ISSUED BY THE PSYCIATRIC NURSES ASSOCIATION
JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING C İ LT / V O L U M E 1 • S AY I / I S S U E 2 • Y I L / Y E A R 2 0 1 0 Akut Psikiyatri Kliniklerinde Uygulanan Mekanik Tespit Sayı ve Süresinin Bir Yıl İçinde Gösterdiği Değişimin İncelenmesi Analysis of the Use of Mechanical Restraints and the Restraining Periods Applied in Acute Psychiatric Clinics in a One-Year Period Yaşlılarda Özbakım Gücünü Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Determination of Factors Affecting Self-care in the Elderly Din Görevlilerinin Şizofreniye İlişkin Bilgi ve Tutumları (Düzce Örneği) Knowledge and Attitudes of Religious Officials Towards Schizophrenia (Example of Düzce, Turkey) Gebelik ve Doğum Sonrası Dönemde Sosyal Destek Algısı Düzeylerinin İncelenmesi Evaluation of Perceived Social Support Levels in Pregnancy and Postpartum Periods Yapılandırılmış Grup Süreci Deneyimi: Görme Engelli Ergenlerle Yürütülen Bir Grup Süreci Neler Öğretir? Experience with Structural Group Process: What Does a Group Process Executed with Blind Adolescents Teach? Ağır Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri - Bölüm II Severe Personality Disorders and Nursing Interventions: Part-II Madde Kullanım Bozukluğu Olan Birey ve Ailesinin Hemşirelik Bakımı Nursing Care of Individuals and Their Families with Substance use Disorders
ISSN 1309-3568
PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ • JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING
PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİNİN YAYIN ORGANIDIR
PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ
CİLT/VOLUME 1 • SAYI/ISSUE 2 • YIL/YEAR 2010
PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİNİN YAYIN ORGANIDIR ISSUED BY THE PSYCIATRIC NURSES ASSOCIATION
JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING
C İ LT / V O L U M E 1 • S AY I / I S S U E 2 • Y I L / Y E A R 2 0 1 0
EDİTÖRLER KURULU / EDITORIAL BOARD EDİTÖR / EDITOR IN CHIEF Nurhan EREN Nazmiye KOCAMAN YILDIRIM YARDIMCI EDİTÖRLER / ASSOCIATE EDITORS Hülya BİLGİN Perihan GÜNER KÜÇÜKKAYA Gül ÜNSAL İSTATİSTİK DANIŞMANI / STATISTICAL CONSULTANT Rian DİŞÇİ ULUSAL DANIŞMA KURULU / NATIONAL SCIENTIFIC ADVISORY BOARD Filiz ADANA Gülsüm ANÇEL Hülya ARSLANTAŞ Nesrin AŞTI Ayşegül BİLGE Nihal BOSTANCI DAŞTAN Kadriye BULDUKOĞLU Sevim BUZLU Sibel COŞKUN Olcay ÇAM Zekiye ÇETİNKAYA DUMAN
Fatma DEMİRKIRAN Selma DOĞAN Fatma EKER Esra ENGİN Nevin GONCA ONAN Ayça GÜRKAN Özlem IŞIL Semra KARACA Meral KELLECİ Yasemin KUTLU Leman KUTLU
TEKNİK EDİTÖR / TECHNICAL EDITOR Arzu AYDOĞDU DİL EDİTÖRÜ / LINGUISTIC EDITOR Corinne LOUGUE CAN
Leyla KÜÇÜK Fahriye OFLAZ Ayşe OKANLI Fatma ÖZ Ayşe ÖZCAN Neslihan ÖZCAN Çaylan PEKTEKİN Havva TEL Gülşen TERAKYE Besti ÜSTÜN
ISSN 1309-3568
PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ
PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ DERGİSİ JOURNAL of PSYCHIATRIC NURSING ISSN 1309 - 3568 CİLT / VOLUME 1
SAYI / ISSUE 2
YIL / YEAR 2010
PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİ YAYIN ORGANI ISSUED BY THE ASSOCIATION OF PSYCHIATRIC NURSES Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü / Owner and Publishing Manager Psikiyatri Hemşireleri Derneği adına Nurhan EREN
PSİKİYATRİ HEMŞİRELERİ DERNEĞİ YÖNETİM KURULU ASSOCIATION OF PSYCHIATRIC NURSES BOARD Başkan / President Başkan Yardımcısı / Vice President Genel Sekreter / Secretary General Genel Sekreter Yardımcısı / Vice Secretary General Sayman / Treasurer Sayman Yardımcısı / Vice Treasurer Yönetim Kurulu Üyeleri / Members
Yasemin KUTLU Semra KARACA Hacer ATİK Serhat SAYGILI Fatma TOKUR Kinyas TEKİN Arzu AYDOĞDU Emel Çavuş ŞİMŞEK Nevin ONAN
YAZIŞMA ADRESİ / CORRESPONDENCE e-posta / e-mail: phdergi@phdernegi.org Psikiyatri Hemşireleri Dergisi Yayın Koordinasyonu: KARE Yayıncılık Tel: 0216 550 6 111 Faks: 0216 550 6 112 e-posta: kareyayincilik@gmail.com Adres: Söğütlüçeşme Cad. No: 76/103, Sevil Pasajı, 34730 Kadıköy, İstanbul Yayına hazırlama / Publisher: KARE Yayıncılık / KARE Publishing Basım tarihi / Press Date: Ağustos / August 2010 Dört ayda bir yayınlanır / Published three times a year Yayın türü / Type of publication: Süreli yayın / Periodical Baskı adedi / Circulation: 750 Baskı / Press: Yıldırım Matbaacılık - İstanbul Sayfa tasarım / Design: Ali CANGÜL Kapak tasarım / Cover: Cengiz AKIN Bu dergide yayınlananların telif hakkı Psikiyatri Hemşireleri Derneği’ne aittir. © 2010 Material published in the Journal is covered by copyright © 2010 Association of Psychiatric Nurses. All rights reserved. Bu dergide kullanılan kağıt ISO 9706: 1994 standardına uygundur. This publication is printed on paper that meets the international standart ISO 9706: 1994. National Library of Medicine biyomedikal yayın organlarında asitsiz kağıt kullanılmasını önermektedir. National Library of Medicine encourages the use of permanent, acid-free paper in the production of biomedical literature. Türkçe ve İngilizce tam metinlere İnternet erişimi ücretsizdir (www.phdernegi.org). Free full-text articles in Turkish and English are available at www.phdernegi.org.
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Editörden . ...................................................................................................................................................................................................................................iv
ORİJİNAL MAKALE (ORIGINAL ARTICLES)
Akut Psikiyatri Kliniklerinde Uygulanan Mekanik Tespit Sayı ve Süresinin Bir Yıl İçinde Gösterdiği Değişimin İncelenmesi
Analysis of the Use of Mechanical Restraints and the Restraining Periods Applied in Acute Psychiatric Clinics in a One-Year Period
Sibel COŞKUN, Fatma AVLAMAZ...............................................................................................................................................................................51
Yaşlılarda Özbakım Gücünü Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi
Determination of Factors Affecting Self-care in the Elderly
Nezihe UĞURLU, Mücahit BOLAT, Selahattin ERDEM.......................................................................................................................................56
Din Görevlilerinin Şizofreniye İlişkin Bilgi ve Tutumları (Düzce Örneği)
Knowledge and Attitudes of Religious Officials Towards Schizophrenia (Example of Düzce, Turkey)
Fatma EKER, Özge ÖNER, Seda ŞAHİN....................................................................................................................................................................63
Gebelik ve Doğum Sonrası Dönemde Sosyal Destek Algısı Düzeylerinin İncelenmesi
Evaluation of Perceived Social Support Levels in Pregnancy and Postpartum Periods
Gülengül MERMER, Ayşegül BİLGE, Ummahan YÜCEL, Esin ÇEBER...........................................................................................................71
Yapılandırılmış Grup Süreci Deneyimi: Görme Engelli Ergenlerle Yürütülen Bir Grup Süreci Neler Öğretir?
Experience with Structural Group Process: What Does a Group Process Executed with Blind Adolescents Teach?
Semra KARACA, Gülten ÖZALTIN..............................................................................................................................................................................77
DERLEME (REVIEWS)
Ağır Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri - Bölüm II
Severe Personality Disorders and Nursing Interventions: Part-II
Nurhan EREN......................................................................................................................................................................................................................86
Madde Kullanım Bozukluğu Olan Birey ve Ailesinin Hemşirelik Bakımı
Nursing Care of Individuals and Their Families with Substance use Disorders
Nuray ŞİMŞEK.....................................................................................................................................................................................................................96
Tez Tanıtımı . ...........................................................................................................................................................................................................................100 Yazarlara Bilgi . ......................................................................................................................................................................................................................101
iii
iv
EDİTÖRDEN
Değerli Meslektaşlarımız, İkinci sayımızı yayına hazırlarken, bir projeye başlamaktan çok devamını getirebilmenin daha da önemli olduğunu gördük. Ancak, bu zorlukları göze alarak Psikiyatri Hemşireliği Dergisi’nin, bilimsel niteliğinden ve hazırlanma sürecindeki titizlikten ödün vermeden, sürekliliğini sağlayabilmemiz en önemli amacımızdır. Bu durum, gelen yazıları çok iyi değerlendirmeyi ve seçici olmayı gerektirmektedir. Sizlerden gelecek özgün araştırma yazılarının, derleme ve olgu sunumlarının sayısı arttıkça bu sürecin kolaylaşacağına ve dergimizin uzun ömürlü olmasında sorumluluğu paylaşacağımıza inanıyoruz. Elbette okur sayısının artması ve derginin tüm meslektaşlarımıza ulaşması da önemli bir hedefimiz. Bu konuda derneğin, dernek temsilcilerinin, üyelerin, akademisyenlerin, psikiyatri hastaneleri eğitim ve yönetiminde görevli meslektaşlarımızın desteği önem kazanmaktadır. Bu sayıda, yataklı psikiyatri servisinde yürütülen “bir ruh sağlığı ve hastalıkları hastanesi akut psikiyatri kliniklerinde uygulanan mekanik tespit sayı ve sürelerinin incelenmesi”, aile ortamında ve huzur evinde yaşayan yaşlıların öz bakım gücünü karşılaştıran “yaşlılarda özbakım gücünü etkileyen etmenlerin incelenmesi”, psikiyatri hemşiresinin toplum ruh sağlığını koruma ve geliştirmedeki rolüne güzel bir örnek oluşturan “din görevlilerinin şizofreniye ilişkin bilgi ve tutumları”, kadınların gebelik ve doğum sonrası dönemde sosyal destek ihtiyacını karşılaştıran “gebelik ve doğum sonrası dönemde sosyal destek algısı düzeylerinin incelenmesi” ve psikiyatri hemşiresinin bir grup çalışmasındaki işlevine dikkati çeken “yapılandırılmış grup süreci deneyimi: görme engelli ergenlerle yürütülen bir grup süreci neler öğretir” süreç sunumu olmak üzere beş özgün çalışmaya yer verilmiştir. Derleme yazıları, klinikte hemşirelerin yaşadığı zorluklara bir rehber oluşturacağını düşündüğümüz, “ağır kişilik bozuklukları ve hemşirelik girişimleri” yazısının ikinci bölümü ve madde kullanımını çok boyutlu olarak ele alan, “madde kullanım bozukluğu olan birey ve ailesinin hemşirelik bakımı” konularından oluşmaktadır. Bu sayının hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür eder, dergimizin meslektaşlarımıza yararlı olmasını dileriz. Saygılarımızla, Dr. Nurhan Eren
Dr. Nazmiye Kocaman Yıldırım
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
51
Akut Psikiyatri Kliniklerinde Uygulanan Mekanik Tespit Sayı ve Süresinin Bir Yıl İçinde Gösterdiği Değişimin İncelenmesi Analysis of the Use of Mechanical Restraints and the Restraining Periods Applied in Acute Psychiatric Clinics in a One-Year Period Sibel COŞKUN,1 Fatma AVLAMAZ2 ÖZET
SUMMARY
Amaç: Bu araştırmanın amacı, akut psikiyatri kliniklerinde uygulanan mekanik tespit sayıları ile hastaların tespitte kalma sürelerinin bir yıl içinde gösterdiği değişimi incelemektir.
Objectives: This study was performed to analyze the use of mechanical restraints and the restraining periods applied in acute psychiatric clinics in a one-year period.
Gereç ve Yöntem: Karşılaştırmalı, kesitsel ve betimleyici nitelikteki bu araştırma, İstanbul ilindeki bir ruh sağlığı hastanesinde, 3 kadın 6 erkek servisinden ve toplam 445 yataktan oluşan akut psikiyatri kliniklerinde gerçekleştirilmiştir. Kasım 2007 ile Ocak 2008 tarihleri arasındaki dönemde akut psikiyatri kliniklerindeki tespit kayıtları incelenmiş, elde edilen bulgularla ilgili hastane yöneticisi ve klinik ekiplere geri bildirimde bulunulmuş ve bir yıl sonra aynı döneme ait tespit kayıtları ile karşılaştırma yapılarak tespit sayı ve sürelerindeki değişim incelenmiştir. Tüm veriler bilgisayar ortamında yüzdelik hesaplamalar, t testi ve ki-kare testi ile değerlendirilmiştir.
Methods: This study, which was comparative, cross-sectional and descriptive, was performed in acute psychotic clinics of a psychiatric hospital in Istanbul, which has three female wards, six male wards and a 411 total bed capacity. The restraint records of the psychotic clinics over the period November 2007 to January 2008 were analyzed, and the findings were communicated to the hospital management and clinic teams and compared with the records of the same period the following year. The results were analyzed in a computer environment using percentage, chi-square and T tests.
Bulgular: Akut psikiyatri kliniklerinden, kadın servislerindeki tespit sayısı en yüksek 194 iken erkek servislerinde 112’dir ve kadın servislerinde tespitte kalma süresi erkek servislerine göre daha fazla bulunmuştur. Bir yıl sonra tespit kayıtları tekrar incelendiğinde servislerin toplam tespit sayısının 1014’den 750’ye ve tespitte kalma süresinin ise ortalama 217.3±203.6 dakikadan 142.3±143.7 dakikaya gerilediği belirlenmiştir. Kadın ve erkek servislerinde tespit sayısı ve sürelerinin 1. ve 2. değerlendirme arasında ki değişimi incelendiğinde anlamlı farklılıklar (p<0.001) saptanmıştır.
Results: The highest number of restrained female patients in the acute psychiatric clinics was 194, whereas the same number for male patients was 112, and the restraining period for female patients was also found to be longer than that of male patients. When the first year records were compared to the following year’s records, it was seen that the total number of restrained cases dropped from 1,014 to 750 and the average range of the restraining period fell from 217.3±203.6 minutes to 142.3±143.7 minutes.
Sonuç: Akut psikiyatri kliniklerinde uygulanan tespit sayı ve süresinin oldukça yüksek olduğu belirlenmiş, bir yıl sonraki kayıtlarla karşılaştırıldığında tespit sayı ve süresinde azalma olduğu saptanmıştır. Bu azalmada kurum yöneticileri ve klinik ekiplere yapılan geri bildirimlerin de etkili olduğu düşünülmekle beraber etki eden faktörlerin araştırılması gerekmektedir. Sonuç olarak, agresyon yönetimine yönelik çalışmalara önem verilmeli, terapotik ortam oluşturmaya yönelik düzenlemeler arttırılmalı, tespit kullanımının ve sürelerinin azaltılmasına çalışılmalıdır.
Conclusion: Both the use of restraint and the restraining periods in the acute psychiatric clinics were found to be high, and the figures were observed to decrease the following year. It can be expected that the feedback given to the hospital management and clinic teams was effective, but the factors affecting such a decrease should be analyzed. In conclusion, studies towards aggression management should be intensified. Moreover, the patients’ environment should be organized in a therapeutic milieu and decreased utilization of restraint and shortened restraining periods should be considered.
Anahtar sözcükler: Akut psikiyatri; izolasyon; tespit.
Key words: Acute psychiatry; isolation; restraint.
Giriş Akut psikiyatri kliniklerinde tedavi gören hastaların önemli bir kısmı; yoğun psikotik yaşantıları olan, sıklıkla gerçek1
Muğla Üniversitesi, Fethiye Sağlık Yüksekokulu, Muğla
Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2
İletişim (Correspondence): Yard. Doç. Dr. Sibel COŞKUN. e-posta (e-mail): cosibel@gmail.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(2):51-55 Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):51-55
le bağlantıları kopmuş, hastaneye isteği dışında yatırılmış, agresyon potansiyeli yüksek hastalardır. Özellikle psikiyatri özel dal hastanelerinin ise kalabalık, uyaranların fazla olduğu, kilitli kapılar ile hastalara engellenmişlik hissettirebilen ve hasta ile ekip etkileşiminin sınırlı olduğu ortamlar olduğu gözlenmektedir. Genelde yeterli ve nitelikli personel sağlanamadığında, hastalara nitelikli hizmet ve ortam sunulamadığında hastaların agresyon potansiyeli daha da artabilmektedir.[1]
Psikiyatri kliniklerinde yatarak tedavi gören hastaların kendilerine, diğer hastalara, çalışanlara ve ortama yönelik zarar verici davranışlarına engel olmak amacıyla tespit ve tecrit/
52
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):51-55
izolasyon gibi kısıtlayıcı yöntemler uygulanmaktadır.[2-4] Tedavi ortamında hastaların hareketlerini kısıtlayan, davranışlarını kontrol altına alan mekanik veya fiziksel müdahaleler “tespit” olarak nitelendirilmektedir. Tespit, en geniş anlamıyla bedensel hareketin kısıtlanması şeklinde tanımlanabilir.[2,3] Mekanik tespit; göğüs kemeri, yatak parmaklıkları, dört nokta tespitleri (el ve ayak bilekleri), bilek tespitleri, tespit gömleği veya tespit çarşafları ile yapılan kısıtlamaları kapsamaktadır. Eksitasyonu önlemek ve sakinleştirmek amacıyla yapılan farmakolojik uygulamalara ise kimyasal tespit denmektedir. Tarihsel süreç içinde-hastaları zincirlerinden kurtaran kişi olarak tanınan Fransız psikiyatrist Pinel’in uygulamalarına kadar hem eski çağlarda, hem de orta çağda psikiyatri hastalarına yönelik tecrit ve tespit uygulamalarının yaygın olarak kullanıldığını görmekteyiz.[2]
mesi ve bir yıl sonundaki değişimin araştırılması amaçlanmıştır. Araştırma sonuçlarının, mevcut durumun tanımlanması, izolasyon konusundaki standartların gelişiminde ve hasta bakım kalitesinin arttırılmasında rol oynayacağı düşünülmektedir. Ayrıca, bulguların araştırmanın yapıldığı kurum yöneticileri ve klinik ekipler ile paylaşılarak izolasyon uygulamalarının azaltılması yönünde katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Literatürde tespit ve tecrit uygulamalarında dikkat edilmesi gereken noktalar şöyle belirtilmektedir;
• Tespit ve tecrit sadece hastanın kendine ve diğerlerine yönelik fiziksel tehlike durumlarında kullanılmalıdır. • Tecrit süresi bir saati aşmamalı, tespit süresi olabildiğince kısa tutularak gözlem sürdürülmelidir. İlgili kayıtlar ayrıntılı yazılmalıdır. • Hekim tarafından 30 dk., hemşire tarafından 15 dk. ara ile hasta değerlendirilmelidir. Tespit ve tecrit uygulanan kişi yüz yüze gözlenebilmelidir. Tespit noktalarındaki dolaşım kontrol edilmeli, hastanın gereksinimlerine uygun bakımı sağlanmalıdır. • Tespit ve tecrit uygulaması sonrasında klinikte çalışan sağlık ekibi için yaşantıların paylaşımı olanağı sağlanmalıdır. • Ekibe yönelik eğitimler ile ekibin gelişimi desteklenmelidir.[2,5-7]
Günümüzde tüm dünyada tecrit ve tespit uygulamalarının kullanımını en aza indirme çabaları bulunmakta, yasal ve kurumsal düzenlemeler yapılmakta ve daha ergonomik donanımlar tercih edilmektedir. Eksite hastaya yaklaşımda ilk seçenek; eksitasyonu önleyici olarak hastaya terapötik ortam sağlanması ve aktivite programları sunulması, ikinci seçenek; eksitasyonun erken fark edilmesi, üçüncü seçenek; eksite olan hastanın konuşularak sakinleştirilmeye çalışılması, dördüncü seçenek; farmakolojik yöntemlerin kullanılması, tüm bunların işe yaramadığı noktada son seçenek tecrit ya da tespit yöntemleri olmalıdır. Fakat bu noktada kurum yönetiminin ve klinik ekiplerin tutumu ile uygulanan tedavi programı önemli değişkenler olmaktadır.[2,3,8-10] Ülkemizde, psikiyatri kliniklerinde tespit ve izolasyon yöntemlerinin kullanımı, hastaların tespitte kalma süreleri konusundaki çalışmalar oldukça sınırlıdır. Karşılaştırmalı ve betimsel nitelikteki bu çalışmada, bir ruh sağlığı ve hastalıkları hastanesinin akut psikiyatri kliniklerinde tespit yönteminin kullanım oranı ile hastaların tespitte kalma sürelerinin belirlen-
Gereç ve Yöntem Karşılaştırılmalı betimleyici nitelikteki bu araştırma, İstanbul ilindeki bir psikiyatri özel dal hastanesinin, 3 kadın, 6 erkek servisinden ve toplam 441 yataktan oluşan akut psikiyatri kliniklerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın gerçekleştirildiği Kasım 2007 ile Ocak 2008 tarihleri arasındaki dönemde akut psikiyatri kliniklerindeki tespit kayıtları incelenmiş, kliniklerdeki uygulanan tespit sayısı, hastaların tespitte kalma süresi, tespit endikasyonu gibi veriler elde edilmiştir. Elde edilen bulgularla ilgili hastane yöneticisi ve klinik ekiplere geri bildirimde bulunulmuş ve bir yıl sonra Kasım 2008 ile Ocak 2009 dönemine ait tespit kayıtları ile karşılaştırma yapılmıştır. Elde edilen veriler bilgisayar ortamında, yüzdelik, t testi ve ve ki-kare hesaplamaları ile değerlendirilerek, kliniklerin tespit sayısında ve süresindeki değişim incelenmiştir. Araştırmanın gerçekleştirilebilmesi için gerekli kurumsal izinler alınmıştır.
Bulgular Araştırmada ilk değerlendirmenin yapıldığı Kasım 2007 ile Ocak 2008 arasındaki üç aylık sürede akut psikiyatri kliniklerinin tespit defterlerindeki kayıtlar incelendiğinde, toplam 1014 tespit olgusu saptanmış, uygulanan tespit sayılarının kliniklere göre anlamlı farklılık (X2: 158.3; p<0.001) gösterdiği ve hastaların tespitte kalma süreleri açısından klinikler arası anlamlı farklılıklar olduğu bulunmuştur (t: -32.6; p<0.001).
İlk değerlendirmenin ardından klinik ekiplere ve kurum yöneticisine akut psikiyatri kliniklerinde uygulanan tespit sayıları ile hastaların tespitte kalma sürelerine ilişkin sonuçlar konusunda geribildirim yapılmıştır. Bir yıl sonraki 2. değerlendirmede kliniklerin Kasım 2008-Ocak 2009 tarihleri arasındaki tespit kayıtları tekrar incelendiğinde 750 tespit olgusu saptanmış, klinikler arası tespit sayıları (X2: 111.1; p<0.001) ve tespitte kalma süreleri arasında (t: -29.9; p<0.001) anlamlı farklılık bulunmuştur. Ayrıca hastanenin veri kayıtları incelendiğinde, ilk değerlendirme döneminde kliniklerin genelinde ortalama mevcut hasta sayısının yatak kapasitesinin oldukça üzerinde olduğu ve kadın kliniklerinde aylık yeni yatış sayısının nispeten yüksek olduğu görülmektedir. Bir yıl sonraki 2. değerlendirmede ise hasta mevcut sayılarında ve aylık yeni yatış sayılarında azalma olduğu göze çarpmaktadır (Tablo 1). Her iki değerlendirmede de kliniklerin tespit sayı ve sürelerinin farklılığı belirlendikten sonra hemşirelik personeline ait özelliklerin bir değişken olabileceği düşünülerek
COŞKUN S ve AVLAMAZ F, Akut Psikiyatri Kliniklerinde Uygulanan Mekanik Tespit Sayı ve Süresinin Bir Yıl İçinde Gösterdiği Değişimin İncelenmesi
53
Tablo 1. Kadın ve erkek servislerinin mevcut hasta sayıları ve yeni hasta yatış sayıları
1. değerlendirme
Toplam yatak sayısı Ortalama yatak sayısı Ortalama mevcut hasta sayısı Ortalama aylık yeni yatan hasta sayısı
2. değerlendirme
Kadın
Erkek
Kadın
Erkek
173 58 56 86
268 45 54 72
173 58 51 75
268 45 48 53
Tablo 2. Kadın ve erkek servislerinin tespit sayılarındaki değişimin karşılaştırılması
1. değerlendirme Kadın servisi
2. değerlendirme
Erkek Toplam servisi
Kadın servisi
Erkek servisi
Toplam
3 aydaki toplam tespit sayısı 506 508 1014 281 469 750
X2 / p 46.38 0.000
Tablo 3. Kadın ve erkek servislerinin tespit sürelerindeki değişimin karşılaştırılması
1. değerlendirme
2. değerlendirme
Kadın servisi
Erkek servisi
Kadın servisi
Erkek servisi
Ortalama tespit süresi (dk)
281.6±255.3
232.6±174.0
188.3±176.5
154.2±147.1
t p
23 p<0.001
3.32 p=0.001
Tablo 4. Akut psikiyatri kliniklerinde uygulanan mekanik tespit endikasyonlarının dağılımı*
1. değerlendirme
2. değerlendirme
(Yüzde)
(Yüzde)
74.2 62.8 38.6 36.2 22.6 21.8 14.9 7.3
70.3 59.9 33.5 35.7 20.9 21.4 20.8 14.9
Aşırı gürültü çıkarma ve davranış bozukluğu Şiddet davranışında bulunma tehditi Tedavi ekibine saldırı Eşyaya yönelik şiddet Başka hastaya saldırı Kendine zarar verme Kaçma girişimi Konfüzyon *n katlanmıştır.
akut psikiyatri kliniklerinde çalışan hemşirelik personeli sayı, yaş, cinsiyet ve eğitim düzeyi açısından karşılaştırılmış fakat anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. Klinikler “kadın” ve “erkek” servisi olarak gruplandırılarak karşılaştırıldığında, her iki değerlendirmede de kadın servislerindeki hastaların tespitte kalma sürelerinin erkek servislerine göre fazla olması dikkati çekmektedir. Akut psikiyatri kliniklerinde Kasım 2008 ile Ocak 2009 tarihleri arasındaki kayıtlar bir yıl önceki Kasım 2007 ile Ocak 2008 dönemi ile karşılaştırıldığında, toplam tespit sayısının 1014’den 750’ye, tespitte kalma sürelerinin ise ortalama 217.3±203.6 dakikadan 142.3±143.7 dakikaya gerilediği belirlenmiştir. 1. değerlendirme ile 2. değerlendirme verileri karşılaştırıldığında kadın ve erkek servislerinin tespit sayılarındaki değişimi
(X2: 46.38; p<0.001) anlamlı farklılık göstermektedir (Tablo 2), tespitte kalma sürelerindeki değişim karşılaştırıldığında ise kadın servislerinde (t: 23; p<0.001) ve erkek servislerinde (t: 3.32; p=0.001) anlamlı farklılık saptanmıştır (Tablo 3). Akut psikiyatri kliniklerinde Kasım 2007 ile Ocak 2008 tarihleri arasındaki tespit uygulama nedenleri incelendiğinde tespit endikasyonları; aşırı gürültü çıkarma ve davranış bozukluğu (%74.2), şiddet davranışında bulunma tehditi (%62.8), tedavi ekibine saldırı (%38.6), eşyaya yönelik şiddet (%36.2), başka hastaya saldırı (%22.6), kendine zarar verme (%21.8), kaçma girişimi (%14.9) ve konfüzyon (%7.3) olarak sıralandığı belirlenmiştir. Bir yıl sonra tespit kayıtları tekrar incelendiğinde ise bir yıl önceki tespit endikasyonları ile benzer sonuçlar saptanmıştır (Tablo 4).
54
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):51-55
İlk değerlendirme sonrasında kurum yöneticilerine ve klinik ekiplere, araştırmadan elde edilen tespit sayı ve tespitte kalma sürelerine dair sonuçlarla ilgili geri bildirim yapılmış ve sonraki süreçte; hemşirelerin hizmet içi eğitim programlarında tespitli hasta bakımı, agresyon yönetimi gibi konulara yer verildiği ve kurum yöneticilerinin kliniklerde terapötik ortam oluşturma, rehabilitasyon faaliyetlerini arttırma ve kliniklerdeki mevcut hasta sayılarını azaltma çabaları (hastaları uygun bölge hastanelerine yönlendirme, yatak sayısını dikkate alma vb) gözlenmiştir. Bu gözlemler ve bulgular dışında tespit sayı ve sürelerini etkileyebilecek değişkenlere ilişkin bir ölçüm yapılmamıştır.
tığı bir çalışmada ise çocuk ve ergenlere yönelik bir klinikte tespit oranlarını azaltmaya yönelik benzer bir program yürütülmüş ve tespit oranlarında %59 oranında azalma sağlanabilmiştir. Bu çalışmalar tespit oranlarını azaltmaya yönelik klinik ekiplerin ve kurum yöneticilerinin önemli rolü bulunduğunu göstermektedir. Tespit sayı ve sürelerini etkileyebilecek değişkenlerin incelendiği daha kapsamlı çalışmalar ile tespit oranlarını azaltmaya yönelik pilot çalışmalara gereksinim bulunmaktadır.
Tartışma Araştırmanın yapıldığı hastanede 2006 yılından itibaren tespit yönergesi esas alınmakta, servislerde tespit formu ile tespit kayıt defteri kullanılmakta ve 2007 yılından itibaren ise tespit gömleği yerine daha ergonomik tespit donanımları tercih edilmektedir. Tablo 1’de görüldüğü gibi akut psikiyatri kliniklerinde yatak sayısını aşan bir hasta yoğunluğu ile hızlı hasta döngüsü dikkati çekmektedir. Akut psikiyatri kliniklerinde Kasım 2007 ile Ocak 2008 döneminde kadın servislerindeki tespit sayısı en yüksek 194 iken erkek servislerinde 112’dir ve kadın servislerinde tespitte kalma süresi erkek servislerine göre daha fazla bulunmuştur. Tespit uygulanma sayısı ve tespitte kalma süreleri açısından servisler arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır. Tespit sayı ve sürelerine ait veriler bir yıl sonraki tespit kayıtları ile karşılaştırıldığında ise akut psikiyatri kliniklerinde üç aylık süreçteki tespit sayılarının ve tespit sürelerinin azaldığı belirlenmiştir (Tablo 2 ve Tablo 3).
Kliniklerin tespit sayılarında ve sürelerindeki azalmanın olası nedenleri düşünüldüğünde hasta yoğunluğunun çok değişken olabildiği ve hasta yoğunluğundaki azalmanın (Tablo 1) tespit sayı ve sürelerinde etkili olabileceği düşünülebilir. Hasta yoğunluğundaki azalmanın yanı sıra araştırma bulguları konusunda hastane yönetimine ve klinik ekiplere yaptığımız geri bildirimlerin de tespit sayı ve sürelerindeki azalmada etkili olabileceği düşünülmektedir. Geçen bir yıllık süreçte hastane yönetiminin hasta yoğunluğunu azaltma ve rehabilitasyon faaliyetlerini ve terapötik aktiviteleri arttırma çabaları dikkatimizi çekmiş, özellikle hemşirelerin hizmet içi eğitim programlarında agresyon yönetimi, tespitli hasta bakımı konularına yer verildiği görülmüştür. Sclafani ve ark.[10] tarafından yapılan araştırmada ayda tespit sayısı 29-36 arası değişen bir psikiyatri kliniğinde tespit uygulamasını azaltmaya yönelik pilot bir çalışma uygulanmıştır. Ekip danışmanı eşliğinde, ekip eğitimi, ekip toplantıları, hasta merkezli bakım, hasta-ekip etkileşimini arttırma, terapotik ortam oluşturma, rehabilitasyon programı vb. uygulanmış ve bir yılın sonunda klinikteki tespit sayısı sıfırlanmıştır. Miller ve ark.’nın[11] yap-
Literatür incelendiğinde, Bilici tarafından aynı hastanenin akut psikiyatri ve adli servislerinde 2007 yılında yapılan çalışmada bir aylık süre içinde akut psikiyatri servislerinde tespit edilen toplam hasta sayısı 167 olarak saptanmıştır.[2] Çalışmamızda ise mükerrer tespitler de dahil edildiğinde, aylık ortalama tespit sayısı ilk değerlendirmede 338, bir yıl sonra ise 250 olarak hesaplanmıştır. Bilici’nin çalışmasında tespit tekrarları dikkate alınmadan sadece tespit edilen hasta sayısı esas alındığından çalışmamızla karşılaştırma yapmak güçtür. Ülkemizde yapılmış ve karşılaştırma yapabileceğimiz özellikte bir çalışmaya rastlanmamıştır. Yurt dışındaki benzer çalışmalara bakıldığında, Wynn tarafından[12] Norveç’te 100 yataklı bir psikiyatri merkezinde yapılan araştırmada, beş yıllık süreçte 797 mekanik tespit, 384 kimyasal tespit, 88 izolasyon/tecrit saptanmış, genç erkeklerde daha çok mekanik tespit, kadın ve yaşlı hastalarda kimyasal tespit yönteminin daha sık kullanıldığı belirlenmiştir. Donavan ve ark.[13] tarafından yapılan çalışmada bir yıllık süre içinde 442 psikiyatri ünitesinden elde edilen verilere göre 5929 tecrit ve tespit olgusu saptanmıştır. Yine 2004 yılında Almanya ve İsviçre’deki psikiyatri hastanelerinde şizofreni hastalarında tespit uygulanma oranları incelenmiş, Almanya’da %10.4, İsviçre’de %6.6 oranında tespit uygulandığı saptanmıştır.[14]
Araştırmamızda ilk değerlendirmenin yapıldığı dönemde tespit edilen toplam hasta sayısında kadın erkek oranı birbirine eşit olmakla beraber, toplam kadın yatak sayısının daha az olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Kadın servislerinde tespitte kalma süreleri ise erkek servislerine kıyasla daha fazla bulunmuştur. Bu sonuçlar ile literatür arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıklarda bulunmaktadır. Elde edilen bulgulara benzer olarak, psikiyatrik tedavi gören hastaların öyküsünün incelendiği bir araştırmada ve kadınlarda %43, erkeklerde %29 oranında tecrit/tespit deneyimi olduğu belirlenmiştir. [15] Bilici’nin[2] çalışmasında ise bir aylık süre içinde tespit uygulamalarının %40’ını kadınlar, %60’ını erkeklerin oluşturduğu, ayrıca kadın servislerinde tespit süresinin daha uzun olduğu bulunmuş, kadın ile erkek servisleri arasında anlamlı farklılıklar saptanmıştır. Bazı araştırmalarda genç ve erkek hastaların daha fazla tespite alındığı bazı araştırmalarda ise cinsiyet farklılığı olmadığı öne sürülmektedir.[9,12,16] Amore ve ark. [17] tarafından yapılan çalışmada ise tespit edilen hasta özellikleri incelenmiş ve erkeklerin, madde kullananların, şiddet
COŞKUN S ve AVLAMAZ F, Akut Psikiyatri Kliniklerinde Uygulanan Mekanik Tespit Sayı ve Süresinin Bir Yıl İçinde Gösterdiği Değişimin İncelenmesi
ve/veya suç öyküsü olanların, pozitif belirtilerin ağırlıklı olduğu psikotik hastaların risk grubu olduğu belirtilmiştir. Smith ve ark.[9] tarafından yapılan çalışmada ise Amerika’daki dokuz hastanedeki hastaların demografik özellikleri, tanı, hangi saatler arasında tespitte kaldıkları, tespit sayısı ve süresi arasındaki ilişkiler incelenmiş, erkeklere daha fazla tespit uygulandığı, yaşlı ve etnik azınlıkların daha uzun süre tespitte kaldığı ve gece ekiplerinin hastaları daha uzun süre tespitte tuttuğu saptanmıştır. Araştırmamızda kadın kliniklerinde tespit uygulanma sayısının ve süresinin nispeten yüksek oluşunun kadın servislerinde hasta yoğunluğu ile hasta döngüsünün daha fazla olmasıyla ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Bilici’nin çalışmasında[2] akut psikiyatri servislerinde bir aylık süreçte tespit edilen hastalarda tespitte kalma süresi ortalama 2.5 saat olarak bulunmuştur. Çalışmamızda tespit sürelerinin daha uzun olmasının, servislerde tespit gömleği yerine ergonomik tespit donanımlarının kullanılmaya başlamasıyla ilgili olabileceği düşünülmüştür. Bilici’nin çalışmasında tespit sayılarına bakıldığında servisler arası farklılıklar dikkati çekmektedir. Araştırmamızda da servisler arasında anlamlı farklılıklar belirlenmiş olup Bilici’nin çalışması ile benzerlikler olduğu söylenebilir. Ayrıca kliniklerde pek çok değişkenin tespit oranlarını ve sürelerini etkileyebileceği, fiziksel özelliklerin, ekiplerin tutum ve yaklaşımlarının önemli değişkenler olabileceği ve bu konuda daha detaylı araştırmalara gereksinim olduğu düşünülmektedir.
Sonuç ve Öneriler Genelde psikiyatri klinikleri, sık hasta yatışlarının olduğu, sınırlandırıcı ve kalabalık bir ortamda, aktivitelerin ve hastaekip etkileşiminin kısıtlı olduğu kliniklerdir.[1,10] Bu araştırmada kliniklerde tespit yönteminin uygulanma sayısı ve hastaların tespitte kalma süreleri yüksek olarak değerlendirilmiş, klinikler arası anlamlı farklılıklar bulunmuş, bir yıl sonraki tespit kayıtları incelendiğinde ise tespit sayı ve sürelerinde azalma saptanmıştır. Kliniklerde pek çok değişkenin tespit oranlarını ve sürelerini etkileyebileceği ve bu konuda daha detaylı araştırmalara gereksinim olduğu düşünülmektedir. Ülkemizde özellikle ruh sağlığı hastanelerinde oldukça sık uygulanan mekanik tespit yönteminin azaltılmasına yönelik girişimlerin planlanması ve mekanik tespit protokolü ile yasal düzenlemelere uyulmasının sağlanması yerinde olacaktır. Eksitasyon potansiyeli olan hastaların değerlendirilmesi, hasta başına düşen sağlık personeli oranının ve hasta bakım kalitesinin arttırılması, terapotik ortam oluşturularak
55
terapötik aktivitelere yer verilmesi, ekip eğitimi gibi düzenlemeler ile tecrit ve tespit oranının azaltılmasına yönelik girişimler uygulanmalı ve hemşireler bu konuda aktif roller üstlenmelidir.[3,8,9,18] Kaynaklar 1. Avlamaz F. Tesbitle izole edilen hastalarda hemşirelik bakımı. İstanbul: 2. Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Kongresi Özet kitabı; 2008. 2. Bilici R. Psikiyatri kliniklerinde tecrit ve tespit uygulamaları. [Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi] İstanbul: Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi; 2007. 3. Schreiner GM, Crafton CG, Sevin JA. Decreasing the use of mechanical restraints and locked seclusion. Adm Policy Ment Health 2004;31:449-63. 4. Foster C, Bowers L, Nijman H. Aggressive behaviour on acute psychiatric wards: prevalence, severity and management. J Adv Nurs 2007;58:140-9. 5. Currier GW, Farley-Toombs C. Datapoints: use of restraint before and after implementation of the new HCFA rules. Psychiatr Serv 2002;53:138. 6. Kaltiala-Heino R, Tuohimäki C, Korkeila J, Lehtinen V. Reason for using seclution and restrain in psychiatric inpatient care. Int J Law Psychiatry 2003;26:139-49. 7. Simon RI. Psikiyatride klinik. Yasal konular (Çeviri Editörü: Aydın H, Bozkurt A). Ankara: Güneş Kitabevi; 2006. 8. Gaskin CJ, Elsom SJ, Happell B. Interventions for reducing the use of seclusion in psychiatric facilities: review of the literature. Br J Psychiatry 2007;191:298-303. 9. Smith GM, Davis RH, Bixler EO, Lin HM, et al. Pennsylvania State Hospital system’s seclusion and restraint reduction program. Psychiatr Serv 2005;56:1115-22. 10. Sclafani MJ, Humphrey FJ 2nd, Repko S, Ko HS, et al. Reducing patient restraints: a pilot approach using clinical case review. Perspect Psychiatr Care 2008;44:32-9. 11. Miller JA, Hunt DP, Georges MA. Reduction of Physical Restraints in Residential Treatment Facilities. Journal of Disability Policy Studies 2006;16:202-208. 12. Wynn R. Medicate, restrain or seclude? Strategies for dealing with violent and threatening behaviour in a Norwegian university psychiatric hospital. Scand J Caring Sci 2002;16:287-91. 13. Donovan A, Plant R, Peller A, Siegel L, et al. Two-year trends in the use of seclusion and restraint among psychiatrically hospitalized youths. Psychiatr Serv 2003 ;54:987-93. 14. Martin V, Bernhardsgrütter R, Goebel R, Steinert T. The use of mechanical restraint and seclusion in patients with schizophrenia: a comparison of the practice in Germany and Switzerland. Clin Pract Epidemiol Ment Health 2007;3:1. 15. Steinert T, Bergbauer G, Schmid P, Gebhardt RP. Seclusion and restraint in patients with schizophrenia: clinical and biographical correlates. J Nerv Ment Dis 2007;195:492-6. 16. Leggett J, Silvester J. Care staff attributions for violent incidents involving male and female patients: a field study. Br J Clin Psychol 2003;42:393-406. 17. Amore M, Menchetti M, Tonti C, Scarlatti F, et al. Predictors of violent behavior among acute psychiatric patients: clinical study. Psychiatry Clin Neurosci 2008;62:247-55. 18. Hellerstein DJ, Staub AB, Lequesne E. Decreasing the use of restraint and seclusion among psychiatric inpatients. J Psychiatr Pract 2007;13:308-17.
