SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
AVRUPA BÝRLÝÐÝ: RÜYA MI? KÂBUS MU?
BU SAYIDA FÝKRET OTYAM Sahi mi Ey Canlar? ESAT KORKMAZ Þamanýn Dünyasý - Bölüm I ÝSMAÝL KAYGUSUZ Bir Olalým, Ýri Olalým, Diri Olalým ÝSMAÝL ÖZMEN Tassavvuf BÝR KÝTAP Hasan Sabbah ve Alamut MURTAZA DEMÝR Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý ESEN USLU Alevilere Duyurulmayan Alevi Raporu AABK Avrupa Birliði Sürecinde Aleviler AABF Ýki Günlük Toplantý Sonuç Bildirgesi ÝSMAÝL KAYGUSUZ Teþekkür ve Yadýrgama HASAN HARMANCI Avrupa Birliði ve Alevilere Yaklaþým Sorun
BURHAN KOCADAÐ Lolanlýlarýn Tarihçesi - Bölüm II LÜTFÝ KALELÝ Alevilik Ýslam mý Ayrý Bir Ýnanç mý? ERDOÐAN ALKAN Alevilikte Üç Sayýsý ALÝ KAYA Anayasa Ne Diyor? DR ÖMER ULUÇAY Düþünce ve Ýnanç Evreninde Akýl CENGÝZ YILDIRIM Tasavvu ve Hallac-ý Mansur ALÝ RIZA VE HÜSEYIN ALBAYRAK ile Söyleþtik AYHAN AYDIN Anadolu Erenlerinin Ýzinde ESAT KORKMAZ Aleviliðin Bektaþiliðin Özgünlüðü
AYLIK DERGÝ Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd. Þti. adýna Ahmet Koçak Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü - Ýstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635 E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com Baský: Mart Matbaacýlýk, Ceylan Sk. No 24, Nurtepe, Kaðýthane, Ýstanbul - 0212.321 2300 Yayýn Türü: Yerel - Süreli
FÝYATI: TL 3 / € 3 / £ 3 OCAK 2005 SAYI: ISSN 1304-986
9 771304 986000
Ocak 2005
6
Acý ve sýkýntý, umudun “yiyeceði”dir; acý ve sýkýntý olduðuna göre, onu “lokma” yapýp umudu “beslemek” bize kalýyor.
“Koþullu” Koþullara Doðru Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni Türkiye, 17 Aralýk’ta, Brüksel’de “koþullu” bir müzakere tarihi aldý: Arap dünyasý, Ýsrail ve diðer Akdeniz ülkeleriyle derin tarihsel ve ekonomik baðlarý, Ýslam Konferansý içindeki yeni konumu, petrol kaynaklarýna yakýnlýðý ve stratejik su kaynaklarýna sahip olmasý vb. nedenlerle Avrupa’nýn Türkiye’ye “hayýr” demesi zaten olanaksýzdý. Bu yüzden kaçýnýlmaz olan, ötesinde beklenen, bilinen “evet” gerçekleþti. Beklenmeyen ya da direnemediðimiz için beklentilerimizi aþan “koþullar” idi. AKP hükümeti, ucu açýk olmayan, serbest dolaþýmý engellemeyen, koþullu bir metin içermeyen, Kýbrýs konusunda dayatma getirmeyen bir müzakere kararý istediðini ve beklediðini, bunu gerçekleþtirmek için çaba harcayacaðýný, 17 Aralýk öncesinde, devlet adýna dile getirmiþti; söz vermiþti bir bakýma. Oysa 17 Aralýk’taki AB kararý, bu beklentinin tam tersine oldu; Türkiye’nin istekleri dýþlandý. 17 Aralýk’ta “keskin bir virajýn” dönüldüðü açýktýr: Bu dönüþü, duygusallýktan arýnýp akýlla yorumlamak ve yarýnlara çok daha hazýrlýklý olmak durumundayýz. Öncelikle taraflarýn süreci “yönetme” tarzlarýna bakalým: Türkiye’yi yönetenlerin tutumu; “Avrupa sosyalizminde Revizyonizmin babasý Eduard Bernstein’in ‘Hareket her þeydir, nihai hedef hiçbir þey’ saptamasýyla, Sertap Erener’in ‘Any Way that I can’(Ne istersen yaparým) yalvarmasý karýþýmý, traji-komik Doðu-Batý sentezi. Bunlar, Avrupa Birliði üyeliði baðlamýnda kendi vatandaþlarýna gerçekleþmesi olanaksýz umutlar(serbest dolaþým, tarýma AB parasý vb.) yarattýktan sonra, þimdi dönüp ‘Olacak, olacak. Bir kere imza attýk ya kimse engelleyemez..’ demeye devam edecekler.”(*) Avrupa’yý yönetenlerin tarzýna gelince; “onlar da kendi halklarýna, ‘Merak etmeyin olmasý için önce –ülkesine göre deðiþmek üzere- ‘domuzlarýn uçmasý’(Ýngiltere), ‘tavuklarýn diþ çýkarmasý’(Fransa), ‘Tuna’nýn tersine akmasý’(Avusturya) gerekir diyecekler. Almanlarýn iþiyse zor, çünkü o dilde böyle bir deyim yokmuþ”(**) Görüþmelere baþlama tarihinin 3 Ekim 2005 olarak saptanmasý, Türkiye’nin AB üyeliði için kesin bir güvence oluþturuyor mu?, sorusuna, “Oluþturmuyor” biçiminde yanýt vermek zorundayýz. Çünkü, anlaþma AB’yi hiçbir yükümlülük altýna sokmuyor. AB ülkeleri, görüþmeleri kesme olanaðýna sahip mi? sorusuna, “Evet” biçiminde yanýt vermek durumundayýz. Çünkü, müzakere sürecinin herhangi bir aþamasýnda, þu ya da bu nedenle “Hayýr” diyen bir ülke çýkarsa görüþmeler kesilebilir. Görüþmelerden bir sonuç alýnamazsa ne olur? sorusuna, “Türkiye’nin seçenek olanaklarýný elinden alan bir düzenleme yapýlmýþ olduðu için üyelik dýþý özel statü koþullarýna razý olmaktan baþka çare yok” biçiminde yanýt vermek kaçýnýlmazdýr. Brüksel’de 17 Aralýk’ta çýkan karar metninin ayrýntýlarýnda “gizli” gerçekler veri alýndýðýnda; Türkiye’nin bütün koþullarý yerine getirmesi durumunda 3 Ekim 2005’te müzakerelere baþlanmasýnýn planlandýðý anlaþýlýr. Bir yandan “Kýbrýs Cumhuriyeti”ni tanýmak müzakerelerin önkoþulu durumuna getirilirken, diðer yandan “referandum planlarý”yla Türkiye’nin AB’ye tam üyeliði neredeyse “ortadan kaldýrýlýyor”. Kýbrýs konusunda tüm taraflarýn kabul edeceði adil bir çözüme ulaþýlmadan Türkiye’nin “Ankara Anlaþmasý”ný geniþletecek protokolü imzalamasý, “Kýbrýs Cumhuriyeti”ni tanýdýðý anlamýna gelir. Böylesi bir karar, Kýbrýs Cumhuriyeti’ni, “AB’nin kabul ettiði egemenlik sýnýrlarý” ile tanýmayý “zorunlu” duruma getirdiðinden, ayný zamanda, “Kuzey Kýbrýs Türk Cumhuriyeti”(KKTC)’nin fiili “reddi” anlamýný içerir. (Devamý Sayfa 2’de.)
1
Baþtarafý 1.Sayfada
FEYZULLAH ÇINAR 24 EKÝM 1983’DE ÖLDÜ DÝYENLER!
“Koþullu” Koþullara Doðru Karar metninde Türkiye’ye “özel bir uygulama” getiriliyor: Bütün ortaklarýn duyarlýlýklarýnýn dikkate alýnacaðý ve her müzakere baþlýðýnda “veto” hakkýnýn kullanýlabileceði bir sürecin uygulanmasý hedefleniyor. Bu durumda müzakereleri 5 yýlda bitiririz diyenler “hem halký hem de kendilerini kandýrýyor.” Müzakere baþlýklarýný içeren her bir “dosya”, tüm üyelerin oylarýyla açýlacak ve kapanacaktýr: Herhangi bir nedenle “bir” üyenin “veto” hakkýný kullanmasý durumunda süreç týkanacaktýr. Sorunun çözümü konusunda bir “mekanizma” öngörülmediðinden “týkanýklýk”, ancak siyasi iliþkilerle aþýlabilecektir. Bu da “aday” ülke durumunda bulunan Türkiye’nin “ödün” vermesi anlamýna gelir. Yine metinde müzakere sürecinin kesilmesini gerektirecek bir baþka durumdan daha söz edilir: Buna göre, aday ülkenin hürriyet, demokrasi, insan haklarýna saygý, temel özgürlükler ve hukuk düzeni gibi AB’nin üzerinde kurulu olduðu ilkeleri ýsrarlý bir biçimde “ihlal” etmesi durumunda, Komisyon kendi baþýna ya da üye ülkelerin üçte birinin önerisiyle müzakerelerin askýya alýnmasýný ve müzakerelere yeniden baþlanabilmesi için “koþullar” getirilmesini önerir. Böyle bir önerinin yürürlüðe girmesini Konsey, aday ülkenin savunmasýný dinledikten sonra “nitelikli çoðunluk” ile kararlaþtýrýr. Bu düzenlemeyi, Türkiye’de temel hak ve özgürlüklerin daha fazla güvence altýna alýnmasýný saðlayacak bir “sigorta” olarak algýlamak gerekir. 17 Aralýk 2004 Brüksel Zirvesi’nin, Türkiye-AB iliþkilerinin geleceði için son derece önemli sonuçlar doðurduðunu kabul etmek durumundayýz: 3 Ekim 2005’te müzakerelere baþlanacaðýnýn “tescili”; müzakerelerin hedefinin “katýlým” olduðunun belirtilmesi “kazaným” gibi görünüyor. Ancak, müzakere sürecinin “açýkuçlu” olacaðýnýn, bu süreçte “koruma önlemlerinin” getirilebileceðinin, müzakerelerin ille de “tam üyelikle sonuçlanmayabileceðinin” ve 2014’ten önce üye olunamayacaðýnýn “vurgulanmasý” bu kazanýmý “tersine” çeviriyor. Müzakerelerin çerçevesi hakkýnda bilgilerin yer aldýðý bölümde, “müzakerelerin ortak hedefi katýlýmdýr”, cümlesine yer veriliyor. “Kazaným” olarak algýlanan bu cümlenin hemen arkasýndan da þu cümleler sýralanýyor: 1.“Müzakereler, sonucunun önceden garanti edilemeyeceði, açýk-uçlu bir süreçtir.” 2.“Kopenhag Kriterleri’nin tümü göz önünde bulundurulduðunda, þayet aday ülke üyelik yükümlülüklerinin tümünü üstlenememe durumunda olursa, söz konusu adayýn Avrupa yapýlarýna mümkün olan en kuvvetli baðlarla kenetlenmesi saðlanmalýdýr.” Bu cümlelerle anlatýlmak istenen, “kazanýmý” yalanlayan üyelik dýþý “özel statü”den baþka bir þey deðildir. Türkiye 2005’e bu koþullarda giriyor. Her þeye karþýn, zorluklarýn/güçlüklerin altýndan kalkacaðýmýza yönelik umudumu/inancýmý “öne” alarak Türkiye’ye ve Türkiye insanýna 2005 yýlýnda esenlikler diliyorum. (*) Ergin Yýldýzoðlu; Avrupa Birliði Rüyasý; Cumhuriyet Strateji; Yýl: 1; Sayý: 25; Sayfa: 4 (**) Adý geçen makale.
2
Sahi mi Ey Canlar?
1
Fikret Otyam
983 yýlýnýn Ekim ayýnýn 24’ünde, en yakýn komþumuzun Tanrý’nýn olduðu Selinuz Kalesi’nin dibinde tek katlý evimizin ki orasý eþi menendi olmayan, böylesi bir daha gelmediði/gelemeyeceði o yüce insan Gazi Mustafa Kemal’in adýný Gazipaþa olarak koyduðu ilçedir. Jeep’le eve yaklaþýrken saat 13.15, eþim Filiz’i gördüm, tarlada bir hoþ dolaþan, durdum. Aðlýyor gibiydi, ne iþi vardý tarlada, neden dolanýyordu böyle?.. Dedim, ya bizden ya onun canibinden birisi göçüp gitti öte dünyaya!. Nasýl sorarsýn “Kimden” diye? Soramadým bir süre, sonra “Hayrola” dedim, “n’oldu”? Konuþamadý/konuþmadý. Yineledim: “N’oldu ya, hayrola ne iþin var tarlanýn ortasýnda öðlen öðlen?” hýçkýrmaya baþladý, neden sonra sadece “Feyzullah” diyebildi.. “N’olmuþ Feyzulllah’a?” Yanýtlamadý bir süre, sonra “ölmüþ” diyebildi bu sefer aðlayarak. “N’olmuþ n’olmuþ Feyzullah’a, ölmüþ mü?” Baþýný salladý, “Yahu bu cihanda ölmeyi hak eden o kadar insan var, olur mu, neden Feyzullah, yanlýþ duymuþsundur..” TV de saat 13.00 haberlerinde almýþ haberi, o caným yüreði duruvermiþ!.. Saat 19.00 haberlerini iple çektim, o “kara habar” yoktu, nasýl sevindim açýklamaya gerek var mý? “Gördün mü” dedim eþime “Allah ölmemiþ” O’na Feyzullah derken daha çok Allah’ýn üzerinde dururdu dilim ve kaldý adý “Allah” diye, bu suçsa gök çadýrlým bu suçumu affede neyleyim baþka? Gözüm saatte, 23.00 haberleri baþladý ve bir ara “O” renklendi ekranda, önünde mikrofon çalýp söylüyordu, bir dize aklýmda çalýp söylediðinden: “Eyvallah dostlar!” Öðrendim ayrýntýsýný Hakk’a yürümesinin. Ne diyordu can dostum Enver Gökçe bir þiirinde: “Ölüm adýn kalleþ olsun!” Adýný Gazi Mustafa Kemal’in yani o yüce, o eþsiz insan Atatürk’ün verdiði Antalya’nýn doðudan son ilçesi Gazipaþa’da evet en yakýn komþumuzun Allah’ýn olduðu o dað eteðinde beþ yüz metre kara toprak üzerindeki evimizde neredeyse elliden fazla canlýyla yaþýyoruz! Otuzdan fazla kedi, üç ceylan, iki tavus, dört beþ peygamber tavuðu, yirmiye yakýn tavuk horoz, köpekler ki ikisi kurt haydut ve korsan, Filiz’in evde yaþayan köpeði baþka, çoban Kostak, yedi sekiz Moskoviç ördeði, sayýsýný bilemiyorum cins cins “tavþan” lar! Evet tavþan deðil, tavþanlar!..Yýllar yýlý katamamýþtým aileye tavþan milletini Alevi mihmanlar “rahatsýz olmasýn deyû”. Sonra can bir dedeye bunu açanda, sýrtýmý sývazlamýþ, “evimde otuzdan fazla tavþan var erenler” demiþti gülerek ve dakikalarca tavþan yorumu sarmýþtý o dað eteðini. Gazipaþalýlar topraða koymaya “yataklamak” diyorlar, sanýrým baþka yerde de geçerlidir bu deyim. Anca kuþ olsam/olsak yetiþebilecek miydik “yataklamaya?..” O dört ayaklý, o iki ayaklý yaratýklar acep ölürler mi açlýktan iki/üç gün içinde? Telefonlar, telefonlar, yedek olarak bile yer yoktu uçakta! Gerçeðe kocaman bir Hû, bunlarýn hepsi apaçýk, resmen ve alenen bahane özümden! “Allah”ý, yani Feyzullah’ý o eþilen topraða mý koyacaktým ellerimle ve ellerle toprak mý atacaktým üzerine? Ne yüreðim, ne elim, ne gözüm asla ve kat’a yapmazdý bunu/bunlarý; çareyi buldum, yani çözümü: “Allah ölmez”. Kalan Plak, Feyzullah Çýnar kaseti ve CD’si çýkardý, adý o ünlü isimli: Fazilet. Yazý istediler Kalan Plak’taki can dostlar, oturdum makinenin baþýna, bakýn kasetin içinden çýkan tanýtým kaðýdýndaki yazdýklarýmý, okuyalým mý birlikte, eyvallah:
“Onu Çok Ama Çok özlüyorum” “Hakk’a yürüdüðünü biliyorum, yani göçtüðünü! Ýçimde bir duyu var yine de, bir gün kucaðýnda mor kadife torbalý telli Kur’an’ýyla çýkýp geliverecek!.. Bu duyu, ‘ölmezliðin’ simgesidir. Nasýl ölsün ki, arþivimde taa 1963’den Hakk’a yürüdüðünden bir yýl öncesine kadar çalýp söylediði derlemelerim var, ardý ardýna saatler saat’ler süren! Ölmezliði, bu!.” Nefes Dergisi’nin Aðustos 1996 tarihli 34. sayýsýna yazdýðým yazýnýn bir bölümünü buraya alýyorum, o’nu sevgiyle, saygýyla ve özlemle anarak: “Kimse alýnýp darýlmasýn, bu ülkede Pir Sultan Abdal’ý en güzel yaþatan, en güzel sesleyen, tazeleyen kuþkusuz, O’nun en büyük, yürekten hayraný Feyzullah Çýnar’dýr. Abarttýðým sanýlmasýn, çoðu kez bantlarýný dinlerken, dönen kahverengi þeritten bir ulu insan çýkar, bu Pir Sultan Abdal’dýr, Feyzullah’ýn sesinde, sazýnda; zaar derim Pir bu ola, aynen böyle ola. O’nun ulu ozaný yorumlayýþý yalansýzdýr, dolansýzdýr; halkýn/öfkenin/baþkaldýrýþýn ta kendisidir, acýlý direniþlerin ve ölmezliðe ulaþmanýn. Âþýk Feyzulalh Hakk’la neden böylesine özdeþleþiyor, böylesine uygun, böylesine yücelerek, bin iken bir olmanýn sýrrý nedir? Halk, bir sözcü olarak görüyor, öyle belliyor ozaný, kendi öfkesini/kývancýný/acýsýný, hele hele bizim halkýmýzda da çok belirlenen o anlatýmsýz direnci onda buluyor; bundan böylesine baðlanýyor ozanýn yiðit sesinde, usta sazýnda.
Sayý 6
Feyzullah Çýnar 1937-1982
Feyzullah, Anadolu kültür mirasýný en yiðit, en içten ve bir güzellikle olmasý gereken, güzeli güzel ve daha güzel yapan, nice öðeleri yabana atmadan bu mirasý en hasýndan kullanan bir sanatçýdýr, çaðýnýn da adamý olarak, yani ayaðý yere basarak, saðlam basarak. Bu bin yýllýk dostu, fazla övdüðüm, kullandýðým, abarttýðým gelmesin aklýnýza, yapmam böyle þey, ama yapmak istediðim bir gerçeði teslim etmektir, yiðidin hakkýný yiðide vermeye yardýmcý olmaktýr, içinde bulunduðumuz hay huy arasýnda deðerinin farkýna varamadýðýmýz, halkýmýzýn bir usta ozaný için daktiloma dökülen duygularýmdýr onun sazý ve sesi gibi yalansýz dolansýz. Elimde kimileri göçüp giden nice usta ozanýmýzýn sesleri vardýr bandlar dolusu, dedim ya en çoðunu Âþýk Feyzullah Çýnar kapsýyor. Yýllar yýlý çeþitli ruh dünyasý içinde çalýp söylediði deyiþler. Feyzullah halkýmýzýn malýdýr, hepimizindir, bu bantlarý da ötekiler gibi gerçek sahibi halkýmýza sunmak isterim, dinlediðiniz zaman bu yazýnýn eksik kaldýðýnýn farkýna varacaksýnýz.
Geçen Zaman Ýçinde Bu bantlarla ilgili ne zaman bazý þeyler söylesem/bazý þeyler yazsam bir baþka ulu ozaný yani kabri her daim ýþýklý olan Ruhi Su dostumu da anarým. Öldüðünden bu yana her aklýma gelende insanlýðýmýzdan/ vefasýzlýðýmýzdan/deðerbilmezliðimizden utandýðým ve içimden herkes adýnakimse alýnýp darýlmasýn, gönül komasýn özür dilerim o güzel/o çileli/ o usta sesi, sazý ve yürekli Ruhi Su candan! Büyük bir bankanýn sanat yöneticisi olduðu yýllarda evime gelmiþ, bazý kayýtlarýmý dinlemiþ; bir baþka güzel adam Þinasi Koç Dede’den derlediðim Kýrklar semahýna hayran kalmýþtý. Derlemelerimi satýn almak istediklerini açýklamýþ bir çek defteri uzatmýþ bir de dolma kalem, ‘ne istiyorsan yaz’ demesi hâlâ kulaklarýmda nasýl da diller döküp/gönlünü yýkmadan reddettiðim sözler/sözcükler, ‘bunlar halkýn malý Ruhi aðabey, halkýn malý, nasýl satarým, derlediðim insanlarýn nasýl bakarým yüzlerine söyler misin?’ Hak verip boynuma sarýlmýþtý, ‘iyi bak onlara’ demiþti. Baktým/bakýyorum. Bir baþka ustanýn ki saygýyla andýðým Âþýk Daimi’nin Almanya’da yaþayan kýzý Uðurcan bütün bant kayýtlarýný CD’lere aktarmýþtý bir yýl boyu, artýk kopma/silme derdi de kalmamýþtý. Bu halkýn emanetini bazý yerlere verdim, ama sözleþmelere uymadýðýndan 65 CD þu anda elimde, bunlar ki salt Alevi/Bektaþi müziðidir saatler süren, inanýyorum gün gelecek bir kuruluþ bunlara en hasýndan sözleþmelere uyarak sahip çýkacaktýr, yani bu armaðanýma.”
Serçeþme 2005 Takvimi Fikret otyam’ýn Yayýn hakkýný baðýþladýðý bir birinden güzel renkli resimleriyle hazýrlanan Serçeþme’nin 2005 yýlý takvimi çýktý.
Edinmek isteyen canlar, telefon, faks ya da e-postayla yönetim yerimize baþvurabilirlerr Tel/Fax:+90.(0) 212 519 56 35 E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com
Gelele Gelele (Gel Hele) Bir barak havasýndadýr bu baþlýk, nasýl içten bir çaðrýmdýr bu, sözüm Feyzulllah Çýnar içindir; Serçeþme’nin geçen sayýsýnda 27. sayfada yer alan, bu cana da “atýf” yapýlan “Göreve Davet” baþlýklý yazýyla ilgilidir Ahmet Koçak imzalý. Haklý olarak yakýnýyor Koçak, “Sevgili Fikret Otyam aðabey Serçeþme aracýlýðýyla sesleniyor ve öneriyorum: Feyzullah Çýnar’ý anlatan bir kitap mutlaka hazýrlanmalýdýr. Ve kitap senin kaleminden çýkmalýdýr.” Kocaman bir Eyvallah, baþým gözüm üstüne! Bu can da buradan sesleniyor baþta koca adam, O’nun can dostu Derviþ Kemal can’a al eline kalemi Derviþ Kemal, yaz Feyzullah için gönlünden geleni ve O’nu tanýyan herkesindir bu çaðrým, kim tanýdýysa içinden geleni yazsýn dilediði gibi, elbette evlatlarýna/hepsine ama hepsine. “Manevi oðlumla yaþayan” eþine o da alsýn kalemi eline ya da açsýn ses alma makinesini içinden geldiði gibi anlatsýn/konuþsun... Bir Güldeste’dir çýkacak olan sonunda, Feyzullah Çýnar için bir güldeste, hatta sevmeyenler bile katýlsýn bu “cem”e neden olmasýn? Toplansýn bunlarýn tümü Serçeþme’de, adresi belli, toplansýn; bu can da elinden geldiði kadar harmanlasýn, ne keremdir bu, bilir misiniz? Elinizi sýký tutun ey canlar! Elinizi sýký tutun! 19 Aralýk 2004 tarihinde 79 yaþýma bastým da...
Ocak 2005
Duyuru Genel Yayýn Yönetmenimiz Esat Korkmaz’ý Cuma akþamlarý saat 20:00-21:00 arasýnda YAÞAM RADYO’da (87.5 FM) “Dört Kapý” programýnda dinleyebilirsiniz.
3
ANADOLU ALEVÝLÝÐÝNÝN ASYALI KAYNAÐI
ÞAMANIN DÜNYASI Bölüm I Esat Korkmaz ÞAMANIZM’in deðerleri, “yerleþik” bir toprakta “medeni” insanlarýn “besleme”siyle yaratýlan deðerler deðil, yerleþik yaþam öncesi “kandaþ” toplum deðerleridir. Bu deðerler, kitleler halinde Batý’ya göç eden insanlarca Anadolu topraðýna taþýndý ve Küçük Asya’da bâtýni felsefenin/inancýn oluþmasýnda “üretken” bir kaynak durumunda yaþama geçti: Asýl üretim alanýnda belirleyici üretici güçlerle “taraf” oldu; medeniyeti güden sisteme “kafa tuttu”; sýnýflý toplumun muhalefet insanýyla buluþtu. Ýnsan üretici gücü baðlamýnda Aleviliðin yapýlanýp biçimlenmesine en büyük “katkýyý” verdi. Ýnsanseverliðin halkla taraf olmasýna, kadýn-erkek eþitliðine “kaynaklýk” etti.
Herkesin þaman olmasý olanaklý deðildir. Daha çok soydan þaman olunur. Ama yine de bir ruhun çaðrýsýyla olunan þamanlýk makbuldür. Ruh çaðrýsý dýþýnda babadan kalan þamanlýk “küçük þaman” olma anlamýna gelirdi: Özet olarak þamanlýk, kuþaktan kuþaða ruhlarýn aracýlýðýyla ya da genetik olarak akýp giden bir gelenektir.
Þaman Varlýða Geliþ ya da Yaradýlýþ Mitolojileri
Þamanlýðýn kökenine iliþkin deðiþik söylenceler vardýr. Konuya iliþkin Buryat mitolojisi þöyledir: Baþlangýçta iyi ruhlar ve kötü ruhlar vardý. Sonra tanrý insanlarý yarattý. Uzunca bir süre mutlu yaþaÞaman Teriminin Kökeni dý insanlar; derken kötü ruhlar saldýrýya geçti; hastalýk ve ölüm yaymaya baþladý. Bunun üzerine tanAraþtýrmacýlarýn çoðuna göre, þaman ya da baksý rýlar, insanlara yardým etmesi için þaman gönderterimleri yerine “kam” terimini kullanmak daha meye karar verdiler. Þaman olarak gönderilen doðrudur. Çünkü, Türkler ve Moðollar, þaman teKartal’ýn dilinden anlamayan insanlar, ona güverimini bilmez. Bu terimi Rus araþtýrmacýlar, XVII. nemedi. Durum karþýsýnda Kartal tanrýlara döndü. y.y. sonlarýnda Kuzey Sibirya’da yaþayan TunguzKendisine insanlarla konuþma yeteneðinin verillar’dan öðrendi. Tunguzca’da þaman, coþmuþ, durmadan oynayan, bir oraya bir buraya sýçrayan kiþi, Avam þamanlarýnýn giydiði yedi dilimli baþlýk. mesini istedi. Dileði kabul edildi; kartal insan biAvusturya Halk Sanatlarý Müzesi. çimine dönüþtü; tekrar dünyaya gönderildi: Dünanlamýna gelir. Yani, koþullara karþý “isterik” tepyaya dönen insan biçimli Kartal, bir aðacýn altýnda uyuyakalmýþ bir kýz ki gösteren bir kimliktir. Þaman teriminin Tunguzca’dan geldiði konugördü; onunla birleþti; ilk þaman doðdu. sunda genel bir kabul olmakla birlikte, yine de terimin etimolojisi, bilim Yakut mitolojisinde ise öz ayný olmakla birlikte anlatým biraz deinsanlarýný bir hayli uðraþtýrdý: Kimi bilimadamlarý bu terimin kökeninin ðiþiktir: Kuzeyde kötü hastalýklarýn bulunduðu bir yerde büyük bir çam Pali dilinde bulunan “samna” olduðunu ve Sanskritçe’de “rahip, zahit” aðacý vardýr. Bunun dallarýnda þamanlarýn doðduðu yuvalar bulunmaktaanlamlarýna gelen “çramana” ile ayný kökten geldiðini savladýlar. dýr. Büyük þamanlar en yüksek dallardaki yuvalarda, orta þamanlar orta Kimileri terimin kökenini Mançuca’ya, kimileriyse Firdevsi döneseviyedeki dallardaki yuvalarda, küçük þamanlar ise en alttaki dallarda minde Farsça’da geçen ve “Buda rahibi” anlamýna gelen “þemen” ya da bulunan yuvalarda doðar. Dölleme zamaný geldiðinde demir tüylü ve çe“þamen” terimlerinden hareket ederek Hint dillerine; yine kimileri Çinlik pençeli bir kartal karaçam aðacýna konar ve bir yumurta býrakýr. Üç ce’de geçen “Chan–man” terimini ölçü alýp Çince’ye baðlar. Son dönemyýl kuluçkaya yatarsa yüksek dereceli þaman, bir yýl kuluçkaya yatarsa lerde, Sogdca metinlerde “þeytan” anlamýna gelen “þaman” terimine düþük dereceli þaman doðar. rastlandýðýný da burada belirtelim. Þaman terimi ne erildir, ne de diþil; yaÞamanýn hayvan–anasý olan bu yýrtýcý kuþ þamana iki kez daha görüni, erkek þamanlar için ayrý, kadýn þamanlar için ayrý terim yoktur necektir: Bedenin parçalanmasý yani, kurban edilmesi sýrasýnda ve ölümü sýrasýnda. Nasýl Þaman Olunur? Þamanýn ruhu yumurtadan çýkýnca hayvan–anasý, bebek þamaný alýr; Þamanýn görevlerini þöyle sýralayabiliriz: tek elli, tek gözlü, tek bacaklý Burgestez–Udagan adýndaki bir ruh þamaa) Her türlü hastalýða çare bulmak; na teslim eder. Bu ruh onu demir bir beþiðe koyarak sallar ve hizmetinb) Hastanýn, hastalýk sýrasýnda kendisinden uzaklaþan koruyucu ruhude bulunur. nu geri getirmek; Zamaný gelince ruh–þaman onu, kara–kuru üç korkunç cine teslim eder: c) Kýsýrlýk ve zor doðumlarda yardým etmek; Cinler, onun bedenini parçalara ayýrýr; baþýný bir kazýða geçirirler. Bedenid) Sunulan kurbanlarý tanrýlara ulaþtýrmak; nin parçalarýný her yöne daðýtýrlar. Bu arada baþka üç ruh gelir, þamanýn çee) Dinsel törenleri yönetmek; ne kemiðini alýr ve fýrlatýr. Kemiklerin düþme biçimine göre þamanýn insanf) Ruhlarý ait olduklarý yere, yani ölüler âlemine göndermek; lara ne denli yararlý olup olamayacaðýna iliþkin kehanette bulunur. g) Kötü ruhlardan insanlarý korumak için ayinler düzenlemek ve Bir baþka Yakut söylencesinde “kuþ–ana” þamanýn ruhunu yeraltýna h) Fal bakýp gelecekten haber vermek. götürür ve onu bir çam aðacýnýn dalýna asar; kuþ biçimi alýncaya kadar Þamanlar “ak–þamanlar” ve “kara–þamanlar” olmak üzere ikiye ayrýlýr. orada býrakýr. Ancak üç grupta toplandýðý da olur: Göksel güçlerle iliþki kurabilen þaÞaman yaradýlýþ tasarýmýndaki bu “parçalanma”, yani “ölme–dirilmanlar (ak–þamanlar); yeraltý ruhlarýyla iliþki kurabilen þamanlar (kame” tasarýmý, her þamanýn þaman adaylýðý sýrasýnda “mistik parçalanma” ra–þamanlar) ve hem göksel ruhlarla hem de yeraltý ruhlarýyla iliþki kuadýyla bir kez daha yaþanýr. Bir bakýma tanrýsal mekânda gerçekleþen þarabilen þamanlar (akkara–þamanlar). man yaradýlýþ tasarýmý, teatrel olarak yeniden “oynanýr”: Þaman olmasý Bu durum inançta þöyle anlatýlýr: Þaman olmasý kaçýnýlmaz duruma gereken bir insan, 3–4 yýl sürecek ruhsal bir hastalýða yakalanýr. Aday bu gelen kiþi, insanlardan kaçar, ormana çekilir; çýlgýnlýk belirtileri göstersürede bir yerde yatar; bedeni parça parça edilir; beden parçalarý çeþitli meye baþlar; ateþe ve suya dalar. Þaman adayýnýn ailesi zaman yitirmeyönlere atýlýr, kaný serpilir. Ýnancýn izinde iç dünyada bunlar yaþanýrken den yaþlý bir þamana baþvurur: Yaþlý þaman ona gerekli þeyleri öðretir. þaman yattýðý yerden kýpýrdamaz ve yaralanmýþ görünmez. Çýlgýnlýk davranýþlarýnýn sürdüðü sýrada ruhlar gelir, þamanýn bedeninBu konuda deðiþik söylencesel anlatýmlar da yok deðildir: Geleceðin den canýný çýkarýr; ak–þaman olacaksa Doðu yönüne, kara–þaman olaþamaný rahatsýzlýk geçirdikten sonra bir akarsuyun kenarýna gelir ve yüzcaksa Batý yönüne götürür. Daha sonra þamanýn caný, tanrýlar makamýna üstü yere kapanýr: Aðzýndan köpükler gelmeye baþlar; bir süre böyle kakabul edilir. Tanrýlar makamýnda bu yeni cana, ata–þamanlar, þamanlýðýn lýr; ayýldýktan sonra þaman olur. Bu durum Yer–Su tapýmýnýn gereðidir: sýrlarýný öðretir. Sýrlarý öðrenen can, “yenilenmiþ” olur; döner, bedenine Su, topraðý mayalýyor; mayalanma ürünü doðasal verim olarak algýlanýgirer ve bedeni “yeniler”. yor.
4
Sayý 6
“Mistik parçalanma” ile þaman ruhça temizlenmiþtir; bedeni güçlenmiþ, daha iyi görme, iþitme yetisi kazanmýþtýr: Yani, ten gözünün yanýnda can gözü de açýlmýþ, sýrra ermiþtir. Iþýk olmayan ýþýðýn aydýnlýðýyla gördüðü için, baþkalarýnýn göremediði görünmeyen gizil nesnelliði görmeye baþlamýþtýr. Bu tasarým ölmeden evvel ölme ya da yaþarken dirilme tasarýmýdýr. Buna “aydýnlanma” adý veriliyor. Aydýnlanan þaman gözü kapalý iken bile karanlýktaki þeyleri görebilir. Görmeyi saðlayan ýþýk kaynaðý, þamanýn baþýnýn çevresindeki bir ýþýk halesidir ki sadece baþka þamanlar tarafýndan görülebilir. Mistik parçalanmadan çýkan þaman, rehberiyle eðitimine devam eder; göðe çýkmayý ve yerin altýna inmeyi öðrenir. Þamanýn göðe ya da yeraltýna yaptýðý yolculuk aslýnda kendi bedeninde yaptýðý yolculuktur.
Mogolistan bozkýrlarýnda kurulu bir ger’de (göçebe çadýrýnda) trans halinde bir þaman Fotoðraf: Gordon Wiltsie, National GeographicTürkiye, Ekim 2003.
Þamanýn Görevleri ya da Esrik Yolculuk Þaman esrik yolculuðuna çýkmadan önce bir tören düzenlemek durumundadýr: Esrik yolculukla ya göðe çýkýlýr ya da yeraltýna inilir. Þamana bu yolculuðu sýrasýnda kartal, ördek, kaz, kuþ, geyik, at, ayý ve kurt gibi hayvanlar yardýmcý olur. Þaman bu hayvanlarýn yardýmýyla ya da bu hayvanlarýn donuna girerek gökyüzüne çýkar; tanrýlardan, ruhlardan gerekli bilgileri alýr ve insanlarýn yardýmýna koþar. Bu hayvanlardan bir tanesi, þamanýn koruyucu ruhudur. Þamanýn koruyucu ruhu ya da þamanýn yardýmcý hayvaný; mýzrak gagalý, keskin pençeli, üç kulaç kuyruklu büyük bir kuþ olarak tasarýmlanýr. Bu kuþ þamana iki kez görünür; ilk olarak ruhunu eðitmek için görünür, ikinci olarak ölüm vaktinin geldiðini bildirmek için görünür. Kimi topluluk tasarýmlarýnda þaman öldükten sonra baþka toplumlarýn þamaný olarak yeniden dünyaya gelir. Þaman göðe çýkarken “Dünya Aðacý”ný ya da “Evren Aðacý”ný merdiven olarak kullanýr. Aðacýn gövdesinde ya da dallarýnda basamak iþlevi gören kertikler vardýr ve bu kertikler göðün katlarýný temsil eder. Þamanýn hastayý iyileþtirme seansý þöyle gerçekleþir: Þaman, hastadan hastalýðý emer ve tükürür; sonra kurban edilen hayvanýn ruhunu göðe götürür. Yurdun dýþ kýsmýna dallarý budanmýþ üç kayýn aðacý dikilir; ortadaki aðacýn ucuna bir deniz kuþu asýlýr. Kayýn aðacýnýn doðu yanýna “tayýlga” adý verilen ucuna at kafasý yerleþtirilmiþ bir kazýk çakýlýr. Bu aðaçlar at kýlýndan örülmüþ bir sicimle göðün yolunu simgelemek üzere birbirine baðlanýr. Aðaçlarla yurdun arasýna üzerinde alkollü içki bulunan küçük bir masa yerleþtirilir. Her þey tamam olduktan sonra þaman kuþ uçuþunu taklit ederek yavaþ yavaþ göðe yükselir. Yolda dokuz konaklama yerinde konaklar, o katlarý yöneten göksel ruhlara sunular sunar. Geri döndüðünde vücudunun bir parçasýnýn ateþte arýndýrýlmasýný ister. Þamanýn göðe çýkýþý ve at kurbaný sunmasý seansý þöyle gerçekleþir: Ýlk akþam tören yerine bir yurt kurulur. Yurdun orta direði kayýn aðacýndandýr ve gövdesinde dokuz gökkatýný simgeleyen dokuz kertik oyulur. Kayýn aðacýnýn tepesi, yurdun ocak deliðinden dýþarý çýkar. Yurdun çevresine de kayýn dallarýndan bir çit yapýlmýþtýr. Kurbanlýk at, “baþ tutan” adý verilen hizmetliye teslim edilir. Þaman, gövdesinde bulunan ruhlarý çýkarmak için kayýn dalýný, kurbana ve baþtutana doðru sallar. Davulunu kullanarak yardýmcý ruhlarýný toplar ve çadýrdan çýkar; daha önceden hazýrlanmýþ olan kaz biçimli makete oturarak ilahiler söyler ve atýn ruhunun peþinden göðe yükselmeye baþlar. Atýn ruhunu, yardýmcýlarýyla birlikte yakalar. Atý kutsar; sonra omurgasýný kýrarak kanýný akýtmadan öldürür. Eti törende yenir; derisi bir sýrýðýn ucuna asýlýr. Ertesi akþam törenin ikinci kýsmý baþlar: Þaman ateþin önünde ruhlara, yardýmcý ruhlarýna, ateþe ve Kayra Han’a atýn etinden sunar ve kabul etmeleri için ilahiler söyler. Ev sahibinin sungusu olarak bir ipe asýlmýþ dokuz giysiyi ilahiler eþliðinde tütsüleyerek Ülgen’e sunar. Þaman, þaman giysisini giydikten sonra göðün kuþu Merküt’e seslenir. Vecd durumuna geçtiðinde kayýn aðacýnýn gövdesindeki çentikleri kullanarak göðe yükselmeye baþlar. Bunu hareketleriyle belli eder; yanýnda Baþtutan’ýn ruhu da vardýr. Üçüncü katý geçince “yardýmcý ruh” yorulur. Bu kez þaman kazý çaðýrýr. Bir mola verilip dinlenildikten sonra yolculuk devam eder. Son katta Ülgen’e seslenir. Dileklerinin kabul edilip edilmediðini öðrenir. Geri döndüðünde þaman yere yýðýlýr ve kendinden geçer. Uyandýðýnda izleyenleri selamlar.. Þamanýn yeraltý yolculuðu ise daha zor ve tehlikelidir: Þaman bu yolculuðuna bir maðara, çukur, bir delik, pýnar ya da bir aðacýn kökünden baþlar. Kimi kez göðe çýkarken kullandýðý gibi basamaklardan yararlanabilir ya da bir canavarýn aðzýndan yeraltýna iner, bir canavar–yýlanýn boðazýndan girerek onun vücudunda seyahat eder. Þaman yeraltý yolculuðuna da yardýmcý ruhlarýyla birlikte çýkar. Her katta önüne çýkan engelleri aþarak dokuzuncu ve son katta bulunan Erlik Han’ýn taþ ve siyah balçýktan yaratýlmýþ, çok iyi korunan sarayýna ulaþýr.
