SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
Yıl: 2010 Sayı: 23 ISSN 1300–4921 KONYA
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan hakemli bir dergidir. Yıl/Year:
2010 – Sayı/Number: 23 ISSN 1300–4921
Sahibi/Published by Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi adına Prof. Dr. Mustafa ÖZCAN (Dekan)
Editör/Editor in Chief Prof. Dr. Âlim GÜR
Yayın Kurulu/Editorial Board Prof. Dr. A. Kâzım ÜRÜN (Dekan Yardımcısı-Başkan) Prof. Dr. Bayram ÜREKLİ Prof. Dr. Haşim KARPUZ Prof. Dr. Recep DİKİCİ Prof. Dr. Yılmaz KOÇ Doç. Dr. Köksal ALVER Yrd. Doç. Dr. Naile HACIZADE
Editör Yardımcıları/Vice Editors Yrd. Doç. Dr. Yasin ASLAN (İngilizce Editörü) Yrd. Doç. Dr. Erol ÇÖM Uzm. Dr. Sinan TAŞDELEN Arş. Gör. Hüseyin TORUN Arş. Gör. İlker IŞIK Zafer KARATAŞ
Danışma Kurulu/Advisory Board Prof. Dr. Christine ÖZGAN (Selçuk Ü) Prof. Dr. Emine YENİTERZİ (Selçuk Ü) Prof. Dr. Fehmi EFE (Atatürk Ü) Prof. Dr. Galip BALDIRAN (Selçuk Ü) Prof. Dr. İbrahim İLKHAN (Selçuk Ü) Prof. Dr. Korkut TUNA (İstanbul Ü) Prof. Dr. Mehmet ÖZ (Hacettepe Ü) Prof. Dr. Selçuk MÜLAYİM (Marmara Ü) Prof. Dr. Thomas DREW-BEAR (Lyon Ü)
Kapak/Cover of the journal Harun YILDIZ Yazışma Adresi/Communication Address Prof. Dr. Âlim GÜR Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dergi Editörlüğü, 42003 Kampus/KONYA Telefon: 0 332 223 13 60 (editör) 223 14 37 (editörlük) 223 31 62 (Yrd. Doç. Dr. Yasin ASLAN) 223 13 43 (Yrd. Doç. Dr. Erol ÇÖM) 223 14 28 (Uzm. Dr. Sinan TAŞDELEN) 223 12 64 (Arş. Gör. Hüseyin TORUN) 223 12 74 (Arş. Gör. İlker IŞIK) Belgegeçer: 0 332 241 01 06 E-posta:selcukedebiyat@gmail.com
Yasal Sorumluluk/Legal Responsibility Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına ve çevirmenlerine aittir. The authors and translators are responsible for the contents of their paper.
HAKEM KURULU / REFEREE BOARD
Prof. Dr. Ahmet A. TIRPAN (Selçuk Ü.) Prof. Dr. A. Kâzım ÜRÜN (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Ahmet SEVGİ (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Âlim GÜR (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Ali Osman ÖZTÜRK (On Sekiz Mart Ü.) Prof. Dr. Altan ALPEREN (Gazi Ü.) Prof. Dr. Bayram ÜREKLİ (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ (Uludağ Ü.) Prof. Dr. Cemal YILDIZ(Marmara Ü.) Prof. Dr. Fatih TEPEBAŞILI (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Hasan KAVRUK (İnönü Ü.) Prof. Dr. İbrahim İLKHAN(Selçuk Ü.) Prof. Dr. Mahmut KAPLAN (Fatih Ü.) Prof. Dr. M. Faruk TOPRAK (Ankara Ü.) Prof. Dr. Ramazan ÇALIK (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Tahsin AKTAŞ(Gazi Ü.) Doç. Dr. Asuman BALDIRAN (Selçuk Ü.) Doç. Dr. Bayram AKÇA (Muğla Ü.) Doç. Dr. Bilal SÖĞÜT (Pamukkale Ü.) Doç. Dr. Mehmet KIRBIYIK (Selçuk Ü.) Doç. Dr. Mehmet Naci ÖNAL (Muğla Ü.) Doç. Dr. Mehmet ÖNAL (Gazi Ü.) Doç. Dr. Murat DURUKAN (Mersin Ü.) Doç. Dr. Mustafa GENCER (İzzet Baysal Ü.) Doç. Dr. Zekeriya KARADAVUT (Akdeniz Ü.) Yrd. Doç. Dr. Ali BAYKAN (Selçuk Ü.) Yrd. Doç. Dr. Ertekin DOKSANALTI (Uludağ Ü.) Yrd. Doç. Dr. Filiz İlknur Cuma (Selçuk Ü.) Yrd. Doç. Dr. Hüseyin MUŞMAL (Selçuk Ü.) Yrd. Doç. Dr. İsa KIZGUT (Akdeniz Ü.) Yrd. Doç. Dr. M. Sani ADIGÜZEL (İstanbul Ü.) Yrd. Doç. Dr. Ömer BAYRAM (Nevşehir Ü.) Yrd. Doç. Dr. Pervane BAYRAM(Nevşehir Ü.) Dr. Erdal KARAMAN (Kafkas Ü.)
İÇİNDEKİLER Ahmet SEVGİ Tarihçi Na‘îmâ Efendi'ye Atfedilen Bir Dîvân Üzerine 1–8 *** Deniz PASTUTMAZ 1988–1998 Yılları Arasında Knidos’ta Bulunan Bir Grup Kandil 9–21 *** Erdal KARAMAN Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları Üzerine Bir Deneme 23–35 *** Hakan SEVİNDİK Fasîh Ahmed Dede’nin Behişt-Âbâd Mesnevisi 37–46 *** İbrahim İLKHAN Politik Als Konfiliktkultur-Dargestellt Am Beispiel Turkischer, Israilıscher Und Deutscher Texte 47–54 *** İbrahim KUNT Ferrî’nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe’ye Çevirisi ve Açıklanması 55–67 *** Mehmet BAŞTÜRK “Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 69–96 *** Mehmet KURT Roma Cumhuriyeti’nin Anadolu Politikası ve Pergamon (Bergama) Krallığı’nın Rolü 97–111 *** Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri 113–131 *** Özber CAN Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I 133–143 *** Salih KIŞ Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi 145–158 ***
Sinan GÖNEN Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü 159–178 *** Şerafettin YILDIZ “Katkat Yasemin” Adlı Şiir Çevirisi Üzerine Bir Eleştiri 179–192 *** Zabite TEYMURLU Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler 193–207 *** Kitap Tanıtımı & Eleştiri Ali CAN – Şerife GÜLPINAR Bağdad, 1831 – 1869 Untersuchungen Zur Entwicklung Einer Osmanischen Provinzhauptstadt im 19. Jahrhundert. Mit BioBibliographischem Register [= 19. Yüzyılda Bir Osmanlı Eyalet Başşehrinin Gelişimine Dair Araştırmalar. Bio-Bibliyografik Liste İle ] 209–217 *** Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dergisi Yayın İlkeleri 219–222
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 1-8
TARİHÇİ NA‘ÎMÂ EFENDİ'YE ATFEDİLEN BİR DÎVÂN ÜZERİNE* Prof. Dr. Ahmet SEVGİ Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ahsevgi@selcuk.edu.tr
Özet Bu makalede tarihçi Na‘îmâ Efendi’ye (1655-1716) atfedilen bir Dîvân incelenerek söz konusu Dîvân’ın Mustafa Na‘îmâ Efendi’nin değil, Üsküdarlı İsmail Na‘îm Efendi’nin (ö. 1694) olduğu ortaya konulmuştur. Ayrıca, İsmail Na‘îm Efendi’nin Gülzâr-ı Na‘îm adlı bir mesnevîsi olduğu hatta hamse sahibi bile olabileceğine işaret edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Dîvân, mesnevî, Na‘îmâ, İsmail Na‘îm.
ABOUT A “DIWAN” IS IMPUTED TO HISTORIAN NA‘ÎMÂ EFENDI Abstract In this article, it is proved that the mentioned “Divan” is belonged Üsküdarlı İsmail Na‘îm Efendi instead of historian Mustafa Na‘îmâ Efendi. Besides, it is shown that İsmail Na‘îm Efendi has had a masnawî called “Gülzâr-ı Na‘îm” an even could have a “hamse”. Key Words: Diwan, masnawî, Na‘îmâ, Ismail Na‘îm.
__________ *
Bu metin, 25-27 Kasım 2010 tarihlerinde Kayseri’de yapılan VI. Klasik Türk Edebiyatı Sempozyumu’nda sunulmuştur.
2__________________________________________________________ Ahmet SEVGİ
GİRİŞ Gerek Türkiye, gerek dünya kütüphanelerinde Eski Türk Edebiyatı'na ait gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen daha birçok eser olduğu muhakkak. Ancak, bunların bulunup edebiyat tarihimize kazandırılması pek de kolay olmuyor. Bu alanda çalışanların tespitlerine göre; tezkire, katalog ve edebiyat tarihlerinde verilen yanlış bilgilerin yanında, kitap adlarının veya mahlasların karıştırılmış olmasından kaynaklanan hatalar da araştırmacıların işini zorlaştırmaktadır. “Divan”lar üzerine yaptığımız bir çalışma esnasında müstensih tarafından “Sâhib-i Tevârîh Olan Na‘îmâ Merhûmun Dîvânıdır” diye sunulan bir “divan”a tesadüf ettik. Tarihçi Mustafa Na‘îmâ Efendi'nin (1655-1716) şairlik yönünün de olduğu hatta o dönemde yazılan tezkirelerde şairliğinin övüldüğü ve şiirlerinden örnekler verildiği bilindiğine göre, söz konusu “divan” tarihçi Na‘îmâ'ya ait olabilir diyerek heyecanlanıp araştırmalarımızı derinleştirdik. Erbabınca malum olduğu üzere bu konuda ilk yapılması gereken, tezkirelerde Na‘îmâ adına kaydedilen örnek şiirlerin mezkûr “divan”da olup olmadığının araştırılması olacaktır. Biz de öncelikle Safâyî ve Sâlim Tezkirelerindeki Na‘îmâ'nın şiirlerini bulduk:
Müfte‘ilün Fâ‘ilün Müfte‘ilün Fâ‘ilün ‘Aş ımı efzūn eden at mı ya ol rū mudur Zīb-i çemenzār-ı üsn lāle mi şeb-bū mudur ‘Āşı -ı bīdādıña söyleye ey şā -ı üsn Çeşmiñi ser-mest eden nāz mı uy u mudur urreleri müşgsā ġamzesi merdüm-rubā Bilseñ o va şī- ıfat şīr mi āhū mudur Şi‘r degil ey Na‘īm eyledigiñ si rdir Yo sa bu destiñdeki āme mi cādū mudur. Ve lehū
Tarihçi Na’Îmâ Efendi’ye Atfedilen Bir DĂŽvân Ăœzerine ________________________________________3
Mefâ€˜ĂťlĂź MefĂ˘â€˜ĂŽlĂź MefĂ˘â€˜ĂŽlĂź Feâ€˜ĂťlĂźn Her kimde ki sĹŤz-Äą Ĺ&#x;eb Ăź Ä h-Äą se er olmaz Da‘vÄ t-Äą recÄ sÄąna avÄ
-Äą e er olmaz
Ä sid ayaÄĄa çalsa da kÄ lÄ -yÄą kemÄ lim SermÄ ye-i ‘irfÄ nÄąma a lÄ Ĺźarar olmaz Na mÄąmdan alÄąr her kiĹ&#x;i bir isse Naâ€˜ÄŤmÄ
Ä l ehline bĂśyle ni‘am-Äą mĂźdda ar olmaz.1 ‌‌‌.. MĂźfte‘ilĂźn FĂ˘â€˜ilĂźn MĂźfte‘ilĂźn FĂ˘â€˜ilĂźn ‘AĹ&#x; ÄąmÄą efzĹŤn eden at mÄą ya ol rĹŤ mudur ZÄŤb-i çemenzÄ r-Äą Ä n lÄ le mi Ĺ&#x;eb-bĹŤ mudur Ve lehĹŤ MefĂ˘â€˜ĂŽlĂźn MefĂ˘â€˜ĂŽlĂźn MefĂ˘â€˜ĂŽlĂźn MefĂ˘â€˜ĂŽlĂźn afÄ -yÄą alb ile sa‘yim bu ey dĂźstĹŤr-Äą Ä ib-nÄ m MĂźretteb Ä sitÄ nĹù eyleyem ta bÄŤl Ăź istÄŤlÄ m
arÄŤm-i Ka‘be-i kĹŤyuĂą avÄ fa eyledim niyyet Mi Ä l-i Ä cÄą ‘uryÄ nÄąm ‘inÄ yet eyle bir i rÄ m.2
YaptÄąÄ&#x;ÄąmÄąz karĹ&#x;ÄąlaĹ&#x;tÄąrma sonunda bu Ĺ&#x;iirlerin bahse konu “divanâ€?da olmadÄąÄ&#x;Äą ortaya çĹktÄą. Sonra “Tuhfe-i Nâ’ilĂŽâ€?den aynÄą mahlasÄą (Naâ€˜ĂŽm) kullanan diÄ&#x;er Ĺ&#x;airlerin Ăśrnek Ĺ&#x;iirlerini tarayarak bunlarÄą Naâ€˜ĂŽmâ'ya isnat edilen “divanâ€?daki Ĺ&#x;iirlerle karĹ&#x;ÄąlaĹ&#x;tÄąrdÄąk. GĂśrdĂźk ki SarÄą Nâ’ib diye anÄąlan ĂœskĂźdarlÄą Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendi’ye ait altÄą parça Ăśrnek Ĺ&#x;iirden3 ikisi mezkĂťr “divanâ€?da var:
__________ 1
Mustafa SafâyĂŽ Efendi, Tezkire-i SafâyĂŽ, (HazÄąrlayan: Doç. Dr. Pervin Çapan), AKM YayÄąnlarÄą, Ankara 2005, s. 625. 2 Sâlim Efendi, TezkiretĂź'Ĺ&#x;-Ĺ&#x;u‘arâ, (HazÄąrlayan: Prof. Dr. Adnan Ä°nce) AKM YayÄąnlarÄą, Ankara 2005, s. 676. 3 Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i NâilĂŽ (HazÄąrlayanlar: Cemâl Kurnaz-Mustafa TatcÄą), Bizim BĂźro YayÄąnlarÄą, Ankara 2001, c. 2, s. 1083-1084.
4__________________________________________________________ Ahmet SEVGÄ°
Fe‘ilâtĂźn Fe‘ilâtĂźn Fe‘ilĂźtĂźn Fe‘ilĂźn u gibi Ä yine-i Ăźsn Ăź bahÄ sÄ de olur TeĹ&#x;ne-diller saĂąa ol vech ile cÄ n-dÄ de olur Seyr eden ol gĂźli mestÄ ne çemen bezminde AldÄąrÄąr kendĂźyi Ĺ&#x;ebnem gibi ĂźftÄ de olur ZĂźlf-i mĂźĹ&#x;gÄŤniĂąe pÄ -beste olurmuĹ&#x; evvel Ol sebebden midir â€˜Ä Ĺ&#x;Äą olan Ä zÄ de olur BÄŤ-tekellĂźf n'ola abrÄŤye na ÄŤr olsa Naâ€˜ÄŤm Her ne kim mĂźmkin ola â€˜Ä lem-i dĂźnyÄ da olur. (DĂŽvân, v. 16b) ‌‌‌‌.. Mefâ€˜ĂťlĂź FĂ˘â€˜ilâtĂź MefĂ˘â€˜ĂŽlĂź FĂ˘â€˜ilĂźn Ä€yÄŤnezÄ r-Äą himmet olur inkisÄ rÄąmÄąz ÇeĹ&#x;m-Ä Ĺ&#x;inÄ -yÄą ÄĄayret olursa ÄĄubÄ rÄąmÄąz Merkez-niĹ&#x;ÄŤn-i dÄ â€™ire-i ‘aĹ&#x;kÄą ey Naâ€˜ÄŤm Ä ayret-fezÄ -yÄą devr-i felekdir arÄ rÄąmÄąz. (DĂŽvân, v. 16b)
Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendi için, tekrar SafâyĂŽ ve Sâlim Tezkirelerine dĂśndĂźÄ&#x;ĂźmĂźzde Sâlim Efendi'nin Naâ€˜ĂŽm'den sadece bir Ăśrnek beyit zekrettiÄ&#x;ini:
MefĂ˘â€˜ĂŽlĂźn MefĂ˘â€˜ĂŽlĂźn MefĂ˘â€˜ĂŽlĂźn MefĂ˘â€˜ĂŽlĂźn GĂźlistÄ n-Äą cihÄ nda bir dĂśnĂźm bÄ ÄĄ-Äą ma abbetdir Mu ÄŤm-i kĹŤy-Äą ‘aĹ&#x; a zÄ d-Äą vird-i al a-i tev ÄŤd.4
SafâyĂŽ'ninse, tezkiresine Naâ€˜ĂŽm Efendi'den yedi manzum parça almÄąĹ&#x; olduÄ&#x;unu5 ve bunlardan bir gazelin elimizdeki “dĂŽvânâ€?da yer aldÄąÄ&#x;ÄąnÄą tespit ettik;
__________ 4 5
Salim Efendi, age., s. 675. Mustafa SafâÎ Efendi, age., s. 608-610.
Tarihçi Na’Îmâ Efendi’ye Atfedilen Bir DĂŽvân Ăœzerine ________________________________________5
Mefâ€˜ĂťlĂź FĂ˘â€˜ilâtĂź MefĂ˘â€˜ĂŽlĂź FĂ˘â€˜ilĂźn Ä€yÄŤnezÄ r-Äą himmet olur inkisÄ rÄąmÄąz ÇeĹ&#x;m-Ä Ĺ&#x;inÄ -yÄą ÄĄayret olursa ÄĄubÄ rÄąmÄąz TÄ c-Äą Ĺ&#x;ehÄ nÄą tĹŤde-i rÄ h-Äą nigÄ h eder DÄ ÄĄ-Äą derĹŤn-Äą ‘aĹ&#x; iledir ifti Ä rÄąmÄąz Seng-i mi ekk-i çar la encĂźm degil felek Mihrile ya‘ni etdi teâ€˜Ä dil ‘ayÄ rÄąmÄąz Lu f-Äą seyyÄ r-Äą dehre yemÄŤn eylemek nedir Far olsa idi kÄ r-Äą yemÄŤn Ăź yesÄ rÄąmÄąz Ta mÄŤl-i ‘aĹ&#x; sa‘y Ăź irÄ detle olmadÄą Bu yolda etdi arf-Äą vĂźcĹŤd i tiyÄ rÄąmÄąz Merkez-niĹ&#x;ÄŤn-i dÄ â€™ire-i ‘aĹ&#x;kam ey Naâ€˜ÄŤm Ä ayret-fezÄ -yÄą devr-i felekdir arÄ rÄąmÄąz. (DĂŽvân, v. 16b)
BĂźtĂźn bu araĹ&#x;tÄąrma ve incelemelerimiz sonunda “Sâhib-i TevârĂŽh Olan Naâ€˜ĂŽmâ MerhĂťmun DĂŽvânÄądÄąrâ€? ifadesinin doÄ&#x;ru olmadÄąÄ&#x;Äą ve adÄą geçen “DĂŽvânâ€?Äąn Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendi'nin olduÄ&#x;u ortaya çĹkmÄąĹ&#x; oldu. Bu vesile ile biz de makalemizde Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendi ve DĂŽvânÄą'nÄą kÄąsaca tanÄątmak istedik‌ Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendi SarÄą Nâib diye anÄąlan Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendi ĂœskĂźdarlÄądÄąr. Tahsilini tamamladÄąktan sonra mahkeme kâtipliÄ&#x;i ve mĂźderrislik gĂśrevlerinde bulunmuĹ&#x;tur. 1106/1694'te vefat eden Naâ€˜ĂŽm Efendinin edebĂŽ yĂśnĂź hakkÄąnda tezkireci Mustafa SafâyĂŽ Efendi Ĺ&#x;unlarÄą sĂśyler: “A rĹù Ĺ&#x;u‘arÄ sÄąndandÄąr. MĂźretteb DÄŤvÄ n-Äą belÄ ÄĄat-‘unvÄ nÄą vardÄąr. Ve da i me nevÄŤ ba rinde GĂźlzÄ r-Äą Naâ€˜ÄŤm nÄ m bir man ĹŤm te’lÄŤfi vardÄąr. a Ä ki be l-i maâ€˜Ä rif etmiĹ&#x;dir. EĹ&#x;â€˜Ä rÄą nÄ zĂźkÄ ne ve gĂźftÄ rÄą â€˜Ä Ĺ&#x;Äą Ä nedir.â€?6 Bu konuda ĹžeyhĂŽ Mehmed Efendi'nin “Vekâyi‘u'l-Fudalââ€?da sĂśyledikleri de Ĺ&#x;Ăśyledir: “Ā Ä rÄąndan Naâ€˜ÄŤm ma lasÄą ile mĂźretteb ve mĂźkemmel DÄŤvÄ n-Äą eĹ&#x;â€˜Ä rÄą ve man ĹŤm amse-i belÄ ÄĄat-Ĺ&#x;iâ€˜Ä rÄą vardÄąr.â€?7 __________ 6
Age., s. 607.
6__________________________________________________________ Ahmet SEVGÄ°
Bu ifadlerden de anlaĹ&#x;ÄąlacaÄ&#x;Äą Ăźzere, Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendinin mĂźretteb bir DĂŽvân'Äą ve GĂźlzâr-Äą Naâ€˜ĂŽm adlÄą bir mesnevĂŽsi vardÄąr. Bu arada ĹžeyhĂŽ Mehmed efendinin “ManzĂťm Hamse-i belâgat-Ĺ&#x;iâ€˜Ă˘rÄą vardÄąrâ€? sĂśzĂź de dikkat çekicidir. Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendi “hamseâ€? sahibi bir Ĺ&#x;air ve GĂźlzâr-Äą Naâ€˜ĂŽm bu beĹ&#x; mesnevĂŽden biri midir yoksa GĂźlzâr-Äą Naâ€˜ĂŽm onun hamsesinin genel adÄą mÄądÄąr, bunlarÄą bilmiyoruz‌ Bu genel deÄ&#x;erlendirmeden sonra Ĺ&#x;imdi Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendi DĂŽvânÄą'nÄą tanÄątmaya geçebiliriz. Ä°stanbul AraĹ&#x;tÄąrmalarÄą EnstitĂźsĂź KĂźtĂźphanesi, Ĺževket Rado YazmalarÄą No: 41'de kayÄątlÄą Naâ€˜ĂŽm DĂŽvânÄą 19 varaktÄąr. Cilt ebâ€˜Ă˘dÄą: 210x140 mm. YazÄą eâ€˜Ă˘dÄą : 160x85 mm. Ta‘lĂŽkla yazÄąlmÄąĹ&#x; ve sayfalardaki beyit sayÄąsÄą muhtelif.
BaĹ&#x;:
‍ اع Ř§Ůˆ ن ŘŻ ا ع‏ ‍ ا ا ا‏ ‍ " ا ! ا ؤ٠ا‏#$ ‍ ŘŻ ان‏ ‍ ' ب Ř§ŮˆŘŹ ) ن‏$ ‍ ع‏,‍ ' ا‏#( ‍ ن‏-. ‍ ŘŻŮˆâ€Ź/0‍ ا‏1 2 3 ‍ Ůˆâ€Ź1 ‍ ع‏4 1 (DĂŽvân 1b) Son:
‍ Řą Ůˆ Ů„ ŘŻŮˆŘąŘ§ ع‏6‍ ا‏6 )
7 ‍ ز Ůƒ Ř§Ůˆâ€Ź0 "# :6 (DĂŽvân, 20a) Naat, kasĂŽde, tarih, kÄąt‘a, ve beyitleri mĂźteâkip “İbtidâ-yÄą ÄĄazeliyyât-Äą DĂŽvân-Äą Naâ€˜ĂŽm Eâ€˜ĹŤ Ăź billÄ hi mine'Ĺ&#x;-Ĺ&#x;ey Ä ni'r-racÄŤm BismillÄ hi'r-ra mÄ ni'r-ra ÄŤmâ€? baĹ&#x;lÄąÄ&#x;Äąyla gazellere geçilir. Alfabetik olarak tertip edilen gazeller maalesef kâf ( ) harfinde sona ermektedir. Ancak, kaynaklarda Ä°smail Naâ€˜ĂŽm Efendinin mĂźrettep DĂŽvân sahibi olduÄ&#x;unun belirtilmesi yanÄąnda, tezkirelere alÄąnan gazel Ăśrneklerinde kâfiye ve 7
ĹžakâyÄąk-Äą Nu‘mâniye ve Zeyilleri (NeĹ&#x;re HazÄąrlayan: Dr. AbdĂźlkadir Ă–zcan), ÇaÄ&#x;rÄą YayÄąnlarÄą, Ä°st. 1989, c. 4, s. 120.
Tarihçi Na’îmâ Efendi’ye Atfedilen Bir Dîvân Üzerine ________________________________________7
rediflerin ekseriyetle kâftan ( ) sonra gelen harflerden oluştuğu dikkate alındığında “Dîvân”ın eksik olduğu görülür. SONUÇ Bu çalışmamızda tarihçi Mustafa Na‘îmâ Efendi'ye atfedilen bir Dîvân ele alınıp incelenmiş ve adı geçen Dîvân’ın Na‘îmâ'nın değil, İsmail Na‘îm Efendinin olduğu ortaya konulmuştur. Ayrıca, Na‘îm Efendinin “Gülzâr-ı Na‘îm” adlı bir mesnevî kaleme almış olduğuna hatta şairimizin hamse sahibi olabileceğine de işaret edilmiştir. Yazımızı İsmail Na‘îm Efendi'nin –Dîvân’ının âkıbetine uygun düşen- bir kıt‘asıyla tamamlıyoruz: Mefâ‘ilün Fe‘ilâtün Mefâ‘ilün Fe‘ilün Na‘īm fikr-i ser-i zülf ile perīşānım Anıñçün oldı perīşān bu resme Dīvānım Velīk her ne ise na d-i cān-ı dildir bu Mürüvvet ile nigāh et eliñdedir cānım. (Dîvân, v. 6a)
KAYNAKÇA Mustafa Safâyî Efendi, Tezkire-i Safâyî, (Hazırlayan: Doç. Dr. Pervin Çapan), AKM Yayınları, Ankara 2005. Sâlim Efendi, Tezkiretü'ş-şu‘arâ, (Hazırlayan: Prof. Dr. Adnan İnce) AKM Yayınları, Ankara 2005. Şakâyık-ı Nu‘mâniye ve Zeyilleri, I-V, (Neşre Hazırlayan: Dr. Abdülkadir Özcan), Çağrı Yayınları, İst. 1989. Tuman, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî, I-II, (Hazırlayanlar: Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı), Bizim Büro Yayınları, Ankara 2001.
8__________________________________________________________ Ahmet SEVGİ
Dîvân-ı Na‘îm, v. 1b
Dîvân-ı Na‘îm, v. 20a
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 9- 21
1988–1998 YILLARI ARASINDA KNİDOS’TA BULUNAN BİR GRUP KANDİL∗ Dr.Deniz PASTUTMAZ Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü denizpastutmaz@yahoo.com Özet Ch. Thomas Newton’un 19.yy. ortalarında başladığı Knidos araştırmalarından bu yana iyi tanınan Knidos kandillerinin Hellenistik ve Roma Devri seramiği içinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Hellenistik dönemde Knidos’tan ihraç edilen ve literatüre “Knidos Tipi Kandil” olarak geçen gri renkte hamurdan üretilen kandiller, Roma döneminde büyük bir ihracat kapasitesine sahip olan Knidoslu Roma Dönemi kandil atölyelerinin ön habercisi olmuşlardır. Omuzlarında “Knidos Yaprağı” ve kulpunda “Knidos Düğümü” adı verilen bezemeleri bulunan örnekler, literatürde “Knidos Tipi” olarak tanınmaktadır. Ancak bu tip kandilin yapımı, Knidos’ta bugüne kadar sanıldığı gibi M.Ö. 1. yy.’ın 2. yarısında kesilmemiş, tersine M.Ö. 1. yy. boyunca da üretimlerine devam edilmiştir. Knidos’ta kandil üretimi Roma Döneminde parlamıştır. Özellikle “Romanesis” adlı üreticinin ve atölyesinin ürünlerine pek çok merkezde rastlanmıştır. M.S. 2.yy.’da Knidos atölyelerinin bu potansiyeli devam etmiş gibi görünmektedir. Yapılan kazıların sonuçlarına göre, M.S. 3. yy. başlarına kadar üretimin devam ettiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte yerel ihtiyaca yönelik üretim devam etmiş olmalıdır. Bulduğumuz örnekler arasında M.S. 3-4. yy.’lar arasına tarihlediğimiz örnekler bu gruptandır. Anahtar Kelimeler: Knidos, kandil, Hellenistik, Roma.
A GROUP OF CANDLES FOUND IN KNIDOS BETWEEN THE YEARS 1988–1998 Abstract Since the mid 19th century when Ch. Thomas Newton started Knidos studies, well-known Knidos candles have had a significant place and importance in Hellenistic and Roman Period ceramics. The candles which were made from grey dough and exported from Knidos in Hellenistic era and which are called “Knidos Type Candle” in the literature were the indicators of Knidosian candle workshops which had a great export capacity in Roman period. The samples which had “Knidos Leaf” on the shoulder and “Knidos Knot” on the grip are known to be “Kniods Type” in the literature. The manufacture of this type of candles did not stop in the second half of the 1st century B.C., which has been thought to be true so far. On the contrary, their production continued during the 1st century B.C. Candle manufacture in Knidos was in the ascendant in Roman Period. Especially the products of “Romanesis” and from his workshops were seen in many centers. This potential of Knidos workshops seemed to continue well into the 2nd century A.D. According to the results of the excavations, it was understood that manufacture continued till the 3rd century A.D. However, this manufacture continued to meet local demand. Among the samples we found, the ones we dated back to the 3rd and 4th centuries A.D. are samples from this group. Keywords: Cnidus, lamp, Hellenistic, Roman Imperial Period.
__________ ∗ Bu çalışma, yazarın 2001 senesinde, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamlamış olduğu “1988-1998 Yılları Arasında Bulunan Knidos Kandilleri” adlı yüksek lisans tezinden bir bölümdür.
____________________________________________________ Deniz PASTUTMAZ 10 1-KANDİL BULUNTUSU VEREN KAZI ALANLARI Bugünkü Muğla İli Datça İlçesi sınırları içinde kalan antik Knidos kenti, antik dönemin Karya bölgesi sınırlarları içindedir. 1850’li yıllarda Charles Thomas Newton tarafından British Museum adına kazı ve araştırmalar yapılmıştır1. 19671977 yılları arasında kazılar, Amerikan-Long Island Üniversitesi adına Prof. I.C. Love tarafından yürütülmüştür2. 1989 Yılında Knidos’ta Prof. Dr. Ramazan Özgan başkanlığında Selçuk Üniversitesi tarafından T.C. Kültür bakanlığı adına kazılar yapılmış ve bu kazılar 2006 senesi de dahil olmak üzere sürdürülmüştür. 1998-1998 senelerini kapsayan 10 yıllık bir zaman dilimi içerisinde, Propylon, doğu-batı yönünde uzanan ana cadde, Yuvarlak Tapınak Terası ve Dionysos Terası-Stoa merkezlerinde çalışılmıştır. Ayrıca şehrin Kap Krio bölümünde de kazılar yapılmıştır. Kandil buluntuları ise ağırlıkla 1988-1994 yılları arasında kazıları yapılan Yuvarlak Tapınak Çevresi açmalarından, 1995 yılında kazılan Doğu-Batı Caddesi açmalarından, 1996 yılında kazımına başlanan Dionysos Terası- Stoa odaları ve kanallarından ve 1992-1996 yılları arasında kazıları yapılmış Kap Krio Teras kazılarından bulunmuştur3. Tiyatro caddesini oluşturan basamakları açmak ve Dionysos terasını temizlemek amacıyla çalışmalara 1996 yılında başlanmıştır. Teras duvarı izodomik teknikte inşa edilmiş ve her 4 m.de bir yer alan payandalarla desteklenmiştir. Payandaların genişliği yaklaşık 60 cm., derinliği ise 80 cm ile 90 cm arasında değişmektedir. Bu payandalar ile (teras destek duvarları ile) dükkanların arka duvarlarının arası boştur. Genişliği 80 cm kadar olan bu kanalların zemini içbükey olarak düzeltilmiş olup, sıkıştırılmış toprak ve harç katkılı sert bir tabandan oluşmaktadır. Kanallar payandaların en alt sırasına açılan oyuklarla birbirlerine bağlanmıştır4. Bunun amacı olasılıkla üst teraslardan gelen yağmur sularının şehre yayılmasını önlemek, daha sonraki dönemlerde ise, inşa edilen dükkanların duvarlarını oluşacak rutubetten korumaktır (Trockenmauer5 veya peristasis). Ancak bu kanallar daha sonra belirli bir dönemde tamamen doldurulmuştur. Kandillerin büyük bir bölümü, söz konusu bu kanal doldurmalarından çıkarılmıştır. Burada bulunan gerek seramik malzemenin ve gerekse de diğer küçük buluntuların (cam ve metal) çok parçalanmış olması dikkati çekmektedir. Ayrıca bulunan seramik malzeme arasında Dionysos Kültü ile ilgili olabilecek materyal ile sıklıkla karşılaşılması, dikkati çeken diğer bir unsur olmuştur. Bu malzeme arasında, phalloslu kaplar, phallik alabastronlar ve çeşitli tiplerdeki plastik kandiller sayılabilir6. Bu gibi kült malzemesi ile sıkça karşılaşılması, söz konusu bu doldurmaların kült malzemelerinin atılması ile zamanla bir seramik çöplüğüne __________ 1
Newton 1863 1vd, Newton 1865 1vd. Love 1968, 133-159. 3 Özgan 1989, 167; Özgan 1990, 57; Özgan 1991, 171; Özgan 1993, 161; Özgan 1993a, 169; Özgan 1994, 297; Özgan 1996, 273; Özgan 1998, 133; Özgan 1999, 205; Özgan 1999a. 4 Özgan 1998, 137. 5 Radt 1993, 347, fig. 10-11. 6 Doksanaltı 2000, 75-83, fig. 3.a. 2
1988 – 1998 Yılları Arasında Knidos’ta Bulunan Bir Grup Kandil _____________________ 11
dönüşmüş olduğunu düşündürtmektedir. Zaten stoanın bulunduğu terasın merkezinde bir Dionysos Tapınağı olduğu göz önüne alınırsa, bu teorinin ne kadar akla uygun olduğu görülecektir. Aşağıda bahsedileceği üzere; Geç Klasik döneme (M.Ö.4. yüzyıl sonları) tarihleyebileceğimiz birkaç adet emzik kısmı söz konusu çalışmada tespit edilen en erken parçalardır. Klasik döneme ait kandil buluntusunun yok denecek kadar az olmasına karşın, 453 adet Hellenistik döneme (M.Ö 3-1.yüzyıl) ait Knidos yapımı kandil parçası tespit edilmiştir. Bunlar Knidos üretimi ve az sayıda ithal örneklere ait omuz, diskus, kulp, kaide ve emzik parçalarıdır. Ayrıca M.S. 1.yüzyılın ortalarından itibaren üretilmeye başlanmış Roma dönemi Knidos kandillerine ait 600’e yakın parça da tespit edilmiştir. Bu parçalar büyük çoğunlukla M.S.1. ve 2.yüzyıllara tarihlenebilecek çeşitli tiplerdeki omuz, diskus, tutamak gövde ve kaide parçalarıdır. Ayrıca M.S. 3., 4. ve 5.yüzyıllara ait az sayıda parça da mevcuttur. 2-KANDİLLERİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE YAPIM TEKNİKLERİ Klasik dönemde çok yaygın olan küresel gövde profili (Resim 1), geç 4. yüzyıl erken 3. yüzyıldan itibaren, yerini çift dışbükey gövdeye bırakmıştır7. Bunun sonucunda da yüksek Hellenistik Dönem kandillerinin keskin lagynoid8 profili ortaya çıkmıştır(Resim 2-3)9. Armudi gövdeden ziyade, mercimek profili veren kandillere rastlamak mümkün olmuştur. Hellenistik dönem kandillerinin kulp ve emzik kısımları, çarkta şekillendirilmiş kandil gövdesine, sonradan aplike edilmekteydi. Kulp ve emzik, genellikle elde ve bazende kalıpta şekillendirilirdi. Emzik formları ise, Klasik dönemde görülen, uca doğru daralan ve uç kısmı yuvarlaklaştırılmış emziklerden ayrılmıştır. M.Ö. geç 4. yy’dan itibaren emziğin uçları yanlara doğru genişlemeye başlamıştır. M.Ö. 2. yüzyılda çapa veya okucu şeklindeki emzikler devre damgasını vurmuştur (Resim 3-4). Bunun yanı sıra yuvarlak emzik uçları da devam etmiştir. Doldurma deliği, M.Ö. 3. yüzyıldan itibaren küçülmeye başlamış, M.Ö. 2. yüzyılda ise oldukça daralmıştır. Atinalı kandil üreticilerine ait üç aşamalı fırınlama tekniği, parlak sırlı erken kandillerde yaygındır. Daha sonra M.Ö. erken 3.yüzyılda iki aşamalı fırınlama tekniğine geçilmiştir. Bu teknikle oksidasyon azaltılmış, ve Hellenistik dönem kandillerin çoğunluğunda görülen donuk gri görünümü oluşmuştur. Böylece gri üretim meydana gelmiştir10. M.Ö. 250’den itibaren ise çark yapımı kandillerin yanı sıra, kalıp yapımı kandiller görülmeye başlamıştır. Model olarak tanımlayabileceğimiz kalıp, tam bir kandil formunda yekpare ve pozitif olarak hazırlanır. Sertleşinceye kasar pişirilir ve çok sayıda dişi kalıp yapmaya yarardı. Kandilin alt ve üst kısımlarını oluşturacak şekilde negatif olarak hazırlanmış, alçı yada pişmiş topraktan dişi kalıp __________ 7
Scheibler 1976, 111 Howland 1958, 94. 9 Scheibler 1976, 113. 10 Bailey 1975, 28 vd. 8
____________________________________________________ Deniz PASTUTMAZ 12 oluşturulurdu11. Hamur haline getirilmiş kil, yaşken kalıplara elle sıvanırdı. Biraz kuruduktan sonra çıkarılması daha kolay olduğundan, kuruyup hafifçe büzülmesi beklenirdi. Ardından, alt ve üst gövde olmak üzere farklı iki kalıptan çıkarılan parçalar birleştirilirdi. Birleşme yerindeki fazlalıklar, metal bir aletle yada elle temizlenirdi. Doldurma deliği ve fitil deliği ya alt ve üst gövde birleştirildikten sonra açılır, ya da kalıptan çıkarılan üst gövdeye alt gövde ile birleştirilmeden önce açılırdı. Eğer varsa kulp kısmı da sonradan eklenirdi. Roma dönemine gelindiğinde ise, gövde kısalmış, basık diskoid bir görünüm almıştır. Omuz daralmış ve dik bir profille alt gövdeye geçiş başlamıştır. Kandil yapımında kalıbın yaygınlaşması ile birlikte, form ve bezeme yönünden çeşitlilik artmıştır. İçbükey olmayan ve üstten bakıldığında diskoid bir görünüm veren diskuslarda, günlük hayat ve mitolojiden çeşitli konuların yanı sıra, bitkisel motifler veya midye gibi doğadan enstantanelerde olabilmektedir 12 . Klasik ve Hellenistik dönemlerde, kandiller daldırma veya sallama tekniği ile astarlanırken, Roma döneminde bunun malzeme kaybına yol açtığı düşünülmüştür. Astar fırça veya elle sürülmeye başlanmıştır13. Kandilin üst kısmının astara daldırılması işleminin Roma döneminde tam olarak kesilmediği, omuzdan alt gövde ve kaideye doğru astar akması yapmış örneklerde görülmektedir. Ayrıca Hellenistik devrin, gövdeden belirgin bir şekilde ayrılan kaide formunun yerini, düzleşmiş ve zemine tam olarak oturan düztabanlar almıştır. Bazı örneklerin tabanlarında, üretici atölyelerin ideogramları, mühürleri ya da imzaları da bulunabilmekteydi. Kandil içinde bulunan yağın, çeşitli sebeplerle dökülmesi ihtimaline karşı tedbir olarak, fitil deliğinin bir tıpa ile kapatıldığı bilinmekteydi. Bu basit tıpalar, ahşap tıpacıklar olabileceği gibi14, fitil deliğine uygun formda yapılmış seramik tıpalarda bulunabilmektedir (Resim 5-6). Gerek çark gerekse de kalıp yapımı kandillerde kullanılan kilde katkı maddesi olarak kireç tanecikleri ve mika zerrecikleri görülmektedir. Bilindiği gibi kireç tanecikleri kilin bünyesinde bulunan fazla nemi alıp pişme ve soğuma esnasında oluşabilecek ani ısı farklılıklarından doğan çatlamayı önleyici bir unsurdur. Bu kireç tanecikleri zaman zaman yüzeye yakın oldukları yerlerde patlamalar ve dökülmeler yaparlar. Dolayısıyla bu kirecin mümkün olduğu kadar iyi elenip küçük tanecikler haline getirilmesi gerekmekteydi. Yaygın olarak kullanılan diğer bir katkı maddesi olan mika zerrecikleri ise iki tipte olabilirdi: Sarı parlak renkli altın mika ve gümüşi renkli gümüş mika. Bazı örneklerde kilin yanı sıra, astarda da mika zerrecikleri kullanıldığı görülmüştür. Kil bünyesinde bulunan __________ 11
Radt 1986, 48. Radt 1986. 48. 13 Radt 1986, 47 vd. 14 Radt 1986, 45. 12
1988 – 1998 Yılları Arasında Knidos’ta Bulunan Bir Grup Kandil _____________________ 13
mika zerrecikleri, hem parlak bir görünüm sağlamaya hem de birleştirici bir katkı maddesi olma özelliğine sahipti. 2.1 Geç Klasik Dönem Kandilleri Klasik Devrin Erken kandillerinde görülen, gövdenin arka kısmında yer alan tutamak kaybolmuştur. Bu tutuş şekli ile kandilin taşınması zordu. M.Ö. 350 dolaylarında bant kulpa geçilmiştir15. Sıkı kilden küresel gövde formları görülür, dik omuz ve keskin kenarların yerine yumuşak hatlar tercih edilirdi. Ağır kütlesel gövdeleri ile tabanı tam olarak kavrarlardı. Gövdelerinin masifliğinden dolayı, emniyetli zemin tutuşu için kaideleri de kandilin yapısına uygun olarak oldukça kalın ve büyük yapılırdı. Kaideler, düz ya da hafif içbükey olabilirlerdi. Kandillerin genel gelişimi içinde görülen yükseltilmiş oranlamalar, ancak buna karşın küçülenkapanan doldurma delikleri vardı. Emzik kısımlarının 3-4 cm.ye kadar uzadığı görülmektedir. Üzeri düzleştirilmiş bu emzikler, kandil ile organik bir şekilde verilirlerdi16. Resim 1’deki kandilimiz, bu özellikleriyle bu gruba dahil edilmektedir. Ayrıca, Resim 7’de yer alan emziklerde, gerek uçlarının yuvarlatılmış oluşu, gerek üst kısımlarının düzleştirilmesi ve gerekse de sıkı-ağır kil yapılarından dolayı Klasik dönemin sonlarına tarihlenmesi mümkün olan örneklerdir. 2.2 Hellenistik Dönem Knidos Kandilleri. 2.2.1. Kulakçıklı kandiller “Başparmak tutamağı”17 olarak da adlandırılan (Lug18) omuz üzerindeki çıkıntı bu çalışmada kulakçık olarak geçmektedir. Kulakçık, kandillerde M.Ö. 4.yüzyıl sonlarından itibaren görülmeye başlamıştır19. Howland Tip 29’a dahil olan kandillerin en eski örneklerinde kulakçığın delinmiş olduğu, bundan sonra tarihlerde bu deliğin küçüldüğü ve bu durumun M.Ö. 3.yüzyıl sonlarına kadar devam ettiği görülür. Kulakçık üzerindeki bu delik, emzikteki yanma fitilinin içe kaçması durumunda, bunu delikten çekmeye yarayan küçük çubukçuğun konulduğu yer olarak kullanılmıştır. Başparmak tutamağı olarak adlandırılan bu kısmın, fonksiyonellikten ziyade estetiğe yönelik bir bezeme unsuru olduğunu düşünüyoruz. Büyük çoğunluğu kulpsuzdur. Birçok durumda kulakçık sol yana eklenir. M.Ö. 3. yüzyılın ilk yarısına ait örneklerde gövde formunun dik bir omuz profili ile belirlendiği görülür (Resim 8). Ancak M.Ö. 3. yüzyıllın sonlarına doğru gövde yapıları değişmiş, çiftli dışbükey gövde formuna geçilmiş ve omuz profilli keskinleşmiştir. Kaideleri yükseltilmiş disk veya içbükey olabilir (Resim 9).
__________ 15
Scheibler 1976, 110. Scheibler 1976, 108-111. 17 Kassab-Tezgör, Sezer 1995, 18. 18 Howland 1958, 72 vd. 19 Blonde 1983, 171-180. 16
____________________________________________________ Deniz PASTUTMAZ 14 2.2.2. Çubuklu kandiller Çalışmamızda “Çubuklu Kandiller” olarak geçen kandiller “Boru askı delikli kandiller”20 adı ile de adlandırılmakta olup ilk örnekleri M.Ö.6.yüzyılda görülmektedir21. Bir çubuk vasıtası ile taşıma amacıyla yapılmış22 ve kaideden gövdeye doğru yükseltilmiş, boru askı delikleri, erken örneklerde konik formdayken geç örneklere doğru silindirik bir form alırlar (Arkaik örneklerde boru askı deliği yerine kandil göbeğinde büyük bir konik çıkıntının alternatif olarak yeraldığı görülür)23. Kaide de açılan delikten gövde ile yekpare bir şekilde yukarıya doğru uzatılan boru askılıklar erken örneklerde gövde hizasını geçmezler. Bu tipin geç (M.Ö.3-2.yüzyıllar) örneklerinde gövde küçülmüş, ilk örneklerdeki ağır kütlesellikten uzaklaşılmıştır24. Minyatür boru askı delikli kandiller25 olarak adlandırılan bu örnekler Howland Tip 27 A Prime, 27 B, 27 C ve 27 D ye girerler. Bu tipe giren boru askı delikli kandiller tek emziklidirler; küçük-dar bir yağ hazneleri vardır. Kaideleri boru askı deliğinin formu ile büyüklüğüne ve kandilin yapısına uygun olarak dizayn edilirler26 (Resim 10). Minyatür boru askı delikli kandiller grubuna girer. Ancak Resim 11’de görülen kandil, yağ haznesini saran gövdenin dudaklarının dışa doğru hafifçe bükülmesi, ince cidarı ve konik formdaki askı deliği ile diğer örneklerden farklıdır. 2.2.3. Knidos tipi İlk kez British Museum adına Charles T. Newton tarafından 1857-59 yılları arasında Knidos’ta yapılan kazı ve araştırmalarda çok miktarda kandil bulunmuştur. Bu kandiller iki ana grupta toplanmıştır. Hellenistik üretimi gri renkli kandiller ve Roma dönemi üretimi kırmızı –kahverengi kandiller27. Daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda, ilk kez Knidos’ta çok miktarda bulunduğu için bu tip, literatüre “Knidos Tipi”28 olarak geçmiştir. Bu tip kandiller renkleri ve formlarıyla metal prototiplerin taklitleri olarak ortaya çıkmışlardır29. İki aşamalı fırınlama tekniği ile oksidasyon azaltılmış, bunun sonucunda da Hellenistik Dönem Knidos kandillerinde çoğunlukla görülen donuk gri renk oluşmuş ve böylece gri üretim meydana gelmiştir30. Çark yapımı çift dış bükey gövdeli, erken örnekleri keskin omuz profili veren bu tipin kaidesi her zaman yükseltilmiştir31. Elde şekillendirilen __________ 20
Kassab-Tezgör, Sezer 1995, 40 vd. Scheibler 1976, 44. 22 Scheibler 1976, 179. 23 Kassab-Tezgör, Sezer 1995, 40. 24 Scheibler 1976, 40. 25 Scheibler 1976, 44, 179. 26 Scheibler 1976, 179. 27 Bailey 1975, 124. 28 Howland 1958, Tip 40A, 126 vd., L.45. 29 Howland 1958, 126. 30 Bailey 1975, 128 vd. 31 Howland 1958, 126. 21
1988 – 1998 Yılları Arasında Knidos’ta Bulunan Bir Grup Kandil _____________________ 15
iki silindirik hamurun (Loop handle)32 birbirine yapıştırılmasıyla elde edilmiştir. Kulpun üzerinde ise dekoratif amaçla yatay olarak aplike edilmiş ve yine iki parçadan oluşan bant bulunur. Ayrıca ince bir bant görünümündeki metal örneklerin taklidi kulplarda M.Ö. 2.yüzyıl başlarına tarihlendirilen Knidos örneklerinde görülmektedir. Dekoratif bezemeler gövdenin yapımı bittikten sonra omuza aplike ediliyordu. Knidos Tipi gri görünümlü kandillerin dekoratif özellikleri, kandilin hamuru deri sertliğinde kuruduktan sonra bezemelerin gövdeye aplike ediliyor olmasıydı. Barbutin tekniğiyle yapılmış süslemeler de vardır33. “Knidos yaprağı” motifi Hellenistik dönem Knidos kandillerine has ve elle şekillendirilen kilin kalp şekli verilerek omuza aplike edilmesiyle oluşuyordu. Bu Knidos atölyelerinde icat edilmiş bir dekoratif unsurdur. Emzik kısımları ise yine elde veya kalıpta şekillendirilerek gövdeye aplike edilmekteydi. Çapa-ok ucu formundaki emzik, Howland Tip 40 A’nın karakteristik özelliğidir. Tek, iki (bilychnic) yada çok (polymixus) emzikli olabilirler. Grinin tonlarında astarlanan bu örnekler üretildiği yıllarda büyük bir ihracat kapasitesine ulaşmışlardır34.
2.3. Geç Hellenistik-Erken Roma İmparatorluk Dönemi Knidos Kandilleri 2.3.1. Dejenere knidos tipi M.Ö. 1.yy’ın 2.yarısından itibaren çark yapımı Knidos kandillerinin yanısıra kalıpta yapılan tiplerde üretilmeye başlanmıştır35( Howland tip 50 A). Çark yapımı kandillerle hemen hemen aynı formda yapılmış olmasına karşın, bunlarla çark yapımı kandiller arasında bazı farklar vardır: En önemli fark emzik kısmındadır. Bu emzik Howland tarafından 49 A36 olarak adlandırılmış olan kalıp yapımı Küçük Asya (Efes) kandillerinin benzeri bir yapıdadır. Daha önce de bahsedildiği gibi, çark yapımı Knidos yapımı kandillerinin emzikleri elde ya da kalıpta şekillendirilip hamur yaşken gövdeye aplike edilirken, kalıp yapımı dejenere Knidos tipi kandillerin emzikleri gövde ile tektoniktir. Resim 12’de görülen kandil; kalıp yapımı dejenere Knidos tipine en iyi örnektir. Buna benzer şekilde dizayn edilmiş pek çok kandil de yürütülen kazılarda bolca çıkarılmıştır. Bu tip kandillerin, gövde formu bozulmuş ve yükselmiştir. Gövdeden fazla belirgin olarak ayrılmayan bir yapıda verilmiş kaideleri vardır. Keskin lagynoid profil bozulmuş, yerini iyice yumuşamış hatlar almıştır. Astar özellikleri de farklılık göstermektedir. Kahverengi ve kızılın çeşitli tonlarında olup, Roma dönemi kandillerininki ile benzeşmektedirler. Kulp, tipik 40 A formundan tamamıyla farklı olup, çift yerine tek banttan oluşmaktadır. Bu gibi form ve teknik __________ 32
Howland 1958, 126. Bailey 1975, 144. 34 Howland 1958, 126. 35 Howland 1958, 173, L.50. 36 Howland 1958, 166, L.52 33
____________________________________________________ Deniz PASTUTMAZ 16 farklar ve bazen de bağlı oldukları konteks açısından ele alındıkları zaman bu tip kandilleri Erken Roma Dönemi’ne kadar tarihlemek mümkün olabilmektedir37. Ayrıca, yine bu gruba dahil ettiğimiz bazı örneklerin omuzlarında stilize Knidos yaprağı motifler (sarmaşık yaprağı) yumurta dizisi gibi bezemeler bulunmaktadır38 (Resim 13). 2.4. Roma Dönemi Knidos Kandilleri 2.4.1.Plastik kandiller M.S. 1. yüzyıllın ilk yarısından itibaren, oldukça büyük bir seramik repertuarına sahip olan Knidos atölyelerinde, oinophoros cinsi kapların yaygınlaştığı görülmektedir39. Roma döneminin kabartmalı ve oldukça süslemeli bu kapları, büyük beğeni kazanmış başta Pompei olmak üzere birçok merkezde talep görmüştür40. Oinophoros cinsi seramiğin içinde, pelikeler, lagynoslar, figürlü kaplar sayılabilir. Plastik kandiller, gerek yapım tekniği ve gerekse form repertuarı açısından bu grup içinde değerlendirilmektedir. Yine çiftli kalıp tekniği ile üretilen söz konusu bu kandiller41, büyük çoklukta pan, satyr ya da karikatürize-grotesk şeklindedir. İlk bakışta terracottalardan farksız gibi görünen bu kandiller, terracottaların tersine fırınlanmadan önce astarlanır ve terracottalar gibi dışardan boyanarak bezenmezler. Kızıl veya kahverengi tonlarında tipik az mika ve kireç tanecikleri içeren kilden üretilmişlerdir. Özellikle Dionysos terası Stoa kanal doldurmalarında çeşitli tiplerde üretilmiş, çok sayıda plastik kandillere ait parçalara rastlanmıştır (Resim14-15). Bununda yukarıda bahsedildiği gibi kültle ilgili bir bağlantıdan dolayı olduğunu iddia edebiliriz. 2.4.2. Ok ucu formlu emzikli kandiller (loeschcke tip ıb) Alt ve üst gövde olarak kalıpta şekillendirilirler. Üstten bakıldığında disk formlu gövdeli, dar omuzlu ve omuzdan diskusa geçişte iki ya da üç sıra halinde yiv banları bulunur. Dar omuzdan keskince bir profille fazla yüksek olmayan alt __________ 37
Kögler 2000, 69. Howland 50 A grubu kandillere süsleme olarak benzer: Howland 1958, no. 668- 680, 170, L. 50. Ancak burada motiflerin daha özentisiz olması, özellikle omuzun yanlarında bulunan stilize “Knidos yapraklar”nın aksının kaymış olmasıyla farklıdır. Form açısından da Howland 50 A grubu daha temiz ve keskindir. Dolayısıyla form açısından, daha sonraki dönemi işaret etmektedir. M.S. 1. Yy’ın ilk yarısı ile ortalarına tarihlenen Howland Tip 54 D grubu kandileri form açısından örneğimize daha yakındır: Howland 1958, no. 782, 199, L. 52. Omuz üzerindeki stilize motiflerin ve özellikle “Knidos yaprağı”nın stili M.S. 1. Yüzyıl metal kaplarındaki ve yine M.S. 1. yüzyıl kandilleri ile kaplarındaki bezemelere benzer: 1997 Yılı Knidos kazılarında M.S. 1. yüzyıl’a tarihlenen bir doldurmada (DT. Stoa Y1- Z1 Doldurmaları) çok sayıda benzer süslemeye sahip Patera parçaları ile karşılaşılmıştır. Doksanaltı 2000, 75. . Bu gibi unsurlar ile söz konusu örnek M.S. 1. yüzyıl’ a tarihlendirilebilir. 39 Mandel 1988, 99 vd. 40 Lessing, Varone 1996, 192,194. 41 Grandjouan 1961, 3. 38
1988 – 1998 Yılları Arasında Knidos’ta Bulunan Bir Grup Kandil _____________________ 17
gövdeye geçilir. Zemine tam olarak oturan tek sıra yiv bantla çevrelenmiş, disk kaidelidir. Eğer varsa üretici atölye mührü bu kısımda yer alır. Bu kandillerin ayırıcı özelliği iki volütle gövdeye birleştirilen emziklerinin ok ucu formunda oluşudur. Genelde diskusta merkezi tek doldurma deliği yer alır. Diskusta yer alan motife bağlı olarak doldurma deliğinin yeri değişebilir, ancak sayısı değişmez. Bu tip M.S. 1.yüzyıl boyunca görülürler. En geç örnekler M.S. 2.yüzyılın ilk çeyreğine tarihlendirilir (Resim 16). 2.4.3. Çift emzikli kandiller (broneer tip xxı) Alt ve üst gövde olarak kalıpta şekillendirilirler. Disk formlu gövdelidirler. Diskuslarında figürlü bezemeden ziyade, rozet, iç içe yivler, yumurta baskı bezemeleri, dil motifleri görülür ya da işlemesiz, düz bırakılır. Merkezi tek doldurma deliklidir. Ancak Resim 17’deki kandil örneğinde olduğu gibi diskus ortasından yükselen dikey kulpa uygun olarak karşılıklı yapılmış birden fazla doldurma deliği de görülebilir. Oldukça gösterişli yapılmış emzikleri kimi zaman volütlerle kimi zamanda Resim 18’de olduğu gibi at başlarıyla gövdeye birleştirilirler. Sincap kuyruğu, hilal, üçgen kulplu olabileceği gibi gövdenin arkasına dikey olarak aplike edilmiş kulplar da görmek mümkündür. Emzikler yan yana olduğu gibi gövdenin iki yanına karşılıklı olarak da aplike edilmiş olabilirler. Bir ya da daha fazla sayıda içiçe geçmiş yiv bantla çevrili disk kaidelerinde üretici atölye mührü bulunur. M.S. 1.yüzyıl boyunca devam edip, M.S. 2.yüzyılın ilk yarısına kadar üretilmişlerdir. 2.4.4. Volütlü, oval emzikli kandiller (loeschcke tip ıv) Yapım tekniği, gövde formu ve kaide tipiyle ok ucu emzikli (Loeschcke Tip Ib) kandiller ile aynı özeliklere sahiptirler. Ancak belirgin tek fark emzik kısmının oval oluşudur (Resim 19). 2.4.5. Yuvarlak emzikli kandiller (loeschcke tip vııı) Disk gövdeli, düz kaideli, kalıp yapımı kandiller. Omuzlarından diskusa tek ya da iki sıra yiv bant bulunur. Tek merkezi doldurma delikli örneklerdir (Resim 20.) Loeschcke tip VIII’e giren ve Bailey tarafından Cn.B olarak adlandırılan oval emziğe sahip örneklerdir. Resim 21’de görülen tipteki emziğe sahip olan kandiller, Bailey tarafından Cn. A2 olarak adlandırılan kalp formlu emzikli kandillerdir. Resim 22’de görüldüğü gibi, alt kısımı da yuvarlaklaştırılmış emziğe sahip örnekler, Bailey tarafından Cn. G olarak adlandırılan yuvarlak emzikli kandillerdir. 2.4.6. Oval formlu kandiller (brooner tip xxvıı, xxıx) Resim 23’de görülen örnek, omzundaki dörtgen plaka kabartmalar ile Broneer tip XXVII grubunun geç örneklerine girmektedir. Resim 24’de görülen örnek ise, Broneer tip XXIX’a girer. Hellenistik dönemin kandillerinin taklidi niteliğinde olup, omuz kısmında yuvarlak kabara bezemeler bulunur.
____________________________________________________ Deniz PASTUTMAZ 18 M.S. 1.yüzyıl’ın sonu ile M.S. 2.yüzyıl’ın ilk yarısı Knidos seramik atölyelerinin en parlak dönemi olmuştur42. Özellikle Romanesis’in atölyelerinden çıkma eserler Akdeniz havzasında birçok önemli merkezin M.S. 2.yüzyıl’a tarihlenen tabakalarında ve Roma dönemi buluntuları veren yapılarında bulunmuştur43. M.S. 2.yüzyıl boyunca Knidos’ta bulunan kandillerde stil ve motif repertuarı açısından Romanesis atölyelerine bağlı geleneğin devam etmiş olduğu görülmektedir. M.S. 3.yüzyıl ile birlikte, Knidos’un Oinophoros cinsi kaplarda ve kandil pazarındaki etkin rolünün kaybolduğu, bu yüzyıl ile birlikte Kuzey Afrika atölyelerinin Knidos’un yerini aldığı görülmüştür44. Buna bağlı olarak iç pazara yönelik üretim Knidos’ta devam etmiş ve kandillerin kalitesinde bir düşüşün başladığı görülmüştür. Knidos’ta bulunan bu döneme ait kandillerde de dönemin özelliği olarak, gövde basık disk formunu yitirmiştir. Artık üstten bakıldığında yaprak formuna benzer bir formda kandiller üretilmeye başlanmıştır. Knidos’ta bulunan M.S. 3. yüzyıl kandillerinde, formun yanısıra kil ve astar yönünden de bozulmalar sözkonusudur. İtinasız verilmiş emzikler, kulplar ve bezemeler görülmektedir. SONUÇ Son derece yoğun bir seramik üretimine sahip olan Knidos kentinde, 500 seneden uzun bir süre, kesintisiz kandil üretimi devam etmiştir. Hellenistik Dönem’de kandilleri ile meşhur olan kent, M.S. 1. yy’a gelindiğinde, başta Romanesis atölyesi45 olmak üzere, yine yerli atölyelerin devreye girmesi ile, kandil üretim geleneğini yeni bir boyuta taşımış ve yine en az Helenistik dönem üretimi kandilleri kadar geniş bir yayılım alanına sahip olmuştur. Plastik formda tasarlanıp üretilen kandiller, gerek hediyelik eşya, gerekse de adak/kült eşyası olarak yaygın bir kullanıma ve buna bağlı olarak yoğun bir ihracat kapasitesine ulaşmışlardır. Knidos Antik kenti, sadece heykeltraşlık eserleri ve meşhur Aphroditesi ile değil, seramik üretimi ve özellikle de kandil üretimi ile ilgili olarak tanınmış ve bunun doğal sonucu olarak geniş bir pazara ürün satarak haklı bir ün edinmiştir. RESİM LİSTESİ Resim 1 Resim 2 Resim 3 Resim 4 Resim 5 Resim 6 Resim 7 __________ 42
Küresel Gövde Profilli Klasik Dönem Knidos Kandili Lagynoid Profilli Helenistik Dönem Knidos Kandili Lagynoid Profilli Helenistik Dönem Knidos Kandili Ok Ucu veya Çapa Emzikli Helenistik Dönem Knidos Kandili M.S. 1. yy. Kandili üzerinde seramik tıpa kullanılışı. M.S. 1. yy. Kandili üzerinde seramik tıpa kullanılışı. Knidos için erken üretim kabul edilebilecek emzikler.
Salomonson 1979, 127 ; Mandel 1988, 99. Salomonson 1979, 126, fig.3. 44 Salomonson 1979, 127 45 Heres 1968, 185 vd. 43
1988 – 1998 Yılları Arasında Knidos’ta Bulunan Bir Grup Kandil _____________________ 19
Resim Resim Resim Resim Resim Resim Resim Resim
8 9 10 11 12 13 14 15
Resim 16 Resim 17 Resim 18 Resim 19 Resim Resim Resim Resim Resim
20 21 22 23 24
Kulakçıklı (Lug) Helenistik Knidos Kandili Kulakçıklı (Lug) Helenistik Knidos Kandili Howland Tip 27 A, 27 B, 27 C Çubuklu Helenistik Knidos Kandili Howland Tip 27 A, 27 B, 27 C Çubuklu Helenistik Knidos Kandili Dejenere Knidos Tipi Erken Roma Knidos Kandili Dejenere Knidos Tipi Erken Roma Knidos Kandili Roma Dönemi Plastik (Phalloslu) Knidos Kandil Parçası Roma Dönemi Plastik (Ayak şeklinde) Knidos Kandillerine ait parçalar. Loeschcke Tip Ib Ok Ucu Formlu Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Broneer Tip XXXI Çift Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Broneer Tip XXXI Çift Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Loeschcke Tip IV Volütlü, Oval Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Loeschcke Tip VIII Yuvarlak Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Loeschcke Tip VIII Yuvarlak Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Loeschcke Tip VIII Yuvarlak Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Broneer Tip XXVII Oval Formlu Roma Dönemi Knidos Kandili Broneer Tip XXIX Oval Formlu Roma Dönemi Knidos Kandili
KISALTMALAR VE BİBLOGRAFYA Bailey 1975
:
D.M. Bailey, A Catalogue of the Lamps in the British Museum I. Greek, Hellenistic and Early Roman Pottery Lamps, Londra.
Blonde 1983
:
F. Blonde, Greek Lamps from Thorikos,( Miscellanea Graeca 6), Gand.
Doksanaltı 2000
:
E. Doksanaltı, “ Die Keramikfunde aus den Arealen Z1 und Y1 der Dionysos-Stoa in Knidos”, RCRF-Acta 36, Abingdon, 72-76.
Heres 1968
:
Heres G., Die Werkstatt des Lampentöpfers Romanesis, Staat. Museen zu Berlin, Forschungen und Bericht. 10, 185211.
Howland 1958 :
R.M. Howland, Greek Lamps and their Survivals, The Athenian Agora IV. Princeton.
____________________________________________________ Deniz PASTUTMAZ 20
Kassab-Tezgör, : Sezer 1995
D. Kassab-Tezgör, T. Sezer, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Pişmiş Toprak kandilleri Kataloğu,İstanbul.
:
P. Kögler, “Frühkaiserzeitliche Feinkeramik aus Knidos: Die Füllung einer Zisterne in der sog. ‘Blocked Stoa’”, RCRFActa 36, Abingdon, 69-74.
Kögler 2000
Lessing,Varone : 1996
E.Lessing, A. Varone, Pompeji, Roma.
Love 1968
:
I.C. Love, Knidos- Excavations in 1967, TAD XVI. II., 133159.
Mandel 1988
:
U. Mandel, Kleinasiatische Reliefkeramik der mittleren Kaiserzeit, Pergamenische Forschungen 5, Berlin-Newyork.
Newton 1863
:
C.T. Newton, A History of Discoveries at Halicarnassus, Cnidus and Branchidae II.
Newton 1865
:
C.T. Newton, Travels and Discoveries in the Levant II, Londra.
Özgan 1989
:
R. Özgan, “1988 Knidos Kazısı Ön Raporu”, KST XI-II, 167175.
Özgan 1990
:
R. Özgan, “1989 Knidos Kazısı”, KST XII-II, 57-67.
Özgan 1991
:
R. Özgan, “1990 Knidos Kazısı”, KST XIII-II, 171-188
Özgan 1993
:
R. Özgan, “1991 Knidos Kazısı” KST XV-II, 161-168.
Özgan 1993a
:
R. Özgan, “Knidos 1992 Çalışma Raporu”, KST XV-II, 169188.
Özgan 1994
:
R. Özgan, “Knidos 1993”, KST XVI-II, 297-314.
Özgan 1996
:
R. Özgan, “1995 Knidos Kazıları Raporu”, KST XVIII-II, 273296.
Özgan 1998
:
R. Özgan, “1996 Knidos Kazıları”, KST XIX-II, 133-151.
Özgan 1999
:
R. Özgan, “1997 Knidos Kazıları”, KST XX-II, 205-214.
1988 – 1998 Yılları Arasında Knidos’ta Bulunan Bir Grup Kandil _____________________ 21
Özgan 1999a
:
R. Özgan R., “1998 Knidos Kazısı” KST 21-2, 115-132.
Radt 1986
:
W. Radt, Lampen und Beleuchtung in der Antike”, Antike Welt 1986.1, 40- 58.
Radt 1993
:
W. Radt, “Pergamon. Bericht über die Kampagne 1992”, AA. 1993.3, 347- 379.
Salomonson 1979
:
Salomonson J.W., “Kleinasiatische Reliefverzierung”, BABesch 54, 117-37.
Scheibler 1976 :
Tonschalen
mit
I. Scheibler, Griechische Lampen, Kerameikos, Ergebnisse der Ausgrabungen., Band XI, Berlin.
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23,Sayfa/Page: 23-35
AZERBAYCANLI ÖĞRENCİLERİN TÜRKİYE, TÜRKİYELİ ÖĞRENCİLERİN DE AZERBAYCAN TÜRKÇESİNİ ANLAMA ORANLARI ÜZERİNE BİR DENEME Dr. Erdal KARAMAN Qafqaz Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü erdalkaraman@yahoo.com
Özet
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasındaki ekonomik, kültürel ve sosyal ilişkiler süratli bir şekilde artmaya başladı. Bu süreçle birlikte Türk dünyasında ortak dil tartışmaları da gündeme geldi. Sözü edilen dönemde farklı görüşler ortaya atıldı. Bugün de ortak dille ilgili tartışmalar, eskisi kadar yoğun olmasa da devam etmektedir. Ortak dil bağlamında lehçeler arasındaki anlama oranları önem arz etmektedir. Türkiye ve Azerbaycan Türkçelerinde anlama oranları diğer lehçelere göre daha yüksektir. Bu çalışmada, Türkiyeli öğrencilerin Azerbaycan Türkçesini, Azerbaycanlı öğrencilerin de Türkiye Türkçesini anlama oranları üzerine bir deneme yapıldı. Anahtar Kelimeler: ortak dil, Azerbaycan Türkçesi, Türkiye Türkçesi.
AN ESSAY ABOUT HOW AZERBAIJAN STUDENTS UNDERSTAND TURKISH AND TURKISH STUDENTS UNDERSTAND AZERBAIJAN TURKISH
Abstract
After the collapse of SSSR relationships between Turkey and Turkish republics have accelarated. In this process a common language for the Turkish world has also been on the agenda. Different ideas have been proposed during this period. Today discussions about a common language, though not so intense as in previous times, are still going on. In the context of common language the proportions of being understandable between dialects is important. Understandability between Turkish and Azerbaijan Turkish are higher then other dialects. An experiment has been done on how Azerbaijan students understand Turkish and Turkish students understand Azerbaijan Turkish. Key words: common language, Azerbaijan Turkish, Turkish.
______________________________________________________ Erdal KARAMAN 24 GİRİŞ Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte Türkiye ve Türk cumhuriyetleri arasındaki ilişkiler tekrar başladı. Bu süreçle birlikte dille ilgili tartışmalar da gündeme geldi. Ortak dil tartışmalarının yoğunluk kazandığı dönemde Türkiyeden Azerbaycan’a, Azerbaycandan da Türkiye’ye öğrenim görmek için öğrenciler gelmeye başladı. Karşılıklı olarak Azerbaycanlı öğrencilerin Türkiye; Türkiyeli öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini öğrenmeleri bu dönemde gerçekleşti. Bu süreç, Azerbaycan ve Türkiye Türkçesinin birbirine çok yakın olması sebebiyle diğer Türk Cumhuriyetlere nazaran daha süratli oldu. Son zamanlarda bu oranında iki ülke arasındaki ilişkilere paralel olarak arttığı görülmektedir Bu çalışmada, Azerbaycanlı öğrencilerin Türkiye Türkçesini; Türkiyeli öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini anlama oranları üzerine bir çalışma yapıldı. METOT: Çalışma için birisi Türkiye’den diğeri de Azerbaycan’dan olmak üzere ellişer kişilik iki grup seçildi. Öğrenciler seçilirken, karşılıklı olarak, Türkiyeli öğrencilerin Azerbaycan; Azerbaycanlı öğrencilerin de Türkiye Türkçesiyle ilgili herhangi bir kursa ya da etkinliğe katılmamış olmaları göz önünde bulunduruldu. Türkiye’den seçilen grup Azerbaycan’a üniversite öğrenimi almak için gelen öğrencilerden oluşmaktadır. Öğrenciler Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelmiştir. Sözü edilen öğrencilerin bazıları şehirlerde, bazıları da köylerde ikamet etmektedir. Azerbaycanlı öğrenciler de aynı şekilde Azerbaycan’ın farklı bölgelerinden Bakü’ye üniversite öğrenimi almak için gelenlerden oluşmaktadır. Gerek Azerbaycan gerekse Türk edebiyatından seçilen metinlerin müelliflerinin aynı dönemde yaşamış olmasına dikkat edildi. Her iki sahadan seçilen metinlerdeki kelime sayısı 1125’tir. Seçilen gruplar üniversite hazırlık sınıfında okumaktadır. Ankete katılan öğrenciler eğitim, iktisat, mühendislik ve hukuk fakültelerinin hazırlık sınıflarında öğrenim görmektedir. Her iki gruba da aynı süre verildi, öğrencilerin anlama oranları tespit edilmeye çalışıldı. Öğrencilerin yaş aralıkları 17-21 arasında değişmekte olup yoğunluk 17-18 yaş arasındadır. Metinlerde bilinmeyen kelimeler tespit edilmeye, alfabe ile ilgili karşılaşılan sorunlar ortaya konulmaya çalışıldı. Her iki grup için seçilen metinler ve yazarları şöyledir: METİNLER: 1. TÜRKİYE SAHASI: Bülbül: Mehmet Akif Ersoy (1873-1936) İlk (Şiir): Sezai Karakoç (1933-) Hazinedeki Paslı Teneke: Aziz Nesin ( 1915-1995) Fazla Şekerin Zararı: Bugün Gazetesi (27.09.2008)
Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 25 Üzerine Bir Deneme ___________________________________________________________________
2. AZERBAYCAN SAHASI: Hübut-i adem: Hüseyin Cavit (1882-1941) Anam öldü mü?: Bahtiyar Vahabzade (1925-2009) Vehime: Anar ( 1938-) Bakıda Azerbaycanlıların Kurultayı Geçirilir: Azerbaycan Gazeti (27.09.2008)
Bunun yanında metinlerle ilgili her iki gruba da aşağıdaki sorular yöneltildi: 1.Metinleri okurken alfabe ile ilgili herhangi bir problem yaşadınız mı? 2.Metinleri anlamada karşılaştığınız problemler nelerdir? 3.Kelimeler hakkında düşünceleriniz nedir? 4.Metinleri kolaydan zora doğru sıralayınız? 5.Sizin eklemek istediğiniz bir husus var mı?
1. AZERBAYCANLI ÖĞRENCİLERE AİT VERİLER 1.1.Bülbül: Mehmet Akif ERSOY Azerbaycanlı öğrencilerin verilen metinleri anlama oranları karşılaştırıldığında, diğer metinlere nazaran, Mehmet Akif ERSOY’un “Bülbül” şiirindeki kelimeleri anlamada güçlük çektikleri görülmektedir. Sözü edilen şiirdeki anlaşılmayan kelimelerin oranları şu şekildedir: Kelime:
abad: aşiyan: cihan: dem: ebad: feza: gaye: hanuman: haremgah: hercümerc: huruşan: ihlal: kayıt: küskün: mahkum: matem:
Bilmeyen. S
1 18 1 3 20 5 8 37 8 26 22 12 1 1 1 4
Kelime Bilmeyen. S.
afak: 17 bud-ı mutlak: 17 coştur-: 1 dindaş: 9 enin: 14 fışkır-: 1 gülşen: 3 harab: 1 haşrolmak 18 heybet: 7 hüsran: 18 inle-: 4 kır: 10 lal: 1 mahkum-ı mutlak:1 mazi: 34
Kelime
Bilmeyen. S.
ahrar: 26 bunal-. 3 çiğne-: 4 durgun: 1 eyyam: 16 garb: 9 hak-ı ecdat 11 harem: 1 hazan: 16 hilkat: 32 ıssız: 8 istiğrak: 33 kubbe: 6 mabed. 3 mahkum-ı pervaz:7 memdud: 31
______________________________________________________ Erdal KARAMAN 26 meva: muhayyel: müsteğrak: namahrem: perişan: saltanat: serap: şayet: turap: vahdetgah: yad: zemin:
20 30 35 4 2 2 24 17 25 10 5 4
mevcamevc: muhrik: nagah: name: pervaz: satvet: serbaz: şenaat: umman. vecd: zalam: zillet:
39 18 18 1 14 23 14 29 4 17 19 9
muazzam: müselsel: nakuus: nefha: ruh-ı serbaz: semavi: sur-ı mahşer: tırman-: ürper-: ya rab: zaten:
21 33 31 36 8 4 10 2 1 3 1
Toplam Kelime s.: 83 1.2.İlk (Şiir) Sezai Karakoç Kelime:
Bilmeyen. S
akrep: bakire: deneme: karşı: körlük: yalın: nehir: suna:
1 6 1 3 1 2 2 4
Kelime Bilmeyen. S.
ayık: cariye: geyik: kımılda-: uzanış: leylek: olağan:
1 26 8 3 1 2 9
Kelime
ayna: çağır-: ilkin: tren: leylak: nagah: soluk:
Bilmeyen. S.
2 2 1 1 8 1 2
Toplam Kelime s.: 22 1.3.Hazinedeki Paslı Teneke: Aziz Nesin Kelime:
Bilmeyen. S
canlanemanet: mücevher: ulus:
1 1 2 7
Kelime Bilmeyen. S.
çakıl: kurnaz: sadrazam:
1 7 15
Kelime
dalavere: kutsal: tören:
Bilmeyen. S.
11 3 1
Toplam Kelime s.:10 1.3.Fazla Şekerin Zararı: Bugün Gazetesi Kelime:
Bilmeyen. S
baklagil: diyabet: kepek: tüket-:
8 4 2 2
Kelime Bilmeyen. S.
belirti: insülin meşrubat: tüketim:
1 4 23 1
Kelime
bulgur: kaydet-: posa: yatkın:
Toplam Kelime s.: 12
Bilmeyen. S.
8 2 12 2
Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 27 Üzerine Bir Deneme ___________________________________________________________________
2.AZERBAYCANLI ÖĞRENCİLERİN KELİMELERİN ÖZELLİKLERİ
ANLAMADIKLARI
2.1.Arapça Kelimeler abad, ahrar, afak, ebad, enin, eyyam, feza, gaye, harem, garb, feza, harap, harem, hercümerc, heybet, hüsran, ihlal, istiğrak, kubbe, mabed, muhayyel, mahrem, mahkum, mazi, meva, mevcamevc, muazzam, muhayyel, muhrik, mukayyed, mutlak, müselsel, müsteğrak, nakuus, name, nefha, saltanat, semavi, sema, şenaat, turap, umman, vecd, zaten, zemin, zillet, akrep, bakire, cariye, leylak, nehir, emanet, mücevher, bakla, meşrubat, nağme, vadi, kayıt, rab, bulgur. Kelime Sayısı: 60 2.2.Farsça Kelimeler kurnaz, cihan, dem, Gülşen, hanuman, hazan, huruşan, lal, nagah, name, perişan, pervaz, serbaz, şayet, vahdetgah, ayna, leylek, nagah, yad, namahrem. Kelime Sayısı: 2 2.3.Batı Kökenli Kelimeler: tren, diyabet, insülin. Kelime Sayısı: 3 2.4.Diğer Dillerden Geçen Kelimeler: ulus. Kelime Sayısı: 1 2.5.Farsça Tamlamalar: bud-ı mutlak, hak-i ecdat, mahkum-ı mutlak, mahkum-ı pervaz, ruh-ı serbaz, ruh-ı mahşer, sur-ı mahşer. Kelime Sayısı: 14 2.6.Fiiller: uğraş-, ürper-, çiğne-, fışkır-, coştur-, kımılda-, çağır-, canlan-, tüket-, kaydet-, tırman-, haşrol-, inle-. Kelime Sayısı: 13 2.7.Türkiye ve Azerbaycan Türkçesinde Fonetik Yönden Farklı Olan Kelimeler: kaydet-geydet-, rab-reb. Kelime Sayısı: 2 2.8.Türkçe Basit Kelimeler: kır, pek. Kelime Sayısı: 2 2.9.Türemiş Kelimeler: ıssız, körlük, belirti, tüketim, yatkın, olağan, soluk, ilkin, kutsal, dindaş (ar.din+tür.daş), durgun, uzanış, deneme. Kelime Sayısı:14 2.10.Eş Anlamlı Kelimeler: ulus-millet, kutsal-mükeddes, nehir-çay, gaye-meksed, tren-gatar, mazi-geçmiş. Kelime Sayısı: 6 3.METİNLERE GÖRE ANLAMA ORANLARI Azerbaycanlı öğrencilerin metinleri anlama oranları karşılaştırıldığında Ersoy’un “Bülbül” şiirini birçok öğrencinin anlamada zorlandığı görülmektedir. Öğrencilerin metinleri zordan kolaya doğru sıralamaları istendiğinde şöyle bir tablo çıkmaktadır. 1. 2. 3.
4.
Ersoy-Bülbül, Karakoç-İlk, Bugün-Fazla Şekerin Zararı, Nesin-Hazinedeki Paslı Teneke.
______________________________________________________ Erdal KARAMAN 28 Azerbaycanlı öğrencilerden, “Bülbül” şiirindeki Arapça, Farsça kelimeleri anlamayanların sayısı bir hayli yüksektir. “Hazinedeki Paslı Teneke” hikâyesini Azerbaycanlı talebelerin büyük bir oranın anladıkları görülmektedir. Bahsedilen hikâyedeki ve şiirlerdeki bazı Türkçe kelimeleri Azeri öğrencilerin anlamamalarının sebebi Azerbaycan Türkçesinde bu kelimelerin eş anlamlarının ya da başka dillerden geçen kelimelerin kullanılmasındandır. 4.AZERBAYCANLI ÖĞRENCİLERİN ANKETTEKİ SORULARA VERDİKLERİ CEVAPLAR 1. Metinleri okurken Alfabede ile ilgili herhangi bir problem yaşadınız mı? Azerbaycanlı öğrencilerin tamamı alfabe ile ilgili herhangi bir problem yaşamadıklarını dile getirmişler. Azerbaycan alfabesinde Türk alfabesinden farklı olarak q, x ve ə harfleri vardır. Ankete katılan talebeler Türk alfabesini rahatlıkla okumaktadırlar. 2. Metinleri anlamada karşılaştığınız problemler nelerdir? Birçok öğrenci günümüz Türkiye Türkçesinde kullanılan alıntı kelimeleri anlamadıklarını dile getirmiş. 3. Kelimeler hakkında düşünceleriniz nedir? Öğrencilerin ekseriyeti ”Bülbül” şiirindeki Arapça ve Farsça kelimeleri anlamadıklarını belirtmiş. Türkiyeli öğrencilerle mukayese edildiğinde Azerbaycanlı öğrencilerin Türkiyeli öğrencilere nazaran anlama oranlarının daha yüksek olduğu görülmektedir. 4.
Metinleri kolaydan zora doğru sıralayınnız. Ankete katılan öğrencilerin tamamına yakını metinleri kolaydan zora doğru; ”Hazinedeki Paslı Teneke, Fazla Şekerin Zararı, İlk, Bülbül” şeklinde sıralamış.
5.