56
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
Yaşlılarda Özbakım Gücünü Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi Determination of Factors Affecting Self-care in the Elderly Nezihe UĞURLU,1 Mücahit BOLAT,2 Selahattin ERDEM3
ÖZET
SUMMARY
Amaç: Bu çalışmada, huzurevinde kalan yaşlılar ile aile ortamında yaşayan yaşlıların öz bakım gücü ve öz bakım gücünün çeşitli değişkenlerle ilişkisi incelenmiştir.
Objectives: In this study, the self-care capacity of elderly people living in nursing homes or at home with their families was examined. In addition, the relation between the Self-Care Capacity Scale and the demographic features of the elderly living in a nursing home or at home with their families was investigated.
Gereç ve Yöntem: Çalışmanın örneklemini huzurevinde yaşayan 58 ve aile ortamında yaşayan 58 olmak üzere 116 yaşlı birey oluşturmuştur. Çalışmada sosyo-demografik özellikleri içeren “Sosyo-demografik Veri Formu” ve “Öz Bakım Gücü Ölçeği” kullanılarak, öz bakım gücü ölçeğinden alınan puanların çeşitli değişkenlere göre farkı incelenmiştir. Bulgular: Araştırma sonunda, kurumda kalan bireylerin öz bakım gücü düzeyi 92.28±19.45 (41-128) ile aile ortamında kalan bireylerin öz bakım gücü düzeyi 92.22±16.92 (51-127) olarak bulunmuş olup, iki grubun öz bakım gücü düzeyleri arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı saptanmıştır. Ayrıca öz bakım gücü ile tanıtıcı özelliklerden eğitim durumu, gelir durumu, yaşamının geçtiği yer ve başkalarına ihtiyaç duyma arasındaki ilişkilerin istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05).
Methods: The study sample included 58 elderly people living in an institutional setting and 58 elderly people living in their homes, for a total of 116 participants. Questionnaires utilized in this study included the “Sociodemographic Data Form” and the “Self-Care Capacity Scale”. Results: At the conclusion of the study, the self-care capacity score for individuals residing in a rest home was found to be 92.28±19.45 (41-128) and that for the individuals living in the family environment was 92.22±16.92 (51-127), and the difference between the groups was found to be statistically insignificant. The correlation between self-care and education, income level, the occurrence of life and dependency on others was found to be statistically significant (p<0.05).
Sonuç: Öz bakım konusunda başkalarına ihtiyaç duyma kurumda kalan yaşlılarda %75’inin, aile ortamında kalan bireylerin ise %46.6’sının günlük ihtiyaçlarını karşılamada ve öz bakımında başkalarına ihtiyaç duyduğu belirlenmiştir. Yaşlıların ev ortamında bakılmasını teşvik için topluma yönelik destek ve eğitim programlarının yapılması gerekir.
Conclusion: When the dependency on others was examined, it was found that 75% of the elderly living in the nursing homes and 46.6% of the elderly living in a family setting were dependent on others to meet their daily selfcare needs. Social support and educational programs encouraging the care of elderly people in a family environment should be organized.
Anahtar sözcükler: Aile ortamı; huzurevi; öz bakım gücü; yaşlılık.
Key words: Family setting; nursing home; self-care capacity; elderly.
Giriş Yaşlanma, bireyin biyolojik, psikolojik, çevresel etmenlerin etkisinden dolayı tüm fonksiyonlarında gerilemenin görüldüğü bir süreçtir. Başka bir deyişle 65 yaş yaşlılığın başlangıcı olarak kabul görme ve bireyin buna bağlı olarak genel görünümünde ve bazı fonksiyonlarında meydana gelen değişmeyi kapsayan bir süreç olarak tanımlanmaktadır.[1-5] Yaşlılık, yaşam karşısında kayıpların ve çöküşün görüldüğü bir dönemdir. Yaşlılık döneminde emeklilik, geniş aile tipinin çekirdek aileye dönüşmesi, sevilen insanların kaybı, fiMuğla Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Muğla Özel Lider Hastanesi, Burdur 3 Güneydoğu Tıp Merkezi, Diyarbakır 1 2
İletişim (Correspondence): Nezihe UĞURLU. e-posta (e-mail): nugurlu@mu.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(2):56-62 Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):56-62
ziksel ve zihinsel işlevlerin azalması ve günlük yaşamını sürdürebilmek için başkalarının yardımına gereksinimi artması gibi değişiklikler insanları yaşlılık dönemlerinde psikolojik açıdan uyumsuz bir ortama sokmaktadır.[6-8] Amerika Geriatri Derneği’nin (American Geriatric Society) yaptığı bir çalışmada 65-75 yaşları arasındaki bireylerin %40’ının temel günlük yaşam aktivitelerinde yetersiz oldukları ifade edilmiştir.[9]
Yaşlılarda fiziksel aktivitelerin azalması ve beraberinde bağımsız yaşama durumunun kaybedilmesi toplum sağlığı için büyük bir problemdir.[10] Yine yaşlılığa bağlı olarak kardiyo-vasküler bozukluklar, sinir, kas-iskelet, solunum, sindirim, endokrin sistemde, kişilik ve psiko-sosyal durumda değişiklikler medyana gelmektedir.[11,12]
İnsan ömrünün uzatılmasına ilişkin çabaların temel amacı, sağlıklı, üretken ve kaliteli bir yaşamdır. Kalite hayatın her dönemi için arzu edilendir. Kalitenin temel koşulu ise sağlığın korunması ve geliştirilmesi için gerekli önlemlerin alın-
57
UĞURLU N ve ark., Yaşlılarda Özbakım Gücünü Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi
masıdır. Yaşlılık sorunlarının tam olarak çözümlenmesi bir ülkenin endüstrileşme, şehirleşme, genel kültür, sağlık kültürü düzeyi ve sosyal yapısı ile yakından ilgilidir.[13]
Endüstrileşmiş batılı ülkeler başta olmak üzere tüm dünyada yaşlı nüfus giderek artmaktadır. Bunun en önemli nedeni “son 50 yılda hızlanan teknolojik gelişmelerle beraber daha sağlıklı yaşam koşullarının oluşması, antibiyotiklerin keşfiyle enfeksiyon hastalıklarının tedavi edilebilmesi, insanların eğitim düzeylerinin yükselmesi ve sağlık hizmetlerinin gelişmesiyle toplumun sağlık durumunda gelişme sağlanması” olarak görülmektedir. Bu gelişmelere bağlı olarak mortalite hızlarında önemli düşmeyle birlikte insanlar daha uzun yaşamakta, doğumda yaşam beklentisi tüm ülkelerde artmaktadır.[14] Nüfus projeksiyon yöntemi ile yapılan hesaba göre dünyadaki yaşlı nüfus 2034 yılında Avrupa nüfusunun %26’sını oluşturacaktır. Türkiye’de ise yaşlı nüfusun 2025 yılında %9.3 oranında olacağı tahmin edilmektedir.[13] Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaşlı nüfus giderek artmaktadır.[15]
Ülkemizde hızlı nüfus artışı, endüstrileşme ve kentleşme, iç ve dış göçler nedeniyle çekirdek aileye dönüşüm, ekonomik sorunların varlığı, kadınların çalışma yaşamına katılması, çekirdek ailenin yaygınlaşması sonucunda konutların küçülmesi nedeniyle yaşlılar için uygun ve yeterli olmaması, gençlerin yaşlılığa bakış açısı, kuşaklar arası iletişim bozuklukları, sağlığın bozulması ve bağımlılık yaşlıların evde bakımını güçleştirmekte ve yaşlılar aile ortamından farklı olan kurumlara (huzurevlerine) yerleştirilmektedirler.[6,16] Yaşlılar genel olarak huzurevinde bulunmaktan hoşnut olmakla birlikte, fizik ortamlarının daha ziyade yurt veya misafirhane ortamı gibi olmasının, ev özlemi yaşamalarına neden olduğunu dile getirmişlerdir.[16] Huzurevi ve aile ortamında kalan yaşlıların sorunlarının karşılaştırıldığı bir araştırmada, huzurevinde yaşayan yaşlıların psikolojik semptomlarının genel olarak evde yaşayanların psikolojik semptomlarına göre daha fazla olduğu saptanmıştır. Bu nedenle yaşlıların yetersiz olan huzurevi ortamları yerine kendi aile ortamlarında yaşamlarını daha kaliteli bir şekilde sürdürebilmelerine yönelik hizmetlerin planlanma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.[17]
Dünya nüfusunda olduğu gibi Türkiye’de de yaşlı nüfusta hızlı bir artış görülmekte, buna karşın artan yaşlı nüfusun sağlık sorunlarını, temel gereksinimlerini ve ihtiyaçlarını araştıran çalışma sayısının çok kısıtlı olduğu görülmektedir. Hemşirelerin yaşlı bireylerin günlük yaşam aktivitelerini yerine getirme durumunu, günlük yaşam aktivitelerini yerine getirirken ne ölçüde yardıma ihtiyacı olduğunu belirleyerek bu bireylere gerekli olan bakım ve desteğin daha nitelikli vereceği düşünülmektedir. Bu nedenle araştırmanın genel amacı, yaşlıların öz bakım gücünü etkileyen etkenleri incelemek, huzurevinde kalan yaşlıların öz bakım gücü ile aile ortamın-
da kalan yaşlıların öz bakım gücünü karşılaştırmak ve huzurevinde ve aile ortamında kalan yaşlıların sosyo-demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, meslek, gelir durumu, eğitim durumu, hastalık durumu vb.) ile öz bakım güçleri arasında fark olup olmadığı belirlenmek için yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem Araştırmanın evrenini, Muğla ili merkezinde aile yanında yaşayan (n=58) ve huzurevinde kalan (n=58) yaşlılar oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi ise, T.C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Muğla Belediyesi Abide-H. Nuri Öncüer Huzurevi’nde kalan 58 ve ev ortamında yaşayan 58 (toplam 116) 65 yaş ve üstü bireyler oluşturmaktadır. Veri Toplama Araçları
Araştırma verileri sosyo-demografik özellikleri belirleyen bilgi formu ve öz bakım gücünü belirleyen öz bakım gücü ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Öz Bakım Gücü Ölçeği (ÖBGÖ) 1979 yılında Kearney ve Fleischer tarafından geliştirilmiş, 1993 yılında Nahçıvan tarafından geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılmıştır.[18] ÖBGÖ 35 ifadeden oluşmaktadır. Her ifade 0’dan 4’e kadar puanlanmaktadır. “Beni hiç tanımlamıyor” yanıtına “0” puan, diğerlerine sırasıyla “1”, “2”, “3”, “4” puanları verilmektedir. Sekiz ifade (3, 6, 9, 13, 19, 22, 26 ve 31) negatif olarak değerlendirilir ve puanlama ters döndürülür. Öz bakım gücü ölçeğinin maksimum puanı 140’tır. Yükselen puanlar öz bakım gücünün yüksek olduğunu göstermektedir. Verilerin Değerlendirilmesi
Veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences, sürüm 11.01, for Windows) paket programı kullanılarak düzenlenmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin tanıtıcı özelliklerini belirlemek için yüzdelik, öz bakım gücünü belirlemek için One-Way Anova, huzurevinde ve aile ortamında kalan bireylerin öz bakım gücü düzeyini karşılaştırmak için “t” testi, tanıtıcı özellikleri ile öz bakım gücü arasındaki ilişkiyi belirlemek için Kruskal-Wallis testi uygulanmıştır.
Bulgular Çalışmaya katılan bireylerden huzurevinde kalan yaşlıların %24.1’i 65-69, %12.1’i 85 aile ortamında kalan bireylerin %41.4’ü 65-69, %1.7’si 85 yaş ve üzerindedir. Kurumda kalan bireylerin, %56.9’unun, aile ortamında kalan bireylerin ise %29.3’ünün dul olduğu veya eşinden ayrı yaşadığı tespit edilmiştir. Kurumda kalanların %19’unun okuma-yazma bilmediği, %13.8’inin ise üniversite mezunu olduğu, aile ortamında kalanları ise %13.8’inin okuma-yazma bilmediği, %8.6’ının ise üniversite mezunu olduğu saptanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaşamının büyük bölümünü geçirdikleri yerler araştırıldığında kurumda kalanların
58
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):56-62
%34.5’i, aile ortamında kalanların ise %36.2’sinin köy veya kasabada geçirdiği saptanmıştır. Kurumda kalan bireylerin, %32.8’inin 2, %13.8’inin çocuğu olmadığı, aile ortamında kalan bireylerin ise, %22.4’ünün 2, %17.2’sinin 5’ten fazla çocuğu olduğu, %1.7’sinin ise çocuğu olmadığı tespit edilmiştir. Kurumda kalan bireylerin %29.3’ünün günlük işleri ve öz bakımı için başka kişilerin yardımına ihtiyaç duyduğu, aile ortamında kalan bireylerin ise %8.4’ünün başkalarının yardımına ihtiyaç duyduğu, belirlenmiştir. Kurumda kalan bireylerin %75.9’unun, aile yanında kalan bireylerin ise %74.1’inin sağlık problemi olduğu, kurumda kalan bireylerin %15.5’inin, aile ortamında kalan bireylerin ise %34.5’inin hipertansiyonu olduğu belirlenmiştir.
dece ihtiyaçlarına yettiği saptanmıştır. Aile ortamında kalan bireylerin %22,4’ünün Emekli Sandığı, %29.3’ünün SSK, %24.1’inin Bağ-Kur, %13.8’inin Yeşil Kart, %3.4’ünün diğer sağlık güvencelerinden faydalandığı, %6.9’unun ise hiçbir sağlık ve sosyal güvencesinin olmadığı belirlenmiştir. Bireylerin stres durumları incelendiğinde huzurevinde kalan bireylerin %29.3’ünde aile ortamında kalan bireylerin ise %19’unda stresli olduğu tespit edilmiştir. Bireylerde stres yaratan faktörler incelendiğinde, kurumda kalan %12.1’inin olumsuz insan ilişkileri, aile ortamında kalan bireylerin ise %19’unun ise olumsuz insan ilişkileri nedeniyle stres yaşamış olduğu veya halen yaşadığı belirlenmiştir (Tablo 1).
Huzurevi’nde kalan bireylerin, %62.1’inin gelirinin sadece giderlerini karşıladığı, aile ortamında kalan bireylerin ise, %10.3’ünün hiç gelirinin olmadığı, %62.1’inin gelirinin sa-
Aile ortamında kalan bireylerin öz bakım gücü puanlarının minimum 41, maksimum 128 olduğu, öz bakım gücü puan ortalamalarının ise 92.22±16.92 olduğu kurumda kalan bireylerin ise öz bakım gücü puanlarının minimum 51,
Tablo 1. Huzurevinde ve aile ortamında yaşayan yaşlıların çalışma, meslek, gelir durumu, sosyal güvence, stres durumu ve stres nedenlerinin dağılımı
Kurumda kalan yaşlılar Sayı
Yüzde
Evde kalan yaşlılar Sayı
Çalışma durumu Evet 0 0 1 Hayır 58 100.0 57 Meslek Esnaf 8 13.8 3 Serbest meslek 8 13.8 4 İşçi 3 5.2 10 Memur 16 27.6 12 Ev hanımı 16 27.6 21 Çiftçi 7 12.1 8 Gelir durumu Yok 7 12.1 6 İhtiyaçlara yetmiyor 12 20.7 11 İhtiyaçları karşılıyor 36 62.1 36 İhtiyaçların üstünde 3 5.2 5 Sosyal güvence Emekli Sandığı 16 26.7 13 SSK 11 18.3 17 Bağ-Kur 10 16.7 14 Yeşil Kart 2 3.3 8 Diğer 2* 3.3 2 Yok 17** 28.3 4 Stres durumu Evet 17 29.3 11 Hayır 30 51.7 31 Kısmen 11 19.0 16 Stres nedeni Zararlı çevre etmenleri 4 6.9 4 Ağır çalışma koşulları 9 15.5 7 Ağır işler yapma 4 6.9 3 Gece nöbetleri 4 6.9 2 Olumsuz insan ilişkileri 7 12.1 11 Stresi yok 30 51.7 31
Yüzde 1.7 98.3 5.2 6.9 17.2 20.7 36.2 13.8 10.3 19.0 62.1 8.6 22.4 29.3 24.1 13.8 3.4 6.9 19.0 53.4 27.6 6.9 12.1 5.2 3.4 19.0 53.4
*Özel Sağlık Sigortası; **Huzurevinde kalan ve sosyal güvencesi olmayan bireylerin “2823” Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu gereğince sosyal ve ekonomik yoksunluk içinde bulunan yaşlılara ücretsiz muayene ve tedavi hizmetleri sunulmaktadır.
59
UĞURLU N ve ark., Yaşlılarda Özbakım Gücünü Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi
Tablo 2. Huzurevinde ve aile ortamında kalan yaşlıların öz bakım gücü puan ortalamalarının karşılaştırılması
n
X
SS
Min.
Maks.
t
p
Aile ortamında kalanlar Kurumda kalanlar
58 58
92.22 92.28
16.92 19.45
51 41
127 128
.602
p>0.05
maksimum 127 olduğu, öz bakım gücü puan ortalamalarının 92.28±19.45 olduğu, iki grup arasında öz bakım gücü puan ortalamaları karşılaştırıldığında ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı tespit edilmiştir (t=.602, p>0.05) (Tablo 2).
Huzurevinde ve aile ortamında yaşayan yaşlıların eğitim durumu ile öz bakım gücü puanları arasındaki ilişki incelendiğinde, en düşük ortalamanın (X=79.58±18.99) okuma-yazma bilmeyenler, en yüksek ortalamanın ise (X=106.00±14.49) yüksekokul/fakülte mezunları olduğu, eğitim durumu ile öz bakım gücü arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (K.W.=0.001, p<0.05). Hayatlarının en çok geçtiği yer ile öz bakım gücü puanları arasındaki ilişki incelendiğinde, en düşük ortalamanın (X=90.05±14.73) köy/kasabada yaşayanlar, en yüksek ortalamanın ise (X=97.78±17.41) il merkezinde yaşayanlar olduğu, kişinin yaşamının en çok geçtiği yer ile öz bakım gücü arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (K.W=0.035, p<0.05).
Huzurevinde ve aile ortamında kalan yaşlıların gelir durumu ile öz bakım gücü puanları arasındaki ilişki incelendiğinde en düşük ortalamanın (X=82.15±18.62) geliri olmayanlar, en yüksek ortalamanın ise (X=100.00±15.16) geliri ihtiyaçlarının üstünde olanlar olduğu belirlenmiştir. Gelir durumu ile öz bakım gücü arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (K.W.=0.042, p<0.05). Günlük işlerinde başkalarına ihtiyaç duyma puanları ile öz bakım gücü puanları arasındaki ilişki incelendiğinde ise en düşük ortalamanın (X=85.46±18.95) kısmen başkalarına ihtiyaç duyanlar, en yüksek ortalamanın ise (X=97.51±19.47) günlük işlerinde başkalarına ihtiyaç duymayanlar olduğu, eğitim durumu ile öz bakım gücü arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (K.W.=0.008, p<0.05) (Tablo 3). Çalışmaya katılan kişilerin (kurum ve aile yanında kalan bireyler arasıdaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı ve dağılımın eşit olduğu görülmüştür) %17.2’si boş zamanlarını fiziksel aktivitelerle uğraşarak, %25’inin hobilerle uğ-
Tablo 3. Huzurevinde ve aile ortamında yaşayan yaşlıların öz bakım gücü puanları ile tanıtıcı özelliklerinin karşılaştırılması
n
X
Eğitim durumu Okuma-yazma bilmiyor Okur-yazar İlkokul mezunu Ortaokul mezunu Lise mezunu Üniversite mezunu
S.D.
K.W.
19 33 25 6 20 13
79.58 95.91 87.08 98.00 94.05 106.00
n
X
S.D.
K.W.
p
Yaşamının geçtiği yer Köy/Kasaba İlçe merkezi İl merkezi Büyük kent Köy/Kasaba İlçe merkezi
41 22 40 13 41 22
90.05 90.77 97.78 84.69 90.05 90.77
14.73 21.71 17.41 20.94 14.73 21.71
0.035
p<0.05
18.99 0.001 17.83 13.95 16.95 17.32 14.49
p p<0.05
n
X
S.D.
K.W.
p
Gelir durumu Geliri yok İhtiyaçlarını karşılıyor İhtiyaçlarını karşılamıyor İhtiyaçlarının üstünde
13 23 72 8
82.15 87.74 94.65 100.00
18.62 17.25 17.95 15.16
0.042
p<0.05
n
X
S.D.
K.W.
p
Başkalarına ihtiyaç duyma Evet Hayır Kısmen
22 57 37
90.27 97.51 85.46
17.79 19.47 18.95
0.008
p<0.05
60
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):56-62
Tablo 4. Huzurevinde ve aile ortamında yaşayan yaşlıların boş zamanlarını değerlendirme durumuna göre dağılımı Boş zaman aktiviteleri Fiziksel aktivite Hobilerle uğraşmak Sosyal aktivite İbadet yapmak Televizyon seyrederek Hiçbirşey yapmayarak
Evet
Hayır
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
20 29 17 28 31 18
17.2 25.0 14.7 24.1 26.7 15.5
96 87 99 88 85 98
82.8 75.0 85.3 75.9 73.3 84.5
Tablo 5. Huzurevinde ve aile yanında yaşayan yaşlıların kronik hastalık durumuna göre dağılımı Sağlık sorunu Kardiyovasküler Üriner sistem Kas-İskelet sistemi Sindirim sistemi Solunum sistemi Sinir sistemi Genital sistem Ruh hastalıkları Göz hastalıkları Diyabet hastalığı Hipertansiyon hastalığı
Evet
Hayır
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
24 11 28 8 19 8 2 8 26 14 35
20.7 9.5 24.1 6.9 16.4 6.9 1.7 6.9 22.4 12.1 30.2
92 105 88 108 97 108 114 108 90 102 81
79.3 90.5 75.9 93.1 83.6 93.1 98.3 93.1 77.6 87.9 69.8
raşarak, %14.7’si sosyal aktiviteler yaparak, %24.1’inin ibadet yaparak, %26.7’sinin televizyon izleyerek değerlendirdiği, %15.5’inin ise hiçbir şey yapmayarak geçirdiği tespit edilmiştir (Tablo 4).
Çalışmaya katılan kişilerin %20.7’sinde kardiyovasküler sistem, %9.5’inin üriner sistem, %24.1’inin kas-iskelet sistemi, %6.9’unun sindirim sistemi, %16.4’ünün solunum sistemi, %6.9’unun sinir sistemi, %1.7’sinin genital sistem hastalığı, %6.9’unun ruh hastalıkları, %22.4’ünün göz hastalıkları, %12.1’inin diyabet hastalığı ve %30.2’sinin de hipertansiyon hastası olduğu belirlenmiştir (Tablo 5).
Tartışma Çalışmaya katılan kurumda kalan yaşlıların %56.9’u duldur, evde kalan yaşlıların ise %69’u evlidir. Bu bulgular literatür bulgularıyla benzerlik göstermektedir.[19] Kurumda kalan dul bireylerin sayısının yüksek oluşu, bireylerin yalnızlık nedeniyle huzurevini tercih etmiş olmalarına bağlanabilir. Ayrıca, evde kalan bireylerin %69’unun evli olması kurumu tercih etmeme sebebinin de evli olmaları olduğunu göstermektedir. Bu bulgular yapılan çalışmalarla benzerlik göstermektedir.[7,20]
Bireylerin hayatlarının en çok geçtiği yer, kurumda kalan yaşlılarda (%39.7) daha çok il merkezinde, aile ortamında kalan yaşlılarda ise köy veya kasaba olduğu görülmekte-
dir. Konak ve ark.[21] araştırmasında ise kurumda kalan bireylerin daha çok kırsal kesimde ikamet etmiş kişiler olduğu görülmektedir. Bu bulgular, çalışma bulguları ile paralellik göstermemektedir. Bazı bölgelerimizde ve kırsal kesimlerde kurum bakımı alma, yaşlı ve aile tarafından sosyo-kültürel değer, dini inanç ve gelenekler nedeniyle, genellikle tercih edilmemektedir.[22-25] Fakat Muğla ilinin Türkiye genelinde sosyo-ekonomik ve kültürel yapısı en iyi iller arasında olması, çekirdek aile sayısının fazla olması nedeniyle böyle bir sonuç çıktığı düşünülmektedir.
Yaşlıların çocuk durumuna bakıldığında, kurumda ve aile ortamında kalan yaşlıların yaklaşık olarak yarısının 2 veya 3 çocuğu olduğu görülmektedir. Karakuş’un “Muğla Huzurevinde kalan yaşlıların depresyon düzeylerinin incelenmesi” konulu çalışmasında, bireylerin %80.9’unun çocuğu olduğu saptanmıştır.[20] Bu bulgu, Karakuş’un bulguları ile paralellik göstermektedir. Çocuk sahibi olmama yaşlı bireylerin kurumda kalma nedenlerinden biri olduğu düşünülmüş olup elde edilen araştırma sonuçları, Türk aile kültüründe mevcut olduğu düşünülen bireylerin yaşlandıklarında bu dönemlerini çocukları ile beraber geçirirler veya çocukları tarafından bakılırlar düşüncesini doğrulamamıştır.
Bireylerin başkalarına ihtiyaç duyma durumuna bakıldığında, kurumda kalan bireylerin %29.3’ünün, aile ortamında kalan bireylerin ise %8.6’sının günlük ihtiyaçları ve öz bakı-
61
UĞURLU N ve ark., Yaşlılarda Özbakım Gücünü Etkileyen Etmenlerin İncelenmesi
mında başkalarına ihtiyaç duyduğu görülmektedir. Kurumda kalan bireyler, aile ortamında kalan bireylere göre günlük işlerinde başkalarının yardımına daha çok ihtiyaç duymaktadır. Bu durum kurumda kalan bireylerin kurumu tercih etmelerinin bir sebebinin de günlük işleri ve öz bakımı konusunda yetersiz olmaları ve başkalarının yardımına ihtiyaç duymaları olduğu şeklinde yorumlanabilir.
Kurumda ve aile ortamında yaşayan yaşlıların büyük çoğunluğunun en az bir sağlık sorunu bulunmaktadır. Gökdağ’ın 65 yaş üstü 159 yaşlı ile yapmış olduğu: “Elazığ Yöresinde Yaşlıların Günlük Yaşam Alışkanlıkları” çalışmasında, bireylerin %59.75’inde (n=95) sağlık sorunu bulunduğu saptanmıştır.[26] Sonuçlarımız, bu çalışmayla paralellik göstermektedir. Yaşlanmayla birlikte, kişilerde birçok sağlık sorunu ortaya çıktığı bir gerçektir. Bu sağlık sorunlarının çoğunun kalıcı, tedavisi olmadığı bilinmekle beraber kişilerin, mevcut sağlık düzeylerinde en iyi şekilde yaşamını sürdürebilmeleri sağlanabilmektedir. Bireylerin gelir yeterlilik durumuna bakıldığında, kurumda kalan bireylerin %5.2’sinin, aile ortamında kalan bireylerin ise %8.6’sının gelirinin ihtiyaçlarının üzerinde olduğu görülmektedir. Buradan ülkemizde yaşlıların gelirlerinin ihtiyaçlarına yetmediği, bu gelirle rahat bir hayat süremeyeceği görülmektedir. Buradan, yaşlıların huzurevini tercih etmelerinin bir nedeninin de ekonomik yetersizlikleri olduğu görülmektedir. Bu durumun düzeltilmesi amacıyla 2022 sayılı yasa ile 65 yaş üzeri yaşlılara sosyal güvenlik hizmeti ile birlikte sunulan ve 3 ayda bir verilen nakdi yardım miktarının ekonomik koşullar göz önünde bulundurularak yeniden düzenlenmesi ve asgari yaşam standartları üzerinde tutulması gerekmektedir. Kurumda ve aile ortamında yaşayan yaşlıların yarıya yakınının stres yaşadığı veya hala yaşamakta olduğu tespit edilmiştir. Bireylerde görülen stresin nedenine bakıldığında, kurumda ve aile ortamında yaşayan yaşlılarda en sık ağır çalışma koşulları (kurumda %15.5, aile ortamında %12.1) ve olumsuz insan ilişkilerinin (kurumda %12.1, aile ortamında %19.0) strese neden olduğu görülmektedir.
Kurumda kalan yaşlıların %28.3’ünün aile ortamında kalan yaşlıların %6.9’unun hiçbir sağlık güvencesi olmadığı tespit edilmiştir. İlhan ve ark.’nın[7] yapmış olduğu çalışmada %34.6’sının sosyal güvencesinin olmadığı belirlenmiştir. Sosyal güvencesi olmayan bireylerin huzurevini daha çok tercih ettiği görülmektedir. Ayrıca, devlet hastaneleri ve kurum hastanelerinin birleştirilmesi ile SSK emeklilerinin sağlık ihtiyaçlarının daha iyi karşılanmaya başladığı görülmektedir. Huzurevi ve aile ortamında yaşayan yaşlıların öz bakım gücü puan ortalamaları karşılaştırıldığında, her iki grup arasında önemli farklılıklar bulunmamıştır. Kurumda kalan ve aile ortamında yaşayan yaşlıların öz bakım düzeyinin birbiri-
ne yakın olduğu, aralarında istatistiksel bir fark bulunmadığı belirlenmiştir.
Bireylerin, boş zamanlarını değerlendirme durumuna göre dağılımı incelendiğinde, çalışmaya katılan tüm yaşlıların %26.7’sinin televizyon seyrederek, %24.1’inin ibadet yaparak, %15.5’inin ise boş zamanlarını hiçbir şey yapmayarak geçirdiği tespit edilmiştir. Gerek kurumda gerekse aile içinde yaşayan yaşlıların daha verimli ve aktif zaman geçirmeleri için gerekli ortamların oluşturulması ve bireylerin çeşitli etkinliklere katılımları konusunda gerekli özenin gösterilmesinde ciddi eksikliklerin olduğu düşünülmektedir.
Bireylerde mevcut kronik hastalıklara bakıldığında, bireylerde görülen sağlık sorunlarının başında dolaşım sistemi ve kas-iskelet sistemi hastalıkları yer almaktadır. Bu veriler, ilk üç sırada görülen hastalıklar yönünden Karakuş’un bulguları ile paralellik göstermektedir.[20] Bireylerde görülen dolaşım sistemi hastalıklarının sebebi, beslenme bozukluğu, aktivite kısıtlılığı ve genetik özellikler, kas-iskelet sistemi bozukluklarının sebebi ise romatizmal hastalıklar ve kadınlarda menapoz sonrası hormonal değişiklikler olarak düşünülebilir. Sonuç ve Öneriler
- Örneklemin öz bakım gücü puan ortalamasının aile ortamında ve huzurevinde kalan yaşlılarda orta düzeyde olduğu, öz bakım düzeyinin her iki grupta birbirine yakın olduğu, - Evde kalan bireylerin %69’unun evli, kurumda kalan bireylerin %56.9’unun (n=33) dul olduğu, - Başkalarına ihtiyaç duyma durumuna bakıldığında, kurumda kalan bireylerin %29.3’ünün, aile ortamında kalan bireylerin ise %8.6’sının günlük ihtiyaçları ve öz bakımında başkalarına ihtiyaç duyduğu, - Kurumda kalan bireylerin %75.9’u, aile ortamında kalan bireylerin ise %74.1’inde en az bir sağlık sorunu olduğu,
- Her iki gruptaki bireylerin gelir durumunun çok iyi olmadığı,
- Kurumda kalan bireylerin %48.3’ünün, aile ortamında kalan bireylerin ise %46.6’sının stres yaşadığı veya hala yaşamakta olduğu bulunmuştur. Araştırma verilerinin değerlendirilmesi sonucunda aşağıdaki öneriler geliştirilmiştir: - Yaşlıya aile desteği ve toplumsal destek sağlanması ve yapılması,
- Evde bakımlarını teşvik edecek sosyal düzenlemelerin yapılması,
- Bedensel ve ruhsal sağlığın korunması için düzenli sağlık kontrollerinin yapılması, - Bireysel yeteneklerini kullanmalarına olanak sağlayacak sosyal, kültürel programların düzenlenmesi,
- Öz bakım gücünü olumlu yönde artıracak eğitim, danış-
62
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):56-62
manlık, fiziksel ve ruhsal bakım gibi konularda yaşlı bireylere bakım veren hemşireler ve diğer bakım personeli bilgilendirilmeli ve bu bilgileri hemşirelik uygulamalarına yansıtabilmeleri için desteklenmesi,
durumlarının saptanması. Geriatri 2002;5:97-102. 14. Güleç M, Tekbaş ÖF. Sağlık perspektifinden yaşlılık. Türkiye Klinikleri 1997;17:369-78. 15. Akça F, Şahin G. Huzurevinde yaşayan yaşlılar ile aile ortamında yaşayan yaşlıların psikolojik belirtilerinin yaşam kalitesi üzerine etkisinin incelenmesi. Geriatri 2008;11:190-9. 16. Çekal N. Huzurevinde kalan yaşlıların beslenme servisi örgütünden memnuniyet durumları. Aile ve Toplum Eğitim-Kültür ve Araştırma Dergisi 2006;8:43-53. 17. Uncu Y, Özçakır A, Sadıkoğlu G, Alper Z ve ark. Bursa Huzurevi yaşlılarının sosyo-demografik özellikleri ve sağlık taraması sonuçlar. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2002;28:65-9. 18. Nahçivan NÖ. Sağlıklı gençlerde öz-bakım gücü ve aile ortamının etkisi. [Doktora tezi] İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 1993. 19. Ergün GÖ, Bozdemir N, Uğuz Ş, Güzel R ve ark. Adana Huzurevi’nde yaşayan yaşlılar ile aile hekimliği polikliniği’ne başvuran yaşlıların medikososyal özelliklerinin değerlendirilmesi. Geriatri 2003;6:89-94. 20. Karakuş A, Süzek H, Atay ME. Muğla huzurevinde kalan yaslıların depresyon düzeylerinin incelenmesi. Muğla Üniversitesi SBE Dergisi 2003;11:39-51. 21. Konak A, Çiğdem Y. Yaşlılık olgusu: Sivas huzurevi örneği. C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2005;29:23-63. 22. Erdem M. Yaşlıya bakım verme. Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi 2005;8:101-6. 23. Blieszner R, Alley JM. Family care-giving for the elderly: an overview of re-sources. Family Relations 1990;39:97-102. 24. Toseland RW, Smith G, McCallion P. Family caregivers of frail elderly. In: Gitterman A, editor. Handbook of social work practice with vulnerable and resilient population. Columbia University Pres; 2001. 25. Bilgili N, Kubilay G. Yaşlı bireye bakım veren ailelerin yaşadıkları sorunların belirlenmesi. Sağlık ve Toplum 2003;13:35-43. 26. Gökdağ F, Mete S. Elazığ yöresinde yaşlıların günlük yaşam alışkanlıkları. Sağlıklı yaşlanma sempozyum kitabı. Ankara: Başbakanlık SHÇEK Basımevi; 1992. s. 189-203.
- Yaşlıların ev ortamında bakılmasını teşvik için topluma yönelik eğitim programlarının yapılması önerilebilir. Kaynaklar
1. Güler Ç. Toplum sağlığı sorunu olarak yaşlılık. İçinde: Gökçe Kutsal Y, Çakmakçı M, Ünal S, editörler. Geriatri 1. Hekimler Yayın Birliği. Ankara: Medico Graphics Ajans Matbaası; 1997. s. 51-60. 2. Lehr U, (Çeviren: Urgar N). Yaşlanmanın psikolojisi. İstanbul: Bilimsel ve Teknik Yayınları Çeviri Vakfı Basım ve Ciltleme; 1994. s. 359-360. 3. Çoban A, Şirin A. Yaşlı kadınlarda ürogenital sistem problemler ve hemşirelik yaklaşımı. Geriatri 2003;6:80-3. 4. Özer M, Karabulut Ö. Yaşlılarda yaşam doyumu. Geriatri 2003;6:72-4. 5. Çınar İÖ, Kartal A. Yaşlılarda depresif belirtiler ve sosyodemografik özellikler ile ilişkisi. TAF Prev Med Bull 2008;7:399-404. 6. Bahar A, Tutkun H, Sertbaş G. Huzurevinde yaşayan yaşlıların anksiyete ve depresyon düzeylerinin belirlenmesi. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2005;6:27-239. 7. İhan MN, Işıl M, Maral I, Kitapçı M ve ark. Yaşlılarda depresif belirtiler ve bilişsel bozukluğu etkileyebilecek etkenler. Klinik Psikiyatri 2006;9:177184. 8. Baran AG, Kalınkara V, Aral N. Yaşlı ve aile ilişkileri: Ankara Örneği. TC. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Yayınları. No: 127 Ankara, 2005. 9. Podsiadlo D, Richardson S. The timed “Up & Go”: a test of basic functional mobility for frail elderly persons. J Am Geriatr Soc 1991;39:142-8. 10. Biçer A. Geriatride kullanılan yaşam kalitesi ve fonksiyonal değerlendirme ölçekleri. Turkiye Klinikleri 2005;1:10-16. 11. Abrams WB, Beers MH, Berkow R. The merck manual of geriatrics. 2. Baskı, N.J. USA, Merck & Co Inc; 1995. s. 1507. 12. Oktik N. Huzurevinde yaşam ve yaşam kalitesi Muğla örneği. Muğla Üniversitesi yayınları 2004;52:32-89. 13. Bilir N, Aslan D, Güngör N, Ağaç M ve ark. Ankara’da Altındağ Sağlık Ocağı Bölgesi’nde yaşayan 65 yaş ve üzeri kişilerin bazı sağlık ve sosyal
•4.Uluslararası, 11. Ulusal Hemşirelik Kongresi’nde bildiri olarak sunulmuştur (4-8 Eylül 2007, Ankara).
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
63
Din Görevlilerinin Şizofreniye İlişkin Bilgi ve Tutumları (Düzce Örneği) Knowledge and Attitudes of Religious Officials Towards Schizophrenia (Example of Düzce, Turkey) Fatma EKER,1 Özge ÖNER,1 Seda ŞAHİN2 ÖZET
SUMMARY
Amaç: Bu çalışma, din görevlilerinin şizofreninin etyolojisi ve tedavisi ile ilgili bilgilerinin ve şizofreniye ilişkin tutumlarının belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Objectives: This descriptive study was carried out to assess the knowledge of religious officials about the etiology of schizophrenia and its treatment and their attitudes towards this illness.
Gereç ve Yöntem: Araştırma evrenini Düzce il merkezinde çalışan 422 din görevlisi oluşturmuş, örneklem evreni bilinen örneklem formülü kullanılarak 201 olarak hesaplanmış ve araştırma 267 kişi ile tamamlanmıştır. Araştırmanın verileri 2009 yılının Nisan ayında Düzce İl Müftülüğü toplantı salonunda araştırmaya katılan din görevlilerinin anketleri doldurması şeklinde toplanmıştır. Anket formu sosyodemografik bilgiler ve şizofreniyle ilgili bilgi kaynaklarının öğrenildiği Bilgi formu ve Psikiyatrik Araştırmalar ve Eğitim Merkezi (PAREM) tarafından geliştirilmiş olan anketin 32 maddelik şizofreni alt bölümünden meydana gelmiştir. Araştırma için kurum izni ve araştırmaya katılan bireylerden sözlü onam alınmıştır.
Methods: The population of the study was 422 religious attendants working in Düzce. The sample of the study was estimated as 201 subjects using a sample formula with a known population, and the study was completed with 267 religious officials. Data were collected in April 2009, in the conference hall of a Düzce building housing a Mufti’s Office, with participants completing a questionnaire form. The form was composed of 32 topics in the schizophrenic subsection of the questionnaire, which was developed by PAREM, and a private form that included data about the social and demographic status of the participant and the participant’s knowledge and attitudes toward schizophrenia. Institutional permission was obtained and personal verbal approval was taken from the participants.
Bulgular: Araştırmaya katılan din görevlilerinin %70’i erkek, %85’i evli ve %64’ü üniversite mezunudur. Din görevlilerinin %88’i şizofreniyi bir hastalık, %50.2’si bir akıl hastalığı olarak değerlendirmiştir. Etyolojik neden olarak en sık kişilik yapısının zayıflığı (%64.4) gösterilirken, sosyal sorunlar (%59.2) ikinci neden olarak gösterilmiştir. Sağaltım için en çok doktora (%91), doktorlar içinde de psikiyatriste (%80.9) başvurmayı önermişlerdir. Din görevlilerinin %33.3’ü şizofreni hastalarının serbestçe dolaşmamaları gerektiğini, %41.9’u şizofreni olan bir komşudan rahatsızlık duyacağını, %34.8’i şizofreni olan biriyle birlikte çalışmak istemediğini, %64.8’i bir şizofreni hastası ile evlenmeyeceğini, %37.1’i şizofreni hastalarının saldırgan olacağını belirtmişlerdir.