Ocak 2005
Yolculuðu sýrasýnda þamaný hastalýk veren ruhlar taciz eder. Sonunda azgýn bir boða gibi tasarýmlanan yeraltý dünyasýnýn efendisi, Erlik Han’ýn karþýsýna çýkar. Ve onunla mücadele etmeye baþlar. Çeþitli hileler ve armaðanlarla onu yatýþtýrýr; yardým vaatlerini alýr ve erkek bir yaban kazýnýn kanatlarý üzerinde yeryüzüne döner. Þaman öldüðü zaman asla topraða gömülmez; bir baltayla bir aðaç oyulup ceset içine yerleþtirilir; üzeri bir kapakla kapatýlýr. Cesedin baþý, batýya gelecek biçimde konur; eþyalarý tabutun yanýna býrakýlýr. Gömdükleri yere bir aðaç dikilir; bütün eþyalarý o aðaca asýlýr.
KAYNAKÇA Anadol, S., Þaman Türkler Tuva ve Hakasya, Atlas, sayý: 82, Ýstanbul, 2000. Anohin, A. V., Altay Þamanlýðýna Ait Maddeler, (Çev. A. Ýnan, Makaleler ve Ýncelemeler), c. 1, Ankara, 1968. Arat, Reþid Rahmeti, Kutadgu Bilig, (Çev.: Yusuf Has Hâcib), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1959. V. Milletlerarasý Türk Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür Seksiyon Bildirileri, T.C. Kültür Bakanlýðý, Ankara, 1997. I. Uluslararasý Hacý Bektaþ Veli Sempozyumu Bildirileri, Hacý Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakfý, Ankara, 2000. I. Türk Kültürü ve Hacý Bektaþ Veli Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1998. I. Uluslararasý Türk Dünyasý Eren ve Evliyalarý Kongresi Bildirileri, Ervak Yayýnlarý, Ankara, 1998. Bilim ve Ütopya, Aylýk bilim, kültür ve politika dergisi, sayý: 1-III, s. s. Ütopya Bilimsel ve Kültürel Araþtýrmalar Yay., Ýstanbul. Çoruhlu, Yaþar, Türk Mitolojisinin Anahatlarý, Kabalcý, Ýstanbul, 2002. Eliade, Mircea, Þamanizm (Çev.: Ýsmet Birkan), Ýmge Kitabevi, 1. Basým, Ýstanbul, 1999. Eröz, Mehmet, Eski Türk Dini ve Alevilik-Bektaþilik, Türk Dünyasý Araþtýrmalarý Vakfý, Ýstanbul, 1992. Esin, Emel, Türk Kozmolojisi, Ýstanbul, 1979. Ýnan, Abdülkadir, Tarihte ve Günümüzde Þamanizm, Türk Tarih Kurumu Yayýnlarý, Ankara, 1972. Korkmaz, Esat, Eski Türk Ýnançlarý ve Þamanizm Terimleri Sözlüðü, Anahtar Kitaplar Yayýnevi, Ýstanbul-2003 Korkmaz, Esat, Alevilik-Bektaþilik Terimleri Sözlüðü, Geniþletilmiþ 3. Basým, Kaynak Yayýnlarý, Ýstanbul, 2003. Lýgetý, L., Bilinmeyen Ýç Asya (Çev.: Sadrettin Karatay), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayýnlarý, Ankara, 1986. Ocak, Ahmet Yaþar, Alevi ve Bektaþi Ýnançlarýnýn Ýslam Öncesi Temelleri, Ýletiþim Yayýnlarý, Ýstanbul, 2000. Ögel, Bahattin, Türk Mitolojisi, C. 1-2, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1993. Roux, Jean-Paul, Orta Asya Tarih ve Uygarlýk (Çev.: Lale Arslan), Kabalcý Yayýnevi, Ýstanbul, 2001. Roux, Jean-Paul, Türklerin ve Moðollarýn Eski Dini, Ýstanbul, 1994. Þener, Cemal, Þamanizm, AD Yayýncýlýk, Ýstanbul, 1997. Uluslararasý Anadolu Ýnançlarý Kongresi Bildirileri, Ervak Yay., Ankara, 2001. Yol, bilim, kültür, araþtýrma, Hüseyin Gazi Derneði Yayýn Organý, iki ayda bir: 1999-2003, Ankara.
5
AABF ÝNANÇSAL BÝRLÝK BÝRLÝK BAÐLAMINDA KENDÝSÝNÝ YENÝLEMELÝ VE YAPISINDA DEÐÝÞÝME GÝTMELÝDÝR
Bir Olalým, Ýri Olalým, Diri Olalým Ýsmail Kaygusuz Alevilik heterodoks Ýslam olarak Tan-
Onlarý Ýslam dýþý gören, dinsiz ve kâfir rý’yý insanda ve insaný Tanrý’da görme, Bugün Alevi toplumu ancak inançsal birlik saðlayarak, sayan ve Ýslamý kendisinin temsil ettiðinde ýsrarlý olan baskýcý Sünniliðe karþý onlar Ehyani Tanrý-Ýnsan Birliði anlayýþý ve tapýn“iri ve diri” olabilir. libeyt, Beþ Ýmamcý (Zeydi Aleviliði), Yedi ma ritüelleribaðlamýnda kendine özgüdür. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) ve Ýmamcý (Ýsmaili Aleviliði), Oniki Ýmamcý, “Cemevlerinin Alevi toplumunun taAlevi Bektaþi Kuruluþlarý Birliði’nde (ABKB) vb., Ýslami anlayýþlarla direnmiþlerdir. pýnma yeri” olduðunu tarihsel örneklerle Sünnileri de “Ýslam ve Ehlibeyt düþmaný” yaþanan bazý olumsuzluklarýn vurgulamýþ bir yazar olarak kampanyavb., adlarla nitelemiþlerdir. Onca kýrýma, nýza imza atamýyorum. Bu çok haklý topAlevi-Bektaþi toplumunda tedirginlik yarattýðý ve kýyýma raðmen, Sünniliðe aykýrý Tanrý lumsal istemin ardýnda, neden bir siyasi örgütsel birliðin parçalanma noktasýna ilerlemekte inancý ve tapýnma anlayýþý içinde kentaktik var? Aleviliði neden dolaylý bir biolduðu ortada. dilerini Ýslam görmüþlerdir. Tarihsel gerçek çimde Ýslam’ýn dýþýnda göstererek, özAABF yönetimi, bu sorunlarýn tartýþýlmasý için bu doðrultudadýr. gün bir inanç söylemini dayatýyorsunuz? Ne demokratik kitle örgütleri, ne siyasal 18-19 Aralýk’ta bir geniþletilmiþ Yönetim Kurulu toplanAleviliðin özgünlüðü Heterodoks partiler, ne de devlet toplumlarýn inancýnýn Ýslam oluþundan kaynaklanmaktadýr. týsý yapmaya karar vermiþ. Onun özgünlüðü, dogmatik þekilciliði, Ýncelik göstererek beni de davet ettiler ve eleþtirilerimi, temellerine müdahale edebilir. Bu toplumlar adýna ve onlarýn iradesi dýþýnda inanç tarihsel baskýcýlýðý, baðnazlýðý, çaðdýönerilerimi dinlemek istediklerini belirttiler. belirlemesi ve tanýmý yapamaz, yeni yakýþþý’lýðý ve cihad terörizmiyle Ýslam olaKatýlmaya söz verdim, ancak saðlýðým yüzünden týrmalar hiç getirilemez. Bunun, devlet ve rak tanýnan ve tanýtýlan Ortodoksluða toplantýya katýlamayacaðým ortaya çýktý. hükümet yetkililerinin Alevilik tanýmlaaykýrýlýðýndan dolayýdýr. Bu tür bildirilerde genellikle sadece Toplantýdan önce görüþ ve düþüncelerimi özetleyen bir masý ve Diyanet Ýþleri baþkanlarý ve ilahiyatçýlarýn yaptýklarý Aleviliði deðerlendiren baþa dikkat çekici olarak yazýlan etkyazýyý gönderdim. melerinden farký yoktur. ileyici kitlesel talep okunur; bu nedenle Burada bu yazýyý kýsaltarak sunuyorum. Alevi-Bektaþi toplumu, “Allah-Mubelki istediðiniz sayýya ulaþacaksýnýz, hammed-Ali” üçleminde tanrýsal birliðe, ama bunun dürüst bir yaklaþým olduðu “üçü bir nurdur, nuru vâhiddir” biçiminde bâtýni yaklaþýmýyla ulaþtýðý söylenemez! Oysa sadece “Cemevlerinin Aleviliðin merkezi, Alevilerin “vahdeti vücud” (Ýnsan-Tanrý birliði), “vahdet-i mevcut” (Doða-Tanrý tapýnma yeri” olduðu yazýlarak, yasallaþtýrýlmasý istemi vurgulansaydý birliði) inancýný, Cem tapýnma kurumlarýyla, Sünnilik ve Þiilik (ortodokmilyonlara ulaþabilirdiniz. Bence tutarlý ve doðru taktik buydu. sizm) dýþýnda bir Ýslamý (heterodoks, bâtýni) yaþamýþ, yaþýyor ve yaþaHâlâ da zaman geçmiþ deðildir. Yönetim kurulu, imzalanmasý istenen mak istiyorsa buna uymak zorunluluðu vardýr. Hiç kimse, “sen inancýný bildiride, yanlýþ anlaþýldýðýna dair bir kýsa açýklama yaparak, “Sünni ve yanlýþ biliyorsun, Ýslamýn dýþýndasýn sen” diyemez. Bunu sadece hasýmÞiiliðe aykýrý, yani Heterodoks Ýslam olarak Alevilik kendine özgü bir larý, düþmanlarý söylemiþ ve söylemeyi sürdürmektedir. inançtýr ve tapýnma yeri de Cami deðil, Cemevi’dir” biçiminde bir Demokratik kitle örgütlerinin bu baðlamda yapacaðý bir þey yok deðiþiklik yapabilir. mudur? Vardýr, ama yönetimlerin deðil! Efsanelerin inançsal özü kapatmasý durumunda, aklýn öne alýnmasý baðlamýnda ve gericileþerek yaþanan çaðdan uzaklaþmayý önlemek gerektiðinde kitle örgütlerinin Alevilik Ýslam’ýn Dýþýnda Olamaz bünyesindeki bilim kurullarýnýn ve uzmanlarýn görevi baþlar. Ancak onlar, tapýnma eylemleri için (özünü deðiþtirmeye kalkýþmadan), bilgi ve “Alevilik Ýslam dýþýdýr” tartýþmasýnýn baþlatýlmasý ve toplumun iki kampa iletiþim çaðýmýzýn koþullarýna uygun (reform niteliðinde) biçimayrýlma tehlikesiyle karþý karþýya gelmesi AABF’nin bilgi ve ilgisi dýþýnlendirmeler sunabilir… da geliþmedi. Bu görüþ, 1350 yýllýk Alevilik tarihini; Heterodoks Ýslam Alevilik olarak tarih sahnesine çýkmýþ toplumsal mücadeleleri, halk hareketlerini istemeden yadsýma durumunda kalmaktadýr. Aleviliði Anadolu coðrafyasý ile sýnýrlandýrarak Aleviliðin evrenselliðine zarar vermektedir. Tarihsel ve bilimsel temeli olmayan bu görüþün Alevi-Bektaþi inanç toplumunu parçalamaktan baþka bir iþe yaramayacaðýný anlamak hiç de zor deðil. Yýllardýr Alevi hareketinden geniþ bir siyaset yapýlanmasý gerçekleþtirmeye çalýþýyorsunuz. Sizce bu mudur siyaset? Siyaset, sürekli üretilen gerçekçi ve tutarlý ideolojik-taktiksel çizgilere toplumu kazanmak ve büyük birliktelikler oluþturmaktýr. Ben bugün Alevi toplumunun birlikteliðini, siyaseti ikinci plana almakta görüyorum. Ýnanç toplumlarý heterojendir, çeþitli etnik ve ulusal topluluklardan oluþur; onlarý birbirine baðlayan inançlardýr. Ýnanç ritüellerini, yani tapýnmalarýný toplumsallaþtýrmýþ ve dedelik-taliplik-rehberlik iliþkileri içinde, oniki hizmet (iþbölümü), musahiplik, görülme-sorulma, dâr’a çekme vb. tapýnç kurumlarýyla bir özyönetim ve yaþam düzeni ya da yaþam biçimi oluþturmuþ Alevi-Bektaþi toplumunda bu bað çok daha güçlüdür. Alevi-Bektaþi toplumu, inancýný özgürce ve ayrýntýlý uygulamalarýyla yaþamak ve yüzyýllarýn baskýlarýnýn ve gizlenmelerinin acýsýný çýkarmak istiyorsa bu sosyo-psikolojik olgudur, uymak zorunluluðu vardýr. Ýnanca yeni yakýþtýrmalarla yaklaþamazsýnýz. Bu toplum, üçüncü halife döneminden itibaren Ali tanrýsallýðý ve soyunun kutsallýðýyla baþlamýþ ve Ýslam dinini heterodoks yani bizim bâtýni olarak nitelediðimiz baðlamda, Ýslami imparatorluk yönetimlerinin dini Ortodoksizme (Sünniliðe) aykýrý ve muhalif biçimde yorumlamýþtýr. Kendi heterodoks Ýslamýný girdiði, sürgüne uðradýðý ve yeraltýnda yaþadýðý bölgelerdeki çaðdaþ ya da eski dinsel ve felsefi inançlardan öðeleri özümseyerek zenginleþtirmiþtir. Bu topluma, “siz Ýslam deðilsiniz” demekle, onlarý kendinizden uzaklaþtýrmaktan baþka hiçbir kazancýnýz olmaz. Bu da kazanç deðil, kayýptýr.
6
Devleti Yönetenler Bu Kamplaþmaya Seviniyor Aleviler arasýnda birliðin saðlanamamasý ve “Alevilik Ýslamýn dýþýndadýr” yakýþtýrmasýnýn yeniden alevlenmesinin neden olduðu bu tehlikeli kamplaþmaya sevinen devleti yönetenler oluyor. “Siz kendinizi bile tanýmlayamýyorsunuz, bari biz yardým edelim” diye, diyanetinden, bakanýna, baþbakanýna kadar herkes Aleviliðe bir yafta yapýþtýrýyor. Devlet kitap yazdýrtýyor, bedava daðýtýp, Alevilere Türk-Ýslam sentezci anlayýþýn Aleviliðini dayatýyor. Bunlarýn sonuncusu bu yýl Hacý Bektaþ Þenliklerinde daðýtýlan “Sorularla Alevilik-Bektaþilik” kitabýdýr.1 Bu, yanlýþ bilgi ve kavramlarla kafa karýþtýran, inancýmýzýn evrenselliðini yadsýyan, basite indirgeyen ve küçümseyici cümlelerden oluþan bir Alevilik tanýmýdýr. Alevilik, “Orta Asya Türk kültürünün öðelerinin, Ehlibeyt sevgisiyle bütünleþmesi sonucu oluþan ve eski Türk gelenek ve göreneklerinin yaþatýlmasý sürecinde ortaya çýkan bir anlayýþtýr” diyerek, Aleviliði Türklere özgü olarak göstermektedir. Aleviliði Ýslamýn dýþýnda ve Anadolu’da oluþmuþ ve kendine özgü bir inanç olduðunu söyleyenler de farklý düzeyde ayný yanlýþý yapýyor ve bilerek ya da bilmeyerek Türk ulusçuluðuna hizmet ediyorlar.
Alevilik Anadolu’yla Sýnýrlandýrýlamaz Alevilik, ne Ýslamýn dýþýnda ve Ýslamdan önce ortaya çýkýp, Ýslamdan da bazý öðeler almýþ ayrý bir dinsel inançtýr,ne de dýþarýdan Ýslam dinine girerek bâtýni özellik kazanmýþtýr Alevilik, Ýslamýn içinden çýkmýþ ve Ortodoks Ýslama aykýrý geliþim göstererek, bâtýni yorumlarla büyük farklýlýklar kazanmýþ olan Heterodoks Ýslamýn yaþayan son halkasý, en son temsilcisi ve doðrudan kendisidir demekte hiçbir sakýnca görmüyoruz. Bölgesel deðil evrensel bir geliþim göstermiþtir ve Anadolu’yla da sýnýrlandýrýlamaz
Sayý 6
Alevilik, Halife Osman (644-656) döneminde Ali tanrýsallýðý inancýyla baþlayýp; bölgesel/tarihsel din, inanç ve felsefi akýmlardan bazý öðelerle birleþme/baðdaþtýrma yoluyla sürekli yenilenen, deðiþik adlarla yönetimlerin resmi dinine aykýrý ve karþýt geliþen heterodoks akýmlarýn tamamýný kapsar. On ikinci yüzyýlýn baþlarýnda Þehristani’nin anlattýðý yüze yakýn heterodoks grubun büyük çoðunluðu “insan biçimli Tanrý”ya inanan ve Ali-Ehlibeyt tanrýsallýðýný temel alan proto-Alevi kümeleþmelerdir. Kökeni bu erken heterodoks akýmlara kadar uzanan, onlarýn bâtýni inançlarýndan kaynaklanan, Anadolu’da yaþayan Alevilik-Bektaþilik, Ortodoks Ýslam (Sünni) inancýna aykýrý bir Tanrý ve tapýnma anlayýþýna sahiptir. 1240 yýlýnda kýrýmla sonuçlanan büyük Babai halk hareketinden sonra Heterodoks Ýslamý Anadolu’nun tarihsel, toplumsal ve kültürel koþullarýna uyumsatan ve onlardan aldýðý öðelerle yoðurup Anadolu’da yaþamakta olan Aleviliðin kurallarýný belirleyerek inançsal birliði saðlayan zamanýn Ýmamý (önderi) ve büyük bâtýni dai’si Hünkâr Hacý Bektaþ Veli olmuþtur. Bu inançta tanrý, kurtarýcýlýk görevini verdiði dostlarýnda, yani velilerde-Ýmamlar’da görünüm alanýna çýkar. Ali, velilerin þahý (Þah-ý Velâyet), Ýmamlar’ýn atasýdýr. Tüm zamanlarýn/dönemlerin velileri, Ýmamlar ve kurtarýcý yüce kiþiler (insan-ý kâmiller) Ali olarak nitelendirilir ve birer tanrýsal mazhardýr; tek aydýnlatýcý ýþýk olan Tanrý’nýn parçalarý ve yansýmalarýdýr. Her sýradan inanan da ‘Ali’nin hizmetinde bir Salman’ olmaya çaba gösterir. “Dinim Muhammed, imaným Ali ve mezhebim Ýmam Cafer Sadýk” diyen, “Allah Muhammed Ali Birliði’nde, Ehlibeyt ve Oniki Ýmam sevgisinde, Hacý Bektaþ Veli’nin Pir’liðinde” bütünleþmiþ ve onun “eline, beline, diline sadýk ol” sözünü kendisine ahlak kuralý edinmiþ koca bir toplumun bin yýllýk inancýdýr Alevilik. Bireysel ve toplumsal yaþamlarýna düzen veren sazý, sözü semahýyla kadýn-erken birlikteliðinde yaptýklarý tapýnma törenidir. Bu inancý kültürel anlayýþ, tapýnma töreni cemi kültürel etkinlikeðlence/cümbüþ sayarak, onlara Hanefi mezhebinin kurallarýný dayatan Diyanetçiler ile “Alevilik, kültürel yaný aðýr basan özgün bir inançtýr” diyen Ýslam-dýþýcýlar, ortak bir paydada buluþuyor.
Bizce Neler Yapýlmalýdýr? (Önerilerimiz)
1
AABF ve ABKB ortak bir basýn bildirisiyle, Alevilik tanýmlamasý konusunda bir yanlýþ anlaþýlma olduðunu belirtmeli. “Alevilik, ortak paydalarý þeriat olan Ortodoks Ýslamýn, yani Sünniliðin dört mezhebi ile Þiiliðin dýþýnda, Ýslamýn heterodoks ya da bâtýni yorumu olarak kendine özgüdür” biçiminde bir açýklama yapýlarak, cemevlerinin Alevilerin ibadet yeri olarak tanýnýp yasallaþtýrýlmasý toplumsal istemine iliþkin imza kampanyasýna ivedilik kazandýrýlmalýdýr. Olaðan ya da olaðanüstü genel kurul toplantýsýnda ne de yönetim kurullarýnda Alevilik tanýmlamalarý konuþulup tartýþýlamaz ve “içinde miyiz, dýþýnda mýyýz?” diye sorulup, oylanamaz! “ALEVÝLÝK ÝSLAMIN DIÞINDA ve Anadolu’ya özgü bir inanç sistemidir” görüþünü savunarak; bu görüþü Federasyon yönetimi ve ona baðlý derneklere mal etme gayretleriyle bilinçli ya da bilinçsiz görevini kötüye kullanan Dedeler Kurulu Baþkaný Hasan Kýlavuz bu görevden ayrýlmalý ya da ayrýlmasý saðlanmalýdýr. Hasan beyin bireysel görüþlerini akademik ortama taþýyarak oralarda tartýþmasýnda hiçbir sakýnca yoktur. YENI BÝR Dedeler Kurullarý Genel Baþkaný seçimine gitme zorunluluðu vardýr. Bu seçim, Federasyona baðlý derneklerin inanç hizmetlerini gören dedeler kurullarýnýn gönderecekleri temsilciler çaðrýlarak yapýlýr. Ayrýca baðlý olmayan derneklere de çaðrý çýkarýlarak (Alevi söylemiyle peyik salýp lokma göndererek) bu seçime katýlmalarý talep edilmelidir. Yeni seçilen Dedeler Kurullarý Genel Baþkaný’nýn yönetimle iliþkisi, inançsal konularda danýþmanlýk biçiminde olmalý. Kendisi kesinlikle yönetimin sosyo-politik etkinliklerine karýþmamalý ve karýþtýrýlmamalý. Yönetim de onun kendi iç kurullarý (Dedeler) ve 12 hizmet erleriyle yapacaklarý, inançsal etkinlik ve uygulamalara müdahale etmemelidir. Onlarýn yanlýþ ve hatalý davranýþ ve uygulamalarý Hacýbektaþ’taki Dergâh Kurulu denetimiyle eleþtirilip düzeltilir. Bu kurullarýn oluþturulmasý ve hiyerarþik yapýsýný dördüncü madde olarak sunalým: DEDELER KURULLARI Genel Baþkaný seçilen kimsenin, hangi Seyyid ocaðýna mensup olursa olsun çaðdaþ ve aydýnlýk kafalý ve Alevi-Bektaþi yolu ve erkânýný iyi bilen, cem törenlerini yanlýþsýz yönetecek yetkinlikte ve de inançlý bir kimse olmasý gerekir. Önerimiz bu seçimin Pir Dergâhý’nýn bulunduðu Hacýbektaþ’ta yapýlmasýdýr. Böylelikle Dergâh’ta inançsal birliðin ilk ve büyük adýmý atýlmýþ olacaktýr. Sözünü ettiðimiz temsilci dedelerin Hacýbektaþ ilçesinde, Dergâh Postniþini Mürþid’in baþkanlýðýnda toplanarak üç gün ya da bir hafta içinde kendilerine bir baþkan seçmeleri zor bir olay deðildir. Eminim ki,
2 3
4
Ocak 2005
Türkiye ve Avrupa’daki Alevi derneklerinin dedelerinin her biri farklý ocaklara mensuptur. Hacý Bektaþ Dergâhý Postniþi’nin de bir “Ocak” temsilcisi olarak tek oyu olacaktýr Dedeler Kurullarý Genel Baþkaný seçiminde. Elbetteki bu seçimden sonra Dergâh ile iliþki kesilmeyecektir. Ayrýca Postniþin tarafýndan zaten uygulanmakta olan Dergâh’ta geleneksel dede eðitimi ya da yetkili kýlma hizmetleri sürdürüldüðünden, burada da bazý deðiþiklikler düþünülebilir. AABF ve ABKB’ye baðlý derneklerde hizmet gören kaç dede var ve onlarýn göndereceði kaç kiþi tutar bilemiyorum; ama diyelim 50-60 dede katýldý bu seçim toplantýsýna. Gizli ya da açýk oyla seçilenlerden en fazla oy alan baþkan ve oy sýrasýna göre 3 ya da 4 kiþi de oluþturulacak olan Dergâh Kurulu’nda görev almalýdýr. Dergâh Kurulu Hacý Bektaþ Veli Dergâhý postniþininin baþkanlýðýnda kurulur. Dergâh Kurulu, Postniþin ve -tarihsel konumu ve Serçeþme’lik kutsal görevinden ötürü bir ayrýcalýk olarak- Hacý Bektaþ Ocaðý’ndan bir baþka yetkin kiþi, yani tanýnan, saygý duyulan Dede dahil olmak üzere, Dedeler Kurullarý Genel baþkaný ve seçimde en fazla oy alanlarla birlikte 6-7 kiþiden oluþur. Toplantýlarda alýnacak kararlar oylamayla olur; oylarýn eþit çýkmasý ve anlaþmazlýklarda Dergâh Postniþini’nin ikinci oyu ya da vereceði karar belirleyici ve çözümleyici olarak kabul edilmelidir. Dedeler Kurullarý Genel Baþkaný doðrudan Dergâh Kurulu’na baðlý ve bu Kurula karþý sorumludur... (Bu Kurulun hizmet tüzüðü daha sonra hazýrlanýp maddeleþtirilebilir). DERGÂH KURULU’nun iþletilmeye baþlamasýyla, ona hizmet görme mekâný olarak, Müze olan Hacý Bektaþ Dergâhý Külliyesi’ndeki Meydan Evi’nin ayrýlmasýný saðlayacak yasal giriþimler yapýlýr. Külliye’ye bu adým atýldýktan sonra, Dergâh Külliyesi’nin tümüyle hak sahibi olan Alevi-Bektaþi inanç toplumuna ve onun inançsal yönlendiricisi ve temsilcisi geniþletilmiþ Dergâh Kurulu’na teslim edilmesinin saðlanmasý için kitlesel eylem ve iþlemlere geçilir. AABF ve ABKB inançsal birlik baðlamýnda kendilerini yenilemeli ve yapýlanmalarýnda bazý deðiþikliklere gidilerek Türkiye ve Avrupa’da demokratik özgürlükler ve insan haklarý baðlamýnda AleviBektaþi inanç toplumunun toplumsal, siyasal hak ve isteklerini savunucusu büyük kitle örgütü düzeyinde, geniþletilip kurumsallaþtýrýlmýþ Hacý Bektaþ Dergâh Kurulu’yla eþgüdümsel baðlýlýk içinde çalýþmalý ve birbirlerinin alanlarýna karýþtýrýlmamalýdýr. HIÇ GECÝKMEKSÝZÝN ve ivedi olarak çeþitli dillerdeki tarihsel ve inançsal yazýlý Alevi kaynaklarýnýn saptanmasý, toplanmasý ve Türkçe’ye çevrilmesi çalýþmalarýna baþlanmasý gereklidir. Bunun için hemen, yetkin bir araþtýrma ve (birkaç dilden) çeviri ekibi kurulmasý giriþimine baþlanmalýdýr… Bu dostça önerilerimiz benimsendiði ve gecikmeden uygulamaya geçildiði takdirde, inanýyoruz ki, kýsa zamanda çok büyük ölçüde AleviBektaþi inanç toplumunun güvenini kazanacak. O zaman, toplumsal ve siyasal alanlardaki çalýþma ve eylemlerinizde arkanýzda büyük kitleler bulacaksýnýz.
5
6 7 8
Alevilik Dersleri mi, Yoksa Zulüm mü? Milli Eðitim Bakanlýðý, Din ve Ahlak Dersleri müfredatý içine Aleviliði de koyacaðýný duyurdu. Kuþkusuz kafalarýndaki Alevilik iþlenecek; yani Türklere ve Anadolu’ya özgü bir Ýslami inanç ve “mistik tarikat” olarak Nakþibendilikle sulandýrýlmýþ bir Bektaþilik! Böylece eski tanýmlamalarýndan birini yeni kavramlarla süsleyerek, Alevilik adýyla okullarda öðretecekler! Üç yýl önce “Diyanet’in Alevilik Raporu”nda “Alevilik, Hanefi mezhebinin bir tarikatýdýr” biçiminde yaptýklarý tanýmda ufak bir deðiþiklikle, Aleviliði “Ýslamýn bir mistik tarikatý ya da yorumu” olarak Din ve Ahlak Dersleri’nde okutacaklarmýþ. Bu dayatmacý davranýþ Sünnileþtirme asimilasyonunun yeni, ama çok tehlikeli bir yöntemidir; Aleviliðin özüne aykýrý, soysuzlaþtýrýlmýþ inançsal bilgileri körpe kafalara sokarak, onlarý koþullandýrarak bunu baþarmak istiyorlar. Ders deðil zulüm olacak! Alevi-Bektaþi inanç toplumu, devlet okullarýnda zorunlu din dersleri de buna ek olarak Alevilik dersleri de asla istemiyor ve istememelidir. Devlet de sözde Alevilerin temsilciliðine soyunmuþ sadece küçük bir çýkarcý ve uzlaþmacý grubun istemlerine göre hareket edemez. Bu yöntemlerle de AB’nin gözünü boyayacaðýný sanýyorsa aldanýyor. AleviBektaþi toplumu bu asimilasyoncu Alevilik dersleri dayatmasýna kitlesel tepkisini göstermekten çekinmemelidir.
NOTLAR:
1 Bakýnýz: Ý. Kaygusuz, “Kuþatma Altýndaki Hacý Bektaþ Dergahý”. Serçeþme, Sayý 5, Kasým 2004.
7
TASAVVUF Ýsmail Özmen
Ýslam tasavvufu insaný, kendi içinde “özgür” bir kul, dýþarýda ise gerçek ve özgür bir insan yapmaya yönelmiþtir. Kulu, özgürlüðün vahþi atýna bindirip kul olgusunun bilinen tutsaklýk zincirlerini onun içinde otururken kýrmaya çaðýrmýþ, o da bu zincirleri birer birer kýrmasýný bilmiþtir.
E
vrende, insan dýþýnda baðýmsýz, özünü ortaya koyan, çevresini ve varlýðýnýn temel niteliklerine girip onu titizlikle ve dikkatle bir oya inceliðinde iþlemeye çalýþan baþka bir varlýk daha yoktur. Yaratýlma olayýnýn temeli insandýr. Aslýnda insan bütün evreni bir bütünlük içinde yansýtan, Tanrý’dan gelip yine Tanrý’ya dönecek olan ölümsüz bir özün, bitmeyen bir yaratýcý gücün taþýyýcýsýdýr. Gerçekten “sanal” olarak insan cennetten kovulmuþ bir varlýk sayýlsa bile, gerçeðin öyle olduðu kanýtlanamamýþtýr; çünkü insanla Tanrý birdir; Tanrý insanda dile gelen, düþünen, düþleyen, konuþan, söyleyen görünüþ alanýna çýkan bir varlýktýr; kendiliðinden suç iþleyen, suç iþlemeye planlanmýþ bir makine de deðildir.
B
Her Þeyin Kaynaðý Tanrý’dýr
izce insanýn tüm eylem ve davranýþlarýnýn kaynaðý Tanrý’dýr. Çünkü, Tanrý tüm evreni doldurmuþ, her þeyin, özellikle de insanýn özünü sarmýþ, hepsinin kaynaðý olmuþ durumdadýr. Yani insanda bir tanrýsal “irade-yi cüz’iye” mevcuttur. Bu bakýmdan insan hep Tanrý ile birlikte davranýr; bunun anlamý, Tanrý’dan gelen insan sonunda yine Tanrý’ya dönecektir. Ancak bu dönüþ kendiliðinden gerçekleþmez, bazý aþamalardan geçmeyi öngörür. Kiþi bu aþamalarda “irfan” denilen gönül bilgisini edinmekle yükümlüdür; irfan yüce bir bilgi birikimi türüdür; bu, insan gönlünde Tanrý’nýn bir nur (ýþýk) olarak belirmesidir; irfanla olgunlaþan, arýnýp aydýnlanan kiþi, geçici varlýklardan sýyrýlmak suretiyle kendini yetkinleþmiþ ve “turaplaþmýþ” olarak bulur. Bu, “geçiciler” âleminden beka âlemine yükselmektir.
B
Tanrý’ya Yükseliþ
öylece, bu ve benzeri yükseliþlerle geçici olan her þeyden kalýcý özlere doðru yönelmeyi baþaran insan, Tanrý’ya varan yol üzerinde adým adým ilerler. Gerçekte bu ilerleme bir yükseliþ, az olgundan çok olguna, en olguna, yani Tanrý’ya doðru gidiþ demektir. Aslýnda bu alanda yükseliþ iki türlüdür: Bunlardan ilki, kendini geçici varlýklardan sýyýrýp uzaklaþtýrmakla, içine kapanýp dünyadan el etek çekmekle, kendini ve özünü derin düþünceye ve zikre vermekle, yani Tanrý üzerine derinlemesine düþünmekle olur; ikincisi ise bilgi irfan edinmekle saðlanýr. Gerçekte insan için bilgi, gerçeðe, doðru yola, Tanrý’ya, ölümsüz olana, nura varmayý saðlayan bir kýlavuzdur. Ýnsan Tanrý’ya yükselirken birçok manevi basamaklardan geçer, bu basamaklarýn hepsi de bir sýnav alanýdýr, savaþ meydanýdýr; kiþi amacýna ulaþmak için bu savaþý ve sýnavý kazanmak zorundadýr. Aslýnda bir yükseliþ niteliði taþýyan bu “geçiþ”ler evrenin deðiþik katlarýný geçmek anlamýna gelir. Son kattan sonra, bütün varlýk türlerini özünde yansýtan, onlarýn öncesiz ve sonrasýz ana kaynaðý olan tanrýsal kat gelir ki bu kat burada insan nur’u özünde bularak yansýtýr. Böylece, insan bu “nur” u gönlünde görünüþ alanýna çýkarýr. Yani irfanla olgunlaþan insanýn yetkinliði nispetinde Tanrý, onun gönlünde, bir “nur” olarak belirir; bu nurun belirmesi, insanýn Tanrý’yý görmesi, seyretmesi, müþahedesi anlamlarýna gelir. Aslýnda bu bir tür Tanrý’dan doðuþtur. Tanrý’dan doðuþ ise bir nurun açýlýþý, parlayýþý olarak kabul edilmelidir. Bu ise, ancak gönül gözüyle görülebilen bir olgudur; bu ancak irfanýn saðladýðý olgunlukla sezilir. Ýþte bütün bunlarý etüt olarak hazýrlayan, gereken bilgilere veren tasavvuf bilimidir; bu ekol özgül bir bilim olarak deðerlendirilmelidir.
B
Ýslam Mistisizmi
ir baþka açýdan, Ýslam’ýn dýþýndaki mistisizm, sözlük anlamýyla “görünürde olmayan, gizli, öteki dünyaya ait bilgiler” demektir. Kiþinin dünya ile ilgisini kesip Tanrý sevgisine baðlanmasý, o ummana dalmasýdýr. Ýslam’da mistisizmin toplumla iliþkisi ilginç bir durum ve görünüm sergiler. Gizemcilik, insaný toplumdan koparmayý amaçlar, ama zamansal süreç içinde, uygulamanýn birkaç örnek dýþýnda böyle olmadýðý açýktýr. Görülen odur ki, mistisizm, Sünniliðin yasakladýðý felsefe ve teolojiden bilgi edinme, çeþitli felsefî sorunlara gerçek ve doðru yanýtlar arama, zorba yönetimlere karþý özgürlüðü ve yoksul halký savunma, toplumla bireysel düzeyde, derinlemesine, sürekli ve yoðun iliþki içinde olma cesaretini gösterme gibi ödevleri üstlenmesini bilmiþtir. Mistikler, her türlü þekli, bu arada camileri de reddetmiþler, kendi içlerindeki, özlerindeki mabetlerine çekilerek Tanrý ile “haþýr-neþir” olmuþlardýr. Yine Ýslam mistisizminde genel olarak “evlenmeme” kuralý geçerli deðildir. Tarikat üyelerinin büyük çoðunluðu iþinde, gücünde, halkýn yanýnda ve içinde yaþamayý tercih ederler. Dünya iþlerinden el-etek çekme kuralý çok küçük bir çevre tarafýndan uygulanmýþ ise de gerçekte, tasav-
Hz. Ali ve Devesi - Ömer Bortaçina Koleksiyonu, Cam Altýnda Yirmi Bin Fersah, s. 48. Yapý Kredi Kültür Sanat Yayýncýlýk.
8
Sayý 6
vuf, Ýslam dininde geçerliliði olmayan, þeriat dýþý, hep felsefe içinde oturan bir sistem sanýlarak medrese çevrelerince hep yasaklanmýþtýr.Tarihsel açýdan tasavvuf olgusuna baktýðýmýzda, Ýslam ülkelerindeki irili-ufaklý tüm ayaklanmalarda çoðunun önderliðini mistikler ya da onlarýn yandaþlarý yapmýþlardýr. Genel olarak, mistisizm (tasavvuf, sufizm, gizemcilik) Kuran’ýn zâhiri denilen açýk anlamlarýna pek önem vermez ve derinliðine inmez. Ancak “gizli” anlamlarýný, asýl ve gerçek anlam sayar. Bu konularda Bâtýnilik, bir baþka açýdan söyleyiþle “doðu sosyalizmi” sayýlabilir. Çünkü tasavvufun amacý; insanlar arasýndaki barýþý, eþitliði, kardeþçe yaþamayý, çok yönlü dayanýþmayý, yardýmý saðlamak; dahasý “yarin dudaðýndan özge her þeyde” ortaklýðý kurduktan sonra “sömürüsüz bir toplumsal paylaþým sistemini” gerçekleþtirip yaþama geçirmektir. Bütün dünyada mistisizmin deðiþmeyen yönü, her türlü haksýzlýðý yok etmeye yönelik olmasý; özünün ise “eþitlikçi-toplumcu” bir öðretiden kaynaklanmasýdýr. Tasavvufun bâtýni kolu, hiçbir zaman dünya iþlerinden el çekmemiþ, örtülü biçimde de olsa hep politikanýn içinde yer almýþtýr. Dünyanýn daha güzel, daha yaþanýlýr bir dünya olmasý için yoðun ve sürekli bir savaþým içinde bulunmuþtur. Bu savaþýmý Tanrý ile birlikte yapmayý, O’nu da bu tür savaþlara “sokmayý” ana kural saymýþtýr. Özetle, Ýslam tasavvufu insaný, tam ve özgün, kendi içinde “özgür” bir kul, dýþarýda ise tam anlamýyla gerçek ve özgür bir insan yapmaya yönelmiþtir. Bu baðlamda, kulu, özgürlüðün vahþi atýna bindirip kul olgusunun bilinen tutsaklýk zincirlerini onun içinde otururken kýrmaya çaðýrmýþ, o da bu zincirleri birer birer kýrmasýný bilmiþtir.Mistisizmin bütün bunlarý gerçekleþtirmek için çeþitli tarihsel nedenlerle Þiilik’le yoðun bir iliþkiye girdiði, yakýnlaþtýðý ve çoðu yerde özdeþleþtikleri, ancak tarihsel süreç içinde, kimi kez de yine çoðu yönden ayrýldýklarý, örtüþemedikleri yadsýnamaz tarihsel gerçekler olarak karþýmýzda durmaktadýr.
