahoo.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(1):33-38 Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):33-38
Kişiliğin Tanımı Kişilik, bireyin her işlevinde otomatik olarak kendini gösteren, kolayca değişmeyen, büyük ölçüde bilinçdışı olarak kazanılmış davranış örüntüleri, algılama ve düşünme biçimleridir.[3] Genetik mirasla başlayan ve çeşitli faktörlerin etkisiyle oluşan kişilik gelişimi, bir bütünleşme ve olgunlaşma süreci olarak ele alınabilir.
Bu süreç, doğumdan sonraki süt çocukluğu döneminde, en yoğun biçimde anne ile bebek arasında kurulan bakım ilişkisinden (dyadik ilişki/sembiyotik bağ) beslenir. Çocuk büyüdükçe, baba ve kardeşlerin katıldığı sosyalleşme ile (triangle) ikili dünyanın dışına çıkarak, sınırları, engelleri ve otoriteyi tanır. Bireyin kişiliği son olarak ergenlikte yaşananlarla şekillenerek olgunlaşır (maturation) ve özgün bir yapı kazanır.[4-6]
34
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):33-38
Tüm bu aşamalarda, doğuştan getirilen nitelikler, dürtüler, arzular bastırılır, yansızlaştırılır (nötralization) ve dış gerçekliğe göre düzenlenir. Nesneler (diğerleri) ve işlevleri ayrıştırılır, içselleştirilir (internalization), özdeşleşmeler (identification) yoluyla kendinin bir parçasına dönüştürülerek bütünleştirilir.[4,7]
ranoid, şizoid ve şizotipal) ailelerinde kontrollere göre şizofreninin daha yaygın olduğu, borderline hastaların aile geçmişinde depresyonun yaygın olduğu, daha fazla duygudurum bozukluğu görüldüğü,[12] obsesif kompulsif belirtilerin monozigot ikizlerde daha belirgin olduğu, antisosyal kişilikte saldırganlığın kortikal eksitabilite ve inhibisyonla[14] ve erken çocuklukta yaşanan şiddetle ilişkili olduğu görüşleri, öne sürülen varsayımlardan bazılarıdır.[8,11-13] Ayrıca biyolojik etmenlerden, hormon düzeyleri, nörotransmitterlerin etkileri, elektrofizyolojik değişiklikler, perinatal travma, ensefalit veya kafa travması da kişilik bozukluklarına neden olan biyolojik faktörler arasında incelenmektedir.[8,13,14] Psikolojik ve psikoanalitik görüşler ise kişilik bozukluklarını psikoseksüel gelişimin erken döneminde oluşan saplanmalar, olumsuz ebeveyn tutumları, çocuklukta yaşanan yetersizlikler, fiziksel ve cinsel travmalar, agresif ve libidinal dürtülerdeki aşırılığın kapsanamaması, yetersiz savunmaların yoğun kullanımı, öğrenilmiş uyum bozucu şemaların oluşması, içselleştirilmiş patolojik kendilik ve nesne ilişkilerinin etkileri gibi çeşitli nedenlerle açıklamaktadır.[7,8,15,16]
Sonuçta, her şey yolunda giderse, iç ve dış gerçekliğe uyum sağlayabilen tutarlı, kalıcı, bütünleşmiş, olgun bir kişilik yapısı gelişir. Bu değişim ve gelişim süreci daha yavaş biçimde bir ömür boyu sürer. Ancak birey çocukluk ve ergenlik döneminde eksiklikler/travmalar/bozukluklarla karşılaşırsa, doğuştan getirilen niteliklerin de katkısıyla gelişim süreci etkilenir ve kişilik yapısında bozukluklar meydana gelir.[8]
Kişilik Bozuklukları Kişilik bozukluğu, bireyin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden önemli ölçüde sapmalar gösteren, iş yaşamında ve ilişkilerinde ciddi sorunlara yol açan, ergenlik ya da genç erişkinlik döneminde başlayan süreğen bir durumdur. [8,9] Kişilik bozukluğu gösteren hastalarda, düşünce, duygulanım, kişilerarası ilişkiler ve dürtü kontrolü gibi temel alanlarda sorunlar vardır. Belirtiler aloplastik (dış çevreyi değiştirme ve kendine uydurma) ve egosintonik (benlik ile uyumlu) yapıdadır. Diğer bir deyişle bu bireyler eylemlerinden rahatsızlık duymazlar ve başkaları üzerinde yarattıkları etkinin ya çoğu zaman farkında değildirler ya da bu etkiyi kendi gereksinimlerine yönelik olarak manipüle ederler. Kişilik bozukluklarında görülen bu özellikler pek çok insanda bulunan karakter özelliklerinin ötesinde bir durumdur.[8] Kişilik bozukluğu gösteren bireylerde hem çevreyi hem de kendilerini etkileyen, bununla ilişkili olarak derinlere yerleşmiş, esnek olmayan, işlevselliği ve uyumu bozucu özellikler vardır.
Kişilik bozuklukları, Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabının dördüncü baskısına göre (DSM-IV)[10] üç kümede gruplandırılmıştır. Bunlar, majör psikotik belirtilerden kognitif süreçlerdeki bozulmalara benzer belirtilerle ve tuhaf davranışlarla seyreden paranoid, şizoid ve şizotipal kişilik bozukluklarının oluşturduğu A kümesi, impulsivite, kendine yönelik yıkıcılık, katılık, duygusal değişkenlik, dramatizasyon, kararsızlık ve kalıcı olmayan ilişkilerle karakterize borderline, histrionik, antisosyal ve narsistik kişilik bozukluklarının oluşturduğu B kümesi ve anksiyetenin çeşitli formlarından oluşan ve endişeli görünümün hakim olduğu kaçıngan, obsesif-kompulsif, bağımlı kişilik bozukluklarının oluşturduğu C kümesidir.[10,11]
Kişilik bozukluklarının etyolojisinde çok çeşitli varsayımlar öne sürülmektedir.[8,9] Öne sürülen görüşler genetik, ailesel, çevresel, biyolojik, etkenlerin birlikteliğini vurgularken, farklı alt tiplerinde etkenlerin ağırlığının değiştiğine yönelik araştırmalar vardır. Özellikle ikizler ve aileler üzerinde yapılan genetik çalışmalar, A kümesi kişilik bozukluklarının (pa-
DSM ve diğer deskriptif tanılama sistemleri, kişilik bozukluklarını belirtilere ve davranış boyutuna göre değerlendirmekte ve kişilik bozukluğu kümelerinin ayrıştırılmasını sağlamaktadır. Ancak bu tanılama sistemlerinde kişilik yapılanmaları ve bunları oluşturan iç dinamikler yeterince değerlendirilememektedir. Kişilik bozukluklarının teorisine ve kliniğine yönelik önemli çalışmaları olan nesne ilişkileri kuramcısı Kernberg,[15,16] ruhsal yapının farklı örgütlenme düzeyleri ile içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin yapısal kökenleri arasındaki ilişkiyi inceleyerek, kişilik bozukluklarına ve kliniğine dinamik bir bakış sağlamıştır. Bu yaklaşımda etyolojiye, kalıtımsal, yapısal, biyokimyasal, ailesel, psikodinamik ve psikososyal etmenlerin katkısı göz önünde tutulmaktadır. Kernber bu ilişkileri açıklamada “yapısal analiz” terimini kullanmış ve psikotik, borderline ve nevrotik kişilik örgütlenmesi tanımlamalarını yapmıştır. Kernberg’e göre,[15] nevrotik kişilik örgütlenmesi içinde semptomatik nevrozlar ve borderline kişilik patolojileri dışında kalan hastalar yer almaktadır. Borderline kişilik örgütlenmesi içinde, üst düzeyde; klinik açıdan çoğu histerik, obsesif-kompulsif, depresif kişilikler ve daha organize mazoşistik kişilikler, orta düzeyde; pasif-agresif, sadomazoşistik, histrionik ve narsistik kişilikler, alt düzeyde; borderline, düşük düzeyde narsistik, antisosyal kişilikler ve hipomanik, şizoid, paranoid kişilikler yer almaktadır. Psikotik kişilik örgütlenmesi gösteren hastalarda ise, birincil süreç düşüncesine yatkınlık vardır. Şizofreni ve şizofreniform bozukluklar, majör afektif bozukluklar ve paranoid psikozların tümünü içermektedir.[15,16] Kernberg, özellikle hastanın kimlik bütünlüğünün derecesine, savunma girişimlerinin tiplerine ve gerçeği değerlendirme kapasitesine göre kişilik örgütlenmesi ayırımını yapa-
EREN N., Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri
rak, içselleştirilmiş kendilik ve nesne ilişkilerini ön plana çıkarmakta ve işlevselliği irdeleyen yanıyla belli oranda esnekliğe izin veren bir yaklaşım sunmaktadır.[15,17,18] Bu yaklaşım, kişilik bozukluğu hastaları ile çalışırken bilhassa tedavi, ruhsal bakım ve psikoterapide çok önemli yararlar sağlamaktadır. Kişinin değişik anlarda belirli zorlanmalar ya da destekler karşısında farklı kişilik örgütlenmesi gösterebileceğini ancak olağan koşullarda temel bir kişilik örgütlenmesi içinde kalabileceğini belirtir; yani hastayı sadece belirtilerine göre değil, bütünsel olarak anlamayı, tedavi, bakım ve psikoterapiyi bir süreç olarak görebilmeyi kolaylaştırır. Epidemiyolojik çalışmalar, genel toplumda kişilik bozukluğu yaygınlığının %10-13 olduğunu, ayaktan başvuran hastalarda %30-50 oranında kişilik bozukluğu saptandığını, acil servislere başvuran hastaların neredeyse %25’ini oluşturduğunu ve bunların en sıklıkla borderline ve histrionik kişilik bozukluğu hastaları olduğunu, yataklı servislerde en çok borderline[19,20] hastaların bulunduğunu bildirmektedir.[3,8]
Klinik Görünüm Kişilik bozukluğu olan bireyler zihinsel tasarımlarının etkisiyle kendi içlerinde yaşadıkları karmaşık süreçleri dış dünyaya ve ilişkide oldukları kişilere yansıtarak, diğerleri üzerinden yaşama eğilimi gösterirler.[15,20] Örneğin, yetersiz bir kendilik imgesi ve ihmal eden ebeveyn tasarımına sahip bir hasta, kendini yetersiz biri olarak algılar ve sürekli ihmal edildiğinden yakınır. İlişkilerinde daima çarpıtılmış ve bozuk algılamalara bağlı sorunlar ortaya çıkar. Çoğu zaman bu durum tedavi ekibine yönelik karşılanması zor, yoğun beklentilere yol açar.[11,21] Ağır kişilik bozukluklarında anksiyete toleransı düşüktür. Ayrılık ve engellenme gibi kaygı yaratan durumlar karşısında regresyona (ruhsal gerileme) girme eğilimleri, bu durumla başa çıkmak için alkol ve madde kullanımına, impulsif biçimde intihar veya eyleme vuruk (acting out) davranışlar geliştirmelerine yol açabilir.[20] Diğerleriyle ilişkide güçlükler yaratan, huzursuz, beklentili, düşmanca veya manipülatif davranışlar gösterirler.[21,22] İşlevsellikleri değişkendir. İd ve ego yeterince iyi ayrışmadığından dürtü ile yüklü zıt ego durumları ilkel savunmalarla ayrı tutulmaya çalışılır. Özellikle bölme/bölünme (splitting), yansıtma (projection), yansıtmalı özdeşleşme (projective identification), inkar (denail), ilkel yüceltme (primitive idealization), değersizleştirme (devaluation), tümgüçlülük (omnipotence) gibi ilkel savunmalar etkin biçimde kullanıldığında anksiyete ve depresyon ortadan kalkabilir. Bunun bedeli ise ego zayıflığı ve çoğu zaman klinikte gördüğümüz kimlik karmaşasıdır.[8,9,15,16,20]
Ağır kişilik bozukluklarının hepsinde psikopatoloji borderline organizasyon düzeyinde olmakla beraber, davranış ve tutumlara yansıyan özellikler ve klinik belirtiler farklıdır. Bunlar;
35
A Kümesi Kişilik Bozuklukları Paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler diğerlerinin davranışlarını kötü niyetli olarak yorumlama, sürekli şüphecilik ve güvensizlikle karakterizedirler. Sık olarak düşmanca, huzursuz ve kızgındırlar. Tutucu, haksızlıkları biriktiren, takıntılı biçimde adalet arayışı içinde olan, patolojik kıskançlık davranışları gösteren kişilerdir. Sürekli kendilerinin sömürüleceği hissi ile en yakın ilişkilerinde bile açık olmazlar. Yeterli bir temele dayanmaksızın başkalarının niyet ve davranışlarını kendilerine yönelik aşağılama olarak algıladıkları referans fikirleri nedeniyle olaylardan gerçek olmayan sonuçlar çıkarırlar.[23] Paranoid kişilik bozukluğunun yaygınlığı toplumda %0.5-2.5 arasındadır. Bu kişiler nadiren tedavi arayışı içindedirler ve genellikle yakınlarının teşviki ile tedaviye gelirler.[8]
Şizoid kişilik bozukluğu olan kişiler yaşam boyu sosyal çekingenlik içindedirler. İlişkilerinde yetersiz, duygulanımları kısıtlı, donuk, içe dönük ve insan ilişkilerinde yakınlık kurmaya karşı isteksizdirler. Şizoid kişilik bozukluğunun yaygınlığı kesin olarak saptanamamıştır. Ekip çalışmasından çok yalnız başına yapılan işlerde çalışmaya yatkındırlar. Kızgınlık duygularını doğrudan gösteremezler. Matematik ve astronomi gibi insansız ilgilerde afektif enerjilerini kullanabilirler. Hayvanlara, diyet ve sağlıkla ilgili konulara, felsefi hareketlere ve özellikle kişisellik içermeyen toplumsal ilerleme projelerine ilgi duyabilirler.[8,23] Şizotipal kişilik bozukluğu gösteren hastalar tuhaf ve yabancıdırlar. Düşünce yapısı ve ilişkileri bozulmuştur. Büyüsel düşünce, garip fikirler, referans fikirleri, illüzyonlar ve yabancılaşma (depersonalizasyon) belirtileri mevcuttur. Batıl inançları olabilir ve gelecekten haber verebildiklerini iddia ederler. İç dünyaları, çok canlı hayali ilişkilerle ve çocuksu korku ve hayallerle doludur. Yakın ilişkilerde birdenbire rahatsızlık duyma ve geri çekilme görülebilir. Toplumda %3 oranında görülür.[8,23]
