Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 1
SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
BU SAYIDA
KAHRAMANMARAÞ CANKIYIMI’NI UNUTMAYALIM
ÝSMAÝL KAYGUSUZ Alevi Akademisinin Açýlýþýnda Konuþma MARAÞ KATLÝAMINI UNUTMA FÝKRET OTYAM Bakýn Þu Alevilerin Ettiklerine MEHMET TURAN Hakk ile Hakk Olma Sevdasýdýr Alevilik ESAT KORKMAZ Asyada Hayvan ve Bitki Tapýmý Bölüm II ÝZMÝR KONFERANSLARI HBV Dernekleri Buca ve Karþýyaka Þube Baþkanlarý ile Söyleþtik ABF BASIN AÇIKLAMASI: AKP Siyaseti ve Eðitimi Yeþilleþtirmeye Devam Ediyor LÜTFI KALELÝ Aleviliði Özüne Uygun Yaþatmak Onurlu Kiþilik Ýster SDÜ BÝRÝNCÝ ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK-ALEVÝLÝK SEMPOZYUMU Sunulan Bildirilerin Özetleri - I HAKKÝ ÞAHÝN Alevi Akademisi Açýldý MUSTAFA DÜZGÜN Akademi Baþkanýndan Mektup EROL PARLAK Bir Anadolu Atasözü: “Bilgisiz Bilgelik Cehaletin Aynasýdýr” ALÝ TÝMURTAÞ ÖZMEN Yazýk, Çok Yazýk ÝSMAÝL ÖZMEN Mistisizmin Beyinsel Kaynaðý - I HÜSEYÝN ÝLBEY Alevilik ve Müslümanlýk METÝN AND Ýslamda Tragedya Kahramaný ve Tragedya Örnekleri - Bölüm I AYHAN AYDIN Refik Engin ile Söyleþtik - Bölüm I
AYLIK DERGÝ Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd. Þti. adýna Ahmet Koçak Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü - Ýstanbul Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635 E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com Baský: Mart Matbaacýlýk, Ceylan Sk. No 24, Nurtepe, Kaðýthane, Ýstanbul - 0212.321 23 00 Yayýn Türü: Yerel - Süreli
FÝYATI: TL 3 / € 3 / £ 3 KASIM 2005 SAYI: ISSN 1304-986
9 771304 986000
16
Tarih, herkesin tarihidir; yalnýzca dürüstlerin tarihi deðil, ayný zamanda “alçaklarýn” da tarihidir: O yüzden tarihe saðlýklý bakmamýz gerekir; yoksa ölmüþ gitmiþ kimi insanlarýn “oyuncaðý” olmak iþten bile deðildir.
Köktendinci “Cüret” Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni 1978’in son ayýna girilirken “ortalýk”, þeriat özlemi çeken köktendincilerin, “Türk-Ýslam Sentezi”ne “yatýrým” yapan ve devleti ele geçirmek isteyen faþistlerin, bunlarý yönlendiren ve güden CIA ajanlarýnýn, MÝT ve Kontrgerilla görevlilerinin kitle katliamlarýna “gebe” idi. Bu noktaya “dün”den gelmiþtik; uzak geleceðe umutla bakmakla birlikte yakýn “gelecek” için ayný þeyi söylemekte zorlandýðýmýz da bir gerçekti. Menemen’de Kubilay’ýn kör bir testereyle þehit edilmesi; emperyalizme karþý ulusal kurtuluþu gerçekleþtiren Kemalistlere, Kemalistlerin yaþama geçirmeye çalýþtýðý “demokratik devrime” karþý, hukuk yaný geçersiz kýlýnarak vicdanlara itilen/sýkýþtýrýlan, iktidardan alaþaðý edilen köktendinciliðin, yani þeriatýn, umutsuz bir “kalkýþmasý”ydý. Egemenliðin Tanrý’dan alýnarak halka verildiði süreci tersine çevirmek isteyen köktendinci bir “cüret”ti. Cumhuriyeti kuranlar Menemen’de; “ahlak ve öte dünya öðretisi” olarak “hapsedildiði” vicdanlara “dar gelerek” sokaklara taþan þeriatçý þiddete, kurulan ve yaþatýlmak istenen demokrasinin gereði, devrimci þiddet uyguladý; onu, yeniden olmasý gereken yere, “vicdanlara” itti. Çünkü yaþama geçirilmeye çalýþýlan demokratik devrim, feodal bir rejim yýkýlarak, ona son verilerek, emperyalizmin egemenliði kýrýlarak gerçekleþtirilmiþti. Sokaða taþan þeriat yoluyla Ortaçað’ýn yeniden hortlatýlmasýna; gericiliðe ve gerici þiddete izin vermek, ona özgürlük tanýmak devrimin boðulmasý demekti. Demokrasi, Ortaçað gericiliðinin tasfiyesi temelinde ve egemenliðin halkta olduðu; bireyin ulaþamadýðý/bilemediði/bilemeyeceði ilahi bir gücün tartýþýlamaz/esnetilemez buyruklarý yerine kendi özgür iradesinin seçeneklerine göre davrandýðý bir zeminde kurulur/boy atar/yapýlanýrdý; toplumsal-ekonomik, siyasal ve kültürel bir devrim olarak kendini örgütlerdi. Bu yolla, feodal siyasal egemenlik sistemini kýrar; feodal iktidarýn temelini oluþturan iliþkileri çözer/daðýtýr/temizler; emekçiyi/üreteni, topraða ve dinsel kurumlara baðýmlýlýktan kurtarýr; ruhbanlýðýn zincirlerini parçalar; feodal baðýmlýlýklarý, Ortaçað deðerlerini yeniden üreterek ortodoks dinin deðerlerini toplumun düþüncesine katan, giderek ilahi bir toplumsal bilinç oluþturma yoluna giren þeriatçý ideolojiyi kökünden kazýrdý. Ýþte özgürlük denilen þey, böylesi bir mücadelenin, kan akýtýlarak, bedel ödenerek verilen bir kavganýn yol açtýðý toplumsal düzeydeki devrimci deðiþmenin/dönüþmenin ürünü olabilirdi. Eðer Ortaçað gericiliði tasfiye edilemezse, günümüze uzanan Ortaçað deðerleri kýrýlamazsa özgürlük de, özgür birey de olamaz. Kul zemininde ve kaderin, tevekkülün belirleyiciliðinde adým adým bireyin/topluluðun/toplumun tavrýna, ilahi bir ideolojinin “dikte ettirdiði” bir süreç egemen olmaya baþlar. Özgürlüðün boy vereceði, özgür bireyin doðacaðý/ yetiþeceði/devineceði alanlar daralýr ya da ortadan kalkar. Sonuçta öyle oldu: Ortadan kalktý. Anadolu topraðýnda bu hesaplaþma süreci bir türlü yaratýlamadý. Aradan kýrk küsur yýl geçti; oradan buraya uzanan tarihe baktýðýmýzda, devrimin/demokrasinin “boðazlanmasýný” izliyoruz. Ödünler verile verile palazlanan o günün köktendinciliði/þeriatý, 1978 yýlý yaþanýrken “barýnaðýndan” çýkmak, yaþanýlan yere el atmak istiyor; devlet dini olarak doðuþunun anýsýný “canlý” tutarak kendisine biçilen konuma/duruma “dar” geliyor. Sýkýntýsýný, gerçek birey, toplum sýkýntýsýnýn bir “uzantýsý”, “anlatýmý” biçiminde göstererek, “cehennemlik” dünyayý, “cennetlik” yapmaya “soyunuyor”. Tüm gerici güçler “el birliði” etmiþ, þeriatý yeniden “doðuma” hazýrlýyor: Günler olaylara “tohum”; Amerika Türkiye’yi “terbiye etmeye” hazýr öðretmen rolünde; MÝT, Kontrgerilla emrinde; faþistler ve dinciler maþa; Aleviler, devrimciler ve sosyal-demokratlar düþman. Koþar adým iç savaþ. Koþullar CIA Ajaný Peck’in kitle katliamlarý yaratma planýnýn “kanalýna oturduðunu” gösteriyordu: 19 Aralýk 1978 günü, Kahramanmaraþ’ta, bir ülkücü, saat 21 sularýnda Çiçek sinemasýný bombaladý; bombalama olayý, katliama giden olaylar zincirinin ilk adýmý oldu. Sinemada o anda “Güneþ Ne Zaman Doðacak” adlý, “Sovyetler Birliði’nde komünist zulmü” (Devamý 2. Sayfada)
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 2
¸ E SERÇESM
(Baþtarafý 1. Sayfada.)
Köktendinci “Cüret” anlatan bir film oynuyordu; bombanýn atýlmasýyla birlikte, Türkoðlu ilçesinden gelen bir grup faþist, “Kanýmýz Aksa da Zafer Ýslamýn”, “Ya tam susturacaðýz, ya kan kusturacaðýz”; “Müslüman Türkiye”, vb., sloganlar atarak seyirci kitlesini galeyana getirdi; harekete geçen kitle CHP il binasýna saldýrdý. Ýzleyen gün, Kahramanmaraþ’ta, Alevilere ait bir kýraathane bombalandý. 21 Aralýk’ta, Kahramanmaraþ’ta, iki TÖB-DER’li öðretmen öldürüldü. Ertesi gün, öldürülen öðretmenlerin cenazesini taþýyan kalabalýða faþistlerin yönlendirdiði bir topluluk, “Komünistlerin, Alevilerin cenaze namazý kýlýnmaz” diyerek saldýrýya geçti. Baðlarbaþý Camii imamý Mustafa Yýldýz cemaata þöyle sesleniyordu: “Bir Alevi öldüren beþ sefer hacca gitmiþ gibi sevap kazanýr; din kardeþlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karþý ayaklanmalýdýr; çevremizde bulunan Alevileri ve CHP'li Sünni imansýzlarý temizleyeceðiz.” Gerilimin çatýþmaya dönüþmesi üzerine törene katýlanlar daðýlýnca cenazeler ortada kaldý. Güvenlik güçlerinin herhangi bir müdahalesiyle karþýlaþmayan saldýrgan kitle, kent çarþýsýna yöneldi: Alevilere ve CHP’lilere ait birçok iþyeri tahrip edildi; üç kiþi öldürüldü. Ayný günün gecesi, faþist ajitatörler kent sokaklarýnda dolaþarak “Solcu Alevilerin silahlý saldýrý yapacaðýný” yayarak herkesin silahlanmasýný saðladýlar. Aralýðýn 23’ünde, Kahramanmaraþ’taki olaylar karþýlýklý çatýþma boyutunu aþarak solculara ve Alevilere yönelik tek yönlü bir katliama dönüþtü: Henüz kente askeri güç sevkedilmemiþti. Saldýrýlarýn yer yer polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine “polis-halk çatýþmasýný önleme” gerekçesiyle sabah saatlerinde kentteki tüm polisler görev dýþý býrakýldý. Ýzleyen gün, Kahramanmaraþ’ta sokaða çýkma yasaðý ilan edildi: Sokaða çýkma yasaðý vardý, ama buna görev dýþý býrakýlan “güvenlik güçleri dýþýnda uyan” da pek yoktu. Faþistlerin çevre köy ve ilçelerden taþýdýðý silahlý gruplarýn da takviyesiyle iyice azgýnlaþan saldýrganlar, “Komünistleri býrakmayalým, Allah yoluna kesin, Sütçü Ýmam aþkýna vurun”, “Bugün cihad günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider”, “Alevileri öldürelim, memleketten temizleyelim”, “Alevileri öldürün, þahit kalmasýn” naralarýyla Alevilerin yaþadýðý Yörükselim, Yenimahalle, Serintepe, Maðaralý, Karamaraþ mahallelerine saldýrýya geçti; sokak sokak tarandý, bombalandý; önceden iþaretlenen Alevi evleri özel olarak kundaklandý; “Alevilerin dinsiz ve sünnetsiz olduðu” yayýldýðýndan erkeklerin pantolonlarý indirilerek sünnetli olup olmadýðý kontrol edildi; ölülerin ve yaralýlarýn taþýnmasý engellendi; tedavi edilmesin diye hastaneler kuþatýldý; insanlar kadýn-erkek, hamile, çocuk-yaþlý, hasta, yaralý ayrýmý yapýlmadan katledildi. Kayseri’den getirilen Hava Ýndirme Birlikleri, Gaziantep’ten getirilen jandarma, gökte uçan uçaklar bile olaylarý önleyemedi; sözde kent havadan kontrol ediliyordu; yerde ise eli kanlý faþistler ve provokatörler Alevi caný, devrimci caný “alýyorlardý”. Aralýðýn 25’inde olaylar akþama doðru yatýþtý: Resmi rakamlara göre yüz on bir kiþi öldü; yüzlerce kiþi yaralandý; iki yüz on ev ve yetmiþ iþyeri yakýlýp yýkýldý. Katliamýn ardýndan Alevilerin büyük bir çoðunluðu kenti terketti. Ertesi gün, Kahramanmaraþ olaylarý nedeniyle on üç ilde sýkýyönetim ilan edildi. Ð
2
Bakýn Þu Alevilerin Ettiklerine, 2002 Seçimlerinde “AKP’ye Oy Vermiþler” Birisine Göre!. Yani Aleviler de Yaktýlar Sivas’ta 37 Caný ve Gazi’de! Öyle mi A Canlar? Fikret Otyam Birisinin “2002’de Aleviler AKP’ye oy verdi” yollu demeci yurt içinde ve yurt dýþýndaki Alevi canlarý ayaða kaldýrdý, kendisini Alevilerin ve Bektaþilerin tek “ruhani lideri” ya da “baþý” sanan zat “AKP’den umutluyduk” demiþ ve Alevilerin 2002 seçimlerinde AKP’ye oy verdiklerini açýklamýþ!. Herkese soruyorum, Ýstanbul Büyükþehir Belediye Baþkaný seçilir seçilmez ilk iþi bir cemevini dozerle yýkmaya kalkýþan bir zatýn partisinden aklý baþýnda olan kiþi nasýl, nasý1 umutlu olabilirdi, söyler misiniz? Adam Ýmam Hatip lisesi kültürlü, beþ vakit abdesli namazlý (!) ve Alevi inançlý yurttaþlar için taþýdýðý görüþ, ilk fýrsatta bunlara dozer sürmek olan bu insana ve onun partisine inanç özgürlüðünden dem vursa bile, evet nasýl, nasýl inanýldý da o oylar verildi, söyler misiniz? O kafalar ki, yani Alevilerin oy verdiði denilen kafalar ki, Alevileri neredeyse adamdan saymayan kafalar ki 2005 yýlýnýn sonunda bile ayný kafalardýr, neden mi? Hangi birisin saymalý, Diyanet bu toplumu yok sayýyor sýkýlmadan, o kafalar ki din derslerinde Alevilere yer vermeyi akýllarýndan geçirmiyor, o kafalar ki cemevlerini “saz ve dümbelek çalýnan, içki içilen evler” olarak niteliyor ve aþaðýlýyor ve hep bir aðýz haykýrýyorlar: “Üst kimlik Müslümanlýktýr” ve þimdi inanç özgürlüðünü aðýzlarýna bile almýyorlar ve o kafalar ki Þeyh-ül Ýslam Ebussuut Efendi kafasýnýn ardýllarýdýr ve daha daha niceleri!. Þimdi, inanç özgürlüðü sözü etti diye Aleviler bu kafalara oy verdi öyle mi? O kafalar ki Alevi köylerine camiler diken ve cemevlerine yer verdirmeyen, bunlara mý oy verdi Alevi canlar, öyle mi ? O kafalar deðil mi Alevileri azýnlýk olarak gören, görülmesi için akýl almaz çabalar gösteren? Sen kalk ey Alevi canlar bu kafalarýn partisine oy ver; ola ki bir iki saf, temiz yürek dýþýnda milyonlarca Aleviyi bu kazana nasýl, nasýl atarsýnýz söyler misiniz?
Yýlbaþý Geldi Aman Çevir Kaz, Hindi Yanmasýn !. Anlaþýlan deðil, bilinen bir gerçek; 2002’de Aleviler AKP’ye oy verdi söyleminin içinde ve yurt dýþýnda büyük tepki doðurmasý üzerine söyleþi “Bazý Aleviler de” verdiye dönüþtü, ama bazý Alevilerin de Erdoðan’a oy verdikleri þeklinde yeniden düzenlendi ertesi günü! Buna karþýn, sanki bilinmeyen bir þeymiþ gibi AKP Grubu’nda “Alevi kökenli tek bir milletvekili yokmuþ!” Neden, nasýl olsun ki? Eh, görünen odur ki 2006 yýlýnda seçim olacak gibi ve soralým, ey Ali evlatlarý bir kiþi olsa dahi o kafalara oy vermek var mý? Varsa birleri çýkar yine “2006 seçimlerinde Aleviler AKP’ye oy verdi” der, sonra da bu “bazý Aleviler”e dönüþtürülür!
Derdim Çoktur Hangisine Yanayým? Derdimin baþý þu: Ulu ozanýn “Gelin Canlar Bir Olalým” buyruðunun kimi Alevi canlar arasýnda “Gelin Canlar Bir Olmayalým”a dönüþmesi!. Bilmeyenler, görmeyenler görsün bilsin bunu, þeriat gýdým gýdým kimi zaman tüm hýzýyla geliyor, ayrýlýðýn/gayrýlýðýn yeri ve sýrasý mý? 2002 de kimi Alevilerin AKP’ye oy vermesiyle suçlanmasý, o oy alanlarýn bu ülkeye ettikleri çaðdýþý ve laik Türkiye Cumhuriyetini Ýslam cumhuriyetine dönüþtürme uðraþlarýna ortak kýlmak Alevi toplumuna yapýlan en büyük, en haksýz/yersiz/gereksiz bir bühtandýr hatta gaflettir diyorum, haksýz mýyým? 2006 yýlýnda tüm Alevi toplumunu dirlik, birlik ve güç birliði içinde görmek en büyük niyazýmdýr. Göktanrý kabul ede..
Fikret Otyam’ýn sekseninci yaþýný en içten dileklerimizle kutlarýz. Daha nice yýllar bu yola hizmeti dokuna ve Nahl Suresi 57. Ayet’in vacibesini yerine getire.
Serçeþme Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 3
¸ E SERÇESM
Hak ile Hak Olma Sevdasý ve Sevenin Sevilende Kaybolduðu Bir Aþktýr Alevilik
A
Serçeþmenin Bir Abdalý Mehmet Turan
lararasý dostluðu da karþýlýklý ulusal deðerlere saygýlý ‘bir orman gibi’ kardeþlik ve dünya birliði ile açýklamanýn bundan daha güzel anlatýmý olur mu ki? Demokratikleþmeye gelince: Þunu unutmamak gerekir ve hepiniz bilirsiniz ki küreselleþme, ülkeler içi demokratikleþme süreci tamamlanmadan ve bu sürecin sonuçlarý uluslararasý demokratikleþmeye ulaþmadan olanaksýzdýr. Bu konuyu, burada bulunan deðerli uzman dostlar daha geniþ açýlýmlarýyla Düzenleme Kuruluna; sizlerle paylaþmýþlardýr sanýrým. Hünkârým adýna düzenlenen etkinlikleriniz çerAleviliðin/Bektaþiliðin demokratikleþme süreçevesinde sempozyumun ikinci gününde ‘Küreselcindeki özverilerinin, hele hele ülkemizin demokraleþme ve Demokratikleþme Sürecinde Alevilik/Bektikleþme sürecine verdikleri katkýlarýnýn, azýmsanataþilik’ konusuna ait bildiri metnimi aþaðýda gönmayacak ve hatta en yüksek seviyede olduðu da deriyorum. apaçýk ortadadýr. Demokrasi bir saygý olgusudur. Mehmet Turan Alevi Bektaþi toplumu, doðayý insandan ayýrmadan insanýn yaþamýna, hak ve hürriyetlerine duyulmasý Merhaba canlar, Hepinize aþk-ý niyazlar. gereken bu saygýyý, kadimden aldýðý öðreti ve ikrarý Gözlemekteyiz insanlarýmýzý, izlemekteyiz dinile hisseder özümser ve duyar. Daha doðrusu özümlemekteyiz. semek ve duymak zorundadýr. Yalnýz bir özrümüz Pek çok sözler edilmekte düþlere ve düþüncelevardýr bu konuda, önce bireyden ve aileden baþlare dair, her bir dost, her bir can, ayrý ayrý anlatýlara masý gereken demokratik davranýþlarda bazen yönelmekte kültürünü, inancýný anlatýrken. Ama sözümüzle özümüzün bir olmadýðýný da itiraf etmedalýndýðýnda tüm bu anlatý nehirlerinin aktýðý ummiz gerekir. mana, gözle görülmez, elle tutulmaz, fakat. hisseÇoðu kez söylemlerimizde kalýr demokrasi dedilir bir birlikteliðin içinde bulur tümü de kendinilen eþitlikçilik. Ve ailede, eþler arasýnda ve de gelerini. Ayrý ayrý gibidirler, ayný yerdedirler. Varýlasý nellikle kadýnýn aleyhine iþleyen bu dengesizliði göz menzil aynýdýr aslýnda ama farkýnda deðillerdir. ardý edemeyiz. Alevilik/Bektaþilik, pek çok bilinen Bunun farkýna o ummana dalýndýðýnda varýlýr. örneðini açýklayabileceðimiz bu eþitsizliði, yani, deKolay deðil Alevi/Bektaþi olmak ve hiç de komokratik davranmamayý ortadan kaldýrmaktýr. lay deðil Alevi/Bektaþi’ce yaþamak. Çünkü bunun Mehmet Turan Dede Antalya’da yapýlan Bu kýsa özeleþtirinin ardýndan da, genellikle topiçin Hünkâr Bektaþ Veli’yi özümsemek gerekir, bir cemi yönettikten sonra, Mayýs 2005 lumumuzun tutucu diðer kesimlerine kýyasla, aileO’nun bizlere ulaþtýrmaya çalýþtýðý ve kadimden almizde ve toplum içerisinde demokratikleþme sürecine çok büyük katkýdýðý, kadimden gelen insan olabilme öðretisiyle, Ýmam Ali’nin þahsýnda, larýmýzýn bulunduðunu da özellikle belirtmek gerekir. Eflatunlarýn (Platonlarýn), Abdal Musalarýn, Þah Ahmet Sultanlarýn, Özetle Alevilik Bektaþilik; küreselleþme ve demokratikleþme süreSücaeattin Velilerin, Veli Babalarýn ve daha nice erenlerin, filozoflarýn cinde, dikkatli, ezdirmecisiz, kültürünü boðdurmacýsýz genel dünya barýbilgeliðiyle, Ýmam Hüseyin’in þahsýnda, Spartaküslerin, Mansurlarýn, þý ve kardeþliðine kadimden beri olumlu bakmakta, olumlu yaklaþmakta, Nesimilerin, Þeyh Bedrettinlerin, Pir Sultanlarýn dik duruþuyla yoðrulkendi toplumsal yaþamý içerisinde demokrasiyi de azami ölçüde uygulamak gerekir. maya özen göstermektedir. Siyasi bir erek midir Alevi Bektaþilik? Deðildir. Kör bir inanç mýdýr? Ülkemizin içinde bulunduðu uluslararasý diyaloglara ve uluslararasý Deðildir. Salt tapýným, salt dilem, salt kulluk, salt inanýlan, kutsallýða sosyo-ekonomik bütünselleþmeye en büyük destek Alevi Bektaþi yaþanulaþtýðý kabullenilen kiþilere yanýþ, yakarýþ ve bu yanýp yakarmadan týsýnda zaten vardýr ve kendisini göstermektedir. Ulusal yapýmýz içerisinimdat umuþ mudur? O da deðildir. Peki çýkar amaçlý bir seremoni midir? deki bu uygar davranýþ yumaðýnýn, diðer demokratik ve barýþçý toplulukO hiç deðil. O halde nedir Alevilik/Bektaþilik? larla birlikte, ana sarýmlarýdýr Alevi/ Bektaþiler. Alevilik/Bektaþilik, Hak ile Hak Olma Sevdasý ve Sevenin SevilenErenlerin pirlerin bizlere gösterdiði, yetmiþ iki millete, yani tüm de Kaybolduðu Bir Aþktýr Aslýnda... uluslara bir gözle bakma düsturunu, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Ýþte bu nedenle Aleviliði/Bektaþiliði diðer tapýnçsal ve dogma inançBarýþ, Dünyada Barýþ” özdeyiþiyle de bütünleþtiren, biz Alevi Bektalardan da farklý görmek, farklý algýlamak gereklidir. þiler, hiç kimseyi, hürriyetine ve hakkýna dokundurtmadan ve hiç kimseAdýna globalleþme de denilen küreselleþme evresinde Alevilik Beknin hakkýna ve hürriyetine dokunmaksýzýn dünya kardeþliðine ta baþýntaþilik; felsefesi, inancý ve yaþamý ile zaten küreseldir. Çünkü evrenseldan kucak açmýþýzdýr. Bu edebimizde vardýr, erkânýmýzda vardýr, yaþaliði benimseme amaçlý bir felsefi yapýnýn, kiþi bazýnda bireysel, toplum mýmýzda vardýr. bazýnda ülkesel kalma gibi bir sýnýrlaþmayý benimsemediði, benimseyeAlevi/Bektaþi düsturunun inancýna yönelik hizmeti acizane olarak yümeyeceði, açýkça ortadadýr. Harabi’nin diliyle “Vahdet Sarayýnda birlikrütme çabasýnda bulunan bir ocak hizmetkârý olarak, küreselleþmede ve ten” söz eden bir anlayýþ, Ýbreti’nin yüreðiyle, demokratikleþme sürecinde Alevi/Bektaþi görüþü ve düþüncesini, ancak Ýbreti der varlýðýmýz bitmezdi cemlerimizdeki ve yaþama aktarmaya çalýþtýðýmýz aktörelerimizdeki Ýnsanoðlu yanlýþ yola gitmezdi yönleriyle ve bize ayrýlan süreye saygýlý kalarak açýklamaya çaba gösterAyrý gayrý devlet icap etmezdi mekteyiz sizlere, yoksa bunun sosyal, siyasal ve ekonomik içerikleriyle Dünyaya bir bayrak diker giderdim. ilgili sözleri söylemek, bu konularýn uzmanlarýna aittir. Biz bildiðimizin öðretmeni, bilmediðimizin öðrencisi olmayý yeðleriz her daim. diyen bir düþün deryasý ve o deryaya dalabilenler, Hünkâr-ý Pir’den Ve bu duygularla tek arzumuz var bize öðretmen olacak dostlardan: aldýklarý , dil, din, ülke, renk, cins ayrýmý gözetmeksizin, tüm insanlara Ne olur, Aleviliðimizi/Bektaþiliðimizi, kendi saf ve temizliði içerisinde (yetmiþ iki millete) bir gözle bakma ikrarýný verdikleri günden baþlabýraksýnlar. Aleviliðimize/Bektaþiliðimize, baþka isim tamlamalarý, yeni yarak, býrakýn küreselleþmeyi evrenselleþmeyi hedeflemiþlerdir aslýnda. takýlar getirerek, onun kadimden gelen sonsuz geniþliðine sýnýrlar koyAncak bu ideallerinde Nazým’ýn sözlerini de akýllarýndan çýkarmazlar: masýn, Alevilik/Bektaþiliði dogmalara boðdurmasýnlar Yaþamak bir aðaç gibi tek ve hür Yarin yanaðýndan gayri her yerde, her þeyde hep beraber diyebilVe bir orman gibi kardeþçesine. menin coþkusuyla ve aþk ile sevgiler saygýlar sunuyorum hepinize. Mehmet Turan Küreselleþmede ulus varlýðýnýn ve ulusal çýkarlarýn hiçbir zaman göz Þah Ahmet Sultan Ocaðý (Dede) ardý edilemeyeceði gerçeðini ‘bir aðaç gibi’likle, ‘tek ve hür’lükle; ulus-
þaðýdaki bildiri metnini hazýrlamýþ ve iletmiþtim Hacý Bektaþ Anma Etkinlikleri Düzenleme Kurulu’na; önceden de davet edilmiþtim. Sebebi neden hasýl bilinmez, sonradan programdan adýmýn çýkarýldýðýný öðrendim. Her ne hal ise, üzerinde durmanýn gereði de yok. Bildirimi Serçeþme okurlarý ile paylaþmayý daha uygun buldum ve aþaðýya aktarýyorum.
Kasým 2005
3
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 4
¸ E SERÇESM
Asyada Hayvan ve Bitki Tapýmý Bölüm - I Esat Korkmaz
A
Mantýk gereði Asya topraðýnda “hayal” ürünü sya’da hayvan ya da bitki hayvan ya da bitki betimleri yerine “anormal” tapýmýnýn ayrýntýlarýnda gezinGöðe “yükselmek” için Yeryüzü’ne; biçimli hayvan ya da bitki betimlemeleri mek, “ruh”un, daha doðru Yeryüzü’ne “inmek” için Gökyüzü’ne yapýlmýþtýr. Böyle olmakla birlikte yine de anlatýmla “kutsal” olanýn “hizmet” etmek, sayýca az ve belirleyicilikten uzak “hayal “öyküsüne” katýlmak anlamýna ürünü” varlýklar da vardýr. gelir. Asyalý insanýn hayvanlara ve bitkilere “Mavi Göðe” ve “Kara Yere” borcunu Ýnsanlarýn, hayvanlarýn ve bitkilerin yaklaþýmý, “yaþam ilkeleri”ne, farklý “yaþam ödemek gerekir biçimleri”ne verdikleri önemi gösterir. “sahibi” durumunda bulunan “ruhlar”, birVaroluþun dýþa vurumu baðlamýnda hayvan birine “benzediðine” göre kökenlerinin ve ve/ya da bitki, yaþamýn en mükemmel ve en güçlü temel kaynaðýný oluþkaderlerinin de “ayný” olmasý gerekir. Hangi “biçim” altýnda olursa olsun turur: “Geriye dönüþ”le ata kaynaðýyla buluþmasýný, “tarihi aþma” “yaþamýn kaynaðýnýn, seyrinin ve sonunun” ayný güçlere baðlý olmasý ve anlamýnda sonsuza ulaþmasýný saðladýklarý için Asya insaný, kendisinden ayný deðiþiklikleri yaþamasý gerekir. “ayrý” düþünmez hayvan ve/ya da bitkileri. Bu nedenle ilgi alanlarýnýn en Asya insanýnda yaþamýn “birliði”ne iliþkin algýlanma, yaþayan her ön sýrasýnda “simge”, “örnek” ya da “eyleyen/eylemli” olarak yer alýrlar. þeyin “eþit” olduðu sonucunu vermez: Þefi, savaþçýyý ya da esiri “eþit” Avcýlýk yapan toplumlarda insan, hayvan “öldürmezse” beslenemez ve kabul etmek kimsenin aklýna gelmez; týpký bunun gibi deðiþik hayvan, ölür; hayvancýlýk yapan toplumlarda ise insan, sürüsünü yitirirse yaþama bitki ve maden türleri kendi içlerinde “aþamalý” olarak sýralanýrlar. olanaðý bulamaz. Her iki toplum insanýnýn yazgýsý bir bakýma hayvanýn Sýralamada bir insanýn, hayvanýn, bitkinin ya da nesnenin yeri, onlarý yazgýsýna baðlýdýr. Buna tüm benliðiyle inanan ve hayvana borçlu “canlandýran gücün” üstünlüðüne ve zayýflýðýna baðlýdýr. Bu nedenle olduðunun bilincine varan insan, “hayvanbilimsel bir mitoloji” yaratmak “ilksel insan” çaðýmýz insanýna göre daha alçakgönüllüdür: Daha “zorunda”dýr. “Bitkibilimsel mitoloji” ise hayvanbilimsel mitolojiden yetenekliyim ya da Tanrý’nýn ayrýcalýklý yaratýðýyým diye evrenin “hakisonra gelir: Avcý toplum insanýnýn gözünde bitki, hayvanýn “süsü”dür bir mi” olmak gibi “karasevda”ya tutulmaz. Zayýflýklarýný, sýnýrlarýný, baþarýsýzlýklarýný, kendini kuþatan canlýlarýn gücünü, verimliliklerini ve bakýma; hayvanla iletiþimde katkýlarý olan bir “can dost”tur. Çoban baþarýlarýný “izlemek”, onlarýn sürekli “ayrýmýnda” olmak yükümtoplum insanýnda ise bitki baðlamýnda yalnýzca “ot”un önemi vardýr. Bu lülüðünü öne alýr. Örneðin ateþ onu ýsýtýr, yiyeceklerini piþirir ve onu hayinsanlarýn algýsýna göre bitki, büyüdüðü topraktan “ayýrt edilmek” istevanbiçimli “kötü” ruhlardan korur; ama ayný ateþ, sahip olduðu zenginmez; ama öte yandan mevsimsel, kimi kez günsel “döngü”ye baðlý likleri yakýp yýkabilir. Diðer yandan gökten düþen su ateþi söndürür ve gözükür. Bu nedenle “istisnalar dýþýnda” bitkiler, tek tek deðil, yer-tantopraktaki tohumlarý yeþertir. Taþlardaki deðiþim zamana rýça tapýmý kapsamýnda toplu olarak ele alýnýrlar. “direnebildiðinden” duraðan yaþamýn simgesidirler; atalar onlarý dikip Asyalý insanýn “ata” ya da “rehber” olarak seçtiði hayvan ya bilinen ve günlük yaþamda rol oynayan bir hayvandýr ya da tam tersine az rastüzerlerine mesajlar yazdýðýndan bu yana hiç deðiþmemiþtir. Aðaçlara lanan, egzotik, “tuhaf” görünümüyle þaþýrtýcý bir hayvandýr. Yine de bu gelince onlar “dinamik yaþam”ýn simgesidirler; yaþam ve ölüm döngü“tuhaf”, az rastlanýr hayvan, “yaþanýlan-bilinen” dünyanýn dýþýnda, uzak lerine boyun eðerler; üstünlüðünü, boylarýndan, uzun ömürlü olmalarýndan ya da saðlamlýklarýndan deðil “yaþamý yenileme” yeteneklerinden toplumlara “yakýn” hissedilen bir hayvansa mitsel “öncülük” alamaz. alýrlar. Bu nedenle sürekli kendini “yenilediði”, yani “ölme-dirilme” Çünkü Altay algýsý, “görülen ve görülmeyen” dünyayý, gerçeküstü varyeteneði yüksek olduðu için “aðaç”, bir bakýma insandan “uzaklaþýr”, lýklarla “doldurma” eðiliminde deðildir; hayale kapýlmaktan hoþlanmaz. hayvanýn iþlevini de “aþar”. Anlaþýlacaðý gibi hayvanýn, aðacýnki denli Ama ayaklarýný gerçeklere “basarak” her türlü rüyayý kurar: Tüm olanaklarýyla Göktanrý’dan gelen “gücü” korumak, içki, aþk, av gibi “aþkýn” bir yeri yoktur; insan türüne daha yakýndýr ve insana daha çok zevk veren þeyleri yaþamak, çok çocuk yaparak soyunun sürekliliðini benzemektedir. Ama yine de hayvan, insanda olmayan kimi güçlere sahiptir; Kas gücü, görüþ keskinliði, koku alma duyusu, yön bulma saðlamak, ölüme meydan okuyarak yaþarken “dirilmek” ve bütün bunlarý yoðun bir tutkuyla sürdürmek temel amaç gibidir. Diðer felsefe-inançlaryeteneði gibi. dan daha “dayanýklý” çýkmasý da bu nedenledir. Altaylý insan, evrende Ýnsan için bir tehlikeyi sezmek, yani bu güce sahip hayvanla algýlanabilen her þeyin kendisine “benzediðine” inanýr; görünen ile “özdeþleþmek” ya da yüzmek, yani balýkla “özdeþleþmek” kuþkusuz görünmeyen, canlý ile cansýz arasýnda hiçbir ayrým yapmaz; eþyanýn önemlidir, ancak “uçmak” daha önemlidir. Çünkü, ölülerin ruhlarýnýn githareketsizliði yalnýzca “görünüþ”tedir; her þey hareket eder; hareket tiði Tanrý’nýn evi “yukarýda”dýr. Ýnsan, yaþamýnýn kimi anlarýnda “Göðe” eden her þey doðar, büyür ve ölür. Rüzgâr, gök gürlemesi, yýldýrým, akan, uçabilmelidir. Çok uzak “geçmiþte” Göðün yolu kýsa idi ve aþýlmasý düþen ya da duran su, toprak ve daðlar her þey canlýdýr; kayalar, taþlar, kolaydý; bedenleriyle Göðe çýkabildikleri “mutlu” bir dönem yaþadýlar. aletler ve silahlar canlýdýr. Bu toprak insaný yaþamý, bildiðinden “farklý” Sonralarý mesafeler uzadý, yolu bulmak zorlaþtý; simgesel duruma geldi: biçimde tasarýmlayamaz. Dolaysýz olarak kavradýðý “þeylerin” ötesine Artýk Göðe ancak “aðaçlarla” ulaþýlabilir. Ne var ki aðaç uçmasýný taþýndýðýnda, “olanaklarý”nýn sýnýrlarýný aþtýðýnda, yani “ölüp ölüp “bilmez”; uçmasýný bilen için bir köprüdür o. Sorunun çözümü için dirilme” yeteneði kazandýðýnda, “evrenin tartýþýlmaz birliði”ne varýr; “kanatlý” bir hayvanýn, yani kuþun ya da kuþun bulunmadýðý yerde nasýl bütün doðanýn “dili”ni anlayabilir. Anlamayla birlikte “görünüþ”ün kanatlara sahip olunacaðýný “unutmamýþ”, yani “su” kökenli iyi bir ardýndaki “gerçek” açýða çýkar, bu “ruh” ya da “can”dýr. Her nesnenin, cinin(perinin) yardýmýna gereksinme vardýr. her yerin, canlý-cansýz her þeyin, “ruh” olarak algýlanan bir “sahibi” onuç olarak insan, bitki ve hayvanýn yaptýklarýna “uymalý”dýr; vardýr. Var olan her þey, “sahip” durumundaki ruhun “çeþitli biçimler”de onlarla “eþzamanlý” hareket etmeli, evrene “uyarlanmalý”, görünüþe taþýnmasý anlamýna gelir. Bu baðlamda doðanýn birliðini ifade evren bilincine “katýlmalý”; düzensizliðe müdahale etmeli, eden “tüm ruh”un “denetimi”, “eðilimi” dýþýnda “doðaüstü” ya da dünyasýný düzenlerken evreni de “düzenlemeli”dir. Gökle “olaðanüstü” bir varlýk yoktur. Ruh nesnelere “geri dönüþümsüz” bir iletiþime girmek için aðaca ve hayvana “baðýmlý” olan, bitki hareket olanaðý verir. Her “ruh”, kendisini taþýyan biçimden “farklý”dýr, örtüsünün bitmeyen “verimliliði” ya da daha iyi yüzen, daha iyi uçan ancak ayný zamanda bu biçimin “kendisi”dir. Bu biçimin içinde yer alahayvan karþýsýnda “þaþkýna düþen” Altay insaný sürekli “zayýflýklarý” ile bildiði gibi dýþýna da çýkabilir, çýkýp dolaþabilir. Daha doðrusu insanlar, yüzleþir. Yüzleþme sürecinde, gözlemlediði tüm farklýlýklara karþýn hayvanlar ve bitkiler gibi nesnelerin de bir deðil, birden fazla ruhu vardýr: doðasýnýn, evrenin yapýsýyla ayný olduðunun, yetersizliklerinin “insan” Bu ruhlardan her biri “farklý” görünümler alabilir; sözgelimi hayvanolmaktan kaynaklandýðýnýn “ayrýmýna” varýr. Kendi doðasýna, “doða biçimli bir ruh, bitkibiçimli bir ruh ya da insanbiçimli bir ruh, hem biçiyasalarýndan farklý bir yasa” uygulamak aklýna gelmez; zayýf yönminin gösterdiði þeydir, hem de baþka bir hayvandýr, bitkidir ya da lerinden bunaldýðýnda, kendisinden daha güçlü bulduðu hayvana ya da insandýr. Bu nedenle “dönüþüm yeteneði” yüksek, yani “baþka biçimler” bitkiye “dayanmak” ister: Hayvan ya da bitkileri “taklit” etmek, eðer alabilme yeteneði sýnýrsýz olan insan, hayvan, bitki ya da nesneler mitsel olanaklý ise onlarla “özdeþleþmek” kurtuluþu için “tek þansýdýr”; bu þanolarak “öne” çýkar. sýný býkmadan usanmadan deðerlendirmek ister, hepsi bu. Gerçekdýþý varlýklarý “yadsýyan” bir gerçekçiliðe dönük belirgin eðilHayvan ve bitkiye yönelik bu tasarýmlarý yapan topluluklar “göçeim nedeniyle bir hayvan ya da bitki, “insan” olarak düþünüldüðünde, be”dir; çünkü, yerleþik yaþam tarzý, “boy” temelli örgütlenmeye “uy“masalsý” hayvan ya da bitki de “masalsý insan” gibi tasarýmlanacaktýr. maz.” Ancak, olaðanüstü olgular durumundaki büyük göç hareketlerini
S
4
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 5
¸ E SERÇESM
dýþta býrakýrsak her göçer topluluðu, “sahibi” olarak algýladýðý topraðýný terk etmez. Hemen hemen tüm “dinsel/ inançsal dünyasý”, yerleþtiði topraðýn sýnýrlarýyla “sýnýrlý”dýr denebilir. Örgütledikleri toplumsal sisteme bir ad vermek gerekirse buna “boy komünizmi” ya da “kan komünizmi” demek anlamlý olur kanýsýndayým. Bu nedenle Altay halklarý “yaþamýn birliði”ne, canlý varlýklarýn yalnýzca “yoðunluk” olarak birbirlerinden farklý bulunduklarýna, yapýsal açýdan “benzer” olduklarýna inanýr; tüm evren, kendileriyle “ayný” biçimde düzenlenmiþtir; her tür, insan türü gibi bir toplum oluþturur. Yani insanlarda olduðu gibi “ayný özellikleri taþýyan, ayný kurallara uyan ve ayný biçimde örgütlenen” bir hayvan, bitki ya da maden “toplumu” vardýr. Sözgelimi “birey” olarak algýlanan tek tek aðaçlardan oluþan bir orman ya da koru, daha güçlü “ortak bir ruha” sahiptir: Bu ruh, hem aðaçlarýn ortak ruhudur hem de üzerinde yaþayan insanlarýn ortak ruhudur. Yine bir araya getirilmiþ, yýðýn oluþturmuþ taþlar, Altay halklarýnýn kutsal saydýðý tek tek taþlarýn ruhundan daha güçlü “ortak” bir taþ ruhu kartal baþlý geyik figürü. yaratýrlar: Bu ruh, hem taþlarýn ortak ruhudur hem de o (Atlas dergisi, sayý. 92, Kasým 2000) coðrafyanýn “sahibi” durumundaki topluluðun ortak ruhudur. Hayvanlar için de ayný þey geçerlidir. Bu durumda insan topluluðuyla, bitki, hayvan ya da maden topluluklarý arasýnda “çatýþmalar” olabildiði gibi “anlaþmalar”, “ittifaklar” da olabilir. Bu kapsamda “av” kimi hayvan topluluklarýyla yapýlan bir “savaþ”týr; kimi hayvanlarý “evcilleþtirme” o hayvanlarla bir “ittifak” yapmadýr. Maden, bitki, hayvan ya da insan topluluðu “canlý” olduðu için “beslenmek” durumundadýr; yiyip-içerek “ortak bir ruhu, ortak bir iradeyi dýþa vurur”; “ortak iradeyi dýþa vuran” topluluk bir bakýma “halk” olarak algýlanýr; halk da “insan” gibi tasarýmlanýr; týpký insan gibi doðar, yaþar ve ölür. Demek ki “canlý doða”nýn temsilcileri durumundaki insanlar, hayvan ve bitkiler nasýl doðuyor, yaþýyor ve ölüyorlarsa daðlar, taþlar, sular, topraklar da “doðar, yaþar ve ölür”. Bu nedenle Altay kan topululuklarýnýn “kurucu ata”sý ya da insanlýðýn “soy ata”sý, bir erkek ile bir kadýn arasýndaki “cinsel iliþki” sonucunda deðil, “gerçekleþtiðine inanýlan” belki “mucize” olarak tanýmlayabileceðimiz bir “olay” sonucu doðar: Örneðin ilk Türk kan topulumu tasarýmlarýnda insanlarýn “doðmasý” için Gökyüzü ile Yeryüzü’nün “evlenmesi” ya da “seviþmesi” gerekir. Kül Tegin ve Bilge Kaðan yazýtlarýnda kafalarýmýza “kazýnan” þu tümceler bu anlayýþýn “kanýtý” durumundadýr: “Yukarýda mavi Gök aþaðýda karanlýk Yer meydana geldiði zaman, bu ikisinin arasýnda insanýn (kiþi) oðullarý belirmiþtir. Atalarým Bumin Kaðan ile Ýstemi Kaðan, insanýn çocuklarý üzerinde hüküm sürmüþlerdir.” Köken mitlerinin büyük çoðunluðunda, bu örnekte gördüðümüz gibi “bir erkek öðe ile bir diþi öðe”nin “iþbirliði” vardýr. Yine kimi “köken mitleri”nde erkek öðe, diþi öðe açýlýmý, “erkeklik organý”na ya da “diþilik organý”na yönelik “yaratýcý neden” temelli bir tapým görülür: Ýbn Fadlan, Bulgar erkeklerinin üzerlerinde “erkeklik organý”nýn resmini taþýdýklarýný, onu “tek yaratýcýmýz” diye öptüklerini anlatýr. Altay Þamanizmi’nde de erkeklik organýnýn ve diþilik organýnýn öne çýkarýldýðý “erotik” bir tapýmýn izlerine rastlanýr. Diþi öðe-erkek öðe karþýtlýðýnda, erkek öðenin vazgeçilmezliðinden çok “diþi öðe”nin vazgeçilmezliði vardýr: Doðumun gerçekleþebilmesi için bir “dölyataðý”nýn olmasý ve buraya bir “ruh” ya da “ruh donu”nda bir nesnenin, hayvanýn kimi kez insanýn girmesi zorunludur. Tasarým gereði, diþilik organýn simgesi olan “maðara”, kuþkusuz insanlýðýn bildiði en eski “dölyataðý”dýr. Asya hayvanbiçimci köken mitlerinde ilk sýrayý “kurt” ya da “mavi kurt” alýr: Tarihin uzak geçmiþine tarihlenen bu söylencenin birkaç çeþitlemesi var. Bunlardan birine göre: “Vusunlarýn kralýnýn adý Kun-mo’dur. Kun-mo’nun babasý, Hiong-nularýn batý sýnýrýndaki küçük bir toprak parçasýnda hüküm sürüyordu. Hiong-nular onu yakalayýp öldürdüler. Kýsa bir süre önce doðmuþ olan Kun-mo bir çöle atýldý. Orada, aðzýnda bir et parçasý tutan bir karga üzerinde uçtu ve bir kurt gelip emzirdi. (Hiong-nularýn) Þan-yu’su bu mucizeye hayran kaldý, Çocuðu kutsal saydý ve büyümesi için serbest býraktý.”
