SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
BU SAYIDA
ALEVÝ AYDINLANMASI - ALEVÝ YAZGISI
FÝKRET OTYAM Evet Yine Kýzýlbaþlar, Kýzýlderililer ve Dahi Karaderililer ESAT KORKMAZ Aleviliðin Felsefe Boyutu - I ÝSMAÝL KAYGUSUZ Þemseddin Tebrizi... - I ÝSMAÝL ÖZMEN Tasavvufun Kökenleri SUAT PARLAR Petrol-Dolar-Borç Tuzaðý... MEHMET TURAN Ýkrar ile Baþlayan Yol HACIBEKTAÞ KONUÞMALARI: ÝLHAN SELÇUK Aydýnlama ve Alevilik MÜMTAZ SOYSAL Kýbrýs’ýn Geleceði MÜRSEL ÖZTÜRK Her Þey Ýnsan Ýçindir ALEMDAR YALÇIN Aydýnlanma Tasarýmý ESAT KORKMAZ Aydýn Olabilmek ALÝ KAYA Ýstanbul’da Tekke ve Dergâhlar - 2 ÖNDER AYDIN Kentlerde Köy Dernekleri BURHAN KOCADAÐ DÝB, Camiler ve Cemevleri MURTAZA DEMÝR Aynayý Tuttum Yüzüme... ALÝ ULVÝ ÖZTÜRK Merhaba Dostlar... HASEYÝN DÜZENLÝ Dersimlinin Etnik Kökeni ERDOÐAN ALKAN Alevi Mitolojisinde Sayýlar ÂBÝDÝN ÖZGÜNAY Alvilere Mevla Olmak AYHAN AYDIN Makedonya Gezi Notlarý
Canlara
Hýzlý yürüyelim de yazgýmýz öne geçmesin.
Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni Bir insanýn üç türlü yazgýsý vardýr: a) Doðasal yazgý; insanýn doða karþýsýndaki kaderi; inanç diliyle söylersek tanrýsal yazgý, b) Toplumsal yazgý; sýnýfsal kader ve c) Bireysel yazgý; sýnýf insanýnýn kaderi. Sýnýflý bir toplumda sýnýf insanýnýn “kaderi” olarak algýlanan “toplumsal ve bireysel yazgý aþýlmadan”, yani bu yazgýlar üzerinde belirleyicilik oluþturulmadan doðasal yazgý üzerinde, metafizik tanrýnýn dünya görüþü üzerinde “egemenlik” kurulamaz. Sözde biz þimdi “kendi doðamýzýn yazgýsýna” egemen olacaðýmýz bir “çaðý” yaþamaya hazýrlanýyoruz. Apansýz yakalandýðýmýz da bir gerçek. Çünkü, þeriatçý Ortaçað kurumlarýyla/deðerleriyle “aydýnlanma zemininde”, yani Mustafa Kemal’in baþlattýðý “burjuva demokratik devrimi zemininde” adam gibi hesaplaþamadýk; bu topraðýn ilerici dinamiklerini, özellikle Alevileri-Bektaþileri, bireysel-toplumsal ve doðasal yazgý üzerinde “egemenlik” kurmaya yönelik harekete geçiremedik de ondan. “Alevi aydýnlanmasý” bu hesaplaþmayý saðlayacak ya da bu hesaplaþmayý canlandýracak en etkili “araç”lardan birisidir:
Açýk Deðil mi? Eksik hesaplaþmanýn “bedelini” ödüyoruz. Günümüze uzanan, ötesinde iktidara taþýnan ve “karayazgý” çaðýna duyulan derin bir özlem biçiminde dýþa vuran “köktendinci baðnazlýk”, bizi yolumuzdan çevirmeye çalýþýyor. Þeriatçý bir geçmiþten gelerek, yaþanan aný ve geleceði þeriatçý biçimde “üretmeye” soyunuyor. Sünni Ortodoks inancý, toplumun tümüne, hatta doðaya dayatýyor; bireyin-toplumun ve doðanýn bilincini “silmeye”, onun yerine metafizik tanrýnýn “dünya görüþünü” yerleþtirmeye çalýþýyor. Aydýnlanmayý, aydýnlanmacýlarý, boðmaya yelteniyor; akýl taþýyýcýlarýný kuþatma altýna alýyor ve hemen her türlü “insanlýk kazanýmýna” saldýrýyor.
Susacak mýyýz? AHMET KOÇAK Ýyi ki Geldin - Ruhi Su.
AYLIK DERGÝ Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd. Þti. adýna Ahmet Koçak Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü - Ýstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635 E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com Baský: Mart Matbaacýlýk, 0212.321 2300
FÝYATI: TL 3M / € 3 / £ 3 EKÝM 2004 SAYI: ISSN 1304-986
9 771304 986000
3
Aydýnlanma zemininde düþüncenin evrimiyle saðlanan; insanlýðýn geliþmiþ, derinleþmiþ biçimi olarak algýlanan ve bir “kazanýlmýþ hak” durumunda bulunan insanlýk kazanýmlarýný yadsýyacak mýyýz? Bunu yaparsak kendimizi yadsýmýþ oluruz; aklýn karþý kanalýna gireriz; insanlaþmanýn “uzaðýna” düþeriz. Bu toprak insanýný esenliðe kavuþturan aydýnlanmacý güçlerin baþýnda Alevilerin-Bektaþilerin geldiði savý, hemen herkesin ortak yargýsý durumundadýr. Yargýnýn nedeni, Alevilerin-Bektaþilerin þeriatçý inanca karþý “akýl alanýnda” kalarak oynadýklarý onurlu iþlevin bilince çýkardýðý bir gerçekliktir. Bâtýnilikte bilme-bilinç, “neden” temellidir; “neden” ne denli saðlýklý bilinirse/güncelleþtirilebilirse aydýnlanma o edenli “saðlýklý” geliþir. Akýlla ulaþýlan sonuçlara cesaretle koþarken “kirlenmeye” karþý bir önlem olarak kendi inancýný bile kendine “engel” gören Alevi-Bektaþi dünyasýný, aydýnlanma açýsýndan sorgulamak, aydýnlanmanýn neresinde bulunduðunu “ikirciksiz” ortaya koymak zamaný gelmiþtir. Düþünmenin kesintiye uðramasýna izin vermeyelim: Çünkü düþünme eylemi, ancak þeriatçý bir inanç “dayatmasý” karþýsýnda kendi kendisini “durdurabilir”. Þeriatçý inanç, her türden “sorgulamanýn” son bulduðu noktada baþlar. Öngördüðü “kesin” ve “deðiþmez” doðrular, insaný insan yapan düþünme yetisini “örseler, kýsýrlaþtýrýr” ya da “ortadan kaldýrýr”. Bu nedenle þeriatçý inançta “evrim” yoktur; zaman içinde bir “ilerleme” göstermesi düþünülemez. Demek ki görevimiz/yükümlülüðümüz açýk: Þeriatçý inancýn “kesinliðine” ve “ödünsüzlüðüne” karþý durmak, düþüncenin “engellenemez evrimini” koþulsuz benimsemek durumundayýz. Devamý sayfa 2’de
(Baþtarafý 1. sayfada)
Canlara Bu yaklaþým, aydýn kimliðini de açýða vurmaktadýr: Aydýn, düþüncenin “evrimini” yadsýmayan; düþünme eyleminde bulunarak bu evrime “katkýda” bulunan; katký verdiði oranda “koþullanmýþlýklarýndan arýnan” kiþi demektir. Bu tanýmýn dýþýnda kalan “okumuþlar”, eleþtirilmesi gereken aydýnlar deðil, zaten aydýn olmayanlardýr. Tarihsel süreç içinde insanlýk aydýnlanma zeminini, öncelikle inançtan akla atlayarak, inanç alaný dýþýna taþýnýp doðayla ve toplumla bir hesaplaþma içine girerek yarattý: Bilgelerin öncülüðünde yaþama geçirilen bu aydýnlanma, Ýlkçað aydýnlanmacýlýðý idi: Ýnsanýn bedensel ve zihinsel yeteneklerinin eðitimle geliþtirilmesini amaçladý. Ardýndan, akla atlayabilmek için inançta kimi “varsayým” öðelerini kabul eden XVIII. yüzyýl aydýnlanmacýlýðý, yani “Rönesans” ile baþlayan “burjuva aydýnlanmasý” geldi: Ýlkçað aydýnlanmasýnýn ürünlerini ortaya çýkararak bilimi, kilise baskýsýna karþý savundu ve geliþtirdi; gericiliðe karþý insanýn her türden haklarýný savundu; Ortaçað’da kendini yitirme noktasýna gelen insaný yeniden keþfetti; dünyanýn insan eliyle deðiþtirilebileceði inancýný, insan sevgisinin ve insana saygýnýn temeline yerleþtirdi. Bunu, XIX. yüzyýlýn gerçek aydýnlanmacýlýðý, yani “toplumcu aydýnlanama” izledi: Tarihin nesnel yasalarýna dayandý; insanlýk-öncesi çaðdan, insanýn özgürce geliþebileceði insanlýk çaðýna geçiþin nesnel koþullarýný sergiledi ve yasalarýný açýkladý; ezilen sýnýf insanýný, üretim araçlarýnýn özel mülkiyetine karþý örgütleyerek insanýn “kendisini yeniden ele geçirmesini” saðladý. “Alevilik-Bektaþilik, bu aydýnlanma halkasýnýn neresindedir?”, sorusunu yanýtlamak durumundayýz. Kitaplar yazmýyor diye “atlamak” bizim güçsüzlüðümüzü gösterir. Alevilik-Bektaþilik bir Ortaçað ürünü olduðuna göre aydýnlanmasý da bir Ortaçað aydýnlanmasýdýr. Öncelikle belirtelim: XIX. yüzyýlýn ikinci yarýsýna gelinceye deðin aydýnlanma, bir “inanç” öðesine de yer verdiði için düþünceci-idealizmle belirgin “metafizik bir aydýnlanma”dýr. Bir idealizm-materyalizm bileþimi olan Alevilik-Bektaþilik genelde; Ýlkçað aydýnlanmasýnýn ve XVIII. yüzyýlýn aydýnlanmacýlýðýnýn temelini oluþturan “metafizik bir aydýnlanma zeminine” oturur. Özelde ise varsaydýðý metafiziðin insan ve insan aklý tarafýndan sürekli “beslenmesini bir zorunluluk” olarak öne çýkardýðý için, kimi durumlarda, XIX. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda “diyalektik ve tarihi materyalizm” üzerine yapýlandýrýlan “gerçek aydýnlanmaya” silik adýmlar atar. Aleviler-Bektaþiler, alýnyazýsýna karþý “kavga” vereceklerse eðer, her þeyden önce “Alevi aydýnlanmasýný” güncelleþtirerek kendi alýnyazýlarýný da kendi baþkaldýrýlarýnýn “göbeðine” yerleþtirmek, kendilerini ve ötesinde içinde bulunduklarý toplumu “tarihi aþmaya” uyarlamak durumundadýrlar.
2
Evet Yine Kýzýlbaþlar, Kýzýlderililer ve Dahi Karaderililer Fikret Otyam
G
eyikbayýrý köyü, Antalya’ya otuz kilometre ve 700 metre yükseklikte, ormanlýk, þarýl þarýl akan sularý da cabasý. Karþýmda kocaman bir dað, çamlarla kaplý, bir kýsmý yenik, gidemedim, oralarda tarihi kalýntýlar varmýþ ve de ormancýlarýn dediklerine göre vurulmasý kesin yasak 21 adet geyik, kala kala onlar kalmýþ, sayýsýz geyikten! Antalya aþaðýlarda, kimi havalarda deniz masmavi. Buralara ilk kez gelen bir Türkmen yüce daðlardan aþaðýlara bakmýþ, bakmýþ, düzlükler yeþile kesmiþ… Adam içini çekmiþ bu güzellikler karþýsýnda, “Ova da pek güzel, güzel ama”; arada bigüzel küfür savurmuþ ve devam etmiþ, “ah keþke su basmasaymýþ!” Yýllar sonra kavuþtuðum kocaman “atölyemde” neredeyse günde on iki saat resim yapýyorum ve dahi yazýyorum. Son dört ay içinde kendi anlayýþým ve dünyam içinde yine bir Hacý Bektaþ Veli tablosu ile iki tane semaha duranlarý aktardým kocaman tuvallere. Semah resmi yapmak, bana bir baþka yaþama kývancý veriyor, onlarla dönüyorum, niyaza duruyorum, içim arýnýyor, uçasým geliyor… Filiz Otyam’ýn çulfalýk dokuma tezgâhý da atölyede. Duvara bitiþik, bu duvarda bir de kocaman, diyelim 1.50 cm’ye 2.00 metre boyutunda bir tuval var, hep durur orada hep duruyor, neredeyse yedi-sekiz yýldýr taþýnýr bu canla oradan oraya, neden mi? Acýyla açýklayacaðým! Dolanýr durur dedim, bu can hep dolandý durdu yedi iklim dört köþe, salt kutuplara varamadým! TV’lerde en çok dünyanýn dört bir tarafýný anlatan belgeselleri izler oldum artýk! Bu yýl, Filiz’in uluslararasý tekstil sergisine gittim Polonya’ya; resim yapmaktan, yazmaktan ve dahi okumaktan pek gezemez oldum/olduk! Þimdi eski defterleri karýþtýrýyorum, örneðin 16 Eylül 1996 Pazartesi günü TRT 3’te Nation baþlýklý bir belgesel izlemiþim, 500 Ulus adýyla. Bir yazýmdan kýsaca aktarýyorum: “Bu belgesel, Amerika kýtasýnýn keþfinden önce oradaki uygarlýklarý, uluslarý, o topraklara ayak basanlar, yine eldeki kaynaklara dayanarak bir baþka açýdan açýklýyor. Akýl almaz bir araþtýrma, titiz çalýþma ve tarafsýz bir gözlemleme. Üstelik Amerikan yapýmý bir belgesel! Amerikan ordusunun, Kýzýlderililerin mutlu bir þekilde yaþadýklarý, doða aþkýyla dolu yaþadýklarý o topraklarý ele geçirmek için bu insanlarý nasýl tek tek, ardýndan da topluca katlettikleri yazýlý belgelere ve zaman zaman fotoðraflara dayanarak gözler önüne seriliyor. Yaþayan Kýzýlderililer, ecdatlarýnýn birbirine aktardýðý söylenceleri insan yüreðinin dayanamayacaðý biçimde biraz da ‘tevekkül’ içinde anlatýyorlardý zaman zaman.
Eller Eller… Ve Bin Yýl Önce! Ekrana, bir duvar resmi geldi, iki el avuç tarafýndan, avucun ortasýnda birtakým iþaretler, yani bizim Pençe-i Âli Âba! Ve yaþlý bir Kýzýlderili anlatýyor, avuçlarýný açýp: ‘…Bize, güneþe tapýyor diyorlar. Hayýr, biz güneþe tapmýyoruz, güneþin ardýndaki kudrete tapýyoruz, inanýyoruz.’ Ve taþtan yapýlmýþ bir balta: ‘…Bu balta insanlara karþý kullanýlamaz, insan öldürülemez, bu balta, yýrtýcý hayvanlardan korunmak içindir.’ Çok ilkel, naif bir kadýn heykeli: ‘…Bize öðretilmiþtir asýrlardýr, kendi kadýnýndan baþka kadýna bakmayacaksýn, ondan baþkasýyla iliþkiye girmeyeceksin… Baþkasýna ait þeye el sürmeyeceksin… Ve yalan söylemeyeceksin… Ýçki içmeyeceksin!...’ Ve yine duvar resimleri, aile bireylerinin elleri…. Otuz yýl önce, Kilis’te ve Harran Ovasý’nda köy evinin duvarlarýnda da ayný þeyler, aile bireylerinin kirece bulaþtýrýlýp samanla karýþýk kerpiç duvara bastýrýlmýþ, irili ufaklý elleri… Bura-
Sayý 3
lardan çektiðim fotoðraflarý Ankara’da 6 Kasým 1966 tarihinde açtýðým fotoðraf sergisine koymuþtum. Baþbakan Ýnönü, sergiyi gezerken bu fotoðrafa da dikkatli bakmýþtý. ‘Ýsmet Paþalý Yýllar’ kitabýmýn 139’uncu sayfasýnda buna ait bölüm: ‘Otyam - Bu da Urfa’nýn Harran Ovasý’nda bir ev içi, ellerini kirece batýrmýþlar duvara basmýþlar, eller… eller. Ýnönü - Haa eller var, irili ufaklý, birçok yeni ressamlarýmýzýn yaptýðý resimler gibi eller görünüyor, duvara? Sesler- Evet duvara…’
Avustralya’da Da Esat Korkmaz canla konuþuyoruz bu konuyu telefonda, ayný eller diyor Korkmaz can, Avustralya’da da var, yalnýz onlar renkli, silik olarak duvarlarda gördüm.
NACÝ DEMÝRBAÞ 13 Eylül 2004 günü Hollanda’da yitirdiðimiz, barýþ, demokrasi ve eþit haklar savaþçýsý, “ölmeden ölmüþ, hesabýn görmüþ” er kiþi, Naci Demirbaþ yoldaþýn anýsý önünde saygýyla eðiliriz.
Ve altý ay önce, Rodos adasýnda bir alanda kocaman bir el, bir maðaza logosu! Ne iþi vardý burada? Belgesel, Kýzýlderililerin, el sanatlarýna iliþkin yapýtlarýný gösteriyor, kilimler…. Evet, bunlar da Anadolu kilimlerinin çok benzerleri!...
Göç Hazýrlýðý
Ýkinci Beyazýt zamanýn en ünlü efsanecisi Uzun Firdevsi’nin Davetnâmesi’nde de vadýr bu eller Sahnennar Âdem’den evvel yaþayan cin suretinde ayný eller karþýmýza çýkar!... Bin yýl önce Amerika Kýzýlderililerinin duvarlarýnda; Alevi/Bektaþi halk sanatýnda Pençe-i Âli Âba!... 15. yüzyýlda yazýlan Davetnâme’de de ruhlarýn daveti, görülür ayný eller ve Kilis’in ve Urfa’nýn köylerinde duvarlarda ayný eller! Bunlarý birisi muhakkak çözmeli.
Aðýr aðýr baþladý yapraklar uçuþmaya hava kararmaya Görünen o ki, göç vakti yakýndýr artýk haydi hazýrlan yolculuða
Cennet ve Cehennem
Y
ýllardýr bir Cennet/Cehennem resmi yapmayý düþler dururum, büyük boy iki resim. Söylencede açýklanýr; Cennet, sekiz katlý bir bahçedir. Ortasýndan Kevser Þarabý akar. Peygamberimizin damadý Hz. Ali bu ýrmaðýn baþýnda durarak mahþerden sonra Cennet’e girenlere altýn taslarla Kevser Þarabý verir. Cennet’in sekiz kapýsý var, her kapý sekiz katlý Cennet’in bir katýna açýlýr. Bunlardan her birini bir melek beklemektedir. Cennet’te dallarý yerde, kökleri havada bir aðaç görünür, buna Tuba derler. Meleklere de Hûri, Gýlman adý verilir. Dünyada evlenmemiþ delikanlýlarla, evlenmemiþ kýzlar bunlarla evlenirler. Burada her türlü dünya nimetlerinin de en güzelleri bulunur. Ve yine söylencelere göre Cennet’e gidenler ister yüz yaþýnda olsun o þey organlarý yirmi yaþýnda bir delikanlýnýn þeyi gibidir ve asla inmezler ve onlara her ýrktan, her renkten, kiþi baþýna gepegenç otuzbeþbin hatun düþmektedir! Evet, Cennet’te dünya nimetlerinin en güzelleri vardýr. Elvan elvan çiçekler, aðaçlar, elvan elvan kuþlar. Dünyada insanlara en güzel hizmetleri verenlerin hepsi oradadýr baþta Peygamberimiz… Mahþerden sonra Kevser Þarabý’nýn baþýnda Hz. Ali, elinde altýn tasla þarap sunuyor… Ötelerde Hz. Hüseyin ve Hasan…Hünkârým Hacý Bektaþ Veli oturmuþ, kucaðýnda aslaný ile ceylaný… Pir Sultan Abdal sazýný döþüne dayamýþ. Balým Sulatan yanýnda. Abdal Musa… Hallac-ý Mansur… Þeyh Bedrettin, Hz. Ýsa, Musa, Davut… Ahmet Yesevi… Baba Ýlyas-ý Horasani, Baba Ýshak, Hatayi, Eba Müslüm, Nesimi ve Nesimi Çimen, Kubilay, bir yýðýn sanatçý dostlarým, ressamdý, þairdi, romancýydý diyelim Aziz, Onat , Metin, Galile, Hýzýr, tüm Ehlibeyt, Ahi Evren, Ruhi Su, Feyzullah Çýnar, Veysel Usta ve Nazým Usta ve Orhan Kemal ve ressam Orhan Peker ve elbette uçuþan sarý saçlarýyla, çakýr gözeleriyle bir güzel insan daha Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Kýzýlderili reis Oturan Boða, Karaderili Martin Luther King, Hemþire Teresa, Karl Marks, Abraham Lincoln, Lenin, daha niceleri evet daha niceleri, dedim ya kocaman ama kocaman bir resim, bu yazýyý yazarken ilk anda aklýma düþenler ve eksiksiz tüm güzel insanlar þöyle ya da böyle ölüm atýna binip Cennet’e uçanlar ve Hz. Ali’nin elinden altýn kupayla Kevser Þarabý alanlar. Ve ayýptýr yazmasý, bu can da altýn kupadan Þarab-ý Kevseri alanlardan, ülserim nedeniyle mideme dokunsa da neyleyim? Bilin ki bu resmi yapmadan Hakk’a yürürsem, gözlerime bakýnýz, onlar açýk olacaktýr. Bin kere yazdým bi kez daha yazýyorum bunu ve tarih düþürelim, Antalya ilinin Gazipaþa ilçesi 17 Eylül 1996, saat 14.30’dur. Baki selam, eyvallah ve de gerçeðe Hü…”(1)
Þu Kocaman Tuval! Duvara dayalý o kocaman tuval yýllardýr yapmak isteyip de bitürlü yapamadýðým o Cennet resminin tuvalidir, acýmdýr yani, acýmdýr! Yineliyorum (16 Eylül 2004 tarihinde ve dahi saat 13.10’da Antalya’nýn Geyikbayýrý köyünde ve) bilin ki bu resmi yapmadan göçersem “ol Cennet’e”, gözlerime bakýn, açýk olacaktýr!
Anýlarý nereye koymalý. Giderler mi yanýmda benim gittiðim yere Eðer kalýrlarsa burada kime, kimlere neler anlatýrlar neler duyumsatýrlar. Duyanlar tanýr mý benim kokumu bu anýlardan Tadarlar mý benim tattýðým lezzetleri Bulaþýrlar mý hüzünlerime Hazýrlýðý bile böyle zorsa nedir göçün en zor yaný Leiden, Þubat 2004
Duyuru Genel Yayýn Yönetmenimiz Esat Korkmaz’ý Cuma akþamlarý saat 21:00-22:00 arasýnda YAÞAM RADYO’da (87.5 FM) “Dört Kapý” programýnda dinleyebilirsiniz. Yazý iþleri Müdürümüz Ahmet Koçak’ý ise Perþembe günleri saat 15:30-17:00 arasýnda ANADOLU’NUN SESI RADYOSU’nda (92.9 FM) “Gezgin” programýnda dinleyebilirsiniz
(1) Nefes dergisi, Sayý:36, Ekim 1996
Ekim 2004
3
Aleviliðin Felsefe Boyutu - Bölüm I Esat Korkmaz Ýnsan ancak düþündüðü zaman özgürdür; ancak bu özgürlüðünü “kalabalýðýn” arasýnda kullanamaz; çünkü, kalabalýk, kendisi gibi düþünmeyenlere katlanamaz. Ýster istemez “inanç” öne fýrlar, kalabalýklara uyarlanabilen “basit kalýplar”, düþünceyi zincire vurur.
Y
edi yüz elli yýllýk geçmiþinin hesabýný yapamayan bir Alevi-Bektaþi, “günübirlik” yaþayan bir insandýr. Doðal olarak “gündelik” bilincinin ötesine kendini taþýyamaz ve kendi “yüksek” bilincinden habersizdir. Bir “bilgelik felsefesi” ya da “felsefi inanç” olan Alevilik-Bektaþilik, “düþünceyle nesnenin uygunluðunu” hakikat olarak algýlayarak Ortaçað’da aydýnlanmanýn kanalýný açtý; “belletilmiþ dünya” tarafýndan “bilincin ayaklar altýna alýnmasýna” son verdi: Doðasal deðerleri, doða-ötesi deðerlere karþý “harekete” geçirerek, “metafizik idealizmi” ideoloji edinmiþ dinsel toplumun sahte anýlarýný yerle bir etti. Anlaþýlacaðý gibi AlevilikBektaþilikte felsefe, “yaþam bilgeliði”nin peþinde koþma etkinliðidir. Alevilik-Bektaþilik dendiðinde bâtýni felsefenin “üç ayaðý” akla gelir. Bu “üç ayak” þöyle sýralanabilir: Bâtýni doða felsefesi, bâtýni tarih felsefesi ve bâtýni toplum felsefesi. Evrendeki tüm olay, olgu ve süreçler arasýndaki çeþitli iliþkilerin oluþturduðu maddesel baðýmlýlýða bilim dilinde “evrensel baðýmlýlýk” adý verilir. Bu baðýmlýlýk evrenin, birbirinden koparýlamaz parçalardan oluþan bir “evrensel bütünlük” olduðunu kanýtlar. Evrenin sürekliliði ve düzenliliði, bu birliðin ve bütünlüðün ürünüdür. Evrensel baðýmlýlýk; insan bilincinden “baðýmsýz ve nesnel” bir baðýmlýlýktýr. Metafizik idealist ya da tektanrýcý dinlerin “savlarýna” karþýn gerçekte bu düzen hiç bozulmadý ve bozulmayacaktýr. Bâtýni felsefede “evrensel baðýmlýlýk”, “sonuç-neden baðýmlýlýðý” ya da “zâhir-bâtýn baðýmlýlýðý” biçiminde açýklanýr. “Sonuç” ya da “zâhir” her zaman bir “somutluk”tur. Gönül bilgisinde somutluk olarak “madde”, bilinçten baðýmsýz olarak var olan ve duyumlarla algýlanarak bilince taþýnan tüm nesnel gerçekliði anlatan felsefi bir kavramdýr. Düþünceci maddeciliðin bu tanýmý, metafizik idealizmin yanlýþ tasarýmlarýndan doðan yanýlgýlarý ortadan kaldýrdý: Böylece sonsuz çeþitlilikteki somut biçimler dýþýnda “deðiþmez” madde anlayýþý temelinden yýkýldý. Bâtýni felsefede “madde” ne yaratýlabilir ne de yok edilebilir; sürekli olarak deðiþerek bir durumdan (bâtýndan) bir baþka duruma (zâhire) dönüþür. “Hareket” maddenin bir varlýk biçimidir: Hiçbir zaman ve hiçbir yerde “hareketsiz madde” olamayacaðý gibi, hiçbir zaman ve hiçbir yerde “maddesiz hareket” de olamaz. Bize duyumlarýmýzla iletilen bu nesnel gerçeklik “sonsuz” ve “bitimsiz”dir; bilgimizi, sonsuzca ve tükenmeksizin yenileyecektir. Bâtýni felsefede “ten gözü-gönül gözü” bilgilenme sürecinin iki “kanalý” olarak algýlanýr: Doðal ve kendiliðinden bir süreçte asýl olan “ten gözüyle görme”dir. Ýncelenen nesne ten gözünden yitip matematik formüllere dönüþtüðünde, diyalektik bilgiden yoksun olanlar “maddenin yok olduðunu” sanýr; yani bâtýný göremez. “Gönül gözü” ya da “düþünce gözü”nü iþlevli kýlanlar bu “saný”yý yýkar ve zâhirin karþýtýna dönüþümü olarak algýlanan ve bâtýn olarak tanýmlanan “gizil nesnelliði” düþüncede görünüþe taþýrlar; yani düþüncede görmeye baþlarlar. Bu “baðýmlýlýk-karþýtlýk” gereði Aleviler-Bektaþiler metafizik idealizmin tersine: 1) Doðayý; nesne ve olaylarýn rastlantýsal bir yýðýný olarak deðil, birbirine organik baðla baðlý ve baðýmlý nesne ve olaylarýn bir bütünü olarak görür. 2) Doðanýn; hareketsizlik ve deðiþmezlik içinde deðil, her an deðiþip yenileþen ve geliþen bir süreç içinde olduðunu ileri sürer.
4
3) Geliþme sürecinin; basit bir büyüme süreci olamadýðýný, niceliksel deðiþmelerden niteliksel deðiþmelere sýçramalarla geçen bir süreç olduðunu savunur. 4) Geliþmenin; alttan üste doðru sarmal bir geliþim izleyerek gerçekleþtiðini, nesne ve olaylarýn içindeki çeliþmelerden doðduðunu savlar.
Bâtýni Doða Felsefesi Evrende her þey, her þeyin “bilincini” taþýr: Ben havanýn, suyun ve topraðýn; hava, su ve toprak benim bilincimi. Ancak arada bir fark var: Ben “yalan” söyleyebiliyorum; hava, su, toprak ve ateþ “yalan” nedir bilmiyor. Hangimiz hangimizin “nedeni” ya da “tanýðý” acaba? Ben olsa olsa “tanýk” olabilirim: Tanrý’nýn “çocuklarý” olarak algýlanan hava, su, toprak ve ateþ “neden”dir. “Tanýk” durumundaki insan, kendisinin ve çevresinin “tanýðý” olduðu sürece yaþar; bunu hiçbir zaman unutmayalým. Cemreler düþtüðünde hava inler, su çalkalanýr, toprak kabarýr: Ey yeryüzünde tepinmekten hoþlanan insan; yürürken daha hafif ol, bastýrmadan yürü, sert hareketlerden kaçýn; ne havayý kirlet ne de suyu, topraðý ve ateþi. Öldürme onlarý; havayý solu, suyu iç, topraðý iþle ama onlarý yaralama, okþa; dünyayý mýrýltýlarýyla taný, yoklaya yoklaya gezin: Çünkü, onlar ýsýyý “damýtýr”.
Bilgi olayýn “kendisine” deðil, “nedenine” iliþkindir. Olayýn kendisi burada bir “yangýn”, nedeni ise çýplak gözle kavranamayacak denli derin ve karmaþýk; onu günlük yaþamýn kývrýmlarý içinde yakalamak çok zor. Demek ki “bilgiyle görüntüyü” birbirine karýþtýrmamak gerekir. Yangýn, yani olayýn kendisi, bilgiye ulaþacak bir “tünel” olabiliyorsa anlamlýdýr.
B
ir olayýn bilgisi, bu olayýn “nedenine” iliþkin bilgiye dayanýr ve ayný þeyi içerir: Örneðin (A) olgusu, (B) olgusuna yol açýyorsa; (B) olgusu, (A) olgusunun içindedir. Týpký bunun gibi aðaç tohuma yol açýyorsa; tohum aðacýn içindedir. Aslýnda bizim gördüðümüz þeyler, yani görünüm; kendi baþýna var olmayan ve ancak “baðýmlý” olduðu bir baþka þeyin içinde var olandýr. Balmumu balmumu olarak görünümdür ve duygularla algýlanabilir. Kendi baþýna var olamayacaðýna göre balmumu eridiðinde “yok olduðu þey içinde” vardýr. Bu ise akýlla kavranabilir ya da düþüncede görünüþe taþýnabilir. Bâtýni doða felsefesinde Tanrý’nýn 2 özelliði vardýr: A) Düþünce özelliði; düþünce sistemini kurar, B) Nitelik özelliði; fiziksel nesneler sistemini kurar. Bu iki özelliðin tasarýmlanmasýnda kullanýlan yöntem tümdengelimci deðil, “tümevarýmcý”dýr: Görünümlerin “gözlenmesi” üzerine yapýlandýrýlmýþ bir “genellemeler sis-temi” oluþturur. Tanrý’nýn 2 özelliði somutlandýðýnda; düþünce özelliði ifadesini “bedenin düþüncesi”nde, nitelik özelliði ifadesini “bedenin kendisi”nde bulur. Bu kapsamda evren ya da dünya Tanrý’nýn nitelik özelliklerinin toplamýdýr, yani doðadýr. Toplumsal akýl, Tanrý’nýn düþünce özelliðinin, doðanýn aklý ise þaþmaz Tanrý düþüncesinin bir toplamýdýr. Demek ki Tanrý, her þeyin “yaratýcýsý” deðildir, ama her þeyin “nedeni”dir. Yani Tanrý, kendi “nedeni” olduðu dünyanýn içindedir; onun ötesinde deðil. Nedensellik, bir tür gerekliliktir; gereklilik nedeniyle dünyada yaþanan olaylar bir “zorunluluk”tur. Fiziksel dünyada olduðu gibi düþünce dünyasýnda da “çok az bir özgürlük” vardýr. Yalnýzca “neden”in kendisi özgürdür.
Sayý 3
Tohum aðaç aðaç da tohum oluyor ama, tohumun dünya görüþünde aðaca göre bir iyileþme olmuyor; çünkü, doðasal olan “þaþmaz” bir diyalektiðe oturuyor. Ceninden bir insan, insandan da bir cenin oluþuyor ama, ceninin dünya görüþünde bir iyileþme oluyor. Çünkü, yalnýzca insan doðayý aþabiliyor.
A
kýl, bedenin düþüncesidir; doðanýn aklý, doðanýn düþüncesidir: Bedenin düþüncesi “bedensel bir sürece”, doðanýn düþüncesi, “doðasal bir sürece” denk düþer. Demek ki akýl ve beden; akýl ve doða “tek þey”dir. Ýnsanýn aklýnýn ya da doðanýn aklýnýn baðlý olduðu “sistem”, ayný biçimde bedenin ya da doðanýn “baðlý” olduðu sistemdir. Ýnsanýn aklý insanýn bedeninden, doðanýn aklý, doðadan baþka bir þey deðildir. Bedenin ya da doðanýn “çabasý”, ayný zamanda insan aklýnýn ya da doðanýn aklýnýn çabasýndan baþka bir þey deðildir. Beden ve doða, “harcandýðý sürece” her ikisi de vardýr; “harcanma yoksa” her ikisi de yoktur: Varlýk da yoktur, Tanrý da yoktur. Bu felsefi yaklaþýmý Hayyam aþaðýdaki dörtlüðünde çok güzel anlatýr: Ben olmayýnca bu güller, bu serviler yok, Kýzýl dudaklar, mis kokulu þaraplar yok, Sabahlar, akþamlar, sevinçler, tasalar yok, Ben düþündükçe var dünya, ben yok o da yok. Görüldüðü gibi düþüncelerin “düzeni” ve aralarýndaki “iliþki”, þeylerin düzeni ve aralarýndaki iliþkiyle “ayný”dýr: Gerçek denilen þey, düþüncenin nesnelliðe uygunluðudur.
Gizilgücün, yani bâtýnýn nesnelliði üzerine düþündüðümüzde “iki doða” ve “iki akýlla” karþýlaþýrýz: Doða ve ek-doða (insan-toplum) ile doðanýn aklý ve ek-doðanýn aklý gibi. Aydýnlanmayý “doða”yla özdeþleþtirdiðimizde bir diyalektik akýlla; “ek-doða”yla özdeþleþtirdiðimizde uzlaþýmsal bir akýlla buluþuruz.