B Kümesi Kişilik Bozuklukları Borderline (sınırda) kişilik bozukluğu gösteren hastalar nevroz ve psikoz sınırında yer alırlar. Sıra dışı, stabil olmayan affekt, mizaç ve davranış özellikleri gösterirler. Kendilik ve nesne ilişkileri değişkendir ve zıtlıklar içerir. Kimlik duygusunda ve duygulanımda tutarsızlıklar gösterirler. Dürtülerini kontrol etmede güçlük yaşarlar. Yalnız kalmaya tahammülleri yoktur ve her zaman bir ilişki içinde olmak isterler ve sürekli terk edilme korkusu yaşarlar. Manipülatif intihar girişimleri, eyleme vuruk davranışlar, alkol ve uyuşturucu kullanımı ve rastgele cinsel ilişkiler sıktır.[20] Kronik boşluk duygusu vardır ve ani değişken belirtiler gösterebilirler. Toplumda görülme sıklığı %2-3 iken, psikiyatri kliniklerindeki kişilik bozukluklarının %30-60’ını borderline kişilik bozuklukları oluşturur.[8,15,24] Histrionik kişilik bozukluğu olan kişiler dramatik, renkli özellikleri olan, kolay heyecanlanan, dışa dönük ve duygu-
36
sal davranışlar gösterirler. Bu kişilerde aşırı derecede başkalarının dikkatini çekme, duygu ve düşüncelerini abartma, aşırı onay ve övgü bekleme, giyim ve davranışlarında baştan çıkarıcı davranma özellikleri vardır. Bağımlılık ihtiyaçları yoğundur, ilişkilerinde yüzeyseldirler, gerçek duygularını ifade edemezler ve kolay aldanırlar. İstekleri gerçekleşmediğinde ve hayal kırıklığına uğradıklarında huysuzluk, ağlama krizleri ve diğerlerini suçlama davranışları gösterirler. Toplumda görülme oranı %2-3’dür.[8,15,25]
Antisosyal kişilik bozukluğu olan kişiler, sürekli olarak toplum normlarına uymayan ve suç türünden davranışlar gösterirler. Yalancılık, okuldan, evden kaçma, hırsızlık, kavgacılık, madde kullanımı, yasal olmayan aktiviteler gösterirler ve bunlardan dolayı suçluluk duymazlar. Kendi gereksinimleri için başkalarını kötüye kullanabilir, fiziksel, cinsel ve maddi zararlar verebilirler. Dışarıdan normal, zeki, cana yakın ve sevimli görülebilirler. Toplumda erkeklerin %3’ünde, kadınların %1’inde görülür.[8,15,24] Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler kendilerini aşırı derecede önemser ve aynı alanda eşi benzeri olmadığı şeklinde büyüklük duygularına kapılırlar. Eleştirilere tahammülleri yoktur ve öfke hissederler. Diğerlerine empati göstermekten yoksundurlar. Benlik saygıları düşüktür, ilişkilerinde kırılgandırlar ve depresyona yatkındırlar. Kendilerini değerli hissetmek için sürekli bir şeyler başarmaları gerekmektedir. Toplumda görülme sıklığı %2-6 arasındadır.[8,24,25]
C Kümesi Kişilik Bozuklukları Çekingen kişilik bozukluğu olan kişilerin en temel özelliği yetersizlik ve reddedilmeye karşı aşırı duyarlılık hissetme ve bu nedenle sosyal ketlenme içinde olmalarıdır. Bu yapıdaki kişiler topluluk içinde konuşmaktan ve kendilerini göstermekten kaçınırlar. Sıcak ve arkadaşça olmalarına karşın eleştirilmeye ve aşağılanmaya karşı aşırı duyarlılıkları nedeniyle utangaçtır, fobik kaçınmaları vardır ve sınırlı işlevsellik gösterirler.[8]
Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu duygusal katılık, düzenlilik, ısrarcılık, inatçılık ve kararsızlıkla karakterize bir yapı gösterir. Mizaçları genellikle ciddidir ve mizah duyarlılıkları sınırlıdır. Mükemmeliyetçi yapı nedeniyle yöntem ve düzen gerektiren işlerde başarılı olabilirler, ancak katı kuralları ve düzenleri bozulduğunda buna tolerans gösteremezler ve anksiyeteleri artar. Kendilerinin ve birlikte yaşadıkları kişilerin davranışları üzerinde kontrol sağlama eğilimindedirler.[8]
Bağımlı kişilik bozukluğu olan kişiler başkalarının gereksinimlerini kendilerinin önüne koyarlar. Kendilerine güvenleri yoktur ve yalnız kaldıklarında rahatsızlık duyarlar. Başkalarından güvence ve destek almadıkça karar vermekte güçlük çekerler. Karamsarlık, pasiflik, itaat etme ve sorumluluk almaktan kaçma nedeniyle başkalarına bağımlıdırlar. Kötüye kullanılmaya açık bir yapı gösterirler.[8]
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):33-38
Tedavi Süreci Kişilik bozukluklarının tedavisi uzun sürelidir, psikoterapi esas olmak üzere ilaç ve gerektiğinde hastane tedavisi kombine sürdürülmelidir. Psikoterapi, farklı ekollere göre, kişilik yapısına yönelik değişimi hedefleyen psikodinamik ve psikoanalitik yaklaşımlardan, kognitif davranışçı, diyalektik, şema ve kişilerarası yaklaşımlara kadar birçok yöntemi içermektedir.[1,2,9,15,17,19,20,26]
Kişilik bozukluklarındaki patoloji en yoğun biçimde kendini ilişkilerde gösterdiğinden, bu durum tedavi, bakım ve psikoterapi ilişkisine aktarılmaktadır. Psikoterapide ana hedef, terapötik bir ilişki/ortam içinde, kişilik yapısındaki bozukluğu düzeltmeye yönelik bir yöntem kullanmaktır. Terapiste ve tedavi ortamına aktarılan bu durumun şimdi ve burada olanlara odaklı çalışılması psikoterapiyi olanaklı kılmaktadır. Ancak aynı zamanda hastaların, ilişkide oldukları her şeyi patolojik örüntünün içine çekme eğilimleri, tedavi ve psikoterapi ilişkisini zorlaştırmakta, tedavi ekibinin bu hastalara karşı çeşitli güçlükler yaşamalarına yol açmaktadır.[27] Hastayı anlamak ve ilişkiyi sürdürebilmek, ilişki örüntülerine (patern) patolojik biçimde uyum sağlayan, ikincil kazançların olduğu, katı, kaotik bir yapı nedeniyle zordur. Bu hastalar değişime karşı dirençlidir ve adeta “beni değiştirme” demektedir. Kişilik bozukluklarının psikoterapisi, hastanın tedaviye olan direncini azaltacak, yoğun duygusal dalgalanmalara dayanmayı sağlayacak, tedavide kalmasını ve yıllar sürecek bir bağlanmayı -“tedavi çerçevesini” koruyarak sürdürebilmesini- sağlayacak yöntemleri içermelidir. Kişilik bozukluklarının tedavi ve psikoterapisinde, Yeomans ve ark.,[28] psikoterapi çerçevesini oluşturma ve kontrata odaklanma yoluyla terapiyi korumaya ve devamlılığını sağlamaya, Clarkin ve ark.,[27] aktarım (transference) ilişkisine odaklanarak bozuk kendilik ve nesne ilişkilerini düzeltmeye, Averill,[29] terapistin kısmi doyum sağlayıcı tutumu ile olumlu düzeltici deneyim sağlayarak benlik yetersizliğini onarmaya, Eren,[30] sanat psikoterapisini kullanarak hastayı kapsama (container) ve terapide kalmasını sağlamaya, birçok klinisyen ve araştırmacı grup, aile, terapötik ortam ya da kısmi hastane tedavisi içinde uyumsuz (maladaptif ) davranışları düzeltmeye yönelen yaklaşımlar kullanmışlar ve tedavide elde ettikleri sonuçları bildirmişlerdir.[1,2,26,31-33] Son yıllarda bilişsel, davranışçı, diyalektik veya şema terapilerinin yararlı olduğuna yönelik çalışmalar da vardır.[1,19] Terapilerin yanı sıra bu hastalarda ortaya çıkan duygusal dalgalanmalar, depresif dönemler, yoğun anksiyete krizleri veya kısa süreli psikotik ataklar için ilaç tedavisi kullanılmaktadır.[3,8,34] Bu hastalarda ilaç tedavisi, ilacın farmakolojik etkisinin yanısıra, tedavi ekibinin (hekim/hemşire/psikoterapist) olumlu ya da olumsuz bir uzantısı olarak çeşitli anlamlar içermekte, bu anlamlar nedeniyle çoğu zaman düzenli kullanım ve yararlılık etkilenmektedir.
37
EREN N., Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri
Bu hastaların tedavisinde acil müdahalenin ve hastaneye yatırarak tedavinin krize müdahalede önemi büyüktür. Kişilik bozukluklarında, “içerideki yapıyı” ancak “dışarıdaki bir nesne” ile sürdürebildikleri “dayanıksız denge” bozulduğunda, krizler ortaya çıkmakta ve bu dönemde psikiyatrik yardım gereksinimi artmaktadır. Acil tedavi ve hastaneye yatış en sıklıkla, intihar düşünceleri ya da yakın bir intihar girişimi ile ilgili disfori, dezorganizasyon, disosiasyon ya da psikoz benzeri belirtilerle ortaya çıkan anksiyete, hastayı riske sokan impuls kontrol bozukluğu ya da yargıda zayıflama ile oluşan zarar verici davranışlar, saldırganlık, kendine veya diğerlerine yönelik şiddet eğilimlerine yol açan emosyonel labilite durumlarında görülmektedir.[20,34,35]
Kişilik bozukluklarının hastaneye yatırılmasındaki temel amaç, belirtilerin yatışması ve hastanın durumsal krizi atlatmasına destek sağlamaktır.[34] Ancak hastane tedavisi ile ayaktan sürdürülen tedavi süreci bağlantılı olmazsa tekrarlayan manipülatif yatışlar görülebilir. Kişilik bozukluğu gösteren bir hastanın hastane tedavisini özellikle farklı bir tedavi ekibi yürütüyor ise -çoğu zaman böyledir- önemli zorluklar yaşanabilir.[20] Tekrarlayan yatışlar bazen servis ekibinde hoşnutsuzluklar yaratabilir.
Özellikle ağır kişilik bozukluğu gösteren borderline hastalarda hastane tedavisi, sadece krize müdahale amaçlı ve kısa süreli olmayıp, uzun süreli kısmi yatış uygulamaları vardır. Bateman ve Fonagy,[31,33] uyguladıkları “psikoanalitik oryantasyonlu kısmi hastane tedavisi” sonuçlarında, sadece kliniğe ve belirtilere yönelik bir iyileşme sağlanmadığını aynı zamanda yapısal bir gelişme de sağladığını belirtmektedir. Kısa ya da uzun süreli hastane yatışlarında kişilik bozukluğu hastaları ile çalışan ekibin serviste ortaya çıkabilecek sorunlarla ilgili aşağıdaki durumlarda dikkatli olması gerekmektedir:
• Yatış anından taburculuğa kadar her aşamada ortaya çıkan servis kuralları ve tedavi ilkeleri ile ilgili çarpık algılamalar ve çatışmalar,
• Derhal doyurulmayı bekleyen yoğun ilgi gereksinimleri,
• Diğerlerine, çevreye ve kendilerine zarar verici, katı, sınırları zorlayan, manipülatif davranışlar sergilemeleri, • Aktarım ve karşı-aktarım sorunları,
• Ayaktan tedavi ekibi ile yataklı servis ekibi arasında, yataklı servis ekibinin kendi arasında, hemşireler ile hekimler arasında veya diğer personel arasında, ekip ile yönetim arasında, bölünmeler (spliting) yaratarak çatışmalara neden olmaları, • Koğuştaki diğer hastalarla ilgili, karmaşa, gruplaşma, aşırı yakınlık gibi sınır sorunları yaratarak tedavi düzenini bozucu davranışlar göstermeleri, • Etik ve adli sorunlara neden olan suça yönelik davranışlarda bulunma eğilimleri gelir.[20,34,36]
Ruh sağlığı ekibi, kişilik bozukluğu gösteren hastalarla çalışırken çeşitli güçlükler yaşamakta ve bu hastaları zorlayıcı bulmaktadır.[20-22,37,38] Kişilik bozukluğu hastalarıyla çalışma deneyimini sorgulamak üzere Eren[38] tarafından yapılan, %65.8’inin hemşire olduğu 81 ruh sağlığı çalışanının katıldığı bir anket çalışmasından elde edilen sonuçlar, bu hastaların zor hastalar olarak algılandığı yönündedir. Ankete cevap verenlerin %69.1’i en zorlandıkları grup olarak kişilik bozukluklarını bildirmiştir. Bu hastalarla çalışırken yaşanan güçlükleri, ankette yer alan listeden, birden çok seçenekli olarak seçmeleri istendiğinde; %32.1 bu hastalara karşı kızgınlık, öfke ve nefret duyguları, %30.9 hastayı anlama ve karşılıklı iletişimi sürdürme güçlükleri, %30.7 mesleki çerçeveyi koruma güçlükleri, %28.4 korku, endişe, panik duyguları bildirilmiştir. Bu hastalarla çalışırken nasıl bir tutum gösterdikleri değerlendirildiğinde ise; %26.1 sınırları koruyan otoriter bir tutum, %24.5 çaresizlik, yetersizlik ve kafa karışıklığı, %15.7 ılımlı ve anlayışlı bir tutum seçilmiştir. Ankete cevap veren profesyonellerin %9’u bu hastaların iyileşeceğine inanmadığını, %69.1’i kişilik bozukluğu tanısı almış bir hasta ile çalışmayı tercih etmediğini, anketi cevaplayanların sadece %28’i kişilik bozukluğu hastalarıyla çalışmaya istekli olduğunu belirtmiştir.
Hemşirelik Yaklaşımı Kişilik bozukluğu hastalarının en belirgin özellikleri iç dünyalarında yaşadıkları karmaşa ve uyumsuz savunmalar nedeniyle yakın ilişkilerinde ve bulundukları ortamlarda ciddi sorunlara yol açmalarıdır.[20-22] Psikiyatri hemşireliğinde özelleşmiş bir alan olarak, bu hastalara yönelik özel teknikleri içeren yöntemler geliştirilmelidir. Yataklı servislerde yatan kişilik bozukluğu gösteren hastalara özgü oluşturulacak hemşirelik bakım planları, hastanın psikopatolojik ilişki örüntülerini (pattern), davranış ve tutumlarını ayrıntılı bir şekilde ele almak ve bütünleştirmesine yardım etmek için elverişli bir yöntemdir.[39,40] Bir psikiyatri hemşiresi için, hasta ile bir plana bağlı olarak adım adım ilişki kurmak, hastanın psikopatolojik ilişki örüntülerini, davranış ve tutumlarını ayrıntılı bir şekilde değerlendirmede, kendini ve diğerlerini algılamasındaki kopuklukları bütünleştirmesine ve birçok klinik belirtilerle başa çıkmasına yardım etmede yararlı bir rehber işlevi görür. Bu yazının ikinci bölümünde, kişilik bozukluğu gösteren hastalarla çalışan hemşirelere rehber oluşturmak üzere hemşirelik tanıları, hedefler ve hemşirelik girişimleri hakkında bilgi verilecektir.