OZAN CEVRÝ (NEJAT BIRDOÐAN)
Ne Dersin Ahu gözlüm güze döndü günlerim Hasretinle solayým mý ne dersin? Umutlara diken battý inlerim Can baðýný salayým mý ne dersin Düþüm mecnun gibi Leyla daðýna Yanam mý Keremce aþk çeraðýna? El uzatmam þu sinemin daðýna Bu yangýnla kalayým mý ne dersin? Gireyim mi bir gönülden dergahâ Yüzüm sürem al yanaklý bir þaha Hak yoluna evel koyan Allah’a Kýlýç çekip çalayým mý ne dersin? “Yasak” dedi, baðladý her demimi Nasýl anlatayým can sitemimi? Sevap denizine günah gemimi Yelken açýp salayým mý ne dersin? Elif Allah ise “Ba”ya baðlý Ali’nin sýrrý da imlaya baðlý Ýnsan denen umman noktaya baðlý O ummana dalayým mý ne dersin? Cevri, dost yoluna koydum serimi Nesimi’yim, bugün yüzün derimi Dört kitapta bulamadým yerimi Sözü ele alayým mý ne dersin?
Gönül Çeraðýný Yaktým Hey erenler medet Mürvet Cüda düþtüm semahýndan Elim yerde özüm darda Sýyýr beni günahýndan Ben bende ki beni yýktým Birliðin köþküne çýktým Gönül çeraðýný yaktým Iþýk geldi penahýndan Taþým bir harcým oniki Yüküm bir hurcum oniki Kalem bir burcum oniki Cevri gönül dergahýndan
Daha “resmi” duran bir baþka çeþitlemede olay þöyle anlatýlýr: “Vusunlarýn kralýnýn adý Kun-mo’dur. Babasý Ta-yu-çe’lerle birlikte K’iilen ve Tun-Huang arasýnda oturuyordu ve küçük bir toprak parçasýnda hüküm sürüyordu. Ta-yu-çe’ler onu yakalayýp öldürdüler ve krallýðýný elinden aldýlar. Halký Hiong-nularýn imparatorluðuna sýðýnarak kurtuldu. Oðlu kýsa bir süre önce doðmuþtu. Vasisi onu kucakladý ve çöle kaçtý. Günlük yiyeceði bulmak için dýþarý çýktý, geri döndüðünde bir kurdun çocuðu emzirdiðini, gagasýnda bir et parçasý bulunan bir karganýn çocuðun üzerinde uçtuðunu gördü. Bu nedenle onu kutsal saydý ve çocuðu Hiong-nulara götürmeye karar verdi. Þan-uyu çocuðu sevdi, büyüttü. Büyüdüðünde eskiden babasýna ait olan halký ona geri verdi ve bir ordunun baþýna geçirdi... Þan-yu’dan, babasýnýn intikamýný almak için kendisini serbest býrakmasýný istedi Batýya doðru ilerledi ve Ta-yu-çe’leri yendi…” Vusunlarýn birinci çeþitlemede Hiong-nulara, ikinci çeþitlemede Ta-yu-çeler’e karþý baþkaldýrýlarý ve topluluðun “yeniden doðuþu” anlatýlýr: Vusunlarýn yok oluþu birinci çeþitlemede Hiong-nular’a, ikinci çeþitlemede Ta-yu-çeler’e baðlanýr. Her iki çeþitlemede de çocuk “evlat” edinilir; okutulmasý ve yetiþtirilmesi Hiong-nular’a yüklenir. Söylencelerde Hiong-nular “belirleyici” bir iþlev üstlenir: Daha doðrusu, kendisine baðladýðý topluluklarýn “mitlerini”, Hiong-nular kendi egemen durumlarýna uyarladýlar. Bu “uyarlama” geleneði Türk kan toplumlarýnýn ve ardýndan da Moðol toplumlarýnýn “kurt”tan doðan bir atanýn soyundan geldiklerine inanmalarýnýn “kaynaðýný” oluþturur.
Kasým 2005
Sessizlerin Umudu
SU TV ekranda! Yayýna yeni baþlayan SU TV’yi izlemek için gerekli teknik bilgi aþaðýdadýr: UYDU: TURKSAT 1C FREKANS: 12130 SEMBOL: 11719 POLARÝZASYON: Vertical FEC: 5/6 5
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 6
¸ E SERÇESM
HACÝ BEKTAÞ VELÝ DERNEÐI BUCA ÞUBESINDEKI KONFERANSTA
Buca Þube Baþkaný Yazgülü Aðýrgöl ile Söyleþtik madýðýn zaman, bir de sahtekarlýðý oraya sokmadýðýn zaman rahat çalýþýrsýnýz, baþarýlý olursunuz. Bizde bunlarýn hiç biri olmadýðý için çok rahatýz. Þu seçildi, bu seçildi; þuna yardým, buna destek diye kimse bizi rahatsýz etmiyor. Ama biz de iþimizi biliyoruz. Birileri bizim sayemizde bir yerlere geliyorsa bize danýþmak ve destek olmak zorunda. Halkýn güvenini kazandýðýmýz için büyük desteðini de aldýk. Bu binanýn inþaatýný tümüyle halkýn desteði ile, halkýn baðýþlarý ile gerçekleþtirdik.
Bize derneðinizi ve cemevinizi tanýtýr mýsýnýz? Buca Hacý Bektaþ Veli Derneði 1993 yýlýnda kuruldu. Küçük bir odada açýlýþ yapmýþlar, üç dört yýl ön çalýþma olmuþ. Sonra Buca Belediyesi’nden bir yer istemiþler. Buca Belediyesi cemevimizin yerini 1994-95 yýlýnda vermiþ. O zaman atýlan temeli, biz bugün üçüncü kata çýkardýk. Geçen yýl arazinin tapusunu satýn aldýk. Buca Belediyesi, bugün cemevinin önündeki park alaný olan araziyi kendi malý olduðu için cemevine vermiþ. Ancak arazinin geri kalan bölümü Hazine’ninmiþ. Bir ara Belediye küstürülmüþ galiba ki, arazinin bize tahsis edilmiþ olmasýna karþýn adýmýza geçirilmemiþ olan bölümü satýþa çýkarýlmýþ. Arkadaþlarýmýz kiraya baðlamýþlar ve kirasýný uzun süre ödedik. Daha sonra arazinin bu bölümünü seksen milyar lira ödeyerek satýn aldýk. Kýsa süre önce ölen rahmetli Ýzmir Büyükþehir Belediye Baþkaný Ahmet Priþtina’nýn da çok yardýmý oldu. Yer böylece tümüyle bizim oldu. Arsanýn tümü 1152 metrekare ve binamýzýn zemin alaný 615 metre kare. Bu sene üçüncü katýn kaba inþaatýný bitirdik. Þimdi elektrikler döþeniyor, eksikler tamamlanýyor. Dördüncü kata cemevi yapacaðýz. Hizmete açýk olan zemin kat, þu anda hem cemevi, hem de toplantý salonu olarak kullanýlýyor. Kaba inþaatý biten bölümde, konferans salonu, eðitim odalarý, dershaneler ve idari bölüm var. Bu bölümlerin tamamlanmasý çok önemli, çünkü gençliðe ve kadýnlara yönelik çalýþmalar için bu dershanelere çok gereksinim duyuyoruz. Bunlar olmadan, bu çalýþmalarý yeterince yapamýyoruz. Halkla diyalogumuz çok iyi. Dört senedir görev yapýyorum. Bu süre içinde çok ilerleme yaptýk. Baþarýlý bir çalýþma için benim koþullarýmýnn baþýnda derneðe siyaseti sokmayacaksýn, siyasetten uzak duracaksýn. Her insanýn mutlaka bir siyasi görüþü vardýr; o baþka. Siyaseti, aþiretçiliði, ben duygusunu derneðe sok-
6
Dört yýldýr beraber çalýþan bir yönetim ekibisiniz. Ancak üyeleriniz arasýnda çok farklý yörelerden gelen canlar var. Bunlarý birleþtirmeyi nasýl baþardýnýz? Bu dört yýl boyunca, seçimler sýrasýnda ya da se,çimden sonra hizmette hiçbir ayrým yapmadýk. Þu Karslýymýþ, bu Tunceliliymiþ, o Erzincanlýymýþ ya da o Kureyþanlýymýþ, bu Baba Mansurluymuþ demedik. Ben kendim Kureyþanlýyým, dede kýzýyým, ama hiç ayrým yapmadýk. Herkesi ayný tuttuk, bir sevdik. Hepsini kapýda karþýladýðýmýz, kapýda uðurladýðýmýz için bunu saðladýk. Benim çalýþma stilimdir, ben pek koltukta oturmam. Halkýn içinde, onlarýn sorunlarý için koþturmayý severim, çünkü benim halka verilmiþ bir sözüm vardýr. Buca halkýnýn yanýsýra Torbalý’dan, Ýzmir’den, diðer ilçelerden halkýmýz cemevine geliyor. Biz de onlara hizmet veriyoruz. Hepsini kapýda karþýlýyorum, kapýda uðurluyorum. Bizim derneðimizde çok sayýda dede var. Dedeler bu nedenle beni seviyor. Hepsiyle aramýz iyi, çünkü aralarýnda ayrým yapmýyoruz. Dede kýzýsýnýz, emekli öðretmensiniz. Gençlerle çalýþmak ve öðretmek mesleðiniz ve geleneðiniz. Cemevinin yaný baþýnda büyük bir öðrenci yurdu ve binlerce öðrenci var. Onlarla diyalogu geliþtirmek için neler yapýyorsunuz? Þimdiye kadar böyle bir giriþim yapmadýk ama dernek olarak yurdu ziyaret etmek istesek tahmin etmiyorum bir Alevi örgütü olarak bizi içeriye soksunlar. Ancak o öðrencilerle sürekli ilgimiz, iliþkimiz var. Öðrenciler bize geliyor, Aleviler ve Alevilikle ilgili, Nevruz ve Hýdrellez ile ilgili bilgi istiyorlar. Cemle ilgili kaynak ve bilgi istiyorlar. Özellikle canlý kaynaklarla konuþmayý seviyorlar. Derneðimizde onlara bu olanaklarý sunmaya çalýþýyoruz. Merak ettikleri konularda her türlü bilgiyi veriyoruz, yardýmcý oluyoruz. Panelin yapýldýðý gün, yaðmurda koþa koþa gittim, kürsüye koymak için bilgisayarda yazarýmýzýn ismini yazdým, bir çýktý alýp geldim. Burada bir parantez açayým, iþlerin eksiksiz yürümesi için böyle bir çok ayrýntý iþi üstlen-
mek zorunda kalýyorum. Tabii bu durum dört yýl boyunca beni çok yordu. Ayrýca Alevi örgütlerinde düþünen, üretici beyin de çok gerekli ve bulmak da zor. Bunlarýn farkýndayým. O gün, o gençlerden birini gördüm bilgisayarýn baþýnda. Ýki gün önce o genç ve bir arkadaþý için ta Narlýdere’den bir dede getirmiþtik. Dede, bu iki öðrenciye uzun uzun Nevruz’u anlatmýþtý. O öðrenciye, “haberin var, bugün dernekteki panele sizi de bekliyoruz, arkadaþlarýný al gel ” dedim. “Tamam baþkaným” dedi, ama huzursuz oldu ve toplantýya gelmedi! Yani gençler nereye gidiyor bilemiyorum. Bunu dernekte de tam çözmüþ deðilim. Ben de þikayetçiyim, çünkü hiçbir yönetici bile çocuðunu derneðe getiremiyor, getirmiyor. Bunun farkýndayýz. Ayrýca hiçbir yönetici kendi eþini de getirmiyor. Bunlar çok acý. Alevi-Bektaþi toplumunda kadýna saygý büyük, ama kadýn önderler kolay kolay kabul edilmiyor. Siz de bir kadýn baþkan olarak bunun bedelini ödemiþsiniz. Ne yazýk ki ben bizim toplumumuzda kadýnerkek eþitliðini göremiyorum. Hep düþündüm, acaba ben bir kadýn önder, yönetici olduðum için mi beni ezmeye çalýþýyorlar yoksa içe iþlemiþ bir gelenek mi bu? Ben halkýma verdiðim sözü tutmak için, “iþleri doðru baþaracaðým, yüzünüze þimdi nasýl rahatlýkla bakýyorsan, görevden ayrýlýrken de ayný þekilde bir suç iþlemeden rahatlýkla bakacaðým” demiþim. Bu nedenle Böyle bir durumla karþýlaþýnca þunu soruyorum: “Bu Alevi kadýný, sizin kadýnýnýz, sizin kýzýnýz, sizin ananýz, sizin bacýnýz. Onun ayaðýna çelme takmaya çalýþanlar bilsin ki, ona bir kötülük geldiði zaman, sizin hepinize de dokunacak. Bunun bilincinde misiniz?” Ama ne yazýk ki Alevi halkýmýzýn yüzde sekseni bunun bilincinde deðil. Bu çok acý. Serçeþme aracýlýðýyla tüm tüm Alevilere ileteceðiniz sözünüz nedir? Tüm Türkiye Alevilerine özlerine dönmelerini, özlerine sahip çýkmalarýný öneririm. Neyseler o olsunlar, neyseler öyle gözüksünler. Derince bir düþündükleri zaman, Alevi kültürünün güzellikleri, Alevinin kadýna ve erkeðe saygýsý, Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Oniki Ýmam soyunun güzellikleri neyse, yaþamlarýnda onu sergilesinler. Ne olur kadýnlarýna ve gençlerine sahip çýksýnlar. Geleneklerine, göreneklerine sahip çýksýnlar. Örgütlerine de sahip çýkmayý unutmasýnlar. Buca Þubede Esat Korkmaz’ýn verdiði konferansa katýlan canlar. Ýzmir’de bulunan ABF Genel Baþkaný Selahattin Özer’de toplantýyý onurlandýrdý.
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 7
¸ E SERÇESM
HACI BEKTAÞ VELÝ DERNEÐÝ KARÞIYAKA ÞUBESÝNDE DÜZENLENEN KONFERANSTA
Buca Þube Baþkaný Elvan Çelen Dede ile Söyleþtik Bize derneðinizi ve cemevinizi tanýtýr mýsýnýz? Derneði kurduk, dava açýldý. 2000 yýlýnda bazý gerekçelerle derneðimiz kapatýldý. Biz tekrar derneðimizi açtýk. Belediyelerle diyalog kurarak bir mekan yapmaya giriþtik. Burada Sayýn Ahmet Priþtina’yý gerçekten rahmetle anmak gerekiyor. Onun da desteði ile bu gördüðünüz güzel binaya sahip olduk. Bina yapmak yeterli deðil. Ýçini dolduramadýktan sonra saray yapsanýz faydasýz. Biz eðitim çalýþmalarýna önem veriyoruz. Kültürümüzde önemli yeri olan saz ve semah kurslarý zaten olmazsa olmaz. Bunun yaný sýra halk oyunlarý, tiyatro, okuma-yazma eðitimi, nakýþdikiþ eðitim yapýyoruz. Ayrýca þimdi bir bilgisayar kursu baþlatmaya çaba gösteriyoruz. Halkýmýzýn burayý ne ölçüde sahiplendiðini, desteklediðini bu çalýþmalar belirleyecektir. Toplumumuz yýllar boyu asimile edildi ve bu çaba hala sürüyor. Aleviler içinden de Aleviliðin asimile edilmesine yardýmcý olanlar var. Bunlara karþý özellikle gençlere sahip çýkmak üzere sürekli yenilik getirerek eðitim çalýþmalarý sürdürmeye önem veriyoruz. Bir kütüphanemiz var. Halk Eðitim’le iþbirliði içinde geliþtiriyoruz. Kýsa bir süre sonra bir bölümü Alevi inancýna ayrýlmýþ ve geri kalaný da gençlerimizin ders araþtýrmasý için kullanabileceði halde hizmete açacaðýz. Cenaze ve lokma hizmetleri tümüyle binamýzda karþýlanýyor. Bu hizmetleri “muhanete muhtaç olmadan” kendimiz gerçekleþtiriyoruz. Baþkan, siz ayný zamanda dedesiniz, cemlerin çoðunu siz yürütüyorsunuz. Cemevindeki iþleyiþi anlatýr mýsýnýz? Günümüzde cemevleri eskiden köydeki uygulamadan farklý. Eskiden ocak dedeleri vardý, geliyordu ve bir halk mahkemesi kuruluyordu. Küskünler, dargýnlar barýþtýrýlýyordu. Ancak bundan sonra ceme geçiliyordu. Biz burada buna benzer bir uygulama sürdürmeye çabalýyoruz. Kentleþen Alevilik köylerden farklý. Burada seksen bir vilayetin insaný ile karþý karþýyayýz. Dede ceme oturduðunda uygulanan Aleviliðin Þeriat Kapýsý, Sünni Þeriattan çok farklý. Ýnsanlarýn görüþtürülmesi, barýþtýrýlmasý bizde bir Þeriat Kapýsý’dýr. Küskün-dargýn barýþtýrýlýyor, yüz kýzartýcý suç iþlemiþ düþkünlerþaþkýnlar tespit ediliyor, gereken neyse yapýlýyor. Çok güzel bir cem yürütülüyor. Tek sýkýntýmýz dede yokluðu. Dede çok, ama hakikaten dede yok. Alevi toplumunun büyük zarar görmesinin sebeplerinden biri de bu. Çünkü insanlar yýllar boyu babasýndan, atasýndan ne görmüþse onunla devam ediyor, ama Buca’da Konferansa geniþ bir katýlým oldu. Arka sayfada Elvan dede yeni kurulan bilgisayar eðitim odasýný gösteriyor.
Kasým 2005
kentleþmiþ Alevilikte bunlar sorun yaratýyor. Seksen bir vilayetin insanýyla ortak bir cem yapmak her dedenin karý deðil. Yöre farklýlýklarý var, hizmet farklýlýklarý var. Buna raðmen burada büyük bir sorunu yaþamadýk bu anlamda. Yani, “bizim orada cem böyle yapýlýrdý, sizin burada öyle yapýlmýyor” diye bir sýkýntý olmadý, çünkü kentleþmiþ Alevinin büyük çoðunluðu yýllardýr cem görmemiþ, unutmak üzere. Ben 94’ten beri bu yörede cem yapýyorum. Ýyi anlatabilirsen, kýrýcý olmadan konuþabilirsen inançlý insanlarýmýzýn eðilimi ortak noktalarý öne çýkarmak yönünde. Þunu söylerim: Yýllardýr Yezit Sünni’den çektik, ama dýþarýsýnýn yezidi beni çok üzmüyor. Bizim içimizin yezidi çok fazla. Bu sýkýntýyý burada da çekiyoruz. Adam, kahve kültürüne, içki kültürüne alýþmýþ; kendi kültüründen uzaklaþmýþ; Aleviliði bir maske haline getirmiþ. Bu tür insanlarýmýzda boþ söz, dedikodu, çekemezlik, iftira bir alýþkanlýk olmuþ. Bunun getirdiði sorunlarla karþýlaþýyoruz. Bilen ve uðraþan inançlý insanýmýzýn bir avuç olmasýna karþýn, bilhassa bugünkü hükümet döneminde iyi çalýþtýðýmýza inanýyorum. Alevi toplumumun eðitildiði okulu, üniversitesi yok. Bize hep ayný soruyla geliyor: Neden dedelerin sözü birbirini tutmuyor? Bence bu gayet doðal. Ýlahiyat Fakültesi mezunlarýnýn dördü konuþtu mu birinin sözü diðerini tutuyor mu? Bu kadar baskýnýn altýnda olan bizlerin sözlerinin birbirini tutmamasý gayet doðal. Alevilikte birisi Ehlibeyt’ten, Hz. Ali’den uzaklaþýrsa, onu bir ateist [tanrý tanýmaz] gibi görürler. Anadolu Aleviliðinin temelinde, Hz. Ali’ye, Ehlibeyt’e ve Oniki Ýmamlar’a saygý vardýr. Zaten Ýslam’dan aldýklarý yalnýz AliMuhammed-Allah üçlüsü ile Ehlibeyt ve Oniki Ýmamlardýr. Ýslam’a bunlardan baþka bir benzerlik yoktur. Bize diyorlar ki, “bizi nasýl Ýslam’dan ayýrýrsýnýz?” Ben de onlara soruyorum, “Cem Ýslam’da var mý? Pir, mürþit, rehber, bunlar var mý Ýslam’da? Saz yasak; kadýnýn elinden tutmak günah! Ýslam’ýn þartlarý var, hangisini yerine getiriyorsun?” Yine de “bizi Ýslam’ýn dýþýna atmayýn” diyorlar. Þu bir gerçek, Anadolu Aleviliði Ýslam’ýn içine sýðmaz! Ama Aleviliðin içinde Ýslam vardýr! Ne vardýr? Allah-Muhammet-Ali vardýr, Oniki Ýmamlar, Ehlibeyt vardýr! Bundan baþka bir parça yoktur. O nedenle cemlerimizde dualarýmýz Oniki Ýmam ve Ehlibeyt üzerinedir. Onlara inanmamýzýn nedeni, Ali çocuklarý olduklarýndan deðil; ezilmiþliði uðradýklarýndandýr, baskýya, zulme maruz kaldýklarýndandýr; çile çektiklerindendir. Bu nedenle onlara saygý duyuyoruz. Kerbela olayýna bakarsanýz, tarihin en feci olaylarýndan birisidir. Bu nedenle Alevi toplumu Kerbala için yas orucu tutar. Günahlarýn-
dan arýnmak için tutmaz orucu; bu acý olayýn anýsýný yaþatmak için tutar. Þubeniz, bölgedeki sürükleyici, önde gelen þubelerden birisi. Bu baþarýyý nelere baðlýyorsunuz? Tutumumuza ve irademize borçlu olduðumuzu düþünüyorum, çünkü biz göründüðümüz gibiyiz. Bizi engellemeye çabalayanlar olmadý deðil. Ýkiyüzlülük bize uzak. Bana, “sen dedesin, bunlarý nasýl söylüyorsun” diyenler oldu. Onlara þunu söyledim, “dedelik doðru bildiðini söylemeye engel deðildir. Ben dedeyim ve bunlarý söylüyorum! Bir günahý varsa bana!” Bir hoca camiye girer, konuþur: Þu günahtýr, bu yasaktýr der. Kimse ona, “bunlarýn günah olduðunu nereden biliyorsun” diye sormaz, soramaz! Ama biz açýðýz, cemlerde yaptýðýmýz sohbetlerden sonra diyoruz ki, “kafanýzda bir soru varsa, sorun! Yanlýþ mý, doðru mu diye ikircim geçirmeyin, sorunuzu dile getirin ki, doðruyu bulalým!” Baþarýmýzýn bir nedeni de Yönetim Kurulu olarak, uyumlu çalýþan bir ekip olmamýzdýr. Tutarlý olmaktýr. Karþýdan gelene de, içimizden çýkana da direnmektir. Bu cemevi yapýlýrken yirmiye yakýn þikayet mektubu gönderildi. Bunlarýn dokuzu da Alevi, “biz cemevi istemiyoruz” diyorlardý. Bunlara direnerek, doðru bildiðimizi yaptýk. Ama ben buraya kadar baþardýklarýmýzý önemsemiyorum. Asýl bundan sonrasý önemlidir. Buranýn yalnýz düzenli giderlerinin karþýlanmasý bile büyük çaba gerektiriyor. Ayrýca arkamýzdan görevi devredeceðimiz kadroyu yetiþtirmek gerekiyor. Genel Kurullarda açýklýk gerekir. Geçmiþ dönem çalýþma raporu, gelecek dönem yapýlacaklarýn programý, gelir ve gider dökümü sunulmasý gerekir. Amacýmýza uymayan tek bir iþ ve tek bir kuruþ harcama olmamalý. Bunu alýþkanlýk olarak yerleþtirmek ve kalýcý hale getirmek kolay deðil. (Devamý 8. Sayfada)
7
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 8
¸ E SERÇESM
(Baþtarafý 7. Sayfada)
Elvan Dede ile Söyleþtik
YALOVA ÖÐRENCÝLERÝNÝN CAMÝYE GÖTÜRÜLMESÝ HAKKINDA ABF’NÝN
Basýn Açýklamasý
Ýzmir’de kurulan ilk dernek kapandý ve bir dizi altüstlük yaþandý. Karþýyaka bunlarýn dýþýnda kalmayý nasýl baþardý?
Selehattin Özel, Genel Baþkan
Bir Barýþ Partisi süreci yaþandý. Bir Alevi partisi kuruldu diye insanlar dernekleri boþalttýlar. Ýkincisi, dernekleri siyasi alanda kullandýlar. Siyasi alanda kullanmaya çalýþtýðýnýzda, dernek çatýsýna siyasi gruplaþmayý sokarsýnýz; bu durumda bölünme ve kapanma kaçýnýlmazdýr. Her iþlev yerinde yapýlmalýdýr. Siyasetin yeri ayrýdýr, isteyen gider o yerlerde siyasetini yapar. Burasý kültür merkezi olarak kültürü yaþatmalýdýr, inanç merkezi olarak inancý yaþatmalýdýr. Bunun dýþýndaki davranýþlarýn sonu hüsrandýr ve deneyim bunu göstermiþtir. Bahsettiðiniz derneðin 1900 küsur üyesi vardý, kapandý gitti. Bizin de payýmýza düþen bir kapanma süreci oldu. Ama biz sebat ettik, yeniden kurduk. Benim dede olmam da bu süreçte önemli bir etken oldu. Diyorlar ki, “dededen baþkan olur mu? Dede dedeliðini yapsýn!” Ama dededen baþkan olmadý mý iþler zor. Biz bunu bir avantaj olarak kullanmasýný bildik. Bunu ekonomik sorunlarý çözmede kullandýk. Bu, diðer iþlerin gerçekleþtirilmesini kolaylaþtýrdý. Baþarý için derneðin amacýna uygun çalýþmak zorunludur. Ýçi baþka-dýþý baþka olmaya dayalý bir iki yüzlülük ile Alevi derneði yürümez.
AKP Siyaseti ve Eðitimi Yeþilleþtirmeye Devam Ediyor
Serçeþme okurlarýna, yani tüm Türkiye Alevilerine mesajýn nedir? Benim onlara mesajým, önce okumayý öðrenmeleridir. Bizim toplum okumayý sevmiyor. Bunu çözemezsek, atasözümüz boþa gider: “Ýlimden gidilmeyen yolun sonu karanlýktýr!” Ýlim okumakla bulunur. Ýkincisi, kahve ve içki köþelerinden çekilmeleri gerekiyor. Bunlarý tümüyle terk etsinler demiyorum. Zamanýný ve dozunu bilsinler. Özcesi benim istediðim, kendi kültürlerine ve inançlarýna sahip çýkmalarýdýr. Birliði-beraberliði yakalamak için kendi kültürümüze ve inançlarýmýza sahip çýkmak gereklidir. Ben bugünkü nesli düþünmüyorum. Geleceði, çocuklarýmýzý düþünüyorum. Onlar ne yapacaklar? Onlara ne veriyoruz? Deniyor ki, gençler yozlaþýyor. Yahu sen çocuklarýna ne verdin ki, bir þey öðretmemiþsin, anlatmamýþsýn; o ne yapacak? Alevi gibi yaþamýyoruz. Çocuk okulda duyuyor, eve gelip soruyor: Baba, bir Alevilik varmýþ, nedir bu? Aman sen karýþma, okuluna git-gel diyoruz. Ama sen veremezsen, gereken dersi baþkasý veriyor. Eðitimi genç yaþta verirseniz alýnýr. Bu nedenle, okumak ve öðrenmek gerek, kendi inancýmýza ve kültürümüze göre yaþamak gerek, çocuklarýmýza ve gençlerimize sahip çýkmak gerek.
8
4 Aralýk 2005
AKP iktidarý yeþil siyasetin ideolojisini tüm kamu kurum ve kuruluþlarýnda hýzla yaygýnlaþtýrmaya devam ediyor. En son Milli Eðitim Bakanlýðýnýn Sünni inanç doðrultusunda tüm okullarda uygulamalý zorunlu din dersi eðitimi çalýþmasýnýn sonuçlarýný Yalova’da yaþadýk.
Bugün Yalova’da Yarýn Tüm Türkiye’de Eðitim Okuldan Camiye Taþýnacak. Emin Albayrak isimli sýnýf öðretmeni, öðretmenlik görevini unutarak, imamlýk yapmaya baþlamýþtýr. Yalova Atatürk Ýlköðretim Okulu öðrencilerini, ailelerinin onay ve rýzasýný almadan çocuk yaþta okuldaki eðitiminden, yetkilerini aþarak camiye götürmesi, zorla abdest almayý, namaz kýlmayý uygulatmaya zorunlu olarak tabi tutmasý din ve vicdan özgürlüðü açýsýndan kabul edilemez bir eðitim ve hukuk skandalýdýr. Bu uygulama ayný zamanda AKP hükümetinin kendisi gibi olmayanlara karþý, meydan okuma gösterisidir. Bu siyasi zihniyet sonucu çocuklarýmýz yarýn “Anne çantama havlu koy, yarýn namaz kýlýyoruz” mu dedirtecek yoksa “Anne çantama kitaplarýmý koy yarýn ders var” mý diyecek?
Öðretmen mi, Ýmam mý? Çocuklarý Yalova Merkez Cami’ne götüren Ýmamý Albayrak’ýn, “Bu sayede öðrendiklerini daha çabuk kavrayarak kolay kolay unutmuyorlar. Bundan sonrada öðrencilerimize her fýrsat bulduðumuzda iþledikleri ders konusunu yerinde öðretmeye çalýþacaðýz” demesi ise, AKP hükümetinin Milli Eðitim Bakanlýðý eliyle tam bir asimilasyon politikasý uyguladýðý ve bunun bir misyonerlik giriþimi olduðunu açýkça göstermektedir. Kamusal alanda öðretmenlik yapanlarýn imamlýk gibi bir görevi asla olamaz. Türkiye toplumu bu zihniyetin 1994 yýlýnda söylediði “tüm okullar Ýmam Hatip olacak” sloganýný unutmamýþtýr ve bugün yapýlanlar bu sözün hayata geçirilmesi isteðidir. AKP hükümetinin son dönemlerde dinci kadrolaþmasý, Ýran örneðinde olduðu gibi içki yasaðýný desteklemesi ve teþvik etmesi, eðitimi okuldan camilere taþýmasý, özlemini duyduðumuz demokratik, eþitlikçi, özgürlükçü ve laik bir sosyal devlet anlayýþýnýn dinamitlemeye dönük ideolojik bir yaklaþýmdýr.
AKP Hükümeti Ýkiyüzlü AKP hükümeti AB üyelik sürecindeki bu ikiyüzlü politik tutumu, Türkiye’nin acýsýný çok çektiði irticai giriþimleri beslemeye hizmet etmektedir. AKP hükümetinin özgürlük ve hak talebi sadece kendi hanesine özgüdür; Toplumsal deðil, ümmetçilik özgürlüðüdür. Bir yandan yeni uyum yasalarý ile “din özgürlüðü ve laikliðe aykýrý uygulamalara son vermeyi” hedefleyip, diðer yandan Sünni inancý zorunlu din dersi ile aklýn ve bilimin önüne koymanýn arkasýndaki niyet, din özgürlüðünü güvence altýna alan Anayasa’nýn 24. maddesine aykýrýdýr. Çünkü din ve vicdan özgürlüðü, ayný zamanda insanlarýn dindýþý kalabilme hakkýný da kapsar. Ýnsanlarýn dini öðrenme, öðrenmeme, öðreneceklerse de bütün dinleri öðrenebilme hakký isteðine baðlý olmalýdýr. Böyle bakýldýðýnda “Din kültürü ve ahlak öðretimi ilk ve ortaöðretim kurumlarýnda okutulan zorunlu dersler arasýnda yer alýr” biçimindeki Anayasal kural, ayný maddede düzenlenen din ve vicdan özgürlüðü prensibine aykýrýdýr. Ayný zamanda, “kimse dini inançlarýný ve kanaatlerini açýklamaya zorlanamaz, kýnanamaz” biçimindeki düzenlemeye de aykýrýlýk teþkil etmektedir. Mevcut uygulama sadece Alevileri deðil, tüm laik toplum beklentisinde olanlarý da rahatsýz etmektedir. Din derslerinin zorunlu olmasý sadece Alevilerin bir sorunu ya da Alevilikle ilgili bir sorun da deðildir. Bu sorun her þeyden önce demokrasi sorunudur. Bu sorun her þeyden önce insan haklarý sorunudur.
Milli Eðitim Bakaný Cevaplamalýdýr! ABF soruyor: Bir dönem Fen Lisesinde Müdürlük yapan Din Dersi Öðretmeni Emin Albayrak neden bu görevden alýnmýþtýr? Görevden alýnmanýn gerçek nedeni kamuoyu ile paylaþýn. MEB eliyle misyonerlik yapmak ve MEB eliyle öðrencileri okuldan camilere taþýmanýz AB sürecinde Uyum Yasalarý ve Anayasanýn “kimse dini inançlarýný ve kanaatlerini açýklamaya zorlanamaz, kýnanamaz” ilkesi ile nasýl baðdaþtýrýyorsunuz? Ýsmi geçen “öðretmene” imamlýk görevini ve çocuklarý sýnýftan camiye götürme yetkisini kim verdi? Okul yönetiminin bu olaydan haberi var mý? Okul dýþýna çýkartýlan bu öðrenciler için Velilerinden izin alýnmýþ mýdýr? Milli Eðitim Müdürlüðünün haberi var mýdýr? ABF olarak bu tür uygulamalarýn ve farklý inanç gruplarýnýn AKP eliyle asimilasyonuna ve zorla tekleþtirmeye dönük oyununu bozmaya karalý olduðumuzu tüm kamuoyu paylaþmayý görev biliriz.