B
âtýni felsefe “doðanýn aklý” ve “insanýn aklý” terimlerinin açýlýmý üzerine oturur. Doðanýn aklý, doðasal nesnel süreçte doðanýn “önsüz olan”dan “sonsuz olan”a doðru gidiþini güden “yasa-ilke” olarak öne çýkan kesin/zorunlu eðilim, yani “doða yasalarý” olarak tanýmlanabilir. Bu soyut terim, gizil tanrý olarak Hakk’a ya da gizil tanrýnýn gizilliðinin taþýyýcýsý olan ve Hakk’ýn dönüþümüyle beliren “Ýlk Akýl”a denk düþer. Soyut olan (bâtýn) beslendiði nesnel kaynaða (zâhir), yani somuta yönelme eðilimindedir. Yönelmenin izinde somut “yeniden” üretilirken, tasavvufi anlamda tanrýsal olandan, yani “doðanýn aklý”ndan doðanýn kendisine inilen bir sürece girilir. Ek-doðanýn aklý olarak algýlanan “insanýn aklý” ise “doðanýn aklý”ný özümseyebilen ve doðayý “aþabilen” bir algýlama/anlama yetisi olarak bilince/inanca taþýnýr. Doðayý aþabildiði için insan “Konuþan Tanrý” durumundadýr. Ýnsan aklýnýn yazgýsý; kendi doðasýndan gelen “sorular”la karþýlaþtýðýnda baþlar. Çünkü, bu sorulara “ilgisiz” kalmasý olasý deðildir. Felsefe diliyle konuþursak insan doðasýnýn “kayýtsýz” kalamadýðý sorulara “kayýtsýz kalmak” insana ve doðaya “ihanettir”. Doðanýn oluþumu ve dönüþümü, “ufalanan bir taþ parçasý”na; insanýn oluþumu ve dönüþümü, “kýpýrdayan bir et parçasý”na indirgen-
Ekim 2004
diðinde Tanrý, “anasýz-babasýz” bir “hareket” olarak beliriverir. Algýlandýðý gibi her þeyin nedeni “hareket”tir. Bâtýni doða felsefesinde “doðasal deðiþim-dönüþüm” þöyle tasarýmlanýr: Evrende bir “madde yitimi” vardýr; “madde yitimi”, görünen maddenin, görünmeyen maddeye dönüþümünden baþka bir þey deðildir. Anlaþýlacaðý gibi evrende madde, ille de “görünür” niteliklerle varlaþmaz; “görünmez” madde olarak sonsuz uzayýn her yanýna yayýlmýþ durumdadýr. Evrende, “ýþýk saçýmý” ile gerçekleþen “madde yitimi”; “ýþýmasýz madde”ye, yani “görünmez” maddeye dönüþümdür. Zâhir olan, “enerji saçýmý” yapabilen, görünür maddedir. Bâtýn olan “enerji saçýmý” yapmayan, yani “ýþýmasýz” durumda bulunan maddedir. Sonsuz uzayda enerji (ýþýk) saçýmý yoluyla “tüketilen” madde miktarýný karþýlamak üzere, ýþýmasýz maddesel enerjiden sonsuz boþluða yeni “madde yýðýnlarý” sürülür: Iþýmasýz madde, yani görünmeyen madde(bâtýn) ýþýmalý maddeye, yani görünür maddeye (zâhir) dönüþür. Ýnanç diliyle ifade edersek “tanrýsal öz görünüþe taþýnýr”. Düþünce gözü ya da gönül gözü, “ýþýk olmayan ýþýðýn” ya da “karanlýðýn” aydýnlýðýyla görür. Buna karþýn zâhir ten gözüyle “ýþýk olan bir ýþýðýn” aydýnlýðýyla görür. Bâtýndan zâhire, zâhirden bâtýna “dönüþüm” sürecinde nesne, kimi niteliklerini “yitirir”, kimi yeni nitelikler “kazanýr” ki buna “deðiþim” adý verilir. Nitelik yitirme ve nitelik kazanma ancak “zâhir” durumda söz konusu olabilir. Zâhir olan varlýða gelmiþ, somut ve gözlenebilir olandýr. Tanrýsal öz ya da can, henüz görünüþe taþýnmamýþ kimi nitelikleri, baðlý olarak kimi biçimleri “taþýr”. Bu örtük ve “gerçek” olmayan, ancak olabilir olan taþýyýþ biçimine “bâtýn” denir. Algýlanacaðý gibi zâhirin “nedeni” bâtýn, bâtýnýn “nedeni” zâhirdir; zâhir-bâtýn toplamý olarak algýlanan evrende, “nedensel” iliþkilerin dýþa vurduðu ya da hissettirdiði bir “düzen” vardýr. Ve bu düzen amaca uygun, planlý bir geliþim içerisindedir. Doða denilen þey, daha büyük bir yetkinliðe doðru sürekli deðiþen zâhir durumdaki tek tek nesnelerin toplamýdýr. Bâtýn, kendini henüz görünüþe taþýmamýþ, ancak “gizil nesnellik”te bir eðilim olarak “örtük” biçimde bulunan “tümellik”tir. Bâtýn durumda olanýn ortaya çýkmasý, “örtük” tümel yönlerin zâhir durumuna gelmesidir. Bâtýn “örtük” olduðundan, deðiþim sýrasýnda bir nesne ya da bir nitelik “yokluktan varlýða” geliyormuþ izlenimini uyandýrýr. Oysa bu bir sanýdýr; çünkü, yalnýzca zâhir olan görünür, görünüþe taþýnýr, kendini gösterir. Zâhir durum alma, belirli bir biçimin tam olarak kazanýlmasýdýr; o biçim açýsýndan düþünürsek bir “yetkinleþme”dir. Örneðin tomurcuk bâtýn bir çiçek; yumurta bâtýn bir kuþtur. Buna karþýn hiç biçim taþýmayan “gizil nesnellik”, hiçbir zaman zâhir durum alamayacak olan bir “madde”dir; ancak düþüncede görünüþe taþýnabilir, kuramsal olarak algýlanabilir. Görüldüðü gibi evrenin oluþumu, bir “madde deðiþimi”nden baþka bir þey deðildir. Varlýðýn oluþumuna ya da varlýða geliþe yalnýz görünen madde deðil, görünmeyen madde de “katýlýr”. Özünde asýl katýlým görünmeyen maddedir(bâtýn olandýr); görünmeyen madde, varolma ya da yaþama tohumudur; zâhiri belirleyen özünde bâtýndýr. Doða yasalarý, “uzay-madde-zaman” üçlemesinin yarattýðý yasalardýr. Madde nesnedir, zaman ise nesneye iliþkin bir niteliktir. Bu nedenle “þimdi”nin dýþýnda zamaný yaþamak olanaksýzdýr; zaman yoktur “þimdi”nin dýþýnda. Gelecek zamanýn þimdiye dönüþmesi, þimdinin durmadan geçmiþ olmasý, “üçleme”deki deðiþimin bir dýþa vurumudur. Düþüncelerimiz, duygularýmýz, ötesinde ruhumuz da “besinle” edinilen “enerji” biçimleridir; geniþ anlamda bâtýndan zâhire çýkan ya da görünmeyenden görünüþe taþýnan “doðal ürün”lerdir. KAYNAKÇA: Esat Korkmaz, Alevi Felsefesi, Pencere Yayýnlarý, Ýstanbul, 1997, sayfa: 9. Esat Korkmaz, Anadolu Aleviliði, Berfin, Ýstanbul, 2000, sayfa: 21, 22, 25, 64 ile 93 arasý. Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Aydýnlanmanýn Diyalektiði, II, Çev.: O. Özügül, Kabalcý Yayýnlarý, Ýstanbul, 1996, sayfa: 36, 118, 122. Tülin Bumin (Derleyen ve Çev.:), Hegeli Okumak, Kabalcý Yayýnlarý, Ýkinci Baský, Ýstanbul, 1993, sayfa: 31, 43, 44, 45, 49, 70. Arda Denkel, Ýlkçað’da Doða Felsefeleri, Özne Yayýnlarý, Ýkinci Baský, Ýstanbul, 1998, sayfa: 26, 27, 28 Abdullah Rýza Ergüven, Evrenbilim ve Tanrý Kavramý, Berfin, Ýstanbul, 2000, sayfa: 9, 71 arasý.
5
Þemseddin Tebrizi, Hacý Bektaþ Veli ve Ýliþkileri Üzerine Bölüm I Ýsmail Kaygusuz Þemseddin Tebrizi, Þems (Güneþ), Þems-i Tebriz (Tebriz’in Güneþi), Þemseddin Tebrizi (Tebrizli Din Güneþi), Þemseddin Muhammed, Þemseddin bin Hasan-i Ýhtiyar, Pir Þemseddin el-Tabriz gibi isimler taþýyan, Alamut Ýsmaili imamlarýnýn soyundan, Huccet makamýnda bulunan bir sufi, mutasavvýf düþünür ve bir dava adamýdýr.
Þemseddin Tebrizi (1183/4-1247/8) bir bâtýni Ýsmaili’dir.
Ancak sýradan bir Ýsmaili deðil; Þems (Güneþ), Þems-i Tebriz (Tebriz’in Güneþi), Þemseddin Tebrizi (Tebrizli din güneþi), Þemseddin Muhammed, Þemseddin bin Hasan-i Ýhtiyar, Pir Þemseddin el-Tabriz vb. farklý isimler taþýyan, Henry Corbin’in de vurguladýðý gibi Alamut Ýsmaili imamlarýnýn soyundan bir Huccet (imamýn tanýðý, vekili) makamýnda bulunan bir sufi, mutasavvýf düþünür ve bir dava adamýdýr. Ayný zamanda onu, yaþamýnýn deðiþik devrelerinde yönetici, siyaset adamý, askeri komutan ve bir diplomat olarak görmekteyiz. Anadolu’da Alevilik inanç ve düþüncesini, yani Ýslamýn bâtýni anlayýþýný, çaðýnýn toplumsal-siyasal ve ekonomik koþullarýnda yorumlayýp uyarlayan ve yayan Hünkâr Hacý Bektaþ da Alamut’ta yetiþmiþ bir dai, bir inanç ulusu ve bir düþünürdür. Biz burada, Þemseddin Tebrizi, Hacý Bektaþ Veli ve Yunus Emre üzerinde yaptýðýmýz araþtýrma ve incelemelerimizi içeren, yayýma hazýr “Alevi Bektaþi Düþünür ve Ozanlarý I” kitabýmýzýn ilgili bölümlerinden çok kýsa bir özetle yetineceðiz. Eski ve yeni Sünni-Þii yazarlar, araþtýrmacýlar Þems’in, kendilerinin baðlý bulunduklarý mezhep ve tasavvufi tarikatlarlarýndan (Þii, Þafii/Ýþari, Hanefi/Mevlevi vb.) birinden olduðunu göstermekten çekinmemiþler. Onu bâtýniliðinden ve Alamut Ýsmaililiðinden koparmak için çok büyük çaba harcamýþlardýr. Daha önce bizim de aralarýnda bulunduðumuz Alevi-Bektaþi araþtýrmacýlarý da, “Vilayetname”yi temel alarak, Þems’in Hacý Bektaþ Veli’nin halifelerinden olduðu ve onu “baþ ile git, baþsýz gel” diye aðýr bir görevle Mevlana’ya gönderdiðinde ýsrarlýdýrlar. Oysa Þemseddin ondan en az 30 yaþ büyüktür ve tersine ,Hacý Bektaþ’ýn eðitilip yetiþtirilerek bir bâtýni velisi olmasýnda büyük emeði vardýr. Hacý Bektaþ bir bâtýni dai’si olarak, Alamut Ýsmaili imamýnýn Huccet’i ya da baþ dai’si olan Þemseddin Muhammed (bin) Hasan Ýhtiyar’a baðlýydý. 1224’de Hacý Bektaþ onunla tanýþýrken belki 15-16, belki daha küçük yaþlardaydý. Çok büyük olasýlýkla Þems’in korumalýðýnda, Alamut’a baðlý Kuhistan eyaleti kalesi olan Þahdiz’deki Abdulmalik Attaþ (ö.1107) tarafýndan kurulmuþ Ýsmaili medresesinde ya da Alamut kalesinde bâtýni eðitimini tamamlamýþtý. Araþtýrmalarýmýz Þemseddin Tebrizi ile 1224-1226 yýllarý arasýnda Kuhistan eyaleti Ýsmaili valisi (muhtaþim’i) Þemseddin Muhammed (bin) Hasan Ýhtiyar’ýn ayný kiþi olduðu düþüncesine götürdü. Bu olayýn üzerinde hiç durmamýþ görünen Ýsmaili tarihi araþtýrmacýlarý, ama Þemsi Tebrizi’nin öldürüldüðü tarihlerde henüz 7-8 yaþýnda bulunan Pir Salahaddin oðlu Pir Þemseddin Muhammed Sebzavari (Multani Taparazi) ile onun ayný ya da farklý kiþilikler olduklarý üzerine çok sayýda yazýlar döktürmüþlerdir. Kaldý ki ayný kiþi olmalarý olanaksýzdýr; buna raðmen Hind kýtasýnda ve Orta Asya Ýsmaili topluluklarý arasýnda Pir Þemseddin’in Þems Tebrizi olarak adlandýrýldýðý, birbirine karýþtýrýlmasýna -araþtýrmacýlarýn çoðu ayný kiþi olmadýklarýný vurguladýklarý halde- akýlcý ve anlamlý çözümler getirilmemiþtir. Bunun yolu, geleneksel söylemlerin ve kaynaklarýn verdiði doðrudan ve dolaylý bilgileri deðerlendirip yorumlayarak, Þemsi Tebrizi ile Alamut imamlarý ve Alamut yönetimiyle saðlam bir köprü kurmak ve Hind ve Sind’deki dava etkinliklerini araþtýrmaktan geçer. Biz bu yolu seçtik;
6
Alamut Ýmamý Celaleddin Hasan’ýn (1210-1221) büyük oðlu olan Þemseddin Muhammed’in kýrk yaþlarýndayken Kuhistan valisi olarak atanmasý kadar doðal bir durum olamazdý. Açýklayýcý bir belge henüz bulunmuþ olmamasýna raðmen, 1227’den itibaren ayný Þemseddin Muhammed’in Hind ve Sind bölgelerinde yýllarca Ýsmaili dava etkinliklerini çok etkili bir biçimde yürütmüþ olduðuna inanýyoruz. Eðer böyle olmasaydý, 14. yüzyýlýn ilk çeyreðinden, ikinci yarýsýnýn baþlarýna kadar yerli dillerde söylediði binlerce ginan (beyitler) ve garbi’leriyle (þarkýlar) inancýn propagandasýný yapmýþ ve keramet olarak günümüze gelmiþ etkinlikleriyle gönüllerde taht kurmuþ; ayrýca soyundan gelen Pir’lerle davayý kuþaklar boyu sürdürmüþ Pir Þemseddin Muhammed Multani’den (ö.1356) sonra, hâlâ Ýsmaili inançlý halklarýnýn toplumsal belleðinde Þemsi Tebrizi kalýr mýydý? Ayrýca ilk post-Alamut Ýmamý Þemseddin Muhammed’in (12571310), Tebriz’deki yerli sufiler tarafýndan Þemsi Tebrizi olarak tanýndýðý görülmektedir. Pir Þihabuddin Þah (ö. 1884) “Kitabat-i Alliya” (1) kitabýnda þu açýklamayý yapýyor: “Tebriz’de yaþayan Þemseddin Muhammed yerli halk tarafýndan, yakýþýklý görünüþünden ötürü, güneþle karþýlaþtýrýlýp, güneþe benzetildi; böylece ona ‘Tebriz’in Güneþi’ denildi. Bu adlandýrma Mevlana Celaleddin’in (bâtýni) öðretmeni Þemsi Tebrizi ile onun arasýnda karýþýklýða neden oldu, fakat gerçekte onlar daima farklý kiþilikler idi” 1244 yýlýnda Þemseddin Muhammed bin Hasan Tebrizi’yi artýk Konya’da, Mevlana Celaleddin’e öðretmenlik yaparken görüyoruz. Ýkinci yýlýn ortalarýnda ansýzýn ortadan kayboluyor.
Alamut Yönetimi, Rum’da Þemseddin Tebrizi olarak tanýnan eski Kuhistan valisi Þemseddin bin Hasan Ýhtiyar’a, yirmi yýl sonra bir diplomatik görev veriyor
Diplomatik Bir Görev Þemseddin Tebrizi’nin 10 Ocak ile 11 Þubat 1246 tarihleri arasýnda ansýzýn, hiç kimseye haber vermeden Konya’dan ayrýlýp, yaklaþýk bir buçuk yýl boyunca ortadan kayboluþu; sonuçlarý o günün bütün dünyasýný ilgilendiren bir olayýn geçtiði zaman aralýðýna denk düþmektedir. Bunun rastlantý olduðuna biz inanmýyoruz. Bu olay, 24 Aðustos 1246 yýlýnda, Moðol Ýmparatorluðu baþkenti Orta Asya’nýn Karakurum bölgesindeki Talikan’da büyük Moðol Kurultayý’nýn toplanmasýydý. Bu Kurultay’da Ogeday’ýn büyük oðlu Guyuk, Moðol Haný seçilmiþtir. Kurultay hakkýnda en geniþ bilgiyi bize, papa Ýnnocent IV tarafýndan elçi olarak gönderilmiþ olan Fransisken rahibi John Plan del Carpin vermektedir.1245 yýlý Nisan ayýnda Fransa’dan yola çýkan Rahip John Plan, Balkanlar ve Rusya üzerinden 15 ayda Karakurum’a vardý. Guyuk’un tahta çýkýþý, 24 Aðustos 1246 tarihinde toplanan kurultayda yapýlan törenle gerçekleþti. Papanýn elçisi olarak bu törene katýlan Rahip John Plan 1247 yýlý sonunda Ýtalya’ya dönebilmiþtir. Onun anlattýðýna göre Moskova grandükü, Gürcistan tahtýnýn varisleri, Ermenistan baþkumandaný Sempad, gelecekteki Selçuklu Sultaný Rükneddin IV.Kýlýç Arslan, Bagdad Halifesinin temsilcileri, Hýristiyan Ýmparator, Frank elçileri, Alamut emiri Alaaddin Muhammed’in elçileri vb. bu kurultaya katýldýlar.(2) Burada konumuzla yakýn iliþkisi olduðu için Selçuklu Sultanlýðý’ndan giden elçilik heyeti hakkýnda Abul Farac’ýn verdiði bilgiyi kýsaca gözden geçirelim: “Vezir (Þemseddin Isfahani) birçok altýnlar, þahane hilatlar ve atlar hazýrlayarak, onlarý Rükneddin (Kýlýç Arslan) ile birlikte Tatarlarýn
Sayý 3
yanýna rehine olmak üzere gönderdi ve böylece barýþý saðlamlamak istedi. Genç Prens (Rükneddin) Guyuk Han’ýn yanýna gelince, kendisi ile beraber olan eþraftan Bahauddin Tarjan (Tercuman?) vezir Þemseddin’den þikayet ederek Han’a þu sözleri söyledi: ‘Vezir eþrafý öldürdü, vefat eden sultanýn (Gýyaseddin Keyhusrev) karýsýyla evlendi ve sizden emir almaksýzýn yeni bir Sultan (Ýzzüddin) tayin etmek istedi’. “Bunun üzerine Han, Ýzzüddin’in tahttan inmesini ve kendi yüzünü görmeye gelen Rüknüddin’in hüküm sürmesini, Bahaeddin Tarjan’ýn onun veziri olmasýný ve Þemseddin’in mevkiinden atýlmasýný emretti... Kýsa bir zaman sonra Bahaeddin 2000 Mogolla birlikte gelerek, Rükneddin’i Erzincan, Sivas (Sebasteia), Kayseri, Malatya, Zait kalesi ve Amid’de sultan ilan etti. Her yere vali ve hakimler tayin ediyor. Ýzzeddin’in memurlarýný azlediyordu...”(3) Ýmamý Alaaddin Muhammed III (1221-1256), Abbasi Halifesi alMutasým (1242-1258) diðer birçok Ýslam önderleri tarafýndan ortak anlaþmayla düzenlenen bir elçilik heyetinin baþýna, eski Kuhistan valisi ve baþ dai’lerden Þihabeddin ve Þemseddin Muhammed (Tebrizi) geçirilerek, Karakurum’daki Moðol baþkentine (Talikan) gönderdi. 24 Aðustos 1246 tarihinde Moðol Ýmparatorluðu’nun baþýna geçen Güyük Han’ýn tahta oturma törenlerine katýlmýþtý bu heyet. Alamut önderi Ýmam Alaaddin Muhammed III, bu heyetle babasý Celaleddin Hasan ile Moðollar arasýnda yapýlan anlaþmayý ve 1228 yýlýnda Cengiz Han’a bir dostluk örneði olarak kendisinin gönderdiði elçilik heyetindeki yetmiþ tacirin Harezmþahlýlar tarafýndan öldürüldüðünü anýmsatan bir memorandum gönderdi Guyuk Han’a. Ancak, Alamut Nizari elçileri Han tarafýndan hakarete uðradý ve kovuldular. Memorandum’a da aðýr sözlerle karþýlýk verildi. Han’ýn bu aðýr sözleri ve hakaretlerine muhatap olan; ancak Kurultay geleneklerine aykýrý olduðu için öldürülmekten kurtulan bu elçilik heyetinin ikinci adamý Semsi Tebrizi’den baþkasý deðildi. Guyuk Han, Kurultay’ýn arkasýndan bu sözlerini uygulamaya koydu ve Elgidey’i (Elçigiday) Moðol ordularýnýn baþýna geçirerek Ýran’a gönderdi. Hedef, Ýsmaililerin ve Baðdad halifelerinin, idaresindeki topraklarýn zaptý idi. Guyuk’un Nizariler’e karþý düþmanca planlarý onun ölümünden (1248) sonra halefleri tarafýndan sürdürüldü.(4) Þemseddin Muhammed Tebrizi, Rum’da (Anadolu’da) davetçilik (Huccet ya da baþ Dai’lik) yaptýðý, Mevlana’ya bâtýniliði öðrettiði sýrada Alamut’a çaðrýlýp ona bu görev verilmiþtir. 20 yýl kadar önce Sistanlýlara karþý büyük bir savaþ vererek, yýllarca süren anlaþmazlýklarý sona erdirmiþ bulunan Þemseddin’in baþarýlý bir askeri kumandan oluþu ve diðer baþarýlarý onun bu diplomatik göreve seçilmesini saðlamýþtý. Ancak ne var ki, bu son yüklendiði siyasal ve diplomatik görevin içeriði, yeni Moðol Haný Guyuk (ö. Nisan 1248) tarafýndan düþmanca karþýlanmasý yüzünden, Þems’in kendi sonunu hazýrladý. Bir yýl dört ay sonra sonra Mevlana’nýn verdiði güvenceyle Konya’ya geri dönen Þemseddin Tebrizi, 1247 sonunda ya da 1248 yýlý baþlarýnda; kendilerine menþur (yarlýð) verip Rum’a Sultan olarak atamýþ olan Guyuk Han’a yaranmak için, Rukneddin Kýlýçarslan III’ün veziri Bahauddin tarafýndan katlettirilmiþ ve olay “faili meçhul bir cinayet” olarak tarihe geçmiþtir.
“Hacý Bektaþ, bütün manasýyla bâtýni inanýþlarýn mürevvici bir bâtýni dai’siydi. Bunu ‘Makalat’ açýkça gösterdiði gibi en eski kaynaklarýn Bektaþilik hakkýnda verdikleri malumat da teyid eder.” Abdülbaki Gölpýnarlý Ekim 2004
Hacý Bektaþ Veli Yesevi Yolu Yolcusu Deðildir, O Bir Bâtýnidir
H
acý Bektaþ Veli, Yesevi yolunun yolcusu deðildir, olamaz. Tarihsel olarak Niþabur’da geçen olaylar ve Horasan bölgesindeki Moðol saldýrýlarý göz önünde tutulacak olursa gerçeðin çok farklý olduðu görülecektir. Hacý Bektaþ 1200’ün ilk on yýlý içinde doðmuþ olduðuna göre, Lokman Perende’den olsa olsa okuma yazma öðrenmiþ ve ilk dinsel bilgilerini almýþ olmalýdýr. Lokman Perende, Ahmet Yesevi’nin halifesi olmuþ olsa bile, ondan çocuk yaþlarda ders alan Hacý Bektaþ’ýn Yeseviliði öðrenip, ona baðlanmasý olasý görülmüyor. Abdülbaki Gölpýnarlý bu konuda, “hasýlý bizce,” diyor, “Ahmet-i Yesevi nasýl þöhreti yüzünden Bektaþi geleneðine sokulmuþsa, Lokman da bu geleneðe sokulmuþ ve bu zata Hacý Bektaþ’a hocalýk ettirilmiþtir”.(5) Elbette bu kiþiler sadece “þöhretleri” yüzünden deðil, Hacý Bektaþ’ýn “menkýbe”lerinin yazýya geçirildiði dönemin (1480’li yýllarýn sonlarýnda) Osmanlý siyasetinin gereði olarak Vilayetname’ye sokulmuþtur. Gölpýnarlý’nýn asýl Mevlana Celaleddin(6) adlý yapýtýnda, Hacý Bektaþ Veli hakkýndaki aþaðýdaki saptamasý çok yerindedir: “Hacý Bektaþ, bütün manasýyla bâtýni inanýþlarýn mürevvici (yürüten, propagandasýný yapan) bir bâtýni dai’siydi. Bunu ‘Makalat’ açýkça gösterdiði gibi en eski kaynaklarýn Bektaþilik hakkýnda verdikleri malumat da teyid eder.” Abdülbaki Gölpýnarlý’nýn Hacý Bektaþ’ý, salt Mevlana ile karþýlaþtýrýlacak düzeyde olmadýðýný göstermek ve onu küçük düþürmek için (sevilmeyen) bir tarihsel gerçeði ortaya atýp ardýnda durmamasýnýn, belirsiz býrakmasýnýn anlaþýlýr yaný olabilir mi? Bu saptamasýndan sonra Gölpýnarlý, Mevlana karþýsýnda Hacý Bektaþ’ý tanýmlarken, doðrularla yanlýþlarý bir arada kullanarak, kötüleme niyetini ortaya koyuyor: “Halbuki Horasani’lerden olmakla birlikte ne kadar bilgin olduðunu bilemediðimiz, ancak ‘Makalat’ýna ve gene elimizde bulunan bir ‘Þathiyye’sine nazaran derin ve geniþ bir bilgiye sahip olmaktan ziyade münteþir (yaygýn, daðýnýk) terbiyeyle yetiþtiðini sandýðýmýz Hacý Bektaþ, bir halk isyanýnýn (Babai baþkaldýrýsý kastediliyor- Ý.K.) arda kalanlarý tarafýndan ulu tanýndý. Bilgisi, meþrep ve mezhebi bakýmýndan yalnýz medrese mensuplarý tarafýndan deðil, tarikatçýlar tarafýndan da kýnanan bu zümre, ilk zamanlardan itibaren gizlenmeye lüzum görmüþ ve tekkelerini, þehirleri bile dað baþlarýnda, ýssýz yerlerde kurmuþtur. Ortodoks Müslümanlýktan dýþarý gören saltanat ve medrese, bu zümreyi vakýftan da mahrum etmiþti.”(7) Abdülbaki Gölpýnarlý, Hacý Bektaþ’a bir bâtýni dai’si dediðine göre ki bu en doðru saptamadýr- bunun arkasýnda durmalý ve açýklýða kavuþturmalýydý. Yani, onun bir bâtýni olarak yetiþmesinin tarihsel ve nesnel koþullarýný açýk açýk göstermeliydi. Nedense araþtýrmacýlar o dönemlerde bölgenin tarihsel koþullarýný inceleme gereði bile duymadan, Vilayetname’de anlatýlan olaylarýn hepsini doðru kabul etmiþlerdir.
NOTLAR: (1) Tehran, 1963, p. 42. (2) Steven Runciman, A History of the Crusades, Vol.III, 5.Baský, London, 990, s.259-260; Jean Paul Roux, Orta Asya/Tarih ve Uygarlýk, Çev. L. Arslan, Kabal Yayýnlarý: Ýstanbul, 2001; Karþ. Gregory Abul Farac (Bar Hebraus), Abul Farac Tarihi II, Ýngilizce’den Çev. Ö. R. Doðrul, 2. Baský, Ankara, 1987, s.546. (3) Gregory Abul Farac (Bar Hebraus), Abul Farac Tarihi II, Ýngilizce’den Çev. Ö. R.. Doðrul, 2. Baský, s. 548. (4) F.Daftary, The Ismailis, their history and doctrines,. s.409, 418; V.V. Barthold, Hz. Hakký Dursun Yýldýz, Mogol Ýstilasýna kadar Türkistan, Ankara,1990,s.511-513) (5) Vilayetname, s. 103. (6) Mevlana Celaleddin, s. 237. (7) Agy, s. 239-40.
7
Tasavvufun Kökenleri Ýsmail Özmen
Ý
slam âleminde tasavvuf, Ýslam’ýn güzel, duru, sevgi dolu temel inanç ve amaçlarýndan hýzla sapan, giderek acýmasýz, baskýcý, sömürücü, ilkel bir kavmiyet zihniyetinin dönülmez bataklýðýna gömülen, elleri kanlý, eðlenceye, keyfe ve maddi saltanata düþkün Emeviler ile Abbasiler’in ve onlara sýký sýkýya baðlý kimi ardýllarýnýn egemen olduklarý zaman sürecinde yapýlanýp biçimlendi. Ýslam dinine gerçekten ve yürekten inananlar arasýnda bir öncü grubun, yani Ýslam’ý gerçek mistik boyutlarý içinde görenlerin, düþünce ve duygu alanýnda gösteriþsiz, duru ve yalýn derinleþmeyi, özgünleþmeyi seçerek ürünler vermeye baþlayanlarýn yarattýðý bir yoldur. Hans Heinrich Schaeder’e göre tasavvuf, gerçek tevhid yoluyla kiþinin bireysel kurtuluþa ulaþma çabasýdýr. Aslýnda tasavvuf, aþýlmaz sanýlan þablonlarý, setleri þu ya da bu yollarla aþýp, açýktan ya da gizlice parçalamak suretiyle kaldýrýp Allah’a daha baþka yollarla da ulaþýlabileceðinin bilincine varmaktýr. Gerçekte tasavvuf tarihi, bireysel ya da kolektif biçimde, marifetle, aþkla, zühdle veya vecdle hedefe ulaþmayý sergileyen yollarýn özgün bir haritasýdýr; dahasý okuyanlar ve anlayanlar için o, içinde Seyyid Ali Sultan’larýn gezindiði bir Piri Reis atlasýdýr; daha deðiþik bir kelâmla, hiçbir sýnýr tanýmayan bir bölüm þablon kýrýcýlarýn farklý ve deðiþik tutumlarýnýn gizemli yansýsýdýr. Elbette, bu gerçek devrimcilerin içinde, dünyaya,Tanrý’nýn dýþýndaki her þeye sýrt çevirmiþ “zâhit” diyebileceðimiz soyutlanmýþ direniþçiler de bulunmaktadýr. Bunlar benim gözümde, gizemini kendi kuyusunda saklayan en büyük direniþçilerdir. Çünkü onlarýn direniþi, en kutsal, en karanlýk, en uzun yolda, en güçlü, en inat, en soluklu yolcunun yüklendiði bir direniþ çeþididir. Onu ancak yürüyenler bilir, çünkü onlar inançlarý uðruna her þeyi, ama her þeyi göze almýþ kahramanlardýr. Kahramanlýklarýný sessizce ve yalýn biçimde inançlarýnda ve düþüncelerinin yansýsý olan þiir ve sözlerinde sergilerler. Zaten tasavvuf tarihi bunun binlerce örneði ile doludur. Örneðin Hallac-ý Mansur, Seyyid Nesimi gibi... Henry Corbin’in saptadýðý bir gerçeði sizlere sunmak isterim: Ona göre, “Ýslam’da din bilinci, tarih-ötesi bir olguda odaklanmýþtýr. Bu olgu kaynaðýný Kuran’daki Araf Suresi’nin 172. ayetinden alýr. Þöyle ki, bu olgu tarih-üstü, ezeli misak olgusudur. Çünkü yaradýlýþ öncesinde Allah, henüz yaratýlmamýþ âdemoðullarýndan, onlarýn bellerindeki zürriyetlerini alýp hepsine birden sormuþtu: “Elestü bi-rabbiküm-Rabbiniz deðil miyim?”, diye. Bu soruyu o toplantýda bulunanlarýn hepsi tek aðýzdan þöyle yanýtlamýþlardý: “Balâ þâhidnâ-Rabbimizsin buna tanýklýk ederiz.” Ýþte bu ezeli misak düþüncesi, tasavvuf ehlinin gerçek din bilincini oluþturur. Çünkü onlara göre, bu olgu, geleceðin varlýklarýný yokluk uçurumundan kurtarýp “Rûz-ý Elest”in yaþantýsýna döndürmüþ, her türlü kayýt ve koþuldan sýyýrýp çýkararak sevgi denizinin derinliklerine fýrlatmýþtýr. Ayrýca, yine konuyla ilgili þu gerçeði de saptamakta yarar görüyorum: Kim ne derse desin, Ýslam’da tasavvufun baþlangýcý, Peygamber’e deðin uzanýr. Louis Massignon’un dediði gibi, bu konuda Kuran, “Tek baþvuru kaynaðý”, “ilimlerin temel kitabý”, “dünyanýn anahtarý”, “ tek bir ayetinden yedibin anlam çýkarýlan mucize” ve “yeniden diriliþ”tir. Hatta Kuran’da, “Allah’ýn insana þah damarýndan daha yakýn
olduðu”(sure 50/60); “Gözler O’nu fark edip kavrayamaz. O, gözleri görür” (Sure 6/103); “Nereye dönerseniz, orada Allah’ýn yüzü vardýr.” (sure 2/115); “Allah, doðaya ve insan ruhuna iþaretler yerleþtirmiþtir.” (sure 51/20-21) gibi tasavvufi konularý içeren iþaretler yer almaktadýr. Yine Kuran’da yer alan, içerik ve anlamlarý çeliþen birçok ad ve sýfat, Allah’ýn doksan dokuz esmâ-i hüsnâ’sýný oluþturur. Bu nitelemelerin tümünün insanda bulunan deðiþmez özellikler olduðu yadsýnamaz bir gerçektir. Tasavvufçular “gerçek direniþçilerdir”, derken amacýmýz, onlarýn çirkinliklere ve çürümüþlüðe karþý savaþ içinde olduklarýný anlatmaktýr. Böyle bir atmosferde durum deðerlendirmesi yaparken kavram ve konularý yeniden ele almakta fayda vardýr. Örneðin, deðiþik bir bakýþla, Kuran’ýn yorum yöntemlerini, zâhiri anlamlarýný yadsýmadan, kelimesi kelimesine basit yorumlardan simgesel anlamlarýna deðin uzanan bir yol olarak görmek olasýdýr. Gerçekten Kuran’a deðiþik açýlardan bakarak çeþitli yorumlar üretmek, hem Allah kavramýna daha uygun düþer, hem de Ýslam’a ve insanlýða daha zengin ve güzel birikimler getirilmiþ olur. “Tasavvufun baþlangýcý, Peygamber’in kendisine kadar uzanýr. Kur’an’da onun ümmî olduðu yani okuma yazma bilmediði söylenir(sure 7-157-158). Gerçekte, Ýslam sofuluðunun anlamýnýn öz temeli bu olguda yatar. Allah’ýn kelâm olarak ete kemiðe bürünüp Ýsa aracýlýðý ile tecelli ettiði Hýristiyanlýkta, kelâma tertemiz bir kap oluþturmak için Meryem’in bakireliði nasýl gerekli idi ise; ayný þekilde, Allah’ýn Kuran’ýn kelâmý aracýlýðýyla tecelli ettiði Ýslam’da da emâneti saflýðý bozulmamýþ bir þekilde aktarabilmesi için Peygamber’in sözlü olsun yazýlý olsun aklî bilgi ile kirlenmemiþ bir kap olmasý gerekli idi”, diyen Annamarie Schimmel, “Ýslam’ýn Mistik Boyutlarý” adlý kitabýnda Hz. Muhammed’in “Tasavvufun manevi zincirinin ilk halkasý” olduðunu vurgularken onun “gayb-batýnî hikmetler ilmini” Hz. Ali’ye aktardýðýný dile getirmekten de geri durmaz. Elbette, tasavvufun zaman, coðrafya ve kültür atlaslarýnda uzayýp giden bir köken haritasý bulunduðu doðrudur, bu yadsýnamaz. Þimdilik biz bu atlasý bir yana býrakarak, bütün bu kökenlerin kuyusundaki özü teþkil eden “sevgi” kavramýný birkaç yönden ele alýp deðiþik figürlerini yansýtmaya çalýþalým:
Ý
Aþk ve Sevgi
þte bunlardan biri olan ve tasavvufi þiir dilinde önemli bir yeri bulunan “ihsan” kavramý, “Rahman’ýn nefesi” olarak algýlanýr: Sabah yeli gibi insan yüreðinin büzülmüþ goncasýný açtýran kutsal kýlavuzluðun simgesi sayýlýr. Ýlk sûfilerin yazýlarýnda, bu konuda yalnýzca anlatým zenginliði deðil, ayný zamanda tasavvufi deneyimden süzülüp gelen düþünsel bir derinliðin olduðu da yadsýnamaz. Onlara göre “Nasýl bir tohum ancak toprakta hayat bulursa, hikmet tohumu da kalb-gönül topraðýnda yeþerir”; öyleyse, kutsal ruhun temiz kabý, dünyevi kaygýlarla acýlar içinde doðup oluþabilir. Bunun için, en yüce þerefe ulaþmak isteyen kiþi, þu yedi þeyi, diðer yedi þeye tercih etmelidir: “Fakirliði zenginliðe, açlýðý tokluða, aþaðýda olmayý yükseklerde olmaya, zilleti izzete, tevazuu kibre, hüznü neþeye, ölümü hayata”. Yol budur, bu yola girip yürümek ise sana, yani insana býrakýlmýþtýr, ister gel, ister gelme, ister yürü, ister otur, özündeki insan ne diyorsa onu yap. Ünlü sûfilerden Rabia, Basra sokaklarýnda mecnun mecnun yürürken, “Cennet’i ateþe vermek, Cehennem’i de söndürmek istiyorum, çünkü böylece iki engel ortadan kalkmýþ olacak; o zaman ne cennet umudu, ne de cehennem korkusuyla deðil, Allah sevgisiyle ibadet edenler ortaya çýkacaktýr”, derken, Cennet’te sofulara vadedilen “bir ev ile birkaç huri” olgusundan, dindeki ezeli güzelliði gizleyen bu tür ve benzer örtülerden, yani çamurdan kiþinin ruhunu alýp çýkararak kurtarmak ister. Tasavvufçulara göre, Allah Cennet’i kaldýrsa ya da Cehennem ateþinden korkan zâhidi ateþe atýverse, muhakkak daha iyi olurdu. Çünkü hem Cennet, hem de Cehennem, yaratýlmýþ þeylerdir; bunlar Allah’tan gayri’dirler. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin yorumuyla, her gerçek mutasavvýf bilmelidir ki, “Baðlar, bahçeler, yeþillikler canýn içindedir. Evrende ne varsa oradadýr. Öyleyse muhabbet (aþk, sevgi) ezelden gelip ebede gitmiþtir, on sekiz bin âlem içinde aþk þerbetini, aþk þarabýný içip de en sonunda Hakk’a ermemiþ kimse yoktur, zaten olamaz da”.