Evren Niçin Yaratýldý? Evreni Kim Yarattý?
B
ir baþka açýdan konuya yaklaþarak baktýðýmýz zaman, þu sorunun peþine düþmek zorunda kaldýðýmýzý görürüz. Bu soru kýsaca þudur: Evren niçin yaratýldý, yaratýlmýþsa kim yarattý, niçin yarattý? Böyle bir soruyu sormanýn gereði var mý, yok mu bu da ayrý bir sorun. Bu ara ayni sorun üzerine, evren bir büyük patlama sonucu oluþtu, “kör” bir yuvarlanmanýn, bilinçsiz bir gidiþin eseridir, yaratýcýsý bizzat kendisidir, kör yuvarlanýþla oluþan bir bilinçlenmedir diyenler olduðu gibi, bu arada bunu, bilinçli bir yaratýlýþ sayanlar, bir aklýn, büyük bir gücün eseri olduðunu iddia edenler olduðu da unutulmamalýdýr. Son görüþü savunan grubun büyük bir kýsmýný, tektanrýlý üç büyük dinin kitap, peygamber ve temsilcileri oluþturur. Ýslami görüþe göre, Allah evreni hiç kimse için deðil, bizzat kendisi için yaratmýþtýr. Zaten Allah’ýn varlýðý, zorunlu ve kendi kendine vardýr; evren de baþka bir varlýktan deðil, bizzat Allah’ýn kendi düþüncelerinden var olmuþtur. Yaratýlan her þey, tüm varlýk ayrý ayrý varlýklar olarak var deðildir; her þey baþlangýçta Allah’ýn bilgisinde var olup, bu varlýklarýn varlýðýný Allah sonradan öðrenmiþ de deðildir. Zira O’nun bilgisine sonradan yeni bilgiler eklenemez. O’nun bilgisi ne artar, ne eksilir, ezelden olduðu gibi hep aynýdýr, biz yaratýlmadan önce de O’nun bilgisinde vardýk. Bu görüþün bilinen ilk kaynaðý Platon’dur. Eflatun’a göre, evren varlýklarýnýn, tüm yaratýklarýn kaynaðý idea’lardýr; idea, kavram olarak ezelden beri vardýr, varlýklar yaratýlmadan önce idealar âleminde soyut olarak mevcuttur; yaratýklarýn var olmadan önce, bilgi, yani kavram hâlinde bulunduðu, bunun ise, gerçekte Allah’ýn bilgisi olduðu, Ýslam’da benimsenen temel bir görüþtür. Ýþte Ýslam Tasavvufunda bilgi durumundaki bu varlýklara (a’yân-i sâbite) adý verilir. Ýþte Allah, bilgisindeki bu varlýklara görünür âlemde yine bilgisine göre biçimler, içerikler ve belirli bir ömür koyar. Bunu niçin yaptýðý sorusuna ise, kendi sýfatlarýný etkinleþtirmek için yanýtý verilmektedir. Muhyiddin ibn Arabi, “rýzk verilenler olmadýkça, rýzk vericiliðin; bilinen olmadýktan sonra bilinenin, yaþayanlar olmadýktan sonra yaþatýcýlýðýn bir anlamý kalmaz” derken hem bu düþünceyi destekleyerek vurgular, hem de yine ona göre, “Allah yaþatandýr, öldürendir, yeniden yaratandýr, rýzk verendir, bilendir, egemendir, hükümdardýr, hükmünü sürdürendir, hasýlý sayýsýz sýfatlarýn sahibidir, iþte bu sýfatlarýn etkinleþebilmesi için tüm yaratýklarýn varolmasý gerekir; ýþýðý olmayan güneþ düþünülemeyeceði gibi, yaratýðý olmayan yaratýcý da düþünülemez.” Ýþte bütün bu düþünceler baðlamýnda, Allah da, kendi sýfatlarýnýn etkinliði için evreni var etmiþtir. Hatta bir ayette “Ben insanlarý ve cinleri bana tapmalarý için yarattým” , buyurur; Ýbni Abbas bu ayette geçen tapma fiilini “bilme” þeklinde açýklamýþtýr ki tapma bilmenin en ileri boyutunu iþaretler. Tanrý her þeyi kendisini ileri aþamada bilmeleri, kendisine tapmalarý için yaratmýþtýr... §
Ocak 2005
BÝR KÝTAP
Su Yayýnevi Kasým 2004 13,5 x 21 cm, 352 sayfa ISBN No: 975-6709-38-3
NÝZARÝ ISMAÝLÝ DEVLETÝNÝN KURUCUSU
Hasan Sabbah ve Alamut Öðretisi, Tarihi, Felsefesi Ýsmail Kaygusuz’un Hasan Sabah ve Alamut üzerine beklenen çalýþmasý geçen ay içinde Su Yayýnlarýndan yayýmlandý. Kaygusuz, Anadolu Aleviliði’ni daha iyi anlamanýn yolunun Heterodoks Ýslamlýðýn öncüllerinden olan Alamut Nizari Ýsmaililiðini incelemekten geçtiðini öne sürüyor. Bu çalýþma, Alamut Ýsmailliði’nin Anadolu’da Alevi-Bektaþi inancýnýn sistemleþmesi ve kurumlaþmasýnda etkisini göstermeyi amaçlýyor. Çalýþma, Alamut devletinin kuruluþunu ve bu devletin kurucusu Hasan Sabbah’ý bölgenin toplumsal ve siyasal tarihi içinde ele alýyor. Bu çerçevede iki önemli tarihi kaynaðý eleþtirel bakýþla inceliyor: Hasan Sabbah’ýn sistemleþtirdiði batýni “Talim” (Eðitim) öðretisini kapsayan “Fusul-Erbaa”nýn (Dört Fasýl) bir özetini içeren Abdulkerim Þehristani’nin (ö.1153) al Milal adlý yapýtý ile Alamut Ýsmaililiðinin kýyamet/yeniden diriliþ öðretisinin içeren “Haft’i Babý Baba Seyyidna.” Hasan Sabbah’ýn dünyayý mülkleri, insanlarý da kullarý sayan halifelere karþý, bu dünyayý cennete çevirmek için savaþým verdiðini vurgulayan Kaygusuz, onu uyuþturucu cenneti yaratmýþ bir sapkýn gibi gösteren saldýrýnýn ardýnda yatanlarý sergiliyor. Onun özgür düþünceyi, insan severliði ve eþitliði savunan, eþitlikçi, paylaþýmcý ve dünya mülkünü ortaklaþa kullanma gibi öðeler içeren öðretisinin Abbasi Halifeleri ve Selçuklu Sultanlarýnýn çýkarlarýna aykýrýlýðýný gösteriyor. Hasan Sabah’ýn Alamut’u içten fethini, Hazar’ýn batýsýnda Daylam’dan, güneyinde Tabaristan ve Horasan’dan, güneybatý Ýran eyaletlerinden Kuhistan ve Suriye’ye kadar Ýsmaili kale yerleþimleri kuruþunu ele alýyor. Bu kalelere dolan Pers, Arap, Kürt ve Türkmen gruplarý inceliyor. Alamut Ýsmaililerinin kendi görüþlerini benimsemeyenleri saf dýþý ettikleri iddiasýnýn yalan olduðunu vurgulayan Kaygusuz, Ýsmaililerin, görüþlerini benimsemeyenlere zorlama yapmadýðýný vurguluyor. Kentlerini yýkan Moðollarýn önünden kaçan Sünni ulemayý nasýl kalelerinde konuk ettiklerini ve yiyeceklerini paylaþtýklarýný anlatýyor. Alamut fedailerinin inançlarý nedeniyle ölüme korkusuzca gidiþinin, zulüm ve kýrým yapan baskýcý yöneticilere suikastlar düzenlemelerinin toplumsal anlamýný ele alýyor. Bu yalanlarýn Haçlý Seferleri döneminde nasýl Batý’ya taþýndýðýný açýklýyor. Ünlü gezgin Marko Polo’nun bu çerçevede oynadýðý rolü de belirtiyor, Alamut’un yýkýlmasýndan sonra bölgeden geçmiþ olan Polo, Avrupa’da hala anlatýlan gizemli ve inançsýz sapkýnlarýn oturduðu Alamut’un baþýndaki Daðlý Ýhtiyar’ýn (Hasan Sabbah’ýn) serüvenleri ve uyuþturucu (Haþiþ) cenneti hikayelerini ürettiðini belirtiyor. Kaygusuz, bu çalýþmasýnýn, halkýn tanýmadýðý, aydýnlarýn çoðunun ise yanlýþ tanýdýðý Ýsmaililiði tarihsel, düþünsel ve inançsal baðlamda doðru tanýtma denemesi olduðunu vurguluyor. Esen Uslu
9
ÜLKEMÝZDE US DIÞI RESMÝ KURUMSAL KONUMLANMALARIN TASFÝYESÝNDE KESÝN ZORUNLULUK VARDIR
Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Murtaza Demir
A
leviler, Kürtler, Süryani, Ermeni, vb., yurttaþlar, devletin Türk-Ýsyamaz durumdadýr. Bu noktada dahi DÝB’na “istisnai” bir kimlik giydilam “Sünni” sentezi politikasýna/uygulamalarýna karþý; kültürrilmiþ, yýllar yýlý ödenek, kadro vb. talepleri tartýþýlmadan karþýlanmýþtýr. lerini, deðerlerini ve farklýlýklarýný koruyarak yaþamak istiyorlar Öyle ki; cami cemaati olmayan Alevi köylerine atanan yüzlerce Sünni Farklýlýklarý nedeniyle eziyete uðrayanlarýn, laikliðin, çoðulculuðun ve imam efendinin, arayaný soraný olmadýðý için ilçe ve il merkezlerinde evrensel demokratik deðerlerin kurumlaþmasý adýna yoðun çaba gösoturmalarý, devletten maaþ alýp, iþsiz ve iþlevsiz bir yaþam sürmeleri görtermelerinin nedeni budur. Eminiz ki; farklý kimliklerin ve kültürlerin mezden gelinmiþtir. kendilerini ifade etmeleri ve ayný zamanda “öteki” denilenlerle birlikte DÝB, bunca kadrosuna raðmen her bütçe yýlýnda TBMM’den yeni ve barýþ içinde yaþamalarý mümkün; hatta daha yaþanabilir bir dünya için kadro istemektedir. Giderlerini ulusal bütçeden karþýlamasýna karþýn, zorunludur. Bunun tek koþulu ise demokrasinin tüm kurumlarýyla yaþakadrosunu sadece Sünni kökenli yurttaþlar arasýndan seçmeye büyük bir ma geçirilmesidir. Bu yüzden ülkemizde kimi bakýþ açýlarýnýn, Ýmam Haözen gösteren DÝB; teklif ve eleþtirilere karþýn, Sünni/Hanefi mezhebine tip Okullarýnýn ve “Zorunlu Din Dersi” gibi barýþ ve us dýþý resmi kurummensup olmayan bir kiþiyi dahi istihdam etmemektedir. Devletin din adýsal konumlanmalarýn tasfiyesinde kesin zorunluluk vardýr: Bunlardan bina tahsis ettiði kaynak, salt DÝB’nýn bütçesinden ibaret deðildir. Bu bütçe ri de Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’dýr (DÝB). Yazýmýzda DÝB’ný konu edebuz daðýnýn sadece görünen kýsmýdýr. Yaptýðýmýz ayrýntýlý hesap sonucuceðiz. na göre; Diyanet Vakfý ve benzeri vakýflarýn din amaçlý giderleri, Vakýflar Öncelikle bu kurumun ülkemize olan bütçe maliyetini, daha sonra da Genel Müdürlüðü’nün ve il özel idarelerinin cami, mescit, minare onasosyal yapýmýz üzerindeki tahribatýný ortaya koyarak, yerine ikame edilrýmlarý, ibadet mekânlarýnýn su, elektrik, kanal bedelleri, belediye yarmesini istediðimiz önerimizi sunacaðýz. Aleviler, Kürtler ve “azýnlýklar” dýmlarý, MEB Din Eðitimi Genel Müdürlüðü ödeneði, Ýmam Hatip Okulsorununu, ülkemizin genel yönetsel sorunlarýndan ayrý olarak ele almak larý, Ýlahiyat Fakülteleri vb. konularda harcanan kaynak miktarý, yýllýk gerekirse, devletimiz, bilinçli bir politika sürdürerek, sosyal yaþamýn toplam iki milyar dolar düzeyindedir. bütün evrelerinde, dini “aslýnda Sünni mezhebini” ve ýrk faktörünü dayaBu miktar ulusal gelirimizin %2’sidir. Resmi kurumlara yapýlan mestarak, “öteki” saydýðý kesimleri incitmekte ve zaaflarýný da bu þekilde citlerin sayýsý 100 binlerle ifade edilmekte, tam bir rakam verilemekendisi üretmektedir. mektedir. Mescidi olmayan kamu kurumu yok gibidir. TC. Hükümeti Türk-Ýslam politikasýnýn birinci olumsuz sonucu; statükonun sempayetkililerinin, yurtdýþýndan 300-500 milyon dolar borç almak için dahi ne tisine, koruyuculuðuna ve finansýna dayanan ýrkçý mafya, diðeri de genel büyük çaba sarf ettiklerini, âdeta kapý kapý dolaþtýklarýný düþündüðüanlamda kaderci, dinci, gerici bir insan profili yaratmasýdýr. Devlet, “hümüzde, devletin, laiklik ve evrensel ilkelere bu denli aykýrýlýk taþýyan bir kümetler” bu politikasý gereði, Sünni Ýslam’ý/Ýslamcýlýðý imtiyazlý refekuruma yýllýk 800 milyon dolar kaynak ayýrmasý, laik deðil, Ýslam’ý rans kabul etmekte; kurumlarýyla önerip, ulusal bütçeden ödenek devlet sistemini tercih ettiðini göstermektedir. Bu tercihin doðal sonucu ayýrarak, desteklemektedir. 12 Eylül öncesinde mütevazý ve sembolik bir olan DÝB, yukarýda özetle ifade edilen olaðanüstü büyüklükteki organize kurum olan DÝB, bu tercihin sonucu olarak 12 gücü ve deðiþmez siyasi bakýþý nedeniyle, Eylül sonrasýnda kadro ve diðer devlet imkânsiyasetin ve kuþkusuz iktidarlarýn en büyük larýyla olaðanüstü þiþirilmiþ, “farklý inançlarý Türk-Ýslam politikasýnýn sonucu; belirleyicisi olmuþtur. asimile etmek ve Sünni Ýslam’ý tüm topluma haCami cemaatinin on yýl önceki siyasi statükonun sempatisine, kim kýlmak” üzere konumlandýrýlmýþtýr. Egemen temayülü sað liberal partiler iken, bugün oylar koruyuculuðuna ve finansýna çoðunluk içindeki genel statik anlayýþ, “mafya tümüyle siyasal Ýslam’a; yani doðal mecrasý ve inanç kurumu gibi iki zýt olgunun ayný düzolan dinci parti (lere) ye rücu etmiþtir. “Bizi dayanan ýrkçý mafya ve lemde tartýþýlamayacaðý” þeklindedir. Oysa camiler yýktý” diyen liberal siyasiler de gerçeði kaderci, dinci, gerici inancýn kendi sýnýrlarý içinde kaldýðýnda, bireyitiraf etmektedirler. Büyük ölçüde DÝB kadrosel ve toplumsal ahlak adýna olumlu yansýmalarý larýnýn ideolojik güdümünde olan cami cemaabir insan profili yaratmasýdýr. olacaðý ne kadar doðruysa, yanlýþ kullanýlmatinin toplu siyasal refleksi de DÝB’yla ilgili sý/yönlendirilmesi durumunda da oldukça tehlisavýmýzý destekler niteliktedir. DÝB, ülkemizde keli bir araç haline gelebileceði bilinmektedir. Türbanýn Ýslam’ý düzen Ortaçað Avrupa’sýndaki Kilise egemenliðine benzer bir güç elde etmiþ, adýna özendirilmesi; Hizbullah türü örgütlerin ortaya çýkmasý, din ve salt bu vasfýyla bile demokrasi, laiklik, eþitlik kavramlarýný týkayan bir mezhep adýna sayýsýz eylemin yapýlmasý, somut örneklerdir. Ülkenin etkkonum kazanmýþtýr. Kurumun yumuþak karný, bir bakýma zaaflarý; ili odaklarý, tam bir mutabakat içinde egemen çoðunluðun tabularýný ve AB’nin itirazý, Hanefi Mezhebi dýþýnda kalan yurttaþlara hizmet ver“Türkiye’nin çýkmazý” noktasýndaki sorunlarýný tartýþmaktan kaçmakta; memesi, Aleviliði inanç olarak görmeyerek dýþlamýþ olmasýdýr. Statüko tartýþanlarý da tüm araçlarýný kullanarak linç etmektedir. þimdi DÝB’ný kurtarmak adýna, Alevileri de DÝB içine çekerek, itirazlarý Ýlginç ve toplumsal geliþmeyi engellemesi bakýmýndan eleþtirilmeye asgariye indirmeyi tasarlamaktadýr. Bu yüzden DÝB yapýsý içinde, ihtiyacý olan da iþte bu deðer yargýsýdýr. Aydýn ve akademisyenlerin din Alevileri de kapsayacak þekilde yeni bir yapýlanmayý daha gerçekleþtirekonusundaki aydýnlatma sorumluluklarýný bir yana býrakmalarýnýn temel rek, bir taþla iki deðil üç kuþu birden vurmaya teþne görünmektedir. nedeni, toplumsal aforozdur. Toplumsal yapýmýz, ülkenin gerçeklerini CEM Vakfý dýþýnda kalan Alevi kurumlarýnýn DÝB ve benzeri dinsel cesaretle söyleyen aydýnlarýný “faili meçhul cinayetlere” kurban etmiþtir. uygulamalara sürekli muhalif olmalarý, geçmiþe göre bugün daha organiBir çok bireyin, yoksulluk, mafya, aþýrýlýk ve radikalizm gibi olgularýn ze ve güçlü tepki vermeleri, özellikle AB süreci, statükoya DÝB’in birbirini besleyerek var ettiðini; bu unsurlar arasýnda dinin çok temel bir kaldýrýlmasýný deðil ama, hiç deðilse yeniden yapýlandýrýlmasýný dayatfaktör olduðunun bilincinde olmasýna karþýn, bu gerçeklikle yüzleþmekmaktadýr. Bu yüzden, DÝB’ndan tümüyle vazgeçmek yerine, onu bir ten kaçtýðýný da bir baþka ilginç nokta olarak tespit etmek gerekir.... ölçüde ‘meþrulaþtýrarak’ zaman kazanmanýn bir yolunu aramaktadýr. Bunun ilk ayaðý olarak: 1- Alevi kurumlarýnýn tümüne, genel bütçeden ödenek ayýrmak; DÝB’nýn Bütçe Maliyeti 2- DÝB benzeri bir kurumu “Alevi Ýslam Din Ýþleri Baþkanlýðý” adýyla hayata geçirmek üzere çaba gösteren Cem Vakfýna özel statü tanýmak; ÝB, bugün kadro, tesis, parasal imkân ve toplumsal etkinlik baký3- Veya bu vakfýn yönetimini DÝB’e eklemlemek seçeneklerinden mýndan en büyük kamu kuruluþlarý arasýndadýr. Kuruma; Alevi birinin yakýn vadede gündeme taþýnmasý büyük olasýlýktýr. Alevi kurumve diðer inançlara mensup insanlarýn yerleþim birimleri dýþýnda larýndan herhangi birinin DÝB’na eklemlenmesi, “Türkiye’nin demokrasi kalan tüm birimlerde ve yurttaþlarýmýzýn yaþadýðý Almanya, Fransa gibi mi; Ýslamcýlýk mý?”, ikilemine yanýt olmasý bakýmýndan son derece dýþ ülkelerde, isteðini, cemaatine dilediði þekilde ulaþtýrmaya, yönlendirstratejik bir eþiðin aþýlmasý olacak ve yol haritasý anlamýnda da önemli meye ve organize olmaya imkân saðlanmýþtýr. 90 bin kadrosu, yüz binbir gösterge niteliði taþýyacaktýr. Hiç kuþkusuz, Aleviliðin DÝB içinde lerce gayrimenkulu, yýllýk 800 milyon dolar civarý bütçesi vardýr. Bu büttemsil edilmesi kararý, “Ýslamcý Türkiye özlemi” karþýsýndaki en büyük çe yaklaþýk on bakanlýðýn bütçesinden daha büyüktür. muhalif yapý olarak gösterilen Aleviliðin, Sünni Ýslam tarafýndan “teslim Fukara ülkemizin yurtdýþýndan büyük faiz ödeyerek oluþturduðu ulualýnmasý” anlamýna gelecektir. Böylece “Alevilerin DÝB içinde temsil sal bütçe, iþ, aþ, saðlýk ve eðitim gibi en temel gereksinimlerini karþýla-
D 10
Sayý 6
edilmeleri” taleplerine “istemeyiz” görüntüsü veren statükonun aðzýný sulandýran “yüzlerce yýllýk arzusu” da gerçekleþmiþ olacaktýr. DÝB, Anadolu’nun özgürlükçü damarlarýndan biri olan Aleviliði “kamulaþtýrýp”, kendince ehlileþtirerek Siyasal Ýslam’ýn önündeki bir büyük pürüzü daha çözmek istemektedir. Konunun Ýranlý mollalarla dahi görüþüldüðü, “ya siz Sünnileþtirin, ya da bize býrakýn Þiileþtirelim” yanýtý alýndýðý; sonrasýnda Ankara/Gölbaþý benzeri toplantýlarda “Alevi sorununa Ýslam’ý bir çözüm” aranmaya devam edildiði bilinmektedir. DÝB bu arzusunu gerçekleþtirmek üzere, tekrar ve resmen harekete geçtiðinde ve medyanýn iktidar yanlýsý genel karakterini de hesaba kattýðýmýzda, halihazýr Alevi örgütlülüðünün buna karþý duracak yapýsal organizasyonu olmadýðý bilinmektedir. Bu bakýmdan önümüzdeki sürecin, yazý içinde dikkat çekilen tuzaklara düþülmemesi için hazýrlýklý olunmasý ve demokratik kamuoyunun geleceðimizi tehdit eden bu konu hakkýnda bilgilendirilmesi adýna rasyonel kullanýlmasýnda büyük yarar vardýr.
DÝB’nýn Sosyal Yapýmýz Üzerindeki Tahribatý Çaðdaþ ülkeler demokrasi, çok kültürlülük ve çoðulculuðun temellerini laiklikle güçlendirirken, Türkiye, yönetim sýnýfýnýn din eksenli yönlendirmesiyle laikliði hep olumsuz bir çerçevede tartýþtý. Temel eðitimi neredeyse tümüyle dinselleþtirdi: Eðip büktü; doðru algýlanmamasý için elinden ne geliyorsa yaptý. Þimdi ne “idüðü” belirsiz bir laiklik uygulamasýyla boðuþup duruyoruz. Dincilik, laiklik ikilemi, yýllarýmýzýn kaybýna neden olmuþtur. Laik reformlar, sinsi bir biçimde geriye itilmiþ, toplumdaki Ýslamlaþma eðilimi artmýþ; iþ, aþ, kariyer ve itibar kazanmanýn aracý haline getirilmiþtir. Bu yüzden Türkiye iki seçenekle karþý karþýyadýr ve artýk seçimini yapmak zorundadýr: Ya “Diyanet” diyerek çaðdaþlýk iddiasýný ilelebet kaybedecek ya da devletin cami içindeki eli demek olan DÝB ile, okul içindeki eli demek olan Zorunlu Din Eðitimi uygulamasýný tasfiye ederek; “Dinciliði ve laikliði birlikte yaþatma; Ýslam âlemine model olma” gibi ilkesizliklere ve bilimdýþý saçmalýklara son verecektir. DÝB, dinin doðasý ve çalýþanlarýnýn meslek formasyonu gereði laikliðe karþýdýr. Bu doðallýk iyi tahlil edilmeli ve DÝB’dan laikliðe taraftar olmasý beklenmemelidir. Kaldý ki DÝB, laik devletin bir kurumu sayýlmasý ve yasal zorunluluklarýna karþýn, “kiþiler laik olmaz, laik olan devlettir” tezini iþlemekte;“laiklik dinsizliktir” söylemi karþýsýnda ise “görünürde” sessiz kalmaktadýr. Biz, inancýn kamusal deðil, bireysel alan ve gereksinim olduðunu; devletin inançlar dünyasýnda taraf olmasý ve müdahale etmesi nedeniyle laikliðin kurumlaþamadýðýný söyleyegelmekteyiz. Kaldý ki DÝB’nýn baþta Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Müslim-Gayrimüslim gibi farklýlýklar arasý çeliþkinin, barýþ ve hoþgörüye dönüþmesine çalýþtýðý söylenirken, böyle davranmamýþ; dini aydýnlanma, bilim ve reform gibi kendisine yüklenen olumlu ve anlamlý sorumluluklardan sürekli kaçtýðý için, pek çok sorunun da odaðý haline gelmiþtir. Cemevini “cümbüþ yeri” olarak nitelemiþ, kilise, havra, sinagog gibi mabetleri, camilere rakip görmüþ; onlarý dýþlamýþ; zaman zaman da aþaðýlamýþtýr. DÝB’nýn kadro ve parasal imkâný güçlendiði oranda, toplumsal çeliþkiler artmýþtýr. Sonuçta konu komþu birbirinin boðazýna sarýlmýþ, üniversitelerde laik- dinci çatýþmasý baþ göstermiþ, Ramazan Orucu tutmayanlar yolda, sokakta dövülmüþ, iþlerinden atýlmýþ, Sivas’ta olduðu gibi DÝB’nýn denetiminde bulunan bir camiden çýkanlar, insanlarý yakabilmiþtir. Ýslam Dini, DÝB’nýn din/inanç faktörüne genel yaklaþýmý; dinin edebi, felsefi, sanat ve estetik boyutlarýnda hiçbir özene, bilgiye ve çabaya sahip olmamasý vb. nedenlerle toplum yaþamýna olumlu yansýmalarý olan bir unsur olmaktan çýkmýþtýr. Bu soyut, ideolojik ve özü yadsýyan þekli yaklaþým, toplumu siyasal angajmanlar noktasýnda olumsuz “maniple eden”, sosyal, kültürel, özgür birer kiþilik olmaktan alýkoyan ve dinsel tebaa haline gelmelerine neden olan bir araç haline getirmiþtir. Örneðin, kýzlarýmýzýn, daha çok hak ve özgürlük için deðil de, bir tutsaklýk simgesi olan türban için isyan ettiklerini, türban eylemleri karþýsýnda DÝB’nýn anlamlý sessizliðini iyi okumak gerekmektedir. DÝB, kendisine yüklenilen yasal sorumluluk yerine, statükonun gayrýresmi, ancak gerçek politikasý olan Türk-Ýslam Sentezi politikasýný uygulama konusuna aðýrlýk vermiþ, dinci ticari sektörün kurumlaþmasýna önayak olmuþ, camilerin bir bölümünün ticari mekânlara dönüþmesine, din üzerinden ticaret yapan insanlarýn türemesine, dinin bir geçim kapýsý haline gelmesine göz yummuþtur. Çýkar söz konusu olduðunda kendi fetvalarý, vaazlarý ve Kuran ayetleri olmak üzere, hiçbir etik kuralý, günahý ve yasaðý tanýmamýþ, baðlý kurumlarý aracýlýðýyla faizcilik yapmaktan dahi geri durmamýþtýr. Din iþlerinin henüz bir sektör haline getirilmediði 1980 öncesinde, türban, Hizbullah, dincilik, cami ve mescit yapma yarýþlarý yoktu ama,
Ocak 2005
toplum daha ahlaklý ve dindardý. Din ve mezhep partilerinin herhangi bir baþarýsý olmadýðý gibi, Alevi dernekleri de yoktu: Alevi derneklerine ihtiyaç da yoktu. Ne zaman ki normal liseler yerine, Ýmam Hatip Okullarý teþvik edildi; DÝB’nýn bütçesi, kadrosu ve etkinliði büyüdü; eðitim dinselleþti; felsefe ve edebiyat dersleri seçmeli, din dersleri zorunlu oldu; iktidarlar laik, dinci ikileminde dinciliðin yanýnda konumlandý, arkasýndan sorunlar da gelmeye baþladý.
H
DÝB’nýn Yerine Nasýl Bir Örgütlenme?
ilafet Kurumunu kaldýrýp, Cumhuriyeti kuran Türk halký, bugün hilafetten çok daha güçlü ve etkin bir din kurumuyla karþý karþýyadýr. Bu nedenle de DÝB’ný sembolik konumundan çýkarýp bunca etkin konuma getirenler, öteden beri cumhuriyet ve çaðdaþlaþma deðerlerine karþý olan karanlýk kafalardýr. Bunca güçlü bir kurumun birkaç cýlýz ses ve Alevilerin itirazýyla tasfiye edilmesi, güç bir olasýlýktýr. 56. Hükümet döneminde Baþbakan Yrd. Sn. Ecevit, DÝB konusuyla ilgili bir ziyaretimizde; “... derginizi okudum. Laiklik, zorunlu din dersleri ve DÝB ile ilgili görüþlerinize tamamen katýlýyorum: Özellikle laik devlet kavramýnda DÝB benzeri kurumlarýn olmamasý gerekir. Ancak toplum ve siyaset dünyamýz DÝB’ný kaldýrmaya henüz hazýr deðil.”, demiþti. Doðrudur. Siyaset dünyamýz bakýmýndan, din eksenli siyaset yapma geleneðinin ve iktidar olmanýn en zahmetsiz dayanaðý olan kurumlardan vazgeçmek; onlarýn tasfiyesine rýza göstermek olasý görünmüyor. Ancak mevcut þartlarý sürdürerek, çaðdaþ Türkiye hedefini ve AB standartlarýný yakalamak da olasý deðil. Tercihimiz AB ölçütleriyse, insan haklarý ihlaline neden olan, AB ölçütleriyle uyum göstermeyen vb. yasalarýn ve anlayýþlarýn deðiþtiði gibi, haksýzlýða, mutsuzluða ve eþitsizliðe neden olan mevcut din yasasý da deðiþecektir. Bunun için kendimizi ikna etmemiz ve usumuzda yeni bir sistemi tartýþmaya baþlamamýz gerekmez mi? Biz, Devlet, dini hayattan tamamen çekilerek, din hizmetlerini toplumdaki sivil örgütlenmelere ve cemaatlere býrakmalýdýr, diyegelmekteyiz. Elbette her konuda olduðu gibi bu konuda da sorun, uygulamadadýr. Önerdiðimiz sistemin yegane dayanaðý laiklik ilkesidir. Burada dinsel amaçlý devlet yardýmý, sübvansiyonu, gayrimenkul yardýmý gibi “inançsal rüþvet” anlamýna gelecek uygulamalar olmayacak, týpký çaðdaþ batý ülkelerinde olduðu gibi gereksinimi olan yurttaþlar, inanç gereksinimleriyle ilgili her türden gideri kendileri karþýlayacaklardýr. Laik ülkelerde bu uygulamanýn sayýsýz örneði vardýr. Ama mutlaka ülkemizden bir örnek istenirse, en yakýn örnek Aleviliktir. Aleviler inançlýdýr: Geleneksel olarak oruç tutar, ceme gider; cemin, cemevinin giderini, dede hakkullahýný kendileri, yani ceme ihtiyaç duyan ve katýlanlar karþýlar. Ama henüz dejenere edilemediði için giderleri o kadar mütevazýdýr ki Alevilik, birkaç kötü örnek dýþýnda henüz çýkar kapýsý yapýlamamýþtýr. Siyaseten kullanma denemeleri sonuçsuz kalmýþtýr. Dinsel amaçlý Alevi katliamlarý unutulmamýþ fakat, yerini aklýselime býrakmýþtýr. Bunun çok önemli nedeni, iktidar inancý olmamasýdýr. Ama ondan da önemlisi, devletin Alevilik adýna para vermemesi, ticari sektör haline gelmemesidir. Devlet Aleviliðe para vermediði; DÝB çatýsý altýna çekemediði sürece özünü ve orijinalitesini bozamayacak; asimilasyon çabalarý da sonuçsuz kalacaktýr. Bu yüzdendir ki Alevi köylerine yapýlan camiler boþ, kadrolu imamlar aslýnda iþsizdir. Ýncelendiðinde de görüleceði gibi, bütün çaba, kampanya ve özendirmelere karþýn, on yýldan bu yana yapýlan cemevi sayýsý iki yüz tane bile deðildir. Çünkü camilerin %90’ý devlet yardýmýyla yapýlmakta, en gözde kamu arsalarý bedelsiz tahsis edilmekte; yine %90’nýn inþaat ruhsatý dahi bulunmamaktadýr. Buna karþýn cemevine devlet; ne yardým, ne de arsa vermemektedir. Cemevi için baþvurduðumuz belediyeler; arsa, proje, ruhsat ve belediye harcý istemektedirler: Doðru(Devamý 12. Sayfada)
11
(Baþtarafý 10-11 Sayfada)
Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý su da belediyelerin bunlarý istemesi; ama Alevi, Sünni, vb. herkesten istemesidir. Öyleyse bu koþullarý yerine getirmeyi göze alan ve inancýný bu harcamalara deðer bulan insanlar bir araya gelecek ve ibadethanelerini yapacaklardýr. Ýnanmanýn gereði de bu deðil midir? Ýbadethane yapmanýn böyle bir bedeli olunca ve bu koþullar her kesim ve inanç için geçerli olunca da sadece ihtiyaç olan yerlere, ihtiyaç kadar cami, cemevi ya da kilise yapýlacak; her köþe baþýna, hazine arsalarýna cami yapma yarýþý ve ticareti sona erecektir. ‘Yarýþý’ önlemenin tek yolu budur. Ýbadethanesini yapan yöre insaný, mekânýn tüm masraflarýný ve din görevlisinin ücretini de yine kendisi karþýlayacaktýr. Ýnananlar, inançlarýnýn giderini, inançlý, inançsýz, Rum, Ermeni ve tüm yurttaþlarýn birlikte oluþturduðu devlet bütçesine fatura etmeyecektir: Etmemelidir. “Kim denetleyecek; her ibadethaneden bir illegal örgüt çýkar!”, “DÝB kaldýrýlmalýdýr!..” dediðimizde ilk söylenen budur: Bu yaklaþým, inancýna ve yurttaþýna güvensizliktir. Ve topluma; “siz baþbakanýnýzý, milletvekilinizi, belediye baþkanýnýzý, muhtarýnýzý seçersiniz ama din görevlinizi seçemezsiniz; ibadethanenizi yönetemezsiniz” demektir. Bu kötü olduðu kadar da açýk bir çeliþkidir. Bunca masraf yaptýðýnýz, önemsediðiniz, yasalara ve cemaatinize karþý sorumlu olduðunuz ibadethanenizi baþýboþ býrakýr mýsýnýz? “Burada neler oluyor; ne konuþuluyor; kimler gelip gidiyor” diyerek, bir denetim mekanizmasý; “dernek, vakýf, birlik, vb.,” kurmaz mýsýnýz? Kuþkusuz ki, burada temel belirleyici etken, devletin yönelimidir. Yönetici erkin laiklikten yana olmasý durumunda, toplumun ibadethanesini DÝB gibi deðil, gerçekten denetleyeceðine, kesinlikle hiçbir sorunun çýkmayacaðýna, komþu ama farklý cemaatlerle içtenlikli dostluklar kurulacaðýna, eþitliðin ve kardeþliðin tadýna varýlacaðýna, birbirlerini içtenlikle anlayacaklarýna, DÝB yönetimine göre çok daha baþarýlý ve demokratik bir yönetim þekli ortaya konulacaðýna yürekten inanýyorum. Ýþte yukarýda ara baþlýk altýnda ifade edilen, “devlet dini hayattan tamamen çekilerek din hizmetlerini toplumdaki sivil örgütlenmelere ve cemaatlere býrakmalýdýr” önerimizden kast edilen de bu mekanizmadýr. Kaldý ki; devletin denetim elamanlarý, derneði, sendikayý, siyasi partiyi, ticarethaneyi nasýl denetliyor, gerekli uyarýyý, cezai yaptýrýmý uyguluyorsa, bir sorun olduðunda, din kurumuna da ayný yaptýrýmý uygulayacaktýr Devletin kamusal uygulamalarýnda ve bireylerin zihninde demokrasiyi kurumlaþtýrmak hepimiz için tek kurtuluþ yolu. Dinin istismarý ise demokrasi önündeki en büyük engel. Din, kamusal alandan çýkarýlmadýkça, yani siyasiler eliyle maniple edilme olanaðý ortadan kaldýrýlmadýðý sürece, bu istismar sürecek ve demokrasiye eriþilemeyecektir. Özetle dile getirilen vasýflarý, demokrasi, laiklik ve çoðulculuk ilkeleriyle çeliþkisi nedeniyle DÝB’nýn kaldýrýlmasýný, ödeneðinin, baþta eðitim, iþsizlik ve saðlýk olmak üzere finansman sýkýntýsý çekilen alanlarda kullanýlmasýný teklif etmekteyiz. Ð
12
Alevilere Duyurulmayan Aleviler Raporu Esen Uslu Alevilerin tarih öncesi köklerden gelen hür, eþit, kardeþçe yaþam özlemlerinin, günümüz dünyasýnda hangi güçlerle birlikte yürünürse yüce bir demokrasi çaðrýsý taþýyacaðý, hangi güçlerin yanýnda durulursa çamurlara bulanacaðýný görmek zorundasýnýz. TÜRKÝYE’NÝN Avrupa Birliði ile üyelik görüþmelerine baþlama tarihi almaya yönelik pazarlýklarýnýn yoðunlaþtýðý 17 Aralýk öncesinde AB’den Türkiye’nin sýnýrlý demokrasisini geniþletmek için yararlanma taktiðini izleyen tüm toplumsal muhalefetleri bir rapor yazma telaþý aldý. Türkiye hükümetinin her þeyi son ana sýkýþtýran, böylece önemli konularýn Türkiye’de tartýþýlmasýný önleyen yaklaþýmýnýn benzerleri bu toplumsal muhalefet raporlarýna da yansýdý. Bunun bazý acýlý ve üzücü sonuçlarý raporlar yayýnlandýktan sonra ortaya döküldü. Avrupa’da yaþayan Alevilerin örgütleri de bu kervana katýldý. Ancak ne yazýk ki Türkiye hükümetinin izlediði taktiðe benzer bir yöntemle hazýrlanan rapor, daha sonra iddia edildiðinin tam tersine Alevi kamuoyunda ya da örgütlerin tabanýnda tartýþýlmadan hazýrlandý ve Avrupa Birliði’ne sunuldu. Dahasý bu raporun ne olduðu ya da niçin verildiði hala Alevi kamuoyuna ve örgütlere açýklanmadý. Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun bu raporu, bu kuruluþ içinde önemli yer tutan ve hatta bu kuruluþa kendi binasýnda yer veren Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun internet sitesine bile konulmadý. Genç Aleviler Hareketi internet sitesi (www.gencalevilerharekati.de), bir süre önce bu raporun sayfalarýnýn resimlerini yorum yapmadan yayýnladý. Bugüne dek hiçbir kiþi ya da örgüt itiraz etmediðine göre, bu sitede bulunan raporu, gerçek rapor olarak kabul etmek gerekir. Ýngilizce ve Almanca dillerinde 12 sayfalýk bu rapor Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu tarafýndan 23 Ekim 2004’te, Almanya’nýn Köln kentinde hazýrlanmýþ ve “Avrupa Birliði Sürecinde Aleviler” baþlýðýný taþýyor. Belli ki rapor Almanca hazýrlanmýþ ve sonra Ýngilizce’ye çevrilmiþ. Ýngilizce çeviriyi okuma olanaðý bulunca, bu raporun hazýrlanmasýnýn böyle aceleye getirilmesinin ve gizli tutulmasýnýn, haydi gizli tutulmasýný demeyelim de yetirence geniþ tartýþýlmamasýnýn sonuçlarý ortaya çýkýyor. Okuduðum Ýngilizce metnin kötü bir çeviri olmasý bir yana, asýl sorun raporun içeriðinde. Bu nedenle raporun Ýngilizcesinden yaptýðým çeviriyi ekte sunuyorum. Dilerim ki bu rapor bir ibret dersi olur. Rapor hazýrlanýrken geniþ tartýþýlmamasý hatta gizli tutulmasý ile yapýlan hata bilince çýkarsa belki örgütlerimize, açýklýk, geniþ danýþma ve açýk tartýþma gibi demokrasi ruhunun öðelerinin girmesine yardýmcý olur. Demokrasiyi, laikliði ve Alevi haklarýný savunmanýn Avrupa Birliði’nin önüne boþ sözler ve uzun bir talepler liste içeren raporlarla dizilmek olmadýðýnýn kavranmasýna yardýmcý olur. Sanýyorum raporu okuyan herkes üzülecektir. Aleviliðin temel kavramlarýný anlatmak için seçilen kelimelerin, örneðin dede (ruhban ve din öðretmeni); 4 Kapý, 40 Makam (4 Kapý, 40 Basamak); Cem töreni (40 azizin toplantýsýnýn taklidi olarak cem duasý), vb., yansýttýðý kafa karýþýklýðý ve Hýristiyan dini terimlerine öykünme son derece çarpýcýdýr. Bir yanýyla Avrupa’da yaþamanýn getirdiði, egemen kültüre boyun eðmenin bir örneðidir. Öte yandan Alevi öðretisi hakkýndaki bilgi ve kanaatlerdeki sýðlýðý da göstermektedir. Alevilik öðretisinin, ayrý bir “mezhep” olduðunu kanýtlamaya yetecek ölçüde temelli olduðunun, bir Hýristiyan “bilim” adamýnýn bilirkiþiliði ile teyit ettirilmesi ve buna AB’ne sunulan raporda yer verilmesi, onu yapanlara ve yazanlara aþaðýlayýcý gelmemektedir. Aleviliðin mezhep olduðuna fetva veren modern burjuva dininin bu bilgininin Aleviliði nasýl bir sýnýflandýrmanýn içine oturtmuþ olduðu doðrusu öðrenmeye deðer. Umarým bu bilirkiþi raporu Alevi kamuoyuna açýklanýr da hep beraber öðreniriz. Raporda AB’ne giriþ açýsýndan Alevilerin amaçlarý ile Türkiye devletinin çýkarlarýnýn ayný olduðuna deðinen satýr ise nasýl bir toplumsal muhalefet anlayýþýdýr, anlaþýlýr gibi deðil. Ýlgisiz bir yerde Aleviler için “dini-kültürel baðlarýn etnik kökenden daha önemli” olduðunun yazýlývermesinin ise kime yaranma anlamýna geldiði açýk deðil midir? Aleviliðin Ýslam içinde mi yoksa dýþýnda mý olduðu tartýþmasýnýn, “Alevilerin birliði için önemsiz” olduðu savý da raporda yer almýþ. Ama o günden bu yana geçen zaman, bu tartýþmanýn önemini ve ne kadar yakýcý olduðunu pratik içinde çarpýcý biçimde göstermiþtir. Yine ekte yayýnladýðýmýz 18 Aralýk’ta Almanya’da yapýlan Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Geniþletilmiþ Yönetim Kurulu toplantýsýnýn Sonuç Bildirgesi de bunu göstermektedir. Raporu yazanlar artýk þunu anlamalýdýr: Aleviler adýna, modern burjuva devletine güne uygun yeni bir çehre kazandýrma çabalarýna en kötüsünden bir eklenti ve destek olmanýn, Alevi haklarýnýn ya da demokrasinin savunulmasý ile hiçbir iliþkisi yoktur. Demokrasi, AB’nin lütfedeceði ya da içine alacaðý Türkiye devletinin kaba, sivri ve sert köþelerini yontarak, yuvarlayarak, yumuþatarak getirebileceði bir þey deðildir. Demokrasi savunuculuðu, modern burjuva devleti AB’nin ve modern burjuva Hýristiyan kültürü önünde eðilip, bükülmek, kendini þekilden þekle sokmak demek deðildir. AB’ne rapor yazan Alevi kuruluþlarýnýn, gerçekten demokrasi savunuculuðu yükümlülüklerini üstlenmeden yazdýklarý ve yazacaklarý darkafalý ve özü açýsýndan düzen yanlýsý raporlar ayný geri ve gerici sonuçlara varmaya mahkumdur. Alevi felsefesinin ve Alevilerin tarih öncesi köklerden gelen hür, eþit, kardeþçe yaþam özlemlerinin, günümüz dünyasýnda hangi güçlerle birlikte yürünürse yüce bir demokrasi çaðrýsý taþýyacaðý, hangi güçlerin yanýnda durulursa çamurlara bulanacaðýný görmek zorundasýnýz.