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 9
¸ E SERÇESM
Aleviliði Özüne Uygun Yaþatmak, Onurlu Kiþilik Ýster Lütfi Kaleli 27 Kasým 2005 Diyanet Ýþleri Baþkaný Prof. Dr. Ali Bardakoðlu, DÝB internet sitesinde “Bismi-Þah” diye baþlayan Türkçe dualarý býrakýp, anlamýný bilemediði yayýmlanan seri röportajlarýnda Alevilerin varlýðýný inkar etmeye ve cem sözcükleri doðru telaffuz edemeyen, ama Arapça biliyormuþ ukalalýðýyevlerinin ibadet yeri olmadýðýný söylemeye devam ediyor. Bu söylemleri la bilgiçlik taslayanlarý dede postuna oturtup sözde Arapça kem-kümleryazýlý ve görsel basýna da yansýyarak kamuoyunda tartýþma yaratýyor le dualar okutturan?.. “Secde-i niyazýnýz” yerine “Namaz-ý niyazýnýz” deBardakoðlu, Alevilerin “Cem evlerinin cami gibi ibadethane olarak dirten?.. kabul edilmesi” isteðini, AB sürecinde “siyasi bir talep” ve “ithal edilAlýn iþte, buluþtunuz asimilasyoncu Müslüman kardeþlerinizle! Bumiþ bir tartýþma” olduðunu belirtip, “Cem evi, inançlarý yerine getirme luþmanýz mübarek olsun!.. yeri deðildir. Müslümanlarýn mabedi ondört asýrdýr camidir. Alevilerin Bakýn, son aldýðýmýz duyuma göre, Kartal Belediye Baþkaný, “Çok cem ayininin, semah ve niyazýnýn, namaz dengi bir ibadet sayýlmasý yakýnda artýk cem evinde de namaz kýlacaðýz” demiþtir. mümkün deðildir” diyor. Bu ne demeye geliyor? Biz Alevilerle ibadet biçiminde anlaþtýk. Diyanet Baþkaný, Alevilerin Cem evi isteklerini siyasi bulamaz. OnArtýk cem evleri de cami gibi ibadet yerleri olacaktýr!.. larýn inançlarýný ve Cem evlerini yok sayamaz. Muaviye politikasý güdenlerin yanýnda yer alanlar Alevi deðil, ancak Bin yýldýr Anadolu’da farklý bir inanç ve ibadet sistemi uyguladýklarý Yezit olabilirler… için Sünni iktidarlarýn baský ve kýyýmlarýna uðrayan; bu kýyýmlardan kurAlevi olmak ve Aleviliði özüne uygun olarak yaþatmak, onurlu kiþitulmak için köy kýrsalýnda kapalý toplum olarak yaþamaya mahkum edilik ister. Ýnançlý ve onurlu Alevi, asimilasyoncularýn tüm yýldýrmalarýna len Aleviler; sazlý, semahlý ayini-cemlerini karþý dik durur ve iradeli olarak inandýðý yolköyün büyük meydan damlarýnda, yani cem asla dönmez. Bu konuda tarihe not düþCem evlerinin altlarýný aptes musluklarýyla dan evlerinde dýþ saldýrýlardan korunmak için on mek için vermiþ olduðumuz on yýllýk hukuk donatan, Ýmam Hatipli hocalara iki hizmetliden biri olan bekçiyi kapýya býramücadelesiyle baþarýya ulaþtýrdýðýmýz Alevi kýr, içerdeki ýþýðýn dýþa yansýmasýný önlemek kimliðimizin tanýnmasý konusundaki çaArapça dualý cenaze namazlarý kýldýran, için pencerelerine kalýn perdeler çeker ve lýþma serüvenimizi kýsaca sunmak istiyoruz: Kuran kurslarý açan, ibadetlerini büyük bir gizlilik içerisinde Ýstanbul-Üsküdar Asliye 2. Hukuk HaCemlerde kadýnlarýn baþlarýný kapatan, yaparlardý. Bu nedenle de saldýrganlarýn kimliði tarafýndan 11Aralýk 1991 tarihli ka“Mum Söndü” iftirasýna uðrarlardý... rarla varlýðý tescil edilen Semah Kültür haremlik-selamlýk yaratanlar: Köyden kente inen Aleviler, bugün de Vakfý’na Resmi Senedi’nde “Alevi” sözcüðü Asimilasyoncu Müslüman kardeþlerinizle ibadetlerini camide namaz kýlarak deðil; geçtiði için Vakýflar Genel Müdürlüðü tavýr buluþmanýz mübarek olsun! kendi olanaklarýyla yaptýrdýklarý Cem evlekoydu. Yönetim kurulu olarak Ankara’ya girinde dara durarak, saz çalarak, semah dönedip Genel Müdür ve Hukuk Bürosu Baþkaný rek, lokma paylaþarak, kendi diliyle dua ederek, cemal cemale gelip birile görüþtük. Bize dediler ki, “Resmi Senedinizde geçen ‘Alevi’ sözcüðübirlerine niyaz ederek yapmaktadýrlar... nü çýkarýrsanýz, itiraz etmeyiz.” Bize dayatýlan bu teklif bizi son derece Ýbadet yerlerini, salt cami ile sýnýrlandýrmak doðru deðildir. Allah’a rencide etti ve kabul etmedik. Bunun üzerine Vakýflar Genel Müdürlüðü, inanan diðer inanç sahipleri kilisesinde, havrasýnda, sinagogunda kendi “bölücülük” yaptýðýmýz gerekçesiyle tescilin iptali isteminde bulundu. ibadetlerini nasýl yapýyorlarsa; tarih boyunca camiye gitmemiþ olan AleDavaya bakan Yargýtay 18. Dairesi, 14 Temmuz 1992 talihli kararýyla viler de kendi ibadetlerini, kendilerine özgü ibadethaneleri olan cem evikiye karþý üç oyla tescili iptal etti. Yerel mahkeme de bu karara uyarak lerinde yapmaktadýrlar. Bugün Alevileri camiye çekmeye çalýþmak, 12 12 Nisan l 993 talihli kararýyla vakfýmýzý kapattý. Eylül 1980 sonrasý okullara zorunlu din derslerini koyan, Alevi köyleriVakýf kurucularý olarak bu kez, senet içeriði ayný olan Semah Kültür ne camiler yaptýrarak Alevileri asimilasyona tabi tutan darbecilerin desve Araþtýrma Vakfý’ný kurup 16 Kasým1993 tarihinde yargýya baþvurduk. pot ve dayatmacý anlayýþýnýn bir devamýdýr... Ýstanbul-Beyoðlu 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, 16 Kasým 1994 tarihli Bu anlayýþ, Alevilerin varlýðýný ve ibadetlerini inkarýn bir ifadesidir. kararýyla vakfý tescil etti. Vakýflar Genel Müdürlüðü 31 Ocak 1995 tarihNe yazýk ki bu inkarcý politikaya alet olan satýlmýþ Aleviler de vardýr. li yazýsýyla yine tescile itiraz etti. Davaya bakan Yargýtay 18. Dairesi, bu Biz, öteden beri Alevi olmaktan onur duyan, her türlü kýrýma ve asikez 4 Nisan 1995 tarihli oybirliði kararýyla tescili onayladý ve Resmi milasyona boyun eðmeyen atalarýmýz gibi bugünkü asimilasyoncular Senet, 29 Kasým 1995 tarihli Resmi Gazete’de yayýnlanarak Türkiye’de karþýsýnda da baþý dik duranlardanýz. ilk kez Alevi kimlikli bir vakýf, hukuken yasallýk kazanmýþ oldu. Biz, dün olduðu gibi bugün de, laik devlet yapýsýnda zorunlu din Bu kazanýmla, “Sürekli Aydýnlýk Ýçin Bir Dakika Karanlýk” kampandersleri ve de Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý olmaz, olamaz dedik... Ama Diyasýný “Alevilerin Mum Söndüsü” diye tanýmlayarak Alevilere hakaret yanet içinde yer almak, bütçesinden pay kapmak ve din derslerinde eden Adalet Bakaný Þevket Kazan’ý vakýf tüzel kiþiliðiyle mahkemeye Aleviliðin de anlatýlmasýný istemek gibi büyük bir yanlýþý savunan Alevi verdik. Davaya bakan Ýstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, “Bu vakýf Ýslamcýlar, asimilasyoncularýn ekmeðine yað sürdüler hep… Alevileri temsil edemez” gerekçesiyle 15 Mayýs 1997 tarihli kararýnda 2005-2006 eðitim ve öðretim yýlýnda ders kitaplarýna giren sözde Kazan’ý beraat ettirdi. Alevi inancý, hiçbir yerde Alevi adý anýlmaksýzýn; tasavvuf kanalýnda yer Beraat kararýna itiraz eden vakýf yönetimi olarak davayý Yargýtay’a alýp Batýni yorumda Tanrý-Ýnsan birlikteliðinin güzelliðini sergileyen; taþýdýk. Yargýtay 4. Hukuk Dairesi, bu vakfýn Alevileri temsil ettiðine ve hurafeye deðil, bilime deðer veren; cihatlarý cinayet sayan, kin ve öfkeyi davanýn yeniden görülmesine 8 Temmuz 1998 tarihinde oybirliðiyle sevgiye, kavgayý uzlaþmaya, düþmanlýðý dostluða dönüþtürmeyi yeðlekarar verdi. Bunun üzerine ayný mahkeme bu kez 1Temmuz 1999 tarihli yen; ve aklý, ahlaki, insani deðer yargýlarýyla 72 milleti kucaklayan evkararýyla Þevket Kazan’ý suçlu buldu ve bir milyar lira maddi tazminat rensel Alevi inancýný anlatmaksýzýn; sadece Alevilerin inanç önderi olan ödemeye mahkum etti. Hz. Ali’yi, Müslümanlýðý ilk kabul eden, günde beþ vakit camide namaz Alevileri temsil yetkisini alan vakýf yöneticileri olarak, 21 Þubat kýlan ve de namaz kýlarken camide þehit edilen bir kiþi olarak göstererek 1998 tarihli Genel Kurul kararýyla vakfýn adýný Alevi-Bektaþi Eðitim ve þöyle demeye getiriyorlar: Kültür Vakfý yapýp, yargýya baþvurduk. Beyoðlu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 15 Eylül 1998 tarihli kararýyla yeni adýmýzý tescil etti. Vakýflar - Ey Aleviler! Eðer Hz. Ali’ye baðlý birer Müslüman iseniz, iþte Genel Müdürlüðü, 12 Kasým 1998 tarihinde itiraz etti. Yargýtay 18. HuHz. Ali, her gün camide beþ vakit namazýný kýlan kiþidir. Siz de býkuk Dairesi, 5 Nisan 1999 tarihli kararýyla yeni adýmýzý onayladý. Yerel rakýn sonradan ibadet yeri olarak uydurmuþ olduðunuz þu cümbüþ mahkeme 16 Kasým 1999 tarihli kararýyla tescili kesinleþtirdi. Vakýflar yerlerinizi, günaha sapan sazlý semahlý eðlencenizi, hadi gelin Genel Müdürlüðü de 1 Þubat 2000 tarihli yazýsýyla Alevi-Bektaþi Eðitim camiye de namazlý ibadet yaparak Müslümanlýðýn gereðini doðru ve Kültür Vakfý’ný resmen kabul etmek zorunda kaldý. biçimde yerine getirip sevap kazanýn; kâfir olmayýn!.. Bu belgeli bilgileri þunun için veriyorum: Diyanet Ýþleri Baþkaný Bardakoðlu ve çevresi her ne denli Alevileri Hadi bakalým Alevi Ýslamcýlar, aldýnýz mý boyunuzun ölçüsünü? ve ibadet yerleri olan cem evlerini yok saysalar da bugün Türkiye’de Ama sizler de bunu istiyordunuz zaten. Aleviler ve Cem evleri hukuksal olarak fiilen vardýr. Sizler deðil misiniz cem evlerinin altlarýný aptes musluklarýyla donaUyguladýklarý ibadetleriyle farklý bir inanca sahip olan Alevileri hiç tan? Ýmam Hatipli hocalara maaþ ödeyerek Sünni inanç gereðince Arapkimse yok sayamaz ve camiye zorlayamaz... ça dualý cenaze namazlarý kýldýran? Kuran kurslarý açan?.. Ve de Cem töBu gerçeðin AB süreciyle de bir ilgisi yoktur... renlerinde kadýnlarýn baþlarýný kapatan, haremlik-selamlýk yaratan?..
Kasým 2005
9
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 10
¸ E SERÇESM
8-30 EYLÜL 2005 - S. DEMÝREL ÜNÝVERSÝTESÝ - I. ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK VE ALEVÝLÝK SEMPOZYUMU
Sempozyuma Sunulan Bildirilerin Özetleri – Bölüm I Sempozyuma sunulan bildirilerin, sempozuyumun hazýrlýk aþamasýnda Üniversite’nin internet sitesinde yayýnlanan özetlerini okuyucularýmýzýn dikkatine sunuyoruz. Ýngilizce metinleri Esen Uslu çevirdi. Prof. Dr. Muhammed Abdullah Al-Ahari, Þikago, ABD Batý Çevreninde Bektaþi Adýnýn Doðru ve Yanlýþ Kullanýlýþý: Tule Birliði (Thule Society), Tapýnakçýlar (The Shriners) ve Davudi Bektaþiler (Ýngilizce) Bu sunum Bektaþilerin, Yeni Çað Ruhaniliði (New Age Spirituality) ve bazý Mason örgütlerinden ayrý tutmak gerektiðini vurgulayacaktýr. Bu gereklilik, bir dizi bireyin ve grubun saðlam bir gerekçeye dayanmadan Bektaþi adýný benimsemesi ve böylece soru soran zihinlerde önemli karmaþa yaratmasý nedeniyle ortaya çýkmaktadýr. Bir þeyin kendini temsil etmeyen þeylerden ayrý tutulmasý istemesi geçerli ve övgüye deðerdir. Bektaþi adýný kullanmanýn saðlam gerekçesi ancak açýkça onu koruyucu veli olarak kabul etmek ve o geleneðe katýlmaktýr. Farklý gruplarýn bu kategoriye konmasý zorunlu olarak bir karmaþa doðmasýna neden olur. Tapýnakçýlar (The Shriners), sirke benzer bir ortamda bazý Ýslami ve Kabalacý tapým törenlerini benimseyerek yüksek düzey masonlarý eðlendirmeye yönelik bir grup olarak doðmuþtur. Tule Birliði (Thule Society) Nazi partisinin iç çekirdeðinin bazý gizli doktrinlerinin Ýslami kökleri olduðunu öne sürmüþtür. Son olarak Davudiler, kendi örgütlerine Alevi adýný vermeleri belki daha doðru olacakken, kendilerini Bektaþi adý ile iliþkilendirmiþlerdir. Bu sunumun amacý, bu gruplarýn, silsile ya da herhangi bir baþka gerekçe olmadan, yalnýz farklý ya da ilginç görünebilmek için yazýlarýnda ve tapým törenlerinde Bektaþi adýný kullandýklarýnýn kanýtlarýný sergilemektir. Bu gruplar, Hacý Bektaþ’ýn ya da onun kurduðu tarikatýn tanýmýþ bir önderinin ya da yazarýnýn herhangi bir yazýsýný nadiren kullanýrlar; bu nedenle onlarýn Bektaþi adýný kullanmasýnýn hiçbir gerekçesi yoktur. Prof. Dr. Havva Engin, Berlin Teknik Üniv. Eð.Bil. Enst., Almanya’da Alevi-Ýslam Dersi’yle Ýlgili Genel Deðerlendirmeler Almanya’nýn okul eðitiminde din dersi Anayasa’nýn 7. Maddesinin 3. Fýkrasýna göre yürütülmektedir. Buna göre Alman devleti, din dersinin düzenli ders programý çerçevesinde verilmesini öngörmektedir. Dersin içeriðini de din dersini veren dini cemaat belirlemektedir ve o cemaat, ayný zamanda ders programýný da hazýrlamaktadýr. Ayrýca dersin içeriðinin ve ders programýnýn Anayasa’yla (bu baðlamda da mutlak surette demokrasi, insan haklarý deklarasyonuyla, kadýn-erkek eþitliðinin saðlanmasýyla) örtüþmesi gerekmektedir. Öðretmenler, Alman üniversitelerinde cemaate yönelik teoloji fakültelerinde yetiþtirilmektedir. Bir ilk olarak Berlin eyaleti okullarýnda 2002 yýlýndan itibaren AleviÝslam din dersi verilmektedir. Öte yandan Kuzey Ren-Westfalya, Baden-Württemberg, Hessen ve Bavyera eyaletlerinde, Alevi cemaatleri Eyalet Eðitim Bakanlýklarýna baþvuruda bulunmuþlar ve kendi din derslerini içeren müfredat programlarýný, adý geçen bakanlýklara sunmuþlardýr. Bu eyaletlerin Eðitim Bakanlýklarý da dersleri organize etmeyi kabul etmiþlerdir. Bildiride Almanya’daki Alevi-Ýslam Dersi’nin (a) çýkýþ noktasý; (b) özelliði; (c) içeriði ele alýnýp irdelenecek; Berlin eyaleti örneðinde müfredat programýnda ve okullarda karþýlaþýlan temel sorunlarýn dökümü yapýlacaktýr. Öðr. Gör. Dr. Metin Ýzeti, Üsküp Ýslami Bilimler Fak., Arnavutlar ve Bektaþilik Osmanlýlar Balkanlara ve özellikle Arnavutlarýn yaþadýklarý bölgelere yerleþmeden önce seyyah derviþlerin kaynaþma zemininin oluþmasýnda etkili olduðu deðiþik kaynaklar tarafýndan kanýtlanmaktadýr. Arnavutlar arasýnda epeyce müridi olan Bektaþilik Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’da18. yüzyýlýn sonu ve 19. yüzyýlýn baþlarýndan oldukça etkili olmuþ ve etkisini sosyal hayatýn deðiþik alanlarýnda hissettirmiþ ve hissettirmeye devam etmektedir. Ara sýra Bektaþi tekkeleri Osmanlý devletinden baðýmsýz hareket eden paþalardan destek almýþ ve Arnavutlar arasýnda epeyce yayýlmýþtýr. Bu bildiride Bektaþiliðin Arnavutlar arasýna yerleþme zamaný, Bektaþiliðin tarikat olarak Arnavut anlayýþýna yansýmasý, Tepedelenli Ali Paþa’nýn desteðiyle Arnavutluk’un bir Bektaþi cenneti haline gelmesi ve günümüzde Arnavut Bektaþilerinin durumu ve ayrý
10
bir din olarak kendini yansýtma çabalarýný doktrinsel ve sosyo-antropolojik açýdan deðerlendirilmeye çalýþýlmýþtýr. Arþ. Gör. Emin Lelic, Carleton Koleji Boþnaklarýn Osmanlý Döneminde Heterodoks Hareketlere Katýlýmý: Hamzavi Bektaþiler (Ýngilizce) Bosna-Hersek’in ortodoks Sünni Ýslam’ýn bir kalesi olduðu bilinirdi. Gerçekten de Osmanlý döneminde ve Osmanlýdan sonra bu ülkede heterodoks Ýslami dini hareketlerden bahsedildiðine nadir rastlanýrdý. Bunun çok sayýda gerekçesi vardýr: Güçlü Medrese sistemi, askeri sýnýra (serhat) yakýn olma, Müslüman nüfusun etnik tektürdenliði, vb. Yine de hem ülke içinde hem de diyasporada Boþnak nüfus arasýnda, heterodoks Ýslami hareketler ve eðilimler doðmuþtur. Bu sunumda, bu heterodoks Ýslami hareketlere ve bunlara baðlý Boþnaklara genel bir bakýþý ortaya koyacaðým. Bu hareketlerin en iyi bilinenin “Hamzevi” adýyla anýlan ve 16. yüzyýlda Boþnak Þeyh Hamza Baliya tarafýndan kurulan tarikattýr. Gerçekte bu tarikat, Bayramiye Sufi Tarikatýnýn radikal bir koludur. Bosna’da bu hareketin ortodoks düzen kurumlarý tarafýndan bastýrýlmasý, Boþnaklar arasýnda alýþýlmýþ dýþý dini eðilimler dönemine tümüyle son verememiþtir. 18. ve 19. yüzyýllar boyunca ortodoksluk dýþý Bektaþi Sufi Tarikatýna baðlanmýþtýr çok sayýda Boþnak bireye rastlanmaktadýr. Onlarýn yaþamýnýn kýsa özetlerini vereceðim ve Bektaþilik ile diðer ortodoksluk dýþý hareketlerin çaðdaþ Boþnak Müslümanlýðý üzerinde süren etkisini göstermeye çalýþacaðým.
Hüseyin Abiva, IQRA, Uluslararasý Eðitim Vakfý Kuzey Amerika’da Bektaþiler (Ýngilizce) Bektaþi Yolunun öðrencileri için Detroit kentinin banliyölerinde tam teþekküllü bir Bektaþi Tekkesinin bulunmasý þaþýrtýcý deðildir. 1954 yýlýnda ardýndan çok aðýt yakýlan rahmetli Baba Recep tarafýndan kurulan bu Tekke, sonraki yýllarda geliþerek Arnavut kökenli Amerikalýlarýn ruhani yaþamýnda önemli bir özellik taþýmýþtýr. Baba Recep’in yaþamýnýn son yýllarý ile Hakk’a yürüyüþünün ardýndan geçen yýllarda bu topluluk belirli bir duraðanlaþma ve çöküþ yaþamýþtýr; bu durum 21. yüzyýl Amerika’sýnda Bektaþi topluluðunun asimilasyonu, duyarsýzlýk ve varlýðýný sürdürme sorunlarýný gündeme getirmiþtir. Her þeye karþýn, Arnavut kökenli Amerikalýlar dýþýnda da az sayýda da olsa halktan belirli bireylerde Bektaþiliðe karþý bir ilgi görülmektedir; bu durum Kuzey Amerika’da Bektaþi varlýðýnýn yeni bir canlanma göstermesi olasýlýðýný gündeme getirmektedir. Bu sunumda, Detroit kentindeki tekkenin tarihçesi ile Baba Recep’in yaþamý üzerinde duracaðým. Ek olarak, Kuzey Amerika’daki Arnavut Bektaþi toplumunun çöküþ olasýlýðýný gündeme getiren özgün sorunlarýna ve yeniden canlanma olasýlýðýnda Arnavut kökenli Amerikalýlar dýþýndaki bireylerin katkýlarýna da deðineceðim. Miranda Terzapoulou, Atina Akademisi, Halkbilim A.M. Kimlik, Siyaset ve Kutsallýk – Yunanistan Trakya’sýnda Bir Bektaþi Panayýrýnýn Deðerlendirmesi (Ýngilizce) Yunanistan Trakya’sýnda yaklaþýk üç bin kiþilik bir Bektaþi toplumu yaþamaktadýr. Bölgedeki Bektaþi anýtlarý (Kýzýl Deli Tekkesi ile bir dizi türbe) 19. yüzyýlýn sonuna dek bölgede Bektaþi erenlerinin güçlü bir varlýðý olduðunu göstermektedir. 20. yüzyýlda, bölgedeki Sünni Müslümanlarýn hem maddi hem de manevi anlamda artan basýncý altýnda kalan Bektaþi toplumu, Türkiye’deki ve baþka yerlerdeki Bektaþi merkezleri ile az sayýda temas kurarak, göreceli bir yalýtlanmýþlýk içinde yaþamýný sürdürmüþtür. Bektaþiler, toplu tapýnmalar (cemler) ve “panayýr” adý verilen çoðunlukla dini bayramlarla kendi dini/kültürel kimliklerini sergileme olanaðý bulabilmektedir. Yaz ortasýnda yapýlan Seçek Panayýrý, bu bayramlarýn en önde gelenidir. 1990’lý yýllarýn ortalarýna kadar panayýrlar, geleneksek tapýným törenleri þemalarýna uyarak bireyler tarafýndan düzenlenmekteydi. 1997 yýlýnda bölgede bir kültür derneði kuruldu; amaçlarý arasýnda Seçek panayýrýný düzenlemek ve yönetmek de bulunuyordu. Türkiye devletinin etkileri ve
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 11
¸ E SERÇESM
8-30 EYLÜL 2005 - S. DEMÝREL ÜNÝVERSÝTESÝ - I. ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK VE ALEVÝLÝK SEMPOZYUMU
Sünni çoðunluðun baskýlarý altýna çalýþan bu derneðin etkinlikleri adý geçen dini bayramýn yapýsý ve niteliðinde büyük bir etki yaptý. Esas olarak görsel malzemelerden oluþan bu sunum, Seçek Panayýrý’nýn beþ yýllýk (1996-2000) bir süre boyunca geliþimini deðerlendirmeye; bu derneðin katýlýmýnýn ardýndan gelen ve bayramýn varlýðýný tehlikeye atabilecek can alýcý önemdeki deðiþiklikleri sergilemeye ve çözümlemeye çalýþacaktýr. Giorgos Mavrommatis, Yunanistan Anýtlar ve Toplumlar: 20. Yüzyýl Yunanistan’ýnda Bektaþilik (Ýngilizce) Bugün Yunanistan olarak tanýmlanan bölgede Osmanlýnýn son döneminde, Merkezi ve Kuzey Batý Yunanistan’da Arnavutça konuþan, Kuzey Doðu Yunanistan’da Türkçe ve Bulgarca konuþan ve Girit adasýnda Rumca konuþan ve yerleþtiklere yere göre önemli farklar gösteren Bektaþi toplumlarýnýn birbiriyle iliþkili bir aðý olduðunu gözlemleyebiliyoruz. Bölgede Bektaþiliðin 18. yüzyýlýn sonlarýnda güçlendiðini, ancak II. Mahmud’un ýslahatlarý, Yunanistan’ýn baðýmsýzlýðýný kazanmasý, Ýkinci Dünya Savaþý’nda Yunanistan-Arnavutluk düþmanlýðý ve esas olarak Türkiye ile Yunanistan arasýndaki zorunlu nüfus mübadelesi ile zayýfladýðýný ve bu toplumlarýn çoðunun sonul olarak daðýldýðý görülmektedir. Bu çalýþma, alan araþtýrmasýna dayalý bir bibliyografya taramasýnýdýr ve amacý tüm Yunanistan’daki en önemli Bektaþi anýtlarýný ve toplumlarýný derlemek ve sunmaktýr. Görsel malzemeler (saydamlar, vb.) yardýmý ile yalnýz önemli mimari kalýntýlarý (türbe, mezarlýk, vb.) deðil, ayný zamanda bu toplumlarýn tarihi ve kalýntýlarý ile Bektaþilerin çevrelerindeki Bektaþi olmayan (esas olarak Hýristiyan) toplumlarla iliþkilerini ve onlara etkilerini sunmayý amaçlýyorum. Arþ. Gör. Mark Soileau, Bilkent Üniversitesi Lokma Almak Aný Görmek: Bektaþi Ritüel Yemeðinde Lokma Almak ve Sindirmek (Ýngilizce) Bektaþi erkâný kapsamýnda iki önemli ritüel gerçekleþir. En önemli tören olan Meydan’dan çýktýktan sonra Bektaþi mensuplarý “Ali Sofrasý” denilen ritüel sofrayý kurarlar ve bu sofrada, Meydan’da olduðu gibi, Bektaþi eðitimi verilir. Baþka tarikatlarda da yemek önemli, simgesel ve eðitici bir unsur olmasýna raðmen, Bektaþiler sofra kurmayý, yemek yemeyi ve içki içmeyi diðerlerine göre uzun, karmaþýk ve anlamlý bir tören haline getirmiþlerdir. Bu sofrada yiyecek ve içeceklerin simgesel ve Bektaþi tarihi ve eðitimi bakýmýndan özel anlamlarý vardýr. Bunlarýn ritüel ortamda yenmesi ve içilmesi Bektaþi öðretilerinin aktarýlmasýnda etkili bir yöntem olagelmiþtir. Bu tebliðde Sofra geleneðinin Bektaþi eðitimindeki rolü anlatýlacaktýr. “Sofra,” “lokma” ve “dem” gibi bazý önemli kavramlarýn bu baðlamda nasýl kullanýldýðýna bakýlacaktýr ve bu geleneðin uygulanmasýný göstermek için modern, kentsel bir Bektaþi topluluðu olarak Gaziler Dergâhý örnek alýnarak bu geleneðin ayrýntýlarý ortaya konulacaktýr. Bu dergâhýn etnografik özellikleri anlatýldýktan sonra, Bektaþi Sofrasý geleneðinin bu baðlamda nasýl gerçekleþtirildiði ele alýnacaktýr. Sonuç olarak, Bektaþi sofra âdâbý ve ritüel uygulamalarý Bektaþi öðretilerinin aktarýlmasý amacýyla katýlýmcýlarýn bu öðretileri simgesel boyutlarýyla sindirmelerini saðlayan bir ritüel olarak yorumlanacaktýr. Prof. Dr. Ramazan Altýntaþ, Cumhuriyet Üniversitesi Alevî Bektaþi Geleneðinde “Dedelik” Kurumu Günümüzde Alevîlik anlayýþý, gerek Anadolu’da ve gerekse Balkanlarda hâlâ varlýðýný devam ettirmektedir. Ýþte bu sebeple, Türkiye’de ve Balkanlarda azýmsanmayacak bir nüfusa sahip olan Alevî topluluklarýnýn inançlarý, yaþam biçimleri, ritüelleri, sosyal yapýlarý, folkloru, örf ve âdetleri özellikle 80’li yýllardan sonra yerli ve yabancý pek çok araþtýrmacý tarafýndan inceleme konusu yapýlmýþtýr. Ancak, tarih boyunca, kapalý bir toplum olma özelliði taþýmalarýndan dolayý, Alevîliðin bazý inanýþlarý ve düþünce biçimleri, hep tartýþýla gelmiþtir. Alevî teolojisinde en önemli tartýþma konularýndan birisi de hiç þüphesiz dinî bir kurum olan ‘dedelik’tir. Ýþte biz bu bildirimizde Alevî inancýnda çok önemli ve merkezi bir
Kasým 2005
yere sahip olan “Dedelik Kurumunu” üzerinde duracaðýz. Alevilikte dedelik kurumsal olarak merkezi bir role sahiptir. Bütün ritüeller, dede merkezlidir, onun onay ve bilgisi olmadan cemaat içerisinde icra edilecek bütün davranýþlarýn meþruiyeti geçersizdir. Bu açýdan, Alevîlikte her þey dedenin çevresinde dolaþýr. Dolayýsýyla dedeler, bilgi ve hakemliði tekellerinde tutmaktadýrlar. Diðer yandan, Alevî topluluklarýnda dinî bir otorite olan ‘Dede’ler sosyal ve teolojik sistemde merkezî bir konum iþgal etmektedirler. Bu topluluðun sürekliliðinin saðlanmasýnda ve Alevî bilincinin artýp-eksilmesinde Dede’lerin aktif veya pasif tutumu son derece rol oynamaktadýr. Anadolu Alevîliði daha çok konar-göçer Türkmenler arasýnda yaygýn olduðu için, böylesi göçebe toplumlarda, dinî otoriteleri yetiþtiren ortam, kurumlaþmýþ bir öðretiye (medrese) dayalý deðil, geleneksel manada sözel bir aktarmaya dayalýdýr. Alevîliðin tarihinde, Dede’liðin soy’dan gelmesi prensibine sýký sýkýya baðlýlýk, dýþarýdan din adamý katýlýmýnýn önüne geçmiþtir. Özellikle Kýzýlbaþ-Alevîlikte dinî otorite, seçicilik kimliði taþýmamaktadýr. Kýzýlbaþ-Alevîlikte dinî liderliðin seçicilik kimliði taþýmamasý, nasýl ki Batý Avrupa’da aristokrasilerin kokuþmasýna, meslek tabakalarýnýn da çürümesine yol açmýþsa, yani, kanýn tazelenmesi türü bir sirkülasyonun bulunmayýþý, dedelik kurumunun da çok ilkel bir seviyede kalmasýna neden olmuþ, bu da Alevî grup yaþantýsýnýn kapalýlýðý-gizliliðini desteklemiþtir. Kýzýlbaþ-Alevîlikte ocakzâde bir ruhanî geleneðe baðlý Dedelik anlayýþý, 1960’lý yýllardan sonra toplumsal þartlarýn deðiþmesi, modernleþmenin etkisi, köyden kente göç olgusu ve Alevîliðe sol akýmlarýn sýzmasý gibi çok yönlü nedenlerden dolayý bir kýrýlma ve misyonda çöküntü dönemi yaþamaya baþlar. Tabii ki bunda, Alevîliðin teolojisini, þifâhi bir yolla cemaata aktaran ‘Dede’lerin eðitim alanýndaki zafiyetlerinin ve Dede’lik kurumunun siyasallaþmasýnýn da rolü vardýr. Bu da ister istemez okumuþ, üniversiteli Alevî gençlerin “Dede”lere karþý sempati duymalarýný azaltmaya sebep olmuþtur. Bugün, modern eðitim ve kentleþmenin etkisiyle Alevî inancýnýn bel kemiðini oluþturan dinî otorite hususunda önemli bir yer deðiþtirme ve çözülme yaþanmaktadýr. Bu sebeple de “dergi”ye baðlý, kitabî unsurlarla donanýmlý yeni dinî bir otorite biçimi ortaya çýkmaya baþlamýþtýr. Artýk günümüz Anadolu Alevîliðinde dinî otorite “Dede’lerden Entellektüellerin” inisiyatifine geçme gibi güçlü bir eðilim taþýmaktadýr. Bu durum Alevilikte, Dedelerin cemaat üzerindeki bilgi tekelinin kýrýlmasýna ve otoritelerinin sarsýlmasýna yol açmaktadýr. Sonuç olarak, eðer Alevî topluluklarýnýn dinî lideri konumunda olan Dede’lere zamanýn þartlarýna uygun, çaðýn gerisinde kalmadan iyi bir dinî eðitim verilirse, tekrar onlar, Alevî toplumunun dinî-sosyal ihtiyaçlarýna cevap verebilecek bir konuma gelebilirler. Bir de Alevî teologlarý, dede’lerin soy’a baðlý olma þartý üzerinde reform yapmayý düþünmelidirler. Dede’lik kurumunun tekrar iþlevsel hale gelebilmesi için ölçü, “ne olmalýdýr?” sorusuna, eðer; bilgi, takvâ ve liyâkat gibi cevaplar verilir ve bu cevaplar istikâmetinde yeni bir yapýlanma içerisine girilirse, sanýrým, bir çýkýþ yolu bulunabilir. Doç. Dr. Þuayip Özdemir, Ýnönü Üniversitesi Avrupa Birliðine Giriþ Sürecinde Alevilerin Diyanet Ýþleri Baþkanlýðýnda Temsil Meselesine Bakýþý - Malatya Örneði Problem ve Amaç: Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn; mezhepler, tarikatlar, cemaatler üstü bir yapýda kurulmuþ olmasý yanýnda, farklý dinsel anlayýþlara mensup olanlara da hizmet götürmeyi amaçladýðý yetkililerce her ortamda dile getirilmektedir. Birçok Diyanet Ýþleri Baþkaný, bu kuruluþun “temsil kuruluþu” olmadýðýný, bir “hizmet kuruluþu” olduðunu çeþitli vesilelerle dile getirmiþlerdir. Dolayýsýyla, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý içinde diðer mezhep, meþrep, cemaat ve tarikatlarýn temsil edilmemesi gibi, Aleviliðin temsilinin de söz konusu olmadýðý ifade edilmiþtir. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn; farklý mezhep, meþrep, cemaat ve tarikat mensuplarýnýn, devletten bekledikleri hizmetleri vatandaþlara ulaþtýran bir “vasýta” konumunda olduðu vurgulanmýþtýr. (Devamý 10. Sayfada)
11
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 12
¸ E SERÇESM
8-30 EYLÜL 2005 - S. DEMÝREL ÜNÝVERSÝTESÝ - I. ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK VE ALEVÝLÝK SEMPOZYUMU (Baþtarafý 9. Sayfada)
Alevi kesimin Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý içinde temsil edilmesinin önündeki en önemli engellerinden birisi, bu konuda Aleviler arasýnda bir görüþ birliðinin bulunmamasýdýr. Bazý düþünürler; Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn, kurulduðu dönemden bu yana, Aleviler aleyhine hiçbir hareketinin olmadýðýný, dinsel cemaatler ve tarikatlar aleyhine ise birçok rapor hazýrladýðýný belirtmektedirler. Dolayýsýyla, Alevilere devlet yönetiminin daha çok sahip çýktýðý dile getirilmektedir. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn, “Alevilere hizmet vermediði” anlayýþýnýn; Alevilerin, ibadetlerini ve ibadet yerlerini farklý bir çerçevede algýlamalarýyla ilgili olduðu da belirtilmiþtir. Aleviliðin, bir tarikat gibi ele alýnabilmesinin mümkün olduðu, zaten tarikatlarýn de Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn hizmetlerinin dýþýnda kaldýðý ifade edilmiþtir. Ülkemiz Avrupa Birliðine girme süreci yaþamaktadýr. AB Komisyonunun 6 Ekim 2004’te yayýnladýðý Ýlerleme Raporunda Alevilerden “Sünni olmayan azýnlýk” þeklinde söz etmesi Alevilerle ilgili yukarýda ifade ettiðimiz tartýþmalarý yeniden alevlendirmiþtir. Yýllardýr ayný topraklarda birlikte yaþadýðýmýz bu kiþilerin azýnlýk olarak gösterilmesi oldukça manidardýr. Alevi vatandaþlarýmýzýn dinle ilgili sorunlarýný baþkalarýnýn telkinlerine gerek kalmaksýzýn kendi çaba ve gayretlerimizle çözmeliyiz. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, artýk Alevilerle ilgili olarak birtakým adýmlar atmalýdýr. Alevi vatandaþlarýmýzýn istekleri belirlenmeli ve bunun için yeni birtakým politikalar geliþtirilmelidir. Yaþayan Alevilikle ilgili geniþ çaplý alan araþtýrmalarý yapýlmalýdýr. Hangi bölgede hangi Alevilik anlayýþýnýn hâkim olduðu, bu sayede tespit edilir, gerek cami hizmeti ve gerekse de cami dýþý hizmetlerde bu kesimin istekleri uygun þartlarda yerine getirilebilir. Alevilikle ilgili objektif olarak kaleme alýnmýþ eserler yayýnlanmalý, Alevilerin özelliklerini ortaya koymak amacýyla konferans, panel türü aktiviteler düzenlenmelidir. Alevilerin yaþadýklarý yerleþim yerlerine; bilgi, görgü, diyaloga açýk olma ve yaþayýþ tarzlarý bakýmýndan üstün olan din görevlileri atanmalýdýr. Bu araþtýrmayla Malatya’da yaþayan alevi vatandaþlarýmýzýn Diyanet Ýþleri Baþkanlýðýnda temsil edilme meselesine iliþkin görüþlerini ortaya çýkarmayý ve Alevilere yönelik din hizmetleri ile ilgili öneriler geliþtirmeyi amaçlamýþ bulunmaktayýz. Evren ve Örneklem: Malatya Alevi vatandaþlarýmýzýn yoðun olarak yaþadýðý illerden birisidir. Malatya’da Alevilerin mensubu olduðu üç tane kuruluþ bulunmaktadýr. Bunlarý þu þekilde sýralayabiliriz: (1) Hacý Bektaþi Veli Kültür Merkezi Vakfý, (2) Cem Vakfý, (3) Zeynel Abidin Kültür Vakfý. Özellikle bu üç vakfa mensup olanlarý göz önünde bulundurarak evreni temsil edecek þekilde örneklem grubu oluþturulacaktýr. Yöntem: Alevi vatandaþlarýmýz arasýndan örneklem grubu seçilerek anket uygulanacaktýr. Ayrýca Alevilerle ilgili yazýlmýþ kitaplar, yapýlmýþ tezler incelenecek, ulaþýlan bulgular araþtýrmamýzda bilgi olarak kullanýlacaktýr. Doç. Dr. Fazlý Arabacý, Gazi Üniversitesi Farklýlaþma Ýçinde Bütünleþmenin Teolojik ve Sosyolojik Kemelleri Dünya’da yeniden yapýlanmalarýn konuþulup tartýþýldýðý ve bunlara dayalý olarak içinde yaþadýðýmýz coðrafyanýn yeniden þekillenmesine yönelik her türlü göstergelerin müþahede edildiði bir dönemde, jeostratejik yönü oldukça önemli olan ülkemizin yeniden farklý düzeylerde sosyo-politik ve dinî olaylara maruz kalmasý kuvvetle muhtemel görünmektedir. Bu baðlamda yakýn geçmiþte Türkiye’nin, gerek sosyo-politik ve ekonomik imkansýzlýklarý ya da ihmallere dayalý iç sebeplerden, gerekse bazý geliþmiþ ülkelerin ve yakýn komþularýn teþviki ile dýþ sebeplerden dolayý oluþan etnik bölücülükle karþý karþýya olduðu bilinen bir gerçektir. Diðer yandan ayný sebeplere dayalý veya bunlara ilave olarak baþka sebeplerle, temel gayesi “barýþ” ve “bütünleþmeyi” saðlamak olan din, mezhep çatýþmalarýyla, ideolojik yapýlanmalarla toplumsal barýþý ve bütünleþmeyi tehdit eden bir unsur haline getirilmeye çalýþýlmaktadýr. Acaba tarihi süreç içersinde Müslüman toplumlarý ciddi boyutlarda meþgul eden “dinî farklýlaþma”nýn sosyal çözülme ve bölünme açýsýndan ontolojik bir temeli var mýdýr? Baþka bir ifadeyle Vahiy anlamýnda dinin bizzat kendisi sosyal bölünmeleri teþvik etmekte midir? Yoksa sorun top-
12
lumsal, siyasi ve kültürel farklýlaþmalardan kaynaklanan epistemolojik farklýlýklara mý dayanmaktadýr? Diðer yandan yaþadýðýmýz çaðda küreselleþme politikalarýnýn felsefî arka planýný oluþturan post-modern, parçacý yaklaþýmlarýn bu ayrýþtýrmacý yapýlanmalardaki rolü nedir? Benim tebliðim birkaç soruyla dile getirdiðim problematike cevap ararken, dinde ve sosyo-kültürel mirasýmýzda bütünleþtirici öðelerin neler olduðu ve bunlarla ilgili nelerin yapýlabileceði üzerine olacaktýr.
Doç. Dr. Osman Egri, Gazi Üniversitesi Kitâb-ý Cabbar Kulu’nda Din Eðitimi Unsurlarý Cabbar Kulu Kitabý, Alevîlik-Bektaþîliðin klasik kaynaklarýndandýr. Bu eser, daha önce Can Yayýnlarý tarafýndan yayýnlanmýþ, ancak okunan nüsha veya nüshalardan hiç bahsedilmemiþtir. Bu yüzden yapýlan yayýnýn bilimsel bir deðeri bulunmamaktadýr. Ýkinci olarak, Sivas’ta Saim Kaptan tarafýndan yayýnlanmýþtýr. Edisyon kritik þeklindeki bu çalýþmada en eskisi 150 yýl önce yazýlmýþ olan beþ nüsha esas alýnmýþtýr. Benim bulduðum Çorum Dodurga Mehmet Dede Tekkeköy Cabbar Kulu Kitabý nüshasý 270 yýllýk, Amasya Gümüþhacýköy Karaköy nüshasý ise, 170 yýllýk bir geçmiþe sahiptir. Bu iki nüshanýn karþýlaþtýrmalý çevirisini bitirmiþ bulunmaktayým. Yaptýðým incelemede, Sivas’ta yayýnlanan çalýþmada bazý eksiklikler olduðu görülmüþtür. Uluslararasý Bektaþilik Alevilik Sempozyumu I’de sunmayý düþündüðüm tebliðde 270 yýllýk nüsha esas alýnarak, eserin içersindeki din eðitimi unsurlarý analiz edilecektir. Eser, klasik bir ahlâk kitabýdýr. Eserde Bektaþî derviþlerinin inanç, ibadet ve daha çok da ahlâk açýsýndan eðitimlerinin hedef alýndýðý görülmektedir. Eserdeki konuþmalar, ekseriyetle Hazreti Peygamber ve Hazreti Ali arasýnda geçmektedir ki, bununla iki din büyüðü arasýndaki yakýnlýk, Hz. Ali’nin bütün ilimleri bizzat Hazreti Peygamber’den almýþ olduðu mesajý verilmek istenmiþ olabilir. Her bab ve faslýn sonunda konu ile ilgili bir duâ cümlesi yer almaktadýr. Dualarýn kabulü için Allah’ýn sevdiði kiþilerin anýlmasý, Alevî-Bektâþî geleneðinde sýkça karþýlaþýlan bir durumdur. Eserde, canlý-cansýz her nesne, konuþturulmaktadýr. Eser, bir nevi “fabl” görünümündedir. Bu yolla dinî ve ahlâkî eðitim yapýlmaktadýr. Benzetmeler, insanlarýn en yakýnlarýnda bulunan nesnelerden seçilmekte; diyaloglar onlara yaptýrýlmaktadýr. Böylece önemli bir din öðretimi ilkesi olan; somuttan örneklerden soyut kural ve genellemelere ulaþma ilkesine uyulduðu gözlenmektedir. Meselâ; ucub, doðruluk, alçakgönüllülük gibi soyut kavramlar somuta indirgenerek öðretim konusu yapýlmaktadýr. Bu yaklaþým, antropolojik açýdan da önemlidir. Ýnsanýn eþya ve olaylara, tabiî çevresine yabancýlaþmasýný da önleyici bir fonksiyon icra edebilir. Zira insan Cabbar Kulu Kitabý okuyunca, ahlâkî ve dînî ilkeleri fýsýldayan bir tabiî çevre içersinde kendisini bulmaktadýr. Bu durum, insanýn çevresi ile bütünleþerek yalnýzlýk ve yabancýlaþmadan kurtulmasýna katkýda bulunabilir. Böylece eðitim sürecine süreklilik kazandýrýlmak da istenmiþ olabilir. Bazý bablarda nesneler bir nevi mahkeme edilmekte, haklý ile haksýz araþtýrýlarak bulunmaktadýr. Hem suçlayan, hem de suçlanana söz hakký verilerek, en doðru bulunmaya çalýþýlmaktadýr. Burada bir hukuk eðitiminden söz edilebilir. Olaylarýn iþlenme tarzý, bir tarafý dinleyerek karar verilmemesi mesajýný içermektedir. Ýnsanýn iç dünyasýndaki iyi ile kötünün çekiþmesi anlatýlarak bir nevî din psikolojisi analizi yapýlmaktadýr. Eserde, amelsizlikten inançsýzlýða kadar giden süreç dramatize edilerek açýklanmaktadýr. Þeytanýn insaný nasýl aldattýðýný çeþitli örnekler verilerek anlatýlmaktadýr. Ýtikadý, kelâmî meseleler, çeþitli somut örnekler verilerek iþlenmektedir. Dinî duygularýn ve þeytanî davranýþlarýn ortaya çýkmasý sürecinde yaþananlar çeþitli benzetmeler vasýtasýyla gözler önüne serilmektedir. Bir insan Allah’ýn yoluna nasýl girer; þeytanýn yoluna nasýl girer sorularýna eserde cevap bulmak mümkün olmaktadýr. Sonuç olarak tebliðimde, 270 yýllýk el yazmasý nüshadan hareketle, didaktik ve pedagojik bir din ve ahlâk eðitimi kitabý muhtevasýna sahip olan Cabbar Kulu Kitabý’nýn Din Eðitimi Unsurlarý açýsýndan analizi yapýlacaktýr.