Results: Of the 267 religious attendants, 70% were male, 87.6% were younger than 46 years, 85% were married, and 64% had graduated from faculties. Eighty-eight percent of the participants defined schizophrenia as an illness, and 50.2% defined schizophrenia as a mental illness. Participants noted weak mental constitution as the first etiological cause (64.4%), followed by social problems (59.2%). For the treatment of the patient, 91% of the participants suggested consultation with a doctor, and psychiatrist was the first choice among doctors (80.9%). 33.3% of the religious attendants stated that schizophrenic patients should not be left unattended, 41.9% stated they would be disturbed if they had a schizophrenic neighbor, 34.8% did not want to work with a schizophrenic person, and 64.8% indicated that they would not marry a schizophrenic person. Thirty-seven percent believed that schizophrenic patients are aggressive.
Sonuç: Din görevlileri sosyal boyutta şizofreni hastalarına daha ılımlı bir tutum gösterirken özel hayatlarında bu hastalardan rahatsız olmaktadırlar. Bu çalışmanın sonunda din görevlilerinde olumlu tutum geliştirilmesi ve damgalamanın önlenmesi için eğitim programının düzenlenmesi gerektiği düşünülmektedir.
Anahtar sözcükler: Damgalama; din görevlileri; ruh sağlığı hemşireliği; şizofreni; toplum; tutum.
1 Düzce Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, Düzce
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Araştırma ve Uygulama Hastanesi, Psikiyatri Kliniği, Düzce 2
İletişim (Correspondence): Yard. Doç. Dr. Fatma EKER. e-posta (e-mail): fatmaeker@duzce.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(2):63-70 Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):63-70
Conclusion: Because the religious officials are community leaders, it is believed that they are in a key position to positively change the public’s attitudes toward schizophrenia. Based on the results of this study, it was concluded that some education programs are needed to prevent stigmatization and to facilitate more positive attitudes among the religious officials. Key words: Stigmatization; religious officials; mental health nursing; schizophrenia; community; attitudes.
Giriş Stigmatization (damgalama), kişinin içinde yaşadığı toplumun normal saydığı ölçülerin dışında sayılması nedeniyle, toplumu oluşturan diğer bireyler tarafından, kişiye saygınlığını azaltıcı bir atıfta bulunulmasıdır.[1] Başka bir tanıma göre, damgalama bir bireyin ya da grubun saygınlığını azaltan, bir şeyin normal ya da standart kabul edilmediğini belir-
64
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):63-70
ten bir iz ya da leke olarak tanımlanabilir.[2,3] Damgalanma korkusu hastalarda sosyal izolasyona, yaşamın sınırlanmasına ve yardım isteme davranışının gecikmesine yol açmaktadır. [4] Bu durum aynı zamanda kişilerde ayrımcılık, kabul edilmezlik, korku ve rahatsızlık yaratabilmekte ve ruhsal hastalığı olan bireylerde karşılaşılan en önemli problemlerden biri olmaktadır.[5,6]
Bu çalışma, Düzce ilinde toplum liderleri vasıtasıyla yapılacak olan “Şizofreniye Yönelik Damgalamanın Önlenmesi” projesi için alt yapı oluşturmak üzere din görevlilerinin şizofreniye ilişkin tutumlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.
Psikiyatrik hastalıklar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, her sosyoekonomik düzeyde, her ırkta ve her kültürel grupta görülebilmektedir.[7] Psikiyatrik hastalıklardan şizofreninin yaşam boyu görülme sıklığı %1 olup, endüstrileşmiş ülkelerin şehirlerinde daha yüksek oranlarda görüldüğü düşünülmektedir.[8] Dünyada 60 milyon, ülkemizde 700 bin şizofren hastasının yaşadığı tahmin edilmektedir.[9]
Şizofreniye yönelik damgalama eğilimi şizofreni hastalarının toplumdan dışlanmasına sebep olmakta, tedaviye uyumlarını ciddi şekilde engellemekte, hastaların ve yakınlarının yaşam kalitesini bozmaktadır.[10] Bu nedenle son yıllarda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), şizofrenideki damgalamaya ve dışlamaya karşı kampanyalar geliştirmiştir.[11] Dünya Psikiyatri Birliği (DPB) 1996’da şizofreniyle ilgili damga ve ayrımcılıkla mücadele programını başlatmıştır. Kanada’nın Calgary şehri program için pilot bölge olarak seçilmiş, bunu İspanya, Mısır, İtalya, Yunanistan ve Almanya’nın katılımı izlemiştir. Programın amaçları toplumda şizofreniyle ilgili farkındalığı artırmak, hastalığın doğası ve tedavi olanakları hakkında toplumu bilgilendirmek, toplumun şizofreni hastasına ve hastanın ailesine karşı tutumunu iyileştirmek, önyargı, damga ve ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetler başlatmak olarak belirlenmiştir. Türkiye’de de şizofreni hastalarının ve ailelerinin yaşam kalitesini arttırmaya, hastalıkla ve ayrımcılıkla ilgili önyargılarla mücadeleye yönelik çabalar son yıllarda giderek artmaktadır.[12]
Hastalığa ve hastalara yönelik tutumların, yanlış inanışların ve önyargıların değişmesi toplumun eğitilmesiyle mümkündür. Çünkü önyargıların kökenini bilgisizlik oluşturmaktadır. Özellikle toplumdaki anahtar kişilerin doğru bilgilendirilmesi hastaların damgalanmasını ve buna bağlı ayrımcılığı hafifletmede en etkili yöntem olarak görülmektedir.[13] Ülkemizde; öğretmenler, basın mensupları, muhtarlar gibi toplum liderlerinin eğitilmesine yönelik çalışmalar yapılabileceği belirtilmiştir.[12] Bu meslek mensupları yanında son yıllarda din görevlilerinin birçok projede toplum lideri olarak halkın bilinçlendirilmesinde rol aldığı görülmektedir.[14] Özellikle kırsal bölgelerde din görevlilerinin herhangi bir durum karşısındaki tutum ve davranışlarının model olduğunu varsayarsak, şizofreni gibi nedeni doğaüstü güçlere bağlanan ve tedavisinde de halen hocaya götürmek, muska yazdırmak gibi uygulamaların yer aldığı şizofreni gibi hastalıklarda, din görevlilerinin bilgi ve tutumları önem kazanmaktadır.
Gereç ve Yöntem Araştırmanın Tipi
Bu çalışma kesitsel tipte bir araştırmadır. Katılımcılar
Araştırma evrenini Düzce il merkezinde imam, vaiz ve kurs eğitmeni olarak çalışan 422 din görevlisi oluşturmuştur. Örneklem büyüklüğü, evreni bilinen örneklem formülü kullanılarak (n= Nt²pq / d² (N-1) + t²pq), %95 güven aralığından, %5 yanılma payı ile ve örneklem hesaplamada maksimum değer olan %50 görülme (p) oranı ile hesaplanmıştır. Örneklemde en az 201 kişiye ulaşılması hedeflenmiş, araştırma 267 kişi ile tamamlanmıştır. Kullanılan Araçlar
Araştırmanın verileri, Tanıtıcı Bilgi Formu ve Psikiyatrik Araştırma ve Eğitim Merkezi (PAREM) tarafından planlanarak yürütülen “Ruhsal Hastalıklarla İlgili Halkın Tutumunun Araştırılması” projesinde (RUTUP) kullanılan, PAREM araştırmacıları tarafından geliştirilen anket formunun 32 maddelik şizofreni alt boyutundan oluşmuştur.[15] Ankette demografik ve sağlık bilgileri ile ilgili 10, şizofreni ile ilgili 32 soru bulunmaktadır. Anket formunun şizofreni kısmı iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde DSM-IV’te tanımlandığı şekliyle paranoid tip şizofrenide görülen belirtilerin bulunduğu bir olgu örneği verilerek, din görevlilerinin bu olgu ile ilgili 6 soruyu yanıtlamaları istenmiş, ikinci bölümdeki 26 soru ile verilen olgu örneğinin şizofreni için bir örnek olduğu da söylenerek doğrudan şizofreni ile ilgili tutumlar araştırılmıştır. Birinci bölümdeki 4 ve ikinci bölümdeki 24 soruda maddeler derecelendirilerek (katılıyorum, kısmen katılıyorum, pek katılmıyorum, katılmıyorum, fikrim yok) düzenlenmiştir. İkinci bölümde bulunan son 8 madde, yalnız “şizofreni bir hastalıktır” maddesine “katılıyorum” ya da “kısmen katılıyorum” yanıtını veren din görevlilerine sorulmuştur. İşlem
Araştırmanın verileri 3 Nisan 2009 tarihinde Düzce İl Müftülüğü toplantı salonunda tek oturumda toplanmıştır. Araştırmaya katılan din görevlilerine araştırma ile ilgili açıklama yapılmış, araştırmaya, katılmanın gönüllülüğe bağlı olduğu, anketlerde isimlerinin olmayacağı ve elde edilen verilerin sadece bilimsel amaçlı kullanılacağı söylenmiş, sözlü onamları alınmıştır. Anlamadıkları sorularda doktoralı bir psikiyatri hemşiresi ve dört psikiyatri hemşireliği yüksek lisans öğrencisi gerekli açıklamaları yapmıştır. Anket uygula-
65
EKER F ve ark., Din Görevlilerinin Şizofreniye İlişkin Bilgi ve Tutumları
ması bittikten sonra din görevlilerine şizofrenide damgalanmanın önlenmesi için bir proje kapsamında hazırlanmış olan “Biz Siz Onlar” belgeseli, sponsor firma ve yönetmenden izin alınarak izletilmiştir. İstatistiksel Değerlendirme
Araştırmadan elde edilen bulgular SPSS (Statistical Package for Social Sciences, sürüm 16.0 for Windows) istatistik paket programında değerlendirilmiştir. Anket maddelerine verilen yanıtlar için dağılım dökümleri yapılmış, sosyodemografik değişkenlerin etkisinin incelenmesinde Lojistik Regresyon yöntemi kullanılmıştır. İstatistiksel analizde eksik veriler değerlendirme dışı tutulmuştur. Daha önce yapılan çalışmalarla[15,16] karşılaştırma yapabilmek için değerlendirmede “kısmen katılıyorum”, “katılıyorum”a; “pek katılmıyorum” ise “katılmıyorum”a yakın kabul edilerek bu dört yanıt “katılıyorum” ve “katılmıyorum” olarak ikili değerlendirilmiştir. “Fikrim yok” yanıtı ise dağılımda kullanılmış, ancak sosyodemografik verilerin etkisinin incelendiği analizde değerlendirme dışı bırakılmıştır. Açıklanmış yanıtların bulunduğu sağaltımla ilgili dört maddede, yanıtların dağılım dökümleri yapılmış, sosyodemografik verilerin etkisinin incelendiği analizde bu 4 madde değerlendirme dışı bırakılmıştır. Yaşın etkisini değerlendirmek için din görevlileri daha önce yapılmış çalışmalarla karşılaştırma yapılabilmesi için[17] yaşlarına göre 45 yaş ve altı ve 45 yaş üstü olmak üzere iki grupta toplanarak analize alınmışlardır. Benzer şekilde eğitim için imam hatip lisesi mezunları bir grup olarak alınmış, açıköğretim önlisans, açıköğretim lisans ve ilahiyat fakültesi ile diğer fakülteler grup olarak birleştirilmiş, imam hatip lisesi ve yükseköğrenim grupları olarak analiz yapılmıştır. Medeni durum açısından boşanmış/dul ve bekarlardan oluşan iki grup birleştirilmiş ve değerlendirmede evli - evli olmayan karşılaştırılması yapılmıştır. Kendilerinde ya da yakınlarında bir ruhsal hastalık olan din görevlileri ruhsal hastalıklarla tanışmış din görevlileri olarak tanımlanmış ve analizde ruhsal hastalıklarla tanışmış olanlarla olmayanların yanıtlarındaki farklılık değerlendirilmiştir. Lojistik regresyon analizi için her anket maddesi tek tek bağımlı değişken olarak alınmış, “katılıyorum” yanıtı “1”, “katılmıyorum” yanıtı “0” olarak kodlanmıştır. Bağımsız değişken olarak alınan sosyodemografik değişkenlerde 45 yaş ve altı olanlar, hastalıkla tanışık olmayanlar, kadınlar, bekarlar, imam hatip lisesi mezunları “0” olarak kodlanmış ve referans grup olarak alınmıştır. Bağımlı değişken olarak alınan her anket maddesi için bağımsız değişken olarak alınan sosyodemografik değişkenlerin tümü tek aşamada analize alınmış ve maddeler üzerine olan etkileri incelenmiştir. Araştırmanın Sınırlılıkları
Bu araştırmanın sonuçları tüm ülkeye, İslam dışındaki dinlerin görevlilerine genellenemez. Benzer çalışmaların
Türkiye’nin diğer bölgelerinde de yapılması ve bu konudaki verilerin artmasıyla tüm Türkiye’de çalışan din görevlileri için daha doğru ve yeterli bilgilere ulaşılması olanaklı olacaktır.
Bulgular Din Görevlilerinin Özellikleri
Örneklemi oluşturan 267 din görevlisinin sosyodemografik özellikleri ve ruhsal hastalıklarla tanışıklık durumları Tablo 1’de gösterilmiştir. Araştırmaya katılan din görevlilerinin yaş ortalaması 37.4±7.93 (dağılım, 21-60 yaş), çoğunluğu erkek (%70), 45 yaş ve altı grubunda (%87.6), evli (%85), imam hatip (%64.8), kuran kursu öğreticisi (%30.3) ve %64’ü üniversite mezunudur. Din görevlilerinin %17.6’sının ruhsal hastalıklarla tanışıklığı vardır; %4.1’inin kendisi, %14.2’sinin en az bir yakını ruhsal rahatsızlık geçirmiştir. Şizofreniyi Tanımaya İlişkin Özellikler ve Etkileyen Etmenler
Tanımlanan olgu örneği için araştırmaya katılan din görevlilerinin %94.4’ü (n=252) ruhsal bir hastalık olduğunu belirtmiştir. Şizofreniyi “bir hastalık” olarak görenlerin oranı %88 (n=235), bir akıl hastalığı olarak görenlerin oranı ise Tablo 1. Din görevlilerinin sosyodemografik ve hastalıkla tanışıklık özellikleri (n=267) Özellikler Yaş grupları 45 yaş ve altı (0) 46 ve üstü (1) Cinsiyet Kadın (0) Erkek (1) Medeni durum Evli (1) Bekar (0) Mesleği İmam Hatip Kuran Kursu Öğreticisi Müdür Yardımcısı Din Hizmetleri Uzmanı Eğitim durumu İmam Hatip Lisesi (0) Üniversite (1) Ruhsal tedavi alma Evet Hayır Yanıtlamayan Yakınlarında ruhsal hastalık Evet Hayır Yanıtlamayan Ruhsal hastalıkla tanışıklık Evet (1) Hayır (0)
Sayı
Yüzde
234 33
87.6 12.4
80 187
30.0 70.0
227 40
85.0 15.0
173 81 8 2
64.8 30.3 3.0 0.7
96 171
36.0 64.0
11 252 4
4.1 94.4 1.5
38 225 4
14.2 84.3 1.5
47 220
17.6 82.4
(*) Sosyodemografik değişkenlerin sağında üstsimge olarak belirtilen değerler, regresyon analizi için dikotom değişkenler haline getirmek için yapılan yeniden kodlama sonrası verilen değerlerdir.
66
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):63-70
Tablo 2. Şizofreniyi tanımaya ilişkin maddelere verilen yanıtlar (n=267)
Katılıyorum
Katılmıyorum
Fikrim yok
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Ahmet Bey’de bedensel bir hastalık bulunmaktadır. Ahmet Bey’de ruhsal bir hastalık bulunmaktadır. Şizofreni aşırı üzüntü halidir. Şizofreni bir ruhsal zayıflık halidir. Şizofreni herkesin başına gelebilir. Şizofrenler akıl hastasıdır. Şizofreni bir hastalıktır.
83 252 124 227 100 134 235
31.1 94.4 46.4 85.0 37.5 50.2 88.0
170 11 104 20 136 109 18
63.7 4.1 39.0 7.5 50.9 40.8 6.7
14 4 39 20 31 24 14
5.2 1.5 14.6 7.5 11.6 9.0 5.2
Tablo 3. Şizofreni etyolojisine ilişkin maddelere verilen yanıtlar (n=267)
Katılıyorum
Katılmıyorum
Fikrim yok
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Ahmet Bey’in bu durumu kişilik yapısının zayıflığından kaynaklanmaktadır. Ahmet Bey’in bu durumu yaşadığı sosyal sorunlardan kaynaklanmaktadır. Şizofreni sosyal sorunlar nedeniyle ortaya çıkar. Şizofreni bulaşıcıdır. Şizofreni doğuştan gelen bir hastalıktır. (*)
172 134 158 21 36
64.4 50.2 59.2 7.9 15.3
87 116 81 226 166
32.6 43.4 30.3 84.6 70.6
8 17 28 20 33
3.0 6.4 10.5 7.5 14.1
(*) Bu madde için yalnızca anketin 24. maddesi olan “Şizofreni bir hastalıktır” maddesine “katılıyorum” yanıtını veren 235 (%88.0) din görevlisinin yanıtları değerlendirilmiştir.
%50.2 (n=134) olarak bulunmuştur. Şizofreniyi “ruhsal bir zayıflık hali” olarak görenlerin oranı %85’dir (n=227). Tanıma ile ilgili maddelere verilen yanıtların oranları ve maddelere göre dağılımları Tablo 2’de gösterilmiştir. Şizofreni Etyolojisine Bakış Özellikleri ve Etkileyen Etmenler
Araştırmaya katılan din görevlilerinin %64.4’ü (n=172) tanımlanan olgu öyküsündeki belirtileri kişilik yapısının zayıflığına bağlamışlardır. Şizofreninin sosyal sorunlar nedeniyle ortaya çıktığını düşünenlerin oranı %59.2 (n=158) olarak bulunmuştur. Şizofreni etyolojisine ilişkin maddelere verilen yanıtlar Tablo 3’de gösterilmiştir. Şizofreni Sağaltımına Bakış Özellikleri ve Etkileyen Etmenler
Araştırmaya katılan din görevlilerinin %91.9’u (n=216) şizofreninin sağaltılabilen bir durum olduğunu belirtmesine karşın, %26.6’sı tam olarak düzelmeyeceğini düşünmektedir. İlaç sağaltımı önerisi %66 (n=155), psikoterapi ile sağaltım önerisi %77.4 (n=182) oranında bulunmuştur. Ayrıca katılımcıların %47.6’sı (n=127) sosyal sorunların çözülmeden şizofreninin geçmeyeceğine inandıklarını belirtmişlerdir. “Şizofreni sağaltımında kullanılan ilaçlar bağımlılık yapar” maddesine din görevlilerinin %43.4’ü (n=102), “Şizofreni sağaltımında kullanılan ilaçlar ciddi yan etkiler yapar” maddesine %34’ü (n=80) “katılıyorum” yanıtı vermişlerdir (Tablo 4).
Tanımlanan olgu öyküsü için önerilen sağaltım seçeneklerine verilen yanıtlarda, öncelikle doktora başvurmak gerektiğini belirtenlerin oranı %91 (n=243), gidilecek doktorun
da psikiyatri doktoru olması gerektiğini söyleyenlerin oranı %80.9 (n=240) olarak bulunmuştur. Araştırmaya katılan din görevlilerine “şizofreni geçirdiklerini düşündüklerinde öncelikle ne yapacakları?” sorulduğunda verilen “doktora giderim” yanıtının %88.1 (n=207) oranı ile önce hangi doktora başvuracakları sorulduğunda da psikiyatri doktoru yanıtının %90.2 (n=212) oranı ile en fazla verilen yanıtlar olduğu görülmüştür. Şizofreni Hastasına Yaklaşım, Sosyal Mesafe ve Etkileyen Etmenler
Şizofreni ile ilgili tutumlar ve sosyal mesafeleri incelendiğinde; din görevlilerinin büyük bir kısmının (%70.4; n=188) şizofrenlerin kendi yaşamlarıyla ilgili doğru karar almayacağını düşündükleri görülmüştür. Katılımcıların %41.9’u (n=112) şizofreni hastası bir komşusunun olmasından rahatsızlık duyacağını, %34.8’i (n=93) bir şizofreni hastasıyla birlikte çalışmak istemediğini, %64.8’i (n=173) bir şizofreni hastası ile evlenmeyeceğini, %41.2’si (n=110) evi olsa bir şizofrene kiraya vermeyeceklerini belirtmişlerdir. Şizofreni hastaların saldırgan olacağına inananların oranı %37.1 (n=99) bulunmuştur. Bu maddelere verilen yanıtların dağılımı Tablo 5’de gösterilmiştir. Sosyodemografik özellikler ve sağlık öz-soy geçmişin tutumlar üzerine etkileri, Lojistik regresyon analiz sonuçları Tablo 6’da gösterilmiştir. Cinsiyetin Etkileri
Kadınlar örnek olguda “ruhsal bir hastalık bulunduğu” maddesine (p=0.06) ve “hacı hocalar şizofreniyi geçirir” maddesine daha az oranda katıldıklarını belirtirlerken (p=0.05),
67
EKER F ve ark., Din Görevlilerinin Şizofreniye İlişkin Bilgi ve Tutumları
Tablo 4. Şizofreninin sağaltımına ilişkin maddelere verilen yanıtlar (n=267)
Katılıyorum
Katılmıyorum
Fikrim yok
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Şizofreni olanlar tam olarak düzelmez. Hacı ya da hocalar şizofreniyi geçirir. Şizofreni sosyal sorunlar geçmeden geçmez. Şizofreni tedavi edilebilen bir hastalıktır. (*) Şizofreni ilaçla tedavi edilebilen bir hastalıktır. (*) Şizofreni psikoterapiyle tedavi edilebilir. (*) Şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçlar bağımlılık yapabilir. (*) Şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçlar ciddi yan etki yaparlar. (*)
71 53 127 216 155 182 102 80
26.6 19.9 47.6 91.9 66.0 77.4 43.4 34.0
149 188 111 7 48 27 44 52
55.8 70.4 41.6 3.0 20.4 11.5 18.7 22.1
47 26 29 12 32 26 89 103
17.6 9.7 10.9 5.1 13.6 11.1 37.9 43.9
(*) Bu madde için yalnızca anketin 24. maddesi olan “Şizofreni bir hastalıktır” maddesine “katılıyorum” yanıtını veren 235 (%88.0) din görevlisinin yanıtları değerlendirilmiştir.
Tablo 5. Şizofrenili hastalara yaklaşım ve sosyal ilişki ile ilgili maddelere verilen yanıtlar (n=267)
Katılıyorum
Katılmıyorum
Fikrim yok
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Sayı
Yüzde
Şizofreni hastaları toplum içinde serbest dolaşmamalıdır. Şizofren biriyle çalışabilirim. Şizofren biriyle evlenebilirim. Şizofren bir komşum olması beni rahatsız etmez. Evim olsa bir şizofrene kiraya vermem. Şizofrenler saldırgan olurlar. Şizofrenler kendi yaşamları ile ilgili doğru kararlar alamaz.
89 115 46 135 110 99 188
33.3 43.1 17.2 50.6 41.2 37.1 70.4
142 93 173 112 116 121 45
53.2 34.8 64.8 41.9 43.4 45.3 16.9
36 59 48 20 41 47 34
13.5 22.1 18.0 7.5 15.4 17.6 12.7
(*) Bu madde için yalnızca anketin 24. maddesi olan “Şizofreni bir hastalıktır” maddesine “katılıyorum” yanıtını veren 235 (%88.0) din görevlisinin yanıtları değerlendirilmiştir.
“şizofreni olanlar tam olarak düzelmez” maddesine daha fazla oranda katıldıklarını belirtmişleridir (p=0.04). Erkekler “şizofren biriyle evlenebilirim” maddesine iki kat daha fazla oranda “katılıyorum” yanıtı vermişlerdir (p=0.04). Yaşın Etkileri
Kırk beş yaşın altındakiler “evim olsa bir şizofrene kiraya vermem” maddesine daha fazla oranda katıldıklarını belirtmişleridir (p=0.01). Eğitim Durumunun Etkileri
Üniversite mezunu olanların “Ahmet Bey’de ruhsal bir hastalık bulunmaktadır” (p=0.04) maddesine, “Şizofreni hastaları toplumda serbestçe dolaşmamalıdır” (p=0.01) maddesine ve “Şizofreni tedavi edilebilen bir hastalıktır” maddesine daha fazla “katılıyorum” cevabını verdikleri görülmektedir (p=0.006). Medeni Durumun Etkileri
Evli olan din görevlileri örnek olguda “bedensel bir hastalık bulunduğu” maddesine daha fazla oranda katıldıklarını belirtmişlerdir (p=0.004). Ruhsal Hastalıklarla Tanışıklığın Etkileri
Ruhsal hastalıkla tanışık olan din görevlileri şizofreniyi daha fazla oranda bir “ruhsal zayıflık hali” (p=0.04) ve “ilaçla tedavi edilebilen bir hastalık” olarak tanımlamışlardır (p=0.002).
Tartışma Bu çalışma din görevlilerinin şizofreninin etyolojisi ve tedavisi ile ilgili bilgilerinin ve şizofreniye ilişkin tutumlarının belirlenmesi amacıyla yapılmış olup, sonuçta din görevlilerinin sosyal boyutta şizofreni hastalarına daha ılımlı bir tutum gösterirken özel hayatlarında bu hastalardan rahatsız oldukları belirlenmiştir.
Araştırmada kullanılan veri formunda geçen olgunun ruhsal bir hastalık (%94.4), şizofreninde yüksek oranda (%88) bir hastalık olarak tanımlanması bu çalışmada örneklem olarak ele alınan din görevlilerinin büyük bir bölümünün şizofreniyi yeterince tanıdığını ve tanımladığını göstermektedir. Taşkın ve ark.’nın 2002 yılında kırsal bir bölgede yaşayan halkın üzerinde yapmış oldukları çalışmada[16] halkın şizofreniyi büyük oranda tanıdığı, veri formunda geçen olgunun ruhsal hastalık (%82.2), şizofreninin bir hastalık olduğunu (%76.3) düşündükleri bulunmuştur. Sağduyu ve ark.’nın 2001 yılında İstanbul’da 707 kişi üzerinde yaptıkları çalışmada da katılımcıların %76.5’inin olgunun ruhsal hastalığı olduğunu düşündükleri ve %24’ünün şizofreniyi bir hastalık olarak tanımladıkları bulunmuştur.[15] Literatürde yer alan birçok çalışma[16,18,19] halkın şizofreni hastalığını iyi tanıdığını göstermektedir. Özyiğit ve ark.’nın hemşirelerin ve hemşirelik öğrencilerinin şizofreniye ilişkin tutumlarını inceledikleri çalışmada[20] tanımlanan olgu örneği için deneklerin %96.8’i ruhsal bir hastalık olduğunu belirtmiştir. Şizofreniyi
68
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):63-70
Tablo 6. Şizofrenli hastalara yaklaşım ve sosyal ilişki ile ilgili maddelere verilen yanıtlar (n=267) “Ahmet Bey’de ruhsal bir hastalık bulunmaktadır.” Cinsiyet p B 0.064 1.945
R -0.938
Odds oranı 0.143
%95’lik güven aralığı 0.018-1.116
“Şizofreni olanlar tam olarak düzelmez.” Cinsiyet P 0.043
B 0.590
R -0.803
Odds oranı 0.555
%95’lik güven aralığı 0.313-0.982
“Hacı hocalar şizofreniyi geçirir.” Cinsiyet P 0.052
B 0.737
R -0.889
Odds oranı 2.090
%95’lik güven aralığı 0.992-4.403
“Şizofren biriyle evlenebilirim” Cinsiyet P 0.045
B 0.831
R -0.899
Odds oranı 2.295
%95’lik güven aralığı 1.018-5.173
“Evim olsa bir şizofrene kiraya vermem.” P Yaş 0.016
B 1.072
R -0.295
Odds oranı 0.342
%95’lik güven aralığı 0.143-0.820
“Ahmet Bey’de ruhsal bir hastalık bulunmaktadır.” P B Bitirilen okul 0.040 1.130
R -0.178
Odds oranı 3.096
%95’lik güven aralığı 1.055-9.084
“Şizofreni tedavi edilebilen bir hastalıktır.” P B Bitirilen okul 0.006 1.360
R -0.630
Odds oranı 3.896
%95’lik güven aralığı 1.468-10.340
“Şizofreni hastaları toplumda serbestçe dolaşmamalıdır.” P B R Bitirilen okul 0.016 0.691 -0.967
Odds oranı 4.804
%95’lik güven aralığı 1.605-13.984
“Ahmet Bey’de bedensel bir hastalık bulunmaktadır.” P B Medeni durum 0.004 1.569
R -0.967
Odds oranı 4.804
%95’lik güven aralığı 1.605-13.984
“Şizofreni bir ruhsal zayıflık halidir.” P Hastalıkla tanışıklık 0.044
B o.641
R -0.455
Odds oranı 0.527
%95’lik güven aralığı 0.283-0.982
“Şizofreni ilaçla tedavi edilebilen bir hastalıktır.” P B Hastalıkla tanışıklık 0.002 1.422
R -0.321
Odds oranı 4.147
%95’lik güven aralığı 1.673-10.277
bir hastalık olarak görenlerin oranı %89.8 bulunmuştur. Sonuçlar din görevlilerinin şizofreniyi tanıma durumunun halka göre daha yüksek, hemşirelere göre daha düşük oranda olduğunu göstermiştir.
Din görevlilerinin %85’i şizofreniyi bir ruhsal zayıflık hali olarak görürken, yarıya yakını (%46.4) şizofreniyi aşırı üzüntü hali olarak değerlendirmiştir. Literatürle[15,16,20] karşılaştırıldığında şizofreninin ruhsal zayıflıkla açıklanmasının daha yüksek oranda olduğu görülmektedir. Şizofreniyi ruhsal zayıflık hali olarak tanımlama oranındaki yüksekliğin nedeni din görevlilerinin mesleki eğitimleri sırasında geliştirdikleri bakış açısıyla ilişkili olabilir.
Şizofreniyi tanımayı etkileyen sosyodemografik özelliklerden medeni durum, öğrenim durumu ve ruhsal hastalık-
la tanışıklık literatürle uyumlu bulunmuştur.[15,16,20] Literatürde benzer şekilde evli olanların şizofreniyi tanıma puanlarının diğer gruplardan daha düşük olduğu,[14,16] ruhsal hastalıkla tanışıklığın şizofreniyi daha az oranda ruhsal zayıflık olarak değerlendirmeye neden olduğu,[16] üniversite mezunlarının hastalığı tanıma bilgi puanlarının daha yüksek olduğu[15] bildirilmektedir. Literatürden farklı olarak cinsiyet faktörünün şizofreniyi tanımada önemli bir faktör olduğu bulunmuştur. Katılımcıların %64.4’ü şizofreninin nedenini olgunun kişilik yapısının zayıflığından, %50.2’si ise sosyal sorunlarından kaynakladığını düşünmektedirler. Bu bulgu literatürle uyumludur.[15,16,20,21] Hastalığın etyolojisinin sosyal ve psikolojik nedenlere bağlanma oranının yüksek olmasının sebebi, veri
69
EKER F ve ark., Din Görevlilerinin Şizofreniye İlişkin Bilgi ve Tutumları
formunda şizofreninin biyolojik bir hastalık olduğuna ilişkin bir maddenin bulunmaması olabilir.
Din görevlilerinin %91.9’unun şizofreninin tedavi edilen bir hastalık olduğuna inandıklarını belirtmesi, sağaltım önerilerinde ilk seçeneğin %91 oranında hekim, hekim olarak da ilk seçeneğin %80.9 oranında psikiyatri uzmanı olması katılımcıların sağaltım konusunda bilgi sahibi olduklarını göstermektedir. Araştırmanın bu sonucu literatürle uyumludur[15,16,20] ancak ülkemizde yapılan çalışmalardan farklı olarak sağaltımda ilk seçenek psikoterapi (%77.6), ikinci seçenek ilaçla tedavi (%66) olarak bulunmuştur. Yurtdışında yapılan çalışmalarda, şizofrenide ilaç sağaltımının olumsuz olarak algılandığı, ilaçların yararlarından çok zararlı olarak değerlendirildiği ve ilk sağaltım yöntemi olarak psikoterapinin seçildiği bildirilmiştir.[21-23]
Şizofrenide sağaltıma ilişkin tutumları etkileyen sosyodemografik ve ruhsal hastalıkla tanışıklık faktörleri incelendiğinde hastalığı tanımaya ilişkin etmenlerde olduğu gibi kadınların, hastalıkla tanışık olmayanların ve imam hatip mezunu din görevlilerinin tutumunun daha damgalayıcı olduğu değerlendirilmiştir.
Çalışmadaki şizofreniye ilişkin tutumları değerlendiren maddelere verilen yanıtlara bakıldığında din görevlilerinin yarıdan fazlasının (%53.2) hastaların toplumda serbestçe dolaşmaları gerektiğini ve yine yarısının şizofren bir komşudan rahatsızlık duymayacağını belirtmesi (%50.6), din görevlilerinin şizofreniye olumlu bakış açısını yansıtmaktadır. Fakat tersine büyük çoğunluğunun şizofren biriyle evlenmeyi düşünmemesi ise (%64.8) özel hayatlarında bu hastalardan rahatsız olduklarını göstermektedir. Aynı anket formunun kullanıldığı diğer çalışmalarla kıyaslandığında şizofreni hastalarının saldırgan olduğunu düşünenlerin oranı daha yüksek (%37) bulunmuştur.[15,16,20] Şizofreni hastalarının saldırgan olarak tanımlanması hastalığa yönelik etiketlenmeyi artıracağından, din görevlilerinin bakışı olumsuz olarak değerlendirilmiştir.
Erkeklerin kadınlara göre, 45 yaşın üstündekilerin 45 yaş ve altındakilere göre sosyal mesafe açısından daha olumlu tutuma sahip olduğu belirlenmiştir. Üniversite mezunu din görevlileri “Şizofreni hastaları toplumda serbestçe dolaşmamalıdır” maddesine daha fazla katılarak olumsuz tutumlarını ortaya koymuşlardır. Sağduyu ve ark.’nın çalışmasında benzer şekilde üniversite mezunlarının sosyal mesafeye ilişkin tutum puanları daha olumsuz çıkmıştır. Ancak bu çalışmadan farklı olarak erkeklerin sosyal mesafeye ilişkin olumsuz tutumları daha yüksek bulunmuştur.[15]
Sonuç Din görevlilerinin büyük bir bölümü etyolojide kişilik yapısının zayıflığını sorumlu tutmuştur. Din görevlilerinin çoğu şizofreninin sağaltılabilen bir durum olduğunu, sağal-
tım için ilk başvurunun hekime ve özellikle psikiyatri uzmanına başvurmanın uygun olduğunu, sağaltım yöntemi olarak ilk seçeneğin psikoterapi olduğunu belirtmişlerdir. Özellikle kırsal kesimde hastalar ve aileleri damgalanma korkusuyla sağaltım için psikiyatrik yardım almaktan çekinmektedirler.[24,25] Bu nedenle din görevlilerinin halkı bilinçlendirme ve tedaviye yönlendirme açısından çok önemli olduğu düşünülmektedir.
Şizofreni hastalarına ilişkin sosyal mesafe konusunda, genel olarak din görevlilerinde halka göre daha olumlu olmakla birlikte olumsuz tutumları baskındır. Din görevlileri, özel yaşamlarında şizofren bir kişiyle yakınlık kurma konusunda isteksiz, hastalarla arasında belli bir mesafeyi korumaktan yana reddedici tutumlara sahiptir. Ancak genel olarak ılımlı bir tavır sergilemektedir.
Öneriler Bu çalışmada, din görevlilerinin şizofreninin etyolojisi, tedavisi, şizofren hastaların çok az bir bölümünün saldırgan davranışlar sergilediği ve damgalanmanın hastaların tedavisi üzerine etkileri ile damgalanmanın önlenmesi için din görevlilerinin rol ve sorumluluklarını içeren bir eğitime ihtiyaçları olduğu görülmüştür. Toplum ruh sağlığı hemşireleri tarafından din görevlilerine verilecek eğitimin onların hastalığı daha iyi tanımalarına, kendilerine düşen sorumlulukları daha iyi benimsemelerine ve hastaları ve ailelerini uygun yaklaşımla desteklemelerine yardımcı olacağı düşünülmektedir.
Bu çalışma, damgalama karşıtı kampanya ve eğitimlerin din görevlileri için de gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, toplumun içinde birçok hastalığın veya psikiyatrik sorunun hekime ulaşıp tedavi edilebilmesinde aracı olabilecek toplum liderlerinin daha bilgili olmaları ve etiketleyici bir tutum takınmamaları, psikiyatrik hastaların hekime ulaşmaları konusunda yönlendirici bir rol almalarını kolaylaştırabilir. Din görevlileri gibi toplum lideri kabul edilebilecek diğer meslek grupları (muhtar, öğretmen vb.) ile benzer çalışmalar yapılarak psikiyatri hastalarına yönelik damgalama eğilimleri eğitim yolu ile azaltılabilir. Kaynaklar 1. Soygur H, Özalp E. Şizofreni ve damgalama sorunu. Türkiye Klinikleri 2005;1:74-80. 2. Bloch S, Hafner J, Harari E. The family in clinical psychiatry. New York: Oxford University Pres; 1994. p. 109-31. 3. Tel H, Özkan BÖ. Mental disorders and stigma. 3rd International Anti Stigma Conferences. 5-8 October 2006. p. 70. 4. Schulze B, Angermeyer MC. Subjective experiences of stigma. A focus group study of schizophrenic patients, their relatives and mental health professionals. Soc Sci Med 2003;56:299-312. 5. Aker T, Özmen E, Ögel K, Sağduyu A ve ark. Birinci basamak hekimlerinin şizofreniye bakış açısı. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2002;3:5-13. 6. World Health Organization (WHO). European Ministerial Conference on Mental Health, Helsinki, Finland 12-15.01.2005.
70
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):63-70
7. Öztürk O. Ruh sağlığı ve bozuklukları. 11. baskı. Ankara: 2008. 8. Ertan T. Psikiyatrik bozuklukların epidemiyolojisi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitim Etkinlikleri 2008;6:25-30. 9. Uzbay T, Kayır H, Göktalay G, Yıldırım M. (2009). Basın Toplantısı, http//:gata.edu.tr. 10. Crisp AH, Gelder MG, Rix S, Meltzer HI, et al. Stigmatisation of people with mental illnesses. Br J Psychiatry 2000;177:4-7. 11. Kıvırcık B, Alptekin K, Topkaya Ş, Belkiz B ve ark. Gençlerde şizofreniyi damgalama düzeyi. Yeni Semposium 2004:42;113-7. 12. Üçok A. Şizofreni hastası neden damgalanır. Klinik Psikiyatri 2003:3(8). 13. Bahar A. Şizofreni ve damgalama. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi 2007;2:101-10. 14. Başak G, (editör). Toplum liderleri teşkilatlanıyor. Türk Kızılayı İzmit Şubesi Ocak-Mart 2009; 6. [Erişim tarihi: 23 Ağustos 2010] online: http://www. kizilayizmit.org.tr/userfiles/dergison8_sayi(2).pdf. 15. Sağduyu A, Aker T, Özmen E, Ögel K ve ark. Halkın şizofreniye bakışı ve yaklaşımı üzerine bir epidemiyolojik araştırma. Türk Psikiyatri Dergisi 2001;12:99-110. 16. Taşkın O, Şen F, Aydemir Ö, Demet M ve ark. Türkiye’de kırsal bir bölgede yaşayan halkın şizofreniye ilişkin tutumları. Türk Psikiyatri Dergisi 2002;13:205-214. 17. Bhugra D. Attidudes towards mental illness: a review of the literature. Acta Psychiatr Scand 1989;80:1-12.
18. Karancı AN, Kökdemir D. Akıl hastası: tanımlaması, yarattığı rahatsızlık ve davranışları ile başa çıkma. Kriz Dergisi 1995;3:237-40. 19. Arkar H, Eker D. Akıl hastalıkları ile ilgili tutumlar: verilen neden tipinin etkisi. Türk Psikiyatri Dergisi 1996;7:191-7. 20. Özyiğit Ş, Savaş HA, Ersoy MA, Yüce S ve ark. Hemşirelerin ve hemşirelik öğrencilerin şizofreniye ilişkin tutumları. Yeni Symposium 2004:42:105-12. 21. Angermeyer MC, Matschinger H. Lay beliefs about mental disorders: a comparison between the western and the eastern parts of Germany. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 1999;34:275-81. 22. Jorm AF, Korten AE, Jacomb PA, Rodgers B, et al. Helpfulness of interventions for mental disorders: beliefs of health professionals compared with the general public. Br J Psychiatry 1997;171:233-7. 23. Jorm AF, Korten AE, Jacomb PA, Christensen H, et al. “Mental health literacy”: a survey of the public’s ability to recognise mental disorders and their beliefs about the effectiveness of treatment. Med J Aust 1997;166:182-6. 24. Üçok A. Şizofreni: Damga, mitler ve gerçekler. Psikiyatri Dünyası 1999;3:6771. 25. Özmen E, Taşkın O, Özmen D, Demet M. Hangi etiket daha damgalayıcı: Ruhsal hastalık mı? Akıl hastalığı mı? Türk Psikiyatri Dergisi 2004;15:47-55.