Fotoðraf: Katre Can
8
Sayý 3
Kuran’da açýkça belirtildiði gibi “O onlarý sever, onlar da O’nu”, ibaresi gelecek kuþaklara aþk kuramlarýnýn gizemli kanýtý olmuþtur. Ârifler hakkýndaki bir baþka kutsal hadise göre, “Ârifler ilimsiz, gözsüz, habersiz, müþahedesiz, sýfatsýz ve perdesiz görürler; onlar kendilerinde deðil, hiç olmadýklarý kadar Allah’tadýrlar. Davranýþlarýnýn faili bizzat Allah’týr, sözleri onlarýn diliyle konuþan Allah’ýn sözleridir. Ve bakýþlarý onlarýn gözüyle bakan Allah’ýn bakýþlarýdýr.” Cenâb-ý Hak, ayni konuya daha geniþ açýdan bakarak þöyle buyurmuþtur: “Bir kulumu sevince onun iþiten kulaðý, gören gözü, konuþan dili ve tutan eli olurum.” Ýþte bu kutsal hadis tasavvuftaki bâtýni öðretinin temel taþlarýndan birini oluþturur. Böylece, insan kendi özü, temel nitelikleri üzerinde aðýr aðýr yükselir. Onu yükselten aþktýr. Mýsýrlý Zünnûn, “Allah’ý Allah sayesinde tanýdým, yani marifet-i ilâhiye bana Allah’ýn ihsanýdýr. Masivayý Allah Resûlü sayesinde öðrendim”, derken bu gerçeði dile getirir. Aþk en büyük ihsandýr, aþksýz adým atýlamaz, soluk alýnamaz, o düþünmenin dinamosudur. “Allah’ý görüp yaþayan olmadýðý gibi, onu görüp ölen de yoktur. Çünkü Allah’ýn hayatý sonsuzdur. Kim O’nu görürse O’nda kalýr ve sonsuzlaþýr.” derken Zünnûn bu sözüyle, Allah’ýn akýl almaz haþmetini ve kudretini dile getirir. Tasavvufun temel konularý olan fenâ yani “Hakk’ýn varlýðýnda yokolma” ve bekâ yani “Hak ile baki olma” kavramlarý, Kuran baðlamýnda oluþturulmuþ, yaratýlan hiçbir varlýðýn eriþemeyeceði ebedi ve ezeli olgunluk sayýlan Allah olgusu; yani sonsuza kadar kendi olan büyük gizem (mysterium tremendum) ile büyüleyici gizem (mysterium fascinans) arasýndaki karþýtlýk üzerine kurulmuþ bir dinsel sistem oluþturur. Bunun için sevgi þarttýr, insanýn acý çekmesi kaçýnýlmazdýr. Öyle ki, “Acý müminin tuzudur. Tuz olmadan mümin çürür gider” diyen Zünnûn, etik bir gerçeði dile getirmektedir. Yalnýz þunu da hiç unutmayalým: “Allah aþký ile öðünen Allah’ý sevmiyor” demektir. Zünnûn Nil’de seyahat ederken bir kadýna “Muhabbetin son derecesi nedir?”, diye sorar. Kadýn ona “Saçmalama sersem muhabbetin sonu olmaz”, der. Zünnûn “Niye?”, diye yineler. Kadýn “Sevgili sonsuz da ondan”, derken aþkýn insandaki kutsalýn özü olduðunu, yani Allah’ýn zâtý gibi sevginin de ezeli ve ebedi olduðunu vurgular. Zaten Kuran’dan, yaratýlmýþ her
þeyin Allah’a ibadet ettiðini, her þeyin kendi diliyle yaradanýna hamdü sena ettiklerini, þiir ve sanat dünyasýnda ise Yunus Emre ve benzerlerinin Mevlâ’sýný daðlarla, taþlarla, ceylanlarla, nebilerle çaðýrdýklarýný öðreniyoruz. “Ýnsan Allah’a ne zaman kavuþur”, diye soran birisine “Vah zavallý O’na kavuþulur mu hiç?” diyerek yanýtlayan Bâyezýd-i Bistami’ye erenlerden biri bir seccade gönderir. O’nun yanýtý þöyle olur: “Ben yer ve gök ehlinin ibadetlerini toplayýp bir yastýðýn içine, onu da baþýmýn altýna koydum”. Kimi kez biri O’nu görmeye geldiðinde, “Ben de Bâyezid’i arýyorum” yanýtýný alýr. Bunlarla bir yandan betimlemeleri içeren paradoksal bir âlemi çizerken öte yandan, “ Kendinden bir ayna yapana kadar nefsini oniki yýl örste dövdüðünü, þevki bir saray olarak gördüðünü, bu sarayda, ayrýlýk korkusundan bir kýlýç çekilmiþ olduðunu ve umudun eline de vuslat-birleþme nergisi verildiðini, ancak, yedi bin yýl sonra bile, bu nergisin hâlâ terü taze kaldýðýný, ona hiçbir emel elinin ulaþamadýðýný”, vurgular. Tanrý ile aralarýnda þöyle bir söyleþinin de geçtiðini anlatýr Bâyezid-i Bistami: “Allah beni bir gün huzuruna yükseltip buyurdu ki: ‘Ya Bâyezid, yarattýklarým seni görmek istiyorlar”. Ben de dedim ki: “Beni vahdaniyetinle beze, bana enâniyetini giydir, ahâdiyetine yükselt, yarattýklarýn beni görünce seni gördük desinler, sen o olasýn ki ben orada bulunmayayým’”. Böylece Bâyezid-i Bistami, kendini kendinden temizlemesini bilmiþ; âþýðýn., maþukun ve aþkýn bir olduðunu, ilâhi aþkýn arýtýcý ve dönüþtürücü gücünü sergilemiþtir. Buna karþýlýk Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi ünlü Mesnevi’sinde “Cübbemin içinde Allah’tan gayrisi yoktur”, diye baðýran Bâyezid’e müritlerinin nasýl baþkaldýrdýklarýný anlatýrken, “Ancak her kim ona býçak saplarsa, býçak döner kendisine saplanýr, çünkü kâmil veli baþkalarýnýn niteliklerini yine kendilerine yansýtan lekesiz bir aynadan ibarettir”, der. Hepimiz, tüm çabalarýmýzla, sevgi ve dostluklarýmýzla, ürettiklerimizle yaþadýðýmýz dünyayý azami ölçüler içinde barýþ, kardeþlik, eþitlik ve adalet ilkeleri doðrultusunda, oluþturacaðýmýz bütünsel bir ahlâk çerçevesinde süslemeye, donatmaya, yaþanýlýr kýlmaya çalýþalým. Allah’ýn ve bütün insanlýðýn, gözyaþlarýna batýrýlmýþ dileði de bu deðil mi?
Serçeþme’nin Yýllýk Abone Bedeli M
Türkiye 40 TL - Avrupa Birliði 50 Euro - Ýngiltere 40 Sterlin Adý Soyadý Kuruluþ Telefon - Ýþ Telefon - Ev Telefon - Cep Faks E-posta Posta Adresi Sokak No Semt - Ýlçe Posta Kodu Þehir - Ýl/Eyalet Ülke Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd Þti adýna Posta Çeki Hesabýna (No 1629127) yollayýn. Lütfen yukarýdaki formu okunaklý doldurun ve dekont ile birlikte bize faks ile iletin: +90.(0)212.519 5635 Fotoðraf: Katre Can
Ekim 2004
9
Petrol-Dolar-Borç Tuzaðý ve Silahlanma Kýskacý Suat Parlar dünya petrol fiyatlarýnýn artýþý ile birlikte muazzam 1973 sonrasý, bir borçlanma olgusu ortaya çýktý. Petrol fiyatlarýnýn yüksel-
mesi, buna baðlý olan ve olmayan genel dünya fiyatlarýnýn, özellikle mamul mal fiyatlarýnýn artmasýný ve yoksul ülkelerin ödemeler dengesinin temelden sarsýlmasýný getirdi. Büyük bir borçlanma süreci baþladý. “Her ülke görülmemiþ biçimde döviz ve kredi aramaya baþladý. Özellikle petrol faturalarý için dolar aranýyordu. 1973’ten 1979’a kadar altý yýl içinde azgeliþmiþlerin borçlan üç kat, on yýl içinde beþ kat artmýþtýr. Bu dolar arayýþý, petrol krizinden önce yaratýlmýþ bulunan euro-dolar piyasalarýný harekete getirdiði gibi, resmî kuruluþlarýn ve klasik finans merkezlerinin de bu alana girmelerine yol açtý. Uluslararasý banka kredileri ve bono ihracý, 1975’ten 1982’ye yýlda yüzde 23 oranýnda artmýþtýr. Herkes dolar arýyordu. Bu dolarlar Suûdîlere, Ýran’a ve diðerlerine ödeniyor ve bunlar da dolarlarýný tekrar uluslararasý para merkezlerine sevk ediyorlardý.”
International Currency Rewiew (ICR) dergisinin Suudî Arabistan ile ilgili verileri tabloyu tamamlýyor. Bu ülkenin 1975 yýlý petrol ihracat geliri 27,1 milyar dolardan, 1981’de 110,5 milyar dolara yükseldi. Ayný yýllara ait ithalat deðerleri düþürüldükten sonra Suudî Arabistan’ýn elinde, 1975 yýlý için 17,4 milyar dolar, 1981’de ise 52,1 milyar dolar fazlalýk kalýyordu. Bu fazlalýklar, baþta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin finans merkezlerine akýyordu. Böylece ortaya çýkan “dönüþüm” tablosunda ABD hazine bonolarý, devlet tahvilleri, banka mevduatlarý ve silah tekellerine aktarýlan fonlardan kalanlar da borç olarak “azgeliþmiþ” ülkelere aktarýlýyor, daha sonra faizi ile birlikte tahsil ediliyordu. “Geliþmekte olan ülkelerin 1973-1982 yýllarý arasýndaki dýþ borçlarý” ise vahim boyutlara ulaþýyordu: 1973’te 130,1 milyar dolar, 1975’te 190,8 milyar dolar, 1977’de 278,5 milyar dolar, 1979’da 396,9 milyar dolar, 1980’de 474,0 milyar dolar, 1981’de 555,0 milyar dolar, 1982’de 612,4 milyar dolar. OPEC üyesi ülkeler, fiyatlarýný dolar üzerinden belirliyor, baþka paralarý kabul etmiyordu. Dolarla ödeme bir “zorunluluktu.” Tüm ülkeler yoðun bir dolar arayýþý içindeydi. ABD stratejisinin en önemli bileþeni “dolarda kýtlýk havasý yaratýlmasý”, ülkelerin finansman peþinde koþmalarý ve rezerv biriktirme ihtiyaçlarýný körükledi. Euro-döviz ve euro-dolar miktarýndaki aþýrý artýþa raðmen dolar “aranan para” durumundaydý. 1974-1978 döneminde yüz dört “geliþmekte olan” ülkenin uzun vadeli kamu borçlarýnýn yüzde 65-70’i dolar aðýrlýklýydý. Petrol fiyatý artýþlarý nedeniyle, petrolsüz azgeliþmiþ ülkelerin, petrol için yaptýklarý harcamalarýn toplam harcamalarýna oraný, 1973’te yüzde 6’dan 1981’de yüzde 21’e yükseldi. Bu ülkelerin petrol ithalatý için ayýrdýklarý meblað, 1973’te dýþ ticaret açýklarýnýn yüzde 36,8’i iken, 1977’de yüzde 72,7’si oluyordu. Petrolsüz azgeliþmiþ ülkeler, 1974-1982 döneminde, 345 milyar dolar tutarýnda petrol ithal ettiler. Petrolün fiyatý, diðer mallarla ayný hýzda artmýþ olsaydý, söz konusu ülkelerin harcamalarý sadece 85 milyar dolar olacaktý. Baþka bir deyiþle, bu ülkeler, fiyat artýþýndan dolayý 260 milyar dolar daha fazla ödemek zorunda kaldýlar. Petrol satýn alabilmek için alýnan kredilerin faizleri de eklendiðinde, bu meblað daha da büyüdü. Geliþmiþ kapitalist ülkelerin carî iþlemler bilançosunda petrol fiyatý artýþlarý nedeniyle meydana gelen açýklar kýsa bir süre sonra ortadan kalkarken, petrolsüz azgeliþmiþ ülkeler (örneðin; Brezilya, Güney Kore) giderek daha büyük açýklarla karþý karþýya kaldýlar. Oysa, 1970’lerde, geliþmiþ ülkeler ve azgeliþmiþler carî iþlemler açýðý verdikten kýsa bir süre sonra, OPEC devletleri ellerinde biriken petrodolarlarý emperyalist merkez ülkelerin bankalarýna aktardýklarý için, bu ülkelerin ödemeler bilançosu açýklarý hýzla ortadan kalktý. Batýlý emperyalist devletler, carî iþlemler açýklarýný kapamak için borçlanmak zorunda kalmak bir yana, finans sistemlerinin, kredi daðýtmaya baþladýðýna tanýk oldular. Kapitalist sistemin iþleyiþi gereði, petrol fiyatý artýþlarýndan petrolsüz azgeliþmiþler en büyük zararý gördüler. Bu zararýn önemli bir boyutunu da 70’lerdeki yoðun borçlanma oluþturdu. 70’lerde, IMF ve Dünya Ban-
10
kasý’nýn da teþvikleri sonucu, büyük bir kredi furyasý gündeme geldi. Bu dönemde geliþmiþ kapitalist ülkeler, bunalýmý aþmak ve petrol fiyatlarýndaki yükseliþin etkilerini hafifletmek için geniþletici politikalar izlediler. Bunalým koþullarýnda para arzý artýrýldý ve faiz oranlarý düþürüldü. Parasý uluslararasý para olma özelliðini taþýyan ABD ise Bretton Woods Anlaþmasý’nýn getirdiði yükümlülüklerden arýndýktan sonra, geniþletici para politikalarýný en rahat uygulayan ülke oldu. Bu dönemde yönetimde olan Carter Hükümeti’nin tutumunun gerisinde, dolarýn deðerini düþürerek, rekabet gücü zayýflayan ABD’nin, ihracat olanaklarýný artýrma çabasý vardý. Ýthalat, dolarýn deðeri düþtüðü için pahalý hale gelince, ABD sanayicileri ülke içindeki fiyatlarý yükseltme olanaðýný kazandýlar. Ortaya çýkan enflasyon, reel faiz hadlerinin düþmesini hatta negatif olmasýný saðladý. Ayrýca, uluslararasý finans piyasasýnda biriken petrodolar fonlarý müthiþ bir kredi bolluðu yarattý. Bankalar arasý rekabet, kredi faizlerini ucuzlattý. Ancak, 1975 yýlýnda gerek petrol ihracatçýsý, gerekse petrolsüz azgeliþmiþ ülkelerin ihracatý oldukça düþtü. Bu tabloda, ihracatý sürekli azalan azgeliþmiþlerin kayýplarý büyüdü ve 1982’de büyük bir borç krizi yaþandý. 1975 yýlýnda aðýr bir borç servisi yükü ile karþý karþýya kalan bu ülkeler, önceden aldýklarý kredileri ödemek için borç arar hale geldiler. 80’li yýllarda ise artýk borç yükü baþ edilemez boyutlardaydý: “1970’li yýllarda hýzla artan azgeliþmiþ ülke borçlarý, 1982’de ticarî bankalarýn yeni kredileri azaltmalarý sonucu, etkisi uluslararasý boyutlara varan bir borç krizine neden olmuþtur. Uluslararasý finans piyasasý açýsýndan bir panik yýlý olan 1982’de, baþta Meksika olmak üzere otuz üç ülke borç ertelemesi için baþvurmuþlardýr. Ertelenen borç miktarý 1981’de 26 milyar dolar iken, 1982’de 55 milyar dolara, 1983’te ise 90 milyar dolara yükselmiþtir. Azgeliþmiþ ülke borçlarýna... daha yakýndan bakýldýðýnda, toplam borçlarýn 1970 ile krizin patlak verdiði 1982 yýlý arasýnda yaklaþýk on iki kat arttýðý, 1990 yýlýna varýldýðýnda ise, borç miktarýnýn 1970 yýlýndaki 62,5 milyar dolardan 1,2 trilyon dolara yükselerek yirmi kez katlandýðý görülmektedir.” Aslýnda borç sorunu “petrol þoku” ile baþlamamýþtýr ama tetikleyici unsur bu olmuþtur. Geliþmekte olan ülkelerin, 1967-1972 yýllarý arasýnda dýþ borçlarý yýlda ortalama olarak yüzde 12,6’lýk bir artýþ kaydederken, 1973-1978 döneminde bu rakam yüzde 25,3 oranýnda büyüyordu. Bu arada petrolü olmayan azgeliþmiþ ülkeler, büyümelerini sürdürmek için, geliþmiþ kapitalist ülkelere göre daha fazla ticarî enerji kullanmak zorundaydýlar. Ekonomik büyüme ile enerji iliþkisi temelinde tasarruf uygulamalarý sýnýrlý bir düzeyde kaldý. Ancak emperyalist ülkeler, enerji tüketimi artýþ hýzýný kontrol ettiler. ABD’de 1970-1973 döneminde enerji tüketimi yýllýk artýþ hýzý yüzde 3,2’den 1973-1978 döneminde yüzde 0,8’e düþürüldü. Ayný dönemler itibariyle, enerji tüketimi yýllýk artýþ hýzý Batý Avrupa’da yüzde 4,4’ten yüzde 0,6’ya, Japonya’da ise yüzde 6,8’den yüzde 0,4’e çekildi. Ayný dönemlerde petrol tüketimi yýllýk artýþ hýzý ABD’de yüzde 5,6’dan yüzde 1,7’ye, Batý Avrupa’da yüzde 6,1’den yüzde 0,9’a ve Japonya’da yüzde 10,6’dan yüzde 0,5’e indirildi. Emperyalist merkezler, esnek ekonomik yapýlarý, plânlama kapasiteleri, teknolojik birikimleri ile “þok”tan sýyrýlýrken; azgeliþmiþler bu imkânlarýn yokluðu ve sistemin hiyerarþik düzeni ile eziliyorlardý. Öte yandan Kuveyt, Libya, Katar, Irak, Suudî Arabistan’ýn önce katýlým paylarýný artýrýp, daha sonra topraklarýnda bulunan petrol þirketlerini ulusallaþtýrmalarý, denetimi ele geçirdikleri anlamýna gelmiyordu. Hiçbir üretici ülke, bu þirketlerin teknolojik ve teknik bilgisini, pazarlama ve organizasyon imkânlarýný reddedecek durumda deðildi. Dolayýsýyla, çok uzun vadeli sözleþmelerle petrollerinin iþletme haklarýný, genellikle ABD kökenli petrol tekellerine verdiler. Boru hatlarý, tankerler, rafineriler, petro-kimya tesisleri, pazarlama, daðýtým þebekelerinde oluþan endüstri varlýklarýnýn en önemli bölümü, ihracatçý ülkelerin dýþýndaydý. Bu varlýklar, ulusallaþtýrma menzilinin de dýþýnda kalýyordu.
Sayý 3
NOKSANÝ
Gel Beri Finans-kapital aðlarý da emperyalist merkezlerde kurumlaþmýþtý. 1970-1978 döneminde yeni sömürgeciliðin hiyerarþisi ile zincirlenen azgeliþmiþlerin dýþ borç kaynaklan arasýnda ticarî bankalarýn payý hýzla artýyordu. 1970 yýlýnda söz konusu ülkelerin toplam dýþ borcunun sadece yüzde 16’sý ticarî bankalarca karþýlanmýþtý. Oysa, 1978’de ticarî bankalardan alýnan borçlarýn azgeliþmiþlerin toplam borcuna oraný yüzde 39’du. Bu konuda muazzam bir tekel ortaya çýkýyordu. Zira, toplam ticarî banka kredilerinin 1/2’sinden fazlasýný otuz banka karþýlýyordu. Bu bankalarýn açtýðý kredilerin en büyük bölümünü ise Amerikan bankalarý saðlýyordu. En önemlisi, bu ABD bankalarýnýn on tanesi Amerika’ya ait toplam banka kredilerinin 3/4’ünü verdi. ABD’nin on büyük bankasýnýn dýþ iþlemlerden(aðýrlýklý olarak üçüncü dünya ülkelerine verdikleri kredilerden) elde ettikleri kârýn, genel kâr paylarý içindeki yeri, 1970’lerin baþýnda ortalama yüzde 20 düzeyinde iken, bu oran 1975-1980 döneminde yüzde 60-70’e ulaþtý. Bu arada, emperyalist merkez ülkeler, petrol fiyatlarýnýn artýþý sayesinde maliyeti yüksek kaynaklarý da harekete geçirme imkânýný buldular. 1975 yýlýnda. Kuzey Denizi’nde varil baþýna üretim maliyeti, 2 ilâ 6 dolar, Norveç’in Statfjorda’da 1,8 milyar rezerv-3,44 dolar maliyet, Ekofisk’de 2,8 milyar varil rezerv-3,67 dolar maliyet, Ýngiltere’ye ait Brent yataklarýnda 2 milyar varil rezerv-4,37 dolar maliyet biçiminde sýralanýyordu. Suudî Arabistan petrolünün 0,10-0,25 dolar olan reel maliyeti ile OPEC’in 0,50-1 dolarlýk ortalama maliyeti düþünüldüðünde, yukarýda belirtilen “Batý” petrolünün durumu anlaþýlýr. Ancak, artýk bu petrol fiyatlarýyla Kuzey Denizi üretim sahalarý iþletmeye açýlacak düzeye geliyordu. 1978’de Kuzey Denizi’nde, on altý üretim sahasýnda elli milyar varillik bir rezerv bulunduðu tahmin ediliyordu. Bu arada tüm itirazlara raðmen Alaska petrol boru hattý da tamamlanýyor ve 80’lerde ABD toplam ham petrol üretiminin 1/3’ünü oluþturacaðý hesaplanýyordu. (Günümüzde de Hazar petrollerinin maliyetinin dünya petrol fiyatlarý açýsýndan uygun seviyeye gelmesi bekleniyor.) Bu olgularýn ortaya koyduðu tablo, þu satýrlarla tamamlanýyor: “Neredeyse, petrol ihraç eden ülkelerin fazlalarý, petrol ithal eden ülkelerin açýklarýyla eþitlenmiþti. Ýþte bu koþullarda çok uluslu bankalar devreye girdiler; petrol fazlasý fonlarý petrol ithal eden azgeliþmiþ ülkelere kredi olarak vermeye baþladýlar. Büyük kaynak açýðý olan ülkeler böylece finansman ihtiyaçlarýný karþýlamanýn yolunu bulurlarken, sanayileþmiþ ülkeler de azgeliþmiþ ülkelere yönelik ihracatlarýný sürdürmeyi baþardýlar. 1980’de azgeliþmiþ ülkeler, sanayileþmiþ ülkelerin sanayi ürün-
Ekim 2004
Hakikat haline yeteyim dersen, Günahlarýn ele al da gel beri. Bir kâmil etkin tutayým dersen, Hýrsý, nefsi, tamah sal da gel beri. Varýp bir kâmilde ara nefsini, Nefsini bildinse bildin rabbini, Varýndan geçip de yoket kendini, Þeriat edelim bil de gel beri. Tarikat kapusu bir ince yoldur, Girmek dilersen nefsini öldür, Zikri tesbih eyle kalbini doldur, Aþký ilahiden al da gel beri.
lerinin yüzde 40’ýný ithal eder duruma geldiler. 1970’li yýllarýn sonlarýnda Ýngiltere’nin inþaat malzemelerinin yüzde 42’si, yeni uçaklarýn yüzde 33’ü ve tekstil makinelerinin yüzde 32’si azgeliþmiþ ülkelere yönelmiþti. Azgeliþmiþ ülkelerin içine itildikleri olumsuzluðun bir nedeni de alýnan kredilerin verimsiz kullanýlmasý, çoðunlukla saðlanan kaynaðýn silah alýmlarýnda kullanýlmasýdýr. Üçüncü dünyaya 19821986 döneminde 224,4 milyar dolarlýk silah satýldý.” Petrol-dolar-borç tuzaðý, silahlanma kýskacý, emperyalist sistemin birikim süreci, para krizi, aþýrý üretim bunalýmý ile boyutlanan iç çeliþkileri ve ABD’nin güç kaybýný telafiye yöneldiði yeni hegemonya araçlarýnýn þifre anahtarlarýdýr. Temelde ise, kapitalizmin deðer üretimi süreci vardýr. Kapitalist deðer üretimi kýrýlmadan çokuluslu petrol þirketlerinin ulusallaþtýrýlmasý anlam taþýmaz. Kapitalist deðer üretimi yerinde býrakýlacaksa, çokuluslu büyük þirketlerin devletleþtirilmesi hatta bütün dünyanýn tek bir topluma, bütün devletlerin de tek bir devlete dönüþmesi bile hiçbir þeyi temelde deðiþtirmez. Ortada, ABD’de kurumlaþmýþ askerî-endüstriyel kompleks, silah tekelleri, çokuluslu petrol þirketleri, dev bankalar, kapitalist devletler, petrol üreticisi ülkeler temelinde geliþen elde edilmiþ artýk kârýn bölüþümü süreci vardýr. Bu sürecin dinamikleri, dünya finans ve petrolünü denetleyen “uluslararasý Araplýk = terör” propagandasý ile örtülüyor. Oysa sistemin kurum, araç, örgüt ve organizasyonlarý emperyalist merkezlerde birikmiþtir. Bu baðlamda söz konusu merkezlerin politikasý, dünya ham petrol yataklarýný, daha çok azgeliþmiþ bölgelerde bulunduklarýna göre, bu iþte elde edilen artýk kârýn herhangi bir parçasýný ne biçimde olursa olsun cebe indirebildikleri sürece tüketinceye kadar kullanmaktan ibarettir. Yaðmacý, yani açýkça emperyalist enerji politikasý resmî enerji plâncýlarýnýn öngörülerinden de anlaþýlýyor.
Marifete girmek arzu etse canýn, Mansur meydanýdýr al ele urganýn, Suret uðrusundan sakla imaným, Herkesin dilinden bil de gel beri. Hakikat ummandýr dalabilirsin, Bir ulu þehirde ehlin bulursun, Ýbtida bir sadýka yoldaþ olursun, Ara musahibin bul da gel beri. Salih musahip bul sýrrýný söyle, Kendine yar edip birlikte böyle, Bir mürebbi bulup hem vekil eyle, Sadýk pirden ikrar al da gel beri, Mürþid-i kâmile özünü yetür, Dört kapý kýrk makamý yerine getür, Dört caný bir edip birlikte otur Bahir ol ummana dal da gel beri. Bahri ummandýr, âþýka gülþen, Muhabbetten kaçan olur periþan, Dergâh-ý Ali’den isterler niþan, Yükün lal mercan kýl da gel beri. Yükünü Mýsýr’dan Baðdat’a ilet, Yemen ülkesinde müþteri gözet, Mülkün sahibinden hesabýný düzet, Mührü þahtan damga çal da gel beri. Bir oda yap duvarýný bol et, Rüzgâr girmesin mamur abad et, Kapusun nur, kilidin sýr benyad et, Beklemeðe bevvap bul da gel beri. Metaýn açuben müþteri gözle, Saf sadýkalarýn izini izle, Uðru haramidir varýný gizle, Cevahir sarrafý bul da gel beri. Ol mal kýymetlidir herkes alamaz, Can paha vermeyen malik olamaz, Kâmile yetmeyen kemal bulamaz, Bir gerçekten himmet al da gel beri. Noksani’yim intizarým bu raha, Bir gerçek yüzünden yettik dergâha, Niyazýmýz budur gül yüzlü Þah’a, Lütfünü ihsaný bil de gel beri.
11
ILKÇAÐ’DA, APOLLON TAPINAÐI’NIN GÝRÝÞ KAPISI ÜSTÜNDE ÞU ÖZDEYÝÞ YER ALIYORDU: “KENDÝNÝ BÝL” Kendini Bilmek - Özünü BulmakAmaçlý
Ýkrar ile Baþlayan Yol Serçeþme’nin Bir Abdalý Mehmet Turan
A
levi-Bektaþi süreðinde cem, yolaðýn sürdürücüleri ve canlarýn bir arada ve bir amaca yönelik olarak gerçekleþtirdikleri en tatlý muhabbet ve en kutlu ibadettir. “Hizmetli cemler” ve “hizmet görülmeyen cemler” olmak üzere iki baþlýk altýnda toplayabiliriz cemlerimizi. Görgü cemleri; ikrar, yol ve dâr hizmetlerinin görüldüðü hizmetli cemlerdir. Kutlama adýna, kutsama adýna, anma adýna, yanma adýna yapýlan, içinde hizmetin yer almadýðý eðitim, bilgilendirme amaçlý Nevruz cemi, Hýzýr cemi, Aþure cemi, Abdal Musa cemi, Koldan Kopan cemi, Bereket cemi, Hasat cemi, vb. cemler, hizmet görülmeyen cemlerdir. Yörelerimize göre adlandýrma farklýlýklarý bulunan, hizmet görülmeyen, görgü yapýlmayan bu cemler, belirli günlerin, dönemlerin kutsanmasý, kutlanmasý, anýlmasý için yapýlýr. Buradaki “hizmet”ten, cem bütünlüðünü oluþturan 12 hizmet anlaþýlmamalýdýr. 12 Hizmet cem içerisinde sýrasýyla uygulanarak cemin bütününü oluþturur. 12 Hizmetin bir tanesinin yerine getirilmediði/getirilemediði cemler “eksik cem” olarak adlandýrýlýr. Hizmetli cemlerdeki “hizmet”; görgü, sitem anlamýný taþýmaktadýr. Örneðin, yol ehli bir talip görgüden geçeceði zaman “hizmet göreceðim”, der. Biz önce yolun baþýndan, ikrar vermekten ve bununla ilgili ikrar ceminden söz ederek sürdürelim yolumuzu. Çünkü yol, “ikrar ile baþlar.” Yol’un yolcusunun “ehliyeti”dir ikrar. Ýkrar; Alevi-Bektaþi süreðinden gelmiþ evlat canlarýn; yol düsturunu araþtýrýp öðrenmeye çalýþmýþ, gönlüne düþen muhabbet aþkýyla yola talip olma arzusunu yol derviþlerine iletmiþ, bu isteði derviþlerce rehbere iletilmiþ, oradan dedeye/babaya ulaþtýrýlmýþ canlarýn; önce bir muhabbet cemi içerisinde “saki”sine “Hû” dedirtmekle, yani samimiyetine duyulan güven ile cemde lokma yemesine, dolu almasýna, muhabbet dinlemesine izin verilen; yine kendisiyle birlikte dedenin/babanýn ve ayin-i cem canlarýnýn belirleyecekleri bir süreyle yaþamanýn Alevi-Bektaþi yolaðýna uygun olup olmadýðýnýn izlenmesinden, gözlenmesinden sonra yol süreðine, HakMuhammet-Ali birlemine, gerçekleri görenlerin gönüllerinde oluþturulmuþ Kýrklar birliðine, Oniki Ýmam katarýna, Anadolu Alevi-Bektaþiliðinin hünkârý Pir Bektaþ Veli’nin tasavvuf, edep ve erkânýna baðlanmalarý için dede/baba huzurunda, rehber gözetiminde, canlar meydanýnda and içmeleri, söz vermeleri demektir. Ýkrar cemi, bu ikrarýn alýndýðý, 12 hizmetin yürütüldüðü cemdir. Ýkrar verme ve ikrar cemini 300 yýl önce dörtlükleriyle ne güzel betimle-
12
miþ Þahi ve bu dörtlükleri gönül güzelliðiyle ne güzel özgülendirmiþ can dostum Dertli Divani. Serçeþme adýný taþýyan kasetine de okumuþ Nurhak Semahý adýyla ve yine bi güzel eylemiþ Arif Sað usta bu nefesi kendine özgü yorumuyla. Biz de edindiðimiz görgü üzerine yol ulularýna öykünerek âþýklarýn sözünden yola çýkýp analiz etmeye ve bu yolla aktarmaya çalýþalým ikrarý ve ikrar cemini. Bilindiði gibi cemlerimizde muhabbet sýrasýnda dedeler/babalar âþýklara/zâkirlere; “Bir anahtar ver erenler, hadi bir yol aç” diyerek, onlarýn tellendirip dillendirecekleri nefeslerden, düvazlardan, deyiþlerden, okþamalardan ya da derviþlere, “Hadi bir karpuz yuvarlayýn” deyip onlarýn müþküllerinden, daðarcýklarýndaki muammalardan yola çýkarak muhabbeti sürdürürler. Ve cemlerimiz 12 hizmetin arasýna bu muhabbetlerin serpiþtirilip paylaþýlmasýyla kutlu ibadet halini alýr. Kulak verelim Þahi’ye: Kurbanlar týðlanýp gülbenk çekildi Gaflet uykusundan uyana geldim Dört Kapý sancaðý anda dikildi Üryan büryan olup meydana geldim. Ýkrar verecek can ya da canlar tek baþlý-çift baþlý-dört baþlý (musahipli)(*) olarak rehber gözetiminde cemevi kapýsý dýþýnda beklerlerken öðrendiklerini bir kere daha yinelerler. Rehber, kapýcýdan destur alýp can ya da canlarý içeri alýr; eþik içerisinde dâr’a dururlar.
Kurbanýn Üstüne Yürüdü Erkân
C
em kurbanla baþlayacaðý için kurban, kurbancý tarafýndan meydana getirilir; rýzalýðý alýnýr, sorgulanýp duasý verilir(kutsanýr). Birlenip gülbangý verilen býçak, kurbancýya teslim edilir. Kimi yörelerimizde kurban, cem meydanýnda gezinmeye býrakýlýr; bu sýrada zâkirler tarafýndan kurban nefesi söylenir. Aslýnda bu sorgulama ve kutsamalar aday talip durumundaki can ya da canlar içindir; onlar da önceden edindikleri bilgiler sayesinde bunun ayýrdýna varýrlar: Gaflet uykusundan uyanýr ya da uyandýrýlýrlar. Ýçeride kendilerine Dört Kapý’nýn erenlerinden ve temsili gönül sancaklarýndan söz edilir. Can ya da canlar bunu, sezgisel olarak hissetmeye çalýþýr. “Bilgilenme, öðrenme, düþünme dýþýnda kalan asýl anlama, ayýrt etme yetisi” biçiminde tanýmlayabileceðimiz sezgisel anlayýþ süreç içinde hizmet, itaat, sadakat ve yol sürdürme ile geliþir. Özde, kurban olan da sorgulanan da kiþinin kendi özüdür. Onun içindir ki tüm insani kisvelerden arýnýr-soyunur; bedeni ile deðil özvarlýðý ile ortadadýr.