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 13
¸ E SERÇESM
8-30 EYLÜL 2005 - S. DEMÝREL ÜNÝVERSÝTESÝ - I. ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK VE ALEVÝLÝK SEMPOZYUMU
Sempozyumun Amacý ve Kapsamý Þöyle Belirtilmiþti:
Yard. Doç. Dr. Selim Eren, Cumhuriyet Üniversitesi Türklerin Farklý Din Anlayýþýna Sahip Olmalarýnýn Tarihsel ve Sosyolojik Arkaplaný Günümüzde, Alevilik ve Bektaþilik konularý medyada tartýþýlýrken, genelde yapýlan bir hata, bu olgunun sanki günümüzde ya da günümüze yakýn bir zamanda ortaya çýkmýþ gibi sunulmasýdýr. Bu, bizim tarih bilincimizin ve tarihi doðru algýlayacak bilgi donanýmýmýzýn yetersizliðine iþaret eden bir göstergedir. Yukarýda baþlýðý yazýlan tebliðde, Türk din anlayýþýnýn oluþumuna kaynaklýk eden Ýslam öncesi dini yapýya kýsaca deðinilecek, arkasýndan Türklerin Müslüman olmasý süreci incelenecektir. Bu çerçevede, Türklerin hangi yollardan ve hangi din anlayýþý aracýlýðýyla Ýslam’la tanýþtýklarý ve bu tanýþýklýðýn tarih içerisindeki farklý þekillenmelerine vurgu yapýlacaktýr. Bu durum, Türklerin günümüzde niçin bir kýsmýnýn Sünni, bir kýsmýnýn Alevi ya da Bektaþi olduðunun anlaþýlmasýnda önemli bir noktadýr. Türklerin tarihsel süreç içerisinde benimsedikleri farklý din anlayýþlarýndan, Sünnilik, Batýnilik, çeþitli tarikatlara mensubiyet vb. konulara deðinilerek, günümüz Türk insanýnýn din anlayýþ ve yaþayýþýna etkide bulunan tarihsel ve sosyolojik etkenler üzerinde durulacaktýr. Yine, Türk din tarihindeki dini anlayýþtaki deðiþimlere ve bunlara etki eden politik, sosyolojik etkenlere vurgu yapýlacak, bu durumun günümüzde hangi noktaya geldiðine deðinilecektir. Yard. Doç. Dr. Hüseyin Özcan, Fatih Üniversitesi Alevi-Bektaþî Þiirinde Âdâb ve Erkân Bektaþî anlayýþýnýn en yaygýn þekilde iþlendiði edebi ürün þiirdir. Bektaþî topluluklarý arasýnda okunan nefeslerle ilâhî bir boyut kazanan bu þiirler günümüze kadar soluðunu devam ettirerek gelmiþtir. Bektaþîliðin diðer anlayýþlara göre daha fazla yayýlmasý ve zamanýmýza kadar bu anlayýþýn taþýnmasýnda en önemli etkenlerden birisi de bu anlayýþýnýn güçlü ve zengin edebiyatýndan kaynaklanmaktadýr. Sözlü kültürle geliþen sonradan yazýlý hale gelen velâyetnameler ve Hacý Bektaþ Velî’ye ait olduðu ifade edilen eserler dýþýnda gerek bu anlayýþýn tarihi geçmiþi gerekse Hacý Bektaþ Velî hakkýnda yeteri kadar kesin bilgilere ve kaynaklara sahip deðiliz. Bu anlayýþ konusunda bize bilgi verebilecek en zengin kaynak asýrlarca bu düþünceye mensup halk þairlerince seslendirilen Alevî/Bektâþî þiirleridir. Çoðunlukla saz eþliðinde tarikâtýn âdâb ve erkânýna ait kavramlarýn iþlendiði bu þiirler Bektâþîliði kitlelere ulaþtýrmada aktif rol oynamýþlardýr. Halkýn yüzyýllar boyunca sözlü kültürle aþina olduklarý bu þiirler onlara hep yakýn olmuþtur. Bu düþünceye mensup þairler yüzyýllar boyunca yazdýklarý deyiþ ve nefeslerle bu anlayýþý hep canlý tutmasýný bilmiþlerdir. Çalýþma ile genel olarak üzerinde bir takým ideolojik gayelerle zaman zaman aslýndan uzaklaþtýrýlmak istenen Alevî/Bektâþî anlayýþýný en saf ve sade bir þekilde asýrlarca aktarýlarak gelmiþ þiir perspektifinden bakarak þiir kaynaðýna dikkat çekilmiþ, Bektâþi tarîkâtýyla doðrudan ilgili olan erkâna ait belli baþlý kavramlar incelenerek Alevi/Bektaþi þairlerin þiirleriyle erkaný ele alýþlarý örneklenmiþtir. Yard. Doç. Dr. Rabia Uçkun, Ege Üniversitesi Alevi-Bektaþi Geleneðinde Nevruz Kutlamalarý Bayramlar, bir milletin mitolojisinin, tarihinin, kültürünün, fikrî yapýsýnýn kaynaþmýþ bir bütün halinde yaþandýðý ve millî karakterin riyasýz olarak yaþatýldýðý birlik, kardeþlik ve sevinç günleridir. Bayramlar fertleri bir araya getirir, toplumsal baðlarý güçlendirir. Nevrûz da, halkýn ortak duygu ve düþüncelerini dile getiren, toplumu ayný amaç ve idealler için birleþtiren, Türk kültürünün korunup yaþatýlmasýnda önemli bir yeri olan mevsimlik törenlerimizden, bayramlarýmýzdan biridir. Ýslamiyet öncesi bahar kutlamalarý yapan Türkler, bu kutlamalarý Nevruz adýyla daha sonra da sürdürmüþlerdir. Nevruz, sosyal ve fizikî coðrafyadaki egemen kültürün yüklediði anlama göre þekillenmiþtir. Dolayýsýyla her toplum Nevruzu kendi deðerleriyle anlamlandýrarak millî kültürlerinin bir sembolü haline getirmiþtir. Her sosyal grubun kutlama þekilleri de Nevruzun içeriðini farklý kýlmaktadýr.
Kasým 2005
Avrupa Birliðine giriþ sürecinde Bektaþîleri ve Alevîleri, Hacý Bektaþ Veli'ye baðlýlýk ekseninde geçmiþten günümüze farklý perspektiflerle bilimsel platforma getirmektir. Sempozyumun amacý, Türkiye ve diðer ülkelerdeki konunun uzmanlarý ile Alevi-Bektaþi gelenekten gelenlerin yer aldýðý bilimsel bir platformda Alevilik-Bektaþiliðin tarihi, bugünü Türkiye ve Türkiye dýþýnda yaþayanlarýnýn problemlerini ele almak ve çözüm yollarýna katkýda bulunmaktýr.
Bildiride, Alevî-Bektaþî inançlarý ve pratikleri göz önünde tutularak Nevruzun kazanmýþ olduðu anlam üzerinde durulacaktýr. Nevruz, AlevîBektaþî geleneðinde Hz. Ali’nin doðum günü ve halife tayin edildiði gün, Hz. Fatma ile evlendiði gün, Hz. Hasan ve Hüseyin’in doðduðu gün ve Kerbelâ hadisesinin cereyan ettiði gün olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle Alevî-Bektaþî geleneðinde sürdürülmekte olan Nevruz kutlamalarý anlatýlacak, Nevruzun anlam ve önemi vurgulanmaya çalýþýlacaktýr. Bildirinin sonunda, Nevruzun ister dinî ister din dýþý bir ritüele dayansýn, bir kültür veya folklor unsuru olarak toplumu belli deðerler etrafýnda birleþtirdiði ve kültürün derinliklerindeki bir olayý kaynak göstererek bayram þeklinde kutlandýðý sonucuna varýlacaktýr. Yard. Doç. Dr. Hülya Küçük, Selçuk Üniversitesi Cumhuriyet Döneminde Bektaþilik Bektaþîliðin kaldýrýlmasýndan sonra, Bektaþî tekkelerin baþýna genelde Nakþî veya Halvetî þeyhler atanýr olmuþtu. Salih Niyazi Baba (v.1941, Kilerevi Babasý/Dedebaba), Nakþî þeyhin görevinin, iki tarafýn (yani Çelebiler ve Babalarýn) haklarýný gözetmek ve onlarýn doðru yoldan (yani, Ýslam’dan) sapmalarýný önlemek olduðunu söyler. Kolayca anlaþýlacaðý üzere, ana tekkede Nakþî þeyhle birlikte üç þeyh vardý: 1) Çelebiyân kolunu temsilen, Cemâleddîn Çelebi ve ondan sonra, tarikatlarýn 1341/1925’de kapatýlýþýna kadar, Veliyyeddin Çelebi (1867–1940); 2) Babagân kolunu temsilen, Salih Niyazi Baba, ‘Kilerevi Babasý’ (ki ‘Dedebaba’ olarak kabul ediliyordu); 3) Nakþîleri temsilen Þeyh Hacý Hasan Efendi. Hacý Hasan Efendi, buraya 1334/1918’de tayin edilmiþ ve orada 19 ay (yani, 1335/1919’a dek) kalmýþtý. Tebliðimizde bu üç þeyh denetimindeki ana tekke ve diðer Bektaþi tekkeleri hakkýnda deðerlendirmeler yer alacaktýr. Milli Mücadele Sonrasý Bektaþîlerin varlýðýna raðmen hiçbir Bektaþinin Millî Mücadele’den sonra baþlayan reformlara karþý gelmediði ve bütün Bektaþîlerin cumhuriyetin seküler politikalarýný destekledikleri þeklinde yanlýþ bir kaný vardýr. Besîm (Atalay)’ýn, kendi ifadesiyle yazmak için on beþ yýlýný harcadýðý ünlü kitabý Bektâþîlik ve Edebiyâtý, (Ýst., 1340: Matbaa-yý Âmira), Hâkimiyet-i Milliye’de 24 Þubat 1340 (1924)’den itibaren tefrika halinde verilmeye baþlanmýþtý. Kitap Bektaþîliðin ortaya çýkýþý, geliþmesi ve o zaman içinde bulunduðu kötü durumla ilgili idi. Gazetenin yazarlarýndan Abdülfeyyaz Tayyar Tevfik, bu kitabýn, memleketin manevî yapýsý ile ilgili araþtýrmalara ne denli ihtiyaç duyduðunu gösterdiðini, zira memleketin sadece maddî deðil ayný zamanda manevî kaynaklarla da yönetildiðini, tekkelerin eðitim ve öðretim yerleri olmalarý lazým gelirken tarikatlarýn Allah adýna bid’atler uydurduðunu, ama sufizme saldýrmak yerine, onun sosyal çeþitliliðe sunduklarýný tanýmak açýsýndan üzerinde etüd etmeye daha çok ihtiyaç olduðunu belirtiyordu. Besim Atalay, o zaman ki Bektaþîliðin Ýslam ve Türk kültürünün kabul edebileceði sýnýrlarý çoktan aþtýðýný ve reforma gerek duyduðunu düþünmekteydi.
13
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 14
¸ E SERÇESM
BREMEN’DE ALEVÝ AKADEMÝSÝ’NÝN VE CEMEVÝNÝN AÇILIÞI YAPILDI
Alevi Akademisi Görkemli Bir Törenle Açýldý
A
Hakký Þahin
levi Akademisi kýsa bir süre önce sa“Kýsa bir süre önce resmi makamlar, Bremen eyatýn aldýðý Bremen merkezdeki yerini Alevi Akademisi ve Cemevi’nin letinde yaþayan çeþitli inanç gruplarýnýn kendilerini görkemli bir açýlýþ töreniyle hizmete rahatça ifade edebilmeleri amacýyla Alevi toplumuAçýlýþ Töreni açtý. Açýlýþa Bremen Belediye Baþkanun sorunlarýný çözmeyi de gündemlerine aldýlar. 3 Aralýk 2005 Tarihinde ný Jens Böhrnsen; Eski Bremen BeleBöylece Bremen Üniversitesi Rektörlüðü, Bremen diye Baþkaný Dr. Henning Scherf; Bremen ÜniverEyalet Yönetimi ve Bremen Alevi Evi, Alevi AkaBremen’de yapýldý. sitesi, Dinler Bilimi ve Araþtýrma Enstitüsü kürsü demisi Merkezi’nin Bremen’e taþýnmasýný önerdiler, Baþkaný Prof. Dr. Christoph Auffarth; Erfurt Üni- Açýlýþa Bremen Eyaleti ve Belediye bizler de bu öneriyi, Alevi Akademisi olarak oldukYöneticileri ile versitesi, Max-Weber Koleji, Kültür ve Sosyal ça samimi bulduðumuz için kabul ettik. Alevi AkaAraþtýrma Enstitüsü’nden Prof. Dr. Hans G. Kipdemisi’nin Bremen Üniversitesi ile bundan böyle Bremen Üniversitesi’nden ve penberg; Max-Planck-Enstitüsü, Antropoloji Araþçalýþmalarýn iþbirliði halinde yürütülmesi kararlaþTürkiye’den Öðretim Üyeleri týrma Enstitüsü’nden Dr. Krisztina Kehl; Bremen týrýlarak, oluþturacaðýmýz Bilim Kurulu ile araþtýrKatýldý. Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yasemin Karakaþoðlu; ma, yayýn ve benzeri etkinlikleri kapsayan çok sayýBremen Belediyesi’nden Dr. Helmut Hafner; Eski daki projeler kapsamýnda birlikte çalýþmalar yürüteAlevi Akademisi’nin Federal Göç ve Uyum Sorumlusu Marieluise Beck; ceðiz.” Bilim ve Yayýn Kurullarý Eskiþehir Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Daha sonra kürsüye gelerek söz alan Bremen Kuruldu. Tarih Bölümü’nden Doç. Dr. Yaðmur Say; Ýstanbul Belediye Baþkaný Jens Böhrnsen yaptýðý konuþmaBilgi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih da, Akademi ve Cemevi binasýnýn Bremen’de hem Bölümü’nden Doç. Dr. Bülent Bilmez; Münih Üniversitesi, Türkoloji de þehir merkezinde bulunmasundan duymuþ olduðu memnuniyeti belirEnstitüsü’nden Doç. Dr. Özgür Savaþçý ve Yazar Dr. Ýsmail Kaygusuz terek, “bu benim buraya geliþimin ilki olmayacaktýr” diyerek, kurulan olmak üzüre konuþmacý olarak katýldýlar. diyaloðu daha da güçlendirerek sürdüreceklerini, farklý kültürleri tanýSunuculuðunu gazeteci ve TV sunucusu Atilla Vurgun’un Almanca malarýnýn kendileri için zenginlik kabul ettiklerini vurgulayarak, “yeter ve Türkçe yaptýðý açýlýþa Almanya’nýn dört bir tarafýndan ve Hollanda ki burada güzel çalýþmalar yapýn, bizler daima yanýnýzda olacaðýz” dedi. baþta olmak üzere, diðer Avrupa ülkelerinden kiþi, kurum, kuruluþ ve Diðer konuþmacýlarýn da verdikleri mesaj daima ortak entegrasyonörgüt temsilcileri de konuk olarak katýldý. dan ve bundan böyle burda uyumlu bir þekilde yaþamaktan bahsedilerek, Açýlýþ töreninde ilk konuþmayý yapan Bremen Cemevi Baþkaný Tekin bundan kork sene önce bir traktör parasýný kazanmak için gelen göçmenBaytekin yaptýðý konuþmada, Bremen’de satýn aldýklarý binaya destek lerin, artýk buranýn bir parçasý olduklarýný, artýk burda misafir olmadýksunanlara þükranlarýný sunarak, bu cemevi’nin eyalet ve belediye tarafýnlarýný ve buranýn yerlileri olduklarýný anlamalarý gerektiði, vurgulananlar dan destek olunmasý neticesinde hizmete açýlmasýnýn entegrasyona büarasýnda idi. yük bir katký saðladýðýný belirtti. Saat 13:00’da baþlayan açýlýþ töreni 15:30’a kadar sürdü ve ardýndan Daha sonra kürsüye gelen Alevi Akademisi Baþkaný Mustafa da bir kokteyl ile konuklar 400 m2 kullaným alanýna sahip olan Alevi Düzgün yaptýðý konuþmada Akademinin kuruluþu ve geliþimi hakkýnda Akademisi gezdirildi, Þah-ý Merdan Ali Kütüphanesi ve Arþivi, Þah bilgi vererek, sözlerini þöyle sürdürdü: Ýsmail Hatayi Konferans Salonu, iki odalý Seyyid Ý. Nesimi Dershanesi tanýtýldý. Bilim Kurulu Yayýn Kurulu Daha sonra ise saat 18:00’de düzenlenen konsere geçildi. Bin beþyüzü aþkýn katýlýmýn olduðu gecede Musa Eroðlu, Hasan Ali Ýçlek, Gani Doç. Dr. Yaðmur Say Baþkan: Cansever, Hayri ve Azem ve Alevi Evi Korosu sahneye çýktýlar. Ýki saate Dr. Kristina Kehl Doç. Dr. Özgür Savaþçý yakýn sahnede kalan Musa Eroðlu’nun seslendirdiði türküler dinleyicileri Dr. Ýsmail Kaygusuz kendilerinden geçirdi. Gece, geç saatlere kadar sürdü. Dr. Özgür Savaþçý Üyeler: 4 Aralýk günü Alevi Akademisi Yönetim Kurulu öðretim üyeleriyle Ýsmail Bulut Prof. Dr. Cengiz Güleç bir toplantý yaptý ve yanda adlarý yazýlý olan Bilim ve Yayýn Kurulu oluþMustafa Düzgün Prof. Dr. Ýþaya Üþür turuldu. Doç. Dr. Yaðmur Say Yrd. Doç. Dr. Bülent Bilmez Dr. Kristina Kehl ALEVÝ AKADEMÝSÝ/ALEVITISCHE AKADEMIE Dr. Ýsmail Kaygusuz Breitenweg 41 28195 Bremen - Deutschland Enis Emir Tel: +49.(0)421 165 30 60 Fax: +49.(0)421 165 32 33 Mustafa Düzgün www.aleviakademisi.org
14
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 15
¸ E SERÇESM
Alevi Akademisi’nin Baþkanýndan Mektup Var Mustafa Düzgün, Akademi Baþkaný, Bremen, 13 Aralýk 2005 Saygýdeðer Dostlara! Bilindiði gibi Akademi’miz, geçen Aðustos’ta anahtar teslimi yapýldýktan sonra baþlatýlan onarým ve tadilat iþlemlerini en kýsa zamanda tamamlayarak, 3 Aralýk 2005 tarihinde Bremen’deki yeni merkez binasýný görkemli bir tören ve müzik þöleni ile hizmete açtý. Binden fazla insanýn katýldýðý geceyi taçlandýran ünlü sanatçý Musa Eroðlu ve diðer sanatçýlar büyük bir dikkat ve özenle izlendiler. Açýlýþ; Bremen’in eski ve yeni eyalet ve üniversite yöneticilerinin hemen hemen ful kadro halinde katýlýmlarýyla geçekleþti. Yaptýklarý konuþmalarda, þimdiye kadar olduðu gibi bundan sonra da Alevilerin etkinliklerine sýcak ilgi göstereceklerini vurgulayarak, çaba ve çalýþmalarýmýzý kutladýlar... Akademi katý ziyaret edilerek, Þah-ý Merdan Ali Kütüphane ve Arþivi, Seyyid Ýmadettin Nesimi Dershanesi, Þah Ýsmail Hatayi Konferans Salonu ve diðer bölümleri sempatiyle gözlendi. Binanýn yapýmý esnasýnda bizzat çalýþarak veya parasal katkýlarda bulunarak yükümüzü hafifleten dost ve üyelere, iþadamý ve özverili canlara ne kadar teþekkür etsek azdýr! Deðerli Dostlar! Akademi Yönetim Kurulu, açýlýþýn ertesi günü Türkiye, Ýngiltere ve Almanya’nýn çeþitli yerlerinden gelen bilim adamý ve uzmanlarla bir toplantý düzenleyerek, ortaya çýkan yeni olanak ve gereksinimleri dikkate alarak yapýlacak yeni yapýlanmayý deðerlendirdi. Bununla baðlantýlý olarak þu kararlarý aldý: 1) Bundan böyle Kütüphane ve Arþivimiz, Alevi Akademisi Þah-ý Merdân Ali Kütüphane ve Arþivi; Konferans Salonumuz, Alevi Akademisi Þah Ýsmail Hatayi Konferans Salonu; bir dershanemizin de Alevi Akademisi Seyyid Ýmadettin Nesimi Dersanesi olarak adlandýrýlmalarý kararlaþtýrýlmýþtýr. 2) Sayýn Musa Eroðlu’nun yönetimi ve sorumluluðu altýnda ve yüksek statülü bir Müzik Okulu’nun açýlmasýna karar verilmiþtir. 3) Bir süreden beri Arapça, Farsça ve Osmanlýca’dan çevirileri yapýlan ve yapýlmakta olan, Aleviliðin en eski ve temel kaynaklarýnýn basýmýný gerçekleþtirmek amacýyla gerekli olanaklarýn saðlanmasý için kapsamlý bir çalýþma baþlatýlmalýdýr. Bu; Aleviliði sözel kültür derekesine indiren kimi maksatlý yaklaþým ve politikalarýn savunucularýnýn yanýldýklarýný ortaya koymayý kolaylaþtýracak, çalýþmalarýn saðlam bir zemin üzerinde ve doðru yolda geliþmesini saðlayacaktýr. 4) Çalýþmalarý birkaç yýl önceye uzanan, yýlda birkaç sayý olmak üzere, bilimsel ve kapsamlý bir kitap-derginin yayýnlanmasý kararlaþtýrýlmýþtýr. 5) Aþaðýda adý geçen bilim adamý ve uzmanlardan oluþan bir Bilim Kurulu kurulmuþtur. (Liste yan sayfamýzdadýr.) Alevi Akademisi Bilim Kurulu Baþkanlýðý görevine Doç. Dr. Özgür Savaþçý seçilmiþtir. 6) Yine aþaðýda adý geçen kiþilerden bir Alevi Akademisi Yayýn Kurulu oluþturulmuþtur. (Liste yan sayfamýzdadýr.) 7) Avrupa ve Türkiye’de gereken saygýnlýk ve güvene mazhar olmuþ þahsiyetlerden meydana gelen bir Alevi Akademisi Danýþma Kurulu’nun oluþturulmasý amacýyla gerekli giriþimlerin baþlatýlmasýna karar verilmiþtir. Kamuoyun bilgisine iletir, dostça selam ve saygýlarýmýzý sunarým. Mustafa Düzgün açýlýþ töreninde Bremen Belediye Baþkaný Jens Böhrnsen ile
Kasým 2005
Mustafa Düzgün açýlýþ töreninde konuþurken
Alevi Akademisi Bilim Kurulu Baþkanlýðý görevine getirilen Doç. Dr. Özgür Savaþçý açýlýþ töreninde konuþurken
15
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 16
¸ E SERÇESM
ALEVÝ AKADEMÝSÝ VE CEMEVÝNÝN 3 ARALIK’TA BREMEN’DE YAPILAN AÇILIÞ TÖRENINDE YAPILAN KONUÞMA
Alevi-Bektaþi Ýnanç Toplumunun Avrupa Birliði Sürecinde Güncel Durumuna Genel Bakýþ, Görüþ ve Öneriler Ýsmail Kaygusuz
P
Fransa Olaylarý ve Köktendinci Tehlike
aris’te yaþanan olaylar, bizce Avrupa ülkelerinde gizli ve açýk ýrkçýlýðýn yaný sýra dinsel þovenizmin de giderek yükselmiþ olmasýnýn sonuçlarýdýr. Fransa’ya özgü deðildir, önlemler alýnmazsa baþkalarýna da sýçrama olasýlýklarý vardýr. Bu ülkelerin vatandaþlarý ve yönetimleri kendi (etnik temel yapýsýyla birlikte) baskýn din ve inançlarýnýn -hangi nedenlerden olursa olsun- yan yana yaþadýðý yabancý insanlarýnkiyle eþit görmeyip, daha yüksek deðerde olduðunu varsayarak, onlarý aþaðýlamayý-hor görmeyi sürdürür, gerekli toleransý yitirirse; dolaylý olarak varlýklarýyla dahi ülke ekonomisinin geliþmesine, refahýnýn yükselmesine katkýda bulunan bu insanlara refahtan pay verilmezse diðer Avrupa ülkelerine sýçramalarý kaçýnýlmazdýr. Kuþkusuz ýrkçý ve dinsel þoven kaygýlarla hareket etmeyen ve genelde ülkenin refahýndan daha az pay alan, “ekmeðimi yabancýlar elimden alýyor, onlarýn yüzünden iþsiz kalýyorum” bahanesiyle sýradan vatandaþlarda geliþmiþ yabancý düþmanlýðýný (zenofobi) da göz ardý etmemek gerekir. Bu genel nedenler, özellikle de entegrasyona direnen göçmen asýllý gençleri, kendi din ve inançlarýna sýðýnarak pasif direniþ ve savunmadan baþlayýp, köktendinci akýmlarýn içinde en uç noktalara kadar savrulmasýna, yani kendi dini -açýkçasý köktendinci- radikal Ýslamiyet dýþýndaki din ve inançlara mensup olanlarý kâfir görerek “katli vaciptir”e kadar ulaþtýrýp, cihad terörizmine bulaþtýrabilme potansiyeline sahiptir. Ortodoks Ýslam anlayýþýna, yani Sünnilik ve Þiiliðe aykýrý geliþmesini sürdürmüþ ve Ýslam dininin bâtýni yorumu olan Alevi-Bektaþi inancý, dindeki cihad kavramýný, kiþinin kendi nefsiyle-özbenliðiyle vermesi gereken bir savaþým olarak algýlamýþ ve uygulanmasýný öngörmüþtür. Hangi ulustan, hangi din ve inançtan olursa olsun insanlarý sevmeyi, onlara eþit gözle bakmayý “yetmiþ üç millete tek nazarla bak”; birey olarak hiç kimseye zarar vermeme ve incitmemeyi, baþkasýna ait olan þeye el uzatmamayý, kendi emeðiyle geçinmeyi ve herkesi kendisi gibi bilmeyi, düþmanýný bile sevmeyi “eline, beline, eþine ve aþýna sadýk ol”, “kendi nefsine yapýlmasýný istemediðini, baþkasýna yapma”, “incinsen de
16
incitme” biçiminde yol ve ahlak ilkelerine baðlý ailelerde yetiþme þansýný yakalamýþ Alevi gençler köktendinci tehlikenin dýþýndadýr ve söz konusu bile edilemez. Ancak kendi tarihini, öz inancýnýn yol ve erkânýný tanýmayan, kýsacasý inançsal baðlamda Alevice yaþama formasyonu alamamýþ gençlerimiz için bu tehlike her zaman vardýr; gençlerimiz üzerine eðilmek zorundayýz.
Ý
Her Düþünce ve Ýnanca Hoþgörü ve Çaðdaþ Anlayýþla Yaklaþmak Uygar Olmanýn Gereðidir
çinde yaþadýðýmýz bilgi ve iletiþim çaðý 21.yüzyýlda, çaðýmýza uygun dinler arasý diyalog kurulamýyorsa, egemen ortodoks dinlerin önderleri ve mensuplarýnýn iktidara getirdiði yönetimlerin diðer dinlere ve ortodoks olmayan, doðru deyimle heterodoks inançlara çaðdaþ deðil, ortaçað anlayýþýyla baktýðý, aþaðýladýðý içindir. Eðer hala dýþýnýzdaki farklý din ve mezheplere hoþgörü göstermiyor, bu inanç sistemleri için kitaplarýnýzda, yazý ve konuþmalarýnýzda hala “sapkýn, Rafýzi, bidat, zýndýk” nitelemelerini kullanýyorsanýz böyle bir diyalogu gerçekleþtirmeniz olasý deðildir. Hiç bir kimsenin, bir baþkasýnýn din ve inançlarýna saygýsýzlýk etmesi, aþaðýlamasý, kara çalmasý biçiminde bir davranýþ göstermeye hakký yoktur; bu tutum çaðýmýzýn insan haklarý, düþünce ve inanç özgürlüðü ve demokrasi anlayýþýna aykýrýdýr.
Türkiye’de Yaþananlara Gelince Biz kendi ülkemizde, Türkiye’de, ülke nüfusunun üçte birini oluþturan koskoca Alevi-Bektaþi inanç toplumu olarak bu saygýsýzlýðý, kara çalmalar ve aþaðýlanmalarla birlikte yok sayýlmýþlýðý yaþýyoruz. Baþbakandan, bakanýndan tutunuz, laik bir cumhuriyette bulunmamasý gereken bir ortaçað kurumu, Þeyhülislamlýðýn devamý ve bir teolojik yapýlanma olan Diyanet Ýþleri Baþkanýna, anlý þanlý ilahiyatçýlarýna kadar her kürsüye çýkan, verdikleri demeçlerde Aleviliðin bir inanç deðil
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 17
¸ E SERÇESM
Aleviliðin Ýslam’la, dolayýsýyla Kuran’la ve de tanrýsal mazhar görülen Ali ile iliþkisini kesen; Muhammed peygamberden binlerce yýl önce ortaya çýktýðýný ve hatta Horasan’dan Türkler tarafýndan getirtilip Anadolu’da Ýslam’ýn içine sokulduðunu; Alevilerin Allah-Muhammed-Ali ve Ehlibeyti zikretmelerinin, dillerinden düþürmemelerinin takiyeden ibaret olduðunu ileri süren; tarihsel bilgilerden zerrece nasip almamýþ saçma görüþlerin bizzat bazý Alevi kitle örgütleri ve vakýflarýndan gelmiþ olmasýna akýl sýr eresi deðil. sadece kültür olduðunu söylemektedir; dolayýsýyla toplu ibadetlerimiz cümbüþ-eðlence, Cemevlerimiz ise ibadet deðil cümbüþ ve eðlenme yeridir onlara göre. Ýnkarcý-yok sayýcý ve asimilasyoncu devlet ve hükümet politikalarý çerçevesinde, týnaz makinasýna doldurmuþ harman savurur gibi savuruyorlar bizi. Elekten geçen taneler, kendilerini devletin temel felsefesi Türk-Ýslam anlayýþýna uygun olan Ýslam’ýn özü kabul ederek, sözde birlik, beraberlik adýna, “namaz da niyaz da oruç ta bizim”, “Sünnilik ne Alevilik ne? Hepimiz Türküz hepimiz kardeþiz” diyenlerdir. Bunlar Aleviliðin özüne yabancýlaþma ve asimilasyonun eþiðindedirler. Harman makinasýnýn kanatlarýnýn yaptýðý rüzgarla uçuþan dövülmüþ buðday saplarýnýn oluþturduðu büyük saman yýðýný ise, makinanýn önünü ve üstünü kapatmasýn diye tahta yabalar ve týrmýklarla karýþtýrýlýp daðýtýlmaktadýr. Yani Alevi-Bektaþi halk yýðýnlarýnýn demokratik kitle örgütleri, dernekler ve vakýflarýn daðýtýlýp birbirine düþürülmesi için Avrupa’da ve Türkiye’de büyük çaba harcanmaktadýr. Sünniliðin, Þiiliðin tanýmlarýný yapma ihtiyacý hiçbir þekilde duyulmazken, her nedense devlet ve hükümet temsilcileri dâhil olmak üzere, diyanetçisinden ilahiyatçýsýndan tutunuz da vakýf ve örgüt baþkalarýna dek herkes-hepimiz Aleviliði tanýmlama yarýþýna girdik. Aleviliðin Ýslam’la, dolayýsýyla Kuran’la ve de tanrýsal mazhar görülen Ali ile iliþkisini kesen; Muhammed peygamberden binlerce yýl önce ortaya çýktýðýný ve hatta Horasan’dan Türkler tarafýndan getirtilip Anadolu’da Ýslam’ýn içine sokan; Alevilerin Allah-Muhammed-Ali ve Ehlibeyti zikretmeleri, dillerinden düþürmemelerinin takiyeden ibaret olduðunu ileri süren; tarihsel bilgilerden zerrece nasip almamýþ saçma görüþlerin bizzat bazý Alevi kitle örgütleri ve vakýflarýndan gelmiþ olmasýna akýl sýr eresi deðil. Öbür yandan Aleviliði Þiilikle birleþtirmeðe, Sünniliðe yamamaya çalýþanlar da her türlü araçlarý kullanmaktadýrlar.
Alevilik Tanýmlamalarý Üzerinde Bir Kaç Söz Her Fýrsatta Yinelemenin Gerekli Olduðunu Düþünüyoruz: Alevilik, Sünnilik ve Þiilik de Ýslam dininin birbirinden farklý yorumlarýdýr. Ancak Sünnilik ve Þiilik aralarýndaki birçok farklýlýklarýna raðmen Ýslam dininin biçimsel, zâhiri/dýþsal kurallara baðlanmýþ yorumudur. Yani Kuran ayetlerinin dýþsal yorum ve uygulanmalarý biçimsel tapýnmalara indirgenerek kurallaþtýrýlýp deðiþmezlik kazandýrýlmýþ olmasýdýr. Alevilik ise Ýslam dininin, dolayýsýyla dinin kutsal kitabý Kuran ayetlerinin tevil-mecâzi, yani derinliklere inen bâtýni/içsel yorumudur. Ama bununla da yetinilmemiþ Ýslam dýþýndaki baþka dinsel ve felsefi inançlardan da bazý ögeler alarak onlarý baðdaþtýrýp bütünleþtirerek (yani senkretize ederek), kaynaðýna yabancýlaþtýrmýþ ve özümsemiþtir. Alevilik dinsel inanç temelli toplumsal, felsefi ve ahlaksal/etik bir olgudur. Bu demektir ki bu alanlarda da tanýmlar üretilebilir. Hollanda Alevi Vakfýnýn düzenlediði Dedeler Kurultayý’ndan çýkan taným, birlikte inançsal baðlamda Anadolu’da yaþayan Aleviliðin tanýmýdýr. Ýran’da, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Endonezya-Lombok adasýndaki, Yemen’deki, Irak, Suriye-Lübnan’daki, hatta Adana ve Hatay’daki yaþayan Alevilik inancýný da bu sloganlaþtýrýlan tanýmlama kapsamaz. Ama “bizi Anadolu’da yaþayan Alevilik ilgilendirir, onlardan bize ne?” dersek -ki dememek gerekir- o zaman Aleviliði dar bir bölgeye sýkýþtýrmýþ ve evrenselliðine zarar vermiþ oluruz. Aleviliðin evrenselliðini vurgulamak kesinlikle bir çeþit pan-Alevizm anlamýna gelmez.
Kasým 2005
Bir tanýmda uzlaþarak Aleviliði bir kalýba sokmak ve o tanýmlamanýn ötesindeki yaklaþýmlara sýrt çevirmek de, bizce Aleviliðin özüne aykýrý düþer. Çünkü gerçekte Aleviliðin tanýmý, tarihsel konumundan tutunuz, dinsel inanç, toplumsal, siyasal, felsefi inanç ve düþünce baðlamlarýnda, hukuksal duruþ ve adalet anlayýþý içeriðiyle, öyle bir-iki paragrafa deðil birkaç sayfaya sýðmaz…
Avrupa Birliði’ne Girmemiz Alevi-Bektaþi Toplumunun Çýkarlarýna Uygundur, Bu Gözden Kaçýrýlmamalýdýr Türkiye olarak girmiþ bulunduðumuz Avrupa Birliðine katýlým sürecinde, Alevi-Bektaþi inanç toplumunun demokratik hak ve isteklerini; bireysel inanç, düþünce ve tapýnma özgürlüklerinin anayasal güvence altýna alýnmasý taleplerini açýk-seçik belirlemesi ve Türkiye ve Avrupa’da kamuoyu desteði saðlayarak, (demokratik) baský gruplarý oluþturmasý zorunludur. Alevi-Bektaþi toplumunun temsilcisi olduklarýný ve þu kadar binlere ulaþan üyeleri bulunduðunu söyleyen kitle örgütleri, eðitim ve araþtýrma kurumlarý; baþta Hacý Bektaþ Dergâhý postniþini baþta olmak üzere toplum içinde büyük saygýnlýk kazanmýþ bazý ocakzade dedeler; dergâh ve vakýf adlarý altýnda oluþturulmuþ Alevi-Bektaþi birlik ve dernekleri yöneticileri, her türlü çekiþmeyi-didiþmeyi býrakýp, bir araya gelerek bunlarý gerçekleþtirmelidir. Þu andan itibaren çok deðerli bir mekâna kavuþmuþ bulunan Alevi Akademisi, yeniden yapýlanmasý ve programýný tamamlar tamamlamaz, sorumluluðu üstlenerek, bu amaç doðrultusunda ýsrarlý çaðrýlarýyla onlarý bir araya getirmeyi saðlayabilir. Kardeþ üniversite ve kurumlarýn da bizleri bu konuda da yalnýz býrakmayacaklarýndan eminiz. Gerçek Birliðin Saðlanmasýna Gelince: Türkiye nüfusunun üçte birini oluþturan Alevi-Bektaþi inanç toplumunun birliðinin inançsal temelde saðlanmasý dernekler ve vakýflar, diðer kitlesel örgütler aracýlýðýyla olmayacaðý artýk iyice anlaþýlmýþ durumdadýr. Bu birliðin, Hacý Bektaþ Veli Dergâhý çevresinde toplanarak saðlanmasý kaçýnýlmazdýr. Öyleyse Ulu Dergâh’a toplum olarak sahip çýkýp, orasýnýn tarihsel iþlevini kazanmasý saðlanmalýdýr. Bunun için de Hacý Bektaþ Seyyid Ocaðýna geleneksel baðlýlýðýn, “el ele, el Hakk’a” ilkesi çerçevesinde yeniden iþlerliðe kavuþturulmasý gerekmektedir.
17
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 18
¸ E SERÇESM
EROL PARLAK SERÇEÞME’NIN 14 SAYISINDA YAYINLANAN CEMAL KENANOÐLU’NUN YAZISINI YANITLIYOR
Bir Anadolu Atalar Sözü “Bilgisiz Bilgelik Cehaletin Aynasýdýr” Erol Parlak Deðerli Serçeþme okurlarý, Bu yazýmýz Serçeþme dergisinin 14. sayýsýnda, sayýn Ahmet Koçak’ýn benimle yapmýþ olduðu ve 8. sayýda yayýnlanmýþ olan söyleþi ile ilgili eleþtiri sunan sayýn Cemal Kenanoðlu’nun yazýsýna yanýt olarak yazýlmýþtýr. Öncelikle kiþisel tavrýmý yakýndan bilmeyenler olabileceði düþüncesi ile, bir konudaki anlayýþýmý dile getirmem gerekiyor. Eleþtirinin üretimi besleyen önemli bir refleks olduðunu yýllara dayalý deneyimler ile kazanmýþ biri olarak, eleþtiriye açýk olmanýn, geliþmeye açýk olmakla eþdeðerliðine inanýrým. Bu nedenle bin tane methedene bir tane eleþtireni yeðlerim. Zira, methiyeden geriye ruhunuzun okþanmýþlýðýndan gayrý bir þey kalmaz. Oysa saðlýklý bir eleþtiri, size göremediðinizi gösteren, konuya farklý açýlardan bakabilmenizi saðlayan deðerli ipuçlarý taþýr. Methetmek kolay, eleþtiri ise zordur. Birinde duygularýnýzý söylemeniz yeterlidir, diðeri ise; akýl, bilgi, birikim ve donaným gerektirir. Bu nedenle; alt yapýsýnda bu özellikleri barýndýrmayan çýkýþlar da, eleþtiri deðil ancak ve ancak karalamadýr. Alanýnda önemli bir hizmeti özveriyle ve demokrat bir tavýrla yerine getirme anlayýþýnda olan Serçeþme dergisindeki bu durum bana iletildiðinde ilk anda ‘acaba neyi atladým, hangi noktayý kaçýrdým’ diye düþündüm. Ancak dikkatle okuduðum bu yazýdan dolayý yaþadýðým; yalnýzca vakit kaybýndan baþka bir þey olmamýþtýr. Zira, maalesef ortada duran, dostumuzun ‘cehaleti, cesareti ve lügat paralama gayreti’nden baþka bir þey deðildir. Belli ki; anlatýlanlarýn büyük bölümünü kavrayamamýþ, kendince anlayabildiði kýsýmlarýnda ise eðilmiþ, bükülmüþ ve saptýrýlmýþ çýkarýmlar yaparak kafasýndakine uydurma yoluna gitmiþtir. Zorlamalý bir tavýrla, müziðimizin kaynak kiþi, ozan, sanatçý, vb., kimi deðerli simalarýný da yanýna iliþtirerek, ‘biz bu iþi biliriz’in vurgulanmaya çalýþýldýðý ve görüldüðü üzere kulak dolgunluðundan ve kaset kapaklarýndan edinilen alýntýlardan öteye varmayan bu bilgi kýrýntýlarýný dikkate almamýz elbette mümkün deðildir. Zaten müziði ve özellikle de bizi az çok bilen hiç kimse ciddiye almamýþtýr. Ancak, içi tamamen boþ, önyargýlarla dolu ve eleþtiriyi aþan bu metnin arka planýnda, her nedense okuyucuya içten içe gizlice enjekte edilmeye çalýþýlan bir durumu, az da olsa inanabilecekler bulunabileceði anlayýþýyla ortaya koymak adýna bu yazýya yanýt verme gerek ve sorumluluðunu hissettim. Eðitim ve kariyere saygýsýzlýk, bilimi-bilgiyi itici bulma ve yazýlmýþý sevmeme, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma ve benzeri tutum, günümüz geri kalmýþlýðýnýn, yaþamýný kulak dolgunluklarýyla sürdüren ‘okuyup da ne olacaksýn’ toplumlarýnýn kronik hastalýðýdýr. Öyle ya, bütün bunlara ne gerek vardýr. Herkes zaten her þeyi biliyor. Ýþte bu nedenle herkes birbirinin alanýna kolayca tecavüz etmekte sakýnca görmüyor. Mankenler sanatçý, sanatçýlar politikacý, eski futbol hakemleri gýda uzmaný, futbolcular manken, talk show yapanlar, tiyatrocular ya da sinema aktrisleri halk müziði ses yarýþmalarýnýn gedikli jüri üyeleri vb. olarak karþýmýza çýkýveriyorlar ve de kabul görüyorlar. Bu sarhoþluk zamanla öyle boyutlara ulaþýyor ki, iþ ‘þunu yap, bunu yapma!’, vb, kabilinden adeta fetva vermeye kadar varýyor. Doðal olarak merak ettik, acaba sayýn Kenanoðlu dostumuzun bu engin birikimi hangi altyapýya dayanýyor. Ortaya koyduðu kadarýyla ‘eski dernek yöneticiliði’ dýþýnda baþka bir þey yok. Zira, ancak bu geçmiþ sýfatýný adýnýn altýna iliþtirme gereði duyduðuna göre, olsa idi elbetteki diðerlerini de konu ve kiþisel tavrý gereði gururla yazardý. Hal böyle iken, böylesi bir alt yapý ve sýð bilgilerle insanlarý yönlendirme ehliyet ve hakkýný kendinde görebilmesi, söylediklerine inanýlmasýný beklemesi anlaþýlýr deðildir. Hele de uzmanlýk, derin müzik bilgisi ve formal özellikler gerektiren konularda bu alanýn önde gelen, rüþtünü üretimleriyle her alanda ispatlamýþ simalarýný elinin tersiyle iterek iddialý fikirler beyan etmesi nasýl bir akýl ve mantýðýn eseridir. Kendisine soruyorum; siz bir tarihçi mi, dilbilimci mi, etnomüzikolog mu, sosyolog mu, antropolog mu, halkbilimci misiniz? Bu konuda ne ürettiniz, liyakatýnýz nereden geliyor? Anladýðýmýza göre, dostumuz bu özelliklerin tümünün kendisinde fazlasýyla olduðuna inanýyor ki bu kadar ileri gidiyor. Dünün, bugünün tüm bilimsel ve toplumsal verilerini biliyor, her nerde kim var ise tanýyor. Herkesin, hatta Hakk’a yürümüþlerin duygu ve düþünceleri bile onun ipoteði altýnda. Hepsi ya onun gibi düþünüyor ya da düþünmek zorunda. Eli biraz saz tutsa muhakkak ki söylediðimiz diðer þeyleri de bir çýrpýda silip atacak.