Sonuç Psikiyatri hemşireleri kişilik bozukluğu hastalarıyla acil servislerde, poliklinikte, yataklı ve ayaktan tedavi servislerinde karşılaşmaktadır. Kişilik bozukluklarının tedavisinde psikiyatri hemşiresi, bir ekip içinde temel psikiyatri hemşireliği uygulamasının yanı sıra özel bir eğitim ve deneyimle, birey-
38
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):33-38
sel veya grup psikoterapi uygulaması ve diğer destekleyici terapötik uygulamaları yürütebilir. Özellikle yataklı servislerde kişilik bozukluğu hastaları ile 24 saat yüzyüze olmanın getirdiği sınır güçlüklerinin farkında olarak, tedavi çerçevesini korumaya odaklı, ortamı terapötik kullanabilme ve bu hastalara yönelik özelleşmiş teknikler konusunda deneyimli olmalıdır.
16. Kernberg O. Sapıklıklarda ve kişilik bozukluklarında saldırganlık (Çeviri Editörü: Büyükkal MB). İstanbul: Metis Yayınları; 1996. (Orijinal çalışma basım tarihi 1992). 17. Tura SM. Günümüzde psikoterapi. İstanbul: Metis Yayınları; 2000. 18. Ardalı C, Erten Y. Psikanalizden dinamik psikoterapilere. İstanbul: İçgörü Dizisi. Alfa Basım; 1996. 19. Swenson CR, Sanderson C, Dulit RA, Linehan MM. The application of dialectical behavior therapy for patients with borderline personality disorder on inpatient units. Psychiatr Q 2001;72:307-24. 20. Gunderson JG. Borderline kişilik bozukluğu (Çeviri Editörü: Ceyhun B). Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 1994. (Orijinal çalışma basım tarihi 1984). 21. Bowers L. Dangerous and severe personality disorders: Response and role of the psychiatric team. London: Routledge; 2002. 22. Glen S. Dangerous and severe personality disorder: an ethical concept? Nurs Philos 2005;6:98-105. 23. Hayward BA. Cluster A personality disorders: considering the ‘odd-eccentric’ in psychiatric nursing. Int J Ment Health Nurs 2007;16:15-21. 24. Kraus G, Reynolds DJ. The “A-B-C’s” of the cluster B’s: identifying, understanding, and treating cluster B personality disorders. Clin Psychol Rev 2001;21:345-73. 25. Callaghan GM, Summers CJ, Weidman M. The treatment of histrionic and narcissistic personality disorder behaviors: a single-subject demonstration of clinical improvement using functional analytic psychotherapy. J of Contemporary Psychotherapy 2003;33:321-339. 26. Benjamin LS. Interpersonel diagnosis and treatment of personality disorders. New York: The Guilford Pres; 1993. 27. Clarkin JF, Levy KN, Schiavi JM. Transference focused psychotherapy: development of a psychodynamic treatment for severe personality disorders. Clin Neurosci Res 2005;4: 379-386. 28. Yeomans F, Selzer M, Clarkin J. Studying the treatment contract in intensive psychotherapy with borderline patients. Psychiatry 1993;56:254-69. 29. Averill SC. Recovery of the lost good object. Bull Menninger Clin 1997;61:288-96. 30. Eren N, Özdemir Ö, Öğünç NE, Saydam MB. Borderline hastalarla yapılan dinamik yönelimli sanat psikoterapi grubunda sürecin değerlendirilmesi, 3P Dergisi 2000;8:285-294. 31. Bateman A, Fonagy P. Health service utilization costs for borderline personality disorder patients treated with psychoanalytically oriented partial hospitalization versus general psychiatric care. Am J Psychiatry 2003;160:169-71. 32. McCray JA, King AR. Personality disorder attributes as supplemental goals for change in interpersonal psychotherapy. J of Contemporary Psychotherapy 2003;33:79-92. 33. Bateman A, Fonagy P. Treatment of borderline personality disorder with psychoanalytically oriented partial hospitalization: an 18-month followup. Am J Psychiatry 2001;158:36-42. 34. Hyman SE. Acil psikiyatri. (Çeviri Editörü: Saygılı R, Hasırcı İD, Ayan A) İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi; 1989. (Orijinal çalışma basım tarihi 1988). 35. Bland AR, Tudor G, McNeil Whitehouse D. Nursing care of inpatients with borderline personality disorder. Perspect Psychiatr Care 2007;43:204-12. 36. Cleary M, Siegfried N, Walter G. Experience, knowledge and attitudes of mental health staff regarding clients with a borderline personality disorder. Int J Ment Health Nurs 2002;11:186-91. 37. Woeller W, Tress W. [Psychotherapeutic treatment of personality disorders] Z Psychosom Med Psychother 2005;51:110-27. 38. Eren N. Ağır kişilik bozuklukları ve yataklı psikiyatri servislerinde yarattıkları kaos, 42. Ulusal Psikiyatri Kongresi 1-5 Kasım 2006, Özet Kitabı. (Panel Sunumu), Hilton Convention Center-İstanbul. http://www. phdernegi.org/Sunumlar/Forms/AllItems.aspx. 39. Woods P, Richards D. Effectiveness of nursing interventions in people with personality disorders. J Adv Nurs 2003;44:154-72. 40. Schultz JM, Dark SL. Manual of Psychiatric Nursing Care Plans. Second Ed. Boston, Little, Brown and Company.1982; 165-187.
Sonuç olarak, kişilik bozukluklarının uzun süreli tedaviyi ve bu konuda eğitim ve deneyim sahibi profesyonellerden oluşan bir ekip çalışması gerektirdiği unutulmamalıdır. Bu hastalarla çalışırken istikrarlı bir yaklaşım izlenmesi, ekibin daha aktif bir tutum içinde, birbiri ile iletişim halinde olması çok önemlidir. Yaklaşımda unutulmaması gereken en temel noktalar, hastadan gelen olumsuz aktarım tepkilerine dayanarak, eylemleriyle duyguları arasındaki bağı görebilmesini sağlamaya dönük “şimdi ve burada” olanlara odaklı bir tutum gösterilmesi, eyleme koyma türündeki davranışların tutarlı biçimde sınırlandırılarak ödüllendirilmemesi, karşı-aktarım duygularının denetlemesi ve ekip süpervizyonu sağlanmasıdır.
Kaynaklar 1. Bateman AW, Tyrer P. Psychological treatment for personality disorders. Advances in Psychiatric Treatment 2004;10:378-388. 2. Stone MH. Long-term outcome in personality disorders. Br J Psychiatry 1993;162:299-313. 3. Karamustafalıoğlu N, Karamustafalıoğlu O. Kişilik bozukluklarında ilaç tedavileri. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni 2000;10:103-108. 4. Ardalı C. Bebeğin simgesel sistemlerinin kuruluşu. Derleyen: İÜ İTF Psikiyatri AD Sosyal Psikiyatri Servisi, Kişilik ve Psikoterapi Yazıları Salı Toplantıları Kitabı. İstanbul: Alan Yayıncılık; 2000. s. 47-74. 5. Parman T. Ergenlik ya da merhaba hüzün. İstanbul: Bağlam Yayıncılık; 2000. 6. Origlia D, Ouillon H. Ergenlikte kişilik. (Çeviri Editörü: Onur B) Ergenlik Psikolojisi. 2. basım. Ankara: Hacettepe-Taş Kitapçılık Ltd. Şti; 1987. s. 159-209. 7. Fenichel O. Nevrozların psikoanalitik teorisi. (Çeviri Editörü: Tuncer S) İzmir: Ege Üniversitesi Matbaası; 1974. (Orijinal çalışma basım tarihi 1945). 8. Kaplan HI, Sadock BJ. Klinik psikiyatri. (Çeviri Editörü: Abay E) İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri; 2004 (Orijinal çalışma basım tarihi 1994). 9. Tredget JE. The aetiology, presentation and treatment of personality disorders. J Psychiatr Ment Health Nurs 2001;8:347-56. 10. Amerikan Psikiyatri Birliği. Mental bozuklukların tanısal ve sayımsal elkitabı (DSM-IV) (Çeviri Editörü: Köroğlu E), 4. baskı, Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 1998. (Orijinal çalışma basım tarihi 1994). 11. Narud K, Mykletun A, Dahl AA. Therapists’ handling of patients with cluster B personality disorders in individual psychotherapy. Compr Psychiatry, 2005;46:186-91. 12. Gunderson JG, Weinberg I, Daversa MT, Kueppen Bender KD ve ark. Sınırda kişilik bozukluğu ve bipolar bozukluk ilişkisi üzerine tanımlayıcı ve uzunlamasına gözlemler. The American Journal of Psychiatry, Türkiye Baskısı 2006;2:276-288. 13. Akckarsater H, Stahlberg O, Larson T, Hakansson C ve ark. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve otizm spectrum bozukluklarının mizaç, karakter ve kişilik gelişimine etkileri. The American Journal of Psychiatry, Türkiye Baskısı 2006;2:322-7. 14. Perdeci Z, Özmenler KN, Doğruer EA ve ark. Antisosyal kişilik bozukluğunda saldırganlığın nedenini anlamaya yönelik olarak kortikal eksitabilite ve inhibisyonun elektrofizyolojik incelenmesi. Nöropsikiyatri Arşivi 2009;46:44-51. 15. Kernberg OF. Severe personality disorders: psychotherapeutic strategies. New Haven, CT: Yale University; 1984.
DERLEME / REVIEW
39
Çözümlenmemiş Bir Konu: Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastanın Gönülsüz/Zorla Tedavi Edilmesi An Unresolved Issue: Involuntary/Compulsory Treatment of Patients with Psychiatric Disorders Rahime AYDIN ER,1 Mine ŞEHİRALTI2
ÖZET
SUMMARY
Gönülsüz/zorla tedavi etme veya hastaneye yatırma özellikle psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Hastanın zorla tedavi edilmesine yönelik gerekçe, hastaların hastalığı ve tedaviye gereksinimi olduğunu kabul etmemelerine bağlı olarak aydınlatılmış onam veremeyecek durumda olmalarına dayandırılmaktadır. Buna bağlı olarak psikiyatrik bozukluğu olan hastaların tedaviyi ret kararları dikkate alınmamakta hatta hastalar gönülsüz olarak vekil onamıyla hastaneye yatırılmaktadır. Hastanın istemsiz tedavi edilmesi haklarına ve dokunulmazlıklarına bir müdahale olması nedeniyle sağlık çalışanlarının bir takım etik ikilem ve hukuki sorun yaşamalarına neden olabilmektedir. Gelişmiş ülkelerde kabul edilen sağlık politikaları, ruh sağlığı yasaları ve meslek etik kodları gibi düzenlemeler, psikiyatrik bozukluğu olan hastaların gönülsüz olarak zorla hastaneye yatırılmaları ve aydınlatılmış onam alınmadan tedavi edilmeleri konusundaki etik sorunların çözümünde yol gösterici olmuştur. Zorla tedavi etmeye yönelik düzenlemelerin temelde iki ana görüşe dayandığı belirtilmektedir. İki görüşte de hastada psikiyatrik bozukluk tanısı şart koşulmakta; ilk görüş tehlikeliliğin varlığına veya olasılığına, ikincisi tedavi gereksinimine odaklanmaktadır. Türkiye’de kapsamlı bir ruh sağlığı yasasına ve diğer yol göstericilerine gereksinim duyulmakla birlikte Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından hazırlanan Ruh Sağlığı Yasası Taslağı henüz kabul edilmemiş, dolayısıyla psikiyatrik bozukluğu olan hastaların hakları ve meslek etiği kodları da uygulamaya aktarılamamıştır. Bu nedenle sağlık ekibi hasta tedaviyi reddettiğinde veya hastaneye yatmak istemediğinde yapılacaklarla ilgili karar vermede güçlük yaşayabilmektedirler. Bu derleme yazıda farklı ülkelerde psikiyatrik bozukluğu olan hastaların zorla veya gönülsüz olarak tedavi edilmelerine ilişkin koşullar ve ülkemizde bu konuya ilişkin gelişmeler anlatılacaktır.
Involuntary/compulsory treatment or hospitalization is a situation often encountered in patients with psychiatric disorders. The reason for compulsory treatment is justified on the grounds that patients are not in a position to accept their illness or the need for treatment; thus, they cannot provide informed consent. As a result, refusal of treatment by patients with psychiatric disorders is not taken into consideration, and they are even admitted to the hospital unwillingly by surrogate consent. Since involuntary treatment of patients is an infringement of their rights and privacy, health workers may face both ethical dilemmas and legal issues. Health policies, mental health laws and professional ethics codes in developed countries have been instrumental in resolving ethical problems that arise because of compulsory hospitalization and treatment of patients with psychiatric disorders without their informed consent. Regulations regarding compulsory treatment are based on two main opinions. In both, a diagnosis of a psychiatric disorder is required. The first focuses on the presence or the possibility of a dangerous situation, while the second opinion is based on the need for treatment. In Turkey, a comprehensive mental health law and other guiding regulations are needed. The draft of the Mental Health Law prepared by the Turkish Psychiatric Association has not yet been accepted. Consequently, rights of patients with psychiatric disorders as well as professional ethics codes have not yet been put into practice. Thus, the health team may face difficulties in deciding a course of action when patients refuse treatment or do not want to be hospitalized. In this report, we review the conditions of compulsory or involuntary treatment of patients with psychiatric disorders in different countries, together with the recent developments in our country.
Anahtar sözcükler: Gönülsüz tedavi; klinik etik; psikiyatrik bozukluğu olan hasta; zorla yatırma.
Key words: Involuntary treatment; clinical ethics; psychiatric patients; compulsory hospitalization.