Evvel eþiðine koydum baþýmý Aldýlar içeri döktüm yaþýmý Erenler yolunda gör savaþýmý Can baþ feda edip kurbana geldim Ol demde uyandý bâtýn çeraðý Rehberim boynuma bend etti baðý Üç adým ileri attým ayaðý Koç kurban dediler inana geldim. Canlar, önce rehber gözetiminde, gözcü denetiminde cemevi giriþ eþiðine “medet niyazý” eder ve dâr’a dururlar. Rehberi aracýlýðýyla cem canlarýna, hiç kimsenin etkisi altýnda olmaksýzýn, gönül isteðiyle yola girmek arzularýný belirtirler, bu amaçla yakarýrlar. Kendilerini, özlerini, canlarýný, serlerini yola vermeye, mallarýný yola tercüman etmeye, adamaya hazýr olduklarýný bir kez daha yinelerler. Bunun üzerine ayin-i cem gönülleri birlenir; çerað kutsanarak uyandýrýlýr. Uyandýrýlan bâtýn çeraðýdýr; içsel aydýnlanmanýn sembolüdür; Hak-Muhammet-Ali birleminin nurunu temsil eder; aydýnlanmaya olan “can atýþý”n gönül nurudur bir bakýma. O nurla gönüller aydýnlandýktan sonra ikrar hizmeti devam eder. Rehber, can ya da canlarýn boynuna onlara ait bend’i dolar; iki ucundan tutar; huzura yönelir; “Ya Allah, Ya Muhammet, Ya Ali”, diyerek üç adým atar; bu sýrada rehber ayin-i cem canlarýna sorar: “Erenler meydana, yolu hak bilmiþ, Muhammet-Ali’ye, Pirim Hünkâr Bektaþ Veli’ye özüyle ikrar vermek isteyen, tevellateberra’yý kabullenmiþ, aramýza katýlmak isteyen ‘koç kuzulu kurban’ getirdim. Haklarýnda söyleyecek sözü olan var mýdýr?”, der. Ayin-i cem erenleri, can ya da canlar hakkýnda herhangi bir çekince görmüyorsa dedenin/babanýn isteði üzerine “niþan göstererek”, yani bulunduðu yere niyaz ederek kabullendiklerini bildirir; herhangi bir çekince varsa ortaya döker. Dört kapý selamýn verip aldýlar Pirin huzuruna yedip geldiler El ele el Hakk’a olsun dediler Henüz masum olup cihana geldim Cem canlarýnýn onayý alýndýktan sonra rehber gözetiminde canlar, dört kapý selamý ile birer adým atarak ve her dâr duruþunda ayaklarýný mühürleyerek yürürler. Rehber, dört kapý erenlerini temsilen, ayin-i cem canlarýný selamlar. Evvel kapý, “Hak/hukuk/kurallar kapýsý, beþeri yaþamý inançsal ve geleneksel kurallara baðlayan dünyevi kapý”, anlamýnda þeriattýr. Ýkincisi, Hakk’a ulaþmak amacýyla özün yoklanýp eðitileceði tarikat kapýsý. Üçüncüsü, Hak ile bir olmaya yaklaþýlan marifet kapýsý ve dördüncüsü, Hak ile Hak olunup birlikte yolculuða çýkýlan hakikat kapýsý-
Sayý 3
dýr. Bu kapýlar selamlanýp selamlarý alýndýktan sonra rehber, caný ya da canlarý pir huzurunu temsilen dedeye/babaya teslim eder. Pirim kulaðýma eyledi telkin Þah-ý velâyete olmuþum yakýn Mezhebim Cafer-i Sadýk-ül metin Allah dost eyvallah peymane geldim Yüzüm yerde özüm dâr’da durmuþam Muhammet-Ali’ye ikrar vermiþem Sekahüm hamrini anda görmüþem Ýçip kana kana mestane geldim Dede/baba huzura gelmiþ can ya da canlarýn nasihatýna (telkinine) baþlar. Yol edebi, erkân iledir. Talip olanlar eline, diline, beline, eþine, iþine, aþýna, yandaþýna, yoldaþýna, gardaþýna sahip ve sadýk olacaklarýna söz verdirilirler. Elleriyle koymadýklarýný almayacaklardýr; eller, insanlýk ve doðanýn iyiliði, hayrý için üretici ve hizmetkâr olacaktýr. Dil acýyý da tatlýyý da söyleyen kelâm aracýdýr. Muhabbette, sohbette, iyilikte, hoþgörüde kullanýlacaktýr. Kin, kibir, benlik duygularý sýyrýlýp atýlýrken dil de buna yardýmcý olacak, kimsenin arkasýndan konuþmayacak, bühtan, dedikodu etmeyecek, yalan söylemeyecektir. Yýkýcý deðil, yapýcý olacaktýr. Her türlü eleþtiri, en önemlisi özeleþtiri günlük tayýn olacaktýr. Bel, kiþinin arý, namusudur. Canlar, kendi eþlerinden baþkasýna kem gözle bakmayacaklardýr. Ýffet ve yaþam etiði, uymalarý gereken en önemli insani erdem olacaktýr onlar için. Yine canlar yandaþlarýna, yoldaþlarýna, gardaþlarýna, iyi günde, kötü günde, acýyý paylaþýp azaltarak, sevgiyi, muhabbeti ve lokmayý paylaþýp çoðaltarak, destek yardýmcý olacaklardýr. Kazançlarýna sahip olacaklar, har vurup harman savurmayacaklardýr; eþlerine sahip olacaklar, yardýmcý olacaklardýr. Ýþlerinde üretken olmanýn yollarýný arayacaklardýr. Yetmiþ iki millete bir gözle bakacaklar, hiç kimseyi dilinden, dininden, cinsinden, renginden dolayý ayrý görmeyeceklerdir. Dede/baba sözleri canlar tarafýndan “Eyvallah” diyerek onanýr. Sonra da dede/baba talibin elini eline alýp kendi temsil ettiði makamdan mürþidine, mürþidinden pirine, pirinden Hak-Muhammet-Ali birlemine, Oniki Ýmam katarýna ve Kýrklar meydanýna varan içsel köprüyü kurarak onlara bu ikrar ile Þah-ý Merdan’a yakýn olacaklarý, özlerini saðlam tutmalarý, ikrarlarýný hatasýz gütmeleri halinde, her iþlerinin ahsan olacaðýný, kolaylýklar içinde bulunacaklarýný söyleyerek, piri adýna taliplerin ikrarýný kutsayarak alýr. Taliplerin üzerine kefeni temsil eden örtü örtülerek pençe ile sýrtlarý sývazlanýp ya da tarik ile vurularak sitemden geçirilirler. Tekrar ayaða dikilip dâr’a dururlar. Yüzü yerde, özü dâr’dadýr canlarýn ve gülbanklarýný alýrlar/kutsanýrlar. Dedeye/babaya, rehbere, aþýða/zâkire ve ayin-i cem canlarýný “cümleden cümleye” diyerek üç yöne niyaz ederler, tekrar dikilirler: Özür niyazýdýr bu ve dualarýný alýrlar. Rehberin gözetimi ve gözcü denetiminde huzurdan ayrýlýr, cem içerisinde kendilerine gösterilen yere otururlar. Saki kendilerine mu-
Ekim 2004
habbet dolusu/cem dolusu sunar, içerler. Dolu sunulduðunda “Nur olsun” diye sunulur. Ýçtikten sonra “Aþk olsun” denilir. “Cem demi/cem dolusu” ya da “bade” olarak adlandýrýlan dolu; âþýðýn aþkýný arttýran bir “mihenk taþý”dýr. Cem canlarý için o, Hakk’ý bulma yolunda kendi özünü yoklama, esrime, muhabbet arttýrma, gönlü özgür kýlma aracýdýr. Yola talip olup ikrar veren canlar artýk dedesiyle/babasýyla, rehberiyle 12 hizmet sahipleriyle ve tüm canlar ile cins, yaþ farký gözetmeksizin kardeþ olmuþtur. Silsile yolu ile de gönüllerde oluþturulan Kýrklar’a katýlma adayýdýr. Oniki Ýmam’a uzanan bir yol evlatlýðýný kazanmýþtýr. Mürþidi; bâtýni aydýnlanma pirlerini, filozoflarýný, erenlerini temsilen Muhammet’tir. Rehberi ve yoldaþý, yoksullarýn ve gerçeklerin savunucusu, insaný güzelliklere ulaþtýran dili ve sözleri (bin arþýn uzayan kýlýcý) olan Ali’dir artýk.
ÞAH HATAYI
Ýnþallah Muhammet Ali’yi candan sevenler Yorulup yollarda kalmaz inþallah Ýmam Hasan’ýn yüzünü görenler Þah Hüseyin’den mahrum kalmaz inþallah Zeyenelabidin’den bir dolu içtim Muhammet Bakýr’dan kaymadým coþtum Ýmam Cafer’e vardým ulaþtým Bundan özge yollara sapmaz inþallah Musa-i Kâzým’dan gelen erenler Can baþ feda edip cemler görenler Ýmam Rýza’ya aðý verenler Divanda þefaat bulmaz inþallah
Yolumuz Oniki Ýmam’a çýkar Mürþidim Muhammet Ahmed-i Muhtar Rehberim Ali’dir Sahip-Zülfikâr Kulundur Þahi’ya divane geldim
Bir gün olur okuturlar defteri Þah olanýn belindedir teberi Uyanýrsa Taki, Naki, Askeri Açýlan güllerimiz solmaz inþallah
Ve can divandadýr. Ýkrarýný güdebilirse sonsuza deðin de divanda olacaktýr. Gönül rýzasýyla gelinmiþ, ayin-i cem canlarýnýn rýzasýyla dede/baba tarafýndan pir adýna gülbank ile kutsanmýþ can, kendisine verdiði ikrarýný tutmak/gütmek zorundadýr. Çünkü ikrar verip yola girmiþ olmak, Alevi-Bektaþi süreði adýna görevini yapmýþ olmak rahat olmak anlamýný taþýmaz. Yeni bir yaþama uzanan ikrar, tüm benliði atmak, tüm gönlü sarmak ve yolaðý sürmek adýna birliktir. Yanma, piþme, erme evresi yeni baþlamýþtýr talip için. Talip için yüreðe düþen muhabbet ateþi ile “arama kapýsý” aralanmýþtýr. Arayacaktýr; halký, Hakk’ý arayacaktýr, özünü bulmaya çalýþacaktýr. Hünkâr’ýn, “Ara bul” iþaretini iyi kavramýþ bir can, aradýkça bulur, buldukça arar. Sonu yoktur bu arayýþýn. Çünkü arayan kendinin farkýna varmaya baþladýkça, daha da merak eder kendini. Bildikçe öðrendikçe gerçekleri, her keresinde hiçliðinin farkýna varýr.
Þah Hatayi’m bu iþ bizi bitire Özü kata gör ulu katara Mehdi þavklarý þu cihaný tutara Þah oðluna sitem olmaz inþallah
Çýkýlan, önü olmayan ve sonsuz Bir yürüyüþtür artýk. Çünkü; varýlacak menzil Hakk’týr. Çünkü; Öncesizdir yol ve yolun sonu yoktur. Bir devri daimdir dönülen, Ve her an son gibi görülen Bir baþlangýçtýr yeniden. Hüü gerçeðe, gerçeklerin demine… Aþk-ý muhabbetle.
(*) Ýkrar ceminde sözü edilen “tek baþlý”(er ya da bacý tek can), “çift baþlý”(erli-bacýlý eþ/aile), “dört baþlý”(musahipli erler ve bacýlarýn oluþturduðu dört kiþilik can grubu) anlaþýlýr.
NESÝMÝ
Yolumuz vardýr Sorma be birader mezhebimizi Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardýr Çaðýrma meclis-i riyaya bizi Biz þerbet içmeyiz dolumuz vardýr Biz müftü bilmeyiz fetva bilmeyiz Küllika bilmeyiz ifta bilmeyiz Hakikat þehrinde hata bilmeyiz Þah-ý Merdan gibi Ali’miz vardýr Nesimi özünü faþetme sakýn Kim bilir hamervah libasýn hakkýn Hakký bilmeyene hak olmaz yakýn Bizim Hak katýnda ulumuz vardýr
13
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ 41. Ulusal, 15. Uluslararasý Hacý Bektaþ Veli Anma Etkinliklerinin ikinci günü, 17 Aðustos 2004, Hacýbektaþ Kültür Merkezinde Ýlhan Selçuk’un verdiði konferasýn banttan çözümünü kýsaltarak yayýnlýyoruz. Sunucu: Ýslam tasavvufu, dine geniþ açýdan bakabilmeyi, derin perspektifle incelemeyi olanaklý kýlar. Ýslam tasavvufu biçime, kurallara, katý yaptýrýmlara deðil, içeriðe, öze, anlama deðer verir. Dinsel inançta hoþgörü, düþüncenin sýnýrlarýný geniþletir; inançlarýn, kafalarýn ve gönüllerin “aydýnlanmasýný” kolaylaþtýrýr. Aydýn kafalar, gönülleri yumuþatýp, sevecenliði canlandýrýr. Dostluk, barýþ, hakça paylaþým, yardýmlaþma gibi deðerler toplumda önem kazanýr. Anadolu Aleviliði, iþte bu nedenlerle “aydýnlýkçý ve yenilikçi”dir. Þimdi deðerli yazar-gazeteci ve düþünce insaný Sayýn Ýlhan Salçuk beyefendi, “Alevilik ve Aydýnlanma” konusunda sizlere bir sunumda bulunacaktýr. Saygýyla selamlýyoruz.
ÝLHAN SELÇUK’UN HACI BEKTAÞ VELÝ ANMA ETKÝNLÝKLERÝ ÇERÇEVESÝNDE VERDÝÐÝ KONFERANS
Aydýnlanma ve Alevilik Ýlhan Selçuk
H
er konuþma, hele sizin gibilerin karþýsýnda konuþma, bir “sýnav”dýr; þu anda bir sýnava girmiþ gibi duyumsuyorum kendimi; dikkat edin “duyumsuyorum” dedim; “hissediyorum” demedim. Ýki sözcük arasýnda fark var: “Duyumsamak” sanki daha güzel þeymiþ gibi; daha müzikal bir yansýma veriyor. Söze girerken biraz konunun etrafýnda dolanarak kendi heyecanýmý yatýþtýrmaya çalýþýyorum. Çünkü burasý Hacýbektaþ. Bu salonda kim bilir kimler vardýr; hiç belli olmaz; sanýyorum bizi kýrk kere “suya götürüp getirecek” kadar bilgili ve ayný zamanda felsefi derinliði olan, insan olarak çok deðerli kiþiler vardýr. Bakýn ben liseye gittiðim zaman biz mantýk, felsefe ve sosyoloji okuyorduk. Þimdiki liselerde yok. Mantýk kitabý da Hasan Ali Yücel’in, o güzelim adamýn kitabýydý ve tabii mantýk kitabý demek Hasan Ali’nin yazdýðý kitap demek deðildir bir yerde; bütün insanlýðýn geldiði tarihsel serüvenin sonunda ortaya çýkmýþ olan bir mantýk ve akýl kitabýdýr. Bazen böyle kitaplar çýkar ortaya biliyorsunuz; mesela, “Ýncil” diye bir kitap çýkmýþtýr, “Tevrat” diye, “Kuran” diye bir kitap çýkmýþtýr. Ýnsanlýðýn kitaplarý vardýr; kimisi kutsaldýr, kimisi kutsal deðildir, kimisi inanca hitap eder “Ýncil” gibi, “Tevrat” gibi, “Kuran” gibi. Kimisi de mantýk gibi “akla” hitap eder. Þimdi burada o mantýk kitabýný açtým; bugünkü gibi anýmsýyorum; bir yerde bir teorem var diyor ki (A), (B) deðildir (A)’dýr. Aristo mantýðýdýr; mantýk kitabýnda vardýr. Fakat ayný zamanda Heraklit diye bir insan var gene Aristo gibi, o diyor ki, ayný suda iki kez yýkanýlamaz. Hepimizin bildiði bir þey, “yýkanýlabilir mi? Banyoya girdiðiniz zaman yýkandýðýnýz suda bir daha yýkanabilir misiniz?” O su deðiþmiþtir, yýkanmadan önceki su deðildir o ama o sudur.
Aynayý Tuttum Yüzüme Ali Göründü Gözüme
H
eraklit’ten gelen felsefeyle Aristo’dan gelen felsefe ondan sonra dinlere kadar yansýyan iki büyük ayrýmý vurguluyor. “Niye?” diyor kimileri. Birisi diyor ki “aynayý tuttum yüzüme Ali göründü gözüme”. Yavaþ yavaþ Aleviliðin felsefesine ve gizemine girmeye baþladýk. Þimdiye kadar “aynayý tuttum yüzüme Osman göründü gözüme” dememiþ ya da “Muhammet göründü gözüme” dememiþ. Çünkü o çok yukarýlarda, o çok ayrý, o çok emredici Tanrý; kimine göre ceberrut bir Tanrý; insaný yakar, yýkar cezalandýrýr; hep günahlarýn üzerine yürür. Bizim üstümüzde, O ayrý; O (A), biz (B)’yiz. (A), (B) olamaz dedik ya Aristo mantýðýna göre. Ama öbür tarafta (A), (B) olabilir. Evren bir bütündür, insanlar bütünleþebilir. Ýnsanlar, insanlarýn güzelliðidir zaten. Dinler konusuna bakarken ayrý mantýklarýn orada, tarih ve felsefe içinde yürüdüðünü düþünebiliyoruz. Buraya gelen, bir sene önceki gelen deðil; bir sene sonraki gelen de olmayacak. O deðiþimin içinde buraya geliyor. Ýnsana, doðaya, dinlere, tanrýlara, peygamberlere bakýþ açýsýnda öyle bir hoþnutluk, öyle bir güzellik, öyle bir iyilik, öyle bir hoþgörü var ki o insan ister istemez birden bire “temizlenmeye” baþladýðýný ve bütün evreni kavrayabilecek kadar bir felsefi bilince eriþtiðini hissedebiliyor.
14
Ýnsanlarýn inancýna yerden göðe kadar saygý duymak gerekiyor. Hacý Bektaþ-ý Veli burada, bütün yapýtlarýyla bütün güzelliðiyle bütün anýlarýyla. Buraya gelen insanlar, o inancýn bilincin içinde geliyorlar. Hz Muhammet Ýsa’dan 600 sene sonra gelmiþ; demek ki bu zamaniçinde kimileri o dinlere, kimileri bu inançlara, kimileri bir takým felsefelere kapýlarak dünya üzerinde yaþýyorlar. Bunlarýn kimisi çok açýk söyleyeyim benim hoþuma da gidiyor; ama kimisi de pek hoþuma gitmiyor. Peki yani biz bunlarý “akla vurarak” konuþmaya baþladýðýmýz zaman, birilerine saygýsýzlýk ediyor muyuz? Hayýr akla vurduðumuz zaman her þeye en büyük saygýyý gösteriyoruz demektir. Þimdi efendim Musa’dan, Ýsa’dan ve Muhammet’ten sonraki inancýn serüvenine baktýðýmýz zaman, o serüvenin içinde, bir yerde bir “Ali” çýkýyor ortaya; bir yerde ve bu Ali’yle de birtakým baþka Müslümanlar arasýnda bir “çatýþma” oluþuyor.
Akýlla Sevmek
N
edir bu çatýþmanýn özü, diye düþündüðümüz zaman yavaþ yavaþ “aklýmýzý” devreye sokmuþ oluyoruz. Yani sadece inançla her þey halledilseydi zaten bunu düþünmezdik; düþünmediðimiz zaman da biz inancýmýzda “eksik” kalýrdýk. Bakýn dostlar, biz hem din ulularýna en büyük saygýyý göstererek, hem de din ulularýna en büyük saygýyý gösterirken onlarý “akýlla sevmek” gibi bir sürecin içine girmiþ bulunuyoruz. Bu akýlla sevmek süreci bana sorarsanýz tam Alevi-Bektaþi geleneðinin güzel bir yanýdýr. Bunu buradan baþka hiçbir yerde konuþma olanaðý yoktur; çünkü, söylediðim þeyler Sünni dünyasýnda eðer böyle bir toplantýda ortaya konsa, “sen ne yapýyorsun?” derler. Orada akli bir çaba göstermek yoktur; orada inanç vardýr; sadece itaat. Çünkü baktýðý zaman aynaya onun gözüne ne “Ebubekir” görünür, ne “Osman”, ne de “Muhammet.” Anadolu’da böyle bir þey fýþkýrmýþ; “nedir bu?”; yeryüzünün hiçbir tarafýnda yok. Bu nasýl oluyor? Bu Orta Asya’dan gelen bir þey bizlere. Orta Asya’dan “Ahmet Yesevi” diye biri çýkýyor; etrafýnda birtakým ulular, akýllýlar oluþuyor ve oradan da Anadolu’ya göç yoluyla geliyor. Bu baþka türlü bir oluþum. Müslümanlýðýn belki de en akla hitap eden, en çok insana hitap eden bir dalý. Bildiðiniz gibi akýl çok sonra devreye girdi. Ýnsanlýkta baþlangýçta sadece “inanç” vardý, akýl yoktu. Hýristiyanlýk dünyasýný düþünün, bu Hýristiyanlýk dünyasýnda akýl ne zaman devreye girdi? Aydýnlanmayla; þimdi o zaman “Alevilik ve Aydýnlanma”, dediðimiz zaman inançla aklýn “hesaplaþmasýný” düþünmüþ oluyoruz. Çünkü aydýnlanmanýn her bir parçasý aydýnlýk insanlardýr ve inanç tarihine baktýðýmýz zaman, akýl tarihine baktýðýmýz zaman, ikisi arasýndaki iliþkiyi nerde görebiliyoruz?: Anadolu’da. Orta Asya’dan gelen insanlar kendilerine göre birtakým inançlar ve akýllar taþýyorlar; onlar geliyor Anadolu’ya; onlar inançla aklý “birleþtirme” çabasýna girmiþler; hiç kuþkusuz kolay bir iþ deðil bu; bir insanýn yani inançla aklý “birleþtirebilmesi” kolay bir þey deðil; burada buluþtuðumuz zaman, biz kendi sevgimizi, kendi muhabbetimizi bir “akýl zeminine” oturtmak zorundayýz.
Sayý 3
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ Etkinliklerinin birinci günü, 16 Aðustos 2004, Hacýbektaþ Kültür Merkezinde Mümtaz Soysal’ýn verdiði konferasýn banttan çözümünü kýsaltarak yayýnlýyoruz. Sunucu: Kýbrýs Cumhurbaþkaný Rauf Denktaþ’ýn temsilcisi Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ýn konferansýnýn konusu “Kýbrýs’ýn Geleceði”. Sözü Mümtaz Soysal beyefendiye býrakýyor, saygýyla selamlýyorum.
MÜMTAZ SOYSAL’IN HACIBEKTAÞ KONFERANSI
Kýbrýs’ýn Geleceði
Mustafa Kemal ve Cemalettin Çelebi
Ý
nsanlýðýmýzýn tadýna ancak böyle “düþünerek” varabiliriz. Biri çýkýyor, “Enel Hak” diyor. Öyle muazzam bir þey ki, uygarlýk tarihinde, insanlýk tarihinde böyle bir söz yok. “Ayný suda iki kez yýkanamazsýn”; diyalektik her þey “deðiþiyor”. Müslümanlýðýn da içinde bir “felsefe” geliþmiþ ki, burada bulunmamýzýn nedeni o felsefeye olan baðlýlýðýnýz; bir de insanlýða baðlýlýðýnýz. Aleviliðin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluþunda, hamurunda büyük etkisi var: Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’yu, Anadolu insanýný kurtarabilmek için Ulusal Kurtuluþ Savaþý’ný baþlattýðý zaman, Sivas ve Erzurum toplantýlarýndan sonra Ankara’ya geleceði zaman buraya geldi. O zamanýn Alevi-Bektaþi ulularýyla anlaþtý; oturdular konuþtular; hatta Cemalettin Çelebi biraz hastaymýþ; kalbi mi varmýþ yoksa baþka bir þeyi mi varmýþ falan filan; Atatürk “siz içmiyorsanýz ben de içmem” demiþ. Cemalettin Çelebi demiþ ki “o zaman ben de içeceðim”. Laik Türkiye Cumhuriyeti’ne doðru yürüyüþün bir tarafý böyle. Þimdi düþünelim: Acaba Orta Asya’dan kalkýp da Anadolu’ya bu güzelim fikir, bu Alevi-Bektaþi düþüncesi gelmeseydi; Müslümanlýðýn içinde böyle aydýnlýk bir fikir geliþmeseydi Türkiye’de laiklik devrimi gerçekleþebilir miydi? 1,5 milyarlýk Müslümanlýðýn içinde tek laik cumhuriyet. Orada Bektaþi babasý oturuyor; kardeþim daha orada karar veriyorlar buna; yani, burada karar veriyorlar. O zaman biz þimdi ne yapýyoruz arkadaþlar deminden beri; taa Aristo’dan baþladýk günümüze geldik. Biz þimdi zaman içinde yaþamaya baþladýk; zaten insanlar artýk çaðýmýzda doðduktan sonra yaþamaya baþlamýyorlar; kendilerinden çok önce bir zamandan baþlýyorlar yaþamaya; çünkü bütün o olaylarý bilinçlendirerek ayrý bir bilince ulaþýyoruz. Peki bu laik Türkiye Cumhuriyeti þu gün, þu durumda hangi safhada dediðimiz zaman Ankara’ya bakýyoruz; orada bir “takiyeci” iktidar var þimdi; ne laikliðe iyi gözle bakýyor, ne laik cumhuriyete; ne Aleviliðe ne Bektaþiliðe.
A
Hacýbektaþ’ta Üniversite
rkadaþlar çok vahim bir zamanda yaþadýðýmýzýn farkýnda mýyýz? Burda kutsal yerleri ziyaret ettik, kendi kendimizle sarýldýk, öpüþtük, yedik içtik, anma ziyaretleri yaptýk sonra da daðýldýk, gittik. Hatta daðýlýp gitmekle de kalmadýk kendi aramýzda bir tartýþmanýn kapýlarýný açtýk. Bu sene bana sorarsanýz arkadaþlar geldiðiniz noktada yapmanýz gereken bir þey var: Nasýl “akýl” diyorsak, aklý eðer iktidara getirmek istiyorsak, iþte onun adý da Hacýbektaþ’ta bir üniversite’dir Arkadaþlar o üniversite bütün Anadolu’daki, Türkiye’nin dýþýndaki Alevilerin de aklýnýn örgütlenmesi demektir; onu muhakkak yaratýn; o üniversite burada gerçekleþtiði zaman birden bire Hacýbektaþ geleneksel Hacýbektaþ’lýktan çýkacak ve inancýn yanýnda aklýn kalesini kurduðu için bütün Türkiye’de, bütün dünyada doðru yolu gösterebilecek. 1950’lerden beri mizah edebiyatýyla ilgileniyorum; mizah dergileri çýkardým. Þunu bilesiniz dostlar kesinlikle söylüyorum; yeryüzünde mizah edebiyatýnýn doruðu Çünkü Bektaþi mzzahýdýr. mizah “akýlla” yapýlýr, inançla mizah yapýlmaz. Arkadaþlar siz hiç Nakþi mizahý duydunuz mu? Neden? Çünkü softanýn inancýndan mizah çýkmaz. Þu anda Türkiye’de takiyeci iktidar var ve Türkiye karanlýða doðru sürükleniyor. Atatürk’ün Alevi ve Bektaþilerle dayanýþarak kurduðu laik cumhuriyeti yýkmak isteyen takiyeci iktidar oradayken, burada insanlarýn kendi içlerinde “sen konuþacaksýn, ben konuþacaðým” diye birbirlerine düþmeleri Aleviliðe-Bektaþiliðe yakýþmaz; en baþta akla yakýþmaz.
Ekim 2004
Prof. Dr. Mümtaz Soysal
H
acýbektaþ’ta böylesine güzel bir havada, böylesine kalabalýk geldiðiniz için sizlere teþekkür etmek istiyorum. Çünkü benim için çok büyük bir onur sizlere seslenebilmek aslýnda; uzun zamandýr düþünüyordum ama bir türlü nasip olmadý. Sayýn Denktaþ’ýn saðlýk nedeniyle gelemeyiþi benim burada konuþmamý gerektirdi. Kendi kendime sormuþumdur? “Nereden yani niçin bir Alevi þenlik gününde Hacýbektaþ’ta Kýbrýs konusu ele alýnmaktadýr? Arada nasýl bir iliþki olabilir?” diye kendi kendime biraz felsefi açýdan felsefeyi biraz çok sevdiðimden düþünmeye baþladým. “Alevilik her þeyden önce gelenekleri ve görenekleriyle bir yaþam biçimi, yaþama felsefesi olduðuna göre herhalde Kýbrýs Türkünün daha özgürce, daha insanca yaþama davasý olan Kýbrýs davasý Alevilikle böyle bir iliþki içinde olabilir” diye düþündüm. “Belki” dedim; “bu da deðil, Alevilik dinin þeriatçýlýðýna karþý özgürleþme, aydýnlanma ve bir akýl iþi, zorlama yoluyla sorunlarý çözme deðil, akýl yoluyla çözme olduðunu ve Kýbrýs sorunu da sadece bir bilek gücüyle deðil, akýl gücüyle çözülmesi gereken bir sorun olduðuna göre böyle bir iliþki de kurulabilir” diye düþündüm. Belki de dedim, “Alevilik bir gönül iþi olduðuna, mistik bakýmdan bir aþk, akýl bakýmýndan bir bilim iþi olduðuna göre Kýbrýs konusunda da o davayý savunabilmek için onun aþkýný duymak gerekir ama bilgisine de sahip olmak gerekir” diye düþündüm. “Ýnsanlýk iþi olduðunu düþündüðüm için Alevilik de her þeyden önce insana üstün deðer veren, insaný yücelten bir inanç olduðuna göre burada hiçbir çatýþma yok, bilakis bir örtüþme vardýr” diye düþündüm..
Kýbrýs’ýn Geleceði
B
ütün bu sözlerden sonra gelelim Kýbrýs’ýn geleceðine: Kýbrýs konusunda ister istemez biraz konunun bugün bu noktaya nasýl geldiðini kýsaca anlatmak istiyorum. “Geçmiþten fazla söz etmeyeceðim gelecekten söz edeceðim” diye düþündüm ama geçmiþi de hiç yok sayarak bakmak yanlýþ. Kýbrýs sorunu nereye doðru gider ve o gidiþ içinde Türkiye nereye doðru gider o konuyu tartýþmak istiyorum. “Bu günlere geliþin uzun hikayesini anlatacak deðilim” dedim ama herhalde þunu çok kýsa özetlemem mümkündür. Kýbrýs sorunu bir yerde iki cemaat arasýnda yani biri baþka dinden öbürü baþka dinden olan, dilleri farklý olan, her ikisi de iki baþka ulusun uzantýsý durumunda bulunan Kýbrýs Rumlarýyla, Kýbrýs Türkleri arasýndaki bir sorun ve tabii Ýngiltere’nin iþin içine giriþinden baþlayarak Türklerle Yunanistan arasýnda dünya politikasýný etkileyen bir çatýþma yaratmýþ oluyor. Ýngiltere’nin Kýbrýs’a geliþi bildiðiniz gibi Osmanlýyý Rus tehdidine karþý korumak için idi ve orada vaktiyle o zamana kadar 300 küsur yýl süre yaþayan Türk toplumu Ýngilizlerin yönetimine girdi. Rumlar ki o zamana kadar yönetici deðiller idi fakat ekonomide aðýr basýyorlardý. Yunan baðýmsýzlýk hareketinin ister istemez oraya sýçramasý gerekirdi, nitekim öyle oldu. Kýbrýs’ta baðýmsýzlýk hareketini baþlatan Rumlar oldu. Ýngilizlerle çatýþtýlar ama bu çatýþmanýn içine dünya politikasýnýn bir gereði ve Türk tarihinin bir kalýntýsý olarak Türkler de girdiler. Bu çatýþma bir katliam anýna vardýðýnda yani sayýca çok olan Rum topluluk Türk toplumunu ezmeye, nerdeyse katliama tabii tutmaya kalktýðýnda Türkiye müdahale (Devamý sayfa 16’da)
15
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ
(Baþ tarafý 15. sayfada) etmek zorunda kaldý ve daha önce ikisinin Ýngilizlerle iþbirliði ederek kurduklarý Kýbrýs Cumhuriyeti bir askeri harekat gerçekleþtirdi. 1974’de Türk ordusu da Ada’ya çýktý. Yunanlýlar açýsýndan bakýlýnca kendilerinin Kýbrýs’taki uzantýsýna yapýlmýþ bir istila söz konusudur. Türkler açýsýndan bakýldýðýnda bir katliamdan kurtarýlmak için bir koruma harekatý söz konusudur. Onun içindir ki “Barýþ Harekatý” dendi. 1960’ta Kýbrýs Cumhuriyeti kuruluncaya kadar neler oldu onlara girmiyorum. Fakat o görüþmeler, Birleþmiþ Milletler çerçevesinde yapýlan görüþmeler sonuç vermedi ama birileri sonuç verebilecek bir ipucu yakaladýklarýný düþündüler. Nedir o? O Türkiye’ye bakarak bulunmuþ olan bir ipucudur ve Ýngilizler bulmuþtur: “Bu Türkler evet baðýmsýzlýklarýna düþkünler, iþte yenilmek istemezler, kendilerini korumak için askeri güce ihtiyaçlarý vardýr ve saire, bunlarýn bir zayýflýklarý var, aþaðý yukarý 2 yüzyýldýr hep çaðdaþlaþmak isterler, çaðdaþlaþmayý genellikle bir batýlýlaþmak olarak alýrlar, batýlýlaþmayý da daha çok Avrupalýlaþmak olarak görürler. Türklerin böyle bir Avrupa sevdasý vardýr; bütün sevdalýlar gibi en zayýf noktalarý odur, o aþktýr; acaba bunu kurcalayabilir miyiz? Kýbrýs konusunun çözümünü Türkleri ikna etmek üzere Türklerin Avrupa Birliði’ne tam üye olma tutkularýna bir yerden baðlayabilir miyiz?” dediler ve gerçekten öyle oldu. Ve o noktadan baþlayarak Kýbrýs sorununun görüþmeler yoluyla çözümü yavaþ yavaþ Birleþmiþ Milletler’den Avrupa Birliði düþüncesine doðru kaydý. O kayýþ, bizi bu günlere getirmiþtir, çünkü Kýbrýs sorununda Türkiye’nin düþüncesi büyük ölçüde Avrupa konusundaki tam üyelik isteðinin etkisi altýnda kalmýþtýr. Onun içindir ki, “Annan Planý” ortaya çýkmýþtýr. “Annan Planý” görünürde Birleþmiþ Milletler genel sekreterinin planý, ama büyük ölçüde Kýbrýsý Avrupa çerçevesi içinde çözmesi ve Türkleri de, hem oradaki Türk toplumu olarak, hem de Türkiye’deki Türkler olarak bu noktada ikna etmek düþüncesine dayandý. Öyle olduðu içindir ki, iktidarlar ve en çok da þimdiki iktidar daha önceki tutumdan saparak, daha çok ödün verici, daha uzlaþmacý bir tutum benimsedi. Ankara’dakiler eðer Kýbrýs konusunda daha uzlaþýcý olursak, daha çok ödün verirsek, Türkiye’nin önü açýlýr diye düþünüyorlardý ve sonuçta bildiðiniz gibi yine “Annan Planý”nýn bir gereði olarak konu oradaki iki topluma soruldu; aslýnda bunu gerektiren bir þey yoktu; iki toplum daha o ana kadar kendi görüþlerini belli etmiþlerdi, ama bir de “soralým” dendi ve o sorunun ortaya konuþ biçimi yine Avrupa’yla baðlantýlý olarak ortaya kondu. Kýbrýs Türk toplumu “hayýr” demek eðiminde hissetti kendisini. 1964’ten beri dünya Kýbrýs’ý meþru devlet olarak tanýyordu; bütün Kýbrýs adýna konuþuyorlardý. Oysa Türk toplumuyla birlikte Avrupa Birliði’ne girmek onlarý bu unvaný baþkalarýyla paylaþmak zorunda býrakacaktý. Böyle olduðu için onlar “hayýr” dediler. Daha önce Avrupa Birliði eðer kendilerine, buna “hayýr derseniz Avrupa’ya da giremezsiniz. Avrupa beklentiniz de suya düþer” deseydi belki böyle davranmayacaklardý. Türk tarafý Kýbrýs’ta “evet” derseniz þunlar olur dendiði halde toplum olarak deðiþtirildiði için baþka bir tutum içine girdi ve “evet” dedi. Nasýl bir çözüme evet dedi? Topraklarýnýn 4/1’ini kaybetme sonucunu doðuracak olan, insanlarýnýn 3/1 birini yeniden göçmen yapacak olan, yönetimde Kýbrýs Rum çoðunluðun aðýrlýðýný kabul etmek zorunda olan bir çözüm. Ama iþin içinde “Avrupa’ya girmek” var diyerek “evet” dedi.
