Uçurum Kenarında Dış Politika / Onur Öymen

Page 1


2

UÇURUM KENARINDA DIŞ POLİTİKA


ONUR ÖYMEN

UÇURUM KENARINDA DIŞ POLİTİKA (Eleştiriler, Yorumlar, Uyarılar)

Remzi Kitabevi

3


4

UÇURUM KENARINDA DIŞ POLİTİKA

uçurum kenarında dış politika / Onur Öymen © Remzi Kitabevi 2012 Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz. Editör: Neclâ Feroğlu Kapak: Başak Öymen Çelik

ısbn 978-975-14-1526-4 birinci basım: Ekim 2012 Kitabın basımı 2000 adet olarak yapılmıştır. Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbul Tel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090 www.remzi.com.tr post@remzi.com.tr Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri 100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul


İçindekiler

Önsöz............................................................................................. 7 Giriş............................................................................................... 9 Fırtına Yaklaşırken...................................................................... 12 Amerika’nın Irak’a Müdahalesi................................................. 21 1 Mart Tezkeresi’nin Sonuçları.................................................. 41 Askerlerimizin Başına Çuval Geçirilmesi Olayı........................ 55 Koalisyon Gücüne Asker Verilmesi Girişimi............................ 58 Irak’ta İnsan Hakları İhlalleri.................................................... 63 Mahmur Kampı Meclis Gündeminde....................................... 66 Irak’tan Kaynaklanan Terörist Saldırılar................................... 68 Hükümetin Kürt Açılımı......................................................... 125 Ortadoğu’daki Gelişmeler....................................................... 146 Arap Baharı.............................................................................. 156 Füze Kalkanı Sorunu................................................................ 162 Kıbrıs Nereye?.......................................................................... 167 Avrupa Birliği........................................................................... 199 Ermeni Sorunu ve Ermenistan’la İlişkiler............................... 248 Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlarımız .................................... 268 Sonuç........................................................................................ 276 Kaynakça................................................................................... 279 Dizin.......................................................................................... 281

5


6

UÇURUM KENARINDA DIŞ POLİTİKA


Önsöz

7

Önsöz

2002 yılından sonraki 10 yıllık dönem, Türk dış politikası açısından zor, tehlikeli ve sıkıntılı oldu. Türkiye’nin komşusu Irak’ta büyük devletlerin stratejik çıkarlarının zorladığı askeri müdahalenin sonucunda yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Aynı ülkenin kuzeyine yerleşen terör örgütünün saldırıları çok sayıda şehit vermemize sebep oldu. Ortadoğu devletlerinin yapısında, liderlerinde, hükümetlerinde önemli değişiklikler oldu. Bölgeye yeni bir yapı kazandırmayı amaçlayan girişimler başlatıldı. Türkiye’den önemli kararlar alması istendi. Bunlardan bazıları, Türkiye’yi savaşın eşiğine getirebilecek nitelikteydi. Aynı dönemde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci büyük umutlarla başlatıldı. Bunun gereği olan anayasal ve yasal değişiklikler yapıldı. Ancak Avrupa Birliği içinde de ciddi sıkıntılar, krizler yaşandı. Üyelik süreci yavaşladı ve zorluklarla karşılaştı. Bazı üye ülkelerin hükümetlerindeki değişiklikler Türkiye’nin üyelik sürecini olumsuz yönde etkiledi. Kıbrıs ve Ermenistan’la ilişkilerde de büyük devletlerin beklentileri doğrultusunda önemli girişimler başlatıldı. Türkiye açısından ciddi sakıncalar yaratabilecek olan bu girişimler hem yurtiçinde hem de yurtdışında yeni bazı sorunların ve güçlüklerin ortaya çıkmasına yol açtı. Patrikhane’nin Türk Anayasası ve Lozan Antlaşması’yla bağdaşmayan bazı taleplerinin kabulü için uluslararası toplumun Türkiye’yi baskı altına almak istediği görüldü. Böyle sorunlarla dolu bir dönemde Türkiye’de siyaset tecrübesi sınırlı olan yeni siyasi kadroların aldığı bazı kararlar Türkiye’yi bazen uçurumun kenarına getirdi. Mecliste iktidar ve muhalefet arasında zaman zaman yakınlaşma yaşandıysa da bazı önemli dış politika