• 3. Ulusal Psikiyatri Hemşireliği Kongresi’nde sözel bildiri olarak sunulmuş, üçüncülük ödülü almıştır (4-6 Haziran 2009, Düzce).
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
71
Gebelik ve Doğum Sonrası Dönemde Sosyal Destek Algısı Düzeylerinin İncelenmesi Evaluation of Perceived Social Support Levels in Pregnancy and Postpartum Periods Gülengül MERMER,1 Ayşegül BİLGE,1 Ummahan YÜCEL,1 Esin ÇEBER1
ÖZET
SUMMARY
Amaç: Bu araştırmanın amacı, kadınların gebelik ve doğum sonrası dönemde algıladıkları sosyal destek düzeyini karşılaştırmak ve algılanan sosyal destek düzeyini etkileyen faktörleri incelemektir.
Objectives: The aim of this study was to compare the social support levels as perceived by women in the pregnancy and postpartum periods and to examine the factors influencing their perception of social support level.
Gereç ve Yöntem: Kesitsel ve nedensel tipte planlanan araştırmaya Bornova ilçesinde bulunan toplam 18 sağlık ocağında kayıtlı olan ve çalışmanın yapıldığı Nisan-Ağustos 2005 tarihleri arasında gebeliklerinin 32.-36. haftaları arasında olan, hem gebelik hem de doğum sonrası dönemde ulaşılabilen ve çalışmayı kabul eden kadınlar dahil edildi, örnekleme gidilmedi. Aynı kadınlarla doğum sonrası dönemde (4-6 haftalarda) tekrar görüşüldü. Araştırmada veri toplama formu olarak kadınlara ait sosyo-demografik bilgilerin yer aldığı veri toplama formu ve Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği kullanıldı. Araştırma verileri sağlık ocağına kayıtlı gebelere ev ziyaretleri yapılarak toplandı.
Methods: This is a cross-sectional and casual study that included all women in 32-36 weeks of pregnancy between April-August 2005 who could be reached both in pregnancy and the postpartum periods, who accepted to participate in the research, and who were registered in one of 18 health centers in the Bornova district. No sampling was performed in the study. The same women were interviewed again in the postpartum period (in 4-6 weeks). The Sociodemographic Information Form and the Multidimensional Scale of Perceived Social Support were used in the study as data collection forms. Research data were collected by visiting the homes of pregnant women registered in one of the health centers.
Bulgular: Kadınların algılanan sosyal destek puan ortalaması gebelikte 66.70±15.54 iken, doğum sonrası dönemde 65.75±14.06 olarak belirlendi. İki dönem arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamsız olduğu saptandı (t=1.476, p=0.141). Kadınların hem gebelik (t=2.207, p<0.028), hem de doğum sonrası dönemde (t=2.244, p<0.026), sosyal destek toplam puan ortalamasının aile tipine göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark olduğu saptandı. Gebelikte yaş, aile tipi gibi faktörler, doğum sonrası dönemde ise sosyal güvence, aile tipi ve eğitim durumu gibi faktörlerde anlamlı fark saptandı.
Results: The perceived social support score of pregnant women at 32-36 weeks of pregnant women was determined as 66.70±15.54, whereas it was 65.75±14.06 in the postpartum period. A statistically significant difference was not detected between the two periods (t=1.476, p=0.141). In addition, there was a statistically significant difference between the mean total score of social support for women in the pregnancy (t=2.207, p<0.028) and postpartum (t=2.244, p<0.026) periods with respect to the family type. A significant difference in scores was detected with respect to factors like age and family type in pregnancy period and regarding factors like family type and education in postpartum period.
Sonuç: Kadınların doğum sonrası dönemde sosyal destek algılarının gebelik dönemine göre daha düşük olduğu saptanmış olup, bu dönemde daha çok sosyal desteğe gereksinim duydukları söylenebilir. Çalışma sonucunda; anne, bebek ve dolaylı olarak aile sağlığının sürdürülebilmesi için gebelik ve özellikle doğum sonrası dönemde sosyal desteğin verilmesinin gerekli olduğu belirlenmiştir.
Conclusion: It was determined that perceptions of social support among women were lower in the postpartum period, which could indicate their need for more social support during this period. At the conclusion of the study, it was determined that providing social support is essential in the pregnancy and postpartum periods in order to maintain the health of both the mother and baby.
Anahtar sözcükler: Ebelik; gebelik; hemşirelik; postpartum; sosyal destek.
Key words: Midwifery; pregnancy; nursing; postpartum; social support.
Giriş İnsanların yaşamında önemli bir yeri olan, gerektiğinde bireye duygusal, maddi ve bilişsel yardım sağlayan tüm kişiler arası ilişkiler, sağlığı korumaya yarayan “Sosyal Destek Sis-
temleri” olarak tanımlanır.[1] Sosyal desteğin sağlandığı sosyal ağ, bireyin etkileşimde bulunduğu kişileri içerir. Bu kişiler aile, arkadaş ve iş çevresinden olabildiği gibi profesyonel kişileri de içerebilir.[2] Sosyal desteği maddi, duygusal ve bilişsel destek olarak incelemek mümkündür. Maddi destek bireyin günlük sorumluluklarını gerçekleştirebilmesi için başkaları tarafından maddi açıdan desteklenmesidir.[1] Duygusal destek bireyin sevgi, şefkat, güven, ilgi, empati ve bir gruba ait olma gibi temel sosyal gereksinimlerinin karşılanmasıdır.[1,3] Bilişsel destek, bireyin sorunlarını çözmesine yardım edecek bilginin ve yardımın sunulmasıdır.[1]
1
Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu, İzmir
İletişim (Correspondence): Öğr. Gör. Gülengül MERMER. e-posta (e-mail): gulengul.s.mermer@ege.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(2):71-76 Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):71-76
72
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):71-76
Son 25 yıldır, bir baş etme kaynağı ve hastalıklara karşı koruyucu olduğu kabul edilen sosyal desteğin rolü büyük ilgi uyandırmaktadır.[4] Sosyal destek sistemi bireyin sosyolojik ve psikolojik sorunlarının çözümü, önlenmesi ve tedavisinde, zorlanmalı durumlarla başa çıkabilmesinde güçlü bir kaynaktır.[3] İnsan tüm yaşamı boyunca destek sistemlerine gereksinim duyar. Sosyal desteğin ruhsal ve bedensel sağlık ile olumlu ilişkisini gösteren çok sayıda çalışma yapılmıştır.[3-6] Gebelik ve doğum sonrası dönem ise anne ve bebekten oluşan ikili yaşamı ifade ettiği için sosyal desteğe gereksinim duyulan en önemli dönemlerdir.
sında sosyal destek düzeyinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ayrıca algılanan sosyal destek düzeyini etkileyen faktörler de incelenmiştir.
Kadın için gelişimsel kriz olarak tanımlanabilecek gebelik ve doğum sonrası dönem önemli biyolojik değişikliklerin yaşandığı fizyolojik bir süreç olduğu kadar karmaşık sosyolojik ve psikolojik bir süreçtir. Kadının annelik rolüne uyum süreci gebelik ve doğum sonrası dönemi birlikte kapsamaktadır. Gebelik ve doğum sonrası bu karmaşık sürece uyumu ve baş etmeyi etkileyen önemli faktörlerden biri de kadının gebelik ve doğum sonrası dönemde sosyal destek alma durumudur.[3,7]
Sosyal destek gebelik ve doğum sonrası dönemdeki kadının annelik rolüne adaptasyon sürecini olumlu yönde etkilemekte, bebeğine olan duyarlılığını artırmakta ve yakınları ile ilişkilerini kolaylaştırmaktadır. Destek eksikliği ise bu deneyimi negatif olarak etkileyebilir.[8] Kadının sosyal çevresinden aldığı desteği sayesinde, gebeliğini daha olumlu geçirdiği, annelik rolünü daha çabuk kazandığı ve doğum sonrası daha az sorun yaşadıkları belirtilmiştir.[9] Anneler doğum sonrası dönemde değişimlere uyum sağlama, kendi bakımlarını ve yeni doğanın gereksinimlerini karşılama çabası içindedir. Stresli durumların arttığı bu dönemde annelere yeterli desteğin sağlanmaması, onların bedensel ve ruhsal sağlıklarını olumsuz yönde etkiler.[5,10] Yapılan araştırmalarda doğum sonu dönemde görülen psikiyatrik bozuklukların önemli nedenleri arasında sosyal destek yetersizliği, eşler arasında uyumsuzluk ve stresli yaşam şartları gösterilmektedir.[11-13] Kadınların gebelik ve doğum sonrası dönemde sosyal destek almaları anne ve bebek sağlığı ve olumlu aile içi ilişkileri açısından önemlidir. Sağlık çalışanları kadınları gebelik ve doğum sonrası dönemde sosyal destek alma durumları açısından değerlendirmelidir. Ayrıca sosyal destek sistemlerini harekete geçirme ve olumlu yöne çevirme konusunda annelere yardımcı olmalıdırlar. Özellikle kadınların gebelik ve doğum sonrası dönemde sosyal destek sistemlerini nasıl algıladıklarının bilinmesi önem taşımaktadır.
Bu araştırmada “Kadınların gebelik ve doğum sonrası dönemde algıladıkları sosyal destek düzeyi yeterli mi?” ve “Kadınların gebelik ve doğum sonrası dönemde algıladıkları sosyal destek durumu arasında fark var mı?” sorularının cevabı aranmıştır. Çalışmada kadınların gebelik (32.-36. haftaları arası) ve doğum sonrası dönemde (4.-6. haftalar arası) algıladıkları sosyal destek düzeyinin saptanması ve iki dönem ara-
Gereç ve Yöntem Araştırma İzmir ili Bornova ilçesinde bulunan kadınların, gebelik ile ilgili sosyal destek gereksiniminin daha çok olduğu gebeliğinin 32.-36. haftalar arasında olan gebeler ve doğum sonrası dönemin 4.-6. haftaları arasında algıladıkları sosyal destek düzeylerini incelemek amacıyla, nedensel ve kesitsel tipte planlanmıştır. Çalışmaya Nisan-Ağustos 2005 tarihleri arasında Bornova ilçesindeki tüm sağlık ocaklarına (18 sağlık ocağı) kayıtlı 32.-36. haftaları arası gebelerin hepsi dahil edilmiş (327 gebe), örnekleme gidilmemiştir. Böylece sağlık ocağı kayıtlarına göre 327 gebe saptanmasına rağmen gebelik ve doğum sonrasında aynı kadınların yapılan eşleştirmesinde 273 kadın ile görüşülmüştür (Katılım oranı %83.5). Araştırma verileri sağlık ocağına kayıtlı gebelere ev ziyaretleri yapılarak toplanmıştır. Gebeliğin son döneminde kadının bedenindeki değişiklikler, ruhsal yönden değişiklikler, doğuma hazırlık aile kavramının oluşması gibi nedenlerden dolayı sosyal desteğe gereksinim duyulacağı düşünüldüğünden gebeliğin 32. ve 36. haftaları arası seçilmiştir. Prosedür
Araştırma verileri, Bornova ilçesine bağlı sağlık ocaklarındaki ebe bölgelerine ait gebe izlem kartlarının tümü incelenerek 32.-36. haftalar arası gebeler belirlenmiş ve gebe izlem kartlarından adres ve telefon numaraları listelenmiştir. Kadınlara telefonla ulaşılarak ziyaret için randevu alınmış ve ev ziyareti ile yüz yüze görüşülerek çalışma hakkında bilgi verildikten sonra çalışmaya katılmak isteyenlerle görüşülmüştür. Anketler, konu ve veri toplama süreci hakkında eğitilmiş 40 kişilik hemşirelik dördüncü sınıf öğrencileri tarafından toplanmış, araştırma ekibi tarafından denetlenmiş ve değerlendirilmiştir. Kullanılan Araçlar
Veri toplama araçları olarak araştırmacılar tarafından hazırlanan yaş, medeni durum, aile tipi, eğitim durumu, sosyal güvence, gelir durumu, çalışma durumu gibi sorulardan oluşan sosyo-demografik verilere ilişkin bilgi formu ve kadınların algıladıkları sosyal desteklerini ölçmek için “Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (MSPSS)” kullanılmıştır. Ölçeğin Türkçe formunun geçerlilik ve güvenirlilik çalışması Eker ve ark.[4] tarafından yapılmıştır. MSPSS 12 maddeden oluşan bir ölçektir. Her biri dört maddeden oluşan desteğin kaynağına ilişkin üç alt ölçeği içerir. Bu alt ölçekler; aile, arkadaş ve özel bir insandır. Her alt ölçekteki dört maddenin puanlarının toplanması ile alt ölçek puanı elde edilmekte ve bütün alt ölçek puanlarının toplamı ölçeğin toplam puanını vermektedir. Alt ölçeklerden alınacak en düşük puan 4, en
73
MERMER G ve ark., Gebelik ve Doğum Sonrası Dönemde Sosyal Destek Algısı Düzeylerinin İncelenmesi
Tablo 1. Kadınların Bazı Sosyo-demografik özelliklerine göre dağılımları Sosyo-demografik özellikler Yaş grubu 19-24 25-29 30-39 Medeni durum Resmi nikahlı İmam nikahlı Aile tipi Çekirdek aile Geniş aile Eğitim durumu İlkokul mezunu Ortaokul mezunu Lise mezunu Üniversite mezunu Çalışma durumu Çalışıyor Çalışmıyor Sosyal güvence Güvencesi yok Güvencesi var Gelir durumu Gelir giderden yüksek Gelir gidere denk Gelir giderden az Daha önce gebe kalma durumu Evet Hayır Daha önce ruhsal sorun yaşama durumu Evet Hayır Toplam
Sayı
Yüzde
107 101 65
39.2 37.0 23.8
269 4
98.5 1.5
229 44
83.9 16.1
143 26 79 25
52.4 9.5 28.9 9.2
48 225
17.6 82.4
51 222
18.7 81.3
11 189 73
4.0 69.2 26.8
149 124
55.6 45.4
33 240 273
12.1 87.9 100.0
yüksek puan 28’dir ve ölçek toplamından alınacak en düşük puan 12, en yüksek 84’dür. Elde edilen puanın yüksek olması algılanan sosyal desteğin yüksek olduğunu ifade etmektedir. Verilerin Analizi
Verilerin değerlendirilmesinde SPSS (Statistical Package for Social Sciences, sürüm 16.0, for Windows) paket programı kullanılmıştır. Sayı, yüzde, ortalamalar ve standart sapma alınmıştır. Kadınların sosyal destek puan ortalamaları gebelik ve doğum sonrası t testi ve ANOVA testleri kullanılarak değerlendirilmiştir.
Etik
Araştırmanın uygulanabilmesi için Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu Etik Kurulu’ndan ve İzmir İl Sağlık Müdürlüğü’nden yazılı izin alınmıştır.
Bulgular Araştırma bulgularına göre, kadınların %39.2’si 19-24 yaş grubunda ve yaş ortalaması 26±4.6’dır. Kadınların çoğunluğu (%98.5) resmi nikahlıdır, %83.9’u çekirdek aileye sahiptir ve %52.4’ü ilkokul mezunudur. Kadınların %82.4’ü herhangi bir işte çalışmadığını, %18.7’si sosyal güvencesinin olmadığını, %55.6’sı daha önce gebe kaldığını, %12.1’i daha önce ruhsal bir sorun yaşadığını belirtmiştir (Tablo 1).
Araştırma bulgularına göre, gebelikte algılanan aile alt ölçek sosyal destek puanı ortalamasının (25.08±4.88), doğum sonrası döneme (24.27±4.57) göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (t=4.000, p<0.0001). Gebelikte algılanan toplam sosyal destek puanı ortalaması 66.70±15.54 iken, doğum sonrası dönemde 65.75±14.06 olup, aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark belirlenmemiştir (t=1.476, p=0.141). Gebelikte ve doğum sonrası dönemde aile alt ölçek puanı istatistiksel olarak anlamlı bulunurken, arkadaş ve özel bir insan alt ölçek puanları arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (Tablo 2). Kadınların yaş grupları ile sosyal destek puan ortalaması incelendiğinde gebelik döneminde 25-29 yaş grubunda sosyal destek puan ortalamalarının daha yüksek (69.52±13.09) ve farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (t=4.797, p=0.009). Eğitim durumu ile sosyal destek puan ortalaması incelendiğinde doğum sonrası dönemde üniversite mezunu kadınların sosyal destek puan ortalamaları daha yüksek bulunmuş (70.92±11.64) ve farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (t=3.190, p=0.02).
Kadınların sosyal destek puan ortalaması ile aile tipleri arasında hem gebelik (t=4.044, p=0.08) hem de doğum sonrası dönemde (t=2.244, p=0.02) anlamlı bir fark saptanmıştır. Kadınların gelir durumları, çalışma durumları, beden sağlığını değerlendirme ve sosyal güvence durumları açısından gebelik ve doğum sonrası dönemde sosyal destek algılama puanları arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır (Tablo 3).
Tablo 2. Kadınların gebelik ve doğum sonrası dönemde algıladıkları sosyal destek puan ortalamalarının dağılımı (n=273) Sosyal destek alt ölçekleri Aile Arkadaş Özel bir insan Toplam
Gebelik dönemi (32-36 hafta) X±SS
Doğum sonrası dönem (4-8 hafta) X±SS
t
p
25.08±4.88 20.41±7.74 21.20±7.25 66.70±15.54
24.27±4.57 22.04±7.04 21.43±6.41 65.75±14.06
4.000 1.120 -0.637 1.476
.0001 0.264 0.525 0.141
74
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):71-76
Tablo 3. Kadınların sosyo-demografik değişkenlere göre gebelik ve doğum sonrası dönemdeki sosyal destek toplam puan ortalamalarının karşılaştırılması (n=273) Gebelik Döneminde (32-36 hafta) Sosyal Destek Puanı Yaş grubu (yaş) 19-24 25-29 30-39 Sosyal güvence Yok Var Gelir durumu Gelir giderden yüksek Gelir gidere denk Gelir giderden az Aile tipi Çekirdek aile Geniş aile Eğitim durumu İlkokul mezunu Ortaokul mezunu Lise mezunu Üniversite mezunu Çalışma durumu Çalışıyor Çalışmıyor Beden sağlığını değerlendirme durumu Kötü Normal İyi
X±SS
t / F
p
Doğum Sonrası Dönemde (4-8 hafta) Sosyal Destek Puanı X±SS
t / F
p
63.18±16.93 69.52±13.09 68.10±15.77
4.797 .009
64.48±13.83 66.09±13.44 67.34±15.38
0.875 .418
65.70±15.37 66.93±15.60
-.507
.612
62.78±14.08 66.44±14.00
-1.680 .094
59.90±18.93 67.87±15.48 64.69±14.91
2.212 .111
63.64±16.51 66.33±13.55 64.60±15.08
.094
67.60±15.40 62.00±15.59
2.207 .028
66.59±14.18 61.43±12.74
2.244 .026
65.76±16.10 61.46±15.50 68.50±14.94 71.84±12.38
2.464 .063
64.07±14.71 61.12±15.90 68.71±11.98 70.92±11.64
4.044 .008
68.64±15.61 66.28±15.53
.954
.341
68.56±11.54 65.16±14.50
1.767 .081
64.80±17.00 65.98±15.62 67.90±15.22
.644
.526
64.67±15.88 64.82±13.51 67.08±14.39
.875
Tartışma Sosyal destek, insan sağlığı ile ilişkili olduğu kabul edilen sosyal bir değişkendir.[1] Gebelik ve doğum sonrası dönemde anne ve bebeğin sağlığını olumsuz etkileyebilen sosyal destek yetersizliği gibi psikososyal sorunların önemi konusundaki farkındalık giderek artmaktadır. Ancak bu sorunların doğum öncesi bakım sürecinde rutin olarak değerlendirilmesi oldukça sınırlıdır.[5] Bu çalışma, kadınların gebelik ve doğum sonrası dönemde algıladıkları sosyal destek düzeyini belirlemek amacıyla kesitsel, nedensel tipte planlanmıştır. Toplam 273 kadının verileri değerlendirilmiştir. Yapılan istatistiksel analiz sonucunda katılımcıların çoğunluğunun 19-24 yaş grubunda, resmi nikahlı, çekirdek aileye sahip, ilkokul mezunu ve çalışmadığı saptanmıştır. Ülkemizde düşük gelir ve eğitim düzeyi, sosyal desteğin azlığı gibi değişkenlerin varlığının sağlık açısından risk oluşturduğu ve bu doğrultuda ruhsal ve bedensel bazı sorunlara zemin hazırladığı bilinmektedir.[14-16]
Araştırma bulgularına göre, kadınların gebelik sürecinde, doğum sonrası döneme göre algıladıkları sosyal destek puanı istatistiksel olarak anlamlı olmasa da kısmen daha yüksek bulunmuştur. Bu durum kadınların doğumdan sonra sosyal desteğe daha fazla gereksinim duyduklarını düşündürmek-
.592
.418
tedir. Çalışmadaki diğer bir bulgu ise kadınların gebelik döneminde algıladıkları aile desteğinin daha yüksek olmasıdır. Bir araştırmada yeterli ve etkili desteğe sahip gebelerin doğum sonrası dönemi de daha rahat geçirebildiği ve eşlerinden yeterli desteği alan gebelerin sorunlarla baş etmede daha başarılı olacağı bildirilmiştir.[9] Inandi ve ark.[15] çalışmasında kadınların %40’ının yetersiz aile desteğinden yakındığını belirtmişlerdir. Cebeci ve ark.[17] yaptığı çalışmada, doğum sonrası dönemde kadınlarda aile ve eşten algılanan sosyal desteğin arkadaştan algılanan sosyal desteğe göre daha fazla olduğunu bildirmişlerdir, sosyal destek varlığı ya da yokluğu açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Bu çalışmada ve diğer çalışmalardaki ortak görüş, eş ve aile desteğinin önemli olduğudur. Özellikle doğum sonrası dönemde sosyal destek, hem annelik duygusu ve rolünün pekişmesi hem de yeni doğanın sağlıklı gelişimi için gereklidir. Araştırmada hem gebelikte ve hem de doğum sonrası dönemde çekirdek aileye sahip olan kadınlarda sosyal destek algısının istatistiksel açıdan anlamlı olarak yüksek bulunduğu, çekirdek ailedeki sosyal desteğin daha doyurucu bir destek olduğu saptanmıştır. Birçok kültürde sosyal desteğin yetersiz oluşunun anne ve bebek sağlığı için önemli bir risk fak-
MERMER G ve ark., Gebelik ve Doğum Sonrası Dönemde Sosyal Destek Algısı Düzeylerinin İncelenmesi
törü olduğu bildirilmekle birlikte, aradaki ilişkinin gücünün kültürler arasında çok değişiklik gösterdiği belirtilmektedir. Türk kültüründe sadece eşten alınan desteğin değil eşin ailesinden alınan yardımın da çok önemli olduğu bildirilmiştir. [14-16] Bu durumun Türk aile yapısında geleneksellikten az çocuklu çekirdek aileye doğru dönüşümün yaşandığı değişimle ilişkisi olabileceği düşünülmektedir. Destek kavramı kendi içinde maddi, zihinsel ve duygusal destek sistemi olarak ayrıldığından ve her bireyin algıladığı desteğin farklı olmasından dolayı her çalışma bulgusu kendi içinde farklılık gösterebilmektedir. Kadının, doğumdan sonra bebeğin gereksinimleri ve kendi gereksinimleri ile karşı karşıya kalması daha çok çaresizlik yaşamasına yol açabilir. Bu nedenle doğum sonrası süreçte kadının her konuda desteğe gereksinimi vardır. Kadınlar, bu dönemde destek gereksinimi öncelikli olarak yakın çevresinden karşılasa da, evde bakım desteği sunan hemşire, ebe gibi sağlık personelinin desteğine de gereksinim duyar. Hemşireler ve ebeler, birinci basamak sağlık kuruluşlarında, gebelik ve doğum sonrası kliniklerde annelerle birliktedir. Doğum sonrası dönemde yaşanan uyum sorunları, en sıklıkla doğumu takiben 4-6 hafta sonra olmaktadır. Annelerin evde oldukları bu dönemde belirtilerin gözden kaçması ve erken tanılamanın yapılamaması olasıdır.[18]
Ebe ve hemşireler anne ve yeni doğan sağlığını koruma ve geliştirmeye yönelik eğitim ve danışmanlık rollerini gerçekleştirerek, annelerin, annelik rolüne uyum yapabilmesi, kendisinin ve yeni doğanın bakımını sağlıklı olarak sürdürebilmesi için bakım ve eğitim gereksinimlerini giderirler.[10,19]
Çalışmadaki diğer bir bulgu ise gebelikte 25-29 yaş grubunda olanların sosyal destek algısının istatistiksel açıdan anlamlı olarak yüksek bulunmasıdır. Okanlı ve ark. ’nın[9] yaptıkları çalışmada gebelerin yaşları ile sosyal destek puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamış, ancak yaş ilerledikçe sosyal destek algılama puanının azaldığı saptanmıştır. Çalışmada, eğitim düzeyi yüksek ve çekirdek aileye sahip olan kadınların, doğum sonrası dönemde sosyal destek puan ortalamalarının yüksek olduğu ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (Tablo 3). Benzer şekilde başka bir çalışmada da[9] eğitim seviyesi yükseldikçe sosyal destek puanının yükseldiği belirlenmiştir. Arıkan ve Kahrima’nın[20] yaptığı çalışmada da annelerin eğitim düzeyi yükseldikçe aileden algılanan sosyal desteğin de yükseldiği belirlenmiştir. Araştırmada kadınların kendi ruh sağlıklarını algılamaları ile algıladıkları sosyal destek puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır. Özkan ve ark.’nın[12] yaptıkları çalışmada doğum sonrası dönemdeki kadınların %30’una psikiyatrik tanı konulmuş, doğum sonrası erken dönemde ruhsal durumu etkileyen değişkenler arasında özgeçmişte psikiyatrik bozukluk ve sosyal desteğin yetersizliği istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Çalışmalarda, gebelik ve
75
doğum sonrası dönemde sosyal desteğin azlığının, ruhsal bozukluklar için risk oluşturduğu yönünde ortak bir görüş bulunmaktadır.[5,12,14,21]
Sonuç olarak, kadınların doğum sonrası dönemde sosyal desteğe gebelik dönemine göre daha fazla gereksinim duyduğu saptanmıştır. Kadının özellikle annelik yaşının küçük olması, eğitim seviyesinin düşük olması ve geniş aile yapısına sahip olması sosyal destek algısını azaltmaktadır. Anne, bebek ve dolaylı olarak aile sağlığının sürdürülebilmesi için gebelik ve doğum sonrası dönemde sosyal desteğin verilmesi önemlidir.
Türkiye 20. yüzyıl boyunca çok dramatik biçimde demografik, sosyo-kültürel ve ekonomik değişim yaşamıştır. Köyden kente göç hızla artmış ve beraberinde ciddi yaşamsal değişikliklere neden olmuştur. İşsizlik, gelir dağılımında eşitsizlik gibi birçok olumsuzluğu da beraberinde getirmiştir. Göç, Türkiye’de yaşayan ailelerin yapısını da bozmuştur. Aileler yalnızlaşmış, sosyal destek ise ekonomik durumun iyi olduğu ailelerde para karşılığında sağlanmış, diğer aileler de ise zoraki göçler yaşanarak sağlanmıştır. Bu bağlamda ebe ve hemşirelerin gebelik ve doğum sonrası dönemde kadına verdiği sağlık desteği sosyal desteğinde karşılanması açısından önemlidir. Teşekkür
Araştırmanın planlama ve veri toplama aşamasında çalışmaya katkı sağlayan İlknur Pektaş, Gökçe Aslan ve özellikle veri toplama aşamasında destek veren hemşirelik öğrencilerine teşekkür ederiz. Ayrıca çalışmanın Bornova ilçesine bağlı sağlık ocaklarında kayıtlı gebelerde yapılmasına izin veren İzmir İl Sağlık Müdürlüğü’ne, kayıtların incelenmesinde yardımcı olan sağlık ocaklarında çalışan sağlık personeline ve araştırmaya katılan gebelere katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Kaynaklar 1. Ardahan M. Sosyal destek ve hemşirelik. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2006;9:68-75. 2. Kaner S. Aile Destek Ölçeği: Faktör yapısı, güvenirlik ve geçerlik çalışmaları. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Özel Eğitim Dergisi 2003;4:57-72. 3. Yıldırım İ. Algılanan Sosyal Destek Ölçeği’nin geliştirilmesi güvenirliği ve geçerliği. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 1997;13:81-87. 4. Eker D, Arkar H, Yaldız H. Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği’nin gözden geçirilmiş formunun faktör yapısı geçerlik ve güvenirliği. Türk Psikiyatri Dergisi 2001;12:17-25. 5. Webster J, Linnane JW, Dibley LM, Hinson JK, et al. Measuring social support in pregnancy: can it be simple and meaningful? Birth 2000;27:97101. 6. Meyer BA, Arnold JA, Pascali BD. Social support by Doulas during labor and the early postpartum period. Hospital Physician 2001;September:57-65. 7. Schetter DC, Sagrestano LM, Feldman P, Killingsworth C. Social support and pregnancy. In: Pierce GR, Sarason BR, Sarason IR, editors. Handbook of Social Support and the Family. New York: Plenum Pres; 1996. p. 399-
76
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):71-76
401. 8. Taşkın L. Doğum ve kadın sağlığı hemşireliği. 4. Baskı. Ankara: 2007. 9. Okanlı A, Tortumluoğlu G, Kırpınar İ. Gebe kadınların ailelerinden algıladıkları sosyal destek ile problem çözme becerileri arasındaki ilişki. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2003;4:98-105. 10. Baklaya AN. Postpartum dönemde annelerin bakım gereksinimleri ve ebe - hemşirenin rolü. C. Ü. Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi 2002;6:42-49. 11. Özdemir S, Marakoğlu K, Çivi S. Konya il merkezinde doğum sonrası depresyon riski ve etkileyen faktörler. TAF Prev Med Bull 2008;7:391-398. 12. Özkan M, Kaçmaz N, Anuk D, Bozkurt O, ve ark. Doğum sonrası erken dönemde psikiyatrik değerlendirme ve ilişkili faktörler. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji (3P) Dergisi 2004;12:117-24. 13. Hung CH, Chung HH. The effects of postpartum stress and social support on postpartum women’s health status. J Adv Nurs 2001;36:676-84. 14. Şentürk V. Gebelik ve doğum sonrası dönemde sık görülen ruhsal bozukluklar. Kriz Dergisi 2008;16: 25-34. 15. Inandi T, Bugdayci R, Dundar P, Sumer H, et al. Risk factors for depression in the first postnatal year: a Turkish study. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 2005;40:725-30.
16. Danaci AE, Dinç G, Deveci A, Sen FS, et al. Postnatal depression in turkey: epidemiological and cultural aspects. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 2002;37:125-9. 17. Cebeci SA, Aydemir Ç, Göka E. Puerperal dönemde depresyon semptom prevalansı: obstetrik risk faktörleri, kaygı düzeyi ve sosyal destek ile ilişkisi. Kriz Dergisi 2002;10:11-8. 18. Beydağ KD. Doğum sonu dönemde anneliğe uyum ve hemşirenin rolü. TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni 2007;6:479-484. 19. Dennis CL. Psychosocial and psychological interventions for prevention of postnatal depression: systematic review. BMJ 2005;331:15. 20. Arıkan D, Kahriman İ. Yenidoğan bebeği olan primipar annelerin ailelerinden algıladıkları sosyal desteğin sorun çözme becerilerine etkisi. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2002;5:60-67. 21. Nohara M, Miyagi S. Family support and quality of life of pregnant women during pregnancy and after birth. [Article in Japanese] Nippon Koshu Eisei Zasshi 2009;56:849-62. [Abstract] • 12. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi’nde bildiri olarak sunulmuştur (21-25 Ekim 2008, Ankara).
ORİJİNAL MAKALE / ORIGINAL ARTICLE
77
Yapılandırılmış Grup Süreci Deneyimi: Görme Engelli Ergenlerle Yürütülen Bir Grup Süreci Neler Öğretir? Experience with Structural Group Process: What Does a Group Process Executed with Blind Adolescents Teach? Semra KARACA,1 Gülten ÖZALTIN1 ÖZET
SUMMARY
Amaç: Bu makalede görme engelli ergenlerle yürütülen yapılandırılmış bir grup süreci deneyimleri ele alınmakta ve benzer araştırmalar yapan araştırmacılarla süreci paylaşmak amaçlanmaktadır.
Objectives: In this article, we discuss the group process - a structural group process - with blind adolescents, with the aim to share our experiences with other researchers.
Grup Süreci: Grup, görme engelli olan, 11-16 yaş grubunda ve yatılı öğrenim gören ergenlerle gerçekleştirilmiştir. Grupların yapılandırılması aşamasında gereksinim belirleme çalışması yapılmış (77 görme engelli ergen), bu doğrultuda grupta ele alınacak konular belirlenmiş ve 10 kişilik bir görme engelli ergen grubu ile ön çalışma yapılmıştır. Oturumlar için araştırmacı denetim (süpervizyon) almış, grup sürecinde yönetici yardımcısı olarak rol alacak rehber öğretmenin eğitimi de araştırmacılar tarafından üstlenilmiştir. Grup sürecinde odaklanılacak konular oluşturulurken grup süreci ve ergen çalışmalarıyla ilgili uzmanlardan görüş alınmıştır. Oturumlar; hazırlık, iletişim becerileri, sorun çözme becerileri, stresle baş etme, ergenlik döneminde gelişimsel değişiklikler, ergenlik döneminde cinsel gelişim, hayır diyebilme ve değerlendirmeyi içermiştir. Grup sürecinde bilgilendirme, model olma, rol provaları, rol oynamalar, düzeltici geri bildirimde bulunma, genelleme gibi psikoeğitim teknikleri ve şimdi-burada etkileşimine dayalı terapötik yaklaşımlar esas alınmıştır. Bu makalede ön çalışma sonrası yürütülen grup süreci; grup yöneticileri ve üyelerin ifadeleri ve denetimde görüşülenler özetlenerek sunulmuştur. Grup sürecine katılanlardan aydınlatılmış onam alınmış ve isimleri değiştirilerek kullanılmıştır.
Group Process: The group included blind adolescents aged between 1116 years who were in a boarding school. During the structuring (forming) of the groups, needs were determined (77 blind adolescents) and subjects to be discussed in the group were identified and subjected to expert review. A pilot study was then carried out with a group of 10 blind adolescents. The researcher received supervision for the sessions and undertook training the advisor teacher, who would act as assistant group leader. The sessions consisted of meeting and preparation, communication skills, problem-solving skills, coping with stress, developmental changes during adolescence, sexual development in adolescence, the importance of “saying no”, and evaluation. During the group process, psycho-educational techniques such as informing, being a model, role rehearsing, role playing, corrective feedback, generalizing, and therapeutic approaches based on here-and-now interaction were used. As a result of these preparations, the group was structured and the study was carried out with a second group. In this article, the second group process, the expressions of group conductors and participants and discussions during supervision are summarized. Permission was obtained from group participants, but the names were changed.
Sonuç: Grup yöneticileri, süreçte üyelerin görme engellerine ilişkin güçlüklerle karşılaşmalarına rağmen, iletişim ve empati becerileri başta olmak üzere birçok alanda becerilerini geliştirme fırsatı sağlayan deneyimler yaşamışlardır. Anahtar sözcükler: Görme engelli ergenler; psikoeğitim; yapılandırılmış grup süreci.
Giriş Grup çalışmaları, sosyal, duygusal ve davranışsal alanlarda farkındalık ve beceri geliştirmek amacıyla, pek çok farklı biçimde kullanılmaktadır.[1] Grup çalışmaları, grup üyelerinin birbirlerini ve kendilerini anlamalarını, sağlıksız davranış örüntülerini grup etkileşimi sırasında görmelerini, toplu1 Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, İstanbul
İletişim (Correspondence): Dr. Semra KARACA. e-posta (e-mail): sckaraca@marmara.edu.tr Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(2):77-85 Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):77-85
Results: Group conductors were able to improve their empathy and communication skills in the group process in spite of group constructors meeted member’s blind corresponding. Key words: Blind Adolescents; psychoeducation; structural group process.
ma uyum güçlüklerini somut olarak kavramalarını ve bunları nasıl değiştireceklerini bulmalarını sağlar.[2,3] Rogers’a göre, grupların önemli özelliklerinden birisi, grup üyelerinin birçoğunun başkalarının acı ve üzüntülerine karşı doğal ve kendiliğinden iyileştirici, sorunları çözümleyici ve yardım edici davranışlar geliştirmelerini sağlayarak tüm üyeler için “iyileşmeyi” kolaylaştırmasıdır.[4] Yalom, grupta her bir üyenin evrenseli temsil ettiğini, kişilerin grup ortamında geribildirimler yoluyla uyumsuz kişilerarası ilişki çarpıtmalarını sahneleme ve şimdi-burada etkileşimleri yoluyla diğer üyelere yansıtılan bu çarpıtmaların işlenerek düzeltilmesini sağladığını belirtir. Yalom, değişimin kaynağını, gruptaki doğal insan etkileşimlerinden kaynakla-
78
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):77-85
nan düzeltici duygusal yaşantılar olarak görür.[2] Yalom, grup çalışmasının terapötik etmenlerini, bilgilendirme, umut verme, evrensellik, elseverlik, toplumsallaştırma, kişilerarası öğrenme, duygusal boşalma, birincil aile grubunun düzeltici biçimde yeniden oluşturulması, bağlılık ve varoluşsal etmenler olarak açıklamaktadır.[2,3]
benzer çalışmalar yapmayı düşünen araştırmacılarla paylaşım hedeflenmiştir.
Grup çalışmaları terapi grupları, etkileşim grupları, yapılandırılmış eğitim grupları gibi pek çok farklı şekillerde yapılabilmektedir. Grupların tedavi edici etmenleri bu grupların özelliklerine göre değişim gösterse de çoğunlukla benzer biçimde etkinleşirler. Grup çalışmaları genellikle araştırmaya, yüzleşmeye, duygu dışavurumuna ve kendini açmaya değer verirler ve gruba katılanlar için değişim fırsatı sunarlar. Bir grup çalışması, terapi grubu olmasa da sağlıklı davranış gelişimini amaçladığı için tedavi edicidir. Grup yaşantıları üyeler için yararlandıkları ölçüde tedavi edici fırsatlar sunarlar.[2,3]
Ergenlik dönemi pek çok biyopsikososyal değişimin yaşandığı, sıkıntılı olabilen bir süreçtir.[5-9] Bu dönemde ne şekilde olursa olsun (duyma, görme, bedensel, zihinsel) engellilik bireyi daha çok etkilemektedir.[10] Bunların yanı sıra görme engellilerin diğer ergenlere göre bağımlılık ve bağımsızlık çatışmalarını daha yoğun yaşadıkları, büyüme ve gelişmenin yavaşladığı ve en iyi koşullar sunulsa bile başarısızlığa karşı aşırı duyarlılık gösterdikleri belirtilmektedir.[11] Yapılan bir çalışmada görme engelli ergenlerin engelli olmayan ergenlere oranla daha sık sosyal uyum güçlükleri yaşadıkları bulunmuştur.[12] Ayrıca bu kişilerde “görememe” durumunun kendilik algısını da önemli ölçüde zayıflattığı literatürde yer almaktadır.[13]
Ergenlere sağlıklı yaşam alışkanlıkları, etkili sosyal etkileşim, yetişkinlerle ilişkileri de kapsayan kişilerarası ilişkiler, akademik aktiviteler, gelecekle ilgili planlar yapma ve sorumluluk duygusu geliştirme konularında eğitim ve destek sağlanması önemlidir.[14] Yapılan bazı çalışmalar, ergenler için, hem bilgilendirme, hem de tutum ve davranış geliştirme açısından akranlardan oluşan grup çalışmalarının diğerlerinden daha etkili olduğunu göstermektedir.[15,16] Grup çalışmasının, görme engelli bir ergene, pek çok alanda önemli fırsatlar sağlamasının yanı sıra, hem akranlardan oluşan bir grup olması, hem de ergene diğerlerinin gözünde nasıl göründüğüne ilişkin geri bildirimler sağlaması açısından narsistik kırılganlıkları için de iyileştirici olabileceği düşünülebilir.
