1
Å&#x;UBAT 2019
2
Å&#x;UBAT 2019
3
Å&#x;UBAT 2019
4
Å&#x;UBAT 2019
19 farklı odaya sahip butik otel ve
günün ilk öğününden gecenin son kadehine
0 (362) 437 00 25 www.samsunmarinotel.com Mimar Sinan mh. Atatürk blv. No:202 Atakum / Samsun
şUBAT 2019
kaliteli vakit geçirmek isteyenlerin buluşma noktası
5
marin.otel.restaurant
6
Å&#x;UBAT 2019
7
Å&#x;UBAT 2019
8
Å&#x;UBAT 2019
9
Å&#x;UBAT 2019
10
Å&#x;UBAT 2019
Merhaba sevgili HaberHayat okurları… Eski Türk sinemasının en nadide yapımlarından biri olan Al Yazmalım filminin son sahnesinde ne güzel söylemişti Türkan Şoray, Kadir İnanır’a… Gerçekte de öyle değil midir? Herkes herkesi sevebilir, herkes herkese bağlandığını söyleyebilir ama emek vermeden sevgi olmaz. Kırmadan, dökmeden, anlayarak, dinleyerek, yan yana, omuz omuza olduğunu hissettirerek, ayrı bedenlerde bir bütün olarak kurulan ilişkiler sağlam temellere dayanıyor ve iki insan birbirini sevmekten asla vazgeçmiyor. İçinde bulunduğumuz ay sevgiyi, sevdayı, aşkı anlatıyor çünkü 14 Şubat Sevgililer Gününü içinde barındırıyor. Sevgililer gününün temelleri Eski Roma’ya dayanıyor ve bununla ilgili birçok rivayet bulunuyor. Halk arasında kulaktan kulağa yayılan en bilindik haliyle Sevgililer Günü ; Eski Roma’da tanrı ve tanrıçaların kraliçesi Juno’ya saygı göstermek amacıyla tatil günü ilan edilirdi. Kraliçe Juno Eski Roma halkı tarafından kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak da bilinmekteydi. 14 Şubat’ın bir sonraki günü ise Lupercalia Bayramı yapılırdı. Lucerpalia bayramı Roma’lı gençler için büyük önem arzediyordu. Genç nüfus bu bayram süresince birbirlerini tanıma imkanı buluyordu. Kimlerin çift olacağı çekiliş ile belli oluyordu. Genç kızlar, isimlerini kağıtların üzerine yazıp bir kavanoza koyuyor, genç erkekler ise kavanozdan bu kağıtları çekerek üzerinde hangi kızın ismi yazıyorsa o kızla bayram boyunca görüşme şansı elde ediyordu. Bu görüşme sonucunda birbirine aşık olan çiftler ilişkilerine bayram sonrası da devam edebiliyorlardı. Sevgililer Günü efsanelerle, rivayetlerle dolu olsa da sevgililere ve sevgiye armağan edilen bir günün kimseye zarar vermeyeceği malumunuz ki bugünü sadece sevgililere mal etmekte doğru değil çünkü insan yapısı gereği sevgiye programlanmış gibidir. Doğayı, hayvanları, dünyaya gelişine vesile olmuş anne ve babasını, kimi zaman soyut ya da somut objeleri kısacası insan her şeyi sevebilir ve bu sevgiyi sadece sevgililer gününe değil her anına işleyebilir. Sevgililer günü hatırlamak ve hatırlanmanın en güzel halidir ama sevgi bir güne sığacak bir şey değildir.