Sizin eklemek istediğiniz bir husus var mı? Öğrencilerin çoğu bu soruya ”hayır” cevabını vermiş. Bazıları da verilen metinlerde anlamadıkları kelimelerin çok olduğunu dile getirmiş. 5. TÜRKIYELİ ÖĞRENCİLERE AİT VERİLER 5.1.Hübut-i Adem: Hüseyin Cavit
Kelime ademiyyet asude baharistan berg beşer bezm
Bilmeyen S. 4 18 6 8 3 10
Kelime alem-i pak azade belke berg-i ummit bet-beniz bigane
Bilmeyen S. 1 5 2 14 1 20
Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 29 Üzerine Bir Deneme ___________________________________________________________________
canib dildade ehtirasat eşq mehvü feqet gafil geyim gülzar baharistan handan heyhat hicab hüzm xezan idrak ismet lahuti mebhut mehvü zail mestü şeyda münevver nesbet pak rengi-sefalet rövzei cennet safi üryan sehra semavi serazad sufliyyat şad şetarat teferrücgah ülvi ümmid vaqfi sevda vüslet güzin vüsletgüzini bezmi ismet zerrinper zevkü şetaret
15 13 23 5 1 1 1 14 1 11 4 16 1 8 2 10 22 36 13 17 6 16 1 2 20 18 4 3 19 27 3 17 32 3 1 20 22 22 25 22
cavid dildadeyi zevkü şetaret envare eşq ferah geydikleri gülzarı cennet güzin haman herasan heyran hüsnümatem xakra xülya iffet qefil matem mehv mest mev’a müstağrak neşir perizad rövze ruhani sefaletperver sehrayı-xülya serasar sermediyet süfli şadü xandan şeyda teravat ülviyyat üryan verdiş vüslet quzini-bezm zayil zerrinperver
Toplam Kelime S.: 204
24 9 23 4 4 1 2 12 15 19 2 1 43 4 1 4 3 7 9 33 32 18 24 18 1 13 7 24 20 20 21 3 17 20 4 12 22 7 29
______________________________________________________ Erdal KARAMAN 30 5.2.Anam Öldü Mü? : Bahtiyar Vahabzade Kelime Bilmeyen S. Kelime bala cilve dönüm gurub üz xal yuxu
5 2 1 6 2 5 3
Bilmeyen S.
boya-başa cürbecür dünen qaytarüzxatire
4 22 1 3 1 1
Toplam Kelime S.: 13 5.3.Vehime: Anar Kelime agust axır ayan bedbexh berk bezmireba bostan çılçırak deyende eyvan hezmi-rabe işıklandırmagnitofon mebleğ melum metbex minib mükabil naxış özge pamidor peşe qariblik qeribe rabe sağal selige sehmanlı şehla şerab taam toyuk veci xıyar yiye yüngülleştiryüngülleş-
Bilmeyen S. 8 5 8 12 9 2 1 13 1 16 23 1 33 1 1 6 1 5 2 3 3 7 1 5 8 13 17 3 1 13 2 14 1 5 16 16
Kelime axı axtarbala bele bezek birmertebeli cehd dehliz elaqe göyerti iyul kollega mebel mehz menzil meyne mualice mütehessis oyanpalıd patsient psixiatr qelyanaltı qeribelik rifah sapıntı stereodinamik şenbe şlang tikdir vaz verdiş xrustal yiyelenyüngül
Bilmeyen S. 8 10 1 1 3 1 14 12 1 7 16 25 8 22 5 15 15 22 1 5 40 7 17 7 11 5 5 6 30 3 6 6 25 6 16
Toplam Kelime S.: 145
Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 31 Üzerine Bir Deneme ___________________________________________________________________
5.4.Bakıda Azerbaycanlıların Kurultayı Geçirilir Kelime aparat birinci hanım cazip derc edet enane fexr hoşmeram huquq ictimai keçip merdlik misir mürekkep neşr övlat prezident qonakperverlik saxla sefir sehe semere serasar şert uca xeyirxah xidmet zerrinper
Bilmeyen S. 2 1 1 15 2 3 5 3 2 3 3 2 1 6 4 2 2 1 1 7 1 5 3 1 3 7 3 3
Kelime beynelhalk cavid deputat dercol edet-enane fexr et fond humanitar icra aparatı iştirak malik misilsiz münevver müselman numayende perizad qerb safü üryan sedr sefirlik sehife sentyabır sermediyyet tolerant ülviyyet xeyli xoşmeram
Bilmeyen S. 12 1 23 15 2 12 3 23 2 2 3 4 2 5 19 1 3 2 5 1 2 5 6 17 2 3 12
Toplam Kelime S.: 114
6.TÜRKİYELİ ÖĞRENCİLERİN ANLAMADIKLARI KELİMELERİN VASIFLARI 6.1.Arapça Kelimeler: Cilve, gurub, xal, xatire, axır, cehd, dehliz, elaqe, mebleğ, mehz, melum, menzil, metbex, meyne, mualice, mükabil, mütehessis, qariblik, qeribe, qeribelik, rabe, rifah, şerab, taam, veci, xıyar, beynelhalk, cazip, derc, edet, enane, fexr, huquq, ictimai, iştirak, malik, misilsiz, münevver, mürekkep, müselman, neşr, övlat, qerb, sedr, sefir, sefirlik, sehe, sehife, semere, sermediyyet, ülviyyet, xeyli, xidmet, ademiyyet, beşer, canib, cavid, ehtirasat, envare, eşq, feqet, ferah, gafil, heyhat, heyran, hicab, hüzm, idrak, iffet, ismet, lahuti, matem, mebhut, mehv, mev’a, münevver, müstağrak, nesbet, neşir, rövze, ruhani, sehra, semavi,
______________________________________________________ Erdal KARAMAN 32 sermediyyet, semere, palıd, sufliyyat, süfli, şetarat, teravat, selige, ayan, ülvi, ülviyyat, üryan, , xülya, zayil. Kelime Sayısı: 98 6.2Farsça Kelimeler: Asude, mest, azade, baharistan, berg, şeyda, bezm, eyvan, bigane, dildade, dildadeyi zevkü şetaret, gülzar, Güzin, baharistan, haman, xakra handan, herasan, xezan, xülya, pak, perizad, rengi-sefalet, rövze, safi üryan, sefaletperver, sehrayıxülya, serasar, serazad, sermediyet, şad, şadü xandan, şeyda, ümmid, verdiş, vüslet, güzin, vüslet quzini-bezm, vüsletgüzini bezmi ismet, zerrinper, zerrinperver, zevkü şetaret, bala, cürbecür, xal, bala, bedbexh, berk, bezmireba, birmertebeli, bostan, cehd, çılçırak, hezmi-rabe, naxış, peşe, şehla, şenbe, verdiş, hoşmeram, serasar, xeyirxah, xoşmeram, zerrinper. Kelime Sayısı: 82 6.3.Batı Kökenli Kelimeler: Agust, iyul, pamidor, patsient, psixiatr, xrustal, Aparat, fond, aparat mebel. Kelime Sayısı: 9 6.4.Diğer Dillerden Geçen Kelimeler: Kollega, magnitofon, şlang, , deputat. Kelime Sayısı: 6 6.5.Farsça tamlamalar: Alem-i pak, berg-i ummit, dildadeyi zevkü şetaret, rengi-sefalet, rövzei cennet, safi üryan, sahrayi-xülya, gülzarı cennet, vaqfi sevda, vüslet quzini-bezm, vüsletgüzini bezmi ismet, bezmireba, hezmi-rabe. Kelime Sayısı: 23 6.6.Fiiller: Qaytar-, üz-, axtar-, işıklandır-, yiyelen-, yüngülleştir-, yüngülleş-, dercol-, fexr et, saxla-, oyan-, sağal-. Kelime Sayısı: 12 6.7.Türkiye ve Azerbaycan Türkçesinde Fonetik Yönden Farklı Olan Kelimeler: Azerbaycan ve Türkiye Türkçesinde fonetik yönden farklılık arz eden kelimeler Türkiyeli öğrenciler tarafından anlaşılmamaktadır. Bu kategorideki kelimeler Türkiyeli öğrencilerin çok kısa sürede öğrenebilecekleri kelimelerdendir: Belke-belki, ehtirasat-ihtirasat, eşq-aşk, feqet-fakat, geydikleri-giydikleri, geyim-giyim, heyran-hayran, xezan-hazan, qefil-gafil, nesbe-nisbet, rövze-ravza, rövzei cennet-ravza-yı cennet, sehra-sahra, sehrayı-xülya-sahra-yo hülya, ümmidümit, vüslet güzin-vuslat guzin, vüslet quzini-bezm-vuslat guzin-i bezm, vüsletgüzini bezmi ismet-vuslat guzin-i ismet, üz-yüz, yuxu-uyku, bele-böyle, deyende-diyen, elaqe-alaka, melum-malum, minib-binip, qeribe-grarip, qeribelik-gariplik, rifahrefah, toyuk-tavuk, edet-adet, edet-enane-adet anane, enane-anane, fexr etfahret-, fexr-fahr, hüquq-hukuk, keçip-geçip, misir-mısır, övlat-evlat, qerb-garp,
Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 33 Üzerine Bir Deneme ___________________________________________________________________
safü üryan-saf u üryan, sehe-saha, sehife-sayfa, ülviyyet-ulviyet, xeyli-hayli, xidmet-hizmet. Kelime Sayısı: 52 6.8.Basit Kelimeler: Üz, toyuk, yiye, Kelime Sayısı: 3 6.9.Türemiş Kelimeler: Geyim, dünen, qaytar-, yuxu, axtar-, göyerti, işıklandır-, oyan-, özge, qariblik, qeribelik, sağal, sapıntı, tikdir-, yiyelen-, yüngülleştir-, yüngülleş-, sefirlik. Kelime Sayısı: 18
6.10.Eş anlamlı Kelimeler: Azade, bala, boya-başa, cürbecür, dünen, qaytar-, üz, üz-, xal, yuxu, axır, axtar-, ayan, bezek, Çılçırak, gelyanaltı, göyerti, kollega, magnitofon, mebel, menzil, mualice, oyan-, özge, peşe, qariblik, qelyanaltı, sağal, tikdir, yiye, yiyelen-, yüngülleştir-, yüngül, yüngülleş-, birinci hanım, fexr et, fexr, neşr, saxla, sedr, uca, ülviyyet.Kelime Sayısı: 44 7.METİNLERE GÖRE ANLAMA ORANLARI Türkiyeli öğrencilerin Hüseyin Cavit’in Hübut-ı adem şiirini anlamada güçlük çektikleri görülmektedir. Tük öğrencilerin metinleri anlama oranlarını zordan kolaya doğru şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. 2. 3. 4.
Hüseyin Cavit-Hübut-i Adem, Anar-Vahime, Bakıda Azerbaycan Kurultayı Geçirilir, Vahabzade-Anam Öldü Mü.
Türkiyeli ve Azerbaycanlı öğrenciler karşılaştırıldığında, Türk öğrencilerin Azerbaycanlı öğrencilere göre metinleri anlama oranları daha düşüktür. Türkiyeli öğrencilerin, Hüseyin Cavit’in şiirini anlamada bir hayli zorlandıkları görülmektedir. Çağdaş olmasına rağmen Anar’ın eseri de Türkiyeli öğrencilerin zorlandığı metinlerden birisidir. Anar’ın eserinde yer alan yabancı menşeli kelimelerin yoğunluğu anlama seviyesini etkilemektedir. Özellikle de bu metindeki Rusça kelimeler Türkiyeli öğrenciler tarafından anlaşılmamaktadır. Bahtiyar Vahabzade’nin şiiri Türkiyeli öğrenciler tarafından çok rahat anlaşılmıştır. Basından seçilen metindeki birçok kelime de Türk öğrenciler tarafından anlaşılmamıştır. Azerbaycan sahasından seçilen metinlere genel olarak bakıldığında Türkiyeli öğrencilerin Arapça, Farsça unsurların ve Rusça kelimelerin çoğunlukta olduğu metinleri anlamada zorluk çektikleri görülmektedir. Bunun yanında Türkçe olup da Azerbaycan sahasında fonetik yönden farklılık arz eden kelimeler de anlamayı zorlaştırmaktadır.
______________________________________________________ Erdal KARAMAN 34 8.TÜRKİYELİ ÖĞRENCİLERİN VERDİKLERİ CEVAPLAR 1.
ANKETTEKİ
SORULARA
Metinleri okurken Alfabede ile ilgili herhangi bir problem yaşadınız mı?
Türkiyeli öğrencilerden büyük çoğunluğu alfabede sıkıntı çekmediklerini dile getirmiş. (Sayı 35) Bazıları da Türk alfabesinden farklı olarak Azerbaycan alfabesinde bulunan harflerin kısmen zorlandıklarını belirtmişler. (Sayı 15) 2.
Metinleri anlamada karşılaştığınız problemler nelerdir?
Türkiyeli öğrencilerin büyük bir kısmı Hüseyin Cavit’in şiirini anlamada zorlandıklarını dile getirirken, bazıları da fonetik yönden farklı olan kelimeleri anlamada sıkıntı çektiklerini belirtmişler. 3.
Kelimeler hakkında düşünceleriniz nedir?
Öğrencilerin büyük bir kısmı yabacı menşeli kelimeleri anlamada sıkıntı çektikleri dile getirmiş. Arapça ve Farsça kelimelerin bir kısmını anlayabilen öğrenciler, özellikle Rusça’dan geçen kelimeleri anlamadıklarını ifade etmişler. 4.
Metinleri kolaydan zora doğru sıralayınnız?
Türk öğrenciler metinleri kolaydan zora doğru ”Anam Öldü mü?”, ”Bakıda Azerbaycan Kurultayı Keçirilir”, ”Vehime, Hübut-ı adem” şeklinde sıralamışlar. 5.
Sizin eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Birçok öğrenci bu soruya ”hayır”cevabını verirken, bir kısmı da metinleri zamanla daha rahat anlayacaklarını dile getirmişler. 9.AZERBAYCANLI VE TÜRKİYELİ ÖĞRENCİLERİN METİNLERİ KARŞILIKLI ANLAMA ORANLARI Türkiyeli Öğrenciler:
Azerbaycanlı Öğrenciler:
Metin: Bilinmeyen Kelime Say.
Metin
Bilinmeyen Kelime Say.
Hüseyin Cavit: 204 Bahtiyar Vahabzade: 13 Anar: 145 Bakıda Azerbay. Kurultayı Geçir.:114
M.Akif Ersoy: Sezai Karakoç: Aziz Nesin: Fazla Şeker. Zararları:
83 22 10 12
SONUÇ Batı Türkçesinin iki kolu olan Türkiye ve Azerbaycan Türkçesinde birçok unsur birbirine benzemektedir. Bu durum karşılıklı olarak Türkiye ve Azerbaycan Türkçesini konuşan insanların birbirlerini anlama oranlarını müspet yönde etkilemektedir. Bunun yanında Azerbaycan’ın, Sovyetler Birliği’nden ayrıldıktan sonra Latin alfabesine geçmesi Türkiyeli öğrencilerin Azerbaycan sahası
Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 35 Üzerine Bir Deneme ___________________________________________________________________
metinlerini okumaları ve anlamalarını daha kolaylaştırmıştır. Azerbaycan Türkçesinde q, x, ə gibi farklı harflerin olmasına rağmen Azerbaycan alfabesi Türkiyeli öğrenciler tarafından rahatlıkla okunmaktadır. Yukarıda da görüldüğü gibi Azerbaycan Türkçesine Rusça’dan geçen kelimeler, Türk öğrenciler tarafından anlaşılmamaktadır. Bunun yanında Türkiye sahasındaki metinlerde yer alan Arapça ve Farsça kelimeleri Azerbaycanlı öğrenciler, Türkiyeli öğrencilerin Azerbaycan sahasında yer alan Arapça, Farsça kelimelere göre daha rahat anladıkları görülmektedir. Genel olarak metinleri anlama oranına bakıldığında Azerbaycanlı öğrenciler, Türkiyeli öğrencilere göre daha ileri oldukları görülmektedir. Azerbaycanlı öğrencilerin bu hususta daha başarılı olmalarının sebebi Türkiye’den Azerbaycan’a, Azerbaycan’dan Türkiye’ye binlerce öğrenci yüksek öğrenim görmek için gelmekte ve birçok Türk iş adamı Azerbaycan’da yatırım yapmaktadır. Diğer taraftan Türk müteşebbislerin açtıkları özel okulların yanında, devlet okullarının da Azerbaycan’da eğitim öğretim faaliyetlerini yürütmeleri, son zamanlarda Türk televizyon kanallarının Azerbaycan’da ilgiyle izlenilmesi bu ülkede Türkiye Türkçesinin daha rahat anlaşılmasında önemli rol oynamaktadır. Diğer taraftan her geçen gün iki ülke arasındaki ilişkilerin artması geliş ve gidişlerin sıklaşması Azerbaycan halkının Türkçe’ye olan ilgisini daha da artırmıştır. Buradan hareketle Azerbaycan ve Türkiye Türkçesindeki anlama oranlarını en üst düzeye çıkarmak için her iki sahada da kullanılan eş anlamlı kelimelerin artırılması önem arz etmektedir.
KAYNAKÇA TİETZE, Andreas, Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lügati, İstanbul 2002. Ankete Katılan Öğrenci Sayıları: Azerbaycanlı: 50; Türkiyeli: 50 Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti, Bakı 2006. ALTAYLI, Seyfettin, Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 1994. SAMİ, Şemseddin Kamus-ı Türki, İstanbul 2002. TDK Büyük Türkçe Sözlük, Ankara 1998.
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 37-46
FASÎH AHMED DEDE’NİN BEHİŞT-ÂBÂD MESNEVİSİ Arş. Gör. Hakan Sevindik Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü hakansevindik@kmu.edu.tr
Özet Bu makalede, 17. yüzyıl Mevlevî şairi Fasîh Ahmed Dede’nin bugüne kadar nüshaları tespit edilememiş Behişt-âbâd adlı mesnevisi tanıtılmıştır. 1110/1698 yılında yazılan eser, geleneksel mesnevi tertibine sadık kalınarak hazırlanmıştır. Nasihatname türündeki 1230 beyitlik bu mesnevide; hakikî dostluk ve vefa konusu işlenmiştir. Makalemizde; bu eserin şekil ve muhteva özellikleri üzerinde durulmuştur. Anahtar Kelimeler: Fasîh Ahmed Dede, Behişt-Âbâd, mesnevi, nasîhatnâme.
FASÎH AHMED DEDE’S MASNAVİ BEHİŞT-ÂBÂD
Abstract In this article, 17th century Mevlevi poet Fasih Ahmed Dede’s masnavi Behiş-âbâd the copies of which was not detected so far was introduced. Masnavi written at 1698, was prepared as traditional mesnevi arrangement. In this moral mesnevî which consists of 1229 couplet; the themes are about real friendship and fidelity. Besides, the author focused on the form and content features of the masnavi. Key Words: Fasîh Ahmed Dede, Behişt-Âbâd, masnavi, moral masnavi
______________________________________________________ Hakan SEVİNDİK 38 GİRİŞ Fasih Ahmed Dede (öl. H. 1111- M. 1699), edebiyatımızın tanınmış Mevlevî şairlerinden biridir. Kaynaklarda; Türkçe Divan, Farsça Divançe, Münşeât, Tenbâkû-nâme, Münâzâra-i Gül ü Mül, Münâzâra-i Rûz u Şeb, Kalem Makalesi, Hüsrev ü Şîrîn, Mahmûd u Ayâz ve Behişt-âbâd olmak üzere on eseri zikredilmektedir. Ancak bugüne kadar mezkûr eserlerden Hüsrev ü Şîrîn, Mahmûd u Ayâz ve Behişt-âbâd’ın nüshalarına tesadüf edilememiştir. (Çıpan, 2003: 27; Çıpan, 2010: 17) Yaptığımız araştırmalar esnasında İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi, Şevket Rado yazmaları ŞR_00097 numarada kayıtlı Behişt-âbâd mesnevisinin bir nüshasına rastladık. Bu makalede, söz konusu eseri edebiyat dünyamıza tanıtacağız. Fasih Ahmed Dede’nin hayatı ve eserleri hakkında gerekli bilgi Dr. Mustafa Çıpan’ın Fasih Divanı (2003) adlı çalışmasında verilmiştir. Dolayısıyla biz doğrudan Behişt-âbâd’ın şekil ve muhteva özelliklerine girmek istiyoruz.
1. BEHİŞT-ÂBÂD VE ÖZELLİKLERİ 1.1. Şekil Özellikleri 1.1.1. Nüshanın tavsifi Adı
: Behişt-ābād
Varak Sayısı
: 47
Yaprak Boyutu
: 210x130(mm)
Yazı Boyutu
: 145x70 (mm)
Cilt
: Kahverengi meşin
İstinsah Tarihi
: (?)
Müstensih
: (?)
Yazı Tarzı : Ta‘lik hat. Yalnızca söz başları kırmızı, diğer kısımlar siyah mürekkeple yazılmıştır. 1.1.2. Eserin adı Eserin adı yalnızca Osmanlı Müellifleri’nde geçmektedir.1 Fasîh Dede, Behişt-âbâd’ı vefatına yakın bir zamanda yazmıştır. Bu yüzden eser kaynaklarda pek yer almamıştır.
__________ 1
Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, (Haz. Cemal Kurnaz), C. II, Bizim Büro Basımevi, Ankara, 2009, s. 366.
Fasîh Ahmed Dede’nin Behişt-Âbâd Mesnevîsi_____________________________________ 39
Şair, elimizdeki nüshanın hatimesinde “bir eser vücuda getirdiğini ve adını da Behişt-âbâd koyduğunu” şu beyitle belirtir: İtdüm da ı bir e er ki bünyād Nām olsun aña Behişt-ābād (v. 46a) 1.1.3. Yazılış tarihi Fasîh Dede, Behişt-âbâd’ın yazılış tarihini “Tārī -i İtmām-ı Kitāb-ı Ġarra EzFeyż-i ‘Ālem-i Bālā” başlıklı beş beyitlik tarih manzumesinin son beytinde belirtir: arf-i man ū la oldı tārī Na m-ı rengīn edā-yı ra‘nā (v. 47a) Bu beyte göre eserin yazılış tarihi Hicri 1110 (M. 1698)’dur. Fakat müstensih, beytin altına eserin yazılışını 1120 diye not düşmüştür. Noktalı harflerin hesaplandığı bu beyitte müstensih, “edâ-yı rengîn” ibaresindeki yay-ı izâfete de nokta koymuş olduğundan hesap 1120 çıkmıştır. 1.1.4. Türü Behişt-âbâd, nasihatname türünde yazılmış bir mesnevidir. Gerçek vefa ve dostluğun ne olduğunu insanlara göstermek için kaleme alınan eser, bu bağlamda didaktik bir mesnevi özelliği göstermektedir. Ayrıca mesnevide geçen temsilî hikâyeler esere ahlakî bir yön katmıştır. 1.1.5. Beyit sayısı ve vezni Her yaprakta ortalama 15 satır bulunan mesnevi 1230 beyittir. Eser, kısa aruz vezinlerinden “Mef‘ūlü Mefā‘ilün Fe‘ūlün” kalıbıyla yazılmıştır. Ancak mesnevide tekdüzeliği kırmak için yazılmış rubailere ve diğer nazım şekillerine de rastlanmaktadır. 1.2. Muhteva Özellikleri 1.2.1. Tertibi Behişt-âbâd, mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır. Geleneksel mesnevi tertibine uygundur. Bölüm başlıkları da gelenekte olduğu gibi Farsçadır. Şair, eserine; “Şükr ü sipās ol allā -ı cihāna kiﻛﻨﺖ ﻛﲋا ﳐﻔﻴﺎ ﻓﺎٔﺣﺒﺒﺖ ٔان اﻋﺮف ﳀﻠﻘﺖ اﳋﻠﻖ ﻻﻋﺮف zemzemesiyle gerd-i nāçīzi il‘at-ı ūret ü teşrīf-i ayāt ile mükellef ü müşerref idüp cām-ı ma‘rifetden māye vü bezm-i ma abbetden vāye i sān itmişdür” ifadelerinden sonra, şu rubai ile giriş yapmıştır: Medhūş-ı mey-i cām-ı ma abbet eyle Dürdin güher-i tāc-ı sa‘ādet eyle Ol meykede-i ‘aş a delīl-i rāhum
______________________________________________________ Hakan SEVÄ°NDÄ°K 40 YÄ Rab baĂąa lu f ile hidÄ yet eyle (v. 1b)
BehiĹ&#x;t-âbâd; sÄąrasÄąyla ßç tevhit, naat, padiĹ&#x;ah ĂśvgĂźsĂź, esas hikâye ve hâtimeden oluĹ&#x;ur. Ĺžair, naattan sonra; Ey Ä me-i oĹ&#x;-edÄ vĂź oĹ&#x;-dem RÄ z-Äą dile Ä Ĺ&#x;inÄ vĂź ma rem Ser-çeĹ&#x;me-i ĹşruĂą ol delÄŤli GĂśster bize gel o selsebÄŤli Ĺžebnem gibi Äąl gĂźher-feĹ&#x;Ä nÄŤ SÄŤr-Ä b-Äą ter it bu gĂźlsitÄ nÄą BĂźlbĂźl gibi bu çemende yine BaĹ&#x;la naÄĄamÄ t-Äą dil-niĹ&#x;ÄŤne (v. 5b)
mÄąsralarÄąyla baĹ&#x;layan 48 beyitlik bir mirâciyye yazmÄąĹ&#x;tÄąr. Mirâciyenin ardÄąndan Sultan II. Ahmed’e methiye tertip etmiĹ&#x;tir. Bu methiye, “Va f-Äą Sul Ä n A med-i ‘ĀlÄŤ-tebÄ râ€? baĹ&#x;lÄąÄ&#x;Äą altÄąnda yazÄąlan Ĺ&#x;u rubai ile birlikte toplam 26 beyitten mĂźteĹ&#x;ekkildir:
Ey dÄ ver-i ferru -ru [u] fer unde-siyer Ve'y usrev-i rĹŤĹ&#x;en-dil Ăź ĹŤrĹ&#x;ÄŤd-e er Olmaz yine Ĺ&#x;emĹ&#x;ÄŤrßùe Ä â€™il farĹźÄ ĹŤrĹ&#x;ÄŤd eger miÄĄfer Ăź çar olsa siper (v.7b) Ĺžair, ana konuya geçmeden Ăśnce “ ikr-i EsmÄ â€™-i LÄ le-i RengÄŤnâ€? (v. 8b) ve “Va f-Äą PÄ k-i ŞßkĹŤfe-i ZerrÄŤnâ€? (v. 9b) baĹ&#x;lÄąklÄą iki manzume daha yazmÄąĹ&#x;tÄąr. Ana konuya ise, â€œÄ€ÄĄÄ z-Äą ikÄ yet-i ĹžÄ h-Ferru BÄ -ferzend-i GĂźl-ru â€? baĹ&#x;lÄąÄ&#x;Äąyla giriĹ&#x; yapÄąlÄąr ve bu giriĹ&#x;te hikâyenin kahramanlarÄąndan Ĺžah Ferruh anlatÄąlÄąr: SÄ bÄą da bu dehr-i bÄŤ-be Ä da Bir Äą
a-Äą pÄ k u dil-gĂźĹ&#x;Ä da
FasĂŽh Ahmed Dede’nin BehiĹ&#x;t-Ă‚bâd MesnevĂŽsi_____________________________________ 41
OlmÄąĹ&#x;dÄą Ĺ&#x;eh-i sitÄ re-leĹ&#x;ker Bir pÄ diĹ&#x;eh-i bĂźlend-a ter ĹŤrĹ&#x;ÄŤd-veĹ&#x; ol Ĺ&#x;eh-i yegÄ ne Ăźkm itmiĹ&#x; idi bĂźtĂźn cihÄ ne Ol Ĺ&#x;Ä h-Äą SikenderÄ ne- aĹ&#x;met almÄąĹ&#x;dÄą bu Ä kdÄ ne Ĺ&#x;evket PÄŤrÄ men-i ta tgÄ h-Äą Ĺ&#x;Ä hÄŤ Ya‘nÄŤ o Ĺ&#x;ehßù arÄ rgÄ hÄą Tah ÄŤ i bu kim le Ä fetinden GĂźlzÄ r-Äą irem nĂźmĹŤne andan (v.11a) Son olarak Ĺ&#x;air, “ Ä time-i KitÄ b-Äą MĂźstetÄ b Be-istidâ€˜Ä -yÄą Ăźsn-i Ä time EzCenÄ b-Äą VehhÄ bâ€? baĹ&#x;lÄąÄ&#x;Äąyla 25 beyitlik dua kÄąsmÄąnÄą yazar ve Fe‘ilÄ tĂźn Fe‘ilÄ tĂźn Fe‘ilĂźn kalÄąbÄąyla yazdÄąÄ&#x;Äą Ĺ&#x;u 5 beyitlik tarih manzumesiyle eserini tamamlar: Yine ey kilk-i fe Ä at-pÄŤrÄ Eyle itmÄ m-Äą kitÄ bÄą imlÄ Nefes-i â€˜ÄŞsÄŤ-i mu‘ciz-gĹŤyum EylesĂźn mĂźrde-dilÄ nÄą i yÄ SÄ l-i tÄ rÄŤ in iderken ter ÄŤm OldÄą ĹŤ ÄŤ-i ayÄ lĂźm gĹŤyÄ
FeyĹź-i BÄ rÄŤ ile oldÄą ilhÄ m adef-i albe Fa ÄŤ Ä ihdÄ arf-i man ĹŤ la oldÄą tÄ rÄŤ Na m-Äą rengÄŤn edÄ -yÄą ra‘nÄ (v. 47a) 1.2.2. Eserin konusu:
______________________________________________________ Hakan SEVİNDİK 42 Şair, asıl hikâyeye bir şehzade ile onun üstadı arasında geçen konuşmalarla girer. Soru-cevap şeklinde ilerleyen sohbetlerden birinde şehzade, üstadına şu soruyu sorar: ‘Ālemde nedür arī -i yārī Āyīn-i vefā vü dōst-dārī (v. 17a) Üstadı soruya, Acem Şâpûr’u ile onun eşsiz vezirinin hikâyesini anlatarak cevap verir. Eserin konusunu işte bu hikâye oluşturur. 1.2.3. Hikâyenin özeti: Acem ülkesinin yegâne padişahı Ferruh Şah’ın çok kıymetli bir şehzadesi vardır. Padişah, düzenlediği bir ayinle yüce bir âlimi şehzadesine hoca tayin eder. Gece gündüz hocasıyla muhabbet eden şehzade, onun vasıtasıyla hikmet dolu sırların kapılarını aralamaya başlar. Şehzade sorular sorar, üstadı da bunları özenle cevaplar. Böylece şehzade kendini günden güne yetiştirir. Yine bir gün şehzade, üstadına bu âlemde gerçek vefanın, sevginin yolunun ne olduğunu sorar. Üstadı bunun üzerine ona, Acem Şapur’u ile onun vefakâr vezirinin hikâyesini anlatır. Hikâyeye göre, Acem Şapur’u bir gece tebdil-i kıyafet ederek Rum ülkesine gider. Ülkeyi tahkik eden Şapur, maiyetindeki vezirlerine burayı almak istediğini belirtir. Vezirler, Şapur’a bu yolun hem gönül alıcı hem de tehlikelerle dolu olduğunu söylerler. Fakat ne söylerse söylesinler bir türlü onu bu kararından vazgeçiremezler. Şapur, azmettiği iş için her fen hakkında bilgisi olan filozof vezirini Rum ülkesine gönderir. Vezir, kılık kıyafetini değiştirdikten sonra Rum’a gider ve bir müddet sonra hekimlikle ülkede ün salar. –Fakat vezir asıl görevini hiç unutmaz, daima Şapur’u hatırında tutar.– Vezir, Rum’da bulunan meşhur bir patrikle tanışır ve zamanının çoğunu onunla birlikte geçirir. Bu sırada, Rum Kayser’i vilayetlerindeki ayanlara ve devlet erkânına büyük bir ziyafet vereceğini bildirir. Kayser’in ziyafet vereceğini işiten Şapur, orada olup biten her şeyden haberdar olmak için bu meclise katılmak ister ve durumunu da vezirine bildirir. Fakat veziri, bunun kendisi için çok tehlikeli bir yol olduğunu, kesinlikle bu işe girişmemesini söyler. Vezirin nasihatlerine kulak asmayan Şapur Şah, ziyafetin olduğu meclise giderek, meclisteki en alt safa oturur. Kayser, ziyafete gelenleri süzerken bir ara gözü Şapur’a takılır. Ondan ihtiraz eden Kayser, onun Şapur olduğunu sezer ve vezirleri vasıtasıyla meclistekileri uyarır. Yakalanan Şapur, Kayser’in önüne getirilir, niyetinin ne olduğu sorulur. Fakat Şapur, ser verir sır vermez. Bunun üzerine Kayser, Şapur’u kan dökücü cellâtlarına teslim ederek onu zindana attırır ve yanına da Matrânı (piskopos) bırakır. Şapur Şah, zamanla çektiği eziyetlerden çaresiz ve kararsız düşer. Bir sabah Kayser, ordusunu toplayarak diyar-ı Fürse doğru sefere çıkar. Günden güne süratle bu toprakları yağmalamaya başlar. Bu sırada Şapur’un durumunu bilen vezir, patriğe Kayser’in ordusunun bir hekime ihtiyacı olacağını söyleyerek –hile ile– sefere katılmak için izin ister. Patrik,
Fasîh Ahmed Dede’nin Behişt-Âbâd Mesnevîsi_____________________________________ 43
veziri yanından ayırmak istemez ama hatır için bu arzuya razı olur. Vezir, sefere çıkmadan önce patrik onun yol azığını hazırlar ve Matrâna vermesi için de bir mektup yazar. Vezire bu mektubu sürekli yanında taşımasını tembihleyen patrik, onun bu sayede rahat edeceğini, kimsenin ona ilişemeyeceğini söyler. Mektubu alan vezir, böylece yola koyulur ve Matrânın yanına varır. Vezir, patriğin mektubunu Matrâna verir. Mektubu okuyan Matrân, üstadının emaneti olan veziri buyur ederek ikramlarda bulunur, her türlü beladan korur. Vezirin asıl maksadı çok sevdiği şahına ulaşmaktır. Onun bîtap düştüğünü bilen vezir, Şapur’u rahatlatmak için çareyi ince manalar içeren, hikmetli ve hoş kıssalar anlatmakta bulur. Böylece hem Matrânın hem de Şapur’un gönlüne huzur üfler. Bu sırada acımasız Kayser, bozgunculuğunu giderek arttırır. Şapur Şah’ın sarayını dahi ele geçirir. Acemler onun işkencelerinden dağlara sığınır, bazıları kendilerini öldürür. Kayser, Şapur Şah’a çok feci işkenceler yapar; şahın artık işkencelere dermanı kalmaz. Bunu hisseden vezir, bir gece Matrânla birlikte otururken ona daha önce hiç kimsenin işitmediği bir kıssa anlatacağını söyler. Vezirin bu kıssadan muradı, takatsiz kalmış Şapur Şah’a sesini ulaştırarak yardımına geldiğini bildirmek ve gayretini ona ulaştırmaktır. Kıssaya göre, ‘Aynu’l-ehil adındaki bir delikanlı daha önce hiç görmediği fakat güzelliğinin nâmını duyduğu Seyyidetü’z-zeheb adında bir ay yüzlüye âşık olur. Onu görmek için güzelin şehrine giden ‘Aynu’l-ehil, kısa bir süre sonra Seyyidetüz-zeheb’in eşi tarafından yakalanarak hapsedilir. Hapse atılan âşık, Acûz lakaplı tek gözlü, kesik burunlu bir kadına havale edilir. Acûz, âşığın neden bu hale geldiğini sorarak hatasının ne olduğunu öğrenir. Acûz, âşığın hikâyesini öğrendikten sonra onun bu halini temsilî bir hikâye ile kendisine anlatır. Acûz, kendi hikâyesindeki kahramanlarla ‘Aynu’l-ehil’in aynı kaderi yaşadığını bu temsille ona göstererek aslında hata yaptığını, böyle tehlikeli bir sevda yüzünden hem kendini hem de çevresindekileri boş yere ateşe attığını söyler. Ve nihayette ona sabır telkin eder. Vezir kıssayı, burada keserek artık bu gece devamına gücünün yetmediğini, daha sonra devam edeceğini söyler. Şapur Şah, vezirin anlattığı kıssayı hapsedildiği yerden işitince, hikâyede anlatılanların kendi haline denk düştüğü idrak eder. Şapur Şah, yarım kalan hikâyeden vezirinin kendisini kurtarmaya geldiğini ve ona bu süre içerisinde sabırlı olması gerektiğini anlatmaya çalıştığını fark eder. Matrân, kıssanın geri kalanını sabırsızlıkla bekler. Gece olunca vezir, hikâyeye kaldığı yerden devam eder. ‘Aynu’l-ehil’e sabır telkin eden Acûz, bir hikâye daha anlattıktan sonra bu delikanlıya kendi öz hikâyesini anlatır. –Bu hikâye de tıpkı Şapur Şah ve ‘Aynu’l-ehil’inki gibidir.– Ahvalini anlatan ‘Acuz, ‘Aynu’l-ehille dost olur ve bu sevincin getirdiği kudret ile hapsedildikleri yerden kurtulurlar.
______________________________________________________ Hakan SEVİNDİK 44 Vezir hikâyeyi burada bitirdikten sonra Matrân, kıssadaki ‘Aynu’l-ehil’in Şapur, ona yardım eden Acuz’un da vezirin kendi sureti olduğunu anlar ve vezire vefakârlığından dolayı muhabbet duyar. Bu vakitten sonra Şapur Şah, kurtuluş gecesinin geldiğini hisseder ve heyecanlanır. Akıllı vezir kısa bir süre içinde şahını zindandan çıkarır. Vefakâr iki dost birbirine kavuştuktan sonra Acem ülkesini, Rum Kayseri’nin elinden alarak askerlerini, halkını feraha kavuşturur. Kayseri yakalayan Şapur, ona kendisi gibi adaletsizce muamele etmeyeceğini, canını bağışlayacağını fakat yaptığı kötülükleri bir an önce telafi etmesi gerektiğini söyler. Kayser, Şapur’un bu tavrından dolayı oldukça mutlu olur, verdiği emirleri bir bir yerine getirir. Şapur ise kadirşinas vezirine kavuşmanın vermiş olduğu huzurla rahata erişir. Şapur ile vezirin hikâyesi burada sona erer. Böylece şehzade, hocasının naklettiği bu hikâye ile gerçek vefa ve sevginin ne olduğunu anlar. Aradan geçen süre zarfında şehzade büyür, Ferruh Şah’ın yerine padişah olur ve hocasının hikmetlerle dolu yolunda yürümeye devam eder. Fasîh Dede, mesnevînin ana konusunu burada bitirerek hatime ve dua ile eserini tamamlar. SONUÇ Behişt-âbâd, klasik tahkiye üslubuna bağlı kalınarak kaleme alınmış, nasihatname türünde didaktik bir mesnevîdir. Makalemizde bu mesnevîyi, elimizdeki nüshadan hareketle genel hatlarıyla tanıtmaya çalıştık. Muhteva bakımından oldukça sürükleyici ve ahenkli bulduğumuz eserin dil hususiyetleri ile mesnevî geleneği içerisindeki yerine temas etmedik. Zira eser üzerine yaptığımız ilmî çalışmanın sonlarına gelmiş bulunmaktayız ve yakında geniş bir incelemeyle birlikte eserin tam metnini neşredeceğiz.
KAYNAKÇA Bursalı Mehmet Tahir (2009), Osmanlı Müellifleri, (Haz. Cemal Kurnaz), C. II, Bizim Büro Basımevi, Ankara. ÇIPAN, Mustafa (2003), Fasih Divanı İnceleme- Tenkidli Metin, MEB Yayınları, Ankara. ÇIPAN, Mustafa (Mart 2010), Fâsih Ahmed Dede, Âsitâne, S. 3. s. 16- 21. Fasih Ahmed Dede, Behişt-âbâd, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi, Şevket Rado Yazmaları, ŞR 00097.
Fasîh Ahmed Dede’nin Behişt-Âbâd Mesnevîsi_____________________________________ 45
Behişt-ābād, v. 2a
Behişt-ābād, v.1b
______________________________________________________ Hakan SEVİNDİK 46
Behişt-ābād, v. 47a
Behişt-ābād, v.46b
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 47-54
POLITIK ALS KONFILIKTKULTUR-DARGESTELLT AM BEISPIEL TURKISCHER, ISRAILISCHER UND DEUTSCHER TEXTE Prof. Dr. Ibrahim İLKHAN Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü ilkhan@selcuk.edu.tr
TÜRK, İSRAİL VE ALMAN EDEBİ METİNLERİNDE-ÇATIŞMACI KÜLTÜR OLARAK POLİTİKA Özet Edebi metinlerde politika çok anlamlılığı ve kültürel özellikleri yansıtmaktadır. Politika ve edebiyatın kültürlerdeki derin kökleri toplum içerisinde insanların tutum ve davranışlarına yön vermekte ve çağdaş edebiyat biliminin de politikayı yönlendirdiği görülmektedir. Edebiyat, başka ülkelere karşı oluşan önyargıları ortadan kaldırdığı gibi hoşgörü ve dayanışmayı da tesis etmektedir. E. Kischon, M. Kutlu ve B.Brecht’in politik yazılarında toplumsal sorunlar politik gücün etkisi ile birlikte değerlendirilmektedir. Politik gerçekler kurmaca anlatımla ve derin bir zeka analizi ile ifade edilmiştir. Karşıt görüşlerin, bugün için son derece zorunlu olan “Kültürlerarası Diyalogu” canlandıracağı kanısındayız. Anahtar Kelimeler: Türk, İsrail ve Alman edebi metinler, politika, kültür CONFLICT CULTURE AS POLITICS IN TURKISH, ISRAEL AND GERMAN LITERARY TEXTS Abstract Politics reflects polysemy and cultural features in literary texts. The deep roots of politics and literature in cultures dominate the attitudes and the behaviours of people in society and it is seen that the contemporary literature science dominates the politics. Literature, while abolishing the prejudice towards other countries, creates tolerance and cooperation. Social problems are evaluated with the effect of political power in polical essays of E.Kischon, M.Kutlu and B.Brecht. Political realities are expressed by fictional narration and a deep analysis of intelligence. Opposing views, we are of the opinion that will dynamize “Intercultural Dialogue” that is very crucial in our age. Key words: Turkish, Israel and German literary texts, politics, culture
_______________________________________________________ İbrahim İLKHAN 48 1. VORBEMERKUNGEN Anders sein und anders scheinen, Anders reden, anders meinen, Alles loben, alles tragen, Allen heucheln, stets behagen, Allem Winde Segel geben, Bös’ und Guten diestbar leben, Alles Tun und alles Dichten Bloss auf eignen Nutzen richten; (Friedrich von Logau) Das zitierte Gedicht ist hermeneutisch gesehen vielschichtig. Deshalb beginne mit einer These: „Politik ist Konfliktkultur. Denn politische Literatur ist mehrdimensional und kulturspezifisch orientiert.“ Diese Überlegungen lassen sich durch die Ansichten von Franz Boas untermauern. Er war der Ansicht, dass keine Kultur den anderen überlegen sei, alle Kulturen seien nur verschieden (vgl. Hunt 1984, S. 136). Hieraus lassen sich zwei kritische Ausgangsfragen ableiten: 1. Verändern sich im Laufe der Zeit auch literarische Darstellungen parallel zu politischen Entwicklungen in den verschiedenen Kulturen? 2. Wie werden widergespiegelt?
politische
und
kulturelle
Unterschiede
literarisch
Tatsache ist, dass in unterschiedlich und historisch begründeten Gesellschaften Individuen in denselben Beobachtungsräumen differenzierte Wahrnehmungen zeigen (vgl. Kuhn 1970, S. 193). Nun versuche ich aufzuzeigen, wie sich unterschiedliche Kulturen in den Werken von israelischen, türkischen und deutschen Autoren widerspiegeln. Auch die politische Einstellung der Verfasser und die Untersuchung der zugrundeliegenden Literatur auf etwaige Nahtstellen der verschiedenen Kulturen sind aus meiner Sicht interessante Aspekte. Wie Studenten der Selcuk-Universität die Texte interpretierten, werde ich in meine Ausführungen einbeziehen.
verstanden
und
2. ZU DEN BEGRİFFEN „POLİTİK“ UND „LİTERATUR“ Politik und Literatur sind in den verschiedenen Kulturen tief verwurzelt und prägen die Einstellung und das Verhalten von Menschen in der Gesellschaft. So hat populäre, gesellschaftskritische Literatur auch immer einen Einfluss auf die Politik eines Landes. Aber auch umgekehrt kann Politik den Hintergrund für Literatur bilden. Politik findet auf verschiedenen Ebenen statt und wird geprägt von unterschiedlichen Aspekten:
Politik Als Konfiliktkultur-Dargestellt Am Beispiel Turkıscher, Israilischer und Deutscher Texte ____________ 49
- politische Ansichten von Individuen in einer Gesellschaft - Politik in der Stadt, Kommune, Bundesland - Politik im einzelnen Land (Bsp.: Deutschland ist gegen einen EU-Beitritt der Türkei / die Türkei will Mitglied werden) - religiös geprägte Politik (Bsp.: in Deutschland: CDU: christlichdemokratische Union) - schwarz-weiß-malende Politik (zu einseitige Ansichten) - polarisierende Politik, Rassenpolitik (Bsp.: früher in Südafrika: Apartheid / Rassentrennung zwischen Schwarzen und Weißen) / bedrohende Politik, Gefahr von Krieg (Bsp.: vor kurzem, Oktober 2006 Atomtests in Nordkorea / Irakkrieg im Jahr 2003) Was kann nun die Literaturwissenschaft gegen diese letztgenannten Strömungen tun? Eine banale Antwort lautet: „Selbstvertändlich vieles.“ Denn anspruchsvolle Literatur tangiert immer auch das kulturelle Leben und somit das Denken von Menschen in einer Gesellschaft. Weltliteratur beispielsweise kann m. E. verschiedene Kulturen miteinander verbinden (Bsp.: Orhan Pamuk, Literaturnobelpreisträger 2006, ist auch in Deutschland populär / „Orhan Pamuk bekam als erster türkischer Schriftsteller den Literaturnobelpreis für seine Verdienste als „Brückenbauer“ zwischen den Kulturen.“(Pressemitteilung der „Deutschen Presseagentur“). Weltliteratur schafft und beschleunigt Gemeinsamkeiten und kann Vorurteile abbauen, die gegenüber fremden Ländern vorherrschen. Dadurch kann die Einsicht wachsen, dass ausländische Menschen anders sind und diese Andersartigkeit keine Abwertung bedeutet. Die Annäherung verschiedener Kulturen durch Literatur kann Fremdenfeindlichkeit abbauen und mehr Toleranz und Solidarität zwischen den verschiedenen Völkern schaffen. 3. DİE ROLLE DES LİTERARİSCHEN TEXTEN
POLİTİSCHEN
DENKENS
İN
Zur Veranschaulichung von politischem Denken verwende ich nun Texte internationaler Autoren wie Ephraim Kishon, Mustafa Kutlu und Bertolt Brecht.
_______________________________________________________ İbrahim İLKHAN 50 In der Einleitung der Erzählung „Der Blaumilchkanal“ von Ephraim Kishon wird das gesellschaftliche Leben in Israel und das politische Denken in diesem Land kritisch beurteilt. Der Autor bemüht die Metapher einer Straße, die immer wieder aufgerissen wird. Diese Thematik spitzt sich zu mit folgenden Aussagen „... die israelischen Straßen mit Reisverschlüssen zu versehen.“ (Kishon 1998, S.7) Ein weiteres sprachliches Mittel ist die Satire, für die der Autor bekannt ist. Das Hörspiel ist gefüllt mit konnotativen Wortpaaren, in dem Übergänge zwischen Wirklichkeit und der Phantasiewelt im Diskurs wie etwa folgende anzutreffen sind: „Vielleicht ist die Kanalisation schadhaft geworden. Wenn da etwas schadhaft ist, dann sind’s die Köpfe unserer Politiker. Hier geht’s um Politik, um nichts anderes. Vielleicht hat der Bürgermeister einen Konflikt mit dem Verkehrsminister und will ihn blamieren. Und was ist das Resultat? Ich kann nicht in mein Haus hinein ... Nieder mit dem Bürgermeister! Nieder mit der Polizei! Nieder mit der Regierung!“(a.a.O., S. 11) Im „Blaumilchkanal“ wird Unfriede und die damit verbundene Frage nach dem Sinn kritisch beleuchtet. So können sich beispielsweise politische Meinungsverschiedenheiten und gesellschaftliche Strukturdefizite derartig entwickeln, dass eine Gesellschaft nicht mehr in Einklang miteinander leben kann und sich die Bevölkerung beispielsweise gegen die Politik ihres Landes auflehnt. Zwei Themenkreise werden im Text „Der Blaumilchkanal“ miteinander verknüpft: Zum einen die geschichtliche Entwicklung Israels und die politische Spannung in diesem Land : Die Gründung Israels, der Bau von Infrastrukturen und die politische Absetzung von Kwibischvky. Zum anderen werden die daraus resultierenden Einflüsse auf das gegenwärtige und vergangene Leben in der Gesellschaft dargestellt. Auch im Text „Ziegler übertreibt“ wird die Politik im Staate Israel kritisch hinterfragt. Kishon verdeutlicht dies, indem er Ambivalenzen wie „traurig glücklich“ verwendet. In beiden Texten „Der Blaumilchkanal“ und „Ziegler übertreibt“ wird die politische Entwicklung in Israel an individuellen Lebensläufen mit Krisen- und Wendepunkten konkretisiert. Desweiteren werde ich nun türkische Literatur untersuchen; der Autor ist Mustafa Kutlu. Aus seinem Buch „SIr“ (Geheimnis) expliziere ich zwei Erzählungen: - „Mülleimer der Geschichte“ - „Politische Vision“ Sowohl der Titel des Buches als auch die Überschriften der Erzählungen deuten an, dass politisches Denken auch diese Texte prägt und sie gesellschaftskritisch zu verstehen sind. Die Erzählung „Tarihin cöp sepeti“ (Mülleimer der Geschichte) beginnt mit folgendem Satz: „Wenn eines Tages in
Politik Als Konfiliktkultur-Dargestellt Am Beispiel Turkıscher, Israilischer und Deutscher Texte ____________ 51
diesem Lande der schwarze Vorhang, der auf die Wirklichkeit gehängt ist, zerrissen wird und die Wirklichkeit an das Tageslicht käme, ist Folgendes zunächst zu äußern: Als er diesen Satz mit der Schreibmaschine schrieb, wurde er vom Chef gebeten, dass er zu ihm kommen solle. Nachdem er zurückkam, erzählte er im inneren Monolog über die Kinderarbeit auf dem Markt, über die wirtschaftliche Krise und die Inflation, über den Verstoß gegen die Vorschrift bei der ISKI (Wasser- und Kanalleitung des Handelskreises) Istanbuls. Zum Schluss, als er das Blatt aus der Schreibmaschine zog, rollte er es zusammen und warf es in den Papierkorb.“ (Kutlu 1990, S. 19-26 Ub.von Verfasser ) Politische Vision In der Erzählung „Politik-Vizyon“ (politische Vision) beschreibt der Autor zunächst eine kritische Einstellung zur Politik in der Türkei. Diese Kritik wird folgendermaßen zur Sprache gebracht: „Die Rechten verstehen mich nicht, die Linken sind mir fremd und sie nähern mich nicht an (vgl. a.a.O., S. 28). Folgenden Gedanken liegt eine Rede über die politische Vergangenheit und die Inflation in der Türkei zugrunde: „Die Vergangenheit verlässt uns im Ganzen nicht, sie tritt uns wieder unerwartet gegenüber. Hier haben auch die Zeitungen eine große Rolle gespielt. Die Exzellenzen (die exzellenten Herren), die in den Zeitungen standen, werden Zeitungsinhaber. Soll es nicht sein? Das ist doch die Macht.“ (a.a.O., S. 34 Ub. von Verfasser). Die beiden Erzählungen bieten eine in sich schlüssige Botschaft: Nämlich die Macht der Politik. Staatliche und gesellschaftliche Probleme werden unter der Macht der Politik zur Diskussion gestellt. Die politische Realität wird durch fiktive Gestaltungen und scharfsinnige Analysen erläutert. Die Erzählung „Politische Vision“ ist doppelschichtig und besteht aus einem objektiven und subjektivem Element, die aufeinander bezogen sind. Die Politik gehört seit jeher zu den großen Themen der Literatur. Besonders einige Gedichte von Bertolt Brecht bewegen sich im Spannungsfeld zwischen dichterischen und politisch-kritischen Zielsetzungen: Das Lied vom Anstreicher Hitler Der Anstreicher Hitler sagte: Liebe Leute, lasst mich ran! Und er nahm einen Kübel frischer Tünche und strich das deutsche Haus neu an. Der Anstreicher Hitler sagte: „Diesen Neubau hat’s im Nu!“ Und die Löcher und die Risse und die Sprünge, da strich er einfach alles zu. Die ganze Scheiße strich er zu.
_______________________________________________________ İbrahim İLKHAN 52 Oh Anstreicher Hitler warum warst du kein Maurer? Dein Haus wenn die Tünche in den Regen kommt kommt der Dreck drunter wieder raus. Kommt das ganze Scheißhaus wieder raus. Der Anstreicher Hitler hatte bis auf Farbe nichts studiert und als man ihn eben ranließ, da hat er alles angeschmiert. Ganz Deutschland hat er angeschmiert. (Bertolt Brecht, zitiert nach Neis 1983, S. 59) In diesem Gedicht wird Hitler als betrügerischer Anstreicher dargestellt. Mit den Metaphern „Anstreicher“, „Farbe“ und „anschmieren“1 macht Brecht auf die Missstände in Deutschland in den 30-er Jahren und auf die Machtübernahme Hitlers aufmerksam. In den beiden letzten Zeilen de Gedichts wird die handwerkliche Tätigkeit des „Anschmierens“ auf die politische Ebene übertragen, indem das doppeldeutige Wort „anschmieren“ in einem bedeutungserweiternden Sinn gebraucht wird: „Ganz Deutschland hat er angeschmiert.“ (a.a.O., S.60) Die hier implizierten Begriffe von der historischen Faktizität und „präzise Denkweise“ scheinen problematisch zu sein. Denn „ die Semiose sei unendlich, ein Zeichen gebe das andere, eine Interpretation die andere. Wie armselig ist dagegen eine Deutungspraxis, die meint, irgendwann den Punkt gefunden und den Textsinn festgelegt zu haben....“ (Spinner 1995,S 9 ) Auch bei Kishon läßt es sich feststellen, daß die Nazis in seiner Kind- und Jugendheit ihn empört haben. Als für nicht verantwortlicher Mensch findet er eine Lösung : Es ist nicht sinnvoll die Feinseligkeit und Vorurteile gegenüber Nazis weiterzuführen. (Vgl.Kishon 1998,S. 106) 4. REZEPTİON UND DEUTUNG STUDENTEN ZU DEN TEXTAUSZÜGEN
VON
TÜRKİSCHEN
Ich gehe nun der Frage nach, wie die unterschiedlichen Texte von türkischen Studenten rezipiert und interpretiert wurden. Der Text von E. Kishon „Der Blaumilchkanal“ erzeugte bei den Studierenden eine hohe Aufmerksamkeit. Sie meinten, dass der Text Konflikte in ökonomischer und sozialer Hinsicht aufgreift. Auch religiöse Aspekte werden ihrer Meinung nach im Text verarbeitet. Sie interpretierten den Text mit ihren Vorkenntnissen, die sie aus Zeitungen bekommen hatten. __________ 1
„Anschmieren“ hat in der deutschen Umgangssprache die Bedeutung von blenden, anlügen.
Politik Als Konfiliktkultur-Dargestellt Am Beispiel Turkıscher, Israilischer und Deutscher Texte ____________ 53
Aus der Sicht der Studenten werden die Geisteskranken als Sinnbild von Konflikten des Staates Israel mit anderen Ländern angeführt. Auch die Texte von Kutlu werden sehr tiefsinnig gedeutet. Das Bild des „schwarzen Vorhangs“ wird gesellschaftskritisch und politisch interpretiert und wird mit dem Kapitalismus in Zusammenhang gebracht. Das hat m.E. mit einem marxistisch geprägten Kulturverständnis zu tun. Das Gedicht von Bertolt Brecht konnte vermutlich aus mangelnder Sprachkompetenz und aufgrund unterschiedlicher kultureller Prägung nicht hinreichend interpretiert werden. Jedoch wurde die Zeile „Ganz Deutschland hat er angeschmiert“ realistisch und angemessen ausgelegt und es entstand eine politische Diskussion, die folgende Frage aufwarf: „Müssen die Deutschen für diese Nazi-Zeit dauernd büßen?“ Diese Frage spiegelt das Wissen der türkischen Studenten über den Zweiten Weltkrieg wider und zeigt ebenso eine Sympathie für die deutsche Bevölkerung. 5. ZUSAMMENFASSUNG UND SCHLUSSFOLGERUNG Persönliche Einstellungen von Menschen eines Landes gegenüber anderen Kulturen sind zum größten Teil verzerrt und vorurteilsbeladen. Diese Vorurteile entstehen oftmals aus Unkenntnis. Politische Literatur orientiert sich m. E. am Eigeninteresse und am Selbstverständnis des jeweiligen Autors. Unter diesen Gesichtspunkten bieten die Verfasser Möglichkeiten der Information, der Bewusstseinsbildung in Bezug auf ihre eigene Denkweise und schaffen Möglichkeiten der Solidarisierung durch interkulturelle Kommunikation. Trotzdem bleibt m. E. Kultur als Politik oder Politik als Kultur immer eine Konfliktkultur. Beispielsweise unterscheidet sich die türkische Kultur in starkem Maße von der deutschen. Rezeptiv betrachtet ist politische Kultur in der Literatur mehrdimensional (multi-normativ). Die vorgegebene Literatur soll nicht nur als schöne Kunst verstanden werden, sondern sie steht als Sinnbild für internationale Geschichte und dient der interkulturellen Bewusstseinsänderung. Dieser Diskurs, der auch die kontroverse Meinung von Studenten impliziert, soll zum „Dialog der Kulturen“ anregen, der m. E. in der heutigen Zeit unbedingt notwendig ist.
_______________________________________________________ İbrahim İLKHAN 54 LITERATURVERZEICHNIS HUNT, Morton (1984). The Universe Within, Corgi books, London . KISHON, Ephraim (1988). Der Blaumilchkanal, in: Alle Satiren, deutsch von Friedrich Torberg, RM-Buch u. Medien-Vertrieb, München . KUHN, Thomas S. (1970). The Structure of Scientific Revolutions, The Universitiy of Chicago Express, Chicago. KUTLU, Mustafa (1990). Sır, Dergah Yaninari, Istanbul. LOGAU, Friedrich von (1983). Heutige Weltkunst, in Neis, Edgar (Hrsg.): Politisch-Soziale Zeitgedichte, Bange-Verlag, Hollfeld . NEIS, Edgar (Hrsg.) (1983). Politisch-Soziale Zeitgedichte - Interpretation motivgleicher Gedichte in Themengruppen, Bange-Verlag, Hollfeld. SPINNER H., Kaspar (1995). Poststruktralistische Lektüre imUnterricht am Beispiel der Grimmschen Märchen. In : Deutschunterricht
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 55 – 67
FERRÎ’NİN FARSÇA BİR TERCÎ-İ BENDİNİN TÜRKÇE’YE ÇEVİRİSİ VE AÇIKLANMASI Yrd. Doç. Dr. İbrahim KUNT Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı ibrahimkunt@yahoo.com
Özet Divan şairlerinden Ferrî mahlaslı Mehmet Efendi XVIII. yy. da Osmanlı Devleti’nde yaşamıştır. Onun tek eseri Dîvân’ıdır. Çoğunluğu Türkçe şiirlerden oluşan Dîvân’ında bazı Farsça şiirler de bulunmaktadır. Bu makalede Ferrî’nin Farsça bir tercî-i bendi incelenmiş, şairin kullandığı tasavvufî terimler açıklanmaya çalışılmıştır. Böylece Ferrî’nin tasavvufî bilgi birikimi ortaya çıkarılıp ilim âlemine sunulmuştur. Ayrıca, Osmanlı döneminde yaşamış bir şairin Farsça şiir söylemedeki yeteneği de belirlenmeye çalışılmıştır. Netice itibariyle Ferrî’nin kullandığı tasavvufi terimlerinden geniş bir tasavvufî birikimi olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Ferrî, Fars Şiiri, Tasavvuf, Ferrî Divanı, Tasavvuf şiiri
EXPLANATION AND TRANSLATION OF A FERRÎ’S PERSIAN POETRY Abstract One of the Diwan poets of the XVIIIth century Mehmet Efendi, whose pseudonym was Ferî, lived in the Otoman State. The Diwan of Ferrî is a single work of him. There are aslo Persian poems in his Diwan, most of which are composed of Turkish poems. In this article a Persian poem of Ferrî has been handled. We tried to explain the mystic words used by the poet. Thus, the mystic knowledge and capability of Ferri has been revealed. Besides, the writing skill of poet, who lived during the Otoman Empire, was attempted to be explained. As a result, we can say that Ferri was so talented and succesfull in using the terms of the mysticism. Key words: Ferrî, Persian Poetry, Mysticism, The Diwan of Ferrî, Mystic poem
_________________________________________________________ İbrahim KUNT 56 GİRİŞ Dîvân şairlerinden Ferrî mahlaslı Mehmed Efendi, XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın başında yaşamıştır. 1170/1756 yılında, bugün Bulgaristan’da bulunan Filibe’ye bağlı Tatarpazarcık’da doğan1 şairin ailesi hakkında elimizde kesin bilgi mevcut değildir. Ferrî’nin vezirlerin divan kâtipliği ve mektupçuluk gibi görevlerde bulunmuş olması onun iyi derecede bir tahsil gördüğünü düşündürmektedir. Mesleğiyle ilgili olarak Ferrî Dîvânının mukaddimesinde, Dîvân kâtibi Mehmed Hâmî; şairin Beğlik Odası, Defter-i Hâkânî, Vezirlerin Dîvan Kâtipliği ve mektupçuluk gibi görevlerde bulunduğunu belirtmektedir2. Ayrıca Mehmed Süreyyâ da onun Mültezim olduğunu kaydetmektedir3. Keza Tatarpazarcık yakınlarında, cizye iltizâmı ve bakâyâ tahsili sırasında vurularak öldürüldüğünü de Dîvânından öğreniyoruz4. Kaynaklarda Ferrî’nin ölüm tarihi 1220/1805 olarak verilmektedir5. Yapılan çalışmalar, Ferrî’nin tek eserinin, Dîvânı olduğunu göstermektedir. Ferrî Dîvânının bilinen iki nüshası bulunmaktadır6. Dîvanda bulunan 10 kasîdeden biri Farsça’dır. Bu çalışmada konu edinilen Farsça Tercî-i Bend de, Dîvandaki tek tercî-i bend’dir. Bu şiir, her biri 6 beyitlik beş bentten oluşmaktadır. Dîvanda bulunan 12 tahmisten biri ve 200 gazelden de dördü Farsçadır. Ayrıca Ferrî Dîvanında müstezad, 10 kıt’a, 9 müfred ve 149 beyitlik bir Mesnevî vardır. Ferrî’nin çokça kullandığı aruz vezinleri şu şekildedir: Mef‘ûlü/Mefâ‘îlü/Mefâ‘îlü/Fe‘ûlün Fâ‘ilâtün/ Fâ‘ilâtün/ Fâ‘ilâtün/Fâ‘ilün Mef ‘ûlü/ Fâ‘ilâtü/ Mefa ‘îlü/ Fâ‘ilün Mefa ‘îlün/ Mefa ‘îlün/ Mefa ‘îlün/ Mefa ‘îlün Fe‘ilâtün/ Fe‘ilâtün / Fe‘ilâtün/ Fe‘ilün Mefâ ‘îlün/ Mefa ‘îlün/ Fe ‘ûlün Mefâ ‘îlün/ Fe‘ilâtün/ Mefâ ‘îlün/ Fe‘ilün Fe‘ilâtün/ Mefâ ‘îlün/ Fe‘ilün Müstef ‘ilün/ Müstef ‘ilün/ Müstef ‘ilün/ Müstef ‘ilün __________ 1
Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî, II, 770; Mehmet Kırbıyık, Ferrî Mehmed Hayatı, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni, (Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Konya 1994,), V 2 Ferrî, Dîvân-ı Ferrî, Mevlana Müzesi Ktp., No:2426, vr. 2a. 3 Mehmed Süreyyâ, Sicil-i Osmânî, Matbaa-i Âmire, IV, 18. 4 Ferrî, Dîvân-ı Ferrî, Mevlana Müzesi Ktp., No:2426, vr. 2a. 5 İsmail Paşa el-Bağdadî, Keşfu’z-zunûn Zeyli, II, 522; İsmail Paşa el-Bağdadî, Esmâ’u’l-müellifîn, II, 35. 6 1: İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, No: 2840; 77 yaprak, 19 satır, nesih yazı ile yazılmış olup kırmızı deri bir cilt içerisindedir. 2: Mevlana Müzesi Kütüphanesi, No: 2426; 52 yaprak, 15 satır, talik yazı ile yazılmış olup kırmızı deri bir cilt içerisindedir.
FerrÎ’nin Farsça Bir TercÎ-i Bendinin Tßrkçe’ye Çevirisi ve AçĹklamasĹ ___________________________ 57
FerrÎ’nin Ăźslubunun sanatlÄą ve dilinin aÄ&#x;Äąr olduÄ&#x;u sĂśylenebilir. En çok rastlanÄąlan sanatlar arasÄąnda tenâsĂźb, tevriye, telmĂŽh, sihr-i helâl, cinâs ve tekrĂŽr sayÄąlabilir. Arapça ve Farsça kelimelere çokça yer vermiĹ&#x;tir. TĂźrkçe birçok manzumesinde 5 hatta 6 Arapça ve Farsça kelime ile tamlama yaptÄąÄ&#x;Äą gĂśrĂźlmektedir. FerrÎ’nin Ĺ&#x;iirlerine genellikle hĂźzĂźn ve keder hâkimdir. DĂŽvanda tespit edilen 25 nazĂŽre, onun nazĂŽre alanÄąnda oldukça yetenekli bir Ĺ&#x;air olduÄ&#x;unu gĂśstermektedir. O, genellikle KeĹ&#x;anlÄą ZihnĂŽ, SabĂŽh ve Neyyir gibi, Ĺ&#x;Ăśhretini duyuramamÄąĹ&#x; Ĺ&#x;airlerin Ĺ&#x;iirlerini tanzir etmiĹ&#x;tir. Ĺžairin Ĺ&#x;iirlerinde dikkati çeken bir diÄ&#x;er husus ise, denizcilik ve mĂťsikĂŽ terimlerini gĂźzel bir Ăźslupla kullanabilmiĹ&#x; olmasÄądÄąr. Ĺžiirlerinde bazen mĂźstehcen kelime ve deyimlere de yer vermiĹ&#x;tir. Ă–zellikle gazellerinde aĹ&#x;k açĹsÄąndan kaynaklanan karamsar bir ruh hâli hâkimdir. TercĂŽâ€˜-i bend nazÄąm Ĺ&#x;ekli; aynÄą vezinde, farklÄą kafiyelerde sĂśylenmiĹ&#x; birkaç Ĺ&#x;iirden yani bentten oluĹ&#x;muĹ&#x; manzumedir. AynÄą vezinde ve kafiyede birkaç beyit sĂśylenip (bent); sonra Ăśnceki beyitlerle vezinde aynÄą, kafiyede farklÄą, musarra (kafiyeli) bir beyit getirilir ve bu iĹ&#x;, her bendin sonunda mĂźnferit bir beyit getirilerek birkaç defa tekrar edilir. Terciibentte bentleri birleĹ&#x;tiren ve aynen tekrar edilen beyitlere, Fars EdebiyatÄąnda bend-i terci‘ veya bend-i gerdan, TĂźrk EdebiyatÄąnda ise vasÄąta adÄą verilir. 7 YazÄąmÄąza esas teĹ&#x;kil eden Farsça tercĂŽ-i bend, ‘TercĂŽâ€˜-i bend be-lisân-Äą sĂťfiyye’ baĹ&#x;lÄąÄ&#x;ÄąnÄą taĹ&#x;ÄąmaktadÄąr. Bu baĹ&#x;lÄąk, ‘SufĂŽ diliyle yazÄąlmÄąĹ&#x; bir tercĂŽâ€˜-i bend’ Ĺ&#x;eklinde dĂźĹ&#x;ĂźnĂźlebilir. Bu baĹ&#x;lÄąktan, FerrÎ’nin Farsça’yÄą tasavvuf dili olarak kabul ettiÄ&#x;i anlaĹ&#x;ÄąlmaktadÄąr. FerrĂŽ bu tercĂŽâ€˜-i bendi, divanÄąnda en çok kullandÄąÄ&#x;Äą vezin olan hecez bahrinin “mefâ€˜ĂťlĂź/mefĂ˘â€˜ĂŽlĂź/mefĂ˘â€˜ĂŽlĂź/feâ€˜ĂťlĂźnâ€? vezniyle kaleme almÄąĹ&#x;tÄąr. Her beytine tarafÄąmÄązdan sÄąra numarasÄą verilen bu manzĂťmenin Farsça aslÄą, TĂźrkçeye tercĂźmesi ve izahlar Ĺ&#x;u Ĺ&#x;ekildedir:
1. â€ŤŮˆŘ§Řą  Ů? ه Řł Ř°ŮˆŮ‚ ا‏
‍دع Ű€ Ů?Ů… ازل ا‏
‘EzelĂŽ meclis meyhanesinde sarhoĹ&#x;luktan harap olmuĹ&#x;uz; heves baÄ&#x;Äąndan kurtulup azaptan zevk alÄąyoruz.’ FerrĂŽ ilk beytinde, ezel bezmi meyhanesinde sarhoĹ&#x; olduÄ&#x;undan bahsetmektedir. Tasavvufta ve Ä°slam edebiyatÄąnda en eski zaman, en eski meclis olarak bilinen bezm-i ezel ya da bezm-i elest tabiri Allah’Ĺn ‘Ben sizin Rabbiniz deÄ&#x;il miyim?’8 sĂśzĂźne ve ruhlarÄąn ’Evet, sen bizim Rabbimizsin’ demelerine iĹ&#x;aret etmektedir. Ezel bezminde ruhlarÄąn verdiÄ&#x;i sĂśze sadÄąk kalÄąp kalmadÄąklarÄą ise dĂźnya hayatÄąndaki davranÄąĹ&#x;larÄąyla belirlenecektir. FerrĂŽ bu mecliste kendinden geçip harap olma derecesinde sarhoĹ&#x; olduÄ&#x;unu, yani aĹ&#x;k deryâsÄąna gark olduÄ&#x;unu __________ 7 8
Veyis DeÄ&#x;irmençay, NazÄąm Ĺžekilleri, 41 A’râf sĂťresi, 7/172
_________________________________________________________ Ä°brahim KUNT 58 belirtmiĹ&#x;, seyr Ăź sĂźlĂťk yolunda geçtiÄ&#x;i merhaleleri ve heves baÄ&#x;Äąndan nasÄąl kurtulduÄ&#x;unu dile getirmiĹ&#x;tir9.
2 . "%+ ‍ ! ع‏$%& ‍"! Ůˆâ€Ź%( ‍&' ق‏
‍ اد "ع ا! از‏#‍ دع د‏$%& ' ( ‍* ن‏
‘Bazen bir damla gibi talihsizlik kĂśyĂźnde sarhoĹ&#x;; bazen cihanÄąn Ĺ&#x;imĹ&#x;eÄ&#x;i, bazen de yÄąldÄązÄąn ÄąĹ&#x;ÄąÄ&#x;ÄąyÄąz.’ SarhoĹ&#x;luk, âĹ&#x;ÄąÄ&#x;Äąn bĂźtĂźn varlÄąÄ&#x;Äąna aĹ&#x;kÄąn hâkim olmasÄądÄąr. SarhoĹ&#x;, ne yaptÄąÄ&#x;ÄąnÄąn ve nerede bulunduÄ&#x;unun bilincinde olamadÄąÄ&#x;Äąndan, bazen kĂśtĂź ve istenilmeyen yerlerde, bazen de iyi ve istenilen mevkilerde bulunabilir.
3. ‍ ا‏1 +‍ ۀ ع‏-‍&' ذعۀ !"د‏
$%& "ّ- . / ‍‏0 0 ‍دع‏
‘Bazen Ăœlker yÄąldÄązÄąnÄąn gerdanlÄąk zincirinde baÄ&#x;lÄąyÄąz; bazen de doÄ&#x;ruluk gĂźneĹ&#x;inin gĂśrĂźnmeyen zerresiyiz.’ GerdanlÄąÄ&#x;Äąna benzetilen SĂźreyyâ yÄąldÄązÄą, kamer menzilindedir; gĂźneĹ&#x; vahdete, ay kesrete iĹ&#x;aret eder10. Ĺžair 3. beyitte vahdette kendisinin gĂśrĂźnmeyen bir zerre olduÄ&#x;unu, yani dĂśrdĂźncĂź seyr mertebesi olan Seyr ani’llah mertebesinde bulunduÄ&#x;unu belirtmektedir. AyrÄąca zerre aczi, gĂźneĹ&#x; ise kemâli yĂźceliÄ&#x;i temsil eder. Divan Ĺ&#x;iirinde Ĺ&#x;airler çoÄ&#x;u zaman kendilerini zerreye, sevgiliyi(maĹ&#x;uÄ&#x;u) gĂźneĹ&#x;e benzetirler. Zerre nasÄąl gĂźneĹ&#x;e meylederse aĹ&#x;Äąk da maĹ&#x;uÄ&#x;un cezbesindedir.
4. "63 ‍ Ű€ !"ه‏7 ‍ Ůˆ دع‏89 ‍&' دع‏
$ 2% ‍ عان‏3 ‍"Ú˜Ű€ Řą "عۀ‏5 '&
‘Bazen cennet hurilerinin yanaÄ&#x;ÄąnÄąn allÄąÄ&#x;Äą; bazen avuçta, bazen de çoban yÄąldÄązÄąnÄąn kâkĂźlĂźnde kÄąnayÄąz.’ Nâhid, zĂźhre ve VenĂźs, DĂŽvan Ĺ&#x;iirinde gĂźzel bir kadÄąn olarak tasvir edilir. GĂśk cisimlerine, Ăśzellikle seyyârelere Ĺ&#x;ahsiyet verilerek bazÄą insanĂŽ Ăśzellikler yĂźklenmesi, Yunan, Roma mitolojisinde olduÄ&#x;u gibi bizde de kullanÄąlmÄąĹ&#x;tÄąr. En parlak gezegen olan ZĂźhre, kadÄąna ait tasavvurlarla kullanÄąlÄąr.
5. "? # @ A $B " ‍ دم‏8?C '&
!": ; ‍ ۀ ش = ،‏+ '&
‘Bazen muÄ&#x;larÄąn pirinin hoĹ&#x; geldin Ĺ&#x;ivesiyiz; bazen kutlu hitap eden sakinin lĂźtuf nefesiyiz.’
__________ 9
Ethem CebecioÄ&#x;lu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 101 Ä°skender Pala, Ansiklopedik Divan Ĺžiiri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 403
10
FerrÎ’nin Farsça Bir TercÎ-i Bendinin Tßrkçe’ye Çevirisi ve AçĹklamasĹ ___________________________ 59
MuÄ&#x;larÄąn pĂŽri, aĹ&#x;k Ĺ&#x;arabÄąnÄą sunan hakikĂŽ ve kâmil mĂźrĹ&#x;ittir. Allah sevgisini insanlara ĂśÄ&#x;retmeye çalÄąĹ&#x;an mĂźrĹ&#x;it anlamÄąndadÄąr. Seyr Ăź sĂźlĂťk’un mertebelerini anlatabilmek için Ĺ&#x;air somut olandan soyuta doÄ&#x;ru bir yolculuk içerisine girmiĹ&#x;tir. Buna istinaden bir cennet hurisinin allÄąÄ&#x;Äą olmaktan yola çĹkmÄąĹ&#x;tÄąr. Ä°kinci durak, Nâhid, ZĂźhre ya da çoban yÄąldÄązÄą olarak bilinir. Bu yÄąldÄąza bakmanÄąn gĂśnle neĹ&#x;e doldurduÄ&#x;u sĂśylenir. ZĂźhre’nin tĂźm gĂźzelliÄ&#x;ine raÄ&#x;men yolculuÄ&#x;a devam eden Ĺ&#x;air, kamĂŽl mĂźrĹ&#x;id veya kutb-Äą âlem yerinde aĹ&#x;k Ĺ&#x;arabÄą sunan, Allah sevgisini insanlara ĂśÄ&#x;retmeye çalÄąĹ&#x;an bir mĂźrĹ&#x;id olmuĹ&#x;tur. O artÄąk muÄ&#x;larÄąn piridir. UlaĹ&#x;tÄąÄ&#x;Äą son noktada ise bezm âleminde meclise neĹ&#x;e ve canlÄąlÄąk veren O’dur. Vahdetde ve kesretde tartÄąĹ&#x;masÄąz birdir11.
6. ‍ ا‏+ ‍ ؏‏$%& ‍ Ůˆâ€Ź-"-‍" دع‏G '&
"! $ ‍ Ůˆ ا‏-‍ "ز‏$D EC‍د‏
â€˜Ă‚Ĺ&#x;ÄąklÄąk yapmaktayÄąz, saf Ĺ&#x;arabÄąn esiriyiz; bazen deniziz, bazen de Ĺ&#x;arabÄąn dalgasÄąyÄąz.’ Ă‚Ĺ&#x;ÄąklÄąk yapmak, elest bezminde verilen sĂśze sadÄąk kalmak, Hakk’Ĺ ululayÄąp, onun yolunda deli divane olmaktÄąr. Saf Ĺ&#x;arabÄąn esiri olmak, ilahĂŽ ilham ve manalarÄąn esiri olmak demektir. Bazen deniz, bazen Ĺ&#x;arap dalgasÄą olmak; bazen insanlarÄą yĂśnlendiren insan-Äą kâmil mertebesine çĹkmak, bazen de ilahĂŽ ilhama mazhar olmak Ĺ&#x;eklinde anlaĹ&#x;Äąlabilir12.
7. ‍"ن‏H/C Ů? H 3 ‍ ه‏# + Ů‘ 2 ‍ م‏J
‍"ن‏H 0 % ‍ ۀ‏I‍ ۀ دا‏+ ‍ !"م‏$
‘SĂźleyman mĂźhrĂźnĂźn dairesinde isimsiz; Lokman’Ĺn hikmetinde de irade mahkĂťmuyuz.’ Hz. SĂźleyman’Ĺn parmaÄ&#x;Äąnda bulunan yĂźzĂźkte Ä°sm-i a’zam yazÄąlÄą olduÄ&#x;undan insan ve cin, vahĹ&#x;i hayvanlar ve kuĹ&#x;lar ona itaat halindedir. Hz. SĂźleyman’Ĺn hanÄąmÄąna emanet ettiÄ&#x;i yĂźzĂźÄ&#x;Ăź Sahr adlÄą bir dev alÄąr ve SĂźleyman’Ĺn tahtÄąna geçer. Hz. SĂźleyman yĂźzĂźÄ&#x;ĂźnĂź geri almak için tĂźrlĂź zorluklar çekmiĹ&#x;tir13. Kur’ân-Äą KerĂŽm’de kendisine hikmet verildiÄ&#x;inden bahsedilen ve adÄąyla anÄąlan bir sĂťre bulunan Lokman (as)’Ĺn peygamber olup olmadÄąÄ&#x;Äą konusu tartÄąĹ&#x;malÄądÄąr. ‘‘And olsun biz Lokmân’a: Allah’a Ĺ&#x;Ăźkret! Diyerek hikmet verdik. Kim Ĺ&#x;Ăźkrederse, ancak kendi nefsi için Ĺ&#x;Ăźkreder. Kim de nimeti inkar ederse, Ĺ&#x;Ăźphe yok
__________ 11
Ethem CebecioÄ&#x;lu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 502; Ä°skender Pala, Ansiklopedik Divan Ĺžiiri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 538; Nimet YÄąldÄąrÄąm, Fars Mitolojisi SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 540 12 Bu manzĂťmede bulunan bend-i tercĂŽâ€˜ her altÄą beyitte bir tekrarlanmaktadÄąr. Bundan sonraki tekrarlarda açĹklama yapÄąlmayacaktÄąr. 13 Ali Nihad Tarlan, ĹžeyhĂŽ DivanĹ’nÄą Tedkik, 261-262
_________________________________________________________ Ä°brahim KUNT 60 ki Allah (onun Ĺ&#x;ĂźkrĂźne) muhtaç deÄ&#x;ildir, her tĂźrlĂź ĂśvgĂźye layÄąktÄąr. 14’’ Kimi zaman peygamber olduÄ&#x;u da iddia edilen Lokman, hikmet ve hekimliÄ&#x;in pĂŽridir15.
8. ‍ "ن‏M + EJ M"( ‍ ز! ش ازان‏A
K/2 K Ů? G= Ů? .‍ از ا‏L 0 # !‍ ز‏
‘Onun aĹ&#x;k ateĹ&#x;inden Halil yanmÄąĹ&#x;; onun oÄ&#x;lu muhabbet nedeniyle kurban olmuĹ&#x;.’ Hz. Ä°brahim, Nemrud’a itaat etmediÄ&#x;i için ateĹ&#x;e atÄąlarak cezalandÄąrÄąlmak istenmiĹ&#x;tir. Ancak ateĹ&#x;e atÄąlÄąrken Cebrail (as) gelip ‘‘Ben Cebrail’im bana ihtiyacÄąn var mÄą?’’ diye sormuĹ&#x;, ‘‘Benim sana ihtiyacÄąm yok. Benim ve ateĹ&#x;in yaratÄącÄąsÄą olan Allah’tan yardÄąm isterim.’’ Ĺ&#x;eklinde cevap veren Ä°brahim peygamberin içinde bulunduÄ&#x;u ateĹ&#x; gĂźl bahçesine çevrilmiĹ&#x;tir. Bu olay neticesinde Hz. Ä°brahim HalĂŽlullah sÄąfatÄąna mazhar olmuĹ&#x;tur. Ä°lk karÄąsÄą Sâre’nin çocuÄ&#x;u olmayÄąnca Hacer ile evlenen Ä°brahim peygamberin Ä°smail adÄąnda bir oÄ&#x;lu dĂźnyaya gelmiĹ&#x;, Ä°smail dĂźnyaya gelmeden Ăśnce çocuÄ&#x;unu kurban etme vaadinde bulunan Hz. Ä°brahim zamanÄą gelince Ä°smail’i sĂźsleyip kurban etmeye hazÄąrlamÄąĹ&#x;tÄąr. BĂźtĂźn yaĹ&#x;anacaklarÄąn farkÄąnda olan Ä°smail (as) bĂźyĂźk bir sabÄąr ve sakinlik gĂśstermiĹ&#x;, kurban edilme esnasÄąnda Cebrail (as) bir koç ile gelerek Allah tarafÄąndan sÄąnandÄąklarÄąnÄą ve bĂśyle bir hikmete mazhar olduklarÄąnÄą mĂźjdelemiĹ&#x;tir16.