“Gönülsüz/zorla tedavi etmek” terimi bireyleri istemleri dışında hastaneye yatırmak ve orada tutmak anlamını taşımaktadır. Bu uygulama özellikle psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda sıklıkla karşılaşılan bir durumdur.[1] Psikiyatri has-
talarının zorla tedavi edilmesine yönelik gerekçe, hastaların hastalığı ve tedaviye gereksinimi olduğunu kabul etmemelerine bağlı olarak aydınlatılmış onam veremeyecek durumda olmalarına dayandırılmaktadır.[2,3] Buna bağlı olarak psikiyatrik bozukluğu olan hastaların tedaviyi reddetme hakları dikkate alınmamakta hatta hastalar gönülsüz olarak vekil onamıyla hastaneye yatırılmaktadırlar. Hastanın istemsiz tedavi edilmesi haklarına ve dokunulmazlıklarına bir müdahale olması nedeniyle bu durum, sağlık çalışanlarının bir takım etik ikilem ve hukuki sorun yaşamalarına neden olabilmektedir.[1,3]
1
Kocaeli Üniversitesi Kocaeli Sağlık Yüksekokulu, Kocaeli
2
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik AD, Kocaeli
İletişim (Correspondence): Dr. Rahime AYDIN ER. e-posta (e-mail): raay@kocaeli.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(1):39-42 Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):39-42
Gelişmiş ülkelerde kabul edilen sağlık politikaları, ruh sağlığı yasaları ve meslek etik kodları gibi düzenlemeler, psi-
40
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):39-42
kiyatrik bozukluğu olan hastaların gönülsüz olarak zorla hastaneye yatırılmaları ve aydınlatılmış onam alınmadan tedavi edilmeleri konusundaki etik sorunların çözümünde yol gösterici olmuştur.[4,5] Gönülsüz/zorla hastaneye yatırmaya farklı ülkelerin düzenlemeleri açısından bakıldığında, bu konuda karar verici otoritenin ve hastayı hastanede tutma süresinin ülkeden ülkeye, hatta aynı ülkedeki farklı eyaletlerde değiştiği görülebilmektedir.[1] Zorla tedavi etmeye yönelik karmaşık düzenlemeler olmakla birlikte, düzenlemelerin temelde iki ana görüşe dayandığı belirtilmektedir. İki görüşte de hastada psikiyatrik bozukluk tanısı şart koşulmakta; ilk görüş hastada tehlikeliliğin varlığına veya olasılığına, ikincisi hastanın tedavi gereksinimine odaklanmaktadır.[6]
davi gereksiniminin değerlendirilmesi zemininde zorla tedavi edilmesine izin verilmektedir.[4,6,7] Danimarka, Finlandiya, Yunanistan, İrlanda ve Portekiz’de hem tedavi gereksinimi, hem de tehlikelilik kriterleri kullanılarak hasta gönülsüz olarak tedavi edilmekte veya hastaneye yatırılmaktadır.[7]
Amerika, Avustralya, Belçika, Fransa, Almanya, İsrail ve Hollanda’nın ruh sağlığı yasasında psikiyatrik bozukluğu olan hastaların gönülsüz hastaneye yatırılmasında bağlayıcı olan “tehlikelilik kriteri”ne yer verilmektedir.[6,7] Bu ülkelerin yasal düzenlemelerinde psikiyatrik bozukluk nedeniyle kendisi ya da toplum için tehlike oluşturma riski bulunanlar, hem tedavi edilmeleri, hem de toplum güvenliğinin sağlanması gerekçeleriyle mahkeme kararıyla zorunlu klinik tedavi için hastaneye gönderilmektedir.[8] Bazı ülkeler sadece halkın tehdit altında olmasını dikkate alırken, diğerleri hastanın kendisine veya başkalarına muhtemel zarar verme olasılığını göz önünde bulundurmaktadır. Hatta İrlanda ve Kıbrıs Rum Kesimi’nde kişinin toplum tarafından kabul edilemeyen davranışlara sahip olması da hastaneye zorla yatırılması için bir kriter olarak kabul edilmektedir.[7] İngiltere, İsviçre, İsveç, Norveç, Japonya, Hindistan, İtalya ve İspanya’da ise psikiyatrik bozukluğu olan hastaların gönülsüz tedavi edilmeleri için birçok ülkede kriter olan tehlikeliliğin zorunlu olmadığı belirtilmektedir. Bağlayıcı tehlikelilik kriterinin olmadığı bu ülkelerde, genellikle hastanın te-
Birçok ülkede hastanın zorla tedavi edilmesi veya hastaneye yatırılması kararını veren yetkili tıp uzmanları olup, bu konuda genellikle psikiyatri uzmanlarından görüş istenmektedir. Ayrıca bazı ülkelerde hastanın zorla hastaneye yatırılması için birden fazla uzman tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.[7] Hastanın zorla hastaneye yatırılması kararını vermede hakimi, savcıyı veya belediye başkanını yetkilendiren ülkeler de bulunmaktadır. Örneğin, hastanın hastaneye zorla yatırılmasına karar veren sorumlu ve yetkili makam Amerika’da mahkeme, İsrail’de psikiyatri uzmanıyken,[9] İtalya’da belediye başkanıdır.[7] Tablo 1’de bazı ülkelerin hastanın zorla tedavi edilmesi/hastaneye yatırılması kriterine, hastayı değerlendiren uzman sayısına ve kararı vermede yetkilendirilen kişiye ilişkin bilgiler yer almaktadır.[7]
Zorla hastaneye yatırılan hastayı hastanede tutma süresi Amerika’da bir yıldan başlayıp daha uzun sürebilirken, İsrail’de ise bu süre 6 aydır.[9] Hastanın psikiyatrik değerlendirmesinin yapılması ile yasal olarak hastaya zorla tedaviye başlanması arasındaki zaman periyodu da ülkeler arasında farklılık göstermektedir. Bu süre genellikle kısa olup, en az 24 saat ve en fazla 15 gün arasında değişmektedir. Hastanın ilk zorla tedavi edilmesinin maksimum süresine ilişkin dikkat çekici bir farklılık söz konusudur. Örneğin, İtalya’da hastanın ilk zorla tedavi süresi sadece 7 gün iken, Belçika’da bu süre 2 yıldır. Danimarka, Fransa, Portekiz ve İspanya’da ise böyle bir süre belirtilmemiş olmakla birlikte, mahkeme veya diğer yetkililer tarafından zorla yatırma süresi 7 günden 12 aya kadar uzatılabilmektedir.[7] Tablo 2’de bazı ül-
Tablo 1. Bazı ülkelerin psikiyatrik bozukluğu olan hastayı zorla hastaneye yatırma/tedavi etme kriterine, değerlendiren uzman sayısına ve kararı vermede yetkilendirilen kişiye ilişkin bilgiler Ülke
Kriter
Almanya Fransa Hollanda Avusturya Belçika Lüksemburg Portekiz Yunanistan İrlanda İngiltere Danimarka Finlandiya İsveç İtalya İspanya
Tehlikelilik Tehlikelilik Tehlikelilik Tehlikelilik Tehlikelilik Tehlikelilik Tehlikelilik/tedavi gereksinimi Tehlikelilik/tedavi gereksinimi Tehlikelilik/tedavi gereksinimi Tehlikelilik/tedavi gereksinimi Tehlikelilik/tedavi gereksinimi Tehlikelilik/tedavi gereksinimi Tedavi gereksinimi Tedavi gereksinimi Tedavi gereksinimi
Değerlendiren uzman sayısı 1 2 1 2 1 2 2 2 2 2 1 2 2 2 2
Karar verici Hakim, savcı veya belediye başkanı Kamu görevlisi Hakim Kamu görevlisi Kamu görevlisi Psikiyatri uzmanı Kamu görevlisi Kamu görevlisi Tıp uzmanı Kamu görevlisi Tıp uzmanı Tıp uzmanı Tıp uzmanı Belediye başkanı Kamu görevlisi
41
AYDIN ER R ve ark., Psikiyatrik Bozukluğu Olan Hastanın Gönülsüz/Zorla Tedavi Edilmesi
Tablo 2. Bazı ülkelerin psikiyatrik bozukluğu olan hastayı zorla hastaneye yatırma prosedürlerine ilişkin bilgiler Ülke
Maksimum süre (gün)
Maksimum ilk yatış süresi
Hastanın tekrar değerlendirilme zamanı
Almanya
Her eyalette farklı (1-14 gün arası)
İlk alıkoyma 6 hafta, düzenli yatırma 6 ay
Fransa Hollanda
24 saat-15 gün arası 5
Avusturya Belçika
4 15
Lüksemburg Portekiz Yunanistan İrlanda İngiltere
3 12 10 1 14
Danimarka
Tehlikelilik kriteri için 24 saat, tedavi gereksinimi için 7 gün 3 4 2 Belirtilmemiş
İlk alıkoyma 6 hafta, sürekli yatırma 12 ay, ağır vakalarda 24 ay Belirtilmemiş İlk alıkoyma 3 hafta, sürekli yatırma 6 veya 12 ay 3 ay Değerlendirme için 40 gün, sürekli yatırma için 2 yıl İlk alıkoyma 14 gün Belirtilmemiş 6 ay 21 gün Değerlendirme için 28 gün, tedavi için 6 ay Belirtilmemiş
Finlandiya İsveç İtalya İspanya
9 ay 4 hafta 7 gün Belirtilmemiş
kelerin hastanın zorla yatırılmasına ilişkin kullandığı prosedürler yer almaktadır.
Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi,[7] Türkiye’nin de, psikiyatrik bozukluğu olan hastaların zorla tedavi edilmelerine yönelik yasal düzenlenmelerin olmadığı az sayıdaki ülkelerden biri olduğu vurgulanmaktadır.[1] Türkiye’de zorla tedavi etmeye veya yatırmaya ilişkin yasal düzenlemeler değerlendirildiğinde, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) bazı maddelerinin (Madde 10, 13, 14, 432) bu konuya ilişkin genel ilkeler sunduğu belirtilmektedir.[8] 22.11.2001 kabul tarihli ve 4721 sayılı TMK’nun 432. maddesinde “akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, ağır tehlike arzeden bulaşıcı hastalık veya serserilik sebeplerinden biriyle toplum için tehlike oluşturan her ergin kişi, kişisel korunmasının başka şekilde sağlanamaması halinde, tedavisi, eğitimi veya düzeltilmesi için elverişli bir kuruma yerleştirilir veya alıkonulabilir” ifadesi yer almaktadır.[10] Öncü ve Ger[8] uygulamada genellikle hukuk mahkemelerinden, kişide psikiyatrik bozukluk olup olmadığı, varsa bunun toplum için tehlike oluşturup oluşturmadığı ve bu nedenle 432. madde uyarınca hastaneye yatmasına gerek olup olmadığı konusunda rapor istendiğini belirtmektedirler. Ayrıca yatırma kararını veren mahkemenin kararıyla hastanın hastaneden çıkarılabileceğini ancak pratikte bunun çok uygulanmadığını ifade etmektedirler. Oğuz ve Demir[1] bu konudaki kararların çoğunlukla hekimin kanısına bırakıldığını belirtmektedirler. Psikiyatrik bozukluğu olan hastanın zorla hastaneye yatırılmasına ilişkin gerekçeler ise hastanın suç işlemesini önlemek, kamu
1,3 veya 6 ay İlk alıkoyma 3 hafta, sürekli yatırma 6 veya 12 ay 3 ay İlk değerlendirmeden 25 gün sonra, belirlenen sürenin bitiminden 15 gün önce 14 gün 2 ay 3 ay 21 günden 3, 6 veya 12 aya kadar 28 gün veya 6 ay 3, 10, 20 veya 30 gün; sonrasında aylık 3 ay 4 hafta, 4 ay veya 6 ay 7 gün 6 ay
düzen ve güvenini korumak olarak açıklanmaktadır.[11] Hasta zorla hastaneye yatırıldığı andan itibaren zorla tedaviye de başlanmaktadır.[1]
Türk Psikiyatri Derneği tarafından hazırlanan Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı Taslağı’nda psikiyatrik bozukluğu olan hastaların tedavisi ve hastaneye yatırılması ile ilgili düzenlemelere yer verilmektedir. Taslakta zorunlu yatış, “ruhsal hastalığa bağlı tehlikelilik durumunda, kişinin hem tedavisini ve güvenliğini sağlamak, hem de toplum güvenliğini korumak amacıyla, tehlikelilik durumu ortadan kalkana kadar bir psikiyatri kliniğine yatırılması” olarak tanımlanmaktadır. Taslağın “Ruh hastasının hastaneye yatırılmasıyla ilgili düzenlemeler” başlığında, zorunlu yatışı yapılan kişinin tehlikelilik durumunu ortadan kaldırmak amacıyla uygulanacak tedaviyi reddetme hakkının olmadığı ifade edilirken, kişinin tehlikelilik riski geçinceye kadar yapılacak tedaviye ilişkin kararda psikiyatri uzmanı ya da psikiyatri uzmanlarından oluşan bir ekip yetkilendirilmektedir. Tedaviye ilişkin her türlü itiraz için yetkili makam olarak da Sulh Hukuk Yargıcı gösterilmektedir (Madde 3, 13).[12]
Konuya ilişkin Ruh Hekimliği (Psikiyatri) Meslek Etik Kuralları; hekimin kendisi ya da çevresi için zarar verme olasılığı yüksek olan ve bu nedenle zorunlu olarak yatırılması gereken hastayı ve yakınlarını istemli yatışa yönlendirmesi gerektiğini belirtir. Hastanın ya da temsilcisinin yatırılmaya karşı çıktığı durumlarda ise hekimin, tıbbi ve psikiyatrik gerekçeleri değerlendirerek istem dışı yatış kararını hekimin
42
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):39-42
bilgisine ve vicdanına göre vermesi istenmektedir. Yine hasta, psikiyatrik bir bozukluk nedeniyle makul karar verme yetisini yitirmişse, hekimin istem dışı hastaneye yatırma ve tedavi etme kararında ülkemizdeki yasalar çerçevesinde hareket etmesi gerektiği de vurgulanmaktadır. Eğer hastanın kendisi ya da çevresi için tehlikelilik durumu yoksa hastanın tedaviyi reddetme hakkına saygı duyulması beklenmektedir (Madde 16, 17, 18).[13]
Zorla yatırılarak tedavi edilen psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda tehlikelilik veya tedavi gereksinimi kriterinden hangisine bağlı kalındığını ve farklı kurumlarda uygulanan prosedürü ortaya koyacak ülkemize özgü araştırmalar, konuya ilişkin veri sağlayabilir. Sorunun özellikle karar verme yeterliğine sahip hastaların zorla hastaneye yatırılmasında ortaya çıktığı göz önüne alındığında, zorla yatırılan hastaların karar verme yeterliğine ilişkin ayrıntılı çalışmalara da ihtiyaç olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye’deki yasal düzenlemelerde ve etik kodlarda, hastanın zorla tedavi edilmesi ve hastaneye yatırılmasının daha çok tehlikelilik riskine dayandırıldığı görülmektedir. Tehlikelilik kriterinden bağımsız olarak hastanın tedavi gereksinimi, hastanede yatma süresi ve yatış kararını verecek yetkili açıkça ifade edilmemektedir. Dolayısıyla sağlık çalışanlarının uygulamada ne yapacakları konusunda ikilemde kalması ile bireysel karar vermelerine bağlı olarak hastanın hem etik, hem de yasal haklarının ihmal edilmesi muhtemeldir. Hastanın zorla hastaneye yatırılmasını bir sorun olarak gören ve zorla hastaneye yatırmaya ilişkin düzenlemeler sunan Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı bu konuya ilişkin rehberlik sunabilir. Oğuz ve Özgüven,[13] ailesi tarafından korunamayan, kendisi veya çevresi için tehlike oluşturan psikiyatrik bozukluğu olan bir kişinin hürriyetinin kısıtlanabileceğini ve zorla tedavi edilebileceğini ifade etmekle birlikte, bu konuyla ilgili eğer hastanın hastalığının ilerleme ihtimali yoksa hem kendisi, hem de çevresi için tehlikeli değilse zorla tedavi edilemeyeceği ve serbest bırakılması gerektiği şeklinde bir yorum getirmektedirler.