şUBAT 2019
Sevmeniz ve daima sevilmeniz dileğiyle bir sonra ki sayıda görüşmek üzere hoşçakalın…
11
ล UBAT 2019
Rรถrportaj : Yasir Baba
12
13
Å&#x;UBAT 2019
14
Å&#x;UBAT 2019
15
Å&#x;UBAT 2019
Å&#x;UBAT 2019
Haber : Yasir Baba
16
17
Å&#x;UBAT 2019
şUBAT 2019
Eğitim Koordinatörü / NLP Uzmanı
18
Ancak duygularımızın içinde asi olan biri var. Esiri olduğumuz, rüzgar gibi savrulduğumuz, yenik düştüğümüz, filmin koptuğu, zehirlendiğimiz, yok olduğumuz, çirkin gözüktüğümüz, sinirlerimizin gerilip kendimizi kaybettiğimiz, gözlerimizi karartan önümüzü görmemizi engelleyen bir duygu: öfke! . Öfke; engelleme, incinme veya gözdağı karşısında gösterilen saldırganlık tepkisi, kızgınlık anlamlarına gelir. Öfke aslında sağlıklı bir duygudur, çünkü heyecan gibi, sevinç
gibi, hüzün gibi, insani yanımızın önemli bir parçasıdır. Öfke bireyin var olabilmesi ve değerlerini koruyabilmesi için düğmesine basılan alarm sistemidir. Öfke yaklaşan tehdit karşısında sizi korumaya yönelik enerji birikmesidir. Dikkat! Asıl önemlisi bu duygunun davranışa yansıyan şeklini kontrol etmek gerekir. Öfkeyi yönetememek; başkalarına kızıp kendimizi cezalandırmaktır. Öfkeyi yönetememek küreksiz bir kayık da gitmeye benzer. Karşımıza çıkacak ilk kayaya çarpıp parçalanmaya mahkumuz demektir. Öfke kişinin varoluş öz mayası ile ilgilidir. Can’ın var olma ihtiyaçları vardır. Bunlar: ait olma birey olma dengesi, önemsenmek ve umursanmak ihtiyacı, kabul edilme ve yargılanmama, değerli olma ihtiyacı, yapabilme ve güvenebilme, sevebilme ve layık olma ihtiyacı. İçerden dışarıya; önce kendi içimizde karşılamamız gerekiyor bu ihtiyaçları. Bireyin çocukluğunda ailesinin bu ihtiyaçların etkin karşılaması; bireyin tüm hayatını etkileyecek önemdedir. Varoluşu altı boyutunun her biriyle ilgili o hassas noktanıza değinildiğinde öfkeleniriz. Ve bu ihtiyaçların doyurulmasını tamamen çevreye bırakırsanız her defasında öfkelenip; öfke yönetiminde zorlanabilirsiniz. Unutulmamalıdır ki rızamız olmaksızın hiç kimse bize kendimizi kötü hissettiremez. Duygular seni en derin gerçeğine götüren araçlarındır. Duygularımız ruhumuzun mesajlarıdır. Hissettirdikleri bu mesajları nasıl yorumladığımızdır. İnsanı duyguları yönetir. Yaşamın en güzel tarafıdır duygularımız. Hayatımızın içimize yansıması; yaşadığımızı hissetmektir. İç dünyamızın hava raporudur. Duygularımız hem Ben’e, hem diğer insanlara, hem evrene açılan kapı ve köprüdür. Duygularımız Ben’in mesajlarıdır. Hissettiklerimiz EGO’nun yorumlarıdır. İçimizde ne oluyorsa dışarıda o oluyor; her şey içerden dışarıya doğru gerçekleşiyor. Duygularımız ayrıca senin kendi en iyi versiyonun olma yolunda yaşam rehberimizdir. Bu rehberlikten faydalanmanın ön koşulu, duygularımızı doğru isimlendirme, dolu dolu hissetme, yorumlama konusunda dürüst olma cesaretini gösterebilmek ve devamında etkin yönetebilmektir. Duygularımızın dilini öğrendiğimizde sadece iç dünyamızın günlük hava raporunu değil, gelecek günlerinde hava raporunu bildiriyor bize. Duygularının dilini öğrenmek derin iç