G
Kýbrýs’ýn Geleceði
eldiðimiz nokta aþaðý yukarý budur. Bu noktada þöyle bir gözlem yapmak insanlarýmýzý yanlýþ bir rahatlamaya itebilir. Çünkü Kýbrýs Rum Cumhuriyeti referandum öncesinde de sonrasýnda da söyledi: “biz eðer bazý þeyler deðiþtirilirse referandumdan önce evet deriz dedi, referandum sonrasýnda da eðer deðiþtirilirse yeniden bir referandumda yine evet deriz” dedi. Ne istiyordu? Türk ordusunun Kuzey Kýbrýs’taki aðýrlýlýðýnýn azaltýlmasý; býrakýlacak olan topraklarýn Annan Planýna göre bir süre Türk yönetiminde kalmasý gereken topraklarýn ve Türkler yeni yerlere yerleþtirilinceye kadar Türk elinde kalmasý gereken topraklarýn, Annan Planý yürürlüðe girer girmez Türklerin ellerinden çýkarýlmasý ve Birleþmiþ Milletler yönetimine verilmesi; askeri gücün Türk gücü olarak bu çözüme gözetim
16
saðlamasý yerine Birleþmiþ Milletler gücüne dönüþmesi; Birleþmiþ Milletler askerinin arttýrýlmasý gibi istekler ileri sürdü. Birleþmiþ Milletler bu isteklere boyun eðmek üzere idi. Güvenlik Konseyi’nden öyle bir karar çýkacaktý; Annan Planý Rumlarýn istediði biçimde, Rum Cumhurbaþkaný’nýn istediði biçimde deðiþtirmeye yönelik bir karar çýkacak idi. Rusya Güvenlik Konseyi’nde vetosunu kollandý, “hayýr” dedi. “Birleþmiþ Milletler’e bu kadar da yetki verilemez” dedi. Yani Kýbrýs’ta, Ankara’daki hükümetin de istediði, Kýbrýs’taki çoðunluðunda istediði bir çözüm Ruslar tarafýndan engellenmiþ oldu. Geldiðimiz nokta budur. Geldiðimiz nokta böylece kalacak olsa bu bize yeni bir zemin hazýrlamýþ olabilir. Þimdiye kadar uðraþtýk, bir sonuç elde etmeye çalýþtýk ama kendi ihmallerimiz yüzünden, kendi kötü yönetimlerimiz yüzünden, hem Ankara’daki hem Kýbrýs’taki kötü yönetimimiz yüzünden oradaki toplumu kaybettik. Gençliðini kaybettik, üniversitelerdeki öðretim üyelerini kaybettik, okullarýndaki öðretmenlerini kaybettik ve gençlerini de kaybettik. Onlar Türkiye’den kopma sonucu verebilecek olan referanduma “evet” dediler. Ama “olan olmuþtur yahut olan olamamýþtýr þimdi biz madem olamadý aklýmýzý baþýmýza toplar bir çýkýþ yolu bulabiliriz” diye düþünebilirdik. Bu durum öylece kalmayacak, bu durum demin sözünü ettiðim bir “çatal noktaya”, bir tercih yapma noktasýna bizi getirmiþtir. Çünkü önümüzdeki sonbaharda konu yeniden alevlenecektir. Niçin alevlenecek? Çünkü Türkiye’nin Avrupa Birliði’nden tam üyelik koparmak ya da onun baþlangýç noktasý olarak bir görüþme tarihi alabilme arzusu ayaktadýr. Kýbrýs konusunda referandum öncesinde söylenenler, hatta referandum sonrasýnda söylenenler Avrupa tarafýndan, Birleþmiþ Milletler tarafýndan yerine getirilmemiþtir. Deniyordu ki: “Türk tarafý evet derse Rum tarafý hayýr dediðinde mükafatlandýrýlacaktýr; örneðin ambargo kalkacaktýr, ticaret serbestliði gelecektir, ulaþým serbestliði gelecektir, ambargo duracaktýr, uçaklarýn gelmesi dolayýsýyla turizm geliþecektir” Bunlarýn hiçbiri olmadý; nisandan beri söz verilenler yerine getirilmedi. Bu çok kritik bir nokta; çünkü, þimdiye kadar olup bitenler Türkiye’yi yönetenler ile Denktaþ arasýnda ister istemez bir “gerginlik” yarattý. Türk toplumunu baðýmsýz devlet olarak tutmak, iki devletli bir çözüme gitmek, iki baðýmsýz devletin bir araya geliþleri ile bir konfederasyon kurmak biçimindeki çözümünde “ýsrar” etmiþti. Onun için Birleþmiþ Milletler katýnda bir sonuca varýlamamýþtý. Türkiye’yi yönetenler bu konuda Annan Planý’nýn doðru olduðunu, daha iyi bir gelecek getireceðini, Ada’ya barýþ getireceðini ve daha önemlisi Türkiye’nin Avrupa kapýsýndaki önünü açacaðýný söylemiþlerdi. O haksýz, biz haklýyýz biçimine dönüþtü ve bu sadece yönetimler arasýnda bir kutuplaþma olmadý; Türkiye’nin medyasý da buna karýþtý, buna katýldý. Belki de Denktaþ’ý en çok yaralayan bu oldu. Çünkü Denktaþ, Kýbrýs ile Türkiye arasýnda, Kýbrýs Türkleriyle Türkiye’deki Anadolu Türkleri arasýnda bir kopma olmasýný istemiyordu. Kaderin birlikte tayin edilmesini, birlikte bir çözüme varýlmasýný istiyordu; tam tersine “birliktelik” yerine “suçlama” aþamasýna geldik. Denktaþ ve çevresi, Türkiye’nin önünde “engeldir” dediler. Türkiye Avrupa’ya girecekti, onlar “engelliyor” dendi. Medya buna katýldý. Denktaþ Anadolu halkýna güveniyordu; onun için Anadolu’yu karýþ karýþ dolaþtý; sürekli konuþmalar yaptý. Kendisi düþman olarak gösteriliyordu yine. Dost bildiði Türkiye’nin onu hafif sözlerle de olsa yaralamýþ olmasý onu gerçekten incitmiþtir. Bu noktada davaya gönül vermiþ insaný incitmemek için, Türkiye’yi sonuçta incitmemek için doðru karar vermemiz gerekiyor. Batý’nýn istediklerini Avrupa’dan tarih alma uðruna yapacak mýyýz, yoksa hayýr mý diyeceðiz? Yaptýðýmýz zaman ne olur, yapmazsak ne olur? Asýl aðýrlýk noktasý burada. Yaptýðýmýz zaman, Kýbrýs’taki Türklerin %65’lik çoðunluðu memnun olacaktýr, muratlarýna erecekler, Avrupalý olacaklardýr; ceplerindeki pasaport Avrupalý pasaportu olacaktýr, dünyayý serbestçe gezebileceklerdir, ticaretleri geliþecektir. Fakat belki þimdi unutmuþ olduklarý, aslýnda asla unutmamalarý gereken baþka þeyler de yavaþ yavaþ gerçekleþmeye baþlayacaktýr. Nedir o? Girit nasýl elden çýktýysa Kýbrýs da öyle elden çýkacaktýr. Girit’teki Türkler nasýl elden çýkýþtan sonra Girit’te kalamamýþlar, göç etmek zorunda kalmýþlar ise Türkiye’nin bütün Ege sahillerinde milyonlarca insan bugün hâlâ “Girit, Girit” diye nasýl yanýyorsa onlar da yanacaklardýr. ¢
Sayý 3
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ
HACI BEKTAÞ VELÝ ANMA ETKÝNLÝKLERÝ ÇERÇEVESÝNDE YAPILAN PANELDEKÝ KONUÞMALAR
Aydýnlanma Sürecinde Hacý Bektaþ-ý Veli ve Cumhuriyetimiz 41. Ulusal, 15. Uluslararasý Hacý Bektaþ Veli Anma Etkinliklerinin birinci günü (16 Aðustos 2004), Hacýbektaþ Kültür Merkezinde yapýlan paneli Doç. Dr. Ünsal Yavuz yönetti. Panele konuþmacý olarak, Doç. Dr. Mürsel Öztürk, Prof. Dr. Alemdar Yalçýn ve dergimizin Genel Yayýn Yönetmeni Esat Korkmaz katýldý. “Aydýnlanma Sürecinde Hacý Bektaþ-ý Veli ve Cumhuriyetimiz” konulu paneldeki konuþmalarýn banttan çözümünü kýsaltarak yayýnlýyoruz.
Her Þey Ýnsan Ýçindir Mürsel Öztürk
T
ürkler, Anadolu’da hakimiyet kurmaya baþladýklarý 11. yüzyýl.ýn sonlarýndan itibaren Anadolu’ya baþta Türkistan ve Horasan olmak üzere dünyanýn çeþitli bölgelerinden Türk göçleri baþladý. Bu göç edenler arasýnda Horasan’da oluþmuþ olan deðiþik sûfi akýmlarýnýn temsilcileri de vardýr. Bu sûfilerden Mevlana gibi bir çoðu Anadolu’da büyük þehirlere terfi ederler. Þehirde yaþayan aydýn kesimlere ve yöneticilere anlatmaya ve onlara doðru yolu göstermeye çalýþmýþlar. Anadolu’ya göç yoluyla gelen sûfilerden bir kýsmý ise geldikleri yerde iyi bir öðrenim görmüþ olmalarýna raðmen Anadolu’da göçebe veya yarý-göçebe Türkmenler arasýna yerleþmiþlerdir. Bunlar dini ve dünyevi konularda halka yol göstermiþler, halkýn sevgisini ve saygýsýný kazanmýþlar, baba veya dede sýfatlarýnýn yaný sýra “Horasan Erenleri” sýfatýný da takmýþlardýr. Horasan Erenleri’nin en büyüðü, hiç þüphesiz görüþ ve düþünceleri zamanýmýza kadar geçerliliðini korumuþ, Türk dilinin ve kültürünün Anadolu’da yayýlmasýnda, Osmanlý Devleti’nin ve Yeniçeri Ocaðý’nýn kurulmasýnda katkýlarý olmuþ olan Hacý Bektaþ-ý Veli’dir. Hacý Bektaþ-ý Veli’ye yönelik gerek ülkemizde gerekse yurt dýþýnda pek çok kitap ve makale yayýmlanmýþ, adýna bilimsel toplantýlar düzenlenmiþ olmasýna raðmen, bu büyük insanýn hayatý, düþünceleri ve eserleri tam olarak açýða çýkarýlamamýþ, bu konuda görüþ ayrýlýklarý giderilememiþtir. Hayatý hakkýndaki görüþ ayrýlýklarý ise onun yaþadýðý dönemi anlatan yazýlý kaynaklarýn kýtlýðýndandýr. Hacý Bektaþ-ý Veli hakkýnda bilgi veren en önemli kaynak, O’nun ölümünden yaklaþýk iki asýr sonra sözlü kaynaklara dayanarak yazýlmýþ olan Velâyetname’dir. Velâyatname, edebi bir tür olan menakýpname þeklinde yazýlmýþtýr. Bu tür eserler, hurafeler, mucizeler ve olaðanüstü mitlerle doludur. Velâyatname, Hacý Bektaþ-ý Veli’nin doðumunu, Horasan’daki çocukluk dönemini ve Ahmet Yesevi ile olan iliþkilerini anlatmakla
baþlar. Daha sonra Anadolu’ya gelip Sulucakarahöyük’e yerleþmesini, buradaki hayatýný, çaðdaþlarýyla olan iliþkilerini ve nihayet ölümünü anlatýr. Hacý Bektaþ-ý Veli hakkýnda temel kaynak olan bu esere göre Hacý Bektaþ-ý Veli tükenmez sermaye olan çalýþmayý ilke edinen, emeðiyle geçinen, bazen çobanlýk yapan, elma toplayan, üzüm yetiþtiren, karþýlýk gözetmeden iyilik etmeyi seven, herkese güleryüz gösteren, düþkünlere yardým eden örnek bir insandýr. O tabiatla iç içedir. Olmamýþ ekinleri oldurur, susuz yerde su çýkarýr, gittiði yere bolluk ve bereket götürür. Kötüleri iyilikle yola getiren, alçakgönüllü, açýk yürekli bir velidir. Ve ayný zamanda faaliyetlerini yürüttüðü bir de tekkesi vardýr. Hacýbektaþ Tekkesi’nde baþta hat sanatý olmak üzere sanatýn bütün dallarýnda, þiirde, edebiyatta, musikide ve semahta büyük bir ilerleme kaydedildiði kaynaklarýyla bilinmektedir. 13. yüzyýl’ýn ikinci yarýsýnda zayýf düþen Selçuklu Devleti’nin Moðollara aðýr bedel ödemesi yüzünden halk sefalete düþünce Hacý Bektaþ Tekkesi, eðitim ve öðretim görevleri yaný sýra yardýmlaþma ve dayanýþma görevleri de üstlenmiþtir. Açlarý ve yolcularý doyurmuþ, çaresiz insanlara yaþama gücü vermiþtir. Hacýbektaþ her ilden her milletten insanýn tanýþýp kaynaþtýðý bir yerdir. Hacýbektaþ Dergâhý’na bu kadar önem verilmesinin ve onunla ayný zamanda kurulmuþ olan tekkelerin birer birer ortadan kalkmýþ olmasýna raðmen, onun korunup günümüze kadar yaþatýlmasýnýn sebebi neydi? Bu sebep, onu kuran kiþinin tarihte oynadýðý rol ile onun düþünceleridir. Hacý Bektaþ-ý Veli’nin düþünceleri hakkýnda baþvurabileceðimiz en önemli kaynaklar Hacý Bektaþ-ý Veli’nin eserleriyle onun eserlerindeki sözlerini daha etkili bir anlatým þekli olan þiir haline getirerek ölümsüzleþtiren, onun gerçek yol evlatlarý olan Türk dilinin ustalarý Alevi Bektaþi ozanlarýdýr. Hacý Bektaþ-ý Veli’nin düþüncesinin temelinde insan sevgisi, insana inanmak, insana güvenme ve insaný yüceltme vardýr. O insaný evrenin merkezine alýr. Her þey insan içindir, bütün yaratýklar insan için yaratýlmýþtýr. O halde insana saygý duyulmalý, insan yüceltilmelidir. Yaratýlanýn en üstünü insan, Tanrý’nýn bir yansýmasýdýr. O halde insan okunacak, öðrenilecek kutsal bir varlýktýr. Kýrýlmamalý, incitilmemeli, hoþ tutulmalýdýr. Hacý Bektaþ-ý Veli insanýn, insan-ý kâmil derecesine ulaþabilmesi için izleyeceði yolu “Dört Kapý Kýrk Makam” görüþünde dile getirmiþtir. O’na göre insaný sevmek, Tanrý’yý sevmek demektir. Hacý Bektaþ-ý Veli Tanrý’ya sevgi ile ulaþýlabileceðini, Tanrý’nýn niteliklerini taþýyan insaný sevmek gerektiðini , insanlarýn kardeþ olduðunu, bu yüzden din farklarýnýn gereksiz olduðunu savunur. Yine O’na göre insanlar arasýndaki din, dil, ýrk farklarý ince bir perdeden ibarettir. Bu perdeyi sevgi ortadan kaldýrýr.
Volter’in Aydýnlanma Tasarýmý Hacý Bektaþ Veli’de Vardý Alemdar Yalçýn
B
en öncelikle “Aydýnlanma” kavramý üzerinde duracaðým. Sonra Hacý Bektaþ-ý Veli’deki aydýnlanma nedir?,onu göreceðiz. Deðerli dinleyenler: Hýristiyanlýk, Roma Ýmparatorluðu’na alternatif olarak ortaya çýktý. Roma Ýmparatorluðu, insanlarý ikiye ayýrmýþtý. Romalýlar ve Romalý olmayanlar diye. Dünyanýn en büyük gücüydü. Bugün kendisini dünyanýn gücü olarak görenler de bu Roma Ýmparatorluðu’nun sonundan ibret alsýnlar. Fakat bir insan çýktý ve dedi ki; “Size bir insan bir tokat vurursa, siz öbür yüzünüzü dönün”. Yani, hiç direniþ önermeyen ve hiç de devlet fikri olmayan bir dinmiþ ki tüm (Devamý sayfa 18’de)
Ekim 2004
17
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ (Baþ tarafý 17. sayfada) insanlar arasýnda rüzgâr gibi yayýldý ve yalnýzca kalplere ve beyinlere seslenerek Roma Ýmparatorluðu’nu yýktý. Diyordu ki Ýsa; “Benim saltanatým gök yüzünde kurulacak”. Devletle ilgili bir düþüncesi yoktu. Hýristiyanlýðýn ve sonra Hýristiyanlýk yaygýnlaþmaya baþladý. Önce dedi ki; “alma”nýn getirdiði her þey putperestliktir, zevk almak putperestliktir, gülmek putperestliktir. Ve “Madem ki kadýn bizim Cennet’ten kovulmamýza neden olmuþtur; o halde kadýnlar, þeytanla iþbirliði yapmýþ insanlardýr”, dedi. Zulme karþý baþkaldýrmýþ din, kendisi bir zulüm yapmaya baþladý. Gerçek Hýristiyanlar evlenmezler, yani rahipler evlenmezler, dediler. Ýnanmýþ kadýnlar kendilerini Ýsa ile evlenmiþ kabul ederek, onunla nikahlanarak manastýra kapanýrlar. Sonunda gülmenin yasak olduðu, gökyüzünün maviliðinden söz etmek, çiçeklerin güzelliðinden söz etmek, insanlarý yeryüzüne baðladýðý için suç kabul edildi ve kapkaranlýk bir Ortaçað geldi. Bu Ortaçað’da insanlar dengelerini yitirdikleri için, yani dinsel baskýlar, yaþadýðýmýz dünyanýn güzelliklerinden insaný “sýyýrdýðý” için zihniyet sapmalarý ortaya çýktý. Bunun sonucunda þeytanla yattýklarýndan kuþkulanmaya baþladýlar. Þeytanla yattýðýndan kuþkulanýlan rahibeler, kendilerinden üstteki kardinallere bunu söyleyemiyorlardý ve büyücülere giderek içlerindeki þeytaný çýkarmasý için ibadet etmeye baþladýlar. Bu sýrada kilisenin verdiði yasaklara uymayan insanlar, ister kendilerini inanmýþ kabul etsinler, isterse inanmamýþ olsunlar cezalarý ölümdü. Bir baþka nokta madem ki büyücülük kötüydü, engizisyon mahkemeleri kuruldu ve bu mahkemeler insanlarý yargýlamaya baþladýlar. “Mahkemenin yargýlamasýna çýkmýþ insanýn, savunma hakký yoktur” diyorlardý. Ceza verildikten sonra yakýnlarý normal bir ölümle öldürülmesi için kiliselere rüþvet vermeye gidiyorlardý. Böyle bir ortamda dikkat ederseniz “aydýnlamayý” tanýmlamak çok kolay bir iþ deðildir. Aydýnlanma insanýn yaradýlýþ amaçlarýna ters olamamalý, dünya iliþkilerini dengeli bir zemine oturtmalýdýr. Böyle bir zemine oturmadýðý için bir Ortaçað karanlýðý ortaya çýktý. Afakanýn Ortaçað’da Avrupa’yý sardýðý bir dönemde Dante þunu söyledi: “Bir insan bir kadýný seviyorsa o kadýn Tanrý’yý da sevebilecek niteliðe sahiptir.” Biliyor musunuz bu düþünce Fuzuli’nin düþüncesidir ve Leyla ile Mecnun mesnevisinde böyle söyler. Leyla’yý seven Mecnun bir süre sonra Leyla’yý gördüðü zaman “Benim Leyla’m sen deðilsin” der ve o artýk tanrýsal bir aþka ulaþmýþtýr. Rönesans dediðimiz geliþmenin, kalkýnmanýn temelinde bu vardý. Aydýnlanmanýn en önemli unsurunu söyleyen Volter þöyle söylüyor; “Hýristiyanlýðý bu þekilde yorumlayanýn ortaya koyduðu Hýristiyanlýk, putperestlikten daha vahþi bir dindir” diyor. Bunlar çok önemli bizim için: Bölgemiz ve çevremiz benzer savaþlarla karþý karþýya. Aydýnlanmayý oluþturan bir noktadan, Volter’in bir sözünden çýkacaðým. Volter diyordu ki; “Evren büyük bir yaratýlýþtýr. Yani makro-kozmos’dur. Ýnsan ise mikro-kozmos”dur. Yani evren bir duvar saati ise, insan da bu duvar saatinin tüm özelliklerini kendi üzerinde taþýyan bir kol saatidir. Ýþte bu anlayýþla Batý, Rönesans’ýný ortaya koydu. Biliyor musunuz? Makro-kozmos ve mikro-kozmos düþüncesinin, Hacý Bektaþ-ý Veli’nin görüþlerinde ve þiirlerinde olduðunu. . Hacýbektaþ-ý Veli’den vereceðim þu örnek çaðdaþ aydýnlanmanýn bir tanýmýný oluþturuyor: “Þu þiþeyi görüyor musunuz? Ýnsan bir þiþeye benzer, bu þiþenin içi pislikle doluysa bunun aðzýný kapatýp da çeþmenin altýnda yüzlerce kere yýkasanýz da bu temiz olmaz, yapýlacak iþ nedir? Bunun kapaðýný açmak, pisliði dökmek, þiþenin içini yýkadýktan sonra dýþýný yýkamaktýr”.
18
Aydýnlanmayý Anlamak Aydýn Olabilmek Esat Korkmaz Uyarmasý gereken aydýnýmýz “uyuyor” ya da “uyutulmuþ”, taban ise “uykuda”; uykudaki uyuyaný nasýl uyandýracaðýz? “Uyur Ýdik Uyardýlar” diyecekisin belki ama bu “zili” duyan için geçerli deðil mi? Bozuktur diye saati “yere çalmadan” ya da “akýl külahta bir çividir, yumruk vurmadan içeri girmez” diyen Arnavut atasözünün yargýsýna “kapýlmadan” zil sesini duymaya ve duyurmaya çalýþalým.
E
ntelektüel bir konuþma, entelektüel bir geçmiþi olan topluluk karþýsýnda yapýlýr. Bizler, zaman zaman bu konuda zorlanýyoruz. Canlarýmdan bize “trajedi” yaþatmamalarýný diliyor-istiyorum. “Aydýnlanma” konusuna gelince “eðri oturulur ama doðru” konuþulur. Batý bize bir tarih “kesiti” veriyor ve buna “Ortaçað”, “karanlýklar çaðý” diyor. Anadolu Aleviliði olarak adlandýrdýðýmýz felsefe/inanç ve yaþama biçimi, Batý’nýn bize “bellettiði” Ortaçað’da yapýlandý. Aleviler-Bektaþiler, “Biz özünde bir aydýnlanma hareketiyiz”, diyorlarsa o zaman o “karanlýk çað”da kendi “ürünleri” bir aydýnlanmanýn olduðunu kanýtlamak zorundalar. “Aydýnlanma” denince yalnýzca “18.yüzyýl aydýnlanmasýný” ve aydýnlanmanýn tümünü bu olarak algýlayan anlayýþý yýkmamýz gerekir. “Aydýnlanma” baðlamýnda insanlýk kazanýmlarýnýn ana halkalarýný kitaplar yazýyor; biz de sýralayalým: “Ýlkçað Aydýnlanmasý, 18.yüzyýl Aydýnlanmasý” ve 19.yüzyýl’ýn ikinci yarýsýnda tasarýmlanýp yaþama geçirilen “Toplumcu Aydýnlanma”. Kitaplarýn yazdýðý “aydýnlanma” halkalarýnda bir Alevi-Bektaþi aydýnlanmasýna rastlayamýyoruz; daha doðrusu “karanlýklar çaðý Ortaçað’da bir aydýnlanma hareketi olamaz”, yargýsý kafalarýmýza “kazýnmýþ” durumda. Bu “yargýyý” yýkmak, Ortaçað’da bir Alevi-Bektaþi aydýnlanmasýnýn olduðunu “kanýtlamak” ve bunu insanlýða “sunmak” göreviyle karþý karþýyayýz. “Aydýnlanma” denince “ortak algý” durumundaki 18.yüzyýl Aydýnlanmasý’ný, yani burjuva aydýnlanmasýný “aþmak”; bu aydýnlanmanýn “çizdiði” aydýn tipini, yani Batý’nýn akýlcý, olgucu kýsacasý burjuvazinin ilerici dönemine ait 18.yüzyýl Aydýnlanmacýlýðýný benimsemiþ, “üstyapýsal bir kültür ilericisi” olarak kendi dýþa vuran, halkýna “yabancýlaþan” aydýn kimliðini “aþmak” ve bu tür aydýnlanmanýn, bu tür aydýnlarýn “küçümsediði” Doðu’lu insanýn, bu kapsamda Aleviliðin-Bektaþiliðin “nesnel” kaynaklarýna, bu nesnellikten “soyutlanarak” bir ölçüde “baðýmsýzlaþan” inanç odaklarýna yönelmek, aydýnlanmayý anlamamýz ve aydýn olmamýz için “olmazsa olmaz” koþulumuzdur: Bunu bilelim. Aydýnlanma, insaný ve temel insansal deðerleri her þeyin üstünde gören, insanlýk sorunlarýna akýlcý çözümler bulmayý amaçlayan, insanýn her yönden geliþmesini temel ilke edinen bir “öðretidir”. Geniþ anlamda, tarihsel süreçte “insaný insan” etme çabalarýnýn bir ürünü olarak algýlanýr. Ýnsanýn yaratýcý güçlerinin geliþtirilmesini, onu özgür ve gönençli kýlmayý ve her bakýmdan yükseltip ilerletmeyi dile getirir. “Ýlkçað Aydýnlanmasý”, insanýn bedensel ve zihinsel yeteneklerinin “eðitimle” geliþtirilmesini amaçladý. Rönesans’la baþlayan burjuva aydýnlanmasý, Ýlkçað yapýtlarýný meydana çýkararak bilimi kilise baskýsýna karþý “savunma ve geliþtirme” amacýný güttü. Gericiliðe karþý insanýn her türlü haklarýný savundu. Ortaçað’da, “kendini yitirme” noktasýna gelen insan, burjuva aydýnlanmasýnýn güdücülüðünde, Ýlkçað Aydýnlanmasý’nýn kazanýmlarýyla kendini yeniden “keþfetti”. Dünyanýn insan eliyle deðiþtirilebileceði inancýný, insan sevgisinin ve insana saygýnýn temeline koydu. “Toplumcu Aydýnlanma” ise tarihin “nesnel” yasalarýna dayandý. Ýnsanlýk-öncesi çaðdan, insanýn özgürce geliþebileceði ve bütün insanlýðýn hýzla ilerleyebileceði insanlýk çaðýna geçiþin nesnel koþullarýný sergiledi ve yasalarýný açýkladý. Toplumsal insaný, yabancýlaþma kaynaðý olarak yaþama geçen üretim araçlarýnýn özel mülkiyetine karþý örgütleyerek insanýn kendisini “yeniden ele geçirmesini” saðladý. Anadolu doðumlu olan Alevilik-Bektaþilik, her þeyden önce bir “aydýnlanma” öðretisidir, ötesinde “insancý” bir evren görüþüdür. Bu öðre-
Sayý 3
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ tinin, bu evren görüþünün görevi, yaþamýn ve toplumun “entelektüel ilkelerini” araþtýrmaktýr. “Halk” adýna dünyayý yorumlamak, dünyanýn ve yaþamýn anlamýný temellendirmek ama bütün bunlarý “felsefi bir inanç” aracýlýðýyla yani tasavvufi bir “maya” ile sunmak. Anadolu coðrafyasýnda Aleviler-Bektaþiler; tektanrýcý üç dinin þeriatýyla kendinden “kopartýlýp” gökyüzüne çýkartýlan insaný, önce aydýnlanmasýnýn yorumuyla kuþattý. Akýldan inanca “atlanýlan” zeminde, kendi ürünü inanç yaratýsýnca “zincire vurulan” ve “zavallýlaþan” insaný, inançtan akla “inilen” çizgi üzerinde “yukarýdan aþaðýya uçurarak” yere, ait olduðu topraða indirdi. Ýndirir indirmez de “aydýnlanmanýn” ve “insancýlýðýn” bireysel-kitlesel tabanýný yaratmýþ oldu. Toprak üzerinde gezindirdiði insaný; önce bireyselleþtirdi, sonra toplumsallaþtýrdý. Onu bir inanç varlýðýndan bir “yorum” ve “yetenek” varlýðýna dönüþtürdü. Ýnsan ya da insanlýk sorunlarýna “akýlcý” çözümler bulma yolunda “hizmetli” yaptý. Hizmetli olmanýn aydýnlýðýnda, “devletin ve þeriatýn” uzaðýnda, ona “karþý” kanalda, aydýnlanmayý ve insancýlýðý yaratan/üreten asýl toplumsal tabaný yakalamýþ oldu. Ýçinde yer aldýðý toplum katýnda; uygarlýk-öncesi eþitlikçi toplum deðerlerinin “taþýyýcýsý” durumunda bulunan “muhalefet” insanýnýn yaþama yordamý olarak algýladýðý “aydýnlanmayý ve insancýlýðý”, devlete karþý “halk”la taraf etti. Aydýnlanma ve insancýlýk dünyasýnda; gökyüzünden yeryüzüne indirildiðine inanýlan Tanrý buyruklarýna göre “bedenleþen” ve egemenin güdümünde “canavarlaþan” insana karþý üretici/yaratýcý insaný, “Konuþan Tanrý” durumunda ve “halk” kimliðinde kiþilendirdi. Ýnancýn yerini “akýl” aldý; inanca dayanan tanrýbilimin karþýsýna, inancý aklýn “deneti-
mine” veren “bâtýni felsefeyi” yerleþtirdi. “Tanrý-evren” sorunu bir inanç sorunu olmaktan çýktý, bir insan sorunu durumuna geldi. Batý’da “burjuva aydýnlanmasý ve burjuva insancýlýðý” daha tarihin “gündemine” gelmeden Ortaçað’da ve Anadolu topraðýnda Aleviler-Bektaþiler; genelde þeriatçý dinsel deðerlere, özelde feodal despota ve onun uþaklarýna baþkaldýrdý. Ýlksel eþitlikçi toplum deðerlerini “bayraklaþtýrarak”, tasavvuf baðlamýnda ancak “sezgiyle” ulaþýlabileceðini varsaydýðý insanlýðýn “son kurtuluþunu” tarihin gündemine taþýyýverdi. Düþyapýsal da olsa “toplumcu aydýnlanmayý” ve “toplumcu insancýlýðý”, en üretici halkasýndan yakalamýþ oldu. Talihin hep talihliden yana güldüðü bu toplumsal “cangýl”da Aleviler-Bektaþiler, insanýn ve doðanýn aklýnýn yolunda yürüyerek, insaný, “okunacak en büyük kitap” olarak algýlayarak, inancýný, çaðdaþ insaný “okþayacak” bir “damak tadýna” dönüþtürerek, geniþleyen akýl alanýnda “toplumcu aydýnlanma”nýn ve “toplumcu insancýlýðýn” tohumlarýný ekiyor. Aleviler-Bektaþiler tarihlerinden getirdikleri kazanýmlarý, aydýnlanma kavgasýnda en üretken biçimde kullanmak zorundalar. Bu zorunluluk bile Alevileri-Bektaþileri “düþünmeye” iter: Düþünmek, düþünmek, düþünmek… Teþekkür ederim efendim.
Ýstanbul’daki Alevi-Bektaþi Tekke ve Dergâhlarý - II Ali Kaya Bademli Tekkesi (Bademlik Münir Baba Tekkesi)
Karyaðdý Tekkesi
Beyoðlu Sütlüce’de Þeker Kuyusu Sokak’ta, Münir Baba’nýn 1303/1886 yýlýnda Fodlacýbaþý Konaðý’ný satýn alarak Bektaþi tekkesi haline getirmesiyle kurulmuþtur(Turnalý-Yücel, 1984:148). Tevhidhane ve meþrutadan meydana gelmekte idi. Arazisi, 12 Haziran 1936’da ilanen satýþa çýkarýlmýþtýr. Tekke 1940 yýlýnda yýkýlmýþtýr.
Eyüp, Ýdris Köþkü’nde, Karyaðdý Sokaðý, 38 ada, 6 par. tekke, 4 par.haziresi bulunan Bektaþi tekkesinin vakýfý Baba Ali’dir. bina iki katlý, duvarlarý kagir, döþemesi ahþaptý. Günümüze sadece arsasý ve mezar taþlarý kalmýþtýr.
Kaynak: 1341 defteri, sýra 270; Bandýrmalýzade, s. 235; Ýhsaiyat, s. 19; Miraf-ý Ýstanbul, s. 537.
Ciðerci Baba Tekkesi Topkapý ile Mevlanakapý arasýnda, sur duvarlarýna bitiþik olan tekke, Ýstanbul surlarýný muhafazaya memur yeniçerilere ait bir Bektaþi tekkesi idi. 1826’da Yeniçeriliðin kaldýrýlmasý ile beraber, Bektaþilik de yasaklanýp, Bektaþi tekkeleri yýkýlýrken bu tekke de yýktýrýlmýþtýr. Günümüze sadece Ciðerci Baba’nýn türbesi gelebilmiþtir.
Yarýmca Baba Tekkesi (Paþa Limaný Tekkesi) Üsküdar, Paþa Limaný Caddesi, 1310 ada, 79 parseldeki Bektaþi tekkesidir. 1957 yýlýnda harap halde iken yýkýlmýþtýr. Sadece haziresindeki Yarýmca Baba’nýn mezarý kalmýþtýr. Kaynak: Bandýrmalýzade, s. 89; Tomar, s. 79; Ýhsaiyat, s. 20; Asitane, s. 4.
Caferabad Tekkesi (Þahkulu Dergâhý) Beyoðlu Sütlüce, Salaþ Sokak, 1876 ada, 10 parselde ilk defa 934/1528’de kurulmuþ Bektaþi tekkesidir. Arazisi Damatzade Feyzullah Efendi Vakfý’ndandýr. Geniþ bir arazi üzerinde ahþap binalardan meydana gelen tekkeden, günümüze sadece mezar taþlarý ve arsasý kalmýþtýr. Kaynak: 1341 defteri, sýra 87; Hadika I, s. 305; Seyahatname, Cilt I, s. 409.
Karaaðaç Bektaþi Tekkesi (Karaaðaç Tekkesi) Beyoðlu Sütlüce, Dutluk Karaaðaç mevkiinde, eski 1929, yeni 3257 ada, 1 parselde önceden mevcut tekkedir. II. Beyazýt Vakfý’ndan arazi üzerine, III. Sultan Mustafa devrinden sonra, Bektaþi tekkesi olarak inþa edilmiþ ve 1241/1826 de yýktýrýlmýþtýr. Günümüze sadece mezar taþlarý ulaþmýþtýr. Kaynak: Bandýrmalýzade, s. 288; Hadika I, s. 302.
Ekim 2004
Kaynak: 1341 Defteri, sýra 212, Bandýrmalýzade. s. 289;1199 Defteri, s.145;Hadika I, s. 26.
Periþan Baba Tekkesi (Kazlýçeþme Bektaþi Tekkesi Zâkirbaþý Tekkesi) Zeytinburnu, Kazlýçeþme, Zâkirbaþý Caddesi, 2578 ada, 31 parselde, 1284/1867 tarihli vakfiye ile Hacý Mustafa Baba tarafýndan tesis edilmiþ Bektaþi tekkesidir. Tekkeye adýný veren Seyit Muhammet Periþan Baba’nýn vefatý 1292/1875’tir. Ýki katlý ahþap tekke, haziresiyle birlikte harap halde halen mevcuttur. Kaynak: 1341 Defteri, sýra 105; Bandýrmalýzade, s. 236; Ýst. Ansiklopedisi, Cilt 5, s. 2447.
Tahir Baba Tekkesi (Çamlýca Bektaþi Tekkesi - Ali Nutki Nur Baba Tekkesi - Kebir Dergâhý) Üsküdar, Büyük Çamlýca Kýsýklý’da, 798 adada, oniki dönüm arsa üzerinde, Mehmet Tahir Baba bin Ali tarafýndan 21 Þaban 1213/1798 tarihli vakfiye ile kurulmuþ Bektaþi tekkesidir. Kitabesi 1209/1795 tarihini taþýmaktadýr. Geniþ arazisi parselasyona uðramýþ, günümüze sadece Cami Yolu Sokaðý, 11 kapý nolu binanýn bitiþiðindeki haziresi kalmýþtýr. Kaynak: 1341 defteri, sýra 198, Bandýrmalýzade 273, Hadika II, s. 261 Kaynaklar: Sema Güncüoðlu 1) Fatih Ýlk Ýstanbul; Fatih Belediyesi Basýn Yayýn ve Halkla iliþkiler Müdürlüðü. 2) Ýslam Ansiklopedisi; Türkiye Diyanet Vakfý. 3) Ýstanbul Ansiklopedisi; Tarih Vakfý. 4) Ýstanbul Ýmparatorluklar Baþkenti; Yerasimos, S.; Tarih Vakfý Yurt Yayýnlarý. 5) 15. Asýrda Ýstanbul Haritasý; Ayverdi, E.H.; Ýstanbul Fatih Cemiyeti Yayýný. 6) Osmanlý Devri Mimarisi; Aslanapa, O.; Ýnkilâp Kitabevi. 7) Fatih Camileri ve Diðer Tarihi Eserler; Diyanet Vakfý. 8) Asýrlar Boyunca Ýstanbul; Þehsuvaroðlu, H.; Cumhuriyet.1950. 9) E.Demirel, Ýstanbul Tekkeleri Mimari Eklentileri ve Resterasyonu; Yýldýz TÜ
19
ÂÞIK KUL HASAN
Sazda Yaþýyor Mahzuni’nin öldüðüne inanmam Mahzuni baharda yazda yaþýyor Öldü diyenlerin sözüne kanmam Kemanda kavalda sazda yaþýyor Ruh gýdasý Mahzuni’nin telinde Türküleri hergün halkýn dilinde Yemliha Ertekin dostun gönlünde Sevgisi anýsý özde yaþýyor Yurt dýþýnda tüm dünyada Mahzuni Sazda sözde kim var sade Mahzuni Aþk eline þarap bade Mahzuni Sende bende sizde bizde yaþýyor Mahzuni ay yýldýz idi güneþti Aþkýn kazanýnda kaynadý taþtý Tüm sanatçýlarýn diline düþtü Tatlýses’te Kiraz Kýz’da yaþýyor Sevgi aþk sýrrýna erenler için Ýnsanlýða gönül verenler için Güzel bakýp güzel görenler için Hilal kaþta ela gözde yaþýyor Kul Hasan Mahzuni sanma ki öldü Afþin Berceneð’in köyünde doðdu Hacý Bektaþ Pir’e misafir oldu Semah da niyazda nazda yaþýyor 13 Mayýs 2003, Ankara
Çaðdaþ toplumcu halk ozanlarýmýzdan Âþýk Kul Hasan’ýn bu þiiri, Alev Yayýnlarýndan yayýnlanan “Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz” kitabýndan alýnmýþtýr.