Sayý 6
AVRUPA ALEVÝ BÝRLÝKLERÝ KONFEDERASYONU’NUN AB’YE SUNDUÐU RAPORUN ÇEVÝRÝSÝ
Avrupa Birliði Sürecinde Aleviler 23 Ekim 2004, Köln, Almanya Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) 18 Haziran 2002 tarihinde AB Parlamentosu’nda bir þemsiye örgütün, -Avrupa Aleviler Birliði’nin (AAB)kurulmasý, Avrupa’da yaþayan yaklaþýk bir milyon Alevinin çýkarlarýný Avrupa kamuoyu önünde daha kuvvetli dile getirmelerini saðladý. Bu anlamda AAB bir þemsiye örgüt olarak 165’i aþkýn Alevi-Bektaþi kültür merkezini ve cemevini temsil edecektir. AAB Aleviliði, insaný en deðerli yaratýk olarak kabul eden bir inanç, bir felsefe, bir kültür ve bir yaþam tarzý olarak tanýmlamaktadýr. Bu nedenle, Avrupa’daki Alevi topluluklarýn dini, kültürel, toplumsal, eðitimle ilgili, ekonomik, politik ve toplumsal çýkar ve haklarýný savunur. Avrupa’daki Alevi federasyonlarý arasýnda eþgüdümü geliþtirmeyi amaçlar. Alevi Birliði, Avrupa ve Türkiye’deki Alevilerin haklarýnýn ve kimliðinin tanýnmasýný özel Anayasal koruma altýna alýnmasý giriþimlerini desteklemektedir. [AAB] Türkiye’deki Alevi hareketini desteklemektedir. Bu yalnýz Aleviler açýsýndan deðil, ayný zamanda Türkiye’nin Avrupa Birliði’ne giriþi ve her alanda AB topluluðunun bir parçasý haline gelmesi açýsýndan da deðerlendirilmelidir. Biz bir kuruluþ olarak, ülkemizin AB’ye eþit haklar ve koþullar temelinde girmesi için gereken yükümlülükleri yerine getireceðimize inanýyoruz. Bu açýdan, bizim amaçlarýmýz Türkiye’nin çýkarlarý ile aynýdýr. Biz Aleviler, Türk-Avrupa iliþkilerinde bir öncü konumu üstlenmeye hazýrýz. Dahasý, Aleviler Birliði Avrupa’daki tüm ulusal kuruluþlar ve göçmen örgütleri ile eþit haklar temelinde iþbirliði yapmaya niyetlidir. Barýþý ve dostluðu korumak için elimizden geleni yapacaðýz. Aleviler Birliði, Alevilerin kendi inanç ve kendi kimliklerini korurken, içinde yaþadýklarý toplumlarla entegre olma ve böylece ön yargýlarý azaltma çabalarýna etkin biçimde yardýmcý olacaktýr. Aleviler Birliði, her zaman insan haklarýna ve anayasaya uyan demokratik bir toplumdan yana olacaktýr.
Alevilik Üzerine Kýsa Bilgi Alevi öðretisi bireye mutlak inanç ve vicdan hürriyetini þu deyiþle tanýr: “Herkes kendi sorumluluðunu taþýr.” Her Alevi kendi inancýný seçtiði gibi izlemekte özgürdür. Diðer bireylerin ya da topluluðun uyguladýðý hiçbir zorlama yoktur. Alevilerin inanç ve kültür öðeleri Sünnilerden (Sünni Müslümanlardan) farklýdýr, örneðin: 40 Azizin toplantýsýnýn taklidi olarak Cem duasý, 12 Ýmamýn saygýnlýðý ve dedelerin din öðreticileri olarak tanýnmasý, Muharrem orucu, toplu yaþam tarzý, kurban töreni ve yemek yükümlülükleri, 4 kapý ve 40 basamaklý deðer sistemi: kadýnlara eþit haklar, kiþisel sorumluluk (kendine sahip ol!), vb. Onlarýn ortak deðerleri Alevilerin birliði için önemlidir. Alevi öðretisinin Ýslam içinde ya da Ýslam dýþýnda sýnýflandýrýlmasý gerektiði üzerine tartýþma önemsizdir. Aleviler Þeriat’ý reddetmekte anlaþýrlar. Biz, diðer insanlara olan sevgimize ve halklar arasýnda hoþgörüye özel önem veririz ve bu temelde biz Aleviler kültürler ve dinler diyaloguna katkýmýzý þu deyiþle yaparýz: “72 (cümle) milleti eþit bil…” Alevi öðretisi günümüzün gençlerine artýk 50-60 yýl öncesinin yöntemleriyle öðretilemez, çünkü onlar yeni ve çaðdaþ yöntemlere alýþýktýr.
Ocak 2005
Alevilerin çoðu, Alevi öðretisinin Türkiye ve Avrupa kentlerinde, köylerde olduðu gibi yaþayamayacaðýna inanýr. Ülke içi ve Avrupa’ya göç nedeniyle, Alevilerin toplu yaþam tarzý, din adamý dede ve zâkir ile inanan arasýndaki iliþki gibi kurumlarý daðýlmaktadýr. Aleviler artýk yalýtýlmýþ olarak deðil, çok kültürlü bir toplumda diðer halklarla birlikte yaþamaktadýr.
Türkiye’de Alevilerin Durumu Türk devleti 20 milyon Alevinin varlýðýný görmezden gelmektedir. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý (DÝB) din iþlerinden sorumlu kurumdur ve bu kurum direkt olarak bir devlet bakanýna baðlýdýr. Bu kurum yalnýz Sünnilerin çýkarlarýný temsil etmektedir. Diðer dini ve etnik gruplar devlet politikasý tarafýndan tanýnmamaktadýr. Türk Baþbakaný Erdoðan, bugüne kadar AB’ne giriþ tarihi ile ilgili çabalarýný baþarý olarak görmektedir. Öte yandan Erdoðan Garda Gölü’nde Avrupa devlet adamlarýna Avrupa ana þartýnda laiklik ilkesini korumalarý için çaðrýda bulunmuþtur. Hýristiyan gelenekleri benimsenemez. [Almanca metinde bu tümce þöyle: Hýristiyan geleneklerine yapýlacak bir atýf kabul edilemez.] Kendisi Avrupa devletlerini azarlamýþtýr: [Almanca metinde bu tümce þöyle: Avrupa devletlerini þu benzetme ile uyarmýþtýr:] “(Eðer Türkiye’yi AB’den dýþlamak için Hýristiyan mirasý öne sürerseniz) Sizler (Avrupa devletleri) bir mum gibi tükenirsiniz.” Öte yandan kendisi Avrupa’da ýlýmlý laiklikten yana biri olarak kalamamýþtýr. Örneðin, Eylül ayý baþýnda Berlin’de, biri kendine Kuran’ýn neresinde çok eþli evlilikten söz edildiðini sorduðunda, kendini tutamamýþtýr. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Baþbakaný konumunda olduðunu unutmuþ ve Ýslam’da çok eþli evlilik üzerine vaaz vermiþtir. (Kendisi vaiz okulunu bitirmiþtir.) Delegelerin, özellikle kadýnlarýn protestosu ile karþýlaþmýþtýr. Erdoðan Eylül ayý baþýnda Berlin’de baþlarýnda Milli Görüþ baþkaný olmak üzere Türk þemsiye örgütlerinin temsilcilerini kabul etmiþtir. Bu resepsiyonda Almanya’daki Alevi toplumunun Genel Sekreteri, Türkiye’deki Cemevlerinin Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý tarafýndan neden desteklenmediðini sorduðu zaman, Erdoðan gerçek yüzünü göstermiþtir. Erdoðan Alevilik üzerine hüküm verme sorumluluðunu üstlenmiþtir: “Alevilik bir din deðildir. Cemevleri, camilerle karþýlaþtýrýlmamalýdýr. Cami dua yeridir, ama Cemevi bir kültür merkezidir. Cemevlerine de camiler gibi mali destek verilmemelidir.” Bu nedenle Sünni nüfus Alevileri Müslüman saymaktadýr: “Hepimiz Müslümanýz.” Onlar, Alevileri de Sünni Ýslam’ýn beþ kuralýný yerine getirmekle yükümlü sayýyorlar. Devlet, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn Alevilerin de çýkarlarýný koruduðunu öne sürmektedir ancak gerçekte o, Sünni öðretiyi desteklemekte ve gerçek Ýslam’dan saptýðý için Alevi öðretisini cezalandýrmaktadýr. Türk devleti anayasasýna göre laik olduðu (yani din ve devletin ayrýlmasý) halde, Cumhuriyet’in kurulmasýndan beri devlet bir Diyanet Ýþleri kurumuna sahip olmuþtur. Ulusal nüfusun üçte biri Aleviyken, bu kurum, yalnýz Sünnileri temsil eden neredeyse
1
(Devamý Sayfa 14’te)
13
(Baþtarafý 13. Sayfada)
Avrupa Birliði Sürecinde Aleviler 77,000 camide yaklaþýk 89.000 kiþi çalýþtýrmaktadýr. Alevilerin varlýðýnýn yok sayýlmasý nedeniyle devlet Alevilerin ne dua mekânlarýna (Cemevi), ne de din eðitmenlerine (dede) destek vermemektedir. Her yýl 400.000 öðrenci vaiz okullarýnda ve 450.000 öðrenci Kuran kurslarýnda Sünniliði öðrenmektedir. Vaiz okullarýnýn üç yýllýk ikinci bölümü, daha iyi istihdam olanaklarý için 1998’de yapýlan okul reformu ile kapatýlmýþtýr. 1980 askeri darbesinden beri Alevi köylerine din hocalarý yollanmakta ve özellikle Alevi köylerine cami yapýlmaktadýr. Alevi duasýnýn Sünni duasýndan farklý (kadýn-erkek birlikte yapýlýr) olmasýna karþýn, günlük dualar ve cenaze dualarý Sünni olarak yapýlmaktadýr. Türkiye’de Anayasa’nýn 1982 yýlýnda askeri yönetim altýnda kabul edilmesi ile din eðitimi okullara zorunlu ders olarak konulmuþtur. Alevi çocuklarý istemlerine karþý bu derslere katýlmaya ve Sünni öðretiyi öðrenmeye zorlanmaktadýr. Bu durum Alevi ve diðer Sünni olmayan öðrencilerin dini özgürlüklerini açýkça yok saymaktýr. 2002 yýlýna kadar bir örgütün “Alevi” adýný taþýmasýna izin verilmemekteydi. Kendilerini Alevi olarak adlandýran dernekler, bu ismi kullanmak için en yüksek mahkemelere gitmek zorunda kaldýlar. Aleviliðin öðretildiði hiçbir eðitim tesisi ya da kurumu yoktur. Bu nedenle Alevi din adamlarý için eðitim ya da yüksek öðretim olanaðý yoktur. Bu gerçekler Türkiye’de Alevilerin dini özgürlüklerinin olmadýðýný ve devlet tarafýndan kasýtlý olarak Sünni olmaya zorlandýklarýný göstermektedir.
2 3 4 5 6
Avrupa’daki Aleviler kendi dini kültürlerine baðlý olarak büyük çoðunluðuyla türdeþ (homojen) bir topluluk oluþtururlar. Kendilerini, Ýslam kültür alaný içinde kendi inanç içeriklerini geliþtirmiþ bir grup olarak anlarlar. Aleviliðin, bir dini mezhep ders programý yaratacak kadar köklü öðreti temelinde ayrý bir mezhep olduðu, Kuzey Ren-Vestfalya [Eyaleti] Okullar Bakanlýðýnýn isteði üzerine Magdeburg Üniversitesi’nden Profesör Spuler-Stegeman tarafýndan Haziran 2003’de yapýlan bilirkiþilik ile teyit edilmiþtir. Birçok Alevi için dini-kültürel baðlar etnik kökenden daha önemlidir. Türk ve Kürt kökenli Alevilerin dini-kültürel öðeleri diyasporada Alevi topluluklarý oluþturmaya ve onlarý bir arada tutmaya yeterli olmuþtur. Tüm önemli Alman kentlerinde 165’i aþkýn sayýda kültür ve dayanýþma dernekleri ile Avrupa Alevi toplumunun örgütsel gücü bunun bir kanýtýdýr. Bu derneklerin kamu çalýþmalarý sayesinde Avrupa kamuoyu Alevilerin ve Aleviliðin farkýna varmaya baþlamýþtýr.
Avrupa Parlamentosu’ndan Talepler Alevilik Türkiye’de ve Avrupa’da baðýmsýz bir dini topluluk ve mezhep olarak yasal çerçevede tanýnmalýdýr ve her tür ayrýmcýlýða karþý korunmalýdýr. Avrupa Birliði Parlamentosu, Türkiye’nin Avrupa Biriliði’ne giriþi üzerine Türk hükümetiyle yaptýðý pazarlýkta Türkiye’de Alevilere bir dini topluluk olarak eþit haklar verilmesini istemelidir. Bunun için de örneðin zorunlu din eðitiminin kaldýrýlmasý ve okullarda Aleviliðin öðretilmesi; Alevi bölgelerinde cami yaptýrýlmamasý, camiler ile cem evlerinin eþitliði, vb., yer almalýdýr. Herhangi bir dini ayrýmcýlýk yapýlmasý cezaya tabi bir suç haline getirilmelidir. Avrupa okullarýnda din eðitimi ve diðer ahlak derslerinde Alevilik öðretilmelidir. AB devletleri Alevilere Avrupa Birliði üniversitelerinde Alevi öðretisini öðrenme olanaðý saðlamalýdýr. Avrupa Aleviler Birliði dini konular ve kültürler arasý diyalog ile ilgili parlamento komisyonlarýnda temsil edilmelidir.
Avrupa Ülkelerinde Alevilerin Durumu Avrupa’da yaþayan Türkiye’den gelme yaklaþýk 100.000 [Almanca metinde 1.000.000] Türk ve Kürt Alevi vardýr. Alevilerin Avrupa’da din özgürlüðünden yararlanmasýna karþýn, sýk sýk fanatik Ýslam çevrelerinin baskýlarýna maruz kalmaktadýrlar. Yaklaþýk 15 yýl önceye kadar Alevilere, örneðin çocuklarýný Kuran kurslarýna göndermeyen Alevi ailelere, baský yapýlmaktaydý. Son 10 yýl içinde çok sayýda Avrupa kentinde Alevi dernekleri kurmuþ olan Aleviler artýk bu baskýlara karþý direnç gösterebiliyorlar. Ve tekil þemsiye örgütler aracýlýðýyla kendi çýkarlarýný dile getirmektedirler. Buna karþýn Alman okullarýndaki Alevi öðrenciler Alevi öðretisini öðrenememektedir. Türkiye’den gelen hocalarýnýn verdiði dini eðitim Avrupa ülkelerinde bile hala Sünniliktir. Hatta Avrupa üniversitelerinden Alevilik öðrenilememektedir. Buna ters eþsiz bir durum ise, 2002 yýlýnda Berlin Senatosu’nun Anadolu Alevileri Kültür Merkezi’ne verdiði, bir dini topluluk yetkisine sahip olarak Berlin ilkokullarýnda Alevi dinini öðretme izindir. Aleviler Avrupa’da kendilerini saklamamaktadýrlar; yerel yönetimlerle, Hýristiyan topluluklarla ve toplumsal örgütlerle diyalog aramaktadýrlar. Onlar çoðunlukla sendikalar, partiler ve dernekler gibi toplumsal örgütlerde aktiftirler. Son olarak, ama önemini küçümsemeden, belirtmek gerekir ki, Alevi dernekleri Türk siyasi partilerinden baðýmsýzdýrlar.
14
Okmeydaný Cemevin’de yapýlan Þeyh Bedreddin anma tolantýsýnda Dertli Divani ve arkadaþlarý nefesler söyledi ve Alibeyköy Cemevi Semah ekibi semah döndü.
Sayý 6
ALMANYA ALEVÝ BÝRLÝKLERÝ FEDERASYONU GENEL BAÞKANI’NIN AÇIKLAMASI
Ýki Günlük Toplantý Sonuç Bildirisi AABF üyesý AKM’lere, AABF Organlarina, AAGB, AAKB(*) Deðerli Baþkan, Sevgili Canlar, 2004 yýlý Alevi Toplumu olarak hedeflerimize en çok yaklaþtýðýmýz bir yýl oldu. Türkiye’nin, Avrupa Birliði tam üyeliði için baþlattýðý reformlarý destekleyen Aleviler, bu süreç içinde kendi kimlik mücadelesini de hýzlandýrdý. 2003 yýlýnda önce ATP çatýsý altýnda sürdürülen çalýþmalar, daha sonra Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu olarak devam etti. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu, önce Almanca ve daha sonra Ýngilizce olarak geniþ bir Alevilik raporu hazýrladý. Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) ve Alevi Bektaþi Federasyonu 2004 yýlý baþlarýnda Aralýk 2003 tarihinde Avrupa Birliði’nin Türkiye’ye Ýlerleme Raporu’na Alevilerle ilgili yer vermesini olumlu bularak bu süreçte Alevi kimliðinin kabul edilmesi çalýþmalarýnýn gerekliliðini kamuoyuna duyurdu. 2004 Mayýs ayýnda tüm Avrupa ülkelerinde ve Türkiye’de Alevi örgütleri ortak bir bildiri ile, istemlerini 7 dilde bastýrdýklarý bir broþürle Avrupa kamuoyuna anlattýlar. Diplomatik tüm olanaklarý kullanan AABK, Ekim 2004 tarihinde açýklanan Avrupa Komisyonu raporuna, Alevilerle ilgili önemli istemlerin girmesini saðladý. Rapordaki Alevilerle ilgili tespitlerin, daha açýk bir dille ifade edilmesi ve Türk Hükümeti’nin bu istemleri gündemine almasý için baþlatýlan “Cem Evlerimiz Yasal Güvenceye Kavuþmalýdýr” kampanyasýnda; Alevi tarihinde ilk defa 710.000 imza toplandý. Bunun sonucunda; AB Parlamento Raporu’nda “Alevilik yasal güvenceye kavuþturulmalý ve din dersleri Aleviler için zorunlu olmaktan çýkarýlmalý” ifadeleri yer aldý. Bu kampanya Alevi örgütlenmesinin gücünü de ortaya koydu. Kampanya tüm Alevileri birleþtirdi. Almanya’da, uzun yýllardýr Alevilik dersleri konusunda verdiðimiz bilinçli ve sürekli mücadele nihayet dört büyük eyalette meyvesini verdi. Kuzey Ren Vestfalya, Bavyera, BadenWürttemberg ve Hessen Eyaletlerindeki Eðitim Bakanlýklarý önümüzdeki iki yýl içinde Alevilik Dersleri’nin baþlayabileceðini duyurdular. Bu kararla birlikte; Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun Alman Anayasasý’nýn 7.3 maddesine göre, Alevilerin bir inanç kurumu olduðu gerçeði kabul edildi. Son dönemlerde içimizde ve dýþýmýzda sürdürülen Aleviliðin tarifi konusundaki tartýþmalarý dikkate alan AABF Genel Yönetim Kurulu, 18.12.2004 tarihinde, tüm organlarýmýzýn temsil edildiði geniþ bir toplantý yaptý. Bu toplantýda her katýlýmcý söz hakký aldý ve görüþlerini belirtti. Katýlýmcýlarýn tamamý, AABF’nin Aleviliðin tanýmý konusunda belirsizliðin olmadýðýný, AABF 1998 Programýnýn Aleviliðin tarifini yaptýðýný ve bu tarifin þu anda geçerli olduðunu belirttiler. Buna göre kýsaca Aleviliðin kýsa tanýmý þöyle: “Alevilik; Allah, Muhammed, Ali kutsallýðýný kalbinde taþýyan, Hz.Ali’nin adaletinden ayrýlmayan, temelinde insan sevgisi bulunan, her dine, mezhebe, inanca saygý duyan ve hoþgörüyle bakan, dil, din, ýrk, renk farký gözetmeyen, eline, beline, diline sahip olma ilkelerini þart koþan ve bunu muhasiplik kurumu ile gerçekleþtiren, gelmek isteyen inançlý insanlarý çatýsý altýna alarak manevi ihtiyaçlarýný gideren, insanlarý yaþadýklarý toplumda kendi istekleriyle kendi kendilerini yargýlamalarýný saðlayan, eþitlikçi, katýlýmcý, paylaþýmcý düþünceyi savunan, þeriatýn baðnaz kurallarýna baðlý olmayan ve onu reddeden, Ýslam dinini kendine göre – Sünni inancýnýn dýþýnda – yorumlayan; asýl doðruluk, kemali dostluk, cevheri merhamet, görüþü eþitlik, hazinesi bilgi, meyvesi sevgi hamuruyla yoðrulmuþ, insan-ý kamil yani erdemli insan yaratmayý öngören, korkuyu aþýp sevgiyle Tanrýya yönelen, En-el Hak ile insanýn özünde tanrýyý gören, yaradan ile yaradýlan ikiliðinden Vahdet-i Vücut’a (Varlýk Birliði) varan, edep ve ahlaklýlýðý yaþamýnýn temeline koyan, insaný yücelten, hamurunda hem ilahiliðin hem de irfaniliðin mayasý bulunan, kiþinin ahlak ve karakterli yaþam ilkelerini belirleyen, dini biçim ve þekil olarak deðil, inanç olarak algýlayan, dini baðýmsýz bir irade gücü ve bâtýni özelliðiyle evrimleþtiren, akýl ve iman bütünlüðünde birleþtiren ve tüm bunlarý Kýrklar Cemi’nden alýnan ilhamla yürüten canlarýn inanç sistemidir.” Bundan böyle, AABF ve tüm organlarý herhangi bir spekülasyon olmaksýzýn Alevilikle ilgili bu tarifi ölçü alacaklar ve bunun dýþýnda belirtilen görüþleri, inanç ve düþünce özgürlüðü baðlamýnda kiþisel görüþ olarak deðerlendireceklerdir. Deðerli Canlar, Gördüðünüz gibi olaðanüstü koþullarda, Alevi örgütlerinde Aleviliðin tanýnmasý yönünde vermiþ olduðunuz hizmetler yerini buluyor ve bir bir sonuç veriyor. Bundan sonra yapacaðýmýz çalýþmalar þimdiye kadar olan kazanýmlarý daha ileri götürmek ve kalitesini artýrmak için olacaktýr. 15 yýlda 30 dan fazla cemevi ile ve 20.000 den fazla üyesi ile her kesimin görüþlerine baþvurduðu ve dikkate aldýðý Alevi örgütlenmesini hep birlikte olaðanüstü koþullarda oluþturduk. Birliðimizin simgesi olan AABF’nin önümüzdeki yýllarda daha da büyüyüp geliþeceðine inancým tamdýr. Bu duygularla hepinizin yeni yýlýný en içten duygularýmla kutluyor, hepinize can-ý gönülden saðlýk, mutluluk ve daha nice birliktelikler diliyorum. Turgut Öker Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Genel Baþkaný (*) Bu kýsaltmalarla ifade edile kuruluþlarýn tam adlarý þöyledir: AABF – Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu; AKM – Alevi Kültür Merkezi; AAGB – Almanya Alevi Gençler Birliði; AAKB – Almanya Alevi Kadýnlar Birliði-Serçeþme.
Ocak 2005
Teþekkür ve Yadýrgama Ýsmail Kaygusuz Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu Genel Yönetim Kurulu’nun 18 Aralýk’ta yaptýðý ve çaðrýlý olduðum halde gidemediðim toplantýnýn ardýndan bana geliþmeleri açýklayan bir ileti yollandý. Toplantýnýn baþarýlý geçtiðini belirten ileti, “Alevilikle ilgili çalýþmalarýnýz, öneri ve katkýlar için teþekkür” etme inceliðini göstermiþler. Ayrýca sevindirici bazý noktalarý da dile getirmiþler: “Bu toplantýda taþlar tekrar yerli yerine oturdu, bundan sonra özellikle kurumlaþma yönünde çalýþmalara hýz vermek gerekiyor… Dedeler ile ilgili önerileriniz üzerinde düþünülecek ciddi öneriler... genelde Dedeler ile ilgili Türkiye ve Avrupa’dan Kurumlar ve Ocaklarýn temsilcilerinin katýldýðý bir toplantý yapýlmasýnda çok yarar var, bu toplantý Hacý Bektaþ Dergâhý’nda olabilir. Orada bu sorunun temel çözümü için yapýlacak iþler Alevi kurumlarýnýn gündemine konulabilir.” Sonuç bildirisini olumlu ve toparlayýcý buldum. Kýsa bir metin içine genel doðrularýn aðýrlýklý olarak yerleþtirilmesinin baþarýldýðýný söyleyebilirim. Bildiri, AABF’nin, 1998 Programý’ndaki Alevilik tanýmlamasýna dönüþünün belgesidir. Bildiride, “bundan böyle, AABF ve tüm organlarý herhangi bir spekülasyon olmaksýzýn Alevilikle ilgili bu tarifi ölçü alacaklar” denilerek, konu baðlanmýþtýr. Ayrýca, “ bunun dýþýnda belirtilen görüþler, inanç ve düþünce özgürlüðü baðlamýnda kiþisel görüþ olarak deðerlendireceklerdir” denilmesi gösteriyor ki, daha önce “Alevilik Ýslamýn dýþýnda kendine özgü bir inanç sistemidir” görüþünün kiþisellikten çýkartýlarak organlara mal edilmesi sorun olmuþ ve örgüte sancýlý bir dönem yaþatmýþtýr. Örgüt dýþýndan çaðrýlan ve düþünce, görüþ ve önerileri sorulan bir yazar olarak, bu krizi yaratanlarýn görevden ayrýlmasý önerimin yadýrganmasýný ise anlayamadým: “Yazýnýzda yer alan AABF dedeler Kurulu Baþkaný deðiþtirilsin önerisi AABF GYK tarafýndan yadýrgandý. Sizler genelde düþünsel düzeyde katký sunarsanýz çok daha yararlý olur, kurumun iç iþleri ancak kendi içinde çözmesi gereken sorunlar; Kurum dýþý söylemler ve yazýlar…” Yönetime ve dedeler kurulu baþkanlýðýna iliþkin eleþtiri ve önerilerimden ötürü “dýþarýdan maval okuyor” gibi görülmemi yadýrgadým. Kuruma dýþarýdan dayatma yapan, kurum içinde dile getirmediðini dýþarýda söyleyen biri gibi deðerlendirileceksem, yönetim kurulu baþtan bana bu çaðrýyý yapmamalýydý. Canlar, düþünce ile davranýþ birbirinden ayrýlmaz. Düþünceler, hatalý davranýþlarý düzeltmeye yönelik pratikle baðlanmazsa, boþ ve afaki kalýr. O nedenle gerçekten “genel düþünsel katkýlar” yapmam isteniyorsa (bu söz aslýnda “iþimize karýþmadan, güncel ve pratik olmayan konularla uðraþ” gibi bir düþüncenin kýlýfý deðilse) böyle genel düþünsel katkýlarýn pratik ve örgütsel sonuçlarý vardýr, olmalýdýr, olacaktýr. AABF Yönetimi’ne, Alevilik ve Alevi-Bektaþi toplumu için bundan sonraki olumlu etkinlik ve hizmetlerinde baþarýlar diliyorum. §
15
Avrupa Birliði ve Aleviliðe Yaklaþým Sorunu Hasan Harmancý
1
980’lerde baþlayan Alevilikle ilgili örgütlenmeler 90’larda güç sosyolojik, tasavvufi ve tarihsel bilgi deðeri arttýkça, tabu olmaktan sýytoplamaya baþlamýþtýr. Aleviliðin birden bire ve güçlü bir þekilrýlýp politikacýlarýn, egemen siyasal erkin ve üniversitelerin araþtýrma ve de dernekler, vakýflar, kitap ve dergiler, televizyon programlarý, tartýþma alanýna girmeye baþlamýþtýr. Alevilikle ilgili medya programlaradyo kanallarý ve festivaller ile kamusal alana çýkýþý, hem ülkerý, tartýþmalarý yanýnda siyasi parti tüzüklerinin ve yayýnevlerinin müþteri mizde hem de Avrupa’da çok yönlü kabullenmeleri getirmiþtir. kapma alanýna girdi. Alevilik, bütün bir toplum olarak Alevilerin kendiGenç Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden, yoðun katliam ve suiistimallerin leri de dahil olmak üzere yeni keþfedilmiþ bir “aysbergin” uç vermesine yaþandýðý 1990’lý yýllara kadar “gizli-sözlü” olarak aktarýlan Alevilikdönüþtü. Bektaþilik öðretisi deðiþim sürecinin meyvelerini Kopenhag Kriterleri’yle almaya baþlamýþtýr. Türkiye nüfusunun yaklaþýk % 25’ini oluþturduðu kabul edilen AleKendini Yenileyen Alevi Gençliði viler demokratik platformlarda, yasalar karþýsýnda ve Avrupa Birliði (AB) çerçevesinde talepsel olarak her geçen gün daha da öne çýkar hale etropollerde ve ulus ötesinde çoðalan ve örgütlenen Alegelmektedir. Alevi kültür dünyasýnýn geliþimine katkýda bulunan ve Aleviler, Aleviliðin deðiþime uðradýðý yeni alanlar yaratvi zemini örgütleyen örgütler Türkiye’de ve Avrupa’da sayýca artarken, mýþtýr. Aleviliðin deðiþiminin bilgi ve bilimdeki geliþSünnilik temelli Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý da 1993’te yaþanan Sivas Katmelerle paralel gitmesinin yanýnda kendisiyle sokakta liamý’ndan sonra Alevileri “tanýmaya” yönelik politikalar üretmeye baþnasýl iletiþim kuracaðýný tartýþmasý ve el yordamýyla lamýþtýr. Son yýllarda geliþen bu yakýn ilginin Aleviler’in -ki Türkiye’de örgütlenmeye baþlamasý yeni bir þeydir. Geleneksel örgütlenme biçimini ve Avrupa’da faaliyet gösteren Alevi kimlikli örgütlerin bu yöndeki çaterk ederek evrensel anlamda kabul edilebilir bir iletiþim ve örgütlenme balarý azýmsanmayacak ölçüde önemlidir- Kopenhang Kriterleri’yle kaaðý geliþtirmesi ve sancýlarýnýn yansýmasý doðaldýr. Büyüyen ve gizli zandýklarý yeni hareket kolaylýðý da anlayýþ deðiþikliðine ciddi anlamda boyutlarýný da açýða süren Alevilik artýk sadece sosyal bilimcilerin deðil, katký saðlamýþtýr. ayný zamanda politikacýlarýn, stratejistlerin ve ekonomistlerin de ilgi alaTürkiye’den AB’ye, Alevi vakýf ve derneklerden laik ve laik olmayan nýndadýr. Irakta yaþanan petrol savaþýnýn bir ucunun da Þiiler aracýlýðýymedyaya, milliyetçilerden Ýslamla Alevilerin kutsal saydýðý ibadet cýlara kadar birçok güç, Aleviliðin alanlarýna yansýmasý, YugoslavDevlet ile Aleviler arasýndaki iliþkiler yeniden tanýmlanmasýnda ve kamuya’nýn parçalanmasý sýrasýnda Alevisal bir alan olarak kendini yeniden Bektaþi Makedon, Arnavut ve Bosyeni yeni þekillenmeye baþlamýþtýr. üretme sürecinde karmaþýk bir iliþknalýlarýn yaþadýklarýnýn izlenmesi ve 1990’larýn ikinci yarýsýndan itibaren hükümet olanlar iler aðý ve etkileþimi içinde yerlerini bazý Alevi örgütlerinin ve dergileriAlevilere yönelik politikalar geliþtirmeye almaktadýr. Bunun sonucu olarak, nin bu topraklarda yaþayanlarýn ve Alevilerin varlýðýný kabul ettiklerine dair “Alevilik Ýslam’ýn özüdür”, “Alevilik duygu dünyalarýyla, Alevilik-Bektaöz Türklüktür”, “Alevilik Ali’yi sevþiliðe bakýþ açýlarýný anlamak davranýþlar sergilemeye baþlamýþtýr. mektir”, “Alevilik Kürt uygarlýamacýyla etkinlikler yapmasý ve AB’nin, kültürel kimliðin korunmasý gereken ðýndan doðmuþtur”, vb., burada hepdergilerde yer vermesini yeni bir bir insan hakký olduðunu resmi olarak kabul etmesi sini yazmamýza gerek olmayan anlayýþla deðerlendirmek gerek. Alevilik tanýmlamalarý ve söylemleri Ayrýca, Türkiye’nin yaný sýra ve çok kültürlülük projesinin bir çok ülke tarafýndan ortaya çýkmýþtýr. Burada, Alevilerin Avrupa’nýn hemen hemen her kabul görmesi bu durumda etkili olmuþtur karþý karþýya getirilmeye baþlandýðý ülkesinde ve büyük kentlerinde bir “deformasyon” süreci açýða çýkörgütlenme çabalarýný sürdüren maktadýr. Bu da Alevilik öðretisinin kavramsal olarak tanýmlanmaya Aleviler, gelecek on yýlda daha baþka katmanlarý da yaratacaðýný ve kençalýþýlýrken sýðlaþtýrýlmaya, yaþandýðý gibi anlaþýlmak yerine tek tipleþtirdisine gelmesi için- veya yeniden tanýmlanmak için- neler yapabileceðiilmeye ve baþta Türk-Ýslamcý etnik deformasyon olmak üzere çok yönlü ni açýkça göstermektedir. Türkiye açýsýndan deðerlendirildiðinde aslýnda olarak zorlanmaya ve içi boþaltýlmaya çalýþýlmaktadýr. Oysaki Alevi Alevilerin örgütlenemedikleri ve gittikçe parçalanýr görünüyor olmasý bir örgütlerinin çatýsýnýn güçlenmesi için çaba harcayan toplumsal, siyasal, yanýlsamadýr. Özellikle Alevilerin yoðun yaþadýðý varoþlarda örgütlenkültürel ve geleneksel yol sürücüleri, Aleviliði ne etnik ne de dini bir melerini sürdürmeleri yeni dönemde daha çok çözüm ve isteði, tutumu, temelde görmemektedirler. siyasal yeniliði beraberinde getirecektir. Örgütlerinin ekonomik yönden zayýf olmasý, Alevilerin boþ amaçlý örgütlendikleri anlamýna gelmemeli. Binlerce kursun açýldýðý bu örgütler, içten içe gençlerin her alanda bilgi Yeni Devlet Yeni Anlayýþ ve bilinç edinmeleri için önemli bir atmosferdir. AB sýnýrlarý içinde veya ugün Türkiye, AB’ye girmek için büyük bir mücadele verdýþýnda olsun ikinci kuþak Alevi gençlerin kendilerini yeni tanýmalarý mektedir. Modern ‘laik Türkiye’ imajýný büyük ölçüde yarasürecinde -sürüklendikleri Hip-Hop* kültürü dahil olmak üzere- yeni layan Þeriatçý-Ýslami hareketlerin politik alandaki yükseliþi yaratýlan her kültürel ve siyasal dalgalanmada yer almalarý aslýnda Türkarþýsýnda, laik medya ve aydýnlar hatta son yýllarda devlet kiye açýsýndan boyutlarý hesaplandýðýnda geri dönüþümü olmayan örgüterkâný da Alevileri, Cumhuriyet’in laiklik temeline dayalý lenme, tanýmlanma ve sýçrama göstergeleri ile doludur. kurum ve kuruluþlarýný korumada ‘doðal müttefik’ olarak yeniden semYeni dönemde AB sendromunu çok yönlü çözmeye çalýþan bir ülke bolleþtirmeye yol açmýþtýr. Türkiye iç politikasýnýn AB çerçevesinde düolan Türkiye’nin, laik-anti-laik sürecin aþýlmasýnda Aleviliðe sarýldýðý zenlendiði bu dönemde Aleviler de kendi kendilerine, Sünni çoðunluða gibi, bu yeni süreçte de, Alevi gençliðin kültürel yönden ön açýcý birikim ve de devlete karþý yukarýda saydýðýmýz gerekçelerin yarattýðý rahatsýzve heyecanýna ihtiyacý olacaktýr. Kültür deðiþimleri içinde toplum katlýklardan dolayý siyaset, kültür, hukuk, kimlik ve geleneksel açýlardan yemanlarý doðrudan gösterge olarak kullanýlmasa da, Türkiye’de özellikle ni ifade ve normlar oluþturmaya giriþtiler. 1980’lerin sonlarý resmi devvaroþlardaki yeni yapýlanma içinde istikrarlý ve güvenli, anlaþýlýr örgütlet söyleminin daha doðrusu Kemalizm’in sorgulandýðý, Türkiye toplulenmede Alevi gençleri ciddi bir saðduyu ve kimlik rahatlýðýna sahipler munun tabu konularýnýn, örneðin etnik, kültürel, kimliksel ve inançsal ve bunu eyleme dönüþtürme koþullarý oluþtukça kullanacaklardýr. Özelfarklýlýklarýnýn gizlenemediði, hukuksal deðiþim, kültürel kabulleniþ ve likle müzikal alanda toplumun günlük deðerlerinin iyileþtirilmesinde ve demokratik hak alanlarýnýn tartýþýldýðý açýk bir yapýlaným sürecidir. Yýlyansýtýlmasýnda ciddi bir dinamik olmalarý, 18.y.y’a kadar Anadolu’da larca hukuk, eðitim, siyasetin kirli duvarlarý arkasýnda ne olduðu üzerinyaþanan kültür, edebiyat, politika ve diðer alanlardaki birikimlerle boy de uzlaþýlamayan Alevilik kendini örgütledikçe etnolojik, antropolojik, ölçüþebilecek bir düzeyde olduðunu görmek gerek.