dünyaların kapısını açar bize. Derin iç dünyamız ise varoluşa açılan kapıdır. Varoluşumuzun temel ihtiyaçlarındandır sevilmek, saygı görmek, aidiyet ruhunu hissetmek, kendimizi gerçekleştirmek. Öfkenin yönetilememesi ruhsal bir intihardır. Öfke yönetiminin olmadığı bir yerde saygınlık nasıl beklenir ki? Öfke zehirdir; yönetilemediğinde zehirler tüm hücrelerini. Öfke birine atmak içi elinize aldığınız kızgın bir kor parçasıdır, siz karşı tarafa atmadan elinizi yakar. Sorun, öfkenin varlığı değil, bu enerji boşaltımının kontrol edilmemesi ve iç dünyamızda öfkeyi işleyememekten kay-
naklanan ve saldırganlığa, şiddete dönüşme halidir. Öfkeye yenilmek ve öfke anında şiddetle karşılık vermek öfkenin yönetilemeyişinin en dramatik sonucudur. Öfke kontrol edildiğinde, insanı eğiten, geliştiren, yönlendiren özelliklere sahiptir. Ancak tek bir şartla, öfkede tepki değil; doğru yaklaşım göstermek gerekiyor. Ve bu yaklaşımın içeriği; eğitim, farkındalık, sorumluluk bilinci ve kişisel gelişim oluşturmaktadır. Fisher; öfkenin yönetilemeyişinin beş yüzü üzerinde duruyor a.Öfkenin önemseyen yüzü; Kişin önem verdiği ve haksızlığa uğradığı ya da istediğini alamadığı zaman bunu dışarı vurmasıdır. b.Öfkenin kendini küçülten yüzü; Başkalarını incitmek yerine, kendini anlamsız, küçük göstererek başkaları tarafından incinmemek için zırh bürünmek. c.Öfkenin uyuşuk yüzü; kişinin içinde uyuşuk halde duran üzüntü, korku, utanma gibi duyguların etkisiyle gerçeği aramadan, hiç neden yokken insanlara parlamak. Daha sonra kişi öfkesine mazeret olarak üzüntülü olduğunu veya başka bir şeye sinirlendiğimi dile getirir. d.Öfkenin gerçek dışı yüzü; Kişinin kendi kusurlarını görmeden başkalarına saldırıp, aşağılayıp, eleştirmek. Kısaca bütün kusurları başkalarına yüklemektir. e.Öfkenin bağımlılaştırıcı yüzü; Öfkenin bastırılması için yerli yersiz seks, alışveriş yapma, kumar oynama, aşırı iş kolik, alkol ve madde bağımlılığı, bunları alışkanlık haline getirmek. Öfke kendini nasıl gösteriyor •Tembellik bir insanın içindeki derin öfkenin ifadesidir. •Umutsuzluk •Şikayet etmek •Acizlik •Kederlilik hali •Aşırılı harektlilik •Aşırı kontrolcülük •Tokat atma, tekme atma, vurma •Yüksek sesle konuşma •Küfür etme, tehdit etme •Aşırı eleştirel olma •Sürekli hata arama •Tartışmacı ve saldırgan bir tutum içinde olma •Suçlama •Alay etme •Dedikodu yapma •Şüphecilik •Önyargılı Yaklaşma •Öfke Nöbetleri •Başkalarından uzak durma •Başkalarıyla işbirliğini reddetme •Sessizlik •Unutkanlık •Depresyon •Suçluluk duygusu •Çekingen davranma •Ağlama •Şiddet ve suça yönelik düşünceler •Yoğun stres •Mutsuzluk ve gerginlik •Gücenmişlik, küskünlük Öfkeyi yaşayanların bilmesi gereken duygular: Öfke geçici bir duygudur, Süresi 3-5 dakikadır Ani karar vermekle, hata yapma şansı çok yüksektir Kontrol edilebilen bir duygudur Güçlü enerjiye sahiptir Hataları fark ettiren bir duygudur Ders alınması gereken bir duygudur Kontrol edilmesi halinde yararlı hale dönüştürülebilir
şUBAT 2019