18
Belirtelim ki; sayýn Ahmet Koçak’ýn bizimle yaptýðý söyleþi, yönünü ve baþlýklarýný tamamen kendisinin belirlediði, özellikle ‘Baðlamada El Tekniði( Þelpe)’ ve ‘Bozlak Müzik Kültü’ üzerine kurulu, teknik boyutu önde, doðaçlama bir söyleþidir. Ne amaçta ne de sayýn Koçak’ýn yönlendirmelerinde ‘halk müziðine kim hizmet etmiþtir’ gibi bir soru yoktur. Kaldý ki, bizim her fýrsatta ve her platformda vurgulayarak altýný çizdiðimiz Anadolu gibi bir ‘Müzik Medeniyeti’nde kimin hangi hizmette bulunduðunu saymaya bu derginin tüm sayfalarý bile yetmez. Bu nedenle de dostumuzun ýsrarla koyduðu, þu simalarý neden saymýyor, bunu neden söylemiyor ifadeleri bilgiçlik taslamak adýna kendi mesnedini oluþturmak ve destek aramaktan baþka bir þey deðildir. Eðer bizi biraz izlemiþ olsa üretimlerimizde, saydýðý deðerleri ve bizim çalýþmalarýmýzla yeniden hatýrlananlar da dahil olmak üzere çok daha fazlasýný bulabilecektir. Dostumuza bu yönde küçük bir hatýrlatma; aklýnca ‘bakýn sizi saymýyor’ oyununa getirerek arkalamayý, destek bulmayý umduðunuz ozan, araþtýrmacý, sanatçýlarýn büyük çoðunluðu bizim sevgi, saygý ve muhabbetle görüþtüðümüz dostlarýmýzdýr. Bize olan manevi destekleri de her gün artarak sürmektedir. Sayýn Kenanoðlu, eksik, çarpýk ve yanlýþ fikirleri bir yana, önünde duran üç sütunluk metnin yazý sütunlarý arasýnda tam bir hafýza kaybý sergileyerek daha baþlangýçta kendi kendini çürütüyor. Birinci sütunda önce, ozanýn yalnýzca þiir yazan kimse olduðunu, ülkemizde de genellikle toplumsal þiirler yazan Nazým Hikmet, Enver Gökçe, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin vb þairlerimiz için kullanýldýðýný söylerken, önünde duran kendi yazdýðý metne baka baka ikinci sütunda ‘bu ifade Maraþ, Sivas, Erzincan, Erzurum vb. illerde yýðýnla türkü (deyiþ, koþma, taþlama) üreten günümüz ozanlarýna haksýzlýk deðil mi? Çorum’dan Hüseyin Çýrakman, Þekip Þahadoðru, Aþýk Gülabi, Aþýk Haþimi gibi ozanlarýmýzýn türküleri de mi abdallara ait’ cümlesi ile söylemeye çalýþtýklarýný yerle bir ediyor. Ayrýca bu paragrafta yan yana kullandýðý ‘Erzurum ve ozan’ ifadesine dikkatinizi çekmek isterim. Çünkü dostumuz birinci sütunda bizim ‘Kars, Aðrý, Artvin, Erzurum âþýklarý kendilerini daha çok ozan olarak ifade ederler’ cümlemizdeki ozan adlandýrýþýnýn yanlýþ olduðunu kendi örneðiyle sunarken, bunu da unutup ‘Erzurum’daki ozanlar’ ifadesini kaçýrýveriyor. Þunu açýkça belirtmeliyim ki; bizim bu doðaçlama röportaj sýrasýnda ‘âþýk’ kelimesinin Arapça yerine Farsça olduðunu söylememiz tazelenmemiþ bilginin hatýrlanmasý sýrasýnda yaþanýlan doðal küçük bir sendelemeden baþka þey deðildir. Zaten ‘sanýrým Farsça’ deyiþimizde o an ki yaþadýðýmýz ikilem belli oluyor. Ama dostumuz hazine bulmuþ gibi sarýlýyor buna ve baþlýyor engin bilgileri ile hepimizi bilgilendirmeye. Birazý konuyu örneklemek, birazý da solculuk çaðrýþýmlarý empoze etmek adýna verdiði örnek ile Nazým Hikmet, Enver Gökçe, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin gibi genellikle toplumsal ve siyasal tavýrda þiirler yazan þairlerimizin, kendi söyleyiþi ile unvaný olarak ifade ettiði ozan deyiminin tarihini belli ki yakýn dönemlere ait sanýyor. Kelime Anadolu kökenliymiþ, þaman boyuyla ilgisi yokmuþ, Asya’daki karþýlýðý þamankam-baksý imiþ, anlamý da yalnýzca toplumsal þiirler yazan kimse imiþ, vb. Eh, ne demeli? Bir þey ancak bu kadar bilinebilir! Yazýk, nasýl olmuþ da bu memleket sizin gibi bir dil, tarih ve müzik uzmanýný göz ardý etmiþ? Sayýn Kenanoðlu, öncelikle Þaman ya da Þamanizm sizin sandýðýnýz gibi yalnýzca Orta Asya’da görülen bir boy deðil, Asya’dan Anadolu’ya, Balkanlara vb. kadar geniþ bir sahada izleri bulunan ve kalýntýlarý ile geleneklerimiz, alýþkanlýklarýmýz ve davranýþlarýmýzda hâlâ bir çok unsurunu taþýdýðýmýz bir inanç sistemidir. Ozan terimi ve ozanlýk da Ýslamiyet’ten çok önceki devirlere ait, Þamanist inanç kültü ile direkt baðlantýlý bir kavramdýr. Oðuz boylarýnýn diline ait bu kelime Türkçe olup, yine sizin sandýðýnýz gibi yalnýzca Anadolu’da deðil küçük söyleyiþ farklarýyla Azerbaycan, Ýran, hatta Ermenistan (gusan), Gürcistan (mgosani), vb., geniþ bir saha da görülmektedir. Çeþitli nedenlere baðlý olarak yaklaþýk 15. yüzyýldan itibaren terk edilen bu deyimin yerini ‘âþýk’a býraktýðý; ozanýn da yaþayýþ ve tavýr olarak aþýðýn atasý olduðu açýktýr. Bunu kim mi söylüyor? Her biri donanýmlarý, bilimsel kariyerleri ve eserleri ile itibar edilen bu alanýn önde gelen yerli ve yabancý bilim adamlarý. Bu konuda ayrýntýlý bilgi sahibi olmak isteyen okuyucularýmýz için bur kaynaklardan bir kaçýný vermek isterim:
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 19
¸ E SERÇESM
Ord. Prof. Fuat Köprülü: ‘Ozan’, Edebiyat Araþtýrmalarý, Ankara 1966, TTK Yayýnlarý VII. Seri, Sayý 47, Makaleler Külliyatý-1, s.131134. Prof. Dr. Karl Reichl: ‘Türk Boylarýnýn Destanlarý, Gelenekler, Þekiller, Þiir Yapýsý’, Ankara 2002, S. 62-67. (Orijinal baský: ‘Turkic Oral Epic Poetry: Traditions, Forms, Poetic Structure’, New York & London 1992) Çeviren: Doç. Dr. Metin Ekici, Türk Dil Kurumu Yayýnlarý: 805. Mahmud Ragýp Gazimihal: ‘Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarýmýz’ Ankara 1975, TC Kültür Bakanlýðý Milli Folklor Araþtýrma Dairesi Yayýnlarý: 15, s.129-135. Susanne Ziegler: ‘Armenien’, ‘Georgien’. MGG. Die Musik in Geschichte und Gegenwart. Allgemeine Enzyklopädie der Musik, begründet v. F. Blume, 2. neubearb. Ausg. Hrsg. von L. Finscher. Sachteil, Bd. 1, Bd 3, Kassel, Basel u.a.1994, 1995: Bärenreiter, Metzler, s. 847850, 1275-1276. Kâþgarlý Mahmud: ‘Divânü Lugâti’t-Türk’, Ýstanbul 2005. Çeviri, Uyarlama, Düzenleme: Seçkin Erdi, Serap Tuðba Yurteser; Kabalcý Yayýnevi, s. 292-293 ve S. 630-631. Ozan deyiminin Kuzeydoðu Anadolu âþýklarýnda kullanýmýna gelince, tekrar vurguluyorum: bu bölge halk âþýklarý günümüzde hâlâ kendileri için en az âþýk kadar ozan deyimini de kullanýrlar. Bizim araþtýrmalarýmýz ve o yörenin çocuðu olmamýz bir yana, tüm veriler de bunu ortaya koymaktadýr. Örneðin Murat Çobanoðlu ölünceye dek kendini hep ‘ben Karslý halk ozaný Murat Çobanoðlu’ diye anons etmiþtir. Ayrýca hatýrlatmak isterim: TRT radyolarýnda 20 yýla yakýn bir süredir ‘Halk Ozanlarýmýz-Mahalli Sanatçýlarýmýz’ adlý bir araþtýrma inceleme programý yayýnlanmaktadýr. Diyelim ki, sayýn Kenanoðlu bilgisizliðinden dolayý bunlarý bilmiyor. Ancak, meseleyi kotarmak için araya iliþtirdiði eski bir dernek yöneticisi sýfatýyla, kendini halk ozaný olarak tanýmlayanlarýn, çatýsý altýnda birleþtiði ve nicelerinden biri olan ‘OzanDer’ adlý derneði de mi duymamýþ? Belli ki ozan dostu uzmanýmýz bu dernekten de bihaber. Bihaber olduðu gibi, gerek resmi gerekse özel sýfatýyla da hiç bir iliþkisi olmamýþ. Dostumuz çok da bonkör. Geleneðin en önemli deðerleri bile onun dilinde geleneðin sýradan birer halkalarý durumunda. Herhalde bu deðerlerin gerçek niteliðinin ne olduðunu ve hangi koþullarda yetiþtiðini kavrayamamýþ olmasýndan kaynaklanýyor. Ona göre hepsi sýralarýný savmýþlardýr ve yenileri aynen gelecektir. Dostumuza göre; yazýsýnýn baþýnda davasý yolunda verdiði mücadeleyi büyük bir kadirbilirlikle deðerlendirdiði Pir Sultan Abdal da, sevginin dünyada en güzel ifade bulduðu ve alimlerin ilminin önünde eðildiði umman-ý derya Yunus Emre de sýradandýr. Ýlk zamanlar Köy Enstitüleri, zamanla da genç cumhuriyetimizle bütünleþen ve ünü artýk dünyaya taþan Aþýk Veysel de bu bakýþtan nasibini alýyor, son elli yýllýk süreci politik olarak vurgulayan Aþýk Mahsuni de. Sayýn Kenanoðlu cenaze törenleri ile aranýz nasýldýr bilmiyorum, Mahsuni resimleri asýlý araçlarýmýzla Ýstanbul’dan baþlayýp Hacý Bektaþ’a kadar süren kilometrelerce uzunluktaki araba konvoyuna ve mahþeri kalabalýða dikkat ettiniz mi? Son yolculuðuna uðurlanan, sýradan bir ozan mýydý ve yeri bir daha kolay kolay dolacak gibi miydi? Deðerli okuyucular bilinmesini isterim ki; ülkemizde yalnýzca Muharrem Ertaþ, vb., açlýktan ölmedi. Aþýk Veysel ve daha niceleri de benzer kafalar yüzünden açlýk, sefalet içinde yaþadý ve göçüp gitti. Çünkü onlar bu geleneðin sýradan halkalarýydýlar, korumaya kollamaya ve hak ettikleri deðeri yaþarken vermeye ne gerek var ki? Çok çok ölünce birer heykelini dikiverirsin, birkaç da süslü laf edersin olur biter. Bir baþka konu: Biz, Abdallarýn yaþam felsefelerini, Anadolu sanatýna kattýklarýný bütün gerçekliðiyle anlatarak, ‘Abdal fýþkýdan türemedir’ diyebilen, bu insanlara her türlü kötü sýfatý yakýþtýran çaðdýþý kafaya mesaj vermeye, uyandýrmaya ve bir anlamda da ülkemizin bu insanlara olan vefa borcunu hatýrlatarak iade-i itibar tesis etmeye çalýþýyoruz; dostumuzun bundan anladýðý ayrýmcýlýk oluyor. Abdallarýn meslekten sanatkar bir topluluk olarak Anadolu’nun büyük bölümüne daðýldýðýný ve Anadolu’nun profesyonel müzik ustalarý olduðunu ifade ediyoruz; sayýn Kenanoðlu buradan da yalnýzca Kýrþehirli Muharrem Ertaþ, Neþet Ertaþ, Çekiç Ali ve Keskinli Hacý Taþan’ý anlýyor. Gerçekte neden deðerli olduklarýný bilmediði bu ustalara aðzýnýn kenarýyla elbette deðerlidirler lutfunda bulunarak, yanýna iliþtirdiði farklý yörelerden birkaç türkü için, ‘þimdi hepsini bunlar mý yaptý?’ diyor. Sonra da ‘Nida Tüfekçi yaþasaydý o da üzülürdü’ gibi saçmalýðýn sýnýrlarýný zorlayan bir kelamý bir çýrpýda terennüm ediveriyor. Sayýn Kenanoðlu sizin gibilerin gerektiðinde kullanmak üzere yalnýzca adýný bildiðiniz Nida Tüfekçi benim hocamdý. Halk kültürü bilinci kazanmamýzda, fikirlerimizin oluþmasýnda önemli payý vardýr. Benimle hep gurur duydu ve bunu her fýrsatta dile getirdi. Bu müziðin Orta Anadolu müziði olmaktan çok, Orta Anadolu Abdal aþiretinin özel müziði olduðunu bana ilk o öðretti. Muharrem ustanýn emsalsiz görkemini, Hacý
Kasým 2005
Taþan’ýn üstün sanatý yanýnda adamýn hasý oluþunu, Neþet Ertaþ’ýn billur sesini, zengin türkü daðarcýðýný, Çekiç Ali’nin çaðlayýþýný öve öve bitiremez, ‘nereyi kaldýrsan altýndan bunlar (Abdallar) çýkar’ derdi. Biz zaman içerisinde yaptýðýmýz bilimsel çalýþmalarla, þu veya bu nedenle yok sayýlmaya çalýþýlan bu topluluðun kollarýnýn nerelerde neler yaptýðýný, Anadolu ses sanatýnýn neresinde bulunduðunu ve hocamýn ne kadar haklý olduðunu daha iyi anladýk. Bu konuda bizim bir baþka cümlemiz birebir þöyle; ‘Gidin abdallara sorun Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Kazak Abdal onlarýn dedeleridir, ocaklarý kuranlardýr, biz onlarýn ocaklarýndan geliriz derler. Ýnanýn o felsefeye uygun yaþantý sürerler’. Ama sayýn Kenanoðlu bunu da saptýrarak Pir Sultan Abdal ile günümüz abdallarýnýn ayný soydan olduðunu bizim iddia ettiðimizi söylüyor ve çirkin bir üslupla bunu nerden bildiðimizi, böyle bir ilginin olamayacaðýný ve Pir Sultan’ýn inancý uðruna ölüme gittiðine vurgu yaparak hangi deðer yargýlarý ile örtüþtürdüðümüzü soruyor. Sayýn Kenanoðlu, hadi Anadolu ses sanatýna getirdikleri boyutu bilmiyorsunuz diyelim, ama bu engin gönüllü garipler her þeyden önce insandýrlar ve tüm olumsuzluklara raðmen eline-diline-beline sahip, hümanist, sevgi, barýþ ve paylaþýmcýlýk içeren bir yaþam sürme gayretindedirler. Yoksa siz bu deðerlerin Pir Sultan yolunda bulunmadýðýný sanýyorsunuz? Yoksa, gerçekte abdallarý aþaðýlamanýzýn, onlarý Pir Sultan yoluna yakýþtýrmayarak gerçek ayrýmcýlýðýn klasik örneðini sergilemenizin nedeni beyninizin gerisinde gizlediðiniz muhtemelen ‘abdallar çingenedir’ takýntýsý mýdýr? Deðerli okurlar,“her millete bir gözle bakýyor olma” söylemi günümüzde, kendi adýnýza karþýdakine peþin hümanist-ilerici çaðrýþýmlar empoze etmek yolunda en çok tüketilen, ancak çoðunlukla içi boþaltýlmýþ, amaca ve duruma göre kullanýlan maksatlý bir argümana dönüþmüþtür. Barýþ, sevgi ve hoþgörüyle yaþamanýn, uzlaþma kültürünün yüzlerce yýl öncesinden baþarýldýðý bu topraklarda, nice zorluklarla oluþmuþ ve en önemli kazanýmlarýmýzdan olan toplumsal dimaðýmýzýn, her biri mehdi pozundaki rant organizatörleri tarafýndan paramparça edildiði ve hýzla cemaatler ve ümmetler topluluðuna dönüþtürülen ülkemizde, böylesi pýrýltýlý söylemler söyleyerek kendini peþinen hümanist ve ilerici empoze etmek, adaletten yoksun ve sýzlama yetisini çoktan yitirmiþ bir vicdan ile hiç tanýmadýðý ve anlayamadýðý birini ayrýmcý göstermeðe çalýþmak ne de kolaydýr. Hele de, bizlerin yakýndan bildiði ve artýk topluma yansýmýþ olan, ayný inanca hizmet için kurulmuþ farklý adlardaki kültür derneklerinde, kýyasýya kavgalarýn yaþandýðý ve kamuoyuna kendi içinde barýþýk olmadýðý ve birbirine bile tahammül edemediði izlenimi veren olumsuz görüntülerin odaðýndaki mutlak pay sahibi dernek yöneticilerinin aðzýnda bu sözler ne kadar emanet ve sahte durmaktadýr. Böylesi süslü laflarýn arka planýnda beyninin gerisindekileri saklamaya çalýþarak gerçekte Alevi-Sünni ayrýmcýlýðý da yaptýðý verdiði kulluk örneði ile de apaçýk ortadaki sayýn Kenanoðlu yanlýþ hedef seçmiþtir. (Devamýý 20. Sayfada)
19
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 20
¸ E SERÇESM
ÞAH HATAYÝ
(Baþtarafý 19. Sayfada)
Hacý Bektaþ
Bir Anadolu Atalar Sözü: “Bilgisiz Bilgelik Cehaletin Aynasýdýr”
Gece gündüz hayaline yanarým Bir gece rüyama gir Hacý Bektaþ Günahkârým günahýmdan bizarým Özüm dâr’a çektim sor Hacý Bektaþ Yandý bu garip kul nedir çaresi Yine tazelendi yürek yaresi Onulmaz dertlere derman olasý Bu senin bendin sar Hacý Bektaþ Derdimin dermaný yaramýn ucu Dört güruh mevcuttur güruh-ý Naci Belinde kemeri baþýnda tacý Yüzünde balkýyor nur Hacý Bektaþ Sadýklarýn sýdký âþýkýn renci Pirlerin pirisin gençlerin genci Hem derya hem sedef hem dür hem inci Hem umman hem ýrmaða göl Hacý Bektaþ Gâhi bulut olup göðe aðarsýn Gâhi yaðmur olup yere yaðarsýn Ay mýsýn gün müsün kandan doðarsýn Ilgýt ýlgýt esen yel Hacý Bektaþ Arýnýn yaptýðý bala benzersin Þu gurbet illerde gönlüm eðlersin Bent edip de ikrarýna baðlarsýn Sailin sattýðý kul Hacý Bektaþ Derdiment Hatai eyler niyazý Ulu Pir, katarýndan ayýrma bizi Bu mahþer günüdür isteriz sizi Muhammet önünde car Hacý Bektaþ
Kýrklar Meydaný
Biz yaklaþýk 20 küsur yýldýr müzik camiasýnda, 15 yýldýr da ulusal ve uluslararasý alanda göz önündeyken, bu zamana kadar aklý nerdeymiþ de, þimdi çýkýp ‘yanlýþ bilgi verdiðimiz ve ayrýmcýlýk yaptýðýmýz’ tohumunu ekmeye çalýþýyor. Yaþamý boyunca ayrýmcýlýðýn her türünü sözde deðil özde reddeden ve üretimlerine zerresinin sýzmasýna izin vermeyen ve bu tavrýnýn bütün bedellerini ziyadesiyle ödeyerek örnek olan az sayýdaki sanatçýdan birine bunu yakýþtýrmasý, aslýnda bu camiayý hiç tanýmadýðýnýn kanýtýdýr. Her þeyi bilip tanýdýðýný söyleyen dostumuzun bizi, bu ülkedeki duruþumuzu, üretimlerimizi, eylem ve söylemlerimizi de bilmek ve ona göre davranmak sorumluluðu olduðunu hatýrlatmak isterim. Çünkü bizim üretimlerimizin kaynaðý; tevatürler, dogmalar, rivayetler deðil, bilimin aydýnlýðýnda her merhalesi adanmýþ bir ömürle, emek, çile ve bedel ödenerek kazanýlmýþ bilgilerdir. Bizimle insanýmýz arasýndaki bað da organik ya da genetik deðil, hizmete dayalý üretim ve Hacýbektaþ-Yunus sevgisiyle örülü gönül baðýdýr. Bir baþka konu: sayýn Kenanoðlu, Arif Sað’ýn albümünde bir deyiþi kulaðýna çalýnan Dertli Divani’de bizim bir þeyler bulmuþ olmamýzý yadýrgýyor. Vurgulamaya çalýþtýðýmýz Þanlýurfa Kýsas müzik ve cem kültüründen, Divani’nin atasý Büryani Baba’dan gelen bireysel söz söyleme ve bunlarý Kýsas Aleviliðinin zengin ezgileriyle yan yana getirebilme özelliklerinden bihaber. Ama davranýþ biçimi ayný: Anlamak yerine yine kendini bilgiçliðe kaptýrýyor, hiç tanýmadýðý, dinlemediði ve bilmediði bir baþka sima için de baþlýyor yoruma. Önce (hiç gerekmediði halde) sözlük bilgileri, divaninin ve divanenin anlamlarý ortaya konuluyor. Okuyucuya konuya hakim olduðu izlenimi veriliyor. Sonra, bizim Divani kalitesinde henüz yeni bir simanýn çýkmadýðý tespitimizi onun ‘son temsilci olduðunu iddia ettiðimiz’ þeklinde saptýrarak Divani’nin dedeliðinin ön planda geldiðini, âþýk veya ozan olamayacaðýný öne sürüyor. Sonra da baltayý taþa vuruyor, Arif Sað albümünden kulaðýnda kalan, ‘Ben bir günahkâr Kul Dertli Divaneyim divaneyim’ dizelerindeki ‘kul’ sözcüðü’e takýlýyor. Alevilikte kulluðun olamayacaðý, bunun Sünni Ýslam anlayýþýna has olduðu, bu nedenle yadýrgadýðý ve benzeri bir dolu argüman. Hýzýný alamýyor ve bu dizelerin sahibine, ‘o da þimdi benim gibi düþünüyordur’ diyebilecek kadar ileri gidiyor. Sayýn Kenanoðlu herhalde hiyerarþik yapýlanmalar içinde çokça mesai sarf etmiþ olmalý ki, bu yapýlardaki kulluk kavramýndan sýyrýlýp Anadolu söz sanatýndaki kulluk ifadesinin anlamýna varamýyor. Kaldý ki dostumuzun ait olduðunu ve çok bildiðini söylediði kendi geleneðinden bile hiç mi hiç haberi yok. Aleviliðin yedi ulu ozanýndan biri olan ‘Kul Himmet’ten, adýnýn önüne ‘kul’ ekleyerek bu mahlasla deyiþler, þiirler söyleyen ‘Kul Mustafa, Kul Hüseyin, Kul Hasan’dan bihaber. Ne, Pir Sultan Abdal’ýn; ‘Kul olayým kalem tutan ellere Katip arz-u halim yaz yare böyle’ dizesiyle baþlayan ve dillere destan olmuþ ünlü deyiþini, ne de Âþýki’nin;
Kýrklar meydanýna vardým Gel beru ey can dediler Ýzzet ile selam verdim Gel iþte meydan dediler Kýrklar bir yerde durdular Otur deyu yer verdiler Önüme sofra yazdýlar El lokmaya sun dediler Kýrklar’ýn kalbi durudur Gelenin kalbi arýdýr Geliþin kanden beridir Söyle sen kimsin dediler Gir semaa bile oyna Silinsün açýlsun ayna Kýrk yýl kazanda dur kayna Dahi çið bu ten dediler Gördüðünü gözün ile Söyleme sen sözün ile Andan sonra bizim ile Olasýn mihman dediler Düþme dünya mihnetine Talip ol Hak hazretine Ab-ý zemzem þerbetine Parmaðýný ban dediler Þah Hatayi’m nedir halin Hakk’a þükr et kaldýr elin Gaybetten kese gör dilin Her kula yeksan dediler
20
‘Ben kuluyum Ali benim sultaným Kul olan sultandan nasýl ayrýlýr’ dizelerini taþýyan deyiþi hiç bilmemektedir. Eh ne denir? Sizlerin takdirine býrakýyorum. Biz deðiþen günün koþullarýnýn üretim iliþkisine yaptýðý olumsuz etkiyi vurgulamak adýna Âþýk Daimi-Ýsmail Özden örneðini veriyoruz, Ýsmail Özden’in ‘Ýsmail’ mahlasý ile çok sayýda deyiþi olduðunu bilmeyen dostumuz örneklememizi hatalý buluyor ve yine bir dolu yanlýþý hararetle savuruyor. Sonra da saygýlarýmla diye tamamladýðý yazýsýnda, gerçekte saygýnýn da yalnýzca dilinde olduðunu sergileyen cümlelerini kuruyor. Deðerli Serçeþme okuyucularý sizlere sormak isterim: Medyatik olmanýn ne anlama geldiðinin herkesçe iyi bilindiði ülkemizde, bizim saydýðýmýz simalara medyatik demek hangi akýla, ahlaka ve vicdana uygundur? Âþýk Veysel mi, Âþýk Mahsuni mi, Nesimi Çimen mi, Muharrem Ertaþ mý, Neþet Ertaþ mý, Dertli Divani mi, Ramazan Güngör mü, Âþýk Daimi mi, Hasret Gültekin mi, Talip Özkan mý hangisi medyatiktir? Kenanoðlu’na göre hepsi. Medyatik olmayanlar ise onun yalnýzca adýný bildiði ve bizim konu gereði sayamadýklarýmýz. Kenanoðlu bununla da kalmýyor. Bizim, ancak kasetine saz çalarak bir þekilde çýkar elde ettiklerimizi deðerli gösterebilecek bir anlayýþta olduðumuz, hatta ayrýmcýlýk yaptýðýmýz gibi haddini misliyle aþan çirkin ifadelere de yöneliyor. Haklýsýnýz sayýn Kenanoðlu, biz bir diyalektiði bilmiyoruz. Ama bu, Anadolu halk diyalektiði deðil, sizin burada inceliklerini ziyadesi ile sergilediðiniz ‘Kahvehane aðzý’ diyalektiðidir. Deðerli okuyucular, hep yalnýzca ürettiðini anlatmak adýna karþýnýza çýkan bendenizin böyle bir nedenle bu yazýyý yazmaktan dolayý rahatsýzlýk duyduðumu bilmenizi isterim. Ama maalesef zaman böyle bir zaman. Baþlarken dedik ya, herkesin her þeyi bildiðini, her þeye dil uzatýp her konuda ahkam kesebileceðini sandýðý, eline baltayý alanýn ormana dibinden girdiði bir zamandayýz. Yanýt vermek ile vermemek arasý ince bir çizgi. Ama sanýrým birilerine bir þeyleri bir kez de olsa hatýrlatmak gerekli. Sayýn Kenanoðlu, sonuç olarak fark þurada: Sizin, yaðlýboya tablo ile yaðlýboya duvara baktýðýnýzda göremediðiniz farký görüp yaratabilme yetisini kazanmak için ressam bir ömür veriyor. Siz ve sizin gibilere düþen kendi sýðlýðýnýzý çirkin manevralarla fütursuzca dayatarak bilgiçlik taslamak yerine, anlamaya ve gerçekten bilgilenmeye çalýþmak olmalýdýr. Ýþte size Anadolu’dan anlayabilen için altýn deðerinde bir atasözü: ‘Bilgisiz bilgelik cehaletin aynasýdýr.’ Tüm okurlara özür ve saygýlarýmla…
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 21
¸ E SERÇESM
Yazýk, Çok Yazýk Av. Ali Timurtaþ Özmen
P
ir Sultan Abdal Kültür Derneði, “farklý” bir dernek. Bir yönüyle “Alevi-Bektaþi” bir yönüyle de “sol” olduðu iddiasýný taþýyor. Yani bir yönüyle “inanç-kültür” bir yönüyle de “demokratik kitle örgütü.” Ýþte bu nitelikleri ve dostlarýmýn da katkýsýyla üyesi olduðum bu dernekte yaþadýklarýmý sizlerle paylaþmak istiyorum. Üye olduðum dönem, Ali Balkýz’ýn Genel Baþkan seçildiði dönemdi. Derneðin ve Alevi Örgütlenmesi’nin yabancýsýydým. Zamanla öðrenmeye baþladým. Hemen herkes, “bu iþ, gönül iþi” diyordu. Doðruydu, bu iþ gönül iþiydi. Genel Merkez’de, deneyimli yöneticiler, en yeni üye olmama raðmen gönüllü olan beni Örgütlenme Sekreteri seçtiler. Örgütlenme Sekreterliði’ni “býkmadan-usanmadan” yaptým. Hemen hemen bütün þubelere gittim; eksikliklerini, sorunlarýný ve isteklerini yerinde tespit ettim ve raporlar halinde Yönetim Kurulu’na sunuyordum. “Deneyimli Yöneticiler” arasýnda ayrýþmalar vardý; zaman zaman da su yüzüne çýkýyordu. Þehit Aileleri ile Ali Balkýz arasýndaki gerginlik Yönetim Kurulu toplantýlarýna da yansýyordu. Ali Balkýz, sürekli olarak, “ideolojik” dediði bir davayý anlatýyordu. Anlattýklarýnda haklýydý; siyasal kimlikler derneðin dýþýnda býrakýlmalýydý ve bu ilke mutlak olmalýydý. Bu ilkeyle bazý þubelerin yönetimlerini görevden aldýk ve bu þubelere yeni yönetimler atadýk. Daha sonra bu þubeler, olaðan genel kurullarýnda yeni yönetimlerini seçtiler. Bazý þubeleri de iþlevini yitirdiði için kapattýk. Yani, dönem, “düzene koyma” dönemiydi. Geceli gündüzlü çalýþýyorduk. Hele Ýstanbul’da Kaya Uluyýlmaz’ýn özverili çalýþmalarý hiç unutulacak gibi deðil. Bizce doðruydu yaptýklarýmýz. Amaç, “iktidarýmýzý saðlamlaþtýrmak” ya da “iktidarýmýz önündeki engelleri kaldýrmak” deðildi. Yönetim Kurulu’ndaki herkesin içtenliðine inanýyordum. Amaç, “disiplinli ilkeli ve dik duran” bir dernek yaratmaktý. Bu amacýn beni nasýl heyecanlandýrdýðýný keþke anlatabilsem. O kadar sýký çalýþýyorduk ki ailemizi, iþimizi ihmal ediyorduk. Maddi ve manevi özverilerde bulunuyorduk. Düþünüyorum da, eðrisiyle doðrusuyla Ali Balkýz’ýn baþkanlýðýndaki yönetim kurulu “çalýþkan ve özverili” bir yönetim kurulu olarak anýmsanmalýdýr. Kimi “bireysel inisiyatifler” kimi de “keskin sirke küpüne zarar aceleciliklerle” yapýlan iþler olmuþtur elbette. Bu tip iþlerin muhataplarý da, yeterli ya da yetersiz özeleþtirilerde bulunmuþlardýr. Þimdi tekrar tekrar bunlarý yazmanýn ya da saðda solda söylemenin ne söyleyene ne de muhatabýna yararý olmadýðý gibi toplumsal bir yararý da yoktur. Söyleyenin ve yazanýn kiþisel tatmininden öteye geçmeyen bu “temcit pilavlarý”ndan da artýk vazgeçilmeli. Eleþtiriyi kin ve düþmanlýk boyutlarýnda yapmak doðru deðil. Ama kendi gerçeklerimizle de yüzleþmek gerekiyor. Gelecek kuþaklarýn, yanlýþlarýmýzý bilmesi, bizlerin sorumluluðunun da gereði… li Balkýz döneminden sonra Kazým Genç dönemi baþladý. Kazým Genç ve yönetimi göreve gelir gelmez hukuksal çerçevede gözüken bir kavga baþlattýlar ve bu hukuksal gözüken kavgayý da Ýlhan Cem Erseven ve Bekir Arslan Ankara Þube’nin delegesi oluncaya kadar sürdürdüler. Bu kavga, “Alevi aydýnlanmasý” için verilen örgütsel duyarlýlýklar taþýyan bir kavga deðildi. Bu kavga “örgütsel disiplini” saðlama iddiasý da taþýmýyordu. Kaðýt üzerinde, her ne kadar tüzüðe aykýrý davranýþlarýn varlýðý iddia ediliyor idiyse de, bu kavga, kiþisel ve Kamber Çakýr’a yönelik olarak baþlamýþtý ve zamanla tüm örgütü sardý. Baþlangýçta, Kamber Çakýr ve Dertli Divani Dede’yi (Veli Aykut) yaralayan ve örgüte küstüren bu kavga zamanla diðer birçok “gönül dostunu” da örgüte küstürdü. Kamber Çakýr’a yönelik giriþimlerimiz sonuçsuz kalýrken örgüt de Kamber Çakýr’a sahip çýkma refleksini gösteremedi. Kamber Çakýr’a duyarsýz kalýnmasý, kavgayý baþlatanlarý cesaretlendirirken duyarsýz kalanlarýn da “sýranýn kendilerine geleceði hesabýný” yapamamalarýna neden oldu. Herkesin gözünün önünde gerçekleþen olaylarý izleyenlerden bazýlarý “þubeyi teslim ettiniz” aymazlýðýný da yapabildiler. Ümraniye’deki bir dostun dediði olmuþ ve içe dönük uzun soluklu yýkýcý bir kavga baþlamýþtý. Kavganýn “ideolojik” bir nedeni var mýydý? Yoktu. Emektar ve eleþtirel yaklaþýmlar sergileyen yöneticilere karþý “ne pahasýna olursa olsun” güç birliði yapýlýyor, disiplin mekanizmasý iþletiliyor, “gönül adamlarý” sindirilmeye çalýþýlýyor ve þubelerdeki seçimlerde bu yöneticilerin yerine yeni yöneticiler geliyordu. Görünüþte demokratik ancak içten içe parçalanmaya ve ayrýþmaya neden olan bu yöntemler, geri dönülmez yaralar açýyordu. Ümraniye, Kadýköy ve Alibeyköy (Eyüp) Þubelerinde böyle geliþmeler olduðu anlatýldý. Diðer þubelerdeki geliþmelerden haberdar deðilim, ama birçok þubede benzer olaylar yaþandýðýna eminim. Serçeþme’nin satýr aralarýnda; Sultanbeyli’de de rahatsýzlýk olduðu anlatýlýyordu… Derneðe ilk girdiðimde hissettiðim heyecan artýk yok. Bu heyecaný öldürenler, kurnazca yöntemleri ile iktidarlarýný koruma gayreti ile hýrslarýna yenilenlerdir. Birçok üye dostumla ayný düþünceyi paylaþýyoruz.
A
Kasým 2005
Kimsenin, hangi nedenle olursa olsun, birlikteliði, huzuru ve barýþý bozmaya hakký olamaz. Saðduyu beklentisi de beklentiden öteye geçmedi; asýl acý olan ise Ankara Þube’nin baþýna gelenler. Yazýlý örgütsel tarihimizdeki yerini almasý düþüncesiyle bunlarý da yazmak istiyorum: Pir Sultan Abdal Kültür Derneði Ankara Þubesi, her þeyden önce “Þehit Ailelerinin Þubesi.” Üyelerinin çoðunluðunun Genel Merkez Yöneticiliði yaptýðý bir þubeydi. Genel Baþkanlarýn çýktýðý bir þubeydi. Diðer þubelerden çok daha fazla etkinlik düzenleyen ve katýlým saðlayan bir þubeydi. Kýsacasý öncü bir þubeydi. Gözbebeðimizdi… Kazým Genç ve yönetimi, önce þubenin baþkaný Kamber Çakýr’ýn Dertli Divani Dede ile yurtdýþýna gidiþinin tüzüðe aykýrý olduðunu gerekçe gösterdi ve Kamber Çakýr hakkýnda soruþturma baþlatýldý; Ankara Þube’nin yönetim kurulu görevden alýndý; Þubeyi teslim almaya gelenler kimlerse, þubenin kapý ve dolap kilitlerini kýrarak defter ve belgelerine el koydular. Bu “sert el koyma” olayýndan sonra Mahkeme’den aldýðýmýz tedbir kararý ile þubeyi geri aldýk ve þubemize yapýlanlarý tutanakla da tespit ettirdik. Tüm bu geliþmeler sonrasýnda Genel Merkez ile Ankara Þubesi arasýnda birkaç mahkemede birden devam eden bir yargýlama süreci baþladý. Bu yargýlama sürecinde çok yalnýz kaldýk. Birçok üyemiz destek isteminde dahi bulunmadýlar; uzun bir dönem izlemekle yetindiler. Kazanýnca “sevindiler”, kaybedince “kaybetmiþsiniz” dediler. Diðer þubelerimizden ve deneyimli yöneticilerimizden “sözlerden ve temennilerden öteye geçmeyen” bir destek gördük. Ancak yanlýþa karþý çýkarken yeterli güçte olmak gerekiyor. Ýþte bu “yeterli gücü” yaratmak ve yaþama geçirmek için çok uðraþtýk. Hani bir slogan var ya zaman zaman söylediðimiz, “Susma, Sustukça Sýra Sana Gelecek!” Ýþte bu sloganý bilenler ve sokaklarda söyleyenler Ankara Þubesi’ni yalnýz býraktýlar; destek olmaktan uzak durdular. Ankara Þube’nin kongresinde “Kýzýl Bayrak”lý popülist slogan atanlara, “siyasal kimliklerini dýþarýda býrakmalarýný” söylemediler, aksine bunlarý unuttular… Unuttukça da “vurdumduymaz oldular”; “körleþtiler”. Sözle, temenniyle, yani kerhen, verilen destekler, Ankara Þubesi’ne deðil, Genel Merkez’e yaradý ve Genel Merkez tüm giriþimlerimize raðmen anlaþmayý-uzlaþmayý kabul etmedi. Seçildiði ilk genel kurul sonrasý söz vermesine raðmen Kazým Genç de uzlaþmayý-anlaþmayý saðlamaktansa, ‘Ben, Genel Merkezim, bana uyacaksýnýz’ benzeri sözler söyledi. Aba altýndan gösterilen sopalarla örgüt yönetilmeye çalýþýldý… Bu örgütsel yapýnýn, “gönül birlikteliði” olduðu unutuldu. Sonuçta 28-29 Þubat 2004 tarihinde PSAKD’nin 8. Olaðan Kongresi’ne Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 29.12.2003 tarih ve 2003/899 sayýlý Ýhtiyati Tedbir Kararý ile katýldýk. sýl sorun, Kamber Çakýr deðildi. Kazým Genç ve yönetiminin aday olduðu listenin karþýsýnda ve Ankara Þubesi baþta olmak üzere diðer þubelerden dostlarýmdan oluþan bir liste vardý. Bu liste seçimi kaybetti ve planlý bir biçimde seçimi kaybeden bu listedeki kiþi ve þubelere yönelik operasyonlar baþladý. Ankara Þube’de yaþananlar da bu “ kurnaz yöntemlerden ” biridir. Kazým Genç ve yönetimi, ilk iki yýlýnda Ankara Þubesi’ne karþý baþlattýðý operasyonlarda baþarýlý olamadý. Ankara Þube’nin yönetimindeki iki arkadaþýmýzýn (Ýlhan Cem Erseven ve Bekir Arslan), devam eden davalardan “vazgeçmemi istemeleri” hatta þaka yollu da olsa “gerekirse azlederiz” içerikli sözlerinden sonra devam eden davalardaki vekillik görevlerimden istifa ettim. Bu iki güzide arkadaþýmýz da uzlaþma ve anlaþma yapma iddiasýyla gittiler. Sonuç: Ýstifam üzerine düþürülen ve vazgeçilen davalar; yaklaþýk altmýþ kiþi ile yapýlan Ankara Þube Kongresi ve Ýlhan Cem Erseven ile Bekir Arslan’ýn Genel Merkez Kongresi delegesi seçilme baþarýlarý… Yazýk, çok yazýk. Arkadaþlýða da yoldaþlýða da ayýp ettiler… Bekir Arslan, Ankara Þube’nin olaðanüstü kongresinde, Genel Merkez tarafýndan sökülen kilitleri kürsüden sallarken neler düþündüðünü delege olduktan sonra düþünmüþ müdür? Dönem, derneðe sahip çýkma dönemi. Sesimizi çýkarmazsak daha kötü günler kapýda demektir. Madýmak Katliamý’nýn gerçekleþtiði 2 Temmuz 1993 tarihi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneði’nin bugünü ve geleceði için bir milat olmuþtur: Bu tarihten itibaren, yaþanýlan katliama tepki duyanlarýn katýlýmý ve desteði ile örgütün büyüdüðünü ve etki alanýnýn geniþlediðini görüyoruz. Ama, bir süre sonra, derneðe gösterilen ilginin azaldýðý ve kimi þubelerde siyasal kimliklerin öne çýkarýldýðý görülüyor... Bu geliþmeler, ülkede yaþanan toplumsal duyarsýzlýðýn da etkisiyle, örgütsel yapýyý yüreðinden yakalýyor ve olduðu yerde býrakýyor. Örgüt, artýk kitleselleþme þansýný yitirmiþ ve kitleselleþmekten uzak bir yapý içerisindedir. Kýsacasý, halký önünde koþarken, onu izlemeyen ve bu “tepkisel yýðýnlarý” kendi potasýnda eritip içine alma becerisini de gösteremeyen ve yalnýz kalan örgüt, halkýnýn önünde koþmaya baþlýyor... Örgüt, hâlâ, halkýn önünde koþmaya devam ediyor. 2 Temmuz 1993 tarihinden bugüne her geçen gün kan kaybeden ve kendisini tüketmekle uðraþan bir yapýya dönüþmüþ durumdayýz. Adýmýzýn büyüklüðü de olmasa vay halimize!