8

UÇURUM KENARINDA DIŞ POLİTİKA

konularında köklü görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Ana muhalefet partisinin mecliste dile getirdiği görüş, düşünce ve eleştiriler, bazı önemli konularda Türkiye’nin uçurumun kenarından dönmesine yardımcı oldu. Bu arada 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de reddedilmesinin büyük yankıları oldu. Bu kitapta işte bu dönemdeki gelişmeler yer alıyor. Bu çalışma, bir anlamda, tarihe not düşmek olarak da değerlendirilebilir. O yıllardaki gelişmeleri inceleyip yorumlayacak olan araştırmacılar ve yakın tarihe ilgi duyanlar bu bilgi ve görüşlerden yararlanırlarsa ne mutlu. Kitabın hazırlanmasına değerli katkılarda bulunan çalışma arkadaşlarım Petek Gürbüz, Burcu Kanbal, Merve Karadayı, Nilgün Şahin, Nesrin Tüzün ve Evrim Yarımağan’a içtenlikle teşekkür ediyorum. Eşim Nedret Öymen ile çocuklarım Burak ve Başak da her zamanki gibi bana büyük bir sabır ve özveriyle destek oldular. Onlara da şükran borçluyum. İstanbul, Eylül 2012


Giriş

9

Giriş

Oturum başkanı oylamanın sonucunu açıklıyordu. 2003 yılının Haziran ayında yapılan seçimlerde Türkiye Bü­yük Millet Meclisi’nin Amerika Dostluk Grubu’nun başkanlığına CHP Gaziantep Mil­ letvekili Abdülkadir Ateş seçilmişti. CHP’li milletvekilleri bu sonuçtan memnun oldular. AKP’lilerde ise suskunluk ve şaşkınlık hâkimdi. Nasıl olmuştu da iktidar partisinin milletvekillerinden daha az sayıdaki CHP’liler bu önemli komitenin başkanını kendi üyeleri arasından seçtirebilmişti? Bunun sebebi şuydu: Oylamanın bu kadar erken bitebileceğini hesaplayamayan AKP milletvekillerinden birçoğu toplantıya yetişememişlerdi. Türk-Amerikan ilişkilerinin yeni dönemde şekillenmesinde parlamentolar arasındaki ilişkilerin özel bir önemi vardı. Bu grubun üyeleri Amerikan Kongresi üyelerine Türk parlamentosunun düşüncelerini anlatacaklardı. İktidar partisi böyle bir gruba başkanlık yapma şansını kaçırmıştı. En azından şimdilik… Türkiye’nin iktidar partisinin bu sonuçtan şaşkınlık ve rahatsızlık duyması şaşırtıcı değildi; şaşırtıcı olan, Amerikalıların da aynı rahatsızlığı hissetmeleriydi. ABD Kongresi’nin Türkiye Dostluk Grubu Eşbaşkanı Robert Wexler, Dışişleri komisyonuna yaptığı ziyaret sırasında bu rahatsızlığını saklayamadı. Belli ki, yeni dönemde parlamentolararası ilişkilerinin nasıl yürütüleceği önceden düşünülmüş ve hesaplanmıştı. Şimdi pişmiş aşa su katılıyordu. Bu durum “düzeltilmeliydi”. AKP Genel Başkanı Erdoğan da bu seçimden rahatsız olmuştu. Partili milletvekillerinden bu durumu düzeltmelerini ve komite başkanlığına kendi üyelerinden birini seçtirmelerini istedi. Ortada seçilmiş bir başkan ve yönetim kurulu vardı. Bu seçimin iptal edilmesi mümkün değildi. Usul açısından yapılabilecek tek şey, seçilen başkana başvurup yeni bir ge-