İnsan bir arayıştır. O sadece sorgulayan değil; sorgunun kendisidir. İnsanın biyolojik oluşumunda; erkek milyonlarca hücresini dişi yumurtaya doğru serbest bırakır. Hücreler hızla koşmaya başlarlar. Yumurtanın nerede olduğu bilmezler; fakat hızla koşarlar. Arayış başlamıştır. İçlerinden biri yumurtaya ulaşacak, dünyaya doğacak. Yumurtaya ulaşamayanlar yok olacak. Yumurtaya ulaşan için arayış ölüme kadar devam eder. İnsan hakikat arayışının sorgusudur. Ve hakikati aramıyorsa o zaman; ‘’insan’’ statüsüne erişebilir mi beşer. Sokrates ‘in de dediği gibi ‘’Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez’’. Ne var ki buradaki sorgulamanın çocuksu bir meraktan ibaret olmayıp veya onunla sınırlı kalmayıp dinamik bir felsefi araştırma sürecine işaret ettiği unutulmamalıdır. Burada vurgulanan sorgulamanın hayatın bütününe yayılması, felsefi araştırmanın bir hayat tarzı haline gelmesi, çocuksu merakın anlama tutkusuna dönüşmesidir. İnsanı hayvandan ayıran özelliği sorgulamasıdır. Onlar yaşar, sorgulamazlar. Hiç bir hayvan şunu sorgulamamıştır. Hakikat nedir? Yaşam nedir? Yaşamın anlamı nedir? Hayatın değeri, anlamı, nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz, ben kimim, amacım nedir? Sorularının derinliğine inerken; kendimize sormamız gereken daha öncelikli bir soru daha var; ‘’Bir hayatı iyi bir hayat yapan şey nedir?’’ Ever sorgulamak insanın görkemidir. Engin gökyüzü bile insan kadar engin değildir. Çünkü gökyüzü sonlanabilir, ancak insanın sorgulamasının sonu yoktur. O ebedi mistik yolculuktur; başlangıcı ve sonu olmayan. ‘’Bir hayatı iyi bir hayat yapan şey nedir?’’ Sorusunun cevabını sorguladığımızda karşımıza duygularımızın yönetimi çıkıyor. İnsan beyninin görkemi hissetmesinde saklıdır. Varoluşumuzun yakıtı hissettiğimiz duygulardır. Çünkü eylemlerimizin mayası duygularımızdır. Duygular hareket halindeki enerjidir. Nasıl hissedersek öyle var oluruz! Ve var ederiz! Hayatımızın en güzel, en renkli ve en acımasız beş duygusu; aşk, sevgi, acımak, korku ve öfkedir. Duygularımız aslında bizi biz yapan, ne olduğumuzu hissettiren, yönlendiren, yerine göre sınırlayan, uyaran, ne yapmamız gerektiğini düşündüren ve hayattan keyif almamızı sağlayan duygulardır. Bu duyguların her biri aynı değerde, bir diğerinin tamamlayıcısı, yaşama renk, heyecan ve cazibe katan duygulardır.
19
Öfke Yönetimi Bireysel Gelişim Sürecidir
şUBAT 2019
Farkındalık bilincini geliştirmekten geçer. Öfke kontrolünün üç atlısı öfkeyi kabul etmek, anlamak ve öfke kontrol bilincini hissedip; doğru yönetmektir. Bu üç atlının yakıtı bireysel gelişimdir. Bireysel gelişim insan olmanın en yüce değerini hissetmektir. Yaratıcı olmak, mutlu hayat sürmek için yapılması gerekenlerin farkında olmak, sorumluluk bilincini hissetmektir. Öfke yönetimi kişisel gelişimin eseridir. Ve bir gün de kazanılmaz. Kişisel gelişimde başarılı olmak için, empati, zaman yönetimi, gözlem, analiz ve sentez paradigmaları konularında bir sürece ihtiyacımız vardır. Burada olması kendimizi tanımak, an’da olmak, gereken zamanı iyi kullanmak ve iyi değerlendirmektir.