Birnci Basým: Mayýs 2004 13x19 cm boyutunda 144 sayfa ISBN: 975-335 042-2
20
AYAKTA KALAN SON KALELER
Kentlerde Köy Dernekleri Önder Aydýn Kentlerde örgütlenen köy dernekleri; hemþehri 1993, 2 Temmuz Sivas-Madýmak kýyýmý örgütlenmelerinden daha dar anlamda “akraba örgütlülük sürecine ivme kazandýrmýþtýr. Yukaörgütlenmeleri”ne bir yol alýþ sürecidir. rýda genelleþtirilerek deðindiðimiz gerekçelerle Köy dernekleri türü hemþehri örgütlen2 Temmuz sonrasý Alevi inançlý köy dernekleri meleri; 1980 -12 Eylül Askeri Darbesi ile oluþve kültür derneklerinde yoðun bir artýþ olduðumaya ve kendinden söz ettirmeye baþlamýþtýr. nu gözlemliyoruz. Özellikle Alevi inancý ve 1980 öncesi özellikle Ýstanbul, Ýzmir, Ankara, kültürüne karþý yoðunlaþan örgütlü saldýrýlar, Bursa gibi büyük kentlerde; Erzurumlular, Sihem derneklerin sayýsal artýþýný getirmiþ, hem vaslýlar, Niðdeliler, Karadenizliler gibi yerel de dayanýþma ve yardýmlaþmanýn ötesinde ancak büyük ölçekli hemþehri dernekleri “kültür” öðesini öne çýkarmýþtýr. Bir baþka debulunmaktaydý. yiþle “kültür” sözcüðünün eklenmesi, inancýn 12 Eylül Askeri Darbesi, Türkiye’de, Partidýþa vurumundan baþka bir þey deðildir. lerin yanýnda, irili-ufaklý sivil toplum örgütleri, Artýk köy derneklerine ait mekânlar, aþure sendikalar, meslek örgütleri gibi tüm ilerici ve kurban yemeklerinin sunulduðu, cem törenunsurlarýn üzerinden “silindir” gibi geçti. Mal lerinin yapýldýðý, gençlere semah, baðlama varlýklarýna el kondu.Yöneticileri, üyeleri öðretiminin verildiði “kültür aktarýmýný” geryargýlandý, tutuklandý. Öte yandan, din dersleçekleþtiren okullar haline gelmiþtir. Amaçlarýnrinin zorunlu tutulmasý gibi daha pek çok antida; bin yýllýk geçmiþlerini, gelenek ve görenekdemokratik ve gerici uygulamayý yasal güvenlerini, kýsacasý kültürel birikimlerini irdelece altýna aldý. mek, unutulmaya yüz tutanlarý ortaya çýkar1980’lerin ortalarýndan baþlayarak yukarýmak, günümüzde hayat bulabilecek olanlarý da sözü geçen hemþehri örgütleri ile koþutluk uyarlamak ve bu mirasý yediden yetmiþe kitletaþýmasýna karþýn farklýlýksine aktarmaya çalýþmak, lar da içeren bir yapýlanma bu derneklerin öncelikli Özellikle Alevi inancý ve kendini gösterdi. Bu örgütamacý haline gelmiþtir. kültürüne karþý yoðunlaþan sel yapýlanmanýn adý “köy Bununla birlikte bu örgütlü saldýrýlar derneklerin dernekler ilk oluþum ilkedernekleri” oldu; önceleri “ölüleri gömme sandýðý”, sayýsal artýþýný getirmiþ, hem de lerini de sürdürmektedirdayanýþma ve yardýmlaþmanýn ler. Oluþturduklarý mekân“dayanýþma-yardýmlaþma” sandýklarý gibi daha çok lar, hemþehrileri ile iletiötesinde “kültür” öðesini “imece” türü gereksinmeþim merkezi durumundaöne çýkarmýþtýr. lerden hareketle ayný köyBir baþka deðiþle “kültür” dýr. Üyelerinin kentteki den gelenlerce kurulan ör“yabancýlýðýný” ortadan sözcüðünün eklenmesi inancýn kaldýrma, “yalnýzlýðýný” gütlülüklerdi bunlar. Göçerlerin kentsel ku- dýþa vurumundan baþka bir þey azaltma ve geçmiþine, ködeðildir. rumlarla olan etkileþimiyüne duyduðu “özlemini” nin nitelik deðiþtirmesi, giderme gibi iþlevlerini de kendi örgütlülüklerinde de deðiþimlere yol yerine getirmektedir. Bu baþarýlarý “ayakta” açtý. 1980’lerin sonlarýnda “sosyal yardýmlaþkalmalarýný saðlarken benzer kitleler için örma” derneklerine dönüþtüler. 1990’larda ise gütlenme örnekleri oluþturmalarýný da berabe“kültür ve dayanýþma dernekleri” olarak deðirinde getirdi. þim sürecini sürdürdü. Özellikle emeklilerin mevsimlik olarak Bu kabuk deðiþimi dýþýnda pek fark edilköylerine dönmeleri, orada yeni yaþam alanlarý medi. Deðiþikliði bir dernek içindekiler biliyaratmalarý; köysel sorunlarýn, “örgütlü olarak yordu; bir de “Emniyet” birimi. Ankara Emniçözümlenmesi” kanalýný açtý. Bu yöndeki çabayet Müdürlüðü Dernekler Masasý’ndan bir yetlar, köy derneklerinin ayakta durabilmelerinin kili kimi dernek yöneticilerine çýkýþýyordu: bir baþka nedeni olsa gerek. Köyün suyu, yolu, “Neden durmadan derneðin adýný deðiþtiriyor, kanalizasyonu, elektrik ve telefon gibi yapýsal tüzüðüne yeni maddeler ekliyorsunuz?”, diye. sorunlarýnýn çözümünde, dernekler etkin bir iþOysa bu deðiþim; devletin bilinçli-gerici siyalev görmektedir. Ayrýca giderek artan ekonosal politikalarýna ve uygulamalarýna; kültürel mik birikim ve olanaklar ölçüsünde fakir çoasimilasyon niyetlerine karþý bir “tepkinin” cuklara eðitim bursu vermek, sportif ve kültüdýþa vurumuydu. Türk-Ýslam sentezci Sünni Ýsrel etkinlikler organize etmek gibi iþlevleri bu lam’ýn topluma dayatýlmasýna bir “kafa tutuþ” tür örgütlenmelerin öðle kolay-kolay kapanidi. Kendi kültürel mirasýný koruma kaygýsýnmayacaðýný, tersine güçleneceðini ortaya koyudan hareket eden bir “yönelim”di. Bu yýllarda yor. Alevi düþünür ve önderleri adýna kurulmuþ Sonuç olarak gerek kentte gerekse köyde dernek ve vakýflarýn ortaya çýktýðýný ya da daha olsunlar, pekte önemsenmeyen, araþtýrýlmaya, etkin hale geldiðini görürüz: Hacý Bektaþ Veli, akademik çalýþmalara konu olmayan bu örgütPir Sultan Abdal ya da Erenlerin, Ermiþlerin lülükler adlarý köy dernekleri de olsa, kentte yatýr ve dergâhlarý adýna kurulmuþ dernekler ayakta kalan, 25 yýllýk geçmiþe sahip “küçük gibi... birer kale”dirler.
Sayý 3
Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, Camiler ve Cemevleri Burhan Kocadað Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan ettikten sonra, modern ve çaðdaþ bir devlet için kýsa bir sürede pek çok devrimler yaptýrdý. Bu devrimleri, Cem dergisi 2001 sayýsýndaki “Cumhuriyet ve Aleviler” baþlýklý yazýmýzda belirtmiþtik. Aslýnda bu devrimlerin her biri üzerinde tek tek durulduðunda, ciltler dolusu kitaplar yazýlabilir. Yapýlan devrimlerin önemlilerinden biri de 3 Mart 1924’te kaldýrýlan hilafet ve buna paralel olarak kapatýlan Þer’iye Nezareti’dir (Þeriat Bakanlýðý). Þer’iye Nezareti’nin kapatýlmasý ile ortada bir boþluk doðdu kendiliðinden. Bu boþluk, toplumun dinsel yönünü kontrol altýnda tutabilecek bir baþkanlýktý. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý da bu vesileyle ayný tarihte, Baþbakanlýða baðlý olarak kurulmuþtur. Aslýnda, laik-demokratik cumhuriyet sisteminde Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn yeri yoktur, olmamalýdýr. Toplumlar ve dinsel cemaatler, kendi dinsel iþlevlerini, kendileri yürütmeli ve kendileri finanse etmelidir. Avrupa’da, Amerika’da, geliþmiþ Batýlý ülkelerde bu böyledir. Devlet hiçbir þekilde, bir dini cemaate para yardýmýnda bulunmaz. Ancak, dinsel cemaatleri de toplumsal düzenin bozulmamasý için her vesile ile kontrol altýnda tutar. Türkiye Cumhuriyeti’nde de neden böyle olmasýn? Devletin dini olur mu? Hiçbir þekilde devletin dini olmaz. Ancak, o devlet bünyesindeki vatandaþlarýnýn dini-inancý olur. Yeryüzündeki tüm devletlerin bünyelerinde çeþitli dinlerden vatandaþlarý olabileceði gibi, hiçbir dine baðlý olmayan, yani “ateist” vatandaþlarý da olabilmektedir. Bu nedenle devletin dini olamaz. Olduðu takdirde, öbür dinlerdeki vatandaþlarý, ister istemez baský altýna alýnmýþ olur, birtakým olaylar ve haksýzlýklar doðabilir. Devlet, bünyesindeki dinsel kesime (bir kýsmýna) bütçesinden para ayýrdýðý, diðer kesimlere vermediði takdirde birtakým haksýzlýklar ve adaletsizlikler doðar. Türkiye’mizde þu anda yýllardan beri Diyanet’e tek taraflý olarak ayrýlan paralar, bu haksýzlýklarýn birer örneðidir. Ayný zamanda devletin sýrtýna yükletilmiþ bir kamburdan baþka bir þey deðildir. 77 yýldan beri bu haksýzlýk devam etmektedir. Bugünkü meclis yapýsýyla da bu haksýzlýðýn daha nice yýllar devam edeceði anlaþýlmaktadýr. Þimdi diyoruz ki, bu Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý kaldýrýlamayacaðýna göre, hiç olmazsa bundan böyle, tüm toplumu kucaklayacak bir biçime sokulsun, yanlýþlýklar ve haksýzlýklar kaldýrýlsýn. Yani, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’na yeni bir düzen verilsin. Nedir bu yanlýþlýklar, nedir bu haksýzlýklar? Nelerin deðiþmesini istiyoruz? Yýllardan beri hep söylüyoruz ve yazýyoruz. Bunlarý þöyle açýklamak olasý: Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde yalnýz (Hanefi-Þafii-Maliki-Hambeli) gibi Sünni Müslümanlar yoktur. Alevi Müslümanlarla birilikte Ýsevi ve Musevi vatandaþlar da vardýr. Devlet, bu vatandaþlarýndan da vergi almaktadýr. Ayný þekilde, bu vatandaþlarýna da hizmet götürmek zorundadýr. Adalet kuralý ya hep ya hiç olmalýdýr. Hepsinden vergi alýp yalnýz bir kesime ödenek aktarmak, insan haklarýna ve adalet kurallarýna aykýrýdýr. Avrupa Birliði’ne girebilmek için jet hýzýyla çýkarýlan denge yasalarýna paralel olarak Diyanet Ýþleri Baþkanlýk sistemi de deðiþtirilmeli ve bütün inançlarý kapsayan bir düzen getirilmelidir. Bu yapýlamadýðý takdirde Avrupa Ýnsan Haklarý Mahkemesi’ne baþvuracaðýmýz da bilinmelidir. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ndan istediðimiz adaletli düzen, þöyle olmalýdýr: Baþkanlýk bünyesinde; a) Sünni Cemaatler Daire Baþkanlýðý, b) Alevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý, c) Ýsevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý ve d) Musevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý, gibi daire baþkanlýklarý kurulmalý ve her yýl devlet bütçesinden ayrýlan birkaç yüz trilyon ödenek, nüfus oranlarýna göre bu baþkanlýklara daðýtýlmalý ve bu baþkanlýklar da kendi teþkilatlarýndaki görevlileri ile hizmet verebilmelidir. Böyle bir sistem, þu anda Milli Eðitim Bakanlýðý’nda uygulanmaktadýr. Her yýl Milli Eðitim Bakanlýðý’na ayrýlan bütçe ödeneði, ilgili bakanlýkta; a) Ýlköðretim, b) Ortaöðretim, c) Yükseköðretim ve d) örgün eðitim genel müdürlüklerine, ihtiyaçlarýna göre daðýtýlarak hizmet ve-rilmektedir. Hal böyle iken, Alevilerden alýnan vergilerden Diyanet’e ayrýlan paralarla, hizmet verilmesi bir yana, aksine saldýrýlar yapýlmaktadýr. Böylesine bir çeliþki ve haksýzlýða, dünyanýn hiçbir ülkesinde rastlamak olasý deðildir. Bununla birilikte, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý dýþýnda, Milli
Ekim 2004
Eðitimde okutulan ders kitaplarýnda Alevilere ve Alevi inancýna yer verilmemekte, yergi ve hararetlere zemin ve fýrsat verilmektedir. Bu tür haksýzlýklarýn en kýsa zamanda düzeltilmesi halisane dileðimizdir. Devlet, bu tür düzenlemelerle bir hukuk devleti olabilir ancak. Mustafa Kemal Atatürk, Þer’iye Nezareti yerine dini denetlemek için Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ný kurdurmuþtu. Ne yazýk ki 1950 yýlýndan beri siyasi partiler, oy hesabý uðruna dini tavizler vere vere, þeriatý týrmandýrdýlar. Gün oldu, laik demokratik cumhuriyet, tehlikeli anlar yaþadý. Günümüzde artýk Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, iþlevini yitirmiþtir. Sayýn Prof. Dr. Toktamýþ Ateþ’in belirttiði gibi “Devlet, Diyanet kanalýyla dini denetlemek isterken, Diyanet, devleti denetlemeye baþlamýþtýr. Bu ülkede, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’na verilen trilyonlarca liralýk bütçeden hiç yararlanmayan ‘Alevi’ bir kitle vardýr. Hatta, yararlanmak ne demek, vergileriyle Diyanet’i beslemekte ve bundan çok rahatsýz olmaktadýrlar” (Cem, Eylül 2001) Cami ve cemevlerine gelince: Camiler de cemevleri de sözlük anlamý bakýmýndan dini ibadet için toplanma yerleri demektir. Ýbadet, yalnýzca camilerde namaz kýlmayla olmaz. Ýbadetin türlü biçimleri vardýr. Camilerde namaz kýlýnarak yapýldýðý gibi cemevlerinde de cemler yapýlarak, zikirler edilerek, semahlar dönülerek yapýlýr. Anadolu Alevileri, yüzyýllardan beri böyle yapagelmiþlerdir. Ýbadet yalnýzca camilerde yapýlýr diyen Eski Diyanet Ýþleri Baþkaný’na bir yanýtýmýz olacak. Cemevleri, bin yýldan beri Anadolu Alevilerinin ibadet yerleridir. Sayýn Mehmet Nuri Yýlmaz, bunu bilmiyorlarsa öðrensin. Ya da açsýn tarihi okusun. Kendi kurumunda müfettiþlik yapmýþ, Alevi vatandaþlarýn vergilerinden maaþ almýþ, Alevi düþmaný Bay Abdülkadir Sezgin de bunu öðrensin. Þunu belirtelim ki Alevilik-Bektaþilik, dünyanýn en çaðdaþ, en hümanist ve en ulvi bir inanç biçimidir. Alevilik inancý, insan ayrýmý yapmayan bir sevgi biçimidir. Bilmiyorlarsa Hacý Bektaþ Veli’yi okusunlar. Sözlerinin özü olan, “Ýlimle gidilmeyen yolun sonu karanlýktýr”, felsefesinin derin anlamýný idrak etsinler. Camilerle cemevlerinin kýyaslanmayacak kadar farklýlýklarý vardýr. Camilerde yalnýz namaz kýlýnmakta ve cenazeler kaldýrýlmaktadýr. Oysaki cemevlerinin iþlevleri çoktur. Sosyal yaþamýn tüm gereksinimleri cemevlerinde verilmektedir. Cemevlerinde Alevilerin ibadet biçimleri olan cemler yapýldýðý gibi birer külliye biçiminde olan binalarýnda: 1) Gençlere çeþitli kurslar (bilgisayar-yabancý dil-el sanatlarý-okuma/yazama-saz kurslarý-semah kurslarý ve çeþitli meslek kurslarý gibi kurslar), 2) Konferanslar, 3) Paneller, 4) Kurban kesme ve lokma yeme, 5) Cenaze kaldýrma, 6) Demirbaþ kütüphaneler kurma ve okuma salonlarý açma, 7) Saðlýk ocaklarý açma ve saðlýk hizmetleri verme, 8) Sergiler açma, 9) Anma törenleri yapma, 10) Tiyatro vb. çeþitli kültürel hizmetler ile özellikle büyük kentlerdeki insanlara çaðdaþ hizmetler verilmektedir. Bu kurumalarda ayný zamanda hurafelerden arýnmýþ inançlarýn yaný sýra ulusal bilinç de verilmektedir. Bu kurumalarda devletin rejimini yýkmak için þeriat provalarý ve telkinleri deðil, laik demokratik cumhuriyet baðýmlýlýðý verilmektedir. Bu kurumlarda kin ve nefret deðil, sevgi ve dayanýþma aþýlanmaktadýr. Bu kurumlarda dinsel bölücülük deðil, birleþme, dayanýþma ve paylaþýmcýlýk öðretilmektedir. Cemevleri, ülkemizde çaðýn bir gereksinimidir. Aksi halde serencamlarýný televizyonlarda ibretle izlediðimiz bir Afganistan, bir Ýran, bir Pakistan veya bir þeriatçý Ýslam ülkesinden öteye gidemeyiz. Çað dýþý kalýrýz, uygar uluslar düzeyine çýkamayýz. Radyo-televizyon ve her türlü teknolojik araçlarý günah sayan, yasaklayan, kadýnlarý dört duvar arasýna týkayýp çarþafa büründüren, eðitimden, okuldan ve toplum içinde çalýþmaktan tecrit eden, erkeklere sakal býraktýrýp sarýk taktýran, hurafelere yer verdirip akýl ve mantýðýn kabul etmediði bir inanç biçiminin cemevlerinde yeri yoktur. Cemevleri, bugün 1400 yýl öncesi Arap kültürünün çok ilerisindedir. Tekrar ediyoruz, Sayýn Mehmet Nuri Yýlmaz ile eski müfettiþ Bay Abdülkadir Sezgin, bunlarý bilmiyorlarsa öðrensinler artýk. Cemevleri, bizim kültür ocaklarýmýzdýr, onur kaynaklarýmýzdýr. Bundan vazgeçip camilerde cahil hocalarýn hurafelerini dinlemek olasý deðildir. Diyanet Ýþleri, öncelikli olarak camileri reforme etmelidir. Laik ve demokratik devlet düþmanlýðý ile bölücülük tohumlarý ekilmemelidir.
21
Aynayý Tuttum Yüzüme... Murtaza Demir
A
leviliðin ve Alevi kurumlarýnýn içinde bulunduðu kargaþanýn nedenleri üzerine düþünmediðimiz ve neyi kaybetmek üzere olduðumuzun farkýnda olmadýðýmýz için, ayný kargaþayý çözüm konusunda da yaþýyoruz. Bu yüzden sadece Aleviliðimiz deðil, Anadolu’nun demokrasi, insan haklarý ve evrenselliðe yatkýn olan damarý da sorun yaþýyor.
B
Dedelik Kurumu
u baðlamda önemsediðim konu baþlýklarýndan ikisini irdelemek istiyorum. Bunlardan biri, “Dedelik Kurumu”, diðeri “Ýslam’ýn içi, dýþý” tartýþmasý... Yazýktýr ki, Alevilerin dýþýnda bir bütün olarak çaðdaþ demokratik yaþam biçimini talep eden baþka bir kesim daha yoktur. Bu gidiþin demokrasi talep edenlere ve bize dönük mesajý þudur: Alevilik üzerindeki baský ve asimilasyon tehdidi, esas olarak Türkiye’nin “muasýr medeniyet” hedefini de tehdit etmektedir. Bugüne deðin “kendimize”, dostlarýmýza, “laisizm ve demokrasi mücadelesi verdiðini” söyleyenlere anlatamadýðýmýz budur... Bu önemli bir sorundur, ama sorunun en can alýcý bölümü bizlerle; Alevi kurumlarýný yönetenlerle ilgilidir. Ne yazýk ki, sorunlarý slogan düzeyinde tartýþýyor, daha üstüne çýkamýyoruz. Bu tutumun ayný zamanda “felsefi birikim ve yaþam biçimi”, demek olan Alevilikle hiçbir ilgisi yoktur. Bu yüzden olsa gerek, “özümüzü” bir yana býrakýp, “aynayý hep karþý tarafa tutuyoruz”. Kurumsallaþmak önemli bir kazaným. Ama Alevi kurumlarýný (hiç olmazsa) yönetenlerin: Aleviliðe saygýlý olmasý, hiç deðilse musahip olmasý, “aynayý (bir de) kendine tutmasý”, her yýl görümden geçmesi, yýlda bir iki kez ceme katýlmasý, ve müþkülünü cemde çözmesi için çaba sarf etmesi gerekmez mi? Günümüz koþullarýnda yaþama dair sorunlarýn ceme getirilmesi ve orada çözülmesi imkaný olmadýðýný biliyorum. Kastým da bu deðil: Ama hiç deðilse örgütler arasý ve örgüt yöneticisi arkadaþlarýmýzýn arasýndaki sorunlara, Alevi örfü ve geleneði içinde çözüm aranmasý gerekmez mi? Ýnanmadýðýmýz, uygulama alanýnda olmadýðýmýz, “geri ya da gereksiz” bulduðumuz bir inancý nasýl olur da içtenlikle savunduðumuzu iddia edebilir ve buna inanýlmasýný bekleriz? Ve neden bu kurumlarda yönetici oluruz? Ýçinde bulunduðumuz sorunun ve sonucun öznesi bizleriz. Önce dedeyi hanemizden, köyümüzden kovduk; aþaðýladýk! Sonra aldýklarý üç kuruþ hakkullahý gözümüzde büyütüp, “sömürücülükle” niteledik. Bu yaklaþýmýmýzla dedeliðin geleneksel yapýsýný bozup, dejenere ettiðimizin ve Türk-Ýslam sentezcilerine kapý araladýðýmýzýn farkýnda olamadýk. Bizlerden saygý görmeyen dedeler, kýrgýn, üzgün ve mutsuz bir biçimde bu sorumluluklarýndan vazgeçtiler. Onlar için alýcýsý olmayan “göheri” satmaya çalýþmanýn anlamý kalmamýþtý. Yaþam koþullarý, dedelerimizi, dedelik sorumluluklarýný sürdürmek yerine “filan kurumda odacýlýk, ya da kapýcýlýk yapmayý” tercih etme noktasýna getirdi: Onlar da bunu yaptýlar. Þimdi hak, adalet, eþitlik ve “aþk” için dedelik yapan insan bulamýyoruz. Bu yüzden ‘70’li yýllardan sonra inanç ve geleneðinden hýzla uzaklaþan/uzaklaþtýrýlan Aleviler, felsefenin yazýlý deðil ancak sözel aktarýcýsý durumunda olan ve binlerce yýllýk birikim demek olan dedelik kurumunun devamlýlýðýný bozarak, dedenin geliþmesinin ve kendini yenilemesinin önünü de kesmiþ oldular. Kesintiye uðrayan ve âdeta bir “ara dönem” yaþayan dedelik kurumu, bir daha da eski saygýnlýðýna ve yaptýrým gücüne ulaþamadý. Dedesiz, cemsiz, pirsiz, niyazsýz, Alisiz Alevilik olur mu? Olur ama iþte bugün olduðu gibi “aþk için deðil, seyir için” olur. Dedelik bir kurumdu. “Göher alýr, göher satarlardý.” Talip “Fizan’da” da yaþasa oraya gidip, görmek, yol’a almak, çoluk çocuðunu ve komþularýný eðitip, iyi, yararlý, çaðdaþ, barýþýk insan olmalarýný saðlamaktý. Dedeye verilen hakkullah da iþte bu emeðin karþýlýðýydý. Þimdi kim yapýyor bu görevi? Binlerce hane, köy ve mahallede hiç kimse... Büyük bir bölümünde ise Sünni imam: Yani asimilasyon!
22
Sonuç: Koskoca bir hiç ve büyük bir boþluk! Boþluðu dolduran Sünni imam ve Sünni devletin asimilasyon çabalarýndaki baþarýsý!..
A
“Ýslam Ýçi-Dýþý” Tartýþmasý
levi kimliði -Alevi olgusu- bir gerçeklik. Bu inancýn-kültürün geçmiþi bin yýllarla ifade ediliyor. En azýndan, bu konuda kafa yoran, emek veren; emek vermeye deðer bulan araþtýrmacýlarýn tespitleri ve vardýklarý sonuç böyle. Gerçekten bilimadamý niteliði olan objektif araþtýrmacýlarýn vardýklarý bir baþka sonuç ise günümüzdeki Aleviliðin heterodoks -yaþadýðý coðrafyadaki tüm inançlarýn karýþýmý- bir inanç olduðudur ki; benim görüþüm de bu yöndedir. Örneðin, Aleviliðin temel ritüellerinden -kavramlarýndan- biri olan cem’i yok sayamayýz. Oysa cem olgusu, Ýslam öncesi göçebe Oðuz Türkmen kültürü-inancý’dýr. Ve Ýslamiyet’le hiçbir baðý olmamasýna karþýn, Þamanizm’in ve Þamanizme “altlýk” olan temel öðelerden sayýlmaktadýr. Diðer yandan günümüz Aleviliðinin temel kurumlarýndan biri saydýðýmýz 12 Ýmam kültü ise Ýslam öncesi Hýristiyanlýðýnýn Anadolu’daki izlerinden-etkilerinden-biridir. Ve Ýsa’nýn 12 Havarisi kültüyle benzerlikleri vardýr. “Deðiþmeyen tek þey deðiþimdir” teorisi tüm inançlar için olduðu gibi, Alevilik için de geçerlidir. Bu baðlamda deðiþime açýk olan;-ayak uyduran- Hýristiyanlýk’ta olduðu gibi, reform gerçekleþtiren dinlerin mensuplarý ilim ve teknolojiyi rehber edinerek tüm insanlýðý -evreniyönetir duruma gelmiþlerdir. “Dinde deðiþim -reform- olmaz” diyerek, yeniliðe, bilime, insan haklarý ve demokrasiye ayak direyen Ýslam coðrafyasý ve mensuplarýnýn içler acýsý hali ise ortadadýr. Yukarýda özet olarak ifade edilen Aleviliðin unsurlarýna hiç kuþkusuz Ýslamiyet’in Anadolu’daki bin yýllýk hakimiyetinin etkilerini de eklemek gerekir. Bu baðlamda “Her ne arar isen kendinde -özünde- ara, Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da deðildir”, diyen ulularýmýzýn; cem týðlarken yürütürken- “Allah-Muhammet-Ali” kültünü anmadan geçmedikleri göz ardý edilmemelidir. Kabul edelim, “Alisiz Alevilik” gibi çarpýtma gayretlerinin hiçbir bilimsel deðeri yoktur. Cem ehli de çok iyi bilir ki cemimizi yürüten dedemizin-pirimizin, “Allah-Muhammet-Ali”siz duasý yoktur. Cem’in diðer bir temel kurumu ise âþýk -zâkir postu- makamýdýr. Zâkir’in nefesi; bâtýn -gerçek, öz- tarzýnda icra edilecekse, bunun adý deyiþ veya düvazimam’dýr. Nefesin deyiþ olmasý için üç; düvaz olmasý için ise Oniki Ýmam’ýn adlarýnýn geçmesi gerekir. Ve 12 Ýmam kültü, Yas-ý Muharrem Orucu, Cafericiliðin, Aleviliðin ve Hýristiyanlýðýn ortak deðerlerindendir. Özetle, Alevilik yazýlý deðil, sözel kurallarý-kurumlarý olan bir inançtýr. Yüzlerce yýldýr yakýlýp, yýkýlmýþ; mensuplarý kýlýçtan geçirilmiþ, “aman vermeyin, vurun”, denilerek fetvalar çýkarýlmýþ; yaþamasýna, kurumlaþmasýna, yazýlý kural ve ritüelleri olan bir inanç haline gelmesine engel olunmuþtur. Bu yüzden yazýlý bir çerçevesi, Ýslam’ýn beþ þartýna benzer þartlarý olamamýþtýr. Cem, dede, zâkir, talip, pir, rehber, musahip, kirve vb. gibi kurallarý olmasýna karþýn, örneðin “yýl içinde þu kadar sayýda Cem’e gireceksin”, gibi koþulu ya da “dedeye þu kadar hakkullah vereceksin”, gibi zorunluluklarý yoktur. Bu nedenle günümüz Aleviliðinin, “Ýslamýn özüdür, tam da içidir, ya da dýþýdýr;” þeklinde tanýmlanmasý ve ifade edilmesi ne kadar ilgisiz ve yanlýþ ise; “Ýslam’la ilgimiz yoktur, Alevilik ayrý bir dindir”, demek de o kadar yanlýþtýr: Dahasý ideolojiktir. Kiþisel görüþüm odur ki, Alevilik, þekli (zâhir) deðil öz’ü (bâtýn) kutsamýþ; bilimi ve felsefi deðerleri rehber edinmiþtir. Bir bakýma Ortodoks Ýslam’a karþý protest bir tavýr olan Alevilik, Ýslam’ýn Anadolu’ya hakim olmasý sürecinde, onu bir zorunluluk olarak “kabul etmiþ”, fakat kurallarýný-þartlarýný uygulamaktan kaçýnarak geleneksel inancýný sürdürmeye devam etmiþtir. Ýslam gibi görünmüþ, böyle davranmaya zorlanmýþ, fakat Alevi kalmýþtýr. Aradan geçen bin yýllýk süreç içindeki baský ve zorlamalar, Alevilik içindeki Ýslam karþýtý düþüncelerin törpülenmesine neden olmuþtur. Sonuçta günümüz Aleviliði ritüelinde “Hak- Muhammet-Ali” damarý, olmazsa olmaz olarak Alevi kurumsalý içinde yer almýþtýr. Bu yüzden mutlak bir taným yapmak gerekirse Aleviliði, “Heterodoks Ýslam” olarak tanýmlayan akademisyenlerin görüþlerine katýlmak yerinde olacaktýr.
Sayý 3
Merhaba Dostlar, Merhaba Serçeþme
N
Ali Ulvi Öztürk
efes dergisinden bu yana bunca yýl geçti. Yine buluþtuk: Serçeþme’ye ve sizlere merhaba demenin mutluluðunu yaþýyorum. Bizi bir aile yapan inancýmýzý, yaþam biçimimizi ve yüreðimizi paylaþtýðýmýz, bizi bir çatý altýnda toplayan Serçeþme’ye merhaba! Bunca yýlda pek çok þey yaþadýk, birçok deðerli dostumuzu, ozanýmýzý yitirdik. Ekonomik-kültürel ve siyasi açýdan çok yoðun ve çok yönlü emperyalist dayatma ve baskýlar altýna girdik. Bir yandan mevcut iktidar yeni tanýmlar getirerek laikliði sulandýrýrken, diðer yandan eðitim, hukuk sistemi, ötesinde adalet sistemi emperyalizmin güdümüne ve hizmetine sokuldu.. AB ve ABD emperyalizminin baskýlarýyla güya demokratik yasalar çýkaran hükümet, cemevlerini ibadet yeri saymamakta, diðer ibadet yerlerine gösterdiði saygýyý cemevlerimize göstermemektedir. Okullardaki tek yanlý din dersini hâlâ inat ve ýsrarla bizim çocuklarýmýza da okutmaktadýr. Diyanet Ýþleri’nin Alevilere-Bektaþilere bakýþ açýsý giderek daha da kötüleþmekte, çýkardýklarý dergi, kitap vs. yayýnlardaki hakaretler yerli yerinde durmaktadýr. Maraþ-Çorum-Sivas benzeri katliamlarýn tetiklenmesine çanak tutan görüþ ve politikalar ýsrarla sürdürülmektedir. Ülkemiz ekonomik alanda tümüyle emperyalizme teslim ediliyor. Tütün ve þekerpancarýna konulan kotalar, çiftçilere verilen desteðin tümden kaldýrýlmasý, Tüpraþ-Telekom gibi hayati ve kârlý KÝT’lerin yok pahasýna elden çýkarýlmak istenmesi, ulusal deðerlerin, ulusal iç ve dýþ politikalarýn terk edilmesi, Kýbrýs’ta takýnýlan anti-ulusal tavýr, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletine giden süreçte takýnýlan antiulusal tavýr, Irak’ta masum Irak halkýna karþý takýnýlan tavýr, Filistin’de Filistin halkýna karþý takýnýlan tavýr hükümetin ne denli teslimiyetçi, ne denli emperyalist güdümde olduðunu gösteriyor. Bugünlerde ulusalcý, yurtsever olmak, ulusal sýnýrlarý, ekonomiyi, baðýmsýzlýðý savunmak, Kýbrýs’ta oynanan oyunlara karþý olmak, AB ve ABD patentli Kürtçülük politikalarýna karþý durmak, dinozorluk, çaðdýþýlýk sayýlýyor. Ulusal tarihi, dünya tarihini bilmeyen, ulusal yurttaþlýk bilincinden yoksun kalýr. Hâlâ türbaný insan haklarý çerçevesinde gören, ülkenin parçalanma sürecine getiriliþine kulak asmayan, bazý kiþisel, maceracý eylemleri devrimcilik sayan, globelleþmeyle, enternasyonalizmi birbirine karýþtýran, Kemal Derviþ gibilere pirim ve destek verenler lütfen artýk aklýmýzý baþýmýza alalým. Gerçekçi ulusal politikalar çerçevesinde ülkemizin üniter yapýsýný koruyarak anti-emperyalist, anti-faþist bir çizgide buluþalým. Bugün yurdunu, ulusunu ve Cumhuriyet’in kazanýmlarýný koruma, laikliðe-demokrasiye sahip çýkma günüdür. Mustafa Kemal’in baþlattýðý, ancak 1940’lardan itibaren yozlaþtýrýlan, sekteye uðratýlan “Aydýnlanma Devrimi”ni tamamlayalým.
Ekim 2004
Öncelikle, kendi yurdunun yurttaþý olmadan dünya vatandaþý olunamaz. Dedelerimizin bu yurdu kurtarmak için döktüðü kanlarý unutmayalým. Emperyalizmin, Neo-Osmanlý, neoliberal taktiklerini boþa çýkartalým, hortlatýlan Sevr’i bir daha çýkmamacasýna mezarýna geri yollayalým. Tüm demokrat, aydýn, yurtsever insanlarýmýza, özellikle “Alevilere-Bektaþilere” bugün çok önemli görevler düþmektedir. Laikliðin ve cumhuriyetin kazanýmlarý, en çok bizleri ilgilendiriyor. 1923’ten önce yurttaþ bile sayýlmýyorduk. Cumhuriyet’le çok þey kazandýðýmýz inkâr edilemez. Cumhuriyet’ten sonra da horlanmalara, katliamlara uðradýðýmýz doðrudur. Lakin bunda Cumhuriyet’i kuranlarýn bir suçu var mýdýr? Bugün okullarda bizim inanç ve felsefemize karþý dayatmalarla dolu din dersi bizim çocuklarýmýza da zorla okutturuluyorsa dönüp kendimizi sorgulamalýyýz. Hâlâ bölük pörçüðüz, hâlâ haklarýmýza sahip çýkamýyoruz. Hâlâ birçoðumuz Alevi-Bektaþi felsefesini ve özünü bilmiyoruz. Kendimizi kendimiz bile bilmeden kimden ne hak isteyeceðiz. Derlenip toparlanýp suyun baþýnda bizler de olmaz isek hangi haklarý hayata geçirebiliriz? Canlar, konuþulacak, tartýþýlacak, çözümlenecek çok sorun var. Birbirimizi incitmeden ancak gerçekleri hiç çekinmeden ortaya koyarak özelde Alevi-Bektaþi, genelde yurt ve dünya sorunlarýný “Serçeþme”de tartýþacaðýz, öðrenip öðreteceðiz. Özellikle gençlerimiz ve çocuklarýmýzla iyi bir iletiþim kurarak, onlarla birlikte öðrenip öðreterek omuz omuza yurdumuzu ve ulusumuzu düze çýkaracaðýz. Böylelikle dünyamýza da sahip çýkýp sorunlarýna da eðilebiliriz. Henüz hiçbir þey için geç deðildir. “Karanlýktan þikayet edeceðimize, bir mum da biz yakalým.” Sevgiyle… dostlukla… Nefes 1993-96 yýllarý arasýnda 37 sayý yayýnlanmýþtý
CAN YÜCEL
Nefes - I Daha uzun dumanlarýn tütünü, Daha uzun esrüklük hali; Erenlerin damarlarýnda sürmüþ, Zamandan boylu filizler. Çiçek baharýnda uykusuz, Deli ve susan derviþler. Gözlerini ýslamýþlar suda; Açýkta gemiler gibi sakin. Irak yollara gitmiþler; göðüslerindeymiþ elleri, Rüzgârýn üstüne kavuþmuþ; Suya deðememiþ ayaklarý, Bir dalgýn köpük suretinden. Bir dalýn altýndan geçmiþler: Artýk ne genç ve ne ihtiyar; Ne gürültü artýk ve ne boþluk; Bir ýþýktýr dolmuþ kaplara; Her kuþ istediði yere konmuþ; Çimen istediði yeþile, Aðaç sevdiði mevsime, Her þey tamam olmuþ. Gözelerini silmiþ derviþler, Sabah olmuþ.
Nefes - II Ormanlar gitmezler yolumuzdan; Boþ kokan bir gölün etrafýnda. Yürürler aðýr aðýr, Yaþayanlar üstünde, Ölüler topraðýn altýnda; Havasýz mavinin civarýndan, Devam eder bir sonsuz adým; Bir ardý arakasý kesilmedik nefestir; Yürür bir uðultudur aðýr aðýr; Sürdüðünce bir mübarek yolun, Ne yaþayanlar sade yaþarlar, Ne ölüler sade ölüdür. Döner, döner içinden kiþinin, Bir uðultudur, bir rüzgârdýr; Boþ kokan bir gölün etrafýnda, Döner aþk içre ormanlar, Bir þevktir, bir arzudur, Yaþamadan yaþamaya, mevsimden mevsime. Ormanlar konuþmaz dilimizden, hûû derler; Ormanlar anlamaz dilimizden, hûû derim hûû, hûû.
23
TÜRKAN ÖZTÜRK
Dersimlinin Etnik Kökeni Hüseyin Düzenli
Yaþayamam Öyle bir gýda ki Hakk’tan Verir Muhammet Ali’den Mis amber kokar burnumdan, Ben Ali’siz yaþayamam. Kesme kelâmý dilimden, Ayýrma kulunu senden, Gider turnalar gönlümden, Ben turnasýz yaþayamam. Bülbülü gülden ayýrma, Ben gülsüz yaþayamam. Çöller hüsran içinde, Ben Mecnun’suz yaþayamam. Kesme suyumu üstümden, Topraðým çatlar kurur, Kurur dalým meyve vermez, Ben meyvesiz yaþayamam. Sen kývýlcým ben de ateþ, Ýnceden tüter dumaným, Yandý yüreðim kül oldu, Ben sevdasýz yaþayamam. Kumru Dilberi doldur ki Sarmaþýk misali sar ki Aþkýn verip beni yak ki Ben sensiz yaþayamam.
DERVÝÞ KEMAL
Düþünsel Korkular Ýrinli yarayý dürtem diyemem, Çýbanýn baþýndan korkarým dostlar. Karným aç olsa da asla yiyemem, Namerdin aþýndan korkarým dostlar. Büyüklük taslayýp kendimi kasmam, Yalana, bühtana hiç kulak asmam. Baþýmý kesseler katiyen basmam, Tahtanýn yaþýndan korkarým dostlar. Gerçeði söyledim beni duyana, Yöneldim doðrudan, güzelden yana. Cahilin taþlarý výz gelir bana, Kâmilin taþýndan korkarým dostlar. Derviþ Kemal alýp dört telli sazý, Acýlý deyiþler söylerim bazý. Geride býraktým baharla yazý, Ömrümün kýþýndan korkarým dostlar.