9. ‍"ن‏H-‍"ه ا‏+ D-‍ د‏# @@ ‍ @‏-=
‍ ب‏/O- ‍ =عا ‏- J ‍ ن‏JC‍ ا‏
‘Yakup mahviyetin hĂźzĂźnler evini sĂźslemiĹ&#x;; gĂśren ayna artÄąk imana Ĺ&#x;ahit olmuĹ&#x;.’ Hz. Yakub, oÄ&#x;lu Yusuf’u kaybettikten sonra yÄąllarca aÄ&#x;lamÄąĹ&#x; ve ÄązdÄąrap çekmiĹ&#x;, Hz. Yakub’un hĂźzĂźn ve ÄązdÄąrab içerisinde yaĹ&#x;adÄąÄ&#x;Äą bu eve Beytß’l-hazen denmiĹ&#x;tir. Hz. Yakub Yusuf’undan ayrÄąlma dehĹ&#x;etini yaĹ&#x;arken sabÄąr ve metaneti elden bÄąrakmamÄąĹ&#x;tÄąr. Kur’ân-Äą KerĂŽm’de, Peygamberimizin kendi Ăźmmetine, Ăźmmetin de diÄ&#x;er insanlara Ĺ&#x;ahit olacaÄ&#x;Äą çeĹ&#x;itli ayetlerde belirtilmekte olup, bu durumun bir mikyas olarak kabul edileceÄ&#x;i sĂśylenmektedir17. FerrĂŽ, gĂśren aynanÄąn imana Ĺ&#x;ahit olmasÄąndan bahsetmektedir, çßnkĂź ona gĂśre ayna, insan-Äą kamilin kalbidir. Bu kalp, insan-Äą kamil için Ĺ&#x;ahitlik edecektir18.
__________ 14
Lokman sĂťresi, 31/12 TĂźrkiye Diyanet VakfÄą Ä°slam Ansiklopedesi, ‘Lokman’ maddesi, XXVII, 205-206 16 M. AsÄąm KĂśksal, Peygamberler Tarihi, I, 186-190 17 Bkz. Ă–rneÄ&#x;in, Bakara sĂťresi, 2/143 ve NĂŽsâ sĂťresi, 4/41 18 Ethem CebecioÄ&#x;lu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 71 15
FerrÎ’nin Farsça Bir TercÎ-i Bendinin Tßrkçe’ye Çevirisi ve AçĹklamasĹ ___________________________ 61
10. ‍ ان‏H T K-‍ ع‏3 M"U #‍ا "د‏
K-P ‍"ؚ‏R‍ Ř§Ůˆâ€ŹS!" 'H‍ّ ب ه‏-‍ا‏
‘EyĂźp bĂźtĂźn belalara katlanmÄąĹ&#x;; Ä°mran ailesinden olan Musa asasÄąyla durmuĹ&#x;.’ SabÄąr numĂťnesi olan Hz. EyĂźp, uzunca bir dĂśnem hastalÄąk sahibi olarak yaĹ&#x;amÄąĹ&#x;, bu dĂśnem içinde tĂźrlĂź belalara uÄ&#x;ramÄąĹ&#x;tÄąr. Kur’an’Ĺ Kerim’de kendisinden ‘‘Ne gĂźzel, ne iyi kuldur’’19 Ĺ&#x;eklinde bahsedilmiĹ&#x;tir. Hz. Musa, ailesiyle birlikte memleketine doÄ&#x;ru gelirken, TĂťr daÄ&#x;Äą civarÄąnda bir ateĹ&#x; gĂśrĂźr. AteĹ&#x;e yaklaĹ&#x;tÄąkça, bir aÄ&#x;açtan ses geldiÄ&#x;ini duyar. Allah, orada bulunan bir aÄ&#x;açtan Musa’ya seslenmektedir. Musa’dan nalÄąnlarÄąnÄą çĹkarmasÄąnÄą ve asasÄąnÄą yere bÄąrakmasÄąnÄą ister. Emri yerine getiren Musa (as)’ya bazÄą mucizeler bahĹ&#x;edilerek Firavun’a gidip tebliÄ&#x;de bulunmasÄą emredilir. Musa (as)’ya verilen en bĂźyĂźk mucizelerden biri, asasÄąnÄąn yÄąlan Ĺ&#x;ekline girerek sihirbazlarÄąn sihirlerini yutmasÄądÄąr20.
11. ‍ ز ŘŻŮ„ Ůˆ ("ن‏HJ ‍&'Ů? م‏# 2! ‍دع‏
V 'H‍ ه‏$ # + 3" L H G
‘İsa’nÄąn bĂźtĂźn sĂśzleri gerçekleĹ&#x;ti; canÄą gĂśnĂźlden Muhammed’in neĹ&#x;ve meclisinde,’ Ä°sa (as.) Ăźlß’l-azm peygamberlerdendir. Ä°sa’nÄąn sĂśzĂź doÄ&#x;ruluktan yanadÄąr. ‘Ben size balçĹktan bir kuĹ&#x; sureti yapar, ona Ăźflerim, tekrar Allah’Ĺn izniyle kuĹ&#x; olur21’ ayetinde de belirtildiÄ&#x;i Ăźzere, Allah’Ĺn yardÄąmÄąyla verdiÄ&#x;i sĂśzde durmuĹ&#x; ve mucizeyi meydana getirmiĹ&#x;tir. Allah’Ĺn izniyle ĂślĂźleri diriltme mucizesi gĂśsteren Ä°sa peygambere inanmayanlar onu ĂśldĂźrmek istemiĹ&#x;ler ancak Allah, Ä°sa peygamber’e Ĺ&#x;Ăśyle buyurmuĹ&#x;tur: “Ey Ä°sâ! Seni vefat ettireceÄ&#x;im, seni nezdime yĂźkselteceÄ&#x;im, seni inkar edenlerden arÄąndÄąracaÄ&#x;Äąm ve sana uyanlarÄą kÄąyamete kadar kâfirlerden ĂźstĂźn kÄąlacaÄ&#x;Äąm. Sonra dĂśnĂźĹ&#x;ĂźnĂźz bana olacak. Ä°Ĺ&#x;te o zaman ayrÄąlÄąÄ&#x;a dĂźĹ&#x;tĂźÄ&#x;ĂźnĂźz Ĺ&#x;eyler hakkÄąnda aranÄązda ben hĂźkmedeceÄ&#x;im. 22â€?. ArĹ&#x;a çekilip dĂśrdĂźncĂź mertebeye yerleĹ&#x;tirilen Hz. Ä°sa ile Hz. Muhammed Mi’rac’da buluĹ&#x;up konuĹ&#x;muĹ&#x;lardÄąr23.
12. ‍ ا‏+ ‍ ؏‏$%& ‍ Ůˆâ€Ź-"-‍" دع‏G '&
"! $ ‍ Ůˆ ا‏-‍ "ز‏$D EC‍د‏
â€˜Ă‚Ĺ&#x;ÄąklÄąk yapmaktayÄąz, saf Ĺ&#x;arabÄąn esiriyiz; bazen deniziz, bazen de Ĺ&#x;arabÄąn dalgasÄąyÄąz.’ __________ 19
Sâd sÝresi, 38/41-44 M. AsĹm KÜksal, Peygamberler Tarihi, II, 25-55 21 Âl-i İmrân sÝresi, 3/49 22 Âl-i İmrân sÝresi, 3/55 23 SahÎh-i BuhârÎ, 104-105 20
_________________________________________________________ Ä°brahim KUNT 62
13. ; $ ‍ ا‏W- 'H‍ ه‏#‍ د‏H! ‍ع "ع‏
H3‍ & ه Ů? ا‏$ Ů? M"-‍ Ů… ' ا‏-‍د‏
‘MĂźbarek bir sevgilinin yĂźzĂźnĂźn tamamÄąnÄą; kÄąrmÄązÄą cevher Ĺ&#x;arabÄąnÄąn meziyetlerinde gĂśrdĂźm.’ Cevher; Allah, O’ndan baĹ&#x;ka olan her Ĺ&#x;ey araz olarak isimlendirilir. Cevher Ĺ&#x;arabÄą sevgilinin vuslatÄą ile aĹ&#x;ÄąÄ&#x;Äąn gĂśnlĂźnĂź temsil eder. Sevgiliye kavuĹ&#x;ma Ĺ&#x;erefine eriĹ&#x;en âĹ&#x;Äąk artÄąk sevgilide yok olmanÄąn sarhoĹ&#x;luÄ&#x;undadÄąr. GĂśnlĂźnĂźn karÄąĹ&#x;ÄąklÄąÄ&#x;ÄąnÄą bertaraf eden âĹ&#x;Äąk, artÄąk zĂźhd alemine kavuĹ&#x;arak kendine bir mevki elde etmiĹ&#x;tir24.
14. 63‍ ا‏3" W- = - ; '9 ‍ م‏-‍د‏
‍ Ůˆ ادم‏+‍' ع‏H‍ ه‏# -‍ ع‏+ ‍ل‏ Ů? ‍ از د‏A‍ع‏
‘KarÄąĹ&#x;Äąk gĂśnĂźlden bĂźtĂźn hidâyet ve muradÄąm gitti; bir yeĹ&#x;il alanÄąn ortaya çĹktÄąÄ&#x;ÄąnÄą gĂśrdĂźm.’
15. - ' X0 ‍ Ů?م‏T ! Ů? %Y ‍دع‏
‍ ا اع Ůˆ ا از‏T ‍' ه‏H‍ ' ه‏2& &
‘BĂźtĂźn sÄąrlarÄąn ve âĹ&#x;ikârlarÄąn varlÄąÄ&#x;Äą, yaratÄąlanlarÄąn adem yokluÄ&#x;unda kaybolmuĹ&#x;.’ Bu beyitte Ĺ&#x;airin ele aldÄąÄ&#x;Äą konu, her dĂśnemde insanoÄ&#x;lunu dĂźĹ&#x;ĂźndĂźren en Ăśnemli mevzulardandÄąr. Tasavvufi açĹdan bakÄąldÄąÄ&#x;Äąnda Hakk’dan baĹ&#x;ka tevehhĂźm edilen mevcĂťdat hakikatte yoktur, yani Vahdet-i vĂźcud dĂźĹ&#x;Ăźncesinde, Hakk’tan gayrÄąsÄą, yokluÄ&#x;a (adem) atfolunur. Tasavvufta adem iki tĂźrlĂźdĂźr: Mutlak adem ve mĂźmkĂźn adem. Mutlak adem, hâlis Ĺ&#x;er ve mutlak karanlÄąktÄąr. Bunun mukabili olan vĂźcĂťd da hâlis hayÄąr ve sÄąrf nurdur. Adem bâtÄąl, vĂźcĂťd HaktÄąr. MĂźmkĂźn adem ise, olmamakla birlikte olmasÄą mĂźmkĂźn olan ademdir. MĂźmkĂźn adem, tasavvufta ‘zÄąll’ kelimesiyle ifade edilir25.
16. EH ; ‍ ŘŻŮ„ ŘŻŘ§ŮˆŘŻâ€Ź#‍ ! اد‏#‍"ز‏5=
"H Z‍ّ ا‏0 ‍=دم ! ! دم‏
â€˜Ă‚dem, ‘isimleri ĂśÄ&#x;retti26’den dem vurmaz; yankÄąyla seslenmez.’
Davud peygamberin gĂśnlĂź
Allah’Ĺn Hz. Ă‚dem’e isimleri ĂśÄ&#x;rettiÄ&#x;i ve meleklerle Hz. Ă‚dem’i bu isimler konusunda sÄąnadÄąÄ&#x;Äą Kur’ân-Äą KerĂŽm’de anlatÄąlmaktadÄąr27. Bu isimlerin ne olduÄ&#x;u konusunda mutasavvÄąflar arasÄąnda ihtilaf varsa da, genellikle bunlarÄąn eĹ&#x;ya
__________ 24
Ä°skender Pala, Ansiklopedik Divan Ĺžiiri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 103 SĂźleyman UludaÄ&#x;, Tasavvuf Terimleri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 19-20 26 Bakara sĂťresi, 2/31 27 Bakara sĂťresi, 2/31 25
FerrÎ’nin Farsça Bir TercÎ-i Bendinin Tßrkçe’ye Çevirisi ve AçĹklamasĹ ___________________________ 63
isimleri, melek isimleri, tĂźm dillerle ilgili bilgiler ya da Esmâ’ß’l-hĂźsnâ olduÄ&#x;u yĂśnĂźnde rivayetler bulunmaktadÄąr28. Davud (as) sesiyle ĂźnlenmiĹ&#x; bir peygamberdir, ‘DâvĂťdĂŽ sesli olma’ tabirinin kaynaÄ&#x;ÄądÄąr. Kendine indirilen kitap olan ZebĂťr’u okuduÄ&#x;unda daÄ&#x;larÄąn inlediÄ&#x;i, hatta bazÄą insanlarÄąn can verdikleri rivayet edilmiĹ&#x;tir29.
17. ‍\ [\ از‏-‍[] م ا‏+ @9 '9 ‍ م‏-‍د‏
‍' ع م‏9 $ ! ‍ ["!‏#‍ \ ه ع‏
‘Ben de yokluk meyhanesi yoluna ulaĹ&#x;Äąnca; bu sĂśzĂź ezberleyen bir yokluk Ĺ&#x;ahsÄą gĂśrdĂźm.’ Burada Ĺ&#x;air kendini Mirac’a çĹkmÄąĹ&#x; kabul ederek Yokluk meyhanesi yolunun Allah’a giden yol olduÄ&#x;unu anlatÄąyor. Bu yolda, o sĂśzĂź, olmayan birinin ezberlediÄ&#x;ini gĂśrdĂźÄ&#x;ĂźnĂź sĂśylĂźyor. Olmayan kimse, dĂźnyadan sÄąyrÄąlmÄąĹ&#x; insan-Äą kâmil olmalÄądÄąr. EzberlediÄ&#x;i sĂśz ise açĹkça belirtilmemiĹ&#x;tir ama FerrÎ’nin Ĺ&#x;iirini ezberlemeye çalÄąĹ&#x;tÄąÄ&#x;ÄąnÄą dĂźĹ&#x;ĂźndĂźrmektedir.
18. ‍ ا‏+ ‍ ؏‏$%& ‍ Ůˆâ€Ź-"-‍&' دع‏
"! $ ‍ Ůˆ ا‏-‍ "ز‏$D EC‍د‏
‘AĹ&#x;ÄąklÄąk yapmaktayÄąz, saf Ĺ&#x;arabÄąn esiriyiz; bazen deniziz, bazen de Ĺ&#x;arabÄąn dalgasÄąndayÄąz.’
19. Ů‘- 3‍ Ůˆ ا‏- Ů? !‍ب Ř§Ůˆâ€Ź Ů? EJ
C" ‍ ع‏#Ů? "2@%+ '9 C" Ů? [V ‍=ن‏
‘PeygamberliÄ&#x;in Ĺ&#x;âhÄą, Kadim ve Ehad olan Allah’Ĺn sevgilisi (Hz. Muhammed) alemin kÄąvancÄądÄąr.’
20. ‍"عت‏+‍ د ا‏A $ ‍ عا دع د‏# 2C‍ \ د‏
‍"ت‏R A K[ @9 '9 M - ' ‍ م‏-‍د‏
‘Onu bir tahtÄąn Ăźzerinde feyizler saçarken gĂśrdĂźm; bir anda ben âĹ&#x;ÄąÄ&#x;Äą iĹ&#x;aret etti.’ Ondokuz ve yirminci beyitlerde, FerrĂŽ Hz. Peygamberi gĂśrdĂźÄ&#x;ĂźnĂź ve kendisini iĹ&#x;aret ettiÄ&#x;ini belirtmektedir. Hz. Peygamberi gĂśrmek kutlu bir durum olarak kabul edilmektedir. Peygamber tarafÄąndan iĹ&#x;aret edilmek ise ayrÄą bir ĂśvĂźnç kaynaÄ&#x;ÄądÄąr.
__________ 28 29
İsmail HakkĹ BursevÎ, RÝhu’l-Beyân, I, 347-383 M. AsĹm KÜksal, Peygamberler Tarihi, II, 179-196
_________________________________________________________ Ä°brahim KUNT 64
21. -‍"ن Ůˆ دعا‏A ‍‏-" M + _" ‍=ن‏
‍"عش‏E5 ‍ Ůˆ عدم ز‏K-"; ‍ م‏+ â€ŤŘąŮˆ "ل‏
‘Onun ayaÄ&#x;Äąna yĂźzĂźmĂź sĂźrĂźp, yolunun tozunu topraÄ&#x;ÄąnÄą yuttum; o toz toprak irfan ve dirâyet mayasÄą oldu.’ Ĺžair bu beyitte Hz. Peygamberin yolunun tozu topraÄ&#x;Äą olduÄ&#x;unu ve O’nun yolundan ilerlediÄ&#x;ini ifade etmeye çalÄąĹ&#x;mÄąĹ&#x;tÄąr. Hâk-i pây ve tĂźrâb-Äą kadem gibi ifadeler ayaÄ&#x;ÄąnÄąn tozu anlamÄąna gelmekte olup, tevâzĂť ve hayranlÄąk ifadesi olarak kullanÄąlmaktadÄąrlar. Onun yĂźzĂźnĂź gĂśrmek, ayaÄ&#x;Äąna yĂźz sĂźrmek, tozuna ve topraÄ&#x;Äąna bulanmak bir Ĺ&#x;eref kaynaÄ&#x;ÄądÄąr.
22. ّEJ M‍عا‏Z‍ د‏9‍ ا‏+ # 2[
E` T@ ‍داعم ' ه ا ![ ŘŞ Ůˆ د‏
‘Kibrimi bÄąraktÄąm, muhabbetin gĂśnĂźl sĂźsleyen iksiri baÄ&#x;ÄąĹ&#x;landÄą.’ Bu beyitte kibrini bir kenara bÄąraktÄąÄ&#x;Äąndan bahseden FerrĂŽ, Ĺ&#x;eytanĂŽ huylardan kurtulduÄ&#x;unu ifade etmektedir. Zira Ĺ&#x;eytanÄą Hz. Ă‚dem’e secde etmekten alÄąkoyan kibirdir. Ä°ksirle kastedilen, kendisine baÄ&#x;ÄąĹ&#x;lanan manevĂŽ kuvvettir. Ĺžair bu kuvvetle kendini aĹ&#x;mÄąĹ&#x;, açĹlan maneviyat penceresi sayesinde uzun ve zor yollarÄą katetmiĹ&#x;tir30.
23. ‍ Ů… Ůˆ ŘŻŘą \ !' اعادت‏J @9 '* M Ů‘ A
$ ! Ů? C" ‍ د‏E 'B2! ‍ " عا ز \ =ن‏
‘O neĹ&#x;e bizi benden alÄąp yokluk alemine gĂśtĂźrdĂź; FerrĂŽ, ne yapayÄąm yok oldum bende irade kalmadÄą.’ Ĺžairin bir Ăśnceki beyitte de dile getirdiÄ&#x;i Ăźzere bu neĹ&#x;e onu kendinden geçirmiĹ&#x;, bambaĹ&#x;ka bir âlemde huĹ&#x;Ăť içerisinde yok olmasÄąna vesile olmuĹ&#x;tur. Bu sĂśzlerle fenâ fi’llâh mertebesine erdiÄ&#x;ini anlatan Ĺ&#x;air, artÄąk kendisinde irade kalmadÄąÄ&#x;ÄąnÄą belirtmektedir.
24. ‍ ا‏+ ‍ ؏‏$%& ‍ Ůˆâ€Ź-"-‍&' دع‏
"! $ ‍ Ůˆ ا‏-‍ "ز‏$D EC‍د‏
â€˜Ă‚Ĺ&#x;ÄąklÄąk yapmaktayÄąz, saf Ĺ&#x;arabÄąn esiriyiz; bazen deniziz, bazen de Ĺ&#x;arabÄąn dalgasÄąyÄąz.’
25. -‍"د‏2& ‍٠ا اع‏ Ů? ‍\ "ع‏ Ů? + 7"
-‍ "د‏A a!‍ ع‏b` ‍ل‏ Ů? ‍&' ŘŻŘą د‏
‘Bazen bedbaht gĂśnĂźlde sarhoĹ&#x;, fesadÄąn garip rengindeyiz; (bazen de) sÄąrlarÄą açan arifin gĂśnlĂźnĂź kÄąrarÄąz.’ __________ 30
Ä°skender Pala, Ansiklopedik Divan Ĺžiiri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 251
FerrÎ’nin Farsça Bir TercÎ-i Bendinin Tßrkçe’ye Çevirisi ve AçĹklamasĹ ___________________________ 65
Tasavvufta; ‘‘Nefsini bilen, Rabbini bilir’’ hadis-i Ĺ&#x;erifiyle tanÄąmlanan arif kimselerin can gĂśzleri açĹktÄąr. SÄąr, kalpte bulunan RabbanĂŽ bir lâtĂŽfedir. Ruh sevginin, kalp ma’rifetin, sÄąr da mĂźĹ&#x;âhedenin mahallidir. SÄąr ruhânĂŽ bir nur olup, nefsin hâletidir. SÄąr olmaksÄązÄąn nefs, iĹ&#x; yapmaktan aciz kalÄąr. Nefsin beraberinde sÄąrrÄąn himmeti olmazsa, bir fayda elde edilemez31.
26. -‍ اد‏K Ů? /! ‍\ دل‏ Ů? DA‍ Řą ا‏+ ‍ " ! ‏
EJ Ů? ‍ Ű€ ع‏2C‍ د‏T ‍&' دع‏
‘Bazen âĹ&#x;Äąk bir gĂźzelde muhabbet; (bazen) gĂśnlĂźn nakĹ&#x;ÄąnÄą karÄąĹ&#x;tÄąran kara bir noktayÄąz.’ Ă‚Ĺ&#x;Äąk ile ma’Ĺ&#x;uk arasÄąndaki muhabbet, samimiyet Ăźzerine kuruludur. ‘‘Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim’’ kudsĂŽ hadĂŽsi Ăźzerine Ĺ&#x;ekillenen aĹ&#x;k mefhumu vahdet-i vĂźcĂťd felsefesinde ‘Allah bilinmeyi ve tanÄąnmayÄą aĹ&#x;k yoluyla gerçekleĹ&#x;tirmek ister’ Ĺ&#x;eklinde tanÄąmlanmÄąĹ&#x;tÄąr32. Ma’Ĺ&#x;uk sĂźlĂťk yolunda ilerlerken zaman zaman kalbinde çeĹ&#x;itli olumsuzluklar hissedebilir. Bu dĂśnemde sâlik, parçadan bĂźtĂźne; kendinden ‘‘Hakim-i mutlak’’a doÄ&#x;ru bir ilerleyiĹ&#x; ile artan yakÄąnlaĹ&#x;manÄąn heyecanÄąnÄą duyar. Bu yolun sonunda ise âĹ&#x;Äąk ma’Ĺ&#x;Ăťka dĂśnĂźĹ&#x;Ăźr. FaniliÄ&#x;in ‘‘Baki’’ alanda eridiÄ&#x;ini hissettiÄ&#x;i anda iradesi kaybolur.
27. -‍ Řą داع‏bŮ?3 ‍ ۀ‏2! #‍ د‏$+ ( '&
‍ ق‏2O X Ů? +" ‍ل‏ Ů? ‍ د‏M‍ ا‏- d Ů? @9 ‍دع‏
‘(Bazen) Sevgilinin âĹ&#x;ÄąÄ&#x;ÄąnÄąn gĂśnlĂźndeki kara noktada; bazen de sevgi neĹ&#x;’esinin çoĹ&#x;ku veren usĂťlĂźne sahibiz.’ SĂźveydâ, kalpteki siyah lekedir. Rivayetlere gĂśre, Hz. Peygamberin melekler tarafÄąndan iki defa kalbi yÄąkanmÄąĹ&#x;tÄąr. Bir defa çocukken, sĂźt annesi Halime’nin evinde, diÄ&#x;eri de MĂŽrâca çĹkmadan Ăśnce vukĂť bulan bu olayla, Hz. Peygamber kalbindeki siyahlÄąklarÄąn zemzemle temizlendiÄ&#x;ini ifade etmiĹ&#x;tir33.
28. -‍"د‏% #"& ‍' ز!"ن‏H:! $%& 'C"! '&
‍ ز! ! & ه ŘŻŮˆŘąŘ§Ů†â€ŹV '-‍&' دا‏
‘Bazen iyi huylu bir çocuÄ&#x;un dadÄąsÄą; bazen inilti, bazen ninni sĂśyleyen, bazen beĹ&#x;iÄ&#x;iz.’ Nâle yani inilti, mĂźnâcât ve Allah’a yakarmadÄąr. Sevgiliye âĹ&#x;ÄąÄ&#x;Äąn durumunu anlatÄąr.
__________ 31
Ethem CebecioÄ&#x;lu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 569 Ä°skender Pala, Ansiklopedik Divan Ĺžiiri SĂśzlĂźÄ&#x;Ăź, 51 33 SahĂŽh-i BuhârĂŽ, 104 32
_________________________________________________________ Ä°brahim KUNT 66
29. -‍"د‏%! ‍ ŘŻ Ů?Řą ; Ů? ا "ت‏K ; ‍دع‏
Ů‘ 2 ‍ ا Ů?ع‏7‍' ا‏H‍' ا ŘŻŘą ه‏9 + ‍دم‏
‘Bir zaman olur, bendeki bĂźtĂźn istekleri harâbat pĂŽrinin kapÄąsÄąnÄąn ĂśnĂźne koyarÄąm.’ MutasavvÄąflar harâbâtÄą bir tekke kabul ederek orada Ä°lahi aĹ&#x;k Ĺ&#x;arabÄąnÄąn içilip sarhoĹ&#x; olunduÄ&#x;unu sĂśylerler. BĂśylece harâbât bir neĹ&#x;’e ve feyz kaynaÄ&#x;Äą, gerçeÄ&#x;e ulaĹ&#x;Äąlan bir yer olur ve tekke mukabili kullanÄąlÄąr. Pir-i muÄ&#x;an da o tekkenin Ĺ&#x;eyhidir. Meyhane bir can kÄąblesidir, oraya varan bĂźtĂźn ĂźzĂźntĂźlerinden kurtulur34.
30. ‍ ا‏+ ‍ ؏‏$%& ‍ Ůˆâ€Ź-"-‍" دع‏G '&
"! $ ‍ Ůˆ ا‏-‍ "ز‏$D EC‍د‏
‘AĹ&#x;ÄąklÄąk yapmaktayÄąz, saf Ĺ&#x;arabÄąn esiriyiz; bazen deniziz, bazen de Ĺ&#x;arabÄąn dalgasÄąyÄąz.’ SONUÇ XVIII. yĂźzyÄąlda yaĹ&#x;ayan FerrĂŽ, bu dĂśnem Ĺ&#x;airlerinin genel Ăśzelliklerini taĹ&#x;ÄąmaktadÄąr. Bu dĂśnemde Farsça bilmek oldukça Ăśnemli bir Ĺ&#x;airlik ĂśzelliÄ&#x;i olarak gĂśrĂźlmektedir. FerrĂŽ de Farsça manzĂťmeleriyle bu ĂśzelliÄ&#x;i hâiz bir Ĺ&#x;air olduÄ&#x;unu kanÄątlamaktadÄąr. Onun Ĺ&#x;iirinde kullandÄąÄ&#x;Äą tasavvufĂŽ kavram ve ifadeler, azÄąmsanamayacak Ăślçßde yoÄ&#x;undur. Herhangi bir tarikate baÄ&#x;lÄąlÄąÄ&#x;Äą konusunda bir kayÄąt bulunamasa da, tasavvufla iç içe bir hayat yaĹ&#x;adÄąÄ&#x;Äą rahatlÄąkla sĂśylenebilir. Ĺžiirlerinde çeĹ&#x;itli ayet ve hadislere de yer vererek Kur’an ve hadis bilgisinin yeterli olduÄ&#x;unu, bu konuda iyi bir eÄ&#x;itimi bulunduÄ&#x;unu da bizlere gĂśstermektedir. TercĂŽâ€˜-i bendini yazarken kullandÄąÄ&#x;Äą bend-i tercĂŽâ€˜, bĂźyĂźk bir ihtimalle kendisinindir, zira tĂźm araĹ&#x;tÄąrmalara raÄ&#x;men Ăśnemli Fars Ĺ&#x;airlerinden birine ait olmasÄą konusunda bir bilgiye rastlanamamÄąĹ&#x;tÄąr. Peygamberimize olan hayranlÄąÄ&#x;ÄąnÄą anlattÄąÄ&#x;Äą beyitler, hem etkili bir na’at gibi coĹ&#x;kulu, hem de birçok Ĺ&#x;airde bulunan kendi Ĺ&#x;iirini beÄ&#x;enme Ăśgeleriyle sĂźslĂźdĂźr.
__________ 34
age., 212
Ferrî’nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe’ye Çevirisi ve Açıklaması ___________________________ 67
KAYNAKÇA İSMAİL Paşa el-Bağdadî, Hediyyetü’l-ârifîn Esmâ’u’l-müellifîn ve Âsârü’lmusannifîn, II, Beyrut 1990. İSMAİL Paşa el-Bağdadî, Îzâhu’l-meknûn fi’z-zeyli alâ Keşfi’z-zunûn, II, Beyrut 1990. EBÛ Abdullah Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Çev: Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yay., Konya 2004. İSMAİL Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Osmanlı Yay., Terc: Ömer Faruk Hilmi, IXII, İst. trsz. CEBECİOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İst. 2005. DEĞİRMENÇAY, Veyis, Nazım Şekilleri, Erzurum 2006. FERRÎ, Dîvân-ı Ferrî, Mevlana Müzesi Ktp., No:2426. KIRBIYIK, Mehmet, Ferrî Mehmed Hayatı, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni, (Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1994, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). KÖKSAL, M. Asım, Peygamberler Tarihi, I, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 2004. PALA, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara 1990. SÜREYYÂ, Mehmed, Sicill-i Osmânî, Matbaa-i Âmire, IV, İst. 1308. TARLAN, Ali Nihad, Şeyhî Divanı’nı Tedkik, İst. Üniv. Edebiyat Fak. Yay., İst. 1964. TUMAN, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî, Haz.: Cemal Kurnaz, Mustafa Tatcı, I-II, Bizim Büro Yay., Ank. 2001. UZUN, Mustafa, “Lokman” maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedesi, XXVII, Ankara 2003. YILDIRIM, Nimet, Fars Mitolojisi Sözlüğü, Kabalcı Yay., İst. 2008.
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 69 - 96
“YAĞMUR BEKLERKEN” ADLI ROMAN İLE “TUFANDAN ÖNCE” ADLI UZUN HİKÂYE ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEME Okt. Mehmet BAŞTÜRK Karaelmas Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mehmetbasturk51@hotmail.com
Özet Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Tarık Buğra, romanlarında pek çok sosyal, siyasal, kültürel meselelere yer vermiş, bunları propagandaya düşmeden, edebiyatın kendi ölçüleri içerisinde başarıyla işlemiştir. Bu romanlardan biri de yakın tarihimizi konu alan, çok partili hayata geçme teşebbüslerinin ilk örneklerinden Serbest Fırka meselesini, bir kasaba zemininde irdeleyen Yağmur Beklerken’dir. Öte yandan Türk edebiyatı için kıymetli kalemlerden bir diğeri de 2000 yılında yayımladığı Uzun Hikâye adlı eseriyle başladığı uzun hikâye türünü, genellilikle her yılın sonbaharında çıkardığı yeni kitaplarıyla zenginleştiren, son dönem usta hikâyecilerimizden Mustafa Kutlu’dur. Yazarın Tufandan Önce adlı kitabı da pek çok anlatım tekniğini içinde barındıran, küçük bir Anadolu kasabasında, bir tesisin temel atma töreniyle birlikte hâlihazırdaki siyasete ve kimi değerlere göndermeleri olan uzun hikâyenin başarılı örneklerindendir. Bu yazıda, “mukayeseli edebiyat” sınırları içerisinde bahsi geçen iki eser (dolayısıyla roman ve uzun hikâye türleri), hem muhteva hem şekil açısından, yazarların biyografileri ve eserlerin kaleme alındığı dönemin hususiyetleri de göz önünde bulundurularak, karşılaştırma yoluyla incelenmeye çalışılmıştır. Anahtar Kavramlar: Tarık Buğra, Yağmur Beklerken, Mustafa Kutlu, Tufandan Önce, roman, uzun hikâye, Mukayeseli Edebiyat.
A COMPARATİVE STUDY ON THE NOVEL ENTİTLED “YAĞMUR BEKLERKEN” (WAİTİNG FOR THE RAİN) AND THE LONG STORY ENTİTLED “TUFANDAN ÖNCE” (BEFORE THE FLOOD) Abstract Tarık Buğra, one of the most prominent writers of the Republican Era Turkish Literature, in his novels was concerned with many social , political and cultural matters and succesfully handled them within the framework of literature without giving way to the temptation to carry out propoganda. One of these novels is Yağmur Beklerken (Waiting for the Rain), which deals with our recent history and examines in a town setting the question of the Free (or Liberal) Repubican Party, which was one of the first examples of attempts to switch to multiparty life. On the other hand, another writer of Turkish Literature as distinguished as Tağrık Buğra is the contemporary story writer Mustafa Kutlu, who enriches the genre of long story which he initiated with ”Uzun Hikaye” (Long Story) published in 2000 with books he releases in the autumn every year. The writer’s book entitiled Tufandan Önce (Before the Flood) is a long story which incorporates many storytelling techniques and make allusions to the current political issues and certain values by employing a foundation laying ceremony in a small Anatolian town. The present paper is aimed at making a comparative study of the two works of art mentioned above within the boundaries of “comparative literature” (accordingly two different genres:novel-long story) which is consdered to be a subcategory of literature in terms of content and form bearing in mind the characterictics of the period when the works were written. Key Words: Tarık Buğra, Yağmur Beklerken (Waiting for the Rain), Mustafa Kutlu, Tufandan Önce (Before the Flood), novel, long story, Comparative Literature.
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 70
GİRİŞ Makalemizde, Tarık Buğra’nın Yağmur Beklerken adlı romanı ile Mustafa Kutlu’nun Tufandan Önce adlı uzun hikâyesi bir arada, karşılaştırılarak tahlil edilmeye çalışılacaktır. Yağmur Beklerken 1981, Tufandan Önce ise 2003 yılında yayımlanmıştır. İki eser arasında hem içerik hem de içeriğin dönüştürülmesinde kullanılan anlatımda, benzerlikler ve farklılıklar mevcuttur. Yağmur Beklerken’i okurken ve değerlendirirken, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal ve siyasî zeminini göz ardı etmemek gerekir. Yazar devrin tarihî koşullarını eserine taşırken, yeniden inşa ederken realitelerden kopmamıştır. Ancak bir roman yazdığının da farkındadır. Tarık buğra, 12 Eylül öncesini de görmüş, yaşamış birisi olarak demokrasi tarihimiz için önemli bir dönemeç olan Serbest Fırka tecrübesinin ortaya çıkardığı kamplaşmaları, huzursuzlukları, sağ-sol meselelerini ustalıkla ele alır. Romanda devrin siyasi anlayışı, tarih görüşü ve telkinleri eleştirilir, sorguya tabi tutulur. Yazar bunu yaparken de herhangi bir ideolojiye, siyasi tercihlere, sloganlara bağlı kalmaz. 1981’de kaleme alınan eser, kendi döneminde ve öncesinde yazılan pek çok romandan farklı bir tavırla, tarihe ve Anadolu gerçeğine yaklaşır. Yazarda romantik, idealist, sosyalist veya devletin resmî tarih tezini kurgulamakla mükellef kalemlerin bakış açısı görülmez. Bu bakımdan Yağmur Beklerken Türk edebiyatı için önemli bir eserdir. Buğra eserinin bu yönünü şu şekilde ifade etmektedir: “Adını saydığım ve saymadığım romanlarım, hiç kuşkusuz şablonlara, sloganlara, özentilere ve taklitlere, asıl önemlisi de edebiyat dışı ölçülere mahkûm düşen veya düşürülen Türk romancılığında, üzerine er veya geç birleşilecek önemli bir gelişimdir.” (Yalçın, 1985: 282) Küçük Ağa, Gençliğim Eyvah, Firavun İmanı, Dönemeçte gibi eserlerin sahibi olan Tarık Buğra sanatkârane tavırla memleket meselelerini ele alır. Sanatı insan için yapan yazar, hayatı boyunca propagandadan uzak durmuştur. Olaylara ve durumlara fildişi kulesinden bakan bir aydın olmaktan da kaçınır. O sorunları millî değerlerimizin pratiği içerisinde ele alıp, çözümleme gayretini taşır. Edebiyata yüklediği misyonu, “ İspatlamaz, gösterir; telkin etmez, düşündürür; hüküm vermez, hüküm vermeye yol açar; iddia etmez, okuyucunun ret ve kabul, hal ve ruh tercihlerini serbest bırakan bir dünya kurar. Görevi budur ve bunu başardığı ölçüde değerlidir.” ifadeleriyle ortaya koyar (Buğra, 1992: 218). Hüseyin Tuncer, Tarık Buğra’yla ilgili çalışmasında onun sanat anlayışını şöyle yorumlar: “Onun eserlerinde toplumla sanatı müşterek bir arada görürüz. Yazarın sanat anlayışının esası ‘insan’dır. Sanat anlayışının özü ise ‘sanat sanat içindir’ ilkesine dayalıdır.” (Tuncer, 1988: 19) Yağmur Beklerken, yazarın benimsediği sanat anlayışının ve yakaladığı terkibin, tarzın en güzel örneklerinden biridir. Tam bir Tarık Buğra eseridir.
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 71
Buğra, Yağmur Beklerken’i hayatının son on yedi yılını geçirdiği Kadıköy’de, Bakla Sokağı’ndaki kiralık evinde maddi sıkıntılar ve soğukla boğuşarak yazmıştır. Buğra’nın üretken olduğu ve sadece kalemiyle uğraşmak istediği bir dönemin verimidir. Tufandan Önce, kültürel değerlerin giderek altüst olduğu, bizi biz yapan, kimliğimizi belirleyen hususiyetlerin hırpalandığı hatta bazı çevrelerce alaya alındığı bir dönemde kaleme alınmıştır. On yedinci yüzyıldan beri, resmen de Tanzimat’tan bu yana medeniyetler arasında bir yön değiştirme çabası içerisinde yitirdiğimiz değerler “içimizi yoksullaştırmış”tır. Kutlu hemen hemen bütün eserlerinde bu temayı işler. Bunu yaparken de kendine özgü bir tarz yakalayarak devrinin en dikkat çekici hikâye yazarlarından biri olmuştur. Kökü mazide olan atiyi, mektepten memlekete anlayışıyla inşa etmeye çalışan Kutlu’nun hikayeleri hem içerik hem de teknik olarak çok yönlü ve renklidir. “Ve Tolstoy’un ‘Sanat Nedir?’ de iyi bir yazarda bulunmasını elzem gördüğü üç koşul da fazlasıyla vardır Kutlu’da: Sadelik, samimiyet, ahlakilik. O her üç cepheden de, bağını bozdurmamaya ahdetmiş bir bağban gibidir.” ifadeleriyle resmedilen Kutlu’nun sanat anlayışı Tufandan Önce’de de görülür (Ayçil, 2003: 34). Farklı akımlar, yorumlar adı altında insanî değerleri çöpe atan, mutsuzluk aşılayan, varlığın anlamını anlamsızlıkta, kaosta arayan edebiyat ürünleri yerine kendine has üslubuyla bizden biri, ‘yurdum insanı’ olarak okuyucuya rehberlik eden Mustafa Kutlu “Modern edebiyat dünyasına vukufiyetiyle birlikte, geleneksel sanat erbabına uygun bir biçimde etik ile estetiği imtizaç ettirebilmiş, edep ile edebiyatı Dergah’ında birleştirmiş olan azın azı ustalarımızdan biri” dir (Aktaş, 2003: 77). Hem Tarık Buğra’nın hem de Mustafa Kutlu’nun biyografisinin izleri incelenen eserlerde görülmektedir.1 İki yazarın babası da kimi zaman Anadolu’nun farklı nahiyelerinde memurluk yaptığı için, yazarların çocuklukları köylerde ve kasabalarda geçmiştir. Bu tecrübe, köy ve kasaba gerçekliğine iki eserde de içten bir bakış kazandırmıştır. Tarık Buğra’nın Serbest Fırka ile ilişkisi, Akşehir’de Serbest Fırka’nın kurucusu ve yayıcısı olarak çalışan babası vesilesiyledir. Senaristlik, spor yazarlığı Buğra ile Kutlu arasındaki ilginç benzerliklerden birkaçıdır sadece. Bunun dışında da yazarların biyografilerinde ortak noktalar bulunmaktadır.
__________ 1
Tarık Buğra’nın biyografisi için bkz.: Beşir Ayvazoğlu, Büyük Ağa Tarık Buğra, Kapı Yay., İst., 2006; Mustafa Kutlu için bkz.: Kemal Aykut, - Nusret Özcan, , Mustafa Kutlu Kitabı, Nehir Yay., İst., 2001.
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 72
Bu eseleri mukayeseden muradımız kim, kimden, ne ölçüde, ne aparmış (Gürsel Aytaç’ın deyişiyle “etki avcılığı”na çıkmak) değil, iki eseri bir arada düşünmenin getirdiği imkânla eserleri daha iyi anlayabilmektir. 1. YAPI Edebî eserlerde muhteva ile şekil bütünlüğü olarak beliren yapı, “edebî metni meydana getiren bütün anlam ve anlatım tekniklerinin, belirli bir takdim düzeni içinde, orijinal bir estetik yorum veterkip dokusunun birleştirilmesiyle oluşan özel bir bütünlük” olarak tanımlanır(Önal, 2009: 242).Bu kısımda ilk olarak, eserlerin ana çizgilerle vak’aları verilecek ardından türleri üzerinde durulacaktır. Sonrasında da “iç yapı”ları karşılıklı çözümlenmeye çalışılacaktır.2 1.1.Ana Çizgilerle Vak’a 1.1.1.Yağmur beklerken Romandaki olaylar, ismi verilmeyen küçük bir Anadolu kasabasında cereyan eder. Eser Cumhuriyet Halk Fırkası mûtemedi ile Belediye Reisi’nin girişimleri sonucunda yapılan “park”ın açılış töreniyle başlar. Kaymakam başta olmak üzere kasabanın ileri gelenleri ile halk, açılış töreninde bir araya gelmişlerdir. Eserin başkahramanı Rahmi Bey, amcası Rıza Efendi ile birlikte parkın açılışını değerlendirmektedir. Gündem, parkla birlikte yağmayan yağmurdur. Rahmi bey, önce babasının şehit olması, aradan birkaç yıl geçmeden annesinin de vefatıyla küçük yaşta öksüz kalmış ve amcası Rıza Efendi’nin himayesinde büyümüş, tahsilini tamamlamıştır. Rahmi, hukuk fakültesini bitirdikten sonra eşi Güldane’yle evlenir, kasabada avukat bürosu açar. Ayrıca ziraatle de uğraşmaktadır. Ancak avukatlığın mı yoksa ziraatçiliğin mi yan iş olduğu belli değildir. Serbest Fırka meselesi kasabada, yaşanan kuraklıkla paralel olarak ele alınır. Yağmur, mevsimi olmasına rağmen bir süredir yağmamaktadır ve bu kuraklığa, köylünün en önemli gelir kapısı olan pancar ve ekinler artık tahammül edemeyecek vaziyettedir. Herkesin yağmuru bekleyip konuştuğu bir dönemde Ankara’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kasabada teşkilatlanma meselesi halk için gittikçe üzerinde konuşulan, tartışılan bir konu olmuştur. Fısıltılarla birlikte kasabada “Halkçı”, “Serbestçi” kutuplaşması baş göstermiş ve ikilik ortaya çıkmıştır. Kasabanın ileri gelenlerinden, varlıklı biri olan feraset sahibi Rıza Efendi’nin telkinlerine rağmen Rahmi,saygın bir aydın olan Avukat Kenan Bey’in tesiriyle Serbest Fırka’ya girmeyi kabul eder ve Fırkanın başkanı olur.Bu arada, yağmur __________ 2
Çalışmamıza konu edinilen eserlerin yapısı çözümlenmeye çalışılırken,“Tahkiyeli Eserleri Tahlil Planı Hakkında Deneme” adlı makaleden yararlanılmıştır (Önal, 1996: 124-134).
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 73
duasının ardından gelen rahmetle halkta kısa bir süre gecikmiş bir mutluluk yaşanır. Rahmi’nin sağduyulu bütün çabalarına rağmen, kasabadaki gruplaşmaların önüne geçilemez. Derin çatlaklar oluşmuş, kahveler ayrılmış, adamına göre selam verilir ve alınır hale gelmiştir. Rahmi kendi işini ve ailesini ihmal ederek vaktinin büyük bir kısmını “fırkacılık”a teksif etmiştir. Kenan Bey’in ölümü üzerine İstanbul’a giden Rahmi burada CHF müfettişlerinden Hilmi Bey’le görüşür, Serbest Fırka’nın gidişatı, Ankara’nın ve Gazi’nin bu olaya bakışı ve ortaya çıkabilecek tablo üzerine konuşur ve mebusluk teklifi alır. Rahmi, üç günlük İstanbul seyahati ardından kasabaya döndüğünde, belediye seçimleri öncesinde gerilimin iyice arttığını görür. Seçimlere gidilir. Ülkenin pek çok yerinde olduğu gibi burada da CHF yandaşlarına emanet edilen seçim sandıklarından CHF adayı birinci olarak çıkar. Seçimlerin ardından, tam hasat döneminde ortaya çıkan “tufan”, fakirleşmiş, çaresiz halkın, yine ellerini gökyüzüne kaldırmaktan başka bir dayanak noktası olmadığını gösterir. Bu arada kasabadaki tansiyon düşmüşama kırgınlıklar tam anlamıyla ortadan kalkmamıştır. Yurdun dört bir tarafında artan gerilimler üzerine SCF üç ay gibi kısa bir süre sonunda kendini feshetmek zorunda kalır. Ancak SCF’ye belli sayıda Meclis’te temsil hakkı verilir. Ankara’da Naki Bey, Rahmi’ye mebusluğunun garanti olduğunu bildirir ve Ankara’ya çağırır. Olan ile olması gereken arasında iyice bocalayan, siyasetin kulis-sahne ikiyüzlülüğünden sıtkı sıyrılan Rahmi, ailesi ve toprağıyla baş başa kalmayı tercih eder ve teklifi geri çevirir. 1.1.2. Tufandan önce Tufandan Önce’de, Anadolu’nun adı geçmeyen küçük bir kasabasında, halka faydasından çok başka amaçlarla açılması planlanan bir tesisin temel atma töreni hikaye edilir. Hikaye, kasabanın belediye başkanı Şemsettin Bilen’in tanıtılmasıyla başlar. Eylemin sınırlı olduğu eserde yeri geldiğinde diğer kahramanlardan Zabıta Kemal, Berber Baki, Kaymakam Çetin Bey, müzik öğretmeni Mehpare Hanım, ilin milletvekilleri Hulusi Derin ve Haşmet Altay, Gazeteci Fikri, İdiris Güzel ve Bakan Bey’lerin hayatlarından kesitler sunulur. Bir gün sonra tesisin temel atma töreni için Bakan Bey kasabaya gelecektir. Bunun telaşı kasabayı sarmıştır. Şemsettin Bilen, Kaymakam, ilgili müdürler ve yetkililer bir toplantı yapar ve görev paylaşımında bulunurlar. Bu tören herkes için farklı bir anlam taşımaktadır. Tesisin iş bilir müteahhittiİdiris Güzel tesisin baş mimarıdır. Siyasete atılmak, milletvekili seçilmek için bunu bir basamak olarak kullanır. Yirmi yıllık belediye başkanı Şemsettin Bilen de kendini gösterip bu sefer adaylığı kapma arzusundadır. Halihazırdaki milletvekilleri Haşmet Altay ve Hulusi Derin de postu kaptırmama uğraşı içerisindedirler.
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 74
Sabah olmuştur. Organizasyon hazırdır ve Bakan Bey beklenmektedir. Gecikmeli de olsa, Bakan Bey ve kamuoyu Tesis’e ulaşır ve tören başlar. Bütün temel atma törenlerinde gerçekleşen protokol burada da işler. Sırasıyla takdimler, konuşmalar... Son olarak kürsüye Bakan Bey gelir. Halkın çok anlamadığı bir dille üst perdeden konuşma başlamışken birden hava bozulur. Gökyüzü, yeryüzüne iner ve “tufan” kopar. Taşan dere oracıkta ne varsa alır götürür. İnsanlar canlarını zor kurtarmışlardır. Yazar hikaye bittikten sonra “Tufandan Sonra” başlığı altında Şemsettin Bilen’in siyaseti bırakıp hacca gittiğini, Bakan Bey’in görevinden ayrılıp ait olduğu yere -ABD’ye- döndüğünü, Kaymakam Çetin’in, kendisine meftun olan Mehpare Hanım’la evlendiğini, İdiris Güzel’in milletvekili seçilip, TÜSİAD’a üye büyük bir iş adamı olduğunu ve Tesis’in temelinin de bir fıkra kahramanı olarak aramızda dolaştığını ifade eder. 1.1.3. Tahkiyenin türü “Sanatın, formların, türlerin yakınlaşmasının doğurduğu yeni imkânlarla melez güzellikler yaratılırken” türler arasındaki kırmızı çizgiler giderek silikleşmiş ve bir türü diğerinden ayıran mihenk taşının ne olduğu ya da ne olması gerektiği meselesi daha kaypak bir zeminde tartışılır hâle gelmiştir (Özgül, 2003: 250). Roman ile hikâye arasında duran, “uzun hikâye” ya da “kısa roman” türü tartışılan melez güzellerden biridir. Biri “roman”, diğeri “uzun hikâye” olan inceleyeceğimiz eserlerin özelliklerine geçmeden önce iki tür üzerinde biraz durmak istiyoruz. “İnsanın veya çevrenin karakterlerini, göreneklerini inceleyen, serüvenlerini anlatan, duygu ve tutkularını çözümleyen, itibarî veya gerçek olaylara dayanan uzun edebiyat türü.” olarak ifade edilen roman (TDK Türkçe Sözlük, 1998: 1864), bir başka kaynaktada“Nesir olarak yazılmış uzun hikâyeye verilen addır.”tanımıyla karşımıza çıkar (TDEA, 1990:340). Öte yandan hikâye için de “Romandan kısa olandır.” tanımı ilk çırpıda akla gelen tariftir. Roman ile hikâye arasındaki farkı ortaya koymak için karakterlere, konu genişliğine, zaman çerçevesine, usûle, üsluba, biçime başvurulsa da en önemli ölçüt olarak “hacim” meselesi ön plâna çıkartılır. Kimileri 10.000 kelimenin altındakileri hikâye kabul ederken, kimileri de 80 sayfanın üzerindekileri roman saymaktadır. “Bu uzunluk-kısalık meselesi, Yunan mitolojisindeki zalim haramî Prokrustes’i hatırlatıyor. Prokrustes’in biri uzun, diğeri kısa iki yatağı vardır. İşkence edeceği kişinin boyu uzunsa kısa yatağa yatırıp ayaklarından keser; kısa boyluysa, uzun yatağa bağlayıp çekerek uzatır. Hikâye ile romanın kaderi de biraz buna benzer; roman malzemesi kırpılıp kısaltılırsa hikâye olabileceği, hikâyenin de uzatılırsa roman olabileceği düşünülür. Edebiyatımızda bugün dahi zaman zamanProkrusteslara rastlamak şaşırtıcı...” ifadelerinden de anlaşılacağı üzere bu konuda “hacim” tek başına geçerli bir ölçüt değildir (Özgül, 2006: 38). Zira pek çok romandan hem kelime hem de sayfa sayısı bakımından daha kabarık
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 75
hikâyeler bulunmaktadır ve bunlar roman değil “uzun hikâye” olarak adlandırılmaktadır. Çünkü bu hikâyeler hacim olarak romanı andırsa da “anlattığı olayın yalınkatlığı, yine olayın işleniş biçimi, ve şahıs kadrosunun azlığı” gibi özeliklerdendolayı hikâyeformu içerisinde değerlendirilmektedir (Karataş, 2004: 498). “Şüphesiz bu, bir uzunluk meselesi değildir. Biz bir romanın tahlili kompleksliğine izin verecek bir tarzda, insanlığın anlamına dair bir meseleninsoruşturulmasını içermesi gerektiğini düşünürüz.” (Özdemir, 2000: 7) Roman ve hikâye arsındaki bu uzunluk kısalık mevzuunu uzatmanın bir anlamının olmadığını ifade eden Necip Tosun, roman ve öykü3arasındaki farklara işaret ederken (kesin yargılar çıkarılamayacağı gerçeğini belirttikten sonra) öykünün “doğduğu an, hikaye, dil, uzunluk/kısalık, anlatıcı/okur ilişkisi, bir etki yaratmak, okur profili ve muhteva” bakımından romandan farklılaştığını belirtir. Öykü, romanın aksine tek bir etki yaratma amacındadır ve bunun için “öykücü tek bir ‘merkezi nokta’ tespit edip öyküsünü ona göre kurar. Artık öyküye giren her şey o merkezi noktayı sağlamlaştırmak, güçlendirmek ve izah etmek için kullanılır. Her şey bu merkezi nokta etrafında gelişir. Konuda odaklaşma, karakterde odaklaşma gerçekleşmez, dağılırsa, öyküde bütünlük sağlanmaz ve o tek etki gerçekleşemez. Öyküde mekan, eşya, olay, durumda odaklaşma, tek bir etki için elzemdir. Amaç bütünlüktür çünkü.”(Tosun, 2002: 245). Bu tespit de hikâye ve roman arasındaki farkın temelde kurguda aranması gerektiğini vurgular. Yağmur Beklerken, yakın dönem siyasi tarihimizin konusu olan Serbest Fırka meselesini, dürbününü kasabadan tutan yazarın, romancı yaklaşımıyla ele aldığı tarihî bir romandır. Eserde her ne kadar fırka olayının küçük bir kasaba üzerindeki etkisi dikkate sunulmakta ise de bu etkinin, bütün Türkiye’ye şamil olduğunubelirten Feridun Alper eseri “politik çağ romanı (zeitroman)” olarak adlandırır (Alper, 1993: 648). 1960 sonrası Türk romanını değerlendiren Osman Gündüz, Yağmur Beklerken’i “Yakın Dönem Tarihsel Romanlarında Karşı Güç ve Öteki” başlığı altında, konularını tarihe dayasalar da kişilerinin bireysel sorunlarını ön plana çıkaran eserler arasında gösterir (Gündüz, 2006: 275-375). Tufandan Öncekasaba zemininde, bir tesis etrafında, halihazırdaki siyasete göndermeleri olan bir uzun hikâyedir. Pek çok anlatım tekniğini içinde barındıran hikâye, halk hikâyeleri geleneğinden oldukça yararlanmıştır. Bir Anadolu kasabasında renkli portreler, tablolar sunan Mustafa Kutlu gelenekle moderni ustalıkla mezcederek kendine has bir tarz yakalamıştır. __________ 3
Yazar dil tartışmalarını bir tarafa bırakarak “hikâye” yerine “öykü” teriminin tercih edilmesini isabetli bulur. Zira “daha çok anlatılan şey, konu, olayı kapsayan bir terim olan hikâye, öyküyü içermekle birlikte, geniş bir anlam alanı olduğu için yanlış anlaşılmalara neden olmaktaydı. Oysa modern bir form olan öykü, hikâyenin belli bir disiplinle anlatılmasıydı. Öykü kelimesiyle birlikte yeni form öykü de böylece yeni ismine kavuşmuş oluyordu. Artık roman öykü değil, hikâye anlatıyor, bir roman öykülerden değil, hikayelerden oluşuyordu.” (Tosun, 2002: 240).
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 76
“Mustafa Kutlu, estetik bir figür olarak seçtiği ‘anlatıcı’ tipiyle, hikâye boyunca merak, heyecan ve tatlı bir gerilim yaratmayı başarmıştır. Anlatıcının anlatımı okurlarda, ‘hikâye okumadan’ ziyade ‘hikâye dinleme’ zevki uyandırmaktadır. İşte bu zevk, hacmi ne kadar geniş olursa olsun, hikâyeyi bir çırpıda okuma kolaylığı sağlamaktadır. Mustafa Kutlu’nun “uzun anlatılarının niçin roman sayılmadığısorusunun cevabını da burada aramak gerekir.” diyen Şaban Sağlık, hem hikâyenin tekniği hem de hikâye ile roman ayrımında anlatıcı tipinin önemi üzerinde durmuştur (Sağlık, 2003: 45). Roman ile hikâye arasındaki farkı sadece hacimde değil, bütüncül bir gözle eserin yapısında ve okuyucuya sunduğu imkânlarda aramak gerekir. Roman ile hikâye aynı metrekare üzerine inşa edilmiş bir ev olsa dahi, roman evinin iç evreni daha ayrıntılı, kompleks ve girifttir. Bahsi geçen iki eser bunun için iyi bir örnek teşkil eder. 2. İÇ YAPI 2.1. Gerçeğimsi Yapıyı Hazırlayan Unsurlar “İnsanın, oldukça özel bir idrakle tespit ettiği ve ortaya koyduğu edebî metinlerde, yaşananhayatın ‘gerçek’ ve ‘hakikat’ olan yönleri değil, ‘gerçeğimsi’ bir yön vardır.” diyen Sadık Tural, “insanın vakarını, insanlığın haysiyetini, insanın ferdî ve sosyal hürriyetini ve nihayet insandaki fazilet, ahlak ve zevk-i selim duyguları ve düşünme gücünü insan hayatından alınmış küçücük bir kesitin üzerine bina ederek yeniden anlatma esasına dayalı” edebiyat eserleri için “gerçeğimsi” ifadesini kullanır (Tural,2006: 122).“Tahkiyeli Eserleri Tahlil Plânı Hakkında Bir Deneme” adlı makalede Sadık Tural’a aittahkiyeli eserleri tahlil plânında, gerçeğimsi yapıyı hazırlayan unsurlarbakış açısı ve anlatım tekniğidir. 2.1.1. Anlatıcı ve bakış açısı “Anlatma esasına bağlı metinlerde vaka zincirlerinin ve bu zincirin meydana gelmesinde kullanılan mekân, zaman, şahıs kadrosu gibi unsurların kim tarafından görüldüğü, idrak edildiği ve kim tarafından, kime nakledilmekte olduğu sorularına verilen cevaptan başka bir şey” olmayan bakış açısı ve anlatıcıyla ilgili şunlar söylenebilir (Aktaş, 2000: 78): Anlatım tutumu, “anlatıcının dinleyici ya da okuyucuya ve aktardığı olaya göre takındığı tavır” olarak tanımlanmaktadır (Aytaç, 2003a: 326). Yağmur Beklerken’de anlatıcının genel olarak eleştirel bir tavır takındığı söylenebilir. Tarihî bir olaya dayanan romanda anlatıcı olayları ve kişileri değerlendirirken abartıya, yapaylığa; tarihî gerçeklikten tamamen kopmuş, hissedilen bir öznelliğe sapmamış, “tam bir romancı perspektifi ile”öyküsünü kurgulamıştır (Alper, 1993: 635). Bunu yaparken de bazen açıkça, bazen de ironiyle karışık, örtük bir şekilde yapılan yanlışları, devlet tarafından halka benimsetilmeye çalışılan resmî görüşü, her kesimde görülen yersiz genel kabulleri;
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 77
köylü-kentli, okumuş-okumamış ayrımı gözetmeksizin her kesimi bir romancının nesnelliği çerçevesinde tespit etmiş, tahlil etmiş ve eleştirmiştir. Rahmi’nin amcası Rıza Efendi köyden biri olarak, bilge bir tavırla siyaseti ve köylüyü düşünmeyen, köylünün sorunlarına eğilmeyen, kendi menfaatleri peşinde koşan Ankara eksenli ekâbiri eleştirir. “Irahmet üç, beş gün daha yağmayıverdi mi, eyi belle bunu hakimbeğ, yandı millet. Mâmurbeğler hâriç elbette.” (Buğra, 2005: 51) Anlatıcı olaylara ve kişilere tek taraflı bakmaz. Köylüyü ya da kentliyi yererken hakkaniyetli davranmaya çalışır. Mesela, Rahmi Bey’in İstanbul’dan “pompa” getirip isteyene kiralaması, pancarları susuzluktan kurtarması bir kasaba gerçekliği zemininde ele alınır. “Rahmi’yi övenler, hayır sahibisayanlar da vardı, kötüleyip para düşkünü görenler de.” (Buğra, 2005: 65) İtidalden yana olan Rahmi, yeri geldiğinde kendi safında yer alanları da tenkit eder. “Rahmi, o yanda bu yanda ‘kaleminden kan damlayan’ kavgacı yazarları sevmiyordu. Onların başta Arif Oruç, fikir için, tüzük için, sistem için değil, kendi çıkarları, şöhretleri için, hatta–belki de- iddialarına, savunur göründüklerine tamamen zıt amaçlar için çalıştıklarından kuşkulanıyordu” (Buğra, 2005: 141) Yağmur Beklerken’de yer yer tespit, tahlil, teklif, telkin edici bakış açıları da görülür. Yazar, romanda farklı kesimlerden seçmiş olduğu çeşitli tiplerle bir Anadolu kasabasında idrak edilen çok partili hayata geçme çabasını kitabîliğe sapmadan, halk üzerindeki etkisini tespit etmiş ve bunu tahlile çalışmıştır. “Tarık Buğra’nın Romanlarında Yakın Dönem Türk Siyasi Hayatı” adlı çalışmasında İlyas Dirin, Buğra’nın Serbest Cumhuriyet Fırkası’na yaklaşım tarzı hakkında şu tespitte bulunur: “Tarık Buğra, genel olarak gerek bu partiyi gerekse diğerlerini, ansiklopedik bilgiler dâhilinde bir süreç itibariyle ele almamaktadır. Yani romanlarında o, sözü edilen siyasi partilerin kuruluşu ve Türkiye siyasetindekietkilerinden çok Anadolu insanının onları nasıl algılamış olduklarına önem verir.”(Dirin, 2002: 487) Fethi Naci, bu tarihî kesitin romana nasıl taşındığını Kemal Tahir’in Yol Ayrımı’yla kıyaslayarak şöyle yorumlar: “Kemal Tahir’de bulamadığımızı Tarık Buğra’da buluyoruz. Siyasal, toplumsal gerçekliklere tam bir romancı yaklaşımı.”(Naci, 1982:24) Belediye Reisi’nin haksız yere çay’ın suyunu kendi hısımlarına dağıtmasından yola çıkarak sarf edilen şu cümleler de tespit edici bakış açısına örnek verilebilir:“Ve, bu karşı karşıya gruplaşmaların önlenemezliği, acaba, sadece suyun paylaştırılmasından mı doğuyordu? Yoksa su örneklerden bir örnekten mi ibaretti de, suya böyle hükmedişin daha bir yığın benzeri mi vardı? Yani, Serbest
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 78
Fırka’yakarşı duyulan ve gösterilen ilginin büyüklüğü bu yüzden mi idi?” (Buğra, 2005: 87-88) Anlatıcı, romanda yer yer iktibaslarla, teklif ve telkin içeren anlatım tutumunu da sergiler. Mesela arifane bakış açısıyla olaylara yaklaşan Rıza Efendi, Harun Reşid’in bir bağcıyla olan hikayesini (Buğra, 2005: 11-12) anlattıktan sonra, “Dedelerimiz yol kıyılarına, meydanlara, mesire yerlerine, bizim için çınarlar, kestaneler, ardıçlar, gürgenler dikmiş; biz de parklara kendimiz için akasyalar dikiyoruz.” (Buğra, 2005: 12) eleştirisinde bulunurken önerisini, referansıyla birlikte söylemiş olur. “Hazreti Ömer, Halife seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmanın bir yerinde: ‘Doğru yoldan ayrılmayacağım’, deyince mesciddeki saflardan birisinden bir ses ve bir kılıç yükselmiş; bir bedevi, salladığı kılıcı göstererek: ‘Sen onu düşünme’, demiş, ‘doğru yoldan çıkacak olursan bu döndürür seni.’ ” (Buğra, 2005: 118119) Kenan Bey, İslamiyetle birlikte, Türk törelerinin de bu anlayışa uygun olduğunu söylüyor, Osmanlı’nın, bozulmadan önce, önemli mali, mülki, askerî kararları camilerde, cemaat önünde, tartışmaya açık tuttuğunu anlatıyordu. Ona göre, Dünya’nın en uzun ve köklü imparatorluğunu kuran da işte bu yönetici ve yönetilen bütünleşmesi idi. Aklı, vicdanı, irfanı hür bir aydını temsil eden Kenan Bey’in bu teklifi, Tarık Buğra’nın siyasete, hayata bakış açısını da yansıtmaktadır. Sonuç itibarıylaanlatıcının tutumu için yer yer tespit, tahlil, teklif, telkin edici bakış açılarına rastlanmakla birlikte, genelde tenkit edici bir yaklaşımınromanda egemen olduğu görülür. Tufandan Önce’de “ironiyle karışık tenkit” tavrı hikâyenin hemen her sayfasında hissedilir. Kutlu’nun bu kitabında, önceki hikayelerinden farklı olarak, “Tasavvufî ağırbaşlılık, yerini ironik bakışave serbest bir anlatıma bırakmıştır.”(Karaca, 2004:364). Hikâyedeki eleştiriler bireylerden çok toplumsal düzen ve işleyişle ilgilidir. Siyasetin kokuşmuş, halktan kopuk hâli kendi içindeki bin türlü hilebâzlıkları; bu oyunu oynayan siyasiler; protokol kültürü; basın-yayının tutumu; toplumsal ve kültürel yozlaşma gibi içtimaî problemler, bazen iç burkan bazen tebessüm ettiren ince bir zekanın ürünü olan nüktedanlıkla birlikte, bir tenkitçinin kaleminden okurla paylaşılır. “Ne sandınız ya! Bakın size bu on dokuz kuruluşun belli başlı olanlarını sayayım: DSİ, Köy Hizmetleri, Tarım İl Müdürlüğü, Özel İdare, Milli Emlak, Sağlık Müdürlüğü, Belediye, Tapu Kadastro, Orman Müdürlüğü, Enerji ve Sanayi Müdürlüğü, Tarım Müdürlüğü, Kültür Müdürlüğü, Karayolları, Organize Sanayi Müdürlüğü, Müzeler... vesaire. Yahu düşünün. Bir tesis kuracaksınız müzelerden bile izin almak gerekiyor. Şu kırtasiyeye bakın, şu bürokrasiye bakın. Olacak şey değil yani.” (Kutlu, 2005: 87) derken bürokrasinin hantal, iş yapmaz, sürekli engel çıkartan yapısı tenkit edilmektedir.
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 79
“Toplantı lafını duyan Şadiye kükrüyor: Toplantınız batsın. Sanki bir halta yarayacak da. O manyak Kaymakam sizi toplayacağına âşufte karısını sokaklardan toplasın.” (Kutlu, 2005: 14) )derken yine bürokrasinin bir tezahürü olan ve çoğu zaman vakit kaybı ile devlet ricali boş durmuyor görünümünden öteye gidemeyen bir araya gelmeler eleştirilmektedir. “Kurban lafını duyunca kıllanan İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü gayri ihtiyarî söylenmeye başlıyor, yani tutamıyor kendini; yine mi kan göreceğiz, bu çağda nedir bu ilkellik, kaldırıversek şunu, bakınız bazı siyasîler artık istemiyor...” (Kutlu, 2005: 56) derken de alışkanlıklarına, kültürüne tepeden bakan topluma yabancılaşmış kesim, tenkit edilmektedir. Yağmur Beklerken’dekiköylüye tarafsız bir gözle “içten” bakış,Tufandan Önce’de de karşımıza çıkar. Her iki yazarın da çocukluklarının, kasabalarda geçmesinin de bir sonucu olarak düşünülebilecek bu bakış açısı için Necati Tonga’nın şu tespiti hatırlatılabilir. “Mustafa Kutlu’nun Anadolu yaşamına bakış açısı; küçümseyen, acıyan ve yapay sevecenlik taşıyan bakışlardan farklı olarak, tahkiye ve tespite dayalı eleştirel bir bakıştır. Bu manada Kutlu, yerli öykücülükteki hâkim kent merkezli bakış yerine, taşralı olan ama taşralı kalmayan aydın bakışını uygulayan ilk öykücüdür.” (Tonga, 2005: 22) Kutlu, hikâye içine yerleştirilen metinlerle teklif ve telkin edici bakış açılarını da eserinde kullanır. (Bu teknik neredeyse bütün kitaplarında görülür.) Anlatıcı cuma namazında cami minberinde imamı konuşturarak ayet ve hadislerle cemaate vaaz eder, nasihatte bulunur: “Dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir.Âhiret yurdu sakınanlar için hayırlıdır.” (Kutlu, 2005: 64) “Yine Efendimiz bir başka hadisinde işte böyle buyurmaktadır:Eğer insanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister, Ademoğlunun gözünü ancak toprak doyurur...” (Kutlu, 2005: 66) Gazeteci Fikri’nin kaleminden İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde ve Kınalızade’ninAhlâk-ı Alâi’sinde yer alan “Daire-i Adliye” metnini yorumladığı bölüm de (Kutlu, 2005: 111-119) bu tutuma örnektir. Tufandan Önce’de anlatıcı, bazen subjektif olsa da, genel olarak olaylara ve durumlara bütüncül bakmaya çalışan objektif bir tutum içerisindedir. “Tufandan Önce’nin anlatıcısı bu yönüyle ‘tarafsız bir bakış açısına’ sahip olup ‘güvenilir’ ve ‘tutarlı’ kişiliği ile hikâyede, metnin sanat-estetik düzeyiniyükselten bir figür olarak yerini almış olur.”(Sağlık, 2003: 45) İki eseri karşılaştırarak toparlayacak olursak: Hem Yağmur Beklerken’in hem de Tufandan Önce’nin anlatıcısı, genelde tenkit edici bakış açısına sahiptir. Ancak Tufandan Önce’detenkit’e ‘ironi’ eşlik eder. Her iki eserde de yer yer tespit, teklif, telkin edici tavırlara rastlanır. Yağmur Beklerken’de zaman zaman kullanılan tahlil edici bakış açısı Tufandan Önce’de çok az kullanılmıştır. Bu da iki eser
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 80
arasındaki edebî tür farklılığına yorulabilir. Anlatıcılar iki eserde de propaganda yapmazlar. Olayları objektif ve çok yönlü değerlendirmeye çalışırlar. İfade edilen şahış zamiri açısından her iki eserde de teklik 3. şahıs kullanılmıştır. Anlatıcı “yazar anlatıcı”dır. İki eserde de anlatıcı “nakledilmek istenen itibarî alem ile ilgili her şeyi bilen ve gören birmevkidedir.”(Aktaş, 2000: 88) Yani “hakim bakış açısı” kullanılmıştır. 2.1.2. Anlatım tekniği Edebî eserlerde ne anlatıldığı elbette muteber olsa da asılolan ne’yin, nasıl anlatıldığıdır. Zira aynı konuyu anlatan nice eserler olmasına rağmen tarihin eleğinden pek azları şaheser olarak bizlere yadigâr kalmaktadır. Bu da onların anlatma biçimleriyle ilgilidir. Hikâye ve roman gibi türlerin vazifesi, bir vakayı sadece rapor etmek değil bunu farklı anlatım teknikleriyle, kendine özgü diliyle yapmasıdır. Roman özelinde yapılan, “Romanda kullanılan anlatım tekniklerini çekip çıkarmakmümkün olsaydı, roman, anında bir tarih, bir psikoloji veya sosyoloji kitabına dönüşebilir. Roman bir dil sanatı ise, roman dilini yoğuran, biçimlendiren de anlatım teknikleridir kuşkusuz.”tespiti de buna dikkat çeker (Tekin, 2009: 187). Anlatım teknikleri vakanın tertibi ve takdimiyle ilgilidir. 2.1.2.1. Vak’a tertibi Yağmur Beklerken, numaralandırılarak on bölüme ayrılmış ve her bölüme de bir başlık konulmuştur. Bölümler kendi içinde de isim verilmeden yıldız işaretleriyle daha küçük parçalara ayrılmıştır. Bölümlerin isimleri şu şekildedir: 1.
Bir Açılış Töreni (7-33)
2.
Bir Başka Açılış (34-62)
3.
Tavuğuna mı Kışt Dedik Len Oğlum (63-78)
4.
Yerle Gök Arasında (79-90)
5.
Başka Bulutlar (91-114)
6.
Bir Ben Vardır Benden İçeri (115-142)
7.
İnsana Bir de Düşman Lazım (143-166)
8.
Bir Avuç Toprağa Bunca Kıyl’üKaal (167-188)
9.
Dağı Dağa Kavuşturan (189-220)
10.
Irmaklar Yokuş Yukarı Akmıyor (221-227)
Roman’da olaylar kronolojiktir. Takvime bağlı olarak ilerler. Her bölüm bir öncekinin devamıdır. Yağmur Beklerken klasik bir vak’aya sahiptir. Ancak hatırlamalar, geriye gidişler-kahramanların önceki hayatına dair kesitler sunulurken-, bilinç akımıyla birlikte zihindeki birtakım gel-gitlerle kronolojik zamanın tersine aktığı da görülür.
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 81
Eserdeki vak’a “kuraklık ve Serbest Fırka” paralelliğinde akmaktadır. Eser “park”ın açılmasıyla başlar, Rahmi’nin mebusluğu kabul etmemesiyle sona erer. Park’ın açılışının yapıldığı, kasaba ahalisinin bir fotoğrafının çekildiği ve eserin baş kahramanı Rahmi ile ailesinin tanıtıldığı bölüm “giriş” bölümü olarak kabul edilebilir. “Baba fırka ne demek? ‘Yeni bir fırka kuruluyor’, haberinin ilk çıktığı günün gazetesidir bu.” (Buğra, 2005: 33) Birinci bölümün son sayfasında yer alan bu cümlelerle asıl konuya, “gelişme” bölümüne adım atılmıştır. İkinci bölümle birlikte Serbest Fırka meselesi ve yağmurun yağmaması paralel bir şekilde işlenmeye başlar. Serbest Fırka’nın, Avukat Rahmi tarafından kasabada kurulması neticesinde ortaya çıkan kutuplaşmalar, belediye seçimlerinin sonucuna kadar artarak devam eder. Bu arada kuraklıktan dolayı pancar ve ekinler can çekişmektedir. Köylü yağmur duasına çıkar. Yağmur gecikmeli olsa da yağmıştır. Onuncu bölüm, yani son bölüm romanın “sonuç” bölümünü teşkil eder. Belediye seçimlerini CHF’nin adayı kazanır (!). Yurt genelindeki gerilimden dolayı Serbest Cumhuriyet Fırkası kendisini feshetmek zorunda kalmıştır. Bu arada yağmur dolu karışık bir “tufan” kopar kasabada. Gerilim sona ermiştir ama kırgınlıklar hala devam eder. Rahmi teklif edilen mebusluğu kabul etmez. Ailesinin, toprağının yanında kalmayı tercih eder. Romanın ana düğümü Serbest Fırka girişiminin –çok partili demokrasiye geçişin- nasıl sonuçlanacağıdır. Bu düğüm olayların geçtiği adı verilmeyen kasaba ve Rahmi özelinde ilerler. Bu ana düğüme, yağmurun yağıp yağmayacağı ve tarlalardaki mahsulün akıbeti eşlik eder. Ana düğümün yanında pek çok ara düğüm de vardır. Rahmi’nin Serbest Fırka’ya girip girmeyeceği, kasaba halkının iştirakiyle kurulan bankanın ahvali, Rıza Efendi’nin Serbest Fırka ve Rahmi’ye karşı tavrı, belediye seçimlerinin sonuçları gibi... Yazar ana düğüm içerisinde ara düğümleri ustalıkla işlemiş ve sağlam bir kurgu yapılanmasını başarmıştır. Tufandan Önce olay örgüsü ve aksiyon bakımından Yağmur Beklerken’e göre oldukça yalınkat bir yapıya sahiptir. Tek bir olay vardır. O da tesisin açılışı. Kutlu, numara vermeden, başlık koymadan, herhangi bir işaret kullanmadan, eserini otuzbir bölüme ayırmıştır. Sonda da “Tufandan Sonra” başlığı altında bir kısım yer alır. Bunlar kendi içinde müstakil olmakla birlikte kronolojik olarak da birbirine bağlıdır. Ancak yan halkalar oluşturarak ilerler. Bölümlerde olaydan çok bir durum, bir kesit anlatılır. Buralarda ya bir kahramanın hikâyesi, ya bir mekanın tanıtılması (ot bitmez köyü gibi), ya bir birlikteliğin
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 82
(kaymakamlıkta yapılan toplantı, Çardaklı Kahve’de içilen bir çay gibi) gözler önüne serilmesi söz konusudur. Bundan dolayı Tufandan Önce’yi belli bir kalıp içerisinde klasik vak’a, durum ya da kesit hikayesi diye adlandırmak mümkün değildir. Kutlu, bir kahvede hikâye anlatan, kalemini mikrofon yapmış “modern bir meddah” edasıyla halk hikayeciliğini modernize ederek kendine has bir tarz yakalamıştır. Kitabı, giriş-gelişme-sonuç bölümleri diye kesin çizgilere ayırmak güçtür. Çünkü hikâye birbiri ardınca sıralanan olay ve durumlardan ziyade yan halkalardan, bir tablodan müteşekkildir. “Bu gün önemli bir gün Kasaba tarihinin dönüm noktası Haftaya tesisin temeli atılacak. … Siyasi geleceğim için fevkalade ehemmiyetli bir melese bu. Bu törende kendimi göstermeliyim.” (Kutlu, 2005: 9) ifadeleriyle asıl konuya giriş yapılır. Fakat araya farklı farklı tablolar girer. Hikaye temel atma töreninin bir “tufan” sonucu nihayete ermesiyle sonuçlanır. Yazar farklı bir yola başvurarak “Tufandan Sonra” bölümünde baş kahramanların sonraki hayatları hakkında bilgi verir. Hikayenin ana düğümü Şemsettin Bilen’in milletvekili olup olmayacağı, seçimlerde kimin aday gösterileceğidir. Tesis de zaten bunun için vardır, yani İdiris Güzel’in seçim yatırımıdır. Fakat eserde işlenen ana olay tesisin temel atma töreni ve Bakan Bey’in karşılanmasıdır. Bunun yanında Zabıta Kemal’in ıslah olup olamayacağı, Mehpare ile Kaymakam Çetin’in evlenip evlenemeyeceği, Bakan Bey’in törene gelip gelmeyeceği gibi ara düğümler de mevcuttur. İki eserin de yağmur ve dolu karışık bir “tufan”la son bulması dikkat çekicidir.Bu doğal felaketin zamanlaması ve etkileri her iki eserde de benzer mahiyettedir. Yağmur Beklerken’detam hasat mevsiminde, Orta Anadolu için yağmurun ve dolunun nadirattan görüldüğü bir vakitte zuhur eden afet, Tufandan Önce’de de (net bir zaman ifadesi belirtilmemişse de) havaların çokça sıcak olduğu bir yaz gününde,beklenmeyen bir zamanda, aniden ortaya çıkmıştır. Sonrasında ise yöre halkında genel anlamda bir normalleşmenin, eskiye dönüşün izleri görülmektedir. Örneğin Yağmur Beklerken’de siyasi tartışmalar, gerilim sonlamış, Rahmi mebusluk teklifini reddederek ailesine, eski hayatına dönmüştür. Tufandan Önce’de de tesis ve onun etrafındaki tantana bitmiş, siyaseti bırakan Şemsettin Bilen hacca gidip gelmiş, dükkânının-tezgâhının başına geçmiştir. 2.1.2.2. Vak’a takdimi Yağmur Beklerken’de romana konu olan siyaset, putlaştırılmış genel kabuller, farklı ve yeni olana tepkiler çoğunlukla “sosyal tenkit takdim” tarzı ile anlatılmıştır. Bunun yanında kişilerin tanıtıldığı, tahlil edildiği bölümler monolog’larla sunulmuştur.
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 83
Kahramanların geçmişine ait bilgilerin verildiği bölümlerde (Rahmi’nin çocukluk ve talebelik yılları gibi...) hatıra yönteminden yararlanılmıştır. Diyalogların yeterince kullanıldığı romanda hitabetten de yer yer istifade edilmiştir. Başlı başına araştırma konusu olan Tufandan Önce’nin vak’a sunumunda farklı teknikler kullanılmıştır: İç çözümleme, monolog, geriye dönüş gibi modern hikaye tekniklerinin yanında; okura hitap (sevgili okur, efendim’le başlayan cümleler), hikâye kahramanıyla sohbet etme (Ulan müdür ne sabırsız adamsın be! Konuşmuş olmak için konuşuyorsun. Sonra da böyle “Eyvah ne yaptım ben” diye diptendoruğa kızarıyorsun-Kutlu, 2005: 53-), Ahmet Mithat Efendivari araya girip bilgi verme, açıklamalar yapma gibi halk hikayeciliği tekniklerinden de bolca yararlanılır. “Bunu, halk kültüründeki hikaye etme tekniğinin edebî bir surette yeniden inşa edilişi olarak adlandırmak mümkündür.”(Çoşkun, 2004: 21) Biraz daha ileri gidilerek Kutlu’nun hikâyesi, bugün postmodernist yöntemler olarak sunulan “üstkurmaca”, “metinlerarasılık” gibi kavramlarla birlikte de düşünülebilir. Üst kurmacanın “metnin kuruluşunu, yazılış sürecini olgu içerisine konumlandırma” ilkesine uygun örnekler kitapta gösterilebilir (Sazyek, 2002: 494):“ ‘Şu sümsük Hulusi’nin içinde fırfır dönen, dönüp dönüp kükreyen, kapatıldığı kafesin demir parmaklıklarını zangır zangırtitreten aslanları nasıl anlatsak acaba?’(Kutlu, 2003: 80).‘Otbitmez Köyü’nün cihana merhaba demesini şu sebepten anlattık ki; bizim malum ve meşhur tesis bu köyün Deli Dere kıyısında bulunan arazi üzerine bina edilecek…’(Kutlu, 2003: 98).‘Belli ki bir yerden haber bekliyordu. Okuyucuyu üzmeyelim açık edelim bari.’(Kutlu, 2003:162).”…Ancak bu örnekler modern ya da Postmodern bir teknikten ziyade geleneksel bir hikâye anlatıcısını çağrıştırmaktadır. Tufandan Önce’de metinlerarasılık çerçevesinde değerlendirilebilecek farklı kaynaklarla ilgili, kimi zaman doğrudan alıntılar kimi zaman da göndermeler, hikâyenin içine yerleştirilmiştir: “Gazali’den (Kutlu, 2003: 20), Kur’an’dan (Kutlu, 2003: 64, 205), İbn-i Haldun’dan (Kutlu, 2003: 110), Kınalızade’den (Kutlu, 2003: 110), Sadullah Paşa’dan (Kutlu, 2003: 113), Faruk Nafiz’den (Kutlu, 2003: 174), türkülerden (Kutlu, 2003: 131,187)”…Fakat bunlar,“‘bir dönüşüm’ işlemine tâbi tutarak yeni bir anlamla donatarak, ‘yeniden yazmak gibi edimlerden çok, ‘alıntı’ veya ‘andırma-anoloji’ şeklindedir.”(Yıldırım, 2003: 56). Sonuç olarak kullanılan bu yöntemler, tam anlamıyla modern veya postmodern teknikten ziyade geleneğin dönüştürülmesine ve kendine has bir tarzın, terkibin vücuduna delalet eder. Bu tekniklerle birlikte Tufandan Önce’de genel olarak ironiyle karışık sosyal tenkit takdim tarzı hâkimdir.