20
Öfke kontrolü sürecinde yapılan her şey kişisel gelişimin bir parçasıdır. a.Öncelikle öfke anında öfke kontrol edebilme bilincine hakim olunmalı ve öfke yönetiminde en büyük gücün kendimiz olduğunu bilmek; ön yargı ve motivasyon konularına yön verecek sadece sizsiniz. b.Ön dikkat. Kendini tanımak. Kör noktalarınızın farkında olun! c.Duygularının farkında olmak. d.O ilk an sessiz kalmayı denemek. e.Öfkeliyim! Karşılanmayan nedir? Zaaflarınızı belirleyin ve mutlaka kontrol altına alın! f.Öfkeyi kabul etmek. Kabul etmediğimiz hiçbir duyguyu yönetemeyiz. g.Derin nefes al! Öfkeli insanın nefes alışı sıklaşır. Bu şekilde öfkesinin farkına varan kişi amigdala, hipotalamus ve hipokampusun yani iç beyinin hakimiyetinden kurtularak denetimi düşünce ve aklın yer aldığı ön beyine aktarabilir. Derin nefes alarak; içinizden yukarıda ki cümleyi söyleyerek; öfke yönetimini başlatmış oluyorsunuz. Evet diyaframdan derin nefesimize odaklanmak. Ayak parmaklarımıza odaklanmak. Bu iki tüyo bizi an’ a getirir. ‘’Ben ne yapıyorum?’’ sorusuna getirir. Öfkelendiğimiz zaman buruşuk bir kağıt parçasına dönüyoruz. Damarlarımız daralıyor ve beyine az oksijen gidiyor. Bu durum sağlıklı düşünmemizi engellediği gibi bakış açımızı daraltıyor. Derin nefes bizi an’ a getirdiği gibi damarlarımızın genişlemesini sağlayan beynimizin oksijenlenmesini sağlıyor. h.Fizyolojini değiştir. Hiç kimse yumrukları sıkılıyken net düşünemez. Ayakta iseniz oturmayı tercih etmelisiniz. i.Aşı öfkeli durumlarında bir bardak su içmeyi denemek. j.Sakin Olman gerektiğini hatırla. Öfke anında sakin olmak yargısını bilinçaltına yerleştirmek şarttır. Sakin kalabilirsek öfkenin psikolojik travmasından sıyrılarak analitik düşünebiliriz. Şiddet Araştırmacısı Yazar Adem Solak’ın dediği gibi ‘’İnsanlar birkaç saniye kelimelerini tutabilseydi şu an sayısız insan hapishanede, sayısız insan hastanede, sayısız insan mezarda olmazdı.’’
k.Öfkeyi anlamak. Öfke bir mesaj! Anlaşılmak ister. Bu süreç çok kısadır.3-5 Saniye. Bu süreçle birlikte derin bir nefes almalısınız. Ve kendinize ’’Bu durumda yapmam gereken öfkeyi yöneterek kontrol altına almam gerekir, bunu mutlaka başarmalıyım.’’ Diyerek duyguları kontrol altına almaya çalışmaktır. Öfkeyi kontrol altına alman için en fazla 2 dakikalık bir zamanın var. Sabırlı olman gerektiğini hatırla. Öfkenin asıl nedenini anlamaya çalış. Çoğu zaman asıl nedenin, o an öfkelendiğinin olayın dışında bir başka sebebin olduğunu fark edeceksin. İrlanda’nın muhteşem bir atasözü vardır: ‘’Üç doğru vardır. Doğru, benim doğrum, senin doğrun.’’ Doğruyu bulmak için biraz düşünmeli ve büyük resme bakılmalıdır. Bu sürecin kaynağında yaşamın gerçekleri mi yer alıyor, yoksa kişinin egosu mu, onun farkına varmaktır. Ön yargısız karar vermek; bir düşünce, bir davranış ve psikolojinin altında kalmadan, adil, dürüst ve doğru karar vermek. Öfke kontrolünün zorluğu da ön yargımız haline gelmiş olmasıdır. l.Öfkenin kaynağı nedir? Kendinizi de eleştirmeyi unutmayın (Aşağıdaki başlıklar eşliğinde). Hatalarıyla, doğrularıyla ne yaptığının bilmektir öfke kontrolü. İnsan öfke yönetiminde suçlu olabileceğini düşünmüyor ise öfke kontrolünde başarılı olması çok zordur. Öfke nedeni nedir? Suçlu olabilirim! Neden hata yaptım? Nerelerde hata yaptım? Ne yapabilirim? m.