Psikiyatri ekibine hastanın zorla yatırılması konusunda yetki verilirken, hastanın etik ve yasal haklarının korunmasının, en az sınırlama uygulanmasının, insani bakım almasının güvence altına alınması beklenmektedir.[14] Etik kodlara göre hemşirelerin hasta haklarını koruyucu sorumlulukları bulunmaktadır. Bu sorumluluklar altında karar verme yeterliği bulunmayan hastaların haklarını korumak ve bu yeterliğe sahip hastaların hak ihlallerinin engellenmesini sağlamaya çalışmak da yer almaktadır.[15] Karar verme yeterliğin belirlenmesindeki yaklaşımlar etkili bir hasta-sağlık çalışanı iletişimine, hastanın yeterliğinin değerlendirilmesi sürecine hekimle birlikte hemşirenin ve aile üyesinin katılması gerektiğine vurgu yapmaktadır.[16,17] Özellikle hemşireler sağlık ekibi içerisinde hasta ile en uzun zaman geçiren kişiler olduklarından, hastanın karar verme yeterliğinin değerlendirilmesinde önemli bir sorumluluğa sahiptirler.[17] Bu konuda yapılan bir çalışmanın sonuçları da, psikiyatri hemşiresinin hastanın karar verme yeterliğini değerlendirmesi ile yeterlik değerlendirme aracı kullanılarak yapılan değerlendirme arasında tutarlılık olduğunu göstermektedir.[18]
Kaynaklar 1. Oğuz YN, Demir B. Hukuki ve etik yönüyle zorla hastaneye yatırma. Psikiyatri, Psikoloji ve Psikofarmakoloji Dergisi 1993;1:367-71. 2. Oğuz NY. Ruh hastasının özerkliği ve yeterlik sorunu üzerine. Kriz Dergisi 1995;3:31-4. 3. Van Staden CW, Krüger C. Incapacity to give informed consent owing to mental disorder. J Med Ethics 2003;29:41-3. 4. Nys H, Welie S, Garanis-Papadatos T, Ploumpidis D. Patient capacity in mental health care: legal overview. Health Care Anal 2004;12:329-72. 5. Ambrosini DL, Crocker AG. Psychiatric advance directives and the right to refuse treatment in Canada. Can J Psychiatry 2007;52:397-402. 6. Peele R, Chodoff P. The ethics of involuntary treatment and deinstitutionalization. In: Bloch S, Chodoff P, Gren SA, editors. Psychiatric ethics. 3rd ed., New York: Oxford University Pres; 1999. p. 423-40. 7. Stefano A, Ducci G. Involuntary admission and compulsory treatment in Europe. International Journal of Mental Health 2008;37:10-21. 8. Öncü F, Ger C. Zorunlu tedavi. İçinde: Sercan M, editör. Adli psikiyatri uygulama klavuzu. Ankara: Tuna Matbaacılık Sanayi ve Ticaret A. Ş; 2007. s. 51-68. 9. Durst R, Teitelbaum A, Bar-El Y, Shlafman M, Ginath Y. Evaluation of compulsory ambulatory treatment in Israel. Psychiatr Serv 1999;50:698-700. 10. Türk Medeni Kanunu, (2001). 29 Kasım 2009. http://www.tbmm.gov.tr/ kanunlar/ k4721.html. 11. Oğuz Y, Özgüven HD. Psikiyatri ve etik sorunları. İçinde: Demirhan AE, Oğuz Y, Elçioğlu Ö, Doğan H, editör. Klinik etik. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri; 2001. s. 354-69. 12. Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı Taslağı (5-8 Ocak 2007). 29 Kasım 2009. http:// www.psikiyatri.org.tr/Documents.aspx#. 13. Ruh Hekimliği (Psikiyatri) Meslek Etik Kuralları (2002). 29 Kasım 2009. http://www.psikiyatri.org.tr/Documents.aspx#. 14. Lind M, Kaltiala-Heino R, Suominen T, Leino-Kilpi H, Välimäki M. Nurses’ ethical perceptions about coercion. J Psychiatr Ment Health Nurs 2004;11:379-85. 15. International Council of Nurses. The ICN Code of Ethics for Nurses Geneva: Imprimerie Fornara; 2006. Retrieved January 27, 2009, from http://www. icn.ch/icncode.pdfhttp://www.icn.ch/icncode.pdf. 16. Vellinga A, Smit JH, Van Leeuwen E, Van Tilburg W, Jonker C. Competence to consent to treatment of geriatric patients: judgements of physicians, family members and the vignette method. Int J Geriatr Psychiatry 2004;19:645-54. 17. Appelbaum PS. Clinical practice. Assessment of patients’ competence to consent to treatment. N Engl J Med 2007;357:1834-40. 18. Er RA. Psikiyatri hastalarının tedaviye karar verme yeterliği. [Yayınlanmamış doktora tezi] Kocaeli Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2009. • 3. Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Kongresi’nde poster bildiri olarak sunulmuştur (4-6 Haziran 2009, Düzce).
OLGU SUNUMU / CASE REPORT
43
Ergende Esrar Kullanımı: Toplum Ruh Sağlığı Yaklaşımı (Olgu Sunumu) The Use of Marijuana in Adolescents: Societal Mental Health Approach (A Case Report) Dilek AKKUŞ1
ÖZET
SUMMARY
Bu vaka psikiyatri hemşiresi ve bağımlılık danışmanı olarak, bağımlılık açısından risk oluşturan ergenlerin okul ruh sağlığı çalışmalarında biyopsiko-sosyal değerlendirilmesini içermektedir. Ergen ile haftada 1 saat olmak üzere 3 ay görüşülmüş, görüşmelere halen devam edilmektedir. Endüstri Meslek Lisesinde esrar kullandığı belirlenen AC 16 yaşında 10. sınıfta okuyan bir öğrencidir. Çok sessiz, içine kapanık, saygılı bir öğrenci olarak tanımlanan AC’nin ders başarısının düşük olduğu bildirilmiştir. AC ile ilk görüşmede bağımlılık konusunda bilinçlendirme yapılarak, danışma süreci için anlaşma yapılmıştır. AC’de yoksunluk belirtileri bulunmamaktadır. İlk dört görüşmede AC ile birlikte sosyal çevresi, sosyal aktiviteleri, aile yaşantısı, okul ilişkileri ve ders programında değişikliğe gidilmiştir. Okulda bölüm öğretmenleri ile iletişime geçilerek nasıl destek olabilecekleri konuşulmuştur. AC‘nin annesinin anksiyete ve depresyon bulguları değerlendirilerek psikiyatriste yönlendirilmiş, anneye depresyon tanısı konularak ilaç tedavisi başlanmıştır. Beşinci görüşmede dışkısını kaçırdığını söyleyen AC çocuk cerrahisine yönlendirilmiştir. Altıncı ve yedinci görüşmelerde kendinin, duygularının farkına varma ve ifade etme konularında egzersizler yapılarak rol play yöntemi ile duygularını ifade etmesi sağlanmıştır. Devam eden görüşmelerde AC’nin duygu ifadelerine daha fazla yer verdiği ve hoşlanmadığı durumlar hakkında konuşabildiği gözlenmiştir. AC ergenlik döneminin çalkantıları yanında madde kullanımı açısından riskli bir bölgede yaşayan, sosyal ilişkilerinde çekinik, ailede sevildiğini hissetmeyen, kardeşleri ile kıyaslanan, okulda silik ve başarısız bir öğrencidir. Üç ay sonunda AC’nin yaşamındaki yeni dengelerle danışma süreci devam etmiştir.
In this report, we describe an adolescent case with marijuana addiction who underwent a bio-psycho-social evaluation by a psychiatrist nurse/ addiction consultant involved in mental health in the school environment. Interviews with the patient (AC) have been ongoing for three months, once a week. AC is 16 years old and a tenth grade student at the Industrial Vocational High School. It was determined that he was a marijuana user. He was characterized as a very quiet, introverted and respectful student, but with low academic achievement. In the first meeting, he was informed about addiction, and an agreement was made to begin the consultation process. There was no sign of deprivation in the patient. In the first four meetings, some changes were made with regard to his social environment, social activities, family life, school relations, and school schedule. His teachers were contacted to determine how they could support the process. After evaluating AC’s mother’s anxiety and depression symptoms, she was referred to a psychiatrist. Depression was diagnosed and appropriate medication was prescribed. In the fifth meeting, AC complained of encopresis and was referred to pediatric surgery. In the sixth and seventh meetings, following a series of exercises about recognizing and expressing his own feelings, AC was enabled to express his feelings through a role play approach. In the ongoing meetings, he was freer in expressing his emotions and was able to discuss things he did not like. The patient lives in a risky district in terms of drug use, and he faces in addition the normal difficulties of the adolescence period. He is shy in his social relations, does not feel loved in the family, is compared with his siblings, and is an insignificant student and underachiever at school. At the end of the three months, new balances were established in AC’s life, and the consulting process is continuing.
Anahtar sözcükler: Ergenlik; madde kullanımı; okul ruh sağlığı; psikiyatri hemşireliği.
Giriş Esrar kullanımı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de son on yıl içinde artmakta ve özellikle genç nüfus içinde yaygınlaşmaktadır. Ergenlerin, yetişkinlere göre daha fazla madde denedikleri ve madde kullanımının özellikle bu dönemde başladığı bilinmektedir. Ergenlik dönemi, esrar kullanımının yol açtığı psikososyal ve zihinsel sorunlara karşı kişinin savunmasız olduğu bir dönem olarak kabul edilmektedir.[1-3] 1
Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Düzce
İletişim (Correspondence): Öğr. Gör. Uz. Hem. Dilek AKKUŞ. e-posta (e-mail): dilekakkus@duzce.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(1):43-46 Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):43-46
Key words: Adolescence; drug use; school; mental health; psychiatric nursing.
Çocukluktan erişkinliğe geçiş sürecinde sık görülen riskli davranışlar ergenin akranları tarafından kabulüne, aile içinde anne babadan bağımsızlığını kazanmasına, geleneksel değer ve normlara karşı çıkmasına, başarısızlık beklentisine, engellenmeler ve kaygıları ile başa çıkabilmesine, kimlik gelişimine ve olgunlaşmasına aracılık edebilmektedir. Riskli davranışlar ergenlik ve gençlik dönemlerinde sağlık ve güvenlik açısından en önemli tehlikeleri oluşturmaktadır. Bu önlenebilir tehlikeler ergen ve gencin zarar görmesi, hatta ölümü ile sonuçlanabilmektedir.[2,4]
Bugüne kadar ülkemizde madde kullanımı alanında yapılan araştırmalarda sigara ve alkolden sonra sık kullanılan maddenin esrar olduğu bildirilmiştir. Esrarın geleneksel kullanım ürünü olması da bunda bir etken olabilir. Türkiye’de ortaöğretim öğrencileri arasında esrar kullanım yaygınlığı
44
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):43-46
%4 olarak bilinmektedir. Esrarın etkileri kullanım sıklığına, maddenin dozuna, kullanılan ortama ve kullanıcının geçmiş deneyimlerine göre değişmektedir.[1]
anneyi üzmemek için dediğini yapıyor gibi hareket etmekti. AC ayrıca haftanın üç günü ve akşam olunca mahallerindeki bir berber dükkânında çalışıyordu.
Adölesan döneminde başlanan madde kullanımı ilerleyen yaşla birlikte bağımlılığa dönüşüp, bireyin yaşamını tehdit eder düzeylere ulaşabilmektedir. Bu yaş döneminde sigara kullanmaya başlayan her dört kişiden üçünün bu maddeyi bağımlılık düzeyinde kullanmaya devam ettikleri bilinmektedir.[2,5,6] Madde kullanımı trafik kazaları, intiharlar, şiddet, istenmeyen gebelikler ve güvensiz cinsel ilişki gibi diğer riskli davranışlarda bulunma açısından da tehlike oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre 15-24 yaş grubunda kazalar, intiharlar ve cinayete bağlı ölümlerin dörtte üçüne madde kullanımı sebep olmaktadır. Hatta adölesanlar, madde temin edebilmek için suça yönelik davranışlarda bulunabilmekte ya da fuhuş yapabilmektedir.[7]
Tedavi ve danışmanlık yaklaşımında, psikofarmakolojik uygulamalar, aile ve sosyal destek sistemlerini güçlendirmeye yönelik uygulamalar, akran ilişkilerini değerlendirme, psikoeğitsel yaklaşım, psikososyal beceri eğitimleri, grup terapileri ve bireysel görüşmeler yapılmaktadır.
Bu olguda, bir yıl önce esrar kullanmaya başlayan AC’nin esrar kullanmayı bırakma girişimini desteklemek üzere, psikiyatri hemşiresinin yürüttüğü bağımlılık danışmanlığı sürecinin sunulması amaçlanmıştır. Öğrencinin okulunda gerçekleşen ilk görüşme dışında tüm görüşmeler danışmanın görüşme odasında gerçekleşmiştir. Danışmanlık görüşmeleri Mart-Nisan-Mayıs 2008 tarihlerinde haftada bir kez olacak şekilde planlanmıştır. AC görüşmelere gelme konusunda istekli davranmış, görüşme saatinden önce görüşme odasında hazır bulunmuştur.
Olgu Sunumu Cep telefonundaki görüntülerde esrar kullandığı belirlenen AC 16 yaşında Endüstri Meslek Lisesi’nde 10. sınıfta okuyan bir öğrencidir. Okul yönetimi madde kullandığını düşündükleri öğrenci ile ilgili olarak daha önce okullarında “bağımlılık” konusunda eğitim veren psikiyatri hemşiresini (bağımlılık danışmanı), narkotik baş komiserini ve çocuğun ailesini aradı. Okulda bahsedilen kişiler ile bir toplantı yapılarak, izlenecek yol ile ilgili fikir birliğine varıldı.
AC, öğretmenleri tarafından çok sessiz, içine kapanık, saygılı bir öğrenci olarak tanımlandı, ders başarısının düşük olduğu bildirildi. Okulda sosyal aktivitelere katılmamakta, derslerde aktif katılım göstermemekteydi. Aileye göre AC, durgun, evde varlığı yokluğu belli olmayan, çoğu zaman evin dışında vakit geçiren, ebeveynlerle tartışmaya girmemeye çalışan bir çocuktu. Eve geç gelme, sözünde durmama, yalan söyleme davranışları nedeniyle sık sık baba ile karşı karşıya gelmekte idi. Anne ile ilişkisi daha çok
Baba, bir kafeterya işletiyor, eve iş nedeniyle çok geç geliyor ve uzun saatler çalışıyordu. Baba iki oğlundan bahsederken küçüğünü kendisine benzetiyor, olumlu yanlarını vurguluyor, AC’den bahsederken ise öfkeleniyor, onun olumsuz taraflarını vurguluyordu. Baba ekonomik durumlarını iyi olarak niteledi. Oturdukları ev kendilerine aitti. Baba yaşadıkları bölgede esrar kullanımı olduğunu belirtti. Baba kendisinin dönem dönem alkol aldığını ama bağımlı olmadığını iletti. Anne, 45 yaşında ev hanımı idi. Uzun yıllar yatağa bağımlı olan annesine bakım veriyordu. Aile yaşantısında oğlu dışında bir sorunu olmadığını iletiyor, hayatının odağına AC’yi koymuş gibi görünüyordu. Görüşme boyunca derin nefes almaya çalıştı, anksiyete ve depresyon bulguları fark edildi.
İlk görüşme: Utangaç, göz iletişimi kurmayan, sorulan sorulara kısa ve kaçamak yanıtlar veren davranışlar sergiledi. AC’yi rahatlatmak için, neden ikimizin de o anda orada olduğumuz netleştirildi. Bağımlılık konusunda bilinçlendirme yapıldı. Bağımlılığın doğası, neden esrar kullanıldığı, kullanmaya devam ederse onu nasıl bir sürecin beklediği, bu davranışın sonuçlarının neler olacağı, ona nasıl yardım edebileceğim konularında konuşuldu. İyileşme sürecine geçebilmek için AC ile bir anlaşma yapılması gerekiyordu. Anlaşmanın şartları ortaya konuldu. Onun bu konudaki fikri alınarak anlaşma yapıldı. Anlaşmanın ardından bu görüşme ve sonraki görüşmeler için izleyeceğimiz yol anlatıldı. İlk görüşmede onu daha iyi tanıyabilmek ve ona uygun bir yol haritası çizebilmek için bazı sorular sormam gerektiği söylendi. Biyopsikososyal tanıma formu doğrultusunda veri toplandı.