Grup çalışmalarında önemli isimlerden biri olan Bion, grup sürecinde olanları yorumlamada, grubun yöneticisine karşı tutumu üzerine odaklanmaktadır. Bu yaklaşıma göre grup sadece bir bütün olarak değil, aynı zamanda tek tek üyelerin fonksiyonları, gruba ve yöneticisine karşı tutumları açısından da incelenir.[17] Bu makalede de, görme engelli ergenlerle gerçekleştirilen grup süreci deneyimleri hem üyelerin, hem de yöneticilerin ifadeleri ile sunularak incelenmiş ve
Grup Süreci Bir grubun yapısı ve bir şekilde oluşturulması, onun etkinliğini belirler. Amaç ve hedefleri belirleme, grup sınırlarını, normlarını ve grup atmosferini oluşturma, olası iç ve dış etkenleri tanımlama bu anlamda çok önemlidir.[17]
Bu makalede ele alınan grupların yapılandırılması amacıyla 6., 7. ve 8. sınıfa devam eden görme engelli 77 öğrenci ile açık uçlu soru yöntemi kullanılarak gereksinim belirleme çalışması yapılmıştır. Ergenlere “En çok ne gibi durumlarda/ konularda sıkıntı yaşadığınızı düşünüyorsunuz?” ve “Birileri size bir yardım teklif etse bunun nasıl bir yardım olmasını isterdiniz?” soruları sorulmuş, 40 dakika zaman verilmiş, isimsiz olarak yazdıkları cevaplar Braille alfabesi bilen bir uzmana okutularak deşifre edilmiş ve gruplandırılmıştır. Bu aşamanın sonunda belirlenen gereksinimler doğrultusunda sekiz oturumdan oluşan grup programı oluşturulmuştur. Oturumların kavramsal içeriği, kullanılacak yöntemler, izlenilecek sıra açısından konuyla ilgili uzmanlardan görüş alınmıştır. Grupların yapılandırılması aşamasında bir ön çalışma yapılmış, sürecin işlerliği sınanmış ve tüm oturumlar için araştırmacı denetim (süpervizyon) almıştır. Bu çalışmalar sonrası oturumlara son şekli verilmiştir. Oturumlar tanışma ve hazırlık oturumu, iletişim becerileri, sorun çözme becerileri, stresle baş etme, ergenlik döneminde gelişimsel değişiklikler, ergenlik döneminde cinsel gelişim, hayır diyebilme ve değerlendirmeyi içermiştir. Bu oturumlar deneysel bir çalışma kapsamında üç ayrı grupla yürütülmüş, etkinliği istatistiksel olarak değerlendirilmiş ve sonuçları sunulmuştur,[18] ancak sürece ilişkin deneyimler belirtilen çalışmada yer almamıştır.
Oturumlara ulaşılabilir küçük hedefler konmuş, bilgilendirme yapılırken üyelerin gereksinimleri doğrultusunda onlardan gelen sorularla konu tartışılmış, yoğun bir içerik gündeme getirilmemiştir. Oturum konularının kavramsal içeriğiyle ilgili bir ses kaseti hazırlanmış, bu kasetler çoğaltılarak üyelere dağıtılmış, soruları için oturumlar dışında kalan zamanlarda danışmanlık edilmiştir.
Oturumların her biri haftada bir kez, 90 dakika süresince yürütülmüştür. Grup, kurumun rehberlik ve danışmanlık odasında, daire şeklinde oturulabilecek şekilde düzenlenen bir yerde gerçekleştirilmiştir. Oturumlara katılacak on kişi, belirlenen yaş grubunda olan ve başka herhangi bir engeli bulunmayan, öğrenci listelerinden sayı sırası ile seçilen kişilerden oluşturulmuş, grup çalışması hakkında bilgilendirme yapıldıktan sonra katılımın gönüllülük esasına dayandığı belirtilmiştir. Her bir oturum ısınma ile başlatılmış, gündem tartışmaya açılmış, tüm üyelerin etkileşimi sağlanmıştır. Daha son-
KARACA S ve ÖZALTIN G, Yapılandırılmış Grup Süreci Deneyimi
ra 15-20 dakikalık bir bilgilendirme yapılmış ve 10 dakikalık bir ara verilmiştir. Arada o oturumun konusuna göre kullanılacak materyal (örneğin; maketler, kasetçalar v.b) ve ortam hazırlanmış, ardından rol oynamalar ve rol provaları ile bilgilerin davranışsal deneyleri sağlanmaya çalışılmıştır. Rol oynamalarda grup yönetici yardımcısı bir üyeyle yer almış, diğerleri her rol oynamadan sonra o üyeyi değerlendirmiştir. Bu değerlendirmenin öğrenmeye çalışılan alanla ilgili olumlu geribildirimler içermesine dikkat edilmiş, son sözü yönetici yardımcısı alarak gerekli durumlarda düzeltici geribildirimde bulunmuştur. Ayrıca rol oynayan üyeye bu esnada kendini nasıl hissettiği, gerçek yaşamda bu alanda öğrendiklerini kullanmak konusundaki düşünceleri sorulmuştur. Son olarak da her bir üyeden oturumu değerlendirmesi istenmiş ve gerekli görüldüğünde gündemin tekrar oturumlarında ele alınması kararlaştırılmıştır (örneğin; grubun isteği doğrultusunda; hayır deme ile ilgili oturum tekrar oturumlarında çalışılmıştır.) Tekrar oturumları sekiz haftanın sonunda üyelerin istekleri doğrultusunda yapılmış (bu grup için dört tekrar oturumu yürütülmüştür), gündem o sırada belirlenmiştir. Bu oturumlar yapılandırılmamış, daha etkileşimsel bir çerçevede yürütülmüştür.
Grup yöneticisi, sorun odaklı-destekleyici bireysel psikoterapi, ailenin değerlendirilmesi ve danışmanlık, sanat terapi, bilişsel-davranışçı terapi, psikososyal beceri eğitim grupları gibi alanlarda eğitim ve denetim (süpervizyon) almıştır. Grup sürecinde yönetici yardımcısı olarak rol alacak rehber öğretmenin eğitimi de araştırmacılar tarafından üstlenilmiştir. Yönetici yardımcısı olan okulun rehber öğretmeni olarak çalışan psikolojik rehberlik ve danışmanlık alanında yüksek lisans programına devam etmekte olup, grup çalışmasının daha sonra da devam edebilmesi amacıyla sürece dahil edilmiştir. Grup süreci önceden yapılandırıldığı ve psikoeğitimsel özellikler içerdiği için “terapist” ifadesi yerine “grup yöneticisi” ve “yönetici yardımcısı” ifadelerini kullanmak daha uygun görülmüştür. Denetim sürecin de ise, her hafta grup bittikten sonra grup yöneticisi grup sürecini ve kendi deneyimini eğitimcisi ile paylaşmış, rehberlik-danışmanlık almıştır. Grup üyelerinin kimliklerinin gizli kalmasını sağlamak amacıyla makale içinde gerçek isimler yerine grup üyelerine araştırmacılar tarafından verilen kurgusal isimler kullanılmıştır.
Grup sürecinden önce, ilçe milli eğitim müdürlüğünden ve okuldan yazılı izin, etik kurul izni, üyelerden aydınlatılmış onam alınmış, kontrat yapılmış ve kişisel bilgilerinin gizli tutulacağı konusunda güvence verilmiştir. 1. Oturum: Tanışma ve Hazırlık
Bu oturum grubun amaçlarını açıklayarak, grup üyelerinin motivasyonlarını artırmayı ve gruba devamlılığı sağlamayı amaçlamaktadır.
79
Grup yöneticisi kısaca kendini tanıtmış, sonra yardımcıdan kendini tanıtmasını istemiş ve sırayla üyeler kendilerini tanıtmaya başlamıştır. İlk fark edilen, ergenlerin grup yöneticisinin kendini tanıtmak için kullandığı ifadelere benzer ifadeler kullandıkları ve onun bahsettiği kadar kendilerinden bahsettikleri olmuştur.
Tanışma aşamasında, üyelerden Sezgi’nin Sivas’lı olduğunu söylemesi üzerine grup yöneticisi “Sivas’ı hiç gördün mü?” sorusunu yöneltmiş ve bunu sormuş olmanın onların engellerinin hafife alınması gibi algılanmasından kaygı duymuştur. Bunun üzerine “Özür dilerim hiç orda bulundun mu? demek istemiştim” sözlerine Sezgi’nin yanıtı; “Ben bu söze kırılmadım. Göremediğimi unutabiliyorsunuz” olmuştur. Bu konuşma grubun diğer üyelerinin de görme engelli olmanın toplumda ne anlama geldiğine dair bir tartışmaya girmelerine ve arkasından da hissettiklerini ifade etmelerine aracı olmuştur. Can, “Bizim engelli olmamız topluma yük olmamız anlamına gelmiyor, bizim de çalışarak kendimize bakabileceğimize ailelerimiz bile inanmıyor.”, Duru “Ben parmaklarımla görürüm. Bir kazağa dokunduğumda onun desenli mi, düz mü olduğunu anlarım ama renklerini bilmem” demişlerdir. Ayşe’nin, “Annem hala bıçak kullanmamdan endişe ediyor. Onunla yemeğe gitmek istemiyorum çünkü sürekli beni izlediğini hissediyorum” sözleri yöneticiye, ergenlerin kendilerine inanacak yetişkinlere gereksinim duyduklarını düşündürmüştür. İlk oturumda dikkat çeken diğer bir durum ise grup üyelerinden kısa boylu, zayıf ve oldukça küçük görünen Ali’nin diğerlerine göre daha sessiz kalıyor olmasıydı. Sürekli heyecanlı görünüyor, konuşurken sesi titriyordu. Arkadaşlarını dinliyor gibi görünmekle birlikte, göz teması olmadığından grup yöneticisi bundan emin olamıyordu. Diğerleri sözlerini bitirdikten sonra onun söylemek istediği bir şey olup olmadığı sorulduğunda sadece “Arkadaşlarıma katılıyorum” demekteydi. Bu nedenle grup yöneticileri Ali’nin grup içinde biraz daha aktif olmaya davet edilmesine, desteklenmesine karar vermiş, Ali bu anlamda okul içindeki diğer etkinlikler sırasında da yakından gözlemlenmiştir.
Bu oturumda her bir üyeye grupla ilgili beklentileri sorulmuş, üyeler çoğunlukla kendileri ile ilgili yeni şeyler öğrenmeyi, iyi ilişkiler geliştirmeyi ve merak ettikleri konularda bilgi almayı beklediklerini ifade etmişlerdir. Karataş ve Gökçakan’ın[19] ergenlerle yürüttükleri bir grup çalışmasında da benzer olarak üyelerin grup çalışmasından beklentilerinin kendilerini daha iyi tanımak, başkaları ile iyi ilişkiler kurmak, arkadaşları ve aileleri ile yaşadıkları sorunların azalması olduğunu belirtmişlerdir. Bu oturumun sonunda grubun amaçları, neler yapılacağı konuşulmuş ve grup kuralları belirlenmiştir. Üyeler tarafından, grup içinde yaşananların gizli tutulması, herkesin müm-
80
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):77-85
kün olduğunca zamanında gelmesi ve devamsızlık yapmaması, konuşan kişinin sözünün kesilmemesi gibi kurallar belirlenmiş ve bu kurallar oylamaya sunulmuştur.
ladıklarını düşündürmüştür. Bu sırada Hasan’ın “Burada herkes çok sakin, sanki hiç sorun çıkarmamaya çalışıyorlar ve bu beni çok kızdırıyor” ifadesi üzerine gruba yönelik ilk duygu ifadesinin “olumsuz” özellik taşımasının önemli olabileceği düşünülmüştür. Rogers’a göre, grupların başında, olumsuz duygu ifadelerinin ortaya konuşu, grubun güvenirliliğinin ve özgürlük derecesinin ölçülmesinin yollarından biridir ve bu çerçevede ele alınmalıdır.[4]
Grup yöneticisi aldığı denetimde, 11-16 yaşlarında, görme engelli ergenlerin kendisini ne kadar şaşırttığını ifade etmiştir. Yönetici, fiziksel engeli olmayanların, engellilerin farklılıklarına tolerans göstermekte güçlük yaşadıklarını, onların dünyalarını anlamaya çalışmadığını, bu nedenle de bilinmezlik korkusu yaşıyor olabileceklerini düşündüğünü belirtmiş ve “farklı olmak” konusundaki hisleri ve bunların sürece olası etkileri hakkında danışmanlık almıştır. 2. Oturum: İletişim Becerileri
Bu oturum, iyi iletişim kurabilme ve sürdürebilmenin yaşamdaki önemini ifade etmelerini ve dinleme, ses tonu, konuşmanın akıcılığı, genel enerji düzeyi, ben dili olmak üzere beş beceriye ilişkin davranış geliştirmeyi amaçlamaktadır. Oturumdan önce kapıda bekleyen üç öğrenci ile karşılaşılmıştır. Grup üyesi Fatma sınıf arkadaşları olan öğrencilerin de gruba katılmak istediklerini belirtmiştir. Ergen ve engelli grubuyla deneyim açısından, yolun başında olan yönetici için bu gurur verici olsa da grubun işleyişi açısından (birbirini tanıyanları aynı gruba almamak gerektiği düşüncesiyle ve grubun kurallarının ilk oturumda grup üyelerince belirlenerek kapalı bir grup olarak sürece başlanmış olması nedeniyle) bu istek reddedilmiştir.
İkinci oturuma üyelerin haftayı nasıl geçirdikleri sorularak başlanmıştır. Fatma “Ben hep grubumuzu anlattım ama burada olanları dışarıda konuşmayacağız kuralına uydum özel şeyleri söylemedim” demiştir. Grup yöneticisinin “Bunu duymak benim için çok anlamlı oldu, teşekkür ederim. Grubun nesi seni bu kadar etkilemiş olabilir?” sözleri üzerine; “Büyüklerin bizi dinlemesine alışık değilim bu hoşuma gidiyor! İlk kez bir öğretmenimiz ve bizden büyük biri bize ne düşünüyorsun diyor” yanıtı gelmiştir. Literatürde, grubun içinde varoluşsal destek bulmanın önemli dinamiklerden biri olduğu ve bunu sürecin içinde yaşamış olmanın tüm yaşama genellenebilecek anlamlar taşıdığı bildirilmektedir.[2] Grup dinamikleri açısından kesin bir yargıya varmak için erken olsa bile, bu anlamda yaşanılanların önemli bir deneyim olduğu düşünülmüştür.
Bu konuşma sürerken Ahmet’in yerinde duramadığı ve kıpırdanır biçimde oturduğu dikkati çekmiştir. Öfkeli olduğunu düşündüren bir sözle araya girerek, “Babam benimle ya bakkala göndermek için ya da azarlamak için konuşurdu. Öğretmenler de sadece ders anlatıyorlar” demiştir. Bu durumun ona ne hissettirdiği sorulduğunda çok kızdığını, büyüdüğünde bunların hepsini onlara söyleyeceğini ama bu kez de kendisinin onları dinlemeyeceğini söylemiştir. Tüm bunlar yöneticilere, ergenlerin bir otoriteye gereksinim duyduklarını ve bu otorite tarafından dinlenmeyi, önemsenmeyi arzu-
Ali bu oturumda da yine alçak sesle ve kısaca konuşmuştur. Elif ise koşu takımına katıldığını grupla paylaşarak “Çok heyecanlıyım, inşallah pistte kimseye çarpmam’’ dediğinde grup gülmeye başlamıştır. Grup üyelerinden “Sanki görenler birbirine çarpmıyor mu!” sözleri duyulmuştur. Bu oturumda Mehmet’in sessizliği dikkat çekmekteydi: “Mehmet bugün sessizsin, bir şey mi oldu? diye sorulduğunda grup yöneticisi tarafından fark edildiğine şaşırmış gibi görünerek; “Çok dikkatlisiniz hepimizin ismini öğrenmişsiniz, biz daha birbirimizinkini öğrenemedik” dedikten sonra ailesinin onu hiç aramadığını, kendini buraya bırakılmış, terk edilmiş gibi hissettiğini söyledi. Sözünü bitirir bitirmez Ali “Sen onları aradın mı? Belki bir şey olmuştur” dedi. Sonrasında grup üyelerinin neredeyse tamamı Mehmet’i rahatlatmaya çalıştı. Gruba ara verildiğinde ailesini arayan Mehmet, bir yakınlarının öldüğünü, ailesinin yaşadıkları şehrin dışında bir yerde bir süre kaldığını öğrenmişti. Rahatlamış olduğu gözlenen Mehmet arkadaşlarına teşekkür etmişti. Bu durum elseverliğin grup sürecinde oldukça erken bir dönemde ortaya çıkabileceğini düşündürmüştür. Grubun en çekingen üyesi olan Ali’nin arkadaşına destek olmak için ilk söz alan kişi olması grubun olumlu etkisinin çarpıcı bir örneği olarak değerlendirilmiştir. Gruba ara verildiğinde Ayşe grup yöneticisinin bir yakınının engelli olup olmadığını sormuştu. Bunu neden merak etmiş olabileceği ve anlamının ne olduğu konuşulduğunda “Engelli olmayan birinin onlarla neden ilgilendiğini anlamadığını” ifade etmişti. Grup yöneticisinin bu sürecin kendisi için de öğretici olduğu sözleri üzerine, “Okumuş büyük insanlar da öğrenirler mi?” ifadesi biraz şaşkınlığını, biraz da büyüklerine kendisini daha yakın hissetme çabasını düşündürmüştür. Ayşe ikna edilmeye çalışılmamıştır ve ilerleyen oturumlarda Ayşe’nin otoriteye meydan okuyan ama diğer yandan da yakın olmaya çalışan davranışları, grubun diğer üyeleri ile kardeş rekabeti içine girmesi yakından gözlemlenmiş ve bunların anlamları Ayşe’nin dile getirdiği örneklerle yüzleşmeye hazır oluşluğu dikkate alınarak konuşulmuştur. Benzer durumların diğer üyelerce de paylaşılması yöneticilere süreçte yaşanan bu deneyimlerin, grubun bir parçası olarak kendilerini nasıl algıladıklarını gözlemlemek açısından anlamlı olabileceğini düşündürmüştür. Literatürde ergenlerle çalışırken terapötik ittifakın kurulmasının güç olabileceği, onların kendilerine yetişkin gibi davranılmasını bekledikleri ve otoriteye ilişkin ikircikli davranabildikleri bildiril-
81
KARACA S ve ÖZALTIN G, Yapılandırılmış Grup Süreci Deneyimi
mekte ve bu anlamda yapıcı ve güvene dayanan bir ilişki kurulmasının önemine dikkat çekilmektedir.[20] Ayrıca terapötik ittifakın danışmanla danışanlar arasında ilişkisel süreçte duygusal ve bilişsel bağlar kurulması yoluyla geliştirilebileceği bildirilmektedir.[21,22]
Bu oturumun hedefi olan iletişim becerileri her oturumda rol oynamalar ve rol provaları içinde denenmiş ve diğer üyeler kişiyi bu beceriler açısından değerlendirmiştir. Bu çalışmalar ulaşılması amaçlanan beş beceriye ilişkin her oturumda davranış provaları yapılmasına fırsat sağlamıştır. 3. Oturum: Sorun Çözme Becerileri
Bu oturum, üyelerin günlük yaşamda karşılaşabilecekleri sorunları sorun çözme basamakları olan, “Dur ve düşün: sorun nedir? Sorunu nasıl çözersin? Sorunun çözümünde seçenekler nelerdir? Seçeneklerin avantaj ve dezavantajları nelerdir? Bir ya da daha fazla seçeneği seç ve uygulamayı planla! Çözüme ulaşmak için gerekli olan kaynaklar nelerdir? Seçtiğin çözüm için bir zaman belirle ve bunu yap!” çerçevesinde ele alabilmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. Oturuma her zamanki gibi üyelerin haftayı nasıl geçirdikleri konuşularak başlanmıştır. Duru “İletişim becerileri oturumunda öğrendiklerimizi uygulamaya çalıştım” demiş, birkaç kişi de benzer şeyler söylemişlerdir. Grup yöneticileri bunun otoriteye yakınlaşma çabası mı yoksa gerçekten öğrenme çabası mı olduğunu anlamakta güçlük yaşamışlar ve bu nedenle yönetici yardımcısının onların grup dışındaki iletişim becerilerini gözlemlemesine karar vermişlerdir.
Tüm grup üyeleri geçen haftayı kısaca özetledikten sonra sorun çözme konusuna geçilmiştir. Sorun kelimesinin onlara çağrıştırdıkları konuşulurken hemen tamamının ilişkisel sorunlar getirdiği ve “Anlaşılmama”nın ortak tema olduğu gözlenmiştir. Bu konuşmaların sonunda ise Hasan ilk kez söz alarak “Neden anlaşılmak bu kadar önemli kızlar için” diyerek konuya katılmıştır. Grup yöneticisinin “Sen ne düşünüyorsun” sorusuna, “Ben o kadar önemsemem, istediğimi yaparım, söylerim ve karşımdaki anlamamışsa yapacak bir şey yok” cevabı gelmiştir. Hasan’ın genel olarak grup içinde lider olma çabası içinde olduğu, manüplatif davranışlar sergilediği gözlemleniyordu. Hasan’a cevaben Elif, “Ben anlaşıldığımda rahatlıyorum, zaten anlaşmazlık sorun değil mi?” demiştir. Sonrasında kızların kendilerine bir suçlama getirilmiş gibi açıklamalarda bulundukları gözlenmiştir. Bu gözlem onlara iletildiğinde şaşırmış ve anlaşılmadıkları zamanlarda sıklıkla suçlandıklarını ya da yargılandıklarını hissettiklerini fark etmişlerdi. Hasan’ın yarattığı tartışmadan hoşnut göründüğü gözlemi kendisine iletildiğinde cevabı, “Kesinlikle hoşuma gitti! Arkadaşların tartışmalarından etkilendim doğrusu” olmuştur. Bunun anlamı konuşulduğunda bir grup içindeyken dikkat çekmekten, önde olmaktan hoşlandığını, bunun ailesinde kendisini “Görünmez adam” gibi hissetmekle ilgili olabilece-
ğini fark ettiğini belirtmiştir. Diğer üyelerin onu destekleyen geri bildirimlerde bulunmaları ve gruptan kabul görme davranışı sonrasında Hasan’ın arkadaşlarına daha nazik davranmaya başladığı dikkat çekmiştir.
Oturuma ara verildiğinde grup yöneticileri 2-3 kişilik alt grupların oluşmaya başladığına, iletişim becerilerini daha güzel ifade ettiklerine ilişkin gözlemlerini paylaşmıştır. Üyelerin boş zamanlarını geçirecek aktivite olanaklarının azlığından, öğretmenlerin de ana-babaları gibi baskıcı ve anlayışsız oluşundan yakındıkları görülmüştür. Yönetici yardımcısı okulla ilgili sıkıntıları okul idaresine ileteceğine dair söz verdimiştir. Grupta olgun tavırları ile dikkat çeken Ayşe, “en azından söylemiş oluruz öğretmenim sağ olun” demiştir. Grup üyeleri yönetici yardımcısına “öğretmenim” demekte, grup yöneticisine ise ismiyle hitap etmekteydiler. Yöneticinin öğretmen gibi algılanmamasının grupta etkileşime fırsat sağlanmasından ve grup dinamikleri konusunda alınan denetimin katkısından kaynaklandığı düşünülmüştür. Yönetici yardımcısının hali hazırda okulda öğretmen olarak görev yapmasının bu anlamda önemli olabileceği düşünülmüştür. Bu oturumda örnek bir senaryo ile sorun çözme alıştırması yapılmış, daha sonraki oturumlarda da üyelerin konuyla ya da kendi yaşamları ile ilişkili olarak getirdikleri bir sorun doğrultusunda en az bir alıştırma tekrarlanmıştır.
Denetimde grup yöneticisi okula ilişkin sorunlarda sıkıntı yaşadığını, üyeleri haklı bulduğunu ama kendisini misafir hissettiği için çözüme yönelik bir girişimde bulunamadığını fark etmiş ve denetimcisinden kendi duygularının süreci nasıl etkilediğini düşünmesi yönündeki geri bildirimlerini almak öğretici olmuştur. 4. Oturum: Stresle Baş Etme
Bu oturum, üyelerin stres ve stresörün tanımını yapabilmelerini, kendi stres tepkilerini tanıyabilmelerini ve derin nefes egzersizlerini uygulayabilmelerini amaçlamaktadır.
Başlangıç olarak grup, stresle ilgili düşüncelerini beyin fırtınası tekniğini kullanarak ifade etmeye davet edilmiştir. Sezgi kendisinde stres yaratan en önemli şeyin ailesi olduğunu söylemiştir: “Yatılı okumasam aileme dayanamazdım, sürekli benim için endişelenmeleri dayanılır gibi değil! Okadar geri kafalılar ki, her şey yanlış onlar için” ifadesiyle bir ergenin ebeveynlerini değersizleştirerek bağımsız olma çabasına gönderme yaptığı düşünülmüştür. Ebeveynlerinin yaptığı hangi davranışların-sözlerin onda stres yarattığı stresi tanımladıktan sonra tekrar sorulduğunda, “Sanırım bu stres oluşturan bir şey değilmiş, bu kızgınlıkmış onların iyi olmamalarına kızmışım galiba. Okumuş olmalarını çok isterdim. Birçok şeyi zaten anlamazlar diye sormuyorum onlara” dedi. Grup içinde Ali ve Fatma dışındaki tüm üyeler farklı ifadelerle olsa da ebeveynlerini eleştirmişlerdir. Bu tartışmalara Ali ve Fatma ebeveynlerini yücelten ifadelerle katılmış ve Fatma ken-
82
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):77-85
dini diğerleri ile kıyasladığında çok şanslı bulduğunu belirtmiştir. Grubun dikkati bu farklılığa çekildiğinde kendilerinin “onları” yetersiz algılıyor olabilecekleri ortak kararına vardılar. Hasan’ın “Onlara bir şans vermek gerektiğini gençlerin sürekli anlaşılmamaktan dert yandığını ama kendilerinin de kimseyi anlamaya çabalamadığı” sözleri, otoriteye ilişkin algılamaların grup üyelerince tartışılmasına yol açmıştır. Öğretmenlerine ilişkin duyguları sorulduğunda da benzer değersizleştirme ya da yüceltme süreçlerinin yaşandığı ortaya çıkmıştır. Üyelerin tümü çok şaşırmış görünmekteydi, grup yöneticisi ergenlikte gelişim oturumuna kadar bunu düşünmelerini, gerekirse notlar almalarını ve tekrar gündeme getirmelerini istedi. Literatürde bu dönemde ergenin kimliğini bulma çabalarının ve içsel çatışmaların etkisiyle, öncelikle anne-baba olmak üzere yetişkinleri değersizleştirmeye gereksinim duyabildikleri, bu nedenle “yetişkinlerin yetersiz olduğunu ve kendilerini anlamadıkları” düşünceleriyle sık karşılaşıldığı bildirilmektedir.[10,23,24]
ğini düşündüklerini ama farklı olmalarına ebeveynlerinin anlayış göstermemeleri durumunda bu sıkıntıları aşamayabileceklerini iletmişlerdi. Engelli olmakla ilgili ikircikli tutumları olduğu fark edilmekteydi: Bir yandan engellerine yönelik farklı yaklaşım görmek istemiyor, diğer yandan yetişkinlerden ayrıcalık ve anlayış bekliyor gibi oldukları düşünülmüştü. Bu düşünce grupla paylaşıldığında ilk yanıt Ali’den geldi: “Biz çocuğuz onlar büyük! Biz isteriz onlar işlerine gelmezse yapmazlar.” Bunların anlamının sınırları zorlamak ve bu biçimde kendilik sınırlarını netleştirmeye çalışmak olabileceği düşünülmüş ve bu tartışma denetimde paylaşılmıştır.
Bu oturumda grup üyeleri stres belirtileri ve stresör olarak algıladıkları uyaranları tartışırken benzer durumlarda farklı duygular yaşadıklarını belirterek, engelli olmanın hissettirdiği farklılığın çok da olumsuz olmayabileceğini aslında “tüm insanların farklı olduğunu” ifade etmişlerdir. Oturumda kasetçalar eşliğinde solunum egzersizleri yapılmış ve konuyla ilgili sorun çözme egzersizi gerçekleştirilmiştir. Oturumun değerlendirilmesinde, stresör olarak algıladıkları uyaranlarda farklılıklar olduğunu görmenin yanında, kendi tepkilerini konuşabilmenin yararlı olduğunu belirtmişlerdir. Oturumlarda üyeler birbirlerini dinlemeye, anlamaya çalışmakta, önerilerde bulunmakta, destek almakta ve birbirlerinden bir şeyler öğrenmeye çalışmaktaydı. “Bizim grup” ifadeleri sıklıkla ifade edilmekteydi; bu durum grup bilinci ve bağlığının oluşmaya başladığını düşündürmekteydi.
Denetim sürecinde grup yöneticisi üyeleri algılayış biçiminin değiştiğini, onları daha rahat dinleyebildiğini ve daha çok anlıyor hissettiğini fark etmiştir. Göremiyor olmalarının, grup yöneticisine “beni nasıl algılıyor olabilirler?” sorusunu düşündürdüğü, bu deneyimin “dinlemenin gücü” anlamında ne kadar öğretici olduğunu fark etmesine katkıda bulunduğu paylaşılmıştır. 5. Oturum: Ergenlik Döneminde Gelişimsel Değişiklikler
Bu oturum, üyelerin ergenlik dönemindeki fiziksel değişimlerin neler olduğunu bilmesini ve kendisinde meydana gelen değişimleri ifade edebilmesini sağlamayı amaçlamaktadır.
Gruba başlarken geçen oturumdan bu yana aileleriyle yaşadıklarını düşündüklerini belirttiler. Neredeyse grubun tamamı anlaşmazlıkların her iki taraftan da kaynaklanabilece-
Ergenlik döneminde değişimlere başlarken onların kendilerinde ne gibi değişiklikler fark ettikleri sorulmuştur. Genel olarak yaşadıkları fiziksel değişimlerin farkında oldukları ama nedenlerine ilişkin bilgilerinin yetersiz olduğu görülmüştür. Ahmet, görme engelliler için önemli olabileceği düşünülen bir şey söyledi: “Ben görmüyorum, vücudumda olanları kendime dokunarak anlıyorum ve dokunduğumda da organım sertleşiyor, bir kez bu yüzden çok fena fırça yemiştim babamdan ve çok utanmıştım”. Bunun üzerine Ali, “Kızlar çok şanslı” deyince grupta herkes gülmeye başladı. Elif “Evet bizim sadece göğüslerimizi saklamak gibi bir sıkıntımız var” diye yanıt verdi. Duru, çocukken yaşadığı ama tam olarak kaç yaşında olduğunu hatırlamadığı bir anısını paylaşmak istedi: “Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Komşumuzun benim yaşımda oğlu vardı. Birçok kez sen kızsın, sen erkeksin gibi sözler duyduğumuz için ya da merakımızdan ne farkımız olduğunu öğrenmek istedik. O bana sen soyun ben sana bakayım değişik bir şey varsa söylerim dedi, ben de o halde ben de sana dokunurum dedim. Kendimizce bir yandan oyun oynuyorduk bir yandan da merakımızı gideriyorduk. Bu sırada odaya annemle o teyze girmiş ve bir tokat yedim annemden, arkadaşıma da benzer şeyler oldu. Onlar gittiğinde annem bana senin gibi ahlaksız bir kızım olduğu için utanıyorum dedi ve bir süre benimle konuşmadı”. Bu sözlerden sonra biraz sustu ve ağladı. Tüm grup sessizce Duru’yu bekledi. Sonra Duru’nun “Kendimi hep ahlaksız hissettim” sözleri üzerine Ayşe “Şimdi ne hissediyorsun?” diye sordu. Duru “Bunun sır olmaması iyi geldi sanki!” Mehmet Duru’ya “Sen kötü kız değil, bu yaptığın için olsa olsa meraklı bir kız olursun” dedi. Sezgi ise “Çok da cesursun bunu burada söyleyebildiğin için” dedi. Grup üyelerinin birbirine verdikleri destek gerçekten anlamlıydı. Sezgi’nin Ayşe’ye verdiği desteğin grup süreci açısından bir anlamı daha olduğu düşünülmüştür: Önceki oturumlarda Ayşe ile Sezgi’nin grup içinde birbirleriyle rekabet ettiği gözlemlenmekteydi. Bu rekabete ve küçük gruplaşmalara rağmen özellikle zor bir konu paylaşıldığında birbirlerine destek olmuşlardı. Bu da grup bağlılığının oluştuğunun ve grubun terapötik öğelerinin iyi bir şekilde işlediğinin bir işareti olarak değerlendirildi.
83
KARACA S ve ÖZALTIN G, Yapılandırılmış Grup Süreci Deneyimi
Bu grupta herkes içten ve coşkulu bir biçimde kendini ifade etti. Bu durum duygusal boşalmanın en kolay gözlenen grup dinamiklerinden biri olabileceği şeklinde değerlendirildi. Grubun en kısa boylusu olan Ali bu oturumda konuştuklarımızı toparlarken; “Ben en çok büyüme atılımını öğrendiğime sevindim. Şu anda kısa olmam hep kısa olacağım demek değilmiş teşekkür ederim” dedi. Rogers, grupta güven ortamı gelişmeye başladığında üyelerin kendilerinden daha rahat bahsedebildiklerini ve kişisel deneyimlerini paylaşabildiklerini, bu yaşantının her bir üye için farklı zamanlarda mümkün olabileceğini belirtmiştir.[4] Oturumda yaşananların bu açıdan oldukça anlamlı ve öğretici olduğu düşünülmüştür. Artık rol oynamalarda hepsinin daha başarılı olduğu ve iletişim becerileri açısından birbirlerini değerlendirirken birbirlerine daha olumlu geribildirimler verdikleri gözlemlenmiştir. Denetimde grup yöneticisi, kendisi için sınırların ne anlama geldiğini ve bu konudaki hislerinin grup üyelerini algılayışını ve süreci nasıl etkiliyor olabileceği konusunda danışmanlık almıştır. 6. Oturum: Ergenlik Döneminde Cinsel Gelişim
Bu oturum ergenlikte cinsel gelişimle ilgili bilgi kazanmalarını ve bu konuda hissettiklerini ifade etmelerini sağlamayı amaçlamaktadır.
Konuyla ilgili düşünceleri sorulduğunda kısa bir sessizlik olmuştu ve genellikle grubu motive eden Mehmet “Cinsellik bizim kendi aramızda konuştuğumuz bir şey bunu büyüklerle konuşmaya alışık değiliz. Ben listeye bunu yazarken inanmamıştım konuşulacağına” demişti. Fatma, “Bu konuda biz büyüklere soru sorup azarlandık ve bunları konuşmanın ayıp olduğunu öğrendik. Ama itiraf ediyorum annemi dinlemediğim belki tek konu budur” demişti. Can’ın ani bir tepkiyle “Kızlar da kendi aralarında konuşuyormuş!” sözleri gülüşmelere yol açarak grubun havasını yumuşatmıştı. Bu konuda çoğunlukla bilgi kaynaklarının arkadaşları olduğu anlaşılmaktaydı. Kızlar okul hemşiresi ve anneleri ile en azından menstrüasyon konusunda konuşabilmişlerdi. Erkekler bu duruma şaşırmışlardı, çünkü onlara babaları bir şey anlatmamıştı. Ali, babasına küçükken bebeklerin nasıl oluştuğunu sormuş, hastaneden alındığını öğrenmiş, çok uzun yıllar buna inanmış hatta kendisini seçtikleri için ailesine ne kadar minnet duymuş olduğunu ifade ettiğinde grup üyeleri benzer deneyimlerini ve duygularını konuşmaya başlamıştı. Oturuma ara verildiğinde Mehmet ve Ahmet gelerek grup yöneticisiyle bir şey konuşmak istediklerini bunu grup ortamında konuşmalarının uygun olup olmadığından emin olamadıklarını söylemişlerdi. Konu ıslak rüyalardı, onlara kendileri için zor olmayacaksa bunu gruba getirmeleri, diğer arkadaşlarının da benzer şeyler yaşıyor olabilecekleri söylendi. Oturum başladığında Ahmet söze başlayarak “Ben sizin
şimdi ıslak rüya dediğiniz türde rüyalar görüyorum. Kendimi kirli, pis biri sanıyordum. Bunun hormonlarımızla ilgili olduğunu öğrenmek beni rahatlattı.” demiştir.
Grup üyeleri rol oynamalarda birbirlerini oldukça rahat bir biçimde bilgilendirdiler. Kendilerini rahat hissettiklerini, güvende ve yargılanmayacak olduklarını düşündüklerini ifade ettiler. Kız ve erkeklerden oluşan karma bir grupta bunları konuşuyor olmanın neler hissettirdiği sorulduğunda “bu konunun konuşulabilir olmasının rahatlatıcı olduğunu, herkesin saygıyla birbirini dinlemesinin de iyi geldiğini” belirtmişlerdir. Yönetici yardımcısının “Biz cinsel konuları konuşmaktan korkarız ama onlar sandığımızdan daha olgun biçimde bu konuda fikirlerini söyleyebiliyorlarmış” ifadesi yetişkinlerin cinsellik hakkında konuşmakta neden güçlük çektiğini düşündürmüştür. Yönetici denetimde cinsellik konusunda konuşmanın beklediğinden daha rahat geçtiğini ifade etmiş, denetici bunu sağlayan etmenlerden birinin grup sürecinde üyelerin yargılanmadıklarına ilişkin algılarının olabileceğini belirtmiştir. 7. Oturum: Hayır Diyebilme
Bu oturum, ergenlere hayır diyebilme becerisi kazandırarak, sağlık için riskli davranışlardan korunmalarını desteklemeyi amaçlamaktadır. Hayır demenin adımları olan, “hayır demek, hayır demeyi sürdürmek, karşıdaki kişiye durumunuzu (nedeninizi) açıklamak, başka bir şey yapmayı teklif etmek (alternatif sunmak), karşıdaki kişiye hissedilenleri (sinirli, incinmiş, hayal kırıklığı v.b) söylemek” geliştirilmeye çalışılmıştır. Konu tartışmaya açıldığında ilk söz alan Sezgi olmuş, ondan bir şey istendiğinde kendini yapmak zorunda hissettiğini anlatmıştır. Bunun nedeninin ne olabileceği tartışmaya açılmıştır:
Fatma “Ben birine hayır dersem onu sevmediğimi sanabilir diye endişelenirim” demişti. Aynı şeyin onun için geçerli olup olmadığına ilişkin soruya emin olmamakla birlikte “Belki de” yanıtını vermişti. Ahmet’in “Ben hayır demem, yapmak istemiyorsam yapmam”, sözleri pasif-agresif biçimde davrandığını düşündürmüştür. Bu durumun nasıl sonuçlandığı sorulduğunda ise samimi bir biçimde, “Bazen unutuyor karşı taraf ama çoğu kez kızıyor bana, çok da işime yaramıyor bu taktik” demişti.
Elif “Bir isteğe hayır dersem beni dışlarlar diye korkuyorum” demişti. Mehmet “Ben özellikle sigara içmek ya da okulu kırmak gibi konularda arkadaşlarıma hayır diyemiyorum çünkü korkakmışım gibi düşünsünler istemiyorum” demişti. Üyelerle “sevilmek, korkmak, dışlanmak” gibi kişisel ifadeleri ve bunların anlamları tartışılmıştı. Bu sırada özellikle, hayır diyemedikleri isteklerin nasıl sonuçlandığına dikkat çekilmeye ve bu biçimde davranmanın işlevsel olmadığına vurgu yapılmaya çalışılmıştı.
84
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):77-85
Rol oynamalara geçildiğinde ilk kez bir oturumda zorlandıkları gözlemlenmiştir. Değerlendirmede ise, bu konuyu tek bir oturumda ele almanın yeterli olmayabileceği düşünülerek, tekrar oturumlarında bu konuyu gündeme getirmek isteyip istemedikleri sorulmuş, üzerinde daha uzun çalışılmasına karar verilmişti. Grup üyelerinin tamamı bu konuda bilinçli olmanın yararlı olabileceğini düşündüklerini ve deneyeceklerini ifade etmişlerdi.
Sonuç Bir grup sürecinin neler öğrettiğine ilişkin sorunun cevabı oldukça uzun ve kapsamlıdır. Bu süreçte katılımcıların görme engellerine ilişkin yöneticilerin yaşadığı güçlükler olmasına rağmen, ergenlerin iletişim, sorun çözme, stresle baş etme ve hayır diyebilme becerilerinde olumlu değişimlerin olduğu ve kendilerinde olan dönemsel değişimlere ilişkin farkındalıklarının arttığı gözlenmiştir.
Denetimde hayır deme ile ilgili kişisel dinamikler tartışılmıştı. Alınan danışmanlıkla tekrar oturumları için bu konunun daha çok etkileşimsel anlamda çalışılmasına ve üyeler için daha çok kişisel dinamikleri açıklaştırıcı bir destek sağlanmasına karar verilmişti. 8. Oturum: Değerlendirme
Bu oturumda grup üyelerinden, geçirilen zamanı ve süreci değerlendirmeleri istenmiştir. Oturuma, sürece ilişkin değerlendirmelerin yanı sıra ayrılığa ilişkin duyguların hakim olduğu gözlenmiştir.
Elif ’in “İlk kez kendimi bir yere ait hissettim”, Mehmet’in “Bittiğine üzüldüğüm tek şey bu gruplar oldu”, Sezgi’nin “Kendimi özel ve önemli hissettim, öğrendiklerim ise anlatamayacağım kadar işime yaradı” sözleri, sürecin üyeler için anlam ifade ettiğini göstermiştir. Üyelerin neredeyse tamamı sürecin kendilerini tanımaya, ilişkilerini geliştirmeye ve sorunlarını daha farklı bir çerçeveden ele almaya katkıları olduğunu belirtmişlerdir. Yönetici “Bana dünyalarınıza girme, sizleri anlamaya çalışma şansı tanıdığınız ve pek çok şey öğrettiğiniz için teşekkür ederim” sözleri sürecin sadece üyeler için değil, yöneticiler için de anlamlı ve öğretici oluşuna vurgu yapmıştır. Sabırları, azimleri, devamlılıkları ve öğrendiklerini denemek konusundaki cesaretleri için her üyeye teşekkür edilmiştir. Tekrar oturumunda görüşmek üzere vedalaşırken herkesin hüzünlü olduğu gözlenmiştir. Son olarak Hasan “Biz sizden şanslıyız birbirimizle bir araya gelip grupları sürdürebiliriz” demiştir.