A
21
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 22
¸ E SERÇESM
Mistisizmin Beyinsel Kaynaðý Bölüm - I Ýsmail Özmen, Yargýtay Üyesi Tasavvuf her yönüyle hem gönül hem de beyin ürünüdür. Eðer yaþamýn sýrrý kafalarýmýzda gizli ise fonksiyonel manyetik rezonans yöntemiyle beynin iþleyiþinin görüntülenebilmesi, beyin araþtýrmalarýnýn çehresini deðiþtirecek bir olaydýr.. Bu baðlamda, uzmanlarý tarafýndan bir devrim ya da rönesans sayýlan bu çalýþmalardan bazýlarýna konumuz olan tasavvuf kavramý kapsam ve gereði doðrultusunda özetle ve kalýn hatlarla deðinmek istiyoruz: ABD’li nörolog James Austin bir gün, yapacaðý Budist Zen tarzý bir dinlence için Londra trenini beklerken, aniden içinde daha önce hiç yaþamadýðý bir ‘aydýnlanma hissi’ duydu.Yine içinde eski tutku ve takýntýlarýndan, öfke, ölüm, korku, varlýðý üzerinde duyduðu kuþku gibi duygulardan kurtulduðunu, fiziksel dünyadan sýyrýlýp çýktýðýný hissetti, sanki tüm benliði maddeden baðýmsýz varolmaya baþlamýþtý, ‘bir sonsuzluk’ hissetti. Kýsaca, içindeki eski tutkularýnýn yok olduðunu, þeylerin aþkýn (trancendent) doðasýný anlayabilecek yeteneði elde ettiðini hissetti. Bu anýsal deneyini dile getiren Dr. Austin, bu deneyiminin mistik ya da dinsel bir yönü olmadýðýný belirterek, “duyduklarým, Tanrý’nýn varlýðýnýn deðil, beynin varlýðýnýn bir kanýtýydý” der. Bu uzman, zaman, korku ve bilinç hissinin kaybolmasý için beynin bazý iþlevlerinin durmasý gerektiðini vurgulayarak, “açýkça, bilincimizin üst iþlevleri olarak adlandýrdýklarýmýz birden duruyor” ifadesini kullanarak bu konularda yaptýðý araþtýrmalarýný ve kuramlarýný 1998 yýlýnda yayýnlanan “Zen ve Beyin” adlý yapýtýnda dile getirdi. Ona göre beyin, yön verme hissini kaybettiðinde, dinsel ve ruhsal deneyimlerin nörobiyolojik yönlerini ve bu tür normal üstü gizemli olaylarý inceleyen bir bilim dalý olan nöroteoloji, meditasyonda yoðunlaþmýþ ya da duaya, zikre dalmýþ insanlarýn beyinleri üzerinde yapýlan araþtýrmalar, mistik hallerin nörolojik nedenlerini açýða çýkarýrken, trans hali ve tanrýsallýk duygusunun beyindeki etkilerini de görüntülendiðini ifade etmektedir. Hattâ, mistik yoðunlaþma sýrasýnda, bir takým ‘sesler duyma’, þakak (temporal lob) bölgesindeki bazý elektriksel faaliyetlere baðlý olabilir derken, kiþinin meditasyon ya da dua, zikir esnasýnda kendi içinden gelen bu sesleri dýþýndan gelen ‘ulvî’ sesler gibi algýlanýrken, bu tip deneyimlerde, beyindeki dil yetisinden sorumlu konuþma bölgesinin (Broca) faaliyete geçtiði tezini gündeme getirdi. Benzer araþtýrmalar, beynimizin bilinmeyen yönlerini ortaya çýkararak, normal üstü deneylere, mistik olgulara bilimsel bir dayanak ve açýklama alaný hazýrlamýþ olmaktadýr kanýsýndayýz. Mistik alanda “içinde bulunduðumuzdan farklý, günlük yaþamýn üstünde bir gerçeklik duygusu söz konusu”dur diyen Massachussette Üniversitesi psikologu David Wulff, hangi dönem ve çaðda yaþarsa yaþasýn, hangi kültüre ya da dine, mezhep ve tarikata mensup olursa olsun, çokça insanýn baþýndan bu tip bir deneyimin geçtiðini dile getirmektedir. Wulff, bu yüzden sosyal etkilerden ayrý, ortak bir neden olmasý gerektiðini, bu nedenin insan beyni olabileceðini açýkça vurguluyor. Andrew Newberg ve yardýmcýsý Eugene d’Aquili, “Tanrý Neden Gitmiyor” adlý ortak yapýtlarýnda, beyindeki ruhsallýk duygusunu uyandýran iþlevleri ortaya çýkarmak için yaptýklarý tüm çalýþmalarda bu gerçeði dile getiriyorlar. Tarama (scanner) teknolojisini kullanan bilim adamlarý Tibet tarzý meditasyon yapan arkadaþlarý Micheal J.Baime’i incelediler. Kendisinden karanlýk bir odada yere oturmasý istenen Baime’in iki yanýna ip kondu ve sol kolundan gerektiðinde sývý enjekte edebilmek üzere bir damar yolu açýldý. Bir görüntü üzerine yoðunlaþan Dr. Baime, bilincini zamanla susturdu ve içinde “gerçek ben” diye adlandýrdýðý bir duyum oluþtuðunda ipi çekti. Olayý dýþardan gözlemleyen Newberg arkadaþýna derhal radyoaktif bir iþaretleyici enjekte etti. Ardýndan basit ýþýnlar gönderen bir tomografi yöntemi (SPECT) sayesinde beynin nöronal aktiviteleri, radyoaktif iþaretleyicinin izlenmesi ile durum incelenerek harfiyen saptandý. Araþtýrmacýlara göre, Baime’nin tam olarak yoðunlaþtýðý anda kaydedilen SPECT görüntüleri transandantal deneyimin bir tür fotoðrafý. Görüntü, alýn korteksinin normalin üzerinde etkinleþtiði anda ortaya çýktý. Ayrýca, beynin diðer iþlevlerinin de en aza indiði gözlemlendi. Beynin üst bölgesinde bulunan nöronlar önden arkaya etkinliklerini tamamen durdurmuþlardý. Ýliþkilendirme ve yönlendirme görevleri üstlenen bu nöronlar deneðin, zaman ve mekân algýsýnýn durmasýna ve kendini maddi dünyadan baðýmsýz bir gerçekliðe ulaþmýþ hissetmesine yol açmýþtý. Newberg bu olayý þöyle anlamlandýrýr:
22
“Beyinde yön bulma bölgesinin etkinleþmesi o bölgeye bir takým uyarýmlarýn ulaþmasýna baðlýdýr. Uyarýmlarýn söz konusu bölgeye ulaþmalarýný önlersek, beyin, ‘ben’ ve ’ben olmayan’ arasýndaki ayýrýmý yapamaz hale gelir. Meditasyonun yoðunlaþma etabýnda olan da budur. Kiþi sýnýrsýzlýk ve evrenle bütünleþme duygusu hisseder. Esasen beynin sol yön bulma bölümü mekân ve beden arasýndaki sýnýrlarý algýlayamamaktadýr, duyulardan yeterli veri alamayan sað bölüm ise, mekânda sýnýrsýzlýk hissi uyandýrmaktadýr.” Newberg, nörolojik faaliyetlere baðlý aþkýn (tracendant) deneyimlerin beyin tarafýndan baþlatýlýp baþlatýlmadýðýný bilemeyeceðimizi de ifade ediyor. Özetle, deneyimlerin kaynaðýnýn henüz keþfedilemediðine dikkati çeken Newberg, bu bulgularýn bize din ve Tanrý’nýn varlýðý üzerine de bilgi verilemeyeceði olgusunun ayrýca altýný çiziyor. Ýnsan beyninde Tanrý’nýn izlerini aramayý ise sürdürüyor. Mistik deneyimlere yol açan yalnýzca beynin yön bulma merkezleri deðil, beþ duyu’ya iliþkin bölgelerde de bu tip algýlamalarýn cereyan ettiðini belirtiyor. San Diego’daki nörologlar, bazý hastalarda dinsel deneyimlere neden epilepsi (sara) nöbetlerinin eþlik ettiðini anlamaya çalýþmýþlardýr. Hattâ bazýlarý daha ileri giderek: “Peygamberlerin aldýklarý vahiyler bir sara nöbeti olabilir mi? Tanrý’yla konuþma zihinsel bir yanýlma mýydý?” sorularýný gündeme getirmiþlerdir. Hattâ bazý insanlarýn kafalarýna manyetik miðfer takarak mistik imajinasyonlar üreten Prof. Michael Persinger, “Bazýlarý aðlýyor, bazýlarý Tanrý’nýn kendilerine dokunduðunu söylüyor, bir kýsmý da korkuyor; þeytanlar ve kötü ruhlar gördüklerini anlatýyorlar” diyerek, “araþtýrmam gösterdi ki, din beynin bir ürünüdür. Yalnýzca beynin bir ürünü olup dýþarýda olup bitenlerle pek alakalý deðildir” þeklinde vurgulama da yapýyor. Duyu organlarýmýzýn algýladýðý her þey “limbik sistem”de toplanarak oradan diðer bölümlere iletilir. Sigmund Freud’a göre, gündüz öðrendiðimiz bir þeyi gece uykuda tekrar ediyoruz ve bu þekilde öðreniyoruz. Aslýnda hayatýmýz belleðimizi deðil, belleðimiz yaþamýmýzý þekillendirmektedir. Uzun süreli hafýza, sabit disk gibi; kýsa süreli hafýza ise diskete ya da CD’ye kaydettiðimiz bir bilgi. Tekrar yapmak, sinir sisteminin sürekli aktif kalmasýný saðladýðý için bilgiler uzun süreli hafýzaya aktarýlabilir. Beynimizin tam ortasýndaki bölümde (Amygdala) yaþananlar saklanýyor. Her türlü bilgi hafýzada toplanýp saklanýyor. Ruhanî bilgiler de öyle. Ýngiltere’de insan aklýný inceleyen Prof. Steven Ray, “Beyinlerden Bilince” adlý yapýtýnda, beyin denen esrarengiz, kolay ele geçmez, incelenemez bu organý ve insanýn kendine özgü kiþiliðini oluþturan anýlarý, düþünceleri, kavram ve fikirleri incelerken, beyin için kullanýlan “bilgisayar metaforu” kavramýný kabullenmez, reddeder. Çünkü, “bilgisayarlar ölü bilgilerle ilgilidir.” der. Devamla: “Bilgisayara bir bilgi koyarsýnýz, bir yýl sonra açýp baktýðýnýzda bu ayný bilgidir, hiç deðiþmeden kalmýþtýr. Beyin ise öyle deðil” demiþti. Hollandalý fizyolog Jacob, 19. yüzyýlda “böbrekler nasýl idrar salgýlýyorsa, beyin de ayni þekilde düþünce salgýlar” demiþti. Ray, bu düþüncenin 19. yüzyýlda pek yadýrganamayacaðýný söyler. Çünkü, o zaman çoðu bilimci, yaþama iliþkin pek çok öðenin kimya parçalarýna indirgenebileceðini düþünüyordu: “O dönem için hiç de radikal olmayan bir görüþ bu. Beyin üzerine asýl farklý analiz ve düþünceler çok sonra ortaya çýktý. Beynin biyokimyasýný anlamak, beynin anlamýnýn sadece bir bölümünü anlamaktýr. Ama þimdi de beyin için bilgisayar metaforu kullanýlýyor.” Ray, çoðu meslektaþýnýn tersine bu meteforu da reddettiðini söylüyor. “Ýnsanlarýn hafýzasý var, evrim açýsýndan da bir hafýzasý var. Çünkü hafýza yaþamý sürdürmeye yardým ediyor. Bazý þeylerin tehlikeli olduðunu, diðerlerine tepki göstermemiz gerektiðini, veya þu ya da bu þekilde hareket etmemiz gerektiðini anýmsatýyor. Yani bazý görevleri yerine getirmek için insanýn hafýzaya gereksinimi var.” Ray þu benzetmeyi yapýyor: “Bilgisayara karþý satranç ve poker oynadýðýnýzý varsayýn. Poker rekabet gerektiren psikolojik bir oyun; rakibe karþý oynuyorsunuz, geçmiþte o insanýn oyununu anýmsayarak oynamanýz, mimiklerini okumanýz lazým. Bilgisayarýn poker oynayacaðýný pek sanmýyorum.”
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 23
¸ E SERÇESM
Pençe-i Al-i Aba biçiminde pirinç bir mühür ve basýldýðý zaman kaðýtta býraktýðý izi. Ferit Edgü Koleksiyonu, P Dergisi, Sayý 29, Bahar 2003.
çevre, veya doða ve yetiþme koþullarý gibi þeyler yok. Bunun yerine yaþayan sistemleri bütün olarak anlamaya çalýþmalýyýz. Çok daha bütüncül, uyumlu bir þekilde ve bu sistemler arasýndaki baðlantý ve iliþkileri kavramak gerekiyor.” Bugüne deðin insan beyninin gücünü küçümsüyorduk. Ama insan aklýnýn önemini ve fonksiyonlarýný da abartmýþ olabilir miyiz? Ray: “Bir nörobilimci olarak, insan aklý ve insan beyni, ayni þeyden bahsetmenin iki farklý yoludur diyebilirim. Tabii þu da ön koþul: Beyin ve akýl bir beden içinde sarmalanmýþtýr, ve toplum içinde, ve tarih içinde.”
Yine Ray’a göre “Þizofreni gibi durumlar incelenerek, beynin nasýl çalýþtýðýný anlamak yanýltýcý olur. Çünkü þizofreni de beyin tahribat görmüþtür, týpký felcin yarattýðý sonuçlar gibi. Alzheimer türü dejeneratif hastalýklarýn yaratacaðý sonuçlar gibi. Bu hastalýklarýn henüz tedavisi yok. Bu da halen beyin biliminin hangi aþamada olduðunu çok iyi ortaya koymaktadýr. Gerçi nörolojik hastalýklar konusunda olumlu umutlar olduðu görülüyor; ama beyin yýkýmýnýn nasýl önleneceði, Alzheimer hastalýðýnýn nasýl tedavi edileceði, konularýnda da bazý ipuçlarý mevcut ama henüz elde bir þey yok. Þizofreniye gelince, bu daha karanlýk, çok kollu ve esrarengiz bir hastalýk. Ýnsanlar olmayan sesleri duyduðunda, hayaller gördüðünde ya da olmayan düþmanlar icat ettiðinde, bilinç atlý un çuvalý gibi ters döndüðünde ortada beyin süreçleri var tabii, bu kesin. Hatta bunlarý ayrýntýlý olarak incelemek de olanaklý. Ama, þizofreni aslýnda beyinde oluþan birçok farklý sürecin adý olarak kullanýlýyor.Bunun için karýþýk ve anlaþýlmasý çok daha zor, çünkü her zaman baþka insanlarla iliþkileri, dýþ dünya ile baðlarý içeriyor. Bu nedenlerle þizofreniyi ve beynin semptomlarýný tedavi etmek üzere kullanýlan þizofreni ilaçlarýna bakýp ne olup bittiðini anlamak iþin sadece bir parçasý. Biyolojik psikiyatri diye bir þey olduðuna ve her hastalýðýn bir ilacý bulunduðuna tutkuyla inanlar, bu iþteki müthiþ zorluklarý basitleþtirmeye, girift olaylarý sade bir noktaya koymaya, bir insanýn çok zor olarak yaþadýklarýný basit bir formüle indirgemeye çalýþanlar var, ancak iþ öyle kolay çözümler bekleyen bir olgu sayýlamaz. Ben buna ‘aklî ve beyinsel sýkýntý’ demeyi tercih ediyorum. Çünkü buna þizofreni yaftasýný yapýþtýrýnca, sanki tek bir olgu, tek bir fenomenmiþ gibi algýlanýyor, oysa deðil. Elbetteki duygular insanýn hastalýðýný etkileyebilir.Böyle düþünen doktorlar var; hatta son zamanlardaki araþtýrmalar da bunlarý doðruluyor. Beynin beden üzerindeki etkisi sizce gerçekten bugüne deðin yeterince kaale alýnmadý mý? (...) Ben bunun çok önemli olduðunu düþünüyorum. Beyni kafatasý içinde yapayalnýz, yalýtýlmýþ bir organ olarak düþünmek çok yanlýþ.Beyin, vücudun geri kalan bütün kýsýmlarý ile anýnda hemen iletiþime geçer.Hatta bu, iki yollu bir iletiþimdir. Beyin vücutta hormonlarý denetler. Adrenalin gibi, steroid hormonlarý gibi beyni geri besler. Baðýþýklýk sistemi de beyin süreçleri ile yakýndan baðlantýlýdýr. Bunun iki yönlü bir iliþki olduðunu vurgulamak gerekir. Tam da bu nedenle, þimdi bir dolu melez bilim var: Psiko-nöro-immünoloji gibi, vs. Bunun için artýk her þeyi parçalara ayýrmaktan vazgeçmek gerek: Bir yandan akýl ve beyin, diðer tarafta beyin ve beden, veya genler ve
Kasým 2005
Bütün bu týbbî verileri anlatmaktaki temel amacým, tasavvufçularý bilinen ve sezilen kiþisel ve toplumsal yaþamlarýyla birlikte kül halinde bir kiþilik olarak; yapýtlarýný ise içerik, ileti ve görünüm olarak tarihsel süreç içinde, dönemlerine göre, çýkýþ, konu ve konumlarýna perspektifsel açýlardan bakarak felsefî ve edebî yönlerden tüm þiirsel renkleriyle daha çok deðerlendirip, nesnel nitelendirmelerini çok yönlü, doðru ve derinlemesine yapmalarýný saðlamak üzere okura bir de bu açýdan yardýmcý olmaya çalýþmaktýr. Artýk irdeleme iþlevi tamamen okura ait bir iþtir, ama þunu da belirtmek isterim: Iowa Üniversitesi’nden Prof. Dr. N. C Andreasen, 2000 yýlýnda, Antalya/Belek’te yapýlan 36. Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde, tarihin ilk dönemlerinden beri “yaratýcýlýk ile ruhsal bozukluklar” arasýnda iliþki olup olmadýðýnýn ortaya atýldýðýný belirterek, yaratýcýlarýn ruhsal açýdan “farklý” bulunduklarýný, onlarýn sýra dýþý davranýþlarýnýn dikkat çektiðini, kendilerinde ya da yakýnlarýnda ruhsal bozukluklar bulunduðunu, bu nedenle de bir çok uzman tarafýndan araþtýrýldýðýný; hatta 5. yüzyýlda Atina’nýn, 15. yüzyýlda Floransa’nýn, 9. yüzyýlda Paris’in yaratýcýlar açýsýndan dikkat çektiðini, sorularýn ancak anekdot biçiminde yanýtlandýðýný belirtir. Karlsson, “yaratýcýlýkla ve yaratýcýlýk düzeyi ile ruhsal bozukluk arasýnda bir iliþki olduðunu, bunun da genetik bir özellik taþýdýðýný, hatta yüksek yaratýcýlýk (giftedness) ile þizofreni arasýnda bir iliþki bulunduðunu” açýklar. Tasavvufçulara bu açýlardan hiç bakýlmamýþ, bilinçaltlarýnýn resimleri çekilmemiþ, evrenin en büyüðü olan aklýn orada nasýl hapsedildiði, devre dýþý býrakýldýðý ya da alýþýlmýþýn dýþýnda kullanýlmýþ olduðu konularý üzerinde derinlemesine bir inceleme yapýlmadýðý gibi Platon’un yaptýðý þekilde soru-yanýt biçiminde de olsa hiç gözden geçirilmemiþtir. Elbette ki duvarlarý aþmak, giderek yýkmak zor. Akýl bulaþýcý bir illet, adetâ çok tehlikeli bir virüs, ama tüm devrimlerin anahtarý, kendisi en büyük devrim. Görülen o ki tarih ve bilgi birikimi silinemiyor, hiçbir önyargý ve dayatma olmadan nesnel deðerlendirmeleri bekliyor. Dönüp konuya yeni açýlardan baktýðýmýzda, çaðdaþ bilimin Tanrý’nýn var olmadýðýný kanýtladýðýný savunanlar, din savaþlarý, fanatizm ve hoþgörüsüzlüðün evrensel beyin kimyasýnýn parçasý olmaktan ziyade, belli tanrýlar ve dinlerin tek olduðu yönündeki dogmatik inançlardan kaynaklandýðýný iddia ediyorlar. Prof. Persinger, kendisini ateist olarak nitelerken, “inanç nörolojisi” araþtýrmasý yapan birçok bilim adamý ise dindar olduklarýný söylüyorlar. Beynin dinsel faaliyetlerdeki fonksiyonunu araþtýran bilim adamlarý, yaptýklarý araþtýrmalar sonucunda insanlarýn “ruhanî deneyimler” geçirdikleri sýrada, beyindeki belli merkezlerin deðiþimlere uðradýðýný saptamýþlardýr. Bu araþtýrmalar, yüzyýllardýr bitmeyen “Tanrý’yý beyin mi yaratýyor” tartýþmasýný gündeme taþýyýp alevlendirmiþtir. Þu sorular gün ýþýðýna çýkarýlarak sergilenmiþ, bu sorulara yanýtlar aranmaya baþlanmýþtýr: 1) Evrenle tek vücut olmak gibi transandantal olgular nereden kaynaklanýyor? Araþtýrmalara göre bu, beynin kendi ve fiziksel eðilim duygusunu düzenleyen çeper lobundaki artan bir faaliyet olabilir. 2) Yine, din olgusu, aþk ve tutku gibi yüce duygularý nasýl körüklüyor? Büyük olasýlýkla bu, meditasyon sýrasýnda yükselen konsantrasyonun neden olduðu ön lobdaki deðiþikliklerden kaynaklanýyor. 3) Milyonlarca insan, neden dinin yaþamlarýna karýþýp deðiþtirdiði duygusunu taþýyor? Belki de dinsel faaliyetler, kiþisel önemdeki deneyimleri tartan þakak lobunu harekete geçiriyor.
23
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 24
¸ E SERÇESM
Alevilik ve Müslümanlýk
AHMET ARÝF
Hüseyin Ýlbey
Otuzüç Kurþun 1.
2.
Ýzmir, Eylül 2005
Ö
Bu dað Mengene daðýdýr Tanyeri atanda Van’da Bu dað Nemrut yavrusudur Tanyeri atanda Nemruda karþý Bir yanýn çýð tutar, Kafkas ufkudur Bir yanýn seccade Acem mülküdür Doruklarda buzullarýn salkýmý Firari guvercinler su baþlarýnda Ve karaca sürüsü, Keklik takýmý... Yiðitlik inkar gelinmez Tek’e - tek döðüþte yenilmediler Bin yýllardan bu yan, bura uþaðý Gel haberi nerden verek Turna sürüsü deðil bu Gökte yýldýz burcu deðil Otuzüç kurþunlu yürek Otuzuç kan pýnarý Akmaz, Göl olmuþ bu daðda... Yokuþun dibinden bir tavþan kalktý Sýrtý alacakýr Karný sütbeyaz Garip, ikicanlý, bir dað tavþaný Yüreði aðzýnda öyle zavallý Tövbeye getirir insaný Tenhaydý, tenhaydý vakitler Kusursuz, çýrýlçýplak bir þafaktý Baktý otuzüçten biri Karnýnda açlýðýn aðýr boþluðu Saç, sakal bir karýþ Yakasýnda bit, Baktý kollarý vurulu, Cehennem yürekli bir yiðit, Bir garip tavþana, Bir gerilere. Düþtü nazlý filintasý aklýna, Yastýðý altýnda küsmüþ, Düþtü, Harran ovasýndan getirdiði tay Perçemi mavi boncuklu, Alnýnda akýtma Üç topuðu ak, Eþkini hovarda, kývrak, Doru, seglavi kýsraðý. Nasýl uçmuþlardý Hozat önünde! Þimdi, böyle çaresiz ve baðlý, Böyle arkasýnda bir soðuk namlu Bulunmayaydý, Sýðýnabilirdi yüceltilere... Bu daðlar, kardeþ daðlar, kadrini bilir, Evvel Allah bu eller utandýrmaz adamý, Yanan cýgaranýn külünü, Güneþlerde çatal kývýlcýmlanan Engereðin dilini, Ýlk atýmda uçuran Usta elleri... Bu gözler, bir kere bile faka basmadý Çýð bekleyen boðazlarýn kýyametini Karlý, yumuþacýk hýyanetini Uçurumlarýn, Önceden bilen gözleri... Çaresiz Vurulacaktý, Buyruk kesindi, Gayrý gözlerini kör sürüngenler Yüreðini leþ kuþlarý yesindi...
24
``
yle görünüyor ki, Türkiye’yi daha uzun bir süre meþgul edecek, temel deðilse de önemli konulardan biri Alevilik ve Aleviliðin Müslümanlýkla iliþkisi olacak. Alevilerin, üzerinde yaþadýklarý topraklarda, içinde yaþadýklarý toplumda sorun olma, sorun yaratma gibi dertleri yok. Alevilerin kendilerini yeniden ve yeterince tanýmlama ve ifade etme sorunlarý vardýr, ama bu onlarýn iç sorunudur. Bu sorunun devleti ve toplumun baþka inanç kesimlerini ilgilendirmemesi gerekir. Aleviler kendi hallerine býrakýlsa, kendi iç sorunlarýný kazasýz belasýz, devleti de toplumun baþka kesimlerini de rahatsýz etmeden bir çözüme kavuþturacaklardýr. Fakat kervaný kendi haline býrakmýyorlar. kervanýn yolunu sýk sýk uðru ve harami kesiyor. Bazen kervaný geri yönlendirmekteler, bazen de katarýn önde gelenlerini soygunun içine çekmeye yelteniyorlar. Bazen de þiddete baþvurup katliama giriþiyorlar. Tarih bunun örnekleriyle dolu: Osmanlý Þeyhülislamlarý, Alevilerin çoluk çocuk katlý vacip zýndýklar olduðuna dair fetvalar verdiler. Bu destekle Yavuz, tahtýný güvenceye almak için doksan bin Aleviyi kýlýçtan geçirdi. Bir o kadarýný Kuyucu Murat, diri diri kuyulara doldurarak katletti. Cumhuriyet döneminde, hem ibadetleri hem de ibadet yerleri olan cemevleri yasaklandý. 12 Eylül faþizminde, köylerine zorla cami yapýlarak, zorunlu din dersleri dayatýlarak asimile edilmeye çalýþýldý. Son otuz yýlda uðradýklarý toplu saldýrýlarda yüzlercesi katledildi. Baþbakan Recep Tayip Erdoðan ve partisinin yetkilileri, “Alevilik bir din ve mezhep deðildir” denilerek inançsýzlýk ve dinsizlikle suçlandýlar. Bazý Aleviler ise, siyasal ikbal ve parasal rant peþindeki bazý dedelerin peþine takýlarak þaþkýn ördek misali, “Yok vallahý, en has Müslüman biziz” diye, suyu tükenmiþ, kokuþmuþ bir bataklýðýn içinde kýçýn kýçýn yüzmeye debelenmektedirler. Öyle sanýyorum ki, Alevilikte Müslümanlýðýn birbirleriyle ilgileri ve iliþkileri açýklýkla ortaya konulabilirse, bu konudaki sorun önemli ölçüde hafifleyecektir. Birkaç olguyu yanyana koyduðumuzda, taþýdýklarý niteliklere bakarak bunlarýn ayný ya da farklý þey, nesne ya da olgu olduklarýný söyleyebiliriz. Bu nesne yada olgular þu an farklý niteliklere sahip iseler, bunlarýn birbirinden doðmuþ, birbirlerinden çýkmýþ olmalarý da sonucu deðiþtirmez: sonuçta farklý olgularla karþý karþýyayýz demektir. Musevilik, eski Uzakdoðu dinlerinden ve eski Mýsýr’daki inançlardan; Hýristiyanlýk Musevilikten;Müslümanlýk ise Hýristiyanlýk ve Musevilikten esinlenmiþtir. Her üç din de ayný kavme, ama farklý tarihsel, kültürel ortam ve topluluklarýna hitap eder. O yüzden de her biri ayrý bir dindir. Alevilerin oraya çýktýðý coðrafya ve kültürel ortam Ortadoðu ile Önasyadýr. Fakat geliþtiði, kendini bulduðu ve esas yapýsýný oluþturduðu yer Anadolu’dur. Doðaldýr ki Alevilik de çeþitli dinlerden, inançlardan, kültürlerden esinlenerek oluþmuþtur. Bunlarýn içinde Þamanizmi, Zerdüþtlüðü, Hürremiliði ve elbette Ýslamiyeti saymak mümkündür. Ama Alevilik bunlardan biri deðil, bu inanç ve kültürlerin akýl ve bilimle çeliþmeyen yanlarýný alýp sentezleyen bir Anadolu mozaiðidir. Ýslamiyet’e ve Peygamber Muhammed’e can düþmaný olan Emevi sülalesinin Halifeliði, yani Ýslam Devleti’nin yönetimini ele geçirmesiyle birlikte, Müslümanlýk Aleviliði kendinden saymamýþ, onu dýþlamýþ, sapýklýk ve zýndýklýk olarak suçlamýþ ve ifþa etmiþtir. Bugün de durum aynýdýr. Tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor: Alevilik Müslümanlýk olmadýðý gibi, has Müslümanlýk da deðildir. Öyleyse sorun ne? Sorun, bir deðil, birkaç tane. Birincisi, bir kesim Alevi’nin kendini “ne has Müslüman” saymasý. Ýkincisi, aðýz deðiþtiren ya da eski söylemini kamufle eden devletin, Aleviliði Müslümanlýðý alt ve farklý bir yorumu olarak kabul ediyor görünmesi. Üçüncüsü, Alevilerin bir inanç deðil, salt bir kültür olarak deðerlendirilmesi. Dördüncüsü, Alevilik ne dindir, ne inançtýr, sapýklýk ve zýndýklýktýr denilmesi. Beþincisi, Alevilik ayrý, kendine özgü bir dindir, bir inanç ve kültür bütünlüðüdür görüþü. Herkes, bunlardan birini ya da bir kaçýný doðru bulabilir. Benim için hangisi doðrudur? Benim için doðru olan, Aleviliðin kendine özgü, ayrý bir din, ayrý bir inanç ver kültür bütünlüðü olduðu görüþüdür. Bu nedenle de, bana göre Aleviliðin Ýslam içi ya da Ýslam dýþý olduðu tartýþmasý beyhude bir tartýþmadýr. Ama elbette konu tartýþmalý, açýklýða kavuþturulmalýdýr. Bir inancý, bir dini diðerlerinden ayýran göstergeler nelerdir? 1) Tanrý imajý, 2) Ýnanýlan kitabýn hangisi olduðu, ne dediði, 3) Biat edilen peygamber, 4) Ýbadetin içeriði ve biçimi. Bu göstergelere bakarak bir inancý, bir dini diðerlerinden ayýrmak gayet kolaydýr. 1) Tanrý anlayýþlar, Tanrý’yý algýlayýþlarý bazý farklýlýklar da gösterse, ayný Tanrý’yý kabul ettikleri halde, Musevilik, Hýristiyanlýk ve Müslümanlýk farklý dinlerdir. Öyleyse Tanrý imajý, aynýlaþtýrýcý bir gösterge deðildir. 2) Ýnanýlan kitap, inançlarý farklý kýlan bir gösterge olarak kabul edilebilir. 3) Biat edilen peygamber de farklýlýk yaratan önemli bir öðedir. 4) Ýbadetin içeriðinin ve biçiminin de dinleri ayýran bir gösterge olduðu zaten ortada. Þimdi bu dört gösterge açýsýndan Alevilikle Müslümanlýðý yanyana koyduðumuzda ortaya çýkan manzara nedir? Ýbadet biçimi ve içeriði hariç, her iki inancýn da ayný Tanrý’ya taptýðý, ayný peygambere biat ettiði, ayný kitaba uyduklarý söylenecektir. Ýþte asýl yanýlgý buradan kaynaklanmaktadýr. Aleviliðin içine girdiðimizde, her dört öðenin(ya da göstergenin) çok farklý þekillerde ve içeriklerde algýlandýðýný, deðerlendirildiðini ve uygulandýðýný çok rahatlýkla anlamak mümkündür. 1) Alevilerin Tanrý Ýnancý, Müslümanlýðýn Tanrý inancýndan farklýdýr. Müslümanlýðýn Tanrýsý, evreni ve insan yaratan, ona hükmeden, cezalandýran ve ödüllendiren, her gün en az beþ kez kendisine yalvar yakar olmayan kullarýna iyi gözle bakmayan, durmadan kulaklarýný çeken, olmadý tehdit eden, bu nedenle de kullarýný sürekli tarassut altýnda tutan bir Yüce Allah’týr. Gelin bir de Alevilerin Tanrýsýna bakýn: O safi sevgidir. Bazen kendidir, bazen Muhammed’dir fakat en çok da Ali ’dýr. Aslýnda o tümden Ali’dir, arasýra darda kalmýþlara yardým için Hýzýr kýlýðýnda dolaþtýðý da çoktur. Öyle elinde defter kalem, kullarýn sevap ve günahlarýný yazdýðý da
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 25
¸ E SERÇESM
yoktur. O yüzden, Alevi baþý sýkýþmadýkça onu ne anar, ne ona seslenir. Baþý sýkýþtý mýydý da zaten önce “Medet ya Ali!” diye baðýrýr. Çünkü biliyor ki O Ali’dir, Ali de O’dur. Elbette ki burada Ali bir semboldür. Alevilik Tanrýyý göklerdeki azap verici korkunç yalnýzlýðýndan kurtarýp yere indiren, onu yerde insanla, aþkla, sevgiyle onurlandýran bir inançtýr. Hem zaten, Bakkal mýsýn teraziyi neylersin? Kulun günahýný tartýp neylersin?
`` 3. Vurulmuþum Daðlarýn kuytuluk bir boðazýnda Vakitlerden bir sabah namazýnda Yatarým Kanlý, upuzun... Vurulmuþum Düþüm, gecelerden kara Bir hayra yoraným çýkmaz Caným alýrlar ecelsiz Sýðdýramam kitaplara Þifre buyurmuþ bir paþa Vurulmuþum hiç sorgusuz, yargýsýz
ya da, Kýldan köprü kurdurmuþsun Gelsin kullar geçsin diye Hele biz þöyle duralým Yiðit isen geç a Tanrý diyen bir inancýn Tanrý’sýnýn neyi, neresi benziyor Müslümanlýðýn Yüce Allah’ýna, hey erenler? 2) Aleviler de Kuran’a inanýrlar. Fakat onlarýn inandýklarý Kuran Halife Ebubekir’le Osman zamanýnda büyük oranda yakýlan, yok edilen, kim bilir ne kadarý ortadan kaldýrýlan Kuran’dýr. Þu anki Kuran, Muhammet’in vahiy olarak naklettiklerinin çok azýný içermektedir. Aslý ise zorla, kan dökülerek yok edilmiþtir. Alevilerin hemen tümü bu nedenle, Kuran’ý deðil, Cafer-i Sadýk’ýn Buyruk’unu rehber kabul ederler. Ayrýca zaten Aleviler ibadetlerinde ayetlere deðil Þah Hatayi’nin, Pir Sultan’ýn, Kul Himmet ‘in, Kaygusuz’un deðiþlerine niyaz ederler. 3) Aleviler, Muhammed’i peygamber olarak kabul ederler. Ama Aleviliðin peygamberlikle ilgili algýlanmasý ve görüþü de Müslümanlýktan çok farklýdýr. Kendi inanç sistemleri içinde, “Allah, Muhammet, Ya Ali ” üçlemesi, Hýristiyanlýktaki “Baba, Oðul, Kutsal Ruh” üçlemesi gibi, üçü de ayný bütünün farklý bir görünümündür. Önemli olan görünümler deðil, bütünün kendisidir. 4) Alevi ibadetinin biçimi ve içeriði ise zaten baþlý baþýna bir “âlemdir.” Alevi ibadetinin içinde Ýslamiyet‘in yasakladýðý, günah saydýðý ne varsa, on katý fazlasýyla var: Bir defa ibadet dili, kendi diliyledir; anladýðý dille dua eder. Ayrýca bu ibadette çalgý, deyiþ, dans, dünya nimetlerini lokma olarak birlikte paylaþma, sarhoþ etmeyecek ölçüde içki, kadýn erkek birlikte cem olup semah dönme vardýr. Müslümanlýðýn ibadetiyle en ufak bir benzerlik, ortaklýk var mý bu ibadette? 5) Aleviler ibadetlerinde, anlamadýklarý Arapça ayetlere deðil, her sözcüðünü ve anlamýný tamý tamýna anladýklarý Hatayi, Pir Sultan, Kazak Abdal, Kaygusuz, Hacý Bektaþ Veli erenlerine, ermiþlerine ve onlarýn deðiþlerine niyaza durur, biat ederler. Aslýnda bu konu bir sosyolojik, psikolojik ve tarihsel araþtýrma alaný olma özelliklerine sahiptir. Durum, bazýlarýna epeyce vahim, bana göre oldukça rahim görünse de daha saðlam göstergelerle açýklýða ve berraklýða kavuþturulabilir: Kendini Müslüman olarak tanýmlayanlara beþ þart (farz) vardýr: Kelime-i þahadet, namaz, oruç, zekat, hac. Alevi olmak için Kelime-i Þahadetin bir anlamý yoktur. Aleviler, namaz kýlmamaktadýrlar. Tuttuklarý oruç, Ýslam’ýn þart koþtuðu deðildir, Kerbela katliamýnýn yasýný tutma eylemidir. Ýbadetleri içinde zekat da yoktur; zekattan farklý bir anlama ve iþleyiþe sahip lokma ve hakullah vardýr. Peki ya hac? Onlarýn hacca gitme gibi dertleri hiç yoktur:
4.
Kasým 2005
Ölüm buyruðunu uyguladýlar, Mavi dað dumanýný ve uyur-uyanýk seher yelini Kanlara buladýlar. Sonra oracýkta tüfek çattýlar Koynumuzu usul-usul yoklayýp Aradýlar. Didik-didik ettiler Kirmanþah dokumasý al kuþaðýmý Tespihimi, tabakamý alýp gittiler Hepsi de armaðandý Acemelinden... Kirveyiz, kardeþiz, kanla baðlýyýz Karþýyaka köyleri, obalarýyla Kýz alýp vermiþiz yüzyýllar boyu, Komþuyuz yaka yakaya Birbirine karýþýr tavuklarýmýz Bilmezlikten deðil, Fýkaralýktan Pasaporta ýsýnmamýþ içimiz Budur katlimize sebep suçumuz, Gayrý eþkiyaya çýkar adýmýz Kaçakçýya Soyguncuya Hayýna...
Hararet nardadýr sacda deðildi Keramet baþtadýr taçda deðildir Her ne arar isen kendinde ara Kudüs’te Mekke’de Hac’da deðildir. Ýslam’ýn bu beþ þartýný yerine getirmeyen inancýn sahiplerine hangi verilere ve mantýða dayanarak Müslüman diyebilirsiniz? Ya da, “Biz Ýslamýn özüyüz” diyenler, ne mene Müslümandýr ki, bunu açýklamak kendilerine düþer. Ýnsan olmanýn, insanlaþmanýn en kalýn atardamarlarýndan biri sanattýr, sanatla uðraþmaktýr, sanat alanlarýnda yaratmaktýr. Müslümanlýk ise, tef çalma, cami ve bina yapma dýþýnda neredeyse bütün sanat alanlarýný, resmi, heykeli, dansý, müziði, tiyatroyu, fotoðrafý yasaklayarak, insanlýðýn insanlaþmasýnýn bu en kalýn damarýný týkamýþ, insanlýða ket vurmuþtur. “Saz çalsak Allah’a ibadet olur” diyerek müzik eþliðinde raks ile ibadet eden bir inancýn Müslümanlýkla ne ilgisi olabilir? Konuyu ve sorunu deðil, bu yazýyý bitirirken, halihazýrda “Dede”lik yapmayan bir Alevi Dedesi olarak Alevilere diyeceklerim kýsaca þunlardýr: 1) Aleviler “en has Müslüman” deðillerdir. En has Müslüman olmak Aleviliðe ve Alevilere bir zerre katmaz, tam tersine onlarý, yani tarihin tanýdýðý bu en muhteþem inancý ve kültürü erozyona uðratýr, Aczmendilerle, Talibanlara benzetir. Çünkü en has Müslüman Aczmendiler, Hizbullah, Ýslami Cihad, Hamas, Taliban ve benzerleridir. 2) Parasal rant ve siyasi ikbal peþinde koþturan, 1950’lerde gerici Demokrat Parti’den, ülkeyi belalara, darbelere, faþist cephelere sürükleyen, açtýðý yüzlerce Ýmam Hatip Okullarýnda yetiþtirdiði yüz binlerce þeriatçýyla gericiliðe ve irticaya ordu hazýrlayan, “Baðýmsýz Türkiye” diyen gençleri ipe götüren Süleyman Demirel’in partisinden Milletvekilliði yapan, 12 Eylül’ün faþist MDP’sinden aday olaný, gözlerini Diyanet’te temsilden gelecek paralara dikmiþ bazý Alevi, “büyükleri” ve “Dedeleri”, Sünni devletle elele vererek, “Alevi Ýslam” söylemiyle Alevilerin hýzla Emevi Müslümanlýðýna doðru sürüklemektedir. 3) Aleviler, bin beþ yüzyýldýr çocuklarýna Bekir, Ömer, Osman adýný vermiyorlar. Bu üç adý duyduklarýnda cin çarpmýþa döner þeytana lanet okurlar. Acaba neden?. 4) Son, somut bir örneklendirmeyle yazýyý bitirmek istiyorum. Þimdi karþýnýzda iki grup insan olsun: Birinci grupta Fethullah Güven, Alevilere sapýk diyen Ýlahiyatçý Prof. Ramazan Ayvalý ile Recep Tayip Erdoðan bulunsun. Ýkinci grupta ise Lütfü Kaleli, Ali Balkýz ile ben varým. Her iki gruba birden, “Kim Müslümansa elini kaldýrsýn” diye seslenilsin. Hiç kuþku yok ki birinci gruptakiler sað ellerini göðüslerine bastýrýp, “Elhamdülillah Müslümaným” diyeceklerdir. Kimseye zarar vermedikleri sürece Müslüman olmalarýna saygý duyarýz. Peki ikinci gruptakiler ne diyecek? Aynen þöyle diyeceklerdir: “Ne güzel ki Aleviyim.” Anlayana sivrisinek saz, anlamayana Mehter Marþý az. Anlayan herkese günaydýn, anlamayan herkese zifir geceler.
Kirvem, hallarýmý ayný böyle yaz Rivayet sanýlýr belki Gül memeler deðil Domdom kurþunu Paramparça aðzýmdaki...
5.