AC’nin bir yıldır aralıklı olarak esrar kullandığı, kullanımlarında iki dal esrarı sarma tarzında solunum yolu ile aldığı, etkilerinin öfori, gevşeme, uyuşma olduğu ve iki saati bulduğu, en son bir hafta önce kullandığı belirlendi. AC’de yoksunluk belirtileri yoğun değildi. İlk haftadan itibaren her görüşmeden önce ve sonra aile ile telefon görüşmesi yapılarak süreç hakkında bilgilendirme yapıldı, aileden istenenler anlatıldı.
İkinci görüşme: AC, motivasyon teknikleri kullanılarak iyileşme sürecinin içine çekildi. Zor zaman dönemleri ile ilgili bilgilendirme yapılarak bu zamanlarda baş etme için ipuçları verildi. Kötüye kullanılan maddeye karşı aşermeyi engellemek amacıyla “24 saat programı” anlatıldı. Ayrıca AC’nin günlük yaşam aktivitelerini ve gün boyunca emosyonel durumunu gözlemek için haftalık görüşmelerimiz dışında geçen her gün için 5 maddeli bir döküm tutması istendi. Birlikte esrar kullandığı arkadaşları ile görüşmeme ve esrar aldı-
45
AKKUŞ D. Ergende Esrar Kullanımı
ğı yerlere gitmeme konusunda anlaşmalar yapıldı. Sosyal çevresi ve arkadaşları ile ilgili bilgi alınarak sosyal ağ içinde doyumlu olduğu ve olmadığı alanlar değerlendirildi. AC haftada üç gün meslek öğrenmek amacıyla bir berberin yanında çalışıyordu. Haftalık harçlığını çıkaracak kadar kazandığını söylüyordu. Öncelikle berbere gitme zamanları sınırlandı. Akşam saatlerinde değil de, hafta sonları sınırlı zamanlarda gitmesi sağlandı. Üçüncü görüşme: Okul ilişkileri ve öğretmenleriyle ilişkileri değerlendirildi. Okulda yaşanan olaydan dolayı öğretmenlerinden tepki aldığını iletti. Okulda bölüm öğretmenleri ile iletişime geçilerek AC’ye nasıl destek olabilecekleri konuşuldu. Basketbol oynamayı sevdiği öğrenildiğinde okul takımına girmesi konusunda desteklendi. Aile içi ilişkiler değerlendirilerek diğer görüşme için anne ve babaya da randevu verildi.
Dördüncü görüşme: Önce anne ve baba ile yalnız görüşüldü. AC’nin annesinin anksiyete ve depresyon bulguları değerlendirilerek psikiyatriste yönlendirildi. Psikiyatri kliniğinde anneye depresyon tanısı konularak ilaç tedavisi başlandı. Anne ve babaya oğullarının olumlu özellikleri vurgulanarak, yetenekleri üzerinde daha çok durmaları belirtildi. Eleştiri ve beklentilerini söyleme tarzları konusunda bilgi verildi. Ayrıca evde anne ve baba ile duygularını paylaşmanın, ortak aktiviteler planlamanın, en azından yemekleri birlikte yemenin aile içi iletişimi güçlendireceği belirtilerek çocuklarda madde kullanımını önlediği üzerinde duruldu. Bu görüşmede anne, AC’nin çocukluğundan bu yana az miktarda dışkı kaçırdığını da iletti. Beşinci görüşme: Dışkısını kaçırdığını söyleyen AC çocuk cerrahisine yönlendirildi. Çocuk cerrahisi fonksiyonel kabızlık sonrası, mega rektum oluşumundan kaynaklanan bir dışkı kaçırma teşhis ederek, bu duruma yönelik tedavi ve diyet programı düzenledi.
Altıncı ve yedinci görüşmeler: Aile ve arkadaş ilişkilerinde hissettiği duyguları paylaşamadığını, daha çok konuşmamayı tercih ettiğini söyledi. Bu yaklaşımın avantaj ve dezavantajları tartışıldı. Duygularının farkına varma ve kendisini ben dili ile ifade etme konularında rol play yöntemi ile egzersizler yapılarak duygularını ifade etmesi sağlandı. Devam eden görüşmelerde AC’nin duygu ifadelerine daha fazla yer verdiği ve hoşlanmadığı durumlar hakkında konuşabildiği gözlendi. Onuncu görüşme: Baba ile birlikte yapıldı. Babanın oğulları arasında kıyaslama yapması görüşüldü ve bunun AC’yi nasıl etkilediği paylaşıldı. AC ile yapılan rol playlerin de yardımı ile kendisini babasına ifade etti. Ayrıca AC yapılan ders çalışma programına uyum sağladı ve bir üniversite öğrencisi ile matematik çalışarak zayıf derslerini düzeltti.
Tartışma Çocuğun ve gencin güvenebileceği yetişkinle sıcak ilişki kurabilmesi ruhsal yapının sağlıklı bir gelişim izlemesi için temeldir. Eğer çocuk ve genç ailenin güçlü desteğini alabilmişse, karşılaştığı zorluklara dayanma gücü daha büyük olacaktır.[5,6,8] Aile ile bağların güçlü olması, ailenin ekonomik düzeyi, ailenin ergeni okulda başarılı olabilmesi için desteklemesi, gelişimsel düzeyine uygun olarak izlemesi, rehberlik etmesi ve aile içi iletişimin iyi olması ergeni özellikle akranlarının madde kullanımı konusundaki baskılarına ve toplumdan kaynaklanan risk etkenlerine karşı korumaktadır.[1,2,9] Bu nedenle AC ile bağımlılık danışmanlığı sürecinde aile içi iletişim konusuna özel bir önem verildi. Ailenin AC’yi olduğu gibi kabul etmesi ve sevgilerini göstermeleri üzerinde duruldu. Ayrıca sözel iletişimi güçlendirmek için AC ile alıştırmalar yapıldı. Maddeye ulaşmada çevresel risk faktörleri daha çok akranların madde kullanması, maddeye kolay ulaşabilme ve yaşanılan toplumda madde kullanımına ılımlı bakılmasıdır. AC’nin yaşadığı bölgede esrar kullanımı vardır, bölgede yaşayan gençler madde kullanmaktadır. Bu nedenle ergenin okula bağlanması ve ders başarısının artırılmasına önem verildi. Üniversite hedefi oluşturabilmesi için görüşmeler kampüste yapıldı, okuyabileceği bölümler birlikte araştırıldı, üniversite okumanın kendi hayatında oluşturacağı değişiklikler konuşuldu. Madde kullanan arkadaşları ile görüşmemesi için yapılan anlaşmalar danışmanlık sürecinin vazgeçilmezleri idi.[2]
Madde kullanımı açısından bireysel risk etkenlerinden biri de çekinik karakter yapısı ve özgüven yetersizliğidir.[5,10] Olguda bahsedilen ergenin de çekinik yapısı ve kendisini ifade etmedeki güçlükleri nedeni ile rol play yöntemi kullanıldı, duygularını ifade etmesi kolaylaştırıldı.
Demir’in[10] toplam 726 genç ile yaptığı çalışma sonucunda, gencin, ebeveyninin, kardeşinin ve yakın akrabasının madde bağımlılığı ile ailenin parçalanması, ebeveyninin çocuk bakım tarzı, gencin ebeveyni tarafından etiketlenmesi, şiddete maruz kalması, depresyon ve intihar düşüncesi taşıması arasında güçlü ve anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Olguda da baba alkol kullanmakta, genci etiketlemekte ve sert davranmaktadır. Yüncü ve ark.nın[11] yaptığı çalışmada, madde kullanım bozukluğu olan ergenlerin annelerinde depresif, siklotimik ve anksiyöz mizaç puanları, babalarında ise depresif mizaç puanları kontrol grubundan yüksek bulunmuştur. Olguda annede görülen depresyon bulguları da çok uzun süredir bulunmakta, AC anneyi hep bu şekilde mutsuz hatırlamaktadır.[1,2]
Ergenlik döneminde risk alma ve deneme davranışları sık görüldüğünden, erken tanı koyarak “bağımlı” etiketlemesii yapılması sakınca yaratabilmektedir. Sorunun ne kadar patolojik olduğunu saptamada, ergenin gelişimsel özelliklerinin ve çevresel etkenlerin değerlendirilmesi önemlidir. Davranış-
46
ları belirleyen bilgi, tutum ve inanışlar aile, arkadaşlar, okul ve medyanın etkisiyle şekillendiğinden, sorunlu davranışlara yönelik girişimlerin bunları da kapsaması yararlıdır. Ergenlerin daha sorumlu ve sağlıklı seçimler yapabilmeleri için desteklenmeleri ve fırsatların artırılması riskli davranışları önlemede önemli adımlardır.[3,11,12]
Bu olgu psikiyatri hemşiresi ve bağımlılık danışmanı olarak okul ruh sağlığı çalışmalarında bağımlılık açısından risk oluşturan ergenlerin biyo-psiko-sosyal değerlendirilmesinin önemini vurgulamaktadır. Riskli davranışlar açısından, farklı sosyoekonomik koşullarda ve zaman içinde farklı etkenler ön plana çıkabildiğinden, riskli davranışların okullarda rutin taramalarla değerlendirilmesi yararlıdır. Bu taramalar sonucunda risk altında olduğu saptanan gruplara yönelik olarak destek ve eğitimin yoğunlaştırılması gerekmektedir. Eğitim programının riskli davranışları azaltmayı hedefleyen etkinlikler içerecek şekilde düzenlenmesi de önemlidir. Ergen-aile ilişkileri kapsamında değerlendirildiğinde; ailelere yönelik bağımlılık ve ergen davranışlarının doğası ve iletişim konulu eğitimlerin her okulda yapılmasının gerekliliği görülmektedir. Madde kötüye kullanımı konusunda ergene uygulanacak tedbirlerin profesyonel kişilerce yapılması, ergenin madde kullanımını bırakmasını kolaylaştıracaktır. Aile, okul, emniyet ve sağlık kurumlarının bireysel çabaları ergende bağımlılık sorununu çözmede yeterli olmayacaktır. Ergen danışmanlığında; ergen, aile, okul ve gencin içinde bulunduğu sosyal çevrenin birlikte değerlendirilmesi, ergenlerin uygun akran ilişkileri kurabileceği ders dışı etkinlikleri dikkatle planlanması gerekmektedir.
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nurses 2010;1(1):43-46
Kaynaklar 1. Alikaşifoğlu M, Ercan O. Ergenlerde madde kullanımı. Türk Pediatri Arşivi 2002;37:66-73. 2. Alikaşifoğlu M, Ercan O. Ergenlerde riskli davranışlar. Türk Pediatri Arşivi 2009;44:1-6. 3. Hüsler G, Plancherel B, Werlen E. Psychosocial predictors of cannabis use in adolescents at risk. Prev Sci 2005;6:237-44. 4. Aras Ş, Günay T, Özan S, Orçin E. İzmir ilinde lise öğrencilerinin riskli davranışları. Anatolian Journal of Psychiatry (Anadolu Psikiyatri Dergisi) 2007;8:186-96. 5. Öğel K, Tamar D, Evren C, Çakmak D. Lise gençleri arasında sigara, alkol ve madde kullanım yaygınlığı. Türk Psikiyatri Dergisi 2001;12:47-52. 6. Ögel K, Tamar D, Evren C, Çakmak D. Bir geçiş maddesi olarak esrar. Türk Psikiyatri Dergisi 2000;2:21-29. 7. Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Sağlık Raporu. Geneva: 1998. 8. Ekşi A. Gözden geçirme: Beş kıtada genç sorunları. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi 2003;10:78-87. 9. Bayraktar F. Olumlu ergen gelişiminde ebeveyn/akran ilişkilerinin önemi. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi 2007;14:157-66. 10. Demir NÖ. Ailedeki madde bağımlılığının ergenin sapmış davranışlara yönelmesindeki etkisi: Lise son sınıf gençliği örneği. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi 2006;23:119-29. 11. Yüncü Z, Kesebir S, Özbaran B, Çelik Y ve ark. Madde kullanım bozukluğu olan ergenlerin ebeveynlerinde psikopatoloji ve mizaç: Kontrollü bir çalışma. Türk Psikiyatri Dergisi 2009;20:5-13. 12. Karatay G, Kubilay G. Sosyoekonomik düzeyi farklı iki lisede madde kullanma durumu ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi. Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi 2004;1:57-70.
• 3. Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Kongresi’inde poster bildiri olarak sunulmuştur (4-6 Haziran 2009, Akçakoca, Düzce).
TEZ TANITIMI
47
LİSE ÖĞRENCİLERİNDE SALDIRGAN DAVRANIŞLARIN ORTAYA ÇIKIŞINA KATKIDA BULUNAN FAKTÖRLERİN ARAŞTIRILMASI İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Psikiyatri Hemşireliği AD. Yüksek Lisans Tezi İstanbul, Şubat 2009 Fadime KAYA Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Hülya BİLGİN İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulu, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ Bu çalışmanın amacı, lise öğrencilerinde saldırgan davranışların ortaya çıkışına katkıda bulunan faktörlerin belirlenmesidir. YÖNTEM Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu araştırma, İstanbul ili Şişli İlçesinde yer alan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı dört düz lise ve bir endüstri meslek lisesinde okuyan 14–18 yaş grubu 805 öğrenci üzerinde yapılmıştır. Araştırma verileri; araştırıcı tarafından ilgili literatür taranarak oluşturulan Bilgi Formu, Şiddete Maruz Kalma Ölçeği (Singer ve arkadaşları 1995), Saldırgan Davranışlar Ölçeği (Song ve arkadaşları 1998) ve Ebeveyn İzlem Ölçeği (Flannery ve arkadaşları 1994) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, tanımlayıcı istatistikler ve değişkenler arasındaki ilişkilerin belirlenmesinde “Mann-Whitney U, Kruskal Wallis, Spearman Korelasyon Analizi, Lojistik Regresyon Analizi” istatistiksel yöntemleri kullanılmıştır. Ölçeklerin güvenirliğini değerlendirmede Cronbach Alfa Korelasyon tekniği, geçerliğini değerlendirmede Açımlayıcı Faktör Analizi testleri uygulanmıştır. BULGULAR Öğrencilerin, yaş ortalaması 16±0.99 olup, %61.4’ü er-
kek (n=494), %38.6’sı (n=311) kızdır. Öğrencilerin çoğunluğunun yakın zamanda (son bir yılda) ve geçmişte gerek doğrudan yaşama, gerekse tanık olma düzeyinde şiddete maruz kalmadıkları belirlenmiştir. Yakın zamanda (son bir yılda) şiddetin meydana geldiği ortam ve tanık olarak maruz kalma düzeyi açısından, öğrencilerin en yüksek oranda okulda ‘sözel (tehdit)’ (%42.7; n=344) ve ‘fiziksel (tokatlama, yumruk atma, vurma (%51.2; n=412) ve dayak/dövme (%56.1; n=452) şiddet deneyimledikleri saptanmıştır. Geçmişte en yüksek oranda maruz kaldıkları şiddet türü başkasının dövüldüğüne tanık olma (%56; n=451) iken, ebeveynler tarafından izlem düzeylerinin yüksek olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin sıklıkla sergilediği saldırgan davranış başkasını dövmedir (%34.5; n=278). Saldırgan davranışlar üzerinde en etkili prediktör faktörler, geçmiş şiddet deneyimleri (şiddete doğrudan uğrama/şiddete tanık olma/bıçakla saldırıya silahla ateşe uğrama/tanık olma), günde 6 saatten fazla bilgisayar kullanımı, yakın zamanda maruz kalınan şiddet deneyimleri (evde şiddete uğrama/bıçakla saldırıya ya da silahla ateşe tanık olma/uğrama) ve erkek olmadır. Ebeveyn izlem düzeyi, saldırgan davranışlar üzerinde etkili prediktör faktör olarak belirlenmemiştir. SONUÇ ve ÖNERİLER Öğrencilerin saldırgan davranışlarına katkısı olan faktörler, yakın zamanda (son bir yılda) ve geçmişte şiddet deneyimleri, bilgisayar kullanımı ve erkek olma şeklinde sıralanmaktadır. Lise öğrencilerinin ergenlik dönemini şiddete başvurmadan sağlıklı ve başarılı bir şekilde atlatarak yetişkin bireyler olmalarının sağlanması için, yukarıda elde edilen sonuçlar doğrultusunda şiddete maruz kalma (doğrudan/tanık olarak yaşama) durumlarının önceden belirlenmesi, gerekli önlemlerin alınması, kontrollü bilgisayar ve internet kullanımı üzerinde önemle durulması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Lise öğrencileri, Saldırganlık, Şiddet, Hemşirelik, Ebeveynler.