Grup yöneticisinin denetimde “Öğrendiğim, geliştiğim ve belki de değiştiğim fırsat alanı ve gerçekten bu grupların bittiğine üzgünüm” ifadesi kendisinin ayrılıkla ilişkili duygularının konuşulmasını ve bu alandaki farkındalığının artmasını sağlamıştır. Sınırlılıklar
Grup çalışmasının okul ortamında yapılmış olması, grup saatlerini ve yerini belirlemek açısından sıkıntılar yaratmıştır. Ayrıca öğrencilerle gerçekleştirilmiş olması eğitim-öğretim döneminin içinde olması gerekliliği ile daha kısa süreli bir çalışma olmasını kaçınılmaz kılmıştır. Özellikle iletişim ve sorun çözme becerilerinin her oturumda çalışılması sağlanmışken, hayır deme için bir oturumun yetmemesi süreci yapılandırılırken dikkate alınması gereken bir başka sınırlılıktır.
Grup yöneticisi grup deneyimi yaşamış olmanın yanı sıra iletişim ve empati becerilerini de geliştirme fırsatı bulmuş, ayrıca bir grup üyesi olarak kendisinin grupta varoluşuna ilişkin farkındalıklar deneyimlemiştir. Ergenlerle ve özellikle daha özel ihtiyaçları olduğu düşünülen engelli ergenlerle gerçekleştirilen grup çalışmalarının bu alanda çalışacak sağlık profesyonelleri açısından geliştirici, grup üyeleri için de çeşitli alanlarda yararlı olacağı söylenebilir. Bu deneyimlerin ışığı altında alanda çalışmak isteyen araştırmacılara; • Grup çalışmalarına başlamadan önce bir grup sürecine üye olarak dahil olmaları, • Yapılandırılmış bir sürecin planlama aşamasında mümkün olduğunca profesyonel yardım almaları, • Deneysel çalışmaların sadece istatistiksel sonuçları ile ilgili değil, süreçle de daha fazla yayın yapmaları ve meslektaşlarımıza rehberlik sağlamaları önerilebilir.
Kaynaklar
1. Partona C, Manbyb M. The contribution of group work programmes to early intervention and improving children’s emotional well-being. Pastoral Care in Education 2009;27:5-19. 2. Yalom I. Grup terapisinin teori ve pratiği. [Çeviri editörleri: Tangör A, Karaçam Ö] 3. Basım, İstanbul: Nobel Tıp Kitapevi; 1992. s. 458-98. 3. Yalom I. Kısa süreli grup terapileri. [Çeviri editörü: İyidoğan Z] 1. Basım, İstanbul: Kabalcı Yayınevi; 2003. s. 52-68. 4. Rogers CR. Etkileşim grupları. [Çeviri editörü: Erbil H] Ankara: Ege Matbaacılık; 2003. s. 20-56. 5. Karaahmetoğlu SŞ. Rehabilitasyon açısından özürlülüğün epidemiyolojisi. İçinde: Oğuz H, editör. Tıbbi rehabilitasyon. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi; 1995. s. 16-22. 6. Bilge S, Motovallı N, Alyanak B. Görme kaybı olan çocuklarda gelişimsel farklılıklar ve psikopatoloji, otizmle benzerlikleri: Gözden geçirme ve olgu sunumu. Nöro Psikiyatri Arşivi 1998;35:126-31. 7. Haznedaroğlu D. Adolesanlarla ilgili çalışmalar. 22. Pediatri Günleri ve 2. Pediatri Hemşireliği Günleri, İstanbul: 2000. s. 35-48. 8. Krenke-Seiffge I. Adolescent health: a developmental perspective. 1st ed., London: Lawrence Erlbaum Associates Publisher; 1998. p. 60-97. 9. Eskin M. Ergen ruh sağlığı sorunları ve intihar davranışıyla ilişkileri. Klinik Psikiyatri Dergisi 2000;3:228-34. 10. Ekşi A. Ben hasta değilim. Çocuk sağlığı ve hastalıklarının psikososyal yönü. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi; 1999. s. 149-55. 11. Van Hasselt BV. Social adaptation in the blind. Clinical, Psychology Review 1989;3:87-102. 12. Shari L, Barkin MD, Smith SK, Durant RH. Social skills and attitudes associated with substance use behaviours among young adolescents. Journal of Adolescent Health 2002;30:448-54. 13. Çetin F, Canat S, Kılıç E, Şenol S ve ark. Ergen ve ruhsal sorunları: Durum
KARACA S ve ÖZALTIN G, Yapılandırılmış Grup Süreci Deneyimi
saptama çalışması. 14. Ulusal Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kongresi & 4. Biyolojik Psikiyatri Sempozyumu (21-24 Nisan 2004, Bursa) Metin Kitabı, 2004. s. 65-8. 14. Millstein SG. Promoting the health of adolescents: new directions for the twenty-first ceuntry. New York: Oxford Universty Press; 1994. p. 217-23. 15. Kuipers JC, Clemens DL. Do I dare? Using role-play as a teaching strategy. J Psychosoc Nurs Ment Health Serv 1998;36:12-7. 16. Kulaksızoğlu A. Ergenlik psikolojisi. 1. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi; 1998. s. 11-79. 17. Eren N. Psikotik ve borderline hasta gruplarında sanatla psikoterapi sürecinin incelenmesi. [Yayımlanmamış Doktora Tezi] İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı; 1998. 18. Karaca S, Özaltın G. Görme engelli ergenlerle yürütülen yapılandırılmış bir grup eğitiminin etkinliği. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi 2010;3:3-14. 19. Karataş Z, Gökçakan Z. Psikodrama teknikleri kullanılarak yapılan grup
85
uygulamalarının ergenlerde saldırganlığı azaltmadaki etkisinin incelenmesi. Türk Psikiyatri Dergisi 2009; 20: 357-66. 20. Hansen DJ, Nangle DW, Meyer K. Enhancing the effectiveness of social skills interventions with adolescents. Education & Treatmenth of Children 1998;21:489-504. 21. Karver M, Shirk S, Handelsman JB, Crisp H, et al. Relationship processes in youth psychotherapy measuring alliance, alliance-building behaviors and client ınvolvement. Journal of Emotional and Behavioral Disorders 2008;16:15-28. 22. Shirk SR, Gudmundsen G, Kaplinski HC, McMakin DL. Alliance and outcome in cognitive-behavioral therapy for adolescent depression. J Clin Child Adolesc Psychol 2008;37:631-9. 23. Freud A. Ego ve savunma mekanizmaları. [Çeviri editörü: Erim Y] Ankara: Bağlam Yayıncılık; 1989. s. 132-68. 24. Parman T. Ergenlik ya da merhaba hüzün. Ankara: Bağlam Yayıncılık; 2000. s. 11-29.
86
DERLEME / REVIEW
Ağır Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri - Bölüm II Severe Personality Disorders and Nursing Interventions: Part-II Nurhan EREN1
ÖZET
SUMMARY
Kişilik bozukluğu gösteren kişiler tanı ve tedavi açısından psikiyatrinin en zorlayıcı ve istikrarsız hastaları olarak görülür. Bu hastalarla çalışırken özelleşmiş hemşirelik girişimleri ve psikoterapötik teknikler geliştirmek gereklidir. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi’nin 1. sayısında yayınlanan “Kişilik bozuklukları ve hemşirelik girişimleri: Bölüm-I” de, kişilik bozukluklarının nedenleri, klinik görünümü ve tedavisi anlatılmış, makalenin II. bölümünü oluşturan bu yazıda ise, yataklı servislerde ağır kişilik bozukluğu gösteren hastaların psikodinamik özellikleri, değerlendirilmesi gereken sorunlar, ulaşılmak istenen amaçlar ve terapötik hemşirelik girişimlerinin sunulması amaçlanmıştır.
Patients with personality disorders are accepted as the most difficult and unstable patients in psychiatry with respect to diagnosis and treatment. Specific nursing interventions and psychotherapeutic techniques need to be developed for working with these patients. The etiology of personality disorders, clinical symptoms and treatments were reviewed in the Journal of Psychiatric Nursing, Volume 1, in the article titled, “Personality disorders and nursing interventions: Part-I”. The aim of this paper, which is the second part of the article, is to present the psychodynamic features of inpatient severe personality disorders, problems, targets, and therapeutic nursing interventions.
Anahtar sözcükler: Ağır kişilik bozuklukları; hemşirelik girişimleri; yatan hastalar.
Key words: Severe personality disorders; nursing interventions; inpatient.
Giriş Kernberg,[1] “patolojik veya anormal karakter özelliklerinin kümelenmesiyle oluşan, kişilerarasındaki etkileşimlerde ve/veya kişinin iç dünyasındaki işlevselliğinde gözlenen, ileri düzeydeki bozulmaları” kişilik bozuklukları olarak tanımlamıştır. Kaçıngan özelliklerin, histerik, obsesif-kompulsif, depresif ve daha iyi örgütlenmiş mazoşistik kişiliklerin dışında kalan, karmaşık ve dürtünün egemen olduğu sınırda ya da narsisistik patolojiler gösteren yapıları, ciddi olgular olarak tanımlamaktadır. Akhtar[2] ise, birçok açıdan birbirinden farklı olmakla beraber, klinik belirtiler, dinamikler, ruhsalyapısal örgütlenmeler ve gelişimsel öyküler açısından benzerlik gösteren sekiz tip ağır kişilik bozukluğu tanımlamıştır. Bunlar narsisistik, sınır, şizoid, paranoid, hipomanik, antisosoyal, histiriyonik ve şizotipal kişilik bozukluklarıdır. Kişilik bozukluklarının çeşitli tiplerinde ortak gelişimsel zeminin olması klinikte sıklıkla birden çok kişilik patolojisinin bir arada görülmesine yol açmaktadır. Üstbenlik (süperego) patolojisi, antisosyal davranışlar, kötü huylu (habis) narsisizm, nesne ilişkilerinin kalitesinde1 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Sosyal Psikiyatri Servisi, İstanbul
İletişim (Correspondence): Dr. Nurhan EREN. e-posta (e-mail): nurhaneren@yahoo.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(2):86-95 Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):86-95
ki yetersizlik, madde kullanımı gibi özellikler kişilik bozukluğunun patolojisini şiddetlendiren etmenler olarak görülmektedir. Buna karşın, yüceltme yetisinin olması, nesne ilişkilerinde bölme (splitting) savunmasının sürekli kullanılmaması, anlamlı bir ilişki ve iş bağlantısını sürdürebilme, ahlaki değerleri koruma ve sorumluluk alabilme yetisine sahip hastaların daha olumlu bir gelişme gösterdiği belirtilmektedir.[1-3]
Bu makalede, sık ve/veya acil hastane yatışları olan, özellikle yataklı servislerde hemşirelerin en çok zorlandıkları ağır kişilik bozukluğu gösteren hastalar ele alınmış ve bu hastaların patolojik davranışlarının ardındaki dinamikler, özelleşmiş terapötik girişimler, hastane tedavisinde hemşirenin genel bakım ilkeleri hakkında bilgi verilmesi amaçlanmıştır. Ağır Kişilik Bozukluklarında Hemşirelik Yaklaşımı
Psikiyatri servislerinde çalışan hemşireler ağır kişilik bozukluğu gösteren hastalarla sürekli olarak bir arada bulunmaktadır. Bu süreklilik, hemşirelerin kişilik bozukluğu gösteren hastaların tedavisindeki önemini arttırmakla beraber, aynı zamanda yorucu ve zorlayıcı bir durumdur. Yapılan birçok çalışmada, hemşirelerin ağır kişilik bozukluğu gösteren hastaları, hoşa gitmeyen, ekipte bölünmeler yaratan, zor ve yönetimi güç hastalar olarak tanımladığı[4-7] ve bu zorluğun en çok paranoid, sınır, narsisistik ve antisosyal hastalarla yaşandığı bildirilmektedir.[8] Beş grupta toplanan bu zorluklar; 1- kişilik bozukluğu gösteren hastaların diğer hastalardan daha az desteklenmeye ihtiyacı olan ve daha çok talepkar hastalar olarak algılanması, 2- hemşirelerin bu hastalara yö-
EREN N. Ağır Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri
nelik eğitimlerinin yetersiz olması, 3- kişilik bozukluğu gösteren hastalarda hem hastaların farklı davranışları karşısında hem de ekip içinde hemşirelik rolünün karmaşık ve çatışmalı olması, 4- bu hastalarla çalışmanın travmatize edici yönü ve 5- hemşirenin bu hastalara yönelik daha özel beceri ve niteliklere sahip olmasının gerekliliği olarak görülmektedir.[9] Woods[10] tarafından yapılan bir meta-analiz çalışmasında, kişilik bozukluğu gösteren hastalarda hemşirelik girişimlerinin etkinliğini inceleyen araştırmaların, daha çok diğer disiplinlerle karışmış girişimleri inceleyen çalışmalar olduğu ve girişimlerin çoğunlukla psikolojik yaklaşımlar üzerine temellendiği bildirilmektedir. Araştırmaların çoğunda, ağır kişilik bozukluğu gösteren hastalarda genel hemşirelik yaklaşımlarının sınırlı olduğu, özelleşmiş kişisel ve mesleki niteliklere ihtiyacın olduğu, süpervizyon desteğinin gerektiği ve bu hastalarla çalışma konusunda ancak uzmanlaşmış hemşirelerin korku, hayal kırıklığı ve kızgınlık duymadan hastalara psikoterapötik yanıtlar verebileceği, bireysel ve grup çalışmalarını yürütebileceği yönünde sonuçlar bildirilmektedir.[5,6,11-13]
Ağır kişilik bozukluklarında, öfke kontrolü sağlama, hastanın ihtiyaçlarına, çevre düzenlemeye, psikososyal boyutlara, anksiyete ve strese odaklı çalışmalara, hasta merkezli bakım planı oluşturmaya, şema terapi, bilişsel-davranışcı terapi, ego gücüne odaklı, hümanistik, kendilik psikolojisi ve psikodinamik yaklaşımlara dayalı uygulamalar olmakla beraber, bu hastalara özgü psikoterapötik ilişki odaklı hemşirelik modelleri geliştirmeye gereksinim olduğu görülmektedir.[5,10,14-19]
Aşağıda psikiyatri servislerinde çalışan hemşirelere ve öğrencilere rehber oluşturmak üzere, ağır kişilik bozukluklarına özgü sorunların altında yatan psikodinamikler, literatürde yer alan standart bakım planları[20-22] ve ağır kişilik bozukluklarıyla yürüttüğüm klinik çalışma verilerinden yararlanılarak listelenen sorunlar, ulaşılmak istenen amaçlar ve genel hemşirelik girişimleri sunulmaktadır. Hemşirelik Bakım Planını Oluştururken Bilinmesi Gereken Temel Psikodinamikler
Benlik (Ego) Zayıflığı: Benlik zayıflığı, dış gerçekliğin istekleri, içgüdüsel dürtüler ve üstbenliğin kuralları arasında uzlaşma sağlama yetisinde bozukluk olarak tanımlanabilir.[2] Benlik zayıflığı olan kişiler endişe hissine dayanamaz, bu hisler çabucak yayılır ve büyür. Dürtü kontrolünde zayıflık vardır, hemen onu tatmin etmeye yönelmek ister, süblimasyon kanalları yoktur ya da azdır. Kernberg,[1] benlik güçsüzlüğünün belirtilerini ikiye ayırmaktadır: Alt düzey kişilik örgütlenmesine özgü olanlar; 1- benlik sınırlarının bulanıklaşması ve 2- ilkel savunmaların egemenliği olarak tanımlanırken, özgül olmayan özellikler; 1- anksiyeteye katlanamama, 2- dürtü denetiminde yetersizlik, 3- bozuk yüceltme yetisi şeklinde sınıflanmıştır. Bu kişiler duygu, düşünce ve dürtülerinin içten mi dıştan mı geldiğini ayırmada güçlük yaşar.
87
Ör: Kendisini değersiz gören birisi bu duygunun kendisinden geldiğini ayırt edemez ve sürekli insanların onu aşağıladığı yönünde ipuçları arar. Başkalarının davranışlarını kendine yönelik algılar ve bu durum ilişkilerinde sorunlara yol açabilir. İlkel Savunmalar: Gelişimin erken dönemlerinde, derin anksiyetelerle başa çıkmak için kullanılan benliğin ve nesnelerin bölünmesi, yansıtma, yansıtmalı özdeşim, yadsıma, ilkel yüceltme, tümgüçlülük ve değersizleştirme gibi ilkel savunmalar kişilik bozukluklarında erişkin yaşa kadar uzamıştır.[1,2,23]
Bölme (splitting): Kendilik imgesinin ve dışarıdaki nesnelere yönelik tasarımların tümden iyi ve tümden kötü olarak ikiye ayrılmasıdır. Belli bir kişi ile ilgili duygu ve düşünceler birdenbire ve tamamen öncekinin zıddına dönüşebilir, kendini algılamasında ani değişimler olabilir. Bu zıt durumlarla yüzleştirildiğinde hastanın kaygısında artış görülür. Bu mekanizma endişe ve kaygının artmasına engel olmakta ve kişiyi dağılmaktan (dezorganize) korumaktadır. Bu savunmayı kullanan kişiler ikircikliği (ambivalans) yaşayamaz, özsaygıda gelgitler oluşur, öfke, korku, coşku gibi duygular çok yoğun biçimde ortaya çıkar, karar verme yetisi bozulmuştur.[2] Ör: Bay E, ayaktan sürdürdüğü bireysel psikoterapi devam ederken intihar riski nedeniyle hastaneye yatırılmış, kendisinden bilgi almaya çalışan servis ekibine, “ben sadece terapistime anlatırım, size değil” yanıtını vererek ekibe güvensizlik yansıtmıştır. Terapisti “onu anlayan”, servis ekibini ise “yabancı ve tehlikeli” olarak ikiye bölmüştür. Bu durum uzun zaman servis ekibinin hastaya karşı çaresiz/yetersiz hissetmesine neden olmuş, tedavide çeşitli zorluklar yaşanmıştır. Yadsıma (denial): Bilincin iki bağımsız duygusal alanının yadsınmasıdır. Bölme savunmasını güçlendiren bir düzenektir. Kişi belli bir zamanda kendisi ve diğerleri ile ilgili algılama, duygulanım ve düşüncelerinin başka bir zamanda tamamen zıddını yaşayabilir, bu durumun farkında olabilir ancak duygulanımsal olarak uyumlu değildir.[2] Ör: Bir kişiye çok yoğun sevgi ve hayranlık duyguları ifade ederken, başka bir anda ondan nefret ettiğini söyleyebilir, sevgi ve hayranlık o sırada inkar edilmiştir. Hasta bunu hatırlayabilir ancak duyguyu hissetmez.
Yansıtmalı özdeşleşme (projective identification): Hem ruhsal alanı hem de insan ilişkileri alanını içeren özellikler taşıyan karma bir savunmadır. Yarım kalan bir savunma gibidir. Ör: Yansıtma mekanizmasında bir kişiden nefret ediliyorsa, o benden nefret ediyor şekline dönüşür, halbuki yansıtmalı özdeşleşmede nefret tamamen yansıtılmaz ve biraz da kişide kalır ve karşıdaki kişinin nefreti kontrol edilmeye çalışılarak ilişki manipüle edilir. Ağır kişilik bozuklukları bu savunma yoluyla reddedilen, korkulan, istenmeyen kendilik parçalarını dışsal bir nesneye yansıtarak, bu kişiyi kendisine yüklenen şeyle gerçek ilişkide yaşayacak biçimde bilinçdışı yönlendirir
88
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):86-95
ve dışarıda kontrolü sağlar. Olumsuz nitelikler olduğu kadar olumlu niteliklerin de bu yolla dışarıdaki nesnede tutulması sağlanır.[2,24-28] Ör: Birey kabul edemediği yetersizlik ve aşağılama dolu kendilik parçasını diğer bir kişiye yansıtır ve onu orada tutmak üzere davranır. Farkında olmadan karşısındaki kişi de kendini yetersiz hissetmeye başlar. Bu özellikle narsisistik özellikler gösteren kişilerle ilişkide olanların sık yaşadığı bir durumdur. Bazen de yansıtılan olumlu kendilik parçası tedavi ekibinde, hemşirelerde kurtarma arzuları veya hayranlık duyguları oluşturabilir.
rak görür. Bu hastalar kendilerini ve diğerlerini sürekli biçimde değişken algılar. Farklı nitelikte kişilerle ilişkiler kurarlar. Bir gün son derece frapan giyinen ve kendisini seksi hisseden bir hasta başka bir zaman son derece ahlakçı olabilir ve ona uygun giyinebilir. Ör: Borderline özellikler gösteren bir kadın hasta, büyük bir coşku ve istekle vücuduna “gül ve kılıç deseni içeren” bir dövme yaptırmış, bir hafta sonra büyük bir utançla dövmeyi saklamaya ve sildirmek için yollar aramaya başlamıştır. Bu kişi kimdir? Hanım hanımcık bir kız mı, ailesine ve içinde yaşadığı çevreye meydan okuyan bir isyankar mı?
İlkel yüceltme ve değersizleştirme (primitive idealization ve develüasyon): Yapay ve patolojik olarak dış nesnelerin iyi ve kötü nitelikleri abartılmıştır. Gerçekçi olmayan, ülküsel, tümgüçlü ve adeta tanrısal nitelikler atfedilen kişi ile -bir bakıma tümden kötüye karşı korunmak için yaratılan kurtarıcı ile- bir işbirliği girişimidir.[1,2] Ör: En sıklıkla hastalar “siz bir meleksiniz, beni sizden başka anlayan yok” diyerek hemşireleri yüceltir. Ancak unutulmamalıdır ki, her yüceltmenin arkasından değersizleştirme dönemi gelmektedir.
Üstbenlik (Süperego) Yetersizliği: Üstbenlik, bir kişinin yaşamını ahlaki değerlere göre düzenleme, başkalarını sömürme, kendi çıkarları için kullanma ve başkalarına kötü davranmadan sakınma düzeyini gösteren, dışsal denetim olmadığı zamanlarda bile dürüstlüğü ve ahlaki bütünlüğü sağlayan bir ruhsal yapıdır.[2,25] Ağır kişilik bozukluğu gösteren hastalarda ciddi üstbenlik kusurları görülmektedir. En ağır üstbenlik yetersizliği antisosyal kişilik bozukluğunda görülür. Narsisistik yapılarda da kişiler kendi çıkarları söz konusu olduğunda hemen değişebilir. Sınır kişilik bozukluğu olan bireyler ise çok çeşitli ahlaki ölçütlü bir yapı gösterirler. Sömürme, yalan söyleme, çalma, asalak gibi davranma, dürtüsel suça yönelik davranışlarda bulunma sık görülür. Bu hastalar eleştirildiklerinde davranışlarının kötü olduğunu değil kendilerinin kötü olduğunu hissederler ve kendi değerlerini arttırmaya çalışırlar. Histriyonik kişilerde, edilgin suça yatkınlık, sömürme ve rastgele cinsel davranışlar, şizoid kişilerde, yardımseverlik ile ahlaksızca davranışlar arasında gelgitler, paranoid kişilerde ise, yalan söyleme ve arkadan vurma önemli üstbenlik kusurları olarak görülür.[1,2] Kimlik Dağılması (Identity Diffusion): Kimlik dağılması değişik derecelerde olmak üzere tüm ağır kişilik bozukluklarında görülür. Kimlik dağılmasının temel belirtileri çelişen karakter özellikleri, zamansal kopukluk, içtenlik yoksunluğu, derin beden imgesi bozuklukları, boşluk duyguları, cinsiyetinden hoşnutsuzluk, aşırı etnik ve ahlaki tutarsızlıklarla kendini gösterir. Kimlik dağılması ağır bir psikopatolojiye işaret etmektedir.[2] Kernberg,[1] kimlik dağılmasını, başarısız bir ayrılma-bireyleşme sürecinin, çözümlenmemiş ödipal karmaşanın ve ergenlik döneminde, önceki özdeşimlerini, birleşmiş, kalıcı ve tutarlı bir kendilik tasarımları şeklinde bütünleştirmeyi başaramamanın bir sonucu ola-
Haset: Ağır kişilik bozukluklarının psikopatolojisinde hasetin önemli bir rolü vardır. Melani Klein’a göre,[26] sevgi nesnesine sahip olmak için rakibi ortadan kaldırmaya yönelik olan kıskançlıktan farklı olarak hasette hedef bizzat sevgi nesnesini ve onun iyi özelliklerini elde etme arzusudur. Hasetin kökeni anneyle yaşanan hoşnutluk deneyimlerinin azlığı ile ilişkilidir. Bu hastalar hasete karşı değersizleştirme, kontrol etme ve narsisistik içe kapanma gibi savunmalar geliştirirler. Aynı zamanda başkalarında haset uyandırma korkusu da bu hastaların işlevselliklerini sınırlayan önemli nedenlerdendir.[1,2] Yakın ilişkilere ve tedavi ekibine yönelebilen haset duyguları kişilik bozukluğu gösteren kişilerle istikrarlı bir ilişki sürdürmeyi oldukça güçleştirir. Ör: Ağır borderline ve paranoid özellikler gösteren Bayan C, evinin olduğu sokakta yürürken sokaktaki kişilerin ve mahalle esnafının kendisinde var olan üstün özelliklere (güzelliği, zeki ve eğitimli oluşu) haset duyduklarını ve bakışları ile kendisini küçültmeye çalıştıklarını düşünmektedir. Bu durumun kendisinde korku ve endişe yarattığını paylaşan hasta kendisinin de bakışlarını onlara dikerek onların üstünlüğünü yok ettiğini belirtmiştir. Aynı zamanda saçları parlak ve güzel olmasın diye asla vitamin almayan ve psikoterapi seanslarında kendindeki olumlu özellikleri ve değişimleri paylaşmayan C, bu yolla, terapistinin de kendisine haset duyacağını düşünüp bundan korunmaya çalışmaktadır. (Hasta bu duygularını daha sonraki süreçlerde terapistine anlatabilmiştir). Saldırganlık, Öfke ve Şiddet: Psikiyatri hastanelerinde ekibi en zorlayan durumlar saldırganlık, öfke ve şiddet gösteren hastalarla yaşanır. Bu tür hastaların başında gelen kişilik bozuklukları içinde saldırganlık ve şiddet eğilimi en sıklıkla antisosyal, paranoid, borderline ve narsisistik kişilik bozukluğu olan hastalarda görülür.[1,2,27,28]
Saldırganlık, iç ya da dış dünyaya yöneltilen zarar verme, yıkıcılık ve tahrip edici nitelik taşıyan davranışlardır. Öfke ve kızgınlık saldırganlığın etkinleştiğini haber veren temel duygulardır. Şiddette ise yok etme ve yıkıcılık ön plandadır.[28]
Birçok ruh sağlığı çalışanı, tehlikeli ve ciddi kişilik bozukluğuna sahip kişilerin tedavi edilemez olduğunu, dolayısıyla psikiyatrik tedaviye alınmaması gerektiğini düşünmek-
EREN N. Ağır Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri
te ve bu hastaların rahatsızlıktan ziyade kötü olduklarını öne sürmektedir. Oysaki bu hastalarda saldırgan eylemlerin ortaya çıkmasında önemli bir hazırlayıcı olarak; (entelektüel açıdan yeterli olmalarına rağmen) davranışların doğasını, kalitesini, duygusal ve ahlaki yönlerini tam olarak kavrayamamaları, sevgi ve pişmanlık gibi duyguları hissedememeleri, başkalarına duyarlılık göstermede yetersiz olmaları, kişilerarası ilişkilerde ciddi mantıksal bağlantı hataları kurmalarına neden olmaktadır.[29]
Bu hastalarda, saldırganlık, öfke, haset, nefret, sinirlilik gibi duygularla kendini belli eden agresif dürtülerin varlığı ve bu dürtüleri bastırabilecek ya da kabul edilebilir bir biçime dönüştürecek benlik gücünün ve yeterince bütünleşmiş bir üstbenlik yapılanmasının eksikliği, şiddetin oluşmasına zemin hazırlayan veya bunu tetikleyen, aşırı ya da yetersiz uyaran, güvenli olmayan bir çevre ve gereksinimlerin doyurulmadığı bir ortam oluştuğunda şiddet eylemi ortaya çıkar. Bu eylemlere karşı bir direnç gösterilmez, uygun sınırlandırma ve engellemeler yapılmazsa şiddet eyleminin dozu artar ve kişi bu yolla isteklerini elde etmeyi öğrenir ve sürdürür.[30]
Manipülasyon: Manipülatif davranış bir kişide tipik olarak korku, utanç, öfke, hayal kırıklığı, suçluluk gibi güçlü duygular uyandırmak amacı ile bilinçdışı veya kognitif çarpıtmaların sonucu olarak ortaya çıkar. Bazı kişilik bozukluğu gösteren hastalarda manipülasyon yansıtmalı özdeşleşme mekanizması yoluyla sürekli ve sık görülür. Bu tutum onların kişiler arası tarzlarının ayrılmaz bir parçası gibidir. Eğer manipülasyon başarılıysa ve diğer çalışanlar tarafından da duyulduysa, yoğun sosyal utanma duygusu oluşabilir. Bu durum, manipüle olan kişi tarafından fark edilmeksizin, diğer gözlemciler tarafından dedikodu malzemesi haline de gelebilir.[31] Manipülatif davranış psikiyatri profesyonellerinin kişilik bozukluğu olan hastalardan hoşlanmama ve onlarla çalışmak istememelerinin önemli sebeplerinden biridir. En sıklıkla, tekrarlayan manipülatif intihar girişimleri, kendine zarar verme davranışları, başkalarına yönelik zarar verici eylemler, acındırma davranışları vb. olarak ortaya çıkar. Hastaların istek ve beklentilerine karşı tedavi çerçevesi ile ilgili sınırların önceden konuşulması ve ekibin buna bağlı kalması bu manipülasyonları azaltabilir. Ör: Antisosyal özellikler gösteren Bay N, genç ve deneyimsiz hemşireyi, kendisinin çok iyi bir insan olduğu ve ona haksızlıklar yapıldı konusunda ikna ederek servis kısıtlamalarına karşı (telefon görüşmesi vb.) kendisinin ayrıcalıklar kazanmasına yardım etmesi yönünde manipüle etmiştir. İntihar: Kişilik bozukluğu gösteren hastalarda intihar düşüncesi ve girişimleri sık görülmekte ve en çok hastaneye yatış sebebini oluşturmaktadır. Bu kişileri intihara yönelten en önemli nedenler arasında ümitsizlik, öfke duyguları ve suçluluk vardır. Menninger,[32] bu duyguları ölme isteği, kendine dönmüş öldürme isteği ve öldürülme isteği ile ilişkilendir-
89
miştir. Umutsuzluğun yol açtığı intiharlar daha çok şizoid gerilemeye giden ağır kişilik bozukluklarında, öfke, intikam ve çevreyi kontrol etmeye yönelik girişimler daha çok sınır ve histriyonik kişilerde, suçlulukla seyreden öldürülme isteği ise daha çok depresif nevrotik kişilerde ve terapide ilerlemiş narsisistik kişilerde görülebilir.[2]
Kendine Zarar Verme (Self-Mutilasyon): Ağır kişilik bozukluklarında ve özellikle borderline kişilik bozukluğu gösteren hastaların psikopatolojisinde kendine zarar verme temel özelliklerden biridir ve onlara yardım etmek isteyen kişilerde tedirginlik yaratır. Bu konuda yapılan çok sayıda araştırma bileklerini kesme, vücudunun herhangi bir yerini kesici/delici bir aletle yaralama, vücudunda sigara söndürme, aşırı dozda ilaç alma, manipülatif intihar girişimleri gibi çeşitli davranışların görüldüğünü belirtmektedir.[7,3,33] Kendine zarar verici davranışın dinamiklerini anlamak zordur ve çok çeşitli etmenler bu davranışları tetikleyebilir. Özellikle intrapsişik süreçler ve nesne ilişkileri ile ilgili nedenler ön plandadır. Kernberg (1984), kendine yönelik yıkıcı davranışları olan hastaları üç gruba ayırmıştır.[1,28] Birinci grup, öfke, depresyon ve hayalkırıklığı sonucu gelişen ve bağımlı olduğu kişilerde suçluluk uyandırmaya dayalı zarar vericiliğin baskın olduğu sınır, histriyonik ve çocuksu yapılardır. Ör: Sevgilisi tarafından terk edilen kişinin kollarını kesici bir cisimle kesmesi en sık görülen kendine zarar verici davranış biçimidir. İkinci grup, daha şiddetle kendine zarar vermeye yönelen, patolojik büyüklenmeciliklerine meydan okunduğunda, travmatik bir aşağılanma veya yenilgi duygusu sonucu kendine zarar veren, daha habis narsisizmi olan hastalardır. Ör: 17 yıldır -şirket benim sayemde bu duruma geldi, bunu bana nasıl yapabildiler- diye tanımladığı işinden çıkarılan genel müdür, intihar girişiminde bulunmuştur. Üçüncü grup ise, olağandışı zalimlikle gerçekleştirilen zarar verici davranışları olan, sınır patolojiyi taklit eden bazı atipik psikotik durumlardır. Ör: Mesleği sağlık personeli olan daha ağır bir hasta ise, defalarca kendine zarar vermek amacıyla damarlarından kan almıştır. Kendine zarar verici davranışları olan hastalarda bütünleşmiş bir üstbenlik gelişimi olmadığı için suçluluk yaşama kapasiteleri yetersizdir. Yaşadıkları kaygı verici durumları depresyon hissetmeden, impulsif biçimde giderme davranışları gösterirler. Bazı borderline hastalarda kötü oldukları düşüncesi benliğinde ve bedeninde sürekli biçimde hissedilir ve bundan kurtulmak üzere zarar vericilik hastanın kendine döner. Geçmişlerinde çok sıklıkla travma öyküsü vardır. Bu eylemlerin nedeni, kan akıtarak içindeki kötü, zehirli kanı boşaltmak isteği şeklinde ifade edilmektedir.
Eyleme Vurma (Acting-Out): Kavram ilk kez Freud (1905) tarafından, daha çok aktarım ve direnç ile ilintili olarak kullanılmış ve hastanın anılarını anımsamak yerine yaptığı davranışları eyleme vurma olarak tanımlanmıştır. [34] Freud’dan sonra eyleme vurmanın tanımı ve kullanım ala-
90
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):86-95
nında büyük genişleme ve değişiklikler ortaya çıkmıştır. Yıllar içerisinde kavram psikanalizin dışına da taşınmış ve aktarım ilişkisi dışında kalan davranışları anlatmak için de kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle erken örseleyici yaşantıların, gelişme döneminde aşırı uyarılmanın ve dürtü denetimindeki zayıflığın, yineleyici eyleme vuruk davranışların ortaya çıkmasında etkili olduğu belirtilmektedir. Ağır kişilik bozukluklarında eyleme vurma sık görülür ve kişiler bu davranışları ile nedenleri arasındaki bağlantıyı kuramazlar. Eyleme vurma davranışları, rastgele cinsel ilişkiler, hızlı ve riskli araç kullanma, unutmalar, zarar verici davranışlar vb. şekillerde görülebilir.[35,36] Ör: Sevgilisinin kendisini aldattığını öğrenen kişinin hemen hiç tanımadığı birisi ile rastgele ilişkiye girmesi bir eyleme vurma davranışıdır. Kişi aldatıldığı için yaşanması beklenen üzüntü, acı ve öfke duygularından eylemle uzaklaşır. Bu niteliği ile de aynı zamanda bir savunma işlevi görmektedir.
Psikotik Gerileme (Regresyon): Ağır kişilik bozukluklarında, özellikle sınır yapılarda, akut psikotik tepkiler, depersonalizasyon, derealizasyon, görsel, işitsel ve algısal bozukluklar, paranoid inançlar ve patolojik narsisizmi olan hastaların aktarımında ortaya çıkan paranoid gerileme gibi geçici psikotik yaşantılar görülebilir. Bu yaşantıların primer nesne kaybı, bedensel stres ve çevreden gelen dayanılmaz etkilere karşı bir savunma olarak ortaya çıktığı öne sürülmektedir.[1,3] Ör: Borderline bir kadın hasta, duygusal olarak bağımlı olduğu, ancak cinsel arzu duymadığı eşinden ayrılma sürecinde, internette bir web sitesine edebiyat/psikoloji konularında yazılar yazmaya ve sitedekilerle yazılar üzerinden iletişim kurmaya başlamıştır. Bu dönemde web sitesinin yöneticisi olarak kendini tanıtan bir kişiye aşk ve cinsel arzu hissetmeye başlayan hasta, aynı dönemde takip edildiğini, hatta bilgisayarına girilerek fare (maus) üzerinden her hareketinin izlendiğini ve kendisine bazı mesajlar gönderildiğini düşünmeye başlamıştır. Kendilik nesnesi işlevi gören eşinden ayrılma sürecinde yas tutma kapasitesi olmayan hastanın, arzularının ortaya çıkması ile dağılma/parçalanma korkularına karşı akut psikotik-paranoid reaksiyonlar geliştirdiği görülmüştür. Sorunlar, Ulaşılmak İstenen Amaçlar ve Hemşirelik Girişimleri
Sınır Kişilik Bozukluğu: Sınır kişilik bozukluğu gösteren kişilerin en belirgin özellikleri değişken bir kimlik, düşünce ve duygulanımda zıtlık, yüceltme ile değersizleştirme arasında dalgalanan insan ilişkileridir. Genellikle kendilerini bir uçta, arızalı, yetersiz ve mazlum hissederler, diğer uçta ise, istediklerini yapan, kibirli ve tümgüçlü davranırlar. Bu hastalar duygusal olarak olgunlaşmamış (immature), istikrarsız ve kararsız bir yapı gösterirler. Hemşirelerin ve servis çalışanlarının bu hastalar hakkında zaman zaman ikiye bölündüğü görülür (Tablo 1).
Tablo 1. Sorunlar • • • • • • • • • • • • • •
Kimlikte belirsizlik (kariyer seçimi, cinsiyet, dış görünüm vs.) İmpulsif davranışlar (zarar verici eylemler, kontrolsüzce yeme, kumar oynama, rastgele cinsel ilişkiler vb.) Manipülatif davranışlar Öfke kontrolünde zorluk, kişilere ve eşyalara karşı saldırganlık Zıtlıklar içeren tutarsız davranışlar Uzun süreli, derin ve anlamlı ilişkiler kuramama, sürdürememe, yüzeysellik Kronik boşluk ve sıkıntı duygusu Yalnız kalmaya tahammül edememe Sürekli terk edilme korkuları ve ilişki arayışı içinde olma İntihar düşüncesi ve manipülatif girişimler Duygularını sözel olarak ifade etmede yetersizlik, tepkisel davranma Sınırlandırılma karşısında tahammülsüzlük ve ajitasyon, otoriteye tepki Günlük yaşamı sürdürmede yetersizlik Sosyal yalıtılmışlık
Ulaşılmak İstenen Amaçlar • • • • • • • • •
Duygularını uygun biçimde ifade etmesi için alternatif çözümler oluşturmak, Tepkisel davranışlarda bulunmasına neden olan koşullardan uzak tutmak, Kendine zarar verici davranışlara (self-mutilasyon, intihar vb.) karşı hastanın güvenliğini sağlamak ve bu davranışları durdurmak, İmpuls kontrolünü sağlamaya yardım etmek, Hastaneye yatırılmayı gerektiren krizlerin oluşmasını engellemek, Hastane dışında onu destekleyecek bir sosyal gruba katılmasını desteklemek, Hayatında daha kalıcı aktiviteler ve ilişkiler sürdürmesine yardımcı olmak, Bağımlılık ihtiyacını olgun ilişkiler kurarak karşılamaya çalışmasını desteklemek, Kendisi ve diğerleri ile ilgili zıtlıklar içeren algılamalarını bütünleştirmesine yardımcı olmak.
Hemşirelik Girişimleri • • • • • • • •
Öncelikle serviste hastayı hemşirelerin kolay gözlemleyebileceği bir ortam sağlanmalıdır. Hastanın fiziksel olarak korunması öncelikli hedef olmalıdır. Bunu sağlamak için risk değerlendirmesi yapılmalı ve ona göre gözlem planlanmalıdır. Hastanın daha önce intihar girişiminin ya da şu an öyle bir planının olup olmadığı ve kendine zarar verici davranış biçimleri öğrenilmelidir. Hemşire hastayı gözlemleyebilecek bir yakınlıkta olmalı, hastanın bulunduğu ortamda kendisine zarar verebilecek hiçbir obje bulundurulmamalıdır. Hastayla tutarlı bir ilişki kurulmalıdır (hastanın uçlaşmış tutumunun etkisinde kalmadan), böylece hastanın olumsuz davranışları azalabilir. Hasta doğrudan ilişki kurması için desteklenmelidir. Manipülatif ve tepkisel davranışlar gösterirse mümkün olduğu kadar bu davranışları dikkate almayan bir tutum gösterilmelidir. Böylece bir süre sonra hasta sakinleşecektir. Hasta kişisel davransa bile, hemşirenin onunla tedavisi için ilgilendiğini hissetmek ister. Hasta ile iletişimde kişisel ilgi ya da sempati duyguları ile değil profesyonel tutum gösterilmelidir. Dolayısıyla hastayla arkadaşlık kurmak tedavisi açısından yararlı değildir, sınır sorunları yaratır. Hasta hemşireye bağımlı olmadan terapötik ilişki içinde olduğunu hissetmelidir. Alkol, madde kullanımı ve yasal problemler varsa öncelikle bunların çözümüne odaklanmak gereklidir. Aksi takdirde hasta bunların yarattığı sorunların içinde dağılabilir. Hastanın ağrı, bulantı vb. fiziksel problemi varsa bunun tedavisini sağlamak önemlidir. Fiziksel semptomlar hastanın emosyonel durumunun önüne geçmemelidir.