İletişim becerilerine hayatımızda yer vermek. Etkin ve anlamak için dinlemek; insanları sakinleştirir, diyalog ortamına kokar. Dinlenen insan öncelikle karşısındakine güven duyar; bu durum rahatlamanın ön koşuludur. Ayrıca etkin dinlenerek gerçek sorun öğrenilir. Kelimeleri kullanırken; emir kipleriniz ricaya çeviriniz! Öfkeli insanlara karşı ise susmak ve anlamak için dinlemek gerekir. ‘’Seni anlıyorum’’ sihirli cümlemiz. Daima, asla ve ama kelimelerinde çok dikkat! Ve biz dilini kullanmak gerekir. n.Karar verirken acele etmeyin! Doğru karar vermek için sakin kal, gözlemle, düşün. o.Yaşamın gerçeklerinden kaynaklanan bir öfkenin farkına vardığında kişinin soracağı önemli bir soru vardır: Kısa vadeli geçici bir durumla mı karşı karşıyayım yoksa kalıcı ve sürekli olan bir durumla mı? Öfkelendiğin insan hayatının ne kadar içinde? Etki alanı içinde nelerin yapılabileceğidir. Yanlış bilgi veren satıcıya dönük yaklaşımınızla, aileden çok yakın birinin yalan söylemesine yaklaşımınız arasında farklar olmalıdır. “Değer mi?” sorusunu sormak olmalıdır. İçinizde, “Evet, değer !”cevabını buluyorsanız o zaman kolları sıvayarak stratejiler geliştirmeye başlayın. Büyük başarıların arkada
dengede öfke yatar. Sebat ve azmin altında bazı durumlarda bu tür bilinçli öfke bulunur. “Hayır,” cevabını buluyorsanız, zaman ve enerjinizi çöplüğe atmamak için sizin için önceliği olan bir alana yönelin. p.Özgüven duygunuzu yenileyin; Kendini değersiz hisseden insanlar daha çabuk öfkelenirler. Kendine saygı duyan, özgüveni olan birey başkaları karşısında emniyettedir. Hiç kimsenin delemeyeceği bir zırh kuşanmıştır. q.Odağınız çözüm odaklı mı? ‘’Bana dikkatinizi neye ayırdığınızı söyleyin, size kim olduğunuz söyleyeyim’’ diyor Üstad r.Empati kurmak (Kendiniz ve karşınızdakiyle)ve Kabul etmek (Karşımızdakini o haliyle kabul etmek demektir.) Empati kurarak algılama ve karar merkezlerinizi doğru yönetirsiniz. Çünkü empati anlamak ve anlaşılmaktır her şeyden önce. İyi niyet, yardım, yapıcılık içerir. Saygı duymak, sevgiyi paylaşmaktır. s.Karşınızdakilerinde insan olduğunu düşünün, adalet terazinizi kullanın, hoşgörülü olun. Aceleci, endişeli olanlar daha çabuk öfkelenirler. t.Öfkenizi paylaşın. Negatif süreci bastırıp biriktirmeyin. John Dryden der ki ’’Sabırlı bir insanın öfkesinden sakının.’’ Uygun üslupla duygularımızı karşı tarafa ifade etmek gerekir. u.Olayları kişiselleştirmeyin. Olumlu düşünün. Olayı bütünüyle görmeye çalışın. Başkalarının hareketlerini, davranışlarını, eleştirilerini üzerinize aldığınızda kendinizi onların israfına terk etmiş oluyorsunuz. Oysa onlar eleştirirken kendi dünya ve korkularını ortaya koyuyorlar. Bu durumdan kendinizi kurtardığınızda gereksiz kuşku ve üzüntüden kurtuluruz. Olayları kişisel algıladığınızda hem savunmaya, hem saldırıya geçersiniz. v.‘’Ben haklıyım’’ çabasına girmeyin. Ben, sen, biz kuralını uygulayın. Öfkelendiğiniz zaman kendinize bu olayın kiminle ilgili olduğunu sorun. Kendinizle ilgili ise kabul edin ve hareket ve duygularınızın sorumluluğunu alın. Karşınızdaki ile ilgili ise söylenenleri ve yapılanları kendinize mal etmeyin. Herkes kendisine yakışan şekilde davranır. Sorun ikinizle ilgili ise beraber çözmeniz gereken bir soru vardır. Bu süreç saygıyla devam etmeli ve iki tarafında düşünmesi için süre istenilebilir. Suçladığınız insanların suçunun ön yargılarınız olabileceğini düşünün w.Aşırı öfke anında; öfkenizi erteleyin. Şöyle ki öfke anında eteğinizde ki bütün taşları dökmek yerine; öfkeniz için randevu almanız gerekir. Uygun yer ve zamanda; karşı tarafında uygunluğunu gözetip, izin isteyerek konuşmak. Düşünmek ve sakinleşmek için zaman kazandırır. x.Kendimize yakışan şekilde davranmak. Kurban psikolojisine girmemek.