48
KONGRE TAKVİMİ
PEDURO 2010 “Ulusal Pediatrik Üroloji Kongresi” & Hipospadias Çalıştayı & Pediatrik Üroloji Hemşireliği Kursu Düzenleyen: Pediatrik Üroloji Derneği Tarih ve Yer: 8-10 Nisan 2010, TMMOB Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi, İzmir Web: www.peduro.org.tr/kongre Ulusal Ebelik Öğrenci Kongresi (Uluslararası Katılımlı) Düzenleyen: Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu Ebelik Bölümü Tarih ve Yer: 5-7 Mayıs 2010, Ege Üniversitesi Kültür ve Sanat Evi, Bornova, İzmir Web: http://iasyo.ege.edu.tr/ebelikogrencikongresi2010 14. Bahar Sempozyumu Düzenleyen: Türkiye Psikiyatri Derneği Tarih ve Yer: 13-17 Nisan 2010, Kervansaray Lara Otel, Antalya Web: btdk@baharsempozyumu2010.org 16. Ulusal Psikoloji Kongresi Düzenleyen: Türk Psikologlar Derneği Tarih ve Yer: 14- 17 Nisan 2010, Mersin Üniv. Fen Edebiyat Fak. Psikoloji Bölümü Web: psikon2010@topkon.org 35. Uluslararası Grup Psikoterapileri Kongresi Düzenleyen: Türk Psikologlar Derneği Tarih ve Yer: 27-29 Mayıs 2010, Bergama, İzmir Web: www.bergama2010.org XVII. Ulusal Sosyal Psikiyatri Kongresi Düzenleyen: Türkiye Sosyal Psikiyatri Derneği Tarih ve Yer: 4-6 Haziran 2010, Point Barbaros Hotel, İstanbul Web: http://sosyalpsikiyatri.org Anadolu Psikiyatri Günleri Düzenleyen: Türkiye Psikiyatri Derneği Tarih ve Yer: 16- 19 Haziran 2010, Eskişehir Osmangazi Üniv. Kongre ve Kültür Merkezi Web: bilimsel@apg2010.org 20th International Federation for Psychotherapy World Congress of Psychotherapy Düzenleyen: International Federation for Psychotherapy Tarih ve Yer: June 16-19, 2010, Lucerne, Switzerland Web: http://www.ifp.name Fourth Symposium of Trancultural Psychiatry Düzenleyen: University Hospital Vall d’Hebron Tarih ve Yer: June 25-26, 2010, University Autonoma of Barcelona, Barcelona, Spain Web: mcasas@vhebron.net
YAZARLARA BİLGİ GENEL BİLGİLER 1. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, Psikiyatri Hemşireleri Derneği’nin yayın organıdır. Dergi, birinci basamak hizmetlerden rehabilitasyona kadar uzanan yelpazede, bilimsel, kuramsal ve felsefi temelli psikiyatri hemşireliği uygulaması, eğitimi, yönetimi ve araştırmaları ile ilgili çalışmalara yer vermeyi amaçlayan hakemli bir dergidir. Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizce’dir. 2. Dergide, psikiyatri hemşireliği ve ruh sağlığı alanındaki yeni bilgi ve gelişmeleri yansıtan araştırma makaleleri, özgün/tartışma yazıları, gözden geçirme/derleme yazıları, olgu sunumları, çeviri yazıları (izinli), araştırma özetleri, editöre mektup ile güncel bilimsel toplantı, kurs, kongre, proje, kitap ve tez tanıtımları yayımlanır. 3. Dergi dört ayda bir yılda üç sayı yıl/cilt olarak yayımlanır. Yayınlanan üç sayı ile bir cilt tamamlanır.
4.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazar(lar)a aittir. Dergi yayın kurulu sorumlu tutulamaz. Yazıların daha önce başka bir yerde yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere başka bir dergiye gönderilmemiş olması gerekir.
5. Dergide, Editörler Kurulu ve Danışma Kurulu tarafından değerlendirilerek uygun bulunan yazılar basılır. Basılması uygun görülmeyen yazılar geri iade edilmez. Yayınlanan yazı ve resimlerin tüm hakları dergiye aittir. Dergiden alıntı yapıldığı takdirde dergi kaynak olarak gösterilmelidir. 6. Araştırma yazılarında çalışmanın yapıldığı kurum belirtilmelidir. Yazarlar doğrudan çalışmayı yapan ve yazan kişiler olmalıdır, katkı sağlayanlar varsa teşekkür bölümünde söz edilmelidir.
7. Yazı daha önce bilimsel bir toplantıda sunuldu ise yazının başlığında (*) işareti ile belirtilmeli ve işarete (*) metnin ilk sayfasının sonunda toplantı adı, yer ve tarihi belirtilerek açıklanmalıdır. Araştırma bilim uzmanlığı ya da doktora tezinden oluşmuş ise başlıkta (*) işareti ile belirtilmeli ve metnin ilk sayfası sonunda (*) işaretinden sonra Enstitüsü, Yılı, Yüksek Lisans veya Doktora tezi olduğu açıklanmalı ve parantez içinde tez danışmanının adı ve soyadı yazılmalıdır.
8. Etik: Deneysel çalışmaların sonuçlarını bildiren yazılarda, çalışmanın yapıldığı gönüllü ya da hastalara uygulanacak prosedür(lerin) özelliği tümüyle anlatıldıktan sonra, onaylarının alındığını gösterir bir cümle bulunmalıdır. Yazarlar, bu tür bir çalışma söz konusu olduğunda, uluslararası alanda kabul edilen kılavuzlara ve T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından getirilen yönetmelik ve yazılarda belirtilen hükümlere uyulduğunu belirtmeli ve kurumdan aldıkları Etik Komitesi onayını göndermelidir. 9. Yazılar anlaşılır olmalı, yabancı sözcüklerin ve kısaltmaların Türkçe karşılıkları ilk kullanıldıkları yerde parantez içinde tam olarak verilmelidir. Yazı içinde geçen ilaçların ticari adları yerine jenerik adları Türkçe okunduğu biçimiyle verilmelidir.
10. Yayınlanması düşünülen yazıların eleştiri ve öneriler doğrultusunda gözden geçirilmesi yazarlardan istenebilir. Yazarların onayı alınmak koşulu ile yayın kurulunca yazılarda değişiklik yapılabilir. Gönderilen yazı ile ilgili gelişmeler e-posta adresine bildirilir. Dergide yayınlanan yazılar için ücret ya da karşılık ödenmez. 11. Yazılar şu e-posta adresine gönderilmelidir: phdergi@phdernegi.org YAZIM KURALLARI Dergiye gönderilen yazılar Microsoft Word programında, A4 kâğıdı boyutlarında, kâğıdın bir yüzüne, her sayfa yanında 2.54 cm boşluk bırakılarak, 12 punto ve Times New Roman yazı karakterinde, 1.5 satır aralığında, iki yana yaslı olarak yazılmalıdır. Paragrafa başlarken 5-7 punto boşluk bırakılarak başlanmalıdır. Şekillerin ve çizelgelerin açıklamaları ile alıntılar, dipnotlar ve kaynaklar listesinin yazımında 1 (bir) satır aralığı kullanılmalıdır. Sayfa numaraları metnin başladığı sayfadan başlayarak sağ alt köşede belirtilmelidir. Araştırma yazıları 15, derleme ve olgu sunumları 8 sayfayı geçmemelidir.
Yazılarda, daha önceki çalışmalardan bahsederken doğrudan alıntı yapılmaz, gereken bilgiyi yazar kendi cümleleriyle ifade eder. Eğer alıntı yapmak gerekliyse ve 40 kelimeden az bir kısım alıntı yapılıyorsa cümle, çift tırnak işareti “…..” içerisine alınarak ve kaynak sayfa numarası tırnak işareti kapandıktan sonra “…….“(s…..) verilerek belirtilir. Yazılar; başvuru mektubu, kapak, özet (Türkçe ve İngilizce), ana metin, kaynaklar, ekler, tablolar, şekiller bölümlerinden oluşmalıdır. Başvuru Mektubu: Bu mektupta yazının tüm yazarlar tarafından okunduğu, onaylandığı, orijinal bir çalışma ürünü olduğu ve çıkar çatışması olmadığı ifade edilmeli ve yazar isimlerinin yanında imzaları bulunmalıdır.
49
Kapak Sayfası: Yazının Türkçe ve İngilizce başlığı, yazarların isimleri, unvanları, bağlı bulunulan kurum ve adresleri, iletişimden sorumlu yazarın adı, telefon ve e-posta adresi belirtilmelidir. Yazının 40 karakteri geçmeyen (boşluklar dâhil) kısa başlığı da bu bölümde belirtilmelidir. Başka yerde yayınlanmamış olduğu, bildiri olarak sunulmuş ise bilgisi, çalışmayı destekleyen herhangi bir birim varsa ismi bu sayfaya yazılmalıdır.
Özet: Özet, kapak sayfasından sonra, ayrı bir sayfa olarak ve blok hizalama ile yazılmalıdır. Türkçe ve İngilizce başlık konularak yazının amacını ve içeriğini doğru ve yeterli bir şekilde kapsayacak biçimde 250 kelime olmalıdır. Cümleler, gerekli bilgiyi verecek kadar özet olmalı, birinci tekil ve çoğul kişi kullanılmadan, edilgen çatıda ve geçmiş zaman kipinde kurulmalıdır. Türkçe özetlerde amaç, gereç ve yöntem, bulgular, sonuç, İngilizce özetlerde objectives, methods, results, conclusion bölümlerine yer verilmelidir. Araştırmanın konusu, deneklerin/ katılımcıların/örneklemin özellikleri, hipotezler, veri toplama araçları ve bulgular kısaca belirtilmelidir. Özette kaynak gösterilmemeli, sonunda en fazla beş kelimeden oluşan Türkçe ve İngilizce anahtar sözcük yazılmalıdır. Ana Metin: Araştırma yazıları giriş, gereç ve yöntem, bulgular, tartışma, yazarın yorumu, kullanım alanı ve varsa teşekkür bölümlerinden oluşur.
Giriş: Araştırma probleminin sunulduğu, bu problemle ilgili önceki çalışmaların özetlendiği ve yapılan araştırmanın güncel öneminin, hangi amaçla yapıldığının belirtildiği bölümdür. Giriş bölümü yazılmadan önce, şu noktalar göz önünde bulundurulmalıdır: • Bu çalışmanın önemi nedir?
• Hipotezler ve deneysel tasarım, araştırma problemini çözümlemeye nasıl yardımcı olmaktadır?
• Bu çalışmanın mevcut literatüre katkısı ve kuramsal doğurguları (implication) nedir? • Sınanan hipotezler hangi mantığa dayanılarak türetilmiştir?
İyi bir giriş bölümü bu soruları cevaplayabilecek nitelikte olmalıdır. Bu soruları yanıtlamaya çalışırken, yazar iyi bir literatür taraması da sunmalı ve okuyucuyu adım adım bu soruların yanıtına getirmelidir. Literatür taramasında dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:
• Okuyucunun tarama yapılan ve özetlenen literatür hakkında bilgili olduğu varsayılarak, çok geniş ve konuyla ilgili her türlü ayrıntıyı anlatan bir tarama yapılmamalıdır. • Önceki araştırmaların bulguları ve doğurguları ile diğer araştırmacıların özgün fikirleri sunulurken mutlaka kaynak gösterilmelidir.
• Bulguların tartışmalı olduğu bir alanda, taraflardan birini kendi fikrinize yakın olduğu için tutmak veya diğerine karşı savunmak doğru değildir. Her iki görüşe de, sizin görüşünüz ne olursa olsun, eşit uzaklıkta olmak gereklidir.
• Literatür taramasıyla ilgili olarak verilen bilgilerin, kronolojik bir veri karmaşasından çok kuramsal bir yapıda olmasına dikkat edilmelidir. Gerçekten çalışmayla ilgili olan araştırmalardan bahsedilmeli, fazla sayıda kaynağın olması onun iyi bir literatür taraması olduğunu göstermez. Son olarak, giriş bölümünde araştırma problemi ve literatür sunulduktan sonra araştırmanın amacı ve hipotezler verilmelidir.
Gereç ve Yöntem: Bu bölümde araştırmanın hangi yöntemle yapıldığı, verinin nasıl toplandığı, katılımcıların/deneklerin örneklem özellikleri gibi konularda bilgiler verilir. Gereç ve yöntem bölümü şu alt başlıklardan oluşur:
Katılımcılar: Araştırmaya katılanların özelliklerinin doğru biçimde verilmesi, bilimsel çalışmalarda çok önemlidir. Bunun nedeni, araştırma bulgularının genellenebilirliği hakkında okuyucuya bir fikir vermektir. Ayrıca, araştırmanın tekrarlanması durumunda diğer araştırmacılar, benzer sonuçları hangi özelliklere sahip katılımcılara ulaşırlarsa elde edebileceklerini bileceklerdir. Bu bölümde;
• Deneklerin nasıl seçildiği (seçkisiz-rastlantısal [random]) • Deneklerin farklı gruplara nasıl atandığı (seçkisiz-rastlantısal [random]) • Deneklerin katılım esasları (gönüllü, ödeme, habersiz) • Deneklerin demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, vb.) hakkında bilgi verilmelidir.