Kirvem hallarýmý ayný böyle yaz Rivayet sanýlýr belki Gül memeler deðil Domdom kurþunu Paramparça aðzýmdaki... Vurun ulan, Vurun, Ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiþ közüm, Karnýmda sözüm var Haldan bilene. Babam gözlerini verdi Urfa önünde Üç de kardaþýný Üç nazlý selvi, Ömrüne doymamýþ üç dað parçasý. Burçlardan, tepelerden, minarelerden Kirve, hýsým, daðlarýn çocuklarý Fransýz Kuþatmasýna karþý koyanda Býyýklarý yeni terlemiþ daha Benim küçük dayým Nazif Yakýþýklý, Hafif, Ýyi süvari Vurun kardaþ demiþ Namus günüdür Ve þaha kaldýrmýþ atýný. Kirvem hallarýmý ayný böyle yaz Rivayet sanýlýr belki Gül memeler deðil Domdom kurþunu Paramparça aðzýmdaki...
25
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 26
Ýslamda Tragedya Kahramaný ve Tragedya Örnekleri Bölüm - I Metin And
Ý
Bu yazý ilk kez “Ulusal Kültür” dergisinin Ekim 1978 tarihli 2. sayýsýnda yayýnlanmýþtýr. Halk Sahnesi Oyuncularý’nýn izminye kendilerinin internet sitelerinden alýnmýþtýr. http://www.halksahnesi.org
slam dünyasý Aristoteles’in Poetika’sýný tanýyordu. Ya çeviri, ya da özet yoluyla Arap yazarlarý buradaki çeþitli tragedya kavramlarýný deðiþik terimlerle karþýlamýþlardý; Sözgelimi, Ebu Biþr Metta b. Yunus, ya da Ýbni Sina gibi. Bu tanýþýklýktan ne yazýk Ýslam dünyasýnda bir dramýn varlýðýný söyleyemeyiz. Ancak bir dramýn, bir tragedyanýn doðumu için, ritüel ve mithos’a uygun ortam, ve koþullar yeterliydi. Özellikle Þii’lerde Muharrem uygulamalarý ve buradan doðan Taziye, denebilir ki Ýslam dünyasýnýn yaratabildiði tek dramdýr. Gerçi ritüel ve mithos’un drama yani Taziye’ye dönüþmesi çok yakýn tarihte gerçekleþmiþtir, ancak bu oluþumu hazýrlayan etkenlerin içinde gene dramatik öðeler buluyoruz. Konu Anadolu Türkiye’sini de yakýndan ilgilendirmektedir. Bunlar üzerinde çeþitli incelemelerimde durmuþtum.1 Taziye ne ölçüde Yunan tragedyasýna benzer, ne ölçüde ondan deðiþiktir? Temmuz 1977’de Atina’da toplanan Uluslararasý Kongre’nin konusu Yunan tragedyasýydý. Bu kongreye sunduðum uzun bildiride2 Taziye ile Yunan tragedyasýný gerek kökenleri ve oluþumu, gerekse dramatik yapýsý ve tekniði açýsýndan ayrýntýlý karþýlaþtýrmýþtým. Bu bildiri henüz yayýmlanmadý ancak Yunanca’ya çevrilip resimli olarak Theatro dergisinde yayýmlandý. Çok ayrýntýlý ve uzun bu karþýlaþtýrmaya burada yeniden dönecek deðilim, ancak iki dram arasýndaki bir iki önemli noktaya kýsaca deðinmek isterim. En önemlisi trajik tersinleme (tragic irony) bakýmýndandýr. Her iki dramýn seyircisi olaylar dizisini, öyküyü çok iyi bilirler. Ancak Yunan tragedya kahramanýnýn yazgýsýný bilmemesine karþýn, Taziye kahramanýnýn alýn yazýsýnýn, sonunun üzerine ön bilgisi vardýr. Baþta eksen kiþi Hazret-i Hüseyin olmak üzere tüm kahramanlar ne zaman, nasýl öleceklerini ya da sonlarýnýn ne olacaðýný bilirler. Her iki dramda da insan yazgýsý önemlidir. Gerçi çektikleri onlarý yüceltirse de Yunan tragedya kahramanýnda insan, ne denli soylu, yüceltilmiþ olursa olsun, Tanrýlarýn istemine karþý eylemleri için cezalanacaklardýr. Oysa Taziye’de Hazret-i Hüseyin, Tanrýnýn istemine karþý çýkmaz, öyle ki Tanrýnýn isteðini yerine getirmek uðruna, utkuya sýrtýný çevirir. Hazret-i Hüseyin ve yandaþlarý Tanrýnýn deðil insanoðlunun istemine baþkaldýrýr. Yunan tragedyasýnda kahramanýn eylemi Tanrýnýn istemine karþýysa kusurlarýnýn deðçesini ödemelidir. Taziye’de ise, kiþi ne denli haklý ve kusursuz olursa olsun gene de acý çekmeli ve yok olmalýdýr. Yunan tragedyasýnda kahraman, yýkýntýya götürmesine karþýn, gerçeði bulmak, ona eriþmek ister. Oysa Taziye’de gerçek, kahraman için bellidir, Yunan tragedyasýnýn tersine gerçeði baþkalarýnýn da öðrenmesini ister. Yunan tragedyasýnda kahramanýn karþýtý yazgýsý, dolaylý olarak Tanrýlardýr. Taziye’de Tanrý, Hüseyin’in yol göstericisi, koruyucusudur, karþýtý ise insan oðludur. Yunan tragedyasýnýn Tanrýlarý acýmasýzdýr, hoþgörüleri yoktur, öç alýcýdýrlar. Bunun gibi Taziye’de Suriye ordusu, onun komutanlarý Ýbn Saad ve Þimr, sanki Yunan tragedyasýndaki Tanrýlar gibidir. Bu ordu ve komutanlarý Taziye’de en önemli dramatik karþý güçtür. Yunan tragedyasýnda trajik kahramanýn Tanrýlara baþ kaldýrmasý, bunun sonunda yok olarak yücelmesi, ululanmasý gösterilir. Taziye kahramaný, kendi eliyle deðil fakat öteki insanlarýn eliyle yok olur. Yunan tragedyasý dine, Tanrýya saygýlý ile günahlý ayrýmýný yapmaz. Seyirci bakýmýndan kimin cennete kimin cehenneme gideceði üzerinde durulmaz. Taziye ise seyirciye, kiþiler üzerine deðer yargýlarýyla sunulur. Yukarýda da belirttiðim gibi, bu benzeþmezliklerin yaný sýra Yunan tragedyasýyla Taziye arasýnda çok yakýn ve benzeþen ortak noktalar bulunmaktadýr, ancak burada konumuz bu deðil. Ayrýca buraya dek söylenenler aþaðýda özetle verilecek Taziye örneklerinden de çýkarýlabilir. Þimdi buradan tragedya ya da söylence kahramanýnýn nitelikleri bakýmýndan Taziye’yi incelemeye geçelim. Taziye’nin eksen kiþisi Hazret-i Hüseyin’dir. Ancak binleri bulan Taziye metinlerinde baþka eksen kiþiler de yer alýr; Adem, Musa, Yusuf, Ýbrahim, Ýsa, Nuh, Mansur’ilHallaç, Timurlenk ve baþkalarý. Kimi Taziye’de Hazret-i Hüseyin hiç gözükmez, ancak tüm Taziyeler dolaylý da olsa gene Hazret-i Hüseyin’in ekseninde geliþir, yan olay ve yan kahramanlar hep onun kiþiliðine yöneliktir, anýþtýrmalar, anýmsatmalar, çaðrýþýmlar, vurgulamalar, karþýlaþtýrmalarla hep onun kiþiliði vurgulanýr. Ridgeway’in kahraman konusunda Osiris ile Hazret-i Hüseyin arasýndaki ortak noktalarý belirleyiþini bir yazýmda özetlemiþtim.3 burada Lord Raglan’ýn4 söylence kahramanýnda bulunduðu yirmi iki nitelik bakýmýndan Hazret-i Hüseyin’i inceleye-
26
ceðiz. Bu yirmi iki nitelik ya da olguyu Raglan üç ana kümeye ayýrýyor; Kahramanýn doðumuyla ilintili olanlar, kahramanýn hükümdarlýðý ele geçiriþi ya da tahta geçiþiyle ilgili olanlar ve bir de ölümüyle ilgili olanlar.5 Bunlar insanoðlunun doðum, eriþtirme ve ölüm gibi geçiþ törenleri (rites de passage) olarak da görülebilir. Raglan bu yirmi iki niteliðin tümünü kiþiliðinde gösteren hiçbir kahraman bulamamýþtýr. En yüksek sayýya Kral Oedipus yirmi bir ile ulaþmakta, onu yirmiyle Theseus izlemektedir. Raglan, Yunan ve Roma, Tevrat, Cava, Kuzey Avrupa ve Kelt, Mýsýr ve Ýngiliz söylence kahramanlarýyla bu nitelikleri örneklemiþ olmakla birlikte Hazret-i Hüseyin’i ele almamýþtýr. Ýþte bu yazýda Raglan’ýn yirmi iki niteliðini Hazret-i Hüseyin’e uygulayacaðýz. Sonucu hemen belirtelim; Sözlü geleneklerin yardýmýyla Hazret-i Hüseyin de yüksek bir sayýya ulaþmakta, yirmi iki üzerinden on sekiz niteliði kiþiliðinde toplamaktadýr. Lord Raglan’ýn bu yirmi iki niteliði þunlardýr:6 1. Kahramanýn annesi hükümdarlýk ailesinden bir bakiredir; 2. Babasý bir kral, bir hükümdardýr; 3. Babasýyla annesi arasýnda yakýn hýsýmlýk baðý vardýr; 4. Kahramanýn ana rahmine düþüþü olaðandýþý koþullardadýr; 5. Tanrýnýn oðlu olarak ün yapmýþtýr; 6. Doðumunda genellikle annesinin en yakýnlarýndan biri (annesinin babasý) onu öldürmeye kalkýþýr; 7. Ama gizlice kaçýrýlýr, saklanýr, götürülür; 8. Uzak bir ülkede üvey ana babalarca büyütülür; 9. Çocukluðu üzerine bilgimiz yoktur; 10. Yetiþkin olduktan sonra hükümdar olacaðý ülkeye döner ya da gider; 11. Bir kral, bir dev, bir ejderha ya da vahþi bir hayvaný yener, utkuya eriþir; 12. Bu utkudan sonra bir hükümdar ailesinden bir kýzla, genellikle yerini alacaðý önemli kiþinin kýzýyla evlenir; 13. Hükümdar olur; 14. Bir süre olaysýz hüküm sürer; 15. Yasalar getirir, kor; 16. Daha sonra ya tanrýlarýn ya da halkýnýn gözünden düþer; 17. Tahtýndan indirilir ve kentten sürülür; 18. Yazgýsýndaki ölümle karþýlaþýr; 19. Ölümü genellikle bir daðýn tepesinde olur; 20. Çocuklarý, varsa, onun yerini almazlar; 21. Cesedi gömülmez; 22. Ama onun için bir ya da daha çok kutsal gömüt, kabir, yatýr yapýlýr. Ýlerde Hazret-i Hüseyin’inkilerle karþýlaþtýrmak için Raglan’ýn verdiði örnekleri sayýsal olarak bu nitelikleri nasýl deðerlendirdiðini görelim. Yunan ve Roma kahramanlarý: Romulus 18. Herakles 17. Perseus 18. Jason 15. Belleophon 16. Pelops 13. Asklepios 12. Dionisos 19. Apollo 11. Zeus 15. Tevrat’tan Kahramanlar: Yusuf 12. Musa 20. Ýlyas (Eliya) 9. Cava Kahramanlarý: Watu Gunung 18. Kuzey Avrupa Kahramanlarý: Sigurd ya da Siegfried 11. Kelt Kahramanlarý: Llew Llawgffes 17. Mýsýr Kahramanlarý: Nyikang 14. Ýngiliz Kahramanlarý: Arthur 19. Robin Hood 13. Ayrýca Taziye Kahramanlarý da olduðu için bunlardan Yusuf ile Musa’yý, ve bir de Dionisos’u (bize göre Hazret-i Hüseyin de Adonis, Osiris, Dionisos gibi bitkisel Tanrý inancýnýn bir kalýntýsýdýr7, yanlarýnda Raglan’ýn sayýlarýyla gösterelim: Yusuf:8 Tevrat’ýn Tekvin bölümünde Kuran’ýn da Yusuf Suresi’inde yer alan Yusuf’un annesi Rahel (Kuran Yusuf’un annesini anmaz) bir din önderinin kýzý 1; babasý Yakup da bir din önderidir 2; annesiyle babasý kardeþ çocuklarýdýr 3. Annesinin ana rahmine düþmesi Rahel’in adamotu yemesiyle olmuþtur 4. Çocukluðunda kardeþleri onu öldürmeye yeltenmiþler 6; fakat o bir dolantýyla kurtulmuþtur 7; ve Mýsýr’da büyütülmüþtür 8. Erginliðine eriþince bir düþ yorumu yarýþmasýnda ve hava durumunu oranlamasýyla üstün gelmiþtir 11; ve soylu bir kadýnla evlenmiþtir 12; ve Mýsýr’da egemen yönetici olmuþtur 13; ve baþarýyla hüküm sürmüþtür 14. Ve yasalar yapmýþtýr 15. Daha sonraki yýllar üzerine bilgimiz yok ama bir sözlü geleneðe göre sonra gözden düþmüþtür. Böylece Yusuf yirmi iki üzerinden on iki niteliðe sahiptir. Musa:9 Ana ve babasý Levi boyunun ileri gelenlerindendir (1-2), ve yakýn akrabadýrlar 3; annesi Firavun’un kýzý olarak bilinir 5; Firavun onu doðumunda öldürmek ister 6; fakat dalgalarla sürüklenir 7; ve gizlice büyütülür 8; Çocukluðu üzerine bilgimiz yoktur 9; fakat yetiþkinliðinde bir Mýsýrlýyý öldürür 11; ve Medyan’a gider, orada hükümdarlarýn kýzýyla evlenir (Tsippora) 12. Mýsýr’a döner 10; Firavun üzeride büyüsel utkular kazanýr 11; ve hükümdar olur 13. Hükümdarlýðý uzun sürer ve yasalar koyar 15; ama daha sonra Yahova’nýn gözünden düþer 16; önderliðini yitirir 17; esrarengiz bir biçimde bir daðýn tepesinde yok olur (18-19).
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 27
¸ E SERÇESM
Çocuklarý onun yerine geçmezler 20. Cesedi gömülmez 21; fakat kutsal gömütü Kudüs yakýnýndadýr 22. Görülüyor Musa 22 nitelikten yirmisini kiþiliðinde topluyor, hem de kiminde ikiþer kez olarak. Dionisos:10 Annesi Semele hükümdar ailesinden bir bakire 1. Babasý Tanrý Zeus’dur 5. Zeus Semele’nin dayýsýdýr 3; ve Zeus ona bir kasýrga ile gelmiþtir 4. Hera onu doðumunda öldürmeyi dener 6; fakat o bundan olaðanüstü bir biçimde kurtulur 7; ve gizli bir yerde büyütülür 8. Çocukluðu üzerine bilgimiz yoktur 9; fakat yetiþkinliðinde Asya’ya yolculuk yapar 10; çeþitli utkulara eriþir 11; ve hükümdar olur 13. Bir süre baþarýyla yönetir 14; ve tarým ve baþkaca konularda yasalar kor 15; ama daha sonra sürgüne gönderilir 17. Ölür 18; fakat sonra Olympus’a yükselir 19. Çocuklarý yoktur 20. Gömüldüðü yer bilinmez 21; ama onun için çeþitli yatýrlar ve tapýnaklar yapýlmýþtýr 22. Böylece Dionisos on dokuz niteliðe sahiptir. Þimdi Hazret-i Hüseyin’e gelelim. Lord Raglan’ýn yirmi iki niteliðini Hüseyin’e uygularken, kesin belgesel olgularýn yanýsýra Þii’lerde oluþturulan hadislerden, sözlü geleneklerden yararlanýlmýþ olmasý doðaldýr, çünkü bu nitelikler zaten bir söylence kahramaný içindir. 1. Hazret-i Hüseyin’in annesi Fatma, Peygamber’in kýzýdýr. Bekarete gelince, özellikle Nur öðretilerine göre Fatma olaðan bir anne olmayýp, Hazret-i Hüseyin’in doðumu için Tanrýsal bir aracýdýr. Nur, Allah’ýn niteliklerindendir ve onun yazgýsý baþtan bellidir ve bitimsiz, sonsuz ýþýktan doðmuþtur. Salman Farsi’nin bir hadisinde Peygamber’in Hüseyin için onun da kendisi gibi Allah’ýn Nuru’ndan yaratýldýðýný söylemiþtir. Hazret-i Hasan da Ali ve Fatma’dan ayný ýþýktan doðmuþlardýr. 2. Hüseyin’in babasý yalnýz hükümdar deðil, ayný zamanda Halife ve ilk imam’dýr, bu bakýmdan kraldan daha önemlidir. 3. Ali, Peygamber’in amca çocuðudur, bu bakýmdan Fatma ile Ali arasýnda yakýn akrabalýk bulunmaktadýr. 4. Hüseyin’in doðumu altý ayda olmuþtur. Yalnýz o ve Ýsa kýsa sürede doðmuþlardýr. Doðumu sezen Hurilerden biri Fatma’ya gelmiþ ve Hüseyin’e dadýlýk etmiþ, göbeðini kesmiþ ve þehit olacaðýný simgeleyen Cennetin bezlerinden birine sarmýþtýr. Bu konuda daha pek çok çeþitlemeli ve ayrýntýlý sözlü gelenek bulunmaktadýr. Ýslamda Betül niteliði yalnýzca Fatma ve Meryem için kullanýlýr. 5. Ýslam açýsýndan Hüseyin’in Allah’ýn oðlu olduðunu, ileri sürmek hele anasý ve babasý belliyken, olanaksýzdýr. Ama gene sözlü geleneklere göre Hüseyin Allah’ýn ýþýðýný taþýmakta ve onun gücünü Tanrýsal ýþýk olarak paylaþmaktadýr. (6), (7) ve (8) Yani doðumunda babasý ya da annesinin babasýnca öldürülmeye yeltenilecek ve bundan kurtulup yok olacak ve uzak bir yerde üvey baba analarca yetiþtirilecektir. Her üç nitelik de Hazret-i Hüseyin’e uymamaktadýr, ayrýca bu Hazret-i Ali ve Peygamber bakýmýndan da kabul edilemez. 9. Hüseyin’in çocukluðu üzerine bilgimiz yoktur. 10. Hüseyin, babasý Ali öldürüldüðünde otuz yedi yaþýndaydý, aðabeyi Hasan ikinci imam oldu. Hüseyin tüm direnmesine karþýn Hasan Halifelikten çekildi. Hasan’ýn ölümünden sonra üçüncü Ýmam olmakla birlikte eðer Medine’de kalmýþ olsaydý öldürülmeyecekti, çünkü ailesinden çok kiþi olduðundan Yezid öldürmeyi göze alamazdý. Onun hükümdarlýðý aslýnda sonsuza dek Kerbela’da baþlar, adalet yerini buluncaya dek sürecektir. 11. Hüseyin’in durumunda eðer bir karþý gücü yenip ölürse, tragedyadaki etki azalacaktý. Sözlü geleneklere göre Hüseyin’in düþmaný yenecek üstün gücü vardý, ama istememiþtir. Taziye metinlerinde de birçok olaðanüstü güç ona yardým önermiþtir. Bunlar arasýnda Cinler ordusu da vardýr. Bundan örnekler aþaðýdaki Taziye özetlerinde bulunmaktadýr. Bunlar sayýca pek çoktur ancak Hüseyin hepsini geri çevirmiþtir. Kýsaca isteseydi bu dünyada utkuya eriþebilirdi, ama o Tanrýnýn istediðini yerine getirerek öteki dünyada utkuya eriþmiþtir. 12. Hüseyin son Ýran kralý Yezdegird’in kýzý Þehribanü ile evlenmiþtir. Ýranlýlar baðýmsýzlýklarýný yitirdiklerinde hükümdarlýk için en uygun aday olarak Hüseyin’i görmüþlerdi. Hem son kralýn kýzý ile evlenmiþ olmasý, hem de Ýran’ý elinde tutan Araplara baþkaldýrmasý bakýmýndan en uygun adaydý. Nitekim Þahrbanu’dan oðlu Zeynelabidin’in en uygun Ýmam adayý olarak görülmesi de gene bu nedenledir. 13. Þiiler için, özellikle Ýranlýlar için Hüseyin gerçek kral, þahtýr. Belki bu geçici bir krallýk deðil, sonsuza dek ölümsüz þahlýktýr. 14. Hasan Hicri yýl 50’de öldükten sonra Hüseyin üçüncü imam olarak on bir yýl Þiileri yönetmiþ, ama bu yýllar üzerinde bilgi yoktur. Yalnýz ölümünden on gün öncesi çok iyi bilinmektedir. 15. Gerçi sözlü geleneklere göre onun Ýmamlýðý (hükümdarlýðý) üzerine çok bilgi yok, ama ölümüne yakýn son günlerde bir çok yasalar ve uygulamalar getirmiþtir. 16 Kufe’den Hüseyin’e onu baþlarýnda görmek için yüzlerce mektupla çaðrý gelmiþ, ama Kufe yakýnlarýna gelince Hüseyin’i istemediklerini belirtmiþlerdir. Ve onu ölüme býrakmýþlardýr. Bu da Raglan’ýn halkýn gözünden düþmesi koþuluna uygundur.
Kasým 2005
17. Hüseyin Medine’den sürülmemiþ kendi isteðiyle ayrýlmýþtýr, amacý Kufe’de hüküm sürmek böylece Yezid’e baþarýyla karþý koyabilmekti. Bu bakýmýndan onun kenti Medine deðil istenmediði, girmesine izin verilmediði Kufe’ydi. 18. Hüseyin’in ölümü esrarengizden de öteye þehitlikti. Ölümü üzerine pek çok sözlü gelenek vardýr, hemen tümü olaðanüstü ölümlerdir. Bunlardan biri aþaðýdaki Taziye’de örneklenmiþtir. Söz gelimi Hüseyin’in aldýðý yaralarýn sayýsý 33 ile 1900 arasýnda deðiþmektedir. Gene bu geleneklere göre Hüseyin tek baþýna 22 bin düþman askeri öldürmüþtür. 19. Gerçi Kerbela çölünde tepe, dað yoktur, ama bir sözlü geleneðe göre Allah Hüseyin’e artýk düþman öldürmekten vazgeçmesini, þehitliðe hazýr olmasýný, “savaþmayý býrak, yüksek bir yere çýk, alýn yazýný kabul et” demiþtir. Gene bir geleneðe göre attan düþünce yere eðilip kumdan bir tepe yapmýþ, baþýný üstüne koymuþtur. 20. ve 22. Raglan’ýn söylence kahramanlarýnýn çocuklarýný yerini alamayacaðý niteliði Hazret-i Hüseyin’e uygulanamaz, çünkü oðlu Zeynelabidin dördüncü imam olarak onun yerini almýþtýr. Bu Þiiler ve Nur öðretisi bakýmýndan çok önemlidir. 21. Hüseyin öldürüldükten sonra baþý kesilip Yezid’e götürülmüþ, bedenini de atlar çiðnemiþtir. Bir kaynaða göre hemen gömülmüþtür. Ancak baþý konusunda deðiþik söylenceler vardýr. Kimine göre baþý ile gövdesi daha sonra Kerbela’da kimine göre Halep’te gömülmüþtür. Ýslam’a göre baþýn da birlikte gömülmesi gerekir, eðer baþ Kerbela’ya getirilmemiþse bu gömülme tam sayýlmayacaktýr. Böylece Hazret-i Hüseyin söylence kiþisi ve tragedya kahramaný olarak Raglan’ýn yirmi iki niteliðinden en az on sekizini karþýlamaktadýr, ayrýca Hazret-i Hüseyin’in gerçek bir tarih kiþisi olmasý da bu sayýnýn daha yükselmesini kýsýtlamaktadýr. Ancak söylenceler, þair ve yazarlarýn yapýtlarý ve çeþitli sözlü geleneklerin tümü ele alýnýrsa bu sayý daha da yükselebilir. Hazret-i Hüseyin’in ölümü üzerine yapýlan anma, acý çekme törenlerinin gerçekte Ýslam öncesi kahramanlara yapýlan törenlerin bir sürüncemesi olduðunu Adonis, Osiris gibi kahramanlarla, Tanrýlarla iliþkisini daha önceki yazýlarýmda incelediðimden burada bu konuya kýsaca deðinmekle yetineceðim. Bunlarýn özellikle Ýslam öncesi Ýran’daki söylence ve ritüellerle iliþkisi vardýr. Sözgelimi Cemþid’i ucu iðneli bir sopa ile öldüren þeytan dev söylencesi, ya da Siyavuþ’un Efrasiyab eliyle öldürülmesi gibidir. Efrasiyab bir bakýma Yezid’in karþýlýðýdýr. Buhara halký Siyavuþ’un ölümünü aðýtlarla kutlarlar ve bu törene “Siyavuþ’un öcünün alýnmasý” denilir. Buhara ‘da gömülü olan Siyavuþ’a Buharalý büyücü rahip mazdekler burayý kutsal sayarlar ve Nevruz’un birinci günü güneþ doðmadan ona bir horoz kurban ederler, Buharalý halk bu törende çok acý çeker. Olaydan üç bin yýl geçmesine karþýn gene de kutlanmaktadýr. Bu haksýz dökülmüþ kanýn bir simgesidir. Kimine göre Siyavuþ Orta Asya tarým türünün eski kutsal bir görüntüsüdür. Ayrýca Attis, Adonis ve Dionisos’un karþýlýðýdýr. Çinli gezgin Wei Tsu VII. Yüzyýlda Ýran Orta Asyasý’nda bir Tanrý’nýn ölümünün anýldýðýný bildirir. Kerbela olaylarýnýn da ayný yüzyýla rastlamasý da ayrýca ilginçtir. Semerkandlýlara göre de Kutsal Oðul yedinci ayda (bu Eylül’e rastlar) ölmüþ ve kemikleri yitirilmiþtir. Bu ayýn baþýnda halk, siyah giysilerle dövünüp aðlarlar, Yitik cesedi aramaya koyulurlar. Tören yedinci gün sona erer. Þehit kavramý, yeni bir yaþam sayýlan, ölüm ve kan ve bunun bir kurtarýcýlýk sayýlmasý, Mevlana Celalettin Rumi’ye göre kýrmýzýnýn renklerin en iyisi olduðunu söylemesi, ayrýca Mansur’il-Hallac’ýn Baðdat’ta þehit olmasý bir bakýma Ýsa’nýn simgelliðine bir koþutluk gösterir. Nitekim aþaðýda verilen, Taziye örneklerinden biri Mansur’il-Hallac, Mevlana Celaleddin Rumi ve Þems-i Tebrizi’i bir araya getirmektedir; özellikle bu Taziye’de kan simgesi yeni bir yaþamýn baþlangýcý, bir kurtuluþtur. Gezgin Adam Olearius, 1637 yýlýnda Erdebil’de bir Muharrem törenine tanýk olmuþtu.11 Bu törende Ali ve oðullarý Hasan ve Hüseyin’in tabutlarýnýn geçit alayýnda geçirildiðini anlatýlmýþtýr. Bu tabutlarla yapýlan geçit alayý Osiris ve Adonis için yapýlan törenleri çok andýrmaktadýr. Nitekim Arapça’da tabut sözcüðü eski Mýsýr dilinden gelmektedir.12 Burada sayýsý binleri bulan Taziye konularýndan örnekler vereceðim. Bunlar, Kerbela olaylarýný anlatanlar, Kerbela’dan önceki olaylar ve Kerbela’dan sonraki olaylar olmak üzere üç kesimde verilecektir. Daha önce bir yazýmda yüz kadar Taziye’yi kýsaca özetlemiþtim.13 Ýlk olarak Taziye kümelerinin en önemli konusu Hüseyin’in ölümü Taziyesini alalým. Aslýnda bu Taziye’nin pek çok metni elimizde bulunmakla birlikte Ýran’ýn Hur bölgesinden alýnma çeþitlemesini özetlemeyi uygun buldum.14 Söz konusu Taziye’yi ayrýca 1976 yýlýnýn Aðustos ayýnda Þiraz’da iki kez seyretme olanaðýný da bulmuþtum. Burada Hur bölgesinden derlenmiþ metni ele almamýn nedeni çok ayrýntýlý olduðu, içinde baþka Taziyelere konu olan ayrýntýlarý da içermesindendir. Sözgelimi Abis ile Þuzat, cinlerin önderi Zafer, Sultan Gays oluntularý ayrý birer Taziye konusu olmaktadýr. Bu Taziye her yýl Ýran’ýn Hur kentinde (Devamý 28. Sayfada)
27
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 28
(Baþtarafý 27. Sayfada)
Muharremin onuncu günü oynanýr, öðleden önce 11.30’da baþlayýp, öðleden sonra üç ve dörde kadar sürer. Kiþiler þöyledir: Ýmam Hüseyin, Zeynep (kýz kardeþi), Habib b. Müzahir (Hüseyin’in arkadaþý, Kerbela þehitlerinden), Abis (Hüseyin’in arkadaþý, Kerbela þehitlerinden), Þuzeb (Abis’in uþaðý), Ýmam Zeynelabidin, Sekine (Hüseyin’in kýzý), Fatma Sugra (Hüseyin’in kýzý), bir Arap, Zeyneb’in oðullarý, Rebab (Hüseyin’in karýsý), Ümmü Gülsüm (Hüseyin’in kýz kardeþi), Zafer (cin ordusunun baþý), Sultan Gays (Hint kralý), Veziri, bir derviþ, Ýbn Sa’ad ve Timr (Suriye ordusunun komutanlarý). Bu Taziye Medine’de baþlar, burada Fatma Sugra Kerbela’ya giden Ýmam Hüseyin ve ailesini merak ediyor, ve bir haberci ile mektup ve çiçek gönderiyor. Bunu izleyen sahneler Kerbela’ya geçer. Ýbn Sa’ad, Þimr’e Hüseyin’le savaþmasý için ona karþýlýðýnda Rey kentinin yönetimini verecektir. Þimr, Hüseyin’in yanýna giderek ailesini susuz býrakacaklarýný haber verir. Zeynep, Hüseyin’le söyletmesinde yalnýz kaldýklarýný, Þimr ve Ýbn Saad’ýn ordusu saldýrýya geçiyor. Þimr Zeyneb’ten Hüseyin’i uyandýrmasýný istiyor. Hüseyin düþünde atalarýný görmüþ ona ertesi gün öleceðini söylemiþler. Hüseyin, Ýbn Sa’ad’a Kufe’yi almak istemediðini, yollarýna gitmek istediklerini söylüyor, Sa’ad ise, biyat etmesini istiyor Yezid’e. Hüseyin’in isteði yalnýzca çocuklar için su verilmesidir. Hüseyin Zeynep’e üç vasiyetini söylüyor. Bunlar ölümünden sonra çadýrdan dýþarý çýkmamalarý; çocuklarýna bakmasý; ve çok üzülmeyip, üzüntüsünü düþmana belli etmemesidir. Zeynep ondan ölümünü bildirecek üç belirti ister. Bunlar atýndan düþünce yer kiþneyecek, güneþ gökte kanlý olacak, atýnýn yelesi kanlar içinde tek baþýna çadýrlara dönecektir. Hüseyin kefen giyinir (kefenin üzerine kýrmýzý boya sürülür), kýlýç kuþanýr, çizmeleri çeker. Herkes þehit olmuþ, yalnýz Hüseyin’in oðlu Zeynelabidin hasta olduðu için kalmýþtýr. Zeynelabidin hastalýk ateþi ile babasýný bile tanýmaz, Abbas’ýn, Ali Ekber’in, Kasým’ýn ölümlerini öðrenir. O da savaþa gitmek isterse de, Hüseyin ona kalmasýný, yerine imam olacaðýný söyler. Hüseyin yaþlý arkadaþý Habib b. Müzahir’le görüþür o da savaþa gitmek ister. Hüseyin önce karþý çýkar ama direnmesi üzerine izin verir; o da kefen giyinir, kýlýç kuþanýr. Düþmana meydan okuduktan sonra þehit olur. Hüseyin arkadaþý Abis ile Abis’in uþaðý Þuzeb de Hüseyin’den savaþa katýlmak için izin isterler. Onlar da þehit olur. Zeyneb’in iki çocuðu da þehit düþer. Bu sýrada Keþmir’den bir derviþ gelir, Ali’nin çocuklarýna su vermeye gelmiþtir. Hüseyin’i tanýmaz, Hüseyin artýk suya gereksinmeleri kalmadýðýný, Kevser suyu içeceklerini söyler. Hüseyin derviþin keþkülüne kum doldurur, kum altýna dönüþür. Derviþ onun Ali’nin oðlu Hüseyin olduðunu öðrenir. Derviþ düþmana gider, onlara yanlýþ iþ yaptýklarýný anlatýr, Hüseyin, kýzý Sekine ile uzun bir söyleþme yapar. Sekine çok susuzdur, su ister. Arap, Medine’den Hüseyin’e mektup getirir. Bu sýrada baþlarýnda Zafer olarak cin ordusu Hüseyin’e yardýma gelirler. Hüseyin onlarýn yardýmýný istemez. Hüseyin, Ýbn Sa’ad ile konuþur, yollarýndan alýkoymamalarýný, çocuklara su vermesini ister, düþmana kabul etmez. Hazret-i Hüseyin ailesiyle vedalaþýrken Hint Kralý Gays ve veziri gelir. Üzerlerine bir aslan saldýrýr, Hüseyin’den yardým isterler, Hüseyin kanlý kefeni içinde gelir, aslanla konuþur, Müslüman eti yemenin haram olduðunu söyler, aslan Hüseyin’in elini öper. Sultan Gays, Hüseyin’e savaþtan vazgeçmesini söyler, Hüseyin, Ali Ekber’in ölümünden sonra artýk gözünde bir þey olmadýðýný söyler. Sultan, veziri ve aslan çekilir. Savaþ baþlar, Hüseyin yalnýzdýr, Hüseyin þehit düþer. Bu arada Hasan’ýn oðlu Abdullah gelir, Hüseyin ölmek üzereyken Abdullah’ýn neden geldiðini sorar, Abdullah amcasýna þehitlere selam için gelmiþtir, Þimr onu da öldürecektir. Abdullah da susuzdur, Þimr Abdullah’ý da öldürür. Þimr, Hüseyin’e hançerini her vuruþunda onun ailesinden biri anýlýr. Þimr Hüseyin’in baþýný keser. Aðýtlar okunur, buna seyirciler de katýlýr. Kerbela olaylarýyla ilgili pek çok Taziye vardýr. En ünlüleri Kasým’ýn Düðünü, Abbas’ýn, Ali Ekber’in þehit olmalarýyla ilgilidir. Þimdi de Kerbela’dan önceki olaylarla ilgili örnekler görelim. Denebilir ki, Tevrat, Ýncil ve Kuran’da ortak konularda hemen her olay Taziye konusu olmuþtur. Bu küme Adem ile Havva ile baþlar. Burada kýsaca özetlenen Adem ü Havva çeþitli Adem ile Havva Taziyelerinden biridir.15 Taziye’de hemen eylem yok gibidir. Kiþiler Adem, Havva, Cebrail ve Þeytan’dýr. Bu baðýmsýz bir Taziye olmakla birlikte eylemsizliði bakýmýndan daha çok bir baþka Taziye için öndeyiþ yerine geçebilir. Taziye iki ana kesimden oluþur. Ýlk kesimde Adem, Havva, Cebrail ve þeytan her biri yaratýlýþ söylencesini anlatýrlar, ikinci kesimde ise, cennetin bahçelerinde dolaþan Adem ile Havva en deðerli taþlarla bezeli görkemli bir yapý görürler, burada ne olduðunu Cebrail’e sorarlar. Cebrail onlara gökte parlak bir yýldýz bulduðunu, bunun otuz bin yýlda bir kez görüldüðünü, kendi uzun ömründe bunu üç bin kez gördüðünü, bu gizi ancak Tanrýnýn açýklayabileceðini söyler. Sonra Tanrý’nýn izin verdiðini bildirir. Burada beþ ýþýk vardýr, bunlar Peygamber, Ali, Hasan, Hüseyin ve Fat-
28
ma’dýr. Burada doðum konusunda da Cebrail, “annesidir, ama doðurmamýþtýr, Tanrý’nýn isteðiyle, yardýmýyla doðum olmuþtur” der. Cebrail onlara tüm ayrýntýlarýyla Kerbela olaylarýný anlatýr, Þiiliði açýklar. Adem’de Þiiler için Tanrýya yakarýr. Þimdi de Hazret-i Ýbrahim’in oðlu Ýsmail’i kurban etmesi Taziyesini görelim. Bunun da çeþitli metinleri vardýr. Buraya alýnan metin Litten’in taþbaskýsýndandýr.16 Taziye, Ýbrahim’in Tanrý’ya yakarýþýyla baþlar. Cebrail Tanrý’dan ona bir ileti getirir. Ýletide oðlunu Kabe’de kurban etmesi istenmektedir. Ýbrahim Tanrý’nýn her buyruðuna boyun eðecektir ama nedenini sorar. Cebrail ona Yaradan’ý gerçekten seviyorsa, ona sevgisini baþka sevgilerle karýþtýrmamasýný söyler. Cebrail ona peygamberler içinden en çok kimi sevdiðini sorar, yanýt da Muhammed’dir. Cebrail de ona Kerbela olaylarýný, Muhammed’in çok sevdiði Hüseyin’in insanlarýn kurtulmasý için nasýl öldürüldüðünü anlatýr. Tanrý’nýn gözünde Hüseyin için aðlamak Ýsmail’in kurban edilmesine eþittir. Kerbela olaylarýný öðrendikten sonra deðil Ýbrahim yüz oðlu olsa hepsini seve seve kurban edeceðini söyler. Cebrail, Ýbrahim’i aðlarken býrakýr, Ýbrahim’in karýsý Hacer kocasýna üzüntüsünün nedenini sorar. Ýbrahim karýsýna açýklayamaz, yalnýz Ýsmail’i getirmesini, Tanrý’nýn çaðrýsýna gideceklerini söyler. Hacer, Ýsmail’i almak için ders gördüðü okula gider. Hacer oðluna Ýbrahim’in iletisini ulaþtýrýr. Eve dönerler, Ýsmail en iyi giysilerini giyer. Ýbrahim karýsýndan bir ip ve bir kýlýç ister. Hacer bunlarý istemesi üzerine kuþkulanýr. Ýbrahim onu avutur, bunun gizli olduðunu karýsýna söyler. Sonunda istemeyerek Tanrý’nýn Ýsmail’in kurban edilmesini istediðini söyler. Hacer annelik duygularýyla oðlunu kurtarmak ister. Ýbrahim ona bunun bir cezalandýrmak deðil tersine bir yüceltme olduðunu anlatýr. Ýbrahim’in istediði iple kýlýcý getirir. Ýsmail’de döner, o da kýlýçla ipi sorar. Ýsmail gerçeði babasýndan öðrenince Tanrýya yakarýr, mutluluðunu belirtir. Hacer de üzüntüsünü dile getirir, burada da Kerbela’nýn acý olaylarýna koþutluk vardýr. Ýsmail öðretmen ve arkadaþýyla vedalaþmak üzere okula gider. Onlar da ayrýlmaktan ötürü üzüntülerini belirtirler. Sonra Ýsmail annesine veda eder. Kabe’ye doðru yola çýkarlar. Ýsmail babasýna “gecikme iþte baþým” diyerek hazýr olduðunu belirtir. Ýbrahim dua eder. Ýsmail de karanlýktan korktuðunu, annesi ve okul arkadaþlarý mezarýna geldiklerinde mezarýnda yanan bir mum bulunmasýný ister. Babasýna da gözlerini baðlamasýný söyler. Bu arada Hacer gelir, bir deve ya da koyun bile kurban edilirken ona su verildiðini, oðlunun bir koyun ya da deve kadar deðerli olup olmadýðýný sorar. Burada Kerbela olaylarý, özellikle oradaki susuzluða anýþtýrma vardýr. Oyun burada sona ermektedir. Gökten bir koç inecek midir? Ya da oyunun bundan sonra Kerbela olaylarýyla ilgili bir ana taziyeye mi baðlanacaktýr, burasý bilinmemektedir.
NOTLAR
1. Bu konuda þu yazýlara bakýlmasý: Metin And, “Ýslam Folklorunda Muharrem ve Taziye”, Türkiye Folkloru Araþtýrmalarý Yýllýðý III, 1976, s. 1-38; “Dramatik Köylü Oyunlarý Açýsýndan Muharrem, Aþure ve Taziye”, Tiyatro Araþtýrmalarý Dergisi, VI, 1977, s. 49-83. Þiraz’da 1976 yýlýnda toplanan I. Uluslararasý Taziye Sempozyumuna sunduðum “The Muharrem Observances in Anatolian Turkey” (söz konusu bildirinin tam metnini New York Üniversitesi yayýna hazýrlamýþtýr); “Çaðcýl Tiyatro Açýsýndan Geleneksel Bir Kaynak”, Türk Tiyatrosu, Ekim-Aralýk 1976, Sayý 422, s. 55-60 2. 4-10 Temmuz 1977 tarihinde Atina’da toplanan Uluslararasý Tiyatro Eleþtirmenleri Birliði’nin (AICT) “Antik Dramýn Yaratýcý Biçimde Yeniden Canlandýrýlmasý” konusundaki V. Kongresine “Taziye: Tragedy in Islam. Its Conventional and Ritualistic Elements, Its Dramatic Values with reference to Greek Tragedy, and Its Significance for the Modern Theatre” baþlýklý uzun bildiri sundum. Söz konusu bildirinin Ýngilizcesi henüz yayýnlanmamakla birlikte, Atina’da yayýmlanan Theatro dergisi 59-60, 1977; sayýsýnda bildirinin tümünün Yunanca çevirisini resimlerle yayýnladý. 3. “Dramatik Köylü Oyunlarý...”, s. 59. 4. Fits Roy Richard Somerset Raglan, The Hero. A Study in Tradition, Myth, and Drama, Oxford University Pres, 1937. 5. Raglan, s. 186. 6. Raglan, s. 179-180. 7. Yukarýda verilen yazýlarýma bakýlmasý. 8. Raglan s. 180. 9. Raglan, s. 180-181. 10. Raglan s. 179. 11. Adam Olearius, The Voyages and Travels.....(çeviri John Davies), London 1662, s. 217. 12. Karl Lokotach, Etymologisches Wörterbuch Der Europaischen, Heidelberg 1927, s. 156. 13. 99 taziye özeti bkz. “Ýslam Folklorunda....”, s. 31-34. 14. Honari, Taziye der Hur, Tahran 1354, s. 163-230. 15. Yazma metni Vatikan kitaplýðýnda 74. no’dadýr. Ýtalyanca çevirisi için bkz. A. Bausani, Persia Religiosa, Milano 1959, ss. 438-453. 16. Wilhelm Litten, Das Drama in Persien, Leipzig 1929, no. I.