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 84
3. GERÇEĞİMSİ YAPIYI OLUŞTURAN UNSURLAR Bir önceki bölümde bahsi geçen plânda,gerçeğimsi yapıyı oluşturan ögeler olarak “figürler, zaman, mekan ve muhteva” yer almaktadır. 3.1. Figürler Yağmur Beklerken’de figüratif yapıyı çoğunlukla insanlar oluşturur. Bunun yanında hayvanlardan (Rahmi’nin çok sevdiği ineği Sarıkız gibi), bitkilerden (akasya, çınar, çiçekler gibi), eşyalardan (park, kahve, Rahmi’nin bahçeli evi gibi) da yararlanılmıştır. Rahmi romanın merkez kişisidir. Hem köylü, hem kentlidir. Bir yanda toprakla uğraşırken, hayvan beslerken bir yandan da avukatlık yapar. Yerli bir aydın tipidir. Mehmet Kaplan, Rahmi’yi “Türkiye’de yeni bir insan tipi olan kökü toprağa bağlı aydın tipinin ilk örneği” olarak nitelendirir(Kaplan, 1982: 18). Rahmi tek taraflı verilmez. O, iç çatışmaları, gel-git hâlleri, hataları ve sevaplarıyla birlikte ortaya konulan olumlu bir karakterdir. Rahmi’nin amcası Rıza Efendi, köyün ileri gelenlerinden olup dini bütün, sağduyulu, arif bir tipi canlandırır. Avukat Kenan Bey olumlanan başka bir aydın tipidir. Kelimenin tam anlamıyla bir entelektüeldir. Bunlarla birlikte şahıs kadrosunda Kaymakam Bey, Belediye Reisi, CHF mutemedi, Gülbeyazların Mahmut, kuraklığı dert edinmeyen memurlar gibi halktan kopuk kendi menfaatleri peşinde koşan bir de karşı kutup vardır. Rahmi’nin eşi, çocukları, yengesi, Müftü Efendi, Doktor Fazıl, Davavekili Vehbi, Eczacı Yakup, Nalbant Mustafa Efendi... gibibir kasabada kimler yaşayabilecekse hemen her kesimden birileri romandamevcuttur. Bu muhayyel kahramanların yanında Atatürk, İsmet Paşa, Ali Fethi Bey, Ahmet Ağaoğlu, Hilmi Uran, NakiyettinYücekök gibi gerçek tarihi kişiler de eserde yer alır. Tufandan Önce’nin şahıs kadrosu hem sayı hem de temsil bakımından Yağmur Beklerken’le hemen hemen aynıdır. Kasabanın yirmi yıldır belediye başkanı olan Şemsettin Bilen, baş kahramandır. Şemsettin Bilen ile Rahmi arasında pek çok benzer nokta vardır. Her ikisi de kasabada yetişmiş, büyük şehirde üniversite eğitimi almış (Rahmihukuk fakültesi, Şemsettin Bilen-İktisadî ve Ticarî Bilimler Akademisi), tekrar memlekete dönmüş ve kendi halkına hizmet için uğraş vermektedir. Mehmet Kaplan’ın Rahmi için yaptığı değerlendirme rahatlıkla Şemsettin Bilen için de söylenebilir. Her ikisi de siyasi düzeni sevmemesine rağmen bu düzenin içinde yer alır. Olaylara ve durumlara bakış açıları da benzerdir. Aile yapısı ve ilişkileri de örtüşür. Rahmi’nin mebusluğu elinin tersiyle itip ailesine, toprağına, bürosuna yani kendi öz değerlerine dönmesi ile Şemsettin Bilen’in siyaset, mebusluk sevdasından
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 85
vazgeçip hacca gitmesi, kendi dükkanının başına geçmesi arasında da bir bağ kurulabilir. İki kahraman da “yerli” olmayı tercih etmiştir. Tufandan Önce’nin diğer kahramanları: Uyanık, iş bilir iş adamı İdiris Güzel, nev’i şahsına münhâsır Kaymakam Çetin, Kemal Derviş kılıklı Bakan Bey, görmüş geçirmiş bilge tip Zeynel Abidin, kendi koltuklarının peşinde olan milletvekilleri Haşmet Altay ve Hulusi Derin, Kaymakama tutkun müzik öğretmeni Mehpare Hanım, Zabıta Kemal, Şemsettin Bilen’in ailesi vb. Tufandan Önce’de figür olarak hayvanlardan (Kaymakamın kedisi –Canan,Kaymakamın köpeği-Duman-…), bitkilerden (çınar, akasya, …) ve eşyalardan (tesis, Çardaklı Kahve…) yararlanılmıştır. Kutlu’nun hikaye kahramanlarını Mehmet Niyazi şu şekilde değerlendirir: “O, insanı yalnızca bir biyolojik varlık sığlığında ele almıyor; ruh dünyasını, metafizik derinliğini ihmal etmiyor. Onun içinkahramanları kuklaları andırmıyor; canlı, ruhlu insanlar olarak karşımıza çıkıyor.”(Niyazi,22.05. 2003) İlyas Dirin’in “Tarık Buğra romanlarındaki kahramanlar üzerinde toptancı bir hüküm vermekten uzak duran bir edebiyatçıdır. Olumlu bir kahramanı sürekli idealize etmediği gibi, olumsuz olanları da bu duruma mahkum etmemektedir.”(Dirin, 2002: 485) tespiti Kutlu içinde geçerlidir. Sonuç olarak iki eserin figüratif yapısının ve anlatıcının figürlere mesafesinin benzer olduğu ifade edilebilir. Olayların geçtiği coğrafyanın müşterekliği, konu ve tema benzerliği, yazarların biyografik özelliklerinin bunda etkili olduğu kabul edilebilir. Ancak Yağmur Beklerken’de kahramanların daha etraflıca tahlil edilerek verildiği görülür. Bu, roman ile hikâye arasındaki temel farklardan birine yorulabilir. Zira, hikâye ne kadar uzun olsa da, daha çok tespit ettiği bir nokta üzerine yoğunlaşıp kişilerini o açıdan anlatırken romancı daha rahat ve özgürdür. 3.2. Zaman Yağmur Beklerken 1981’de basılır. Eserde bahsedilen olaylar, 8 Ağustos 1930’da kurulup 17 Kasım 1930’da feshedilen Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın hayat sınırları içerisinde yaşanır. Zaman kronolojik olarak akar. Fakat geriye dönüşlerle, şuur akışıyla takvim zamanından sapıldığı da görülmektedir. Özellikle kahramanların sunumunda hatıra takdim tarzı kullanılarak zaman hâlden maziye doğru gider. “Nesnel zamanın tamamını kapsamayan, sadece olayların cereyan ettiği zaman.”olarak tarif edilen vak’a zamanı (Çetin, 2005: 129), nesnel zaman parantezinde “özetleme” tekniğiyle birlikte 20-25 günlük bir süreyi kapsar. Tufandan Önce 2003 yılında okurlarla buluşur. Eserde bahsedilen olayların zamanı için herhangi bir tarih belirtilmemiştir. Ancak Kemal Derviş’i hatırlatan Bakan’dan, medyadaki bazı haberlere yapılan birtakım göndermelerden, AB sürecine yapılan atıflardan 2000’li yıllardan bir yaz mevsimi olduğu anlaşılıyor. Vak’a
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 86 zamanı ise iki-üç günle sınırlıdır. “Kasaba tarihinin dönüm noktası. Haftaya tesisin temeliatılacak.” (Kutlu, 2003: 9) cümlesi ilk bölümde geçer. Hikâyenin son günü ise tesisin temel atma töreninin yapıl(ama)dığı cumartesidir. Olaylar beş gün sıçramanın ardından cuma ve cumartesi günü içerisinde cereyan eder. Bununla birlikte, geriye dönüşlerle, kahramanların ebeveynlerine kadar gidildiği olur. Hikâyenin sonundaki “Tufandan Sonra” bölümünde, ileriye sıçramalarla kahramanların gelecekteki yaşamlarına dair bilgi verilmiştir. Görüldüğü gibi Tufandan Önce’de, Yağmur Beklerken’e göre olayların geçtiği zaman dilimi oldukça kısıtlıdır. Zira olay sınırlıdır. 3.3. Mekân Yağmur Beklerken’de olayların geçtiği, kahramanların yaşadığı mekân bir Orta Anadolu kasabasıdır. Eserde kasabanın adı verilmez. Ancak bu kasabanın yazarın çocukluğunun geçtiği “Akşehir” olabileceği, farklı çalışmalarda ifade edilmiştir. Bu kasabanın yanında İstanbul (Kenan Beyin ölümü üzerine Rahmi İstanbul’a gider ve iki gün orada kalır.) ve Ankara (Atatürk’ün ve arkadaşlarının Meclis ve Köşk’teki toplantıları), sınırlı da olsa, olaylara ev sahipliği yapar. Rahmi’nin evi, Kara Mustafa’nın kahvesi, Avukat Kenan Bey’in bürosu gibi dar, kapalı mekanlarla birlikte İkizkaya Tepesi, pancar ve ekin tarlaları gibi geniş, açık mekanlar da roman içerisinde olaylara ev sahipliği yapar. Bu bağlamda mekânların somut gerçek alanlar olduğu belirtilebilir. Tufandan Önce’nin mekânı da, yine adı verilmeyen bir Anadolu kasabasıdır. Bu kasabanın somut fakat Yağmur Beklerken’e göre daha gerçeğimsi olduğu söylenebilir. Tufandan Önce’de olayların cereyan ettiği açık-kapalı mekânlar Yağmur Beklerken’e çok benzer: Yağmur Beklerken
Tufandan Önce
Bir Anadolu Kasabası
Bir Anadolu Kasabası
Park
Çardaklı Kahve
İkizkaya Tepesi
Ot Bitmez Tepesi
Çay
Deli Dere
Belediye Binası
Belediye Binası
Rahmi’nin Evi
Şemsettin Bilen’in Evi
Rahmi’nin Bürosu
ŞemsettinBilen’in Dükkanı
Cami
Cami
Ankara, Meclis
Ankara, Meclis
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 87
Tufandan Önce’de, Yağmur Beklerken’de geçen neredeyse her mekânın, hem fiziksel hem de işlevsel karşılıklarını bulmak mümkündür. İki eserdeki mekân ortaklığı, ortak yaşamın ve ortak karakterlerin zeminini oluşturmuştur. Mekân bahsinden hareketle iki yazarın da köy hayatını iyi gözlemledikleri ve bu hayatın tablosunu yansıtacak mekânları ustalıkla seçtikleri ortadadır. 3.4. Muhteva Konu ve tema bakımından benzerlik taşıyan iki eserde aynı işleve sahip ortak motiflere, olaylar ve durumlar karşısında beliren benzer tavırlara rastlamak mümkündür. Ancak peşinen belirtmek gerekir ki Tufandan Önce’nin yazarı için bir intihal ya da bire bir kopyalama iddiası ileri sürülemez. “Başka metinlerle yararlanma, eleştirme, alaya alma, çağrıştırma gibi değişik amaçlarla ilişkiler” kurma olarak tanımlananmetinlerarasılık bağlamında iki esere bakıldığında, Tufandan Önce’de bilinçli olarak Yağmur Beklerken’denne pastiş ne parodi ne de gülünç dönüştürüm gibi tekniklerle izah edilecek doğrudan bir alıntının veya dolaylı bir göndermenin olmadığı görülür(Çetin, 2005: 97). Yağmur Beklerken’de ilk bakışta görülen konu kasabaya yeni bir parkın açılması, Serbest Fırka’nın kurulmasının ardından kasabadaki teşkilatlanması, Rahmi’nin bu partiye başkan olması, “fırkacılık” olayının kasabada oluşturduğu kamplaşmalar ve kuraklıktır. Eserin arka planında ise Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıyla çok partili demokrasiye geçiş hareketi çerçevesinde aydınhalk arasındaki ilişki, yönetici-yönetilen münasebeti, bu bağlamda halktan kopuk bir siyasetin vaziyeti, halkın fakirliği ve çaresizliği anlatılır. Tufandan Önce’de, siyasi çıkar amacıyla yapılan bir tesisin temel atma töreni için başta Belediye Başkanı, Kaymakam, ilgili müdürler, il milletvekilleri olmak üzere yetkililerin yaptıkları hazırlıklarla beraber, kahramanların birer tablo olarak okuyucuya sunulması ilk bakışta görülen konudur. Eserin arka planında ise bir Anadolu kasabası özelinde yitirilen değerler, kültürün yozlaşması ve insanın kendi varlığının anlamını çözememesi yatar. İki eserde de söylenilenlerin dışında pek çok kavram, tespit, tez, izlenimle ilgili yorumlar bulmak mümkündür. Ancak, biz dikkatimizi çeken benzer noktalara değinmek istiyoruz: “Göz göze idiler. Eklemeden yapamadı; daha doğrusu, asıl söylemek isteyip de çekindiğini önleyemedi: ‘Tehlikelidir fırkacılık..çok. Gördüm ben. Girme.’ Boğazı düğümlenmişti: ‘Allah’a bin şükür neyimiz..neyin eksik.’ Ve gülümsemeye çalıştı: ‘Yiğenliğimden de istifa edemem ya!’ ” (Buğra, 2005: 100)
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 88
Görmüş geçirmiş Rıza Efendi’nin, “Tehlikelidir fırkacılık.” hükmünü, Tufandan Önce’nin anlatıcısı, Rıza Efendi’nin izdüşümü olan Zeynel Abidin Bey’e “Siyaset zalimdir.” (Kutlu, 2003: 11) dedirterek ortaya koyar. Bu söylemler iki eserin de merkez noktasıdır aslında. Parti işlerine dalıp kendi haremini ihmal eden Rahmi’ye Güldane’nin,“Evin bi herifi var mı, yok mu, belli değel. Görüyon işte: dadımız duzumuz da galmadı. Yetiversin gaari… ” (Buğra, 2005: 163) sitemine benzer bir öfke de Şemstin Bilen’in eşi Şadiye’de görülür: “Eline bir paket nevale alıp da, şu kapıdan girdin mi? Şu evde ne oluyor, ne bitiyor, bu karın nasıl yaşıyor ilgilendin mi? Ne talih varmış yani bende, be talih. Gören de kıskanıyor. Şadiye Başkan karısı oldu diyor. –Tüküreyim içine.” (Kutlu, 2003: 141) İki eserde de iki yüzlülüğü içinde barındıran siyasetin halktan kopuk olması, insanlar arasında nifak tohumları saçması, fitne-fücur sebebi olması, kirli ilişkileri, statükoculuğu, kendi içinde bile demokrasiyi kuramaması eleştirel bir bakışla sunulmuştur. Yağmur Beklerken, Tufandan Önce’ye göre tarihî bir olaya da yaslanması sonucunda siyaset ekseni üzerinde çok daha geniş tespit ve tahlil imkânı sunmaktadır. Tufandan Önce ise siyaseti bir hiciv malzemesi olarak kullanmıştır daha çok. İki eserde de yer alan “çınar” ile “akasya” kavramlarının simgesel değerleri üzerine yapılan mukayese dikkat çekicidir: “Ve, ille de, şu fasulye sırığı gibi akasyalar! Rıza Efendi’nin onlara fena hâlde taktığı belli, cılız dallar, yeşili fersiz, tırnak kadar yapraklar! Rahmi, gözleri yumuk yumuk, buna karşılık iri dişlerinin hepsini göstere göstere gülüyor: ‘Büyücekler emmi..onlar da gocamangocamanolcek.’ Ne var ki ‘emmi’ye göre de asıl mesele bu: ‘Öylee,’ diyor; ‘hem de çabucak büyücekler.’ Ve iflâh olmaz karaciğerinin tadsızlaştırdığı esmer yüz büsbütün ekşiyor: ‘Neye çınar değil de akasya dikerler? Çabuk büyür de ondan..görüversinler büyüdüğünü kendileri.’” (Buğra, 2005: 10) Devamında Harun Reşid ile ihtiyar bir bağcının hikâyesi anlatılır: “...‘Allah’ın takdiri bilinmez ama, ben seni, bu diktiğin fidanların meyvesi için hayli yaşlanmış görüyorum.’ ‘Doğrudur evlâd. Ben de zaten kendim için dikmiyorum bunları. Şu gördüğün koca zeytin ağaçlarını dedem dikmiş. Meyvelerini ben ve babam topladı. Benimkilerini de torunlarım yer.” (Buğra, 2005: 11) “Ulan avanak kasabalı, yıllar yılı o kötü akasyaların cılız yapraklarına sığındınız da ne oldu. Şuncacık şeyi akıl edemediniz. Efendim neymiş,
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 89
buralarda yetişmezmiş. Yahu sen bir dene, bir iki dikiver, bakımını yap, suyunu-gübresini ver, eh yetişmez ise o zaman söyle. Çınar gibisi var mı? Sen say koca imparatorluk; üç yüz, beş yüz yıl yapar.” (Kutlu, 2003: 16) Hem Tarık Buğra hem Mustafa Kutlu bu örneklerle birlikte Anadolu’da değişen değer yargılarını, kısa vadeli menfaatleri, sığ bir pragmatizm felsefesini tenkit eder. “ ‘Sıtma doktoruna gülerim..pek hoş herif. Bu park da pek eyi oldu emmi; dediğin gibi, millet birbirinin yüzünü görecek. Gün olur, avratları da takar kolumuza getiririz.’ Rıza Efendi bu şakayı aykırı buluyor; kaşlarını eğiyor. Ama, Kaymakam Bey de -sahi- o kısa açış konuşmasında o demeye getiriyor. Öyle ya; Cumhuriyet nerdeyse yedinci yaşını tamamlayacak da, herifler avratlarını hâlâ sakınır toplumdan.” (Buğra, 2005: 17) “Tahir Hoca adı geçince kıllanan adamın kılları iğne gibi dikiliyor. Bu defa açıktan açığa cırlayarak: Olmaz... Olamaz... Günümüz Türkiye’sinde Sayın Bakanın, valinin önünde o kara sakallı yobaz nasıl konuşur. Lütfen, lütfen efendim, basın gelecek, televizyon gelecek, valla rezil oluruz.” (Kutlu, 2003: 57) Gibi parçalarda okumuş kesimin, aydının (!) halka, halkın değerlerine bakış açısı, putlaştırılmış yargıları eleştirilmiştir. İki yazar da köylü-kentli, aydın-halk ikilemini kendi içinde yaşamazlar. Sadece bir durum tespiti yaparlar. Her iki kesime de bakışları objektiftir. Herhangi bir tarafı yüceltme ya da yerme görülmez. Fildişi kulesinde yaşayan halkın sorunlarına inemeyen (Yağmur Beklerken’de yağmurun yağmasını önemsemeyen memurlar, Tufandan Önce’de İlçe Milli Eğitim Müdürü gibi...) kesim eleştirilir. Köye ve köylüye çevrilen bakış açısı, iki yazar için de yerlidir. Özellikle Tarık Buğra, zamanında toplumcu gerçekçi bir anlayışla yapay bir şekilde işlenen köy meselesine içten bir bakışla, Anadolu köyü ve köylüsünü sahici resmetmesi Türk edebiyatı için manidardır. Din, aşk, cinsellik, tabiat, mizaç, sosyal değişim, kültürel farklılaşma gibi kavramların da iki eserde benzer şekilde ele alındığı ve tahlil edildiği görülür. Örneğin zaman saate göre değil namaz vakitlerine, ezana göre tanzim edilir. İslamiyetin insanın kendi varlığını anlamlandırmada önemli bir unsur olduğu kabullenilir. “Ona göre, İslâmın tortuları, yani bozulmadan kalan bazı kuralları, ilkeleri ve değer yargıları bile Türkiye için -kullanılabilirse- çok az ülkenin elde edebileceği bir büyük kozdur.” (Buğra, 2005: 118) “Kenan Bey, eski Türk törelerinin de bu anlayışa uygun olduğunu söylüyor. Osmanlı’nın, bozulmadan önce, önemli malî, mülkî, askerî kararları
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 90
camilerde, cemaat önünde, tartışmaya açık tuttuğunu anlatıyordu. Ona göre, Dünya’nın en uzun ve köklü imparatorluğunu kuran da işte bu yönetici ve yönetilen bütünleşmesi idi.” (Buğra, 2005:119) Bu parçalar bölümlerdendir.
Tarık
Buğra’nın
Türk-İslâm
sentezi
teklifini
getirdiği
İslâmın teskin edici ruhunu, dünya-ahiret dengesi için mihenk taşı olduğunu Mustafa Kutlu cuma namazında, minberdeki imama söyletir: “Efendim dünya sevgiyi, mevki ve makam hırsı, zenginlik arzusu ve bütün bunlara kapılanların nefsine yenik düşenlerin, ahıreti unutanların gözlerine inen perde hususunda Hz. Peygamber’in daha pek çok hadisi vardır. Ancak şurasını da açıkça belirtmek üzerimize vazifedir.Bütün bu öğütler esasen bize dünyadan büsbütün vazgeçmek, el-ayak çekmek, bir lokma-bir hırka deyip cemiyetten, iş hayatından uzaklaşmak için verilmiyor. ... Millet ve memlekete hizmet etmek evlatlarımızın, devletimizin geleceğini imar etmek vazifemizdir. Önemli olan nefsine hakimiyet ve aşırı gitmemektir...” (Kutlu, 2003: 67) Yine dünyanın faniliğinin, mecaziliğinin, yaşanılanların aslında bir oyun olduğunu anlatmak için Kur’an’dan yararlanılması bir başka ortak noktadır. Yağmur Beklerken’de “Hüvel bâki” yargısı defaatle geçer. “Küllü men aleyhâ fan!” Bâki olan yalnız Allah’dır! Her şey fânidir. Ona dönecektir!” (Buğra, 2005: 175) buyruğuna karşılık, Tufandan Önce’de şu ayetlere rastlanır: “Enam suresi otuz ikinci âyette buyuruluyor ki: ‘Dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Âhıret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır.’ Bu hüküm Ankubet suresi altmış dördüncü ayette şöyle geçmektedir: ‘Bu dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır. Asıl hayat âhıret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler.’” (Kutlu, 2003: 64) İnsanların oldukları gibi görünmemesi ya da göründükleri gibi olmamasını Kaymakam Bey, “Açıkçası Canan, bir oyun bu. Ve bizler de oyunda rol kesiyoruz.” (Kutlu, 2003: 62) cümlesiyle ifade ederken Rahmi de şöyle değerlendirir: “Ama -Rahmi’ye öyle geldi- kulistir bu. Bir de sahne vardır. Ve aynı adamlar, sahneye, halkın karşısına çıkınca yüzde yüz değişiyor, değişmekle kalsalar iyi,değiştiriyorlar.” (Buğra, 2005:175) İki eserde de aşk, evlilik, cinsellik, aile ilişkileri gibi kavramlar öne çıkarılmadan Anadolu kültüründen gelen bir edeple işlenmiştir.
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 91
Hem Yağmur Beklerken’de hem de Tufandan Önce’de “mizaç” kavramı önemlidir. Kişiler, kendi mizaçlarına göre olayları ve durumları algılar. İki yazar da kahramanların mizaçlarından hareketle hayata bakar. Kişileri açık açık yargılamazlar ve karakterlerinin bir gereği olarak onları değerlendirirler. Bu Tufandan Önce’de daha açıktır. Örneğin çapkınlık Zabıta Kemal’in mizacında vardır. Kadın görünce hemen uçkuru gevşer. Kaymakam Bey istese de köylüler gibi düşünemez. Berber Baki dedikodu yapacaktır ve Bakan Bey istese de Türkiye’deki hayatla ünsiyet kuramaz zira o buraya yabancıdır. Başkaca dikkat çeken ortak noktalar, motifler adına şunlar da belirtilebilir: - İki eserde de siyasî çıkarların gözetildiği iki açılış töreni vardır. (Y.B. park, T.Ö. tesis) - Yağmur Beklerken’de Yahya Kemal’in “Gece ve Gece Bestesi” şiirlerinden birer beyit romana yerleştirilirken, Tufandan Önce’de Faruk Nafiz’in “Çoban Çeşmesi”ne yer verilir. - İki eserin son bulma şekli de birbirine benzer. Hem Yağmur Beklerken hem de Tufandan Önce bir “tufan”la sona erer. “Tufan” olayı fonksiyonel bir benzerliktir. Görüldüğü gibi iki eserin de muhtevasında pek çok ortak motif ve benzerlikler bulmak mümkündür. Kahramanların işlenmesinde ve hayatın anlamlandırılmasındaki paralellikler de dikkatlerden kaçmaz. Fakat bir kez daha yineleyelim: Mustafa Kutlu’nun Tufandan Önce’si, Yağmur Beklerken’in gölgesi altında kalan onun kopyası sayılabilecek bir eser değil, tamamen kendi yolunu, üslubunu bulmuş özgün bir eserdir. 4. GERÇEĞİMSİ YAPIYI GELİŞTİREN UNSURLAR Edebiyatın kurmaca âlemini çözümlemede teklif edilen plânın, son basamağı olan gerçeğimsi yapıyı geliştiren unsurlar, genel anlamda dil ve üslup incelemesidir 4.1. Dil ve Üslup Yağmur Beklerken’de canlı, akıcı, konuşma dilinin inceliklerini yansıtan, kişilerin yerel ağızla konuştuğu bir anlatım hemen fark edilir. “Öztürkçe masalına” şiddetle karşı çıkmış; ulusal, arı bir dil iddiasıyla tasfiyecilik yapanları “en kalleş bölücü”ler olarak nitelendirmiş; yaşayan, canlı, kültür dilini yazıları ve konuşmalarıyla savunmuş olan Tarık Buğra, incelediğimiz eserinde de bu anlayışa uygun bir dil kullanmıştır.4
__________ 4
“Dil Oyunları” ile“ En Kalleş Bölücülük” adlı yazıları ve dille ilgili diğer makaleleri için bkz: Tarık Buğra, Düşman Kazanmak Sanatı, Ötüken Neşriyat, İst. 2008.
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 92
“İlk davranan Rıza Efendi idi; ‘Del’oğlan işte..n’olcek’, dedi.” (Buğra, 2005:86) “Asım’â, Asım’â.. sana derin.. eyi mi deye sorarım.” (Buğra, 2005:87) “Essah be Mumcunun oğlu..senin aklın pek erer; bi deyiver bana alla’sen. Aslı, faslı nedir şu SelbesFırka’nın? Kenan Bey’in adamları başka der, Gülbeyazınkiler başka..hangisi doğru der? Bu fırka eyi mi olu kötü mü?” (Buğra, 2005:71) Örneklerde görüldüğü üzere Buğra roman kişilerini başarılı bir şekilde yerel ağızlarıyla da konuşturmasını bilmiştir. Buğra’nın üç nokta (...) yerine iki noktayı (..) kullanması ve ardından küçük harfle başlaması imlası adına dikkat çeken bir husustur. Titizbir yazar olan Tarık Buğra’nın, eserinde sıcak, samimî bir üslup kendini hemen hissettirir. Eserde yer yer eleştirel, hitabet, hiciv üslubu kullanılmıştır. Yazarın tavrındasanatkarane yaklaşım da varlığını hissettirir. Beşir Ayvazoğlu Buğra’nın üslubuyla ilgili olarak, “Toplumculuk iddiasından yola çıkmadığı gibi, dilini ve üslubunu da peşinen bir davanın emrine vermeyen Tarık Buğra, hikâyelerinde, insan ruhunun dehlizlerinde gezinirken ‘nesirden çok şiir diline bağlı bir üslupgeliştirmiştir.’ değerlendirmesini yapar (Ayvazoğlu, 2006: 48). “Kullanılan Türkçe ise şiir diliyle akraba. Sırıtan sözcük yok, kekeleme yok. Bizde de öykü var, ‘kök salan, gelişen, olgunlaşan.”(Uçan, 2000: 53) methine mazhar Mustafa Kutlu’nun kendine has üslubu, tarzı, edası Tufandan Önce’ye de taşınmıştır. Hikâyede sade, canlı, konuşma dilinin bütün inceliklerini, kılcallarını içinde taşıyan bir dil vardır. Yazar miktarınca ve perdeli bir şekilde kullanılınca“argo”nun hikâye diline nasıl zenginlik kattığını somutlar. Sıkça deyimlere, atasözlerine, tekerlemelere, ikilemelere başvurur. Tufandan Önce’de rahat, sürükleyici ve sohbet havasında bir tarz vardır. Zaten o âdeta hikâye yazmaz, anlatır. Önceki eserlerinde görülen hikmetli deyiş, tasavvufî üsluptan ziyade bu eserinde mizah ve hiciv üslubu hâkimdir. Aynı kitapta yazarın ressamlığının ve gözlem gücünün bir yansıması olarak da değerlendirebileceğimiz, olayları resmeden sinematografik bir anlatıma da şahit oluruz. Kısacası Türk edebiyatının iki özgün kaleminin olgunluk dönemi verimleri arasında yer alan Yağmur Beklerken ve Tufandan Önce’de oturmuş, yazarını imleyen bir dil ve üslubun varlığından rahatlıkla söz edebiliriz.
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 93
SONUÇ Çalışmamıza başlarken, amacımızın “etki avcılığı”na çıkmak olmadığını sadece “bir eseri başka bireserle kısmen izah etmek imkânını veren zarurî bir hareket noktası” olarak benimsenen mukayeseli edebiyatın yöntemi karşılaştırmayı kullanacağımızı belirtmiştik (Tieghem, 1973: 14). İki eseri birlikte düşünüp değerlendirmenin sağladığı “eleştirel mesafe ve nesnellik” ile Yağmur Beklerken ve Tufandan Önce’yi karşılaştırarak tahlil etmeye çalıştık ve şu sonuçlara ulaştık (Aytaç, 2003b: 105): Uzun hikâyenin romandan farkı, seksen sayfanın ya da on bin kelimenin altında olması gibi hacme dayalı ölçütlerden çok eserin yapısıyla ilgilidir. Uzun hikâye hacmi ne olursa olsun, romanda bulunması gereken“tahlilî komplekslik”e izin vermez. Çoğunlukla vak’a tek bir damardan, yalınkat olarak işlenir. Metrekareleri aynı olsa da uzun hikayenin evi romana göre daha sadedir, bölmeleri azdır. Hacim olarak rahatlıkla roman sayılabilecek olan Tufandan Önce, Yağmur Beklerken’le kıyaslandığında bu açıkça görülür. Eserlerde kullanılan anlatım tutumuna bakıldığında, tenkit edici bakış açısı iki eser için de hâkim tutumdur. Tufandan Önce’de tenkide ironi de eşlik eder. Yağmur Beklerken’de edebî türün de bir imkânı olarak tahlil edici yaklaşımınTufandan Önce’ye göre daha fazla yer aldığı görülür. Tespit, teklif, telkin edici tavırlara iki eserde de rastlanır. Teklif ve telkin edici bölümleri Kur’an’dan farklı ayetlerle de olsa desteklemek iki eserin ortak noktalarındandır. Hem Yağmur Beklerken’in hem de Tufandan Önce’nin anlatıcısı propaganda yapmaz, objektif tavırla, kahramanlarına karşı eşit mesafede olmaya gayret gösterirler. Teklik üçüncü şahsın kullanıldığı eserlerde hakim bakış açısına başvurulmuştur. Yağmur Beklerken genel olarak klasik bir vak’aya sahiptir. Monolog, geriye dönüş, şuur akışı gibi tekniklerin de kullanıldığı romanda ara düğümler, ana düğüm çevresinde ustalıkla kurgulanarak başarılı bir vak’a tertibi sergilenmiştir. Hitabet, hatıra gibi takdim tarzlarının kullanıldığı eserde sosyal tenkit hâkim tutumdur. Tek bir vak’a etrafında farklı tabloların resmedildiği Tufandan Önce, anlatım teknikleri açısından oldukça farklı ve zengin bir yapıya sahiptir. İç çözümleme, monolog, geriye dönüş, şuur akışı gibi modern hikaye teknikleri yanında; okura hitap, hikaye kahramanıyla sohbet etme, Ahmet Mithat Efendivari araya girip açıklamalar yapma gibi halk hikayeciliği anlatımından da yararlanılır. Mustafa Kutlu gelenekle moderni mezcederek kendine has bir tarz yakalamıştır. Tufandan Önce’nin hâkim takdim tarzı da ironiyle karışık sosyal tenkittir. İki eserin figüratif yapısı hem sayı hem temsil bakımından birbirine çok benzemektedir. Yağmur Beklerken’de yer alan hemen her figürün benzerini Tufandan Önce’de görmek mümkündür. Bu benzerlik mekan ve konu ortaklığının yanı sıra yazarların biyografik müşterekliklerinin bir sonucu olarak da
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 94
düşünülebilir. Yağmur Beklerken’de kişiler tahlile dayalı olarak daha ayrıntılı sunulmuştur. 8 Ağustos-17 Kasım 1930 tarihleri arasında, çok partili demokrasiye geçme çabasının bir tecrübesi olan Serbest Fırka’nın konu edildiği Yağmur Beklerken’devak’a zamanı yirmi-yirmibeş günlük bir süreyi kapsar. 2000’li yıllardan sonrasını resmeden Tufandan Önce’de ise vak’a zamanı iki günle sınırlıdır. İki eserde de olaylar adı verilmeyen küçük bir Anadolu kasabasında cereyan eder. Mekân unsurlarının tasvirleri ve işlevleri paraleldir. Eserdeki mekân ortaklığı, müşterek hayatın ve karakterlerin zeminini oluşturur. Muhteva açısından da iki eserde pek çok ortak motiflere rastlanır. Yağmur Beklerken’de Serbest Fırka’nın kurulması kuraklıkla birlikte sunulur. Tufandan Önce’de ise siyasi çıkar amacıyla yapılacak bir tesisin temel atma töreni çevresinde gelişen olaylar vardır. Siyaset, sosyal değişim, kültürel farklılaşma, aydın–halk münasebeti, köylü–kentli ilişkisi, din, aile, aşk, tabiat, mizaç, gibi kavramların benzer şekilde işlendiği ve bu kavramlara ilişkin yapılan çözümlemelerin, getirilen tekliflerin örtüştüğü görülmektedir. İki eserin de “tufan”la son bulması ilginç benzerliklerden biridir. Hem Tarık Buğra’nın hem de Mustafa Kutlu’nun olgunluk dönemi verimleri arasında yer alan eserlerde, yatağını bulmuş, sahibini işaret eden bir dil ve üslubun varlığı görülmektedir. Yağmur Beklerken’in anlatıcısı İstanbul Türkçesiyle konuşurken roman kişileri başarılı biçimde mahalliağızla konuşturulur. Yazar kişileri dillendirirken yapaylığa düşmemiştir. Eserde eleştirel, hitabet, hiciv üslubuyla birliktegenelde sanatkârane bir tarz görülür. Benzer bir durum Tufandan Önce için de geçerlidir. Fakat burada, diğerinden daha belirgin olarak, konuşma dili öne çıkar. Hikâye okuyordan ziyade dinliyormuşsunuz izlenimi vardır. Deyimlerin, atasözlerin, tekerlemelerin, ikilemelerinçokça kullanıldığı eserde sohbet havasıyla birlikte mizah ve hiciv üslubu dikkat çeker. Son olarak, Yağmur Beklerken ile Tufandan Önce arasında hem içerik hem de içeriğin işlenmesinde birçok benzerlikler kurulabilir. Ancak Mustafa Kutlu’nun alıntı yaptığını ya da bire bir etkilendiğini söylemek mümkün değildir. Zira Tufandan Önce tamamen özgün, kendi üslubunu ele veren, Türk hikâyeciliği için önemli bir eserdir.
KAYNAKÇA AKTAŞ,Şerif, (2000),Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Ankara:Akçağ Yay. AKTAŞ, Ümit, (2003-2004, KİTAPHABER, S.19, s.77.
Aralık-Ocak),
“Mustafa
Kutlu
Öyküleri”,
“Yağmur Beklerken” Adlı Roman İle “Tufandan Önce” Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme _________ 95
ALPER, Feridun, (1993), Tarık Buğra Hayatı, Sanatı ve Eserleri, Erzurum: Atatürk Üniversitesi, (Yayımlanmamış doktora tezi). AYÇİL, Ali, (Aralık-Ocak, 2003-2004),“Bağını Bağban”,KİTAPHABER, S.19, s.34-35.
Bozdurmayan
AYKUT, Kemal- ÖZCAN, Nusret,(2001),Mustafa Kutlu Kitabı, İstanbul: Nehir Yay. AYTAÇ, Gürsel, (2003a),Genel Edebiyat Bilimi, İstanbul: Say Yay. ____________, (2003b),Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, İstanbul: Say Yay. AYVAZOĞLU, Beşir, (2006),Büyük Ağa Tarık Buğra, İstanbul: Kapı Yay. BUĞRA, Tarık,(1992), Politika Dışı, İstanbul: Ötüken Neşriyat. ____________, (2005),Yağmur Beklerken, İstanbul: İletişim Yay. ____________, (2008), Düşman Kazanmak Sanatı, İstanbul: Ötüken Neşriyat. COŞKUN, Sezai,(Ağustos,2004), “Tufandan Denemesi”, Dergâh, S. 174, s.19-21.
Önce
Üzerine
Çözümleme
ÇETİN, Nurullah, (2005),Roman Çözümleme Yöntemi, Ankara: Öncü Basımevi. DİRİN, İlyas, (2002), Tarık Buğranın Romanlarında Yakın Dönem Türk Siyasi Hayatı, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). GÜNDÜZ, Osman, (2006),“ Roman, 1960 Sonrası”, Türk Edebiyatı Tarihi, C. 4, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. KAPLAN, Mehmet, (Mayıs, 1982), “Yağmur Beklerken”, Türk Edebiyatı, S.103, s.18-21. KARACA, Alâaddin, (2004, Şubat),“Tufandan Önce Ekseninde Mustafa Kutlu’nun Hikâyelerindeki Değişime Bir Bakış”, Türk Edebiyatı, S.364, s.62-66. KARATAŞ, Turan, (2004),Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Ankara: Akçağ Yay. KUTLU, Mustafa,(2003),Tufandan Önce, İstanbul: Dergâh Yay. NACİ, Fethi, (Nisan, 1982),“Serbest Fırka Karşısında İki Romancı: Kemal Tahir ve Tarık Buğra…”, Hürriyet GÖSTERİ, S.17, s.22-25. NİYAZİ, Mehmet, (2003.05.22), “Tufandan Önce”, Zaman. ÖNAL, Mehmet, (1996),“Tahkiyeli Eserleri Tahlil Plânı Hakkında Bir Deneme”, Prof. Dr. Umay Günay’a Armağan Kitabı, Ankara: FeryalMatb. _____________, (2009), En Uzun Asrına Edebiyatına Teorik Bir Yaklaşım İkinci Kitap, Ankara: Akçağ Yay.
_________________________________________________________ Mehmet BAŞTÜRK 96
ÖZDEMİR, Cihan, (Mayıs-Haziran, 2000), “Roman Nedir”, Türk Yurdu Türk Romanı Özel Sayısı, S. 153-154. ÖZGÜL, Kayahan,(2003), Kandille İskandil, Ankara: Hece Yay. _______________,(2006, Ekim-Kasım),“ Hikâyenin Romanı ”, Hece Dergisi Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, S. 46-47,s.33-41. SAĞLIK, Şaban, (2003-2004, Aralık-Ocak), “Ehl-i Suhan Yahut ‘Tufandan Önce’ nin Anlatıcısı”, KİTAPHABER, S.19, s.40-45. SAZYEK, Hakan, (2002, Mayıs-Haziran-Temmuz), “Türk Romanında Postmodernist Yöntemler ve Yönelimler”, Hece Dergisi Türk RomanıÖzel Sayısı, S.65-66-67, s.493-509. TEKİN, Mehmet, (2009), Roman Sanatı Romanın Unsurları, İstanbul: Ötüken Neşriyat. TIEGHEM, Paul Van, (1973),Mukayeseli Edebiyat, (Çev. Yusuf Şerif Kılıçel), Ankara: Maarif Matb. TONGA, Necati, (2005),Hikayeciliğimizdeki Zenginlik Mustafa Kutlu ve Yoksulluk İçimizde, Ankara:Akçağ Yay. TOSUN, Necip, (2002, Mayıs-Haziran-Temmuz), “Öykü ve Roman Farklılaşması Üzerine Notlar”, Hece Dergisi Türk RomanıÖzelSayısı, S.65-66-67, s.240246. TUNCER, Hüseyin,(1988), Tarık Buğra, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. TURAL, Sadık, (2006), Sorulara Cevaplar, Ankara: Yüce Erek Yay. Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi, (1990),Cilt 7, İstanbul: Dergâh Yay. Türkçe Sözlük, (1998),Ankara: TDK Yay. UÇAN, Hilmi, (Nisan, 2000),“Batı’da ve Bizde Roman, Öykü, Anlatı Teknikleri ve Bir Mustafa Kutlu Öyküsü: Bu Böyledir”, Hece, S.40, s.43-53. YALÇIN, Alemdar, (1985)“1984’te Roman, Yağmur Beklerken, Dönemeçte”, Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, FeryalMatb. YILDIRIM, Ercan, (Aralık-Ocak, 2003-2004),“ Mustafa Kutlu’nun Hikayesi’nde (Değişen) Anlatım Özellikleri”, KİTAPHABER, S.19, s.50-73.
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 97–111
ROMA CUMHURİYETİ’NİN ANADOLU POLİTİKASI VE PERGAMON (BERGAMA) KRALLIĞI’NIN ROLÜ Yrd. Doç. Dr. Mehmet KURT Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mehmetkurt@kmu.edu.tr
Özet Roma’nın Doğu Akdeniz politikasının oluşumunda ve Anadolu’da kurmayı düşündüğü idarî düzende en büyük rolü Pergamon Krallığı üstlenmiştir. Bu krallık, Roma’nın hassas dengeler üzerine kurulmuş doğu siyasetinin en büyük politik aktörü olmuştur. Apameia Barışı’ndan sonra Pergamon’a verdikleri statü sayesinde Romalılar, hiç sorumluluk almaksızın Anadolu’yu kendi çıkarları doğrultusunda uzun süre idare edebilmişlerdir. Pydna Savaşı ise, Roma’nın doğu politikası ve diplomasi anlayışında çok büyük bir değişikliği beraberinde getirmiştir. Roma, söz konusu savaşa kadar Hellenistik devletlere karşı yerli dost devletleri destekleyerek, çıkarları doğrultusunda bir denge kuruyordu. Sözü edilen savaşla son Hellenistik devlet olan Makedonya ortadan kalkınca, doğuda fetih politikası izlemeye başladı. Bu makalenin amacı, Roma’nın Hellenistik Dönem Anadolu politikaları içerisinde Pergamon’un rolüne ve Roma-Pergamon ilişkilerinin Anadolu’nun şekillenmesindeki yerine tarihsel bir bakıştır. Anahtar Kelimeler: Roma Cumhuriyeti, Pergamon Krallığı, Anadolu, Apameia Barışı, Hellenistik Dönem
ROMAN REPUBLIC’S ANATOLIA POLICY AND THE ROLE OF THE PERGAMON (BERGAMA) KINGDOM Abstract Pergamon Kingdom commited the biggest role in the establishment of the Roman policy for Eastern Mediterranean and in the administrational arrangement they planning to set up in Anatolia. This Kingdom had been the biggest political actor in the eastern policy of Rome, which was established on the delicate balances. Thanks to the status they granted to Pergamon after the Apameia Peace, the Romans could rule Anatolia for a long time in their own interest without taking any responsibilities. On the other hand, Pydna War brought a vast change in the eastern policy and diplomacy understanding of Rome. Until the said war, Rome was establishing a balance in its own interests boyunca supporting the local associates against the Hellenistic states. When the last of the Hellenistic states, Macedonia disappeared with the said war, Rome started to follow an invasion policy in the East. The aim of this article is to provide a historical insight into the role of Pergamon within the Anatolia policies of Rome during the Hellenistic Period and the stats of RomePergamon relations in shaping Anatolia. Key Words: Roman Republic, Pergamon Kingdom, Anatolia, Apameia Peace, Hellenistic Period.
_________________________________________________________ Mehmet KURT 98 GİRİŞ Büyük İskender’in generallerinden Lysimakhos, M.Ö. 301 yılındaki İpsos Savaşı ile Pergamon (Bergama) Kalesi’ni ele geçirmiş, muhafızlığını da Philetairos adlı subaya vermişti (Günaltay, 1987: 222). Stratejik bir konuma sahip olan kale, söz konusu tarihten itibaren askerî ve siyasî bir öneme sahip olmuştur. M.Ö. 281 yılındaki Kurupedion Savaşı sonunda Lysimakhos sülâlesi tarihe karışınca, Anadolu’da, Seleukoslar hâkimiyeti (M.Ö. 281-M.Ö. 63) başladı. Anadolu, Seleukoslar idaresinin hemen başlarında ulusal krallıkların kurulmaya başlanması sonucu, siyasal olarak tarihinin en karışık dönemlerinden birisini yaşamıştır. Bu krallıklardan birisi ve belki de en önemlisi de Pergamon Krallığı’dır (Özsait, 1982: 494). Pergamon Krallığı’nın, Anadolu kıyılarını yağmalayan Galatlar’ı iç bölgelere sürmekle başlayan mücadeleleri, burada hatırı sayılır bir politik güç olarak ortaya çıkmalarında önemli etken olmuştur. Çünkü onlar, vermiş oldukları mücadelelerle yalnız kendilerini değil, bütün Batı Anadolu’yu da Galat istilâsından korumuşlardır (Mansel, 1988: 473)1. Galatlar tehlikesini atlatan Pergamon Kralı I. Eumenes (M.Ö. 263-241) için, Anadolu’da bir diğer önemli tehlike de hiç şüphesiz Seleukoslar’dı. Pergamon kralı, onlardan gelecek olası bir saldırıya karşı Anadolu’daki diğer krallıkların desteğini almayı başarmış ve III. Antiokhos’a karşı bir cephe oluşturmuştur. Sardes Savaşı (M.Ö. 262), Pergamon ile Seleukoslar’ın bağlarını tamamen koparmış ve Seleukoslar’ın, batıda Pergamon lehine önemli ölçüde toprak kaybına uğramaları sonucunu doğurmuştur (Strabon, XIII, 4, 2). Pergamon’un varlığını koruması ve nüfuzunu artırması, her şeyden önce, Seleukoslar’ın Asya’da zayıflatılmasına bağlıydı. Bunun için I. Attalos (M.Ö. 241197), dönemin iki “süper gücü” olan Seleukoslar ve Romalılar karşısında başarılı bir denge politikası izlemiştir (Günaltay, 1987: 230). Suriye devletindeki aile kavgasından azami derecede faydalanma yoluna giden Attalos, Akhaios’a karşı III. Antiokhos ile ittifak yapmıştır. Çünkü mücadeleyi Akhaios’un kazanması durumunda Pergamon’a da hâkim olmak isteyeceği şüphesizdi. Seleukoslar cephesinde ise Antiokhos, başlangıçta bir düşmanla ittifak yaparak kardeşine karşı çarpışmayı tercih etmemişti. Ne var ki M.Ö. 216 yılında Attalos ile gerçekleştirdiği ittifak sonucunda Akhaios’un yenilmesiyle, Anadolu’daki Seleukoslar topraklarında egemenliğini yeniden sağlamıştır (Özsait, 1982: 299). Akhaios’un ortadan kaldırılmasından sonra, Pergamon için III. Antiokhos tehlikesi baş göstermiştir. Attalos, III. Antiokhos’un Akhaios ile mücadelesinden faydalanmak suretiyle topraklarını genişletmişti. Bunun için, Seleukoslar kralının kendisinden bu davranışın hesabını soracağı korkusuna kapıldı. Roma’nın yardımını sağlamaksızın Seleukoslar’la başa çıkamayacağını da çok iyi biliyordu (Demircioğlu, 1987: 309). İşte oluşan bu yeni siyasî tablo, Attalos’u o zamanlar Anadolu’dan çok uzak mesafede bir devlet olan Roma’ya yaklaşmaya ve dostça __________ 1 Orta Anadolu’nun siyasal ve sosyal gelişimindeki olumsuz etkileri yanında, Roma’nın Anadolu politikalarında küçümsenemeyecek bir rol oynamış olan Galatlar için bkz. Lequenne, 1991: 54 vd.; Arslan, 2000: 39 vd.; Kaya, 2005b: 41 vd.
Roma Cumhuriyeti’nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı’nın Rolü ______________99
ilişkiler kurmaya zorlamıştır. Pergamon’un Roma ile bu şekilde yakınlaşması, sadece Pergamon Krallığı için değil, genel olarak bütün Anadolu için önemli sonuçlar doğurmuştur. 1. ROMA’NIN ANADOLU POLİTİKASI VE ROMA-PERGAMON İLİŞKİLERİ Roma’nın Anadolu ve Pergamon Krallığı ile doğrudan ilişkisi, M.Ö. 205 yılında Makedonya kralı Philippos ile yapmış olduğu Phonike antlaşmasıyla başlamıştır. Zira söz konusu antlaşmada Pergamon kralı I. Attalos, Roma’nın müttefiki olarak antlaşmaya imza atmıştır (Kaya, 1996: 211). Aslında Attalos’un korkusu, sadece III. Antiokhos’tan kaynaklanmıyordu. O, aynı zamanda Makedonya Kralı V. Philippos’un Ege’ye hâkim olma emellerinden de endişe duyuyordu. Pergamon, kuvvetli bir donanmaya ve Ege’de ticarî çıkarlara sahipti. Bu açıdan burada Makedonya kralı aleyhine oluşturulacak koalisyon, Pergamon kralı açısından hayatî bir önem taşımaktaydı (Demircioğlu, 1987: 293). Komşusu ve aynı zamanda rakibi durumunda bulunan Bithynia kralı I. Prusias’ın, akrabası olan V. Philippos’un tarafını tutmasının da etkisiyle, Roma ile ittifak yaptı. Aynı ilişkinin kültürel boyuta da taşındığı anlaşılmaktadır. Çünkü M.Ö. 205 yılında Pessinus (Ballıhisar)’da ana tanrıça olarak tapınılan siyah gök taşı, I. Attalos’un aracılığıyla Roma’ya götürülmüştür (Strabon, XII, 5, 3). M.Ö. 202 yılındaki Zama Savaşı’nda, en büyük düşmanı Kartaca kralı Hannibal’i yenen Roma, yapılan barışla tüm Batı Akdeniz’e sahip olmuş, doğu sorunlarını daha yakından izleme fırsatı elde etmiştir. Ayrıca M.Ö. 201’de Attalos’un Roma’ya göndermiş olduğu elçilerin etkisiyle senatörler, Anadolu’nun Roma dış politikasının dışında tutulamayacağı kanaatine varmışlardır. Pergamon ve Rodos elçilerinin amaçlarıysa, Anadolu’daki gelişmelere kayıtsız kalan Roma’yı korkutarak harekete geçirebilmekti. Bunun için iki devlet elçileri, Makedonya kralı V. Philippos ile Seleukoslar kralı III. Antiokhos’un Mısır Krallığı’nı paylaşmak için gizlice anlaştıkları yalanına senato üyelerini inandırmışlardır. İki doğulu kralın birleşerek, İtalya’yı istilâ edebileceğinden korkan senatörler, Anadolu ile ilgili sorunlara ilk kez doğrudan ve diplomasi aracılığıyla müdahaleye karar vermişlerdir (Kaya, 1996: 213). Bu şekilde elverişli bir ortam yakalayan Roma, doğudaki mevcut dengenin bozulmasına engel olmak için V. Philippos’a savaş açma kararı almıştır. Dünya tarihi açısından son derece önemli sonuçlar doğuracak olan bu karar, Roma’nın Doğu Akdeniz işlerine karışmasının ve ondan sonra izlediği doğu politikalarının temelini oluşturmuştur. Roma, bu tarihten itibaren doğu için önce himaye ve sonra da fetih politikası izlemiştir ki bu iki politika arasında sadece bir aşama farkı vardır (Mansel, 1988: 481)2. __________ 2
III. Makedonya Savaşı’na kadar Anadolu’ya yönelik Roma politikası, Makedonya kralı Philippos ve Seleukoslar kralı III. Antiokhos ile yapılan savaşlar çerçevesinde şekillenmiştir. Özellikle Magnesia (Manisa) Savaşı ve sonucunda imzalanan Apameia Barışı, söz konusu politikanın oluşumunda önemli bir yer tutar. Bu savaş sırasında Pergamon ve Rodos gibi Roma müttefikleri ödüllendirilir ve himaye edilirken, aksi hareket edenler cezalandırılmıştır. İşte Anadolu’daki siyasî bölünmüşlüğün devamını
_________________________________________________________ Mehmet KURT 100 2. III. MAKEDONYA SAVAŞI’NA KADAR ANADOLU’YA YÖNELİK ROMA POLİTİKASI VE PERGAMON KRALLIĞI Roma-Makedonya savaşının –en azından ilk aşamalarında- Pergamon Krallığı ile hiçbir ilgisi yoktu. Ege’de bir imparatorluk kurma peşinde olan V. Philippos, boğazların Anadolu yakasında almış olduğu bazı yerleri Bithynia kralı I. Prusias’a verdi. Makedonya kralı, bu hareketiyle Ege Denizi’nin güvenliğini ve boğazların serbestliğini ihlâl etmiş oluyordu. Öteden beri boğazların serbestliği üzerine bir politika izleyen Rodos, V. Philippos’a savaş açınca, Ege ve boğazlarla yakından ilgilenen Pergamon da ister istemez eski düşmanı Rodos’un yanında yer aldı. Öte yandan Pergamon’un, rakibi Bithynia’nın buralarda genişlemesine tahammülü yoktu. Ayrıca Pergamon kralı, Seleukosların faaliyetlerinden de huzursuzluk duyuyor, iki cephede birden hücuma uğramaktan endişe ediyordu. Ve belki de en önemlisi, Anadolu’daki Hellen hürriyetinin savunuculuğuna soyunan Attalos’un Makedonya’nın söz konusu tecavüzlerine göz yumması düşünülemezdi (Demircioğlu, 1987: 301). Ancak Pergamon’un bu şekilde işe karışması, Makedonya’nın Ege’de hâkimiyet kurma planlarının önemli ve kapsamlı bir mahiyet almasıyla sonuçlanmıştır. Attalos ve Rodoslular, Anadolu’nun geleceğini çok yakından ilgilendiren bir adım atmışlar, gönderdikleri elçiler aracılığıyla V. Philippos’a karşı Roma’dan yardım istemişlerdir (Livius, XXXI, 2, 1). I. Attalos, kendisi için potansiyel iki tehlike olan V. Philippos ve Seleukoslar’ı etkisiz hale getirecek tek güç olarak Roma’yı görmekteydi. Doğuda kendisine rakip olabilecek bir gücün ortaya çıkması ve bunun sonucunda devletler arasında mevcut siyasî dengenin bozulması endişesi taşıyan Roma, yardım isteğini tereddütsüz kabul etmiştir. II. Makedonya Savaşı (M.Ö. 200-197), Rodos ve Pergamon’un Roma’nın yanında yer alması sonucu V. Philippos’un ağır yenilgisiyle sonuçlanmıştır (Livius, XXXIII, 3-10; Özsait, 1982: 299). Pergamon ile Roma’nın bu devirde oluşturdukları dostluk, Romalıların Anadolu’daki ağırlıklarını giderek artırmaları ve Pergamon Krallığı’nın yıkılışından sonra tüm Batı Anadolu’ya egemen olmalarının ilk adımı olduğu için, Anadolu tarihinde büyük öneme sahiptir (Malay, 1987: 16). Söz konusu savaş, Roma’nın tarihte ilk defa olarak, Makedonya’ya karşı Anadolu’daki Hellenistik devletlerin bağımsızlıklarının savunucusu rolüyle ortaya çıkması sonucunu da doğurmuştur (Demircioğlu, 1987: 325). M.Ö. 196 yılında yapılan Tepme Barışı’ndan sonra kendi kabuğuna çekilmek zorunda bırakılan Makedonya; Anadolu, boğazlar, Ege ve Hellas’ta bir karışıklık unsuru olmaktan çıkartıldığı için, her şey Roma’nın istediği şekilde gerçekleşmişti. Fakat Philippos’tan alınan yerlerde istikrarın devamı için yeni bir takım önlemler almanın gerekliliğinin de farkındaydı. Roma, doğunun büyük Hellenistik devletleriyle mücadeleyi, küçük devletlerin koruyucusu sıfatıyla yapma sağlama, diplomatik olarak Grek şehirlerine özgürlük tanıma bahanesiyle yerli dost ve müttefikler edinme ve nihayet Avrupa’daki egemenliğini tehdit edecek bir güçlü krallığın ortaya çıkmasını engelleme gibi değişik amaç ve stratejiler içeren Roma politikası için bkz. Kaya, 1996: 211-236.
Roma Cumhuriyeti’nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı’nın Rolü ______________ 101
temeline dayanan klâsik doğu politikasını uygulamaya koydu. Doğudan gelecek bir tehlikeyi önlemek için, buradaki yerli şehir ve krallıklarla bir denge kurmayı hedefleyen Roma, şimdilik bir ilhak düşünmüyordu (Demircioğlu, 1987: 314). Makedonya halkının Anadolu’daki emellerinden vazgeçerek ülkelerine çekilmek zorunda bırakıldığı II. Makedonya Savaşı süresince, Pergamon kralı Attalos’un Roma ordularını kararlı bir şekilde desteklediği görülmektedir. Pergamon’un bu şekilde olaya müdahil olması, Roma-Makedonya çatışmasının etkisinin Anadolu’ya kadar yayılmasına sebep olmuştur. Roma’nın Hannibal ve V. Philippos ile yaptığı savaşlardaki tutumuyla Attalos, önemli bir mevki edinmiş ve Roma dostu olarak tanınmıştır. Böylece Roma’nın Anadolu’da kurmayı planladığı idarî düzende söz sahipliği elde etti ve imza koyucular arasında yer aldı (Magie, 2001: 26). Bu şekilde Pergamon, Roma’nın himaye veya dolaylı hâkimiyet esasına dayanan Doğu Akdeniz politikasının oluşumunda da önemli bir yer tutmuştur. II. Eumenes (M.Ö. 197-159)’in de Roma ile ittifak ve işbirliğine büyük önem verdiği anlaşılmaktadır. Aslında onun Roma ile bu kadar yakınlaşması, Seleukoslar kralı III. Antiokhos’un bölgedeki faaliyetlerinin doğal bir sonucuydu. III. Antiokhos, M.Ö. 202-198 yılları arasında Suriye seferiyle uğraştığı için, Anadolu’da gelişen olayların dışında kalmıştır. M.Ö. 200 yılında kendisine gönderilen Roma elçilerinin ikiyüzlülüğünü anlayamamış, Roma’nın kendisine karşı izlediği politikanın zaman kazanmaya yönelik geçici dostluk politikası olduğunu kavrayamamıştır (Kaya, 1996: 217). Nitekim M.Ö. 196 yılında Korinthos’ta düzenlenen konferansta, elçilerine III. Antiokhos’un Anadolu’nun batısındaki tüm Grek şehirlerinden elini çekmesi ve Avrupa’ya geçmemesi konusunda uyarılması, dostluk politikasının geçici olduğunun ilk somut örneğini oluşturmuştur. Aslında “İkinci İskender” olmak düşüncesiyle hareket ederek yapmış olduğu fetihlerle “Büyük” unvanını fazlasıyla hak etmiş olan Antiokhos, M.Ö. 196 ilkbaharında atası I. Seleukos’un imparatorluğunu batıda yeniden canlandırma planını uygulamaya koydu. Suriye kralının nihaî hedefi, Marmara Havzası’na hâkim olmak ve boğazları kontrolüne geçirmekti. Antiokhos’un bu amaçlarına ulaşması durumunda İtalya için tehlikeli bir komşu olacağından kaygılanan Roma, görünüşte Hellenlerin koruyuculuğuna soyunarak, gerçekte ise tamamen kendi çıkarlarını düşünerek, Anadolu’daki Hellen şehirlerinden gelen himaye isteğini hemen kabul etti3. Fakat o sıralarda Kuzey İtalya ve İspanya’da yaşadığı sorunlar nedeniyle işin öncelikle diplomasi yoluyla halline çalıştı. Antiokhos’a gönderdiği elçiler aracılığıyla Avrupa’dan çekilmesini ve Anadolu’daki Hellen şehirlerine dokunmamasını istedi (Demircioğlu, 1987: 328). Diplomatik yollardan hiçbir sonuç elde edemeyen Roma’nın, ordularını Hellas’tan geri çekmesi, Antiokhos’u cesaretlendirdi. Suriye kralı, M.Ö. 193’te __________ 3
Roma’nın Akdeniz dünyasının güçlü devletlerinden gelecek tehlikelere karşı, küçük devletlerle bir denge oluşturmayı amaçladığı ve protektorluk olarak adlandırdığı dolaylı himaye sistemi konusunda bkz. Magie, 2001: 23.
_________________________________________________________ Mehmet KURT 102 ittifak ve dostluk antlaşması yapmak üzere, Roma’ya elçiler yolladı. Antiokhos’un bu beklenmedik hamlesi, Roma’yı zor durumda bıraktı. Zira böyle bir antlaşmayı kabul etmesi, mevcut durumu tanıması anlamına geleceği gibi, Suriye kralını daha da yüreklendirecekti. Reddetmesi durumunda ortaya çıkacak gelişmelere de hazır değildi. Roma, sonunda bir orta yol bularak şartların olgunlaştığı müsait bir zamana kadar işi oylama siyaseti izlemeyi tercih etti. Antiokhos ile ancak boğazlardan ve Avrupa’dan çekilmesi şartıyla bir ittifak ve dostluk antlaşması yapabileceğini bildirdi. Antiokhos’un elçilerinin böyle bir yetkilerinin olmadığı biçimindeki cevabı, tam da Roma’nın istediği bir durumdu. Bu şekilde sorunu sürüncemede bıraktı ve istediği de yerine gelmiş oldu (Demircioğlu, 1987: 328). III. Antiokhos’un bütün bu faaliyetlerini göz ardı edemeyeceklerden birisi de hiç şüphesiz Pergamon idi. II. Eumenes’in Roma-Seleukoslar mücadelesinde tutacağı taraf konusunda ciddi bir açmazın içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Pergamon kralı, Roma’nın er ya da geç Anadolu’ya geçeceğini sezdiğinden, Suriye kralıyla aynı kaderi paylaşmak istememiş olmalıdır. Öte yandan Antiokhos’un boğazlara ve Marmara Havzası’na sahip olması durumunda, kendi krallığının bu coğrafyadaki öneminin azalacağını da biliyordu. III. Antiokhos’un kazanması durumunda kendi krallığının küçüleceği ve Anadolu’da ikinci derecede bir devlet durumuna geleceği konusunda da ciddi endişeleri vardı (Piganiol, 1939: 113). Zaten ailesiyle Seleukoslar arasında mevcut olan ve kökleri çok eskilere dayanan düşmanlık da ona, olası bir savaşta Roma tarafında yer alması gerektiği konusunda bir fikir veriyordu. İşte bu nedenle II. Eumenes, Antiokhos’un kızını vermek suretiyle önerdiği siyasî evlilik temeline dayalı ittifak teklifini geri çevirmekle kalmamış, Roma’yı Antiokhos’a karşı savaşa da kışkırtmıştır (Livius, XXXV, 13, 7; Magie, 2001: 39). Roma ordusu karşısında geri çekilmek zorunda kalan III. Antiokhos, Avrupa’dan çekilme şartını kabul ettiyse de onun Torosların ötesine çekilmesini isteyen Roma tarafından kabul edilmemiştir. Roma, M.Ö. 190 yılı sonlarında Batı Anadolu’da Sipylos Dağı (Yamanlar Dağı) yakınlarındaki Magnesia ad Sipylum kentinin kuzeyinde yapılan savaşta Seleukoslar kralı III. Antiokhos’u büyük bir bozguna uğrattı (Akşit, 1983: 75 vd.)4. Roma’nın bir Hellenistik krallıkla yaptığı bu savaş, Anadolu’yu tanıması açısından bir dönüm noktası olmuştur. Roma’nın Anadolu ile M.Ö. 205’den beri var olan dolaylı ilişkisi, ilk defa doğrudan bir ilişkiye dönüşmüştür (Tekin, 2007: 171). Pergamon kralı II. Eumenes, Roma’nın kazandığı bu savaşta karşısındaki Seleukoslar süvarilerine karşı elde ettiği başarıyla büyük yararlılık göstermişti. Zaferden sonra Pergamon kentinde anıtlar dikilmesi ve adaklar sunulması, bunun en güzel göstergesi sayılmalıdır (Mansel, 1988: 484; Üreten, 2005: 202). II. Eumenes, zaferden hemen sonra Pergamon’un çıkarlarını koruma amacı taşıyan diplomatik bir görevle Roma’ya gitti. Galatlar’ı kesin şekilde yenebilmek amacıyla Roma ordusunun Anadolu’da kalması gerektiğine senatoyu ikna etti (Radt, 2002: 32). II. Eumenes, yardımının karşılığını almak için Roma’ya gittiği zaman, konsül __________ 4
Antik kaynaklarda Magnesia Savaşı için bkz. Livius, XXXVIII, 39; XXXVIII, 48 1-13; Polybios, XXI, 16-17.
Roma Cumhuriyeti’nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı’nın Rolü ______________ 103
Manlius Vulso da Anadolu’ya tayin edildi (Piganiol, 1944: 226). İstisnaî bir şekilde görev süresi uzatılmayan Scipio’nun yerine atanan Roma valisi Manlius Vulso, bu son savaş sırasında Antiokhos’a yardım ettikleri bahanesiyle, Galatlar üzerine cezalandırma seferi düzenledi (M.Ö. 189)5. Onları iki defa yenmesine rağmen, sadece Galatia dışına çıkmamaya zorlayarak, müttefiklerinden aldığı yerleri geri istemesi ve Pergamon kralı ile ittifak yapmayı kabul ettirmekle yetinmesi, tamamen Roma politikasının bir gereğidir (Özsait, 1982: 300). Bu sefer vasıtasıyla Anadolu’nun ortasındaki Galatlar’ı Roma çıkarlarına bağlı duruma getirmiş oldu. Bununla da yetinmeyip, burada yer alan diğer önemli kentlerle aynı doğrultuda ittifaklar geliştirmek suretiyle bir denge oluşturdu. Galatlar için düşünülen bu statü, onları askerî ve siyasî bir oyunla Roma çıkarlarına bağlamanın yanında, Pergamon’a karşı bir denge unsuru haline getirme anlamına geliyordu. Böylece Roma, tüm hâkimiyeti boyunca Anadolu’da uyguladığı güçlü ve baş ağrıtacak krallıklar yerine; başında kendisinin istediği ölçüde otonomiyle donattığı, güvenini kazanmış yerli kralların bulunduğu idarî sistemi uygulamaya koymuş oldu. Magnesia Savaşı sonunda Sardeis’te yapılan ön antlaşmada belirlenen esaslar, yaklaşık bir yıl sonra M.Ö. 188’de Apameia (Dinar)’da düzenlenen barış konferansıyla kesinlik kazandı. Böylece Roma, III. Antiokhos’a isteklerini barış şartları olarak kabul ettirmiş oldu (Memiş, 1993: 76)6. Roma ile Seleukoslar arasında uzun süre büyük gerginliğe sebep olmuş olan mücadeleyi sona erdiren Apameia Barışı, Anadolu’nun politik ve coğrafî çehresinde son derece önemli değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Her şeyden önce III. Antiokhos, Torosların doğusunda kalan Anadolu topraklarını boşaltacak, böylece Roma’nın Seleukoslar’la sınırı, Toros Dağları olacaktı. Antiokhos, gemilerini Sarpedon (İncekum) Burnu’ndan batıya göndermeyeceğini garanti etmiştir (Hild und Hellenkemper, 1990: 31)7. Daha açık bir ifadeyle Seleukoslar kralı, ötesinde Kappadokia Krallığı’nın bulunduğu Toros silsilesinin kuzeyinde ve Halys (Kızılırmak)’in orta kıvrımının batısında yer alan tüm sahalarda hak iddia etmekten vazgeçmek zorunda kalmıştır (Magie, 2001: 40). Ege dünyası ve Anadolu ile bütün bağları kesildiğinden artık bir Hellenistik devlet olma özelliğini de kaybeden Seleukoslar, bir yüzyıldan beri hüküm sürdükleri Anadolu’yu ebediyen terk ettiler. Seleukoslar devletini tamamen ortadan kaldırma fırsatı yakalamış olan Roma’nın böyle bir hareketten kaçınmış olması, izlediği doğu politikasıyla ilgili olmalıdır. Zira antik yazarlardan anlaşıldığına göre, bu dönemde Roma’nın doğu politikası, Seleukoslar’ı Torosların ötesinde tutmak, güçlenmesini önlemek, herhangi bir __________ 5 Bu öç seferi, Roma’nın Anadolu politikası açısından bir ilki de beraberinde getirmiştir. Öyle ki bu tarihe kadar doğrudan hiçbir ilişki kurmadığı Pisidia ve Pamphylia topluluklarına ve Galatlara karşı, Magnesia Savaşı’nda Seleukoslar kralına yardım ettikleri gerekçesiyle bir sefer düzenlemiştir. Gerçek sebebiyse III. Antiokhos’u destekleyen önemli Anadolu kentleriyle antlaşmalar yaparak bir denge politikası izlemek olan Galat seferi için bkz. Arslan, 2000: 96 vd.; Kaya, 2005b: 87 vd. 6 Antlaşma hükümleri için bkz. Polybios, XXI, 43; Livius, XXXVIII, 38; Diodoros, XXI, 10; Magie, 2001: 125 dn. 55; Atlan, 1970: 92; Demircioğlu, 1987: 343. 7 Antik kaynaklar ışığında III. Antiokhos’un terk ettiği bölgenin sınırları konusunda detaylı tartışma ve yorum için bkz. Giovannini, 1982: 224 vd.
_________________________________________________________ Mehmet KURT 104 şekilde batıya doğru genişleyerek Grek dünyasının işlerine müdahale etme imkânını ortadan kaldırmaktı (Polybios, XXI, 43; Livius, XXXVIII, 38). Seleukoslar’ı zayıflatan ve onlardan aldığı toprakları diğer Anadolu krallıkları arasında bölüştüren Roma, Anadolu ile bağını kesmemiş, bilakis sık sık müdahale edebileceği bir ortam hazırlamıştır. Apameia Barışı’nın şartları doğrultusunda Anadolu’ya verilen yeni düzenin gereği Roma, şimdilik batı Anadolu’da bir fetihten kaçınmış, dolaylı hegemonyayı yerleştirmenin gayreti içerisinde olmuştur. M.Ö. II. yüzyıl boyunca Roma’nın Anadolu politikası, buradaki Hellenistik krallıklar arasında status quo’yu korumak esasına dayanmış, kendi aralarında bir birlik oluşturamayan Hellenistik krallıklar da bu politikanın uygulanmasında onların işini kolaylaştırmışlardır. Romalılar, bir yandan söz konusu krallıklar arasındaki güçler dengesini korurken, diğer yandan da onların kendi aralarında hiç eksik olmayan savaşlardan yararlanıyor ve gerektiğinde birbirine düşürüyordu (Arslan, 2003: 93, dn. 12). Bu siyasetin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi ise, güçsüz bir Seleukoslar Devleti’nin devamını gerekli kılıyordu (Özsait, 1982: 303; Demircioğlu, 1987: 341 vd.). Apameia Barışı’nın en ilgi çekici tarafı, Roma’nın Anadolu’dan bir karış bile toprak almaksızın büyük bir nüfuz elde etmesidir. Bol miktarda altın, politik üstünlük ve Akdeniz’de de egemenlik elde etmekle yetinmiştir. Seleukoslar kralı III. Antiokhos’un Anadolu’da terk ettiği topraklar, Roma’nın müttefikleri olan Rodoslular ve Pergamon kralı II. Eumenes arasında paylaştırılmıştır (Reinach, 1895: 73; Magie, 2001: 127 dn. 56). Ancak söz konusu bölüşmede Roma ile yaptığı işbirliğinin karşılığı olarak aslan payını II. Eumenes almıştır. Son bağışla on kat büyüyen krallığı, Bithynia sınırından Büyük Menderes Nehri’ne kadar genişlemiştir. Bu sınırlarla onun ülkesi, Lykia sahilinde Telmessos (Fethiye) kenti ve Milyas dağlık bölgelerinin geniş bölümleriyle birlikte, Orta Anadolu’da Phrygia ve Lykaonia bölgelerini kapsamıştır (Magie, 2001: 41). Ayrıca Pergamon Krallığı aldığı topraklarla stratejik açıdan son derece önemli olan Çanakkale Boğazı’na da hâkim oluyordu. Ancak bu muazzam toprak kazançlarına rağmen Pergamon’un, bağımsızlığı sona ermiş, bundan sonra artık Roma’ya bağımlılık süreci başlamıştı (Radt, 2002: 33). Öte yandan Roma’nın II. Eumenes’in krallığını bu şekilde genişletmesi, tamamen ona duyulan minnettarlığın sonucu değildi. Armağanın gerçek nedeni, uygulamayı düşündüğü dolaylı hâkimiyet politikasının bir parçası ve gereğiydi. Roma, benimsediği bu dolaylı himaye esasına dayanan geçici politikayı hayata geçirebilmek için, Seleukoslarla arasında bir tampon devlet yaratma yoluna gitmiştir. M.Ö. 188-171 yılları arasında kıyasıya uygulanan ve Roma’nın dışarıdan yönetim politikası ve diplomasisinde bir devamlılığın da göstergesi sayılan bu emperyalist politikaya göre Roma’nın başlıca görevi, bu sahalarda barışın sağlanmasını gözetlemekten ibaret olacaktı (Piganiol, 1939: 114). Böylece Batı Anadolu, Roma çıkarına göre yönetilecek, fakat yönetimden dolayı sorumluluk Roma’ya ait olmayacaktı (Magie, 2001: 41). Zaten II. Eumenes’in fazla güçlenmemesi için, denge unsuru olarak Rodos’a da Anadolu’nun batı ve güney
Roma Cumhuriyeti’nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı’nın Rolü ______________ 105
batısında geniş bir toprak parçası verilmiştir (Livius, XXXVII, 38-39, 6; Strabon, XIV, 5, 6). Apameia Barışı’ndan sonra II. Eumenes’in Anadolu’da aktif bir politika takip ettiği görülmektedir. M.Ö. 185’te Mysia8’yı elde etmeye çalışan Bithynia kralı Prusias ile savaştı. M.Ö. 183 yılında Girit kentleriyle yaptığı dostluk ve ittifak antlaşmasıyla prestijini Anadolu sınırlarının ötesine ulaşacak kadar artırdı. Aynı yıl, Galatlara karşı kazandığı parlak zafer sonucu Anadolu siyasî birliğini büyük ölçüde sağlayarak Ön Asya’da hatırı sayılır bir güç haline geldi (Özsait, 1985: 66). Pergamon’un güç kazandığı bu devirde, Pontos kralı Pharnakes de sistemli bir genişleme politikası izlemeye başlamıştı. Endişeye kapılan Rodos ve Pergamon krallıkları, alışılageldiği üzere, derhal Roma’ya başvurarak duruma müdahale etmesini istediler. Pontos Devleti’nin hareketlerini kendi nüfuz sahası dışında algılayan Roma, bu işe ciddi şekilde eğilmedi. Çünkü Anadolu’da izlediği politikanın gereği olarak, Pergamon’u daha fazla büyütecek bir savaşa ciddî şekilde karışmaktan çekiniyor, mevcut dengenin devamını istiyordu. Pergamon, Magnesia savaşı sonrası aldığı topraklar sayesinde Anadolu’nun en büyük Hellenistik devleti durumuna gelmekle birlikte, etnik bakımdan çok sayıda kavmi barındırdığı için, eski sağlam temeli çürümeye başlamış, çevre kavimlerin hedefi durumuna gelmişti (Demircioğlu, 1987: 347). Ülke topraklarının büyük bir kısmı da Roma Cumhuriyet idaresinin geleneksel Anadolu politikalarının bir gereği olarak kontrolü güç alanlardan oluşmaktaydı. Kendi çıkarlarına hizmet edecek büyük bir Pergamon Krallığı meydana getiren Roma, aynı zamanda aşırı güçlenmesini de önlemiş oluyordu. 3. PYDNA (KİTROS) SAVAŞI SONRASI ROMA POLİTİKASI VE PERGAMON KRALLIĞI Bu arada Makedonya tahtına V. Philippos’un yerine oğlu Perseus (M.Ö. 179-168) geçmişti. Makedonya kralı V. Philippos ile olan toprak sorunu nedeniyle Pergamon ile Makedonya’nın arası zaten açıktı. Bu kez de Philippos’un oğlu Perseus’un Pergamon’a karşı koalisyon kurma girişimleri, II. Eumenes’i rahatsız ediyordu (Tekin, 2007: 151). Perseus’un Yunanistan’da aktif bir politika izlemesi ve Rodos ile iyi ilişkiler kurması sonucu yeni bir Roma-Makedonya savaşı başladı. Tarihe III. Makedonya Harbi (M.Ö. 171-168) olarak geçen bu savaş, Perseus’un Pydna’da Roma’lı komutan L. Aemilius Paullus tarafından büyük bir yenilgiye uğratılmasıyla sona erdi (Piganiol, 1944: 233). Makedonya Krallığı ortadan kaldırıldı. İlk defa bu savaşla büyük bir Hellenistik devlet tamamen yıkılarak Roma’nın eline geçmiş oluyordu. Bu olay, Roma’nın tüm Doğu Akdeniz Bölgesi’nde hakem olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır (Demircioğlu, 1987: 380; Arslan, 2000: 120). __________ 8
Balıkesir, Manisa, Bursa, Çanakkale, Kütahya illerini içine alan Mysia ve bölgeye bu adı veren Mysler hakkında geniş bilgi için bkz. Sevin, 2001: 42 vd.
_________________________________________________________ Mehmet KURT 106 Pergamon, III. Makedonya Savaşı (M.Ö. 171-168)’nda Roma’nın yanında yer alırken, Rodos arabulucu rolü üstlendi. Artık doğuda kendisine karşı koyabilecek bir güç kalmayan Roma, doğu politikasını gözden geçirerek bir takım değişikliklere gitmiştir. Her şeyden önce kazandığı bu son zafer, Roma’ya sarsılmış gibi görünen dolaylı hâkimiyet sistemini daha sağlam temellerde dayandırma imkânı sağladı. Öyle ki artık Pergamon ve Rodos’a gereksiniminin azaldığını düşünerek, onları zayıflatma çareleri aramaya koyulmuştur (Özsait, 1982: 301). Bu bağlamda, Rodos’un son Makedonya savaşındaki kuşkulu tutumunu bahane ederek M.Ö. 167 yılında onları etkisiz hale getirdi. Pergamon kralı II. Eumenes’in güçlenmesinden çekindiği için Pergamon-Roma ilişkilerini düzene koymak amacıyla Roma’ya giden II. Eumenes’in kardeşi Attalos’a ayaklanması önerilmiştir. Roma ikili oynuyor ve Anadolu’da rahat hareket edebilmek amacıyla kardeşlerin arasını açma niyetini açığa vuruyordu. Öte yandan Pergamon’a karşı gizlice Galatları kışkırtan Roma, yardım için İtalya’ya gelen II. Eumenes’i Brundisium Limanı’ndan içeri sokmamıştır (Piganiol, 1944: 233). Bundan sonra hiçbir kralın Roma’yı ziyaretine izin verilmeyeceği, görüşmek istediği konuyu görevlendirilen memura ilettikten sonra derhal İtalya’yı terk etmesi gerektiği bildirilmişti (Polybios, XXIX, 6, 4; Magie, 2001: 48). Romalılar, artık kendilerine rahatsızlık veren müttefiklerine baskı yapmak istiyorlardı. Grek kentlerinin Roma korkusuyla II. Eumenes’i terk edeceklerine güveniyor ve onun birleşen Grekler ve Galatlar karşısında yenilgiye uğrayacağını umuyorlardı. Senato, II. Eumenes için bu kararı alırken, Anadolu’da artık güçlü bir devlet istemediği yolundaki iradesini ve politikasını da açığa vurmuş oluyordu. Ancak Grek kentlerinin Galatlar’dan II. Eumenes’in yanında yer alırlarsa korunabilecekleri düşüncesiyle ona bağlılıklarını ifade etmeleri senatonun yanlış hesap yaptığını göstermişti (Radt, 2002: 35). Pergamon kralının Roma’dan gördüğü bu incitici muamele, Anadolu’daki düşmanlarını Pergamon’a karşı etkin bir şekilde cephe almaya yöneltmesi açısından da büyük önem taşımaktadır. M.Ö. 166 yılında II. Eumenes, Galatlar’ı yenmiş, işe karışan Roma, Galatlar’a mevcut sınırlarını çıkmaması şartıyla bağımsızlık vermiştir. Bu süreçte yaşanan olaylar, Roma’nın Anadolu’da hayata geçirmeye çalıştığı yeni politikayı ve bu politikada Pergamon’un durumunu açığa vurması bakımından ilgi çekicidir (Özsait, 1982: 301). Romalılar, ta başından beri İtalya’nın doğu dünyasındaki emniyetini, himaye politikası da denilen dolaylı hükümranlıkta görmüştü. Fakat Anadolu gibi kontrolü güç olan sahalarda, yerleşmeden ve sorumluluk almadan yapılan yönetim, büyük sıkıntıları da beraberinde getiriyordu. Nitekim söz konusu politika, Roma’yı bir siyasî karışıklıktan diğerine götürmüş, her defasında sürekli savaşlar yapmak ve ardından da yeni bir düzen yaratmak zorunda bırakmıştı (Demircioğlu, 1987: 392).