M
B
16
Sayý 6
Hasan Harmancý ve Esat Korkmaz, Ali Kenanoðlu’nun yönettiði Þeyh Bedreddin’i anma etkinliðinde panelde. 18 Aralýk 2004, Cumartesi, Okmeydaný Cemevi.
Kültürel deðiþim ve yeniden üretim açýsýndan politik, ekonomik ve örgütlenmenin geliþmesi ve deðiþmesi sonucu oluþan yeni küresel ve ulusal alanlar Aleviliðin de geliþim ve deðiþim alanlarýdýr. Bu yeni tanýmlanan kültür, politika ve sanat alanlarý iç ve dýþ göçle çoðalmýþ, büyük kentlerde ve ulus ötesi düzeyde yeni kuþak birikimlerine kapýlar açmýþtýr. Bu yeni alanlar Aleviliðin sosyal gerçekliðinin geliþtirildiði ve üretildiði alanlardýr. Alevi örgütlerinin, kültür-kimlik açýsýndan bu zorlu dönemi þiddet ve yozlaþmadan uzak kalarak sürdürecek bilinçli gençleri örgütlemeleri veya bünyelerinde bulundurmalarý yeterli olacaktýr. Alevi yapýlanmalarýnda yaþanan dalgalanmalarýn yarattýðý ve ürettiði bu birbiri ile çatýþan talep ve söylemlerin olumsuz ve kendi kendini yok edici sayýlmasý ancak siyasal görelilik için söz konusudur. Yoksa bir yok oluþu veya bilinçli bir türdeþleþmenin oluþtuðu düþünülmemeli. Aleviler için vazgeçilmez olan örgütlenme, düþüncelerin, bilginin, siyasal davranýþ biçimlerinin, maddi ve inançsal sembolik deðerlerin ve duygularýn yenilenme yollarýnýn yaratýlmaya baþlandýðýnýn göstergesidir. Toplum, düþünceleri, bilgiyi, idealleri örgütsüz, yozlaþma ve karamsarlýk içinde üretemez. Kendini görmese de devinimin bir tamamlanma ve iradenin bütünleþme noktasý oluþur. Aleviler gerek beraber örgütlenerek gerekse zýt anlayýþlarda yer alarak oluþturduklarý etkileþim sonucu yaþandýðý topraklar için evrensel deðerde görüþler, projeler, stratejiler inþa etme yolundadýrlar. Bu sosyal yapýlanmayý Aleviliði kendi kulvarýnda görmek isteyenlerin hanesine deðil Alevilerin büyük uyanýþ ve yapýlanmalarý hanesine yazmak gerek. Osmanlý’nýn iki yüzyýllýk geriliði içinde Alevilerin de istedikleri evrensel normlarý yakalayamadýklarýný bilmek gerek. Toplumsal ve siyasal uyanýþ yaratacak bu yapýlanmalarý her koþulda Türkiye’nin toplum yapýsýnýn ve iradesinin önündeki engelleri aþmak açýsýndan ciddi bir dinamik olacaktýr.
Y
Yakýn Dönemde Alevilik
akýn dönemde Türkiye’de beklenen en önemli sorunlarýn baþýnda tarýmda mülksüzleþme ve yoksullaþma, ekonomik daralma nedeniyle yaþanmaya baþlanan kitlesel iþsizliðin yarattýðý yapýsal sosyal dýþlanmalar, kamu reformunun yaratacaðý tasfiye ile iþsizliðin, yoksulluðun iyice derinleþmesi sonucu uzun süredir yaþanan ciddi sosyal krizin devam edeceðini gösteriyor. Bu kriz doðal olarak toplumsal yaþamýn her yanýna doðru kayýyor. Bunun yarattýðý sosyal hareketlenmeler suni dengelerle azaltýlmaya çalýþýlýyor. Baþarýsýz hükümetlerin hemen seçime götürülmesi ÝMF ve Dünya Bankasý’nýn strateji geliþtirmesi bir parça olsun bunu duralatmýþ görünüyor. Buna karþýn yakýn zamanda sendikal, yeni oluþacak siyasal oluþumlar yanýnda Aleviler de örgütleri aracýlýðýyla mücadele kapýlarýný zorlayacaklardýr. Günümüzde devletlerin yaþadýðý sorunlar sadece ekonomik nitelik taþýmamaktadýr. Devletler ayný zamanda Türkiye örneðinde olduðu gibi devlet felsefesi açýsýndan da sorunlar yaþamaktadýrlar. Modern toplumlarýn gelmiþ olduklarý noktayý sadece ekonomik geliþmiþlik ile ölçmek yanýltýcýdýr. Devlet, Alevilik noktasýnda beklemek ve kendi politikasýný dayatmak yerine Alevilerin karþýlaþtýðý sorunlarý tartýþarak bir toplumsal belirlenim süreci içinde bazý temel ilkeler çerçevesinde anlaþmak ve paylaþmak durumundadýr.
Ocak 2005
Alevilerin yüzyýllardýr kýr ve kent yaþamlarýnýn bu yakýn zamana kadar çok da bir arada ve iletiþim içinde olmadýklarýný düþündüðümüzde kültürel sýcaklaþmalar, politik yakýnlaþmalar, kurumlarýn ve örgütlerinin fiziksel ve üstyapý alanlarýnda dengesel bir dinamik etkileþim geliþtirdiklerini görüyoruz. Alevi örgütleri Alevilik anlayýþý ve öðretisi, politik projeleri ve talepleri açýsýndan büyük bir çeþitlilik gösteriyor. Alevi örgütleri birbirleri ile iþbirliði yaparak ya da çatýþarak kimlik ve kültürel inþalarýnýn olgunlaþmasýna yardým etmektedirler. Bu sosyal ve siyasal hareket þu anda görülemeyen birçok yenilik ve sonuçlarý içinde barýndýrmakta, gözardý edilemeyen bir düzenlenim ve olgunlaþma yaratmaktadýr. Aleviliðin çok yönlü alanlarda dönüþümü ve düzenlenimi, Aleviliðin din mi kültür mü, Ýslam içi mi dýþý mý, baþka bir þey mi sorularýna yanýt arayan tartýþmalar sürmektedir. Ayrýca burada önemli olan yeni anlayýþ programlarý deðildir. Aleviliðin sosyal dokusunun, inançsal ve kültürel söylemlerinin deðiþtirilemez unsurlarýnýn ýrkçý, þoven ve katý ÝslamiHýristiyan bir aðzý ve mentaliteyi kabul etmemesidir. Felsefi argümanlarýnýn yenilenmesi kuþkusuz gereklidir ancak oturmuþ ve tanýmlanmýþ olan deðerlerin bu yöndeki olumsuzluklarý kabul etmesi de çoðunlukla mümkün deðildir. Devlet ile Aleviler arasýndaki iliþkiler de yeni yeni þekillenmeye baþlamýþtýr. 1990’larýn ikinci yarýsýndan itibaren hükümet olanlar Alevilere yönelik politikalar geliþtirmeye ve Alevilerin varlýðýný kabul ettiklerine dair davranýþlar sergilemeye baþlamýþtýr. AB’nin, kültürel kimliðin korunmasý gereken bir insan hakký olduðunu resmi olarak kabul etmesi ve çok kültürlülük projesinin birçok ülke tarafýndan kabul görmesi bu durumda etkili olmuþtur. Aleviliðin bu küresel ve ulus ötesi boyutlara taþýnmýþ örgütlülüðü ve kurumsallaþmasý, sosyal iletiþim ve etkileþimi ve hareketin yarattýðý kazaným AB ve Türkiye arasýnda devam eden siyasal ve ekonomik deðiþim de öncelikli olarak Alevi hareketini küresel yaþama aktif olarak bütünleþtirecektir. Kültürel kimliði empoze eden kurumlardan biri olan AB’ye üye olmaya çalýþan Türkiye’nin bu yönde hareket etmesi, Türk-Sünni kimliðinin dýþýndaki kimliklerin varlýðýný yüksek sesle söylemeye baþlamasý doðaldýr. Buna karþýn, devlet kendini tamamen deðiþtirmeye baþladýðý ve bu söylemin gereði olan tüm adýmlarý attýðýný belirtmek mümkün deðildir. Örneðin Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn siyasal ve sosyal varlýðý Alevileri hâlâ kimlik ve yaþam biçimi olarak yadsýmaktadýr. Eðitim öðretim müfredatýnda yer alan Din kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin kaldýrýlmasý yerine Alevi öðrenciler baþta olmak üzere eðitim iþkencesi devam etmektedir. Tarih, sosyoloji, felsefe ve benzeri ders ve kitaplarýnda Alevilikle ilgili düzenlenimler yapýlmamaktadýr. TRT’de yoðun olarak yer alan dini programlarda Sunnilik iþlenmekte ve Alevilik özel günleri yok sayýlmaktadýr.
(*) Almanya’da yaþayan ikinci kuþak Türkiyeli gençler de kendi seslerini
duyurmak ve politik duruþlarýný ifade etmek için Hip-Hop’u tercih ediyorlar. Nefret ve Cartel (yeni adýyla Karakan) YK Ýsmail (Alevi kökenli) bunlarýn en popüler olanlarý. Almanya’daki Türk Hip-Hop gruplarý için Hip-Hop yabancý düþmanlýðýna, azýnlýk duygusuna, þiddete,yoksulluða, getto yaþamýna ve bunlarýn getirdiði sorunlara karþý kendini ifade etmenin bir aracý.
17
Lolanlýlarýn Tarihçesi - Bölüm - II Burhan Kocadað
L
olan ve daha sonra ayný yerde kurulan Þanþan þehirleri, þehir hayatý ve þehir kültürleriyle ün salmýþlardý. Baþlangýçta onlar da Hunlar gibi göçebe ve hayvanlarla uðraþan çiftçiler idiler. Bu þehir halký, sürülerinin arkasýndan giderler ve onlar için ot ile su ararlardý. Ziraat yapamazlardý. Hububatý komþularýndan alýrlardý. Daðlarýnda demir olduðu için silah yaparlardý. Askerleri, ok-yay-mýzrak- tek veya çift aðýzlý kýlýçlar ile zýrk taþýrlardý. Þanþan Topraðý kuru ve çorak olduðundan ziraat yapamazlardý. Bunlar Lolanlýlar gibi yiyecek ile hububatý komþularýndan alýrlardý. Yeþim taþý, her türlü kamýþ kavak ve sýðýrlarýn çok sevdikleri bir tür beyaz ot toplarlardý.1 Lolanlýlar’ýn Hunlar ile iliþkileri Mete Han ile baþlar. Orta Asya ‘da kavimler arasý birliði saðlayan ve bütün eli silah tutan göçebe ve þehir devletlerini bir bayrak altýnda birleþtiren Metehan, Hun devletlerini Ýmparatorluk haline getirmiþtir. Böylece Çin imparatorluðu karþýsýnda güçlü göçebeler birliði kurulmuþ ve bir denge saðlanmýþtýr. M.Ö. 176 yýlýnda Çin Ýmparatorluðuna gönderdiði mektubunda sað bilge prensini cezalandýrdýðýný bildirmiþtir. Mete mektubunda, büyük zaferini belirttikten sonra Lolan, Wusun,Hukai ile bundan baþka onlarýn yakýnýndaki ve yanýndaki devletlerin hepsinin alýndýðýný ve Hun imparatorluðu’na dahil olduðunu belirtmiþtir.1 M.Ö. 176 yýllarýnda Hun-Çin iliþkilerinin bozulmasý üzerine Mete Han çin imparatorluðu’na yazdýðý mektup çok önemlidir. Çünkü, Mete’nin M.Ö. 192-176 yýllarý arasýnda neler yaptýðýný hakkýnda3 bilgileri içerdiði gibi Lolan’dan söz etmesi, ayrý bir deðer kazanýr. Mete ile baþlayan Hun-Lalan iþbirliði, bu tarihlerde baþlamýþ, M.Ö. 109 yýlýnna kadar devam etmiþtir. Böylece Hun’lar, bir yüz yýla yakýn zaman içinde Lolanlýlar’ý kontrolleri altýnda tutmuþlardý.4 Hunlar, ticaret yollarýnýn batýya açýldýðý Lolan’ýn kontrolüne büyük önem vermiþlerdir. Bunu hem Mete Han’ýn mektubundan ve hem de yapýlan savaþlardan anlýyoruz. Lolan-Çin münasebetleri, Mete Han’dan sonraki dönemlerde yoðunlaþýr. Mete Han zamanýnda Çin imparatorluðu zayýf durumda idi. Batýya yönelecek güçte olmadýðý gibi Hun akýnlarýndan da kendini kurtaramýyordu. Meþhur Çin Seddi’nin bu zamanda yapýldýðý görülmektedir. Bu zamanlarda Çin’in, Türkistan ile ticareti vardý. Çin kervanlarý, seyrek de olsa Lolan’dan batýya çýkýp, batýdan Çin’e girebiliyordu. Sonra Hunlar arasýndaki taht kavgalarý sonucu, Çinliler, gözlerini Türkmenistan’a dikti.sýnýrlar arasýndaki iliþkiler yoðunlaþtýkça, Çin kervanlarý sýk sýk gidip gelmeye baþladý. Karþýlýklý ticaret, elçiler kanalýya iyi niyet iliþkileri içinde geçiyordu. Mete Han döneminde Hunlar’ýn ezici gücü altýnda çýrpýndan Çin, Hunlar’ýn düþmanlarýyla iþbirliði yapabilmek için sürekli komþu ülkelere elçiler göndermiþtir. Bu ülkeler arasýnda Wussunlar, Moðollar v.b. ülkeler olmuþtur. Meþhur seyyah, elçi Çang Çien, imparatoruna verdiði raporda, Lolanlýlar üzerinde dikkatle durulmasýný öðütlemiþti5 Çang Çien’in batý memleketlerini dolaþmasý M.Ö. 125 yýlýnda sona erince, Çin ile batý ülkeleri arasýnda Çin elçi kervanlarý sýk sýk gidip gelmeye baþlanmýþtý. Bu elçiler ayný zamanda Çin’in lehine ajanlýkta yapýyorlardý Hunhar’da bunlardan þüphelenmiþ, bu elçilere karþý çýkmýþlardý.6 M. Ö. 121 yýlýnda Lolan’da bulunan Hun hakanýnýn gözcü casuslarý, Lolan kralýna Çin kervanlarýnýn önünü kesmelerin Emrettiler.7 Ýþte bu andan itibaren Çin kervanlarýndan, alýnan önlemlere karþýn sýzlanmalar baþladý. Çünkü, Lolanlýlar, Hunlar’ýn yandaþý olarak Çin kervanlarýna aman vermiyorlardý. Elçiler, imparatorlarýna Lolan devletinin savunma duvarlarýnýn bulunduðunu, ancak, askerlerinin az olduðunu ve kolayca yenebileceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Çin imparatoru general Chaopo’nu görevlendirir. General askerleriyle yaptýðý harekattan sonra Lolanlýlar’ý yenerek pek çok esir alýr. Ancak, Çin buraya uzak olduðundan pek fazla bir etkinlik saðlayamaz ve kendiliðinden geri çekilmek zorunda kalýr. Çin ordusu çekildikten sonra Hunlar tekrar Lolan bölgesine inerler.8 Sürekli yapýlan savaþlardan sonra Lolanlýlar Çin’e boyun eðmek zorunda kalýrlar. Kendilerine sadýk kalacaklarýna dair Lolan kralý 9bir oðlu Çin’e, bir oðlunu da Hunlar’a rehin vermek zorunda kalýr. Daha sonraki yýllarda Çinliler, kralýnýn durumundan kuþkulanmýþ, Lolan kralýný tutuklayýp Çin’e götürürler. Lolan kralý daha sonra Çinliler tarafýndan öldürüldüðünden Çinliler ile olan düþmanlýk sürüp gider. 10 M.Ö. 92 yýlýnda ölen kralýn yerine halk, rehin bulunan Prensini kral yapmak için geri gönderilmesini ister. Fakat, Çin sarayý, güçlü ve dik
18
kafalý þehzadeyi vermez. Bunun üzerine, Hunlar, ellerinde rehin olarak bulunan þehzadeyi Lolan’a göndererek kral yaparlar.11 Bundan iki yýl sonra Çin ordusunun Tufan’a karþý sefere çýktýðý zamanda Lolan ve daha birçok küçük devletler, þehzadelerini Çin sarayýna tekrar rehin olarak gönderirler. Daha sonra Hunlar, buralarý tekrar kontrol altýna alýrlar. M.Ö 77 yýlýnda Lobnor’da Hunlar ile Lolanlýlar anlaþmýþ ve Lolan kralý Çin egemenliðine baþ kaldýrmýþ ancak, ayaklanmayý baþaramadýðý için idam edilmiþtir.12Milattan Sonraki Yýllarda Lolan Hun ve Çin Ýliþkileri M.S. 60 yýllarýndan itibaren Hunlar arasýnda taht kavgalarý baþlayýnca istikrarsýz bir ortam doðmuþ ve küçük devletçikler kimi zaman kendi baþlarýna, kimi zaman da Hunlar’a baðlý bir þekilde Çinliler ile mücadele etmiþlerdir. “Bu yýllarda Lolan’dan fazla söz edilmez. Ancak Lolan gibi bir Lobnor kýyý kenti olan Þanþan’dan sýk sýk söz edilir. Bu yýllarda Çin Ýmparatorluðu iç iþleri nedeni ile pek güçlü olmadýðý için Türkmenistan’a inmemiþtir. Bu boþluktan yararlanan Yarkent krallýðý Þanþan ve Kuça krallýklarýný ellerine geçirebilmek için saldýrýya geçmiþtir.13 M.S. 70’li yýllarda ve daha sonrasýnda Lolan krallýðýndan eskisi gibi söz edilemez. Artýk Lolan tarihinde karanlýk bir dönem baþlayacaktýr. 260’lý yýllardan sonra askeri güçle bu bölgeyi kontrol atýnda tutmayý amaçlamýþlardýr.14 Lo,lanlýlar’ýn bölgede önemini kaybetmesi, büyük bir olasýlýkla batýya yapýlan göçlerle bu bölgeyi terk etmesinden kaynaklanmaktadýr. Gerek baþ gösteren kuraklýk ve gerekse Çin’in egemenliðinin artmasý, Hunlar’ýn da göçleri ile sonuç doðurmuþtur. M.S.381-382 yýllarýnda Þanþan ve Tufan beylikleri Çin ile sýký iliþkiler içine girerken, Kuça ve Karaþar beyliklerinin Çinlilerle bazen savaþ, bazen de barýþýk olduðu göze çarpar. 280-345 yýllarý arasýnda Karaþar Beyliði’nin diðer Türkistan þehirlerinden daha güçlü olduðu Lolan’da yapýlan kazýlardan ve Çince kaynaklardan anlaþýlmaktadýr. Yine bu kaynaklara dayalý olarak bölgede çýkan kuraklýk ve sosyal dengenin bozulmasý nedeniyle bir kýsým Lolanlý’nýn IV.y. y da batýya göç ettiði belirlenmektedir. 15
H
Lolanlýlar Anadolu’da
unlar dördüncü yüzyýlda Orta Asya’dan batýya göç ederken Lolanlýlar da birlikte hareket ederler. Göç yolu, Hazar Denizi’nin doðu kýsmýnda ikiye ayrýlýr. Bir yol, Hazar Denizi ve Kara Deniz’in kuzeyini izleyerek Avrupa’ya uzanýrken, ikinci yol da Horasan üzerinden Anadolu’ya yapýlan büyük göç yoludur. Lolanlýlar, Selçuklu akýnlarý ile birlikte Horasan-Kars ve Erzincan üzerinden Dersim bölgesine gelerek yerleþirler ve hayvanlarýna geniþ otlaklar bulurlar. Bu göç sýrasýnda bir kýsým Lolanlýlar da yukarý Mezopotamya’ya yerleþirler. Biruni16 Batlamyus’un coðrafyasýna dayanarak Hazar Denizi’ne dökülen Ceyhun Nehri’nin Oðuzlar ilini iþgal edip, halkýnýn Hazar Denizi sahillerine gittiðini, Curcan ve Harezm arasýnda ve Balhan bölgesinde nehrin eski yataðý üzerinde yaptýðý araþtýrmalar sonunda bulduðu fosiller ile açýklamaktadýr. Prof. Dr. Osman Turan17 ise, bu konuya þöyle deðinmektedir: “Kadim rivayetlere ve Batlamyus’a dayanan Biruni’nin, Ceyhun Nehri’nin eski mecrasýný deðiþtirdiðini anlatýrken, onun kavþak bölgesinin etnik durumu hakkýnda dikkat þayan kayýtlar verir. Filhakika evvelce Hazar Denizi’ne dökülürken, Harizm ve Curcan arasý çölün mamur olduðunu, yataðýnýn týkanmasý üzerine Aral gölüne akan nehrin Oðuz ülkesini sular altýnda býraktýðýný ve burada Peçenekçe ve Hariz karýþýðý bir dil konuþan Alan ve Aslar’ýn Hazar sahillerine göç ettiklerini Türkmen göçmenlerinin konduklarý bölgede “Hiz-tinkýzý” yani Kýz Denizi denilen bir göl” vücuda geldiðini bildirir. Bu kayýt, “Türklerin Aral Gölü’nün cenubunda mevcut olduðunu bildirir.” demekle görüþümüzün ne kadar yerinde olduðunu güçlendirmektedir. Ayný yazar, yapýtýnýn bir baþka yerinde18 “Gerçekten Harizm’den Fergana’ya doðru Karatekin, Kýz denizi, Dargan, Kurgan (Hurgan), Saðrýnç, Buzmacý, Gülçiçek.” ve yine baþka bir sayfasýnda “Karaþer” gibi þehir, kasaba, çay ve dað adlarý ile ilk bakýþta bunlarýn Türkçe olduðunu gösterir. Sarýnç’ýn Varto’daki bir Lolan köyü olan þimdiki “Sarýnç”a, (G) harfinin düþmesi ile Sarýnç olmasý muhtemel, Karaþer köyününde (Þ) deðiþimi ile Varto’nun bir baþka Lolan köyü olan “Karacer” köyünü, Danzik isminin de Pülümür ve Varto’da ki “Danzik” köylerini
Sayý 6
anýmsattýðý, Gülçiçek adýnýn da Lolanlýlar arasýnda bir kadýn adý olduðu görülmektedir. Bütün bu isimler sadece bir rastlantý deðildir. Biraz sonra verilecek örnekler, babalarýmýzýn ve dedelerimizin ve onlarýn da dedelerinden öðrenerek bizlere aktardýðý bilgiler doðrultusunda Göle’deki Lolanlýlarýn bulunuþu, tezimizin izini ve Lolanlýlar’ýn geliþ yolunu açýk-seçik olarak anlatmaktadýr. Eski Türklerde (H) harfi olmadýðýndan, yerini alan (K) harfi ile Balkan olan dað ve kasaba adlarý Ýslamiyet’in kabulü ile Araplardan dilimize geçen “H” harfi ile Balkan, Balhan olmuþtur. Bu örnekleri sýraladýðýmýzda:
1
Emekli Vali Edip Yavuz’un yapýtýnýn 390. sayfasýnda Lolanlýlar hakkýnda açýklama yapmakla beraber yanýldýðý noktalar da vardýr. Dýþarýdan açýklamalar ne kadar belgesel olsa bile, o boyun içinden çýkan bir araþtýrmacýnýn anlatýmlarý daha güvenilir ve gerçekçi olur. Sayýn yazar þu açýklamayý yapmaktadýr: “Bugün Doðu Türkistan’da Taklamakan Çölü’nün doðusunda Lobnor veya Karakoþan denilen gölün, kýsa adý ile (Lob Gölü) kuzeyinde ve Karagöl’ün doðusunda (Lu-Lan) kasabasý bulunmaktadýr. Raphael Pompelly’nin baþkanlýðýndaki bir kurul tarafýndan burada Mesa tepesi üzerinde yapýlan kazýlarda mezarlar içinde aynalar, taraklar, iþlenmiþ kemik ve tahta ziynetler, renklerini binlerce yýl koruyabilmiþ ipekli kumaþ kalýntýlarý bulunmuþtur.” (Ý.T.T.K)19 Ýþte bu kasabaya adýný vermiþ olan Lolan oymaðýnýn bir bölümü bile Dersimli’lerin kökenlerini açýklamaya yeter. Doðu Türkistan da milattan üç bin yýl öncesine kadar çýkan uygarlýk belgeleri daha sonraki Sümer, Elam, Akat, Urartu uygarlýklarýna ýþýk tutmuþ ve öncü olmuþtur. Türklerin oymak adlarýna karþý ne kadar büyük bir baðlýlýk duyduklarýný binlerce yýldan beri taþýdýklarý bu (Lolan) adýndan anlaþýlmaktadýr. Bunu, herhangi bir isim benzerliði olarak da kabul etmek olasý deðildir. Çünkü, Lolan (Lu-lan) daki Mesa tepesi, adýný Aral gölü’nün batýsýnda bir bölge adý olarak da görmekteyiz. Ayný zamanda burada bir Alan kasabasýnýn bulunuþu, Desim’de de Alanlýlar ile Lolanlýlar’ýn yan yana oluþlarý, bize, bunlarýn beraberce geliþlerini de göstermektedir. Hozat’taki Hoþan, Koþun gölünü Pülümür’deki Karagöl de, yine Doðu Türkeli’n deki Karagöl’ü anýmsatmaktadýr. Daha önce belirttiðimiz gibi Selçuklulardan Çaðrý Bey’in Balhan oymaðý ile birlikte Ermenilere saldýrýþýný anýmsarsak, Balhanlardan olan Bal Uþaklarý ile bugünde Pülümür’ün Danzik bucaðýnda yan yana oluþlarý tüm gerçekleri bütün çýplaklýðý ile aydýnlatacaðý gibi Ballýlar’dan ve Karaballý soyundan olduklarýný veya onlara yakýn bir garabetleri olduklarýný söyleyen Lolanlýlarýn buraya geliþ yolarýnýn yönü ve izi açýklanmýþ olur. Uygur ve Gurlular’ýn efsanelerindeki göç, göç seslerine uyarak ilk önce “Beþ Balýk”a göç eden Uygurlar, Moðollarýn saldýrýsý karþýsýnda bir bölümü “Ýdikut” emrinde olanlara baþ eðerken, bir bölümü de batýya yönelmiþ ve Aral gölü kýyýsýnda bir süre kaldýktan sonra bunlardan Balhanlýlarýn Horasan tarafýna göç ettikleri ve Selçuklu beylerinden Çaðrý Bey ile birlikte Kafkaslara uzanarak Ermenilere saldýrdýklarý bilinmektedir. Çaðrý bey yurduna döndükten sonra, Balhanlýlarýn Doðu Anadolu’ya yöneldikleri anlaþýlmaktadýr. Lolanlýlar, Bugün, Pülümür-Danzik-Varto ve Bingöl’de toplu, Nazmiye-Mazgirt ve buralara komþu yerlerde daðýnýk bir halde bulunmaktadýrlar. Keza Erzincan ve Tercan yöresinde de toplu halde birkaç köye daðýlmýþlardýr. Sayýn Edip Yavuz, gerçeklere dayanan bir araþtýrma yapmakla beraber kimi yerlerde de çeliþkilere düþmüþtür. Bu çeliþkileri burada sýralamayý gereksiz görüyoruz.
2
Abdalan aþiretinde açýklandýðý gibi gerek Asya’da ve gerekse Anadolu’da birlikte kader birliði yapmýþ ve daima yan yana, beraber bulunan Lolan- Alan-Balhan-Hormek-Abdalan v.b. aþiretler Ýran Azerbaycan’ý, Tacikistan ve Doðu Türkeli bölgelerinin oymaklarýndan gelmedirler. M. Þerif Fýrat, Kendi kitabýnda, kendi oymaðýný Harizmler’e baðlamaktadýr. Gerçekten Lolan-Alan-Balhan ve Abdalan (Akhunlar) Hazar Denizi’nin güneydoðu kýyýlarýnda ya Harizmlerle komþu veya çoðu zaman Horasan’da olduðu gibi birlikte yaþamýþlardýr. Gazneliler ile Selçuklularýn çatýþmalarýnda Çaðrý Bey’in komutasýnda birlikte Gazneliler’e karþý koyarak oradan Anadolu’ya akýnlarda bulunmuþlar ve AnadoluHorasan’da kendilerine yurtluklar edinmeye çalýþmýþlardýr. Daha sonralarý da Doðu Anadolu fethedildikçe Erzincan’a doðru gelmiþlerdir. Akhun’lara baðlý olduklarýný kendi bölümlerinde açýkladýðýmýz Abdalanlarla ve yine kendilerinin de belirttiði gibi Harizmler boyundan geldiklerini ileri süren Hormeklerle20 gerek Orta Asya’da ve gerekse Batý Türkistan’da daima birlikte yaþadýklarý bilinen bir gerçek. Bugün de Lolan-Balhan-Alan-Hormek ve Abdalan aþiretlerinin akraba denecek bir yakýnlýkla beraber yaþamalarý, kader-kývanç ve tasada birlikte olmalarý, ayný töre,
Ocak 2005
ayný gelenek, ayný inanç içinde olmalarý ve hatta ayný dili konuþmalarý, sürekli olarak birbirlerinden kýz almalarý göstermektedir ki bu oymaklar, boylarý ayrý olsa da kökenlerinin ayný soya dayandýðýný göstermektedir. Bu durum karþýsýnda Lolan-Balhan-Alan oymaklarýnýn Hunlarýn imparatorluk yapýsý içinde dayanýþmalý bir bütün olarak yer aldýklarý görülmektedir. Biraz sonra verilecek örneklerden de anlaþýlacaðý gibi Lolan-Balhan ve Hormek’ler, her gittikleri yerlere kendi özel adlarýný vermiþlerdir. Hunlar’ýn Avrupa’ya yürüyüþü ile Lolan-Balhan-Alan-Hormek oymaklarýnýn bir kýsmýnýn beraber veya daha önce gittiklerini göstermektedir. Günümüzde Polonya’daki “Danzik” þehri ile Karadeniz’in kuzeyinde Vijernolenisk þehrinin21 altmýþ km. kuzeyindeki “Neu Danzik”-Yeni Danzik, Varto’daki Danzik köyü ile Pülümür’deki Danzik bucaðýnýn ayný adý taþýdýðýný, Tunceli’deki Alan-Alandüzü-Alan tepe isimleri ile bir olmasý, yine Amerikalý bilim heyeti (Arkeologlar) tarafýndan Lu-lan (Lou-lan) kasabasý ile Varto-Pülümür ve Göle’deki (Lolan-Laloðlu) kabilelerinin ayný adý taþýmalarý, bu uruklarýn Asya’da iken beraber yaþadýklarýný göstermektedir. 3- kendilerinin de kitaplarýnda belirttikleri gibi Deguignes, Alanlar için “Çinliler, Alan (Alains) larý Hunlarla ayný kavim addetmiþlerdir. Gerçekten Alanlar sürüleriyle en uygun yerlerde dolaþýrlardý çehreleri tamamen Hunlara benzerdi. Ýhtimal ki kýsmen Hun neslinden idiler. Çünkü, içlerinde birçok Hun aþireti vardý. (Eftalit-Abdalanlar) gibi Çini tarafýný tutmuþ Hun aþiretleri bunlarla beraber olduklarý gibi Hunlar topluluðundan ayrýlan bir takým Hun oymaklarý da çeþitli çaðlarda bunlarýn arasýna gelmiþlerdi.”. Tarihi olaylar sonucu Aslar’dan bir gurubun barýþmasý, onlarý Gur soyuna baðlamak anlamýna gelmemelidir. Zira, Alanlar, onlarý kendi aralarýnda eriterek Alanlaþtýrmýþ olabilirler. Gelenek-görenek ve yaþantýlarý bugün de ayný olan kabilelerin bu durma göre Lolan-Balaban-Balhan-Alan-Hormek-Abdalan (Eftalit-Akhun)-Baranlý ve diðer Erzincan oymaklarýnýn Hunlarýn Avrupa’ya yürüyüþü ile Batý Türkistan’da kalan boylarý olup veya ayný tarihlerde Hazar kýyýlarýna ve Horasan’a göç ettikleri, oradan da Çaðrý Bey ile beraber Kafkasya’ya yürüdükleri Malazgirt zaferinden sonra Saltuklar-Daniþmendiler-Mengücükler ve Yabgularla Erzincan- Sivas ve Tunceli bölgelerine yerleþtikleri, buralarý Bizans ve Ermenilerden temizledikleri ve ayný zamanda belli bir süreç içinde asimle ettikleri meydana çýkmaktadýr. Prof. Dr. Osman Turan, Yabgular hakkýnda þu açýklamakta bulunmaktadýr: “Yabgu devletinin Horasan’da yýkýlýþýndan sonra Yabgu Baran’ýn mensuplarý Baranlý boyunu teþkil edip Ýslam ülkelerine daðýlmýþlar ve bir kýsmý da Karakoyunlu ulusunu vücuda getirmiþlerdi. Karakoyunlu Pir Budak namýna Erzincan’da basýlan bir sikke üzerinde Yazýr damgasýnýn bulunmasý bu sebeple çok önemlidir,”der.22 Böylece Baranlý Aþiretinin de isimlerini saydýðýmýz aþiretlerle beraber geldikleri su götürmez bir gerçektir. Yazar, bunu da Oðuz- name’den alarak belirtmektedir. Yabgularýn din ve inançlarý hakkýnda da þu bilgiyi verir: “Karluklar ile Oðuzlar arasýndaki tarihi düþmanlýk birincilerin Ýslamiyet’i kabulü ile Karanlý, ikincilerinde ayrý din deðiþtirme ile Türkmen olmalarýndan sonra devam etti. Lakin Karluklar Han ailesi ile birlikte toptan Müslüman olarak ne kadar kuvvetlendi ise de Oðuzlar’ýn Yabgularýndan önce parça parça din deðiþtirmeleri de o derece bölünmelerine ve zayýflamalarýna sebep oluyordu.”23
DÝPNOTLA
12 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23
B. Ögel, Age, Cilt II, s. 25-440 Age, s.440 Age, s.445. Age, s.26. Age, C. I, s. 451 Age, s. 451. Age, s. 451. R. Grousset, Age, s. 54 B. Ögel, a.g.e C.II S. 429. W. Eberhard, a.g.e. S. 99. B. Ögel, Age, C. II, s. 18. Age, C. II, s. 22. Age, C. I, s. 447. Seydi Özyiðit, Lolan Aþireti-Fýrat Ünivrsitesi Lisans Tezi S.14-30. V. V. Barthold Age, s. 120. Seydi Özyiðit, Age, s.7, 33 Birun Havkal, s-480. Porf.Dr. Osman Turan, a.g.e. S.346-347. Age, s. 349. Edip Yavuz, Tarih Boyunca Türk Kavimleri. M.Þerif Fýrat, Doðu Ýlleri ve Varto Tarihi, S.89. Prof. Dr. Osman Turan, a.g.e. s. 42-43. Age. s. 42-43.
19
Alevilik Ýslâm mý, Ayrý Bir Ýnanç mý? Lütfi Kaleli
“Akýl dindir, din de akýldýr. Eðer dini akýl idrak edemezse, o akýl, akýl deðildir. Eðer din, akýl dairesinden uzak kalýrsa, o din de, din deðildir...”