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 29
¸ E SERÇESM
TRAKYA YÖRESÝNÝN ÝNANÇLARI ÜZERÝNE ÇALIÞAN ARAÞTIRMACI
Refik Engin ile Söyleþtik Bölüm - I Ayhan Aydýn Uzun yýllardan beri Trakya’da, bu yörenin inançlarý ile ilgili araþtýrmalar yapan bazý çalýþmalarý yayýmlansa da, yayýmlanmayanlarý yayýmlananlardan daha fazla olan, deðerli araþtýrmacý Refik Engin’le söyleþimde Trakya’daki Alevi/Bektaþi inanç ve kültürdünyasýnýn boyutlarýný ortaya koymaya çalýþtýk. Refik Engin kendini bize tanýtýr mýsýnýz? 7 Eylül 1956 tarihinde Tekirdað’ýn Kýlavuzlu köyünde doðmuþum. Ýlkokulu Kýlavuzlu köyünde, orta okulu Namýk Kemal Lisesi’nde, lise öðretimini Tekirdað Endüstri Meslek Lisesi’nde bitirdim. Çiftçilik ve hayvancýlýk ile geçimimi saðlamaktayým. Amatör olarak araþtýrmalarýma devam etmekteyim. Askerlik sonrasý kýsa bir süre mobilya imalatý yaptým. 1980 sonrasý köye gelince kendimi boþlukta hissettim. 1987 yýlýnda Bektaþiliðe intisap edince topladýðým bilgileri paylaþmak istedim. Trakya Bektaþiliðini tanýtan ilk yazým 1994 Nisan ayýnda Cem dergisinde yayýmnladý. Daha sonra Nefes, Karaca Ahmet, Yol, Hacý Bektaþi Veli Araþtýrma Dergisi, Folklor/Edebiyat ve Almanya’da Dr. Ýsmail Engin’in editörlüðünde yayýmlanan Aleviler/Alewiten kitabýnýn 1. cildinde yazýlarým yayýmlandý. Uluslararasý Anadolu Ýnançlarý Kongresi (2000), Ürgüp/Göreme, Uluslararasý Türk Dünyasý Ýnanç Önderleri Kongresi, (2001 Ankara) ve Edirne/Keþan’da yapýlan Keþan Sempozyumu’nda (2004) Trakya ve Balkanlar’daki Bektaþiler üzerine bildiriler sundum. Þu an Trakya ve Balkanlar Bektaþiliði ve Trakya ve Balkanlar’da yatýr, tekke, zaviye türbeler hakkýnda kendi çabamla çalýþmalarýma devam ediyorum. Kültür Bakanlýðý’na, “Amuca Kabilesi’nde ve Trakya’da Kurban Geleneklerimiz” isimli eserimi sunacaðým. “Trakya, Anadolu ve Balkanlar’da Amucalar” çalýþmalarýmý Ankara Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacý Bektaþi Veli Araþtýrma Merkezi’ne verdim. Halen bitmiþ durumdaki “Yaþayan Þeyh Bedreddin Tarikatý, Ayin, Adap ve Erkân” çalýþmam da vardýr. Trakya’da amatör olarak baþladýðým ve hâlâ devam ettiðim araþtýrmalarým sýrasýnda insanlarýn bildiðini, güvendiði kiþilere vermek istediðini gördüm. Yalnýz bu araþtýrma iþinde günü birlik deðil defalarca ayný yerde hatta yýllarca güven saðlayýp çalýþmak gerekmektedir. Kabilede kim sorulursa sorulsun siz kimin soyundansýnýz denildiðinde “Biz Amuca Kabilesi’nden Ertuðrul Gazi soyundanýz” derler. Net bir cevap almak için “Osman Gazi Babasý soyundan mý?” diye sorduðumuzda, “evet” denilmektedir. Ben Amucalarýn kökenini araþtýrýrken bir olaya tanýk oldum. Amucalarýn Kayý Boyu’ndan Ertuðrul Gazi ile ayný toplumdan (halk hitabý ile ayný kabileden) olduðumuzu söylediðimde, Osman Gazi’ye karþý bir so-
ðukluk hissettim. Halk Osman Gazi’yi bir türlü kabul etmek istememektedir. Herhalde dedim adýndan dolayýdýr. Kýrklareli’nin Deveçataðý köyünde bir yaþlýmýz bana: “Evlat biz onu adýndan dolayý deðil töreyi bozduðundan dolayý kabul etmiyoruz” demiþti. Türkmen töresinde ikinci bir eþ almak, hele yabancý ile evlenmek, hele bir Rum kýzýyla evlenmek törelere aykýrý diyorlar.1 Amucalarýn hâlâ 1500 yýllýk tarihi biliniyorsa tespit ettiðim ikinci evlilik sadece üç tanedir. Ýkinci evliliði kabul etmiyorlar. Hele yabancý almak yasak. Rahmetli babam Ýrfan Engin’in söylediði bir söz vardý: “Tarikat mensuplarý kendi aralarýnda yedi nesil saymak þartý ile ve komþu almamak þartý ile biliniyor” demiþti. Bizim, Anadolu Aleviliði ile en çok ters düþen tarafýmýz, biz de akraba evliliði yedi nesil saymak þartý ile olabilir. Bir de komþu olabilir ama o da çok nadirdir. Bunlar Trakya’nýn en büyük özelliðidir. Hatta “yedi soy ve yedi kapý öteden” sözü atasözü gibi bilinmektedir Alevilik kavramýnýn tüm topluluklarý kapsar þekilde kullanýlmasýna karþýsýnýz. Yaþanan bir Bektaþilikten bahsettiniz. Ortak kültürel yapý ya da kültürel yapýda ortak yönler olsa bile Bektaþilik ayrý bir inanç sistemidir diye mi düþünüyorsunuz? Trakya’nýn özelliði erkânlarýndan ziyade kültürleri, Türkçe çok önemli. Bizde en azýndan Þamanist öðeler çok fazla. Amucalar’ý incelerken bütün törelerin gelenekleri Þamanizm’e oturduðunu gördüm. Ýkincisi; burada Arabi geleneklerinin olmayýþý. Trakya’da Arapça etkisi yoktur. Anadolu’daki geleneklerin çoðu Arapça ve erkânlarýn çoðu bunun etkisinde. Hatta Balým Sultan Erkâný’nda Arapça fazla olmamak kaydý ile yine de var. Bizde erkânlarýn Türkçe oluþu dikkat çeker. Balým Sultan Erkâný’nda çok Türkçe var. Kýzýldeli Sultan’da var. Bedreddiniler diyor ki, babadan oðulla geçiyor, ama büyük oðlanda bir þey yok. Halka, “biz seyit deðiliz, biz seyitlerden el alan soyuz” diyorlar. Bugün biz istediðimiz ehil bir kiþiye babalýk veririz. Dýþarýdan gelse bile nasip alsýn, bu yola hizmet etsin, biz ona dedelik veya babalýk verebiliriz. Merhum Kýsmet Baba, günümüzdeki geliþmelerden dolayý yolun yürümesi için “Kuran’da bile zamana göre yorum yapýlýyorken bizim artýk ehline geçirmemizde sakýnca olmamalý” demiþti. Ali Koç Babalýlara baktýðýmýz zaman, Trakya’da hâlâ soy gütmekle beraber, halkýn büyük çoðunluðu artýk ehline geçmesini istiyor. Ama bunun için bazý þartlarýn oluþmasý da gerekmektedir. Seyit Ali Sultan/Kýzýldeli’den daha geriye giderek bir araþtýrmayý Müslüm Ulusoy yapmýþtýr. Ali Koç ve Kýzýldeli’nin esas baðlý olduðu (Devamý 30. Sayfada)
Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkýyor ve Daðýtýlýyor Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.
Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar ile nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz. Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone olmaya, abone yapmaya, temsilcilik görevini üstlenmeye, bulunduklarý yöreye derginin toplu getirtilmesini, elden daðýtýlmasýna el vermeye çaðýrýyoruz.
BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR: Yurtdýþý - Almanya: Berlin Zeki Konuk +49.172.305 92 29; Darmstad Hüseyin Akýn +49.179 107 88 56; Frankfurt Sedat Bican +49.170.751 25 35; Gladbach Behçet Soðuksu +49.173.510 03 54; Hamburg A. Varol +49.172.453 14 62; Hanau Kemal Nayman +49.173.667 72 91; Kassel Hüseyin Öztürk +49.162 153 33 20; Kiel Erdoðan Aslan +49 174 484 18 34; Oberhausen Mehmet Kaz +49.173 612 01 95; Stuttgart Kýlavuz Bakýr +49.162 909 70 70; Avusturya: Tirol Hüseyin Polat +43.650 841 55 99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32.473 49 37 12; Kanada: Toronto Ahmet Akkuþ +1.416.652 98 54; Fransa: Paris Ahmet Kesik +33.672 96 33 44; Hollanda: Schieadam Halil Cimtay +31 619 92 22 84; Gelderland Ali Rýza Aðören; +31.651 25 63 19; Ýsviçre: Basel Ýbrahim Bakýr +41.78 808 40 07.
Yurtiçi - Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532.791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi 0535.949 43 13; Amasya: Merzifon Ali Kiziroðlu 0535.644 27 25; Ankara: Sýhhiye Av. Timurtaþ Özmen 0312.231 24 08; Merkez Ýsmail Metin 0532.644 95 37; Antalya: Merkez Gülçin Akça 0532.282 72 80; Burdur: Merkez Mehmet Turan
Kasým 2005
0248.234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil 0546.237 32 96; Diyarbakýr: Merkez Mehtap Ürer 0535.872 63 03; Eskiþehir: Merkez Þenol Gündoðdu 0532.254 26 06; Gaziantep: Merkez Hüseyin Keskin 0537 242 38 42; Hatay Ýskenderun Haydar Kalkan 0326-614 26 50; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin Düzenli 0555.204 73 79; Alibeyköy Veysel Köse 0544.305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536.552 68 75; Beyazýt Bekir Delibaþ 0212.516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk 0212.224 22 42; Fatih Rukiye Delibaþ 0536.396 83 56; Ýçerenköy Yýlmaz Gürbüz 0535.524 49 12; Kadýköy Kazým Erol 0533 556 33 86; Kayýþdað Veli Göynüsü 0532.687 31 09; Sarýgazi-Taþdelen Ergül Þanlý 0532.410 51 79; Soðanlýk Hasan Harabati 0532.787 70 98; Sultanbeyli Sadegül Çavuþ 0535.491 07 58; Yenidoðan Salih Arslan 0535.941 15 09; Ýzmir: Merkez, Hüsniye Çýnar 0532.512 59 62; Konya: Beyþehir Salman Zebil 0542.431 56 91; Maraþ: Elbistan Derviþ Þahin 0544.217 98 05; Nurhak Hasan Çadýr 0535.511 12 99; Samsun: Terme Emrah Çolak 0542.341 33 03; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282.263 05 79; Urfa: Kýsas Ahmet Aykut 0536.777 63 47; Sýrrýn Sadýk Besuf 0537.392 63 75; Zonguldak Karadeniz-Ereðli Cemal Kenanoðlu 0532 740 42 50.
29
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 30
¸ E SERÇESM
(Baþtarafý 29. Sayfada)
Koçlu Baba’dan el alýp gitmeleri, Kýzýldeli’nin babasýnýn babasý Koçlu Baba’ya dayandýðýný, el alýp buraya geldiklerini söylüyor. Müslüm Ulusoy’un çalýþmasý 2002 yýlýnda Koçu Baba: Anadolu’da ve Avrupa’da Türk Damgasý-I adýyla yayýmlandý. Trakya oluþumlarýnda özellik aile baðýndan çok kabile baðý var, toplum baðý var. Tekirdað’ýn Kayý köyü eski Bektaþi kökenli bir köyümüzdür. Þu an Sünnileþmiþtir. Hatta bizim Kýlavuzlu köyünün bugünkü yerine yerleþmesine yardým etmiþler. Köyün bugünkü yerini, Kayý köyünde Ali Rýza oðlu Senayi Bey baðýþlamýþ. Kayý köyünde 1877 yýlýndan 2004 yýlýna kadar Kýlavuzlu’ya bir tek kýz alýp verilmemiþtir. Kayý köyünde Kýlavuzlu kökenlilerden (1887-1892) beþ sene kalýp çalýþanlarýmýz olduðu halde, Kayý köyü buraya baðýþ yaptýðý halde, bir zamanlar Kayý köyünde Bektaþi babasý olduðu halde, Kayý köyüne Kýlavuzlu köyünden ne nasip verilmiþtir, ne de kýz alýnýp/verilmiþtir. Buradaki olay Bektaþilik deðil, toplumun geleneklerine baðlý kalýþýdýr. Amucalar’da ben bir özellik gördüm: Sünni var, Bektaþi var, Bedreddinî var, biriyle evlendiði zaman dýþarý gitmedi, diyor; yabancýya gitmedi, diyor. Sünni kýzýný Bektaþilere ya da Bedreddinîlere verebiliyor. Bektaþi Sünnilere verebiliyor. Bir tek töre var: Gelenekler. Sünni de düðün yapsa ayný töreyi uyguluyor, Bedreddinî de yapsa aynýný uyguluyor. Birbirine saygýlýlar. Buradaki olay; Trakya’daki bütün Bektaþi ocaklarýn cümle evveli bulunduðu yörelerde kendilerine dönük yaþam yaþamýþlar, ayný erkâna baðlý olanlarýn bile, köyleri bile birbirinden ayrýdýr. Amuca Kabilesi’nin Kýzýlcýkdere köyündeki toplumu ile Kýlavuzlu’daki toplumu bazý farklýlýklar göstermektedir. Kýzýlcýkdere köyü, Yumrukkaya ve Kaybýlar’dan geldiði halde, Kýlavuzlu da ayný Kaybýlar’dan geldiði halde Yumrukkaya köyünün fazla olmasý oradaki gelenek, göreneðin ve törenin farklýlýðýný hâlâ yaþamaktadýr.
Bedreddiniler, Gülþeniler Toplumlar hâlâ kendi geldiði yerlerin adýyla, sülaleleriyle anýlýyorlar. Bulgaristan’daki insanlar mesela Alvanar’dan ise Ali Koçlulardan, eðer diðer köylerden ise Amucalar’dandýr. Devletliaðaç’ta dört toplum inancý, iki kabile var. Amucalarla, Ali Koçlularýn olmasý ile dört tane inanç gurubu çýkýyor. Ali Koçlu, Bedreddinî, Bektaþi ve Sünni toplam altmýþ haneli Bektaþi köydür. Kýrk beþ hanesi Amuca, Amucalar’ýn yarýsý Bedreddinî, on beþ hane de Ali Koçlu. Ali Koçlu ve Bedreddinilere de halk Gülþeni demektedir. Her iki halkýn ad benzerliði dýþýnda ortak yönleri yoktur. Biri Þeyh Bedreddin inancý, diðeri ise Kýzýldeli evladiye Bektaþi koludur. Ali Koçlulara Gülþeni denilmesi, erkân içinde görüþmelerinde gül koklama olayýnýn olmasýdýr. Ama bu Bedreddinilerde de var. Bu konuda çok bilgisi olan Kýsmet Aktaþ Baba 2002 Kasým ayýnda Hakk’a yürüdü. Bize Þeyh Bedreddin Erkâný hakkýnda geniþ bilgi veren Muzaffer Sevgili Dede 2001 Aðustos’unda, Yaþar Yaþa Dede ise 2003 Mart ayýnda Hakk’a yürümüþlerdir. Ruhlarý þad olsun Hak katýnda hizmetleri kabul olsun. 1868 yýllarýna kadar tümü Bedreddini olan Amucalar senede bir defa Hacý Bektaþ’a gider gibi Serez’deki Bedreddin türbesine gidiyorlarmýþ. Eskiden ve günümüzde de Amuca toplumu gülü çok sever. Bugün her eve gidin muhakkak gül vardýr. Bunlar giderken özellikle gül motifi yapýp Bedreddin’in tekkesine asýyorlarmýþ, sadece bu geleneði Amucalar icra ediyormuþ. O zaman da oraya gelen halk Gülcüler geldi, Gülþeniler geldi, diyorlarmýþ. Amucalar Bulgaristan Kýzanlýk yöresinde eskiden geçimini gül yaðýyla saðlýyorlarmýþ. Halk bunlara Gülþeniler dediði için zaman içinde Bedreddin’i adý kaybolmuþ Gülþeni adý kalmýþ. Ben ilk defa araþtýrmaya baþladýðým zaman Ýbrahim Gülþeni Tarikatý ile bizim ne ilgimiz var, diye düþünürken gerçeklere ulaþtým. Ben Bedreddini olduðumuzu bilmiyordum. Daha sonra Muzaffer Sevgili dedemiz bu konuda çok aydýnlatýcý bilgiler verdi. Muzaffer Dedemiz geçen sene vefat etti, nur içinde yatsýn, “biz Bedreddini’yiz, Gülþeni bizim lakabýmýz”, demiþti. Hatta Abdal Ahmet Baba’nýn mezar taþýnda bile gül motifine yakýn bir þekil vardýr.
Kýzýlcýkdere Köyünün Kýsa Tarihçesi Kýzýlcýkdere, II. Abdülhamit’in oðlu Prens Sabahattin’in oðlu (yani Abdülhamit’in torunu) Ertuðrul’un çiftliði imiþ. Ýlk önceleri adýnýn Ertuðrul olduðu söylenmektedir. Buradan Balýkesir’e göç edenler eski köylerinin adýný yeni köylerine vermiþler. Kýrklareli köy kayýtlarýnýn 46. cildinde köyün adýnýn Ertuðrul olarak geçtiði yazýlýdýr.
30
Kýzýlcýkdere adýný ise o zaman derelerinde bol miktarda kýzýlcýk aðacýnýn olmasýndan dolayý almýþ. Köyü kuranlarýn Bulgaristan’ýn Yumrukkaya, Gündüzler, Belören, Dikence, Bokluca, Gaybýlar ve Çýrpan köylerinden gelenler olduðu anlaþýlmýþtýr. Köyün 1887 yýlýnda kurulduðu söyleniyor. 1900 yýlýnda köyden ayrýlan yirmi hane Anadolu’daki Ertuðrul köyünü kurmuþlardýr. Gidenlerin çoðunluðu Yumrukkaya kökenliler imiþ. Bugün 350 hanedir. Resmi olarak köyün kuruluþu 1897 yýlýnda kayýtlara geçer.2
Ertuðrul Köyünün Kýsa Tarihçesi Yirmi hane Kýzýlcýkdere köyünden, dört hane Deveçataðý köyünden ve bir hane de Karýncak köyümüzden göç etmiþ. 93 Harbi sonrasý yaþanan kýtlýk ve sefaletin yaný sýra gelecekten umut bekleyenler yeni yerleþimler aramaya baþlamýþlar. O zamanýn gazetelerinden birinde Balýkesir’in merkeze baðlý Hacý Ahmet köyü satýlýk ilaný vermiþ. Bunu duyan üç köyün mensuplarý üç kiþilik bir heyeti bu köye göndermiþler. Kýsa bir pazarlýktan sonra 200 Osmanlý altýnýna pazarlýk yapýlýyor. Hane baþý sekiz altýn ödeniyor. 5 Nisan 1900 günü bu köylerimizden 25 hane hayvanlarý ile birlikte yola çýkýyorlar. 8 Nisan günü Tekirdað limanýna varýyorlar. O zamanýn ulaþým aracý ile denizden karþýya Erdek’e varýyorlar. Tekirdað limanýndan 8 Nisan’da yola çýkan kafile 12 gün sonra, 20 Nisan 1900 günü Hacý Ahmet köyüne varýyor. Köyün kuruluþundan kýsa zaman sonra hükümetten adamlar geliyor, tespit yapýyorlar. “Köyünüze yeni bir isim vermek ister misiniz? Yoksa eski adý ile mi kalsýn?” diye soruyorlar. Bu soruyu beklediklerinden hep bir aðýzdan kararlaþtýrdýklarý ismi açýklýyorlar. “Atamýz ve ceddimiz Ertuðrul Gazi’nin adýnýn yad edilmesi için köyümüzün adý Ertuðrul olacak” diyorlar. O zaman gelen devlet idare heyeti adeta þok geçiriyor. “Demek ki siz o soydansýnýz” demekle yetiniyorlar.3 Bizim burada Ertuðrul Gazi’ye katýlmamýz Ertuðrul Gazi’nin aðabeyi Gündüz Alp’in ölümünden sonra olmalýdýr. Amucalar ilk önce Trakya’da on köy kuruyorlar. Bulgaristan’da kalan Kaybular, Dikence, Bokluca, Gündüzler, Türkiye sýnýrlarý içinde Ahmetler, Karaabalar, Ahlatlý, Malkoçlar, Koca Tarla, Topçular ilk on köyümüzdür. Bu on köyden birinin adý Gündüzler. Ertuðrul Gazi’nin kardeþi Gündüz Alp’ten geldiðini tahmin ediyoruz. Çünkü Gündüz Alp’in ölümünden sonra kabilesi Ertuðrul’a katýldý diyor tarihçiler. Amucalar da bunlardan bir parçadýr. Yani biz Kayý Boyu’ndan bir ufak toplumuz. Kayseri’nin Emmiler ilçesi bizim adýmýzdan. Kayseri’de yaþayan Türk toplumlarý diye bir yazý vardýr.4 Oraya adýný veren kabileler de yazdýðý zaman Emmiler köyünü Amucalý olarak geçmektedir. Niðde’nin bir köyü de Emmiler. Kabile adý geçen iki yer vardýr. Ben oraya mektup yazdýðým zaman oradaki toplumdan hiç kimsenin kalmadýðýný, 1700’lerde Uzunoðullarý diye bir toplumun yerleþtiðini, mektupla cevap verdiler. Bu konuda 512 sayfaya yakýn bir araþtýrmayý resimler, belgeler hariç Gazi Üniversitesi’ne teslim ettim. Amuca ismi nereden geliyor? Tarih kayýtlarýnda kabilenin adý Ammiler, Emmiler, Amuga, Amuca ve Amuca Oðullarý olarak yer almaktadýr.5 Kabilenin ad hikayesi halk arasýnda iki þekilde anlatýlmaktadýr. Aslýnda her köyümüze gidilip sorulduðunda alýnan yanýtlar harici sadece Ahmetler köyündeki araþtýrmamýzda duyduðumuz yakýþtýrmayý da yazmadan edemeyeceðiz. Zaman zaman Türkmenlerin baskýn yapýp kaçtýklarý bilinmektedir. Zaman ile konar göçerliði býrakan Türkmenler de bu tür baskýnlara uðramaya baþlamýþlar. Bunu nasýl önleyeceklerini bilememektedirler. Zaten merkezden uzak yerlerde bulunmaktadýrlar. Þikayet etseler devletin gözünde haysiyetleri yok. Kabilenin ileri gelenlerini aklý çalýþanlarý bir araya toplayýp çare aramýþlar. “En sonunda eþkýyalarýn baþý kim ise, biz onu bulalým ona baskýn payýndan fazlasýný verecek olalým, o da bize baskýn zamanýný bildirsin ona göre tedbirler alalým” denmiþ. Kaybedecekleri fazla bir þeyleri olmadýðýndan denize düþen yýlana sarýlýr misali, eþkýya baþýný bulup tekliflerini yapýyorlar. Konuþulduðu gibi “bize yardým edilirse kendisinin payý fazlasý verilecek aksi halde her iki taraftan büyük kayýplar olacak” deniliyor. Eþkýya baþý bu oyunu kabul edip uygulamaya baþlýyor. Yapýlan baskýnlar evvelden kabileye bildirildiðinden köylerde istediðini uygulayamayan eþkýya çeteleri, “bunlar ile biz baþ edemeyeceðiz, bunlarýn Amucasý var, onlara yardým ediyor” demeye baþlamýþlar. O günden sonra kabile adý Amuca kalýyor.6
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:53
Page 31
¸ E SERÇESM
Amuca dediniz, Bedreddini dediniz, Ali Koçlu dediniz? Trakya’da halen devam eden yedi adet Ehlibeyt tarikatý bulunmaktadýr. Bunlar genelde ya kabile ya da kabile liderleri veya toplumun adlarý ile anýlmaktadýr. Trakya’da Kýzýldeli, Ali Koçlu, Amuca (Bedreddini ve Bektaþi); Otman Babalý (Musahipli ve Musahipsiz, Haskova ve Deliorman’dan gelenler); Akyazýlýlar, Çarþambalýlar (Kýzýldeli erkâný uygulayan Bektaþiler); ve Nakþi Bektaþileri var. Bektaþiliði Balým Sultan evveli ve sonrasý diye ikiye ayýrýyoruz. Balým Sultan evveli Bektaþiler: 1. Kýzýldeli Bektaþileri. 2. Ali Koç Baba Bektaþileri. 3. Otman Baba Babai Bektaþileri 4. Ak Yazýlý Babai Bektaþileri. Kýzýldeli ve Kýzýldeli’den ayrýlan Ali Koç ayný toplumdur. Bugün erkânlarý ve evlenmeleri inkâr etmiyorlar. Daha evvelden 1381 Niðbolu’nun alýnýþýndan sonra toprak veriliyor Ali Koç’a. Niðbolu’da bulunan Koç Ali Zaviyesi ve Ali Koç Baba Türbesi Baþ Vekalet Arþivi’nde 124 numaralý Defterde 1070 (1659) tarihinde 20343, 21873 numaralarla kayýtlýdýr.7 Niðbolu’ya baðlý Derviþler köyü de þu þekilde teþekkül etmiþtir: Koyun Baba derviþlerinden Ali Koçlu namlý derviþin zaviyesinin vaktiyle hiç bir evkafý varidatý yokmuþ. Bu zat öldükten sonra ahbaplarý toplanýp kendi yetiþtirdikleri baðlardan ve bahçelerden hasýl eylediklerini zaviyede gelen geçene sarf etmeye baþlamýþlar. Bu mýntýkada boþ ve defterden hariç bir mezrayý tapulayýp senede 200 akçe bedel-öþür vermek üzere, padiþahtan hüküm almýþlar. Ondan sonra bu mezra içinde iki deðirmen bina etmiþler ve bu suretle zaviyenin vakfý olan mezra yavaþ yavaþ büyümeye baþlamýþ. Hariçten kimsenin yazýsý olmayan “kâfirlerden on dört nefer kadar kafir toplanarak mezra kýrk beþ hanelik köy haline gelmiþ” ve zamanýn Padiþahý da bu köyü bütün hukuku rüsumu ile nüfuz ve kudretini bu suretle göstermiþ olan zaviyeye vakýf etmiþ.8 Ali Koç Baba’ya ait bir Osmanlý kaydýný, 1826 yýlýnda 9771 no’lu defterden kýsaltýlarak aktaralým: “Ber-Mantûki emr-i ali zevaya-yý merkumeden Niðbolu haricinde kain Ali Koç Baba Zaviyesi’nin fürüht olunmuþ olan 2.900 guruþ hayvanat-ý bahasý mukata’at hazinesinden 45 senesi gayetine deðin hasýlatlarý her kimlerin yed ve zimmetlerine geçmiþ ise tahsili babýnda Niðbolu muhafýzýna hitaben emr-i ali ve mukata’at hazinesine ilmühaberi verilmiþtir. Fi 14 Þevval sene 1246.”9 Koç Ali Baba Zaviyesi 1600 sonlarýnda kayda geçmiþ, Ali Koç Baba’nýn mezarý Niðbolu’dadýr. Bir ara kale komutanlýðý yaptýðý söyleniyor. Kýzýldeli’nin 1396’da geçtiði söyleniyor. 1402’de zaten Kýzýldeli ölüyor. Kýzýldeli’nin geçiþinden sonra Ali Koç’un Niðbolu’da yararlýlýk gösterdiði hatta Bulgar Kralý Þiþman’ý öldürerek yararlýlýk gösterdiði için, ona üç köyün verildiði söyleniyor.
Kasým 2005
Ali Koç’tan hariç Balým Sultan evveli erkânýný uygulayan Babailerimiz var, Otman Babalýlarýmýz var, Yunus Abdallýlarýmýz var. Ayrýca Çarþambalý, Perþembeli dediðimiz ama tam bilemediðimiz Yeþil Abdallýlar var, yine Babailik içinde çýkma iki grup olduðunu düþündüðüm Hasköy grubu ile Koçaþ Aþireti var. Koçaþlý merkezinin adýnýn Cevdet Türkay’ýn kitabýnda yer almasý akla bu toplumun Koçaþlý (Koçaþlu) Aþireti olmasýný getirmektedir. Kaydý aynen yazýyoruz: Koçaþlý (Koçaþlu) Hezargrad Kazasý (Niðbolu Sancaðý)10 Bu aþiretin adýnýn baþka bir yörede geçmemesi ve Babailerin Hasköy ile Deliorman bölgelerinin farklý yerlerinden olmasý Koçaþlý Aþireti’nin mensuplarý olduðu izlenimini veriyor. Bir baþka kayýt da Koçaþlu olarak þu bilgiler verilmektedir: “Hani Hatun’un bir de Kýrkilise de mülkü vardý (Koçaþlu köyü) ki, bunun muallimhaneye 935 de vakfedip edilmediðini bilemiyoruz” Hicri 935 yýlý miladi olarak 1514 yýlýna isabet etmektedir. O halde Koçaþlý Aþireti’nin de 1500 yýlý evveli Balkanlara geldiðini söyleyebiliriz. Çünkü Osmanlý kayýtlarýna kaç yýlýnda geçtiklerini bilemiyoruz. Ayný kaydýn altýnda Arap harfleri ile þu bilgilerin düþüldüðünü görüyoruz: “Emlakdýr, kaza Kýrkkilise (Kýrklareli) mülk Hani Hatun bint Sutan Mustafa Kariye (köyü) Koçaþlu tab, Kýrkkilise mülk mefruz el kelim serbest hane 24 mecrut 10 hasýl 3640.”11 Koçaþ veya Koçaþlý adýna ait bilgilere ek olarak Koçaþ yerleþimindeki hane ve mücerret sayýlarýný veriyoruz: 1515 yýlý hane 27, 10 mücerret; 1530 yýlý 21 hane, 14 mücerret; 1577 yýlý 17 hane, 4 mücerret. Sadece 1577 yýlýnda 13 hane gayrimüslim gözükmektedir.12
5
Bakýnýz: Cevdet Türkay. Baþbakanlýk Arþiv Belgelerine Göre Osmanlý Ýmparatorluðunda Oymak ve Cemaatler. Tercüman Kaynak Eserler Dizisi 1, 1979, Ýstanbul, s. 202; Nejat Birdoðan. Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik, Berfin Yayýnlarý, 2. Basým, 1994 s. 216. 6 Kaynak kiþi. Ali Yýldýz. Ahmetler. Kýrklareli. Ýlkokul. 1923. 7 Dr. Ekrem Hakký Ayverdi, Avrupa’da Osmanlý Mimari Eserleri, 4. cilt, s. 73. 8 Müslüm Ulusoy. Koçu Baba. Anadolu ve Avrupa da Türk Damgasý-I, s. 188-9. 9 Kemal Daþtan, 1827 Tarihli Muhallefat Defteri Bektaþi Zaviyeleri, Basýlmamýþ yüksek lisans tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta,. 1996, Belge s. 10. 10 Cevdet Türkay. Agy. s. 108. 11 Tayyib Gökbilgin, Edirne Paþa ve Livasý, S. 380, Tercüme: Fazlý Ertekin. 1944. Ordu. Öðretmen. 12 Yusuf Hacýoðlu, “16. Yüzyýlda Sosyal, Ekonomik ve Demografik Bakýmdan Balkanlarda Bazý Osmanlý Þehirleri”, Belleten, C. 53. Sayý 42. s. 654.
Avrupa’dan abone olmak isteyen canlar, abone bedelini aþaðýdaki adrese yollayabilir: Avrupa Baþ Temsilciliði Tel: +49.179.107 88 56 Hüseyin Akýn Postbank Kontonummer: 826 857 303 Bankleitzahl: 25 01 00 30
¸ E SERÇESM Yýllýk Abone Bedeli Türkiye 40 YTL-Avrupa Birliði 50 Euro Adý Soyadý Kuruluþ Telefon - Ýþ
NOTLAR 1
2
3
Refik Engin, “Amucalar: Kimlik Köken”, Aleviler/Alewiten, 2000, s. 163.
Kaynak kiþiler: Enver Solak. Kýrklareli/Kýzýlcýkdere. (1917-2003) Ortaokul; Hasan Aktý: Kýrklareli/Deveçataðý. 1922. Ýlkokul; Ahmet Sayan: Balýkesir/Ertuðrul. 1926. Ýlkokul; Ali Açýl: Kýrklareli/Deveçataðý. (1930-1998) Ýlkokul; Sami Doðancýlar. Balýkesir/Ertuðrul. 1935. Emekli Ast Subay. Kayýtlar için bakýnýz: Baþbakanlýk Arþivi/ÝD. Ýrade Tasnifi Tahliye. BA-AD Nr.-1537/85, Vilayetlere gönderilen Þukka-90 ve 91 No’lu notlar: BAS. ÝD. Nr. 93387, 81719, 71812, 73714, 83176, 83741, 83710, 77379. Aktaran: Tayyip Gökbilgin, Edirne Paþa ve Livasý, s. 303. Tercüme: Dr. Burhan Terzioðlu, Ýstanbul Edebiyat Fak Yayýný, 1952, Ýstanbul. Kaynak Kiþi: Ahmet Ayar. Balýkesir/ Ertuðrul. 1927. Ýlkokul.
4 Emir Kalkan, “Kayseri’ye Yerleþen Türk Topluluklarý”, Türk Dünyasý Araþtýrmalarý, 1982, s. 87.
Telefon - Ev Telefon - Cep Faks E-posta Posta Adresi Sokak No Semt - Ýlçe Posta Kodu Þehir - Ýl/Eyalet Ülke Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd Þti adýna Posta Çeki Hesabýna (No 1629127) yollayýn. Lütfen yukarýdaki formu okunaklý doldurun ve ödeme dekontu ile birlikte bize fakslayýn: +90.(0)212.519 5635
31
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:53
Page 32
SERÇESM ¸ E BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
HER ARALIK AYINDA KUBÝLAY’I ANARKEN KAHRAMANMARAÞ KATLÝAMINI UNUTANLAR
Ýrticaya Karþý mýsýnýz? Hadi Caným Sende! Esen Uslu
T
ürkiye’nin resmi Aralýk ayý takviminde Kubilay anmasý önemli bir yer tutar. Ayýn 23’ünde bilcümle resmi kuruluþlar ile laik cumhuriyet aydýnlarý 1930 yýlýnda Menemen’de zuhur ve huruç etmeye kalkýþan bir þeriatçý güruhun önüne tek baþýna dikilen ve baþý kesilerek katledilen yedek subay öðretmen Kubilay’ý resmi törenlerle anar. Hamasi demeçlerle þeriatçý irtica kýnanýr. Bu yýl da Menemen olaylarýnýn 75. yýldönümünde de ayný ritüel tekrarlandý. Ordu ve devlet mesajlarýnda “gericilik”, “irticai faaliyetlerde gözlenen artýþ” ve “cumhuriyet karþýtlýðý” gibi sözler yer aldý. AKP tarafýndan gelen mesajlarda, “milli birlik ve beraberliði” korumak için “canýný feda etmekten çekinmeyen” evlatlarýmýza sahip çýkmak sözleri yer alýyordu. Genel Kurmay Baþkaný’nýn mesajý þöyle diyordu: “23 Aralýk 1930 tarihi Türk Devrim Tarihinde bir dönüm noktasýdýr. Özellikle; bu tarihten sonra her fýrsatta yüce dinimizi ve halkýn dini inançlarýný istismar etmeyi düþünenler, Türk ulusunun sergilediði kararlý tutumu dikkate alarak benzer bir eylemde bulunmaktan daima çekinmiþlerdir.”
Bu sözler geçmiþe gözlerini kapatmaktadýr. Kubilay olayýndan sonra nice irtica kýrýmlarý yaþanmýþtýr. Ama bu olaylarda direkt olarak devletin kolluk güçleri deðil, Kýzýlbaþ, Alevi, Bektaþi halk hedef alýnmýþtýr. Böyle olunca, devlet bu kýrýmlara gözlerini kapatmaktadýr. Mesajda deðinilen “kararlý tutum” Kubilay olayýndan beri irticaya deðil, sola, Kürtlere ve Alevi-Bektaþi halka karþý gösterilmiþtir. Kubilay olayýnda “kararlý tutum”, Atatürk’ün orduya zehir-zemberek bir “taziye” mesajý yayýnlamasýyla baþlar. Ýnönü hükümeti, Menemen ile Manisa ve Balýkesir’in merkez ilçelerinde sýkýyönetim ilan eder. Kurulan “Sýký Yönetim Harp Divanýnýn Baþkanlýðýna Birinci Kolordu Komutaný Vekili Mirliva Mustafa Paþa” getirilir. Bu Divan, yüz beþ sanýðý yargýlar. Bir ay bile sürmeyen yargýlama sonunda 21 Ocak1931 günü 37 sanýðý idama mahkûm eder, altýsýnýn cezasýný hapse çevirir. 41 sanýðý da hapis cezalarýna mahkûm eder. 27 sanýk delil yetersizliðinden beraat eder. 31 sanýða verilen idam cezalarý 31 Ocak’ta mecliste görüþülür. Biri ölen sanýklarýn ikisinin cezasý hapse çevrilir ve 28 sanýðýn idamý onaylanýr. Ýdam cezalarý 3 Þubat 1930 günü Menemen’in kamu alanlarýnda ve olayýn geçtiði, Ýslam’ýn yeþil sancaðýnýn çekildiði ve Kubilay’ýn baþýnýn kesildiði caminin avlusunda infaz edilir.
K
Gericilik ‘Kararlý Tutumu’ Affetmedi
ararlý tutumu uygulamasý için Harp Divanýný baþýna geçirilen Mustafa Muðlalý Paþa, on üç yýl sonra benzer bir “kararlý tutumu” 30 Temmuz 1943 günü Van’ýn Özalp ilçesinde 33 Kürt köylüsünü kurþuna dizdirerek sürdürür. Ancak gericilik Menemende kendisine yönelen “kararlý tutumu” unutmamýþtýr. 1948 yýlýnda Demokrat Parti milletvekilleri, aðýzlarýna almaktan çekindikleri Menemen harp divaný olayý yerine, Özalp katliamýný mecliste gündeme getirir. Soðuk savaþta ABD’nin yanýnda saf tutmaya, NATO’ya girmeye ve “uyum” için çok partili demokrasiye geçmeye hazýrlanan Ýnönü hükümeti Muðlalý Paþayý Genelkurmay Askeri Mahkemesinde yargýlamak zorunda kalýr. Muðlalý
Paþa, kendini, “Kürtler, Ruslara gönüllü casusluk ediyordu. Bu nedenle Kürtlere iliþkin olaylarý normal ölçüler ve devlet anlayýþý içinde yürütmek mümkün deðildi” diye savunur, ama idama mahkûm olur. Cezasý yirmi yýl hapse çevrilir. Temyizden dönen dava yeniden görülemeden Muðlalý Paþa Aralýk 1951’de hapiste ölür. Konu burada kapanmaz. 6-7 Eylül olaylarýnýn ardýndan CHP milletvekilleri DP hükümetini suçlayýnca, DP’liler misilleme olarak “otuz üç kurþun olayý”ný yeniden meclis gündemine getirir. Baþta Ýnönü olmak üzere olayýn geçtiði dönemindeki tüm CHP yönetimine ve milletvekillerine dava açýlmasý ister. Konu 1956 ve 1958’de iki kez gündeme gelir, “komisyona havale” edilip unutturulur. Muðlalý Paþa olayýnýn askerin ne kadar içine iþlediðini en iyi gösteren 1960 askeri darbesinin ardýndan cuntacýlardan Orhan Erkanlý’nýn sözleri olur: “Demokratlar, bitmez tükenmez müsademelerde, eþkýya takiplerinde þehit düþen Türk ordusunun evlâtlarýnýn hesabýný soracak yerde; kendi siyasi çýkarlarý uðruna, Kazým Karabekir’den sonra Doðu’da ilk defa nisbi bir sükunet saðlayan büyük kumandan Muðlalý’yý mahkeme huzuruna çýkarmayý tercih ettiler.” 1960 sonrasý göreceli demokratik anayasa devrinde askerlerde “Muðlalý Sendromu” sürer. Ama Mustafa Muðlalý’nýn “itibarý” ancak dinci gericilikle ittifak kurmayý marifet bilen 12 Eylül cuntacýlarý tarafýndan iade edilebilir. Mezarý Ankara’daki Devlet Kabristaný’na nakledilir. 1997 yýlýnda büstü Genel Kurmay bahçesinde dikilir. 6 Mayýs 2004 tarihinde, Muðlalý Paþa’nýn “33 Kurþun Katliamý”nýn emrini verdiði Van’ýn Özalp ilçesinde konuþlanmýþ birliklerin adý “Mustafa Muðlalý Kýþlasý” olarak deðiþtirilir.
P
Ýrtica ile Kavgada Tutarsýzlýk
artizanca Kubilay olayýna, sýkýyönetim ve hukuk tanýmaz idari uygulama anlamýna gelen “kararlý tutum”a sahip çýkanlar ve buna gerekçe olarak “gericilik” ve “irtica”yý gösterenler, neden 1978 yýlýnda Aralýk ayýnýn ayný günlerinde Kahramanmaraþ’ta sahneye konan ve kadýn-erkek-çocuk yüzü aþkýn canýn yitirildiði örgütlü-planlý Alevi katliamýný lanetleyemezler? Neden Alevi katliamlarý laik cumhuriyete yönelik bir saldýrý sayýlmamaktadýr? Bu tutarsýzlýkta suça ortak olmanýn vicdan yükü vardýr “Kararlý tutum” almaya niyetli devlet güçlerinin, Kubilay’ýn Menemen’de yaptýðý gibi, belki kendine aþýrý güvenle, ama cesaretle gericiliðin önüne dikilmediði gerçeði unutturulmaya çalýþýlmaktadýr. Kahramanmaraþ katliamýnýn ve sonra gelen Alevi katliamlarýnýn planlanmasýnda, düzenlenmesinde, uygulamaya konmasýnda devlet güçlerinin yer aldýðý; en azýndan aymazlýkla, en kötüsünden tarafgirlikle olaylarý önlemeye yönelik önlem almadýðý; orada hazýr bulunan devlet görevlilerinin görevlerini yapmadýðý açýktýr. Alevi köylerine zorla cami yaptýranlarýn, tüm yýldýrýmlar yaratan gökgürültülü sözlerine karþýn irticaya gerçekten karþý çýkmasý olasý mýdýr? Böyle durumlarda “karalý tutum” gösterisi yapanlara Paþalarýn Paþasý Ýnönü Paþa’nýn söylediði ünlü söz akýllardadýr: “Hadi caným sende!”