Roma Cumhuriyeti’nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı’nın Rolü ______________ 107
Başlangıçtan itibaren Roma’nın Anadolu’da dost ve müttefik aramasının temel nedeni, Seleukoslar ve Makedonya krallıklarından çekinmesiydi. Birincisi, Apameia Barışı sonucu etkisiz hale getirilmişti. Pydna Savaşı sonucu Makedonya da bir tehdit olmaktan çıkarılınca, Romalıların artık Ege havzasında güçlü bir müttefike bir başka ifadeyle Pergamon Krallığı’na ihtiyacı kalmamıştı. Bunun üzerine Roma, geleneksel Anadolu politikasında değişikliğe gitti. Kısaca “Divide et impera =Böl ve yönet” prensibiyle özetlenebilecek politika, gelecekte kendisi için tehdit oluşturacak güçlü bir krallığın oluşmasını engelleme esasına dayanıyordu (Demircioğlu, 1987: 362; Kaya, 2005b: 108). Bunun için Roma, Anadolu politikasını bir aşama ileriye taşımıştır. İşte M.Ö. II. yüzyılın ortalarında politik amaçların değişmeye başlamasıyla, Anadolu’da dolaylı hükümranlık yerine doğrudan hükümranlık politikasını hayata geçirdi. Roma’nın doğu politikasındaki değişmeden, bilhassa Ege ve Anadolu’daki müttefikleri olan Rodos ve Pergamon zararlı çıktı. Doğudaki hükümranlığı için önemli bir engel teşkil eden Makedonya ortadan kalktığından artık kuvvetli müttefiklere ihtiyaç duymuyordu. Bundan dolayı, kendi eliyle büyüttüğü Pergamon’u küçültmenin ve kral II. Eumenes’i cezalandırmanın yollarını aramaya başladı. II. Eumenes’i Perseus ile yaptığı savaşta ihanet etmekle suçladıysa da bu sadece bir bahaneden ibaret olup gerçek sebep, Roma’nın bu devleti Anadolu ve Doğu Akdeniz’de yayılma politikası için bir engel olarak görmesiydi. Zira Roma’nın yeni politikası, Anadolu’ya hâkim olabilmek için, orada kendi başına hareket eden bir hükümdar bırakmamayı, memleketi birbirine rakip küçük prenslikler arasında bölmeyi, bunlara birbirini ezdirdikten sonra kalacak son yıpranmış kuvveti de ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bunun içindir ki Roma senatosu, Perseus’u yendikten sonra Anadolu’nun en güçlü devleti Pergamon’a karşı düşmanca bir tavır takındı. Krallığın başında bulunan II. Eumenes, başlı başına bağımsız bir siyaset izliyor, Roma’nın Anadolu işlerine karışmasına meydan vermemeye çalışıyordu. Makedonya’da Roma’nın düşmanı Perseus egemen olduğu sürece senato, Pergamon kralının bir takım olumsuz hareketlerini görmezlikten gelmişti. Fakat söz konusu krallık ortadan kalktıktan sonra, gerçek politikasını açığa vurmakta bir sakınca görmedi (Günaltay, 1987: 237). Çünkü İtalya’yı biri karadan diğeri denizden tehdit eden iki devlet olan Kartaca ve Makedonya varken, Ege Denizi’ni bile düşünmeyen Roma, bu iki devlet ortadan kalktıktan sonra, Anadolu ve Doğu Akdeniz’e doğru yayılma planları yapmaya başlamıştı. Romalılar, Pydna Savaşı’ndan Mithridates Savaşı (M.Ö. 89)’na kadar olan dönemde sorunları çözerken sık sık şiddete başvurdular. Bu durum, M.Ö. II. yüzyılın sonuna doğru doğuyu anarşiye itti. M.Ö. 156 yılında Bithynia kralı II. Prusias (M.Ö. 183-149), muhtemelen daha önceki kayıplarını telafi etmek için Pergamon topraklarına saldırdı. Pergamon kralı II. Attalos, derhal Roma’nın müdahale etmesini istediyse de çıkarlarını iki tarafın da zayıflamasında gören Roma, başlangıçta durumu pek önemsememişti. Fakat II. Prusias’ın arka arkaya elde ettiği başarılar sonucu olayın kazandığı boyut, Roma’nın arzularını aşmaya
_________________________________________________________ Mehmet KURT 108 başladı. Öteden beri Anadolu’daki politikası, kralları birbirine ezdirerek zayıflatmak ve mevcut güç dengesini korumak olan Roma, duruma el koymak zorunda kalmıştır (Özsait, 1985: 68). Roma’nın müdahalesi sonucu Prusias aldığı yerleri iade etmek ve Hellen kentleriyle Attalos’a tazminat ödemek zorunda bırakıldı (Magie, 1950: 116 vd.). III. Attalos’un Vasiyeti ve Provincia Asia (Asia Eyaleti)’nın Kuruluşu III. Attalos zamanında (M.Ö. 138-133) Pergamon Krallığı için en büyük sorun Roma değil, krallığın bundan sonraki durumunun ne olacağı konusu olmuştur. Bu yüzden Attalos, varisi olmadığı için, özel serveti yanında kraliyet topraklarını da Roma’ya devreden bir vasiyetname bırakmıştır (Strabon, XIII, 4, 2). Muhtemelen onu bu şekilde bir davranışa iten temel sebep, Büyük İskender’in ani ölümü sonucunda, Anadolu’nun içine düştüğü kaos ve anarşi ortamının bir daha yaşanmasını engellemek olmuştur (Demircioğlu, 1987: 412). III. Attalos, sadece topraklarına bir varis değil, aynı zamanda özellikle Batı Anadolu’nun kontrolünü sağlamayı başarabilecek bir güç arayışındaydı. Atalarından edindiği tecrübe, bunu başarabilecek tek gücün Roma olduğunu göstermişti (Magie, 2001: 67). III. Attalos, krallığını Roma’ya miras bıraktığı zaman, senato bunu pek istekli karşılamamıştı (Mitford and Andrews, 1980: 1234). Bununla birlikte söz konusu vasiyet, Roma’nın Anadolu’yu fethetme isteğini gerçekleştirmesi için gerekli ortamı da hazırlamıştı. Ne var ki M.Ö. 132 yılında II. Eumenes’in oğlu olduğunu ileri süren Aristonikos, kendisini III. Eumenes adıyla kral ilân etti (Özsait, 1982: 303)9. Bunun üzerine Roma, Anadolu’ya M.Ö. 131 yılı konsülü P. Licinius Crassus Mucianus idaresinde bir ordu gönderdi. Şüphesiz bu Roma’nın Anadolu’ya ilk gelişi değildi. Ancak bu defa geliş amacı farklı olup, burada yerleşmeyi düşünüyordu. Seferden istediği sonucu elde edemeyen Roma, bir yıl sonra iyi bir asker olan Marcius Purperna idaresinde bir ordu daha yolladı. Purperna ve müttefikleri, Bakırçay Irmağı kıyısındaki Stratonikeia (Yenice)’da Aristonikos’u mağlup ve esir ettiler (Demircioğlu, 1987: 417; Malay, 1987: 44). Sonuçta Roma senatosu vasiyetnamenin içeriğini derhal kabul etti. Böylece doğunun en zengin yerlerinden birisi olan Anadolu’ya hiç beklemediği bir zamanda ve şekilde sahip olabilecekti. Şimdi sıra vasiyetnamenin gereğini yapmaktaydı. Vasiyet, Roma’nın Anadolu’da fazla etkin olmasını gerektirdiği için M.Ö. 129 yılında Anadolu’da ilk Roma eyaleti olan Provincia Asia (Asia Eyaleti) kuruldu10. Pergamon Krallığı, toprakları bu eyalete katıldı. Başlangıçta Mysia, Lydia, Karia ve Phrygia’nın bir bölümünü kapsayan eyalet, III. Attalos’un ölümünde devletin elinde bulunan arazinin en önemli ve verimli kısımlarını içine __________ 9
Aristonikos’un M.Ö. 133 yılında Pergamon Krallığı ve onun müttefiki Romalılara karşı Batı Anadolu’da başlattığı köle isyanı için bkz. Malay, 1987: 36 vd.; Radt, 2002: 37. 10 Eyaletin kuruluşu ve bu süreçte yaşanan olaylar konusunda geniş bilgi için bkz. Brandis, 1896: 15381562; Kaya, 2005a: 14-15.
Roma Cumhuriyeti’nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı’nın Rolü ______________ 109
alıyordu. Ekonomik olarak önemsiz ve idarî açıdan güçlük çıkarması muhtemel doğu kısımları ise, M.Ö. 130 yılındaki Aristonikos isyanının bastırılmasında M. Purperna’ya yardım eden ve yararlıkları görülen müttefiklere dağıtıldı (Jones, 1971: 131). III. Attalos’un vasiyeti, Roma açısından değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşmak mümkün olmaktadır: Her şeyden önce Anadolu, çok önceden G. Manlius Vulso’nun M.Ö. 189 yılında Galatlar üzerine yapmış olduğu seferler sonucunda Roma etkisi altına girmişti. Ancak amacı fetih olmadığı için, bölgede Roma yönetimi ancak Asia Eyaleti’nin kuruluşuyla başlamıştır. Gerçekten de adı geçen eyalet, izlenen bir fetih politikası sonucunda değil, miras dolayısıyla Roma’ya geçen topraklar üzerinde kurulmuştu. O halde eyaletin kuruluş süreci, III. Attalos’un çocuğu olmadığı için Roma halkını topraklarının ve hazinesinin varisi olarak tayin ettiği vasiyetnameyle başlamıştır. Söz konusu vasiyetname sonucunda Pergamon’u ilhak eden Roma, hem boğazlara hâkim olmuş, hem de Ege’nin her iki tarafında stratejik açıdan son derece önemli yerler elde etmişti. Bu şekilde Roma fetih politikasının, yarım yüzyıl önceki amaçlarına ulaştığı görülmektedir (Demircioğlu, 1987: 419). SONUÇ Roma’nın Anadolu politikalarında Pergamon Krallığı’nın çok önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Her şeyden önce, Roma’nın Anadolu’daki ilk müttefiki adı geçen krallık olmuştur. Roma, III. Makedonya Savaşı’na kadar Seleukoslar’dan ve Makedonyalılar’dan çekindiği için, Anadolu’da bu güçlere karşı sürekli güvenilir müttefikler edinme ve bunları himaye yoluna gitmiştir. Bu amaçla Roma tarafından oluşturulan kuvvetler dengesinde Pergamon Krallığı’na dikkate değer bir rol biçildiği anlaşılıyor. Söz konusu krallık, Apameia Barışı sonunda bağışlanan çok büyük topraklarla Roma ile Seleukoslar arasında tampon bir devlet haline getirilmiştir. Verilen bu statüyle Pergamon, Roma’nın himaye veya dolaylı hâkimiyet esasına dayanan Doğu Akdeniz politikasının oluşumunda da önemli bir yer tutmuştur. Ancak M.Ö. 168 yılında yapılan Pydna savaşı sonucu Makedonya Krallığı’nın ortadan kalkması, Roma politikasında ve Pergamon’un statüsünde de bir takım değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Artık Roma, Pergamon’a ihtiyacının kalmadığını düşündüğü ve belki de güçlenmesinden çekindiği için, doğrudan hâkimiyet politikasını uygulamaya koymuş ve Pergamon’a sırt çevirmiştir. III. Attalos’un vasiyeti sonucunda Pergamon, Roma’nın Asia Eyaleti’ni durumuna getirildi ve tam olarak Roma’ya bağlanmış oldu. Politik olarak Roma’nın Anadolu’daki çıkarlarının sadık bir koruyucusu durumunda olan Pergamon Krallığı’nın, dostluk ve ittifakının ödülünü kültürel alanda almış olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan birçok eserle, Helenistik kültürün en önemli merkezlerinden birisini oluşturmuştur.
_________________________________________________________ Mehmet KURT 110 KAYNAKÇA AKŞİT, Oktay (1983), Manisa Tarihi, Başlangıçtan M.S. 395 Yılına Kadar, İstanbul: İstanbul Edebiyat Fakültesi Yayınları. ARSLAN, Murat (2000), Antikçağ Anadolu’sunun Savaşçı Kavmi Galatlar, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. ARSLAN, Murat (2003), “M.Ö. 188 Yılından M.Ö. 67 yılına Kadar Lykia, Pamphylia ve Kilikia Tracheia Sahillerindeki Korsanlık Faaliyetleri: Nedenleri ve Sonuçları”, Adalya, VI, s. 91-118. ATLAN, Sabahat (1970), Roma Tarihinin Ana Hatları, İstanbul: İstanbul Edebiyat Fakültesi Yayınları. BRANDIS, G. (1896). “Die Römische Provinz Asia”, Paulys Real-Encyclopädie der classischen Altertumswissenschaft, II, pp.1558-1562. DEMİRCİOĞLU, Halil (1987). Roma Tarihi, Menşelerden Akdeniz Havzasında Hakimiyet Kurulmasına Kadar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. DIODOROS (1953), Bibliotheke Historikhe (Library of History of Diotorus Sicily), Çeviren: C. H. Oldfather, London: The Loeb Classical Library. GIOVANNINI, Adalberto (1982), “La Clause Territoriale de La Paix D’Apamée”, Athenaeum, Nuova Serie Volume Sessantesimo, Fasc. I-II, pp. 224-236. GÜNALTAY, Şemseddin (1987), Yakın Şark IV, Perslerden Romalılara Kadar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. HILD, Friedrich-HELLENKEMPER, Hansgerd (1990), Kilikien und Isaurien, Wien: Tabula Imperii Byzantini, Verlag der Österreichischen Akademie der Wissenschaften. JONES, A. H. M. (1971), The Cities of The Eastern Roman Provinces, Oxford: At the Clarendon Press. KAYA, Mehmet Ali (1996), “III. Makedonya Savaşına Kadar Roma’nın Anadolu Politikası”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XI, s. 211-236. KAYA, Mehmet Ali (2005a), “Anadolu’da Roma Eyaletleri: Sınırlar ve Roma Yönetimi”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 38, s. 11-30. KAYA, Mehmet Ali (2005b), Anadolu’daki Galatlar ve Galatya Tarihi, İzmir: İlya Yayınevi. LEQUENNE, Fernand (1991), Galat’lar, Çeviren: Suzan Albek, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. LIVIUS (1961). Ab Urbe Condita, Ed. E. T. Page, London: The Loeb Classical Library.
Roma Cumhuriyeti’nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı’nın Rolü ______________ 111
MAGIE, David (1950), Roman Rule in Asia Minor I-II, Princeton University Press, New Jersey. MAGIE, David (2001), Anadolu’da Romalılar I: Attalos’un Vasiyeti, Çeviri: Nezih Başgelen-Ömer Çapar, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. MALAY, Hasan (1987), “Batı Anadolu’da Aristonikos Ayaklanması”, Tarih İncelemeleri Dergisi, III, s. 13-48. MANSEL, Arif Müfit (1988), Ege ve Yunan Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. MEMİŞ, Ekrem (1993), Eskiçağ Tarihinde Doğu-Batı Mücadelesi, Konya: Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları. MITFORD, Terence Bruce-ANDREWS, St. (1980), “Roman Rough Cilicia”, Aufstieg und Niedergang der Römischen Welt, II, 7.2, pp. 1230-1261. ÖZSAİT, Mehmet (1982), “Anadolu’da Hellenistik Dönem ve Roma Egemenliği”, İstanbul: Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, 2, s. 280-361. ÖZSAİT, Mehmet (1985), Hellenistik ve Roma Devrinde Pisidya Tarihi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. PIGANIOL, André (1939). Historie De Rome, Paris. PIGANIOL, André (1944), La Coquête Romaine, Paris. POLYBIOS (1954), Historian Prote (The Histories of Polybius), Çeviren: W.R. Paton, London: The Loeb Classical Library. RADT, Wolfgang (2002), Pergamon, Antik Bir Kentin Tarihi ve Yapıları, (Çeviren: Suzan Tammer), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. REINACH, Theodor (1895), Mithridates Eupator König von Pontos, Leipzig. SEVİN, Veli (2001), Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, I, Ankara: Türk Tarik Kurumu Yayınları. STRABON, (2000). Antik Anadolu Coğrafyası/Geographika (XII-XIII-XIV), Çeviren: Adnan Pekman, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. TEKİN, Oğuz (2007), Eski Anadolu ve Trakya, Ege Göçlerinden Roma İmparatorluğu’nun İkiye Ayrılmasına Kadar (M.Ö. 12.-M.S. 4. Yüzyıllar Arası, İstanbul: İletişim Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi. ÜRETEN, Hüseyin (2005), “Roma Dönemi’ne Kadar Tralleis Tarihi ve Attaloslar ile İlişkileri”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 38, s. 196-212.
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 113–131
AKŞEHİR MÜZESİ’NDE BULUNAN BİZANS KURŞUN MÜHÜRLERİ Yrd. Doç. Dr. Mehmet TEKOCAK Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü mtekocak@yahoo.com
Arş. Gör. İlker Mete MİMİROĞLU Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü mimiroglu@hotmail.com
Özet İnsanoğlu tarafından tarihöncesi dönemlerden itibaren kullanılan mühürler, aitlik bildiren ve üzerinde bulunduğu nesnenin güvenliğini sağlayan bir obje olarak bütün kültürlerde kullanılmıştır. Başlangıçta taş, kemik ve kil malzemenin tercih edildiği mühürlerde, M.S. 4. yüzyıldan itibaren kurşun malzemenin de kullanıldığı görülmektedir. Kurşun mühürler, M.S. 4. yüzyıldan İstanbul’un Fethi’ne kadar Doğu Roma Devleti’nde en çok tercih edilen mühür türüdür. Mühürler; ait oldukları kişiler hakkında (isim, ünvan ve meslekleri gibi) çok değerli bilgiler vermelerinin yanı sıra bulundukları yerleşim yeri için de önemli birer tarihsel materyaldirler. Bu çalışma kapsamında Akşehir Müzesi’nde bulunan on iki adet kurşun mühür ayrıntılı olarak ele alınmış, bunların Bizans sanatı ve tarihi içindeki yeri ve önemi saptanmaya çalışılmıştır. M.S. 8-12.yüzyıllar arasına tarihlenen mühürlerin çoğunlukla asker ve din görevlilerine ait oldukları görülmüştür. Bu sonuç antik Philomelion (Akşehir) kentinin hem askeri hem de dini bir merkez olması açısından oldukça önemli bir konuma sahip olduğunu göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Bizans, kurşun mühür, Philomelion, Akşehir, Akşehir Müzesi
BYZANTINE LEAD SEALS IN AKŞEHİR MUSEUM Abstract Used since the ancient times, seals have existed in all cultures as an object indicating possession and securing its bearer. While stones, bones or clay had been used in its formation at first, after the 4th century A.D. lead was also used. Lead seals had been the most common seal type in Eastern Roman Empire from the 4th century until the conquest of Constantinople. Giving important information such as the name, the title and the profession of its owner, seals are also significant historical data for the settlement which it was found in. In this study, twelve lead seals from Akşehir Museum have been analysed in detail and their place and importance in Byzantine art and history have been studied. It was found out that most of the seals dating back to 8th-12th centuries A.D. belonged to military and religious officials. This indicates that the ancient city of Philomelion (Akşehir) had a significant place as being both a military and a religious centre. Key Words: Byzantine, lead seals, Philomelion, Akşehir, Akşehir Museum
________________________________ Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU 114 GİRİŞ M.Ö. 4. binden itibaren insanoğlu tarafından kullanılan mühür, baskı yapan alet ile basıldığı yerde çıkan iz olarak tanımlanmıştır. İlk mühür örneklerinde kil, taş ve kemik malzeme tercih edilirken, ileriki dönemlerde başta kurşun olmak üzere bronz, demir, gümüş ve altın gibi madenler ile balmumu kullanılmıştır. Gücün ve sosyal sınıfın birer sembolü sayılan mühürler, bütün kültürlerde bir imza ya da kapatılan bir nesnenin gizlice açılmasını önleyen bir güvenlik önlemidir. M.S. 1. yüzyılın başlarından itibaren Roma İmparatorluğu’nda demirden yapılan pul mühürler ile yüzük mühürler kullanılmaya başlanmıştır1. Diğer madenlere nazaran daha yumuşak bir malzeme olan kurşundan yapılan mühürler ise imparatorlukta 4. yüzyıldan itibaren görülmeye başlar. Oldukça nadir olan bu dönem örnekleri bize kurşun mühür kullanımının başlangıçta çok yaygın olmadığını düşündürmektedir. 6. yüzyıldan itibaren ise imparatorluğun her bölgesinde kurşun mühür kullanımı görülür. 1200’lü yıllardan 1453 yılına kadar kurşun mühür örneklerinde izlenen azalma, araştırmacılar tarafından bir kurşun kıtlığına ya da nüfusun azalmasına bağlanır2. Bu dönemde Anadolu’da görülen Türk akınları ile imparatorluk topraklarının büyük oranda kaybedilmesi kurşun mühür örneklerin azalmasının önemli bir diğer nedeni olmalıdır. Ortaçağda kurşun mühürlerin yanında yüzük mühürler ile mektup (stamp) mühürleri de kullanılmıştır. Daha az resmi işlerde kullanıldıkları düşünülen bu mühürler özellikle altın, gümüş ve bronz malzemeden üretilmişlerdir3. Kurşun mühürler ilk olarak 4. yüzyıl başlarında ortaya çıkarılan boulloterionlar ile oluşturulmuşlardır (Şekil 1). Demirden yapılan ve bir penseye benzeyen boulloterionlar, silindirik biçimli ağız kısımlarında basılacak mühürün işlendiği negatif birer kalıba sahiptir. Kurşun mühürler, taş kalıplara dökülerek oluşturulan boş yuvarlak pullara boulloterionun çekiçle vurulması sayesinde pozitif olarak basılmaktadır (Şekil 2)4. Her mühre özel olarak yapılan boulloterionlar, demir malzemeden yapılmalarından dolayı oksitlenmeden ve sahiplerinin ölümü sonrası bilerek kırılmaları yüzünden oldukça nadirdir5. Bugüne kadar gelebilmiş on adet örnek çeşitli müzelerde ve koleksiyonlarda bulunmaktadır6. __________ 1
Oikonomides, 1985: 3 Nesbitt, 1991: 1859. 3 Spier, 2003: 114 4 Boş kurşun pullarının oluşturulduğu taş kalıplar çeşitli kazılarda ele geçmiştir. Bulgaristan’daki Preslav kazılarında iki, Korinthos kazısında dört ve Saraçhane kazılarında ise bir adet bulunan taş kalıplar, kurşun mühürlerin yapım aşamasını gösteren önemli örneklerdir. Harrison, 1986: 276 ; Davidson, 1952: 328. 5 Oikonomides, 1985: 4. 6 Bulgurlu, 2007: 18. 2
Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri _________________________________________ 115
Çap genişlikleri 1 cm.’den 8 cm’ye kadar değişen mühürlerde tercih edilen ölçü ise 1.5 cm. ile 4.5 cm. arasındadır7. Ortasındaki kanaldan geçirilen ipe balmumu dökülerek sabitlenen mühürler, ancak koparılarak açılabilmektedir. Toplumun her kesimi tarafından kullanılan kurşun mühürlerden, imparator ve ailesine ait altın ve gümüş mühürlere kadar çeşitlilik gösteren mühürlerin her iki yüzünde de yazıt, monogram ve ikonografik sahneler işlenmektedir. Yaklaşık 700 çeşit basit monogram ve yazıtlar ile mühür sahibinin adı, soyadı ve ünvanı anlaşılabilmektedir8. Bazı mühürlerde ise muhtemelen sahibinin istekleri doğrultusunda seçilen İsa, Meryem, Azizler ile çeşitli hayvan ve hayali yaratık tasvirleri de yer almaktadır9. Kurşun mühürlerin ticarette de kullanıldığı bazı ilginç örneklerden saptanabilmektedir. Tüccarların doğrudan malın üzerinde veya malın saklandığı çuvalların üzerinde kurşun mühürler kullandıkları, birkaç ünik mühürden anlaşılmaktadır. Bu tarz örneklerin ilki İstanbul’daki Yenikapı kazılarında ortaya çıkarılan bir istiridye kabuğu üzerine yerleştirilen mühürdür (Şekil 3). 5-7. yüzyıllar arasına tarihlenen mühür üzerinde “Evranou: Euranos’un” yazıldığı bir monogram yer almaktadır10. Karaman Arkeoloji Müzesi’nde yer alan diğer bir mühürün ön yüzünde Deesis olarak tanımlanabilecek üç figür, arka yüzünde ise geçirildiği ip ile üzerine konulduğu kumaş dokusunun izleri yer almaktadır (Şekil 4). Bazı durumlarda bu tür mühürlerin malın garantisi ya da gümrük işleri amacıyla da kullanılmış olabilecekleri akla gelmektedir. İncelememizin konusunu oluşturan Akşehir Müzesi’nde toplam 12 adet Bizans dönemine ait kurşun mühür tespit edilmiştir. Mühürlerin ayrıntılı tanımları şu şekildedir: 1. Env.No: 05-5 (Resim 5). Çap: 24 mm., Bordür Çapı: 20 mm. Tanım: Kanal girişi ve çıkışında küçük kırıklar, arka yüzde kanal boyunca deformasyon. Ön Yüz: İnci bordür içerisinde Aziz Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) büstü, önden. Uzun saçlı ve sakallı. Sağ eliyle takdis işareti yapıyor, sol elinde ise omuzuna dayanmış tören haçı taşıyor. Arka Yüz: İnci bordür içerisinde dört satır yazı.
__________ 7
Oikonomides, 1985: 5. Nesbitt, 1991: 1860. 9 Oikonomides, 1986: 155. 10 Anonim, 2007: 288. 8
________________________________ Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU 116
Çeviri: Teknisyen(?) Constantinus’un (mührü)11. Tarih: Mühür, ön yüzünde bulunan Aziz Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) büstünün benzerlerine bakarak M.S. 11. yüzyıla tarihlendirebiliriz12.
2. Env.No: 95-11 (Resim 6). Çap: 30 mm., Bordür Çapı: 18 mm. Tanım: Ön yüzde ortada küçük bir çukurluk, aşınma ve deformasyon. Arka yüzde kanal hizasında deformasyon, harflerde yer yer aşınma, tahribat. Ön Yüz: Arasında harfler ile donatılmış çift inci çerçevesi içinde baş melek Mikael tasviri. Başında miğfer, sağ elinde bir mızrak tutmakta. Çevre yazısı okunamıyor. Arka Yüz: İnci bordür içinde beş satır yazı. Yazı okunamıyor. Tarih: M.S. 11. yüzyıl13.
3. Env.No: 96-28 (Resim 7) Çap: 21 mm. Tanım: Kanal giriş ve çıkışında küçük kırıklar. Korozyona uğramış, aşınmış. Ön Yüz: Yüksek kabartma olarak arkalıklı tahtta oturur vaziyette Meryem önden tasvir edilmiş. Kucağında çocuk İsa. Üzerine oturduğu yastığın silindir şeklindeki uçları görünüyor. __________ 11 Bu çalışma kapsamında ele alınan kurşun mühürlerin tamamı Sayın Dr. Vera BULGURLU tarafından okunmuş ve çevirileri yapılmıştır. Kendilerine yapmış olduğu yardımlardan dolayı çok teşekkür ederiz. 12 Mührün ikonografik açıdan benzerleri İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki 98(58) ve 609 (640) envanter nolu mühürler ile Dumbarton Oaks Kolleksiyonu’nda bulunan 39.20 ve 70.1 nolu mühürlerdir. Bulgurlu, 2007: 181, 237; Oikonomides, 1996:62, 116. 13 Mühür, ön yüzünde bulunan baş melek Mikael figürünün benzerlerine bakılarak 11. Yüzyıla tarihlendirilmiştir. Mührün ikonografik açıdan benzerleri İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki 564(590), 280(285), 476(495), 782(825), 110, 601(632) ve 669(703) envanter nolu mühürler ile Dumbarton Oaks Kolleksiyonu’nda bulunan 2.18, 2.30, 12.1, 39.4, 55.1, 59.1, 64.1, 67.1, 67.3, 67.4, 86.42, 97.2, 99.1 ve 109.1 nolu mühürlerdir. Bulgurlu, 2007: 103, 130-131, 169, 187, 216-217, 232, 233; Oikonomides, 1996:9, 13, 29, 56, 101, 104, 112, 114, 115, 158, 171-172 ve 185.
Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri _________________________________________ 117
Arka Yüz: Altı satır yazı.
Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran (Meryem)! Kuluna yardım et. Muhafız birliğinden Basilius Anatolicus’un (mührü). Tarih: Eser, benzer örnekler göz önüne alınarak M.S. 11. yüzyıla tarihlendirilir14.
4. Env.No: 825 (Resim 8). Çap: 12 mm. Tanım: Yoğun şekilde korozyona uğramış, aşınmış. Ön Yüz: Yüksek kabartma olarak sağa bakar vaziyette bir kaplumbağa tasviri bulunmakta. Arka Yüz: Korozyon sebebiyle anlaşılamıyor. Tarih: M.S. 10-11. yüzyıl15.
5. Env.No: 97-104 (Resim 9). Çap: 22 mm., Bordür Çapı: 19 mm. Tanım: Korozyona uğramış, aşınmış. Ön Yüz: Kalın çelenk bordür içinde, kim olduğu anlaşılamayan bir figür yer almakta. Arka Yüz: Kalın çelenk bordür içinde dört satır yazı.
__________ 14
Mührün ikonografik açıdan benzerleri İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki 616(647), 908(880) ve 144 envanter nolu mühürler ile Dumbarton Oaks Kolleksiyonu’nda bulunan 53.8 ile 99.4 nolu mühürlerdir. Bulgurlu, 2007: 101, 182-183, 186; Oikonomides, 1996: 99, 173-174. 15 Mührün ön yüzünde yer alan kaplumbağa betimlemesinin benzeri tespit edilememiştir. Bizans kurşun mühürlerinde hayvan tasvirlerinin 10-11. yüzyıllarda ağırlık kazanmasından dolayı eser bu dönemler arasına tarihlendirilmiştir. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki farklı hayvan tasvirli mühürler 721, 145(136) envanter nolu mühürler ile Dumbarton Oaks Kolleksiyonu’nda bulunan 71.24 nolu mühürdür. Bulgurlu, 2007: 135, 165; Oikonomides, 1996: 125.
________________________________ Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU 118 Çeviri: Sura Piskoposu Ioannes. Tarih: M.S. 12. yüzyıl.
6. Env. No: 05-6 (Resim 10). Çap: 22 mm., Bordür Çapı: 17 mm. Tanım: Korozyona uğramış. Önde kanal girişinde küçük bir kırık. Ön Yüz: İnci bordür içinde haçlı monogram.
Arka Yüz: İnci bordür içinde haçlı monogram.
Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran (Meryem)!, Başkentin (Konstantinopolis) eski valilerinden [……..] yardım et. Tarih: M.S. 7-8. yüzyıl.
7. Env. No: 96-29 (Resim 11). Çap: 24 mm., Bordür Çapı: 20 mm. Tanım: Korozyona uğramış. Ön Yüz: İnci bordür içinde haçlı monogram.
Arka Yüz: İnci bordür içinde haçlı monogram.
Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran Meryem! Yardım et. Alexandros’un mührü. Tarih: M.S. 8. yüzyıl.
Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri _________________________________________ 119
8. Env.No: 96-230 (Resim 12) Çap: 16 mm. Tanım: Korozyona uğramış, aşınmış, kanal girişinde ve çıkışında küçük kırıklar. Ön Yüz: Aşınmış çelenk bordür içinde haçlı monogram.
Arka Yüz: İnci bordür içinde dört satır yazı.
Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran Meryem! Yardım et. Başkomutan [………….] mührü. Tarih: M.S. 8. yüzyıl.
9. Env. No: 92-2 (Resim 13). Çap: 29 mm. Tanım: Kanal giriş ve çıkışında küçük kırıklar. Ön Yüz: Haçlı hitap monogramı. Laurent Tip V. Haç kollarının arasındaki boşluklarda yazılar.
________________________________ Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU 120
Arka Yüz: Çelenk bordür içerisinde dört satır yazı.
Çeviri: Ey İsa! Süvari taburu ve bölüğü komutanı kulun Constantinus’a yardım et. Tarih: M.S. 8-9. yüzyıl16.
10. Env. No: 1298 (Resim 14). Çap: 24 mm., Bordür Çapı: 18 mm. Tanım: Korozyona uğramış, aşınmış, kanal giriş ve çıkışında kırıklar. Ön Yüz: Çelenk bordür içinde haçlı monogram (Laurent Tip V). Haç kolları arasında yazılar.
__________ 16
İncelenen mühürlerde yer alan Laurent Tip V. türündeki haçlı monogramlar, 8-9. yüzyıllarda yoğun olarak kullanılan bir monogram türüdür. Bu sebepten incelememizde bu tip haçlı monograma sahip olan mühürler 8-9. yüzyıllara tarihlendirilmiştir. Aynı tip haçlı monogramlar İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki 994, 264, 127(105), 341(353), 501(523), 167(166), 274(278), 126(103), 182, 172(171), 712(751), 470(489), 170(169), 620(651), 346(359), 131(110), 232, 334(343), 336(347), 173(172), 104(68), 283(288), 203(204), 252(255), 196(197), 337(348), 194(195) ve 270 envanter nolu mühürlerde de görülmektedir. Bulgurlu, 2007: 62, 74, 79, 82, 90-92, 96-97, 107, 111, 114, 119-120, 127-129, 132, 154-156, 158-159, 165-166, 170, 174, 183, 224.
Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri _________________________________________ 121
Arka Yüz: Çelenk bordür içerisinde dört satır yazı.
Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran (Meryem)! Kuluna yardım et. Hâkim ve başkomutan [………….] Tarih: M.S. 8-9. yüzyıl.
11. Env.No: 95-12 (Resim 15). Çap: 23 mm. Tanım: Yoğun şekilde korozyona uğramış. Kanal giriş ve çıkışında küçük kırıklar. Ön yüzde haç kollarının ucundaki harflerde eksiklik var. Arka yüz okunmuyor. Ön Yüz: Yüksek kabartma olarak haçlı hitap monogramı. Laurent Tip V. Haç kollarının arasındaki boşluklarda yazılar.
Arka Yüz: Okunamayan dört satır yazı. Çeviri: Ey (İsa veya Tanrı Doğuran Meryem)! Kulun [………] yardım et.
________________________________ Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU 122 Tarih: M.S. 8-9. yüzyıl.
12. Env.No: 97-105 (Resim 16). Çap: 17 mm. Tanım: Korozyona uğramış, aşınmış. Ön Yüz: Aşınmış kalın harfli üç satır yazı.
Arka Yüz: Aşınmış kalın harfli üç satır yazı.
Çeviri: Ön sırada oturan Piskopos [………….] mührü. Tarih: M.S. 12. yüzyıl.
Satın alma yoluyla Akşehir Müzesi’ne kazandırılmış olan mühürlerin envanter kayıtlarında geldikleri yer olarak Akşehir ve Ilgın civarı gösterilmiştir. Tamamı korozyona uğramış olan mühürlerin bir kaçı dışında çoğunluğunun üzerinde bulunan yazı ve figürler anlaşılır durumdadır. Genel ortalamaları 21 - 25 mm. çap aralığında olan mühürlerimizin en küçüğü 12 mm. en büyüğü ise 30 mm. çapındadır. Kalınlıkları ise 2-4 mm. arasında değişmektedir. Mühürlerden beşinin ön yüzünde birer ikonografik betimleme yer almaktadır. İkonografik betimlemeler aziz, baş melek Mikael, kucağında çocuk İsa ile Meryem ve bir kaplumbağa tasvirinden oluşmaktadır. Laurent Tip V tipindeki haçlı hitap monogramına sahip mühürler ise altı adettir. Üç ile altı satır arasında değişen bir yazıya sahip olan mühürlerin ikisinde ise her iki yüzünde de birer haçlı hitap monogramı yer almaktadır. Diğer bir mühürün ön ve arka yüzlerinde ise yazı bulunmaktadır. İncelenen mühürlerde yer alan kucağında çocuk İsa ile Meryem, azizler ve baş melek tasvirleri, Bizans kurşun mühürlerinde karşımıza çıkan figürlerden sadece bazılarıdır. Karaman ve Konya Arkeoloji Müzeleri’ndeki mühürler üzerinde benzer örneklerini gördüğümüz çocuk İsa ve Meryem figürlerine karşılık Aziz Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) ve baş melek Mikael tasvirleri bu bölge için çok yaygın değildir. Elinde bir tören haçı tutan Aziz Ioannes Prodromos, omuzlarına kadar inen uzun saçları ve uzun sakalı ile gösterilmiştir17. Hıristiyan sanatında kaplumbağa, saflığın ve ketumluğun (sır saklayan) sembolüdür. Geç dönem ikonografide kaplumbağa, çocuk İsa ya da Meryem’in __________ 17
Tradigo, 2006: 17.
Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri _________________________________________ 123
ellerinde de görülmektedir18. Yakın bölge müzelerinde tek başına hayvan figürlü mühür, Karaman Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır. Buradaki örnekte ise bir aslan figürü mühürün ön yüzüne işlenmiştir. 8. yüzyıl ile 11-12. yüzyıllar arasına tarihlenen mühürlerin çoğunlukla askerler ile din görevlilerine ait oldukları saptanmıştır. Mühürlerde görülen başkomutan, süvari taburu ve bölüğü komutanı ile muhafız birliği üyesine ait ünvanlar, Philomelion’un (Akşehir) askeri önemini açıkça ortaya koymaktadır. Kentin bu önemi Amorion (Emirdağ-Hisarköy) ile Ikonion (Konya) arasını bağlayan tarihi yol üzerinde önemli bir durak noktası olmasının yanında, kentin imparatorluk ordularının konaklama ve menzil istasyonu olmasından da gelmektedir19. Mühürlerin ait oldukları tarihlerden de anlaşılacağı üzere kentin ve yakın çevresinin bu askeri önemi, 7-9. yüzyıllar arasında görülen Arap akınlarında ve 1071 Malazgirt Savaşı’ndan itibaren başlayan Türk akınlarında artmıştır. Akşehir Müzesi’nde karşılaşılan diğer bir grup ise din görevlilerine ait olan mühürlerdir. Sura piskoposu Ioannes ile ön sırada oturan bir piskoposa ait olan mühürler Philomelion’un (Akşehir) askeri öneminin yanında önemli bir dini merkez olduğunu da göstermektedir. Kent, 9. yüzyıla kadar Pisidia Antiochia’sı (Yalvaç) Metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi iken20, 9. yüzyıldan itibaren metropolitliğe yükseltilen Amorion’a bağlanmıştır21. Örneklerden Sura22 piskopusuna ait bir mührün çıkması, kentin bağlı bulunduğu metropolitlerin dışında farklı merkezlerle de ilişkisini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Sonuç olarak Akşehir Arkeoloji Müzesi’nde yer alan Bizans dönemine ait kurşun mühürler sayı olarak fazla olmamasına rağmen, farklı ikonografik sahnelere sahip olması ve bazı önemli kişilerin isimlerini vermesi açısından önem taşımaktadır. Kentin tarihsel geçmişi ve de önemi mevcut mühür örnekleri ile bir kez daha açıkça ortaya konmuştur. Akşehir’in yanı sıra diğer çevre müzelerinde bulunan kurşun mühürlerin incelenmesi ile bölgenin Bizans tarihi ve sanatı ile ilgili pek çok yeni bilgi ve bulguya ulaşılabileceği düşünülmektedir23. Böylece hem bu şehirlerin hem de bölgenin Bizans tarihinde hak etmiş olduğu yeri daha da perçinleyeceğini ifade etmek isteriz.
__________ 18
Apostolos, 1994: 324. Parman, 2002: 88 ; Bekle-Mersich, 1990: 140, 143-146. 20 Le Quien, 1958: 1059-1060. 21 Bekle-Mersich, 1990: 359; Yıldırım, 2008: 246. 22 Soura yada Keza Sourai olarak da isimlendirilen kent, Lykia bölgesinde bulunan bir yerleşimdir. Kent, Myra (Demre)’nın yaklaşık 10 km. kadar kuzeydoğusunda ve günümüzde de Sura isimli bir köy yakınında bulunmaktadır. Umar, 1993: 745. 23 Philomelion’un (Akşehir) çevresindeki kentlere ait mühürler Dumbarton Oaks Kolleksiyonu’nda bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Oikonomides, 1996: passim 19
________________________________ Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU 124
KISALTMALAR VE BİBLİYOGRAFYA Anonim, 2007
: Anomim, Gün Işığında İstanbul’un 8000 Yılı Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, İstanbul: Vehbi Koç Vakfı.
Apostolos, 1994
: Apostolos, D., Dictionary of Christian Art, New York: Continuum International Publishing Group.
Bekle-Mersich, 1990
: Belke, K., Mersich, N., Tabula Imperii Byzantini 7: Phrygien und Pisidien, Wien: Öster Akademie.
Bulgurlu, 2007
: Bulgurlu, V., İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki Bizans Kurşun Mühürleri, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Davidson, 1952
: Davidson, G. R., Corinth, Vol. XII, The Minor Objects, Princeton: ASCS Athens.
Harrison, 1978
: Harrison, R.M., Excavations at Saraçhane in Istanbul, Vol.1, Princeton: Princeton Univ. Press.
Le Quien, 1958
: Le Quien, M., Oriens Christianus I, Graz: Akademische Druck.
Nesbitt, 1991
: Nesbitt, J. W., Seals and Sealings, Oxford Dictionary of Byzantium, Vol:3, 1859-1860.
Oikonomides, 1985
: Oikonomides, N., Byzantine Lead Seals, Washington: Dumbarton Oaks.
Oikonomides, 1986
: Oikonomides, N., A Collection of Dated Byzantine Lead Seals, Washington: Dumbarton Oaks.
Oikonomides, 1996
: Oikonomides, N., Catalogue of Byzantine Seals at Dumbarton Oaks and in the Fogg Museum of Art, Vol.3, Washington: Dumbarton Oaks.
Parman, 2002
: Parman, E., Ortaçağda Bizans Döneminde Frigya (Phrygia) ve Bölge Müzelerindeki Bizans ve Taş Eserleri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri _________________________________________ 125
Spier, 2003
: Spier, J., Middle Byzantine (10th-13th century AD) Stamp Seals in Semi-Precious Stone, Through a Glass Brightly, 114-126, Oxford: Oxbow Books Ltd.
Tradigo, 2006
: Tradigo, A., Icons and Saints of the Eastern Orthodox Church, Los Angeles: Getty Publications.
Yıldırım, 2010
: Yıldırım, Ş., “Selçuklu Dönemi Öncesinde Akşehir (Philoelion)”, I.Uluslararası Selçuklu’dan Günümüze Akşehir Kongresi ve Sanat Etkinlikleri, 243-251, (Editörler: Prof.Dr. Yusuf Küçükdağ – Yrd.Doç.Dr. Mustafa Çıpan), Akşehir 2021 Kasım 2008, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Yayın No: 192, Konya: Damla Ofset
Umar, 1993
: Umar, B., Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İstanbul: İnkılâp Yayınevi.
Resim 1: Kurşun mühür yapımında kullanılan boulloterion ve çekiç (Bulgurlu, 2007: Res.1-2’den)
Resim 3: İstanbul Yenikapı Kazılarında bulunmuş kurşun mühürlü bir deniz kabuğu
Resim 2: Boş mühür Pulları (Bulgurlu, 2007: Resim 3’den
Resim 4: Karaman Arkeoloji Müzesi’ndeki A-2068 envanter nolu mühür
________________________________ Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU 126 Resim 5: 05-5 envanter nolu kurşun mühür.
Resim 6: 95-11 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri _________________________________________ 127
Resim 7: 96-28 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz
Arka yüz
Resim 8: 825 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
________________________________ Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU 128 Resim 9: 97-104 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
Resim 10: 05-06 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri _________________________________________ 129
Resim 11: 96-29 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
Resim 12: 96-230 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
________________________________ Mehmet TEKOCAK – İlker Mete MİMİROĞLU 130 Resim 13: 92-2 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
Resim 14: 1298 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
Akşehir Müzesi’nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri _________________________________________ 131
Resim 15: 95-12 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
Resim 16: 97-105 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 133–143
EDEBİYAT ESERİ OKUMA SÜRECİ VE FRANZ KAFKA ÖRNEĞİ I Yrd. Doç. Dr. Özber CAN Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü ozbercan@hotmail.com
Özet Dil öğrenme imkânları giderek yaygınlaşmasına rağmen, Türk insanı Doğu klasikleri gibi Batı klasiklerini de daha çok çeviri eserler yoluyla okumaktadır. Bu süreç, okuru yazarın söylemek istediğine götürürken kayıplara neden olmakta; eserleri özgün dillerinde okuyabilenlerin sayısı ise sınırlı kalmaktadır. Bu makale ile edebiyat eseri okuma süreci bağlamında Franz Kafka anlatısının nasıl okunabileceği, algılanabileceği ve yorumlanabileceği incelenmektedir. Anahtar Sözcükler: Kafka, anlatı estetiği, algı, yorum.
LITERATUR WORK READING PROCESS AND THE EXAMPLE OF FRANZ KAFKA I
Abstract Eventhough language learning opportunities gradually increase, the Turkish people read the Western Classics more often through translations, just like the Eastern Classics. This process results in losses while taking the reader to what the writer is trying to say and those who can read the literature works in their original language is very limited. In this study, an exploration will be carried out about how to read, perceive and interpret Franz Kafka in the context of literature work reading process. Key Words: Kafka, narrative esthetics, perception, interpretation.
___________________________________________________________ Özber CAN 134 GİRİŞ İnsanlığa öyle sanatçılar çağrıda bulunmuşlardır ki onları diğerlerinden ayrıcalıklı görmek gereklidir. Bunlardan biri Shakespeare’se diğeri Brecht, biri Balzac’sa diğeri Joyce, biri Tanpınar’sa diğeri Atay, biri Bachmann’sa diğeri Kafka’dır. Zaman sonra hala özenle okunmaları, anlatıları ve söylemleriyle altını çizdikleri gerçeğin değişmemiş olmasına, yaşadıkları ve algıladıklarını doğru ve çelişkileriyle farklı bir dil ve biçemle aktarmış olmalarına dayanır. Okur onları çeviri eser ya da yabancı dil yeteneğiyle anlamaya çalışır; söylemlerine birkaç okuma süreci sonrasında yaklaşabilir. Çünkü bu iki süreç de farklı ve çok sayıda kayıpla, engelle doludur. Çevirmen, dil ve çeviri yeteneğinin yanında yazarın yetiştiği çevreyi, edebiyat ortamını, siyasal gelişmeleri yakından tanımak, edebi dilin ve yazarın kendine özgü biçemine, gerçekte söylemek istediğine ulaşmayı denerken yeterli donamına sahip olmak durumundadır. Aksi halde anlam ve biçem kurmada sapmalar yaşayacaktır. Öyle ki genişleyen anlam alanlarıyla söylemi bütünleyen sözcüklerin seçimi zorlaşacak; cümleler bölünecek, paragraflarsa özgün yapılarından uzaklaşacaktır. Özgür bir dille yapılan çevirilerse edebi kriterleri çoktan aşacak ve yazarı sıradanlaştıracaktır. Edebi eserleri yazıldıkları dilde okuma da iyi bir yabancı dil bilgisi, yazarı, sanat çevresini, anlatısını kurduğu dili ve biçemini yakından tanımayı gerektirir. Ancak insanlık tarihinin hemen her döneminde belli kalıpları aşarak kaleme alınan bu tür eserler, insanın estetik duygularını sanatla birleştirerek bir dışavurum oluşturduğu için hem çevirmenin, hem de eseri özgün dilinde okuyabilen okurun bazı anlamsal yanılgılara düşmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla yazarın söylem bütünlüğünün ve metnin biçeminin bozulmaması koşulu esas olsa da iyi derecede bilinen yabancı dil, nitelikli bir çeviri için yeterli olmayacaktır. Çünkü edebi eser, “ne yalnızca bildiridir, ne yalnızca anlamdır, ne yalnızca dildir, ne yalnızca içeriktir, ne yalnızca biçimdir, ne de yalnızca bir iletişim aracıdır.” (İnce, 1993: 28) Bu özelliklerin tümünü kendinde barındırdığı ve bunlardan birine indirgenemediği için kendine özgü biçimde örgütlenmiş bir ileti (Göktürk, 1997: 14) olarak görülmelidir. İşte Franz Kafka da dili ye biçemiyle kendine özgülük gösterir ve onun anlatısına yaklaşma denemeleri özenli hazırlıklar gerektirir. Çoklu okuma süreçlerinde onun çocukluk, aile ve sosyal çevre gibi yetişme ortamı, eğitim kurumları, yakınlık kurduğu sanat ve edebiyat çevresi, mesleği, yaşanılanlara karşı tavır, yaklaşım ve duyarlığı, siyasal gelişmeler, ülke ve çağın koşulları ne denli yakından tanınabilirse, söylemine o denli yaklaşılabilmektedir. Sezgi, görme ve duyma bağlamındaki hassasiyeti, eserlerinin hem özgün dilde, hem de çeviri eserde anlaşılırlığını sınırlandırmaktadır. Anlatılarında insanın özünden giderek uzaklaşması, onu daha yakından tanımayı gerektirmektedir. Franz Kafka 03 Temmuz 1883’te Prag’da doğar. Yahudi bir baba ve Alman Yahudisi bir annenin ilk çocuğudur. Baba tarafı yoksul, doğulu bir aileden, anne tarafı ise varlıklı, okumuş insanlardan gelir. Kafka, çocukluğuyla birlikte zayıf, hastalıklı bir bünyeye sahiptir. Onun yetişmesinde ve kişilik gelişiminde babanın, yarattığı zorbalığın, her söz ve her bakışta hissettirdiği gücün etkisi büyüktür.
Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I _______________________________________ 135
Toplumun beğenisi adına bir havranın yönetim kurulunda yer alır, bir ara politikayla uğraşır, mahkemede bilirkişilik yapar. Neredeyse gün boyu çıkmadığı ve içinde tuhafiyeden fanteziye her tür ürünü bulundurduğu mağazası, meşe dalı üzerinde tüneyen karga amblemiyle garip ama Alman toplumunun bir parçası olma kararlılığının bir göstergesidir. Oğla göre babası, yalnızca toplumun takdirini kazanmayı (Wagenbach, 1997: 20) amaç edindiği için “kötülüklerle dolu dış dünyanın içerdeki temsilcisi” (Öztürk, 1984: 63) olmayı başarmıştır. Ailede onun genişledikçe artan eziciliği annenin her şeyi doğal kabul etmesiyle birleşince, Kafka çocukken yakın çevresinde bulamadığı sevgiyi, insani dünyayı kendi içinde aramaya, kendine göre düşler üretmeye başlar. Bundan böyle içten olmayan davranışlardan, sevgisizlikten, aldatıcı şeylerden nefret duyarak korkup kaçacak, doğal olana yaklaşacaktır. Ataerkil aile düzeninin yarattığı bu korkunç etki, anlayışsızlıklar, baskılar ve itilip kakılmalar sonucunda doğmuş; mücadele etme yerine eziklik ve zayıflık arasında acı çekmeyi getirmiştir. “Dünyadan kaçmak istiyordum. Çünkü babam bırakmıyordu beni orada, kendi dünyasında yaşayayım istiyordu. İşte o günden sonra ben de bu başka dünyanın yurttaşı oldum” (Öztürk, 1984: 64) diyen yazar, onun yönlendirmelerdeki baskısından kurtulamaz. Baba, “onun hiçbir zaman ulaşamayacağı, karşı da koyamayacağı bir ölçü” (Aytaç, 1983: 278) kendisi ise onun karşısında hep bir zavallı kalacaktır. Çekingenliği, aşırı ürkekliği ve bunalım hali, henüz tanımlayamadığı kişilinde çatışma çıkaracak; basit işleri dahi yapıvermede becerisiz, kararsız kalacaktır. Yakalandığı mükemmellik hastalığı, mektuplarına, söz ve davranışlarına yansıyacak, sezdiği hatayı hep kendinde aramaya başlayacaktır. Gürsel Aytaç’ın ifadesiyle; “Anne tarafından aldığı hassasiyetle baba tarafından aldığı sebat, Kafka’nın ruhunda bütünleşmiş ve sürekli bir özeleştiri, kendini muhakeme etme eğilimi yaramıştır.” (Aytaç, 1983: 279) Kafka’nın sevgi ve anlayış görmeksizin yaşadığı ilkokul yılları, herhangi bir konuda direnmesi halinde, kendisini okula götüren aşçı tarafından gözetmenine şikâyet edilmesi tehditleriyle doludur. Korkuları, giderek korkunçlaşan dünyayı taşımadaki kuşkularını tırmandırır ve baba evinde bulamadığı özgürlük, “hep muntazam olarak yerine getirilmesi gerekli işler” (Aytaç, 1983: 279) olarak baktığı derslerle tamamen ortadan kalkar. Okulda sevilip sayılsa da dikkatleri üzerine çekmek istemeyen, “kimsenin samimi olmaya cesaret edemediği, hep camekân içinde biridir o.” (Aytaç, 1983: 279) Zorla gönderilmiş olsa da tertip ve düzeni, sevecenliği elden bırakmaz. Toplumsal sömürüyü ve baskı ilişkilerini ilk kez babasının mağazasında öğrenir. Onu, “zorba, yabancılaşmış ve bireyin benliğini boğan bir toplumun oluruna büyütülmüş imaj” (Doğan, 1993: 32) acımasızlığıyla tanımlayan yazar, kendisinin ve orada çalışanların ruhsal durumlarının baş suçlusuna şöyle seslenir: “Mağaza beni ruh hastası etti... özellikle mağazada çalışanlara karış tutumun demek istiyorum... Sen memurlarına, ‘ödenmiş düşman’ dersin öyleydiler de zaten, fakat bana öyle gelirdi ki, onlar senin düşmanın olmadan önce, sen onların ‘ödeyen düşmanı’ idin…” (Doğan, 1993: 32) Babanın hep karar sürecinin başı ve ulaşılmazlığı, onda nefreti ve kaçışı tetikler.
___________________________________________________________ Özber CAN 136 Yabancılaşma zamanla sevgi yetmezliğine ve yitimine dönüşür. Kişilik gelişimi sınırlanır ve bunun yol açtığı psikoz, onu özenle seçildiklerini hissettiren sözcüklere götürür. Söylediği her sözcük, söz ve cümle, anlam ve dizgesel yönleriyle derinleşir; ruhsal çözümlemeler gerektirecek kertede güçleşir. Henüz çocukken kendi ailesinde dışarıda bırakılması, ruh sağlığının giderek bozulmasına, benlik sorunu yaşamasına neden olur. O bu olumsuz gelişmeyi, çevreyi kurumsal işleyişleriyle daha açık algılamaya, çelişkileri görmeye, dikkatleri üzerine çekmeye dönüştürecektir. Zira gelişen keskin gözlem yeteneği, derin duyarlığıyla birleşerek insancıl olanı belirginleştirmeye zorlamış; ebeveyninin sevgisaygı duygularını karıştırmasıyla eğiticinin çocuğa karşı olan saygısını aklına yazmıştır. Sağlıklı insan içinde yaşadığı toplumsal çevreye uyma ve onu etkileme (Sinanoğlu, 1988: 192) yeteneği gösterirken bundan böyle onun zihninde dönüşüm geçirecektir. Bu noktada eğitici ve çocuk arasında doğrudan bir sevgiden söz edilemese de, eğitim anlamında kıyaslanamayacak kadar (Aytaç, 1988: 43) bir değer ifade ettiği söylenebilir. Kaldı ki çocuğun yetişme sürecinde anne-baba ve eğitimci duygularının da sınırları vardır. Kan bağıyla gelen bu sınırlar, şöyle özetlenmiştir: “Ebeveynin egoizmi ki bu gerçek ebeveyn duygusudur, sınır tanımaz. Eğitim bağlamında ebeveynin en büyük sevgisi dahi ücretli, eğitimcinin sevgisinden daha çıkarcıdır. Başka türlü de olamaz, olanaksızdır. Zira, ebeveynler çocuklarına karşı, her hangi bir yetişkinin o çocuğa olacağı gibi objektif olamazlar, çünkü çocuk onların kanındandır; daha da komplike olan, her ikisinin de kanındandır.”(Aytaç, 1988: 43) O halde eğitimin iyelikçi, yoğun anne baba sevgisiyle beslenmesinin, “çocuğun kişilik gelişimini, her şeyin doğruluğunu bizzat aramak gibi bir zihin habitusundan yoksun olarak tamamlanmasına neden olacağını ve bunun da ileriki yaşamında umutsuzluk kaynağı olabileceği” (Sinanoğlu, 1988: 193) sakıncası göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü kişilik oluşumu ve olumlu yönde gelişimi kendinden olanı sevmeyle değil, kendimizle özdeşleştirmediğimiz kişi ve düşüncelere de hoşgörülü yaklaşma (Aytaç, 1988: 44) ile gerçekleşebilir. Kafka, bütün bu davranış ve duyguları hiç yaşamaksızın eğitimi, “sofrada verilen direktif ve buyruklar” (Wagenbach, 1997: 26) ile tanıdığı için içe kapanmayı değişimle birleştirir. Babanın ilgi yoksunluğu, insanı hep kendi yerine düşürmesi, onda sezgiselliği artırır; edindiği ürkek tabiatsa sürekli bir uyanıklık hali yaratır. Ondaki bu derin hassasiyet, içe bakış ve ince gözlem yeteneği, zamanla eserlere yansıyacaktır. Yetişme sürecinin yazarda bıraktığı etki, mikroskop gözü edinmeyi, dolayısıyla riskin büyüklüğünü gözler önüne serer. “Mikroskop gözler (Mikroskopaugen) insanı çıkmaza sürükler. Yine bu mikroskop tarzı görmenin sonucu olarak nesneler yabacılaşır.” (Aytaç, 1983: 279) Aile-çevre-kurumlaryasalar ve bürokrasi arasında kendini geliştiremeyen yazar, insanın durumunu betimlerken bakışlarını toplumdan önce aileye yöneltecek; evdeki çatışma ve tedirginliğe karşı vaktiyle kendini koşulladığı gibi soğukkanlı olmayı önerecektir.
Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I _______________________________________ 137
“Heyecanlanmayın. Sakin olun. Sessizlik, güçlülüğün dile gelmesidir. Karşıtlıklar aynasıdır bu… Sakinlik, sessizlik kişiyi özgür kılar-darağacında bile.” (Janouch, 1966: 108) Onun insani dünyayı kendi içinde araması, ailedeki sıradanlığını ve fazlalığını yaşayarak öğrenmesi, ilk adımda Dönüşüm öyküsünü kurmayı başlatır. Yazar öykünün özünü, “Sanki doğumum bir türlü tamamlanamamış, bu karanlık evden kasvetli bir yaşamdan hep yeniden dünyaya geliyorum, o evde sürekli olarak varlığımın onaylanmasını bekliyorum.” (Öztürk, 1984: 63) ile ele verir. Gregor Samsa’yı doğuran bu sözler, başkalarına karşı toleranslı olmayı, sabırla beklemeyi özümsetir. Küçük hayvanları alıp onları insanlarla eşdeğer kılmayı deneyen bu yaklaşım, hem anlatımı kolaylaştıran basit bir denge, hem de kahramanın hakkını alabilmek için sona doğru adımlamasıdır. Öyküde aileye gelir getirmesi için fedakârlığı istenen Samsa, böceğe dönüşerek aileden hesap sormayı, patrona karşı ayaklanmayı başlatır. Salt uyumsuzluğu öteleyen bu tutum, düzenin yarattığı bunalımla başkaldırıyı ateşler. Yabancılaşma sınırın ucuna kadar gelir ve okuru da yanına çeker. Burada okur duyum dünyasıyla yabancılaşma dünyasının bir bütün olduğunu sanır. Dil, “bir tutsak olarak kalır”(Garaudy, 1991: 174) ve kendine özgü biçemiyle farklılaşır. “Yadırgatıcı, dahası sarsıcı olaylar yalın, serinkanlı” (Kampits, 1984: 202) ama vurgulu sözlerle anlatılır. Argoya yer vermeyen anlatıda hem bir dünya görüşü şifrelenir, hem de felsefe oluşturulur. Okura insanın dünyevi acısı değil, belli bir toplumsal durum içindeki acısı sezdirilir. Şato’da yabancı bir dünyada bilinmeyen birtakım güçlerle umutsuzca boğuşan kimsesiz birey, iletişim kurmayı özler; “düşle gerçeğin birbirine karıştığı benzeri olmayan” (Fischer, 1980: 107) bir taşlamada bulunur. Kafka, yaşamadığı çocukluğundan dolayı çocuklara duyduğu kıskançlığı satır aralarına yedirir ve onları acılara hedef olarak görür. Diğer bir deyişle; “Çocuklar ona, kendisinin sığınmak istediği ufak olma konumunun işgalcileri gibi görünürler. Ama sonradan anlaşılır ki çocuklar göze görünmemek isteyen küçükler değil, yetişkinlerin gürültüsüne ve acı verici davranışlarına hedef olan küçüklük konumudurlar.” (Canetti, 1984: 209) Bu hedef konum, özdeşleşilen canlılarda kimlik var etmeyi ve imge olarak seçilen çirkin dış görünüşlerin arkasında derin bir duyarlık yaşatmayı kolaylaştırır. Dışlanma, Dönüşüm’de onu yaşayan insanın bedeni, Amerika’da dayısının yardımıyla yükselişi ve sonradan yine öyle ansızın düşüşü, Dava’da yüce bir makamdan (Canetti, 1994: 97-99) kaynaklanırken Şato’da, “yer ölçücü içinde bulunduğu ikilem” (Garaudy, 1991: 150) ile belirginleşir. Toplumsallığı, acılardan uzak kalmayı bir türlü başaramayan yazar, yaşadığı ortamla, “Benim hücrem benim hisarımdır.” (Aforizmalar, 1995: 57) diyecek kadar barışıktır. O insanı kendi koşul ve ölçülerine göre değerlendirme, insancıl olanı yüceltme tevazusu göstermeyi elden bırakmaz. Davranış ve psikolojiyi bağdaştıran bu tutum şöyle açıklanır: “Yaşam içinde kaçınılmaz olan bu davranışıyla insan kendi içine döndüğünde düş kırıklığına uğrar. Sanki güzel insan o değildir. Sevdiği insanı yücelere çıkarmak istedikçe, insan silinir, yok olur.” (Günyol, 1985: 10) Yazgının anlatıyla bütünleşmesini simgeleyen bu duyarlılık, Kafka’da tehlikelerden uzaklaşma, “gürültüden şeytan görmüşcesine kaçma”
___________________________________________________________ Özber CAN 138 (Canetti, 1984: 201) şeklinde algılanır. Gecelerle de arası açıktır onun. Karalamaları arasında kısa aralıklarla daldığı uykusu düşlerle, boğucu kâbuslarla bölünür. Kahramanları da her şeyi gecenin zifiri karanlığında yaşar; dışlanmayı çocukluklarıyla birlikte öğrendikleri için hep dışarıda kalırlar. Ve ölüm onlara yatakta ve gece gelmez. Yazar, varlıklı bir ailenin çocuğu olmasına rağmen hiç varlıklı gibi yaşamaz. Ona göre zenginlik, “düpedüz görece bir şeydir, doyum sağlamaz insana. …maddeye dönüşmüş bir güvensizliktir sadece.” (Janouch, 1994: 21) Babanın aldığı kararla memur yetiştiren bir lisede öğrenim görür. Almanca’yı anadili olarak kullanmasına rağmen o ne tam bir Alman ne de tam bir Çek olarak tanınır. O yıllarda Darwin’i, Hegel’i okur ve dinsel olan ne varsa yadsır. Aileden gelen hiç denecek kadar az Museviliğiyle Snobizm’e ve Hıristiyanlığa kuşkuyla yaklaşır. Bir ara Siyonizm’le ilgili toplantılara katılır. Üniversite yıllarında Sosyalizm, Nietsche ve Darwin’den etkilenir. Hebbel’in, Amiel’in, Bayro’nun, Grillparzer’in günlüklerini, Eckermann’ın Goethe’yle konuşmalarını, Goethe’nin, Grabbe’nin, du Barry’nin mektuplarını, Schopenhauer ve Dostoyevski’nin yaşam öykülerini okur ve böylece ifade gücünü geliştirir. Evden ayrılma zorunluluğunu, “kişi, yitirdiği yurdu bulabilmek için, yabancı ülkelere gitmek zorunda” (Janouch, 1966: 109) ile açıklarken yıllar sonra, “sessiz çoğunluğun sözcüsü” (Yücel, 1997: 105) olarak anlaşılacağından habersiz ama davranış ve eğitim psikolojisi açısından bıraktığı mirasın bilincindedir. Hukuka karşı özel bir eğilimi olmamasına rağmen babasının zoruyla başladığı öğrenimini 1906’da doktora yaparak tamamlayan Kafka, kendisi için her zaman bir ölçüt olan babadan özgürlüğünü aldığını kanıtlar. Böylece baba evinden ayrılmanın bir yolunu bulur. Ne var ki yazını için ihtiyaç duyduğu zamanı ve gücü elinden alacağını bildiği ve bundan nefret duyduğu halde bir büro işini ciddiye almak zorunda kalır. Bundan böyle iş ve yazını birlikte yürütecek; vaktiyle okulların kendisine verdiği işkence iş yerinde de sürecekti. 1907 Ekim’inde hiç istemeden girdiği İşçi Kaza Sigortası Şirketinde (Assicurationi Generali) artık o da, “anamalcı dizgenin bir dişlisidir.” (Öztürk, 1984: 65) Bir kez daha zorunlu bırakıldığı yönde davrandığını anlar ama serbest yazar olarak çalışmaya cesareti olmadığı için, “çaresizliğe varan kötümserliğine rağmen, Bürokratennetz dediği büro hayatını” (Aytaç, 1983: 280) bırakamaz. Özverili bir memur olarak geceleri eve dosya taşısa da çalışma koşullarının zorluğu nedeniyle bu işe bir yıl dayanır. Daha sonra Prag İşçi Kaza Sigortasında (Arbeiterunfallversicherung) işe başlar ve yardımcı memurluktan genel sekreterliğe kadar yükselir. Kafka, aslında sade bir yaşamı hep özlemiştir. Kadınlara işi ve yazını arasında özel zamanlar ayırmaksızın ilgi duyması, hem bu yalın özleme, hem de yazınını engelleyeceği, dolayısıyla özgürlüğünü sınırlayacağı kuşkularına dayanır. Aile ve yazını birlikte yürütememe öngörüsü, onu seçim yapmak zorunda bırakır. Yazarın 1 Temmuz 1914’te Felice Bauer ile nişanlanması, 12 Temmuz’da bu nişandan vazgeçmesi, 1917 Temmuz’da aynı kadınla ikinci kez nişanlanması ve
Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I _______________________________________ 139
1917 Aralığı sonunda nişanlıların birbirinden kesin olarak ayrılması, bir buçuk yıl sonra Julie Wohryzek’le nişanlanması ve onların da 1919 Kasım’ında ilişkilerini sonlandırması, evlilik adımlarını boşa çıkarır. Mutlu, sade bir evliliği çok istemesine rağmen nişanlıları ve sevgililerine yaklaşımlarında hep bir mesafe bırakır. Bu davranışı, “aileye sahip olma tehlikesiyle karşılaşma” (Canetti, 1984: 250) şeklinde yorumlanan yazar, en mükemmel ortamlarda bile, mutsuzluğa sürükleyebilecekleri (Kafka’nın Güncesi, 1995: 96) kuşkusunu yenemez. Evlilikten ilginç ve bir o kadar acı bir tasarımla, “değişim geçirip ufalmakla” (Canetti, 1984: 208) kurtulur. Onun evlilik kurumuna mesafesi, sevgilisi Milen’a yazdığı bir mektupla kesinleşir. Satırlarından birinde, “Sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla.” (Sevgili Milan’a Mektuplar, 1995: 214) diyen yazar, aşk ve evlilik hamlelerini sonlandırır. Varoluşun göstergeleri sayılan bu ilişkilerin, Kafka’nın varoluşçuluğunu yorumlamayı önleyeceği düşünülse de bu adımların kesin kez sonlanması, düşünce felsefesinin değişmediğini doğrular. İş ve özel yaşam arasında kurulamayan denge ise bireysel dünyayı sezgilere açar. Yazar, babaevinden ayrıldıktan sonra sevecen, şakacı, yaşama istekli, iyi bir arkadaş ve yardımsever bir ağabey kişiliğiyle sevgilisine, kız kardeşlerine ve ailesine mektuplar yazar. Hemen her kart ve mektuba ismin yerine konulan şifre, hem bir kısaltma hem de küçülme durumu olarak algılanabilir. “Milena, Milena, Milena... Adından başka şey yazamıyorum. Yazmalıyım ama! Bugün şaşkınım, yorgunum ve sessinizim... Perşembe sabahı: “Sokak çok gürültülü...F.” (Sevgili Milan’a Mektuplar, 1995: 73,89) Farklı zaman aralıklarında yazdığı kartların arasında iki kart dikkat çeker. 02.09.1917 ve 26.05.1924 tarihli kartlar onun yaşama isteğini ve umudunun azalışını içerir. “Canım Ottla, taşındım anlayacağın. Palais’teki pencereleri son bir kez kapadım, kapıyı kilitledim, sanki ölecekmişim gibi bir duygu var içimde... Çok sevgili anne ve babacığım! Yalnız bir düzeltme: Su özlemim ve meyve özlemim, bira özlemimden az değil. Ne var ki, şimdilik yavaş sürüyor iyileşmem. Candan selamlar.” (Ottla’ya ve Ailesine Mektuplar, 1997: 16,154) Yaşamı boyunca bir çığırtkan olmayan yazar, kaldırıldığı senatoryumda adının iltimas yerine geçmemesi için yerini duyurmaz. 1922’de tüberküloz teşhisiyle zorunlu olarak emekliliğe sevk edilir. Son altı ayını Dora Diamant’la yaşar ve 3 Haziran 1924’te ölür. 1935’lerde nasyonal sosyalist politikanın etkisiyle yasaklı yazarlara listesine alınır ve eserleri yakılır. Ancak bu onun ve eserlerinin sonunu getirmez. Sartre ve Camus’nün ön ayak olmasıyla 1955’lerde düzyazı ve psikoloji ustalığıyla Avrupa ve Amerika’da, “bir mutluluk arayıcısı” (Garaudy, 1991: 153) olarak da Rusya’da okur bulur. 15 Ağustos 1913 tarihli günlüğünde, “çıldırıncaya kadar herkesten soyutlayacağım kendimi, herkesle bozuşacak, kimseyle konuşmayacağım” (Wagenbach, 1997: 119) diyen yazar, yazdıklarının zaman sonra okunacağını elbette bilmiyordu. Söylediklerinin bugüne uzanan süreçte farklı anlamlar ürettiği ileri sürüldü. Pek çok değerlendirme ve eleştiri sonrasında bugün yazarın ve sürekli yinelediği söyleminin anlaşılmasının, insanın kendini sorgulamasından, umutsuzluk içinde umut için eylemde bulunmasından (Can, 1998: 87) geçtiği
___________________________________________________________ Özber CAN 140 anlaşılmaktadır. Bu ise yargının eşiğine gönüllüce gelerek kendini aldatmalardan uzaklaşmayı, kendini ve kendi düşüncesini yargılamanın yolunu (Cemal, 1996: 109) aramayı gerektirmektedir. Zira Kafka’nın edebiyata bir soyutlama ve içsel yabancılaşmanın yanı sıra, “varoluş gerçeğinin gündelik dil-algı düzeni içinde gözden kaçan, kör kalınan yönlerini… Sözcükleri, alışılmış anlam nesneleri dışında, yeni gösterge-gösterilen ilişkilerini” (Göktürk, 1984: 23) de çarpıcı bir bakış yoğunluğuyla dile getirdiği gözden kaçırılmamalıdır. Yazarın, “…düşünmek, bir duygu, bir korku bir kalp krizi, bir yıldırım, kimsenin inanmadığı bir umut” (Heinrich-Jost, 1984: 183) şeklinde anılması da onun iç duygu dünyası ve metinlerinde çokanlamlılık üretmesinin bir sonucudur. Eserleri sıklıkla disipliner eleştirilere vurulsa da kodlarının çözümünün, “düz-çizgi yaşamların harcı olmadığı” (Cemal, 1984: 11) anlaşılmaktadır. Onu ayrıcalıklı kılan, anlatısının gizemi ve alaylı biçemi, “insanın umutsuzluğunun çağlarla çığ gibi büyüdüğü” (Özlü Kıral, 1984: 188) izlenimleri veren betimlemeleridir. Haksızlığın ve aşağılanmanın sıradanlaştığı bir yüzyılın sözcüsü olması, anlatılarını bu yaşam duygusunu tanımlayan ve genel bilince yerleşmiş Kafkaesk (Kasper, 1984: 186,187) üzerine kurmasıdır. Anlatının alan değiştirdiği durumlarda imgeler dünyasıyla gerçekliği benzersiz biçimlere büründürmesi, bireyin çabasını ve yakın çevresinin kaygısızlığını iç içe anlatmasıdır. Vurguladığı şeyin insana hem çok uzak, hem de çok yakın olmasıdır. Öyle ki, “Bir dünyadan ötekine geçmek için, hem sonsuz bir süre gerekir, hem de bir adım atmak yeter-Kafka’nın odasından içeriye.” (Karst, 1984: 70) Küçük ayrıntıları birbirine ekleyerek, “gerçekliğin çevresini belli belirsiz çizdiği” (Fischer, 1980: 216) anlatılarında simgelerin, “canlı ve bireyselleştirilmiş kişiler” (Garaudy, 1991: 170) olarak okurun karşısına çıkmasıdır. Yazarın içinde yaşadığı dünya ile kurduğu dünyanın tek bir dünya olmasıdır. Çünkü, “Kafka’nın evreniyle yaşamı aynı toptan kesmedir.” (Garaudy, 1991: 117) Prag edebiyat çevresinin önemli yayımcısı ve Kafka’nın yakın dostu Max Brod, onun edebi anlamda yaptığını, “dünyanın soytarılıklarına karşı alaylıhoşgörülü, acıyla karışık mizahı içeren... her vakit züppeliklerden ve kinizmden alabildiğine yüz çeviren bir gözlem biçiminin dışa vurumu” (Wagenbach, 1997: 79) şeklinde özetler. Bu dışa vurmada sözcükler çağrışım yoluyla kastı belirler. Bu anlam alanında dil, “iç gerilimden dolayı köşeli” (Janouch, 1966: 17) sözcüklerse taş gibi ağırdır. Zaten eserlerin, “dokuz ölçek umutsuzlukla bir ölçek umuttan” (Brod, 1994: 48) oluşması bu ağırlığı hissettirmektedir. Kahramanları dünyayı değiştirebilme yeteneklerinin olduğuna inanmadığı halde özgürlüğü kaybetmeyi göze almazlar. Buralı değil gibi görünseler de arayış ve bitmemişliği yaşarlar. Tıpkı çağlarının tanığı ve propagandacısı sıfatıyla Camus, Sartre ve Kafka’nın, “yaşadıkları çağa etkisini duyuran düşüncelerin, politikacıların sağlamasını yapıyor” (Fuat, 1982: 186) olmaları gibi değişmesi gereken, devleşen kartopu misali yuvarlanır durur. Yazar kahramanlarını eyleme, diliyse kendi içinde zorlarken imgeyi yalnızlık ve yokluk içinde yaştır. Aristo, Brecht, Proust ve Eliot’un yabancılaştırdığı gerçek, yazarın bu adımıyla 1970’li yıllarda Değişim adıyla kendine özgü bir yazın olarak edebiyata girer. Değişimden okuma kültürü
Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I _______________________________________ 141
boyutuyla yeterince faydalanılamasa da eğitimle birlikte insani olanın uzaklaşmasına daha fazla seyirci kalmanın bir anlamı yoktur. Anlamlı olan, bu değerleri ele alan eserleri ve kalemlerini yeniden anlamaya, yorum-eleştiri ve sonuca varmaya çalışmaktır. SONUÇ Edebi eser okuma süreci, çeviri ve yabancı dil gibi iki önemli gerekliliğe dayanır. Dolayısıyla okuru yazarın söylediklerine götürürken ona hem birçok şey öğretir, hem de onu her an yenik düşmeyle karşı karşıya bırakır. Çünkü bu süreçte sözcükler ıslak ve kaygan, cümlelerse esnektir. İlerleyebilmek, anlam ve biçemi bir arada taşıyabilmek için adımlar itinayla atılmalı, iletişim yoksunu ortamlarında yetişen yazarların eserleri daha bir titizlikle, hatta farklı okuma süreçlerinde tekrarlar halinde okunmalıdır. Bu bağlamda Franz Kafka da anlatılarıyla zor anlaşılan bir yazardır. Davranışta uyumlu, düşüncede özgür insanları yetiştirme amacı güden, ailede başlayıp sosyal çevre, kurumlar ve kültürel gelişmeyle dönüt veren eğitime daha yetişme çağında yabancı kalmış; dışlanmayı had safhada yaşamıştır. Onun, gücün ve iletişimsizliğin hâkim olduğu bir ailede yetişmesi, söylediklerine ve uyandırdığı sezgiye yansımış; babanın her an hissettirdiği güç ve ondan kaçış yabancılaşmayı, küçülmeyi, dönüşüm geçirmeyi gerektirmiştir. Ailesinde yaşadığı dışlanma ve iletişimsizlik, önce yakın çevresine sonra da dış çevreye karşı duyarsızlık yaratmış; duygularını sınırlandırmıştır. Onu içe kapanmaya zorlayan bu durum, çaresizlik noktasında insani olanı yaşatmayı, sorunların ortasında kalışsa sürekli bir koruma duygusu geliştirmeyi, acizlik hissi üreterek öç almayı harekete geçirmiştir. İnsanın bunalma anları değişim ve abartılı betimlemelere, karakter özdeşleşmesine taşınmış; güçten kaçış, sürekli bir özgürlük arayışına dönüşmüştür. Bu nedenle sona yaklaştıkça karakterin kuşkuları artar ve kendi ben’ine yenik düşer. Sonuç itibariyle Kafka anlatıları bir kimlik değişimi, düşsel de olsa fiziksel bir dönüşüm, küçülerek öç alma, dışlanma, sona yaklaşırken varlık savaşı verme, sürekli insancıl olanı çağırma algısını anlatıcıyla birlikte hissetmeyi gerektirir. Diğer bir deyişle; olumsuz davranış ve ruhsal özelliklerin nesnel yabancılaşmaya neden oluşu, karamsarlık yerine dışlanmanın yarattığı başkalaşımı önceleme, insanı önce kendi ben’ini sorgulamaya götürür.
___________________________________________________________ Özber CAN 142 KAYNAKÇA Aforizmalar?, (1995), (çev. Osman Çakmakçı), İstanbul: Altıkırkbeş Yay. AYTAÇ, Gürsel, (1983), Çağdaş Alman Edebiyatı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1. bs.
___________, (1988), Çağdaş Alman Edebiyatı Tarihi, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. BROD, Max, (1994), Kafka’da İnanç ve Mutsuzluk, (çev: Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yay., 1. bs. CANETTİ, Elias, (1984), Sözcüklerin Bilinci, (çev. Ahmet Cemal) , İstanbul: Payel Yay. ___________, (1994), Öbür Dava I-Kafka’nın Felice’ye Mektupları Üzerine, (çev. Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yay., 1.bs. CAN, Özber, (1998), Franz Kafka ve Çeviribilim Uygulamaları Açısından Dönüşüm Öyküsünün Türkçe’ye Yapılan Çevirilerinin Analizi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998.(Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). CEMAL, Ahmet, (1984), “Franz Kafka’yı Anlamak”, Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s. 10-11. ___________, Yaşamdan Çevirdiklerim, (1996), İstanbul: İyi Şeyler Yay., 1.bs. DOĞAN, Mehmet H. (1993), Çağının Tanığı Olmak, İstanbul :Yapı Kredi Yay. FİSCHER, Ernst, (1980), Sanatın Gerekliliği, (çev. Cevat Çapan), İstanbul: e Yay. FUAT, Memet, (1982), Çağını Görebilmek, İstanbul: Adam Yay. GARAUDY, Roger, (1991), Picasso, Saint-John Perse, Kafka, (çev. Mehmet H. Doğan), İstanbul: Payel Yay., 3. bs. GÖKTÜRK, Akşit, (Aralık 1984), “Okumak-Yorumlamak”, Çağdaş Eleştiri Edebiyat, Sanat, Sorunlar ve Kavramlar Dergisi, s. 22-27. ___________, (1997), Okuma Uğraşı, İstanbul: Yapı Kredi Yay. GÜNYOL, Vedat, (1985), Bilinç Yolunda Denemeler, İstanbul: Ada Yay. İNCE, Özdemir, (1993), Yazınsal Söylem Üzerine, İstanbul: Can Yay. JANOUCH, Gustave, (1966), Kafka ile Konuşmalar, (çev. A. Turan Oflazoğlu), Ankara: Bilgi Yay. ___________, (1994), Kafka ile Söyleşiler, (çev. Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yay.
Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I _______________________________________ 143
JOST, Ingrid HEİNRİCH, (1984), “Günümüz Gerçekliği ve Kafka”, (çev. Tezer Özlü Kıral), Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s.171-199. Kafka’nın Güncesi?, (1995), (çev. Mazhar Candan), İstanbul: Düşün Yay. KAMPİTS, Peter, (1984), “Kafka’nın Yaratısında Kehanet ve Dil”, (çev. Neyir Öke), Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s. 200-206. KARST, Roman, (1984), “Kafka ve Gogol-Gerçekliği Olan İmgeler ve İmgeleri Olan Gerçek”, (çev. Turgay Kurultay), Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay. KASPER, Hans Erich, (1984), “Günümüz Gerçekliği ve Kafka”, (çev. Ahmet Cemal), Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s.171-199. KIRAL, Tezer Özlü, (1984), “Günümüz Gerçekliği ve Kafka”, Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s.171-199. Ottla’ya ve Ailesine Mektuplar?, (1997), (çev. Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yay., 2.bs. ÖZTÜRK, Ahmet, (1984), “Yaşama Açlığı Sampiyonu”, Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s. 60-68. Sevgili Milen’a Mektuplar?, (1995), (çev. Adalet Cimgöz), İstanbul: Say Yay. SİNANOĞLU, Suat, (1988), Türk Hümanizmi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Bas. WAGENBACH, Klaus, (1997), Franz Kafka Yaşam Öyküsü, (çev. Kamuran Sipal), İstanbul: Cem Yay. YÜCEL, Tahsin, (1997), Alıntılar, İstanbul: Yapı Kredi Yay
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 145–158
KAVALALI MEHMET ALİ PAŞA’NIN ANADOLU HAREKÂTI VE KONYA MUHAREBESİ* Arş. Gör. Salih KIŞ Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü salihkis@selcuk.edu.tr
Özet Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 1805 yılında Mısır valisi olması ile başlayan Mısır meselesi, 1831 yılında siyasi kimliğe bürünmüştür. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Yunan İsyanı’nı bastırması karşılığında kendisine vaat edilen toprakları alamadığı için ayaklanmıştır. Mısır orduları Suriye üzerinden Anadolu’ya girmiş, Hums ve Belen’de Osmanlı ordularını mağlup etmiş, hiçbir mukavemet görmeden Konya’yı ele geçirmiştir. Mısır kuvvetleri, Osmanlı Devleti’nin Rumeli’den topladığı son ordusuyla da Konya’da savaşmıştır. 21 Aralık 1832 tarihinde yapılan savaşta, üstünlüğün Osmanlı Ordusu’na geçtiği sırada, Osmanlı Serdar-ı Ekremi Reşit Mehmet Paşa’nın bir hatası muharebenin seyrini değiştirmiştir. Reşit Mehmet Paşa’nın esir düşmesi ile birlikte Osmanlı kuvvetleri bozulmuş ve Osmanlı kurmayları orduyu Kütahya’ya çekmek zorunda kalmıştır. Bu geri çekilme neticesinde Osmanlı Devleti, Konya Muharebesi’ni kaybetmiştir. Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Mısır, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Reşit Mehmet Paşa, Konya Muharebesi. ANATOLIAN OPERATION OF KAVALALI MEHMET ALİ PASHA AND THE BATTLE OF KONYA Abstract The Egypt issue which broke out after Kavalalı Mehmet Ali Pasha became the governor in 1805 turned into a political matter in 1831. The Ottoman Empire had promised to give some lands to Kavalalı Mehmet Ali Pasha as a reward for dealing with riots in Greece. Despite quashing the Greek riot, Kavalalı could not get his promised lands; thus, he rioted himself. The Egypt armies entered Anatolia over Syria and beat the Ottoman armies in Hums and Belen. Then they took hold of Konya without any resistance. In Konya, the Egypt forces battled with the last Ottoman army that had come from Rumelia. During the battle on 21st December 1832, the Ottoman army was about to be victorious. Yet Reşit Mehmet Pasha, the Ottoman Serdar-ı Ekrem, made a mistake and that changed the course of events. The Ottoman forces dissolved since Reşit Mehmet Pasha was imprisoned. Therefore, the Ottoman officers had to pull back the army to Kütahya. Because of this retreat, the Ottoman Empire lost the Battle of Konya. Keywords: The Ottoman Empire, Egypt, Kavalalı Mehmet Ali Pasha, Reşit Mehmet Pasha, The Battle of Konya.