y.Beklentinin stresinden kurtulun, beklentinin esiri olmayın. Kimseyi değiştiremezsiniz. İnsanları olduğu gibi kabul edin. Kararlı olup; hayatınızda ki yerine yakınınızda; ya uzağınızda yer verin. z.Etiketleme alışkanlığından kurtulun. aa.Öfkeden pozitif bir şekilde faydalanabileceğinizi düşünün. Öfke ego kaynaklı ise onu nefsini terbiye etme fırsatı olarak değerlendirmelidir. Bunu yapan kişi yaşamı boyunca sürekli bir gelişim süreci içinde olur. Nefsini terbiye etmeyen ise bir çatışmadan öbürüne savrulmaya mahkumdur. Hatalarınızı kabul edin ve bir deneyim olarak algılayın. Öfke yönetildiği takdirde öfkenin enerjisini pozitif hale dönüştürerek eğitim gibi, öğrenim gibi, sorumluluk bilinci gibi, beynimizi kullanmak gibi, kendimizi tanımak gibi kişisel gelişimimizi olumlu etkileyecek çok önemli eğitimler almış oluruz. ‘’Bana bu öfkeyi yaşatan hatamı nasıl düzeltebilirim?’’ Öfke bu soru üzerine beyin jimnastiği yaptıran, insanları tanımaya yardımcı olan, insanlar hakkında karar verdiren ve en önemlisi öfkenin uyarıcı dürtülerini hissederek hayatına yön vermenin ne demek olduğu bilincini hissettirmesidir. Çünkü öfke hafızada önemli izler bırakır. Öfkenin bıraktığı izlerin acı uyarıları bizi bilinçaltı yönlendirdiği gibi doğru kararlar vermeye zorlar. Çünkü yaşananlar yıllar geçse de etkisi devam edebiliyor; böyle bir acının tekrarının olmaması içi ‘’bir daha bu hareketi’’ yapmamaya yöneltiyor. bb.Başımıza gelen olaylarda başkalarını suçlamayıp; doğal refleksle bu işte bir hayır olabileceğini düşünmek; Her durumu bir çözümü olabileceğini düşünmek ve nasıl çözebileceğimize odaklanmak gerekir. cc.Öfkeli, kızgın ve stresli anlarda önemli kararlar vermemek gerekir dd.Kendinize bireysel motivasyon yöntemleri belirlemek ee.Düzenli uyku, erken yatıp, erken kalkmak. Ön yargı, nefret ekilen yerde, pişmanlık biçilir. Bir kere geldiğimiz bu dünyada hepimiz mutluluğu hak ediyoruz. Biz mutluluğa değeriz. Mutlu olabilmek için önce kendimizin lideri olabilmemiz gerekiyor. Kendimizin lideri olabilmek duygularımızın lideri olmaktan geçiyor. Ve karar vermemiz gereken nokta şu ki hayatımızı başkaları mı? Biz mi? Duygularımız mı yönetecek? Yoksa biz mi duygularımızı yöneteceğiz? İşler yanlış gittiğinde suçu başkalarında arayıp, mazeretlere mi sığınacağız. Öfke yönetiminin olmayışı; insanın kendini koruma becerisinin yara almasıdır. Öfkelendiniz! Şöyle bir düşündüğümüzde peki görünen sebep midir sizi öfkelendiren. Kendi eksikliğimiz; haksızlığımız, üste çıkma çabası vb olabilir mi? Evet gözlerimizi kapatalım ve negatif düşünce her geçişinde kendimize, ’’Bu düşünce nereden doğuyor?’’ diye sormaya başlayalım. İnsan öfkesini anlayarak gelişir. Gökkuşağının renkleri gibi hayatımızda ki duygularımız. Gökkuşağının renkleri arasında dans etmeninin zamanı gelmedi mi? Yenilik, değişim ve gelişim bilincinin farkında olarak; değerlerle ve bilinçle duygularımızı yönetebilmek sürecinde; farkındalığınıza hangi düşünce ulaşırsa ulaşsın, kendinize, o düşünce nereden doğuyor?’’ diye soralım! Özümüzde barışıklık var! Var mısınız kendinizden özünüzü doğurmaya? Gönlüne kin koyan karşısında bir düşman bulur, aşk koyan dost bulur.
şUBAT 2019
Hayat bir arada güzel! Dostça kalın!