A
Hz. Ali
levilere yönelik “azýnlýk” tanýmlamasýnýn tartýþýldýðý günlerde, 1-Ekim-2004 tarihli Hürriyet Gazetesinde Alevi-Bektaþi Kuruluþlarý Birliði Federasyonu Genel Baþkaný Ali Doðan, Alevi olan Sinan Iþýk adlý bir yurttaþýn, nüfus cüzdanýna “Ýslam” ibaresi yerine “Alevi” yazýlmasý istemini Ýzmir 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin reddetmesi üzerine yaptýðý açýklamada, “Alevilik Ýslâm dýþýdýr” görüþünü ortaya attý. On yýl önce yazar Nejat Birdoðan da 20-26 Ekim 1994 tarihli Aktüel dergisine verdiði demeçte “Alevilik Ýslam dýþýdýr” demek suretiyle büyük tartýþma yaratmýþtý. Arkasýndan Faik Bulut, 1997’de yayýnladýðý “Alisiz Alevilik” adlý kitabýyla bu tartýþmayý daha da boyutlandýrmýþtý. Birdoðan özetle þunlarý söylemiþti: “Anadolu’nun gizli kültürü olmaktan hýzla çýkma sürecini yaþayan Alevilik, içeriðini oluþturan bir takým temel öðelerle Ýslâm’ýn dýþýndadýr. Ýslam, kendi alanýnda kendi üyelerine göre bir dindir. Alevilik ise, Ýslâm’ýn içeriðiyle baðlantýsý olmayan, dünyasal bir inançtýr. Kökeni, Ýslâm’dan çok öncelere dayanýr... Alevilikte, Saman ve Zerdüþt dininin geleneklerini bulmak zor deðildir. Alevi ibadeti ele alýndýðýnda müzik, saz eþliðinde semah, þiir ve çoðu cemlerde içki olduðu görülür. Bunlarýn hangisi Ýslâm’a uyuyor? Hiçbiri... Alevi namaz kýlmaz, Ramazan orucu tutmaz, hacca gitmez. Bu inançta kýyamet, günah tartýmý ve dolayýsýyla cennet-cehennem yoktur. Alevi suçunu dünyada iþler ve cezasýný da bu dünyada çeker... Ýbadette içki içmek, saz çalmak, semah dönmek hangi dinde vardýr? Allah’ýn insan olduðu inancýna hangi dinde rastlýyoruz?” Ali Doðan da benzer þeyler söylüyordu: “Alevilik, Ýslam’ýn dýþýndadýr ve kendine özgüdür. Kimsenin Aleviliði yok saymaya hakký ve yetkisi yoktur. Aleviler inançlarýný kendi kurallarý ve gelenekleriyle yaþarlar...” “Alevi Ýslam” söylemini bayraklaþtýran Cem Vakfý Genel Baþkaný Prof. Dr. Ýzzettin Doðan, ayný tarihli Hürriyet gazetesinde Ali Doðan’a tepkisini þöyle gösteriyordu: “Bu düþünceyi savunmak için zýr cahil olmak lazým. Bu tezi, eline verilen kaðýdý okumaktan aciz olan Ali Doðan’ýn kulaðýna fýsýldayan Diyanet’in ajanlarýdýr. Maksat da Alevileri antipatik göstermek, Alevi-Sünni çatýþmasýna çanak tutmak ya da Alevilerin Diyanet’ten almalarý gereken payýn önünü kesmektir... Alevilik Ýslam’ýn özüdür. Alevi, Ýslam’ý Hz. Ali gibi yorumlayan ve onun yorumlarýna itibar eden insanlara verilen isimdir...” Eðitimci-Yazar Hasan Basri Aydýn ise yayýmladýðý 3-10-2004 tarihli yazýsýnda þöyle diyordu: “Ýslam’ý belirleyen Kuran’dýr. Kuran’da karýsýný üçten dokuza boþayan bir erkeðin tekrar o kadýný almasý halinde ona hülle yaptýrmasý, yani bir baþka erkeðin altýna yatýrmasý vardýr. Bir erkeðin dört kadýn alýp dilediði gibi kullanmasý vardýr. Namaz, oruç ve haç vardýr. Namaz kýlmayaný, oruç tutmayaný öldürmek vardýr. Namazý bozan üç þeyden birisi kadýndýr; diðerleri domuz ve köpektir. Erkek kadýndan üstündür. Mirasta kadýnýn payý erkeðin yarýsý kadardýr ve iki kadýnýn tanýklýðý bir erkeðe denktir.. Oysa Alevilikte bunlar yoktur. Dolayýsýyla da Alevilik Ýslam dýþýndadýr...” Toplumsal Barýþ dergisinin Kasým 2004 tarihli 7’nci sayýsýnda yer alan “Alevilik Ýslam dýþý mýdýr?” sorusunu yanýtlayanlardan Ýstanbul Millet-
20
vekili Ali Rýza Gülçiçek; “Alevilik, Tanrý’yý, evreni ve insaný kendince algýlama ve yorumlama biçimidir. Alevilik, ilm-i insaný, bu dünyayý, sosyal toplumu, geliþim, deðiþim ve bölüþümü esas alan ve insaný merkeze koyan bir inanç ve öðretidir.” derken, Hacýbektaþ Belediye Baþkaný Ali Rýza Salmanpakoðlu þunlarý söylüyordu: “Allah-Muhammed-Ali üçlemesi Aleviliðe özgüdür. Tanrý’ya inanmak, Hz. Muhammed’i peygamber olarak tanýmak, Kuran’ý kabul etmek, Hz. Ali’yi hoþgörü sembolü olarak görüp onun yorumladýðý gibi geliþmeye açýk insan olabilmek için Kuran’ýn özünü anlayýp uygulamak bakýmýndan Ýslâmiyet’in içindedir, reformize edilmiþ þeklidir.” Soruyu yanýtlayan diðer katýlýmcýlar da Aleviliði Ýslam’ýn içinde görüyorlardý. Ýsmail Kaygusuz, Kasým 2004 tarihli Serçeþme dergisinin 4’cü sayýsýnda bu konuya çok derin yaklaþýyor ve özetle þunlarý söylüyordu: “Alevilik, Halife Osman (644-656) döneminde, Ali tanrýsallýðý inancýyla baþlayýp; bölgesel, tarihsel din, inanç ve felsefi akýmlardan bazý öðelerle birleþme, baðdaþtýrma yoluyla sürekli yenilenen, deðiþik adlarla yönetenlerin resmi dinine aykýrý ve çoðu kez karþýt geliþen heterodoks akýmlarýn tamamýný kapsar. On ikinci yüzyýlýn baþlarýnda Þehristani’nin anlattýðý yüze yakýn heterodoks grubun çoðu insan biçimli Tanrý’ya inanan ve Ali-Ehlibeyt tanrýsallýðýný temel alan protoAlevi kümeleþmelerdir. Ýmam Bakýr (ö. 740) ve Ýmam Cafer-i Sadýk (ö. 765) çevresindeki bu proto-Alevi kümeleþmelerin büyük bir bölümü, insan biçimli Tanrý, Ali-Ehlibeyt tanrýsallýðý, Ýnsan-Tanrý birliði kavramlarýný, düþünce ve inançlarýný Kuran’ýn bâtýni yorumundan çýkarmýþlardýr. Kökeni bu erken heterodoks akýmlara dayanan, onlarýn bâtýni inançlarýndan kaynaklanarak Anadolu’da yaþayan Alevilik-Bektaþlik, Ortodoks Ýslam (Sünni) inancýna aykýrý bir Tanrý ve tapýnma anlayýþýna sahiptir. Kaygusuz Abdal’ýn (on dördüncü, on beþinci yüzyýl) “Vücudname”sinden yaptýðýmýz (dilini sadeleþtirdiðimiz L.K.) alýntý bu anlayýþý yansýtmaktadýr: ‘Evvel ve ahir benim. Cümleye Tanrý benim. Kabe benim, put benim. Tüm âlem vücudumdur. Özüm özüme secde eder, kendime taparým. Her kim ki her þeyi görür, Hakk’ý onda bulur. Bunlar Hakk’tan uzak deðildir. Çünkü Hak-taalâ hazretleri, her þeyin etrafýný çevreleyendir. O’nu yabanda aramanýn aslý yoktur; yabanda arayanlar bulamazlar. Eþyada aramanýn aslý budur ki, kanýtý Âdem’dir. Âdem, ‘insan-ý kâmil’dir; sýfatý ‘adam’ sýfatýdýr. Ve ‘zat-ý kadim’dir; yani ezeli ve ebedi olan Tanrý’dýr. Her mekan, her sýfat, her þekil, her varlýk ve tüm âlem O’nundur. Yaratýlmýþ her nesne, yaratandan ayrý deðildir. Yerde ve gökte her ne var ise, Âdem’dedir. Yerin ve göðün halifesi Âdem’dir. Her ne istersen Âdem’de bulunur...’ Bunlar, gerçekte Hacý Bektaþ Veli’nin “Makalat”ýnda; “Biz Çalap Tanrý’yý kendi özümüzden bildik” deyiþinin baþka sözlerle anlatýmý ve geniþletilmesinden baþka bir anlayýþ deðildir ve bâtýni tasavvuftaki “vahdet-i vücut”tan (insan-Tanrý birliði), “vahdet-i mevcud”a (panteizme) uzanan Tanrý inancýdýr. Bu çeþit Tanrý algýlamasý olmasaydý, ne hümanizm, ne de doða-çevre sevgisi oluþurdu...” Bu baðlamda Hallacý Mansur þöyle söylüyor: Sevdiðim de bendir. Biz ikimiz bir bedene girmiþ iki ruhuz. Sen, beni görürsen, O’nu görmüþ olursun; O’nu görürsen ikimizi görmüþ olursun. Ey gönül gözü kapalý olanlar! Bilin ki, kalbimin gözünde Tanrý’yý gördüm: ‘Sen kimsin?’ dedi; ‘Sen!’ diye yanýtladý beni...” Pir Sulta Abdal da diyor ki: Sen Hakký yabanda arama sakýn Kalbini temiz tut, Hak sana yakýn Âdem’e hor bakma, gözünü sakýn Cümlesin Âdem’de buldum erenler... Kanuni Sultan Süleyman (1494-1566), Aksaray’dan geçerken uðradýðý Pir Ali’yi; “Sen, ‘cennetin dört ýrmaðý bendedir’ demiþsin!” diyerek sorguya çekmiþ ve þu yanýtý almýþtýr: “Hünkârým! Ýnsan, kâinatýn küçük bir örneðidir. Her þey ondadýr. Ýlim, irfan, marifet, aþk ve gerçek, sadece insana özgüdür...” Genel anlatým ve yazýlanlara bakýnca, Alevilik tanýmýný yapanlarýn; “Biz
Sayý 6
LÜTFÝ KALELÝ
Alevi Ýslâm’ýz. Asýl Müslüman bizleriz. Biz, Ýslâm’ýn özüyüz. Peygamber de, Kuran da bizimdir. Bizim baþýmýz Kuran’a baðlýdýr. Alevilik, Ýslamiyet’in Anadolulaþtýrýlmýþ halidir. Anadolu Aleviliði, Þamanizm kaynaklý bir Türk Ýslam inancýdýr. Alevilik, Zerdüþt kökenli bir Kürt Ýslam inancýdýr...” söylemlerine tanýk olmaktayýz. Zâhiri, yani dýþsal açýdan bakýnca, etnik kökeni bir yana býrakýrsak, “Alevilik Ýslâm içidir” diyenler de “Alevilik Ýslam dýþýdýr” diyenler de kendi gerekçelerine göre haklýdýrlar. Alevilik Ýslam içidir; çünkü, Ýslam dininin kurucusu Hz. Muhammet’tir. Hz. Muhammet ise “AllahMuhammet-Ali” üçlemesinde yer alarak Alevi inancýnýn baþýnda bulunur. Hele Hz. Ali’siz Alevilik hiç olmaz. Hz. Ali, Alevilerin baþ tacýdýr, Þah’ýdýr, kýblegâhýdýr. Muhammet-Ali’nin de içinde olduðu Ehlibeyt ise, Alevilerin inanç merkezini oluþturur. Bu inanç merkezinde Muhammet-Ali soyu On Ýki Ýmamlar da vardýr. Alevi ozanlarýnýn On Ýki Ýmamlar’ý zikreden þiirleri “düvazimam” olarak kabul görür, cem törenlerinde saz ile söylenerek ibadet eden canlan duygulandýrýr... Kerbelâ þehidi Ýmam Hüseyin ise lanetli Yezit’e boyun eðmeyen, onurlu yaþam için canýný vermekten çekinmeyen bir ululuðun simgesidir... Onun yas-ý matemi için her Muharrem ayýnda 12 gün oruç tutulur... Alevilik Ýslâm dýþýdýr; çünkü, yaþayan Ýslâm Muhammedi deðil, Emevi Ýslâm’dýr. Kan ve kin üzerine kurulan Emevi Islâm, Muhammed’e ve onun soyuna düþmanca davranmýþ, onlarý katletmiþ; camilerde Hz. Ali’ye küfrettirmiþtir... Muhammet’ten sonra ortaya çýkan mezhepler, kendilerine göre ufku dar, salt þeriatçý bir Ýslam yaratmýþlar, Alevileri kýrmýþlardýr. Aleviler de camili, namazlý, Ramazan oruçlu ufku dar olan bu þeriatçý Ýslâm içerisinde yer almýþlar ve kendilerine yeni bir inanç oluþturmuþlardýr. Bu inanç, zâhiri deðil, bâtýni’dir; tasavvuf kanalýnda kendini ifade eder; Hallacý Mansur’un “Enel-Hak” felsefesiyle gökyüzündeki Tanrý’yý insan cemaliyle yeryüzüne indirir, insaný kutsar... Alevilik aklidir, ahlakidir, insanidir. “Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlýktýr” inancýyla bilimi rehber alýp, din, dil, ýrk, mezhep ve cinsiyet ayýrýmý yapmadan tüm insanlýk âlemini kucaklar... Bâtýni kanalda tasavvufi inanç olan Alevilik, Kýrklar Meclisi’nin felsefi yapýsýnda kendisini var etmiþtir. Her Alevi, Kýrklar Meclisi’ni bilir, Ama felsefi yönüne pek azý itibar eder, o nedenle de Alevilik doðru tanýmlanamaz. felsefi yapýsýyla Kýrklar Meclisi’nin giriþ bölümü þöyledir: Hz. Muhammet Miraç’tan dönerken Kýrklar Meclisi’ne girmek ister, kapýyý týklatýr. Ýçerden bir ses gelir: “Kim o?” Der ki Muhammet: “Ben Peygamberim açýn kapýyý!” Ýçerdeki ses der ki: “Bize peygamber gerekmez, git ümmetine peygamber ol!” Gider Muhammet. Tanrý Cebrail’i gönderir, Muhammed’in dönüp Kýrklar Meclisi’ne girmesini buyurur. Muhammet gen döner, yine kapýyý týklatýr. Ýçerdeki ses: “Kim o?” der. Der ki Muhammet: “Ben Muhammed’im, açýn kapýyý!” Ýçerdeki ses: “Bir Muhammet var içimizde, baþka Muhammet gerekmez!” der ve kapýyý açmaz. Yine döner Muhammet. Tanrý yine Cebrail’i gönderir, der ki: “Git Habibime söyle, ‘kim o?’ derlerse, benini kýrsýn, ‘yoksullarýn hizmetlisiyim, içinizden birisiyim’ desin.” Bu iletiyi alan Muhammet döner ve bu kez peygamberlik kisvesinden sýyrýlarak, benini kýrarak, yoksullarýn hizmetlisi olarak Kýrklar Meclisi’nin açýlan kapýsýndan içeri girer, Kýrklar’a karýþýr... Böylece Aleviler, zâhiri olarak Arabistan’da “Peygamber” kimliðiyle yaþayýp “ben” egosu taþýyan Muhammed’e itibar etmemiþler, O’nu bâtýni âlemde peygamberliðinden ve bencilliðinden arýndýrýp kendilerine yakýþan bir Muhammet haline getirmiþlerdir... Zâhiri âlemdeki Muhammet-Ali, çok eþlidir. Bâtýni âlemdeki Muhammet-Ali tek eþlidir. Zâhiri âlemdeki Muhammet ve ona inen Kuran “Sizin için uygun olan kadýnlardan ikiye, üçe, dörde kadar nikahlayýn.” (Nisa: 3), “Kadýnlar sizin tarlalarýnýzdýr, dilediðiniz þekilde onlara yaklaþýn.” (Bakara: 223), “Tanrý, erkekleri kadýnlardan üstün yaratmýþtýr... Kocalarýna itaat etmeyen kadýnlara önce öðüt verin, sonra onlarý yataklarýnda yalnýz býrakýn ve evden uzaklaþtýrýn. Yine uslanmazlarsa dövün.” (Nisa: 34) “Erkek karýsýný üçüncü kez boþarsa, artýk o kadýn baþka bir erkekle evlenip boþanmadýkça (hülle yapmadýkça) ilk kocasýna helal olmaz.” (Bakara: 230) gibi ayetlerle kadýný aþaðýlamaktadýr. Bâtýni âlemdeki Muhammet-Ali yolu olan Alevilikte ise kadýn-erkek eþitliði ve kadýna saygý vardýr... Zâhiri âlemdeki Muhammet Ýslâm’ý, “Tanrý katýnda din Ýslâm’dýr”, “Kim Ýslam’dan baþka din ararsa, onun dini kabul edilmeyecektir.” (Ali Ýmran: 19-85), “Yahudileri ve Hýristiyanlarý dost edinmeyin” (Maide: 51), “Onlarý yakaladýðýnýz yerde öldürün!” (Bakaný: 191) buyurmakta ve din adýna cihat edip kâfir bellediklerini öldüren ve de ölen erkeklerin cennete gideceklerini; orada serin ýrmaklarýn yaný-baþýndaki yumuþak sedirlerde yan gelip yatacaklarýný; ellerindeki kupalarla bade ve türlü yiyecekler sunan memeleri yeni tomurcuklanmýþ birbirinden güzel kýrk huriyle hiç yaþlanmadan sonsuza dek yaþayacaklarýný söylemekte. Cihat, kiþinin kendi nefsiyle cihat etmesi/savaþmasýdýr. Din adýna veya baþka bir nedenle adam öldürmek, Tanrý’yý öldürmektir, cezasý ise yol düþkünlüðüdür. Cennet’te kýrk huriyle yaþamak hayali de Alevilikte yoktur. Bu konuda Yunus Emre ne güzel söylüyor: Cennet cennet dedikleri Birkaç köþkle birkaç huri isteyene ver onlarý Bana seni gerek seni... Bâtýni anlamda Alevi olan kiþi, hayal dünyasýnda yaþamaz; çünkü gerçekçidir o. Anladýðý öz diliyle ibadetini yapan Alevi, Tanrý ile arasýna yabancý dili ve de din bezirgâný olan aracýlarý sokmaz. Akýlcý Alevi, din olgusunu Hz. Ali’nin þu sözleriyle algýlar ve öyle yaþar:
Geleceðe Hayal Kuramýyorum Bu nasýl iþtir ki be kardeþim! Ben emekliyim, geçinemiyorum. Peki nasýl yaþýyorsun? deseler, Sürünüyorum be, diyemiyorum… Ekmeðime katýk bulamýyorum, Giyecek elbise alamýyorum; Saðda-solda lüks araba görünce, Bunun hesabýný soramýyorum… Vurguncu niyeti sezemiyorum, Beyoðlu, Þiþli’de gezemiyorum; Barlarda çýlgýn þovlarý duydukça, Bu iþin sýrrýný çözemiyorum… Torunlar uzakta, gidemiyorum, Onlara bir harçlýk veremiyorum, Ýþçi, memur, asker ‘açýz!’ dedikçe, Cingöz siyasiyi sevemiyorum… Köyden uzak kaldým, varamýyorum; Hýsým akrabayý saramýyorum; Ülkemde açlýk, sefalet oldukça, Geleceðe hayal kuramýyorum. Hak sömürüsüne katýlmýyorum, Din simsarlarýna satýlmýyorum; Türbanla irtica körüklendikçe, Midem bulanýyor, kusamýyorum… Helalime haram katamýyorum, Yalanla hurdayý satamýyorum, Tüm bunlar rahatlýkla yapýldýkça, Ýnan þoke olup yatamýyorum… Kötüyle can-ciðer olamýyorum, Þerefsize ‘dostum’ diyemiyorum, Bunlara ‘aðam-paþam’ denildikçe, Öfkem kalkýyor, dayanamýyorum… Nasýl birisin, anlayamýyorum, Aklýna akýl erdiremiyorum; Þeytanla bir çuvalda oluþtukça, Ay kýz vallahi inanamýyorum… Çete-mafya ile yaþamýyorum, Kirli iþler ile uðraþmýyorum, ABD’ye kul olanlar arttýkça, Kaleli’yem asla susamýyorum. 12 Eylül 2004
“Akýl dindir, din de akýldýr. Eðer dini akýl idrak edemezse, o akýl, akýl deðildir. Eðer din, akýl dairesinden uzak kalýrsa, o din de, din deðildir...”
Ocak 2005
21
Alevilikte “3” Sayýsý Erdoðan Alkan
M
Oðuz Han’ýn iki eþinden üçer çocuklarý, oðullarý uhabbet: Herkese duyurulur. Muhaboldu. Birinci eþinden doðan Gökhan, Daðhan ve bet sahibi kurbaný týðlar. Yemekler piBen Bu Yerden giderim Denizhan “Bozoklar”; ikinci eþinden olan Günhan, þer ve Muhabbet sofrasý kurulur. OkuAyhan ve Yýldýzhan ise “Üçoklar” soyunu (kavminan bir nefes’le muhabbetin baþladýðý ni, topluluðunu) oluþturdu. bildirilir. Bu nefes ayrý ayrý ezgiler halinde üçler Anacýðým ben bu yerden giderim Oðuzlarýn oðullarýndan biri bayraðýnda simge aþkýna üç kez okunduktan sonra Muhabbet devam olarak altýn bir yay üstündeki üç gümüþ oku kulNaz eyleme oðlun ile sen de gel eder. Kalabalýða göre sofra kurulur. Mürþit sofrasý landý. bunlarýn en baþta gelenidir. Genellikle her sofrada Gelmez isen ele güne ne derim Ýran efsanelerine göre Tanrý Boðu Han’a üç bir Saki görev yapar. Cebrail’in terkisine bin de gel karga verir. Bu kargalar ülkenin her yanýnda olup Alevi ayinlerinde oynanan Semah üç bölümden biteni Hakan’a iletirler 2 oluþur: Aðýrlama, Canlanma, Yeldirme. O diyarýn suyu þerbet nar imiþ Çin Türklerinde düðün üç aþamada yapýlýr. GeAli Nur Semahý üç bölümdür. Aðýrlama, CanBahçesinde binbir meyve var imiþ lin koca evine geldikten sonra üç gün kocasý, kaylanma ve Yeldirme. Semahýn bitiminde dua edilir. Sofrada anasýz yemek zor imiþ nanasý ve kaynatasýyla konuþamaz, karþý karþýya Ardýndan üç bacý diz çöker, daha sonra bacýlardan Ýsrafil’in kanadýna kon da gel gelemez. biri Çark Semahý yapmak için Meydan’a gelir. Üç sayýsýna Manas Destaný’nda da sýk sýk rastlýAliyar Semahý: Silifke yöresinde yaygýn, evliler Gülhatmi ekmiþtin yolup söktüler yoruz: Manas’ýn elde tutuðu yerlerden birinin adý tarafýndan oynanan kendi içinde Tarikat semahý, Ýncir aðacýný kesip yaktýlar Üç Koþay.; Semetay üç gece ayný rüyayý görür; Kýrklar semahý ve Ýçeri semahý olmak üzere üç böManas üç gün kimseyle konuþmaz,; Kargýzlarýn birKardeþ arasýna nifak soktular lümlü semahýn adý. birinden ayrýlmayan üç yiðidi var; Üç kýz Manas’ýn Semahlarda üç çift üçler aþkýna (Allah, MuhamÜç yavrunun ettiðine yan da gel önüne gelip yüzlerini yýrtarak aðýt söylerler. med, Ali) oynar. Üç sayýsý Dede korkut öykülerinde de 43 kez yer Allah Ruhullah: Alevi ayinlerinde, dualarýnda sýk Yürek alev alev yanar soðumaz alýr. Bazýlarý: Yiðit Bey tutsak bezirgânlarý ve kersýk geçen Allah, Muhammed ve Ali üçlemesi. Kimi Bu oðlunun derdi onmaz saðalmaz vanýn mallarýný kurtarýnca karþýlýk olarak üç þey kaynaklar Alevilik-Bektaþilikteki bu üçlemeyle HýAlkan’ým diyorlar gidenler gelmez beðenir. Çoban sapan’la bir yere taþ atýnca o yerde ristiyanlýktaki üç Baba (Allah)-Oðul (Ýsa)–Cibril-i Bugün, yarýn, dilediðin günde gel. üç yýl ot bitmez. Dirse Han oðlu Boðaç Han üç Emin (Meryem’e beyaz bir zambak sunarak ilahi bir kabile (boy) çocuðuyla aþýk oynar. Üzerlerine bir ruh üfleyen ermiþ) arasýnda benzerlik kurar. boða gelir, üç oðlan kaçar, Boðaç kaçmaz. Bayýndýr Alevi, Bektaþi aktöresinde üç temel ilke var. Eline, Beline, Diline Han Begil’i üç gün av etiyle besler. sahip ol. Bunun için týðbent’e üç düðüm atýlýr. Üçlü Þahadet: Ýman-ý þahadet adýyla da bilinir. Allah, Muhammed, Ali birliðine inanýp bunu dille açýklama, gönülle duyumsamadýr. Atasözü ve Deyimlerde 3: Köy Alevileri, özellikle Tahtacý’lar üç parmakla gösterilen ve KazEr oyunu üçe kalmak. Üç nal ile bir ata kalmak. Üçe beþ’e bakmamak. ayaðý dedikleri bir iþaret yapmaktadýrlar. Bu iþaret Allah-MuhammetÜç aþaðý, beþ yukarý. Balýk ile konuk üç gün sonra kokmaya baþlar. Ali üçlemesini simgeler. Üç, Mürit-Rehber-Mürþit üçlemesini simgeler. Bilmecelerde 3 Alevilik- Bektaþilik inancýnda üç âlem’e, üç çocuða, üç doðurucu öze Mevalid-i selase adý verilir. Bilmece: Horasan Çýrasý: Üç fitilli çýra, mum meþale. Üçü üçler çaðýdýr; Üçü cennet baðýdýr; Üç sünnet: Buyruk’ta sýralanan ve Alevi-Bektaþilerin uymasý gereken Üçü derer devþirir; Üçü vurur daðýtýr. üç davranýþ. Yanýt: Mevsimler Üç Terk: Tanrý’ya ulaþmak isteyen erenlerin geçmek durumunda olduðu Üç aþama. Üç sünnet þu þekilde sýralanýr: Bütün hýnçlardan, özlemMasallarda 3 lerden arýnmak-Baþkalarýna düþmanlýk beslememek-Alçak gönüllü olmak. Masallarda sýk sýk: “Üç gün üç gece”, “gökten üç elma düþtü”, “padiþaÜç Terk: 1) Terk-i dünya, 2) Terk-i Ukba, 3) Terk-i Terk. hýn üç oðlu”, “üç zaman sonra” gibi söyleþiler karþýmýza çýkar Üçleme: Alevi inancýndaki üçleme baþka dinlerde de var. AlevilikBektaþilik’teki üçlemenin kökeni Ýslam öncesi eski Türk inancýnda yer Falda ve Büyülerde 3 alan Gök-Güneþ-Ateþ Tanrýsý inanýþýndan kaynaklanýr. Falcýlar fal bakarken 3 sayýsýný sýk sýk kullanýr: “Üç gün mü desem, üç ay mý desem, üç yýl mý desem” Erdoðan Alkan’ýn “Büyü” þiirinde bunun bir örneðini buluyoruz: Orta Asya’dan Gelen Ýnançlar
K
imi araþtýrmacýlar Anadolu Aleviliðinin geleneklerinden bazýlarýnýn Türklerin Orta Asya’daki Þamanlýk dönemi inançlarýndan kaynaklandýðýný ileri sürer. H. Avni Yüksel Þaman dininin ilkelerine göre “Evren üç bölümden oluþur” diyor: 1) Yeryüzü (orta dünya) 2) Yer altýndaki karanlýk dünya, 3) Gökteki nur evreni (sema) Ziya Gökalp’e göre sema üç kat’tan oluþur. Oðuz’un sað kolu da üç oktan meydana gelir.Yakutlarýn inancýnda üç tür ateþ vardýr. Bu inanç Evren’in üç bölümden oluþtuðu olgusundan kaynaklanýr. 1Türk mitolojisinde üç tanrý var:1) Gök Tanrý, 2) Yersular,3) Yaðýz yer Türk efsanesinde Terazi burcu üç ana yýldýzla iki yan yýldýzdan meydana gelir. Üç yýldýz göðe kaçan geyikleri, iki yýldýz ise onlarý kovalayan avcý ile yay’dýr. Usta bir avcý tarafýndan amansýzsa kovalanan üç geyik canlarýný kurtarmak için kendilerini göðe atarlar. Karluk Türkleri üç aþiret’tir. Oðuz Efsane’sinde anlatýldýðýna göre Oðuz Han üç gün annesinin sütünü emmez. Annesine, gördüðü rüyada, nasýl davranmasý gerektiði söylenir ve bebek Oðuz annesini emmeye baþlar.
22
“(...) Ýki yürek oydu iki taþtan Koydu bulanýk bir suya Üç vakit sonra gel diye Seslendi kör bir kuyuya Üç gün üç ay üç yýl bekledim Bir kuþluk vakti çalýndý kapým O kendini beðenmiþ deli dolu kýz Ne hale düþmüþtü Allah’ým (...)”
Siirler’de Üç Ýþ bu deme gelince Üç kez doðdum aneden Nice yavru uçurdum Nice aþiyane’den Kaygusuz Abdal:
Kudret tarafýndan üç melek geldi Cebrail emretti eflake saldý Anda coþan nuru ikiye böldü Can hasret kalemin çalandýr Haydar Sadýk
Sayý 6
“3” sayýsý pek çok efsanelerde geçer. Bazý örnekle verelim: Mitolojiye göre; 3 Furie (Füri- Yunanca: Furia), 3 Gorgone (Gorgon – Yunanca: Gorgo), 3 Grace (Gras – Latince: Gratica), 3 Gre’e (Gre – Yunanca: Graia), 3 Harpie (harpi – Yunaca: Harpiya) ve 3 Pargue ( Park- Yunanca: Parka- parcae) var. Bunlarý yakýndan tanýyalým.
Furie’ler (Furialar) Adlarý Alekto, Tisiphone ve Megaira olan üç tanrýçalarý. Yunan mitolojisindeki Erinys’ler Roma mitolojisine Furia’lar olarak geçmiþlerdir. Orman perileridir. Biri suç iþlediði, özellikle de adam öldürdüðü zaman Furia kýz kardeþler kan kokusunu hemen alýp suçlunun peþine takýlýp onu sonsuzca kovalayarak çýldýrtýrlar.
Gorgone’lar (Gorgo’lar) Sthenno, Euryale ve Medusa adlý canavar kýzlar. Saçlarý yýlanlarla örülü, alýnlarýnda yaban domuzu diþleri, tunç dilli ve altýn kanatlý yaratýklardýr. Korku ve dehþet salarlar.
Grace’lar (Gratiea’lar) Zeus ve Eurynome’nin kýzlarý, ikinci dereceden tanrýçalar. Adlarý Aglaia, Thalie ve Euphorosine. Güzelliðin, tatlýlýðýn ve dostluðun simgesidirler.
Gre’e’ler (Ggaia’lar)
Evrensel Ýnançlarda ve Geleneklerde Üç
S
ayýlar ailesinde “Bir” baba, “Ýki” anne, “üç” çocuktur. Demek ki bu sayý bir gün kendisi de baba ya da anne olacak, sýrasý geldiðinde baþka bir yaþamý dünyaya getirecek çocuðu temsil ettiði için sayýlar soyunun yaþamýnda temel bir göreve sahip . Bu üretici görevde, rolde ilk seksüel simge de ortaya çýkmýþ olur. Freud’a ve diðer bazý psikanalistlere göre rüyada görülen üç sayýsý yeni bir ruhsal enerjinin, bir libido’nun, yön almaya hazýr bir libidonun varlýðýný gösterir. Sorun libidonun ne yana yöneleceðini bilmektedir. Ýyi bir yönde de olabilir, kötü yönde de.. Her þey alacaðý yöne baðlý. Kabal’cýlar üçlem yasasýna öncelik tanýdýlar, üçleme ayrýcalýk kazandýrdýlar. Onlara göre her þeyin kökeninde tek’e varacak üç bulunur. Bu bize Katolik mezhebindeki üçlü doðmayý, üçlü inancý çaðrýþtýrýyor. Üç sayýsý üç elemanýn simgesidir. Yaratýlýþ, yaratan, yaratýlan. Yaþatýþ etken, yaratan aracý, yaratýlan ise doðmuþ çocuk ya da açýlma anýndaki yumurta gibi edilgen öðedir. Ýnsan tin, can, gövde üçlüsünden; zaman geçmiþ, þimdiki ve gelecek zaman üçlüsünden oluþur. Demek ki üç sayýsýnýn yöresinde sürekli bir devinim var. Yaratýlýþlar, kaynaklarla doludur. Bir topluluðun üyesi olduðu için kendisi de toplumcul, devimli ve geçimlidir. Buna karþýlýk henüz yapýcý ve deðerli deðildir. Dört sayýsýnýn sahip olduðu deneyim, olgunluk ve ciddiyetten yoksundur. Nasýl ikizle burcu astroloji ailesinin çocuðuysa üç rakamý da gücünü sayýlar ailesinin çocuðu olmaktan alýr. Yetiþkinleþmeye fazla zaman ayýrmaz, hýzlý yaþamaya gereksinim duyar. Uzluðuna, ustalýðýna, devimliliðine, bencilliðine, eyyamcýlýðýna, olgunluðu da ekleyerek çocukluðunun bir an önce bitmesine çabalar. Çok iyi bir yetiþkin olmasýna gerekli bütün özelliklere sahiptir aslýnda. Olgunluk yolundaki yolculuðunun sona erdiði gün Üç sayýsý Dört, çocuk da yetiþkin olacak. O zamana dek içinde bulunduðu, yaþadýðý an onun cennetidir ve tek dileði de genç kalmaktýr. Çocuk ruhlu olduðundan düþ doludur, kýpýr kýpýrdýr, sýkýcý sorumluluklardan hoþlanmaz. Duygularý, düþünceleri ve yaþam biçimi her zaman akla ve mantýða uygun deðildir, bilgece ve uslu deðildir. Üç sayýsý mantýða düþünceler, tutkular, biçimler kazandýran ve aklý ve yüreði gençleþtiren bir asidir. Bilinmeyeni sever, günlük sýradan þeylere alýþamaz. Akýl ve mantýk alanýndaki bazý eksiklikleri yüzünden onu eleþtirmekten çok tutkularýnýn, kaprislerinin üstesinden gelmesi için ona yardýmcý olmak gerekir. Geleceðin dilencisidir. Geliþime önü açýk olduðunu bilir ama harekete geçme konusunda kararsýzdýr. Bazý devinimlerin Dört olmasý için onu sürekli arkadan iteklediðini de bilir ve þair Ramuz gibi “Hiçbir þeyden, hiçbir þey anlamayarak geliþtiðimi duyumsuyorum” der durur.
Ocak 2005
Bir diðer adlarý da kocakarýlar olan Grai’alar adlarýný Enyo, Pemphredo ve Dino olan kýzkardeþlerdir. Bir tek diþleri ve bir tek gözleri var. Aralarýnda bunlarý deðiþ tokuþ ediyorlar
Harpie’ler (Harrpya’lar) Okeanos’un kýzý Elektra’nýn Thaumasla birleþmesinden doðan kadýn yüzlü, yaygýn kanatlý, sivri pençeli bir çeþit yýrtýcý kuþlardýr. Adlarý Aello, Okypete ve Kelaino. Çocuklarý kaçýrýr, ölülerin ruhlarýný Hades’e götürürler. Bu inancý en iyi canlandýran anýt eski Lykia’nýn Kýnýk’ta bulunan eski mezarýdýr. Bu mezarýn iki yanýndaki kabartmalarýn her birinde bir Harpya bebek gibi kundaklanmýþ bir ruhu kollarýnda taþýr görünür. Adlarý bir diðer efsanede de geçer. Trakya kralý Phineus iþlediði bir suçun cezasý olarak kör olur. Tanrýlar bir de bela sararlar baþýna. Tabaðýnda ne varsa hepsini Harpya’lara kaptýrýr. Yemeðe oturur oturmaz Harpya’lar uça gelir ve tabaklarýný boþalttýktan sonra pisliklerini býrakarak uçarlar.
Parque’lar (Parka’lar - Parcae’ler) Yunanlýlarýn Moirai’ler, Romalýlar’ýn Parcae adýný verdikleri Klotho, Lakhesis ve Atropos isimli üç tanrýça. Moira “Kesen kadýnlar”, “Pay veren kadýnlar”, Parcae ise “çocuk doðurtan kadýnlar” anlamýna gelir. Kader tanrýçalarýdýr. Ýlkçað Yunan görüþüne göre insan ana karnýndan doðar doðmaz kader onun ömür iþliðini bükmeye koyulur, üç Moira her insanýn ipliðini büker dururlar. Günün birinde de keserler o anda insan ölür. Homeros, Hesidos ve Platon yapýtlarýnda bu tanrýçalardan söz edeler.
Sirene’ler (Seiren’ler) Parthenope, Thexielpie ve Pisinoe adlý efsane kadýnlarý. Adlarý önce Odysseia’da geçer: Kadýn gövdeli, kuþ kanatlý, güzel sesli yaratýklar. Yunan mitolojisinin malýyken baþka mitolojilerin etkisi altýnda deðiþime, karýþýma uðrayarak deniz kýzlarý halini alýrlar. Üç sayýsýný izlemeye devam edelim. Tek tanrýlý dinlere göre insanlýk için zorunlu üç erdem vardýr. Yardýmseverlik, umut ve inanç. Tanrý geleceði görme kehanetini yalnýzca üç büyük peygambere verdi. Ýþaya, Yeremya ve Ezekel. Üç kral yeni doðmuþ Ýsa’nýn önünde secde etmeye geldi: Altýn sunan Gaspard, mür sunan Balthazor, günlük sunan Melchior. Klasik yazarlar yapýtlarýnda üç önemli birliðin, zaman, yer ve eylem birliðinin zorunlu olduðuna inanýrlardý. DÝPNOTLAR: 1 2
(Ziya Gökalp, Türk Töresi 1963, Ýstanbul, S. 107) Nihat Sami Banarlý, Resimli Türk Edebiyatý tarihi, Cilt.II. S. 29
23
ANAYASA’DA TANIMLANAN VE CUMHURIYET’IN TEMEL ÝLKESÝ DURUMUNDA BULUNAN “LAÝKLÝK” TAM UYGULANMAMAKTADIR.
Anadolu’da Baský Altýnda Bir Kültür
Anayasa Ne Diyor? Ali Kaya
A
nayasamýzýn ikinci maddesi’nde tanýmlanan ve Cumhuriyet’in temel ilkesi durumunda bulunan “laiklik” tam uygulanmamaktadýr. Ayrýca Ýslami þeriat ve Hanefi mezhebinin hizmetinde olan Diyanet Ýþleri Bakanlýðý, “gerçek iþlevini” yerine getirmediðinden kaldýrýlmalýdýr. Çünkü 633 sayýlý Diyanet yasasý, Anayasaya aykýrý olarak Müslüman Sünni Diyanet yapýsýný oluþturuyor. Ayrýca Anayasa’nýn 10. Maddesi’nde; “herkes, dil, ýrk, renk, cinsiyet, siyasi düþünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayýrým gözetmeksizin kanun önünde eþittir. Hiçbir kiþiye aileye ve zümreye veya sýnýfa imtiyaz tanýnamaz. Devlet organlarý ve idare makamlarý bütün iþlemlerinde kanun önünde eþitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadýrlar”; 24. Maddesi’nde ise “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir”, hükümleri yer alýr. 14. Madde hükümlerine aykýrý olmamak þartýyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse ibadete, dini ayin ve törenlere katýlmaya, dini inanç ve kanaatlerini açýklanmaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayý kýnanamaz ve suçlanamaz. Din ve ahlak eðitim ve öðretimi devletin gözetim ve denetimi altýnda yapýlýr. Din kültürü ve ahlak öðretimi ilk ve orta öðretim kurumlarýnda okutulan zorunlu dersler arasýnda yer alýr. Bunun dýþýndaki din eðitim ve öðretimi ancak, kiþilerin kendi isteðine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine baðlýdýr. Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kýsmen de olsa, din kurallarýna dayandýramaz ya da siyasi, kiþisel çýkar, nüfuz saðlama amacýyla her ne suretle olursa olsun, din ya da din duygularýný ya da dince kutsal sayýlan þeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Ýnsan Haklarý Bildirgesi’nin 18. Maddesi; “Herkesin düþünce, vicdan ve din özgürlüðü hakký vardýr. Bu hak, din veya topluca, açýk olarak ya da özel biçimde öðrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenleri açýða vurma özgürlüðünü içerir”, der. Anayasamýza göre Türkiye laik ve demokratik bir ülkedir, yukarýda aldýðýmýz maddelerden de anlaþýlacaðý gibi, “din ve ibadet özgürlüðü” yasal güvence altýna alýnmýþtýr. Ne yazýk ki “yurttaþlar arasýnda ayýrým yapmamak, yasalarý yurttaþlara farklý uygulamamak” hükümlerine karþýn Alevilik hâlâ resmi düzeyde “yok” sayýlmaktadýr.