24
Derginizin ilk sayýsýnda, sevgili yazar Ali Kaya, Dersim’linin geçmiþini anlatýrken karýþýk bir kronolojiyle Deylem’e kadar uzanýyor, daha doðrusu Deylem’den Dersim’e geliyor. Yerli halkla karýþtýrýp Deylemlileri Dersimlilerin atalarý kabul ediyor. Bu saptamayý yapmadan önce Deylemlileri, Kürtlerin de arasýna karýþtýrýp Kuzey Mezopotamya bölgesine yerleþen Zazalarýn belki atalarýdýr diye itiyatlý davranýyor. Kimi kez de tanýmladýðý coðrafyanýn dörtbin yýl öncesine gidiyor; bu coðrafyaya Deylem, yaþayanlarýna da Deylemliler diyor. Daha sonra “izleri” þaþýrýyor ve Zazalar ayrý bir halktýr deyip iþin içinden çýkýyor. Çünkü; Deylemlilerin tarihi, kültürü, dili ve inançlarý, örf, âdet ve alýþkanlýklarý Dersim’le örtüþüyor diyor. Ben Hoca’nýn, “Dersim Tarihi” ve “Ýran’a Seyahat” adlý iki kitabýný okudum. Ayný “pusulasýzlýðý” orada da gördüm. Kitabýnda Deylemlinin özelliklerini belirtiyor. Bu özelliklerden yola çýkarak küçük bir karþýlaþtýrma yapalým:
ve övünmekten hoþlanmaz; tek evlilik yapar; tavþan yemez; Bozatlý Hýzýr’ý vardýr; Alkarýsý’nýn var olduðuna inanýr; tapýnaðý yoktur; her yerde ibadet eder; etnik olarak kendinden olan, ancak inanç olarak kendinden olmayana “tat” der; sakal keser, býyýk býrakýr; hayvanlarýný iþaretler, çobanýna gerze býrakýr; baþlýk verir, düðününde Dermaný gönderir; ölüsüne kýrk gün yas tutar, mezarýna taþ diker; her þartta içer; Güneþ’e Ay’a niyaz eder; dilek aðacýna ip baðlar; eþiðe oturmaz; her daðýn sahibi vardýr, sahip tanrýsal kabul edildiðinden daðlar kutsaldýr; erkek ve kadýn bir arada ibadet eder; gülbanklarýnda 80.000 Horasan Piri’ne, 99.000 Rum Eri’ne ve 100.000 Gayp Ereni’ne yakarý vardýr; Erenlerin, Oðuzlarýn seçilmiþ savaþçý birlikleri olduðunu bilir ya da öyle olduðuna inanýr; düðünlerinde bay, bayan kol kola halay çeker; kýzlarýna “Hatun”, “Haným” ismi koyar; nazar olmasýn diye ateþe tuz atar; ocaðý sönmesin diye ateþini dýþarý vermez; bolluk olsun diye koç ve teke katýmýnda þölen yapar; kendi boyunu tanýmlamak için, kýrmýzý çit, kýrmýzý fes, kýrmýzý yelek, kýrmýzý üç peþli ve kýrmýzý kuþak baðlar; Deylemli Dersimli gerdek gecesi sabahý kanlý çarUfak-Tefek Ortadan uzun þafý ister, çarþafýn sunulmamasý Aceleci Sabýrlý-sakin-serinkanlý halinde damadýn baðladýðýný At yer Yemez düþünür; al ateþ rengidir; göðün Kýskanç Hoþgörülü zirvesini anlatýr, bu nedenle kýzýl Ýyi savaþcý Ortak tanrýsaldýr; Þah terimini ayaða Babaerkil Son söz babanýn kalkýp düzeni kurmak için söyKadýnlar kararlara katýlýyor Tüm bireyler katýlýyor ler; insan sevgisini, bilginin merKanaatkâr Özverili kezi olarak görür; Tanrý ile Baþka soylara kýz vermez Ýlke olarak verilmez. Kaçarsa yüzyüze geldiðine inanýr; aracý kaçarsa öldürür sonuca saygý gösterir kabul etmez; geriye dönme özleTambur çalar Saz çalar mi yoktur; don deðiþtirmeye Ölülere yas tutulur Ortak inanýr; kendine sýðýnan kiþilere Ýçte savaþ, dýþta birlik Ortak kimse dokunamaz ve kendisi Bir kadýnla evlenmek isteyen Dersimli böyle bir þeyi aklýn- istemediði sürece teslim etmez; erkek kadýn evine gider. Üç dan dahi geçirmez dedelerine derin bir saygý ve gün kaldýktan sonra nikah baðlýlýðý vardýr; yönü, insana, kýyýlýr. akla ve eþitliðe dönüktür; akýldan inanca atlayýp akýllarýný Bu özelliklerden yola çýkýldýðýnda %13’lük inançlarýyla kilitlemez. Ýnançtan akla atlayýp bir benzeþme vardýr. Bu benzeþmeleri tüm inançlarýný akýlla kutsar; aklýnýn izin verdiði dünya halklarý arasýnda bulabilirsiniz. Ama bu ölçüde kendi metafiziðini besler; duygularýnýn benzeþme “geneli” ifade eder deniyorsa; bilnesnel sýnýrlarýný daraltmaz, ruhbanlýk ve gilerine sadece saygým olur. Hepsi bu kadar. geleneksel topluluk örgütlenmesi zemininde Peki; Dersimlinin özellikleri yok mudur? devlete yamanmaz., metafizik aydýnlanmanýn Doðaldýr ki vardýr. Þimdi bu özelliklerden bir sýnýrlarýný zorlar; dünyalarýnýn nesnel sýnýrlarýný kýsmýný sýralayalým: Dünyaya bakýþlarý geriye geniþletir, emeðin çizdiði toplumsal alana çaðdeðil, ileriye yöneliktir; psikolojik deðerleri, daþ bir düþüncenin, tavrýn taþýyýcý olarak adýmmanevi yaþam ve davranýþlarý akýl çizgisinlarýný atar, akýl ve toplum örgütlenmesi zemidedir, bu nedenle yaþamýný zorlaþtýran kurallarý ninde devletin ve egemen yargýnýn karþý da yýklar; kutsallýk, aklýn ötesine çýktýðýnda kanalýnda ilerici toplumsal güçlerle buluþur; þüpheyle karþýlanýr, bu nedenle metafizik idealduygularýný pek belli etmez; asýk suratlý deðil, ist soyut kavramlardan uzaktýr; kendisine dayagüleryüzlüdür; çabuk kýzmaz; çabuk barýþýr; týlan doða ötesi kimliklere uzak durur; kendi merhamet duygularý kuvvetlidir; þakadan hoþinancýndan olmayana saygý duyar; yerleþtiði lanýr; kin tutmaz; akýllarý duygularýna hakimyerlere eski yerleþim yerlerinin adýný koyar ve dir; dayanýþmacý ve gerçekçidir; selamlaþmabu ada uyum saðlar; kendi gibi konuþmayaný da, baþ indirir, baðýr basar. saygýyla dinler; kendi gibi olmayaný kendisiyle Daha sayayým mý? eþit sayar; ödün vermez, boyun eðmez; tutarlý Bu özellikler hangi coðrafyanýn halklarýnýn düþünme ve davranma temeldir; övülmekten özelliðidir. Ýncelendiðinde Asya halklarýndan
Sayý 3
Oðuzlarýn özellikleri olduðunu açýk olarak görebiliriz. Dersim’e Neden ve Nasýl Gelmiþler? 1. Moðol tufanýndan kurtulmak, 2. Hayvanlarýna ve kendilerine yeni yurt bulmak, 3. Ýstila yollarýndan uzak, iklimi kendilerine uygun bir yer aramak için geldikleri görülüyor. Tarihi kaynaklar 1071 yýlýnda Anadolu kapýlarýnýn açýlmasýyla; 1.1087 yýlýnda Emir Mengücek’le birlikte kuzeyden Erzurum-Erzincan-Kemah-Divriði ve Tunceli’ye Yýva-Aðaçeri-Çavundur-Döðer-Eymür-Yörük-Kýnýk-Uluð ve Bozok boylarý, 2. 1185 yýlýnda Halep Türkmenleri denilen Çobanlý Þeyh Hasan’la Beriyecik, MaraþElbistan yoluyla gelenleri, Avþar-ÇarukluKarkýn-Döðer-Yazýr-Yiva–Aðaçeri-ÇavundurEymir-Bayat-Alevli-Karaevli-Bayýndýr-Uluð boylarý, 3. 1230 yýlýnda Harzemlerle gelen Kanlý boylarý, 4. 1240 yýlýnda Mahmud Hayraniy’le birlikte Boyat boylarý, gelir. Peki bu boylar bugün Türkmenistan’da var mýdýr? Evet var. Dersim’de devamlarý var mý? Evet var. Maddi ve fiziksel, tarihsel, psikolojikkültürel, sosyo-psikolojik referanslarý örtüþüyor mu? Bütünüyle örtüþüyor. Çobanlý Þeyh Hasan Aþiret tablosu doðruluyor mu? Evet doðruluyor. Dil olarak; Zazaca’nýn; 1. Orta Zaman Farsçasý olduðunu ve Avesta’dan beslendiðini, Acem illerinde ve Asya’da yaþayan konar-göçer topluluklarýnýn en az iki dil konuþtuðunu, bunlardan birinin de bu dil olduðunu, 2. Deylem’in Pehleviler ülkesi olduðunu, bu dile Pehlevice dendiðini, Ýslamiyet’e kadar, dini ve dünyevi anlamda da kullanýldýðýný, Ýslamiyet’ten kaçan sýradan halkýn varoþ dili olduðunu, Zerdüþt dilinin dua ve öðretilerinin dili durumuna geldiðini; Asya topluluklarýnda bu dilin konuþulduðunu 3. Hami-Sami, Hint-Avrupa, Hindu-Ari, UralAltay dil sýnýflandýrmasýnýn bir ýrk belirtmek için deðil, dil bilimcilerce tasnif kolaylýðýndan ötürü yapýldýðýný, 4. Baðýmsýzlaþma sürecine girdiðinde, siyasal,
dinsel, mezhepsel, toplumsal ve coðrafi nedenlerle içine kapalý özel bir dil haline geldiðini, tarih, toplum ve dil bilimciler söylüyor ve biz de katýlýyoruz. Bu kadar açýk veri ve özelliklere karþýn; ¡ Zazalar ayrý halktýr, ¡ Kürtlerin bir koludur, ¡ Deylem’lidir, ¡ mevalidir, demek ne kadar doðrudur. Bu sonuçlara nasýl ulaþýldýðýný doðrusu anlayabilmiþ deðilim. Bilimsellikten uzak, önyargýlý görüþlerden öteye gitmiyor. Türkmenlerin 1037 yýlýnda Deylemlilerle ittifaklarý vardý. Ayrýca Deylem’e yerleþen Oðuz boylarý, Yaðmurlu ve Kýzýllý ile Balhan Türkmenlerinden bir guruptur. Sonuç olarak; ¡ diline bakýp Deylem’li ve Kürt diyenleri, ¡ isimlerine bakýp Arap demeyenleri, ¡ inançlarýna bakýp dinsiz diyenleri, ¡ karakter özelliklerine bakýp Türkmen demeyenleri ve Türk olamaz diyenleri, bir kez daha düþünmeye ve araþtýrmaya davet ediyorum. KAYNAKÇA Ali Kemali, Erzincan Tarihi. Burhan Kocadað, Doðuda Aþiretler, Kürtler Lolan Oymaðý. Burhan Oðuz, Türkiye Halkýnýn Kültür Kökenleri. Bozkurt Güvenç, Türk Kimliði. Cevdet Türkay Y, Osmanlýda Oymak, Cemaat, Aþiret Cemal Þener, Þamanizm, Alevilerin Etnik Kimliði. Doðan Avcýoðlu, Türklerin Tarihi 1-2-3-4-5 Ekber N. Necef, Hazar Ötesi Türkmenleri. Erdoðan Aydýn, Türkler Nasýl Müslüman Oldu? Faruk Sümer, Oðuzlar ve Türkmenler. Fuat Bozkurt, Türklerin Tarihi. Faik Bulut, Kürt Dilinin Tarihçesi. Hazma Aksüt, Anadolu Aleviliði. Ýsmet Zeki Eyübolu, Günümüzde Alevilik-Tüm Yönleriyle Bektaþilik. Ýrene Melikoff, Uyur Ýdik Uyardýlar. Mehemet Þerif Fýrat, Varto Tarihi. Nejat Birdoðan, Anadolu Aleviliðinde Yol Ayrýmý: Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik. Nihat Çetinkaya, Kýzýlbaþ Türkler Tarihi. S. A. Aðalanov, Oðuzlar. Þerefhan, Þerefname. Tori, Kürtlerin Orta ve Yakýnçað Tarihi. Minorsky, Kürtler. Sina Akþin ve 8 arkadaþý, Türkiye Tarihi 1-2-3-4-5.
ALÝ KEMAL GÖZÜKARA
Çýkmayan Mürekkep Bektaþiden birinin, Ciltli defteri varmýþ. Ahmak saydýklarýnýn, Adlarýný yazarmýþ. Kalantordan birisi, Bir gün O’nu çaðýrtmýþ. Senin o defterinde, Adým var mýdýr, demiþ. Evet, demiþ Bektaþi, Sizin de adýnýz var. Yüksek dað baþlarýna, Her zaman yakýþmaz kar. Adýmý neden yazdýn, Anlayamadým bunu? Hele anlat bileyim, Ben nasýl olduðumu? Evvelsi gün birine, Borca para verdiniz; Onun içindir beyim, Defterime girdiniz Borç verdiðim o kiþi, Günü gelip öderse, O zaman ne yaparsýn, Alay dolu gülerse? O gülmeyi duymadan, Sizin adý bozarým, Çýkmayan mürekkeple, Onunkini yazarým!
BEYLÝKDÜZÜ TÜYAP KÝTAP FUARI (23-31 EKÝM) SALON 5 STAND 304 C Alevilik Dizisi Musahiplik – Ýsmail Kaygusuz 2. BASKI Sivas Katliamýnýn Onuncu Yýlýnda Onlar Iþýk Oldular – Ahmet Koçak Okunacak En Büyük Kitap Ýnsandýr - R Yürükoðlu Hünkar Hacý Bektaþ Veli - Ýsmail Kaygusuz Alevilikte Ýnanç Kültür Siyaset Tarihi ve Ulularý - Ýsmail Kaygusuz
YENÝ ÇIKAN KÝTAPLARIMIZ Þiir Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz – Kul Hasan Atatürk Aydýnlýðýný Karanlýkçý Diþler Kesmez – Ali Yüce
Öykü Dünden Bugüne Alevi Olmanýn Bedeli – Ýsmail Kaygusuz
Divanyolu Cad. No 54, Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü-Ýstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635 www.alevyayinlari.com
Siyaset Dizisi Kafa Tutan Günler - Esat Korkmaz Ya Sosyalizm Ya Barbarlýk – Y. Zamir TKP, Doðuþu, Kuruluþu, Geliþme Yollarý – S. Üstüngel Ýrtica ve ABD Kýskacýnda Türkiye – Lütfi Kaleli 2. BASKI Küreselleþmeyi Anlamak – Yusuf Zamir Sosyalizm – R. Yürükoðlu 1. Cilt: Sosyalizm Nedir 2. Cilt: Ütopik ve Bilim-Dýþý Sosyalizm 3. Cilt: Günümüz ve Türkiye
TOPLU SÝPARÝÞLERDE %40 ÝNDÝRÝM YAPILIR
Ekim 2004
25
ZEBUNÝ
ALEVÝ MÝTOLOJÝSÝNDE SAYILARIN GÝZEMÝ
Alevilikte “2” Sayýsý
Bilmez Belleme
Erdoðan Alkan Seni aramaya yoktur bir araç Var içinde varsýn bilmez belleme Iþýkta zindanda zeminde mihraç Dâr içinde dâr’sýn bilmez belleme Yeþil ottan ak süt özünde akta O Kadar çoðul ki hemide yekta Elifte var eden be deki nokta Dal Mim Ra dasýn bilmez belleme Kulaðým, Hislerim, dil ile gözüm Beynimde kalbimde düþüncem özüm Benimle yaþarsýn benimle ölün Gülen ahu zarsýn bilmez belleme Hem var olanda hemi yok olanda Ufukta perde tümde uzunlukta Varsýn her ortamda sonsuz boþlukta Heran gören körsün bilmez belleme Zebuni cahile olamam kefil Beraber þad olduk beraber sefil Renkler tadlar tohum zencefil Hemi yok hem de varsýn bilmez belleme
C
em ayini; Alevilik-Bektaþilikte daha çok “cem” adýyla bilinir. “Toplanma töreni” anlamýndaki cem ayininin, efsanevi Ýran hükümdarý Cemþid ya da Cem’in, yýlda iki kez, gece ve gündüzün eþit olduðu günlerde (ekinoks’ta, gün-tün eþitliðinde) yapýlmasýný buyurduðu içkili-müzikli eðlentiden geldiði sanýlmaktadýr. “Ýki mýzrak uzunluðunda” (Kabe kavseyn); Alevilikte Hakk’a ulaþmayý engelleyen bir ölçü olarak algýlanýr. Ýnsan gönlü, Tanrý’nýn tecelli ettiði yerdir. Kendini Hakk’a vererek cezbeye kapýlan biri için “kabe kavseyn”. Tanrý’ya kavuþmayý önleyen bir engel durumundadýr. Tanrý yolundaki tarikat yolcusu, yol eri bu uzaklýðýn ötesine geçemezse Tanrý’dan uzak kalmýþ kabul edilir; insan-ý kâmil, bu uzaklýðýn ötesine geçerek Tanrý’yla “bir” olur. Ýki Kutup; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den söz edilirken söylenir. Aleviler, “Ýki Kutup” anlamýna gelen “kutbeyn” sözcüðünü kullanýr.
Evrensel Ýnançlarda ve Geleneklerde “2”
Ý
Eþþekler Ben koþtukça peþi sýra onlarýn Þu tepeden çekti indi eþekler Bizden fazla geldi aklý onlarýn Köþeleri döndü gitti eþþekler Ben terledim onlar sefada sazda Durmadan çalýþtým baharda yazda Nallarýn altýndan semeri çuha Çayýrda arpaya yetti eþþekler Sýpasýný pek kýskanýr kayýrýr Yanýna varýnca çifte savurur Besisi yerinde zýrla anýrýr Gece gündüz halký tepti eþþekler Ovadan daðlardan o düze inmiþ Zorlamýþ kapýyý meclise girmiþ Orada iþçinin yemeðin yemiþ Garipleri aç býrakmýþ eþþekler Zebuni der bunlar ahýra gitsin Vurun kulaðýna Allah kahretsin Satalým bularý def olsun gitsin Traktör araba çýktý eþþekler.
26
lk sayý, birinci sayý kendi benzeriyle karþýlaþtýðýnda ikinci sayý, ikilik de ortaya çýkmýþ demektir. Yazýlanlara göre “bir” sayýsý bir olarak kalmak istemez ve sayýlar yolunda, ikili kodun koþullarý gereði, “iki” ile buluþmayý arzular. Ýþte o zaman da “bir” sayýsý bireyselliðini yitirip “iki” olur ve ikinin “egemenlik” kurduðu bir dünyada yer alýr. Nerede “iki” sayýsý varsa orada “çatýþma” ve “ikilik” de vardýr. Kanýlar, inançlar, duygu ve düþünceler birbirleriyle “çarpýþýr”, birbirlerine “baský” yapar ve birbirlerine “üstün” gelemeye çalýþýrlar. “Ýki” sayýsýnýn bütün “ustalýðý” ise doðru ortamý, dengeyi ve uyumu saðlamak için sözkonusu düþünce ve duygularýn “karþýtlarýna” da yer vermesidir. Zýtlarýn analizi ve gözleminden sentezler doðduðu için “iki” sayýsý da düþüncenin “anasý-babasý”dýr. Bu özelliðinden dolayý anlamý “belirsiz” ya da “çok anlamlý”dýr. Sürekli iyiyle kötü, olumluyla olumsuz, yaþamla ölüm, alçakla yüksek, gündüzle gece ve erkekle diþi arasýnda “mekik dokuduðundan” yansýz olmasý istenir. “Bir” sayýsýnýn ne saðýnda “doðru”, ne solunda “yanlýþ” ya da bunun tersine ne saðýnda “yanlýþ”, ne solunda “doðru” bulunmadýðýndan, bu sayý kendinden “kuþkuya” düþmez. Ama “iki”, kendi “karþýtlarýnýn” tutsaðýdýr. Ne var ki “iki”yi etkileyen “zýtlýklar”, “olumsuz” zýtlýklar deðildir ve içerdiði, var olmasýný önerdiði “ikiye bölünmeler”, ruhsal “birlik” yönünden her zaman “tehlikeli” deðildir. Bazen, ayný anda her iki yanda bulunma yeteneðine sahip olduklarý için “hoþ” üstünlükleri bile vardýr! Benzerlerinin “kafasýný karýþ-
týrma” gücüne sahip; bundan daha ilginç özellik, armaðan olabilir mi? “Ýki” sayýsý, sayýlara, kendi kendilerini “aþmaya” çaðýrýr. O, eski halinden ve içlerindeki çatýþmanýn artýp durmasýndan “yakýnanlara” kýlavuzdur ve bireyselliðinin “yolunu” gösterir. “Uyuþmazlýk” ve “karþýtlýðý” içeren “iki”, öte yandan yaratýcý bir “evrimin” tohumu olabilir. Çift baþlýlýk ve çift görüþlülük Janus’a “üstünlük” saðlamýyor mu? Ýmge tarifsiz güzel ve simgesel. Janus, geçiþler ve geçitlerden sorumlu, “iki baþlý” tanrýydý. Sýrt sýrta duran iki yüzü sayesinde geçmiþi ve geleceði anlýyor, bu iki “evreni” tek bir görünümde birleþtirebiliyordu. Janus’un “çifte yüzü” giriþlerle çýkýþlarý, içle dýþý, saðla solu, önle arkayý, yukarýyla aþaðýyý ve evetle hayýrý ayný zamanda “gözaltýnda” tutmanýn mümkün olduðunu simgeler. “Ýyi” anlaþýldýðý, “sevildiði” ve “dizginlenebildiði” zaman “iki” sayýsý iþte bu üstünlüklere sahiptir.
Rüzgârdan Sor Beni Fýrtýna mý ektim rüzgâr mý biçtim Gelen geçen koðulaþýp der beni Nice acýlardan dertlerden geçtim Çal güzelim taþtan taþa vur beni Yýl yürüdü hayli menzil almýþým Aðardý saçlarým koca olmuþum Yüreðimi enginlere salmýþým Ýster azad eyle ister sar beni Seslendim daðlara daðlar deline Koç yiðitin soyu sopu biline Güzeller meydana çýkýp salýna Seyreyleye ol meydanda yar beni Alkan’ým derman yok senin derdine Baykuþ yuva yapmýþ viran yurduna Sorma kel daðlarýn uyuz kurduna Esen yelden rüzgârdan sor beni
Sayý 3
Alevilere Mevla Olmak…
E
rozyon kent hayatýna yöneliþle baþladý… Akla, mantýða ve vicdana sýðmaz inantýlarýný savunmakta ve insanlarý içten içe çökerten merhametsiz isnatlar icat etmekte hayret feza beceri gösteren Ortodoks dinin dinbazlarý karþýsýnda kentlere inen toy ve saf Aleviler, o hayasýz ve merhametsiz suçlamalarla aþaðýlanmamak ve pervasýzca sürdürülen baskýlara muhatap olmamak için itikatlarýyla birlikte kimliklerini de “gizlemeyi” yeðlediler… pratiklerini yaþama geçiremediler… teorilerini yitirdiler… Durum öyle gösteriyordu ki çözülüþ bu kadarla da kalmayacak, yeni akýbetlerle buluþacaktý… Öyle de oldu… Kargaþa ve kaos Alevilerin içine “daldý”… Bu durum, kendisine ortak kabul etmeyen egemen dinin, Alevileri Sünnileþtirmeyi amaçlayan tarihsel ve kadim politikasý için arayýp da bulamayacaðý bir “fýrsattý”…. Üstelik, devleti temsil eden kadrolarda da ayný amacý paylaþan þuursal bir “genin” varlýðý ve icraatý açýkça görülüyordu…. Devlet, laik cumhuriyetimize karþý olan ve hayatýn merkezine insaný deðil “Allah”ý koyan; düþünmeyi deðil inanmayý öðütleyen þeriatçý ortodoks din anlayýþýna egemenlik tanýrken, hayatýn merkezine “insaný ve aklý” koyan; laikliðin ve devrimci Atatürk anlayýþýnýn doðal ve taviz vermez yandaþý Alevilere ve Aleviliðe “meþruiyet” tanýmamakta ýsrar ediyor, hukuken laik olan devlet yapýsýnýn baþýna Sünni devlet “þapkasýný” geçirmekte sakýnca görmüyordu… Diyanet’le el ele verip Alevileri kendileri gibi düþünen, kendileri gibi yapan bir Müslümanlýkla kucaklaþtýrmanýn; “sahipsiz” (?) kalan Alevileri sahiplenmenin tam zamanýydý… Ancak, “atak”, bu örtülü ittifaktan önce Alevilerden geldi. Ýsimleri bayrak olmuþ Alevi ulularýnýn adýyla kurulan örgütlerin çatýsý altýnda bir araya gelen gruplardan bazýlarý, “Devlet-Diyanet ittifakýnýn” yapmak istediði “sahiplenme” iþini kendileri “yüklenmeye” kalkýþtýlar… Bunlar, sanki Aleviler “çýplak” ve “donsuz” kalmýþ da Alevileri “giydirip donatmýþlar”; Aleviler “açsusuz” kalmýþlar da karýnlarýný doyurup “rýzkýný” vermiþler; Aleviliðin tarihsel direnmesinde sanki kendileri “can verip kanlarýný” akýtmýþlar edasýyla Aleviler üzerinde “hak” iddia ediyor, Alevileri ancak biz “temsil” ederiz diye dayatýyor, Alevilere “mevla” olmanýn hayaliyle olmadýk iþgüzarlýklar sergiliyorlar… Sünnileþme… Nadir Þah Þiiliði’ne yönelme… Aleviliðin teolojisinde yer bulmasý olanaksýz “ateizmin taklitçiliðine” sapma… “Nasyonalist amaçlar” güden hesap ve eylemlerle ulusal bütünlüðü sabote edip “Türk-Kürt bütünlüðünü” dinamitleme… Kiþisel çýkar ve ihtiraslara Aleviliði “peþkeþ” çekme… Bir tür demografik zenginliði ifade eden “mozaik” yapýyý parçalayýcý ve daðýtýcý emellere “ustaca” alet etme… Ve bu amaçlara göre “icat” edilmiþ Alevilik taným ve tarifleri… Hep bu “kaos” döneminin yarattýðý sapmalardý…
Ekim 2004
Âbidin Özgünay Ýsimleri bayrak olmuþ Alevi ulularýnýn adýyla kurulan örgütlerin çatýsý altýnda bir araya gelen gruplardan bazýlarý, “Devlet-Diyanet ittifakýnýn” yapmak istediði “sahiplenme” iþini kendileri “yüklenmeye” kalkýþtýlar… sanki Aleviler “çýplak” ve “donsuz” kalmýþ da Alevileri “giydirip donatmýþlar.” Bu baðlamda, kimileri dindarlýk adýna Þiiliðin “ütopik ve teokratik kucaðýnda” Alevileri sahiplenmeye yöneliyor… Kimileri “solculuk”, laiklik, çaðdaþlýk adýna ortaya çýkýp Alevileri peþlerine takmaya, deðerlerinden koparmaya çalýþýyordu… Oysa Aleviliðin öz deðerlerini ve felsefesini “yok” sayýp çiðnemek ne çaðdaþlýðýn, ne laikliðin, ne de “solculuðun” gereðiydi. Bu “aldatýlmýþlýk”, baþkalarýna “sýrt sývazlatmak” ve “yaltaklanmaktý…” Kimileri ise insana “özgürlük” tanýmayan kilisenin Allah anlayýþýndan kurtulmak için Allah’ý “öldürüp” insana “özgürlük” kazandýrma savaþý veren ateistlere “imrenip” onlarý “taklide” yönelerek Allah ile bu tür bir “kavgasý” olmayan Alevileri ateizme “davet” ediyordu… Hemen belirtelim ki biz, dinlerin Ortodoks kollarýnýn “hikmetinden” sual olunmaz Allah anlayýþýna ve insaný “kullaþtýran” tasarýmlarýna “biat” etmeyip yan duran ateist kimliklere “saygý” duyarýz. Ateizm, Ortodoks dinlerin insan özgürlüðüne yönelttiði “inkâra” bir baþkaldýrýdýr… Ancak Alevi teolojisinde, özgürlüðü reddeden. “böyle yazdým böyle olacak”, diye dayatan bir Allah “mevcut” deðildir. Allah ile Aleviler arasýnda “yetki” kavgasý deðil, “dostluk” vardýr…. Bu nedenledir ki Alevi, Allah’ý “öldürerek” özgürlüðün peþine düþmeye gerek görmez. Ateizmin “peþine düþtüðü” özgürlük Aleviliðin “kurgusunda ve mayasýnda” zaten mevcuttur. Onu “dýþarýda” aramak, Allah’ýn evini “yürekte” deðil, “Mekke”de aramaktan öte bir þey deðildir… Ýçlerinde kiþiliðine saygý duyduðumuz isimlerin de bulunduðu bu muhteremler anlaþýlýyor ki bu gerçekleri “bilmezlikten” geliyorlar. Alevi tevhidinde yaratan-yaratýlan ayrýlýðýnýn deðil, “Halik-Mahluk” birliðinin egemen olduðunu “gözden kaçýrýyorlar”… Alevi öðretisinde, insanýn iradesini kullanmakta “hür”, kararlarýnda “özgür” olduðunu “unutmuþ” görünüyorlar.. Kýsacasý, hem ateizmi Aleviliðe “musahip” kýlýp Alevilerin Allah’ýný “öldürüyorlar”, hem de “analarýnýn memesi” gibi Aleviliðe sahip çýkýp Alevilere “mevla” olmaya kalkýþýyorlar… Kimileri de Aleviliði Ýslam’ýn “dýþýna” sürdüler… Oysa, Alevilik “salt pozitif düþüncelerle” anlatýlamaz ve kavranýlamaz… Aleviliði “Ýslam dýþý” saymak, Aleviliðin çaðlara açýlan
“evrimsel” yönünü açýklamaz… Evrim de devrim de belli bir “kökten” gelir… Ortodoks Müslümanlýk olmadan “Heterodoks Alevilik” oluþamazdý. Bunu bilmeden, “Alevilik Ýslam dýþýdýr”, demek gerçeklerle de bilimsellikle de evrimci ve devrimci ruh ile de baðdaþtýrýlamaz… Ýnkârcýlýktýr… Bütün bu “sapma” ve özden “kayýþlar” bizi, Aleviliðin taným ve tarifine bir kez daha “baþvurmamýzý”, inancýmýzýn nicelik ve niteliðiyle ilgili bilgimizi “yenilememizi” zorunlu kýlýyor. Alevilik; insaný “kutsallaþtýrýp” hayatýn merkezine koyan, dinin “bedene yük” edilen tarafýna deðil, dinin “ruhuna” yönelen; Kitap’ýn ne dediðine deðil, “ne demek istediðine” öncelik veren; çözümlere nakil ile deðil, “akýl” ile yönelen; kýyas ile deðil, “rey ve içtihatla” hükmeden; “yaratan-yaratýlan birliðini” özümseyen; “evrensel ve rasyonel” inanç ve kültürlerle kendini tamamlayan; “insanlýk sevgisini” dine sokan, maðrur “Arap þovenizmine” ulusçu direnmelerle karþý duran; tasavvuf felsefesinin açýlýmlarýyla “duraðan din anlayýþýnýn” kabýndan taþan; “akýl-iman-yaþam” bütünlüðünden oluþan “özgün ve aþkýn bir Ýslami yorum”dur. Alevilik, henüz Alevilerin sahiplenebileceði “net bir tanýmda” birleþmemiþken kim veya hangi örgüt Aleviliði “temsil ettiði” söylemiyle ortaya çýkýyorsa orada yalnýz bir “kuruntu” deðil, baþka “hesaplar” var demektir. Aleviler ve Alevilik ne kiþilerle, ne de dernek, vakýf vb, örgütlerle “baðýmlý”dýr. Alevileri kimin temsil edeceðiyle ilgili bir “platform” ne kurulmuþtur ne de böyle bir “seçim” yapýlmýþtýr. Diðer taraftan esefle görülmektedir ki günümüzün Aleviliði, “övünerek” hatýralarýmýzda yaþattýðýmýz “omurgasý ve baþý dik” Aleviliðin hayli “uzaðýna” düþmüþtür. Özünden “kaymýþ” bir topluma “mevla” olmak kavgasýna girmek, bilinçli ve saygýn bir amacý sahiplenmenin deðil, “baþ olma” ihtirasýnýn zebunu olmaktýr. Oysa, þimdilerde yüklenilecek “asýl görev”, ruhunu “çiðneyerek” bedenini “gezdiren” ve Alevi olmayý “semah dönmek, cem yapmak” sanan Alevilere “efendi” olmak deðil, Alevileri “yetkinleþtirecek”; öz ahlaký ve inancýyla “bütünleþtirip” ayaða kaldýracak, kendisine ve inancýna “yeterli” hale dönüþtürüp “ilke ve felsefesiyle” bütünleþtirecek hizmetlere yönelmektir. Devletimiz de ayrýcalýklar “kaldýrýlmadan” halkýnýn ve Alevilerin “mutlu” olabileceði hayalinden kendini kurtarmalýdýr. Zira ayrýcalýklar kaldýrýlmadan “eþitlik”, eþitlik olamadan “demokrasi” yaratýlamaz. Yönetimlerin, din Sünniliktir anlayýþý “devam” ettikçe, Müslümanlýk “görüntüde” arandýkça, Aleviler “yok” sayýlýp meþruiyetten “yoksun” býrakýldýkça “direnmelerini” sürdürecek, insanýn özgürlüðüne, bilime, çaðdaþ ve laik yaþama, dinini aklýn “kucaðýnda” yorumlamaya ve Atatürk’ün devrimci anlayýþýnýn “varisi” olmaya devam edecektir.
27
Makedonya Gezi Notlarý Ayhan Aydýn Makedonya gezisi yaþamýmýn en ilginç deneyimlerinden birisi oldu. Erol Ahmet’in ricasýyla katýldýðým Makedonya gezisinin izlenimlerini sizlerle paylaþmak istiyorum. Geziye ayrýca Cem Vakfý’ndan Hüseyin Akdoðan ve Ali Rýza Uðurlu da katýldý.
M
akedonya iki milyonluk küçük bir ülke. O kadar güzel bir coðrafya ki her tarafý ormanlarla kaplý, her yan yeþillik. Türklerin çok derin duygularla baðlý olduðu bu güzelim ülkede iþsizlik, fakirlik büyük sorun. Ama görebildiðim kadarýyla iþçiler aracýlýðýyla Batý Avrupa’yla yoðun bir iletiþim saðlanmýþ durumda, geliþmeye açýk bir ülke izlenimi býraktý bende Makedonya. Makedonya denince ben, Büyük Ýskender ile Atatürk’ü hatýrlarým. Çünkü Büyük Ýskender Makedonyalý. Fakat gelin görün ki, bizim Yunanlý komþularýmýz buna dayanamýyorlar, bunu hazmedemiyorlar. Ülkelerinde yaþayan üç yüz bin kadar Makedon’un varlýðýný “hiçe saydýklarý” gibi, uluslararasý alanda Makedonya’nýn tanýnmamasý için yoðun çabalar harcýyorlar. Bana verilen bilgiye göre bayraklarýnýn þekline bile karýþýp onlara ültimatom vermiþler. Büyük Ýskender’in kendi kültürlerinin bir parçasý olduðunu, kendi topraklarýnda doðduðunu söylemiþler. Üsküp denince büyük þairimiz Yahya Kemal Beyatlý aklýmýza geliyor. Onun doðup büyüdüðü kent olan Üsküp, Tetova yani Kalkandelen, Kýrçova; bunlar hep Türklerin tarihlerinde güzel anýlar býrakmýþ yerler. Doðal olarak bunlar içinde en anlamlýsý Atatürk’ün okuduðu kent olan Manastýr’dýr. Dünyaca ünlü Ohri Gölü’nün kenarýndaki Ohrid kenti (ki burada Sarý Saltuk’un da bir makamý var) ve buradaki en önemli Bektaþi merkezlerinden Pirlepe yakýnlarýndaki Kanatlar köyü, görülmeye deðer yerlerden birkaçý. Bizler buraya temel atma töreni için geldik. Gönül isterdi ki bir araþtýrma gezisi için gelmiþ olalým.Olanaksýzlýðýmýzý düþünürsek bu kadarýna da “þükür” demek geliyor içimden. Öyle ya gönül neler ister ama tümüne kavuþamazsýn. Sýrplarýn, ülke nüfusunun önemli çoðunluðunu elinde bulunduran Arnavutlarýn, Yunanlýlarýn, Bulgarlarýn baskýsýyla neredeyse bir sorunlar kuþatmasýna alýnan “zavallý” bir ülke Makedonya Cumhuriyeti. Ýki milyonluk nüfus içinde Türklerin, yüz yetmiþ bin kadar olduðu sanýlýyor. Türkiye’ye vize uygulamayan, bizlerden esintiler taþýyan, bu güzel ülkenin güzel insanlarýna aslýnda destek olmak bizim tarihi bir görevimiz.