10

UÇURUM KENARINDA DIŞ POLİTİKA

nel kurul toplantısının yapılmasını istemekti. Ama böyle yapılmadı. Fiili durum yaratılarak AKP’li üyelerin bir toplantı düzenleyip kendi arkadaşlarından Egemen Bağış’ı seçtirmeleriyle bu mesele çözülmeye çalışıldı. Abdülkadir Ateş’in Meclis Başkanı Bülent Arınç nezdinde yaptığı itirazdan sonuç çıkmadı. Yeni dönemde parlamentoda demokrasinin nasıl işleyeceği belli olmuştu! Komisyonun seçilmiş başkanı Ateş yargıya da başvurdu ama sonuç almak mümkün olamadı. Dostluk grubunun Amerikalı eşbaşkanı Robert Wexel’e yazılan mektup da cevapsız kaldı… Sonunda görüldü ki, Türkiye ile Amerika arasındaki parlamenter ilişkiler evvelce tasarlandığı gibi yürütülecekti. Bu ilişkilerin yönlendirilmesinde ana muhalefet partisine söz hakkı tanımak, iktidarın da muhtemelen Amerikalıların da aklından geçen bir şey değildi. Dostluk grubunun AKP’li üyeleriyle diğer bazı AKP milletvekilleri sık sık Vaşington’u ziyaret edeceklerdi. Dostluk grubu üyesi olup da CHP yönetiminde yer alanların bu temaslara mümkün olduğu kadar az katılıp “işleri bozması” önlenecekti. Eski kimliğini, Batı karşıtı politikalarını bir tarafa bırakarak yenileşen AKP, Amerika’nın her konudaki desteğine güvenebilirdi. Onlar Amerika’yı, Amerika da onları destekleyecekti. Artık yeni bir dönem başlıyordu. Bu, onların dönemi olacaktı. Bu yeni dönemde Atatürk’ün temellerini attığı tam bağımsızlık yanlısı, ulusal çıkarları korumayı her şeyin üstünde tutan dış politika çizgisinden sapmalar olabilirdi. Artık yeni bir dünya düzeni vardı. Bu düzenin adı küreselleşmeydi. Bu dönemde dünya, küresel bir köy gibi görülmeliydi. Ulusal çıkarları korumak artık geçmişte kalmış bir düşünceydi. Soğuk savaş bitmişti. Tek kutuplu dünyanın lideriyle sıcak ilişkiler kurmak, onları rahatsız edecek politikalardan kaçınmak yenileşmiş partinin hedefi olacaktı. Bu düşüncenin bayraktarlığını yapacak çok sayıda gazeteci ve “bilim adamı”, televizyon ekranlarında ve gazetelerin köşelerinde yerlerini şimdiden almıştı. Yakında onlara yenileri eklenecek ve Atatürk düşüncesini savunanların sesleri giderek daha az duyulacaktı. Türkiye kabuk değiştiriyordu. Artık yeni bir Türkiye olacaktı ve bu Türkiye’nin kaptan köşkünde, evvelce din ağırlıklı bir partinin üye-


GİRİŞ

11

leri olan şimdiki ağır toplar yer alacaktı. Evvelce savunulan “milli görüş” gömleği artık çıkartılabilirdi. O yıllarda Ortadoğu bir ateş topuna dönmekteydi. Kısa bir süre içinde ateş her yanı saracak, yüzbinlerce insan büyük devletlerin stratejik menfaatleri için yapacakları operasyonların kurbanı olacaktı. Bölgeye komşu olan ama aynı zamanda NATO’ya ve diğer bazı Avrupa kuruluşlarına üye olan Türkiye bu çatışmalara sürüklenmeden varlığını sürdürebilecek miydi? 1922 yılından beri bölgedeki kanlı çatışmaların dışında kalmayı başaran Türkiye’yi savaşların cephesi ve karargâhı yapmak isteyenler bunu başarabilecekler miydi? Tecrübesiz bir siyasi kadroyla uçurumun kenarında yürütülen politikalar ülkeyi felakete sürükleyebilirdi. Cumhuriyetin temel değerlerinin yanı sıra dış politika ilkelerini korumakta, ülkeyi tehlikeli maceralardan, özellikle sıcak çatışmalardan uzak tutmakta ana muhalefet partisi CHP’ye büyük bir görev düşecekti. Bu kolay bir mücadele olmayacaktı. CHP lideri ve yönetici kadroları yeni iktidar sahiplerinin boy hedefi olmaya hazırlanmalıydılar… Türkiye’deki 2002 yılı seçimlerinden bir yıl önce dünyayı sarsan vahim bir olay yaşanmıştı. O zamana kadar örneği görülmemiş bir terör eylemi “Tek kutuplu dünyanın” lider ülkesi Amerika’nın kalbinde gerçekleştirilmişti…