___________________________________________________________________Salih KIŞ 146
GİRİŞ Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı 1517 yılında topraklarına katması, Doğu Akdeniz’de büyük bir güç olmasını sağlamıştır. Ancak bu gücün, özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren zayıflamaya başlaması, Mısır’da yönetim zafiyetine neden olmuştur. XVIII. yüzyılın sonundan itibaren Memluk beyleri ve Mısır valileri arasında, merkezî otoriteyi dikkate almaksızın kendi başlarına hareket etme ve birbirlerine karşı üstünlük kurma yarışı başlamıştır. Memluk beyleri, Osmanlı Devleti’nden bağımsız bir Mısır’a sahip olmak değil, bilakis Osmanlının Mısır’daki valisi olmak için çabalamışlardır. Bazılarının kısa bir sürede olsa Mısır’da bu şekilde hâkimiyet tesis etmesi, Mısır’daki yönetimlerinin yarı bağımsız bir görüntü arz etmesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nin aciz ve zayıf durumundan faydalanan Fransa’nın 1798’de Mısır’ı işgal etmesiyle Mısır’daki hâkimiyet çatışması had safhaya ulaştı. Mısır’ı Fransızlardan kurtarmak için toplanan orduya katılan Kavalalı Mehmet Ali savaştan sonra Memluk beyleri ile giriştiği güç savaşını kazanarak Mısır idaresini eline geçirdi1. Osmanlı Devleti de Kavalalı Mehmet Ali’ye paşa unvanı verip, Mısır’a vali tayin etti2. Mehmet Ali, paşa unvanı ile vali olduktan sonra, Mısır’daki kargaşalıkları ortadan kaldırmak için, ilk olarak Kölemen beyleri ile mücadeleye girişmiş ve 1 Mart 1811 tarihinde Mısır’daki bütün Kölemen beylerini ortadan kaldırarak Mısır’a tamamen hâkim olmuştur3. Daha sonra Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Fransız uzmanlar getirtip4, Mısır’da modern bir ordu ve donanmayı kurmuş,5 böylece bölgede yeni bir güç olmayı başarmıştır. Osmanlı Devleti, Mora İsyanı’nı (1821) bastırmakta aciz kalınca, ayaklanmayı bastırması karşılığında Mehmet Ali Paşa’ya Mora Valiliğini teklif __________ *Bu çalışma 2003 /058 tarih ve sayı ile Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projeler Koordinatörlüğü tarafından desteklenen ve 2004 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüne sunulan “Kavalalı Mehmet Ali Paşa Hadisesinde Konya Muharebesi” isimli yüksek lisans tezinden faydalanılarak hazırlanmıştır. 1 Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi (1831–1841), TTK Basımevi, Ankara 1988, s.22; Enver Ziya Karal, Fransa, Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu (1797–1802), Millî Mecmua Basımevi, İstanbul 1938, s.57. 2 Mehmet Kocaoğlu, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı (1831–1841) ve Sonuçları”, Bilig, S.4, İstanbul 1997, s.62; Yusuf Akçura, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri (XVIII. ve XIX. asırlarda), Maarif Matbaası, İstanbul 1940, s.97. 3 Altundağ, Mısır Meselesi, s.26; Bruce Mcgovan, “The Age Of The Ayans”, An Economic And Social History Of The Ottoman Empire, Volume II (1600-1914) Cambridge University Press, United Kingdom 1994, s.645; Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, Çev. Mehmet Harmancı, E Yayınları, İstanbul 1983, s.35. 4 Gilbert Sinoué, Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Son Firavun, Çev.Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık, İstanbul 1999, s.225. 5 Ercüment Kuran, “Sultan II. Mahmut ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Gerçekleştirdikleri Reformların Karşılıklı Tesirleri”, Sultan II. Mahmut ve Reformları Semineri, 28-30 Haziran 1989, İÜEF Basımevi, İstanbul 1990. s.107.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi ________________ 147
ederek yardım talebinde bulunmuştur6. Nitekim Mısır ordusu kısa bir süre içinde Mora’daki isyanı bastırmaya muvaffak olmuştur. Mora İsyanı’nın kısa süre içinde uluslararası bir mesele haline gelmesinden dolayı, Osmanlı ve Mısır donanmaları Avrupa Devletleri tarafından Navarin’de ortadan kaldırılmıştır. Navarin faciasından sonra Avrupa Devletleri ile çatışmak istemeyen Mehmet Ali Paşa, Osmanlı Devleti’nden izin almadan ve İngiliz donanmasının yardımıyla Mora’daki askerlerini geri çekmiştir. Bundan dolayı da kendisine Mora valiliği yerine Girit valiliği verilmiş fakat Mehmet Ali Paşa, Suriye valiliğini istemiştir7. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mora’da sergilemiş olduğu tavır, İstanbul’da kendisi aleyhindeki yönetici zümrenin karşıtlığını pekiştirdi8. Olaylardan hareketle Padişah II. Mahmud’un da Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya tavır takınması suretiyle Mısır ve İstanbul arasında ilişkiler giderek gerginleşti ve olayların seyri Osmanlı Devleti’ni 10 yıl uğraştıracak Mısır Sorununun ortaya çıkmasına neden oldu. Doğu Sorununun başlangıcı olarak düşünülmesi gereken ve bu süreçte Avrupa devletlerini Mısır Sorununa müdahil yapan olay Konya Muharebesidir. Bu çalışmanın amacı, Osmanlı Devleti’ni uzun yıllar meşgul etmiş olan, Mısır Sorununun başlangıcı kabul edilen Konya Muharebesinin ne zaman, nerede ve nasıl oldu sorularına cevap aramaktır. Osmanlı Devleti, diplomasi yoluyla çözüm bulamadığı Kavalalı sorununu güç kullanarak neticelendirmeye karar verdi. Ağa Hüseyin Paşa, Serdar-ı Ekremlik görevinin yanı sıra Mısır, Girit ve Habeş Eyaletlerine vali tayin edilerek bir ordu ile Halep’e gönderildi. 1.KAVALALI MEHMET ALİ PAŞANIN ANADOLU HAREKÂTI Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın komuta ettiği Mısır ordusu 15 Haziran 1832 tarihinde Şam’ı ele geçirerek Hums’a doğru harekete geçti9. Hums’ta yapılan savaş neticesinde Mısır kuvvetleri Osmanlı ordusunu hezimete uğrattı. Yenilen Osmanlı ordusu Antakya’ya çekilmek zorunda kaldı10. İbrahim Paşa, Hums galibiyetinden sonra 10 Temmuz 1832 tarihinde Hama’dan sonra Halep’i de eline geçirdi ve Osmanlı ordusunu karşılamak üzere Antakya’ya doğru harekete geçti. __________ 6
İbrahim Paşa, 1825 yılında beraberinde 54 savaş ve 400 nakliye gemisiyle birlikte 16.000 asker ve 150 toptan oluşan kuvvetiyle Mora’ya hareket etmiştir. Bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.V, TTK Basımevi, Ankara 1994, s.115. 7 N. Iorga, Osmanlı Tarihi, C.V, Çev. Bekir Sıtkı Baykal, Güney Matbaacılık, Ankara1948, s.361; Ateş, Siyasal Tarih, s.329. 8 Hüseyin İlhan Yazgan, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa”, Başpınar, C.IV, S.87, Gaziantep 1947, s.2–3. 9 Şinasi Altundağ, “Kavalalı Mehmet Ali Paşanın Suriye’de Hakimiyeti Esnasında Tatbik Ettiği İdare Tarzı”, Belleten, C.VIII, S.29-32, TTK Basımevi, Ankara 1944, s.232; Şinasi Altundağ, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa Hakkında Kısa Bir Etüd”, AÜDTCFD, C.I, S.2, Ankara 1943, s.35-36. 10 Takvim-i Vekâyi, nr. 24, 5 RA 1248 (2 Ağustos 1832), s.1.
___________________________________________________________________Salih KIŞ 148
Antakya’daki Beylan (Belen) geçidinde yapılan savaş yine İbrahim Paşa’nın üstünlüğü ile neticelendi.11 Mısır kuvvetleri İskenderun, Antakya, Adana12 ve Tarsus’u13 ele geçirdi. Osmanlı kuvvetlerinin Gülek Boğazı’nın Batısına çekilmek zorunda kalmasından yararlanan14 Mısır ordusu, hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Gülek Boğazı, Ulukışla ve Ereğli’yi ele geçirdi15. Osmanlı Devleti, Mısır kuvvetlerini Konya’da durdurmak niyetindeydi. Ancak Konya’nın dört tarafının da açık olması, şehirde istihkâm kurmayı hem zorlaştırıyor, hem de faydasız kılıyordu16. Ayrıca Konya’daki asker sayısı Mısır ordusunu durdurmaya yetmeyeceğinden ordunun daha gerilere çekilmesi gerekliydi. Neticede Osmanlı ordusu, 19 Kasım 1832 tarihinde Akşehir’e gelmiş17 ve burada iki gün konakladıktan sonra yeni bir emirle Karahisar’a çekilmiştir18. 1.1.Mısır Kuvvetlerinin Konya’da Aldıkları Tedbirler Mısır ordusu, 13 Kasım 1832 tarihinde Ereğli’den çıkıp, 18 Kasım 1832 tarihinde Konya’ya girdi19. Mısır ordusu hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Konya’yı ele geçirdi. Konya halkı da Mısır kuvvetlerine bir tepki göstermedi. Mısır ordusu Konya’da bazı tedbirler almak ihtiyacı hissetti. Konya’yı çevreleyen surların alçak olmasından dolayı şehrin savunulmasını güçleştirdiğinden şehrin savunulmasından vazgeçildi. Bu nedenle savaş alanı için şehrin dışında bir yerin araştırılmasına karar verildi. Mısır ordusu, Konya’nın dışında, şehrin kuzey ve doğusunu kaplayan Aslım bataklığı civarının savaş alanı olması kararlaştırılmıştır20. Bir bataklık alanının __________ 11
BOA, HH, nr, 19812, 29 RA 1248 (26 Ağustos 1832) tarihli kaime; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V, s.130. Belen muharebesini kaybetmesine rağmen, bunu Osmanlı kamuoyundan gizlemek isteyen Babıâli, Takvim-i Vekayi’de bu muharebeyi bir zafer gibi gösterir. Hatta Takvim-i Vekayi’ye göre, Mısır ordusu bozguna uğratılmıştır. Bkz. Takvim-i Vekâyi, nr. 25, 16 RA 1248 (13 Ağustos 1832), s.1. 12 BOA, HH, nr. 19798-A, 7 R 1248 (3 Eylül 1832), tarihli kaime. 13 BOA, HH, nr. 19885-B, 6 R 1248 (2 Eylül 1832), tarihli arıza. 14 BOA, HH, nr. 19883-A, 3 RA 1248 (31 Temmuz 1832), tarihli şukka. 15 BOA, HH, nr. 20117-D, 21 CA 1248 (16 Ekim 1832) tarihli arıza; BOA, HH, nr. 20372-J, 3 CA 1248 (28 Eylül 1832) tarihli kaime; BOA, HH, nr. 20372-M, 5 CA 1248 (30Eylül 1832) tarihli kaime; BOA, HH, nr. 20372-K, 4 CA 1248 (29 Eylül 1832) tarihli kaime; BOA, HH, nr. 19746, 29 RA 1248 (26 Ağustos 1832) tarihli tahrirat; BOA, HH, nr. 20117-C, 22 CA 1248 (17 Ekim 1832) tarihli arıza. 16 BOA, HH, nr. 19818-A, 11 R 1248 (7 Eylül 1832) tarihli kaime. 17 BOA, HH, nr. 19992, 15 R 1248 (11 Eylül 1832) tarihli tahrirat; Takvim-i Vekâyi, nr. 26, 21 R 1248 (17 Eylül 1832), s.1; Takvim-i Vekâyi, nr. 47, 20 B 1248 (13 Aralık 1832), s.1. 18 Ahmet Lûtfî Efendi, Vak’anüvîs Ahmet Lûtfî Efendi Tarihi, C.IV-V, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s.736. 19 BOA, HH, nr. 20145-D, 13 C 1248 (7 Kasım 1832) tarihli mektup; BOA, HH, nr. 19835, 12 B 1248 (5 Aralık 1832) tarihli kaime; Stanford Shaw, eserinde Mısır ordusunun Konya’yı 21 Kasım 1832 tarihinde işgal ettiğini yazmıştır. Bu tarihin doğru olması mümkün değildir. Çünkü 13 Kasım 1832 tarihinde Ereğli’den çıkan Mısır kuvvetleri Ereğli Konya arasını 5 günde kat ederek Konya’ya 18 Kasım1832 tarihi sabahı gelmişlerdir. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, Çev. Mehmet Harmancı, E Yayınları, İstanbul 1983. 20 BOA, HH, nr. 20489-A, 8 Ş 1248 (31Aralık 1832) tarihli takrir; Friedrich Sarre, Küçükasya Seyahati, Çev. Dârâ Çolakoğlu, İstanbul 1998, s.88.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi ________________ 149
muharebe sahası olarak seçilmesinin hem olumlu hem de olumsuz tarafları vardı21. Osmanlı ordusu Mısır kuvvetlerine arkadan çevirme harekâtı yapamayacaktı. Ancak Mısır ordusunun kontrolsüz geri çekilmesi durumunda bataklık büyük bir felakete sebep olabilirdi Osmanlı ordusu, Konya garnizonunu tamamen boşaltıp beraberinde götürmüştür. Bu yüzden Mısır kuvvetleri Osmanlı ordusu gibi şehrin dışında bulunan garnizonda değil de, Konya’yı terk edene kadar şehrin içindeki bazı han, konak ve dükkânlarda ikamet etmiştir. Bu hanlar arasında; Mollaoğlu, Abdülfettah, Eğri ve Mevlana Türbesi yakınlarındaki Çelebi Hanları bulunmaktadır. Ayrıca Çizmeci Konağı ve Keçeci dükkânları da belli başlı konaklama yerleridir. Mısır ordusu, şehri boşaltıp Konya’nın dış mahallelerindeki çadırlarda ikamet edinceye kadar bu yerlerde barınmışlardır22. Mısır kuvvetleri şehrin içinde kalırken, İbrahim Paşa ve üst düzey komutanları Meram’daki konaklarda kalmışlardır. Konya’ya Kasım ayında gelen Mısır kuvvetleri, bütün zamanlarını savaş alanında tatbikat yaparak geçirmişlerdir. Tatbikatlar süresince (1832 yılının Kasım ve Aralık aylarında) hava açık olup, yağmur veya kar yağmamıştır23. Hava şartlarının olumlu olması Mısır ordusunun işini kolaylaştırmıştır. Kuru ve çamursuz bir zemin talimi yapmalarını kolaylaştırmıştır. 2.OSMANLI ORDUSUNUN AKŞEHİR’DE TOPLANMASI Serdar-ı Ekrem Ağa Hüseyin Paşa başarısızlıklarından dolayı görevden alınarak, Reşit Mehmet Paşa, yeni bir ordu kurma görevi ile Serdar-ı Ekremlik makamına atandı. Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa komutasında Anadolu’dan ve Rumeli’den toplanan ordu, Karahisar’a çekilen Osmanlı birlikleri ile birleşti24. Yeni toplanan ve geri çekilen orduların birleşimi ile Osmanlı birliklerinin mevcudu 65.000 kişi oldu25. Bu yekûnun büyük bir bölümünü Rumeli’den toplanan Arnavut ve Boşnak askerleri oluşturuyordu26. Bu süre zarfında Osmanlı yönetimi ordunun genel durumunu ve pozisyonunu çok dikkatli bir şekilde takip etti27. Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa, Osmanlı ordusunu Karahisar’dan ileri yürüterek 7 Aralık 1832 tarihinde Akşehir’e getirdi.
__________ 21
Bu düzlük savaş yeri olarak Mısır ordusunun tercihidir. Bu bölgede yapılan saha araştırmalarında Mısır ordusunun muhtemel yerleşme yeri gezilmiştir. Bu gün bile bataklığın izlerini burada görmek mümkündür. Mısır ordusu arkasına Aslım bataklığını ve güneyine de Konya şehrini alarak herhangi bir çevirme harekâtından kurtulmayı planlamıştır. Osmanlı ordusunun muhtemel yerleşim alanını da hesaplanarak az sayıdaki toplar bu savaş düzenine göre yerleştirilmiştir. 22 Bkz. KŞS. 72/110-2, 10 RA 1249 (7 Ağustos 1833) tarihli mektup. 23 BOA, HH, nr. 20376-B, 25 B 1248 (18 Aralık 1832) tarihli takrir. 24 BOA, HH, nr. 20044-D, 21B 1248 (26 Aralık 1832) tarihli takrir. 25 Takvim-i Vekâyi, nr. 47, 20 B 1248 (13 Aralık 1832), s.1. 26 BOA, HH, nr. 39746-A, 4 Ş 1248 (24 Şubat 1833) tarihli mektup. 27 BOA, HH, nr. 20544-D, 1248 (1832) tarihli tezkere.
___________________________________________________________________Salih KIŞ 150
Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa, Akşehir’i üs yapıp ilkbahara kadar orduyu burada dinlendirmek, hafif süvari birlikleri ile Konya ve çevresini kuşatıp Mısır ordusunun ikmal yollarını kesmek niyetinde idi28. Böylelikle Akşehir’e kadar gelmiş ve yorulmuş olan ordu dinlendirilecek ve savaş talimleri yaptırılarak muharebeye hazır hale getirilecekti. Öbür taraftan Mısır ordusu da ani baskına uğrama endişesi yaşayacağından moral yönünden zayıf düşecekti. Aksi takdirde, yorgun ordunun savaşa girmesi Mısır tarafına avantaj sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktı. Osmanlı Sultanı II. Mahmud, ordunun Akşehir’de dinlendirilmesi düşüncesine şiddetle karşı çıktı. Çünkü II. Mahmud, Osmanlı ordusunun Hums ve Belen’de uğradığı ağır mağlubiyetlere bir an evvel karşılık verilmesini istiyordu29. Onun için de ordunun hemen harekete geçilerek Mısır ordusuna hücum etmesini emretti. Akşehir’de hazırlıklarını tamamlayamayan Osmanlı ordusu, 10 Aralık 1832’de Konya’ya doğru yürüyüşe geçti30. Osmanlı ordusu Akşehir’den Konya’ya gelirken Akşehir, Argıthanı, Ilgın, Kadınhanı ve Lâdik yol güzergâhını takip etti31. Kadınhanı-Sarayönü yol güzergâhından Konya’ya giden Sille yolu, 65.000 kişinin geçemeyeceği kadar dar olmasından ve bu yolun mevsimin şartlarından olumsuz etkilenmesinden dolayı tercih edilmedi. Osmanlı Serdar-ı Erkemi, ordusunu bir taraftan Konya üzerine yürütürken bir taraftan da ordu komutanları ile yeni savaş stratejileri üzerinde çalıştı. Osmanlı ordusu Konya’ya girmeden önce dokuz saat uzaklıktaki Lâdik’te bir müddet konakladı32. Burada yapılan görüşmelerde bir meydan muharebesi yapılması fikri kabul edildi. 3.KONYA MUHAREBESİ Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu 20 Aralık 1832 tarihinde Konya önlerine geldi33. Osmanlı ordugâhı Dokuzun Hanı (Tekfurhan) denilen bölgede kuruldu34. Ordugâhın kurulması ile birlikte, Osmanlı birlikleri süratle savaş alanındaki yerlerini almaya çalıştı. Osmanlı ordusu stratejik düzenin yanı sıra, olumsuz hava koşulları ile de mücadele etmek zorunda kaldı. Kış mevsiminin şiddeti, havanın ve toprağın sertliğinden yer tutmak ve istihkâm
__________ 28
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V, s.130–131. Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi IX, s.369. 30 BOA, HH, nr. 20098, 1248 (1832) tarihli arz tezkeresi. 31 Usha M. Luther, Historical Route Network Of Anatolia (İstanbul-İzmir- Konya) 1550-1850, Printed At Turkish Historical Society, Ankara 1989, s.10, 53. 32 BOA. HH, nr. 20376-B, 1248 (1832) tarihli takrir. 33 Aynı yer. 34 Dokuzun Hanı, Konya-Akşehir karayolunun 24. kilometresinde bulunmaktadır. 29
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi ________________ 151
kazmak gibi işlere zaman ve imkân bulunmadığından, ordunun savaş düzeni alması çok zor ve yorucu oldu35. Osmanlı ordusunun savaş düzeni almasındaki en büyük sıkıntısı topların muharebe alanına yerleştirilmesinde baş gösterdi. Hücum istikametinin alternatifsiz olması, topların yerleştirileceği mevzi seçeneklerini asgariye indirdi. Top sayısı bakımından elinde büyük bir avantaj bulunan Osmanlı birlikleri, zaman ve mekân darlığından bu üstünlüğünü kullanamadı. Osmanlı ordusu sayısal olarak Mısır kuvvetlerinden üstündü. Ancak büyük çoğunluğu Rumeli’den toplanan bu derme çatma birliklerin savaş eğitimi ve talimi konusunda büyük eksiklikleri mevcuttu36.Üstelik ordu dinlenemeden savaş düzeni almıştı ve yorgundu37. Mısır kuvvetleri, Aslım bataklığını arkasına alarak, şehrin doğu istikametinde ordugâhını kurmuştu. Kurulan bu ordugâhta 20.000 asker olup, çoğunluğunu Fellahlar oluşturmaktaydı38. Mısır ordusunun Anadolu’da ilerleyişi sırasında bu kuvvetlere aşiretlerden ve gönüllülerden de çok miktarda asker katılmıştır. Osmanlı ordusunun aksine Mısır ordusu, Fransız askeri örgütü model alınarak meydana getirilmiş, Fransız subaylar tarafından eğitilmiştir39. Mısır ordusu savaş talimlerini Osmanlı ordusunu beklediği süre zarfında yapmıştır. Bir taraftan savaş tatbikatı yapılırken, diğer taraftan ellerinde bulunan 36 topun uygun mevzilere yerleştirilmesine dikkat edilmiştir40. Osmanlı ordusunun savaş tertibatı içindeki dizilişi; sağ kanatta Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa, sol kanatta ise Şam Valisi Hacı Ali Paşa şeklindedir. Mısır ordusunda ise, sağ kanatta İbrahim Paşa, sol kanatta Süleyman Paşa bulunmaktadır. Her iki tarafında topları, savaş düzenine göre ön tarafta olup, yerleşik pozisyondadır. Yanlarında süvariler ve bunların hemen arkasında ise piyadeler bulunmaktadır. Osmanlı ve Mısır kuvvetleri, savaş alanındaki yerlerini aldıktan sonra 21 Aralık 183241 Cuma sabahını beklemeye başladı42. Her iki taraf 21 Aralık Cuma sabahı beklenmedik bir durum ile karşılaştı. Sabahın erken saatleri ile birlikte Konya ve çevresini yoğun bir sis tabakası kaplayarak, her iki tarafın hareketlerini __________ 35
Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül Vukuat, IV, İstanbul 1327, s.90. Mustafa Nuri Paşa, Netayicül Vukuat, IV, s.90. 37 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V, s.130-131. 38 BOA, HH, nr. 19920, 1248 (1832) tarihli tezkere; Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi IX, s.369. 39 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa Kuvvetleri Tarafından Saruhan, Aydın ve İzmir’in İşgaline Dair Vesikalar”, Belleten, C:47, S:185, TTK Basımevi, Ankara 1984, s.2. 40 Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi IX, s.370. 41 BOA, HH, nr, 20489-B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir; Erik Jan Zürcher Konya Muharebesi’nin tarihini 27 Kasım 1832 olarak verir. Bu bilgi yanlış olup, yazar tarihleri karıştırmıştır. Bkz. Erik Jan Zürcher, Moderleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim yayınları, İstanbul 2001, s.60. 42 BOA, HH, nr. 20489-A, 8 Ş 1248 (31 Aralık 1832) tarihli takrir; BOA, HH, nr, 20050-A, 1248 (1832) tarihli arz tezkeresi; BOA, HH, nr, 20489-B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir; 36
___________________________________________________________________Salih KIŞ 152
perdeledi43. Savaş düzenine geçmiş tarafların, sisle birlikte bütün planları alt üst oldu44. Yoğun sisten en fazla etkilenen Osmanlı tarafı olup, görüş mesafesinin kaybolmasıyla topları devre dışı kaldı. Her iki savunma hattının ortalama uzaklığı 1–2 km olup, sisin ortalığı kaplamasıyla görüş mesafesi 500 m altına indi. Ayrıca muharebe alanının engebeli olması, sisle birleşince görüş mesafesi 50–100 m kadar düştü. Hal böyle olunca sisli bir ortamda tarafların birbirini görmesi mümkün olmadığından her iki tarafta sis perdesi kalkana kadar top atışlarıyla vakit geçirdi. Top sayısı bakımından üstünlüğü bulunan Osmanlı ordusu sisten dolayı bu üstünlüğü kullanamadı. Topların etkisiz kalmasından sonra devreye giren süvarilerde sis yüzünden taarruza geçemeyip ortamın uygun hale gelmesini beklemişlerdir. Sabahın erken saatlerinde savaş alanını kaplayan sisin, her iki tarafın moral motivasyonuna ne gibi etkileri olduğunu anlamak güçtür. Ama bilinen bir şey varsa tarafların savaş planlarında değişikliklere gitmedikleridir. Bunu da; savaş alanındaki sis, yerini açık havaya bırakmasıyla birlikte yaşananlardan anlaşılmaktadır. Osmanlı ordusu, görüş mesafesinin artmasıyla birlikte toplarını devreden çıkarıp, süvarilerini harekete geçirmiştir. Osmanlı süvarisi 21 Aralık sabahı 08.30 da Mısır savunma hatlarına doğru taarruza kalkmıştır45. Fakat Osmanlı atlısı, Mısır savunma hatlarını aşamamıştır46. Osmanlı ordusunda toplardan sonra süvarilerinde yeterli etkiyi gösterememesi, nedeniyle devreye piyadeler girdi. Sayısal üstünlüğü elinde bulunduran Osmanlı piyadeleri hızla hücuma kalkarak Mısır ordusunun sol kanadına büyük bir darbe indirdi. Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa, sol kanattaki bozulmayı fark edince elindeki bütün kuvvetleri buraya sevk etti. Fakat İbrahim Paşa yerinde kararlar ve manevralarla sol kanattaki bozulmanın önüne geçti47.
__________ 43
Şinasi Altundağ, Mısır Meselesi, s.64. Konya her yılın Aralık ayında çok sisli olmaktadır. Bu bölgenin çukur olmasından dolayı burada meydana gelen sis uzun süre dağılmamaktadır. Meteoroloji uzmanlarından alınan bilgilerin ışığında, Konya’nın son 50 yılının sisli günlerinin ortalaması alındığında en fazla sisin görüldüğü tarih dilimi 2123 Aralık olarak görülmektedir. Sisin meteorolojik bir olay olmasının yanı sıra tarihe yapmış olduğu etki bu savaşla gözler önüne serilmektedir. Çünkü çok yoğun bir sis tabakası yüzünden Osmanlı ordusu savaş düzenini iyi alamamıştır. Bu nedenle de toplarını yerleştirememiştir. Bu tür muharebelerde topların fonksiyonları önemli olmakla birlikte düzenli yerleştirilmeleri ayrıca bir değere haizdir. 45 Muhittin Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya Ticaret Odası Kültür ve Eğitim Yayınları, Konya 2001, s.270. 46 BOA, HH, nr. 20000, 17 Ş 1248 (9 Ocak 1832) tarihli tahrirat. 47 BOA, HH, nr. 19747, 26 Ş 1248 (18 Ocak 1832) tarihli tahrirat; BOA, HH, nr, 20489-B, 3 Ş 1248(27 Aralık 1832) tarihli takrir. 44
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi ________________ 153
Mısır ordusu, muharebe tüm şiddeti ile devam ederken savunma hatlarını terk ederek, Konya’nın dışındaki Araplar mahallesindeki Çingene Höyüğü’ne kadar çekilmiştir48. Osmanlı Serdar-ı Ekremi Reşit Mehmet Paşa, Mısır ordusunun Araplar mahallesine kadar çekilmesi üzerine, ileri bir harekâtta bulunarak ordusunu Konya şehrine sevk etmiştir49. Savaş tüm hızıyla devam ederken hava şartları da değişiklikler göstermeye başlamış, muharebe alanı aniden sisle kaplanmıştır. Fakat Osmanlı askeri Mısır kuvvetlerinin geri çekilmesini fırsat bilmiş, bütün güçleri ile saldırıya geçmiş ve sise aldırış etmemiştir. Bu saldırı esnasında Osmanlı ordusunun, Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa’nın komuta ettiği, sağ kolunun hatları arasında bir kopukluk meydana gelmiştir. Osmanlı kuvvetleri, bu durumu önemsemeyerek fütursuzca saldırmaya devam etmiş ve hatlar arasındaki irtibat tamamen kopmuştur. Hatlar arasındaki iletişiminin kopmasında, Mısır ordusunun ani çıkışları da etkili olmuştur. Sürekli değişiklikler arz eden havadan dolayı muharebenin de seyri değişmekteydi Sabahın erken saatlerinde savaş alanını kaplayan sisin yerini açık hava almış, daha sonrada bu açık hava yerini tekrar sise bırakmıştı. Öğleden sonra açık havanın yerini alan sisten dolayı görüş açısı çok düşmüştü. Sisin, savaşın başlamasındaki rolü, sonrasında da devam etmiştir. Savaşın seyri, ikindiden sonra havanın kararmasıyla tamamen değişmiştir. Savaş alanında havanın kararmasına kadar taraflar birbirlerine karşı avantaj sağlayamadı50. Fakat havanın kararmaya başlaması ve Mısır ordusunun sürekli geri çekilmesi, Osmanlı ordusunun üstünlük kurmasına sebep oldu51. Mısır kuvvetlerine bitirici darbeyi vurmak için hücumlarını artıran Osmanlı ordusunda iletişimin kopmasına ek olarak, disiplin de bozuldu. Osmanlı ordusunun ataklarını sıklaştırması karşısında Mısır kuvvetlerinde yorgunluğunda etkisiyle büyük bir endişe oluştu. Yorgunluk ve endişe Mısır ordusu içinde bozulmalar şeklinde kendisini gösterdi. Mısır ordusundaki bozulmadan yararlanmak isteyen Reşit Mehmet Paşa, savaşın seyrini değiştiren büyük bir hata yaptı. Osmanlı Serdar-ı Ekremi askerlerini __________ 48
BOA, HH, nr. 20489-A, 8 Ş 1248 (31 Aralık 1832) tarihli takrir; Araplar Mahallesi her ne kadar bir yerleşim yeri olarak geçse de, 1756-1856 tarihleri arasında, bu mahalle de kimsenin yaşamadığı tespit edilmiştir. Bkz. Muhittin Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya Ticaret Odası Kültür ve Eğitim Yayınları, Konya 2001; Konya İli Karatay İlçesi sınırları içinde bulunan Çingene Höyüğü bugün hala mevcut olup, Araplar mahallesi dahilinde bulunmaktadır. Bu bölgede yapılan saha araştırmasında, ilginç bir nokta ortaya çıkmaktadır. Araplar Mahallesi sınırları içinde iki adet Çingene Höyüğü vardır. Fakat Konya merkeze ve Aslım bataklığına yakınlığı sebebiyle -bugün metruk bir vaziyette bulunan tekel depolarının arkasında bulunan-Işkalaman Çingene höyüğü ön plana çıkmaktadır. Bu höyüğe ait GPS koordinatları şu şekildedir: N 37˚52.46 E032˚31.853 49 Takvim-i Vekâyi, nr. 49, 19 N 1248 (11 Ocak 1833), s.1. 50 BOA, HH, nr. 19747, 26 Ş 1248 (18 Mart 1832) tarihli tahrirat. 51 BOA, HH, nr, 20489-B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir; Mustafa Nuri Paşa, Netayicül Vukuat, IV, s.90.
___________________________________________________________________Salih KIŞ 154
cesaretlendirmek için öne çıktığı sırada52 kendi askeri zannederek Mısır atlısı arasına girdi53. Bir anda karşılarında Osmanlı kumandanını gören Fellahlar, hemen etrafını çevirerek esir aldılar54. Serdar-ı Ekremin esir düştüğünden haberi olmayan Osmanlı ordusu, gece yarısına kadar savaşa devam etti. Havanın iyice kararması ve tarafların birbirlerine karşı üstünlük sağlayamamalarından dolayı her iki ordu da geri çekilerek savaşı ertesi güne bıraktı. Osmanlı ordusu, toplanma noktası olan Dokuzun Hanı’na gelince Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa’nın esir düştüğü haberini aldı. Haber ordu içinde kısa sürede yayılarak paniğe neden oldu. Rumeli’den toplanan Arnavut ve Boşnak 10.000 paralı asker, ordudan firar etti55. Firarın önünü almak isteyen Osmanlı Kurmayları, orduyu Dokuzun Hanı’ndan Akşehir’e çekme kararı aldı56. Bu kararla Osmanlı ordusu Konya Muharebesini kaybetti. Savaşın başlangıcından itibaren hava şartlarının kurbanı olan Osmanlı ordusu, muharebenin son merhalelerinde bariz üstünlük sağladığı halde Mısır ordusu karşısında mağlup olmaktan kurtulamadı. Konya muharebesinde taraflar karşılıklı zayiatlar verdi. Mısır ordusunun 300 ölü ve 500 yaralısına karşılık, Osmanlı kuvvetlerinin 1500 ölü ve 2000 yaralısı vardı57. Osmanlı ordusunun karşı tarafa nispeten daha fazla zayiat vermesinin nedenleri açıktır. Özellikle savaş meydanına geç gelindiğinden, ordugâhın kurulması aceleye getirilmiştir. Ordugâhtan sonra askerlerin savaş düzenine uygun yerleştirilmesi iyi yapılamamıştır. İyi yerleşememiş Osmanlı askerlerinin, taarruza kalkarken, bilmediği bir alanda hareket kabiliyeti sınırlı kalmıştır. Hareket kabiliyetinin sağlıklı işleyememesi, bir süre sonra hatlar arası kopuklukları ortaya çıkarmıştır. Hatlar arasındaki bağlantıların bozulmasıyla birlikte Osmanlı ordusu, savaş alanında büyük kayıplar vermiştir. Daha az kayıp veren Mısır ordusu, bir ay __________ 52
BOA, HH, nr, 20489-B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir; Mustafa Nuri Paşa, Netayicül Vukuat, IV, s.90. 53 BOA, HH, nr. 19747, 26 Ş 1248 (18 Mart 1832) tarihli tahrirat; BOA, HH, nr, 20489-B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir. 54 BOA, HH, nr. 20000, 17 Ş 1248 (9 Ocak 1832) tarihli tahrirat; BOA, HH, nr. 20489-A, 8 Ş 1248 (31Aralık 1832) tarihli takrir; Takvim-i Vekâyi, nr. 49, 19 N 1248, (11 Ocak 1833), s.1; Friedrich Sarre, Küçükasya Seyahati, s.45. 55 BOA, HH, nr. 20036-E, 2 Ş 1248 (25 Aralık 1832) tarihli tahrirat. 56 BOA, HH, nr. 39746-A, 4 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli mektup. 57 Konya muharebesinde ölenlerin sayısı hep abartılmıştır. Rıfat Uçarol ve Enver Ziya Karal eserlerinde Osmanlı ordusunun 30.000 şehit verdiğini söylemişlerdir. Erik Jan Zürcher ise Osmanlı ordusunun 15.000 ölü verdiğini Mısır ordusunun ise, çok az zayiatı olduğunu açıklamıştır. Zürcher Mısır ordusu hakkında doğru bilgiler verirken Osmanlı için aynı şey söz konusu değildir. Dönemin vakanüvîs’i Ahmet Lütfi Efendi’nin bu konuda bilgi vermemesi normal karşılanabilir. Netice de kendisi devletin memurudur. Osmanlı Devleti, kendi aleyhine olabilecek bir konuyu buraya taşımak istememiştir. Mustafa Nuri Paşanın vermiş olduğu bilgilerin de pek sağlam temellere dayandığı söylenemez. Daha Konya muharebesinin tarihini doğru olarak verememektedir. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, s.170; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V, s.131; Erik Jan Zürcher, Moderleşen Türkiye’nin Tarihi, s.60-61.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi ________________ 155
gibi uzun süre öncesinden Konya’ya gelmiş ve savaş alanının tespiti konusunda göstermiş oldukları beceri sayesinde kayıplarını en aza indirmişlerdir. Osmanlı Devleti, Mısır ile karşılaştığı, bundan önceki iki savaş gibi yenilgiye uğramaktan kurtulamayarak geri çekilmiştir. Geri çekilen Osmanlı ordusu, savaşta ölen askerlerinin cenazeleri toplayamamış, muharebe alanında bırakmak zorunda kalmıştır. Konya muharebesinde ölen Osmanlı askerlerinin, Mısır ordusu tarafından gömüldüğüne dair bir bilgi mevcut değildir. Savaşın Aralık gibi soğuk bir ayda yapıldığını, toprağın ve havanın durumunu da göz önüne aldığımızda, ölü askerlerin defnedilmediği sonucuna varabiliriz58. Mısır kuvvetleri olumsuz hava şartları yüzünden Osmanlı ordusunun geri çekildiğinden ancak ertesi gün haberdar olmuştur59. Dolayısıyla da Osmanlı kuvvetlerini takip etmeyip, Konya’da kalmışlardır60. Takibe uğramayan Osmanlı ordusu toplanma noktası olarak tespit edilen Akşehir’e 22 Aralık 1832 tarihinde ulaşmıştır 61. Savaş ağırlıkları ve yaralılar önce Ilgın’a62 daha sonra da Akşehir’e nakledilmiştir63. Buradan da kademeli olarak Bursa’ya kadar geri çekilmek zorunda kalınmıştır64. SONUÇ Konya Muharebesi, Osmanlı Devleti’ni Avrupa siyasi arenasında telafisi zor bir durumda bırakmakla kalmamış, kendi içindeki çözülmenin ne kadar büyük boyutlara ulaştığını da gözler önüne sermiştir. Osmanlı Devleti, Fransız İhtilalı’nın yaydığı fikir akımlarının etkilerini üzerinden atmaya çalışırken, kendi valisinin ayaklanmasıyla karşılaşmıştır. Bu ayaklanma, Osmanlı’nın kendisini yenileme sürecine çok büyük bir darbe vuracak olan Mısır sorununun da ötesinde Doğu Sorunu’nu ortaya çıkarmıştır. __________ 58
Araplar mahallesinde yapılan saha araştırmalarında kayda değer bir şey bulunamamıştır. Konya Muharebesinde her iki tarafında zayiatları göz önüne alındığında, bu askerlerin defnedildiği bir mezarlık ilk akla gelen konudur. Yaptığımız çalışmalarda bu bölgede 22 adet mezarlık tespit edilmiş olup, bazılarının tarihleri 15. ve 16. yüzyıllara kadar gitmektedir. Fakat muharebenin kış ayında cereyan etmesi ölen askerlerin gömülmediği düşüncesini akla getirebilir. Havanın soğuk olması ve toprağın kazılamayacak kadar sert olması bunun nedenlerini teşkil edebilir. Her ne şekilde olursa olsun bir taraf ölen askerlerini bu mahalle civarında bir yere defnetmiş varsayımından hareket ederek böyle bir çalışma gerçekleştirilmiştir. 59 Takvim-i Vekayii, nr. 54, 3 N 1248 (28 Aralık 1832), s.1. 60 BOA, HH, nr. 20096, 1249 (1833) tarihli arz tezkeresi. 61 BOA, HH, nr. 20489-A, 8 Ş 1248 (31Aralık 1832) tarihli takrir; BOA, HH, nr, 20489-B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir. 62 BOA, HH, nr, 20489-B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir. 63 BOA, HH, nr. 39746-A, 4 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli mektup; Takvim-i Vekâyi, nr. 49, 19 N 1248 (11 Ocak 1833), s.1; BOA, HH, nr, 20489-B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir; İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Akşehir Tarihi, İstanbul 1979, s.347. 64 Konya Muharebesi hakkında Takvim-i Vekayii gazetesinde yayınlanmak üzere bir makale yazılması kararlaştırılır. Bunun için Osmanlı Padişahı II. Mahmud’dan izin istenir. Yazılacak makalenin incelenmesinden sonra izin verilip verilmeyeceği ilgililere bildirilir. Yazılanlara padişah onay verince, makale Takvim-i Vekayii gazetesinde ek olarak yayınlanır. Bkz. BOA, HH, nr. 20489-B, 3 Ş 1248 (26 Aralık 1832) tarihli kaime; Takvim-i Vekayii, nr. 49, 19 Şaban 1248 (11 Ocak 1833), s.1.
___________________________________________________________________Salih KIŞ 156
Osmanlı ordularının Mısır kuvvetleri tarafından Hums ve Belen’de mağlup edilmeleri işin ciddiyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Mısır orduları Suriye üzerinden Anadolu’ya girmiş, Osmanlı yönetimine küsmüş Anadolu halkını da arkasına alarak hızlı bir şekilde ilerlemiştir. Anadolu şehirlerinin bir bir Mısır kuvvetlerinin eline geçmesi, bu şehirlerin hiç birinde mukavemet gösterilmemesi, Osmanlı Devleti’ne olan tepkinin bir kanıtı olmuştur. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Konya Muharebesi’nin nerede, ne zaman ve ne surette gerçekleştiği hakkında bazı bilgiler ve neticeler ortaya çıkarılmıştı. Bu araştırmalarda ortak kanı savaşın 1832 yılında Konya Ovası’nda gerçekleştiği hakkındadır. Yaptığımız araştırmalar neticesinde bu savaş hakkında bilinenler tartışılmış ve savaşın tarihi, nerede ve nasıl gerçekleştiği net olarak ortaya konulmuştur. Böylece bu araştırma ile Konya Muharebesi’nin 28 Receb 1248 (21 Aralık 1832) tarihinde sabah saat 07.00’de başladığı ve aynı gün akşam havanın kararmasıyla son bulduğu tespit edilmiştir. Bir gün süren bu muharebenin, kaba bir tanımla ucu bucağı görünmeyen Konya Ovası’nda yapıldığı söylemi, tarafımızdan Konya şehrinin hemen dışında, Aslım bataklığı ile Konya şehrinin arasında kalan ve bugünkü Karatay İlçesi sınırları dâhilinde olan “Araplar” adıyla anılan mahalde gerçekleştiği şeklinde detaylandırılmıştır. Araplar adıyla anılan bölge Konya’nın kuzey doğu yönünde, Aslım Bataklığı’nın güneyinde kalmaktadır. Sabahın erken saatlerinde başlayan muharebe, hava şartlarının değişkenliğinden dolayı akşam saatlerine kadar devam etmiştir. Osmanlı Serdar-ı Ekremi, Konya içlerine doğru çekilmekte olan Mısır kuvvetlerini bozmak için ileri atılmış ve savaşın seyrini değiştirmiştir. Sisten dolayı kendi askeri zannederek Mısır kuvvetlerinin arasına girmiş ve esir düşmüştür. Bu esareti akşam saatlerinde öğrenen Osmanlı ordusu bozulmaya başlamış, Serdar-ı Ekrem’den sonra komutayı devralan Rauf ve Ahmet Fevzi Paşalarda orduyu süratle geri çekecek bir planı uygulamaya koymuşlardır. Nihayetinde geri çekilen Osmanlı ordusu karşısında Mısır ordusu galip gelmiş ve hatta bu ordunun İstanbul kapılarına dayanmasını önleyecek bir kuvvet de o an için kalmamıştır. BİBLİYOGRAFYA A-ARŞİV KAYNAKLARI 1-BOA HATTI HÜMAYUN TASNİFİ 19746, 19747, 19798.A, 19812, 19818.A, 19835, 19883.A, 19885.B, 19920, 19992, 20000, 20036.E, 20044.D, 20050.A, 20096, 20098, 20117.C, 20117.D, 20145.D, 20261, 20372.J, 20372.K, 20372.M, 20376.B, 20489.A, 20489.B, 20544.D, 39746.A. 2-KONYA ŞERİYE SİCİLİ 72 Numaralı KŞS.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi ________________ 157
3-SÜRELİ YAYINLAR Takvim-i Vekâyi (1832-1833). B-KİTAP VE MAKALELER AHMET LÛTFÎ EFENDİ, Vakanüvîs Ahmet Lütfî Efendi Tarihi, C.IV-V, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999. AKÇURA, Yusuf, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri, (XVIII. Ve XIX. asırlarda), Maarif Matbaası, İstanbul 1940. ALTUNDAĞ, Şinasi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır meselesi, TTK Basımevi, Ankara 1998. __________, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa Hakkında Kısa Bir Etüd”, AÜDTCFD, C.I, S.2, Ankara 1943. s.33-40. __________, “Kavalalı Mehmet Ali Paşanın Suriye’de Hâkimiyeti Esnasında Tatbik Ettiği İdare Tarzı”, Belleten, C.VIII, S.29-32, TTK Basımevi, Ankara 1944, s.231-243. HAMMER, Joseph Von, Büyük Osmanlı Tarihi, C.IX, Gündoğdu Matbaası, İstanbul 1992. IORGA, N, Osmanlı Tarihi, Çev: Bekir Sıtkı Baykal, Güney Matbaacılık, Ankara1948. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.V, TTK Basımevi, Ankara 1994. __________, Fransa, Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu(1797-1802), Millî Mecmua Basımevi, İstanbul 1938. KOCAOĞLU, Mehmet, “Kavalalı Mehmet Ali Sonuçları”, Bilig, S.4, İstanbul 1997. s.61-69.
Paşa
İsyanı(1831-1841)ve
KONYALI, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Ereğli Tarihi, Fatih Yayınevi, İstanbul 1977. KURAN, Ercüment, “Sultan II. Mahmut ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Gerçekleştirdikleri Reformların Karşılıklı Tesirleri”, Sultan II. Mahmut ve reformları Semineri, 28-30Haziran 1989, İÜEF Basımevi, İstanbul 1990. s.107-111. LUTHER, M. Usha, Historical Route Network Of Anatolia (İstanbul-İzmir- Konya) 1550-1850, Printed At Turkish Historical Society, Ankara 1989 MCGOVAN, Bruce, “The Age Of The Ayans”, An Economic And Social History Of The Ottoman Empire, Volume II (1600-1914), Cambridge Unıversity Press, United Kingdom 1994, s.645. MUSTAFA NURİ Paşa, Netayic ül Vukuat, C.IV, İstanbul 1327.
___________________________________________________________________Salih KIŞ 158
SARRE, Friedrich, Küçükasya Seyahati, Çev. Dârâ Çolakoğlu, İstabnbul 1998. SHAW, Stanford J., Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, Çev. Mehmet Harmancı, E Yayınları, İstanbul 1983. SİNOUÉ, Gilbert, Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Son Firavun, Çev.Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık, İstanbul 1999. TUŞ, Muhittin, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya Ticaret Odası Kültür ve Eğitim Yayınları, Konya 2001. UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih (1789-1994), Filiz Kitabevi, İstanbul 1995. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, “Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa Kuvvetleri Tarafından Saruhan, Aydın ve İzmir’in İşgaline Dair Vesikalar”, Belleten, C.XXXXVII, S.185, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1984. s.1-29. YAZGAN, Hüseyin İlhan, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa”, Başpınar, C.IV, S.87, Gaziantep 1947, s.2-3. ZÜRCHER, Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23,Sayfa/Page: 159–178
TÜRKÜLERİN DİLİNDE İSTANBUL SİLÜETİNİN GÖRÜNÜMÜ* Yrd. Doç. Dr. Sinan GÖNEN Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü sgonen@selcuk.edu.tr Özet Dünyanın en güzel şehirlerinin başında gelen İstanbul her devirde cazibe merkezi olmayı başarmış, coğrafi güzelliğiyle her devrin insanını büyülemeyi sürdürmüştür. Bugün İstanbul’un bu büyüsü bütün olumsuzluklara rağmen hâlâ devam etmektedir. İstanbul, Türklerin fethiyle başlayan başkentliğinin yanında kültür başkentliğini de üstlenmiş ve özellikle klasik edebiyatımız içerisinde kendisine ayrı bir yer edinmiştir. Öyle ki klasik edebiyatımız ve âşık edebiyatımızda İstanbul’un pek çok güzelliğini görmek mümkündür. Bu bağlamda İstanbul her devirde sayısız âşık edinmiş ve âşıklarını kendisine tutkuyla bağlamıştır. Türk tarihinde birçok açıdan öneme sahip bir şehrin kültürümüz içerisinde de sönük kalması düşünülemezdi. İstanbul geçmişte ve bugün kültürel ürünlerimize konu olmuş, âşığının karşısında maşuk olmuş ya da aşklarla bütünleşen bir mekân olmuştur. Birçok kültürel ürünümüz içerisinde karşımıza çıkan İstanbul, türkülerimiz içerisinde de kendine ayrı bir yer edinmiştir. İstanbul’un güzelliklerini işleyen türküler olduğu gibi, İstanbul’un havasını aşkla, sevgiyle birleştiren türkülerimiz de vardır. Bu makalede İstanbul’u konu edinen türkülerdeki İstanbul silüeti çıkarılmaya çalışılacak, İstanbul’un türkülerimize etkisi çeşitli yönleriyle değerlendirilecektir. Anahtar kelimeler: İstanbul, Türkü, silüet, görünüm. THE VIEW OF THE SILHOUETTE OF ISTANBUL IN THE LANGUAGE OF FOLK SONGS Absract Istanbul, which is one of the most beautiful cities in the world, has prospered to become a center of attention in every age and has continued to charm the people of every period with its geographical beauty. Today, this glamour of the city of Istanbul is still alive despite all unfavorable conditions. Istanbul, which became the capital city with the conquest of the Turks, has besides assumed to become the cultural capital of the country and attained a special place for itself especially in our classical literature. That is, it is possible to see the numerous beauties of Istanbul in our classical literature and Ashik (Minstrel) literature. In this context, Istanbul has had lovers in every period in history and it has beguiled its lovers with passion. It could not be thought that a city which has great significance in several aspects in the Turkish history would remain stagnant. Istanbul has been the subject of our cultural products from the past to the present. It has been the beloved of the lover, or has been a place that unites with adorations. Istanbul, which we come across in numerous cultural products, has also achieved a distinct place among our folk songs. While there are folk songs which are about the beauties of Istanbul, there are also folk songs which combine the weather of Istanbul with love and passion. In this paper, it will be endeavored to extract the silhouette of Istanbul from the folk songs about Istanbul and the effects of the city on our folk songs will be evaluated from different perspectives. Key words: Istanbul, Folk Song, silhouette, view.
__________ *
Bu çalışma 7. Uluslararası Türk Kültürü Kongresi / Türk ve Dünya Kültüründe İstanbul 06-10 Ekim 2009 Ankara sempozyumunda sunulan bildiri metnidir.
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 160 GİRİŞ Halk şiiri içerisinde önemli yere sahip olan türküler, söylemeyen dilimiz, görmeyen gözümüz olarak hislerimize tercüman olmuş ve olmaya devam etmektedir. İnsan yaşamının hemen bütün yönleri türkülerde işlenmiş, bu hâliyle türküler yaşamı sanata dönüştüren metinler olarak da karşımıza çıkmıştır. Genellikle anonim olarak tespit edilen türkülerin içerisinde ferdî olanları da vardır. Öyle ki, Karaca Oğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Neşet Ertaş, vb.leri burada ilk akla gelen isimlerdir. Âşıklarımızın türküler için önemli bir hazine oluşturucusu olduğu açıktır. Hâliyle bu noktada şu soru da akla gelivermektedir. Türküleri anonim halk şiiri içerisinde ele almak ne kadar gerçekçi durmaktadır? Türküler insanımızla doğmuş, ki adını da Türk kelimesinden almış, âdeta bütünleştiği insanların genel karakteristik özelliklerini bünyesine katmıştır. Yöresel alanda derlenen türkülerde bu durumu daha açık görebiliriz. Bugüne kadar türküler üzerine birçok araştırmacı eğilmiş, kimi derlemeleriyle alana malzeme çıkarırken, kimi de incelemeleriyle katkı sunmuştur. Burada, başta Mecmua-i Saz-ı Söz’ün sahibi Ali Ufki’yi ve son dönemde Cahit Öztelli, Mehmet Özbek, Muzaffer Sarısözen, A. Şükrü Esen ve Ali Yakıcı gibi isimleri saymadan geçemeyiz. Türkünün tanımlara baktığımızda birbirine yakın birçok tanımın yapıldığını görürüz. Bunlar içerisinde Fuad Köprülü “Türklere mahsus bir beste ile söylenen halk şarkılarıdır.” (Köprülü, 1993: 246) şeklinde kısa ve özlü bir tanım yaparken, Öztelli “Halkın ortak malı olan bir edebiyat türüdür… Türkü, genel edebiyat türleri içinde bir nazım türüdür. Yani, ölçülü (vezin), uyaklı (kafiye) dizelerle (mısra) meydana gelir. Önceleri kişi yaratmalarıyla meydana çıkan türküler, bir süre sonra toplumun malı olur.” (Öztelli, 2002: 11) şeklinde bir açıklama yapmış; en geniş, kapsamlı tanımı ise türkü ile ilgili en son çalışmalardan birine imza atan Ali Yakıcı ortaya koymuştur. O türküyü: “Duygu, düşünce, hayal ve birey ya da toplum olarak doğumdan ölüme kadar yaşanan, insan ve toplumda iz bırakan bütün olayları dile getiren, sevinçli ya da üzüntülü zamanlardaki coşku ve heyecanı yansıtan, kaynakları genellikle ozan, türkü yakıcı ve söyleyicisi kişilerden oluşan, hangi edebiyat şubesine ait ya da hangi biçim ve türde ortaya çıkmış olursa olsun halka mal edilerek anonimleşen, şölende, düğünde toplantıda ve her türlü icra ortamında dillerden düşürülmeyen, icracısı, icra ortamı ve konusuna göre kendine has bir ezgiyle söylenen manzum ürünlere türkü denir.” (Yakıcı, 2007: 44) diye tanımlamıştır. O hâlde yukarıdaki tanımlarından da anlaşılacağı üzere türküler, duygu ve düşüncelerin millî kültüre has ve anonim ya da ferdî şekilde dile gelmesidir. Genel olarak kaynaklara baktığımızda türkülerin konu, şekil ve ezgileri açısından ele alındığınız görürüz.
Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü___________________________________ 161
1. Konuları açısından türküler: Aşk, sevda; gurbet, ayrılık, hasret; beşik, bebek, çocuk; ölüm; tören; asker, askerlik; hapishane; olay; doğal çevre; beslenme ve yiyecekleri konu alanlar; iş ve meslek; övgü; yergi, alay, eleştiri; şikayet; eğitici, öğretici; arzu, istek; dinî, tasavvufî ve oyun türküleri. 2. Şekil açısından türküler: Bu başlık altında türkülerin ana yapısını oluşturan bentlerle kavuştakları ele alınarak incelenmiştir. 3. Ezgileri açısından türküler: a. Usulsüzler (Uzun havalar): (Bozlak, divan, koşma, kayabaşı, maya, çukurova, vb.) b. Usullüler (Oyun havaları): (horon, kırık hava, oturak, zeybek, dattiri, şıkıtım) (Yardımcı, 1999; Yakıcı, 2007). Elbette konu açısından oldukça zengin olan türküler, mekânda mukim olan insanı, mekânıyla ele almaması düşünülemezdi. Burada, makalemizde ele aldığımız mekân, insan ve bunların birleşiminden doğan türkülerin, mekân dili olduğu ve mekânı insanların algılayış biçimleriyle yansıttığı görülecektir. Mekânların dili, sakinlerini konuşturarak çözülür ya da görüp beğenenlerin, methini duyanların dışa vurumuyla anlaşılır. Elbette birçok ilimiz türkülere konu olmuş; bazen bir güzeliyle bazen bir yiğidiyle, bazen doğal güzelliğiyle türküleşirken, bazen de daha elim olaylarla türkülerin diline düşmüştür. Özellikle birinci dünya savaşı ve kurtuluş savaşı sırasında yaşananlar zihinlerde hâlâ türküler sayesinde canlı tutulmaktadır. Bu noktada ülkemizde mekân ve insan birleşiminin en güzel örneği İstanbul ve âşıkları olsa gerektir. Her devirde cazibe merkezi olan İstanbul, hem tarihî önemiyle hem coğrafi güzelliğiyle dünya incilerinden biridir. Özellikle Hz. Muhammed’in şehrin fethini müjdeleyen hadisleriyle birlikte, şehir aralıklarla birçok akınlara uğramış, ta ki sekiz asır sonra Fatih Sultan Mehmet’le bu muzafferiyet Türklere nasip olmuştur. O günden beri ruhuyla bir Türk şehri olan İstanbul’un adı bile, İslambol “İslamın yoğun yaşandığı şehir” şekliyle efsaneleşmiş ve halkın ortak belleğinde yer etmiştir. Şehir, onda yaşananların ve yaşayanların oluşturduğu ruhuyla yeni bir imaja bürünmüş ve hafızalara öylece kazanmıştır. Tarihte başkentlik yaparak devletin, bilimin, sanatın, kültürün ve ticaretin merkezi konumunda olan İstanbul, elbette türkülerimize konu olacaktı. Burada bir kere daha türkülerin kaynakları açısından son derece önemli olan âşıklarımızı da unutmamak gerecektir. Zira her türkünün elbet bir söyleyeni olacak ve unutularak anonimleşecektir. Ayrıca anonim türkülerin yanında ferdî türkülerin de olduğunu söylemiştik. Tam bu noktada âşıklar açısından İstanbul’u görmezlikten gelemeyiz. Klasik edebiyatımızın merkezi durumundaki İstanbul’un, âşık edebiyatında da önemli bir yeri vardır. Başta özellikle yeniçerilerin içinde temsilcilerini gördüğümüz âşıklar ve diğer dönemlerde âşık kahvehanelerinde ürünler vererek geleneğin oturmasına katkı sunan âşıklarımızla, tekke ve çevresinde gelişen edebiyatının temsilcilerinin eserleri de türkü kaynağı açısından oldukça önemlidir.
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 162 Bu âşıklardan; Âşık, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Ömer, Levnî, Gevherî, Kâtibî, Kuloğlu, Üsküdârî, Öksüz Âşık, Abdî, Bağdadî, Şermî, Nigarî, Derviş Osman, Seyranî, Reşidî, Harabat Haçik, Sarkis, Üryanî, Fedâî, Beşiktaşlı Gedâî, Ahmet Şeyda ve Segâhî’yi İstanbul’la ilgili eserler veren isimler arasında sayabiliriz (Çobanoğlu, 2007). Biz incelemiş olduğumuz türküleri anonim olan türkülerden seçtik ve iki alt başlıkta değerlendirdik: 1. Türkülerde İstanbul Silüeti 2. İstanbul’un Türkülere Yansıması Aşağıda tespit ettiğimiz metinler eşliğinde yukarıda sıraladığımız başlıklar ayrıntılı ele alınacaktır. 1. TÜRKÜLERDE İSTANBUL SİLÜETİ Makalemizi, türkülerle ilgili dokuz kaynaktaki yaklaşık 1500’ün üzerinde ve bazıları kaynaklarda ortak olan anonim türkülerden hazırladık. İstanbul ile türkülerimizin bütünleşmesinde ilginç sonuçların ortaya çıktığı görülecektir. Aşağıda, İstanbul’un türkülerimize yansıma şekilleri, hangi ilçenin, bölgenin, semtin ya da yapının ne kadar sıklıkla türkülerde yer aldığı, bu yer alışta hangi özelliğin öne çıktığı ve bu özelliğin türkülere nasıl etki ettiği sayılarıyla yer almaktadır. 1.1. İstanbul ve Çevresi İstanbul (36), Beyoğlu (15), Üsküdar (10), Kâğıthane (5), Kasımpaşa (3), Adalar (2), Beşiktaş (2), Büyükdere (2), Sirkeci (2), Aksaray (2), Tophane (2), Kadıköy (1), Galata (1), Balat (1), Sarayburnu (1), Topkapı (1), Moda (1), Sultan Beyazıt Meydanı (1), Ortaköy (1), Arnavutköy (1), Emirgan (1), Malta Limanı (1), İstinye (1), Yeniköy (1), Tarabya (1), Sarıyer (1), [Anadolu] Kavağı (1), Karaağaç (1), Sütlüce (1), Aynalı Kavak (1), Tersane (1), Kapıkule (1), Mevlevihane (1), Fındıklı (1), Kabataş (1), Dolmabahçe (1). 1.2.. İstanbul’da Yapılar: Yenicami (1), Süleymaniye (1), Ayasofya (1), Eyüp Sultan (1), Eyüp (1). 1.3. İstanbul’da Kişiler: Fatih Sultan Mehmet (1), Sultan Hamit (1), Sultan Aziz (1), Yahya Efendi (1), Rüstem Paşa (1), Piri Paşa (1) Valide Sultan (1). Yukarıdaki yerleşim yerlerinin türkülerde yer alma sayıları bize İstanbul’un önemli kabul edilen mekânlarını göstermektedir. Burada sıkça geçen yerlerin özelliklerine bir bakacak olursak şunları söyleyebiliriz: İstanbul: Kızları, denizi, kayığı, çarşıları, sokakları, konakları, kış geceleri, iskeleleri, etrafının dağlık ve meşelik olması ve yollarının uzaktan uzak olmasıyla türkülerde karşımıza çıkmaktadır.
Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü___________________________________ 163
Beyoğlu: Türkülerde İstanbul’dan sonra en sık karşımıza çıkan ilçesidir. Beyoğlu şu özellikleriyle ön plana çıkar: Sevgililerin buluşacağı yer olmasıyla, çarşıları ve dükkânlarıyla, sevgilinin mekânı olmasıyla, evleri ve konaklarıyla. Üsküdar: Türkülerde gerçek İstanbul Avrupa yakası, hatta sur içi kabul edildiği için Anadolu yakası geri planda tutulmuştur. Bu durum türkülerde özellikle Üsküdar’ın ayrı bir yermiş gibi gösterilmesine sebep olmuştur. Zira “İstanbul’dan Üsküdar’a yol gider” dizesi ya da başka bir dizenin, “İstanbul’dan Üsküdar’ın arası” şekliyle geçmesi bize bunu gösteriyor. Üsküdar’ın özellikleri ise: Kayıkları, alt taraflarında yalıların bulunması, arka taraflarında yer alan bağları, karşısında Beşiktaş’ın yer almasıdır. Kâğıthane: Eğlenilecek ve gezilecek yer olması, kayıkları ve çağlayana benzetilmesiyle. Kadıköy: Kızlarının cilveli oluşuyla. Aksaray: Uzak olması, çarşıları ve dükkânlarıyla. Kasımpaşa: Yemişi ve güzelleriyle, Mevlevihane: Dedeleriyle. Fındıklı: Suyuyla. Beşiktaş: Yahya Efendiyle. İstinye: Bülbülleriyle. Yeniköy: Müslümanlarıyla. Tarabya: Gayrimüslimleriyle. Sarıyer: Yoğurduyla. Eyüp Sultan: Çarşısıyla. Galata: Yukarıda Üsküdar için söylediğimiz İstanbul’un sur içi kabul edilmesi konusu Galata için de geçerlidir; zira “İstanbul’un karşısında Galata” dizesiyle sanki Galata bölgesi de İstanbul’un dışında kabul edilmektedir. Yenicami: Güvercinler mekânı olmasıyla. Süleymaniye: Mahyaları ve şadırvanıyla.
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 164 2. İSTANBUL’UN TÜRKÜLERE YANSIMASI 2.1. İçindeki Aşk ve Sevdalarıyla Yansıması İnsanlık tarihi kadar geçmişi eski olan aşk ve sevda konusu türkülerimizin üzerine kurulduğu ana temalardan biridir. Aşklar türkülerde dile getirilmiş, yanan yüreklere bir nebze olsun su dökülmek istenmiştir. Aşk ve insanı çoğu vakit mekân da tamamlayarak üçlü saç ayağı oluşturmuştur. Eğer bu mekân İstanbul’sa bu durum çok daha farklı olmuştur. Türkülerde İstanbul başlı başına sevda şehri olarak birçok yerde karşımıza çıkar. Bazı ilçeleri de özellikle bu anlamda öne çıkar. Bu durumu yukarıda da sayılarla ifade etmiştik. İşte İstanbul’un en sık görülen ilçelerinden Beyoğlu ve Üsküdar bir türkünün varyantında karşımıza çıkmıştır. Hepimizin bildiği o türküden aşağıya bir bölümü alıyoruz: 1. Kadifeden kesesi Kahveden gelir sesi Oturmuş kumar oynar Ciğerimin, ah cigerimin köşesi Haydi yallah, Beyoğlu’na yolla Aman yallah, Beyoğlu’na yolla Yolla yâr yolla. (Öztelli, 2002: 45; Özbek, 1994: 508) 1a. Kadifeden kesesi Kahveden gelir sesi Oturmuş kumar oynar Ciğerimin köşesi Haydi yallah Üsküdar’a yolla Yolla yolla yâr yolla (Öztelli, 2002: 563)
2.2. Doğal Güzelliğiyle Yansıması Ülkemiz bulunduğu coğrafi konum itibariyle içinde sayısız doğal güzelliği barındırır. Bu doğal güzellikler insanın manevi açlığını gideren bir gıda konumunda, ruhunu tedavi eden bir ilaç durumundadır. Bazen öyle olur ki nere baksanız, ne tarafa dönseniz bakmaya, seyretmeye doyamazsınız. Bu köşelerden biri de, belki en güzeli de İstanbul’dur. Birçok türkü bu hususu dile getirmektedir. Aşağıya aldığımız türkü örneği İstanbul’un birçok köşesini doğal güzellikleriyle birlikte ele almaktadır: Eski kelamı neyleyim Yeni selamlar eyleyim Eyer izniniz olursa Yalıları vasf edeyim
Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü___________________________________ 165
Beşiktaş Yahya Efendi Herkes muradına erdi Ortaköy’de funda demir Arnautköyü’ne dar yetişti Emirgân Malta Limanı İstinye bülbül mekânı Müsafire rabet etmez Yeniköy’ün müslümanı Terapya’da kafir çoktur Rabet eder müsafire Büyükdere bir gizli yer Dahil oldu Sarıyar’a Sarıyar’ın yourdu Beni bir ana doğurdu Daha çok söylerdim amma Akşamdan sesim yoğudu Üzümü koydum tabağa Geçtim karşıki Kavağa Hem almalı hem vermeli İşimiz kaldı sabaha (Kúnoş, 1998: 116-117)
2.3. Tarihî Yönüyle Yansıması Türküler insanların gönül pencerelerinin yansımasıdır. İnsan neden, nasıl etkilenmiş ise onu o şekilde türkü diline dökecektir, ancak öncesinde onu neyin, nasıl etkilediğine ya da algılamada öncü olan unsurlara bakmak lazımdır. İstanbul’u algılama biçimlerimiz hemen hemen ortak olacaktır. Zira devletin merkezi olduğu söylemiştik. Örnek metinlerimizde, İstanbul’un Fatih’i, Sultan Mehmet Han ve Osmanlı padişahlarından Sultan Hamit, Sultan Aziz ve devletin uzun süre yönetildiği Topkapı Sarayı yer almaktadır. Aşağıya bu durumu örneklendirecek bir metni alıyoruz: İstambul’un karşısında Galata Çek kayıkçı götür bizi Balat’a Ne hoş olur mastikayle salata Çekmecemin anahtarı altından Bir yar sevdim asker oldu bahtımdan Sultan Hamid binler yaşa tahtında (Kúnoş, 1998: 54-55)
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 166 2.4. Gurbet Oluşuyla Yansıması Manzum ve mensur kültürel ürünlerimizde en fazla işlenilen konuların arasında gurbet teması gelir. İnsanın sevdiklerinden ayrılarak gurbete çıkması hem gurbete çıkan için, hem de sıla da kalanlar için gönüllerde derin izler bırakacaktır. Bu izlerin bir süre sonra sözlü ürünlere dökülmemesi içten bile değildir. Zira günümüzdeki gibi teknolojinin yaygın ve gelişmiş olmadığı dönemler düşünüldüğünde bu daha açık anlaşılacaktır. Tarihî süreçte hem devletin, hem de ticaretin merkezi olan İstanbul, insanlar için gidip çalışılacak, ekmek parası kazanılacak mekân olmuştur. İstanbul’a gelen kişi için ise hasret günleri başlamış ve türküler dillerden dökülmeye başlamıştır. Öyle durumlar olmuştur ki bu hasret şehre yani İstanbul’a bedduaya kadar varmıştır. Ayrıca askerlerin evlerinden, memleketlerinden ayrılarak İstanbul’a gelmeleri beraberinde türkülerin yakılmasına sebep olmuştur. Hele geri de bir sevgili kalmışsa İstanbul’a serzenişler başka türlü olmuştur. Aşağıya yine birçoğumuzun bildiği türkümüzden bir bölümü tespit ettiğimiz varyantlarıyla alıyoruz: 1.Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun Gördün güzelleri beni unuttun Sılaya gelmeye yemin mi ettin Kitli kalsın gurbet ilin kapısı (Öztelli, 2002: 94) 1a. Ağam İstanbul’da mekân mı tuttun Gördün güzelleri beni unuttun Bir iyiyi bir de kötüye kul ettin İkindi güneşin feri olmazmış Ciğerden yananın arı olmazmış (Ergun-Uğur : 258) 1b. Ağam İstanbul’u mesken mi tuttun Gördün güzelleri beni unuttun Sılaya dönmemeye yemin mi ettin Gayrı dayanacak halım kalmadı Mektuba yazacak sözüm kalmadı İstanbul’un türlü çeşit boyası Yüzüme bakmadın karnım doyası Kör olup da Allah’ımdan bulası (Esen, 1986: 210) 1c. Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun Gördün güzelleri beni unuttun Sılaya dönmeye yemin mi ettin Gayrı dayanacak özüm kalmadı Mektuba yazacak sözüm kalmadı (Özbek, 1994: 239)
Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü___________________________________ 167
Aşağıdaki örneğimizde ise durum daha farklıdır. Burada da İstanbul’da bulunan, sılasına özlemini dile getirmektedir: İstanbul başıma zindan Gözlerim görmüyor gamdan Vallahi usandım candan Görsem sılamı sılamı İstanbul paye kurulmaz Kasavet serden ayrılmaz Bacım gözüme görünmez İllam anamı anamı (Esen, 1986: 177) Aşağıdaki son örneğimizde de sevdiğini saklayan, sılasına göndermeyen İstanbul’a geride kalan sevgili çok ağır bir beddua etmektedir: İstanbul İstanbul viran kalası Taşın toprağını seller alası Şu dünyada benim sevdiğimi bana veresi (Esen, 1986: 256)
2.5. İçindeki Azınlıklarıyla Yansıması İstanbul içerisinde fetihten günümüze kadar başta Rum ve Ermeni olmak üzere azınlıklar güven içinde yaşamışlar, Türklerle komşuluk yaparak şehrin kültürel havasının renklenmesine katkı sunmuşlardır. Yüzyıllarca gayet iyi bir şekilde komşuluk yapan gayrimüslimlerle Türkler arasında zaman zaman aşk ve sevda ateşi alevlenmiş, bu aşklar türkülere kadar yansımıştır. Aşağıdaki örneğimiz bir Türk gencinin Hristiyan bir Ermeni kızına âşık olması üzerine yakılmıştır: İstanbul’dan çıktım derya yüzüne Irast geldim bir Ermeni kızına Aç yaşmağın bak yavrunun yüzüne Dönme m’ola gavur kızı dinime …. İstanbul’dan çıkar padişahın fermanı Gökte döner mızrağımın yalmanı Sen olmazsan ben olayım Ermeni Dönme m’ola keşiş kızı dinime (Esen, 1986: 49) Aşağıya aldığımız örnek türkü bendimiz de ise İstanbul’a giden sevgilinin bir Rum kızına gönül kaptırışı ele alınmaktadır: İstanbul yolları sızıdan sızı Ağamı zaptetmiş bir Urum kızı Dağlarda geçirdim yazılan güzü Gel gel aman (Esen, 1986: 195)
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 168 2.6. Ticaret Merkezi Görüntüsüyle Yansıması İstanbul bugün üzerinde taşıdığı ticari sorumluluk ve yükü tarih boyunca taşımış ve ticaret merkezi olma konumunu sürdürmüştür. Ticaretin merkezi olması hasebiyle piyasaya yeni çıkan ürünler ilk önce İstanbul’da görücüye çıkmış, daha sonra Anadolu’ya ve diğer yerlere dağılmıştır. “İstanbul’dan aldım” ya da “İstanbul’dan geldi” sözü Anadolu’da ve diğer yerlerde hatta Kırım’da bile yeni ürünlerin çıkış merkezinin İstanbul kabul edildiğini göstermektedir. İstanbul’un bu özel konumu türkülerimize de yansımıştır. Daha çok tören türküleri dediğimiz kına türkülerinden seçilmiş aşağıdaki örneklerimizde gelin kızın çeyizi de İstanbul’dan getirilen yeni ürünlerle düzülmüştür: İstanbul’dan getireyim tası Evlerden işittim sesi Kızım olmuş gelinlerin hası Ney ney neyleyim aman (Öztelli, 2002: 344) ... İstanbul’dan aldık tası Nerelerden gelir sesi Evimizin eğlencesi Gidiyor hey aslanım gidiyor (Öztelli, 2002: 350) SONUÇ İstanbul, Türk tarihinin en önemli şehirlerinin başında gelir. Şehir bu önemini; tarihten gelen rolü gereği, ekonominin kalbi konumunda olması, doğal güzellikleriyle, tarihî mekânlarıyla, dinî ve tarihî şahsiyetleri barındırmasıyla kazanmıştır. Bütün milletlerce bu önemin İstanbul’a verilmesi de şehrin ayrıca önemini ortaya koymaktadır. Uzun yıllar başkentlik yapan İstanbul’un etrafında zengin bir kültür atmosferi oluşmuş, âşıkların mekânı olduğu gibi ayrıca maşukluk da yapmıştır. Bugün hâlâ bütün olumsuz durumlara rağmen İstanbul tarihteki rolünü sürdürmekte ve cazibe merkezi olma konumunu devam ettirmektedir. Elbette bu özelliklere sahip bir şehir kültürel ürünlerde de kendine geniş bir yer bulmuştur. Türkülerimize baktığımızda şunları söyleyebiliriz: 1. İstanbul tarihte yüklendiği misyonu ölçüsünde türkülerde geniş yer edinmiştir. 2. İstanbul türkülere tarihî ve coğrafî güzellikleriyle konu olmuştur. 3. Gurbet oluşuyla konu olmuştur. 4. Tarihî semtleri ve her semtin öne çıkan özelliğiyle konu olmuştur. 5. Âşıkları ve maşuklarıyla konu olmuştur.
Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü___________________________________ 169
6. Tarihî ve dinî şahsiyetleri, azınlıkları, sarayları, denizi, yalıları, akarsuları, kızları gençleri, çarşıları, dükkânlarıyla konu olmuştur. Bugün elbette anonim türkülerin doğmasını beklemek biraz güçtür. Dolayısıyla incelemiş olduğumuz anonim türküler tarihteki İstanbul’u konu edinmiş ve sınırlarını o noktada çizmiştir.
III. EK / ÖRNEK TÜRKÜ METİNLERİ Değerlendirme yaparken faydalandığımız metinler, İstanbul’u konu alan türkülerden seçilmiştir. Bazı türkülerin tamamı yer alırken, bazılarının ilgili bölümlerine yer verilmiştir. Metinlerin özgün imlâlarına dikkat edilmiştir.
A. Aşağıdaki 15 türkü örneğimiz aşk ve sevda konusuyla ilgilidir. 1. Gemi gelir yan verir İskeleye şan verir Şu İstanbul kızları Koca diye can verir Hani benim Recebim Recebim, sarı lira vereceğim Almazsan karakola gideceğim (Özbek, 1994: 174; Öztelli, 2002: 247) 2. Kadıköylü cilveli aman Aslı Büyükdereli Denizde dalga Gemide halka Canım cicim bahriyeli Çabuk beni sakla (Öztelli, 2002: 77) Nakarat 3. Aksaray’a gide gide yoruldum Ben o yârin cemalini vuruldum Uzun boylu, ince bele sarıldım Seni bana, beni sana verseler Telli duvak, sırma teller taksalar (Öztelli, 2002: 154) 4. İstanbul’dan gelir kayık İçi dolu sarhoş ayık Bulamadım kendime layık Ufacık tefecik konuşalım Beyoğlu’nda buluşalım
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 170 İstanbul’da aynalı çarşı Dükkânları karşı karşı Ne istersin işte çarşı Ufacık tefecik konuşalım Beyoğlu’nda buluşalım (Öztelli, 2002: 175) 4a. Üsküdar’dan gelir kayık İçi dolu sarhoş ayık İnce belli bana layık Çetetik petetik oynaşalım Ayvalıkta buluşalım Karyolada öpüşelim Beyoğlu’nda var bir çarşı Dükyanları karşı karşı Ne istersen iste çarşı Keytane’den gelir kayık İçindeki bizim Fayık Nazlı dilber bana layık (Kúnoş, 1998: 89) 5. Ada sahillerinde bekliyorum Seni yârim serian istiyorum Her zamanki yerimde bekliyorum Beni şad et Şadiye’m başın içün Nerede o mis kokulu leylaklar Sararıp solmak üzere yapraklar Bana mesken olunca topraklar Beni şad et şadiye’m başın içün (Öztelli, 2002: 242) 6. Nasıl methedeyim sevdiğim, seni İstanbul, Bursa’yı değer gözlerin Arasam bulunmaz ruhu revanım İzmir’i, Konya’yı değer gözlerin (Öztelli, 2002: 258) 7. Ey bostancı bir bostan ver Hastam var aman aman Hastam da değil, Adalar’da Moda’larda dostum var Üç düşmanı aman da Öldürmeye kastım var aman aman (Öztelli, 2002: 513) 8. Arabacı arabacı İşte sana ben kiracı Arabacı da arabanı çek Nereye?
Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü___________________________________ 171 Kâhtane’ye Arabacı arabanı sür Nereye? Beyoğlu’na Haydindi paldır küldür yallah yallah Haydindi tıngır mıngır yallah yallah Arabaya biz binelim Beyoğlu’na sür gidelim Arabacı da arabanı çek (Öztelli, 2002: 516) 9. Arabacı arabacı İşte sana ben kiracı Arabacı süüüür.. Nereye? Beyoğlu’na Deeeh… Yallah yallah, yallah yallah Haydi de tıkır mıkır yallah yallah Arabaya da binelim Sirkeci’ye sür gidelim Arabacı süüüür.. Nereye? Sirkeci’ye Deeeh… Yallah yallah, yallah yallah Haydi de tıkır mıkır yallah yallah Bu eğlence böyle m’olur Aman beyim liraları bozdur Arabacı süüüür.. Nereye? Kağıthane’ye Deeeh… Yallah yallah, yallah yallah Haydi de tıkır mıkır yallah yallah (Özbek, 1994: 433) 10. İstanbul’dan Üsküdar’a yol gider Yol gider çavuş yol gider Hanımlara deste deste gül gider Gül gider çavuş gül gider … İstanbul’dan Üsküdar’ın arası Arası çavuş arası Yaktı beni kaşlarının karası Karası çavuş karası (Öztelli, 2002: 651-652)
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 172 11. Üsküdar’a gideriken aldı da bir yağmur Katibimin setresi uzun, eteği çamur Katip uykudan uyanmış, gözleri mahmur Katip benim, ben katibin el ne karışır Katibe kolalı da gömlek ne güzel yaraşır Üsküdar’a gideriken bir mendil buldum Mendilimin içine de lokum doldurdum Ben katibi arar iken yanımda buldum Katip benim, ben katibin el ne karışır Katibe kolalı da gömlek ne güzel yaraşır (Öztelli, 2002: 740) 12. İstambul’un Keytane’si Nasıl doğurmuş anası Sevdiyimdir dür tanesi Küçük büyük hanım etmemelidir Rakı ile şarab içmemelidir İstanbul’un sokakları Karşı karşı konakları Al ala olmuş yanakları İstanbul’un kış gecesi Pek güzeldir eylencesi Edalım bir gül koncesi (Kúnoş, 1998: 55) 13. Bir gemim var salı salıverdim engine Basmacılar damga da vurmuş dengine Şimdi rağbet gözel ile zengine Aman aman Ayşem Üsküdar’da hal olur Son sununda en sonunda gene gene bana yar olur (Uludemir, 1970: 28) 14. İstanbul’un ortasında meyhane Meyhanede çalınıyor kemane Rakı içtim oldum deli divane Aman da yazıcı daktilon olayım yaz beni Hayatımda ilk yârimsin terk edemiyorum ben seni İstanbul’un ortasında çarşılar Dalgalı saçlım akşama beni karşılar Ben gidiyorum hoşça kalın komşular … İstanbul’un ortasında iskele İskeleden gidiyorlar askere Gitme de yârim vermiyorlar teskere (Uludemir, 1970: 55)
Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü___________________________________ 173
15. Yine gönül havalandı Gökte uçan kuş gibi Dün gece yârin koynunda O yar uykudan uyanmış Gözleri sarhoş gibi Esme rüzgâr yağma yağmur Yolda yolcum var benim İstanbul’un Beyoğlu’nda Kömür gözlüm var benim (Esen, 1986: 128) B. Aşağıdaki 16-22 numaralı türkü örneklerimiz İstanbul’un doğal güzelliğiyle ilgilidir. 16. Sarayburnu’nun imanım, ufak tefek taşları, Vak vak ötüyor, şak şak ötüyor martı kuşları Aman kalem olmuş bir tanem o yârimin kaşları Çil çil liralar mecidiye paralar O beyaz gerdana taksak olmaz mı A canım dizsek olmaz mı (Öztelli, 2002: 264) 17. Üsküdar’ın altı yalı N’iderim dünyanın malı Dedim versen bir şeftali Dedi ağam baş üstüne (Öztelli, 2002: 337) 18. Bir uzun yoldur giderim Kimseye yoktur kaderim Eyer izniniz olursa Camileri vasf edeyim Akseray bir ufak çarşı Dükyanları karşı karşı Valide Sultan cami yaptı Müvakkitle karşı karşı Ayasofya ibtidası Hepsinden evvel binası Top kandilde namaz kılanın Kabul olur duası Yeni Cami ketenciler İçinde çifte bekçiler Bir tarafı balık pazar Bir taraf çiçekçiler Yenicami Yenicami Dillerdedir onun namı Güvercilerin makamı
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 174 Sultan Beyazıd Meydanı Süleymaniye mahye kurar Hep camiler ona uyar Şadırvanı baştan başa Suları tavandan akar Bekçimizin adı Ahmed Cümle geçmişlere rahmet Ne güzel mahye kuriyor O Fatih Sultan Mehemmed (Kúnoş, 1998: 112-113) 19. Yeni cami kurdu pazar Katipler resmini yazar İndim Bahçe kapusuna Eyledim bir kayık pazar Bindim kayığın içine Seccade yaydım kıçına Çek kayıkçı pala kürek Eyüb Sultan çarşısına Eyüb’ün çarşısı darlık Bahçesinde ayva narlık Siliftera bir hoş yemiş Keytane çağlayandır Karaağaç Rüstem Paşa Sütlüc ile Piri Paşa Aynalı Kavak Tersane Boşta kaldı Kasımpaşa Kasımpaşa’ya varan var mı Yemişine doyan var mı Kaptan paşa beş yüz vurur Hiç insafa gelen var mı Sıçan gelir çatal matal Dolabın kapusun açar Dolmanın irisin seçer Üstüne karanfil eker Kulekapu Mevlehane Dede döner devrehane Hendekbaşı lüleciler Ne mübadir şu Tophane Tophane’den geldim geçtim Fındıklı’nın suyun içtim Kabataş’a fında demir Dolmabahçe’ye yanaştım (Kúnoş, 1998: 120-121)
Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü___________________________________ 175
20. Beyoğlu’nun evleri Yüksek olur binası Hem ardından hem önünden Vardır iki kapısı Ah Beyoğlu vah Beyoğlu Yandı gitti kül oldu Akıttım gözüm yaşın Deryada derya oldu Beyoğlu’nun ortasında Vardır iki meteris Meteristen telli kurşun Telli kurşun atarız Beyoğlu’nun evleri Hepsinden güzel Söylenmiştir dillerde Edası ezel Beyoğlu’nun konakları Benzer saraya Akıttım çeşmim yaşın Deryada derya doldu (Kúnoş, 1998: 131s) 21. İstanbul’un etrafı dağdır meşedir İçinde oturan beydir paşadır Güzeller meskeni Kasımpaşa’dır Bizden yâre selam eyle turnalar (Esen, 1986: 109) 22. Üsküdar’ın karşısında Beşiktaş Ne anam var, ne babam var, ne kardaş Uçan kuşlar olsun bana can yoldaş (Öztelli, 2002: 433) C. Aşağıdaki 23 numaralı türkü örneğimiz İstanbul’un tarihî yönüyle ilgilidir. 23. Beni tahttan indirdiler Beş çifteye bindirdiler Topkapu’ya gönderdiler Uyan Sultan Aziz uyan Uyan da tahtına dayan Yandı gitti bütün cihan … İki kanatlı kuş olsam Sarayın üstüne konsam Sarayda n’olduğunu duysam
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 176
Sarayın perdesiyim Sultanın dertlisiyim Yusuf’umun anasıyım Sarayında yeşil perde Sen uğrattın beni derde Şindi girdim elem derde (Kúnoş, 1998: 132-133) Ç. Aşağıdaki 24-29 numaralı türkü örnekleri İstanbul’un gurbet görülmesi konusuyla ilgilidir. 24. İstanbul yolları uzaktan uzak Yoluma koymuşlar demirden tuzak Bu yıl da gelmezsen arzuhal yazak Gel gel aman İstanbul yolları sızıdan sızı Ağamı zaptetmiş bir Urum kızı Dağlarda geçirdim yazılan güzü Gel gel aman İstanbul yolunda bir fidan dikme Gülünü dererken belini bükme Bir yılda gelirim kederler çekme Gel gel aman (Esen, 1986: 195) 25. Ağam İstanbullu, Eğinli misin? Sılaya gelmeye yeminli misin? Yoksa bana da mı emin değilsin? Tez gel ağam, tez gel, eğlenmeyesin Elde güzel çoktur evlenmeyesin (Öztelli, 2002: 87) 26. İstanbul’a cura yazdım, saz geldi Telli potin kar topuğa dar geldi Sevip sevip ayrılması zor geldi İnme durnam inme, susuz, selsiz çöllere Ben ölürsem meyil verme ellere (Öztelli, 2002: 187) 27. Üsküdar ardında var idi bağlar Murat Reis durmuş, dümende ağlar On bir ay deyince göründü dağlar Rabbim nasip eyle bize karayı Evvelden karayı sonra sılayı (Öztelli, 2002: 686; Özbek, 1994: 400)
Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü___________________________________ 177
28. 7 yıl İstanbul’da askerlik yapan Mustafa köye gelirken eşini görür ve eşiyle şöyle söyleşirler: Erkek: İstanbul’dan gelir tatar Yamçısını yandan atar Garip olan nerde yatar Kondur beni telli gelin Kadın: İstanbul’dan gelir tatar Katarına kervan katar Konduramam yiğit seni Garip olan handa yatar (Öztelli, 2002: 721) Aşağıdaki 29-30 numaralı son türkü örneklerimiz İstanbul’un ticaret merkezi olma konumuyla ilgilidir. 29. Kırım kıyılarını anlatan bir türküden alınmıştır. Kefe dedikleri bir uzun çarşı Dükkânları kurulmuş kıbleye karşı İstanbul’dan gelir malı, kumaşı Minarede çanı men orda gördüm (Öztelli, 2002: 816) 30. İstanbul’dan aman ayva deyil -yaurumda- nar gelir İnce fistan –aman- top memeye- yaurumda- dar gelir Bu gençlikte –aman- ölüm bize- yaurumda- zor gelir İstanbul’dan –aman- aldırayım- -kuzumda- fezini Nerelerden –aman- işideyim – kuzumda- sesini Çok aradım –aman- bulamadım- kuzumda eşini (Kúnoş, 1998: 54)
KAYNAKÇA ÇOBANOĞLU, Özkul (2007), Âşık Tarzı Edebiyat Geleneği ve İstanbul, İstanbul. [ERGUN], Sadettin Nüzhet-[UĞUR] Mehmet Ferit (2002), Konya Vilâyeti Halkîyat ve Harsiyyatı (hzl. Hüseyin Ayan), Konya. ESEN, Ahmet Şükrü (1986), Anadolu Türküleri (hzl. Pertev Naili Boratav-Fuat Özdemir), Ankara. KÖPRÜLÜ, Fuad (1993), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara. KÚNOŞ, Ignáz (1998), Türk Halk Türküleri (hzl. Ali Osman Öztürk), Ankara. ÖZBEK, Mehmet (1994), Folklor ve Türkülerimiz, İstanbul 1994. ÖZTELLİ, Cahit ( 2002), Evlerinin Önü / Türküler, İstanbul.
_________________________________________________________ Sinan GÖNEN 178 RADLOFF, Wilhelm-KÚNOŞ, Ignáz (1998), Proben VIII (hzl. Saim SakaoğluMetin Ergun), Ankara. ULUDEMİR, Muammer (1970), Türküler I, Ankara. YAKICI, Ali (2007), Anonim Halk Şiirinde Türkü, Ankara. YARDIMCI, Mehmet (1999), Başlangıcından Günümüze Halk Şiiri, Âşık Şiiri, Tekke Şiiri, Ankara.
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 179–192
“KATKAT YASEMİN” ADLI ŞİİR ÇEVİRİSİ ÜZERİNE BİR ELEŞTİRİ Arş.Gör.Dr. Şerafettin YILDIZ Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı serafettinyildiz42@hotmail.com
Özet Bu makalede çağdaş Arap şairlerinden Suriyeli Nizâr Kabbânî’nin “Tavku’lYâsemîn” adlı Arapça şiirinin “Katkat Yasemin” başlığıyla Türkçeye çevirisi, anlam ve içerik bakımından incelenmiştir. Şiir çeviri eleştirisinin yapıldığı bu çalışmada şairin üslup özelliklerinin çeviriye nasıl yansıtıldığı ve Arapça metin ile Türkçe metin arasında ne gibi farklılıklar olduğu örneklerle ortaya konulmuştur. Anahtar Kelimeler: Çağdaş Arap Şiiri, Nizâr Kabbânî, Tavku’l-Yâsemîn, şiir çeviri eleştirisi
A REVIEW ON THE TRANSLATION OF THE POEM NAMED KATKAT YASEMIN
Abstract In this article, the Turkish translation of the Arabic poem named “Tavku’lYâsemîn” by Syrian Nizâr Kabbânî, who is among the modern Arab poets, under the title “Katkat Yasemin”, is studied in terms of meaning and content. In this study in which the poem translation is criticized, the issues such as how the language characteristics of the poet is reflected into the translation and what sort of diversities are available between the Arabic and the Turkish texts are introduced by means of examples. Key Words: Modern Arab Poem, Nizâr Kabbânî, Tavku’l-Yâsemîn, poem translation review
180 _____________________________________________________ Şerafettin YILDIZ
GİRİŞ Son yıllarda ülkemizde modern Arap edebiyatıyla ilgili gerek nesir ve gerekse şiir türlerinde çeviri kitap sayısının hızla arttığı görülmektedir. Bu çeviriler üzerine olumlu ya da olumsuz bilimsel eleştirilerin yapılmaması, çevirmen ve okurda yayımlanan her çevirinin doğru olduğu kanısı uyandırmakta, bu da güzel, nitelikli, okura keyif veren, akıcı, anlaşılır nesir ve şiir çevirilerinin ortaya konulmasını engellemektedir. Çevirmen, yaptığı çevirilere yapıcı eleştiri alamadığı için çeviri yanlışlarına devam etmekte, kendisini yenileyememekte veya yaptığı çevirilerin doğru olduğunu düşünerek buna gerek duymamaktadır. Bu da kalitesiz çevirilerin artmasına neden olmakta ve güzel çeviri örneklerini gölgelemektedir. Kötü çeviri örneklerini eline alan bir okur, anlaşılmaz ifadelerle karşılaşınca birkaç şiir çevirisini okuduktan sonra sıkıcı bulduğu kitabı bir tarafa bırakmakta ve bir daha ona el sürmemektedir. Nesir ve şiir çevirilerindeki artış ve aynı ürünlerin farklı çevirmenler tarafından tekrar tekrar çevrilmesi; çevirilerin doğruluğu ve güvenirliliği, yazarın üslûbu ve mesajının ne kadar iletildiği meselesini gündeme getirmiştir. Bu amaçla 1997 yılında Rahmi Er’in danışmanlığında Mesut Yazıcı tarafından çeviri eleştirisi üzerine “Türkçede Necip Mahfuz” adlı bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (Yazıcı, 1997). Bu çalışmada Necip Mahfuz’un üç romanının Türkçeye çevirileri incelenmiş, çevirilerin düzeyleri, yazarın üslup özelliklerinin çevirilere nasıl yansıtıldığı, özgün metin ile çeviri metin arasında hangi noktalarda ne gibi farklılıklar olduğu örneklerle ortaya konulmuştur. Bu akademik çalışmadan sonra İlyas Karslı tarafından genel çeviri hatalarını ele alan “Arapçadan Türkçeye Tercüme Hataları” adlı bir makale yayımlanmıştır (2005:69-90). Son olarak ise İbrahim Özay, “Türkçe Deyimlerin Arapçaya Aktarılması (Aziz Nesin’in Yedek Parça İsimli Öyküsü)” başlıklı bir makale yayımlamıştır (2010:249-264). Çağdaş Arap şairlerinden tek bir şiir veya kitap halinde çok sayıda şiir çevirisi çalışması olmasına karşın şimdiye değin şiir çevirisi üzerine bir eleştirinin yapılmamış olması, bizi böyle bir çalışma yapmaya sevk etmiştir. Çalışmamızın amacı, şiir çevirisinde kelimelerin anlamlarına ve cümle yapısına dikkat edilmediği takdirde yalın ve anlaşılır dille yazılmış Arapça bir şiirin, çevirisinde ne kadar anlaşılmaz bir metin haline dönüştüğünü örneklerle ortaya koymak ve bundan sonraki şiir çevirilerinin nitelikli olmasına katkıda bulunmaktır.
“Katkat Yaseminâ€? AdlÄą Ĺžiir Çevirisi Ăœzerine Bir EleĹ&#x;tiri ______________________________ 181
1. “Katkat Yaseminâ€? AdlÄą Ĺžiirin Çevirisine Dair Makalemizde çaÄ&#x;daĹ&#x; Arap Ĺ&#x;airlerinden Suriyeli Nizâr KabbânĂŽ (19231998)1’nin ‍ق ا‏ Ů? Ů’ ŮŽ adlÄą Ĺ&#x;iirinin (Cuhâ, 1999:332-334), çaÄ&#x;daĹ&#x; Arap Ĺ&#x;iiriyle ilgili çok sayÄąda çeviri kitabÄą yayÄąmlanan M. FÄąndÄąkçĹ’nÄąn2 “Katkat Yaseminâ€? (2000:4647)3 adlÄą çevirisi, anlam ve içerik bakÄąmÄąndan incelenmiĹ&#x;tir. Ä°ncelememizde Ăśnce kaynak metin, altÄąnda tablo içerisinde sol tarafta M. FÄąndÄąkçĹ’nÄąn çevirisi, saÄ&#x; tarafta ise bizim ĂśnerdiÄ&#x;imiz çeviri verilmiĹ&#x;tir.
__________ 1
21 Mart 1923 tarihinde Ĺžam’da doÄ&#x;muĹ&#x;tur. 1945’te Suriye Ăœniversitesi Hukuk FakĂźltesinden mezun olmuĹ&#x;, aynÄą yÄąl Suriye DÄąĹ&#x;iĹ&#x;leri BakanlÄąÄ&#x;Äąna girmiĹ&#x;tir. SÄąrasÄąyla Kahire, Ankara, Londra, Pekin, Beyrut ve Madrid’de diplomatik gĂśrevlerde bulunmuĹ&#x;tur. Daha sonra istifa ederek Beyrut’ta bir yayÄąnevi kuran KabbânĂŽ, Ä°kinci DĂźnya SavaĹ&#x;Äą sonrasÄą Arap Ĺ&#x;iirinde yenilikçi bir Ĺ&#x;air olarak kabul edilmektedir. Ä°lk Ĺ&#x;iirlerinin baĹ&#x; temasÄą aĹ&#x;k olmakla birlikte sonralarÄą siyasi ve sosyal konulara eÄ&#x;ilmiĹ&#x; ve bunlarÄą serbest Ĺ&#x;iirle etkili bir Ĺ&#x;ekilde iĹ&#x;lemiĹ&#x;tir. Dili modern olup, ĂźslĂťbu sade ve tabiidir. Ona gĂśre Ĺ&#x;iir, yalÄąn olmalÄą ve sÄąradan okuyucular tarafÄąndan kolayca anlaĹ&#x;ÄąlmalÄądÄąr. Ĺžair Nizâr KabbânĂŽ, 30 Nisan 1998 tarihinde vefat etmiĹ&#x;tir. Arap dĂźnyasÄąnda çok sevilen KabbânÎ’nin bazÄą Ĺ&#x;iirleri ve Ĺ&#x;iir kitaplarÄą TĂźrkçeye çevrilmiĹ&#x;tir. YazarÄąn Ĺ&#x;iir kitaplarÄąndan bazÄąlarÄą Ĺ&#x;unlardÄąr: Kâlet liye’s-Semrâ’ (1944), TufĂťlet Nehd (1948), Kasâ’id (1955), HabĂŽbetĂŽ (1961), HavâmiĹ&#x; ‘alâ Defteri’nNekse (1967), Ĺžu‘arâ’u’l-Ardi’l-Muhtelle: el-Kuds (1968), KâmĂťsu’l-Ă‚Ĺ&#x;ÄąkĂŽn (1981), AĹ&#x;â€˜Ă˘r MecnĂťne (1983), el-Hubb lâ Yakif ‘alâ’l-Dav’i’l-Ahmer (1983) (bkz. KabbânĂŽ, 1983, VII:208-209; Jayyusi, 1987:368; ed-Dakkâk, t.y.:438; Er, 2004:63; Tur, 2005). 2 Metin FÄąndÄąkçĹ, çaÄ&#x;daĹ&#x; Arap edebiyatÄąndan çevirileriyle tanÄąnmÄąĹ&#x; bir Ĺ&#x;air ve çevirmendir. Ĺžiirleri ve çevirileri; YazÄąlÄą GĂźnler, YarÄąn, Cumhuriyet Kitap, Yeni Biçem, Adam Sanat, Uç, RĂźzgar, Ĺžiir-lik ve Kitap-lÄąk gibi birçok dergide yayÄąmlanmÄąĹ&#x;tÄąr. Arapçadan çevirdiÄ&#x;i Ĺ&#x;iir ve nesir kitaplarÄą Ĺ&#x;unlardÄąr: Nazik El Melaike, RĂźyadan ÇaÄ&#x;rÄąlmak, Çeviri: Metin FÄąndÄąkçĹ, Ä°yi Ĺžeyler YayÄąncÄąlÄąk, 1996; Adonis, RĂźzgarda Yapraklar, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Ä°yi Ĺžeyler YayÄąncÄąlÄąk, 1998; Nizar Kabbani, HĂźzĂźnlĂź Irmak, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Ä°yi Ĺžeyler YayÄąncÄąlÄąk, 2000; Adonis, Ayna ve DĂźĹ&#x;, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Avesta YayÄąnlarÄą, 2002; Mahmud DerviĹ&#x;, UnutulanÄą Anmak, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Avesta YayÄąnlarÄą, 2002; Äžada El Seman, Beyrut'ta Deniz Yok, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Avesta YayÄąnlarÄą, 2002; Hanan Avvad, Filistin Senin İçin, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Evrensel BasÄąm, 2003; Mahmud DerviĹ&#x;, Beyrut Kasidesi, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, AlkÄąm YayÄąnevi, 2003; Mahmud DerviĹ&#x;, Mavi Bir GĂźn, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, DĂźnya YayÄąncÄąlÄąk, 2003; Adonis, DoÄ&#x;u ve BatÄą, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, DĂźnya KitaplarÄą, 2004; Adonis, GĂźllerin AydÄąnlÄąÄ&#x;Äąndan, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Adam YayÄąnlarÄą, 2004; Adonis, AĹ&#x;k Ĺžiirleri, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, KÄąrmÄązÄą YayÄąnevi, 2007; Metin FÄąndÄąkçĹ, ÇaÄ&#x;daĹ&#x; Arap Ĺžiiri Antolojisi, Toroslu YayÄąnevi, 2007; Fetva Tukan, KapalÄą KapÄąnÄąn Ă–nĂźnde, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Artshop YayÄąnevi, 2008; Mahmud DerviĹ&#x;, KuĹ&#x;atma (Durumu), çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Artshop YayÄąnevi, 2009; Mahmud DerviĹ&#x;, YalnÄązlÄąk Yenilemeden Kendini, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, Can YayÄąnevi, 2009; Muhammed Bennis, Ĺžarap, çev. Metin FÄąndÄąkçĹ, KÄąrmÄązÄą YayÄąnevi, 2009. 3 AyrÄąca bu Ĺ&#x;iir, RÄąza Halilov-Aysel ErgĂźl tarafÄąndan da “Yasemin GerdanlÄąkâ€? baĹ&#x;lÄąÄ&#x;Äąyla TĂźrkçeye çevrilmiĹ&#x;tir (KabbânĂŽ, 2002:23-25).
182 _____________________________________________________ Ĺžerafettin YILDIZ
‍ق ا‏ Ů? Ů’ ŮŽ ‍ Ů‚ ا‏... ‍ ا‏ Ů? ‍ أ‏ Ů? !‍ Ůˆâ€Ź... Ů? â€ŤŮˆâ€Ź ‍ اع ا‏# $ ... Ů? ‍ *) ŮŽŘą(Ů?'ŮŒ ؼ‏+, ... ‍عآ‏.Ů? Ů? ‍ أ‏ Ů? !
Katkat Yasemin
Yasemin GerdanlÄąk
TeĹ&#x;ekkĂźr ederim‌
TeĹ&#x;ekkĂźrler‌ Yasemin gerdanlÄąk için
Katkat Yasemin
Ve bana biliyorsun
Bana gĂźldĂźÄ&#x;Ăźn için‌ Biliyorsun sandÄąm sendeki Yasemindeki surun anlamÄąnÄą Sana gelen adÄąmlarÄąmÄą kestiÄ&#x;ini
gßldßn‌
sandÄąm
ki
Bir erkeÄ&#x;in sana verdiÄ&#x;i Yasemin bileziÄ&#x;in anlamÄąnÄą SandÄąm ki farkÄąndasÄąn‌
Biliyorsun sandÄąm dĂźĹ&#x;manÄąn geldiÄ&#x;i yeri M. FÄąndÄąkçĹ
Ĺž.YÄąldÄąz
Nizâr KabbânÎ’nin Ĺ&#x;iirinin baĹ&#x;lÄąÄ&#x;Äą, ‍ق ا‏ Ů? Ů’ ŮŽ dir. Çevirmen Metin FÄąndÄąkçĹ, bu Ĺ&#x;iirin baĹ&#x;lÄąÄ&#x;ÄąnÄą TĂźrkçeye “Katkat Yaseminâ€? olarak çevirmiĹ&#x;tir. Oysa ‍ ق‏ kelimesi, (“kolye, gerdanlÄąk, halkaâ€?) anlamlarÄąna gelmektedir. Nitekim edebiyatçĹ Ä°bn Hazm’Ĺn aĹ&#x;k Ĺ&#x;iirleri Ăźzerine yazdÄąÄ&#x;Äą Ů?/ŮŽ$ ŮŽ ŮŽ ‍ق ا‏ Ů? Ů’ ŮŽ adlÄą edebiyat eserinin baĹ&#x;lÄąÄ&#x;Äąnda da geçen bu kelime, “gerdanlÄąkâ€? anlamÄąnda kullanÄąlmÄąĹ&#x; ve eserin baĹ&#x;lÄąÄ&#x;Äą, TĂźrkçeye (“GĂźvercin GerdanlÄąÄ&#x;Äąâ€?) olarak çevrilmiĹ&#x;tir (Ä°bn Hazm, 1995). Çevirmenin serbest Ĺ&#x;iir çevirisi yaptÄąÄ&#x;ÄąnÄą dĂźĹ&#x;Ăźnsek bile TĂźrkçede “katkat yaseminâ€? ifadesi pek uygun dĂźĹ&#x;memektedir. ÇßnkĂź “katkatâ€? ifadesi, dĂźz nesnelerin Ăźst Ăźste olmasÄą anlamÄąnda bir sÄąfattÄąr ve “Katkat binalarâ€?, “katkat elbiseâ€? Ĺ&#x;eklinde kullanÄąlÄąr. Birçok çiçek için genellikle “demet demetâ€?, “deste desteâ€? ifadeleri tercih edilir. Hâlbuki kaynak metindeki tamlama, isim tamlamasÄądÄąr. 1. dize: FÄąndÄąkçĹ’nÄąn çevirisine gĂśre Ĺ&#x;iir kiĹ&#x;isi, kendisine gĂźldĂźÄ&#x;Ăź için katkat yasemine teĹ&#x;ekkĂźr ediyor. Oysa kaynak metne gĂśre, Ĺ&#x;iirin ilk dizesinde Ĺ&#x;iir kiĹ&#x;isinin sevdiÄ&#x;i bayan, kendisine verdiÄ&#x;i yasemin gerdanlÄąk için Ĺ&#x;iir kiĹ&#x;isine teĹ&#x;ekkĂźr etmektedir.
“Katkat Yaseminâ€? AdlÄą Ĺžiir Çevirisi Ăœzerine Bir EleĹ&#x;tiri ______________________________ 183
2. dizede çevirmenin cĂźmle ĂśÄ&#x;elerini ayÄąrt edemediÄ&#x;i ve bu yĂźzden yanlÄąĹ&#x; çeviri yaptÄąÄ&#x;Äą gĂśrĂźlmektedir. ÇßnkĂź yasemin gerdanlÄąk, Ĺ&#x;iir kiĹ&#x;isine gĂźlseydi, (“gĂźlmekâ€?) fiilinin fâili, merfu muttasÄąl zamir ŮŽ Ĺ&#x;eklinde gelmesi gerekirdi. Zira ‍ ق‏kelimesi, dilbilgisi açĹsÄąndan mĂźzekker (eril) bir kelime olduÄ&#x;u için (“gĂźlmekâ€?) fiilinin fâili de eril gelmek zorundadÄąr. Yani Arapçada fiil ile fâilin, cinsiyet bakÄąmÄąndan uyumlu olmasÄą gerekir. Kaynak metne gĂśre Ĺ&#x;iir kiĹ&#x;isi, hoĹ&#x;landÄąÄ&#x;Äą bayana “Yasemin gerdanlÄąk için teĹ&#x;ekkĂźr ederimâ€? dedin “ve bana gĂźldĂźnâ€? diyor. 3. dize: Çevirmenin Ĺ&#x;eklen birbirine benzeyen kelimelere dikkat etmediÄ&#x;i ve sĂśzlĂźÄ&#x;e baĹ&#x;vurma ihtiyacÄą hissetmediÄ&#x;i anlaĹ&#x;ÄąlmaktadÄąr. Bundan dolayÄą çevirmen, kaynak metinde geçen â€Ťâ€œ( Ů? َاع‏bilezikâ€?) kelimesini ŮŒâ€Ťâ€œ( Ů? ع‏çitâ€?) olarak okumuĹ&#x; ve “surâ€? anlamÄą vermiĹ&#x;tir. Çeviriye gĂśre Ĺ&#x;iir kiĹ&#x;isi, yasemin çiçeÄ&#x;ine “Biliyorsun sandÄąm sendeki Yasemindeki surun anlamÄąâ€? diyor. Oysa kaynak metinde bĂśyle bir anlamÄą karĹ&#x;Äąlayan veya çaÄ&#x;rÄąĹ&#x;tÄąran bir ifade bulunmamaktadÄąr. 4. dizede yine harflerin birbirine benzemesi, çevirmenin dikkatsizliÄ&#x;inden veya Arapça cĂźmle yapÄąsÄąnÄą ayÄąrt edememesinden kaynaklanan bir çeviri hatasÄą karĹ&#x;ÄąmÄąza çĹkmaktadÄąr. Çevirmen, 'Ů?(â€Ťâ€œ( َع‏adamâ€?, “erkekâ€?) kelimesini 'Ů’(â€Ťâ€œ( Ů?ع‏ayakâ€?) okumuĹ&#x; ve kelimeye “adÄąmâ€? anlamÄą vermiĹ&#x;, ardÄąndan da “kesmekâ€? fiilini eklemiĹ&#x;tir. Dizede 'Ů’(â€Ťâ€œ Ů?ع‏ayakâ€? kelimesinin kullanÄąlmasÄą, hem dilbilgisi hem de anlam bakÄąmÄąndan uygun deÄ&#x;ildir, çßnkĂź Arapçada 'Ů?(‍ َع‏kelimesi eril bir kelime, 'Ů’(‍ Ů?ع‏ise semai mĂźennes (diĹ&#x;il) bir kelimedir. DolayÄąsÄąyla Arapça fiil cĂźmlesinde fiilfâil uyumu gerekir. CĂźmlenin fiili, fâilin eril veya diĹ&#x;illiÄ&#x;ine uymak zorundadÄąr. Bu yĂźzden kaynak metinde olduÄ&#x;u gibi fiil, fâil mĂźzekker olduÄ&#x;u için cĂźmlenin baĹ&#x;Äąnda mĂźzekker olarak gelmiĹ&#x;tir. Bu durumda “ ‍ â€? Řą ŘŹ ل‏kĂśk harflerinden oluĹ&#x;an kelime, 'Ů?(â€Ťâ€œ( َع‏erkekâ€?) okunmalÄą ve buna gĂśre anlam verilmelidir. 5. dizede ise çevirmen, kaynak metinde olmayan “dĂźĹ&#x;manÄąn geldiÄ&#x;i yeriâ€? ifadesini çevirisine eklemiĹ&#x;tir. ‍ عآ‏ Ů? ‍ عآ‏ Ů? 34(â€ŤŮˆâ€Ź 56 37 $.$. ‍ ŘąŮˆŘą Ů?ŘŠ Ůˆâ€Ź9 $ ŮŽ Ů? â€ŤŮˆ ;Ů‘ ا‏ ‍ ا‏ Ů‘ 3 Ů‹ ,=5 $ 6,+‍ Ů‹ آ‏ ‌OlgunluÄ&#x;unda olgunca oturur
Sakin bir kĂśĹ&#x;eye oturdun
TaranÄąrsÄąn
SaçlarÄąna Ĺ&#x;ekil vermeye
TomurcuÄ&#x;u yerden
koparÄąrsÄąn
durduÄ&#x;u
Bir Ĺ&#x;iĹ&#x;eden parfĂźm damlatmaya
184 _____________________________________________________ Ĺžerafettin YILDIZ
Ve piĹ&#x;man olursun
FransÄąz melodili bir ezgi
Sesin yankÄąr ve atÄąm Ăźrker
GĂźnlerin gibi hĂźzĂźnlĂź bir ezgi
HĂźzĂźnlĂź gĂźnlerim yanlÄąĹ&#x; anlaĹ&#x;ÄąlÄąr
MÄąrÄąldanmaya baĹ&#x;ladÄąn
M. FĹndĹkçĹ
Ĺž.YÄąldÄąz
1. dize: Çeviride verilen “OlgunluÄ&#x;unda olgunca otururâ€? ifadesi, kaynak metinde yer almamaktadÄąr. Sadece benzer kelime olarak >4( (“oturmakâ€?) fiili bulunmaktadÄąr. O da kaynak metindekine hem kip hem de zaman bakÄąmÄąndan uymamaktadÄąr. AnlamÄą Ů? 34( (“oturdunâ€?) olmasÄą gerekirken 3. Ĺ&#x;ahÄąs >4? (“oturuyorâ€?) Ĺ&#x;eklinde çevrilmiĹ&#x;tir. 2. dizede “taranÄąrsÄąn â€? ifadesi yerine “saçĹna Ĺ&#x;ekil veriyorsunâ€? veya “saçĹnÄą tarÄąyorsunâ€? ifadeleri anlamca daha uygundur. 3. dizede kaynak metinde “tomurcukâ€? ve “koparmakâ€? kelimeleri olmadÄąÄ&#x;Äą halde çeviriye sonradan ilave edilmiĹ&#x;tir. AyrÄąca çevirmenin kelimenin kĂśk harflerine dikkat etmediÄ&#x;i, bu yĂźzden kelimeyi yanlÄąĹ&#x; okuduÄ&#x;u ve yanlÄąĹ&#x; anlam verdiÄ&#x;i gĂśrĂźlmektedir. Dizedeki ‍م‏.$â€Ťâ€œ( د‏mÄąrÄąldanmakâ€?) fiilini ‍م‏. (“piĹ&#x;man olmakâ€?) olarak okumuĹ&#x; ve $. (“piĹ&#x;man olursunâ€?) Ĺ&#x;eklinde kaynak metinle uyuĹ&#x;mayan yanlÄąĹ&#x; bir çeviri yapmÄąĹ&#x;tÄąr. 4. dizede çevirmen, Ů‘ Ů?3Ů’ ŮŽ ŮŽ (“FransÄązâ€?) kelimesini Ů? ŮŽ ŮŽ (“atÄąmâ€?) Ĺ&#x;eklinde okuyup anlamlandÄąrmÄąĹ&#x; ve kelimenin sonuna kaynak metinde olmayan â€œĂźrkmekâ€? fiilini eklemiĹ&#x;tir. 5. dizede ise kaynak metinde olmayan “YanlÄąĹ&#x; anlaĹ&#x;ÄąlÄąrâ€? ifadesi çeviriye eklenmiĹ&#x;tir. B Ů? 6C; ‍ ا‏D Ů‘ Ů?E â€ŤŮƒ ا‏ Ů? $.9 ‍ ا‏$ ‍ن‏Hâ€ŤŮˆâ€Ź.(
YaklaĹ&#x;tÄąrÄąr seni çĹplak kamÄąĹ&#x;Äąma‌
Simli terlikteki ayaklarÄąn
OrganÄąmdaki arzuyu
Ä°ki Ăśzlem kanalÄą
M. FĹndĹkçĹ
Ĺž.YÄąldÄąz
1. ve 2. dizelerde çevirmen, Ĺ&#x;eklen birbirine benzeyen iki kelimeyi isim ile fiili ayÄąrt edememiĹ&#x; ve ortaya çok tuhaf bir çeviri çĹkmÄąĹ&#x;tÄąr. Dizedeki ŮŒâ€ŤŮ…â€Ź.ŮŽ 9 (“ayakâ€?) kelimesi isim, ‍ َم‏.Ů? ŮŽ9 (gelmek) kelimesi ise bir fiildir. Çevirmen, bu fiile “yaklaĹ&#x;tÄąrmakâ€? anlamÄą vermiĹ&#x;, “Simli terlikâ€? ibaresini ise â€œĂ§Äąplak kamÄąĹ&#x;â€? Ĺ&#x;eklinde çevirmiĹ&#x;tir. ŮŒBŮŽCŮŽ9
“Katkat Yaseminâ€? AdlÄą Ĺžiir Çevirisi Ăœzerine Bir EleĹ&#x;tiri ______________________________ 185
kelimesinin anlamÄą (“kamÄąĹ&#x;â€?) demektir, ancak birinci dizede geçen bu kelime ŮŒB6CŮŽ;Ů?$ (“nakÄąĹ&#x;lÄąâ€?, “simliâ€?, â€œĂ§izgiliâ€?) anlamÄąnda bir sÄąfattÄąr. â€œĂ‡Äąplakâ€? kelimesi ise fazladan çeviriye eklenmiĹ&#x;tir. “Organâ€? kelimesi ise kaynak metinde olmayÄąp, çevirmenin çeviriye eklediÄ&#x;i diÄ&#x;er bir kelimedir. >*I ‍ب ا‏ ŮŽ H‍ت ŘŻŮˆâ€Ź Ů? .C9â€ŤŮˆâ€Ź ,. ‍ Ůˆâ€Ź... 4; 3L4 ‍ ذا‏$ ‍ ع‏7N‍ أن أ‏ Ů? L4 â€ŤŮˆâ€Ź KÄąrarsÄąn elbise dolabÄąnda
Sonra elbise dolabÄąna yĂśneldin
SÜkersin‌ ve dÜnersin
Birini çĹkarÄąp baĹ&#x;ladÄąn
Ve ona ne giyeceÄ&#x;ini anÄąmsatÄąrsÄąn M. FÄąndÄąkçĹ
birini
giymeye
Ve ne giyeceÄ&#x;ini seçmemi istedin Ĺž.YÄąldÄąz
1. dizede çevirmenin Arapça zamanlarÄą bilmediÄ&#x;i anlaĹ&#x;ÄąlmaktadÄąr. .ŮŽ ŮŽCŮŽ9 (“bir Ĺ&#x;eye yĂśnelmekâ€?) anlamÄąnda bir fiildir ve bu kelimede yan anlam olarak dahi “kÄąrmakâ€? anlamÄą yoktur. Dizedeki ‍ت‏ Ů? .C9 (“yĂśneldinâ€?) fiili, geniĹ&#x; zaman deÄ&#x;il, dili geçmiĹ&#x; zaman ifade etmektedir. 2. dizede çevirmenin kelimelerin tĂźremiĹ&#x; olduklarÄą kĂśk harflere dikkat etmediÄ&#x;i, fillerin geldiÄ&#x;i bablardaki anlam farklÄąlÄąklarÄąnÄą ayÄąrt edemediÄ&#x;i ve kelimeleri yanlÄąĹ&#x; okuduÄ&#x;u gĂśrĂźlmektedir. OŮŽ ŮŽ4Ů’9‍ أ‏fiili, (“soyunmakâ€?, “elbiseyi çĹkarmakâ€?) anlamÄąndadÄąr. Oysa çevirmen, bu kelimeyi OŮŽ ŮŽ4ŮŽ7Ů’9‍ Ů?ؼ‏olarak okumuĹ&#x; ve kelimeye (“sĂśkmekâ€?) anlamÄą vermiĹ&#x;tir. AyrÄąca ‍َى‏.ŮŽ Ů’â€Ťâ€œ( Ů?ؼع‏elbise giymekâ€?) fiilini .Ů‘ ŮŽ ْ‍Ů?ؼع‏olarak okumuĹ&#x; ve fiile “dĂśnmekâ€? anlamÄą yĂźklemiĹ&#x;tir. 3. dizede ise yine kaynak metinle hiçbir ilgisi olmayan bir çeviri ĂśrneÄ&#x;i ortaya konmuĹ&#x;tur. Oysa dizedeki fiiller, temel dĂźzeyde Arapça bilen bir kiĹ&#x;inin rahatlÄąkla okuyup anlayabileceÄ&#x;i derecede basit ve açĹktÄąr. ‍Ř&#x;‏... ‍ ؼذن‏4ŮŽ ‍أ‏ ‍Ř&#x;‏... 46 ?7 ‍ أ‏4ŮŽ ‍أ‏ EÄ&#x;er sĂśnĂźp batmasa?
O halde benim için mi?
(Çevirisi yapÄąlmamÄąĹ&#x;)
Benim, benim gĂźzelleĹ&#x;iyorsun?
M. FĹndĹkçĹ
Ĺž.YÄąldÄąz
için
mi
186 _____________________________________________________ Ĺžerafettin YILDIZ
1. dizede çevirmen, Ĺ&#x;eklen birbirine benzeyen kelimeleri karÄąĹ&#x;tÄąrmÄąĹ&#x;, bundan dolayÄą Ů?4ŮŽ ‍ َأ‏ibaresini ' â€Ťâ€œ( أ‏batmakâ€?, “sĂśnmekâ€?) fiili sanmÄąĹ&#x;tÄąr. Oysa kelimenin baĹ&#x;Äąndaki ‍( أ‏hemze) soru ismi, ‍( ٠‏fe) zâid harf, ‍( ل‏lam) harf-i cer, ‍( ي‏ya) ise mĂźlkiyet zamiridir. 2. dizenin TĂźrkçeye çevirisi yapÄąlmamÄąĹ&#x;tÄąr. L? ‍ ا‏B ŮŽ U74$ ‍ ان‏V‍ ا‏/$‍ا‏6‍ ŘŻŮˆâ€Ź... Ů? T9â€ŤŮˆŮˆâ€Ź Ve yakalarÄąm‌ alnÄąnda sĂśnen renklerin devamÄąnÄą
yanÄąp
Renklerin girdabÄąnda ateĹ&#x;ler içinde kalakaldÄąm
M. FĹndĹkçĹ
alnÄąm
Ĺž.YÄąldÄąz
Çevirmen, /$‍ا‏6â€Ťâ€œ( ŘŻŮˆâ€Źgirdapâ€?) kelimesini, OsmanlÄąca gibi ŮŒâ€Ť ŮŽŘŻŮˆŮŽŘ§Ů…â€ŹĹ&#x;eklinde okumuĹ&#x; ve kelimeye “devamâ€? anlamÄą vermiĹ&#x;tir. AyrÄąca D ŮŽ ŮŽ9‍ ŮŽŮˆâ€Źkelimesi, (“ayakta durmakâ€?, “olduÄ&#x;u yerde kalmakâ€?) anlamlarÄąnda olmasÄąna raÄ&#x;men çevirmen, dizede “yakalamakâ€? anlamÄą vererek kendi ifadelerini sanki Ĺ&#x;aire aitmiĹ&#x; gibi aktarmÄąĹ&#x;tÄąr. ... ) T7‍ آ‏$ ‍٠‏ Ů? W ‍ ŘŻ ا‏V‍ا‏ ‍Ř&#x;‏... ,‍د‏6‍ د‏7 '‍ه‏ ,=5 ŮŒâ€Ť) ن‏6 ,=5 $ 6,+‍ Ů†ŮŒ آ‏ -Çeviri yapÄąlmamÄąĹ&#x;-
OmuzlarĹ açĹk siyah olan
-Çeviri yapÄąlmamÄąĹ&#x;-
Karar mÄą veremiyorsun?
Ancak renkler hĂźzĂźnlĂź
Tabii ya o, hĂźzĂźnlĂź bir renk
Renkler gĂźnlerim gibi hĂźzĂźnlĂź
GĂźnlerim gibi hĂźzĂźnlĂź bir renk
M. FĹndĹkçĹ
Ĺž.YÄąldÄąz
1.ve 2. dizeler TĂźrkçeye çevrilmemiĹ&#x;tir. 3. dize ise TĂźrkçeye yanlÄąĹ&#x; çevrilmiĹ&#x;tir. 4. dizede zaman yanlÄąĹ&#x; kullanÄąlmÄąĹ&#x;tÄąr. AyrÄąca dizede bayanÄąn giydiÄ&#x;i “katkat yaseminâ€? deÄ&#x;il, “siyah (elbise)â€? dir.
“Katkat Yaseminâ€? AdlÄą Ĺžiir Çevirisi Ăœzerine Bir EleĹ&#x;tiri ______________________________ 187
Ů?)Ů?73L â€ŤŮˆâ€Ź ‍ق ا‏ ŮŽ Ů? *â€ŤŮˆŘąâ€Ź Ve giyersin‌ yasemini
katkat
cesur
M. FĹndĹkçĹ
Sen ise onu giydin Ve yasemin gerdanlÄąÄ&#x;Äą taktÄąn Ĺž.YÄąldÄąz
1.ve 2. dizeler birleĹ&#x;tirilerek çevrilmiĹ&#x;, ancak yine fiilin zamanÄąnda uyumsuzluk bulunmaktadÄąr. Dizede çevirmen, Ů?)Ů?73L (“Onu giydinâ€?) demesi gerekirken fiili 3L4 (“giyersinâ€?) Ĺ&#x;eklinde geniĹ&#x; zaman kipinde kullandÄąÄ&#x;Äą gĂśrĂźlmektedir. Ä°kinciyi dizeyi, birinci dizedeki fiilin mefâ€˜Ăťlu yani dĂźz tĂźmleci yapmÄąĹ&#x;, oysa ikinci dize, ayrÄą bir cĂźmledir. Bu cĂźmlede fiil, fâil ve mefâ€˜Ăťl yer almaktadÄąr. Ů? ‍ أ‏ Ů? !â€ŤŮˆâ€Ź ‍ اع ا‏# $ ... Ů? ‍ *) عَ('ŮŒ ؼ‏+, ... ‍عآ‏.Ů? Ů? ‍ أ‏ Ů? ! Biliyorsun sandÄąm sendeki‌
SandÄąm ki biliyorsun
Yasemindeki surlarÄąn anlamÄąnÄą
Bir erkeÄ&#x;in sana verdiÄ&#x;i
Sana gelen adÄąmlarÄąmÄą kestiÄ&#x;ini
Yasemin bileziÄ&#x;in anlamÄąnÄą
Biliyorsun sandÄąm dĂźĹ&#x;manÄąn geldiÄ&#x;i yeri‌ M. FÄąndÄąkçĹ
SandĹm ki farkĹndasĹn‌ Ş.YĹldĹz
Bu dizeler nakarat olup ilk geçtiÄ&#x;i yerdeki çeviri hatalarÄą, yine aynÄą Ĺ&#x;ekilde tekrarlanmÄąĹ&#x;tÄąr. ... ‍ إ‏3 ‍ا ا‏Z‍ه‏ C9 Ů? Ů?7,‍Ů? \[ ى عأ‏/ E* L? ‍ ز ŘŻ ا‏#4^ , 63 7 ... , 63 7
188 _____________________________________________________ Ĺžerafettin YILDIZ
Bu akĹ&#x;am‌ Dans ederken çocuk arzunla
Bu akĹ&#x;am‌ gĂśrdĂźm
Kßçßk bir meyhanede gÜrdßm seni, dans ediyor
KÄąrarsÄąn defneleri keyfince
HayranlarÄąnÄąn kollarÄąnda kÄąrÄątÄąyor
KĹrarsĹn‌
KĹrĹtĹyordun‌
Ĺž.YÄąldÄąz
M. FĹndĹkçĹ
1. dizede yer alan iĹ&#x;aret ismi ve iĹ&#x;aret edilen isimden oluĹ&#x;an “bu akĹ&#x;amâ€? ibaresi, Ĺ&#x;iirde Ĺ&#x;imdiye kadar rastlayabildiÄ&#x;imiz tek doÄ&#x;ru çeviri ĂśrneÄ&#x;idir. 2. dizede çevirmen, / N (“barâ€?, “meyhaneâ€?) kelimesine 5 (“arzuâ€?) manasÄą, â€Ťâ€œ( \[ ى‏kßçßkâ€?, “ufacÄąkâ€?) kelimesine ise â€œĂ§ocukâ€? anlamÄą vermiĹ&#x;tir. Oysa ‍Ů? \[ ى‏/ E* sÄąfat tamlamasÄą, (“kßçßk bir meyhanedeâ€?) anlamÄąndadÄąr. 3. dizede ise çevirmen, Ů‘3 (“kÄąrÄątmakâ€?) fiilini, ŮŽ ŮŽ3َ‍ آ‏okumuĹ&#x; ve kelimeye (“kÄąrmakâ€?) anlamÄą vermiĹ&#x;tir. Ĺžiir metninde “defneâ€? ve “keyfinceâ€? kelimelerini çaÄ&#x;rÄąĹ&#x;tÄąran kelimeler olmadÄąÄ&#x;Äą halde, çevirmen tarafÄąndan çeviri metnine eklenmiĹ&#x;tir. ... $.$. â€ŤŮˆâ€Ź $V‍ ا‏ Ů? ‍ أذن ع‏ ‍ ا‏ 6 3 Ů‹ ... ,=5 $ 6,+‍ Ů‹ آ‏ Ve piĹ&#x;man olursun‌
SadÄąk Ĺ&#x;Ăśvalyenin kulaÄ&#x;Äąna
Emin eldeyse atÄąn kulaklarÄą
FransÄąz melodili bir ezgi
YankÄąsÄą yanlÄąĹ&#x; anlaĹ&#x;ÄąlÄąr atÄąmÄąn
Gßnlerim gibi hazin bir ezgi‌
YanlÄąĹ&#x; anlaĹ&#x;ÄąlÄąr hĂźzĂźnlĂź gĂźnlerim gibi‌
MÄąrÄąldanÄąyordun Ĺž.YÄąldÄąz
M. FĹndĹkçĹ
1. dizede çevirmen, yine ‍ َم‏.ŮŽ Ů’$â€Ťâ€œ( َد‏mÄąrÄąldanmakâ€?) fiilini ‍Ů?م‏. ŮŽ (“piĹ&#x;man olmakâ€?) Ĺ&#x;eklinde okumuĹ&#x;, 2. dizede â€Ťâ€œ( عس‏atlÄąâ€?, “Ĺ&#x;Ăśvalyeâ€?) kelimesini ise â€Ťâ€œ( َس‏atâ€?) olarak okumuĹ&#x; ve yanlÄąĹ&#x; anlamlar vermiĹ&#x;tir. Çevirmenin isim ile ism-i fâili ayÄąrt edememesi, fe ve ra harfleri arasÄąndaki elif harfinin kelimeye kattÄąÄ&#x;Äą anlamÄą fark
“Katkat Yaseminâ€? AdlÄą Ĺžiir Çevirisi Ăœzerine Bir EleĹ&#x;tiri ______________________________ 189
etmediÄ&#x;ini ve gĂśstermektedir.
kelimenin
anlam
deÄ&#x;eri
Ăźzerinde
yeterince
durmadÄąÄ&#x;ÄąnÄą
3. dizede çevirmen, “ â€? (naÄ&#x;me, melodi, dil hatasÄą) ismini fiil olarak almÄąĹ&#x;tÄąr. DolayÄąsÄąyla bu dizenin çevirisinin kaynak metinle hiçbir iliĹ&#x;kisi yoktur. 4. dize ise tamamen yanlÄąĹ&#x; çevrilmiĹ&#x;tir. ; ‍ ا‏DW7‍ت أآ‏ Ů? ‍أ‏.*â€ŤŮˆâ€Ź 46 ?7 ‍ ى‏34 Ů? ‍ أ‏ Ů? ^â€ŤŮˆâ€Ź ... ‍ ا َع‏ ŮŽ ` ) â€ŤŮˆâ€Ź ... 4; â€ŤŮˆâ€Ź ... ,. â€ŤŮˆâ€Ź Ve baĹ&#x;lar açĹklamaya inanç
GerçeÄ&#x;i anlamaya baĹ&#x;ladÄąm
Ve tanÄądÄąm gĂźzelliÄ&#x;i
AnladÄąm ki meÄ&#x;er bir baĹ&#x;kasÄą için sĂźsleniyormuĹ&#x;sun
sende
yaptÄąÄ&#x;Äą
Ve onlara serpersin arpayĹ‌
Onun için parfßm sĹkĹyor‌
Ve sÜkersin.. ve dÜnersin‌
Birini çĹkarĹyor‌
M. FĹndĹkçĹ
Birini Ĺž.YÄąldÄąz
giyiyormuĹ&#x;sun‌
1. dizede çevirmen, cĂźmlenin fâilini “inançâ€?, fiilini de “baĹ&#x;larâ€? Ĺ&#x;eklinde 3. Ĺ&#x;ahÄąs kipinde çevirmiĹ&#x;tir. Oysa kaynak metinde fâil, 1. Ĺ&#x;ahÄąs merfĂť muttasÄąl zamir (Ů?‍ )ت‏olup ‍ت‏ Ů? ‍أ‏.* ifadesinin anlamÄą (“baĹ&#x;ladÄąmâ€?) demektir. 2. dizede çevirmenin fiil ile mastarÄą ayÄąrt edemediÄ&#x;i, Arapça kipleri, zamanlarÄą, cĂźmle yapÄąsÄąnÄą bilmediÄ&#x;i ve kafasÄąna gĂśre çeviri yaptÄąÄ&#x;Äą gĂśrĂźlmektedir. 3. dizede ise çevirmen, ‍ش‏ 6 â€Ťâ€œ( ع‏serpmekâ€?) fiilini gĂśrĂźnce “arpaâ€? kelimesini ekleme ihtiyacÄą duyduÄ&#x;u anlaĹ&#x;ÄąlÄąyor. Oysa Ů’ Ů?^ (“parfĂźmâ€?, â€œÄątÄąrâ€?) kelimesinin “arpaâ€? ( Ů? ŮŽ ) kelimesiyle gerek anlam gerekse kelime bakÄąmÄąndan hiçbir benzerliÄ&#x;i yoktur. ‍ق ا‏ ŮŽ Ů? â€ŤŮˆâ€Ź V‍ ŮŽŮ… ا‏7 $ ... ‍ع؜‏V‍ ا‏ ... ‍ إ‏c L ‍ ا‏/d? ‍آ‏
190 _____________________________________________________ Ĺžerafettin YILDIZ
Ă–fkeyle yasemini
dolduruyorsun
katkat
Yasemin gerdanlÄąÄ&#x;Äą fark ettim Yerde‌ nefesi kesilmiĹ&#x;
Toprakta gizli ĂźzgĂźn gizi
Beyaz bir ceset gibi
Dokunur gibi beyaza‌
Ĺž.YÄąldÄąz
M. FÄąndÄąkçĹ Çeviri metnindeki â€œĂ–fkeyle dolduruyorsun katkat yaseminiâ€? ifadesi kaynak metinde yer almamaktadÄąr. Dizede e ŮŽ ŮŽ ŮŽ fiili “fark etmek, gĂśrmekâ€? anlamÄąnda ve 1. tekil Ĺ&#x;ahÄąs tarafÄąndan mazi olarak kullanÄąlmÄąĹ&#x;tÄąr. AnlamÄą ise “Yasemin gerdanlÄąÄ&#x;Äą fark ettimâ€? olmasÄą gerekirken çevirmen kaynak metinle alakasÄą olmayan bir cĂźmle eklemiĹ&#x;tir. Ĺžiir metninde ‍ أع؜‏kelimesi (“yerâ€?, “zeminâ€?) anlamÄąnda kullanÄąlmÄąĹ&#x;tÄąr. “Gizli ĂźzgĂźn giziâ€? Ĺ&#x;eklinde ifade ise çevirmen tarafÄąndan eklenmiĹ&#x;tir. C9‍ؚ ا ا‏ Ů? ( ) . ... gZN+* ' Ů? ? ‍ ا‏ Ů? Ů? ‍ ع‏ih U,â€ŤŮˆâ€Ź ... 7 ... UŮ?;U;Ů? â€ŤŮˆâ€Ź Ä°terek bĂźtĂźn dans edenleri Bir suskunluk kuĹ&#x;kulandÄąkça‌
alÄąr
Dans edenlerin hepsi onu iteliyor atÄą
YakÄąĹ&#x;ÄąklÄą Ĺ&#x;Ăśvalyen almaya çalÄąĹ&#x;Äąyor‌
onu
EngellendiÄ&#x;inde‌
Oysa sen engel oluyor‌
Kahkahanla‌
Kahkaha atĹyordun‌
M. FĹndĹkçĹ
Ĺž.YÄąldÄąz
yerden
1. dizede: “İterek bĂźtĂźn dans edenleriâ€? ifadesinde çevirmene gĂśre “katkat yasemin dans edenleri itiyorâ€? gibi bir anlam çĹkmakta, oysa dans edenlerin hepsi yasemin gerdanlÄąÄ&#x;Äą iteliyorlar. AyrÄąca sonraki dizelerin yine kaynak metinle hiçbir alakasÄą bulunmamaktadÄąr.
“Katkat Yaseminâ€? AdlÄą Ĺžiir Çevirisi Ăœzerine Bir EleĹ&#x;tiri ______________________________ 191
.. â€ŤŮƒâ€Ź ŮŽ ‍^ ŘĽ إ‏.73, ‍ َإ‏H " "... ‍ق ا‏ Ů? ŮŽ â€ŤŘ°Ř§Ůƒâ€Ź “Hiçbir Ĺ&#x;ey yok mutlu edecek arzunu‌ katkat yaseminle‌â€? M. FÄąndÄąkçĹ
“EÄ&#x;ilmene deÄ&#x;ecek bir Ĺ&#x;ey deÄ&#x;il O, sadece yasemin gerdanlÄąkâ€? Ĺž.YÄąldÄąz
Son iki dizede de kaynak metinle ilgisi olmayan yanlÄąĹ&#x; bir çeviri ortaya konulmuĹ&#x;tur. SONUÇ Kaynak metin ile çeviri metni karĹ&#x;ÄąlaĹ&#x;tÄąrdÄąÄ&#x;ÄąmÄązda kelimelerin okunmasÄą ve anlamlandÄąrÄąlmasÄąna yeterince Ăśzen gĂśsterilmediÄ&#x;i, kelime ve cĂźmle yapÄąsÄąna dikkat edilmediÄ&#x;i, kelimelerin anlamÄą için sĂśzlĂźÄ&#x;e bakma ve kelimeleri sorgulamaya ihtiyaç duyulmadÄąÄ&#x;Äą gĂśrĂźlmektedir. Çevirinin, Ĺ&#x;airin mesajÄąnÄą ve ĂźslĂťbunu okura iletmekte yetersiz kaldÄąÄ&#x;Äą, bu sebeple çevirmenin kendi dĂźĹ&#x;Ăźnce ve mesajÄąnÄą ilettiÄ&#x;i izlenimi bÄąraktÄąÄ&#x;Äą, Ĺ&#x;airin farklÄą ya da olumsuz tanÄąnmasÄąna sebep olduÄ&#x;u anlaĹ&#x;ÄąlmaktadÄąr. Çeviride yukarÄądaki hususlara dikkat edilmediÄ&#x;i ve Ăśzen gĂśsterilmediÄ&#x;i için Ĺ&#x;iir çevirisi, Ĺ&#x;air Nizâr KabbânÎ’ye ait olmaktan çĹkmÄąĹ&#x; ve çevirmene ait anlaĹ&#x;Äąlmaz bir Ĺ&#x;iire dĂśnĂźĹ&#x;mĂźĹ&#x;tĂźr. Oysa kaynak metnin sahibi Nizâr KabbânĂŽ, Ĺ&#x;iirlerinde gĂźnlĂźk konuĹ&#x;ma diline yaklaĹ&#x;an sade ve doÄ&#x;al bir Ăźslup kullanan, dilde kapalÄąlÄąÄ&#x;a karĹ&#x;Äą olduÄ&#x;u için varoluĹ&#x;çu temalarÄą reddeden, Ĺ&#x;iirinin orta dĂźzeyde bir okuyucu tarafÄąndan kolaylÄąkla anlaĹ&#x;Äąlabilir olmasÄą gerektiÄ&#x;ine inanan bir Ĺ&#x;airdir (Er, 2004:63). Nizâr KabbânÎ’nin halkÄąn gĂźnlĂźk yaĹ&#x;amÄąnda kullandÄąÄ&#x;Äą dile yakÄąn bir dil kullanmasÄą, Ĺ&#x;iirlerini etkileyici ve gĂźzel kÄąlar, anlatÄąmÄąna da rahatlÄąk, yalÄąnlÄąk ve doÄ&#x;allÄąk katar. Bu sayede onun Ĺ&#x;iirleri, bir yandan mesajÄąnÄą açĹk bir Ĺ&#x;ekilde okuyucuya iletirken, diÄ&#x;er yandan Ĺ&#x;iir estetiÄ&#x;i açĹsÄąndan da herhangi bir deÄ&#x;er yitimine uÄ&#x;ramaz (Tur, 2005:305). Şßphesiz ki edebiyat ve Ĺ&#x;iir çevirisinde bir takÄąm yanlÄąĹ&#x; anlamalar, ifade farklÄąlÄąklarÄą olabilir. Bu tĂźr muhtemel hatalar, bir noktaya kadar makul karĹ&#x;Äąlanabilir, zamanla da bu çeviri problemlerinin Ăźstesinden gelinebilir. Çevirmene, Ăśnce Arapça bilgilerini gĂśzden geçirmesini, sonra çaÄ&#x;daĹ&#x; Arap Ĺ&#x;iirine dair gĂźzel çeviri Ăśrneklerinin yer aldÄąÄ&#x;Äą Rahmi Er’in ÇaÄ&#x;daĹ&#x; Arap EdebiyatÄą Seçkisi adlÄą eseri baĹ&#x;ta olmak Ăźzere bu alanda çalÄąĹ&#x;ma yapan akademisyenlerin ve çevirmenlerin çeviri Ăśrneklerini incelemesini tavsiye ediyoruz. Sonra da yaptÄąÄ&#x;Äą çevirileri tekrar gĂśzden geçirip yanlÄąĹ&#x;larÄąnÄą dĂźzeltmesini umuyoruz.
192 _____________________________________________________ Şerafettin YILDIZ
KAYNAKÇA CUHÂ, Mîşâl Halîl, (1999), eş-Şi‘ru’l-‘Arabiyyu’l-Hadîs min Ahmed Şevkî ilâ Mahmûd Dervîş, Beyrut:Dâru’l-Avde. ed-DAKKÂK, ‘Omar, (t.y.), Funûnu’l-Edebi’l-Mu‘âsır fî Sûriye, Beyrut: Dâru’şŞurûki’l-‘Arabî. ER, Rahmi, (2004), “Nizâr Kabbânî (1923-1998)”, Çağdaş Arap Edebiyatı Seçkisi, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. İBN HAZM, (1995), Güvercin Gerdanlığı, (çev.: Mahmut Kanık), İstanbul: İnsan Yayınları. JAYYUSİayyusi, Selma Khadra, (1987), Modern Arabic Poetry An Anthology, New York: Columbia University Pres. KABBÂNÎ, Nizâr, (1983), el-A‘mâlu’n-Nesriyyetu’l-Kâmile, Beyrut: Menşûrât Nizâr Kabbânî. KABBANİ, Nizar, (2000), Hüzünlü Irmak, (çev.: Metin Fındıkçı), İstanbul: İyi Şeyler Yayıncılık. KABBÂNÎ, Nizâr, (2002), Gözlerinin Mavi Limanda, (çev.: Rıza Halilov-Aysel Ergül), İstanbul: Birey Yayıncılık. KARSLI, İlyas, (2005), “Arapçadan Türkçeye Tercüme Hataları”, Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, S.19, s.69-90. ÖZAY, İbrahim, (2010), “Türkçe Deyimlerin Arapçaya Aktarılması (Aziz Nesin’in Yedek Parça İsimli Öyküsü)”, EKEV Akademi Dergisi, S.42, s.249-264. TUR, Salih, (2005), Nizâr Kabbânî Hayatı, Sanatı ve Şiirleri, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış doktora tezi). YAZICI, Mesut, (1997), Türkçede Necip Mahfuz, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi).
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 193–207
AZERBAYCAN DİLİ DİYALEKTLERİNDE VE TÜRK EDEBİ DİLİNDE KULLANILAN ORTAK KELİMELER Öğr. Gör. Zabite TEYMURLU QAFQAZ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi teymurlu@hotmail.com
Özet
Tarihî ve siyasi sebeplerden dolayı Türk lehçeleri arasında farklılıklar bulunmaktadır. Türkçe geniş bir coğrafyada konuşulan üstün dilllerden biri olmasına rağmen, Türk dillerinin tamamı karşılaştırmalı olarak ele alınıp incelenmemiştir. Bu bakımdan Azerbaycan diyalektlerinde ve Türkiye Türkçesinin edebî dilinde kullanılan ortak kelimeler çoktur. Bu incelemenin belirtilen Türkçelerin söz varlığında bulunan yakınlığın hem etimolojik hem de edebî dil yönünden gösterilmesinde yararlı olacağı kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Azerbaycan Dili Diyalektleri, Türkiye Türkçesinin edebi dili, ortak kelime. COMMON WORDS USED IN AZERBAIJANI TURKISH AND THE LITERARY TURKISH Abstract
It is known that many Turkic languages show more or less dissimilarities due to historical and political reasons. Either at the present day or throughout the different periods of the history, Turkic language has been a predominant language to be spoken in a wide range of geography. However, not all the Turkic languages have been analyzed correlatively. In this respect, there are many common words used in both the dialects of Azerbaijani Turkish and the literary Turkish spoken in Turkey. Analyzing of above-mentioned languages would be beneficial for demonstration of the existing etymological and literal proximity in their vocabulary. Key Words: Dialects of Azerbaijani, Literary Turkish, common words.
__________________________________________________________________ Zabite TEYMURLU 194
GİRİŞ Bugün dünyada 51 milyondan çok Azerbaycan Türkü yaşımaktadır. Bunlardan 8 milyon 300 bini Azerbaycan Cümhuriyeti’nde diğerleri de dünyanın çeşitli ülkelerindedir. Azerbaycan Türkçesi’nin de diğer diller gibi birçok diyalekti vardır. Azerbaycan Türkçesi diyalektlerinin büyük çoğunluğu incelenmiş, bu diyalektlerle ilgili kayda değer eserler verilmiştir. 1924–1930 yılları arasında 60 bin civarında ağızlardan derleme yapılmıştır. Bu durum diyalektlerimizin söz varlığının zenginliğini göstermektedir. Bu zenginlik birdenbire oluşmamış, Azerbaycan Türkçesi ağızları uzun süren tarihi gelişmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Uzun ve yorucu araştırmalar sonucunda 1930–1931 yıllarında “Azerbaycan Türk Halk Şiveleri Lügati”nin birinci cildinin iki bölümü basılmıştır. 1964 senesinde Azerbaycan Bilimler Akademisi neşriyatı tarafından bir ciltlik “Azerbaycan Dilinin Diyalektoloji Lügati “ yayımlanmıştır. Lügat, 6300 kelimeyi kapsamaktadır. Diyalektik söz varlığının öğrenilmesi çalışmaları sonraki devirlerde de devam ettirilmiştir. 1991 yılında Ahundov’un girişimleriyle TDK tarafından diyalektoloji lügatinin I. cildi 1999, II. cildi 2003 yılında yayımlanmıştır. (ADL, C.I,II, 2003) Eser, daha sonra 2007 yılında mükemmel hali ile tekrar basımı yapılmıştır. Bu lügat, şimdiye kadar basılan diyalektoloji lügatler içerisinde en kapsamlı olanıdır. Behbudov, Hasıyev, Guliyeva, İmamguliyeva, Binnetova ve Memmedov tarafından lügate 2500’e kadar yeni kelime eklenmiş, çalışma Zengibasar, Şerur, Yardımlı, Tebriz, Gubadlı, Laçın, Kelbecer, Balaken, Gah, Zagatala ve Azerbaycan’ın diğer bölgelerindeki diyalektlerden derlenen yeni kelimelerin eklenmesi ile zenginleştirilmiştir. Türk dilleri içerisinde ilk olarak yayımlanan “Azerbaycan Dilinin Diyalektoloji Atlası” ağız çalışmaları bakımından önemli bir eserdir. Atlas, 43 haritası fonetik, 31 haritası morfolojik, 4’ü sentaktik, 50’si leksik haritadan oluşmaktadır. “Diyalektoloji Atlas”ın hazrılanması için toplanılan malzemelerden 409’u atlasa kaydedilmiştir. Karahan, tecrübelerden faydalanmak, yapılacak çalışmalarda zaman ve emek kaybını önlemek, yanlışları azaltmak ve araştırmacıların daha sağlıklı bir sonuca ulaşmasında yardım etmek maksadıyla “Azerbaycan Dilinin Diyalektoloji Atlası”nı bilim dünyasına tanıtmıştır. (Karahan, Mart 1999:185–189) Tarihi ve siyasi sebeplerden dolayı Türk dilleri az veya çok farklılık göstermektedir. Günümüzde ve tarihi dönemlerde Türk dili geniş bir coğrafyada konuşulan üstün dil konumunda olmuştur. Ama Türk dillerinin tamamı karşılaştırmalı olarak incelenmemiştir. Türk lehçelerinin diyalektlerinin ve bu lehçelerin kendilerine has kelime hazinesinin ele alınması gerekmektedir. Bugün Azerbaycan diyalektlerinde kullanılan bazı kelimeler Türkiye Türkçesi’nin edebi dilinde de yer almaktadır. Bu durum dil tarihi bakımından doğal karşılanmalıdır. Günümüzde her iki dilin kendine has özellikleri bulunmaktadır. Türk dillerinin diyalektik söz varlığının edebi dile ve konuşma diline etkisi, aynı zamanda komşu Türk halklarının edebi dillerine ve onların diyalektik söz varlığına tesiri
Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler_________________ 195
Türkoloji’nin en az araştırılan alanlarındandır. Türk dillerinin söz varlığı, ses biliminden daha az gelişmiştir. Aslında diyalektlerin söz varlığında çok sayıda benzerlik ve farklılıklar olduğunu inkâr edemeyiz. Musayev bunların dikkatle öğrenilmesinin Türk dillerinin kendi öz ve akraba olmayan dillerle ilişkileri açısından önemli olduğunu belirtmektedir. (Musayev, 1984: 43) Azerbaycan diyalektlerinde ve Türkiye Türkçesi’nin edebi dilinde kullanılan ortak kelimelerin incelenmesinin belirtilen Türkçelerin söz varlığında bulunan yakınlığının hem etimoloji hem de edebi dil yönünden gösterilmesinde yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bundan dolayı her iki Türkçede yer alan bazı ortak kelimeler çalışmada ele alındı. Azerbaycan Türkçesi diyalektlerinin tasnifinde coğrafi tutum esas rol oynadığından yukarıda bahsedilen sözlüklerde kelimeler yerel olarak betimlenmiştir. Adı geçen diyalektler, verilen kelimenin kullanıldığı yerlerdir. Ezizov, coğrafi bakımdan incelediği Azerbaycan Türkçesi diyalektlerinin geniş alanda yayılmasını, halkın tarihi ile bağlı doğal süreç olarak nitelendirmektedir. O, bugün Azerbaycan Türkçesinin farklı diyalektlerinde konuşan kitlenin büyük kısmının İran, Azerbaycan, Gürcistan ve Dağıstan’da yaşamakta olduklarını belirtiyor (Ermenistan’da yaşayan Azerbaycanlılar kendi tarihi vatanlarından bütünüyle çıkarılmışlar).( Ezizov, 1999:282) Uzun zaman Şireliyev’in tasnifi Türkolojide kabul görmüştür. Ama bu tasnifte Azerbaycan’ın dışında konuşulan diyaletkler ele alınmamıştır. Bundan dolayı eleştiriye sebep olmuştur. Azerbaycan diyalektlerinin son tasnifi Ezizov tarafından yapılmıştır. Ezizov 1999’da yayımladığı “Azerbaycan Dilinin Tarihi Diyaletkologiyası” kitabında Azərbaycan diyalektlerini üçe ayırır: kuzey-doğu diyaletki; batı diyaletki, yahut orta diyaletk; güney diyaletki. Ezizov’un tasnifine göre, dilimizin kuzey-doğu diyaletki Derbend, Guba, Bakü, Şamahı, Salyan diyaletklerini içine alır. Bu diyaletkte 3 diyaletk grubu vardır: 1) Şamahı-Bakü; 2) Guba: 3) Derbend. İkinci grup batı ( orta diyaletk ) diyaletkidir ki, buraya Karabağ, Gence, Gazah, Daşkesen, Gedebey, Kelbecer, Laçın bölgelerinin ve Gürcistan’ın bazı bölgelerinin (Borçalı: Marnauli, Bolnisi, Dmanisi ) diyaletkleri aittir. Batı diyaletki 3 diyaletk grubuna ayrılır: 1) Karabağ; 2) Gazah-Borçalı; 3) Ayrım şivesi ( Daşkesen, Gedebey, Kelbecer bölgeleridir.) Üçüncü gruba güney diyaletki girer. Bu diyaletk Güney Azerbaycan, Nahçivan ve Lenkeran bölgelerinin diyaletklerini içine alır. Güney diyaletkinde birkaç diyaletk grubu farklılık gösterir: 1) Tebriz; 2) Erdebil; 3) Lenkeran; 4) Urmiye; 5) Nahçivan vb. Esas diyaletklerden başka Azerbaycan Türkçesinin karışık, aralık diyaletkleri de vardır. Azerbaycan’ın Şeki-Oğuz, Zagatala-Gah bölgelerinin diyaletkleri Ezizov’un tasnifinde karışık tipli kuzey-batı diyaletklerine, Ağdaş, Göyçay, Ucar, Zerdab, Celilabad-Bilesuvar, Cebrayıl, Gubadlı, Zengilan bölgelerinin diyaletkleri ise esas diyaletkler arasında yer alan aralık diyaletkleri içerisinde yer alır. (Ezizov, 1999:289-290) “Türk halklarının yaşadığı çeşitli bölgeler üzere sürdürülen paralel diyalektoloji araştırmalar aynı dil özelliklerini koruyan, aynı köke ait farklı diyalekt unsurlarını da ortaya çıkarmaktadır. Bu ise
__________________________________________________________________ Zabite TEYMURLU 196
Türkoloji’de sadece dilcilikle ilgili değil, aynı zamanda tarihi bakımdan çok önemlidir.” (Hacıyeva, 1/3 İlkbahar 2008:2) Çeşitli bölgelerde mevcut aynı dil özelliklerine sahip hem diyalektoloji hem de edebi dil materyallerinin karşılaştırılması çok önemli dil faktörlerini ortaya çıkarmaktadır. Azerbaycan ağızlarında kullanılan ve Türkiye Türkçesi edebi dilinde yer alan kelimelerin bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. AĞIRRAMAX Azerbaycan’ın, Cebrayıl, Xanlar, Şemkir bölgelerinde “ saygıyla kabul etmek “ anlamında kullanılmıştır .- Örneğin; “Sən qonax gəleysiη, soηra gedif deysiη kin, məni yaxşı ağırradılar” (Hanlar). (ADDL, 2007: 14) Türk kökenli ağ kelimesi “yükselme” bildirir. Ağ “yükselme” bildiren kökten ağırlamak “yüceltmek, saygı göstermek, değerini artırmak, ululamak “ anlamları oluşmuş. Ağmax fiiline Füzuli diyalektinde rast gelinir: 1. anlamı “çıkmak, kalkmak.”“Qoyun dağa ağdı”; 2. anlamı “bir tarafa eğilmek, kalkmak (yük hakkında).Adı geçen diyalektte aynı kelimenin ağmax olmax birleşmesinin terkibinde de kullanıldığı görülür: Ağmax olmax – “eğilmek”.- Qoymağınan yük ağmax olsun. (ADDL, 2007: 15) Diyalektin söz varlığında ( Hanlar, Cebrayıl, İsmayıllı ) ağırra şeklinde “ saygı göstermek, saygıyla anmak, çok değerlendirmek, saygıyla karşılamak, misafir etmek, hatırlamak, ağırlamak “ anlamlarına gelmektedir. Ağırla ve ağırra sözcükleri arasındaki fonetik fark rl > rr benzeşmesi ile bağlantılıdır: -“Sizi, qadan alım, yaxşı ağırrıyammadıx” ( Xanlar); - “Gərək səni bir yaxşı ağırrıyam” ( İsmayıllı ) (Ezizov, 1999:229) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde söz konusu (ağırlamak ) kelimesi “ misafiri saygıyla karşılayıp her türlü ihtiyacını, karşılamak, ikram ve izaz etmek “ anlamlarında kullanılır. (BTS 1994: 18) «Güya kadın misafirleri biz ağırlayacaktık (Aka Gündüz).» (MBTS, 1 2006: 42) Azerbaycan edebi dili için ağırlamak sözcüğü arkaik kelimedir. Ama Azerbaycan diyalektlerinde kullanılır. İki Türkçeyi birbirine bağlayan yön; hem Azerbaycan diyalektlerinde hem de Türkiye Türkçesinde kullanılmasıdır. Örneğin; alazdamak, alçak, alınmak, arı, arıtmak, azık, az buçuk, baba, bağır, balyoz, cepken, çanak, dağar, damat, minder, huy, huylanmak ve buna benzer birçok kelime belli zaman diliminde ortak kullandığımız dil olduğunu gösteriyor. Bugün Türkiye Türkçesinde kullanılıp da Azerbaycan edebi dili için arkaik sayılan bu sözcüklerin Azerbaycan diyaletklerinde kullanıldığı görülmektedir. 2.ALAZDAMAX(II) Şimdi Ermenistan toprakları sınırları içerisinde bulunan eski Türk yurdu Basarkeçer diyalektinde “alevden geçirmek” anlamında kullanılmaktadır: – “Heyvanın başə:ğın alazdadı:ŋ ?” (ADDL, 2007:21) Ütülemek işi alevde yapılır. Alazdamax kelimesi de alevle bağlantılıdır.Yalav / yalaz / alaz / alaf – alev. Yal kökünün alev dışında “aydınlatma, parlatma, ışık saçma” anlamını içeren türevleri: yalın ( parıltı, ışıltı, alev ), yalınamak ( yanmak, parlamak, ışık saçmak,
Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler_________________ 197
alevlenmek ), yalınlanmak ( alevlenmek ), yaltırmak ( parlamak, ışık saçmak, aydınlatmak ), yaltramak ( parlamak, aydınlatmak ), yalturmak ( ocağı yakmak, alevlendirmek ), yalmak ( yanmak ), yaldırış ( parlayış ). Yalazlamak / alazlamak ( alevlemek ), yalazlanmak / alazlanmak ( alevlenmek ), yalaflamak / alaflamak ( alevlenmek ), yalaflanmak / alaflanmak ( alevlenmek ). Yalavlamak / alavlamak( alevlemek ), yalavlanmak / alavlanmak ( alevlenmek ).Verilmiş bütün örneklerde yanma, ışık saçma, parlama özelliği var. Alaz-alaf-alav-alev...(TDES,1998:25) Farsça sanılan ālāve, ālāv sözcükleri Türkiye Türkçesi’nden Farsça’ya geçerek kökeni unutulan kelimelerdendir. (TDES, 1998:25) Türkiye Türkçesi’nin edebi dilinde alazlamak kelimesi “alevde kızartmak veya ütülemek, kızgın demirle yakmak, dağlamak” anlamlarını kapsıyor.( BTS,1994:36 ) İlhan Ayverdi alazlamak fiilinin Türkiye Türkçesinde halk ağzında kullanıldığını belirtiyor. (MBTS, 1 2006:92) Çocuk elbiseyi ateşe düşürmüş alazlamış. Buradaki alazdamış kelimesinin anlamı “hafifçe yakmak”tır. (THADS, C.1. 1963: internet sayfası). Türkiyeli yazarlar bu kelimeyi eserlerinde kullanmışlardır.Örneğin; İspirto tatlı bir hararetle midesini alazladı (yani hafifçe yaktı). (Karay) 3.ALÇAX Azerbaycan’ın Gazah bölgesinde “sade” anlamında kullanılır:- “Urusdamın yaxşı xəsyəti var, alçax adamdı.” (ADDL, 2007: 21) Alçak kelimesi menşe bakımından Türkçedir. Alt ile çak ekinden alt-çak-altçak /alçak ( az aşağıda olan, bir az altta bulunan) oluşmuştur. Eski Türkçede alt ile -cı, -çı, -cu eklerinden sözcük türetme geleneği vardı. Altcı, altçı, altcu ( birden çok karısı olan kimsenin karısı ) kelimelerinde “en altta olan, kadınlar birinciden sonuncuya doğru dizildiğinde, süre bakımından en altta kalan” anlamı saklıdır. .(TDES, 1998: 23) Alçak kelimesi eski Türkçede “ mütevazı, yavaş, sakin “ anlamlarını karşılamıştır. (YTS, 1983:7) Türkiye Türkçesi’nin edebi dilinde bu kelime gönüllü kelimesi ile birliкte kullanılarak aynı anlamı vermektedir: «Yiğit bir alçaк gönüllüğün dеv gibi yontulmuş hеyкеlinе bеnziyordu». (Buğra,1992:138). Türkiye Türkçesi edebi dilinde alçak gönüllü kelimesi “mütevazı, kibirli olmayan” anlamlarına gelmektedir. (BTS, 1994: 37) Ordubad diyalektinde alçax könül ( sade kalpli ) ifadesinin terkibinde müşahede edilmiştir. Alçax ( sade tabiatlı ) kelimesi Urmiye diyalektinde de kullanılır. Bu kelime ile Azerbaycan klasik edebiyatı tarihinde Azerbaycan Türkçesiyle yazılan ilk gazellerin müellifi olarak bilinen İzzeddin Hasanoğlu’nun gazelinde rastlanmaktadır: “Hüsn içinde sana manend olmaya, Aslı yuca könlü alçaqum benüm.” (Ezizov, 1999: 231) Hacıyev, Hasanoğlu’nun dilinde kullanılan könlü alçaqum tamlamasını XIII. yüzyılda kullanılan Azerbaycan Türkçesinin edebi dil örneği gibi değerlendirmektedir. (Hacıyev, 1989:4) Çağdaş Azeri Türkçesi için alçak kelimesi arkaik kelime sayılmaktadır.
__________________________________________________________________ Zabite TEYMURLU 198
4.ALINDIRMAMƏY Azerbaycan’ın Celilabad bölgesinde “ bilmezlikten gelmek” anlamında kullanılmaktadır:- “Baxey gennen, o özin saymaməzdigə virey, özin alındırmey”. (ADDL 2007: 21) Eski Türkçede alındurmak sözü “ müteessir etmek” anlamına gelmektedir. (YTS, 1983: 8) Türkiye Türkçesinde alınmak kelimesi “alınganlık göstermek, gücenmek” anlamlarına gelir. (BTS, 1994: 41) Alınmak kelimesi ile Celilabad diyalektinde kullanılan alındırmaməy kelimesi arasında anlam bakımından bağlılık vardır. ”Bilmezlikten gelmek “ ile “gücenmemek, etkilenmemek “ ifadeleri arasında bir yakınlık var. Alınmak almak fiilinden oluşmuş bir kelime. Almak’tan al-ı-n-mak /alınmak (kendi kendine almak, almak eylemini kendi özüne çevirmek. Anlam genişlemesiyle: (gücenmek, darılmak, incinmek).”(TDES, 1998: 26) «Kimse alınmasın. Hani zehir gibi keskin iktisatçımız da pek yok gibi ( Burhan Felek ).» (MBTS, 1 2006:104) 5.ARI Azerbaycan’ın Ağdam, Füzuli, Gazah, Guba, Şahbuz, Şemkir, Tovuz bölgelerinde “temiz, saf” anlamlarında kullanılır:- “Aydan arıyam, sudan duruyam” ( Şahbuz ); - “Aydan arı, sudan duru” ( Gazah ); - “Aydan arı, qünnən duru” ( Tovuz ). (ADDL, 2007: 25) Ari ise Bakı, Haçmaz diyalektlerinde “temiz, saf “ anlamlarını ifade ediyor: - Aydan ari, sudan duri ( Bakı ). (ADDL, 2007: 26) Arı kelimesi arkaik kelimelerdendir. Şireliyev, bu kelimeye Azerbaycan diyalektlerinde: “Aydan arıyam sudan duru // günnən duru” örneğinde ve arıtmak fiilinin kökünde kullanıldığını belirtir. ”Arı” kelimesine eski metinlerde “ Hibetül Hakaik”te ( arımac necə yusa qan birlə qan ) ve Azerbaycan klasiklerinde de yer alır. Örneğin; “Ari su toxuna tər olarsan.” (Xetai). (Şireliyev, 1962:337) Arık > aru > arı kelimesi kök bakımından Türkçe olup bugün Türkiye Türkçesinin edebi dilinde “saf, karışıksız, katışıksız, temiz, pak” anlamlarında kullanılır. (BTS, 1994: 64) Ezizov eski arığ kelimesinin Azerbaycan edebi dili materyallerinde “arı” şeklinde olduğunu dile getirir: Arı qövtar, ey sənəm, gerçəklərin nitqindədür, Hər dili əgridə yoqdur arı gövtar, istəmə ( Nesimi ); Avlaxda bu gün avlarikən, yarə yoluxdum, Bir aydan arı, gün kimi didarə yoluxdum ( Hatai) ”. (Ezizov, 1999:259)Yazar kelime sonunda “g” sessizinin düşmesini Türk dillerinin tarihinde kendini gösteren bir özellik olduğunu örneklerle gösteriyor: ulug > ulu, sarıg > sarı, ayıg > ayı, kapıg > kapı, kamug > kamu vb. )”.(Ezizov 1999:259) Azerbaycan’ın İmişli bölgesinde arımmağ kelimesi “temizlenmek, süslenmek, yıkanmak” anlamında kullanılır: – “Toy olmamış görürsən, qızlar yuyunuf arınıllar.” (ADDL, 2007: 26) Türkiye Türkçesinde arınmak kelimesi “temizlenmek, temize çıkmak, saf ve beri olmak, nefsini ıslah etmek” anlamlarını içerir. (BTS, 1994: 65) Dede Korkut destanlarında da eski Türkçeden beri kullanılagelen arı kelimesi yer alır: «Arı sudan abdest aldılar»; Bu kelimeyi Süleyman Çelebi ve Türk halk şairi Karacaoğlan kullanmış: «Ol sözü şîrîn ü ol
Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler_________________ 199
cismi arı» (Süleyman Çelebi); «Kozan dağından neslimiz / Arı Türkmen’dir aslımız» ( Karacaoğlan) Azerbaycan Türkçesi diyalektlerinde arı – (mak) fiil kökü de kaydedilmiştir: Arıtdamağ kelimesi Azerbaycan’ın Guba, Haçmaz bölgelerinde “temizlemek” anlamında kullanılır: – “Ağacın pöhrələrin arıtdaduğ”(Guba); - “Aş pişirmağa dügi arıtdaduğ .“(Haçmaz). (ADDL, 2007: 26) Gazah, Şeki bölgelerinde ise arıtdamax kelimesi “temizlemek” anlamında kullanılır: - “Yetim bir çuvux kəsdidi, arıtdadı, xanıma verdi “(Gazah). (ADDL, 2007: 26) Yardımlı bölgesinde “temizlemek” anlamında əritdəməg kelimesi kullanılır: – “Sudan zığ iyisi gələndə buləği əritdeydüg.” ).(ADDL, 2007:165) Arıtmak kelimesi Türkiye Türkçesinin edebi dilinde “temizlemek, yıkamak, paklamak, karışık bulunduğu şeylerden ayırmak” anlamlarına gelir. (BTS, 1994: 65) «Her köşeden bir pınar aksa gene de bizi onlardan arıtıp temizleyemez» ( Sâmiha Ayverdi ) 6.AZIX Azerbaycan Türkçesinin Gazah diyalektinde “yol yiyeceği” anlamında kullanılmaktadır. (ADDL, 2007: 31) Azık Türkiye Türkçesinin edebi dilinde “yiyecek şeyler, gıda, besin, rızık, yolculuk için hazırlanan yiyecek şeyler, yol yiyeceği ” (BTS, 1994: 95): «Azığını aldı, yine yola atıldı» (Ömer Seyfeddin ). Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nde azık kelimesinin Hititçe “yiyecek” anlamına gelen azzıka kelimesinden türediği belirtilmektedir. (TDES, 1998: 59) Ezizov, adı geçen sözlükte de belirtildiği gibi azuk kelimesinin “yiyecek” eylemi ile ilgili olduğunu iddia etmektedir. Yazar, eski Türk şekli ile kıyaslamada azıx kelimesinde u > ı, k > x değişikliğinin olduğunu zikreder. “Azuq” kelimesi Azerbaycan edebi dili materyellerinde “ yolculuk için hazırlanan yiyecek şeyler “ anlamında kullanılmıştır: “Mən bu oğlanı alayın, ava gedəyin. Yedi günlik azuqla çıqayın” (Dede Korkut); “Yönəldin bir yola sən ki, uzağdır, bəndini tərk et, Azuqsuz kişilər dözməz bu yolların uzağına” ( Nesimi ). (Ezizov, 1999: 259) Ezizov eski insan kampı –Alt Paleolitik devrine ait “Azıx” mağarasının adının “ayı” anlamında olan azıq kelimesi ile değil, “ yiyecek “ anlamını ifade eden azuk // azık kelimesi ile bağlantılı olduğuna dikkat çekiyor. Yazar, “Azıx Mağarası”nda çok sayıda ocak yakmak için yerlerin ve av hayvanlarına ait kemiklerin bulunmasını “Azıx” toponiminin doğrudan doğruya beslenme ve yiyecekle ilgili olma ihtimalini kuvvetlendirdiğini belirtmektedir. O, “Azıx Mağarası”nın hem barınak, hem de yiyeceklerin saklandığı yer olduğunu iddia etmektedir. (Ezizov, 1999:260)Yukarıdaki bilgiler, azık kelimesinin Hititçede kullanılan azzıka kelimesinden gelmediğini göstermektedir. Bugün hem Türk edebi dilinde hem de Azerbaycan Türkçesi batı ağızlarında ( Şemkir, Gazah ) kullanılan azıx kelimesi, kök itibarı ile eski Türkçeye aittir. Azıx kelimesi ilkin anlamını korumakla birlikte fonetik değişikliğe uğrayan bir kelimedir. (Ezizov, 1999:258) Musayev “adıq” kelimesi ile adığ >ayığ> ayuv “ayı “ kelimesiyle ilgili olduğunu belirtiyor.