3
Diyanet’in Dünü-Bugünü
on, 2004’de 997 trilyon 437 milyar liraya çýkmýþtýr. 9 bakanlýðýn bütçesinden daha fazla ödenek ayrýlmýþtýr. 2004 yýlýnda Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’na 15,000 ek kadro tahsis edilmesi planlanmýþtýr. Sadece Ýstanbul’da 840 kiþiye bir cami düþerken, 1045 kiþiye bir okul üþmektedir. 2003 yýlý itibariyle de Türkiye’de 536 imam hatip lisesinin bulunmakta ve bu liselerde 105,000 öðrenci okumaktadýr. Yýllýk imam-hatip gereksimi 5000 kiþi olmasýna karþýlýk, bu liseleri bitirenlerin sayýsý 25,000 kiþiyi bulmaktadýr. 2003 yýlý itibarýyla imam hatip lisesini bitirenlerin sayýsý 511.000’i aþtýðý anlaþýlmaktadýr. Bu sayýlar eðitim düzeninde yaratýlan çarpýklýklarý ortaya koymaktadýr. Normal okullarda bir öðretmene 27 öðrenci düþürken imam hatip liselerinde 10 öðrenciye bir öðretmen düþmektedir. Açýlýþýndan bu güne imam hatip okullarýndan ve kuran kurslarýndan mezun olan öðrenci sayýsý 3,622,062’dir. Bu öðrencilerin %62’sinin kýz olmasý düþündürücü. Bu öðrencilerin ancak %2’si imamlýk yapmaktadýr. 2004 yýlý itibariyle imam hatip lisesi mezunlarýnýn sadece %7,4’ü camilerde din adamý olarak görev yapmaktadýr. Bu gerçek, imam hatip liselerinde eðitim gören öðrencilerin ancak %12’sinin “imam hatip” olmak istediðini doðrulamaktadýr. 1945 yýlýnda köylerdeki cami ve mescit oraný 6,7 iken, 1960’da yüzde 75,3’e çýkmýþtýr. Bu dönemde din birden keþfedilmiþ, yaklaþýk 11 kat artmýþtýr. Cami ve mescit sayýsý, “Köy Enstitüleri”nin kapatýlýp bunlarýn yerine cami ve mescit yapýlmasýyla hýzla yükselmiþtir. Oysa Avrupa’da hiçbir devlet dinle ilgili çalýþmalarda maaþ ödememekte, ibadet yerlerinin elektrik, su ve doðalgaz ihtiyaçlarý için ödenek ayýrmamaktadýr. 1
Alevi-Bektaþi Kültürü Baský Altýnda
T
ürkiye’de tartýþmalý olmakla birlikte en az 12 milyon, en fazla 25 milyon Alevinin-Bektaþi’nin varlýðýndan söz edilmektedir. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Alevilerin-Bektaþilerin ve diðer inanç gruplarýndan kiþilerin verdiði vergilerle “yaþýyor” olmasýna karþýn, din adý altýnda Hanefi mezhebinin propagandasýný yapmakta, hatta öteye geçerek Alevi-Bektaþi kitleleri aþaðýlayýcý ve horlayýcý bir düþmanlýk zihniyeti içerisinde davranmaktadýr. Bu tavýr, geçmiþte yaþananlarýn bir devamý niteliðindedir. Orta Asya’dan ve Moðol askerlerinin önünden kaçarak Anadolu’ya gelen ve Anadolu’yu aydýnlatan Edebali, Hacý Bektaþ Veli, Ahi Evren, Karaca Ahmet, Hacý Bayram Veli, Yunus Emre gibi Alevi önderlerdir. Hem Moðollarýn hem de Selçuklularýn baskýcý, haksýz yönetimine karþý çýk-
Mart 1924’te kaldýrýlan halifelikten sonra þeyhülislamlýðýn yeni bir biçimi ve devamý niteliðinde olan “Þeriye Vekaleti” de kaldýrýlmýþ, yerine Ýslam dininin inanç ve ibadetlerine iliþkin hükümlerini içeren iþlerini yürütmek amacýyla “Diyanet Ýþleri Reisliði” kurulmuþtur. 22 Haziran 1965’te kabul edilen yasa ile Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn kuruluþ ve görevleri yeniden düzenlenmiþtir. Bu kuruluþ yasasý 26 Nisan 1979 tarih ve 1982 sayýlý yasayla önemli ölçüde deðiþikliðe uðramýþ, 18 Temmuz 1984’te çýkarýlan kadro kararnamesine göre Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý merkez ve taþra teþkilatý son þeklini almýþtýr. Bu yasada Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn görevi “T.C. vatandaþlarýna din hizmeti ( !) götürmek” olarak tanýmlanmaktadýr. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý kuruluþundan günümüze Hanefi mezhebinin bir kurumu iþlevini görmektedir. Kurumda 94,579 kiþilik personel görev yapmaktadýr. Yýlda yapýlan cami sayýsý ortalama 1,500’dür. Diyanet Ýþleri 2010 yýlýna kadar yani altý yýl içinde 33,100 cami yapýmýný daha hedeflemektedir. Halen 73,523 olan cami sayýsý bu sürenin sonunda 106,623’e çýkacak, ayný plan çerçevesinde 2700 ilave ile Kuran kursu sayýsý da 7700’e yükselecektir. 1992 yýlýnda Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý bütçesi 3 trilyon lira, 1993’de 3,7 trilyon, 1994’de 8,5 trilyon, 1995’de 12 trilyon, 1996’da 43 trilyon, 1997’de 47 trilyon, 1998’de 93 trilyon, 1999’da 253 trilyon, 2000’de 350 trilyon, 2001’de 372 trilyon, 2002’de 475 trilyon, 2003’de 713 trily-
24
Sayý 6
mýþlardýr. Osmanlý Devleti’nin kuruluþunda Edebali büyük rol oynamýþtýr. Ýlk dönem padiþahlarý Aleviliðin örgütlü kolu olan Ahilik inancýndaydýlar. I.Osman’ýn adý Grek kaynaklarýnda “Athman”, Alevi menkýbe namelerinde ise “Otman” olarak yazýlmýþtýr. Lois Masýpnon ve Irene Melikoff, Osman Bey’in adýný bir Bektaþi velisine borçlu olduðunu düþünür. Orhan Bey savaþlarda Abdal Musa, Abdal Murat, Geyikli Baba gibi Alevi derviþlerini yanýnda bulunuyordu. Orhan Bey Ahiliðe dahi girmiþtir. Osman Bey’in oðlu Alaaddin de Ahi örgütündeydi. Tüm bunlara karþýn Anadolu Selçuklu Sultaný Alaaddin Keykubat döneminde (1239 yýlýnda) Babailer (Baba Ýshak-Baba Ýlyas) Ýsyaný’na katýlanlar kýlýçtan geçirilip esir alýnmýþtýr. Bayezid 1502 yýlýnda Anadolu’daki birçok Alevi-Bektaþi’yi Rumeli’ye sürgüne göndermiþtir. Avustralyalý tarihçi Joseph Hammer Yavuz Sultan Selim döneminde bir Alevi-Bektaþi katliamýndan söz etmektedir. Yavuz Sultan selim öncelikle Rumeli ve Anadolu’da Alevilikle suçlananlarýn bir listesini hazýrlatýp, 7 yaþýndan 70 yaþýna kadar Caferi mezhebine mensup olduklarý belirtilen 40 bin kiþinin boynunu vurdurmuþ ve geri kalanlarý hapse mahkum ettirmiþtir. Öldürülenler çoðunlukla Dersimliydi. Ve Hacý Rüstem’in yakýn çevresine mensuptular.
“Hamidiye Alaylarý” Alevi- Bektaþilere karþý can kýrým merkezleri haline dönüþtürülmüþtür. Cumhuriyet’e gelince; Mustafa Kemal Ankara’ya giderken 3 Aralýk 1919 tarihinde Hacý Bektaþ kasabasýna uðramýþ ve Alevi-Bektaþilerin desteðini istemiþtir. M. Kemal-Cemalettin Efendi görüþmesinde Cumhuriyet üzerinde durulur. Cemalettin Efendi Atatürk’ten cumhuriyet düzenini getirmesini ister. Atatürk de Cemalettin Efendiye kararlý bir sesle “O mutlu günün ilanýna kadar aramýzda kalmak koþuluyla evet Çelebi Hazretleri” der. Cemalettin Çelebi, Kurtuluþ Savaþý’nda kullanýlmak üzere 1800 atýný Mustafa Kemal’e teslim eder. Kurtuluþ Savaþý’nda ve Cumhuriyet’in kurulmasýnda Alevi-Bektaþiler büyük ölçüde Mustafa Kemal’in yanýnda yer aldýlar. Ne var ki Cumhuriyet sonrasýnda önceki gelenek bozulmamýþ ve Alevi-Bektaþilere yönelik katliamlar sürmüþtür. 1937-38 yýllarýnda Celal Bayar hükümetiyle birlikte Dersim’de Necip Fazýl Kýsakürek’in iddiasýna göre elli bin, diðer bazý kaynaklara göre ise on beþ binden fazla Dersim’li Alevi katledilmiþ, binlercesi sürgüne gönderilmiþtir.
Fetva Verilerek Katledilen Kýzýlbaþlar
B’ye üye yolundaki Türkiye’de, tek ulus, tek soy kuramýnýn desteklenmesi amacýyla asimilasyoncu politik propaganda ve uygulamalar yapýlmýþtýr. sonucunda Bu nedenle hâlâ manevi bakýmdan arýnmamýþtýr. Asimilasyoncu politika gereði kendinden olmayaný insan olarak görmedi, Dersimin köylerini ateþe verdi. Devletin hâlâ maðdurlarýn çocuklarýndan ve torunlarýndan özür dilememesi ve simgesel bir maddi tazminat ödenmemesi yakýþýksýz kalmýþtýr. Olay uluslararasý komisyonlara intikal etmemiþtir. Avrupa üyesi olmak isteyen ülkeye yakýþan hareket, geçmiþ katliamlardan dolayý maðdurlarýn bugünkü torunlarýndan resmen özür dilemesi ile ancak bu sosyal yara nispetten sarýlabilecektir. Amaç kin, nefret, düþmanlýk, ayrýlýk gayrýlýk yaratmak deðil, savaþlarýn, katliam ve politikalarýn ne denli insanlýða zarar verdiðini, düþmanlýklarýn nelere yol açabileceðini göstermek ve insanlýk dýþý uygulamalarýn boyutunu ortaya koymaktýr. Bunun için resmi tarihçilerimizden ve yetkili politikacýlardan bu özrü beklemek bir yerde devletimizin Avrupa’da sempati kazanmasýna, yeni neslin ders çýkarmasýna ülkede barýþ ve huzurun tesis edilmesine büyük katký saðlayacaðý inancýný taþýmaktayýz. Neden hâlâ Alevi-Bektaþi dernek ve vakýflarýnýn ad ve tüzüklerinde yer alan “Alevi-Bektaþi, cem, cemevleri” tanýmlamalarý soruþturma-kapatma nedenleri sayýlýyor? eden Alevi-Bektaþi dergâhlarý birer inanç merkezi olarak kabul edilmiyor. Yönetimleri Alevi-Bektaþilere býrakýlmýyor.? Neden ders kitaplarýnda, sözlüklerde, ansiklopedilerde ve Milli Eðitim Bakanlýðý’nca önerilen yardýmcý ders kitaplarýnda, Aleviliði aþaðýlayýcý taným, niteleme ve göndermeler ortadan kaldýrýlmýyor. Neden Alevi-Bektaþi köylerine zorla cami yaptýrýlýyor.? Alevi-Bektaþi çocuklarýna neden okullarda zorunlu din dersi dayatýlýyor. ? Çünkü Alevi-Bektaþiler demokrasinin, laikliðin, çaðdaþ deðerlerin, insan haklarýnýn, adaletin, eþitliðin gerçek savunucularýdýrlar. AleviBektaþiler olarak Anayasa’nýn 2, 14 ve 24. maddelerinde düzenlenen din ve inanç özgürlüðü kapsamýnda mücadelelerini sürdürmeye devam edecekler. Ya Diyanet Ýþleri Bakanlýðý’nýn tümüyle ortadan kaldýrýlmalý ya da tüm inanç guruplarýna eþit, âdil davranýlmalý, bütçeden nüfus oranýnda pay ayrýlmasý saðlanmalýdýr. Özgürlüðümüzü aydýnlatmak, öz gücümüze güvenmek, “bir olmak, iri olmak, diri olmak” zorundayýz. Ancak bu þekilde dünya insanlýðý içinde onurlu yerimizi alabiliriz.
K
anuni Sultan Süleyman Döneminde Baba Zünün, Kalender Çelebi, Seyit bey, Kabýz gibi Alevi ayaklanmalarý sonucunda Ýbn-Kemal, Ebu Suud gibi þeyhülislamlarýn çýkardýðý fetvalar sonucunda Kuyucu Murat Paþa Anadolu’da Alevi Kýzýlbaþlarýn kýrýmýyla görevlendirilmiþ, Binlerce AleviBektaþi kuyulara doldurularak katliamlarý gerçekleþtirilmiþtir. Dönemin þeyhülislamý Kemal Paþazade (Ýbn-i Kemal) aþaðýdaki meþhur fetvasýný vermiþtir: “Her türlü hamd ve sena kudret ve kerem sahibi yüce Allah’a olsun salatü selamda doðru yolu gösteren Hz. Muhammed’e ve hak yolda ona tabi olanlara olsun. Haberlerde geldiðine göre, aþýrý þiaya baðlý bir grup, Ehl-i sünnet ve’l-cemaat yolunda olan Müslümanlarýn memleketlerinin pek çoðunu iþgal ettiler. Oralarda kendi batýl mezhep ve görüþlerini yaydýlar. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman hakkýnda küfr-fena-sözler söylediler. Bunlarýn halifeliklerini inkâr ettiler. Ýlim erbabýna ve içtihat yapan müçtehitlere hakaretler savurdular. Onlarýn baþýnda bulunan Þah Ýsmail’in takb ettiði aþýrý Þia-mezhebinin yolunu, gidilecek en kolay ve en doðru yol zannettiler. Onlara göre Þah dinde sýnýrsýz yetkiye sahiptir. Onun dinde helal kýldýðý helal, haram kýldýðý haramdýr. Mesela, Þah içkiyi helel kýlmýþtýr, öyle ise içki helaldir.... netice olarak onlarýn kötülükleri ve küfürleri sayýlmayacak kadar çoktur. Buna göre biz, onlarýn küfür ve irtidatlarýnda asla þüphemiz yoktur. Ülkeleri Daru’l Harbdir. Erkekleri ve kadýnlarý ile evlenmek caiz deðildir. Onlarýn çocuklarýnýn hepsi nikahsýz ‘veled-i zinadýr’ kestikleri hayvanlar mundardýr, yenmez. Onlara mahsus olan kýrmýzý baþlýðý ‘Börk’ zorlama olmadan, sýrf onlarýn emaneti diye giyenin, büyük ihtimalle küfründen korkulur. Çünkü bu açýkça küfür ve inkâr alametidir. Bunlar hakkýnda verilecek hüküm: Dinden dönenler hakkýnda verilecek hüküm ile aynýdýr. Memleketleri, Daru’l-Harb, mallarý, kadýn ve çocuklarýnýn Müslümanlarca yaðmalanmasý helaldir. Erkeklerden bu sapýk yolu býrakýp Müslüman olanlar serbesttir. Kabul etmezlerse haklarý kýlýçtýr, öldürülürler. Savaþa gücü, kudreti olan Müslümanlarýn onlarla savaþmasý farz-ý ayindir”.2 L.Murat döneminde Kara Rüstem’in önerisiyle 1362-1389 yýllarý arasýnda Yahudi ve Ermeniler hariç Hýristiyan nüfustan toplanarak kurulan Yeniçeri Ocaðý, LL Mahmut döneminde 1826 yýlýnda kaldýrýldý ve Alevi- Bektaþi dergâhlarý kapatýldý; birçok Alevi-Bektaþi katledildi. Dergâhlarýn baþlarýna Nakþibendi tarikatýna mensup olan kiþiler getirildi. Katý bir Sünni olan IV Murat döneminde 3 bin Alevi-Bektaþi çatýþmalarda, 7-8 bin Alevi-Bektaþi de idam edilerek katledilmiþtir. Abdülhamit döneminde ise kurulan
Ocak 2005
A
Sonuç Deðiþti mi?
DÝPNOTLAR
1 2
Cavit Orhan Tütengil, Türkiye’de Köy Sorunu, Ýstanbul-1970. Kaynak: Adel Allouche, The Origins and Development of The OttomenSafawid Conflict, s.171-173, Berlin–1983; Akt. Ahmet Uður, Ýbn-i Kemal.
25
Düþünce ve Ýnanç Evreninde Akýl Dr. Ömer Uluçay Evrende Güneþ, Ay tutulmasý nasýlsa, insanlarýn da “akýl tutulmasý” olur. Bireysel ve toplumsal þuurda da, nadir de olsa “tutulma” olabilir. Dünyevi konularda aklýn kurallarý vardýr ve geçerlidir. Akýl ile olaylardan “doða yasalarý” çýkarýlýr. Uymayanlar için “istisnalar kuralý bozmaz” denir. Kadim düþünceden günümüze insan; yaratýlmýþlarda ayrý olarak deðer bulmuþ ve tanýmlanmýþtýr. Buna göre; “insan; sosyal, konuþan ve akýllý bir hayvandýr”, denilmiþtir. Kuran, insaný; “eþrefil mahluk ve sefil” olarak tanýmlamaktadýr. Bilinen þudur ki; insan “akýl” ile belirgindir. Ýnsan bedeninde; “cemadat (cansýz), nebatat (bitki) ve hayvanat âlemleri”nin iþaretleri vardýr. Ayrýca zekâ ve ruh halleriyle de “beþeriyet” özeliklerini kazanýr. Tasavvufta Yaratan’ýn halkalar þeklinde “sudur-tecelli” ettiði var sayýlýr. Buna göre, ilk halka “aklý-kül” dür. Sonra “bireysel akýl”a kadar gelir. Hz. Muhammet, âlimlerin kendisine vârisler olduðunu bildirmektedir. Yani vahiy’in tefsir/tevil’ini âlimlere býrakmaktadýr. Bunlar “makûl” olanlardýr ve akýl sahipleridir. Toplumsal-bilimsel ölçekte doða yasalarýna göre insanýn; bir “þuur hali” vardýr. Þuur hali, þuur üstü ve þuur altý olmak üzere ikiye ayrýlýr. Her birinin kendine özgü özellikleri, karakterleri vardýr. Bunlar psikiyatri konusudur. Þuur altý ve üstü dünyasýnýn tezahürleri; toplumsal, bireysel deðerlerin-kabullerin dýþýna çýktýðý zaman; olay ruh doktorlarýný ilgilendirir. Öyle ise insan; þuur, þuur altý ve üstü ile bir deðiþim ve denge içindedir. Bunun korunmasý, akýl beden saðlýðý bakýmýndan gereklidir. Ýþte insan bir notada kendisini, insan toplumunu, doðayý, evreni, inceleyip anlamak istemekte ve buna göre kendisine bir yer ayýrarak ona göre davranmak istemektedir. Ýnsanýn bireysel ve toplumsal-evrimsel deðiþimi ile bildikleri/bilmedikleri deðiþmekte vukufiyet derecesi/dereceleri farký olmaktadýr. Buna göre cemiyetler arasýnda bilgi/davranýþ farký doðmakta, geliþmektedir. “Ýnsan, doða, evren” bu belirleyicilerden, hangisini merkez / asýl alýrsanýz, dizim / sistem ona göre deðiþmektedir. Buna göre insan; kendisiyle, evrenle, ilahla hesaplaþmakta, teslim olmakta ya da isyan etmektedir. “Barikatý hakikat, müsademe-i efkârdan doðar” (gerçeðin þimþekleri, fikir çatýþmalarýndan doðar). Öyle ise; düþünmek gerek, hem Kuran da soruyor: “Daha ne zaman düþüneceksiniz?”, diye. Ne var ki düþünmenin de koþulu var: Gerçeði bulmak. Kayýp ve yok etmek için bir gayret olmayacak. Ancak düþünmek pozitif/negatif var/yok, kabul/reddi de beraberinde getirir. “Þüphedir insaný nura koþturan”. Bütün bunlarýn üstesinden ‘akýl’ ile gelinmektedir. Öyle ise, akýlzekâ-mantýk bir zincirdir. Birbirini tamamlar. Akýl atýnýn bir hýzý var. Mehmet Akif diyor ki; “Ýdraki meali bu akla gerekmez, Zira bu terazi bu kadar þiddeti çekmez” Ýþte bu nokta “aklýn tutulduðu” yer ve zamandýr. Bundan sonrasýnda gönlün “ilham”ý, Ýlah’ýn “vahyi” vardýr. Akýl atý gönül atýna kavuþmaz. Akýl dizginlerden boþalýr, hayal, efsane, mitoloji âlemine dalar. Burada da bir “akýl (!)” vardýr. Ama kurallarý esnek, kopuk, dengesiz, oransýz, mekân-zaman gerçek ile uyumsuzdur. Böylece “akýl, gönül, vahy” iklimlerine girdik. Varlýðý gösterilmedi, etkisi, varlýðý inkâr edilemedi (elektrik gibi). Gönül; beþeri ilham’a mekândýr, sahnedir, akýl atýyla cilveleþir. Efsaneyi, mitolojiyi içerir, fanteziler, aykýrýlýklar barýndýrýr. Vahy ilahi bir ilhamdýr. Yazýlý þekli, sayfa veya kutsal kitaptýr. Ýnanan açýsýndan tartýþmasýz doðrudur. Zaman mekân açýsýndan “suhuf-kitap”lar aynýdýr. Ama hepsinin özünde, yaratandan gelen ilham (Vahy) vardýr. “Akýl-gönül-vahy” birbirlerinden ayrý deðillerdir. Ayný zamanda birbirlerinin aynýsý da deðillerdir. Birbirleriyle ortak noktalarý da vardýr. Her birinin kendi iklimi vardýr. Bunlarýn ortak iklimi “irfan”dýr. Demek ki irfan; beþeri ve vahyidir. Gönül bunlarýn ikisine de mekândýr. Ýnsanoðlu tarihin her döneminde, kendini yeniden deðerlendirmiþ, vardýðý uygarlýk düzeyinden deðerlendirme yapmýþtýr. Akýl ile iman etmek; tetkik tahlil derecesine göredir (tahkiki iman). Ama fikrin (vahyin) öncüsünü/sahibini taklit ederek inanmak (takkiki iman) da vardýr. Kadim uygarlýklarda, yani Çin-Hint, Mezopotamya, Sümer, Babil, Keldani, Ýran, Yunan; Roma, Mýsýr uygarlýklarýnda, Batý dünyasýnda, Modern Çað’da hep bu böyle ola geldi. “Vahy-akýl, din–felsefebilim, ilah–hikmet-insan” konularý tartýþýldý. Paganik dönemler, Konfüçyüs, Buda,Yahudi, Hýristiyan, Ýslam din ve uygarlýklarýnda bu konular tartýþýldý. Yaratanýn tek ya da çok olduðu, þekle-mekâna sahip olup olmadýðý konuþuldu. Bilim, akýl, dinler bunlara cevap getirdi, insanoðlu bu konu-
26
daki fikirlerini söz, resim, þekil, sayý, renk, ses ile dile getirdi. Böylece bilene, ilgilisine seslendi (mistik-sýrlý anlatým). Hatta bu konularýn sadece ehline ve sözlü olarak verilmesi gerektiði bildirilmiþti. Bu yolun yolcusu böylece korunuyor, “sýr” saklanýyordu. Ancak yunanlý filozoflarýn, bunlarý yazmalarýyla týslýmýn bozulduðu ileri sürüldü. Ýrfani açýdan insan; “akýl-vahy-gönül” ve “akýl-cisim-nefis” üçgenleri þeklinde gösterildi. Cismin aslý olan dört unsur (ateþ, su, toprak, hava) bir dikdörtgen; altý cihet (ses cihet, ön-arka, üst-alt, sað yan-sol yan) bir altýgen ve sekiz unsur da bir sekizgen þeklinde anlatýldý. Ýnsan doðada “zýtlarýn birliði”ni görüyor, “doðal denge” böyle korunuyor. Kadim olan bu gerçek çeþitli þekillerde resmedilmiþtir. Bu çemberde, birbirini tamamlayan iki sarmalýn içinde, karþý rengi gösteren bir nokta olarak iþaretlenmiþtir. Önemli olan bütünün rengidir, halidir. Yani mutlak doðru-yanlýþ yoktur. Ýnsanýn hareketinde doðru-yanlýþ birliktedir. Bunlarýn hakimiyetiyle hal belirlenir. Týpký bir akü gibi (+ ve-kutuplar birlikte elektrik verir.) Evren “makro kozmos” ise insan da “mikro kozmos”tur. Bu amaçla evrende ne varsa insanda da o vardýr. Her insanda bulunan “irade, sezgi, akýl” üçlüsü, iþlev derecesi farklý da olsa ölümsüzdür. Bedeni oluþturan dört unsur (cisim) ve bunlarýn iþaret ettiði hal/hareketler ise geçicidir. Ýnsan tüm varlýðýyla “akýl-vahy-irfan” birikimiyle gerçeðe koþmaktadýr. Felsefe beþeridir, aklidir, ilham ile gerçeðe ulaþabilir (yükseðe týrmanýþ, varýþ). Akýl hürdür, ret/kabul edebilir. Burada “gönü l-vahy” varýþlarý/deyiþleri kesin baðlayýcý deðildir. akýl egemendir. Diðerlerine uymak zorunda deðildir. Vahy-kitabý (suhuf) gerçeðe varmak peygamber davetine/dediklerine icabet ile olacaktýr. Akýl ve beþeri ilham buna aykýrý olamaz. Akýl, vahy gerçeði tevil edecek, aklen kabul edebilir þekle getirecek. Vahy hükmü geçerlidir, mutlaktýr. Akla, gönül’e sýðmasý þart deðildir (kelâm). Akýl vahy’in uydusudur. Ýrfani yöntemde ise beþeri (filozof) ve ilahi (peygamber) ilham vardýr. Buna akýl da eklenir. Ýrfan, bir mozaiktir, karýþýmdýr. Aklýn gücü, bilimin düzeyi farklý olduðu gibi vahy de zamana ve zemine göre farklý olmuþtur. Ýrfan zemininde “akýl-vahy” ile bilinenler vardýr. Efsane ve mitoloji de vardýr. Görülüyor ki gerçeðe varmak hiç kolay olmuyor. Yol uzun, yol zahmetli, donaným ve gayret, sebat gereklidir. Ýnsanlarýn varýþ noktalarýna durum farklý. insan bildiklerine nazaran bilmediklerinin daha çok olduðunu, büyüleyici bir sýrrýn varlýðýný görmektedir. Bir yaratan ve yaratýlan, yaratýlmýþta “tecelli” eden vardýr. Þüphe insaný koþturur, mutluluk güzeldir. Ýnsaný ilaha baðlayan “bir hikmet köprüsü” vardýr. Filozoflar, âlimler akýl-tetkik yoluyla bu kaynaktan esin alýrlar. Peygamberler ise doðrudan ilah-hikmete nail olurlar. Cebrail bir “akl-ý kül” olarak onun kalbine girer ve görevini ifa eder. Peygamber’in âlim olmasý þart deðildir. Bu nedenle filozof ile nebi arasýnda ortak noktalar vardýr. Ýnsanlýk düþünce tarihi; teos-kaos (düzen-anarþi), varsýl-yoksul, nefis-akýl farklý inanmýþlarýn kavgalarýnýn, paylaþým-özgürlük savaþýmlarýnýn öyküsüdür. Bunlarý anlatan yüzlerce akým, okul vardýr. Derine düþtü ise ipi çekiniz, ama koparmak yok. Yâra Allah eyvallah. Mihmana merhaba.. Aynalý Yazýda "Muhammed Ali"-Mustafa Kayabey Dükkaný, Cam Altýnda Yirmi Bin Fersah, s. 121. Yapý Kredi Kültür Sanat Yayýnlarý
Sayý 6
Tasavvuf ve Hallac-ý Mansur Cengiz Yýldýrým
Ü
ç bin yýl öncesinin çoktanrýlý inanca sahip insanýnýn, tanrýlarýyla iliþkisi son derece doðal ve senli benliydi. Tanrýyla insan arasýnda ‘resmiyet’ ya da tektanrýlý dinlerdeki gibi amansýz bir ‘yabancýlaþma’ yoktu. Tanrý (ça) - insan iliþkisi nerelere kadar uzanmazdý ki? Deniz tanrýçasý Thetist’in, ateþ ve demircilik tanrýsý Hephaistos’a, tanrýlar tanrýsý Zeus’tan yakýnmasýný dinler misiniz: “Söyle, Hephaistos, Olympos’taki tanrýçalar arasýnda, yüreði benim gibi acýlý biri var mý? Zeus bunlar arasýnda bir bana verdi acýlarý, bunca deniz tanrýçalarýndan bir beni verdi ölümlü kocaya, Aiakosoðlu Peleus’a katlandým bir adamýn yataðýna girmeye, istemeye istemeye, tiksine tiksine.”(1) Çoktanrýcýlýk, ilkel komünal toplumun çözülmeye baþlamasýyla ortaya çýkmýþtý. Bu toplumda üretici güçlerin geliþmemiþliði, buna baðlý olarak bilgi birikiminin zayýflýðý ve insanýn kendisine son derece yabancý gelen temel doða güçlerine karþý çýkamayýþý, bu güçler karþýsýndaki þaþkýnlýðý, korkusu ve çaresizliði onun varlýklara (ruh,nesne, hayvan) büyüsel bir güç yüklemesini ve onlarý kutsallaþtýrmasýný getirmiþti... Toplumsal yapýdaki geliþme ve deðiþmeler inanç sisteminde de karþýlýðýný bulur. Ýþbölümü ve hiyerarþi tanrýlar katýnda da açýk bir biçimde görülmektedir. Köleci sistemin güçlenmeye baþlamasý tektanrý düþüncesinin doðmasýný getirdi. Bununla birlikte semavi dinler denilen tektanrýlý Yahudilik, Hýristiyanlýk ve Ýslam’da çoktanrýcýlýðýn izleri kolaylýkla görülebilir. Tektanrýlý dinlerin her þeyi belirleyen, bilen, gören Tanrý’sý; hesap sorucu melekleri, iþkenceci zebanileri, kentleri yerle bir eden öfkesiyle ayrý bir korku kaynaðý oldu. Ýncil Babil’in, Tevrat Sodom ve Gomora’nýn Tanrý’nýn hýþmýna uðradýðýný söylemiyor muydu? Kuran’da ikide bir “Onlar için büyük azap vardýr” denmiyor muydu? Böylesine çatýk kaþlý ve tehdit edici bir Tanrý’yla içli dýþlý olunabilir miydi? Çeþitli bakýmlardan kýstýrýlmýþ, sorunlarý karþýsýnda bunalmýþ, çaresizlik içindeki insanla yaratýcýsý arasýnda bir köprüye gereksinim vardý. Bu bazen bir hoca efendi, bir papaz, bir ermiþ, bazen de bir dilek taþý, bir yatýr olurdu. Tasavvuf düþüncesi, Tanrý-evren-insan iliþkisini bir bütünlük içinde açýklamaya çalýþýr. Genel olarak tektanrýcýlýk, özel olarak da Ýslam karþýtý öðeler içirin bu inanç / düþünce akýmýnýn dýþ kültürlerden ne ölçüde etkilendiði konusunda deðiþik görüþler ileri sürülmektedir. Tasavvufu Ýslam dininin ruhundan bütünüyle uzak görenler, onun Eski Ýran kültürüne ya da Ýran aracýlýðýyla Hint kültürüne dayandýðýný savunurlar. Bir baþka görüþ, Ýslam tasavvufunun Hýristiyan ruhbanlýðýndan kaynaklandýðýný ve eski Yunan kültüründen (Stoacýlýk ve Hermesçilik) etkilendiðini ileri sürer. Bazý düþünürler ise Ýslam tasavvufunun Ýslam’a baðlý olarak doðduðu ve dýþ etkilere sonradan açýldýðý görüþündedirler. Ünlü Mukaddime’siyle düþünce tarihinde ayrý bir yeri olan Ýbni Haldun da bu görüþtedir. Ona göre, Ýslam tasavvufu Kuran’ýn “Allah karþýsýnda kulun acizliði”ne yaptýðý vurgudan doðmuþtur. Ýlk Müslümanlar Allah karþýsýndaki hiçlikleriyle sarsýlmýþlar, hemen her surede sözü edilen ahret azabýndan korkmuþlar, bu azaba uðramamak için ellerini dünya nimetlerinden çekerek (bir hýrka, bir lokma anlayýþýyla) ahret hazýrlýðýna yönelmiþlerdir. Bu “zahitlik” yaþamý daha sonra Allah sevgisiyle bütünleþmiþtir... Tektanrýlý dinlerde Tanrý-evren ayrýlýðý temel kabullerden biridir; Tanrý birdir, eþsizdir, benzersizdir. Ancak bir yandan eski Hint ve Ýran inanç ve düþüncelerinden, öte yandan Platon baþta olmak üzere eski Yunan filozoflarýnýn tümtanrýcý görüþlerinden etkilenen kimi Ýslam düþünürleri Tanrý-evren ve Tanrý-insan iliþkisine yeni bir yorum getirdiler. IX. Yüzyýlda Bayezit-i Bistami, Cüneyd-i Baðdadi ve Hallac-ý Mansur tarafýndan geliþtirilen ve sonradan vahdet-i vücut (varlýðýn birliði) olarak adlandýrýlan bu anlayýþa göre, evren Tanrý’dan ayrý bir varlýk deðildir; evrenin yoktan yaratýldýðý kabulü Tanrý dýþýnda varlýklar bulunduðu anlamýna geleceðinden, bu kabul Tanrý’nýn birliði inancýna aykýrý düþmektedir. Bu anlayýþý savunanlara göre bütün varlýklar Tanrý’nýn birer görünümü, birer yansýmasýdýr. Ya da Ýbnü’l-Arabi’nin deyiþiyle “bütün þeyler Tanrý gerçeðinin pýrýltýlarýdýr.” Tektanrýcý dinlerdeki, evrenin yoktan yaratýlmýþ olduðu düþüncesinin tam karþýtý bir kavrayýþtýr bu. Evrene bu gözle bakan sufi, doðal olarak -kendisi dahil- her þeyde Tanrý’yý arayacak ve de bulacaktýr. Baþka deyiþle, varlýðýn birliði düþüncesinin mantýksal uç noktasý “Enel Hak” (Ben Tanrý’yým) olacaktýr. Nedenini Hallac-ý Mansur’dan okuyalým:
Ocak 2005
“Sonra, bakýndým ve ondan baþka hiçbir þey göremedim. Ve ondan baþka hiçbir þey iþitmedim. Ve konuþtuðumda O’ndan baþka hiçbir þey dile getirmedim. Ve dedim ki, ‘Ene Hüve’ (Ben O’yum. Þayet ben Ene’l Hakk (Ben Hakk’ým) deseydim, Hakk’tan ayrýlmamýþ olurdum. Çünkü onun sevgisi üzere ben Hakk’ým. O ise kendi mülkiyetinde Hakk’týr. Ben sarhoþ ve daha sonra da onun sýrrý üzerine bulundumsa, benim vecdim onun vücuduyla (varlýðýyla) kesinlikle iç içe geçmiþ demektir. Ve benim sýnýrým O’nun varlýðý üzere olmuþtur.”(2) Tanrý ile insan arasýna aþýlmaz duvarlar ören ‘ceberrut’ tektanrýcýlýðý apaçýk biçimde yadsýyan böyle bir yaklaþým, tektanrýcýyý çileden çýkararak ona daraðacý kurdurmaz, kimilerinin derisini yüzsün diye eline býçak vermez miydi? Vahdet-i vücut düþüncesi Hallac-ý Mansur’dan sonra Anadolu topraklarýnda da birçok tasavvufçu tarafýndan özlü biçimde ifade edilmiþtir. XIII. yüzyýlda Mevlana, evrende maddi ve manevi her þeyin kökeninin tek olduðunu savunur. Mevlana’ya göre, düalist dinlerde bile ikilikten söz edilmez; çünkü iki tanrýyý anlatan kavramlarýn varoluþu birbirlerinin var olmalarýna baðlýdýr; kötülük olmasa iyilikten, iyilik olmasa kötülükten söz edilemez. Bu yaklaþým büyük bir “hoþgörüye”, Mevlana’nýn ünlü “Gel” çaðrýsýna kaynaklýk edecektir: “Bu bizim dergâhýmýz umutsuzluk dergâhý deðil / Kýrk kere tövbeni bozmuþ olsan yine gel.” Ayný yüzyýlda yaþayan Hacý Bektaþ Veli, Tanrýsal gerçeðe ancak sevgi yoluyla ulaþýlacaðýný, bütün insanlarýn kardeþ olduklarýný ve kiþi ile Tanrý’nýn özdeþliðini savunarak “Benim Kâbem insandýr” diyecektir. XIV. yüzyýlda büyük þair Yunus Emre de “Ete kemiðe büründüm / Yunus diye göründüm” ya da “Bir ben vardýr bende, benden içeru” derken ayný evren anlayýþýný dile getiriyordu. Varlýðýn birliði düþüncesi büyük düþünürler ve þairler yetiþtirmiþtir. Ancak bu düþünce / inanç sistemini hiç kimse Hallac-ý Mansur kadar açýk, çarpýcý ve hiçbir tarafa esnetilemeyecek kadar kesin bir biçimde ortaya koyamamýþtýr. Hallac-ý Mansur’u Hallac-ý Mansur yapan da budur. Çaðlarý aþýp gelen özgün söyleyiþle, “Enel Hak”.
KAYNAKLAR
1 Homeros, Ýlyada, çev. Azra Erhat-A. Kadir, Can Yayýnlarý, 5. basým, s. 454. 2 Hallac-ý Mansur, Tavasin, çev. Yaþar Günenç, Yaba Yayýnlarý, 3. basým, s. 67.