91
EREN N. Ağır Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri
Tablo 1’in devamı
Tablo 2.
• • • • • • • • • •
Sorunlar
Bu kişilerin sorunlarının çözümünde hukuk, sosyal kuruluşlar vb. disiplinlerden kişilerle çalışmaya da ihtiyaç olabilir. Yasal konular söz konusu olduğunda, gerekirse hastaya yönlendirme sağlanabilir. Hastayla konuşurken, iletişimde olduğu kişileri de içine çeken umutsuzluk, çaresizlik, yetersizlik gibi pasifliğe iten duygularını pekiştirmeden, endişelendiği durumları ortaya çıkarmaya ve sorumluluk alabilme becerisini arttırmaya odaklanmak gereklidir. Hastanın hangi becerilerini geliştirdiği ya da neleri yapmakta zorlandığı gözlemlenerek, bu gözlemlerle ilgili geri bildirim vermek, hastanın kendisi hakkında farkındalık kazanmasına yardım eder. Sonra birlikte gerçekçi hedefler belirleyerek, gerekirse bu hedefleri bir liste haline getirip, bir öncelik takvimi oluşturmak yararlı bir çerçeve sağlar. Hastanın tedavisine katılan tüm kişilerle iletişimde olmak ve hastanın yansıttığı farklı tepkileri bilmek önemlidir. Böylece hastanın ekipte bölünmeler yaratması önlenebilir ve bütünleşme daha kolay sağlanır. Hastanın ne zaman, hangi durumlarda yoğun kaygı, sıkıntı gibi rahatsız edici duygular yaşadığını izlemek ve olaylarla duyguları arasında bağlantı kurmasına yardımcı olmak için geribildirim vermek, hastanın kendisini etkileyen iç ve dış etkenlerin farkına varmasına ve çözümlemesine yardım eder. Hastayı yargılamadan, kişisel sorunlarını anlatması için onu güçlendirmek, korkularını, yaşadığı belirsizlikleri, öfkesini, kimlik sorunlarını rahatça ifade edebilmesi için empatik ve güvenli bir iletişim sağlamak gereklidir. Hastanın kişilerarası ilişkilerini güçlendirmesine yardımcı olmak amacıyla yaşadığı gerçek ya da hayali ilişkisel durumları rol-oynama yoluyla canlandırarak farklı açılardan görmesini sağlamak, iletişim becerilerinin artmasına yardım eder. Böylece hasta başka topluluklara girme konusunda daha cesaretli olur. Hastanın yaşadığı bir sorunu çözmesine yardımcı olurken aynı zamanda güçlü olduğu yönleri de fark etmesi sağlanabilir. Daha önce yaşadığı sorunlarda başarılı bir şekilde başa çıktığı durumları sorgulayarak kendisinin de fark etmesine yardımcı olunmalıdır. Böylece hastanın yetersizlik algısı değişecektir. Hastanın eylemleri ile bunları etkileyen sebepleri anlaması için, şimdi ve burada olanlara odaklanarak olaylar arasındaki bağlantıları fark etmesini sağlamak gereklidir. Bunu sağlamak için davranışına ve bunun anlamına odaklanılabilir. Ör: “Bu tutumunuzla şu anda bana ne anlatmaya çalışıyorsunuz” ya da serviste kargaşa çıkaran bir hastaya “Burada yarattığınız kargaşada sanırım içsel sıkıntınızın bir etkisi var” gibi. Hemşirenin kendi duygularına odaklanması ve hastanın onda yarattığı etkileri tanıması önemlidir. Bu yolla hastanın ilişkisel ihtiyaçlarını anlayabilir, kendisi ve hasta arasındaki sınırı koruyabilir. Ör: “Acıma duyarak bir hastaya telefon izni vermesinin”, “öfkelendiği için hastayı çay saatine davet etmeyi unutmasının” veya “korktuğu için hastanın odasına girememesinin” ve bunun gibi durumların, hastadan yansıyan karşı-aktarım sorunları olduğunu ayırt etmesi ve gerekli süpervizyon desteğini alması gerekmektedir. Aksi takdirde bu durumları sürdürerek hem hasta hem de kendisi için sağlıksız bir ilişki örüntüsünü pekiştirmiş olacaktır.
Narsisistik Kişilik Bozukluğu: Narsisistik kişilik bozukluğunun temelinde abartılı özsevi vardır. Bu kişiler üstün, özel, eşi bulunmaz kişiler olduklarına inanıp başkalarının da öyle görmesini beklerler. Büyüklenme, yoğun hırs ve doymak bilmez bir arzu içindedirler. İlişkiye girdikleri kişilere yükledikleri değerler yoluyla kendi benlik saygılarını güçlendirirler. Aslında derinde benlik saygıları çok kırılgandır, utangaç ve eleştiriye çok duyarlıdırlar. Hayal kırıklığı ve isteklerine ulaşamama durumunda depresif belirtiler, hatta psikotik savunmalar görülebilir. Hemşirelere değersizleştirici davranabilir ya da yüceltebilirler (Tablo 2).
• • • • • • • • • • • • • • •
Benlik saygısında yetersizlik Gerçekçi olmayan beklentiler İlişki sorunları, yakınlık kuramama, duygusal sığlık, donukluk Değişken değerlilik, değersizlik duyguları Güvensizlik, kuşkuculuk Anlamsızlık, boşluk hissi ve can sıkıntısı Mükemmeliyetçilik ve sürekli önde olma arzusu Haset ve diğerlerine yönelik değersizleştirici, eleştirici tutum Engellenmeye dayanamama, kızgınlık ve öfke patlamaları Başkalarına karşı umursamaz tutum, bencillik Sınır sorunları Diğerlerinden övgü almaya aşırı gereksinim duyma Eleştiriye tahammülsüzlük Sorumluluk almada isteksizlik, çıkarcılık Psikotik, paranoid, tepkiler
Ulaşılmak İstenen Amaçlar • • • • • • • •
Kendisi hakkında gerçekçi değerlendirme yapabilmesini sağlamak, Davranışlarının etkilerini fark etmesini ve sonuçlarını değerlendirebilmesini sağlamak, Çıkara dayanmayan duygusal ilişkiler kurabilmesini sağlamak, Davranışlarının sorumluluğunu üstlenebilmesini, pişmanlık ve üzüntü duyabilmesini sağlamak, Başkalarından sürekli övgü alma ihtiyacının azalmasını sağlamak, Hastanın yetersizlik duygularını paylaşmasını ve olumlu özelliklerini değerlendirebilmesini sağlamak, Öfke ve haset duygularının azalmasını sağlamak, Yaşamı ile ilgili gerçekçi hedefler oluşturabilmesini sağlamak.
Hemşirelik Girişimleri • • • • • • • • • • • •
Bu kişiler genellikle ya hayal kırıklıkları sonucunda oluşan depresif bir durumda ya da paranoid tepkiler nedeniyle hastanededirler. Çökkün ve değersizlik duyguları içinde olabilirler. Bazen de öfkelidirler. Hemşireyi reddedebilir ya da değersizleştirici davranabilirler. İlk kabul çok önemlidir. Profesyonel bir tutum ve sınırları koruyan bir yakınlık hastanın güven duymasını kolaylaştırır. Kendilerine ayrıcalıklı davranılmasını beklerler. Odalarını beğenmez ve diğer hastaları eleştirebilirler. Sakin ve anlayışlı bir tutum ile hastanın kendini ifade etmesi sağlanmalı ve gerekçeleri anlaşılmalıdır. Hastanın sınırları açıkça konuşulmalı ve ne bekleyeceği bildirilmelidir. Servisteki diğerleri ile ilişkileri gözlemlenmeli ve zarar verici davranışları sınırlandırılmalıdır. Hastanın hayal kırıklığına uğradığı yaşantıları paylaşması ve yüksek beklentileri ile bağlantı kurması sağlanmalıdır. Hastanın derinde yaşadığı değersizlik, aşağılık duygularını ve öfkesini ifade edebilmesi sağlanmalıdır. Genellikle bu duyguları kendisi dışında kimseye itiraf etmemiştir. Bunları konuşmak rahatlatıcı olabilir ve hastanın kendisini daha gerçekçi biçimde kabul edebilmesini kolaylaştırır. Hastanın yeteneklerine ve sahip olduklarına değil kendisine değer verildiğini hissetmesi sağlanmalıdır. Önyargılarını paylaşması sağlanarak diğerleri ile iletişim kurması için teşvik edilmelidir. Hastanın, yaşadığı değersizlik duygusu nedeniyle göremediği olumlu yanlarını hatırlaması sağlanmalıdır. Kibirli ve soğuk davranışları ile ilgili geribildirim verilmeli ve bu tutumun hastanın ilişkilerindeki etkisi konuşulmalıdır. Depresif ve psikotik tepkileri gözlemlenmeli, kendine zarar verici davranışları engellenmelidir. Bu hastalar bazen etkileyici ve manipülatif davranabilir, profesyonel sınırları zorlayabilirler. Hemşirenin kendi duygusal tepkilerini gözlemlemesi ve gerektiğinde kendi tepkilerini ekipteki diğerlerinin tepkileri ile karşılaştırması sınırları korumada yarar sağlar.
92
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):86-95
Histriyonik Kişilik Bozukluğu: Histriyonik davranışlar genelde uygunsuz ve dramatiktir. Bu hastalar organik bir temeli olmayan fiziksel belirtiler gösterirler. Manipülatif intihar girişimleri olabilir. Bu tip davranışlar genelde hastanın etrafında insanlar varken ya da hastanın bir isteği yerine gelmediğinde, hasta tatsız bir olayla karsılaştığında görülür. Seksi görünümlerini ilgi çekmek için kullandıklarının çoğu zaman farkında değil gibidirler. Bu hastalar sanki çok az sorunları varmış, hatta bazen de hiç sorunları yokmuş gibi görünebilir ve davranabilirler. Hemşirelerle ilişkide sürekli ilgi çekmek, sevilmek ve var olduklarını hissetmek için uğraşırlar (Tablo 3). Tablo 3. Sorunlar • • • • • • • • • • •
Öz güven eksikliği Stresle ya da krizlerle baş etmede yetersizlik Abartılı duygu ifadesi ve dramatizasyon Engellenmeye karşı tahammülsüzlük Organik alt yapısı olmayan fiziksel yakınmalar Ayartıcı, seksi davranışlar Dikkat çekmeye yönelik davranışlar ya da manipüle edici tutumlar Kişilerarası ilişkilerde yüzeysellik İntihar tehdidi ve manipülatif intihar girişimleri Abartılı giyim ve makyaj İçgörü yoksunluğu
Ulaşılmak İstenen Amaçlar • • • • • • • •
Hastanın sürekli dikkat çekme isteğinden, manipülatif ve seksi davranışlarından kurtulmasını sağlamak, Bulunduğu ortama uygun giyinebilmesini sağlamak, Sosyal olarak kabul edilebilecek davranışlar sergilemesini sağlamak, Eyleme vuruk davranışların (acting out) azalmasını sağlamak, Hastanın değersizlik duygularını fark etmesini sağlamak, Hayal kırıklığı (frusturasyon) ile baş edebilme gücünün artmasını sağlamak, Duygularını yıkıcı olmayan bir şekilde ifade etme becerisi kazanmasını sağlamak, Duygularını abartmadan ifade edebilmesini sağlamak.
Hemşirelik Girişimleri • • • • • • •
Hasta başlangıçta duygularından bahsetmek istemeyebilir. Hastayla kurulacak ilk ilişki hastanın derin duygularını sorgulamak yerine güven ve istikrarı sağlamaya odaklanmalıdır. Hastaya uygun ve uygun olmayan sınırlar gösterilmelidir. Böylece sınırları hisseden hasta kendisini daha güvenli ve emin bir ortamda hissedecektir ve kendi kendini kontrol edebilmesi gelişecektir. Hasta yeni fiziksel rahatsızlıklardan yakınabilir, bunlar rapor edilmelidir. Hastaya, belli bir süre (Ör: 10 dakikadan 1 saate kadar) fiziksel şikayetlerinden bahsetmesi için izin verilir ve kaygıları konuşulursa yakınmalar azalmasa da, hasta bu yakınmalarla nasıl baş etmesi gerektiğini öğrenir. Hastanın dikkat çekme isteğini, seksi davranışlarını azaltmasına destek olunmalıdır. Başkalarının dikkatini çekebileceği kışkırtıcı durumlardan uzak kalması sağlanabilir. Böylece bu davranışlarının azalması sağlanabilir. Hastanın başkalarından ilgi görmek için daha uygun stratejiler kullanmasına yardımcı olunmalıdır. Hastayla hangi davranışın uygun olmadığını konuşarak netleştirmek, hastanın kendisi hakkında farkındalığını arttırır. Hastayı, zarar verici bir davranışta bulunmadığı sürece ilgi odağı haline
Tablo 3’ün devamı • • • • • •
getirmemelidir. Hemşirenin dikkatinin hastanın her an üstünde olmaması bu tür davranışların azalmasını sağlar. Hasta kendine ya da başkalarına zarar vermeye kalkarsa, tehditler savurursa onu bulunduğu yerden uzaklaştırmak ve güvenli bir ortama almak gerekir. Hasta kendini düzgün bir biçimde ifade ettiğinde ya da bulunduğu ortama göre uygun giyindiğinde ona olumlu geri bildirim verilmelidir. Olumlu geribildirim hastayı ödüllendirir ve uygunsuz davranışlarının azalmasını sağlayabilir. Hastanın uygunsuz davranışlarını düzeltmesini desteklerken onu cesaretlendirmelidir, ancak bunu yaparken hastaya çocukmuş gibi davranmamak önemlidir. Uygun iletişim kurduğunda takdir edici cümlelerle hastaya olumlu mesajlar vermek yararlı olabilir, ancak iltifat yerinde olmalıdır. Böylece olumlu davranışın pekişmesi sağlanabilir. Hastanın akranlarının, içinde bulunduğu grubun ona olumlu geribildirim vermesi desteklenebilir, böylece akranlarından almış olduğu ödüllendirme ona neyin uygun olduğunu gösterebilir. Hasta kendini yeterli hissedeceği servis aktivitelerine yönlendirilmelidir.
Anti-Sosyal Kişilik Bozukluğu: Antisosyal davranışları olan kişilerin temel özelliği, içtenlikle suçluluk duygusu yaşayamama ve insanlara kayıtsızlıktır. Bu kişiler sürekli biçimde toplumun sosyal, ahlaki ve yasal kurallarıyla ilgili sorunlar yaşarlar. İlişkilerinde ciddi sınır sorunları vardır, başkalarına ait olan şeylere saygı duymazlar. Bu kişiler aslında gizliden gizliye değersizlik duyguları ile dolu, insanları küçük gören, sevemeyen, çocuksu çaresizlik ile üstünlük duyguları arasında gidip gelen kişilerdir. Ancak sıklıkla hasta olduklarına ve tedaviye gereksinimleri olduğuna inanmazlar. Bu fikirlerini hemşirelere ve servisteki diğer kişilere de yansıtarak onları kendi gereksinimleri için manipüle edebilirler. Hatta bazen son derece mantıklı görünürler ve deneyimsiz bir hemşireyi, sorunlarının hastaneye yatırılmış olmaktan kaynaklandığına ikna edebilirler. Bu hastaların duygu, düşünce ve davranışlarının değişmesi için yapılandırılmış ve tutarlı bir çalışmaya ve uzun yıllara ihtiyaç vardır (Tablo 4). Tablo 4. Sorunlar • • • • • • • • • • • • • • •
İnsanlarla yakın ilişki kuramama, güvensizlik Engellenmelere tahammül edememe İmpulsif davranma Saldırganlık Yaşanacak olan hazzı erteleyememe ve anlık keyif alma Gelecekle ilgili plan yapamama Yargılama güçlüğü Manipülatif davranışlar Alkol ve madde kullanımı ya da bağımlılığı Otorite ile çatışma Kuralları takip etmede ya da kanunlara uymada zorluk Suçluluk hissetmede eksiklik Geçmiş deneyimlerinden sonuçlar çıkaramama Sosyal açıdan kabul edilmeyecek davranışlarda bulunma Sorumluluk alma ve sorumlulukla baş etmede yetersizlik
93
EREN N. Ağır Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri
Tablo 4’ün devamı Ulaşılmak İstenen Amaçlar • • • • • • •
Hastanın güvensizliğini ve şüpheciliğini azaltmak, Hastanın kendini gerçekçi biçimde değerlendirmesini, davranışlarının sonuçlarını görmesini ve sorumluluk almasını sağlamak, Hastanın, korkularını, kayıp ve güçsüzlük duygularını, problem davranışlarını tanımlayabilmesini sağlamak ve olumlu rol modeli oluşturmak, İmpuls kontrolündeki zayıflık dikkate alınarak, sınırlara ve engellenmeye karşı tahammülünün arttırılmasını sağlamak, Korkuları ile yüzleşmesi ve baş etmesi için alternatif yollar bulmasını sağlamak, Kendini değerli hissedeceği olumlu davranışlar geliştirmesini sağlamak, Hastanın kişilerarası ilişkilerinin gelişmesini sağlamak.
Hemşirelik Girişimleri • • • • • • • • • • • •
Hastayı hastaneye getiren olayları açıkça anlatabilmesini sağlamak gerekir, bu hastalar genelde davranışlarının sonucunda oluşan olayları inkar ederler. Dürüst davranması konusunda onu cesaretlendirmek önemlidir, çaresiz ve hasta rolünü oynayabilir. Başlangıçtan itibaren hastanın davranışlarına uygun biçimde sınır koymak, kabul edilemeyecek davranışlarına izin vermemek, tutarlı bir ilişki açısından gereklidir. Hastanın kabul edilemeyecek davranışlarının hangileri olduğunu anlamasına yardımcı olmak, bu noktada hastaya durumu daha net görebilmesi için somut örnekler vermek, olumlu bir etki yaratabilir. Hastaya kuralların ne olduğunu ve neden kurallara uyulması gerektiği konusunu bir kez net olarak açıklamak yeterlidir. Sonraki zamanlarda onunla bu kuralları tekrar tekrar tartışmadan kaçınarak önceden belirtilen tutumu sürdürmek gereklidir. Aksi takdirde hasta manipüle edebileceği bir alan aramayı sürdürür. Hastayla diğer hastane çalışanlarının ona karşı tutumunu tartışmaktan kaçınmak, sorun yaşadığı kişi ile yüz yüze gelip bunu çözmesini sağlayıncaya kadar arkadan konuşmamak gerekir. Günlük aktivitelerin iyi planlandığı bir program oluşturmadıkça bu hastaların çoğu boş oturmaya ve aktiviteleri ertelemeye eğilimlidirler. Hasta için ekiple birlikte bir plan oluşturmak ve bu plana bağlı kalarak istikrarlı bir tutum göstermek önemlidir. Ekip üyelerinden birisinin bile bu planı bozması hastanın yeni davranışlar geliştirmesini engelleyecektir. Hastanın impuls kontrolünü geliştirmek üzere önceden onu kışkırtan durumları konuşmak, engellenmeler karşısında hissettiklerini sözel olarak ifade etmesini sağlamak ve uygun aktivitelere yönlendirmek yararlıdır. Hastaya doğru davranmasını sağlamak üzere dil dökmekten kaçınmak gerekir. Çünkü hasta bunu hemşire için değil kendisi için yapmalı, kendi sorumluluklarını ve ne yapması gerektiğini fark etmelidir. Hastanın yaptığı iyi bir davranışı o sırada ödüllendirmek ve ona olumlu geribildirim vermek önemlidir. Böylece kabul edici davranışlarının sayısı artar. Hastayı, onu korkutan şeyleri görmesi konusunda yüreklendirmek, korkusunu ifade etmesini teşvik etmek, yaptığı kötü davranışın nasıl sonuçlandığını görmesini sağlamak gerekir. Böylece hasta davranışının sorumluluğunu üstüne alabilir ve sorumluluk duygusu gelişebilir. Güvenli bir ortamda hastayla role-oynama yapılabilir, böylece alternatif sorun yaratabilecek durumlarla başka şekilde baş etmesi, alternatif sosyal ve yasal yollar geliştirmesi sağlanabilir.
Paranoid Kişilik Bozukluğu: Paranoid davranışın temelinde güven eksikliği, şüphe, büyüklenmecilik (grandiözite), düşmanlık duygusu vardır. Hasta savunma mekanizması olarak yansıtmayı (projeksiyon) kullanır. Bu hastaların kendine olan güveni oldukça düşük olabilir, büyüklenmeciliğe bağlı olarak delizyonları, halüsinasyonları olabilir, etrafında yaşa-
nılan şeyleri hep kendi üstünden algılarlar (haber spikeri ona mesaj veriyordur). Kafein, özellikle paranoid hastalarda kuşku, huzursuzluk ve kaygıyı arttırır. Hemşireler için tedavi işbirliği kurmada zorluklar yaratan hastalardır (Tablo 5). Tablo 5. Sorunlar • • • • • • • • • • • • • • • • •
Güven eksikliği Benlik saygısının düşük olması Dış dünyayı tehlikeli algılama, şüphe ve korku Güçsüzlük duygusu Yemek yemeyi reddetmek Düşmanlık, öfke ve öldürme fikirleri Olayları gerçekliğinden farklı ve çarpık algılama Delüzyon, grandiözite, perseküsyon Referans düşünceleri Aşırı ayrıntıcı düşünme Halüsinasyon ve illüzyon (özellikle ses olarak) Tedavi gereksinimini reddetme İntihar eğilimi Sorumluluk alamama, günlük aktivitelere katılamama Sosyal izolasyon İletişim kuramama Suçluluk duygularını diğerlerine yansıtma
Ulaşılmak İstenen Amaçlar • • • • • • • • • •
Kendine zarar vermesini engellemek, Diğerlerine zarar vermesini engellemek, Şüpheci davranışlarının azalmasını sağlamak, Tedavi ekibine karşı güven duyabilmesini sağlamak, Referans fikirlerinin, halisünasyonlarının, delüzyonlarının ve diğer psikotik semptomlarının azalmasını sağlamak, Değersizlik duygusunu sözel bir şekilde dile getirebilmesini sağlamak, Yeterli beslenmesini sağlamak, Tedavi programına katılabilmesini ve işbirliği kurmasını sağlamak, Stresle, değersizlik duygusuyla, acıyla ve kayıpla baş edebilmesi için alternatif yollar kazanabilmesini sağlamak, İnsanlarla iletişim kurabilmesini sağlamak.
Hemşirelik Girişimleri • • • • • • • • •
Hemşirenin hastaya kendini tanıtarak iletişime başlaması ve tehdit olarak algılamasını engelleyecek şekilde yaklaşması çok önemlidir, çünkü hasta korku ve şüphe içinde olabilir. Hastaya güvende olduğunu, rahat bir ortam içinde bulunduğunu hissettirmek gereklidir. Böylece hasta tedaviye daha istekli olacaktır. Hasta serviste yürüyorsa onunla birlikte yürüyerek, hemşirenin onunla ilgilendiğini göstermesi olumlu bir etki yapabilir. Hasta içinde bulunduğu anda halisünasyon ya da delüzyon yaşıyorsa, hastayla uyaranın en az olduğu yerde konuşmaya çalışılmalıdır. Uygun zamanda hastaya tedavi planından bahsetmek gerekir. Böylece hastada güven duygusu gelişecek ve şüpheleri azalacaktır. Hastaya karşı gizemli görünecek şekilde davranılmamalı, hastanın yanında başkalarıyla fısıldayarak konuşulmamalı, hastayla açık ve dolaysız bir ilişki içinde olunmalıdır. Görüşme içinde hasta adına not alınıyorsa, hasta bu notları görmek isterse ona gösterilmeli ve sorduğu sorulara açıklıkla cevap verilmelidir. Hastanın duygularını ifade etmesine fırsat sağlanmalıdır. Hastaya uygulanan ilaç tedavisinin neden uygulandığını söylemek olumlu bir etki yapar: “sana bu ilacı veriyorum, daha berrak düşünmeni sağlamak için, korkularını azaltmak için” gibi. Hastanın delüzyonlarını ya da referans fikirlerini onunla tartışmadan,
94
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):86-95
Tablo 5’in devamı
lanmalı, direk sorular yerine dolaylı sorular, ucu açık cümleler kurmalı, aktif dinleyici olmalı, diğerleri ile olan davranışlarını gözlemlemeli ve hastanın konuşmasındaki zıtlıkları, kaotik yapıyı, yüzeysel ve dağınık içeriği tanımlayarak hastaya geri sunabilmelidir. Aynı zamanda hem kendi hissettiklerine hem de hastanın duygusal durumuna dikkat ederek aktarımsal yaşantıları, hastanın kendisi üzerinde oluşturmaya çalıştığı manipülatif davranışları değerlendirerek, reddedici olmayan bir sınırlılıkla hastayı kapsayabilmeli/tutabilmelidir. Tüm bu işlevleri yerine getirirken ruh sağlığı ekibi ile aktif bir işbirliği kurmalı ve ekip üyeleri arasında koordinasyon sağlamalıdır.
• • • • • • • • • • • • •
ancak gerçeğe uygun olmayan şeylerin sınırlarını uygun bir dille hastaya göstermek gereklidir. Hastayla politik, dinsel inanışlar açısından tartışmaya girmemek, şaka yapmamak gereklidir, bunlar hastada öfke ve düşmanlık duyguları uyanabilir. Hastanın delüzyonları üzerinde konuşmasına izin verilebilir, ama aynı zamanda hastanın hemşireye ailesinden ya da somut konulardan bahsetmesini de teşvik etmek gereklidir, böylece hasta gerçekliğe yönelecektir. Hastanın korkularının gerçek olmadığından emin olunmalıdır. Hastaya tehdit edildiği hissi uyandırmayacak net yaklaşımlar uygulanmalıdır. Hastanın silahının olup olmadığı öğrenilmelidir. Hastanın diğer hastalarla ya da ziyaretçilerle olan iletişimi gözlemlenmelidir. Hastayı ilk önce küçük gruplara almak ve insanlarla iletişim kurma seviyesini adım adım yükseltmek yararlıdır. Olumlu geribildirim bu davranışlarını pekiştirecektir. Hastanın kafein alım miktarını gözlemlemek ve gerekliyse kafein alma miktarına sınır koymak gerekir. Hastanın uyku sürecine ve bu sürecin nasıl geçtiğine dikkat edilmelidir. İyi uyuyamıyorsa tedirginliği artabilir. Hasta serviste kötü bir olay yaşayabilir. Böyle bir durumda hastanın ne hissettiğini, neden kendini ve olayları öyle algıladığını paylaşması sağlanmalıdır. Hastayla yaşadığı olayları role-oynama yoluyla yeniden değerlendirmek mümkündür. Ör: Sorun yaşadığı kişi varmış gibi, “ona ne demek isterdin?” Böylece hasta duygularını açığa vuracaktır. Hastadan ne beklendiği ona açıkça bildirilmelidir. Eğer gerekliyse oral yoldan ilaç verdikten sonra ilacı yutup yutmadığını görmek için ağzını kontrol etmeli ve ilaçların tedavinin bir parçası olduğu vurgulanmalıdır.
Sonuç Gelişmiş ülkelerde son on yıldır psikiyatri hemşiresinin ruhsal bozukluğu olan hastaların tedavisindeki rollerinde önemli değişimler olmaktadır.[17,37,38] Ülkemizde de buna paralel olarak psikiyatri hemşirelerinin yataklı servislerde ağır kişilik bozukluğu gösteren hastaların tedavisinde, ekibin bir parçası olarak planlanmış görevler üstlenirken, aynı zamanda bağımsız rollerini geliştirmeleri, genel hemşirelik bakımını sağlamaları ve özelleşmiş psikoterapötik girişimleri yürütmelidirler. Ağır kişilik bozukluğu gösteren kişiler için geliştirilen özelleşmiş psikoterapötik hemşirelik teknikleri, ruhsal yapının eksikliklerini, kişilerarası ilişkilerde yaşanan değişken durumları, manipulatif ve intihara yönelik davranışları, yoğun ve değişken duygulanımları, agresyon, kendini yaralama ve dürtü kontrol sorunları gibi zorlayıcı durumları kapsamalıdır. Hasta ve hemşire arasındaki ilişki; 1- başlangıç/ilk karşılaşma ve güven sağlama, 2- gelişme/ilerleme, çatışmaların ortaya çıkması ve yeni yolların bulunması ve 3- olgunlaşma, daha çok sorumluluk alma ve hemşireden bağımsızlaşma olmak üzere bazı aşamalardan geçen dinamik bir süreç olarak görülmelidir. Hemşire tüm bu aşamalarda hastaya özel zaman ayırmalı, hastanın gereksinimlerini tespit etmeli, görüşmeler sırasında hastanın sadece söylediklerine değil davranışlarına da odak-
Kaynaklar 1. Kernberg OF. Severe personality disorders: Psychotherapeutic strategies. New Haven, CT: Yale University; 1984. 2. Akhtar S. Ağır kişilik bozukluklarının tanı ve sağaltımı için başvuru kitabı [Çeviri editörü: Alkan A, Gürdal C, Editör: Eğrilmez A] İzmir: Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Eğitim Hizmetleri Yayınları; 2009. (Orijinal çalışma basım tarihi 1995). 3. Gunderson JG. Borderline kişilik bozukluğu [Çeviri editörü: Ceyhun B] Ankara: Hekimler Yayın Birliği, Medikomat; 1994. (Orijinal çalışma basım tarihi 1984). 4. Gallop R, Lancee WJ, Garfinkel P. How nursing staff respond to the label “borderline personality disorder”. Hosp Community Psychiatry 1989;40:815-9. 5. Bland AR, Tudor G, McNeil Whitehouse D. Nursing care of inpatients with borderline personality disorder. Perspect Psychiatr Care 2007;43:204-12. 6. Bland AR, Rossen EK. Clinical supervision of nurses working with patients with borderline personality disorder. Issues Ment Health Nurs 2005;26:507-17. 7. Bowers L. Dengerous and severe personality disorder. Response and role of the psychiatric team. London and New York: Routledge; 2002. 8. Koekkoek B, van Meijel B, Hutschemaekers G. “Difficult patients” in mental health care: a review. Psychiatr Serv 2006;57:795-802. 9. Murphy N, McVey D. The challenge of nursing personality-disordered patients. The British Journal of Forensic Practice 2003;5:3-19. 10. Woods P, Richards D. Effectiveness of nursing interventions in people with personality disorders. J Adv Nurs 2003;44:154-72. 11. Cleary M, Siegfried N, Walter G. Experience, knowledge and attitudes of mental health staff regarding clients with a borderline personality disorder. Int J Ment Health Nurs 2002;11:186-91. 12. Betan E, Heim AK, Zittel Conklin C, Westen D. Countertransference phenomena and personality pathology in clinical practice: an empirical investigation. Am J Psychiatry 2005;162:890-8. 13. Giannouli H, Perogamvros L, Berk A, Svigos A, et al. Attitudes, knowledge and experience of nurses working in psychiatric hospitals in Greece, regarding borderline personality disorder: a comparative study. J Psychiatr Ment Health Nurs 2009;16:481-7. 14. Murphy N, McVey D. Nursing in-patients with personality disorder: a schema-focused approach The British Journal of Forensic Practice 2001;3:8-15. 15. Westwood S, Batey A. The relationship between nurse counselling and formal psychotherapy on a severe personality disorder unit. The British Journal of Forensic Practice 2000;2:29-32. 16. Wright K, Haigh K, McKeown M. Reclaiming the humanity in personality disorder. Int J Ment Health Nurs 2007;16:236-46. 17. Melia P, Moran T, Mason T. Triumvirate nursing for personality disordered patients: crossing the boundaries safely. J Psychiatr Ment Health Nurs 1999;6:15-20. 18. Romano DM. A self-psychology approach to narcissistic personality disorder: a nursing reflection. Perspect Psychiatr Care 2004;40:20-8.
EREN N. Ağır Kişilik Bozuklukları ve Hemşirelik Girişimleri
19. Burns DP. Focusing on ego strengths. Arch Psychiatr Nurs 1991;5:202-8. 20. Schultz JM, Dark SL. Manual of psychiatric nursing care plans. 2nd ed. Boston: Little Brown and Company; 1982. 21. Schultz JM, Sheila L. Videbeck. Lippincott’s manual of psychiatric nursing care plans. 8th ed. Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins; 2008. 22. Townsend MC. Essentials of psychiatric mental health nursing concepts of care in evidence-based practice. 4th ed. Philadelphia: F.A. Davis Company; 2008. 23. Freud A. Ego ve savunma mekanizmaları. [Çeviri editörü: Erim Y] İstanbul: Bağlam Yayıncılık; 1989. 24. Göka E, Yüksel FV, Göral S. İnsan ilişkilerinde yansıtmalı özdeşim. Türk Psikiyatri Dergisi 2006;17:46-54. 25. Fenichel O. Nevrozların psikoanalitik teorisi. [Çeviri editörü: Tuncel S) İzmir: Ege Üniversitesi Matbaası; 1974. (Orijinal çalışma basım tarihi 1945). 26. Klein M. Haset ve şükran. [Çeviri editörü: Koçak O, Erten Y] 1. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları; Ötekini Dinlemek-6; 1999. (Orijinal çalışma basım tarihi 1957). 27. Bowers L, Carr-Walker P, Allan T, Callaghan P, et al. Attitude to personality disorder among prison officers working in a dangerous and severe personality disorder unit. Int J Law Psychiatry 2006;29:333-42. 28. Kernberg O. Sapıklıklarda ve kişilik bozukluklarında saldırganlık. [Çeviri editörü: Büyükkal MB] İstanbul: Metis Yayınları; 1996. (Orijinal çalışma
95
basım tarihi 1992). 29. Glen S. Dangerous and severe personality disorder: an ethical consept? Nursing philosophy. Blackwell Publishing Ltd; 2005. p. 98-105. 30. Fonagy P. Towards a developmental understanding of violence. Br J Psychiatry 2003;183:190-2. 31. Bowers L. Manipulation: searching for an understanding. J Psychiatr Ment Health Nurs 2003;10:329-34. 32. Menninger KA. Man against himself. New York: Harcourt, Brace World; 1938. 33. Canat S. Kendini yaralama davranışı (self mutilasyon). Klinik Psikiyatri 1999;1:46-48. 34. Rowan A. The place of acting out in psychoanalysis: from Freud to Lacan. Psychoanalytische Perspectieven 2000;41:83-100. 35. Erol A, Eğrilmez A. Eyleme vurma (acting-out): kavramsal ve tarihsel açıdan bir gözden geçirme. Türk Psikiyatri Dergisi 2000;11:212-19. 36. Wood EC. Acting out viewed in the context of the psychotherapeutic hospital. Int J Psychoanal 1968;49:438-44. 37. Gournay K. The changing face of psychiatric nursing. Revisiting... Mental health nursing. Advances in Psychiatric Treatment 2005;1:6-11. 38. Cremin D, Lemmer B, Davison S. The efficacy of a nursing challenge to patients: testing a new intervention to decrease self-harm behaviour in severe personality disorder. J Psychiatr Ment Health Nurs 1995;2:237-46.
96
DERLEME / REVIEW
Madde Kullanım Bozukluğu Olan Birey ve Ailesinin Hemşirelik Bakımı Nursing Care of Individuals and Their Families with Substance use Disorders Nuray ŞİMŞEK1
ÖZET
SUMMARY
Bağımlılık, bireyin beden ve ruh sağlığını, aile, toplum ve iş uyumunu bozacak derecede sık ve fazla miktarda madde kullanma, madde alma isteğini durduramama olarak tanımlanmaktadır. Madde kötüye kullanımı ise, yineleyen sorunlar ve istenmeyen sonuçlara karşın uygunsuz, tekrarlayıcı madde kullanma biçimidir. Madde kötüye kullanımı bireyde fiziksel, ruhsal ya da sosyal bazı sorunlara neden olan ve bireyin aile dinamiklerini olumsuz etkileyen psikiyatrik bir hastalıktır. Tedavisinde hastanın ve ailenin birlikte aile merkezli bir yaklaşımla ele alınması gerekmektedir. Bu makalede, hemşirenin madde bağımlısı bir bireyle çalışırken nasıl bir değerlendirme yapması gerektiği, hangi hemşirelik tanılarını ele alabileceği ve girişimlerinin neleri içermesi gerektiği konuları ele alınmıştır.
Addiction is defined as a chronic, relapsing brain disease that is characterized by compulsive drug seeking and use despite harmful consequences such as deterioration of physical and mental health and of social, work and family life. Substance abuse is an improper and repetitive use of substances in spite of repetitious problems and undesirable results. Compulsive and repetitive use may result in tolerance to the effect of the drug and withdrawal symptoms when use is reduced or stopped. These are considered substance use disorders. Substance use disorder is a psychiatric illness. Family support is essential to addiction recovery; thus, both the patient and their family should be included together into the rehabilitation program with a familycentered approach. Considering the nurses who work with substance addiction patients, we discuss in the article which nursing diagnoses and applications should be used and how to recognize the signs and symptoms of drug addiction and essential steps to recovery.
Anahtar sözcükler: Aile; hemşirelik bakımı; madde kullanım bozukluğu.
Key words: Family; nursing care; substance abuse.