12

UÇURUM KENARINDA DIŞ POLİTİKA

Fırtına Yaklaşırken

“Ya bizden yanasınız ya teröristlerden yanasınız.” Bu sözler 11 Eylül 2001 tarihinde, New York’ta İkiz Kuleler’e yönelik terörist saldırılardan hemen sonra 20 Eylül 2001 tarihinde söylendi. Sözlerin sahibi ABD Başkanı George W. Bush’tu. Yaklaşık 3000 kişinin öldürüldüğü böyle bir saldırıdan sonra ABD başkanı bütün dünyayı terörle mücadelede ABD’nin yanında olmaya çağırıyordu. Bush Amerika’nın amacının, bütün dünyadaki terör örgütleriyle sonuna kadar savaş olduğunu söylüyordu. Bush şöyle diyordu: “Emrimizdeki bütün kaynakları, diplomasinin bütün olanaklarını, istihbaratın bütün araçlarını, bütün hukuk yollarını, bütün mali etkileme yöntemlerini ve bütün savaş silahlarını kullanarak dünyadaki terör şebekesini sarsacağız ve yeneceğiz.” Bu sözlerden çıkan anlam şuydu: Teröre hiçbir şekilde hoşgörü gösterilmeyecek, gerekli bütün önlemler alınacak, Amerika ve dünya terör belasından kurtarılacaktı. Bu çağrıya Batılı ülkeler olumlu karşılık verdiler. Özellikle Türkiye gibi terörist saldırılardan en büyük ıstırabı çekmiş olan ülkeler bu çağrıyı adeta bir can simidi gibi karşıladılar. Dünyanın en büyük ve en güçlü ülkesi bütün terör örgütleriyle sonuna kadar savaş taahhüdünde bulunduğuna göre, terörün saldırısına uğrayan bütün ülkeler rahat bir nefes alabilirdi. Artık devletler terörü birbirlerine karşı gizli bir silah gibi kullanmayacaklar, herkes birlik olacak ve terör dünyanın başına bir dert olmaktan çıkartılacaktı. 11 Eylül saldırıları bütün dünyada teröre karşı büyük bir tepki ve nefret uyandırmıştı. NATO Stratejik Konsept belgesinde ‘terörle mücadele’, Vaşington Antlaşması’nın 5. maddesinde öngörülen tehditlerden biri olarak yer almıyordu. Yani bir müttefik ülke terör saldırısına uğrarsa diğer bütün müttefiklerin bunu kendilerine yapılmış