Serçeþme’nin Yýllýk Abone Bedeli Türkiye 40 TL - Avrupa Birliði 50 Euro - Ýngiltere 40 Sterlin Adý Soyadý Kuruluþ Telefon - Ýþ Telefon - Ev Telefon - Cep Faks E-posta Posta Adresi Sokak No Semt - Ýlçe Posta Kodu Þehir - Ýl/Eyalet Ülke Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd Þti adýna Posta Çeki Hesabýna (No 1629127) yollayýn. Lütfen yukarýdaki formu okunaklý doldurun ve dekont ile birlikte bize faks ile iletin: +90.(0)212.519 5635
27
HALK MÜZÝÐÝMÝZÝN YENÝ YETENEKLERÝNDEN, ÝKÝ GENÇ SANATÇIMIZ
Ali Rýza ve Hüseyin Albayrak’la Söyleþtik Ahmet Koçak Halk müziðinin sürekliliðinde, usta-çýrak Ama þöyle bir durum vardý. Bizim aile Müzik, uðraþýlarýn ve sanatýn iliþkisi her zaman önemli olmuþtur. Bu gelenek durumu biraz özel. Amcamýn kendine özgü günümüzde her ne kadar kaybolmaya yüz tutbir baðlama tavrý vardýr. en meþakkatli dallarýndan biridir. muþsa da. Ali Rýza ve Hüseyin de, bu gelenekÝyi bir müzisyen ya da Hüseyin’in babasý mý? le yoðrulup piþen, müzik yolunun sürücüleri müzik sanatçýsý olabilmek, olmada önemli çaba harcayan genç sanatEvet. Hasan Albayrak, âþýklýk geleneðinden düzeyli eðitimin yanýnda, çýlarýmýzdan. geliyor. Babam, annem keza öyle. Bunlar dost Ali Rýza ve Hüseyin ilk albümleri “Bâtýni meclislerinde söylüyorlardý. Biz de ufak yoðun bir çabayý, uðraþýyý, Nefesler” de, Alevi-Bektaþi inancýnýn önemli yaþlarda, onlardan nasiplendik. emeði de gerektirir. ozanlarýndan Harabi, Sýtký Baba, Seyyid Hüseyin: Belki bunun daha öncesi var. Ana Nesimi, Virani ve Rýza Tevfik’ten eserlere yer rahminde ceninken, daha can olmadan vermiþler. Bu ozanlarýn eserlerini, Hüseyin’in babasý Hasan Albayrak(ceninden cana geçmeden) o sesler kulaðýmýzdaydý. Yani onun etkisi tabi müzikleriyle adete canlandýrmýþ, ölümsüzlüðüne ölümsüzlük katmýþtýr. Aliki, kaçýnýlmaz olarak vardýr. Rýza ve Hüseyin de bu eserleri, Alevi-Bektaþi müziðinin geleneksel özüne Çok tasavvufi bir açýklama oldu. Ýlk albümünüzün adýný “Bâtýnî yakýþýr bir þekilde düzenlemiþ ve yorumlamýþlar. Nefesler” koymanýz þimdi daha iyi anlaþýlýyor. Bâtýnî yönünüzü Ýkinci albümleri “Þah Hatayi Deyiþleri” ise, albümün isminden de ananladýk. Birazda zâhiri yönünüze deðinelim mi? Mesela, müzik eðitilaþýldýðý gibi Hatayi’nin eserlerinden oluþmaktadýr. Ali Rýza ve Hüseyin bu miniz nedir? Hangi tarz bir eðitim aldýnýz? albümlerinde de ayný duyarlýlýðý göstermiþ, Alevi-Bektaþi kültürüne, müziðine kanýmca önemli katký sunmuþlardýr. Halk müziðimize yeni soluk olanAli Rýza: Alaylý mý diyorlar? bu gençlerimize, yürüdüðü yolda aþk olsun. Alaylý ya da mektepli. Belki müziðin mektebine gitmediniz ama mutlaSöz küçüðün. Ali Rýza önce seni tanýyalým. ka, birilerinden eðitim aldýnýz. Ben Almanya doðumluyum. Küçük yaþta Türkiye’ye geldim. AmcamlarýnAli Rýza: En önemli hocamýz Hasan Albayrak. Ufak yaþlardan itibaren yanýnda, Hüseyinlerde kaldým. Burada okula baþladým. Ýstanbul Üniver-baðlama tavrýný ve baðlama çalýnýþýný ondan öðrendik. sitesinde Ýþletme okudum. Üniversite döneminde zaten belliydi ki, biz müzik yapacaðýz. Aklýmýzda hep müzik vardý. Müzik hayatýmýz oradan Yani usta-çýrak iliþkisi. baþladý, bugüne kadar geldi. Ali Rýza: Evet. Sonra Hüseyin’le birlikte çok çalýþtýk. Müziðe baþlamamýz ve baðlama öðrenmemiz ayný döneme denk geliyor. Onun dýþýnda özel bir Hüseyin seni de tanýyalým. miladi nokta yok. Bu fakir Ýstanbul doðumlu. Köken olarak, aslen Sivas, Ýmranlý’lýyýz biz.Hüseyin: Hani derler ya ‘kendimizi bildik bileli.’ Yani biz aslýnda kendimiBen de Ýstanbul Üniversitesi, Ýþletme bölümü mezunuyum. Bir süre özelzi bilmedik bilmeyeli müziðin içindeyiz. sektörde denetim uzmaný olarak çalýþtým. Ali’nin dediði gibi Üniversite yýl- Babamýn bizim üzerimizde etkisi çok fazla ama, ondan önce bu yola larýnda baþladýk müzik çalýþmalarýna. Ýranlýlarýn bir atasözü var “bir kol-emek vermiþ bütün âþýk ve ozanlarýn da üzerimizde etkisi var. Bire bir, diz tukta iki þah olmaz” diye. Bir tercih yapmamýz gerekiyordu. Tercihimizidize meþk etmedik ama onlarýn eserlerini dinleyerek çok etkilendik. müzikten yana yaptýk. Þimdi müzikle uðraþýyoruz. Daha doðrusu müzik Usta-çýrak iliþkisinin günümüzde bittiði söyleniyor. Bende bu görüþe bizimle uðraþýyor. katýlanlardaným. Çünkü geleneksel anlamda onu üreten nesnel koþullar, Müzikle tanýþmanýz ne zaman baþladý. Sizi profesyonelliðe hangi nesnel þartlar ortadan yok olmak üzere. koþullar itti. Daha doðrusu profesyonelliðe ne zaman adým attýnýz? Ali Rýza: Kendi durumumuzu bir þans olarak görüyoruz. Özel bir eðitim Ali Rýza: Biz müziðin içine doðuyoruz. Müzik zaten vardý. Bizden önce deoluyor sonuçta, usta-çýrak iliþkisi. vardý. Bizden sonra da var olacak bir þey. O yüzden müziðin içine doðu2003 yýlýnda “Bâtýni Nefesler” adlý albümü yaptýnýz. Bâtýnilik nedir? yoruz. Ondan sonrada bizi hapsediyor, Hüseyin’in dediði gibi. Hüseyin: Biz türküleri zaten söylüyorduk. Araya bir mikrofon yerleþtirdi- Albümün ismine niye Bâtýni Nefesler dediniz? ler öylece albüm oldu. Baktýk ki, müzikle uðraþmýþýz. Hüseyin: Çok derin bir konu. Bunlarý kýsaca sunmak oldukça zor. Ýþi zâhir tarafýndan anlatýrsak, zâhir dýþ görünümdür. Bâtýn, kelime manasý olarak zâhirin karþýtýdýr. Yani iç ve gizli, eski tabirle deruni olandýr. Kuranda da Ali Rýza ve Hüseyin Albayrak bir ayet vardýr. Tanrý’yý niteleyen sýfatlar arasýnda, Hadid süresinde. “Evvel odur, ahir odur, zâhir odur, bâtýn odur.” Bu sýralama da çok önemli aslýnda. Buradaki sýralama rasgele bir sýralama deðil. Sonda gelmesi neticesiyle, matematiksel ifadeyle aslýnda bir külliyata, bir evrensel kümeye remz ediyor, iþaret ediyor. Dolayýsýyla evvel ahir ve zâhir olan bâtýn tarafýndan kapsanýr. Ama onlar cüziyatý, tikeli temsil ettiði için tikelin, tümeli bütünüyle ifade etmesi çok zor bir þey. Kelimenin tam manasý itibariyle hakikaten bâtýn o yönüyle evrensel olmasý dolayýsýyla tikel tarafýndan tamamýyla hýfzedilemediði için biraz bâtýnda kalýyor. Nefeslere gelince. Bu yola gönül veren irfan sahibi âþýklar, meramýný dile getirirken ister istemez bir takým simgesel ifadeler kullanýrlar. Birden fazla anlama gelecek kavramlar kullanýrlar. Bunu da ayný deneyimi yaþayan, o içsel, deruni müþahedeyi yaþayan insanlar, o nefesi okuduðunda âþýðýn ne demek istediðini anlar. Ya da þöyle diyelim, herkes kendi idrakine göre ondan bir þeyler alýr. Ali Rýza: Albümün adýna Bâtýni Nefesler derken, biz orada nefesleri çok daha geniþ anlamda ifade etmek istedik. Aslýnda en büyük nefes insan. Ýnsanýn da bir zâhiri dünyasý var, bir de iç dünyasý var. Nasýl biz iç dünya-
28
Sayý 6
mýzý bir birimize bakarak göremiyoruz. Bizim bâtýn dünyamýza da bir gönderme var orda. Bâtýnilik üzerinde durmamýn nedeni, Alevi-Bektaþi ozanlarýn çoðu, özellikle yedi büyük ulu ozanlarýmýzýn (ki, bana göre bu rakamýn çok fazla olmasý gerekir) hepsi insanýn, doðanýn, maddenin iç dünyasýný anlatmaya çalýþmýþ olmalarýndan. Ýçselliði daha öne aldýklarý kesin. Lakin, bu durum zaman içerisinde Bâtýnilikle gizliliðin, gizemliliðin ayný anlamda kullanýldýðýnýn tersini de ifade etmiyor gibi. Þöyle ki, âþýklar, ozanlar toplumsal meseleleri, düþünsel farklýlýklarýný açýk bir ifadeyle dile getirdiðinde bunun bedellerini aðýr ödediler. Seyit Nesimi, Pir Sultan Abdal gibi. Ali Rýza: Bir noktada doðruluk payý var ama tek kaygý bu deðil. Bizim en azýndan inandýðýmýz o. Yani onu anlatacak birebir kavram olmadýðý için, sembolik bir dille anlatmak zorunda. Hepimiz aslýnda o dili kullanýyoruz. Mesela rüya görürüz. Rüyada bir býçak görüyoruz. Ama o býçak o ilk manasýyla deðil, býçak bize bir þey anlatmak istiyor. Onun sembolik bir ifadesi söz konusu. Hüseyin: Yani rüya dili gibi bir þey bu þiir. Aslýn da âþýk belki istemiyor deðil, istiyor onu. Nesimi diyor ya: “Deryay-ý muhit coþa geldi Kevni mekân huruþa geldi Sýrrý ezel oldu aþikara Arif neylesin müdara” Yani arifin, irfan sahibi insanýn aslýnda burada yapabileceði bir þey yok. O, coþ geldi mi söylüyor. Ama söze döküldüðünde ister istemez kýsýtlanýyor. Onun elinde olan bir þey deðil. Hani þair diyor ya ‘kelimeler kifayetsiz kalýyor.’ Bu noktada, kelimelerin kifayetsiz kaldýðý noktada sembolik anlam ve ifade biçimi kendisini dayatýyor. Yoksa düþüncelerini sakýndýðýndan dolayý deðil, diye düþünüyoruz. Bâtýni Nefesler albümünüzde birçok ozanýn þiirlerine yer vermiþsiniz. Sýtký Baba, Seyit Nesimi, Harabi, Virani gibi. Müzikler ise tek kiþiye ait. Âþýk Pervane mahlaslý Hasan Albayrak. Hüseyin senin baban, deðil mi? Biraz babaný bize anlatýr mýsýn? Hüseyin: Âþýk Pervane, aþka pervaz vuran yani kanat çýrpan, çýrpýndýkça aþka düþen, orda yanan, sonra tekrar küllerinden doðan, her doðuþta yeni þeyler söyleyen bir insan. Beslendiði kaynak tabi ki, Serçeþme. Hazreti Pir Dergâhý’nýn çok sadýk muhiplerinden birisi. Oradan beslenen, el verip, nasip alan birisi. Gelelim ikinci albümünüz ‘Þah Hatayi Deyiþleri’ne. Bu albümünüzde alýþýlmýþýn dýþýnda bir çalýþma olmuþ. Yýllar öncesinde Ruhi Su, böyle bir konu üzerine çalýþmalar yapmýþtý. Yunus Emre, Pir Sultan, Dadaloðlu, Karacaoðlan, Köroðlu gibi. Yýllar sonrasý siz bu tarz bir çalýþmayla halk müziði dinleyicisinin karþýsýna çýkýyorsunuz. Bu çalýþmanýn oluþumunu anlatýr mýsýnýz? Ali Rýza: Kalan Müziðin sahibi Hasan Saltýk’ýn avukat arkadaþý Ercan Bahadýr bu iþin fikir babasýdýr. Onun böyle bir projesi varmýþ. Bu projeyi bize teklif ettiklerinde, “Bâtýni Nefesler” adýnda bir projemiz vardý. “Onu tamamlayalým, altýndan kalkabilirsek bunu da yaparýz”, dedik. “Bu proje bizim de müzikal hedeflerimize uyan bir çalýþma, biz de böyle þeyler yapmak istiyoruz ama henüz erken”, dedik. Ýþte ilk oluþum böyle baþladý. “Bâtýni Nefesler”i bitirdikten birkaç ay sonra bu projeye baþladýk. Þah Hatayi kimdir? Halk þiirindeki yeri nedir? Þiirlerinde hangi konularý iþlemiþtir? Hüseyin: Bizim okullarda okutulan tarih kitaplarý Þah Hatayi’yi “kötü adam”, Anadolu Türkmen topluluklarýný da onun askerleri olarak tanýtýr. Þah Ýsmail bulunduðu coðrafyayý etkileyen önemli, tarihsel bir þahsiyettir. Ama bizim için önemli olan, o tarihsel kiþiliðinden daha çok ozanlýk yönü. Onunla ilgili kitaplar okuduðumuzda sanki iki yönlü kiþiliði varmýþ gibi, duruyor. Bir yanda Þahlýðý var; bir devletin Þahý olma amacý güden. Bir de “gönüllerin þahý olma amacý güden.” Sanki bu ikisi arasýn-
Ocak 2005
da gidip-gelen “çatýþmalý” bir yaþam sürmüþ, kýsa yaþantýsý içinde. Biz daha çok onun Anadolu’daki yansýmasýný, deyiþ ve nefes geleneði içerisinde nerde duruyor; naçizane bunu yansýtmaya çalýþtýk. Ona ait olan ya da olmayan þiirler konusu tartýþýlýyor. O konuda netlik yok. Kimisi diyor ki, “Þah Hatayi aslýnda Azeri lehçesiyle þiirler yazýyordu. Anadolu’da etkilenen insanlar, o þiirleri benimseyip, kendi lehçeleriyle yazýyorlar. Dolayýsýyla bu orijinal þiirler Hatayi’ye ait.” Karþý görüþte olanlar, bunun böyle olmadýðýný, “onu benimseyen insanlar, Þah Hatayi’ye gönül veren insanlarýn (ki, bu sadece Þah Hatayi’ye özgü deðil, diðer ozanlar, örneðin Pir Sultan için de böyle olmuþtur) onun mahlasýnda, ona benzetme yaparak þiirler yazdýðý, dolayýsýyla þiirlerin ona ait olmayacaðýný” söylüyorlar. Ama bu konuda hangisi Hatayi’nin þiiri, hangisi deðil bunu kestirmek çok kolay deðil. Bu çok da önemli deðildir. Bir önem sýralamasý yaparsak, bu konu çok alt sýralarda gelir. Önemli olan, þiirlerinde ne anlatýyor, insana ne veriyor. Ben de zaten Hatayi’nin bu yönünü sormuþtum. Þiirlerinde hangi temalarý iþliyor, hangi meseleleri anlatýyor. Biliyoruz ki, Hatayi þiirlerinde yoðunlukla Ali ve Ehlibeyt sevgisini dile getiriyor. Yani AleviBektaþi süreðini ifade eden þiirler daha çok yazmýþ. Araþtýrmalarýnýzda Þah Hatayi’nin þiirlerinde bunlarýn dýþýnda iþlediði konulara rastladýnýz mý? Mesela Hatayi, aþk-sevda þiirleri, güzellemeler yazmýþ mý? Ali Rýza: Evet, hem de çok aðýrlýklý gördük. Bu tarzda yüze yakýn þiir yazmýþ diyebiliriz. Þiir yazmaya on iki yaþýnda baþlamýþ. Mesnevi tarzý þiirleri var. Muhtemelen bu þiirleri zâhiri aþk üzerine. Onu hissediyoruz, görüyoruz orda. Sonra kýrýlma noktasý yaþanýyor herhalde. Belli bir dönemden sonra tasavvuf aðýrlýklý, senin dediðin gibi Ehlibeyt sevgisini anlatan þiirlere aðýrlýk vermiþ. Zâhiri aþk derken, sevda þiirlerini, güzellemeleri anlýyoruz deðil mi? Hüseyin: Evet. Daha sonra bu aþk (zâhiri), tanrý aþkýna mý dönüþüyor? Hüseyin: Yani dönem kesin deðil. Ama þiirlerine, divanýna baktýðýmýzda belli bir süreçten sonra bu dönüþümün olduðunu görüyoruz. Anadolu’da daha çok tasavvufi þiirleri kabul görmüþ, onunla tanýnmýþ. Diðer þiirlerine pek rastlamadýk. Bundan sonraki çalýþmalarýnýzda Düþündüðünüz somut projeler var mý?
neleri
hedefliyorsunuz?
Hüseyin: Anadolu Alevi-Bektaþi inancýnda âþýklar çok önemlidir. Bu yolun kadim zamandan bugüne gelmesinde onlar baþat unsurlardýr. Çok büyük hizmetleri var. Halk müziðinde bazý isimler var gölgede kalmýþ. Bazý isimler daha öne çýkmýþ. Mesela Hatayi, Pir Sultan, Kul Himmet bilinir. Ama Harabi, Virani, Sýtký Baba, Seyyit Nesimi fazla tanýnmaz. Bizim amacýmýzda bu âþýklarýn (fazla tanýnmayan) daha fazla insan tarafýndan tanýnmasýna aracý olmak. Serçeþme okuyucularýna son olarak iletmek istediðiniz bir þey var mý? Hüseyin: Denizciler yola çýkarken “rasgele” derler. Hayatta bir yolculuk, biz de rasgele demeyelim de, “aþk gele” diyelim. Son sözümüz þimdilik bu olsun.|
29
GEZÝ NOTLARI
Anadolu Erenlerinin Ýzinde
K
Ayhan Aydýn
afile sorumlusu, geziye biraz da doða güzelliði katýlsýn diye, Kapadokya’ya çevirtiyor otobüsü. Lise yýllarýndan iyi biliyorum buralarý. Buraya da birçok kez gelmiþ, doða- ananýn Anadolu’ya ve bizlere hediye olarak verdiði bu eþi bulunmaz coðrafyayý tam doyamazsam da gezmiþtim. Peribacalarýný yine her zaman olduðu gibi büyük bir aþk ve sevdayla geziyorum. Rüzgârlar, yaðmurlar ne de güzel iþlemiþler tepeleri; sonsuz güzellikte doðal heykeller yapmýþlar, insan elinden çýkmýþçasýna muhteþem. Zaten ne fark eder ki, ha insan yapýsý, ha rüzgâr yapýsý, yaðmur eseri; hepsi ayný varýn içinde. Siz kýyaslayabilir misiniz, insan yapýmý þaheserlerle, doðal þaheserleri?, Uçhisar’daki oyuklar bizi gizemlere götüren kapýlar gibi duruyor. Tüm Kapadokya bir bütün olarak tam bir doðal mucize. Her nereye baksanýz sizi bir baþka güzellik karþýlýyor. Sadece doðanýn deðil, insan elinden çýkmýþ çanak, çömlekler, tabaklar, örmeler... Sizi büyülüyor. Siz nasýl olur da buraya gelmiþken birkaç hediyelik, vazo, vb., almazsýnýz?, Nasýl olur da ayçiçeði veya kabak çekirdeði alýp yemezsiniz? Bu büyük vadiye dalýp gitmezsiniz?
Hacý Bektaþ-i Veli Nihayet gönüller kýblegâhý Hacýbektaþ’a varýyoruz. Anadolu’nun merkezinde, göbeðinde, güvercinlerle ak ve pak, güller, dostluklar, kardeþlikler diyarýndayýz, kutsal topraklardayýz. Zaten kutsallýðý insanýn kendisi yaratmaz mý? Burasýna ayak basarken nasýl olur da ruhunuz titremez? Turnalarýn Ýmam Ali’nin sesini getirdikleri, tüm çiðlerin piþtiði bu bereketli topraklara varmak insana kendiliðinden bir huzur veriyor. Havasý tüm bedeninizi sarýp sizi hafifletiyor. Gün bu gün, dem bu dem. Yedi yüz yýl önce deðil de, þimdi de bize yakýn Hacý Bektaþ. Türkçe konuþup, Türkçe düþünen, Türkçe ibadet eden, halkýndan bir insan Hacý Bektaþ-i Veli. Horasan ve Rum Abdallarýnýn, Bacýyan-ý Rum’un, Ahilerin, Hurufilerin, Kalenderlerin, Torlaklarýn, Çepnilerin, Tahtacýlarýn; yani tüm ocaklarýn ve boylarýn, obalarýn saygýyla andýklarý bu Türkmen derviþinin; Türk alp eren kimliðinin daha çok içe dönük sufi yolunun devamcýlarý tarafýndan saygý, sevgi ve hürmetle andýklarý bu zatýn huzurunda olmak açýkçasý insaný biraz da ürper-
tiyor. Ona niceleri kin besledi, sevilmesin, anýlmasýn istediler. Ama nafileydi tüm bu kýskançlýklar. Dedik ya bir Anadolu var, bir de Anadolu’yu Anadolu yapan; onun topraðýndan, suyundan, ateþinden, yelinden yoðrulan, kültüründen mayalanan Anadolu insaný. Ýþte Hacý Bektaþ-i Veli içinden geldiði Türk boylarýnýn, Anadolu topraðýnda filizlenip boy veren ölümsüz aðaçlarýndan birisiydi. Ta o zaman ölümsüzleþeceði anlaþýlmýþ, ona kin duyanlar olmuþtu da o hiç kimseye ama hiç kimseye kin tutmamýþtý; yetmiþ iki millete bir nazarla bakýlmasýný öðütlemiþti. O nedenledir ki ölümsüzleþti, sadece görüþ ve düþünceleriyle deðil, kendi nesnel varlýðýnýn ötesinde de insana saygýda, hoþgörüde, Türk dilinin, kültürünün yaþatýlmasýnda Ýmam Ali bilgeliðindeki kimliðiyle de çaðlarý aþýp damar damar, türkü türkü, erenler baþý olarak yaþadý, yaþýyor ve Anadolu topraðý varoldukça varolacak. Konunun araþtýrmacýsý, bilim adamý Ahmet Yaþar Ocak’ýn dediði gibi, bu inancýn en önemli simalarýndan Bedri Noyan Dedebaba’nýn belirttiði gibi; bu mücerret Vefai derviþi gelmiþ, Çepni boylarýnýn içine girmiþ... Ýdris Hoca’yla, Kadýncýk Ana’nýn yol evladý olmuþ. Onlarý ana ve baba bilmiþ. Hacý Bektaþ bozkýrda öyle bir aþk ateþi yakmýþ ki, yedi yüz yýl sonra bile bu ateþ yanýyor. Kendinin Hz. Muhammed’in soyundan geldiðine inananlar Ehlibeyt’e dahil olmuþ, bel evlatlarý dedeler gibi; soyun, belin deðil; iþleðin, gönlün, baðlýlýðýn, hizmetin daha önemli olduðunu söyleyerek yine ayný ölçüde o uluya baðlanan, bu yola gönül vermiþ binlerce, yol oðlu baba ve derviþ gibi inanç önderleri tarafýndan hâlâ sevgi ve saygýyla anýlýyor. Gerek kendisinden önce Anadolu’ya geldiði bilinen büyük erenler gibi, gerekse de kendisinden sonra yine bu kutlu ve bereketli topraklara, Balkanlar’a giden veya oralarda büyüyüp, görüþ ve düþüncelerini oralarda filizlendirip ayný dünya görüþünü paylaþan, ayný Ýslam anlayýþýný her gittikleri yerde yaþatan derviþler gibi, Hacý Bektaþ da bir eren, bir veli görünümünde halkýn sevgisini kazanmýþtýr. Ýþte bu yolu aydýnlatan Hoca Ahmet Yesevi’lere, Aslan Babalara, Dedem Korkut’lara, Ebul Vefalara, Baba Ýlyas ve Baba Ýshaklara, Yunus Emrelere, Mahmudi Hayranilere, Sarý Saltýklara, Otman Baba’lara, Demir Babalar ne mutlu! Keþke herkes ayný erdeme sahip olsa. Keþke hiç kimse atasýndan babasýndan aldýðýyla, kendisine miras kalanla övünmese, hatta ve hatta o büyük hazineyi çürütmese.
Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkýyor ve Daðýtýlýyor Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.
Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar ile nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz. Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone olmaya, abone yapmaya, temsilcilik görevini üstlenmeye, bulunduklarý yöreye derginin toplu getirtilmesini, elden daðýtýlmasýna el vermeye çaðýrýyoruz.
BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR: Yurtdýþý - Almanya: Berlin Zeki Konuk +49.172.305 92 29; Bremen Adnan Kýlýç +49.174.448 49 59; Darmstad Hüseyin Akýn +49.179 107 88 56; Frankfurt Sedat Bican +49.170.751 25 35; Gladbach Behcet Soguksu; Hamburg A. Varol +49.172.453 14 62; Hanau Kemal Nayman +49.173.667 7291; Kassel Hüseyin Öztürk +49.162 153 33 20; Oberhausen Mehmet Kaz +49.173 612 01 95; Stuttgart Kýlavuz Bakýr +49.162 909 70 70; Avusturya: Tirol Hüseyin Polat +43.650 841 55 99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32.473 49 37 12; Danimarka: Aarhus Yücel Tanrýverdi +45.5124 0283; Fransa: Paris Ahmet Kesik +33.672 96 33 44; Hollanda: Gelderland Ali Rýza Aðören +31.651 25 63 19; Ýsviçre: Basel Ýbrahim Bakýr +41.78 808 40 07; Norveç: Oslo Ali Kýlýnç +47.9208 6450. Yurtiçi - Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532.791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi 0535.949 43 13; Amasya: Merzifon Ali Kiziroðlu 0535.644 27 25; Gümüþhacýköy Feruz Oruç 0542.664 35 14; Ankara: Sýhhiye Timur Özmen 0532.313 87 78; Merkez Ýsmail Metin 0532.644 95 37; Antalya: Merkez Ýlyas Þimþek 0544.578 22 99; Burdur: Merkez Mehmet Turan 0248.234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil 0546.237 32 96; Diyarbakýr: Merkez Mehtap Ürer 0535.872 63 03; Eskiþehir:
30
Odunpazarý Cafer Karataþ 0533.719 36 54; Gaziantep: Merkez Katre Can 0535.503 6601; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin Düzenli 0555.204 73 79; Acýbadem Koray Berktaþ 0533.244 61 25; Alibeyköy Veysel Köse 0544.305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536.552 68 75; Bahariye Zehra Ünder 0533.722 03 91; Beyazýt Bekir Delibaþ 0212.516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk 0212.224 22 42; Fatih Rukiye Delibaþ 0536.396 83 56; Ýçerenköy Yýlmaz Gürbüz 0535.524 49 12; Kadýköy Kazým Erol 0216.347 14 41; Kaðýthane Aydýn Deniz 0212.320 18 18; Kayýþdað Veli Göynüsü 0532.687 31 09; Sarýgazi-Taþdelen Ergül Þanlý 0532.410 51 79; Soðanlýk Hasan Harabati 0532.787 7098; Sultanbeyli Sadegül Çavuþ 0535.491 07 58; Ümraniye Ýsa Polat 0536.968 99 75; Üsküdar Sabri Karaman 0533.263 02 43; Yenidoðan Salih Arslan 0535.941 15 09; Ýzmir: Merkez, Hüsniye Çýnar 0532.512 59 62; Konya: Beyþehir Hüseyin Kutlu 0535.522 75 11; Beyþehir Salman Zebil 0542.431 56 91; Maraþ: Elbistan Ali Kaya 0535.466 38 43; Nurhak Hasan Çadýr 0535.511 12 99; Nevþehir: Hacýbektaþ Erhan Çetin 0536.426 94 33; Samsun: Merkez Cem Sultan Ermiþ 0532.700 49 61; Terme Emrah Çolak 0542.341 33 03; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282.263 05 79; Urfa: Kýsas Ahmet Aykut 0536.777 63 47; Sýrrýn Sadýk Besuf 0537.392 6375.
Sayý 6
YUNUS EMRE Her kime kim derviþlik baðýþlana Kalp gide pak ola gümüþlene Nefsinden misk ile amber tüte Budaðýndan il ü þar yemiþlene Yapraðý dertli için derman ola Gölgesinden çok kademler iþlene Aþkýn gözü yaþý hem göl ola Ayaðýndan saz bitip kamýþlana Cümle þair dost bahçesi bülbülü Yunus Emre arada dürraçlana
Ziyaretimizin ilk günü böylesi kutsal bir yerde bir ibadette gerçekleþiyor. Kendisini bu yola vermiþ Hakký Saygý bir akþam duasý veriyor.Canlar da buna iþtirak ediyorlar. Büyük bir coþkuyla ziyaretlerimizi yapýyoruz. Kurbanlar kesiliyor. Sohbetler baþlýyor. Her zaman serin olan akþam saatlerinde, gece vakitlerinde insanýn içini ürperten ayaza karþýn bir barýþ diyarýnda olmanýn mutluluðu içimizi ýsýtýyor. Daha öncede törenler dýþýnda gelip burada Türbe’yi ve Müze’yi gezmenin keyfini yaþayan benim için yine bu ziyarette bir arþivleme fýrsatý veriyor. Yine her tarafý kameramla ve fotoðraf makinemle belgeliyorum. Bize yüzlerce yýl öncesinden miras kalan kutsal eþyalarý ziyaret ederken içim her zamanki gibi ürperiyor. Eski yazmalar, teberler, hýrkalar, þamdanlar, kazanlar, Kýrk Budak, döneminde kullanýlan yüzlerce eser ne de güzel sergilenme olanaðý buluyor burada. Ama her zamanki isteðimiz de yine gönlümüzden geçmiyor deðil; Alevilik-Bektaþilikle ilgili bilimsel araþtýrmalar yapacak, eski yazmalarý gününüz Türkçe’sine çevirecek, Aleviliðin ne olup olmadýðý konusunda ciddi incelemelerde bulunup bunu bir ana merkezde toplayacak bir üniversitesinin, bir enstitünün kurulmasý isteði hep içimde, hep aklýmda. Tek tek kurumlar, yazarlar, kiþiler ne yapabilirler ki bu konuda. Gerçi istense neler yapýlmaz ki ama gelin görün ki bu konuya ilgi duyan kaç kurum var, kaç kiþi var, hatta kaç yazar var? Yazar olmak baþka, alan araþtýrmacýsý olmak, arþiv oluþturmak baþka baþka þeyler. Bunlar da tabii hem düþünce iþi, hem de ekonomik güç iþi. Bizler ziyaretlerimizi yaptýktan sonra yani Hacý Bektaþ Türbesi’ni, Müzeyi, Beþtaþlar’ý ve ziyaret edilecek diðer yerleri gezdikten sonra toparlanýp, yola koyuluyoruz.
lüne taht kuran büyük Yunus Emre’nin türbesini ziyaret etmek benim için de tarihi bir hatýra oluyor. Türkçe konuþup, Türkçe öðütler veren, yobazlarýn þiirlerindeki tasavvufi derinliði anlayamadýklarý için Hallacý Mansur gibi, Seyyid Nesimi gibi, Pir Sultan gibi Ýslam dýþý gördükleri, bir zamanlar Molla Kasýmlarýn þiirlerini yasakladýðý Yunus Emre büyük bir hümanist ozan olarak Batýlý araþtýrmacýlarýn da dikkatini çekmiþ bir Anadolu Türk erenidir. O þiirlerinde taþkýn Tanrý anlayýþýyla yaradan-yaratýlan bütünlüðünü savunan, insaný kainatýn merkezine oturtan, ibadette þekle önem vermeyen, Türkçe düþünüp, Türkçe konuþan, halktan biri olmasýnýn yanýnda her zaman zulmedenin karþýsýnda masumlarýn yanýnda yer alan bir büyük Anadolu inanç önderidir. Kendisine baðlý kalanlarýn, onun fikirlerini benimseyenlerin yolundan gittikleri mistik þiirin en büyük temsilcilerinden birisi olan Yunus Emre, bundan yedi yüz yýl önce söylemiþ olduðu, okuduðu bilgece dizelerle tüm inananlarýn kalbine yazýlmýþ, ölümsüzleþmiþ abidelerden birisidir. Bu büyük Türk sufi ozanýnýn türbesini ziyaret etmek beni çok duygulandýrdý. Çünkü zaman zaman dilime gelen þiirleriyle içimde hep yaþattýðým bir ayrýlmaz parçamdýr, Yunus Emre. Adý aynen Pir Sultan gibi benim duygu dünyamýn temel mühürlerinden birisi olarak hep içimde yaþar durur. Tam üç kez yer deðiþtirerek bugün meftun olduðu yere defnedilen Yunus Emre’nin türbesinin çevresi mermerden. Aðaçlarýn ve suyun bol olduðu bir mekânda huzur içinde yatan Yunus Emre adýna yapýlan küçük müze ise oldukça büyük anlam içeriyor, bizim için. Onun adý sadece þiirleriyle gönüllerde yaþamýyor. Ayný zamanda köylülerin baðýþladýklarý otantik eþyalarla, heykeliyle, türbesiyle de ziyaret edenlerin gözleri önünde somut olarak, nesne olarak da yaþýyor Yunus Emre Eskiþehir’de, Mihallýççýk’ta.
Yunus Emre Türbesi Hakký Saygý, Deniz Ünal, Mehmet Kaygusuz’la birlikte yine yollardayýz. Kaçýncý kez geçtiðimiz yollardan sanki kendi evimize gider gibi, araba kendiliðinden yolu biliyor gibi, rahatlýkla Eskiþehir Seyit Battal Gazi Ýlçesi Aslanbeyli Köyü’ne, Sultan Süceattin Veli Dergâhý’na, Nevzat ve Nadire Demirtaþlar’a ulaþýyoruz. Her zaman olduðu gibi yine güleç yüzleriyle bizi karþýlýyorlar. Sohbetler, muhabbetler, dertleþmeler... derken yine nefesler... Bu arada genç araþtýrmacý arkadaþlardan Coþkun Kökel’le buluþuyoruz. Onun da yöreye iliþkin, Alevi Ocak sistemine iliþkin özlü çalýþmalarý var. Kendisiyle birlikte Mihallýççýk’daki Yunus Emre Türbesi’ni ve kendi adýna yapýlan Müze’yi ziyaret ediyoruz. Bugüne kadar hakkýnda sayýsýz kitap yazýlan, þiirleri çaðýný, yaþadýðý coðrafyayý aþýp milyonlarýn gön-
Alevilik Dizisi Alevilik, Diyanet,Siyaset – Ýsmail Kaygusuz YENÝ ÇIKTI Musahiplik – Ýsmail Kaygusuz 2. BASKI Sivas Katliamýnýn Onuncu Yýlýnda Onlar Iþýk Oldular – Ahmet Koçak Okunacak En Büyük Kitap Ýnsandýr - R Yürükoðlu Hünkar Hacý Bektaþ Veli - Ýsmail Kaygusuz Alevilikte Ýnanç Kültür Siyaset Tarihi ve Ulularý - Ýsmail Kaygusuz
YENÝ ÇIKAN KÝTAPLARIMIZ Þiir Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz – Kul Hasan Atatürk Aydýnlýðýný Karanlýkçý Diþler Kesmez – Ali Yüce
Öykü Dünden Bugüne Alevi Olmanýn Bedeli – Ýsmail Kaygusuz
Divanyolu Cad. No 54, Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü-Ýstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635 www.alevyayinlari.com
Siyaset Dizisi Kafa Tutan Günler - Esat Korkmaz Ya Sosyalizm Ya Barbarlýk – Y. Zamir TKP, Doðuþu, Kuruluþu, Geliþme Yollarý – S. Üstüngel Ýrtica ve ABD Kýskacýnda Türkiye – Lütfi Kaleli 2. BASKI Küreselleþmeyi Anlamak – Yusuf Zamir Sosyalizm – R. Yürükoðlu 1. Cilt: Sosyalizm Nedir 2. Cilt: Ütopik ve Bilim-Dýþý Sosyalizm 3. Cilt: Günümüz ve Türkiye
TOPLU SÝPARÝÞLERDE %40 ÝNDÝRÝM YAPILIR
Ocak 2005
31
SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
Aleviliðin-Bektaþiliðin Özgünlüðü Esat Korkmaz
ÂÞIK VEYSEL Göklerden süzüldüm, tertemiz indim, Yere indim, yerli renge boyandým. Boz bulanýk bir sel oldum, yürüdüm, Çeþit çeþit türlü renge boyandým. Azgýn azgýn çaðlayarak, akarak, Ýnsafsýzca tahrip edip yýkarak, Ne utandým, ne kimseden korkarak, Kusur, günah, kirli renge boyandým. Yüzümü yere vurdum süründüm, Çok dolandým, ýrmak oldum göründüm, Eleklerden geçtim, yundum, arýndým, Kâmilane kârlý renge boyandým.
“Köktendinci”nin“þeytan” olduðu toprakta ayrýca “þeytan” aramak anlamsýzdýr.
Irmak olup karýþýnca denize, Dalgalandýk,coþtuk, taþtýk biz bize. Çok zaman seyrettim aya, yýldýza, Aydýn, parlak nurlu renge boyandým. Veysel, yoktan geldim, yok oldum göçtüm, Ben diyenler yalan, gerçeði seçtim. Bir buhar halinde göklere uçtum, Kayboldum, o sýrlý renge boyandým.
Aleviliðin-Bektaþiliðin “özgünlüðü”, söylencelerinin bolluðundan çok, “organik doðalarý”ndadýr. Bu baðlamda her Alevi-Bektaþi, sözcüðün “gerçek” anlamýyla “inançlý”dýr; inanç, tüm bireysel ve toplumsal davranýþlara “sinmiþ” durumdadýr. Çünkü, varoluþun bile “büyülü” olarak ortaya çýktýðý bir dünyada yaþar. Ortodoks dinsel tasarýmlarýn tanrýsal “buyruk”la gerçekleþtiðini kabul ettiði Yaradýlýþ’ýn ötelerine “taþarak” bir bütün olarak yaþamý ya da nesnel süreci “kutsama” amacýna yönelir. Alevilik-Bektaþilikte ata “ruhlarýna” yönelik tapýnma, ruhlarýn “ölümsüzlüðüne” dayanýr ve bu bir tür “canlýcýlýk”týr. Canlýcýlýk, söylenceye dönüþmüþ “atalar tapýmý”ndan kaynaðýný alýr: “Çocukça” olmasa da “çocuksu” bir yaný vardýr; bu nedenle “yitik” çocukluðunun elde edilmesini “Cennet” olarak betimler Aleviler-Bektaþiler. Bu kapsamda, Alevilik-Bektaþilik, tüm çevrebilim tasarýmlarýný yapýsýnda toplayan ve evrenin yaþamdirimsel yanýný dýþa vuran bir düþünce/inançtýr. Bu düþüncenin/inancýn “açýlýmýnda” bir Alevi-Bektaþi kendisini, doðanýn “mutlak efendisi” görmez; evrenin bir parçasýdýr, ona dahildir, ona baðlýdýr, onun sahibi deðil, “kullanýcýsý”dýr. Evren bilincine katýlmanýn insana yüklediði temel yükümlülük “doðal ve toplumsal düzeni” korumak olduðu için, dünyanýn ya da toplumun “baþlangýç saflýðý”nda nasýl sürdürülebileceðinin hesabýný yapmaya yönelir. Tüm evren, “gizil nesnellik” durumunda tanrýsal güçlerle dolu olduðundan, duyu organlarýyla “algýlanýr” nesneler de “ruhlar kadar ruhsal”dýrlar. Ruhlar eyleme geçer, yani bâtýndan zâhire taþýnýr; doða “doðurur”: Tüm evren, tüm doða, yeniden “dirilir”. “Dünya” denilen þey, yaþam ya da onun tersi ölümden yola çýkýlarak “kavranma”ya çalýþýldýðýndan, her þey “ayný noktaya dönmek” yoluyla deðil, geliþerek “yinelenir”: Demek ki Alevilik-Bektaþilikte “metafizik bir döngü” yoktur; tam tersine “diyalektik sarmal bir geliþim” vardýr. Yaþamdirimsel evrenin bir “parçasý” olan Alevi-Bektaþi insaný, “Bütün”ün olduðu kadar “Bir”in de parçasýdýr: Arada bir “kopukluk” olmadýðýndan, ölümlü olarak tanrýsallýðýn bir parçasýdýr; tanrýsal olarak suyun þýpýrtýsýnda, rüzgârýn uðultusunda, çiçeðin kokusunda, meyvenin tadýnda, koyunun melemesinde ve aslanýn kükremesindedir. Bu durum, insanýn sonsuz gerçeklikten gelip, deðiþik aþamalar geçirdikten sonra yine oraya varacaðýný vurgulayan ve “devriye” olarak adlandýrýlan “döngü” þiirlerinde “çarpýcý” biçimde anlatýlýr:
32
GUFRANÝ Bulut olup aðladýðýmý bilirim, Boran ile yaðdýðýmý bilirim, Alt’anadan doðduðumu bilirim, Kaç ebeden, kaç soruldum kim bilir? Kaç kez gani oldum, kaç kere fakir, Kaç kez altýn oldum, kaç kere bakýr, Bilmem ki kaç kâtip ismimi okur? Kaç defterde kaç dürüldüm kim bilir? Bazý nebat oldum toprakta sürdüm, Bilmem kaç atanýn sulbünde durdum, Kaç defa Cennet-i Âla’ya girdim, Cehennem’e kaç sürüldüm kim bilir? Kaç kez alet oldum, elde bakýldým, Semadan kaç kere indim, çekildim, Balçýk oldum kerpiç kerpiç döküldüm, Kaç bozuldum, kaç kuruldum kim bilir? Dünyayý dolaþtým, hep kara batak, Görmedim bir karar, bilmedim durak, Üstümü kaç kere örttü bu kara toprak, Kaç serildim, kaç derildim kim bilir? Gufrani’yim, tarikatým boþ deðil, Ýyi bil ki kara baðrým taþ deðil, Felek ile hatýrcýðým hoþ deðil, Kaç barýþtým, kaç darýldým kim bilir?
Sayý 6