2
ENVER AYSEVER
NASIL YAZAR OLUNUR? Yazarlar覺n Gizli Sokaklar覺na Yolculuk
3
4
nasıl yazar olunur? / Enver Aysever © Remzi Kitabevi, 2013 Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz. Editör: Eylül Duru Kapak: Ömer Erduran
ısbn 978-975-14-1568-4 Bu kitabın ilk iki basımı Epsilon yayınlarında yapılmıştır. (2006) üçüncü basım: Temmuz 2013 Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbul Sertifika no: 10705 Tel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090 www.remzi.com.tr post@remzi.com.tr Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri 100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul Sertifika no: 10648
5
Ustam Feridun Benden’e…
6
İçindekiler YAZAR OLARAK MI DOĞULUR, SONRADAN MI OLUNUR?, 9 Nasıl Yazar Olunur? Ya da Yazarlığın Gizli Reçetesi................ 11 Kaç Çeşit Yazar Vardır Sorusuna Yanıt.................................... 35 Bir An Bin Parça........................................................................ 46 YAZARLARIN ARKA SOKAKLARI, 51 Mektuplar Bir Fotoğraf Gibi..................................................... 53 “Damla Damla” Adalet Ağaoğlu.............................................. 65 Leylâ Erbil’in Evinde................................................................. 76 Salâh Birsel’in Güler Yüzü........................................................ 80 Herkesin Bir Oğuz Atay’ı Var................................................... 89 Attilâ İlhan’lı Bir Oyun........................................................... 101 Yakın Dostum Melih Cevdet.................................................. 113 Pera’daki Hayalet “Ferhan Şensoy”........................................ 131 Biten Yüzyılın Ardından “Öner Ciravoğlu”.......................... 135 ROMANCI, ÖLÇÜT SORUNU VE ÖTESI, 139 Tutulan Akıllar Çağında Roman............................................ 141 Türk Romanını Ararken......................................................... 151 Önce Ekmekler Bozuldu, Sonra Romanlar........................... 170 Yakup Kadri “Öteki” miydi?................................................... 177 Orhan Kemal Nasıl Armağan Verir?...................................... 187
7
Mutlu Bir Karşılaşma, Yanıtsız Bir Soru................................ 191 Dünyadan Sorumlu Bir Romancı.......................................... 196 Kalıcı Konuklar....................................................................... 200
8
Aşkın Cinsiyeti Olur mu?....................................................... 205 Dostoyevski’nin Masası.......................................................... 208 Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı..................................... 212 Ahmet Rasim’den İstanbul’u Okumak.................................. 215 Her İstanbullu Şairdir............................................................. 218 Şebnem İşigüzel’in İç Acıtan Romanı.................................... 222 Eşik’te Yürüyen Yazar “Irmak Zileli”..................................... 226 “Utanmaz Adam”lar............................................................... 230 Öğretmenlerim O Güzel Yazarlar........................................... 235 Büyüklük Hezeyanı Sınırında Yazar Olmak.......................... 239
Yazar Olarak mı Doğulur, Sonradan mı Olunur?
9
10
Nasıl Yazar Olunur? Ya da Yazarlığın Gizli Reçetesi
Walter Benjamin Tek Yön’de yazı adamını kaygılandıracak bir sav ile yola çıkar. Yazınsal eylemin dar bir çevreye sıkıştığından söz açar ve bunu aşmanın yolu olarak kısa yazıları işaret eder. Yazın ürünü olanın roman, şiir, öykü, deneme olduğunu düşünürsek; Benjamin’in önerdiği gazete yazılarıyla, broşürlerle, bildirilerle yetinmemiz olanaklı değildir. Bir yazın etkinliğinin anlamlı olabilmesi için, yapma ile yazma arasında sıkı bir ilişki olması gerekliliğine inanan ünlü filozof, ilk satırdan irkilen okura pek çok tuzak kurar. Zaman zaman yazı adamının aklına düşer aynı soru: “Ki taplar tükenir mi?” Okumanın ve yazmanın seçkin bir sınıfın tekelinde olduğunu düşünmek, işi içinden çıkılmaz bir noktaya taşır. Henüz kim için yazdığı sorusunun yanıtını bulamayan yazar, bir de yaptığı eylemin ne işe yaradığı sorusuyla boğuşmaktadır. Hele bir de toplumsal bir kaygı içindeyse, kendini en az ait hissedeceği bu sınıfın hizmetkârı durumuna düşmek, zavallı yazarın içini kanatacaktır. Memet Fuat’ın hüzünlü itirafını anımsamak gerekir. Turgay Fişekçi yazmıştı. Ölmeden kısa bir süre önce, “Edebiyata insanlara faydalı olmak için başladım. Eğer sonu-