Fırtına Yaklaşırken

13

bir saldırı sayma zorunluluğu yoktu. Yıllardan beri NATO konseyinin gündeminde terörle mücadele önemli bir gündem maddesi olarak yer almamıştı. Buna rağmen NATO, 11 Eylül saldırılarının ertesi günü, tarihinde ilk defa ittifakın kurucu antlaşmasının 5. maddesini işletme kararı aldı. Buna göre, bütün üye ülkeler 11 Eylül saldırılarını kendilerine yapılmış sayacaklar ve ellerindeki olanaklarla bu saldırıların defedilmesine çalışacaklardı. Gerçekten 11 Eylül saldırıları NATO’da büyük bir heyecan ve tepki yarattı. İkiz Kuleler’e saldırı haberi televizyonlara ilk yansıdığı anda NATO konseyi üyesi ülkelerin daimi temsilcileri bir çalışma yemeğindeydi. Bu kitabın yazarı da orada Türkiye’nin temsilcisi olarak bulunuyordu. Önce büyük bir sessizlik oldu. Daha sonra bütün daimi temsilciler Amerikan delegesine baktılar. Büyükelçi Alexander Wershbow serinkanlılığını korumaya çalışmakla birlikte büyük bir şok yaşadığını saklayamadı. Diğer temsilciler de bir yandan üzüntü, bir yandan da kaygı içindeydi. Dünyanın en güçlü savunma ittifakının en büyük ülkesine böyle bir saldırı yapılabilirse, diğer ülkelere de haydi haydi yapılabilirdi. Şimdi birlik olma ve terörle birlikte mücadele etme zamanıydı. O tarihten sonra terörle mücadele yıllar boyunca NATO konseyi gündeminin 1. maddesi oldu. Amerika, Başkan Bush’un sözlerinin arkasında durabilir miydi? Gerçekten bütün dünyadaki terör örgütlerine savaş açabilir miydi? Yoksa onun hedefi doğrudan doğruya Amerika’nın menfaatlerini teh­dit eden terör örgütleri mi olacaktı? O sıralarda böyle düşüncelere ve kaygılara kapılmanın zamanı değildi. Şimdi teröre karşı birlikte harekete geçilecekti. Amerika müttefiklerinden ne yardım isterse her ülke onu yerine getirmeye çalışacaktı. Doğrusu Amerika o aşama­ da fazla bir şey istemedi. Sadece Amerikan topraklarının AWACS uçaklarıyla havadan gözlenmesine katkı isteniyordu. Diğer NATO ülke­lerinin pilot ve mürettebatı bu uçuşlarda görev yapacaktı. 3 pilot ve 30 subaydan oluşan Türk ekibi de Amerika’yı havadan gözleyecek olanların arasındaydı.(1) Yani Türkiye ve diğer NATO ülkeleri Ame­rika’ya terörle mücadelesinde tam destek verdiler. Peki ken(1) Hürriyet gazetesi, 2 Şubat 2009.


14

UÇURUM KENARINDA DIŞ POLİTİKA

dileri de terörist saldırılarla karşılaştıklarında ABD’den yeterli destek alabildiler mi? İşte bu soruya olumlu cevap vermek zor. Özellikle Tür­kiye, Kuzey Irak’tan kaynaklanan PKK saldırılarının önlenmesinde ABD’den beklediği düzeyde destek göremedi. Kuzey Irak PKK için adeta güvenilir bir liman oldu. Başkan Bush’un “Ya bizimle berabersiniz ya bize karşısınız” anlamındaki sözü acaba sadece terörle mücadele kapsamında mı düşünülmeliydi? Amerika, önem verdiği konularda başka ülkelerin farklı politikalar izlemelerine, kendisini eleştirmesine tahammül edebilir miydi? Soğuk Savaş’ın sona erip bazılarının “Tek kutuplu dünya” olarak tanımladığı yeni dönemde Amerika dünyaya yön veren tek ülke olma rolünü benimsemişti. Özellikle Amerika’nın dostu olduğunu söyleyen ülkeler her konuda Amerika’nın görüşlerini benimsemeliydiler. Beklenti buydu. Amerika bir ülkeye karşı askeri müdahale kararı almışsa bunun mutlaka haklı bir sebebi vardı. Müttefik ülkeler bunu fazla sorgulamadan Amerika’ya destek olmalıydı. Özellikle Amerika başka bazı ülkelerle beraber Irak’a müdahale ettiğinde, başta Irak’ın komşusu Türkiye olmak üzere, bütün NATO ülkelerinden güçlü bir destek beklendi. Amerika bu desteği tam sağlayamadı. NATO ülkeleri içinde destek verenler olduğu gibi karşı çıkanlar da vardı. Amerika’nın politikalarına karşı çıkanlar, ne kadar haklı gerekçelere sahip olurlarsa olsunlar, Amerikan karşıtı olarak nitelendirilebilirlerdi. Fukuyama gibi bazı yazarların “tarihin sonu” olarak nitelendirdikleri tek kutuplu dünya, anlaşılan ülkelerinin ulusal çıkarlarını ve bağımsızlığını savunanlar için yeni güçlüklerle dolu olacaktı. Türkiye gibi stratejik konumu özellik taşıyan ülkeler açısından hem ulusal çıkarları savunmak hem de her konuda Amerika’yla uyum içinde bulunmak büsbütün zordu. Yalnız Irak konusunda değil, Kıbrıs ve Ege meselelerinde, Ermenistan’la ilişkilerde, Kürt sorununda, İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’nin taleplerinin yerine getirilmesinde, Karadeniz’e ilişkin konularda, Kafkaslarda, Balkanlarda, İsrail ve Ortadoğu meselelerinde Amerika’nın beklentileri vardı. Bu beklentiler, çoğu zaman, başta petrol ve doğalgaz olmak üzere Amerika’nın stratejik çıkarlarıyla yakından ilgiliydi. Amerika, strate-