5 Temmuz 2004 Ziyaretin ilk gününde Kýrçova’yý tanýmak için kenti geziyoruz. Burada gerçekten de çok camii var. Tarihi ve büyük camiilerin þadýrvanlarýnýn olduðu gözleniyor. Yaya olarak eskisinin yýkýlýp yenisinin yapýlacaðý Hýdýr Baba Tekkesi’nin bulunduðu alana gidiyoruz. Tören için hazýrlýklarýný sürdüren dernek yönetimi büyük bir gayret içinde. Kent bizim Anadolu’daki ilçelere çok benziyor: Sokaklarda oynayan çocuklar, caddeye sarkmýþ seyyar satýcýlar, Batý Avrupa plakalý arabalar ve tabii gurbetçiler; saçlar boyalý, kulaklar küpeli yeni gençlik; giyimler rahat, kimi uzun paltolu, baþý baðlý Sünni Arnavut kadýnlar, mini etekli, sýradan giyimli kadýnlar; fesli erkekler, kahveleri dolduran iþsiz insanlar... o kadar çok benzer yönü var ki Türkiye’yle. Gün içinde bizlere yemek veren Ressam Veysel Servisa’nýn “sonsuz ve sýnýrsýz” hürmetini; evlerine konuk eden Ali ve Bayram Alidoski kardeþlerin tatlý “muhabbet”ini unutamýyorum.
6 Temmuz 2004 KIÇEVO (KIRÇOVA) MAKEDONSKÝ BROD, HIDIR BABA TÜRBESÝ: Tarihi köklerinin hayli eskilere gittiðini öðrendiðimiz ve Kýrçova Ýli’ne baðlý bir ilçe merkezinde bulunan ve zaman zaman “Haydar Baba”, “Hýzýr Baba” olarak da anýlan Hýdýr Baba’nýn Makedonya’da çok ünlenen ziyaret yerlerinden birisi olduðu anlaþýlmaktadýr. Aynen Türkiye’nin kimi yörelerinde rastladýðýmýz gibi Tekke terimi, ibadet mekâný ya da merkezi anlamýnda kullanýlýyor. Yoksa Tekke denilen yer, sadece ziyaret edilen, mezar bulunan bir mekân deðil.
28
Kiçevo (Kýrçova)’ya baðlý Makedonski Brod isimli ilçe merkezinde bulanan Hýdýr Baba Türbesi’nin yer aldýðý alan aðaçlarla kaplý yemyeþil bir tepenin üzerinde. Uzun taþ merdivenlerden týrmanýlarak çýkýlan türbenin bulunduðu mevki, kenti tepeden kucaklayan bir konuma sahip. Ama gerek Bulgaristan’da rastladýðýmýz ve gerekse diðer Balkan topraklarýnda duyduðumuz gibi bu türbe de maalesef þimdi bir “Hýristiyan” ziyaret mekâný olmuþ: On Ýki Ýmamlar’ýn resimleri yerine On Ýki Havari resimlerinin, abartýsýz elli tane Hz. Ýsa, Hz. Meryem resminin, ikonalarýn ve Hýristiyanlýða ait sayýsýz figürün bulunduðu bu türbenin kapýsýný da bize bir Hýristiyan kadýn açtý. Hýdýr Baba’nýn ismini ve inancýný yaþatmak için ayný isimle Kýrçova’da bir dernek kurulur. Uzun zamandýr Kýrçova’nýn Çiflik Mahallesi’ndeki Hýdýr Baba Tekkesi’nde (ibadetevi, cemevi) tarihine ve kültürüne sahip çýkmaya çalýþýr dernek yöneticileri. Tekkenin babasý Eyüp Rakibi’nin de katýldýðý ziyaret sýrasýnda þahsen benim bir tesadüf eseri bulduðum iki Bektaþi mezar taþý ilgi uyandýrdý. Büyük bir meþe aðacýnýn dibinde bulanan bu mezar taþlarýnýn önemi o kadar büyük ki bunu ancak “anlayan anlar”. Çünkü Hýristiyanlar ya da Bektaþi olmayan diðer uluslardan insanlar Türk’e ait, Bektaþiye ait ne varsa yok etmenin planlarýný her zaman yapmýþ ve uygulamýþlar. Bunun kanýtý anlamýnda, yüzlerce yýllýk tarihe sahip Bektaþi dergâhýndan, Bektaþilik adýna, Türklük adýna ne varsa kazýnmýþ, atýlmýþ; açýkta tek bir mezar taþý yok. Türbeye yakýn bir yerde daha önce mihmanlarýn aðýrlandýðý büyük bir “Konak” da maalesef þimdi baþkalarýnýn eline geçmiþ. Ýlginçtir, bu büyük “Konak” bana, Ýzmir Narlýdere’deki Tahtacý dede ve mihman evlerinin mimarisini hatýrlattý. MUHARREM BABA TÜRBESÝ: Kýrçova merkezine çok yakýn, çok geniþ ve düz bir arazi içinde bulunan Arnavut Çervivçi köyündeki Türbe içinde iki mezar var. Bir ölçüde mezar taþlarý korunmuþ durumda; adam boyu otlar içindeki mezar taþlarýnýn “bol bol” görüntülerini aldým. Anlatýlanlara göre Muharrem Baba Ýþtip’te derviþ olmuþ, Hamza Baba’dan el almýþ, Tiran’da Salih Niyazi Baba’yý ziyaret edip babalýk icazetini almýþ; 1937 yýlýnda ise Kýrçova’ya gelip tekkesini kurmuþ. Ayný akþam inançlý üç Bektaþi genci (Baftir Tüfekçi, Almir Þeydo, Ermin Eþrefzade) bizi, bir dað lokantasýnda yemeðe götürdü; doya doya muhabbet yaptýk.
7 Temmuz 2004 TEMEL ATMA TÖRENI: Makedonya’nýn Kýrçova kentinde daha önceki Bektaþi ibadet mekânýnýn yetersiz kalmasý nedeniyle daha büyük ve modern bir kültür-inanç merkezinin yapýlmasý için ilk büyük adým 7 Temmuz 2004 Çarþamba günü atýldý. Hýdýr Baba Tekkesi Derneði tarafýndan organize edilen temel atma törenine Makedonya Ulaþtýrma ve Baðlantý Bakan Yardýmcýsý, Ýçiþleri Bakanlýðý Müfettiþi, Belediye Baþkanlýðý yetkilileri, Arnavutluðun Makedonya Büyükelçisi’nin yaný sýra Arnavutluk’tan ve Makedonya’nýn farklý illerinden birçok Bektaþi babasý ve derviþi de katýldýlar. Hýdýr Baba Tekkesi Derneði’nin Baþkaný Gafur Veliu ile ona yardýmcý olan diðer yönetim kurulu üyelerinin, yapýmý planlanan Kültür ve Cemevi’nin tamamlanabilmesi için Türkiye’den de maddi ve manevi beklentileri var. Temel atma töreininden sonra bir otelde verilen yemeðe katýlan konuklar hem Arnavutça, hem Türkçe, hem de Makedonca nefesler söyleyerek günü daha anlamlý kýldýlar. Yemekten sonra ben bir gün önce ziyaret ettiðim eve tekrar giderek Ali ve Bayram Alidoski kardeþlerle söyleþi yaptým. Onlarýn ve Ali Alidoski’nin çocuklarýnýn Türkçe söyledikleri nefesleri kaydettim.
8 Temmuz 2004 HARABATÝ BABA DERGÂHI: Bugün dernek yönetimi bizi yalnýz býrakmýyor. Tetova’da (Kalkandelen) bulunan tarihi Harabati Baba Dergâhý’ný ziyaret için yola çýkýyoruz. Dergâh’ý ziyaret etmeden önce Gostivar ili yakýnlarýnda yaþayan Hýdýr Baba Tekkesi Babasý Eyüp Rakibi’yi Vrutok köyünde ziyaret ediyoruz. Bu köy ayný zamanda Vardar Nehri’nin de doðduðu köy. Baba balýkçýlýk yapýyor. Kendi evinin yanýnda tesislerini kurmuþ, metre uzunluðunda balýklar yetiþtiriyor. Uzun bir söyleþi yapýyorum. Ýlginç bir bilgiye de ulaþýyorum: Kendisi ABD’deki meþhur Detroit Recep Baba Dergâhý’nda iki buçuk ay kadar kalmýþ. Ünlü Ferdi Baba’nýn bilgilerinden faydalandýðýný öðrendiðim Eyüb Baba’dan Recep Baba hakkýnda ayrýntýlý bilgiler derliyorum.
Sayý 3
CAFER BABA TÜRBESI: Vrutok köyüne bir km. uzaklýkta bulunan erenlerden Cafer Baba Türbesi’ni de ziyaret ediyoruz. Bu türbe de çok harap bir haldeyken mihmanlar tarafýndan onarýlmýþ. Türbenin bulunduðu alan içinde tarihi Bektaþi mezar taþlarý muhafaza edilmiþ. TETOVA (KALKANDALEN), HARABATI DERGÂHÝ: Tarihiyle ilgili bilgileri sevgili dostumuz, deðerli insan Þevki Koca’nýn Cem Dergisi’ne yazmýþ olduðu yazýdan hatýrladýðým Harabati Dergâhý’nýn açýkçasý bu kadar büyük olacaðýný tahmin etmiyordum. Görünce anladým ki bu “Dergah” tam anlamýyla bir dergâh ve iyi korunmuþ, en büyük Bektaþi dergâhý. Dört yüz elli yýllýk olan bu büyük dergâh ayný zamanda “Sersem Ali Baba Dergâhý” olarak da anýlmaktadýr. Duvarlarla çevrilmiþ çok geniþ bir bahçe içinde bulunan Dergâh; türbeleri, meydanevi, mihmanevi, büyük çeþme, büyük þadýrvan, vb.’nin de içinde yer aldýðý yapý birimleriyle tam bir kompleks görünümünde. Harabati Dergâhý’nýn içinde bulunduðu Teteva (Kalkandelen) ilinin nüfusunun çoðunluðu Arnavutlardan oluþuyor. Dört yüz elli yýllýk tarihinde birçok badireler atlatan bu dünyanýn en büyük Bektaþi dergâhý, þimdi her zamankinden daha zor günler yaþýyor. Harabati Dergâhý’nýn Babasý Tahir Emini ve Dergâh’ýn tek derviþi Abdülmütalip Bakýri’den aldýðýmýz bilgilere göre, son iki yýldýr ve özellikle de son dönemlerde Dergâh üzerinde çok büyük baskýlar yaþanmaktadýr: “Ýslam Birliði” adý altýnda militarist dinci bir yapýya sahip olduklarý anlaþýlan örgütlü bir gurup tarafýndan açýkça Dergâhý’n tüm mal varlýðýna el konulmasý, buradaki Bektaþi/Alevi varlýðýnýn yok edilmesi yönündeki çalýþmalar tüm hýzýyla sürdürülmektedir. Önce, Tahir Emini Baba’da mevcut bulunan belgelerde de kayýtlý Harabati (Sersem Ali Baba) Dergâhý’na ait vakýf arazilerine zorla el konulma giriþiminde bulunulmuþ ve Dergâh’ýn bitiþindeki tepelik alanýn eteðindeki tarla iþgal edilerek demir ve çitlerle çevrilmiþtir. Herhalde ya belediyeden ya da baþka idari mercilerden kolaylýklar “yakalamýþ” olacaklar. Bununla yetinilmemiþ, elli kiþilik silahlý bir gurup, bir gece yarýsý Dergâh’a baskýn yapýp silahla içeride bulunanlarý tehdit ederek Dergâh’ýn bir bölümünü ele geçirmiþlerdir. UÇK, yani Yugoslavya’nýn parçalanmasýnýn arkasýndan yaþanan kanlý olaylar sýrasýnda kurulan Arnavut paralý ordu milislerinden kiraladýklarý katilleri de arkalarýna alarak, Dergâh’ýn Bektaþi Meydanevi’ni iþgal eden elli kiþi, burada ezan okuyup, namaz kýlmýþlardýr. Yine burada ibadette bulunan analarýmýza hakaret ve iþkence eden bu terörist guruba kadýnlar karþý koymuþ; gece boyunca Meydanevi’nden çýkmayarak iþgalcilere karþý direniþ göstermiþlerdir. Bununla yetinmeyen azýlý gurup, babayý ve derviþi ölümle tehdit etmiþler ayrýca Abdülmütalip Bakýri Derviþ’e birçok kez kurþun atmýþladýr. Bu hain saldýrýlarý men etmek için gerek ildeki gerekse diðer illerdeki, Arnavutluk’taki tüm Bektaþi kurumlarýyla, devlet birimleriyle temasa geçip, iþgalci, saldýrgan gurubu mahkemelere veren Tahir Emini Baba ve onun baþ yardýmcýsý, derviþi Abdülmütalip Bakýri bu giriþimlerden bir netice elde edememiþlerdir. Dergâh’ýn baþka birimlerine de el koymaya baþlayan bu çetenin arkasýnda Teteva Müftüsü’nün yanýnda Almanya’da Kaplancýlar olarak bilinen Ýslamcý terör guruplarýnýn da olduðu söylenmektedir. Anlaþýlan Batý Avrupa’dan dýþlanan dinci terör guruplarý Balkanlara sýzarak buralarda kendilerine yeni üstler kurmaya çalýþmaktadýrlar. Telefonlarý kesildiði için dünyayla baðlantý kurmalarý engellenen, yiyecek kaynaðý durumundaki inekleri çalýnan bu insanlarýn dramý aslýnda dünya insanlýðýný da ilgilendirmektedir. Bizi üzen vahim bir olay da Dergâh’ta misafir olduðumuz 8 Temmuz Perþembe gecesi yaþanmýþtýr. Dergâh’a giren ve büyük ihtimalle ayný çetenin mensuplarý olduðu anlaþýlan kimliði belirsiz insanlarca dört Bektaþi mezar taþý kýrýlmýþ, ikisi yerlerinden sökülerek sürüklenip baþka yerlere atýlmýþtýr. 9 Temmuz 2004 Cuma günü
Mekadon polisini çaðýrarak konu hakkýnda zabýt tutturduk. Polisler de bu olayýn ilgili kiþiler tarafýndan yapýlmýþ olma ihtimali üzerinde durdular. Deðerli Dostlar; bu güzel memlekette, yüzyýllar boyunca her türlü zorluða karþý Hak/Muhammed/Ali adýna, Aleviliðin/Bektaþiliðin tüm erdemlerinin yaþamasý için çeraðlarýný uyarmýþ canlarýmýz çok zor durumdalar. Bizlerden aðlayarak yardým istiyorlar/bekliyorlar. Çaresizler. Korkusuzca zalime karþý direnen bu gönülleri tertemiz insanlarýmýza sahip çýkmayacaðýz da ne yapacaðýz? Gün, birlik ve dayanýþma günü deðil mi? Onlarýn bir çok ricasý var. Her þeyden önce neden dünya Alevileri Bektaþileri bizim sesimizi duymuyorlar?, diyorlar. Burasý cennet kadar güzel bir yer, gelsin Aleviler/Bektaþiler burada konaklasýnlar; hem bize sahip çýksýnlar, hem de buranýn güzelliklerini görsünler, diyorlar. Avrupa’dan Türkiye’ye giderken neden bizim Dergâh’ýmýza uðramaz insanlar, “neden Türkiye’den ziyaretçimiz yok?”, diye hep bana soruyorlar. Ben de diyorum ki, gerçekten de cennet kadar güzel bu beldeyi ziyaret etmek, bu Balkan topraðýna uðramak bir hac deðil midir? Þimdi Soruyorum Dostlar; y Bu terör çetesine kimse dur demeyecek mi? y Dört yüz elli yýllýk Bektaþi dergâhý terör odaklarýnýn eline mi teslim edilecek? y Dünyadaki Alevi/Bektaþi örgütleri Ali hakký için bir tek adým atmayacaklar mý? y Yüzyýllardýr çile çeke çeke, her türlü zulmü yaþamaya alýþtýrýlan bu Alevi/Bektaþi toplumunun bir tasasýz günü olmayacak mý? y Yüzyýlladýr daðýtýla, daðýtýla; parçalana, parçalana; bölüne, bölüne birbirinden koparýlan dünyadaki tüm Alevi/Bektaþi topluluðunu kucaklayacak ortak bir örgütlülüðe doðru gidilemeyecek mi? y Dünya çapýnda bir merkezde tüm dünya Alevi/Bektaþi varlýðýnýn bilgilerini toplayacak bir arþiv, bir kütüphane, bir enstitü, bir bilim-araþtýrma merkezi, bir yayýn merkezi kurulamayacak mý? Kurulamayacaksa bunca dernek, vakýf niye kuruluyor? Bu kuruluþlarýn tek gayesi þölen düzenlemek mi? Þölenlerden elde edilen paralarýn ne kadarý araþtýrma/inceleme faaliyetleri için kullanýlýyor? Bir sonraki Serçeþme’de, yeni “Gezi Notlarý”nda buluþmak dileðiyle esen kalýn….
ADRES: Makedonya Bektaþiler Birliði Oturum Yeri / Harabati Baba Tekkesi/ Tetova (Kalkandelen) Lubotenska, B.B. Tel: +389.(0)70.563 578 (Tahir Emini Baba’nýn Cep Telefonu)
Fotoðraf: Katre Can
Ekim 2004
29
Ýyi ki Geldin Ahmet Koçak
R
uhi Su, 1912’de Van’da dünyaya geldi, küçük yaþta öksüz ve yetim kaldý. Ýlk ve ortaokulu Adana’da yatýlý olarak okudu. 1933’te Konya öðretmen okulunda son sýnýfta iken, bu okuldan Ankara’daki Musiki Muallim Mektebi’nin son sýnýfýna yatay geçiþ yaptý. 1936 yýlýnda bu okulu bitiren Ruhi Su, ayný yýl konservatuarýn opera bölümüne girdi. 1942’de opera öðrenimini tamamladýktan sonra, on yýl operada çalýþtý. Bu süre içerisinde baþta Bastien Bastienne, olmak üzere Madam Butterfly, La Boheme, Satýlmýþ Niþanlý, Fidelio, Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düðünü, Rigoletto, Aþk Ýksiri adlý operalarda oynadý. Ruhi Su, çocukluðundan baþlayan türkü söyleme sevdasýný, hiçbir zaman býrakmadý. Kendi deyiþiyle, “türkü söylemek bir aþk halidir.”
Ezgili Yürek Hangi taþý kaldýrsam Anamla babam Hangi dala uzansam Hýsým akrabam Ne güzel bir dünya bu Ýyi ki geldim Süt dolu bir torbayla Þöylece çýkageldim Kime elimi verdimse Döndürüp yüzümü baktýmsa Kýsmet kapýyý çaldý Kör pýnara su geldi Ben þakýyýp durdukça öyle Gülün kokusu geldi Bebesi olmayana Bunalýp da kalmýþa Acýlarla yüklü Dargýn yüreklere Yetiþtim geldim Ýyi ki geldim.
“Alevi nefeslerini, Alevi müziðini geniþ halk kitlelerine kararlýlýkla ilk duyuran Ruhi Su’dur. O Alevi müziðinde, halklarýn yýllar süren baþkaldýrý mücadelesini görmüþtür”.1 Aldýðý Klasik Müzik eðitimini, türkülerin derlenmesinde, notaya alýnmasýnda, söylenmesinde ustaca kullanmýþtýr. Daha okul yýllarýnda çeþitli korolarýn kurulmasýna öncülük etmiþ, türkülerin geniþ kitlelerce sevilmesini saðlamýþtýr. Halkýn sanatçýsýdýr, halk ozanlarý, Pir Sultan, Yunus Emre, Karacaoðlan, Köroðlu, Dadaloðlu yeniden þahlanýr onun sesinde. Yemen Türküleri isyandýr, çaresizlik ve ümitsizliðe karþý; Zeybekler cesarettir, yiðitliktir onun yorumlayýþýnda. Nazým Hikmet, Hasan Hüseyin Korkmazgil. Fazýl Hüsnü Daðlarca ve daha nice þair ve ozanlarýmýz bir baþka lezzettir onun söyleyiþinde. Çileli bir yaþam sürmüþ olan Ruhi Su, yaþadýðý ülke insanlarýnýn sorunlarýna da duyarsýz kalamazdý. Safýný çoktan belirlemiþti. Egemen güçlere karþý sazý, sesi ve sözüyle emekten, ezilen insanlardan yanaydý O. Onlarýn türküsünü söylüyor; sorunlarýný, dertlerini, acýlarýný, sevinçlerini, aþklarýný dile getiriyordu. Onlarýn özlediði dünyayý beraber düþlüyordu:
30
Kýyamet dedikleri Ha koptu ha kopacak Yoksuldan, halktan yana Bir dünya kurulacak Bu dizelerdeki anlatýlan düþünceyi hayatýnýn merkezine alan bir kiþi “tehlikelidir” gayri. “Alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandasý yapýyor. Hesabý sorula, sesi kesile!” Fetva verilir. Ve, 1952 sonbaharýnda tutuklanýr Ruhi Su. Dönemin meþhur siyasi þubesi, “Sansaryan Han”a götürülür, tabutluða konur. Aðýr iþkenceler görür. “Adalet tarihimizin en karanlýk sayfalarýný oluþturan sistematik iþkence uygulamasýnýn talihsiz kurbanlarýndan biri olan Ruhi Su, bu olaylarý hiçbir zaman dile getirmedi. Uðradýðý haksýzlýklardan kendisine kahramanlýk payý çýkartmayý hiç düþünmedi”.2 TKP üyesi olmak, Alevi türkü ve deyiþlerini söylemek “suçundan” beþ yýl hapis yatar.
RUHÝ SU Burada da boþ durmaz. Beste yapar, þiir yazar, türküler söyler. Her ne kadar baðlama yasak olsa da “Ruhi Su, türküler üzerine en verimli çalýþma dönemini cezaevinde geçirdi. Bestelediði türkülerin çoðu bu döneme rastlar. ‘Bu Nasýl Ýstanbul Zindan Ýçinde, Mahsus Mahal, Hasan Daðý’ gibi...”3 Hapislik biter. Sonra sürgüne gönderilir. Bu dönemde, zorlu koþullar beklemektedir Ruhi Su’yu. Devlete muhalif olduðu için opera yaþamý bitmiþtir. Ýþ bulup geçinmesi için gönül verdiði türküleri söylemesi de yasaktýr. 1960 yýlýnda bu yasak kalkar. Bundan sonra artýk tek iþi, türkü söylemek olur. En son kurmuþ olduðu Dostlar Korosu’yla, kasetlerle, plaklarla ve konserlerle yüzlerce türküye hayat verir. 1964 yýlýndan itibaren toplam 16 adet
Sayý 3
45’lik ve 11 adet uzunçalar plak albümü çýkarýr. ‘Seferberlik Türküleri’, ‘Kuvay-ý Milliye Destaný’, ‘El Kapýlarý’ ve ‘Þiirler-Türküler’ uzun çalarlarý Almanya’da da yayýnlanýr. ‘El Kapýlarý’, Köln’de o yýlýn ‘Eleþtirmenler Ödülü’nü alýr. Yetmiþ üç yaþýnda, prostat kanserine yakalanmýþtýr Ruhi Su. Tedavi için yurt dýþýna gitmesi gerekir. “Sakýncalý” olduðu için pasaport verilmez. “‘Yalnýz bir defaya mahsus olmak üzere’ yurtdýþýna çýkmasýna izin verildiðinde ise artýk çok geçti. Yaþamý boyunca hiçbir lütfundan yararlanmadýðý devletin isteksizce verdiði bu pasaporttan yararlanmadý, yararlanamadý.”4 Türkiye emekçi halký, onurlu, inançlý ve ödünsüz kiþiliðiyle örnek bir aydýn olan deðerli sanatçýsýný, 20 Eylül 1985’te kaybetti.
Ölüm Yýldönümü Ruhi Su aramýzdan ayrýlýþýnýn on dokuzuncu yýlýnda, 19 Eylül Pazar günü, Zincirlikuyu’da mezarý baþýnda toplanan dostlarý tarafýndan anýldý. Anmaya Ruhi Su’nun eþi Sýdýka Su, oðlu Ilgýn Su, þair Arif Damar, müzisyen Muammer Ketencioðlu, 68’liler Birliði Vakfý Baþkaný Gökalp Eren, Dostlar Korosu’nun dünden bugüne koristleri ve onlarca Ruhi Su seveni katýldý. Saygý duruþundan sonra Þair Arif Damar bir konuþma yaptý. Konuþmasýnda, Ruhi Su ile
olan ortak anýlarýna yer veren Damar, öz olarak þunlarý söyledi: “Dünya’yý deðiþtirmek isteyen bütün insanlar gibi, Ruhi Su da bir ‘sanýktý’. Düzenle hiçbir zaman uyuþmadý. Bu yüzden sanýktý. Ama suçlu deðildi. Ruhi, sanatýyla etkiliydi ve kendisini kabul ettirmeyi baþarmýþtý. Dostu olmaktan onur duyuyorum.” Arif Damar’dan sonra söz alan, 68’liler Birliði Baþkaný Gökalp Eren Ruhi Su’nun Anýt Mezarýný göstererek, konuþmasýný þöyle bitirdi: “Yine kurþunlanmýþ. Bu gösteriyor ki Ruhi Su ölmedi, hâlâ savaþýyor. Hem de en ön cephede. Geçmiþte en zor günlerde gençler, Ozan’ýn müziðiyle moral buluyorlardý. Bugün de öyle” diyen Eren, sözlerini, “Ruhi Su’ya ulus olarak da sahip çýkmak zorundayýz. !” Ruhi Su Dostlar Korosu adýna, koro elemanlarýndan Ümran Seyhan ve müzisyen Muammer Ketencioðlu da Ruhi Su’nun sanatý üzerine kýsa birer konuþma yaptýlar. Anma etkinliði, katýlan sanatçýlarýn Ruhi Su eserlerini seslendirmesiyle son buldu. NOTLAR: 1 Füsun Akatlý, Bir de Ruhi Su geçti, Aralýk 2001. 2 Agy. 3 Agy. 4 Agy. * Âþýk Kul Hasan Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz Alev Yayýnlarý, Mayýs 2004
ÂÞIK KUL HASAN
Yaþýyor Ruhi Su ölür mü halkýn kalbinde Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor Halkýn sesi halk destaný dilinde Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor Sevgili dostlarým þu bir gerçek söz Tarihte bellolur ak yüz kara yüz Aziz dotlar Ruhi bizim Ruhi’miz Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor. ... Tarihin akýþý asla önlenmez Halký gerçek seven yolundan dönmez Halk ölmez halkýn ozaný ölmez Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor Altmýþ doktor rica ettiler Alman Pasaport vermedi büyükbaþ þiþman Gerçek insan gerçek eser yaratan Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor Öldü sayýlýr mý halka mal olan Irmak gibi akýp denizi bulan Halk ile aðlayan halk ile gülen Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor ... Halkýn Ruhi, halk baðrýnda yaþayan Halkla yaþar halk aþýðý Kul Hasan Ölümsüzdür ölmezliðe kavuþan Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor
Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkacak ve Daðýtýlacak Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.
Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar ile nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz. Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone olmaya, abone yapmaya, temsilcilik görevini üstlenmeye, bulunduklarý yöreye derginin toplu getirtilmesini, elden daðýtýlmasýna el vermeye çaðýrýyoruz.
BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR: Yurtdýþý - Almanya: Bremen Adnan Kýlýç +49.174.448 49 59; Darmstad Hüseyin Akýn +49 179 107 88 56; Frankfurt Sedat Bican +49 170 751 25 35; Gladbach Behcet Soguksu; Hanau Kemal Nayman +49.173.667 7291; Kassel Hüseyin Öztürk +49 162 153 33 20; Oberhausen Mehmet Kaz +49 173 612 01 95; Stuttgart Kýlavuz Bakýr +49 162 909 70 70; Avusturya: Tirol Hüseyin Polat +43 650 841 55 99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32 473 49 37 12; Danimarka: Aarhus Yücel Tanrýverdi +45 5124 0283; Fransa: Paris Ahmet Kesik +33 672 96 33 44; Hollanda: Gelderland Ali Rýza Aðören +31 651 25 63 19; Ýsviçre: Basel Ýbrahim Bakýr +41 78 808 40 07; Norveç: Oslo Ali Kýlýnç +47 9208 6450. Yurtiçi - Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532 791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi 0535 949 43 13; Ankara: Sýhhiye Timur Özmen 0532 313 87 78; Merkez Ýsmail Metin 0532 644 95 37; Antalya: Merkez Ýlyas Þimþek 0544 578 22 99; Burdur: Merkez Mehmet Turan 0248 234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil 0546 237 32 96; Diyarbakýr: Merkez Mehtap Ürer 0535 872 63 03; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin Düzenli 0555 204 73 79; Acýbadem Koray Berktaþ 0533 244 61 25; Alibeyköy
Ekim 2004
Veysel Köse 0544 305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536 552 68 75; Bahariye Zehra Ünder 0533 722 03 91; Baðcýlar Haydar Erdoðan 0212 657 17 77; Beyazýt Bekir Delibaþ 0212 516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk 0212 224 22 42; Esenyurt Ýlhami Arslantaþ 0544 218 48 25; Fatih Rukiye Delibaþ 0536 396 83 56; Ýçerenköy Yýlmaz Gürbüz 0535 524 49 12; Kadýköy Kazým Erol 0216 347 14 41; Kaðýthane Aydýn Deniz 0212 320 18 18; Kayýþdað Veli Göynüsü 0532 687 31 09; SarýgaziTaþdelen Ergül Þanlý 0532 410 51 79; Soðanlýk Hasan Harabati 0532 787 7098; Sultanbeyli Sadegül Çavuþ 0535 491 07 58; Ümraniye Ýsa Polat 0536 968 99 75; Üsküdar Sabri Karaman 0533 263 02 43; Yenidoðan Salih Arslan 0535 941 15 09; Ýzmit: Gebze Gülay Türkoðlu 0535 497 89 92; Konya: Beyþehir Hüseyin Kutlu 0535 522 75 11; Beyþehir Salman Zebil 0542 431 56 91; Malatya: Merkez Hamza Doðan 0536 264 83 57; Maraþ: Elbistan Ali Kaya 0535 466 38 43; Mersin: Merkez Cemal Kayhan 0542 662 12 47; Nevþehir: Hacýbektaþ Erhan Çetin 0536 426 94 33; Samsun: Merkez Cem Sultan Ermiþ 0532 700 49 61; Terme Emrah Çolak 0542 341 33 03; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282 263 05 79; Urfa: Kýsas Ahmet Aykut 0536 777 63 47; Sýrrýn Sadýk Besuf 0537.392 6375.
31
SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
AVRUPA PARLAMENTOSU YEÞÝLLER/ÖZGÜR AVRUPALILAR BAÐLAÞIKLIÐI GRUBU TARAFINDAN DÜZENLENEN ÜÇ GÜNLÜK ETKÝNLÝK
Avrupa Birliði’nde Türkiye: Ortak Geleceðimiz
A
vrupa Parlamentosu Yeþiller/Özgür Avrupalýlar Baðlaþýklýðý (EFA) grubunun düzenlediði “Avrupa Birliði’nde Türkiye: Ortak Geleceðimiz konulu etkinlik 19 Ekim Salý-22 Ekim Cuma günleri arasýnda Ýstanbul Hilton Konferans Merkezi’nde yapýlacak. Etkinliðin birinci günü olan 19 Ekim Salý 15:00 - 18:30 arasýnda AB-Türkiye Ortak Parlamento Komitesi Ortak Baþkaný Joost Lagendjik yönetiminde “Avrupa’nýn Deðerleri ve Sýnýrlarý” konulu yuvarlak masa toplantýsý iki panelin katkýlaryýla yapýlacaktýr. Birinci panel 15:00 -16:30 arasýnada “Türkiye ve Avrupanýn Sýnýrlarý Sorunu”nu tartýþacak. Panelde, Berlin Eknomi ve Politika Enstitüsü’nden Heinz Kremer, Avrupa Parlamentosu Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný Daniel Cohn-Bendit, Almanya; Avrupa Parlamentosu Yeþiller/EFA grubunun Avusturyalý üyesi Johannes Voggenhuber; Ýstanbul’dan Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfý adýna Etyen Mahçupyan; Paris 1 Üniversitesi ve Galatasaray Üniversitesi öðretim üyesi Prof. Ahmet Ýnsel yer alacak. Ýkinci panel 17:00 - 18:30 arasýnda “Ýslam, Avrupa ‘Kimliði’ ve Türkiye’nin AB Üyeliði” konusun tartýþacak. Panelde, Devlet Bakaný Mehmet Aydýn; gazeteci Ruþen Çakýr; Hollanda, Leiden Üniversitesi’nden Prof. Zürcher; Alevi toplumunu temsilen Genel YayýnYönetmenimiz Esat Korkmaz yer alacak. Etkinliðin ikinci günü olan 20 Ekim Çarþamba saat 9:30 - 11:00 arasýnda AP Yeþiller/EFA Grubuna Almanya üyesi Cem Özdemir yönetiminde “Türkiye’de Medeni Özgürlükler” konulu yuvarlak masa toplantýsý, bir tartýþma panelin katkýlarýyla yapýlacak. Panelde, TBMM eski Diyarbakýr üyesi Leyla Zana; Avrupa Parlamentosu Ýnsan Haklarý Alt Komitesi’nin Baþkaný Helene Flautre; Ankara’dan Ýnsan Haklarý Vakfý Baþkaný Yavuz Önen; Ýstanbul Barosu eski baþkaný Yücel Sayman; ve Helsinki Vatandaþlýðý’ndan Murat Belge yer alacak. Ýkinci günün, sabah bölümünün ikinci yuvarlak masa toplantýsý, saat 11:30 - 13:00 arasýnda, “Türkiye’de Kadýn Haklarý” konusunu, Avrupa Parlamentosu Ýnsan Haklarý Alt Komitesi’nin Baþkaný Helene Flautre yönetiminde, bir panelin katkýlarýyla tartýþacak. Panelde, Ankara Türk Ceza Yasasý Kadýn Çalýþma Grubu’ndan Þenal Sarýhan; Diyarbakýr’dan Ka-Mer adýna Nebahat Akkoç; Avrupa Parlamentosu Yeþiller / EFA grubundan Eva Lichtenberger; Ýzmir’den TCY
Kadýn Çalýþma Grubu’ndan Ayþen Erdoðan; Lambda-Ýstanbul’dan Yeþim Baþaran; Ýstanbul Mor Çatý Kadýn Sýðýnaðý’ndan Canan Arýn yer alacak. Ýkinci gün 15:00 - 18:30 arasýnda yapýlacak yuvarlak masa toplantýsýnda, “Türkiye ile Üyelik Görüþmeleri Üzerine Karar ve Komisyon’un Raporu” konusu, AP Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný Daniel Cohn-Bendit yönetiminde, iki panelin katkýlarýyla tartýþýlacak. Birinci paneldeki tartýþmalarda Giriþim ve Biliþim Toplumu Komiseri Olli Rehn; Almanya Dýþ Ýþleri Bakaný Joschka Fisher ve Türkiye Dýþ Ýþleri Bakaný Abdullah Gül yer alacak. Ýkinci paneldeki tartýþmalara Ýstanbul’dan yazar Orhan Pamuk; CHP Milletvekili Kemal Derviþ; CHP Milletvekili Zülfü Livaneli; Baþbakanlýk Danýþmaný Cüneyd Zapsu; AB-Türkiye Ortak Parlamento Komitesi Ortak Baþkaný Joost Lagendjik; AP Yeþiller/EFA grubunun Almanya üyesi Cem Özdemir katýlacak Etkinliðin üçüncü günü 21 Ekim Perþembe sabah 10:00 - 13:00 arasýnda “Türkiye’de ve Geniþleyen Avrupa’da Çevre ve Tarým” konusunu tartýþacak olan yuvarlak masa toplantýsýný AP Tarým Komitesi Baþkan Yardýmcýsý Almanya’lý Friedrich-Wilhelm Greafe zu Baringdorf yönetecek. Tartýþma panelinde, Sanayi Bakaný Hilmi Güler; AP Yeþiller/EFA grubu baþkan yardýmcýsý Claude Turmes; Bergama Madene Karþý Hareketten Senih Özay; Afyon’dan Türkiyeli Çiftçilerin temsilcisi Vehbi Ersöz; Türkiye Genetiði Deðiþtirilmiþ Gýdalara Karþý Platform adýna Arca Atalay; Istanbul Yeþil Barýþ örgütünden Melda Keskin yer alacak. Tartýþmalarda varýlan sonuçlarý saat 12:45 -13:30 arasýnda AP Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný Monica Frassoni ve AB-Türkiye Ortak Parlamento Komitesi Ortak Baþkaný Joost Lagendjik sunacak Öðleden sonraki 3:00 - 18:30 arasýnda Heinrich Böll Vakfý’nýn iþbirliði ve desteði ile gerçekleþtirilecek olan yuvarlak masa toplantýsý “Türkiye’de Çevre ve Çevreci Hareketler: Ýliþki Kurma Yollarý” konusunu, Almanya’dan AP Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný Rebecca Harms ve Heinrich Böll Vakfý-Ýstanbul’dan Ulrike Duffner yönetiminde bir panel tartýþacak. Tartýþma panelinde Almanya’dan AP Yeþiller/EFA Grubu üyesi Angelika Beer; Ýngiltere’den Avrupa Parlamentosu Yeþiller/EFA Grubu üyesi Jean Lambert; Avrupa Yeþil Partisi’nin Genel Sekreteri Arnold Cassola, ve Türkiye Yeþiller Hareketi’nden Ümit Þahin yer alacak.