Kullanılan Araçlar: Bu bölümde ölçüm için kullanılan laboratuar aygıtları, kullanılan testler, ölçekler, anketler tanıtılmalıdır. Kalem-kâğıt testleri, anketler ve ölçekler için psikometrik bilgiler de (güvenirlik ve geçerlik) bu bölümde sunulmalıdır. İşlem: İşlem bölümü, araştırmanın veri toplama aşamasının özetlendiği bölümdür. Bu bölümde deneklere verilen yönergeler, farklı deneysel grupların nasıl
50
YAZARLARA BİLGİ
oluşturulduğu, özel deneysel manipülasyonlar ve deneysel desen özetlenir. Ayrıca, deneysel veya istatistiksel kontrol yöntemlerinden de burada söz edilebilir. İşlem bölümünde yazar neyi, nasıl yaptığını yeteri kadar ayrıntılı bir şekilde anlatmalıdır.
Çeviri Kitap Hofling CK, Leininger MM. Hemşirelikte ana psikiyatrik kavramlar (Kumral A, Çeviri Editörü). İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Yayınları; 1960. (Orijinal çalışma basım tarihi 1961).
Bulgular: Bu bölümde, toplanan veri ve bu verinin istatistiksel analiz sonuçları sunulur. Araştırmanın temel bulguları verilir. Sadece vurgulanması gereken istatistiksel veriler tablo veya grafik olarak sunulmalı, bu bilgiler ayrıca yazı içinde verilmemelidir. Elde edilen veriler en fazla 7 olmak üzere tablo/şekil/grafik veya resimlerle belirtilir. Tablolar Word programında dikey çizgileri olmaksızın, numaralandırılarak ve tablo başlığının tüm kelimelerinin ilk harfleri büyük olacak şekilde hazırlanmalıdır. Başka kaynaktan alınan tablo/şekil/grafiklerin altına kaynak belirtilmelidir. Kullanılan istatistiksel testler, kısaltmalar ve ilgili açıklamalar tablo/şekil/grafik altında (*) işareti konularak 8 punto olacak şekilde yazılmalıdır.
Kitaptan Bölüm Groves MS, Muskin PR. Psychological responces to illness. In: Levenson JL, editor. Textbook of psychosomatic medicine. Washington: American Psychiatric Publishings; 2005. p. 67-88.
İstatistiksel Değerlendirme: Bu bölümde yazar(ların) araştırmada kullandığı istatistiksel yöntemler belirtilmelidir. Hipotezlerin istatistiksel olarak nasıl sınandığı ve bu sınamanın sonuçları iletilir.
Tablo, Şekil, Grafikler: Yazıda işleniş sırasına göre yerleştirilmelidir, yazıda kaynakçadan ya da varsa eklerden sonra verilmeli, her biri ayrı sayfadan başlamalıdır. Şekil, resim/fotoğraflar ayrı birer .jpg veya .gif dosyası olarak (piksel boyutu yaklaşık 500x400, 8 cm eninde ve 300 çözünürlükte taranarak), dosyaya eklenmelidir. İçerisinde renkli şekil, resim, tablo ve grafik bulunan yayına kabul edilmiş makalelerden, basım aşamasında renkli baskı ücreti istenebilir.
Tartışma: Bulguların sunulmasından sonra bunların yorumlanması ve sonuçlarının vurgulanması tartışma bölümünde yapılır. Tartışma bölümüne hipotezlerin ne şekilde doğrulandığı veya yanlışlandığı bilgisiyle girilmelidir. Araştırmanın bulguları ile benzer diğer araştırmaların bulguları arasındaki benzerlikler veya karşıtlıklar belirtilmeli, ayrıca araştırmanın eksik yönleri, güçlü yönleri ve literatüre katkısı ile birlikte sunulmalıdır. Araştırmanın bulgularından yola çıkılarak ne tür kuramsal ve uygulamaya yönelik doğurguların olabileceği ve benzer araştırmaların iyileştirilerek nasıl daha iyi yapılabileceği tartışılmalıdır. Genel olarak tartışmada şu sorulara yanıt verilmelidir: • Benim bu bulgu sayesinde bilime ne tür bir katkım oldu?
• Yaptığım çalışma, araştırma problemini çözümlememe ne şekilde yardımcı oldu? • Çalışmamdan ne tür sonuçlar ve kuramsal doğurgular çıkıyor?
Kısaltmalar ve Ekler: Kısaltmalar ilk kullanıldıkları yerde parantez içinde verilmeli ve tüm metin boyunca o kısaltma kullanılmalıdır. Ekler, anket formları, ölçekler, ek çizelgeler gibi bilgi ve belgelerdir. Ekler uygun başlık verilerek makale içindeki sunuş sırasına göre yeni bir sayfadan başlanarak, kaynakçadan sonra verilmelidir.
Teşekkür: Yazar(lar) gerekli gördüklerinde yazıya katkıları yazarlık düzeyinde olmayan, ancak belirtilmeyi hak ettiğini düşündükleri kişilere birkaç cümlelik kısa teşekkür yazabilirler. Burada, teşekkür edilen kişilerin katkıları (örneğin; parasal ya da araç gereç desteği, teknik yardım, bölüm başkanının genel desteği gibi) açıklıkla belirtilerek (örneğin; “bilimsel danışmanlık”, “taslakta düzeltme”, “veri toplama”, “klinik araştırmaya katılma” gibi) yazılır. Kaynak Yazımı: Yazı içinde kaynak gösterimi, metin içindeki kullanım sırasına göre düzenlenmelidir. Yazı içinde geçen kaynak numaraları köşeli parantezle ve küçültülmeden belirtilmelidir. Kaynak listesinde yalnızca yayınlanmış ya da yayınlanması kabul edilmiş çalışmalar yer almalıdır. Kaynak bildirme “Uniform Requirements for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals” (http://www. icmje.org) adlı kılavuzun en son güncellenmiş şekline uyulmalıdır. Dergi adları Index Medicus’a uygun şekilde kısaltılmalıdır. Dört ya da daha az sayıda olduğunda tüm yazar adları verilmeli, daha çok yazar durumunda dördüncü yazarın arkasından “et al.” ya da “ve ark.” eklenmelidir. Örnekler: Kitaplar (tek yazarlı, iki yazarlı, üç yazarlı) Carpenito LJ. Handbook of Nursing Diagnosis. 7 th ed. Philadelphia: Lippincott, 1997.
Terakye G. Hemşirelikte iletişim ve hasta hemşire ilişkileri. 2. baskı. Ankara: T. C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü; 1994. Gorman LM, Raines ML, Sultan DF. Psychosocial nursing for general patient care. 2nd ed. USA: F.A. Davis Company; 2002.
Kökdemir D, Demirutku K. Akademik yazım kuralları kitapcığı. Ankara: Başkent Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimleri Fakültesi Yayınları; 2000.
Yalom ID. Kısa süreli grup terapileri: İlkeler ve teknikler. (Şahin NH, Çeviri Editörü). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları; 1998. (Orijinal çalışma basım tarihi 1983.)
Kocaman N. Pediatri servislerinde psikososyal bakım yönetimi. Tüzün DÜ, Hergüner S, editör. Çocuk hastalıklarında biyopsikososyal yaklaşım. İstanbul: Epsilon Yayıncılık Hizmetleri; 2007. s. 458-71. Editörlü Kitap (tek editörlü, iki editörlü, üç ve daha fazla editörlü kitap, editörlü kitaptan bölüm) Karancı AN, (editör). Farklılıkla yaşamak aile ve toplumun farklı gereksinimleri olan bireylerle birlikteliği. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları; 1997.
Stuart GW, Sundeen SJ, (editors). Principles and practice of psychiatric nursing. 4nd ed. St. Louis: Mosby Year Book; 1991. Connolly T, Arkes HR, Hammond KR, (editors). Judgement and decision making. Cambridge: Cambridge University Pres; 2000.
Süreli Yayınlar (tek yazarlı, iki yazarlı, üç yazarlı, altıdan fazla yazarlı makale) Lazarus RS. Coping theory and research: past, present, and future. Psychosomatic Medicine 1993;55: 234-247.
Aydemir Ö, Güvenir T, Küey L, Kültür S. Hastane anksiyete ve depresyon ölçeği Türkçe formunun geçerlilik ve güvenilirliği. Türk Psikiyatri Dergisi 1997;8: 280-87. Schmid-Büchi S, Halfens RJ, Dassen T, van den Borne B. A review of psychosocial needs of breast-cancer patients and their relatives. J Clin Nurs 2008;17:2895-909. Bir derginin ek sayısı (supplementum) Kocaman N, Kutlu Y, Ozkan M, Ozkan S. Predictors of psychosocial adjustment in people with physical disease. J Clin Nurs 2007;16(3A Suppl.):6-16.
İnternet Kaynakları Lee DS, Austin PC, Rouleau JL, Liu PP, Naimark D, Tu JV. (November 19, 2003). Predicting mortality among patients hospitalized for heart failure. The Journal of the American Medical Association, 290 (19), 2581-2587. Retrieved November 23, 2003, from http://jama.ama-assn. org/cgi/content/abstract/290/19/2581. Borman WC, Hanson MA, Oppler SH, Pulakos ED, White LA. Role of early supervisory experience in supervisor performance. Journal of Applied Psychology 1993;78, 443-449. Retrieved October 23, 2000, from PsycArticles database. Kökdemir D. (2 Kasım 2003). Ruyalar ve olasılıklar. 21 Kasım 2003, http:// www.elyadal.org/dedektif/ruya2.htm. Resmi Yayınlar American Nurses’ Association. Statement on psychiatric mental health nursing practice and standards of psychiatric-mental health clinical practice. Washington: American Nurses’ Publishing; 1994.
Tez Atik EH. Psikiyatri hastalarında anestezili elektro konvülsif tedavi uygulaması öncesi ortaya çıkan anksiyetenin giderilmesinde bilgilendirmenin etkinliği. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2008. Hughey AC. The treatment of the Negro in South Carolina fiction. Unpublished master’s thesis, University of South Carolina; 1993.
Broşür ve Kurs Kitapçığı Işıl Ö, Ünsal BG, Onan N, Çığrıkçı S. İntihar. Rehber Kitapçık. İstanbul: 2003. Işıl Ö. Evde bakım hizmetlerinde iletişim. Sertifikalı Evde Bakım Hemşiresi Yetiştirme Kurs Kitabı. İstanbul: 2004.
Görsel ve İşitsel Medya Yeni Sinemacılar-Corazon International (Yapımcı Firma), Kızıltan, Ö. (Yönetmen), Çakar Ö. (Senaryo), (2006). Takva [Film]. Türkiye, Almanya (yapım yeri), http://www.takva.com.tr (resmi internet sitesi).
HEMŞİRELİKTE ANA PSİKİYATRİK KAVRAMLAR Hofling CK, Leininger MM, Bregg E. Çeviri: Doç. Dr. Aysel Kumral II. Basımı, Psikiyatri Hemşireleri Derneği’nin katkılarıyla Doğan Ofset Yayıncılık ve Matbaacılık tarafından 2009 yılında basılmıştır. İletişim: phdergi@phdernegi.org
Psikiyatri hemşiresinin hasta bakımında sorumluluğu nedir? Hemşirenin hastalara karşı tutumu sağaltımı nasıl etkiler? Sağlık ekibinde ortak çalışma aracı olan iletişimin önemi nedir? Dinamik hemşirelik yaklaşımı hemşirelik mesleğine neler kazandırır? Bu kitap, bu soruların yanıtlarını ortaya koymaktadır.
Onbirinci bölümden itibaren ruh (akıl) hastalıklarının tanımı ve sınıflandırılması yapılarak nevrotik bozukluklar, psikotik bozukluklar ve kişilik bozuklukları tanımlanıp hemşirelik yaklaşımları örnek vakalarla anlatılmıştır. Bu bölümlerde yalnızca psikiyatrik hastalıkların yapısı ve sağaltımları değil aynı zamanda kişilik, dinamik psikiyatri ve genel hemşire21 bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde, hemşirelik likte hasta hemşire ilişkilerinden de bilgiler yer almaktadır. bakımının bazı özellikleri; hasta-merkezli bakım, hasta- hem- Onaltıncı bölümde, psikosomatik tıp ve hemşirelik başlığı şire ilişkilerinde dinamik yaklaşımın önemi ve psikiyatri/psi- altında organ nevrozları incelenmiştir. kiyatri hemşireliği hakkındaki yanlış görüşler tartışılmıştır. Çocuk ve ergen psikiyatrisinde hemşirenin rolü konusunun İkinci bölümde, hastaların duygusal sorunları, hastalık süresince gelişen ruhsal gerilimin önemi, vaka örnekleriyle hasta–hemşire etkileşimleri açıklanmış, hekim ve hemşirelerin hastayı bütüncül bir yaklaşımla görebilmesinin sağaltımdaki önemi üzerinde durulmuştur.
ele alındığı onyedinci bölümde, çocukluktaki duygusal bozukluklar dönemsel olarak incelenmiş, her bir döneme ait sorunlar ve sağatımları vaka örnekleriyle açıklanmıştır.
Onsekizinci bölüm itibariyle psikiyatrik sağatım yöntemleri tanıtılmış, sırasıyla somatik sağaltım ve hemşirelik bakıHasta-hemşire ilişkilerini ele alan üçüncü bölümde, sağa- mı, grup ve bireysel psikoterapi yöntemleri ve psikoterapist tımsal ilişkinin özellikleri üzerinde durularak ilişkinin temel olarak hemşire, son olarak da ortam sağatımı ve hemşireöğeleri vaka örnekleriyle anlatılmıştır. Hastaların anlaşılma- nin rolleri üzerinde durulmuştur. sında üç katmanlı yaklaşım; iç (kişiliğin gizil güç zenginlik- Psikiyatri ekibi üyeleri kitabın son bölümünde tek tek tanıleri)- orta (anksiyete)- dış (savunmalar) ve bunların uygu- tılarak etkin grup çalışmasının hasta sağatımındaki önemi lamada kullanımları üzerinde durulmuştur. Ayrıca hasta ile üzerinde durulmuştur. çalışmada hemşireye yardımcı olacak bilimsel biçimde sorunları düşünme ve inceleme yolu olan sorun çözme ba- Vaka örnekleri dinamik hemşirelik yaklaşımını daha anlaşılır samakları ve bu yaklaşımının yararı üzerinde durulmuştur. bir şekilde ortaya koymuştur. Bu açıdan kitabın,lisans ve lisansüstü öğrencileri için psikodinamik hemşirelik yaklaşımı Dördüncü bölümde hasta çevresi ve ortam sağatımının an- konusunda anlayış geliştirmeye yardımcı olacağı, aynı zalamı, önemi ve hemşirenin ortam sağatımındaki rolü açık- manda deneyimli psikiyatri hemşireleri için de karşılaşılan lanmıştır. sorunların çözümünde başvurabilecekleri önemli bir kayBeşinci bölümden onuncu bölüme kadar akıl ve akıl sağlı- nak niteliği taşıyacağı kanaatindeyim. ğının temel kavramları, temel dinamik kavramlar ile kişilik gelişimi yedi evrede incelenmiş ve bunlarla bağlantılı uyum (savunma) mekanizmaları açıklanmıştır. Gül Ünsal Barlas