Fırtına Yaklaşırken

15

jik ortak saydığı Türkiye’nin bütün bu konularda kendi talep ve beklentilerini yerine getirmesini istiyordu. Türkiye ise Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesini cumhuriyetin kuruluşundan beri dış politikasının kutupyıldızı yapmıştı. Zaman zaman bazı yalpalamalar olmuşsa da, başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, dış politikaya yön veren kuruluşlar bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmaya özen göstermiş, hükümet sorumluluğunu taşıyan siyasetçiler de Dışişleri’nin önerilerine çoğu zaman kulak vermişlerdi. 2002 yılında yapılan genel seçimlerden sonra işbaşına gelen iktidar dış politika alanında geçmiş tecrübelerden yararlanmaktan, cumhuriyetten bu yana izlenen politikalarla uyum ve tutarlılık içinde olmaktan çok, kendi bildiği yoldan gitmeye hevesli görünüyordu. Kıbrıs gibi ulusal çıkarları yakından ilgilendiren duyarlı konularda bile geçmiş hükümetlerin politikalarını bir bütün olarak suçlamakta sakınca görmüyor, Amerika’nın çok eleştirilen Büyük Ortadoğu politikasına sahip çıkıyor, Azerileri karşısına almak pahasına Ermenistan’la ilişkileri yeni bir mecraya sokmak istiyor, Kürt açılımı adı altında ulus devlet, üniter devlet anlayışıyla bağdaşmayacak bazı adımlar atmaya hazır görünüyordu. Patrikhane’nin Lozan’la bağdaşmayan bazı taleplerine bile sıcak baktığı izlenimi veriyordu. Bütün bu konularda 2002 yılından sonra muhalefete büyük bir sorumluluk düşüyordu. İktidarın bu yaklaşımlarına karşı ulusal çıkarları korumak, Atatürk’ün koyduğu temel ilkelerden taviz verilmesini engellemek, dış politikanın yabancıların telkinlerine ve baskılarına göre değil, Türkiye’nin temel çıkarları doğrultusunda yürütülmesine katkı sağlamak gerekiyordu. Bunun için sorumlu, tutarlı, cesaretli bir politika anlayışı sergilemek ve ülke çıkarlarını daima parti çıkarlarının üzerinde tutmak lazımdı. Türkiye’nin sürüklenmek istendiği bazı politikaların Türk halkına nasıl zarar vereceği topluma anlatılmalı, yabancı düşmanlığı yapmadan, yabancıların bazı çelişkileri, çifte standartları ve Türkiye’ye sık sık yaptıkları haksızlıklar dile getirilmeliydi. Bu, kolay bir iş değildi. Muhalefetin mecliste yeterli çoğunluğu yoktu. Hükümetten bekledikleri tavizleri muhalefetin direnişi nede-



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.