__________________________________________________________________ Zabite TEYMURLU 200
(Musayev, 1984:156) Bu örneklerde de görüldüğü gibi azık kelimesi ile ayı kelimesi arasında bir bağ yoktur. 7.AZPUÇUX Azerbaycan Türkçesinin Hanlar diyalektinde “azacık” anlamında kullanılır: –Oradakılar da hamsı köçüf, azpuçux qalan da gələr, orda qalmaz.(ADDL, 2007: 32) “Azpuçux” kelimesi az ve puçux Türk kökenli sözcüklerin birleşmesinden oluşmuştur. Puçux Türkiye Türkçesinin edebi dilinde buçuk şeklinde kullanılır ve anlamı “yarım” demektir. (BTS, 1994:164). Buçuk az kelimesi ile birlikte ( az buçuk ) “azdan bir az fazla” anlamını ifade ediyor.(BTS, 1994: 93): «Böyle bir lâtife az buçuk soğuk kaçmakla beraber…» (R. N. Güntekin). Eski Türkçede buçuk, bıçmak / biçmek ( kesmek )ten bıç –u-k / bıçuk / buçuk ( ortasından kesilen bir nesnenin yarısı, iki bölümünden biri ) anlamlarına gelir. (TDES, 1998:103) Musayev az kelimesini Altay dil ailesine ait bir kök olarak vermiş. (Musayev,1984:146) 8.BABA Azerbaycan Türkçesinin Başкеçid, Tebriz, Füzuli diyalektlerinde Türkiye Türkçesinin edebi dilinde kullanılan baba kelimesiyle özdeştir: – “Babam maηa kitaf alıf “( Başkeçid ); - “Get gör, baban gəldimi öyə?” (Füzuli). (ADDL, 2007: 33) Bu kelime diğer ağızlarda da aynı anlamda kullanılır: baba ( Dmanisi ), bava ( Bərdə ) : – Bavam gələndə deyəjəm ( Bər. – Lənbəran k. ). Dmanisi ( Başkeçid ) şivesinde baba kelimesi bava şeklinde kullanıldığı zaman dede anlamını veriyor.(Ezizov, 1999:231) Söz konusu kelime “Dede Korkut”ta baba anlamındadır: -“Yüri, oğıl! Babaη saηa qıydısa, sən babaηa qıymağıl! – dedi; Ol məhəldə Qanturalınıη babası -anası çıqa gəldi; Ağ saqallu babası qarşu gəldi. Oğlınuη boynun quçdı; Bəg baba, xatun ana, əsən qaluη! –dedi.”(Ezizov, 1999:231–232) Bahsettiğimiz kelime Türkiye Türkçesinin edebi dilinde kullanılır: «Bitsin, bеrabеr çıкar, babamın oraya gidеriz». (Buğra, 1992:36); «Babası bir zamanlar İstanbul`a aşçı yamaklığıyla gelmişti,... » (Karay, 2002:9) Baba kelimesine Türk, Gaqauz, Kırım-tatar dilleri ve Karaim dilinin Kırım diyalektinde de rastlamaktayız. (Ezizov, 1999:232) Türk Dilinin Etimoloji Lügati’nde baba kelimesinin kök bakımından Farsça olduğu görüşü ileri sürülmüş.(TDES, 1998: 61) 9.BAĞIR Bu kelimesinin birinci anlamı Azerbaycan Türkçesinin Gence, Kürdemir, Gah, Gazah, Mingeçevir, Şeki, Şemkir, Şuşa diyalektlerinde “karaciğer” anlamında kullanılıyor: – “Bağır kavavı yaxşı olur” ( Şeki );- “Qoyunun bağrınnan yaxşı kavaf yedix`; - Lət ürəx`də olsa öldürər, öhvədə olsa öldürər, bağırda olsa öldürməz, zayıf olar” ( Gazah ).(ADDL, 2007: 35) Bağır kelimesinin ikinci anlamı Ağdam, Celilabad, Füzuli, Kürdemir, Guba, Şeki diyaletklerinde – “yürek, kalp” şeklindedir:- “Qorxudan unun bağrı yarıldı “( Guba ); - “İstidən
Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler_________________ 201
bağrım çatdadı.” ( Şeki ).(ADDL, 2007: 35) Eski Türkçede baγur şeklinde kullanılmış. Uygur dilinde bağir şekline rastlanır.(Gadjiyeva, 1979: 61) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde bağır: ” 1.Karaciğer. 2. Göğüs, kucak 3. Kalp, yürek 4.İç, ön, orta. 5. Orta kısım ( ok, yay ve dağ’da)”analamlarını içerir.(BTS, 1994:100) Örneğin; 1.Ciğer: Of of kemirir bağrımı of ince hastalık (Orhan V. Kanık). 2.Göğüs, sine: Bağrı çıplak, yalın ayaktı (Yakup K. Karaosmanoğlu).3.Yürek, kalp, gönül: Bağrımda bir çalkanış, bir coşkunluk var (Refik H. Karay). (MBTS, C.I, 2006:255) Eski Türk dilinde bağır sözcüğü “1.Göğüs, ciğer, sine. 2.Akciğer. 3.Karaciğer. 4.Yürek.” anlamlarında kullanılmıştır.(YTS, 1983:22) Türk kökenli bagır ( böğür, göğüs boşluğu)dan bağır kelimesi oluşmuştur.(TDES, 1998:64) 10.BALGÖZ Azerbaycan’ın Gazah bölgesinde “taş kırmak için çekiç” anlamındadır. – “Daş qırma: gederem, balgözü maηa ə:ti.”(ADDL, 2007: 38) Türk edebi dilinde balyoz “ağır, büyük, uzun saplı çekiç “ anlamında kullanılır.(BTS, 1994:108) Yunanca barios ( ağır )- dan baryos / balyoz oluşmuştur. Anadolu Türkçesinde, özellikle, halk ağzında varyos, varyoz, baryos söylenişleri vardır. Anadolu’da konuşulan Yunanca vasıtasıyla Türkçeye geçmiştir.(TDES,1998: 72) 11.CƏFGAN Kelbecer diyalektinde – bak çəvkən.- “Cəfganı qojalar ge: irdi.”(ADDL, 2007: 73) Çəvkən sözcüğü Cebrayıl diyalektinde – “kolsuz kadın elbisesi” anlamına gelir: - “Zümrüdə bazardan bir çəvkən algəti.” (ADDL, 2007: 98) Çəpgən ( Berde, Cebrayıl, Gence, Garakilse, Oğuz, Şamahı, Terter, Yevlah ) – bax çəvkən: – “Çəpgən qano: zdan tikilirdi” ( Oğuz ); - “Nənəm çəpgən tix`dirif “ ( Gence ); - “Çəpgəni tərəkəmələr geərdi “ ( Terter ). (ADDL, 2007: 96) Cepken, Farsça ceb ( sol ) ile ken ( koparan, çıkaran )den ceb-ken/cebken/cepken ( kolları yırtmaçlı ucu, kısa, yakasız giysi) şeklinde bir gelişme yolu geçmiştir. Türkçeye at-ok-mızrak oyunları dolayısıyla geçen cepken sözcüğü anlam genişlemesine uğramıştır. (TDES, 1998:118) Türkiye Türkçesinde cepken “cekete benzer bir üstlük “ anlamında kullanılır. (BTS, 1994: 18 ) «Tamâmen sırma ile kaplanmış bir Arnavut çepkeni hediye etmişti» ( Halit Z. Uşaklıgil ); «Sırmalı çepkeni attı koluna / Tek elle dizgini gerdi Köroğlu» ( Necip F. Kısakürek ). 12.ÇANAX Ağdam, Gedebey, Gence, Hanlar, Laçın, Nahçıvan, Şeki, Yevlah, Zengilan diyalektlerinde - 1. Saksı kâse ( Nahçıvan ); 2. Ölçü kabı (Ağdam, Gence ).“Taxılı çanağınan ülçürəx`”( Xanlar ); - “Çanax aşağdan olur” ( Ağdam ) 3. Ölçü vahidi ( Şerur, Zengilan ). – “Bir çanax on girvənkədi “( Zengilan ); -“ Maηa bir çanax taxıl ver” ( Gence ); - “Bir çanax üş put un girvənkədi” ( Şeki ). (ADDL, 2007: 89) İ.Z.Eyüboğlu’na göre Farsça çanağdan çanak ( kap, tuzluk, çanak ) oluşmuştur. Yazar, “Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü”nde farklı yorumlara
__________________________________________________________________ Zabite TEYMURLU 202
yer vermiştir. Bu yorumlar doğrultusunda çanak kelimesinin diğer anlamları da ele alınmıştır: “Kap, ölçü kabı, çanak, üç okkalık bir tahıl ölçeği, minare şerefesi, güneşten sertleşmiş ıslak toprak, fincan, ağaçtan ya da madenden yapılmış kap, dağ tepeleri üzerine çökük yerler, oyuklar”. İ.Z. Eyuboğlu çeşitli sözlüklerden görüşler ileri sürerek yine de çanak kelimesinin kök bakımından Farsça olduğunu dile getiriyor. (TDES, 1998:128–129) Bahsolunan sözlükte çanak kelimesinin “kap, ölçü kabı” kimi anlamları Azerbaycan diyalektleri için geçerlidir. Türkiye Türkçesinin edebi dilini Azerbaycan diyalektleri ile karşılaştırdığımız zaman çanak kelimesinin içerdiği anlam bakımından yakınlık sezilir: Çanax ( Ağdam, Gedebey, Gence, Hanlar, Laçın, Nahçıvan, Şeki, Yevlah, Zengilan )- 1.saksı kâse. Türkiye Türkçesinin edebi dilinde çanak sözcüğü “ yayvan ve yuvarlak toprak kap “ anlamında kullanılmaktadır. (BTS, 1994:208) «Fakat Akşemseddin’in çanağına ne burçak çorbası ne de yoğurt koyar, artan aşı da köpeklerin önüne döker» ( Ahmet H. Tanpınar ). 13.DAĞAR(I) Ağdam, Cebrayıl, Kelbecer, Kürdemir, Guba, Oğuz, Salyan, Şamahı diyalektleri - bak daqar I. – “Dur dağarı bura gəti “( Şamahı ); - “ Dağarı sua qoyqınan yımşalsın” ( Salyan ); - “Dağarda taxıl saxlıyıllar” ( Oğuz ); - “ Bir dağar un gətidim” ( Ağdam ); - “Əli, o dağarı də: rmənə apar” ( Kelbecer ). (ADDL, 2007: 110) Daqar I. ( Şeki ) – “koyun veya keçi derisinden hazırlanmış torba, kese “ – “Epbeyi daqara dolduruf getdi.”(ADDL, 2007: 111) Dağar sözcüğü Türk edebi dilinde “ deri torba, yayvan ağızlı toprak kap, çanak, küp, çömlek, büyük saksı, ateş koymakta kullanılan toprak mangal” anlamlarında kullanılır.(BTS,1994:243) Türkiye Türkçesinde –cık yapım eki almış şekli de kullanılır: Dağarcık “ içine öteberi ve yiyecek konan meşin torba” (MBTS, C.I, 2006: 611): «Dağarcığından kumlu köy ekmeği ve suyu seli kaçmış Mihaliç peyniri çıkarıp verdi» (Sait Faik). ”Yeni Tarama Sözlüğü”nde tağar, dağar sözcüklerinin Farsça “teğār” (kap, çanak, küp, çömlek) kelimesinden oluştuğu belirtilmiştir. (YTS, 1983:200) Bu kelimeye (dağar) Sibir, Kırgız, Altay Türklerinde de rastlanır. (Gadjiyeva, 1979: 63) Ordubad diyalektinde davarcığ – “Davarcığ onaltı kilo un tutur”; Ağbaba diyalektinde ise davarçın “dağarcık, torba “anlamında kullanılır. (ADDL 2007:120) Rüstemov Guba diyalektinde kullanılan dağar sözcüğünün iki anlamlarını da göstererek bu kelimeyi eşsesli kelimelere ait ediyor: dağar – 1.Tahıl veya başka şey dökmek için deriden yapılmış kap; 2. Bu veya diğer şeyin gereğinden fazla kuruması. (Rüstemov, 1961: 210) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde kullanılan damat kelimesi Guba diyalektinde damad şeklinde kullanılır: - “Cəfərin damadı naxuşdu.” (ADDL, 2007:113) «Dеmек orada, hеla aralığında, avanaк damadı yola gеtirmек için bir dul кızı bahtını dеnеsin istеmiş.» (Tahir, 1995:47) «Yumuşak huyluydu ama ailesi üzerinde sözü geçerdi; içlerinde damadı ve kızı da dahil, en fazla aylik almasının da böyle oluşta etkisi vardı.» (Karay, 2002:9) Farsça olan damat sözcüğünün
Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler_________________ 203
Türkiye Türkçesindeki diğer kullanış şekli “ güvey “dir. (BTS 1994:249 ) «Sonunda eski zamanın gerdeğe girmiş gelin ve güveği imişler gibi Ata`nın aklına kızın ismini sormak gerekdi. »(Karay, 2002:19) «Azerbaycan Dilinin İzahlı Lügati»nde ise damat kelimesinin anlamı «kızın kocasının kızın ebeveynlerine olan akrabalık bakımından yakınlığı; enişte » şeklinde verilir. Bu kelimeye edebi dil örneklerinde rastlamak mümkündür: «Çünki Fərəc xan Bağır xanın əmisi oğlu və damadıdır, heç bir əmrdə onun rəyinə müxalifət etməz» ( M.F. Axundzade); «Lakin ixdiyar bir şair öz damadına, öz övladına qarşı bu cür rüsvayçılıq yaradarsa, buna nə ad qoya bilərik?» ( M. S. Ordubadi); «Qızı çoxdan gətirmişdilər. Damad hələ gəlib çıxmamışdı» (A.Şaig) (ADİL, C.I, 2006: 525). Azerbaycan diyalektlerinin söz varlığında çeşitli fonetik terkiplerde kullanılır: Cebrayıl diyalektinde gəyəv sözcüğü “damat” anlamında kullanılır. (ADDL, 2007:180) Culfa, Ordubad, Şerur, Zengilan diyalektlerinde “damat” anlamını içeren sözcük giyəv’dir.- “Mənim giyəvimin adı Cəbrayıldı” ( Culfa ) (ADDL, 2007:184). Guba diyalektinde giyo: ve giyov sözcükleri “damat” anlamında kullanılır. Zagatala diyalektinde “damat”a göyüm denilir. (ADDL, 2007:187). Göy ( Gazah, Tovuz, Marneuli, Dmanisi, Göyçay “damat” , gəv ( Şahbuz ), ”kürəkən”, gəv ( Şahbuz ), göy (Şeki ) “enişte”. -Əlinin göyü danna bizə gələcək ( Göyçay ).(Ezizov, 1999:265) Türk dillerinde akrabalık terimlerinden bahseden Pokrovskaya kız kardeşin yahut teyzenin kocası anlamında күйеү kelimesi bulunmaktadır. (Pokrovskaya, 1961: 64) Azerbaycan dilinin Diyalektoloji Atlası’nın 81.haritasında gösterildiği gibi giyev, goy şekilleri çok geniş alana yayılmıştır. (ADDA, 1990:188) Altaycanın tuba diyalektinde küye “ damat” şeklindedir. (Ezizov, 1999:265) ”Damat” anlamında göy sözcüğünü birçok Türk lehçelerinde de görmek mümkündür. Karaçay-Balkar: kюey//kuey;(1965:198) Nogay Türkçesinde: kueв.( 1956:218) Dede Korkut’ta göygü “damat” şeklinde kullanılmıştır: Xan babamıη göygüsi, Qadın anamıη sevgisi (KDK,1988;72);Gördi dügündə göygü ox atar (KDK,1988:63) Söz konusu kelimenin burada başka kullanış şekline de rastlanır: “ Kül təpəcik olmaz, güyəgü oğul olmaz”(KDK, 1988;31), ”...Bayındır xanın göygüsi, Qalın Oğuzın, dövləti, qalmış yiğit arxası Salur Qazan yerindən turmuşdı.”(KDK, 1988:42) Oğuz atalarsözlerinde kelimenin gürəgi şekli vardır: “Gürəgi oğul olmaz.”(Oğuzname, 1992:68) Eski Türkiye Türkçesinde küdegü (konuk gelen, konuk olan) küdegi-küdeğigüveği/güveyi.... Uygurcada “küd” kökünden türeyen küden (konuk, gelip geçici, kalıcı olmayan) kelimesiyle aynı köktendir. Yeni evlenen kimsenin bu adı alması, ayrı ev tutup taşınması, ata ocağından ayrılması olayıyla bağlantılı bulunsa gerek. Güveyi’nin küdegü biçimiyle Moğolca küregen (güveyi) kök bağlantısının bulunduğu söylenir. (TDES, 1998:307) Nitekim Abdülkadir İnan bir çalışmasında bu sözüğün “çoban” ya da “güdücü” anlamında söylendiğini ileri sürür. O, eski Türklerde ( Moğollarda olduğu gibi ) güveyi’nin kız evinde bir süre işgörmekle yükümlü bulunduğunu, bu nedenle küdegü / güveyi kelimelerin köken olarak “ çoban” anlamana geldiğini savunur.(TDES, 1998:307) Azerbaycan Dilbiliminde Azerbaycan Türkçesinde “damat” anlamında kullanılan kürəkən
__________________________________________________________________ Zabite TEYMURLU 204
lekseminin daha eski olduğu görüşü savunulmaktadır. (Moğolca kürgen < küriken “damat”, kürəkən < Moğolca kürken.) (Sevortyan, 1980: 45) 14.NİMDAR Astara, Bakı, İsmayıllı, Lenkaran, Salyan, Şamahı bölgelerinde “minder” anlamında kullanılmaktadır. - “Oturmo: un, qoyın nimdar gətirim “( Şamaxı ); A:z, Səknə xanım, nimdarı at ora, aton ossun ( Salyan ). (ADDL, 2007:375) Nimdər ( İsmayıllı, Salyan, Şamaxı ) – bax nimdar. – Nimdəri gəti altıma qoyım ( İsmayıllı ). (ADDL, 2007:375) Mimdər ( Ağcabədi ) – “minder”. Azerbaycan ağızlarında “minder” anlamını ifade etmek için döşək, döşəkçə, balaca döşək, nalça, nimdər, dör döşəyi gibi sözcükler kullanılır. Şireliyev döşəkçə nimdər – nalça kelimelerini eşanlamlı kelimeler adlandırmış. (Şireliyev, 1962:347) Bu sözcüklerin bir kısmı belli ağızlar için, diğerleri ise farklı ağızları için daha geçerlidir. Bu bakımdan kuzey-batı ağızları diğer ağızlardan farklılık gösterir. Nitekim bu alanın ağızlarında döşək, döşəkçə, balaca döşək, dör döşəyi sözcükleri ile birlikte nimdər kelimesine de rastlıyoruz. Nimdər sözcüğünün yayılma alanı döşək, dör döşəyi sözcükleri kadar geniş olmasa da birkaç yerleşim birimlerinde Gah’ın Sarıbaş, İlisu ve Gebele’nin Zalam köy şivesinde bu kelime tespit edilmiştir.(ADDA,1990:235) Nimdər sözcüğü güney alanı kapsayan ağızlarda, daha doğrusu, Lenkeran, Astara, Lerik ağızlarında yaygındır. (ADDA, 1990:235) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde “minder” şeklinde kullanılır. (BTS, 1994:775): «Oh! geniş minderli, aralıklı bir köşe...».(Karay, 2002:123) 15.XUY Gazah, Şeкi, Tovuz diyalektlerinde “karakter, yaratılış” anlamlarına gelir: – “Xuyunu bilmədiyin atın dalına niyə keçirsəŋ”(Tovuz); - “Atı at yanna bağlarsan at xuyu götürər, it yanna bağlarsan it” ( Şeki ). (ADDA, 1990:230) Türkiye Türkçesinde huy şeklinde kullanılmakta ve aynı anlamı içermektedir. (BTS, 1994:503) Anadolu Türkçesinde huy sözcüğü “daha çok davranışlarda ortaya çıkan alışkanlık” anlamında söylenir. Yani “belli bir alışkanlığı olup ondan geçmeyen kimse, geçimsiz, dengesiz ”. (TDES, 1989:328) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde kullanış şekli: «O da bu huyunu iyi bilir, insan içinе pек кarışmazdı». (Buğra, 1992: 14). Azerbaycan atasözünde xoy sözcüğüne rastlamak mümkündür:”Atı at yanında bağlarsan, həmrəng olmasa da, həm xoy olar.”(ADİL, C.II, 2006:482–483) Xoy kelimesi Azerbaycan folklor örneklerinde de kullanılmış: «Bir xələt biçərəm Eyvaz boyuna; İncimərəm xasiyyəti-xoyundan.» (Köroğlu); «Əl işin, gül naxışın; Xoyun, xasiyyətin gözəl.» (Âşık Elesker) (ADİL, C. II 2006: 482) Eski Türk dili abidelerinde Fars kökenli xūy sözcüğünün xūy – xū, xūy –u xū şeklinde “ ahlak, tabiat, huy ve âdet “anlamlarında kullanıldığı görülür. (YTS, 1983:108) Xuylanmağ Haçmaz, Guba diyalektlerinde “heyecanlanmak”. –Nüş xuylanasan, burda bir şey yuxdu ki - Guba diyalekti. (ADDA, 1990:230) Xuylanmax I. anlamı Gah, Mingeçevir, Şeki diyalektlerinde – bak. xuylanmağ. – Üşax xuylanıtdı biraz, qorxutdu diyəsən ( Şeki ). (ADDA 1990:230) Xuylanmax
Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler_________________ 205
II. anlamı Tovuz diyalektinde – şüphelenmeк.- Mənnən naxaxca xuylanırsaŋ, mən səŋ də:n döyləm. (ADDA 1990:230) Türkiye Türkçesinde huylanmaк sözcüğü Azerbaycan diyalекtlerinde olduğu gibi “kuşkulanmak, işkillenmek” anlamlarına gelir. (BTS, 1994:503) «Ali еmminin еşеği, açlıкtan olacaк, huysuzlanıyordu». (Buğra, 1992: 14). Bu örnekleri karşılıklı şekilde çoğaltılabilir. Azerbaycan diyalektlerinde ve Türk edebî dilinde kullanılan bu tür ortak kelimelerin sayısı oldukça çoktur. Ağızlarda kullanılan kelimeler zamanla edebî dile aktarılabilir. Bu da edebî dilimizin zenginleşmesini sağlar. Bu işlem daha önce de yapılmıştır. Örneğin; XX. Asrın ilk 30 yıllarında edebî dilimize diyalektlerimizde kullanılan “kemik, tren, elbise, yarın, yavru, ırmak, kelebek, altın, kuyruk (sıra)” gibi Türkiye Türkçesine özgü kelimeler geçti. Fakat dilimizde tutunamadı ve Azerbaycan Türkçesine has kelimelerle değiştirildi. (Gazıyeva, 2003: 85–86) Bu tür kelime alış verişi önem arz etmektedir. Çünkü dilde hiçbir şey iz bırakmadan yok olamaz. Dilimizin izlerine hatta yabancı dillerde de rastlayabiliyoruz. Bu da Türkçenin üstünlüğünün göstergesidir. Bizce makalemizde ele aldığımız hem Azerbaycan Türkçesinin diyalektlerinde hem de Türkiye Türkçesinin edebî dilinde bulunan ortak kelimeler hâlâ dilimizde varlığını sürdürmesi bakımından canlı kelimelerdir. SONUÇ Azerbaycan Türkçesinin oluşumuna kadar Azerbaycan’da çeşitli etnik gruplar yaşamışlardır. Azerbaycan Türkçesinin teşekkülünde bahsedilen etnik grupların aynı coğrafyada yaşamaları önemli bir husustur. Ezizov, bu konumdaki dilcilerin görüşleri üzerinde durulması gerektiğini önemle vurgulamaktadır. O, Azerbaycan’da Türk dilinin yayılmasından bahsederken sonradan gelen Türk tayfalarının rolünün çok abartıldığını, halk dilinin şekillenmesinde yerli Türk boylarının rolünün tam olarak dikkate alınmadığını belirtiyor. “XI. yüzyıla kadar Türklerin de yerli etkileşimde (Türk veya Türk olmayan boylarla) oldukları unutulmaması gerektiğini” vurguluyor. ( Ezizov, 1999:53) Azerbaycan Türkçesinin oluşumu sadece Türk boylarının Azerbaycan’a gelip yerleşmeleriyle gerçekleşmemiştir. Selçuklu Türklerinin Azerbaycan’a gelmesi XI. asra denk gelir. Bu devirde ( X. – XI. yüzyıllar ) yeni gelen Selçukluların fethi Oğuz-Selçukluların siyasi tutumunun üstünlüğü sonucunda onların dili Azerbaycan edebî dilinin ortaya çıkmasında esas alınmıştır. “Dede Korkut”ta Oğuz özellikleri açık şekilde görülür. (Hacıyev, 1976: 40) Zaten, Dede Korkut’un dili Azerbaycan ve Türkiye Türkçesinin daha birbirinden ayrılmadığı döneme aittir. Bugün Türkiye Türkçesinin edebî dili ile dil farklılıkları gösteren Azerbaycan Türkçesinin diyaletklerinde bunun tarihî izlerine şahit olmaktayız. Tüm bunlar halkın tefekkürünün ifadesi olan dilde yaşıyor. Yazıya geçenler kayıt altına alnır, yazıya alınamayanlar folklor ürünlerinde, ağızlarda varlığını sürdürür.
__________________________________________________________________ Zabite TEYMURLU 206
KAYNAKÇA AYVERDİ, İlhan. (Mart 2006), Misalli Büyük Türkçe Sözlük, C.1,C.2,C.3, İstanbul: MAS Matbaacılık. Azerbaycan Dilinin Diyaletkoloji Atlası, (1990), Bakı: Elm Neşriyyatı. Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti, (2006), C.I-II, Bakı: Şerq-Qerb. Azerbaycan Diyaletkoloji Lüğeti, (1999), C.I, Ankara: TDK Yay. Azerbaycan Diyaletkoloji Lüğeti, (2003), C.II, Ankara: TDK Yay. Azerbaycan Dili Tarihi Meseleleri (ilmi eserlerin tematik toplusu),(1989), Bakı: Azerbaycan Universiteti Neşriyatı. BUĞRA, TARIK, (1992), Кüçüк Ağa, , İstanbul: MЕB. DOĞAN, Dr.Mehmet, (1994), Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: Ülke Yayın Ltd.Şti. EYUBOĞLU, İsmet, Zeki, (1998), Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, İstanbul: Sosyal Yayınlar. EZİZOV, Elbrus, (1999), Azerbaycan Dilinin Tarihi Diyaletkologiyası, Bakı: Bakı Universiteti Neşriyyatı. GADJİYEVA, N.Z., (1979), Tyurkoyazıçnoye Arealı Kavkaza, Moskova: Nauka 1979. GAZIYEVA, Nezaket, (2003), Azerbaycan Edebi Dili Formalaşmasında Diyaletklerin Rolu, Bakı: Tehsil EİM.
Normalarının
HACIYEV,Tofiq , (1976), Azərbaycan ədəbi dili tarixi, Bakı: ADU nəşri. HACIYEVA,Galibe,(1/3 Spring 2008), “Azerbaycan ve Türkiye Türkçesinin Ortak Diyalektizmleri“ Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. The Journal Of International Social Research, Cilt1, Sayı: 3 İlkbahar. KARAHAN, Leyla, (Mart 1999), “Azerbaycan Diyalektoloji Atlası Hakkında”, Türk Dili, Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:567, Ankara: TDK Yay. , s.185–189 Kitabi-Dede Qorqud, (1988), Bakı: Yazıçı. MUSAYEV, K.M., (1984), Leksikologiya Tyurskih Yazıkov, Moskova:Nauka. POKROVSKAYA, L.A., (1961), Terminı Rodstva v Tyurskih Yazıkov// İstoriçeskoye Razvitiye Leksiki Tyurskih Yazıkov, Moskova: İzd-vo Ah SSSR. RÜSTEMOV, R.E, (1961), Guba Diyaletki, Bakı: Azerb. SSR EA Neşriyatı. Russko-Karaçayevo-Balkarskiy Slovar, (1956), Moskova: İzd-vo «Sovetskaya Ensiklopediya».
Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler_________________ 207
Russko-Nogayskiy Slovar,(1956), Moskova: GİS. Oğuzname ( Emsal-i Mehmedali), (1992), XVI. yy.da yazılmış Türk Atasözleri Kitabı, (hzl. Samed Alizade – vd.), İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. KARAY, Refik Halit, (2002), Bugünün Saraylısı, İstanbul: İnkilap Yayınları. SEVORTYAN, E.V., (1980), Etimoloqiçeskiy Slovar Tyurskih Yazıkov, Moskova: İzd-vo «Nauka». ŞİRELİYEV, M., (1962), Azerbaycan Diyaletkologiyasının Esasları, Bakı: ELM TAHİR, Kemal, (1995), Esir Şehrin İnsanları, İstanbul: Adam Yayınları. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü, (1963) , C.1 , Ankara: Türk Dil Kurumu. http://www.tdkterim.gov.tr/bts/
Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 209–217
BAĞDAD, 1831–1869. Untersuchungen Zur Entwicklung Einer Osmanischen Provinzhauptstadt im 19. Jahrhundert. Mit Bio-Bibliographischem Register [= 19. Yüzyılda Bir Osmanlı Eyalet Başşehrinin Gelişimine Dair Araştırmalar. Bio-Bibliyografik Liste İle ]
Yazar Yayınevi Yer&Yıl Sayfa
: Kerem KAYİ : Peter Lang : Frankfurt am Main 2007 : 526 s.
Yrd. Doç. Dr. Ali CAN Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
Şerife GÜLPINAR Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kevsr.77@hotmail.com
762’de kurulan, 1258 Moğol istilasından sonra çeşitli devletlerin hakimiyeti altında kaldıktan sonra, 1534-1917 arası Osmanlılar ve kısa bir süre 1623-1638 arasında da Safaviler’in egemenliği altında bir şehir olarak yüzyıllar geçiren ve tarihî değerine nispetle bugüne kadar çok az araştırmaya konu olan Bağdat şehri, bu çalışmada, 1534’ten 1917’ye kadarki bütün Osmanlı dönemi içinde, 18311869 yılları arası kesit halinde incelenmektedir. Osmanlı Devleti’nde merkezden uzakta önemli bir vilayet olan Bağdat şehrinin sözü edilen döneme ait genel bir manzarasını ortaya koyan bir şehir araştırması olan bu eserin diğer bir özelliği, bu kökü çok eskiye uzanan belde hakkında yapılan çalışmalar ve kaynak niteliğindeki eserlerin derlendiği bir literatür çalışması niteliği de taşımasıdır. Çalışmanın ana bölümlerinden önce, kitapta geçen tablolar ve sayfa numaralarını gösteren bir tablolar listesi, bibliyografya ve transkripsiyon hakkında verilen bilgilendirme notları ve kısaltmaları içeren kısa bir bölüm yer almaktadır (ss. 916). Beş bölüm halinde düzenlenen kitabın sonunda yer alan Ekler (ss. 385439) ve Literatür (ss.439- 485) kısımları da eserin genel hacmine nispetle önemli bir yekûnu oluşturmaktadır. Konunun anlaşılabilmesi açısından ana bölümler kadar dikkatle okunmaya değen ve ayrı başlıklar altında listelenen ekler ve literatür
210 ____________________________________________Ali CAN – Şerife GÜLPINAR
katalogları kendi içinde ayrıntılı bir tasnifle, konuya ilgi duyan akademik çevreler ve genel okuyucu için oldukça faydalıdır. İlk bölümü oluşturan Giriş kısmında (ss.17-49), XX. Yüzyıl Historiografisinde Bağdat’ın yeri anlatılırken şehrin kadim tarihi ve çeşitli hükümranlıklar altındaki zamanlarına da kısaca değinilmiştir. Çalışmanın amacı ve çalışılan dönemde Bağdat tarihiyle ilgili olarak yazarın faydalandığı arşiv kaynaklarının durumu ve hatırat ile seyahat literatüründen söz edilmiştir. Konu incelenirken Bağdat Osmanlı egemenliğinde bulunan diğer Irak şehirleri ile Ön Asya’da / Türkiye’deki diğer şehirler kıyaslanarak, şehir araştırmalarının gelişiminin de dikkate alındığı belirtilmiştir. Şehir araştırmalarının ‘üvey çocuğu’ olarak nitelenen Bağdat’ın yanında, bugüne kadar Musul hakkında yapılan çok sınırlı çalışmalar dışında Basra, Kerbela, Necef, Süleymaniye, Erbil gibi önemli Irak şehirleri hakkında modern şehir tarihi araştırması olmadığı ifade edilirken, Irak’a dair kötü kaynak durumu ve aynı zamanda Irak arşivlerinde araştırma yapmanın güçlüğünün yeterince eser verilmeyişinde etkili olduğu belirtilmektedir. Osmanlı zamanı Arap ve Türk şehirleri hakkında, tarihi şehir araştırmalarının uzun bir zamandır İslam bilimi, Coğrafya, Arkeoloji ve Tarihi Yapı Araştırması disiplinleri arasında eskiye göre daha etkili devam ettiğini ve bu alandaki çalışmalardaki artan yoğunluğun, makale ve yazıların artan sayısında da rol oynadığını ifadeyle yazar, Bağdat’la ilgili olarak 1962’de kuruluşunun 1200. yıldönümünde çoğu Arapça olmak üzere, İngilizce ve Fransızca yazılmış şiir, makale, literatür çalışması, monografi ve hatta yayımlanmamış materyalin listelendiği geniş bir çalışmanın yanında diğer tarihi ve bibliyografik çalışmalardan da bahsetmektedir. Osmanlı Devleti’nin XIX. yy.’da içinde bulunduğu sıkıntılı durum, imparatorluğun önemli topraklarının kaybı, artan savaş maliyetleri, devleti yeni ve daha köklü tedbirler almaya yöneltti ve “Tanzimat” adı altında reformlar uygulandı. Osmanlı Devleti, halâ elinde olan topraklara yoğunlaşırken, bu anlamda uzak Irak eyaletlerinde de merkezî denetimin yeniden sağlanması gerekiyordu. Bağdat şehri, Müslümanlar için kutsal bir şehir olması yanında, XIX. yy.’ın ikinci yarısından itibaren Ermeni ve Yahudilere yeni vatandaşlık anlayışı içinde ticari imkânlar sunuyor, diğer yandan Hristiyan, Müslüman ve Yahudilere birlikte iş yapma imkanı da veriyordu. Süveyş Kanalı’nın açılması bölgenin ticari faaliyetini ve stratejik önemini artıran bir unsurdu. Bu anlamda bölge İngiltere, Fransa, Rusya gibi dönemin büyük devletlerinin çıkar çatışmalarının yaşandığı bir alan haline gelmişti. Yazar, 1850’lerden sonra Bağdat’ın, arkeolojik çalışmalar yanında turistik değer taşıyan bir şehir olduğunu vurgulayarak, ulaşım ağlarının kurulması ve artan ziraî faaliyetin de şehrin gelişmesinde etkili olduğunu ve pek çok yeni yerleşim alanının kurulduğundan söz etmektedir. Yazara göre çalışmanın amacı, 18311869 arasındaki 40 yıllık dönem içinde çoğulcu toplumuyla Bağdat’ın tarihini bir şehir tarihi çerçevesinde değerlendirmek ve arşiv materyalleri ışığında sözkonusu
Bağdad, 1831 - 1869 _________________________________________________________ 211
dönemde Bağdat’ın tarihi görünümünü/resmini (Geschichtsbild) ortaya koymaktır. Ancak çalışma dönemin Arap ve Osmanlı eyaletlerini içine alan genel bir politik değerlendirme iddiasında değildir. Giriş bölümünde çalışmanın bölümleri ve içerikleri hakkında kısaca izahat yapılmakta ve şu sorulara yanıt aranacağı belirtilmektedir: Tanzimat reformları Bağdat’ta ne ölçüde başarıya ulaştı? Osmanlı elitleri (Osmanlı yöneticileri), dini farklılıklar/zıtlıklar içinde hiyerarşik yönetim yapısını nasıl kurdular? Bağdat’taki yönetim sosyal-politik sorumluluğunu ne ölçüde yerine getirdi? Yazar arşiv kaynakları yanında seyahat ve hatırat literatüründen de faydalandığını ifade ederken, kitabın sonundaki kaynakça kısmının hem bugünkü Bağdat tarihi araştırmalarının durumunu göstermesi, hem de bu bölümün hem okuyucu hem de konuya ilgi duyanlar için kaynak sunmasının önemine değinmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki belge taramasının kendi içindeki bazı zorluklarından bahisle yazar, çalışmanın ancak sınırlı sayıda belgeyi taramaya imkan verdiğini, bu belgeler içinde Hatt-ı Hümayun’lar ve sayısı adı geçen dönemde 160 bine baliğ olan İrade’lerin de bulunduğunu, dolayısıyla Osmanlı idari yapısının, bu seçimin ağırlık noktasını oluşturduğunu dile getirmiştir. Bir diğer kaynak olarak; çeşitli sebeplerle Bağdat’ta bulunmuş, değişik meslek ve kesimden şahsiyetin kaleme aldığı seyahat ve hatırat kitaplarının da kullanıldığı ifade edilmiş, ayrıca kitabın sonunda doğu ve batı dillerindeki seyahatnamelerin künyesi tablo halinde gösterilmiştir (s.437). Coğrafya ve Topografya adını taşıyan ikinci bölüm (ss.51-111); Coğrafi Konum, Ulaşım Yolları, Bağlantılar ve Vasıtaları, Dicle Nehri, Su Temini, XIX. Yüzyılda Bağdat’ın Topografyası ve Bağdat Köprüsü alt başlıklarına ayrılmıştır. Şatt’ül Arab’ın kalbi olarak tavsif edilen Dicle kenarındaki Bağdat’ın tabii olarak çevreden izole olmuş coğrafi konumu, yaşamı oldukça güçleştiren sıcaklıkları ve sık sık yaşadığı su taşkınlarından söz edilerek, şehir halkının ve merkezden gönderilen valilerin bu sorunların üstesinden gelebilmek için gösterdikleri çabalar anlatılmıştır. Özellikle Dicle nehrinde oluşan taşkınların ekili alanlar üzerinde olduğu kadar, ulaşım ve salgın hastalıkların baş göstermesinde de etkili olan zararlarından bahisle, soruna tam bir çözüm getirmeyen tedbirlerin yanında inşa ettirilen setlerin tamirat ve yapımları konusundaki mali zorluklar anlatılmıştır. Alt bölümün sonunda yer alan tabloda yıllara göre yapılan setler ve kanallar verilmiştir. Bağdat’tan civar şehirlere ulaşım güzergahları, o dönemde kullanılan ilkel ve modern denebilecek kara ve nehir ulaşım araçlarından söz edilirken yazar, Bağdat’tan Musul’a, Hille’ye, Halep’e veya Akdeniz’e yolculuğun, çeşitli vasıtalarla kaç gün sürdüğünü de vererek, dönemin resminin okuyucunun gözünde canlanmasına yardım etmektedir. XX. yy. başına kadar su temininin tam olarak sağlanamadığı Bağdat’ta Dicle’den sağlanan suyun ilkel yollarla insanların kullanımına sunulduğu vasıtalardan
212 ____________________________________________Ali CAN – Şerife GÜLPINAR
bahsedilmiştir. İçme ve kullanma suyunu evlere ve diğer mekânlara kadar ulaştıran vasıtalar içinde özellikle sebiller geniş yer tutmaktadır. Yerleşim birimleri ve ibadethanelerde inşa edilen bu sebillerin sayıları ve yapılış zamanları da verilmiştir. Kartografik ve topografik çalışmaları anlatan bölümde 1534’ten 1917’ye kadar Bağdat için çıkarılmış haritalar, ölçekleri ve eser sahipleri ile birlikte tablo halinde verilmiştir (s.80, 81, 82). Bu bölümde şehrin iki ana kısmı olan doğudaki Rusafa ve batı kısmına verilen adla Karh bölgeleri ele alınmıştır. Bu kısımdan edinilen bilgiler arasında; her iki bölgede şehre girişi sağlayan dört veya beş ana giriş kapısının bulunduğu, Rusafa’da XI. yy.’dan itibaren şehir kalesi yapılmışken Karh’ta 1800’e kadar kale olmadığı, Kölemenler tarafından yapılan kalenin ise su baskınlarıyla yıkıldığı gibi veriler de bulunmaktadır. Bağdat Köprüsü’nü geçince girilen Rusafa’da eyalet valilerinin oturduğu konutlar, cami, kışla gibi yapıları içine alan bina kompleksleri ile idare binalarının ve okulların bulunduğu, Bağdat’ın en kilit mahallesi olan Meydan Mahallesi bulunmaktadır. Evlerin yapı malzemesi tuğladır. Binaların zayıf malzemeden yapılmış olmaları 1831’deki sel baskınında Rusafa’nın yarısının yıkıma uğramasına sebep olmuştur. Bu afet aynı zamanda çok değerli Memlüklü saraylarını da yerle bir etmiştir. Rusafa bölgesinin anlatıldığı bölümde mahalleler ve şehrin caddeleri de ele alınmıştır. Cami, kilise ve sinagoglar etrafında dini ve etnik temelde kümelenen mahallelerin bu dönemdeki sayısı hakkında farklı rakamlar bulunmakla beraber seyyahların aktardığına göre bu sayı 70 ila 90 arasındadır. Şehrin Sünni Müslüman nüfusunun yanında Şiiler açısından da kutsal beldeler olan el Kazımıyye ve Kerbela’ya giden hac yolunda bir şehir olması sonucu Bağdat’ın Şii yerleşimcilerle nüfusunun arttığı belirtilmektedir. XX. yy.’a kadar planlı bir düzenleme yapılamayan şehrin caddeleri ve bağlantı yollarını plansız da olsa düzenleme çalışmalarının Mithat Paşa ve geç dönem Osmanlı valileri tarafından yapıldığı belirtilerek bu konuda Osmanlı’dan sonraki modern düzenlemelerden de söz edilmiştir. Şehirde 1885’e kadar konaklanacak bir otelin bulunmaması da ilginç bir anekdottur. Bağdat Köprüsü’nü anlatan kısımda köprünün dayanıksız malzemeden yapısının kullanımını zorlaştırdığı, seller ve güçlü rüzgârlar karşısında tahrip olabilen köprüyü yenileme çabalarının maddi sebeplerden yapılamadığı ifade edilmiştir. Mithat Paşa döneminde başlayan tamir ve yenileme çalışmalarının ise daha sonra da devam ederek, 1917’de İngiliz işgali ve Kraliyet döneminde köprünün modern ölçülerde yenilendiğini çalışmadan öğreniyoruz. Vilayetin Yönetimi ve Yönetimi İlgilendiren Alanlar /Yönetim Unsurları (ss.113-215) adını taşıyan üçüncü bölümün alt başlıkları; Bağdat Vilayetinin Eyalet Olarak Yönetim Unsurları, Bağdat Valileri ( Her vali ayrı başlık altında ele alınmıştır.), Askerî Durum, Finansal Durum, Hukukî Durum. Bölümün başında Bağdat’ın tarihine de değinilerek yönetim yapısı ve XIX. yy.’da bu yönetsel durumda meydana gelen değişim ve idaredeki hiyerarşi anla-
Bağdad, 1831 - 1869 _________________________________________________________ 213
tılmıştır. Osmanlı’nın 1534’te aldığı Bağdat, merkez sancak olan Bağdat şehrinin yanında Musul, Basra ve daha pek çok şehri barındıran, coğrafi sınırları neredeyse bugünkü Irak’a eşit olan bir Eyalet idi. XIX. yy.’da adı ‘Vilayet’ olarak değişmiş ve alt birimlere ayrılmıştır. Bu idari birimler -sancak/ livalar, kazalar ve nahiyelerisimleri ve kuruluş tarihleri ile birlikte liste halinde verilmektetir. Tanzimat’tan itibaren değişen yönetim yapısı içinde valilerin ve onların maiyetinde çalışan ve her biri eyalet içinde otorite sahibi olan ‘Müşir’, ‘Kadı’ ve ‘Defterdar’ gibi memurların hiyerarşisinden ve maaşlarından söz edilmiş, valinin İstanbul’daki temsilcisi konumunda olan ‘Kapı Kethüdaları’ndan da bahsedilerek ilgili dönem içinde görev yapanların isimleri ve dönemleri de aktarılmıştır. Vilayet idaresinde önemli görevleri olan bu memurlar yanında valinin yanında işlerini görmede ona yardımcı olan başkâtip, musarrıf, postacı vs. görevlilerden de bahsedilmiştir. 1831 ile 1872 arasında Bağdat’ta en kısası 6 ay, en uzunu 11 yıl görev yapan 11 vali ayrı konu başlıkları halinde düzenlenmiştir (ss.131-182). 1831’de Memluklüler’den sonraki ilk Osmanlı valisi olan Laz Ali Rıza Paşa’dan en son 1869-1872 yıllarında görev yapan Ahmet Mithat Paşa’ya kadar Bağdat valilerinin vilayette yaptıkları işler yanında kişisel özellikleri, kökenleri, daha önceki görevleri, görevlendirilmeleri ile görevden alınmaları, aldıkları eğitim, ilgi alanları, halk üzerindeki etki ve popülariteleri de kısaca anlatılmıştır. Çoğu asker kökenli ve Avrupa’da eğitim almış olan Osmanlı’nın bu yüksek memurlarını en çok uğraştıran siyasi gailenin Arap kabileleriyle mücadele olduğu görülmektedir. Ayrıca şehrin geçirdiği su taşkınları ve salgın hastalıklar da yaşamı zorlaştıran ve valileri uğraştıran sorunlar arasında yer almaktadır. Kitapta sözü edilen Bağdat ve diğer vilayet şehirlerindeki imar faaliyetleri arasında nehirler üzerinde setler, yeni idare bina ve kompleksleri, kışla, karakol, tekke, köprü imar ve projeleri vs. yer almaktadır. Ancak vilayetin gelişmesine hizmet eden faaliyetlere kimi zaman hiç rastlanmazken bazı dönemlere ise pek çok iş sığdırıldığı görülmektedir. Mesela rüşvet gibi idareyi yozlaştırıcı kimi yöntemlerin etkili olduğu dönemler – Mustafa Nuri Paşa – olmakla beraber, Mithat Paşa gibi olağanüstü kişisel çabasıyla şehri tarihinde görülmemiş bir ihya ve imara kavuşturan valiler de bulunduğunu görüyoruz. Yönetsel alanda; ilk kez tesis edilen Meclisi Şura, Meclis-i Kebir gibi katılımcı organlar, idari hiyerarşi, memurların ücretleri gibi konulara da değinilen eserde ayrıca Valilerin Bab-ı Ali ile yazışmalarından ve ilişkilerinden merkezi hükümetin vilayet üzerindeki merkeziyetçi çabası gözlemlenebilmektedir. Valilerle ilgili bölümde şehirdeki bütün idari, ticari faaliyet ve yapıonarım işleri ayrıntılı olarak verilmemekle beraber okuyucuda dönemle ilgili genel bir malumat ve kanaat oluşturmaktadır. Üçüncü bölümün sonunda vilayetin askerî, finansal ve hukuksal durumu anlatılmaktadır. Askerî gelişmelerle ilgili olarak; şehirde kurulan modern birliklerden bahisle, şehrin askerî yapısında ve Irak ordusunun modernleşme sürecinde önemli bir gelişme olarak Altıncı Ordu’dan bahsedilmiştir. Ordunun idâri ve mâli anlamda İstanbul hükümetiyle olan ilişkileri hakkında bilgi verilirken, Irak halkın-
214 ____________________________________________Ali CAN – Şerife GÜLPINAR
dan da pek çok kişinin görev aldığı belirtilen Altıncı Ordu’da vazife alanlarla ilgili önemli bilgilerin edinilebileceği bir kaynak olarak Askerî Salnâmeler gösterilmektedir. Hem yönetim kademesinde müşir ve ferik rütbesiyle görev almış ordu komutanları hem de Irak Ordu Meclisi’nde bulunmuş reis ve azalar, hizmet yıllarıyla birlikte grafik içinde gösterilmiştir. Finansal sahada vilayetin en yetkili ismi olan Defterdar ve onun sancak ve kazadaki mümessilleri olan memurların görevlerinden bahsedildiği bölümde vilayetin mali idaresi anlatılmıştır. Bağdat Almanaklarında (diğer adıyla SalnâmelerYıllıklar) şehir yönetiminde en etkili isimler (erkân-ı vilayet) arasında geçen defterdarların Bab-ı Âli nezdindeki etkinlikleri, merkezî hükümetle ilişkileri ve etkileşimleri de anlatılmaktadır. Bağdat’ta görev yapan defterdarların kısa biyografileri de bu bahse dahil edilmiştir. Vilayetteki hukukî durumla ilgili olarak en üst yargı mercii olan molla ya da kadı ve yardımcıları olan naib’lerin görevlerinden bahsedilirken, Müslüman cemaati dışında Hristiyan ve Yahudilerin de kendi cemaat mahkemeleri olduğu zikredilmektedir. Bölüm vilayette görev yapmış kadıların listesi ile sonlanmıştır. Çalışmanın dördüncü bölümü XIX. Yüzyılda Bağdat Şehir Halkı (ss. 215314) başlığı altında; Nüfus sayımı ve Demografik Gelişme, Bağdat’ta Mukim Halk, Müslümanlar, Nakib’ül Eşraf, Yahudiler, Hristiyanlar, Ermeniler, Persler, Avrupalılar olarak yedi alt başlık halinde düzenlenmiştir. Bağdat’ın demografik gelişim ve nüfusuna ilişkin bilgi edinmede ilk kez 1881’deki sadece erkek nüfusunun dikkate alındığı nüfus sayımına kadar lokal düzeyde askere alma, yeni vergiler koyma gibi gayelerle yapılan sayımlar ile seyahat ve konsolos raporlarının kaba tahminler yapmak üzere kullanılabileceği ifade edilmiştir. Farklı kaynaklarda 90 binle 200 bin aralığında sayıların zikredildiği aktarılarak bu dönemde şehir nüfusuna etki eden en büyük etkenlerin çeşitli felaket ve epidemiler (salgın hastalıklar) olduğu, özellikle kolera ve vereme çok sayıda kurban verildiği anlatılmaktadır. Bu anlamda bu salgın hastalıklarla mücadele ve alınan tedbirlerle 1860’lardan sonra nüfusun yeniden artmaya başladığı ve giderek Bağdat’ın dünyanın en büyük şehirleri arasına girdiği aktarılmaktadır. Alt bölümün sonunda yine yapılan izahata yardımcı olan ve XIX. yy. başından XX. yy. başına kadar şehrin nüfus değerlerini seyyahların tahminleri ve salnamelerden alınan bilgiler doğrultusunda gösteren bir liste yer almaktadır. Bağdat’ta oturan ve şehrin mozayiğini oluşturan farklı dini ve etnik cemaatlerin anlatıldığı ‘Bağdat’ta Mukim Halk’ alt bölümünde bu camaatlerin oturdukları mahalle ve muhitler, bu muhitlerin seçiminde etkili olan sebepler, sosyal yaşamda, sanatsal ve resmi sahada kullanılan diller, cemaatlerin özellikle hangi meslek dallarında çalıştıkları gibi konular anlatılırken halkın eğitim düzeyi ve açılan okullara da kısaca değinilmiştir. Şehirdeki Müslüman grup arasında şehirli olanlar ve aşiret halinde yaşayanlar ile Şii ve Sünniler arasındaki ayrılıktan söz edilmiştir. Uğraşı alanları anlatılırken özellikle isim yapmış tüccar ailelerinin faaliyetleri, etnik grup ve ailelerin şehir yaşamındaki etkinlikleri ile idareyle ilişkileri yanında sanatçılar, okul
Bağdad, 1831 - 1869 _________________________________________________________ 215
ve eğitim durumu hakkında da bilgi verilmektedir. İlmiye sınıfından da söz edilerek XIX. yy. boyunca nam yapmış ulemâ kitabın sonundaki ekler kısmında listelenmiştir (s.421). İlgili dönemdeki Müslüman halkın nüfus değerleri alındığı kaynaklarla birlikte sunulmuştur. Şehrin seçkin ve önde gelen aileleri ‘Nakîb-ül Eşraf’ başlığı altında anlatılmıştır. Abdülkadir Geylani’nin soyundan gelen Bağdat’ın bu köklü ailesinin sosyal ve politik etkileri anlatılırken valilik mertebesine çıkmış “Nakîbler”’den örnekler verilmiştir. Merkezi hükümetin de kendilerine önem ve değer verdiği bu prestijli zümrenin yerel idareyle ilişkileri, yaşamları ve şehre yaptıkları hizmetlerden bahsedilmekte, yıllar içindeki nakîblerin isimleri tablo içinde gösterilmektedir. Yahudiler bahsinde ise kısa tarihleri, Irak’ta yaşadıkları şehirler, Bağdat’ın Yahudi cemaat için önemi, Bağdat valilerinin ve şehrin diğer ahalisinin cemaatle genellikle iyi olan ilişkileri anlatılmıştır. Şehrin ticaret ve ekonomisinde önemli bir role sahip olan Yahudiler’in iktisadi faaliyetleri, Hahambaşılık kurumunun ortaya çıkışı açıklanırken Tanzimat Fermanı’yla birlikte gelişen özgürlük ortamının etkisi de zikredilmektedir. Yine bilhassa gayrimüslim halka tanınan serbestinin eğitim sahasındaki yansıması olarak açılan okullar ve diğer eğitim kurumlarından söz edilirken Avrupa’da yetişen modern Yahudiler ile yerli cemaat üyelerinin geleneksel anlayışları arasındaki ayrılığın, çoğu toplumda geçiş dönemlerinde rastlanan modern-geleneksel çatışmasına benzer biçim arzettiği görülmektedir. ‘Hristiyanlar’ başlığı altında, Hristiyan cemaatinin Bağdat’taki geçmişi üzerinde durularak, özellikle Osmanlı dönemi ve XIX. yy.’ı kapsayan dönemin yeterince çalışılmadığı ifade edilerek Oryantalist ve seyyahların eserlerinde Bağdat’ın bir İslam şehri olarak sunulmasına koşut olarak Hristiyan varlığının üzerinde fazla durulmadığına dikkat çekilmiştir. Şehrin en küçük dini grubunu teşkil eden Hristiyanların yüzyıl boyunca artan nüfus değerleri hem genel olarak hem de mezhepler bazında tabloyla gösterilmiştir. Hristiyanlar içinde en kalabalık grubu teşkil eden Ermeniler dördüncü bölümün bir diğer alt başlığı olarak ele alınmıştır. Bağdat Ermenileri hakkında çalışmaların yetersiz olduğu aktarılırken bunun istisnası olan bir-iki eser zikredilmiştir. Tarihsel olarak şehre yerleşmeleri ve şehirdeki Ermeni cemaatinin oluşum süreci, meslekî meşgaleleri, ticari ve ekonomik alanda Yahudiler’le rekabetleri gibi konular yanında seyyahların tahminleri doğrultusunda Ermeni nüfusu ile bu sayıyı etkileyen faktörler arasında özellikle vebadan söz edilmiştir. Açılan kilise ve okullar ile eğitim faaliyetlerine de değinilmiştir. Şehirdeki Persler (Şiiler) özellikle bu kesim üzerinde dinî ve siyasi büyük etkisi olan Safavi Devleti ile ilişkiler çerçevesinde anlatılmıştır. Şii hacılar dışında İran’dan gelen muhalifler, Şah’ın Bağdat’a yaptığı ziyaret de değinilen konular arasında yer almaktadır Bu bölümün son başlığı ‘Avrupalılar’. Konsolosluklarda bulunan veya çeşitli sebeplerde Avrupa ülkelerinden Bağdat’a gelen yabancılar ile bunlar arasında öne çıkan bazılarının kişisel özellikleri ve hayat hikâyeleri anlatılmaktadır. Çalışmanın beşinci ve son bölümüne adını veren başlık olan Yapılar (ss. 315- 380) bahsinde; 1831: Yeni Bir Yapı Tarihi Döneminin Başlangıcı Mı?, Yöne-
216 ____________________________________________Ali CAN – Şerife GÜLPINAR
tim Binaları ve Askerî Yapılar, Camiler, Sinagoglar , Kiliseler, Ticarî Yapılar, Hamam ve Kahvehaneler alt başlıklar halinde ele alınmıştır. Bağdat’taki yönetsel ve askeri yapıların ele alınan dönemdeki yenileme ve tamir çalışmaları anlatılırken özellikle su baskınlarının binalara verdiği zararlar yanında askeri, finansal ve yönetsel şartların elzem kıldığı modernizasyon tedbirleri için finansal destek isteyen valilerin merkezle yazışmalarına ve valilerin faaliyetlerine değinilmiştir. Saray ile hükümet binalarının onarımı yanında yeniden yapılma aşamaları anlatılırken binalardaki Avrupaî modern stil tasvir edilmektedir. İdarî, askerî binalardaki yenileme çalışmalarının tablo içinde kronolojik olarak gösterilmesi konunun özetini de sunmaktadır. Bağdat camilerinin anlatıldığı bölümde; bu yapıların yapımı ve yenilenmeleri hakkında bilgiler verilirken camilerin mimari karakteristiği üzerinde etkisi bulunan unsurlara değinilmiş, şehirdeki önemli camiler zikredilmiştir. 1870’te Mithat Paşa resmi devlet okullarını açana kadar gayri-resmi olarak eğitim veren mektep ve medreselerdeki eğitim sürecinin özellikleri üzerinde durulmuştur. 1534’ten önce inşa edilenler de dahil olmak üzere 1903 tarihine kadar yapılan cami ve medreseler uzun bir liste halinde sıralanmaktadır. Camilerle ilgili bölümün sonunda XIX. yy.’da Bağdat’ta bulunan kütüphaneler kitap sayıları ile birlikte aktarılmaktadır. Sinagoglarla ilgili olarak; XIX. yy.’da Bağdat’taki Sinagogların sayısı dışında yapısal tasviri konusunda seyahat kitaplarının geniş bilgi vermediği anlaşılmaktadır. 1839 Tanzimat’ın ilanı ve özellikle 1856’dan sonra sağlanan serbestî ortamında sayıca giderek artan musevî ibadethanelerinden önemli olanları zikredilerek bazı yapısal özellikleri anlatılmıştır. ‘Kiliseler’ bahsinde ise Hristiyanlık içinde etnik ve mezhepsel bakımdan birbirinden ayrılan kiliseler ayrı başlıklar halinde anlatılmıştır. Her cemaatin padişah beratıyla açtığı kendi kilisesinin, çoğu zaman yanındaki okul, kütüphane vs. ile beraber oluşturduğu komplexler ile mimari özellikleri, finansmanları gibi konular yanında birbirinden bağımsız denebilecek dinî kurumlar olarak ortaya çıkış ve gelişmeleri de anlatılmıştır. Şehirdeki ticari iş ve muamelelere mekan olan hanlar ve pazar yerlerinin anlatıldığı ‘Ticarî Yapılar’ bölümü içinde XIX. yy.’da şehrin doğu ve batı yakasındaki bütün han ve pazarların isimleri yer almaktadır. Sosyal yaşamın canlı birer öğesi olan ve özellikle kadınların gittiği hamamlar; bulundukları mahalleler, yapı malzemeleri, mimari özellikleri ile seyyahların ve bu konudaki eser sahiplerinin tasvirleri vasıtasıyla aktarılmaktadır. Yazar hemen her bölümde yaptığı gibi Bağdat hamamları konusunda da ulaşılabilen verileri çalışmanın hacmi ve kapsamı nispetinde aktarırken bir yandan okuyucuyu mevcut kaynaklar hakkında bilgilendirmekte, öte yandan konu hakkında kaynakların yetersizliği ve diğer sebeplerle izahata kavuşamayan karanlıkta kalan yanlarını da okuyucuyla paylaşmaktadır. Kahvehanelerin anlatıldığı kısım beşinci bölümün son alt başlığını oluşturmaktadır. Yine sosyal yanı olan bir mekan olan kahvehanelerin yapısal ve mekana ilişkin tarafları ile buralardaki insanî manzaralar tasvir edilmiştir. Bağdat’taki hamamların ve kahvehanelerin tek tek isimleri ve kaynaklara göre sayıları tablo içerisinde aktarılmadır.
Bağdad, 1831 - 1869 _________________________________________________________ 217
Sonsöz’den sonraki Ekler kısmının başında Bağdat ile ilgili olan kişi ve ailelerin bibliyografyasının listelendiği ve haklarında kısa, özet bilgilerin verildiği bölüm gelmektedir. XIX. yy.’daki Bağdat ulemâsını, şairlerini, hattatlarını gösteren tablolar da bu kısımda yer almaktadır. Yine bu bölümde şehirde bulunmuş seyyahların, misyonerlerin ve diplomatların burada ikamet ettikleri tarih aralıkları ve yayınlanmış eserleri listelenmiştir. Kitapta geçen Tablolar Fihristi son başlıktır. Bundan önceki Bibliyografya bölümünde ise, temel alınan birincil kaynaklar olan arşiv dökümanları, bibliyografya yayınları, yayınlanmış gazeteler, almanaklar, biyografiler, otobiyografiler, mektuplar, günlükler (Türkçe, Arapça, Osmanlıca ve diğer dillerde), seyahat literatürü, literatür çalışmaları gibi kaynaklardan çok geniş bir yelpaze içinde istifade edildiği görülmektedir. Ayrıca faydalanılan ikincil kaynaklar da verilmiştir. Bütün bu özellikleriyle sözkonusu eser, Osmanlı Devletinin önemli merkezlerinden olan ve günümüzde bu önemini koruyan Bağdat şehrinin Osmanlı Dönemindeki tarihini değişik yönlerden ele alması, kapsamlı bir literatür analizi yapmış olması ve bilhassa konuyla ilgili bir boşluğu doldurması açısından takdire değer bir çalışmadır. Akademik çevrelere ve konuya ilgi duyan kesimlere çok yönlü istifade olanakları sunmaktadır
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Yayın ilkeleri
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, yılda iki defa yayınlanan hakemli ve bilimsel bir dergidir. Amaç, İçerik ve Yazım Dili Dergide sosyal bilimlerle ilgili bilimsel nitelikli makale, derleme, çeviri, inceleme, tanıtma yazıları ve bildiri metinleri gibi özgün çalışmalara yer verilir. Yazılarda araştırmaya dayalı olma, alana katkı sağlama, yeni ve farklı gelişmeleri irdeleme ölçütleri dikkate alınır. Derginin yayın dili Türkçe’dir. Ancak yabancı diller bölümüne mensup yazarlar kendi alan dillerini de kullanabilirler. Edebiyat Fakültesi Dergisi’ne verilen makaleler, daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere kabul edilmemiş olmalıdır. Kongre ve sempozyum bildirilerinde toplantının adı, yeri ve tarihi belirtilmelidir. Bir araştırma kurumu/kuruluşu tarafından desteklenen çalışmalarda, söz konusu kurumun/kuruluşun ve projenin adı, varsa, tarihi ve sayısı dipnotla belirtilmelidir. Yazıların Değerlendirilmesi Yazılar (çeviriler orijinal metinleriyle birlikte) üç nüsha halinde disket ya da CD’ye kaydedilerek editör veya yardımcılarına teslim edilir. Bunların ikisinde yazarı tanıtan isim ve akademik unvan yer almaz. Editörler tarafından ön elemeye tâbi tutulan yazılar, içerik ve biçim bakımından incelenmek ve değerlendirilmek üzere en az iki hakeme gönderilir. Gönderilen makalenin kime ait olduğu konusunda hakemlere, makaleyi değerlendiren hakemlerin kimlikleri hakkında ise yazar(lar)a bilgi verilmez. Hakem raporları gizlidir ve beş yıl süreyle saklanır. Hakemlerden olumlu rapor alamayan makaleler yayınlanmaz ve yazar(lar)ına geri verilmez; bu konuda idarî ve adlî sorumluluk kabul edilmez. Hakemler tarafından düzeltme istenen makaleler ise, gerekli değişiklikler için yazar(lar)ına gönderilir. Yazarlar, hakemlerin ve editörün istek, öneri ve uyarılarını dikkate alırlar; ancak katılmadıkları hususlara ve hakem kararlarına gerekçelerini belirtmek kaydıyla itiraz edebilirler. Bu durumda başka bir hakemin görüşüne başvurulur. Düzeltilmiş metni, belirtilen süre içinde dergiye ulaştırmak yazarın sorumluluğundadır. Editör, yayınlanacak yazılarda esasa yönelik olmayan küçük düzeltmeler yapabilir. Hakem raporlarından birinin olumlu, diğerinin olumsuz olduğu durumlarda yazı üçüncü bir hakeme gönderilir. Yayınlanan makalelerin her türlü telif hakkı Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’ne, hukukî ve ilmî sorumlulukları ise yazara aittir. Dergide yayınlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Makalenin Yapısı ve Yazım Kuralları
1) Başlık Yazının içeriğini kısa, açık ve yeterli ölçüde yansıtacak nitelikte olmalı, büyük harflerle ve koyu yazılmalı, on beş kelimeyi geçmemelidir. 2) Yazar Ad(lar)ı ve Adres(ler)i Yazının başlığını ortalayacak şekilde olmalı, soyadın tamamı büyük harflerle yazılmalı, yazarın unvanı, kurumu ve elektronik posta adresi belirtilmelidir. 3) Özet ve Anahtar Kelimeler Türkçe özet çalışmanın amacını, kapsamını ve sonuçlarını yansıtmalıdır. Özet, yüz-yüz elli kelime arası uzunlukta olmalı, özetin bir satır altına en az üç, en fazla sekiz kelimeden oluşan Türkçe anahtar kelimeler yazılmalıdır. Ayrıca özetin, başlığın ve anahtar kelimelerin İngilizceleri de bulunmalıdır. Yabancı dilde yazılan makalelerde de Türkçe ve yazılan dilde başlık, özet ve anahtar kelimeler yer almalıdır. Yabancı dildeki özetlerde dil yanlışları olmamasına özen gösterilmelidir.
________________________________________________ Edebiyat Fakültesi Dergisi 220
4) Ana Metin Makaleler, IBM uyumlu bilgisayar ve Microsoft Word yazılım programı kullanılarak otuz sayfayı geçmeyecek şekilde yazılmalıdır. Sayfa yapısı A4 ebadında, kenar boşlukları sağdan, soldan, üstten ve alttan 3 cm olmak üzere, 1,5 satır aralığıyla, iki yandan hizalı ve paragraf arası boşluğu, öncesi ve sonrası 3 nk olacak şekilde ayarlanmalı ve sayfa numarası verilmelidir. Makalede Times New Roman yazı karakteri kullanılmalı, satır sonunda heceleme yapılmamalıdır. Paragraf başlarında “TAB” tuşu yerine “ENTER” veya “RETURN” tuşu kullanılmalıdır. Noktalama işaretleri kendilerinden önceki kelimelere bitişik yazılmalıdır. Söz konusu işaretlerden sonra bir harflik boşluk bırakılmalıdır. Çalışma, dil bilgisi kurallarına uygun olmalıdır. Yazıda en son çıkan TDK İmlâ Kılavuzu esas alınmalı, açık ve yalın bir anlatım yolu izlenmeli, amaç ve kapsam dışına taşan gereksiz bilgilere yer verilmemelidir. Makalenin hazırlanmasında geçerli bilimsel yöntemlere uyulmalı, çalışmanın konusu, amacı, kapsamı, hazırlanma gerekçesi vb. bilgiler yeterli ölçüde ve belirli bir düzen içinde verilmelidir. Bir makalede sıra ile özet, ana metnin bölümleri, kaynakça ve (varsa) ekler bulunmalıdır. “Giriş”, “Sonuç” gibi başlıklar kullanıp kullanmama, çalışmanın türüne ve konunun gereğine bağlıdır. Fakat makalenin bir sonuç paragrafı bulunmalıdır. “Sonuç” araştırmanın amaç ve kapsamına uygun olmalı, ana çizgileriyle ve öz olarak verilmelidir. Metinde sözü edilmeyen hususlara “sonuç”ta yer verilmemelidir. Belli bir düzen sağlamak amacıyla ana, ara ve alt başlıklar kullanılabilir. Ana başlıklar: Tamamı büyük harflerle ve koyu yazılmalıdır. Ara başlıklar: Tamamı koyu olarak yazılacak; ancak her kelimenin ilk harfi büyük olacak ve başlık sonunda satırbaşı yapılacaktır. Alt başlıklar: Tamamı koyu olarak yazılacak; ancak başlığın ilk kelimesindeki birinci harf büyük sonraki kelime/kelimelerin ilk harfi küçük olacak, başlık sonuna iki nokta (üst üste) konularak yazıya aynı satırdan devam edilecektir. Şekil, tablo ve fotoğraflar: Şekil, tablo ve fotoğraflar yazım alanı dışına taşmamalı, gerekiyorsa her biri ayrı bir sayfada yer almalıdır. Şekil ve tablolar numaralandırılmalı ve içeriğine göre adlandırılmalıdır. Numara ve başlıklar, şekillerin altına, tabloların üstüne gelecek biçimde kelimelerin yalnızca ilk harfleri büyük olarak yazılmalı, ayrıca küçültmede ve basımda zorluk çıkarmaması için siyah mürekkeple, düzgün ve yeterli çizgi kalınlığında aydınger veya beyaz kâğıda çizilmelidir. Tablolar, “WORD” programındaki tablo komutuyla yapılmalıdır. Zorunlu durumlarda ise “EXCEL” tabloları kullanılabilir. Gerektiğinde açıklayıcı dipnotlar veya kısaltmalar, şekil ve tabloların hemen altında verilmelidir. Resimler, parlak, sert (yüksek kontrastlı) fotoğraf kâğıdına basılmalıdır. Ayrıca şekiller için belirlenen kurallara uyulmalıdır. Şekil, tablo ve resimler on sayfayı aşmamalıdır. Teknik imkâna sahip yazarlar, şekil, tablo ve resimleri, aynen basılabilecek nitelikte olmak şartıyla metin içindeki yerlerine yerleştirebilirler. Bu imkâna sahip olmayanlar, metin içinde bunlar için aynı boyutta boşluk bırakarak, içine şekil, tablo ve resmin numarasını yazmalıdırlar. Kaynak Gösterme (Atıflar): Makalede yapılacak atıflar, ilgili yerden hemen sonra, parantez içinde yazarın soyadı, eserin yayın yılı ve sayfa numarası sırasıyla verilmelidir. Örnek: (Okay, 1990: 28) • Birden fazla kaynak gösterileceği durumlarda eserler aynı parantez içinde, en eski tarihli olandan yeni olana doğru, birbirinden noktalı virgülle ayrılarak sıralanır. Örnek: (Gökyay, 1982: 120; Okay, 1990: 28) • İki yazarlı kaynaklarda, araya tire işareti (-) konulur. İkiden fazla yazarlı kaynaklarda ise ikinci yazarın soyadından sonra “vd.” kısaltması kullanılmalıdır. Örnekler: (ŞafakÖz, 2003: 15), (Barutçu-Aydemir vd., 2005: 157) • Yazarın adı, ilgili cümle içinde geçiyorsa, parantez içinde tarih ve sayfanın belirtilmesi yeterlidir. Örnek: (1990: 28) • Yazarın aynı yıl yayınlanmış iki eseri, yayın yılına bir harf eklenmek suretiyle ayırt edilir. Örnekler: (İlhan, 2003a: 25), (İlhan, 2003b: 58) • Soyadları aynı olan iki yazarın aynı yılda yayınlanmış olan eserleri, adların ilk harflerinin de yazılması yoluyla belirtilir. Örnekler: (Demir, A., 2003: 46), (Demir, H., 2003: 27)
Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dergisi Yayın İlkeleri _________________________ 221
Ulaşılamayan bir yayına metin içinde atıf yapılırken, bu kaynakla birlikte alıntının yapıldığı eser şu şekilde gösterilmelidir: Örnek: (Köprülü, 1911: 75’ten aktaran; Çelik, 1998: 25) • El yazması bir eser kaynak gösterilirken, müellif veya mütercim adından sonra [yz.] kısaltması konmalı, varak numarası örnekteki gibi belirtilmeli ve tam künye kaynakçada gösterilmelidir. Örnek: (Ahmedî, [yz.], 1410: 7b) • Arşiv belgeleri kaynak gösterilirken, metin içindeki kısaltma örnekteki gibi olmalı, açılımı kaynakçada verilmelidir. Örnek: (BCA, Mühimme 15: 25) Not: Alanlarında daha çok klasik atıf sistemi esas alınan bilim dallarında, yazarların isteği üzerine söz konusu sistem de uygulanabilir. Dipnotlar: Dipnotlar, sadece yapılması zorunlu açıklamalar için kullanılır ve “DİPNOT” komutuyla otomatik olarak verilir. Buradaki atıflar da parantez içinde yazarın soyadı, eserin yayın yılı ve sayfa numarası gelecek şekilde düzenlenmelidir. Örnek: (Kaya, 2000: 15) Alıntılar: Makalede birebir yapılan alıntılar tırnak içinde verilmeli ve alıntının sonunda kaynağı parantez içinde belirtilmelidir. Beş satırdan az alıntılar cümle arasında italik olarak, beş satırdan uzun alıntılar ise sayfanın sağından ve solundan 1 cm içeride, blok hâlinde italik olarak verilmelidir. Birebir olmayan alıntıların sonunda sadece parantez içerisinde kaynak gösterilmelidir. Kaynakça: Makalede kullanılan bütün kaynaklar “Kaynakça”ya alınmalı, makalenin konusu ile ilgili olsa dahi, yazıda değinilmeyen belge ve eserler kaynakçaya dâhil edilmemelidir. Kaynaklar ana metnin sonunda yazar soyadlarına göre (Soyadı kanunundan öncekiler için yazar adı esas alınır.) alfabetik olarak verilmelidir. Eser adları italik yazılmalıdır. a) Kitap ve kitap niteliğindeki eserler • Yazarın soyadı, adı, (basım yılı), kitabın adı, basıldığı şehir: yayınevi. Örnek: ÖKE, Mim Kemal, (1983), İngiliz Casusu Prof. Arminius Vambery’nin Gizli Raporlarında II. Abdülhamit ve Dönemi, İstanbul: Doğuş Matb. • Eserin hazırlayıcısı, editörü, çevireni varsa, kitap adından sonra parantez içinde aşağıdaki gibi verilir: Yazarın soyadı, adı, (basım yılı), eserin adı, [hazırlayanın (hzl.), editörün (ed.) veya çevirenin (çev.) adı soyadı], basıldığı şehir, yayınevi. Örnek: Mevlana, (2005), Mesneviden Seçme Öyküler, (hzl. Selim Gündüz Alp), İstanbul: Zafer Yay. • Mülakat ve röportajlarda yazar adı olarak bunları yapan kişiler verilir. Örnek: UYSAL, Sermed Sami, (1954), “Bayan Münire Dıranas Ahmed Muhib’i Anlatıyor”, Cumhuriyet, 27.09.1954 • Eserin cildi eser adından sonra, kaçıncı baskı olduğu ise yayınevinden sonra belirtilir. Örnek: KABAKLI, Ahmet, (1992), Türk Edebiyatı, C.3, İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Yay., 9. bs. • İki yazarlı eserlerde her iki yazar da verilir. Örnek: ÖZÖN, M. Nihat - DÜRDER, Baha, (1967), Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, İstanbul: Remzi Kitabevi. • İkiden fazla yazarlı eserlerde yalnızca ilk yazar belirtilir, diğerleri için “vd.” kısaltması kullanılır. Örnek: AKPOLAT, Kemal – vd., (1960), Sezginin Gücü, İstanbul: Güneş Yay. • Aynı yazara ait birden çok eser kronolojik olarak sıralanır. • Bir yazarın aynı yıl yayınlanan eserlerini ayırt etmek için harfler kullanılır. Örnek: SÜREYYA, Cemal, (1991a), Şapkam Dolu Çiçekle, İstanbul: Yön Yay.; SÜREYYA, Cemal, (1991b), Üstü Kalsın, İstanbul: Broy Yay. • Kurum yayınlarında, yazar yerine kurumun adı yazılır. Yazarı belli olmayan eserlerde, yazar yeri boş bırakılır ve eser, ilk harfine göre alfabetik sıralamaya girer. Yalnızca editörü veya hazırlayıcısı belli olan eserlerde aynı uygulama geçerlidir. Ancak eser adandan sonra parantez içerisinde editör veya hazırlayıcısının adı ve soyadı belirtilir. Örnek: T.C. Konya Valiliği – İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, (2006), Mevlâna Bibliyografyası, (hzl. Adnan Karaismailoğlu – vd.), Konya: Damla Ofset. •
________________________________________________ Edebiyat Fakültesi Dergisi 222
Bölümlerini farklı yazarların oluşturduğu kitaplarda ve ansiklopedi maddelerinde şu örnek esas alınmalıdır. Örnek: AKTAŞ, Şerif, (1998), “Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı”, Türk Dünyası El Kitabı, C.3, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., 3. bs. b) Süreli yayınlardaki yazılar • Dergiler: Yazarın soyadı, adı, (yıl, ay), “makalenin başlığı”, derginin adı, cilt no, sayısı: sayfa aralığı. Örnek: KORAY, Enver, (1983, Nisan), “Yeni Osmanlılar”, Belleten, C.XLVII, S.186, s.563–582. • Gazeteler: Yazarın soyadı, adı, (yıl. ay. gün), “yazının başlığı”, gazetenin adı, (varsa) sayfa numarası. Örnek: TALU, Ercüment, Ekrem, (1945.01.13), “Vah Velid”, Son Posta, s.1,7 c) Tezler Yazarın soyadı, adı, (tarihi), tezin başlığı, şehir: üniversite ve enstitü adı: (yayınlanmamış lisans/yüksek lisans/doktora tezi). Örnek: KURALAY, Emel, (1953), Yeni Osmanlılar Muharriri Ebüzziya, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Türkiyat Enstitüsü, (Yayınlanmamış mezuniyet tezi). d) Bildiriler Yazarın soyadı, adı, (yıl), “bildirinin başlığı”, sempozyum, panel veya kongrenin adı ve tarihi, düzenleyen kurum, şehir: yayın evi, sayfa no. Örnek: TEVFİKOĞLU, Muhtar, (1989), “Ahmet Muhip Dıranas Üzerine”, I. Ahmet Muhip Dıranas Sempozyumu, 21 Haziran 1989, Sinop Valiliği, Sinop: Sinop Valiliği Yay., s.28-31. e) İnternetten alınan bilgiler Yazarın soyadı, adı, (erişim tarihi), “internet belgesinin başlığı”, internet adresi, (son güncelleme tarihi). Örnek: BOZAN, Mahmut, (2004.02.01), “Bölge Yönetimi ve Eğitim Bölgeleri Kavramı”, http://yayim.meb.gov.tr , (2004.01.01). NOT: Yazım kuralları hususunda, yukarıda belirtilenler dışında, karşılaşılabilecek özet durumlar için şu kaynaktan yararlanılabilir: Halil Seyidoğlu, Bilimsel Araştırma ve Yazma El Kitabı, Geliştirilmiş 9. baskı, İstanbul: Güzem Yayınevi, 2003, 368 s. 5) Yazıların Gönderilmesi Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde yayınlanması istenen yazılar, biri orijinal, ikisi yazar isimleri ve adresleri kapatılmak üzere üç nüsha olarak, CD veya disketiyle (özel çeviri yazı işaretlerinin kullanıldığı yazılarda fontlar da CD veya diskete yüklenmek kaydıyla) birlikte dergi adresine gönderilir. Yayına kabul edilen yazıların son düzeltmeleri yapılmış bilgisayar CD/disketleri, yazının son çıktısı ve “Makale Telif Hakkı Devri Formu” editörlükçe belirtilen süre içinde dergi adresine ulaştırılır. •