Giriş Bağımlılık, bireyin beden ve ruh sağlığını, aile, toplum ve iş uyumunu bozacak derecede sık ve fazla miktarda madde kullanma, madde alma isteğini durduramama olarak tanımlanmaktadır.[1] Madde kötüye kullanımı ise yineleyen sorunlara ve istenmeyen sonuçlara karşın uygunsuz, tekrarlayıcı madde kullanma biçimidir. Tedavi amaçlı kullanılan bazı maddeler sağlığı iyileştirmek, ağrıyı veya anksiyeteyi azaltmak, enerjiyi artırmak, neşelilik hissi yaratmak, uyuyabilmek ya da uyanıklık durumunu artırmak gibi amaçlarla kötüye kullanılabilmektedir. Kullanılan maddeler stres ve gerginliği hafifletebilmekte ya da sıkıntılı durumlardan geçici bir kaçış sağlayabilmektedir.[2,3] Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Programı’nın (United Nations International Drug Control Programme-UNDCP) tahminlerine göre dünya üzerinde 180 milyon uyuşturucu madde bağımlısı bulunmaktadır.[4] 1 Nevşehir Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu, Nevşehir
İletişim (Correspondence): Nuray ŞİMŞEK. e-posta (e-mail): nuray_simsek@hotmail.com Psikiyatri Hemşireliği Dergisi 2010;1(2):96-99 Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):96-99
ABD’de 18 yaş ve üzerinde herhangi bir madde kullanım bozukluğunun yaşam boyu yaygınlık oranının %16.7, ülkemizde yapılan bir çalışmada ise bağımlılık yapan herhangi bir maddeyi yaşam boyu en az bir kez kullanma oranının %1.3 olduğu belirtilmektedir. Erkeklerde kadınlara göre, 15-24 yaş grubunda ise 25 yaş üstüne göre madde kullanım yaygınlığı daha yüksek olarak bulunmuştur.[5]
Madde kullanım bozukluklarında yaş ve cinsiyet gibi faktörler risk faktörü olarak belirtilmektedir. Bunun yanında aile özellikleri de madde kullanımı için risk oluşturmaktadır. [6] Aile içi çatışmalar, anne-babanın uygun denetimi sağlamaması, anne-babada madde kullanım öyküsünün olması ve parçalanmış aileye sahip olma gibi sorunların özellikle adölesan ve genç yetişkinlik döneminde madde kullanımı için risk oluşturduğu belirtilmektedir.[3,6]
Aile dinamikleri bireyin madde kullanmaya başlamasında önemli bir risk faktörü olmakla birlikte, tedavinin başarılı olmasında da önemli bir etkendir. Maddeyi kötüye kullanan adölesanlar için yapılan tedavi çalışmalarında aile eğitimlerinin madde kullanımını düşürdüğü, davranışsal problemler, aile problemleri, okul problemleri, okulu bırakma, kavgacılık, şiddet ve yasadışı davranışlar gibi pek çok sorunu azalttığı görülmektedir.[7] Ailede madde kullanımı doğrudan ya da dolaylı olarak diğer aile üyelerini de etkilemektedir. Suchman ve ark.[8] yap-
97
ŞİMŞEK N. Madde Kullanım Bozukluğu Olan Birey ve Ailesinin Hemşirelik Bakımı
tıkları çalışmada madde bağımlısı olan annelerin çocuklarına karşı daha az duyarlılık ve çocuklarındaki emosyonel belirtilere karşı tepkisizlik gösterdiklerini ortaya koymuşlardır. Yine ilaçları kötüye kullanan annelerle ebeveynlik hakkındaki görüşmeler, annelerin çocuklarının temel gelişimsel sorunlarını anlamadıklarını ve çocuk sahibi olma ve çocuklarını korumaya yönelik ambivalan duygular yaşadıklarını, çocuk ihmali ve ebeveynlik rollerini yerine getirmede yetersizlikler yaşandığını göstermektedir.[9]
Madde kötüye kullanımı, disiplinler arası yaklaşım gerektiren ruhsal bir bozukluktur. Tedavi ekibi içerisinde hemşire, bütüncül bakım anlayışıyla sadece bireye değil bireyin ailesine ve çevresine de hizmet sunmaktadır. Bu çalışmada, madde kötüye kullanımı olan bir bireye ve ailesine yönelik hemşirelik bakımının tartışılması amaçlanmıştır. Madde Kötüye Kullanım Problemi Olan Bireyin Değerlendirilmesi
Hemşire, madde kötüye kullanım problemi olan bir bireyi değerlendirirken öncelikle bireyin ne tür bir madde kullandığı, maddeyi hangi yolla ve ne kadar aldığı, ne kadar süredir madde kullandığı ve en son kullanım zamanı, madde kullanım miktarı ve sıklığı, madde kullanımını sonlandırmayı düşünüp düşünmediği ve sonucunda ne olduğu gibi doğrudan maddeye yönelik verileri değerlendirmelidir. Madde kullanımının neden olduğu aile, arkadaş, iş, sağlık problemleri ya da ekonomik, yasal vb. problemler yaşama durumu ile ailede alkol ya da ilaç kullanımı olup olmadığı da değerlendirilmesi gereken diğer veriler arasındadır.[2]
Birey madde kullanım öyküsünü sunamazsa, hemşire madde kullanımının göstergelerini değerlendirmelidir. Bireylerde madde kötüye kullanımını düşündürebilecek özellikler; problemlerin inkarı, madde kullanımını önemsememe, problemler için başkalarını suçlama ve mantığa bürüme, anksiyete, irritabilite, impulsivite, suçluluk, keder, öfke duyguları, kavrama yeteneği ve yargılamada zayıflık, benlik değerinde azalma, etkin olmayan baş etme yöntemleri kullanma, gerçek duygularını ifade etmekte güçlük, aile, iş, okul yaşamındaki rollerini yerine getirmede yetersizlik, kişilerarası ilişkilerde samimiyetsizlik, uyku bozuklukları, beslenme yetersizlikleri gibi fiziksel problemlerin varlığı olarak sıralanabilir.[10]
Madde kötüye kullanımı bireyde fiziksel ya da ruhsal bazı sorunlara neden olmakta ve bireyin aile dinamiklerini olumsuz etkilemektedir. Hemşire madde kullanım bozukluğu olan bir bireyle çalışırken; aktivite intoleransı, beden gereksiniminden az beslenme, seksüel disfonksiyon, kendine bakımda yetersizlik, enfeksiyon ve yaralanma riski gibi fiziksel sorunlarla birlikte anksiyete, etkisiz bireysel baş etme, iletişimde bozulma, rol performansında değişim, umutsuzluk, güçsüzlük, benlik saygısında bozulma, spiritüal sıkıntı ve aile sü-
recinde değişim gibi ruhsal ve sosyal boyutta hemşirelik tanılarını ele almalıdır.[10,11] Madde Kötüye Kullanım Problemi Olan Birey ve Ailesine Yönelik Hemşirelik Girişimleri
Durumun belirlenmesi sürecinin tamamlanması üzerine, tanımlanan problemlere yönelik öncelikler ve uzun süreli hedefler belirlenir. Bakımı planlama, kişinin sosyal statüsü, gelir düzeyi, etnik kökeni, cinsiyet, yaş, madde kullanım öyküsü ve içinde olduğu son durumunu göz önünde bulundurmayı gerektirir. Madde bağımlılığı ya da madde kötüye kullanım sorunu olan bireyler için bakımın amacı, maddeden uzak durmayı amaçlamalarını sağlamaktır. Maddeden uzak durma ise iyi bir çalışma düzeni, sağlık durumunun iyi olması, olumlu kişiler arası ilişkiler ve genel sosyal uyumla sağlanabilir. Bakım planında bireye yönelik uzun süreli amaçlar belirlenmelidir. Örneğin: Madde kullanımında en sık ele alınan hemşirelik tanısı “etkisiz bireysel baş etme”ye yönelik amaç; “birey madde kullanımı yerine uygun baş etme mekanizmaları kullanacağını sözel olarak ifade edecek” şeklinde belirlenir. Başka öncelikli girişim alanı benlik saygısıdır. Buna dair hemşirelik tanısı “benlik saygısında bozulma, kronik düşük benlik saygısı”dır ve bu tanıya yönelik amaç; “Birey, kişisel tedavi ve yaşam amaçlarını yerine getirmede sorumluluk gösterecek ve kendisi ve geleceğe yönelik daha olumlu bakabildiğini ifade edecek” şeklindedir.[2,10] Madde kötüye kullanımında bakımın amacı bireyin itaat etmesi değil, kendi sorumluluğunu almasıdır. Bireylerin kendi sorumluluklarını alabilecek duruma gelebilmelerine yönelik genel hemşirelik girişimleri, kötüye kullanımdan etkilenen bireyler ve kötüye kullanımdan iyileşen bireyler için olmak üzere iki farklı başlık altında ele alınmıştır (Tablo 1, 2).[11,12]
Madde kötüye kullanımında tedavi ve bakım, bireylerin madde kullanım davranışı kadar, diğer önemli psikolojik ve sosyal problemlerini de kapsamalıdır. Birçok uzman, aile üyelerinin de tedaviye katılmasının önemini vurgulamaktadır. Birey ve aile üyeleri sorunla baş edebilmek için madde kötüye kullanımı, maddenin etkileri ve iyileşme hakkında bilgi edinmeye ihtiyaç duyar. Madde kötüye kullanımı hakkında bireye ve aileye yönelik eğitimde; madde kötüye kullanımının bir hastalık olduğu, madde kötüye kullanımı hakkındaki gerçek dışı düşüncelerden kurtulmak gerektiği, maddeden uzak durmanın güç isteyen bir sorun olmadığı, herhangi bir alkollü içecek veya madde kötüye kullanılabileceği, geçmişteki etkili olmayan baş etme yöntemleri yerine etkili yöntemlerin geliştirilebileceği ve tedavi sonrası programlara katılımı sürdürmenin önemi gibi konulara yer verilmelidir.[2,10] Madde kullanım bozukluğu tedavisinde relapslara yönelik eğitim de çok önemlidir. Relapsları önlemeye yönelik danışmanlık; madde kullanımının sonuçlarını tanımlama, iyileşme için bir plan geliştirme, madde kötüye kullanımını ka-
98
Psikiyatri Hemşireliği Dergisi - Journal of Psychiatric Nursing 2010;1(2):96-99
Tablo 1. Maddenin kötüye kullanımından etkilenen bireyler için hemşirelik girişimleri ve gerekçeleri GİRİŞİM
GEREKÇESİ
1. 2. 3. 4.
Tedaviye uyum yeteneğini geliştirir, anksiyeteyi azaltır. Madde kullanım davranışıyla ilgili suçluluğu azaltır. Güven oluşturur. Tedaviye uyum yeteneğini geliştirir. Bireye kendisinin değil, davranışlarının reddedildiği düşüncesi yansıtılmış olur. Daha nesnel ve yargılayıcı olmayan bir ortam sağlar. Bireylerde oluşabilecek beslenme yetersizliği, sıvı-elektrolit dengesizliği gibi fizyolojik sorunlar önlenmiş olur. Methadone, Naltrexone gibi bazı ilaçlar, özellikle opiyat kullanımının tedavisinde etkilidir. Tedavide davranış terapileriyle ilaç tedavisinin birlikte yürütülmesi büyük önem taşır. Madde kötü kullanımıyla birlikte ortaya çıkabilecek diğer ruhsal bozuklukların da tedavisi sağlanır. Bireyin şu konularla ilgili bilgi gereksinimi vardır; - kronik bir hastalık olarak madde kötüye kullanımı - stres yaratan ya da problem olan duygu ve durumlarla alternatif baş etme becerileri geliştirme - beslenme, hijyen, enfeksiyon kontrolü Aile sistemi içinde oluşan zarar verici öğeleri tanımlama ve duyguların paylaşımını geliştirir.
Destek sağlama / ilgi gösterme Bağımlılığın hastalık olduğuna dair yeni bir görüş sağlama Etkili iletişim Sınırları belirleme
5. Tutarlılığı sürdürme 6. Fizyolojik ihtiyaçları karşılama 7. Psikofarmakolojik tedaviyi takibetme
8. Diğer ruhsal bozukluklar açısından değerlendirme 9. Bilgi ve eğitim sağlama
10. Aile terapisine yönlendirme
Tablo 2. Maddenin kötüye kullanımından iyileşen bireyler için hemşirelik girişimleri ve gerekçeleri GİRİŞİM
GEREKÇESİ
1. Duygulara odaklanan empatik iletişim kurma, yargılayıcı görünen eleştirilerden kaçınma 2. Bireylerin madde kullanımının kapsamını, anksiyete düzeyini ve bu durumla baş etme olanaklarını (destek sistemleri gibi) değerlendirme 3. Sürekli değerlendirme - kullanılan savunma mekanizmaları - psikofizyolojik tepkiler 4. Relaps için değerlendirme ve relapsları önleme
Açıklık ve destek atmosferinde, anlamaya odaklanan, terapötik bir birliktelik sağlar.
5. 6. 7.
Kendine yardım grupları, dernekler vb. yerel kaynaklara yönlendirme Diğer toplumsal merkezlere yönlendirme Belirli aralıklarla tedavinin etkinliğini tartışma
Farkındalık, dirençler, baş etme becerileri, kullanılabilir, kaynaklar ve maddeyi bırakmaya yönelik olası tepkilerin anlaşılmasını sağlar. Veri toplamada eksiklik yaşanmasını engeller.
Madde kötüye kullanımı kronik bir durumdur; relapslara karşı hazırlıklı olmayı ve relapsları önlemeyi sağlar. Davranış değişimi uzun sürelidir. Bireyin destek almasını sağlar. Yaşamsal fonksiyonların diğer alanlarında ihtiyaç duyduğu yardımı almasını sağlar. Bireylerin tedavi tamamlanmadan tedaviyi sonlandırmalarını önler.
bul etme ve değişim için destek kaynaklarından yararlanma, problemli kişilerarası ilişkileri tanımlama, grup aktiviteleri aracılığıyla günlük rutinlere katılma, toplumsal aktivitelere katılma ve manevi duyguların değerlendirilmesi, çevresindekilerle başarının paylaşılması, relaps döngüsünü belirtme ve ihtiyacı olanlara yardım sunma gibi aktiviteleri kapsamaktadır. Özellikle maddeden uzak kalmada sosyal destek sistemlerinin önemi vurgulanmaktadır.[13-15] Tedavinin etkinliği, maddeden uzak durma süresinin artması, semptomların inkârının azalması, aile ilişkilerinin ge-
liştirilmesi ve diğer insanlarla rahat ilişki kurabilme, kendi davranışının sorumluluğunu alabilme, kişisel problemleri ile madde kullanımı arasında ilişki kurabilme, madde kullanımının yerine koymak için farklı hobiler geliştirebilme yeteneğiyle değerlendirilir.[2] Tedaviyi etkileyen faktörlerin klinik ortamda çok boyutlu olarak değerlendirilmesi daha anlamlı bir değişim süreci oluşturur. Tedavi sonrası izlemin ve değerlendirmenin devam etmesi daha uzun süreli iyileşme şansının artmasını sağlayabilmektedir.[10,12]
99
ŞİMŞEK N. Madde Kullanım Bozukluğu Olan Birey ve Ailesinin Hemşirelik Bakımı
Bireylerin Baş Etme Becerilerini Geliştirme
Hemşire, hastayı yaşamındaki problem alanlarını tanımlamaya ve madde kullanımının bu problemlerin yoğunluğunu ne şekilde arttırdığını incelemeye cesaretlendirmelidir. Bireyin yaşamındaki bütün problemlerin maddeyi bırakmakla ortadan kalkacağına inanması gerekmez, önemli olan problemleri hakkında düşünebilmeyi istemesidir. Hemşire hastanın dikkatini, kendi davranışı ve madde kullanım problemlerini nasıl etkilediği üzerine çekmeli, bu problemlerdeki rollerini tartışmadan, başka kişi veya olaylar üzerine odaklanmasına izin vermemelidir.[10,12,16] Bununla birlikte, bireylere stres ve anksiyeteyle baş etmelerinde gevşeme teknikleri, egzersiz, müzik dinleme ve çeşitli aktivitelere katılma gibi alternatif baş etme yöntemleri öğretmelidir. Ayrıca bireyler geçmişte ne olduğuna değil gelecekte neler olacağına odaklandırılmalıdır.[10,12]
Bireyin anksiyetesinin azaltılması ve baş etme becerilerinin geliştirilmesi için bilişsel davranışçı terapi tekniklerinden de yararlanılabilir. Oflaz ve Demiralp bilişsel davranışçı terapi teknikleri ve psikiyatri hemşireliği uygulaması konulu çalışmalarında göz hareketleri duyarsızlaştırma ve yeniden işlemleme tekniğinin de madde bağımlısı hastalarda kullanılabileceğini belirtmişlerdir.[17] Yine çift ve aile terapilerinin madde bağımlılığı tedavi sürecinde önemli bir yeri vardır.[16] Sonuç
Madde kötüye kullanımı bireyi ve onunla birlikte ailesini ve sosyal çevresini çok yönlü olarak etkileyen bir bozukluktur. Bozuk aile ilişkileri madde kullanımı için bir risk oluştururken, madde kullanımının olması da aile ilişkilerinin bozulmasına neden olabilmektedir. Bununla birlikte ailede madde kullanımının olması, çocuklarda da madde kullanımı için risk oluşturabilmektedir. Bu risklerin yanında madde kötüye kullanımı tedavisinde aile ve sosyal desteğin önemi bilinmektedir. Bu nedenle madde kötüye kullanımı tedavisinde birey ailesiyle birlikte ele alınmalı, hemşirelik sürecinin her aşamasında aile de sürece dahil edilmelidir. Hemşire, madde kötüye kullanımı için riskli grupların belirlenmesi, madde kullanım bozukluğu olan bireylerin bütüncül olarak değerlendirilmesi, bakımda sürekliliğin sağlanmasında tedavi ekibi içinde önemli bir yere sahiptir.
Kaynaklar 1. Öztürk MO. Ruh sağlığı ve hastalıkları. Yenilenmiş 8. Basım. Ankara: Nobel Tıp Kitabevleri; 2001. 2. Townsend MC. Substance related disorsers.In:Psychiatric mental health nursing. 2nd ed. Davis Company; 2002. p. 221-59. 3. Barret AE, Turner RJ. Family structure and substance use problems in adolescence and early adulthood:examining explanations for the relationship. Addiction 2006;101:109-20. 4. World Drug Report. http://www.unodc.org/unodc/en/data-and-analysis/ WDR-2009.html (Erişim tarihi: Ocak 2010). 5. Ögel K. Madde kullanım epidemiyolojisi. Türkiye Klinikleri 2005;1(47):6165. 6. Kolay Akfert S, Çakıcı E, Çakıcı M. Üniversite öğrencilerinde sigara-alkol kullanımı ve aile sorunları ile ilişkisi. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2009; 10:40-47. 7. Waldron HB, Kaminer Y. On the learning curve: The emerging evidence supporting cognitive-behavioral therapies for adolescent substance abuse. Addiction 2004;99(Suppl 2):93-105. 8. Suchman N, Pajulo M, DeCoste C, Mayes L. Parenting interventions for drug-dependent mothers and their young children: the case for an attachment-based approach. Fam Relat 2006;55:211-26. 9. Dakof AG, Cohen BJ, Henderson CE, Duarte E, at al. A randomized pilot study of the engaging moms program for family drug court. Journal of Substance Abuse Treatment 2010;xx:1-13. 10. Viedebeck SL. Psychiatric mental health nursing. 2nd ed. Philadelphia: W.B. Saunders; 2003. p. 451-72. 11. Boyd MA. Psyhiatric nursing contemporary practice. Lippincott Williams&Wilkins; 2002. p. 617-55. 12. Varcarolis EM. People who depend upon substances abuse. foundations of psychiatric mental health nursing. 3rd ed. Philadelphia: W.B. Saunders; 1998. p. 751-91. 13. Laudet AB, Savage R, Mahmood D. Pathways to long-term recovery: A preliminary investigation. J Psychoactive Drugs 2002;34:305-11. 14. Alemi F, Haack MR, Nemes S, Aughburns R, et al. Therapeutic emails. Substance abuse treatment prevention and policy 2007;2:1-7. 15. Jason LA, Davis MI, Ferrari JR. The need for substance abuse after-care: Longitudinal analysis of Oxford House. Addictive Behaviors 2007;32:803818. 16. Carroll KM, Onken LS. Behavioral therapies for drug abuse. The Journal of Lifelong Learning in Psychiatry 2007;V(2):240-47. 17. Oflaz F, Demiralp M. Bilişsel-davranışçı terapi teknikleri ve psikiyatri hemşireliği uygulaması. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2007;8:132-9.
• 2. Psikiyatri Hemşireliği Günleri’nde poster bildiri olarak sunulmuştur (28-30 Nisan 2008, İstanbul).
100
TEZ TANITIMI
EVRE I-II MEME KANSERİ HASTALARINA UYGULANAN PSİKOEĞİTİMİN KANSER UYUM, ANKSİYETE, DEPRESYON VE DUYGUDURUM PROFİLİNE ETKİSİ İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, Psikiyatri Hemşireliği Programı Doktora Tezi İstanbul, 2008 Nihal BOSTANCI Tez Danışmanı Prof. Dr. Sevim BUZLU İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulu, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, İstanbul
AMAÇ Deneysel tasarım tipinde planlanan araştırmanın amacı Evre I-II meme kanseri hastalarına uygulanan psikoeğitimin kanser uyum, anksiyete, depresyon ve duygudurum profiline etkisini belirlemekti. YÖNTEM
Araştırmanın örneklemini İstanbul’da bir tıp fakültesi meme cerrahi polikliniğine gelen ve araştırma kriterlerine uyan hastalar (deney grubu n=38 ve kontrol grubu n=38) oluşturdu. Bu konuda yapılan çalışmalar temel alınarak planlanan psikoeğitim programı; tanışma, kanser ve meme kanseri temel bilgileri, kanserde beslenme, kanserin psikososyal etkileri, kanser ile başetme yolları, kişilerarası ilişkiler, sorun çözme, deneyimi paylaşma/destek ve grubun sonlanışı olmak
üzere haftada bir ortalama 90 dakikalık 8 oturum şeklinde yürütüldü. Araştırmada veriler Anket Formu, Fiziksel Performans Ölçeği, Kanser Uyum Ölçeği, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği ve Duygudurum Profil Ölçeği ile toplandı. Veriler program öncesinde, programdan 6 hafta ve 6 ay sonra olmak üzere üç kez değerlendirildi. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerin yanısıra ki-kare, MannWhitney U, tekrarlı ölçümlerde varyans analizi, eşleştirilmiş gruplarda t testi ve Post Hoc Bonferroni testleri kullanıldı. BULGULAR
Program sonrası 6. hafta ve 6. ayda deney grubunun kontrol grubuna göre kanser uyumlarında savaşma ruhunun arttığı, çaresizlik / ümitsizlik, anksiyeteli bekleyiş ve kaderciliğin azaldığı ve kaçınma / inkârın değişmediği; anksiyete ve depresyon düzeylerinde anksiyete ve depresyonun azaldığı; duygudurum profillerinde toplam duygudurum profili, gerginlik / anksiyete, öfke / saldırganlık, depresyon / keder, yorgunluk / atalet ve konfüzyonun azaldığı ve dinçlik / aktivitenin arttığı bulundu. Deney grubunda gelir durumu, eğitim düzeyi ile psikoeğitim öncesi ve sonrası duygudurum profili, anksiyete ve depresyon düzeylerinde anlamlı fark saptandı. SONUÇ ve ÖNERİLER
Sonuç olarak, psikoeğitimin meme kanseri hastalarının kanser uyum, anksiyete, depresyon ve duygudurum profili düzeylerinde değişim yaptığı belirlendi. Anahtar Kelimeler: Anksiyete; depresyon; meme kanseri; psikoeğitim; uyum.
YAZARLARA BİLGİ GENEL BİLGİLER 1. Psikiyatri Hemşireliği Dergisi, Psikiyatri Hemşireleri Derneği’nin yayın organıdır. Dergi, birinci basamak hizmetlerden rehabilitasyona kadar uzanan yelpazede, bilimsel, kuramsal ve felsefi temelli psikiyatri hemşireliği uygulaması, eğitimi, yönetimi ve araştırmaları ile ilgili çalışmalara yer vermeyi amaçlayan hakemli bir dergidir. Derginin yayın dili Türkçe ve İngilizce’dir. 2. Dergide, psikiyatri hemşireliği ve ruh sağlığı alanındaki yeni bilgi ve gelişmeleri yansıtan araştırma makaleleri, özgün/tartışma yazıları, gözden geçirme/derleme yazıları, olgu sunumları, çeviri yazıları (izinli), araştırma özetleri, editöre mektup ile güncel bilimsel toplantı, kurs, kongre, proje, kitap ve tez tanıtımları yayımlanır. 3. Dergi dört ayda bir yılda üç sayı yıl/cilt olarak yayımlanır. Yayınlanan üç sayı ile bir cilt tamamlanır.
4.Yazıların bilimsel sorumluluğu yazar(lar)a aittir. Dergi yayın kurulu sorumlu tutulamaz. Yazıların daha önce başka bir yerde yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere başka bir dergiye gönderilmemiş olması gerekir.
5. Dergide, Editörler Kurulu ve Danışma Kurulu tarafından değerlendirilerek uygun bulunan yazılar basılır. Basılması uygun görülmeyen yazılar geri iade edilmez. Yayınlanan yazı ve resimlerin tüm hakları dergiye aittir. Dergiden alıntı yapıldığı takdirde dergi kaynak olarak gösterilmelidir. 6. Araştırma yazılarında çalışmanın yapıldığı kurum belirtilmelidir. Yazarlar doğrudan çalışmayı yapan ve yazan kişiler olmalıdır, katkı sağlayanlar varsa teşekkür bölümünde söz edilmelidir.
7. Yazı daha önce bilimsel bir toplantıda sunuldu ise yazının başlığında (*) işareti ile belirtilmeli ve işarete (*) metnin ilk sayfasının sonunda toplantı adı, yer ve tarihi belirtilerek açıklanmalıdır. Araştırma bilim uzmanlığı ya da doktora tezinden oluşmuş ise başlıkta (*) işareti ile belirtilmeli ve metnin ilk sayfası sonunda (*) işaretinden sonra Enstitüsü, Yılı, Yüksek Lisans veya Doktora tezi olduğu açıklanmalı ve parantez içinde tez danışmanının adı ve soyadı yazılmalıdır.
8. Etik: Deneysel çalışmaların sonuçlarını bildiren yazılarda, çalışmanın yapıldığı gönüllü ya da hastalara uygulanacak prosedür(lerin) özelliği tümüyle anlatıldıktan sonra, onaylarının alındığını gösterir bir cümle bulunmalıdır. Yazarlar, bu tür bir çalışma söz konusu olduğunda, uluslararası alanda kabul edilen kılavuzlara ve T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından getirilen yönetmelik ve yazılarda belirtilen hükümlere uyulduğunu belirtmeli ve kurumdan aldıkları Etik Komitesi onayını göndermelidir. 9. Yazılar anlaşılır olmalı, yabancı sözcüklerin ve kısaltmaların Türkçe karşılıkları ilk kullanıldıkları yerde parantez içinde tam olarak verilmelidir. Yazı içinde geçen ilaçların ticari adları yerine jenerik adları Türkçe okunduğu biçimiyle verilmelidir.
10. Yayınlanması düşünülen yazıların eleştiri ve öneriler doğrultusunda gözden geçirilmesi yazarlardan istenebilir. Yazarların onayı alınmak koşulu ile yayın kurulunca yazılarda değişiklik yapılabilir. Gönderilen yazı ile ilgili gelişmeler e-posta adresine bildirilir. Dergide yayınlanan yazılar için ücret ya da karşılık ödenmez. 11. Yazılar şu e-posta adresine gönderilmelidir: phdergi@phdernegi.org YAZIM KURALLARI Dergiye gönderilen yazılar Microsoft Word programında, A4 kâğıdı boyutlarında, kâğıdın bir yüzüne, her sayfa yanında 2.54 cm boşluk bırakılarak, 12 punto ve Times New Roman yazı karakterinde, 1.5 satır aralığında, iki yana yaslı olarak yazılmalıdır. Paragrafa başlarken 5-7 punto boşluk bırakılarak başlanmalıdır. Şekillerin ve çizelgelerin açıklamaları ile alıntılar, dipnotlar ve kaynaklar listesinin yazımında 1 (bir) satır aralığı kullanılmalıdır. Sayfa numaraları metnin başladığı sayfadan başlayarak sağ alt köşede belirtilmelidir. Araştırma yazıları 15, derleme ve olgu sunumları 8 sayfayı geçmemelidir.
Yazılarda, daha önceki çalışmalardan bahsederken doğrudan alıntı yapılmaz, gereken bilgiyi yazar kendi cümleleriyle ifade eder. Eğer alıntı yapmak gerekliyse ve 40 kelimeden az bir kısım alıntı yapılıyorsa cümle, çift tırnak işareti “…..” içerisine alınarak ve kaynak sayfa numarası tırnak işareti kapandıktan sonra “…….“(s…..) verilerek belirtilir. Yazılar; başvuru mektubu, kapak, özet (Türkçe ve İngilizce), ana metin, kaynaklar, ekler, tablolar, şekiller bölümlerinden oluşmalıdır. Başvuru Mektubu: Bu mektupta yazının tüm yazarlar tarafından okunduğu, onaylandığı, orijinal bir çalışma ürünü olduğu ve çıkar çatışması olmadığı ifade edilmeli ve yazar isimlerinin yanında imzaları bulunmalıdır.
101
Kapak Sayfası: Yazının Türkçe ve İngilizce başlığı, yazarların isimleri, unvanları, bağlı bulunulan kurum ve adresleri, iletişimden sorumlu yazarın adı, telefon ve e-posta adresi belirtilmelidir. Yazının 40 karakteri geçmeyen (boşluklar dâhil) kısa başlığı da bu bölümde belirtilmelidir. Başka yerde yayınlanmamış olduğu, bildiri olarak sunulmuş ise bilgisi, çalışmayı destekleyen herhangi bir birim varsa ismi bu sayfaya yazılmalıdır.
Özet: Özet, kapak sayfasından sonra, ayrı bir sayfa olarak ve blok hizalama ile yazılmalıdır. Türkçe ve İngilizce başlık konularak yazının amacını ve içeriğini doğru ve yeterli bir şekilde kapsayacak biçimde 250 kelime olmalıdır. Cümleler, gerekli bilgiyi verecek kadar özet olmalı, birinci tekil ve çoğul kişi kullanılmadan, edilgen çatıda ve geçmiş zaman kipinde kurulmalıdır. Türkçe özetlerde amaç, gereç ve yöntem, bulgular, sonuç, İngilizce özetlerde objectives, methods, results, conclusion bölümlerine yer verilmelidir. Araştırmanın konusu, deneklerin/ katılımcıların/örneklemin özellikleri, hipotezler, veri toplama araçları ve bulgular kısaca belirtilmelidir. Özette kaynak gösterilmemeli, sonunda en fazla beş kelimeden oluşan Türkçe ve İngilizce anahtar sözcük yazılmalıdır. Ana Metin: Araştırma yazıları giriş, gereç ve yöntem, bulgular, tartışma, yazarın yorumu, kullanım alanı ve varsa teşekkür bölümlerinden oluşur.
Giriş: Araştırma probleminin sunulduğu, bu problemle ilgili önceki çalışmaların özetlendiği ve yapılan araştırmanın güncel öneminin, hangi amaçla yapıldığının belirtildiği bölümdür. Giriş bölümü yazılmadan önce, şu noktalar göz önünde bulundurulmalıdır: • Bu çalışmanın önemi nedir?
• Hipotezler ve deneysel tasarım, araştırma problemini çözümlemeye nasıl yardımcı olmaktadır?
• Bu çalışmanın mevcut literatüre katkısı ve kuramsal doğurguları (implication) nedir? • Sınanan hipotezler hangi mantığa dayanılarak türetilmiştir?
İyi bir giriş bölümü bu soruları cevaplayabilecek nitelikte olmalıdır. Bu soruları yanıtlamaya çalışırken, yazar iyi bir literatür taraması da sunmalı ve okuyucuyu adım adım bu soruların yanıtına getirmelidir. Literatür taramasında dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:
• Okuyucunun tarama yapılan ve özetlenen literatür hakkında bilgili olduğu varsayılarak, çok geniş ve konuyla ilgili her türlü ayrıntıyı anlatan bir tarama yapılmamalıdır. • Önceki araştırmaların bulguları ve doğurguları ile diğer araştırmacıların özgün fikirleri sunulurken mutlaka kaynak gösterilmelidir.
• Bulguların tartışmalı olduğu bir alanda, taraflardan birini kendi fikrinize yakın olduğu için tutmak veya diğerine karşı savunmak doğru değildir. Her iki görüşe de, sizin görüşünüz ne olursa olsun, eşit uzaklıkta olmak gereklidir.
• Literatür taramasıyla ilgili olarak verilen bilgilerin, kronolojik bir veri karmaşasından çok kuramsal bir yapıda olmasına dikkat edilmelidir. Gerçekten çalışmayla ilgili olan araştırmalardan bahsedilmeli, fazla sayıda kaynağın olması onun iyi bir literatür taraması olduğunu göstermez. Son olarak, giriş bölümünde araştırma problemi ve literatür sunulduktan sonra araştırmanın amacı ve hipotezler verilmelidir.
Gereç ve Yöntem: Bu bölümde araştırmanın hangi yöntemle yapıldığı, verinin nasıl toplandığı, katılımcıların/deneklerin örneklem özellikleri gibi konularda bilgiler verilir. Gereç ve yöntem bölümü şu alt başlıklardan oluşur:
Katılımcılar: Araştırmaya katılanların özelliklerinin doğru biçimde verilmesi, bilimsel çalışmalarda çok önemlidir. Bunun nedeni, araştırma bulgularının genellenebilirliği hakkında okuyucuya bir fikir vermektir. Ayrıca, araştırmanın tekrarlanması durumunda diğer araştırmacılar, benzer sonuçları hangi özelliklere sahip katılımcılara ulaşırlarsa elde edebileceklerini bileceklerdir. Bu bölümde;
• Deneklerin nasıl seçildiği (seçkisiz-rastlantısal [random]) • Deneklerin farklı gruplara nasıl atandığı (seçkisiz-rastlantısal [random]) • Deneklerin katılım esasları (gönüllü, ödeme, habersiz) • Deneklerin demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, vb.) hakkında bilgi verilmelidir.
Kullanılan Araçlar: Bu bölümde ölçüm için kullanılan laboratuar aygıtları, kullanılan testler, ölçekler, anketler tanıtılmalıdır. Kalem-kâğıt testleri, anketler ve ölçekler için psikometrik bilgiler de (güvenirlik ve geçerlik) bu bölümde sunulmalıdır. İşlem: İşlem bölümü, araştırmanın veri toplama aşamasının özetlendiği bölümdür. Bu bölümde deneklere verilen yönergeler, farklı deneysel grupların nasıl
102
YAZARLARA BİLGİ
oluşturulduğu, özel deneysel manipülasyonlar ve deneysel desen özetlenir. Ayrıca, deneysel veya istatistiksel kontrol yöntemlerinden de burada söz edilebilir. İşlem bölümünde yazar neyi, nasıl yaptığını yeteri kadar ayrıntılı bir şekilde anlatmalıdır.
Çeviri Kitap Hofling CK, Leininger MM. Hemşirelikte ana psikiyatrik kavramlar (Kumral A, Çeviri Editörü). İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Yayınları; 1960. (Orijinal çalışma basım tarihi 1961).
Bulgular: Bu bölümde, toplanan veri ve bu verinin istatistiksel analiz sonuçları sunulur. Araştırmanın temel bulguları verilir. Sadece vurgulanması gereken istatistiksel veriler tablo veya grafik olarak sunulmalı, bu bilgiler ayrıca yazı içinde verilmemelidir. Elde edilen veriler en fazla 7 olmak üzere tablo/şekil/grafik veya resimlerle belirtilir. Tablolar Word programında dikey çizgileri olmaksızın, numaralandırılarak ve tablo başlığının tüm kelimelerinin ilk harfleri büyük olacak şekilde hazırlanmalıdır. Başka kaynaktan alınan tablo/şekil/grafiklerin altına kaynak belirtilmelidir. Kullanılan istatistiksel testler, kısaltmalar ve ilgili açıklamalar tablo/şekil/grafik altında (*) işareti konularak 8 punto olacak şekilde yazılmalıdır.
Kitaptan Bölüm Groves MS, Muskin PR. Psychological responces to illness. In: Levenson JL, editor. Textbook of psychosomatic medicine. Washington: American Psychiatric Publishings; 2005. p. 67-88.
İstatistiksel Değerlendirme: Bu bölümde yazar(ların) araştırmada kullandığı istatistiksel yöntemler belirtilmelidir. Hipotezlerin istatistiksel olarak nasıl sınandığı ve bu sınamanın sonuçları iletilir.
Tablo, Şekil, Grafikler: Yazıda işleniş sırasına göre yerleştirilmelidir, yazıda kaynakçadan ya da varsa eklerden sonra verilmeli, her biri ayrı sayfadan başlamalıdır. Şekil, resim/fotoğraflar ayrı birer .jpg veya .gif dosyası olarak (piksel boyutu yaklaşık 500x400, 8 cm eninde ve 300 çözünürlükte taranarak), dosyaya eklenmelidir. İçerisinde renkli şekil, resim, tablo ve grafik bulunan yayına kabul edilmiş makalelerden, basım aşamasında renkli baskı ücreti istenebilir.
Tartışma: Bulguların sunulmasından sonra bunların yorumlanması ve sonuçlarının vurgulanması tartışma bölümünde yapılır. Tartışma bölümüne hipotezlerin ne şekilde doğrulandığı veya yanlışlandığı bilgisiyle girilmelidir. Araştırmanın bulguları ile benzer diğer araştırmaların bulguları arasındaki benzerlikler veya karşıtlıklar belirtilmeli, ayrıca araştırmanın eksik yönleri, güçlü yönleri ve literatüre katkısı ile birlikte sunulmalıdır. Araştırmanın bulgularından yola çıkılarak ne tür kuramsal ve uygulamaya yönelik doğurguların olabileceği ve benzer araştırmaların iyileştirilerek nasıl daha iyi yapılabileceği tartışılmalıdır. Genel olarak tartışmada şu sorulara yanıt verilmelidir: • Benim bu bulgu sayesinde bilime ne tür bir katkım oldu?
• Yaptığım çalışma, araştırma problemini çözümlememe ne şekilde yardımcı oldu? • Çalışmamdan ne tür sonuçlar ve kuramsal doğurgular çıkıyor?
Kısaltmalar ve Ekler: Kısaltmalar ilk kullanıldıkları yerde parantez içinde verilmeli ve tüm metin boyunca o kısaltma kullanılmalıdır. Ekler, anket formları, ölçekler, ek çizelgeler gibi bilgi ve belgelerdir. Ekler uygun başlık verilerek makale içindeki sunuş sırasına göre yeni bir sayfadan başlanarak, kaynakçadan sonra verilmelidir.
Teşekkür: Yazar(lar) gerekli gördüklerinde yazıya katkıları yazarlık düzeyinde olmayan, ancak belirtilmeyi hak ettiğini düşündükleri kişilere birkaç cümlelik kısa teşekkür yazabilirler. Burada, teşekkür edilen kişilerin katkıları (örneğin; parasal ya da araç gereç desteği, teknik yardım, bölüm başkanının genel desteği gibi) açıklıkla belirtilerek (örneğin; “bilimsel danışmanlık”, “taslakta düzeltme”, “veri toplama”, “klinik araştırmaya katılma” gibi) yazılır. Kaynak Yazımı: Yazı içinde kaynak gösterimi, metin içindeki kullanım sırasına göre düzenlenmelidir. Yazı içinde geçen kaynak numaraları köşeli parantezle ve küçültülmeden belirtilmelidir. Kaynak listesinde yalnızca yayınlanmış ya da yayınlanması kabul edilmiş çalışmalar yer almalıdır. Kaynak bildirme “Uniform Requirements for Manuscripts Submitted to Biomedical Journals” (http://www. icmje.org) adlı kılavuzun en son güncellenmiş şekline uyulmalıdır. Dergi adları Index Medicus’a uygun şekilde kısaltılmalıdır. Dört ya da daha az sayıda olduğunda tüm yazar adları verilmeli, daha çok yazar durumunda dördüncü yazarın arkasından “et al.” ya da “ve ark.” eklenmelidir. Örnekler: Kitaplar (tek yazarlı, iki yazarlı, üç yazarlı) Carpenito LJ. Handbook of Nursing Diagnosis. 7 th ed. Philadelphia: Lippincott, 1997.
Terakye G. Hemşirelikte iletişim ve hasta hemşire ilişkileri. 2. baskı. Ankara: T. C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü; 1994. Gorman LM, Raines ML, Sultan DF. Psychosocial nursing for general patient care. 2nd ed. USA: F.A. Davis Company; 2002.
Kökdemir D, Demirutku K. Akademik yazım kuralları kitapcığı. Ankara: Başkent Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimleri Fakültesi Yayınları; 2000.
Yalom ID. Kısa süreli grup terapileri: İlkeler ve teknikler. (Şahin NH, Çeviri Editörü). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları; 1998. (Orijinal çalışma basım tarihi 1983.)
Kocaman N. Pediatri servislerinde psikososyal bakım yönetimi. Tüzün DÜ, Hergüner S, editör. Çocuk hastalıklarında biyopsikososyal yaklaşım. İstanbul: Epsilon Yayıncılık Hizmetleri; 2007. s. 458-71. Editörlü Kitap (tek editörlü, iki editörlü, üç ve daha fazla editörlü kitap, editörlü kitaptan bölüm) Karancı AN, (editör). Farklılıkla yaşamak aile ve toplumun farklı gereksinimleri olan bireylerle birlikteliği. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları; 1997.
Stuart GW, Sundeen SJ, (editors). Principles and practice of psychiatric nursing. 4nd ed. St. Louis: Mosby Year Book; 1991. Connolly T, Arkes HR, Hammond KR, (editors). Judgement and decision making. Cambridge: Cambridge University Pres; 2000.
Süreli Yayınlar (tek yazarlı, iki yazarlı, üç yazarlı, altıdan fazla yazarlı makale) Lazarus RS. Coping theory and research: past, present, and future. Psychosomatic Medicine 1993;55: 234-247.
Aydemir Ö, Güvenir T, Küey L, Kültür S. Hastane anksiyete ve depresyon ölçeği Türkçe formunun geçerlilik ve güvenilirliği. Türk Psikiyatri Dergisi 1997;8: 280-87. Schmid-Büchi S, Halfens RJ, Dassen T, van den Borne B. A review of psychosocial needs of breast-cancer patients and their relatives. J Clin Nurs 2008;17:2895-909. Bir derginin ek sayısı (supplementum) Kocaman N, Kutlu Y, Ozkan M, Ozkan S. Predictors of psychosocial adjustment in people with physical disease. J Clin Nurs 2007;16(3A Suppl.):6-16.
İnternet Kaynakları Lee DS, Austin PC, Rouleau JL, Liu PP, Naimark D, Tu JV. (November 19, 2003). Predicting mortality among patients hospitalized for heart failure. The Journal of the American Medical Association, 290 (19), 2581-2587. Retrieved November 23, 2003, from http://jama.ama-assn. org/cgi/content/abstract/290/19/2581. Borman WC, Hanson MA, Oppler SH, Pulakos ED, White LA. Role of early supervisory experience in supervisor performance. Journal of Applied Psychology 1993;78, 443-449. Retrieved October 23, 2000, from PsycArticles database. Kökdemir D. (2 Kasım 2003). Ruyalar ve olasılıklar. 21 Kasım 2003, http:// www.elyadal.org/dedektif/ruya2.htm. Resmi Yayınlar American Nurses’ Association. Statement on psychiatric mental health nursing practice and standards of psychiatric-mental health clinical practice. Washington: American Nurses’ Publishing; 1994.
Tez Atik EH. Psikiyatri hastalarında anestezili elektro konvülsif tedavi uygulaması öncesi ortaya çıkan anksiyetenin giderilmesinde bilgilendirmenin etkinliği. [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi] İstanbul: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü; 2008. Hughey AC. The treatment of the Negro in South Carolina fiction. Unpublished master’s thesis, University of South Carolina; 1993.
Broşür ve Kurs Kitapçığı Işıl Ö, Ünsal BG, Onan N, Çığrıkçı S. İntihar. Rehber Kitapçık. İstanbul: 2003. Işıl Ö. Evde bakım hizmetlerinde iletişim. Sertifikalı Evde Bakım Hemşiresi Yetiştirme Kurs Kitabı. İstanbul: 2004.
Görsel ve İşitsel Medya Yeni Sinemacılar-Corazon International (Yapımcı Firma), Kızıltan, Ö. (Yönetmen), Çakar Ö. (Senaryo), (2006). Takva [Film]. Türkiye, Almanya (yapım yeri), http://www.takva.com.tr (resmi internet sitesi).