11
12
nun buraya varacağını bilseydim, insanlara daha yararlı bir iş koluna yönelirdim,” demiş Memet Fuat. Ortalık yerde duran bu çıkışsızlığa karşın üniversitelerde açılan yazı kurslarına ne demeli? Demek birileri kendini en iyi bu biçimde ifade edeceğine inanıyor. Peki yazarlık öğretilen, öğrenilen bir şey midir? Bu konuda farklı savlar öne sürülebilir. Bir grup yazar-eğitmenin savı şudur: “Nasıl ki bir çalgıyı ders alarak çalabilir hale geliyorsak, yazmayı da bir ustanın denetiminde öğrenmek olanaklıdır.” Katılmadığım bir görüş olduğunu hemen söylemeliyim. Doğuş Üniversitesi çatısı altında açtığımız yazarlık atölyesinin amacı kesinlikle bu değildi. İki gerekçemiz vardı: İlk hedef, toplu düşünme, tartışma ortamı sağlayarak, yazmayı hobi gibi algılayan insanları ciddiyete davet etmek ve bu ciddiyeti kaldıramayacak olanları bu işten vazgeçirmekti. Diğeri ise çok daha bencil bir hedefti: İnsanların ruhlarına sızmış olan yazma tutkusunun gerekçesini bulmaya çalışacaktık. Çoğul söz ediyorum; bu çalışmayı İnci Aral’la birlikte gerçekleştirmiştik. Fikri ortaya atan kişi olarak, uzun süre kendime ve bu işi niçin yapıyorsun diyenlere haklı, ikna edici bir gerekçe bulmak için düşündüm. Bilindiği gibi yazın dünyası kapalı bir çevredir. Yazmak için amatörce çabalayan birinin, bu çevrenin dışında olduğu halde, kendini kanıtlayacak bir ortam bulması pek olanaklı değildir. Yazdığı şiirleri, öyküleri yakın çevresindeki birkaç dosta okuyarak yüreklenen amatör yazar, onlardan aldığı övgülerle kendini iyi ve yetenekli hisseder ancak bu duygu herhangi bir yazın dergisinde ya da yayınevinin programında yer bulabilmesi için hiçbir şey ifade etmez. Eh, zamanını ve emeğini yüreklice ortaya koyan bu insanlara da kapıları aralamak bir görevdir! Burada bir parantez açmak gerekir. Bu türden atölyelere katılmak için ciddi bir ölçüt koymanız olanaklı değildir. Farklı
toplumsal çevrelerden, yaştan, cinsiyetten bir dolu insan salt bu tutkunun esiri olarak bir araya gelir. İşin teatral tarafını göz ardı etmemek gerekir. Sizden bir mucize bekleyen, onlara göstereceğiniz yolla yazgılarının değişeceğine inanan bu insanlara karşı iyi bir hazırlık yapmak gerekir. Laf aramızda, bir çeşit savaşa başlayacak olmanın bilincinde olmak zorunludur. Karşınızdaki grup saldırgan, tehditkâr, talepkâr, tacizci, aşağılayıcı olabilir. Sizin payınıza düşense, bu kişilerin gerekçelerini doğru kavramak, yol gösterici olarak zaafa düşmemektir. Esasen kendi yazma nedenleriniz arasında dolaşırken, işi daha ileri taşır, yazar olma çabanızın sonuç verdiğini görmek istersiniz. Hiçbir yazar yarattığı sürede tam olarak ne yazdığını, niçin ve kim için bu çıldırtıcı yolda ilerlediğini bilemez. Kimi fikirleri oluşmuşsa da, eylemin kendi başlı başına bir amaca dönüşmüştür. Esrimiş ve yarı meczup bir halde olduğunu söyleyebiliriz yazma işiyle uğraşan kişi için. Demek ilkin şunu ortaya koymak gerekir; her yazma eylemi, yazarlık tanımının içine girmez. Bu kişisel bir tanımlama gibi durabilir. Ancak bunu destekleyecek pek çok veriyi edinmiş biri olarak; gazete, mektup, anı, söyleşi, biyografi, makale, bilimsel tez gibi yazarlıkları diğerlerinden ayırmak zorunluluğunun altını çizmek gerekir. Nikolay Berdyaev, Dostoyevski’nin yazarlık gizini anlamak için çıktığı yolculukta ilginç saptamalar yapmıştır. Ünlü romancının evrenin gizini insanın kendi içinde bulduğunu söylemiş ve insan sorununu çözmenin Tanrı sorununu çözmek demek olduğuna işaret etmiştir. Demek ki, romancı bizim gittiğimiz yolun dışında, kimi zaman sezgisel olarak, kimi zaman Tanrısal olanı ödünç alarak kurmaca işine girişmektedir. Bu da başlı başına bir sorundur. Genel olarak 19. yüzyıl Rus romanının bizim yazınımız, yazarlarımız ve toplumumuz üzerindeki etkisine bakarak Dostoyevski’nin önemini daha iyi kavrarız. Berdyaev’in,
13
14
Fyodor Dostoyevski için yazdığı Ruh Sürgünü adlı kitabın daha adında başlar büyük romancının kimliğinde öne çıkan düşünsel iklim. Nedir bu? “Dostoyevski büyük bir ruh devrimcisidir; her türlü katılığa, uyuşukluğa karşıdır.” İnsanın ruhsal yaşamının tek boyutlu olmayacağını ilk olarak kim sezmiştir, bunu ayrıntılı bir tartışma için bir kenara koyarak şunu eklemeliyim: Roman yazarak insan ruhunun katmanlarını anlamaya, çözmeye, yeniden kurmaya çalışan öncü yazar Dostoyevski’dir. Ruh devrimciliği nitelemesi buradan gelir. Kimileri büyük romancının dindarlığında takılı kalmışlar, insana bakarak Tanrı’ya ulaşma yolculuğunu kavrayamamışlardır. Üstelik yazarlar zaman zaman yaşamlarında büyük hatalara da düşebilirler. Bu durum eserlerinin gücünü azaltmaz. Fyodor Dostoyevski’yi roman sanatının doruğu olarak algılarsak, onun yaptıklarını, ilgi alanlarını ve yaşamını izleyerek bir çözümleme yapma olanağı da buluruz. Bu noktada gelecek olan itirazları duyar gibiyim. 19. yüzyıl romanına büyük övgülerde bulunup, sonrasını yok saymış değilim elbet. Eğer kişi böyle düşünse, işi öteye götürüp bir postmodern tutumuyla sanatın sonu geldiği savına kapılırsa kendini değillemiş olur. Değil mi ki hâlâ yazı yazmanın peşindedir… Dostoyevski’nin gücü romanlarındaki karakterlerinden, kurmacanın gücünden ve çoksesliliğinden gelir. Eğer türlerin çıkışlarının kimi gerekçelere dayandığını düşünüyorsak, bu anlamda söz konusu olan en önemli örnekler ünlü Rus yazarınkilerdir. Başkaları farklı bir ölçüyle, bir diğer yazara aynı değerleri layık görebilir. Ben Dostoyevski’yi yeğlerim. Dostoyevski’nin yaşamına yakından bakmak işimizi kolaylaştırır. 19. yüzyılın milliyetçilik eğilimlerinden etkilendiğini netlikle gözleriz. Ailesinden uzak ve sürekli bir kayıp duygusu içinde olmak, ünlü yazarın ruhsal varlığını etkilemiştir. Üstelik
çıkışsız rahatsızlığı sara, yaşamının tümünde büyük güçlükler çekmesine, bedensel olarak bitkin, yorgun olmasına neden olmuştur. Düşünsel ve yazınsal felsefesinin temel çıkışını “acı” kavramı üstüne oturtmasına şaşmamak gerekir. Sevdiklerini birer birer yitirmesi, askeri okul deneyimleri, yalnızlık dolu yatakhane günleri içsel yolculuğunu yoğunlaştırmış, kırgın, kimi zaman küskün bir hal almasına neden olmuştur. Bu bilgiler, yazarın yapıtlarında ortaya koyduğu güçlü insan portrelerinin ipuçlarıdır. Kişinin kendinden hareketle nasıl bir gözlem gücü edineceğini ve dünyada yalnızlığı yeğlemiş bile olsa insanlar arasında yaşama zorunluluğu taşımasının zorluğunu ortaya koymuştur. Dostoyevski’nin dar bir çevrede geçirdiği çocukluk ve ardından düşkün olduğu annesini çok genç yaşta yitirmesi, büyük acılar yaşamasının başlangıcı olur. İlerleyen yıllar sürekli mutsuzluk, hüzün ve korkunç bir acının derinleşmesine neden olacaktır. Askeri okul günleri, ardından özgürlükçü bir gizli örgüte girmesi, çarın adamları tarafından yakalanmaları ve kurşuna dizilmek üzereyken af çıkaran çar tarafından ölümden dönmesi tüm ruhsal ve düşünsel sürecini etkiler. Kürek mahkûmu olarak sürgüne gittiği günlerde, bir mahkûmun eşi tarafından verilen İncil’in büyük romancı için anlamı çok derindir. Belki de çocukken aldığı dini eğitim, mucizevi biçimde ölümden kurtuluş ve bu İncil, ileri dönemde oluşan dini eğilimlerinin temeli olacaktır. İçindeki insanı arama arzusu, tüm bu olağandışı sürecin etkisiyle üst düzeye ulaşmıştır. Bir dostunun eşiyle yaşadığı gizli aşk, tutkulu mektuplara dönüşmüş ve ilk evliliğine gidecek süreci başlatmıştır. Suçu, ahlakı ve ahlaksızlığı tanımıştır. Bir insanın ruhsal katmanlarını, belki büyük bedeller ödediği deneyimlerle öğrenmiştir. Yazarın yaşamındaki zorlu dönemeçler tükenmek bilmez. Kumar tutkusu tüm yaşamına egemen olur. Büyük borçlar al-
15