21
22
Å&#x;UBAT 2019
‘’Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı’’
Cemal Süreya
şUBAT 2019
Sağlıklı ve mutlu bir hayat yaşamak için güne kahvaltıyla başlayın...
23
24
Å&#x;UBAT 2019
25
Å&#x;UBAT 2019
26
Å&#x;UBAT 2019
27
Å&#x;UBAT 2019
Haber : Erdinç Yıldız
şUBAT 2019
Haber Radyo Genel Yayın Yönetmeni Cumhur Kocaoğlu’nun ‘Radyoların yıllardır beklediği, bir türlü olmayan radyo frekans tahsisiniz için çok önemli adımlarını var, bunlar nelerdir’ sorusunu cevaplayan Radyo ve Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği (RATEM) Başkanı Yusuf Gürsoy, “25 yıldır yayın yapan hem radyo ve televizyonlarımız bir yasal mevzuat konusunda sıkıntı yaşamaktaydılar. 95 yılında kanunla radyo ve televizyonlar yasal statüye kavuştu. Kullandığımız kanal ve frekanslar sınırlı bir alanda idi. Bunları kullanırken lisanslı olması lazım, adımıza tescil edilmesi lazım. İhale yapılarak yapılıyordu. 25 yıldır bir ilerleme olmamıştı. Biz bu frekansların belirli bir ücret dâhilinde tahsis edilmesi üzerinde çalışıyorduk. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı Ömer Fatih Sayan, RTÜK Başkanı İlhan Yerlikaya’nın katılımıyla 27 Aralık Perşembe günü verimli bir toplantı gerçekleştirdik. 23 Aralık’ta RTÜK tarafından sıralama ihalesi yayınlandı. Bu yönetmelik ihale yapılmasını öngörüyordu. Bunun artık yapılmasının zor olduğunu paylaştık. İstanbul kaynaklı bu sorunun çözümü içinde gelişmeler kaydettik. Bütün yayın kuruluşlarının kullandıkları mevcut frekanslarının tahsis edilmesi konusu Çamlıca Kulesi’nden yola çıkılarak uygulanmaya başlanacak. Çamlıca Kulesi yayıncıların önemli sorunlarını çözmekle beraber Türkiye ve İstanbul için önemli bir proje olacak. Çamlıca Anten Kulesi’nden 100 radyomuz yayın yapacak ve Çamlıca Kulesi’ndeki kapasite problemi böylelikle çözülecek” dedi.
28
29
Å&#x;UBAT 2019
30
Å&#x;UBAT 2019
31
Å&#x;UBAT 2019
Å&#x;UBAT 2019
32
Haber : Yasir Baba
33
Å&#x;UBAT 2019
ล UBAT 2019
Rรถportaj : Yasir Baba
34
35
Å&#x;UBAT 2019
36
Å&#x;UBAT 2019
37
Å&#x;UBAT 2019
38
Å&#x;UBAT 2019
39
Å&#x;UBAT 2019
İnternette bir video gözüme ilişmişti. Ormanlık bir manzara görüntüsü vardı ekranda. Netli¬ğini ifade ede¬bilmek için “Cam gibi” deyimine tam örnek bir resimdi bu. Daha sonra bilmem kaç megapiksellik bu görüntüde ayrıntılara doğru bir akış başladı. Ağaçları, çalıları, dalları, bu¬dakları derken kocaman bir uçurumun ağzında sivri, kocaman, kayalık bir tepenin üzerin¬de oturan adrenalin tutkunu bir insan geldi ekrana. Hayret edilecek derecede net ve te-mizdi gö¬rüntü. Mikroskop altında gö¬rünmeyi görünür eden bir düzenekle karşı karşıyaydık sanki.
Öykü, yaşamın bire bir de olsa, kurguyla da olsa dile getirilişi olarak tanımlanır. Kimi öykücü görünen manzara üzerinden yazar öyküsünü. Derinliklerindeki uçurumun ucundan kendi dünyasını yaşayan o yalnız kişiyle ilgilenmez. Kimi, manzarayı yavaş yavaş terk ederek iner yaşamın derinliklerine doğru. Ve o uçuru¬mun ağzında bilmem hangi duygularla ve bil¬mem hangi gizemli sarhoşluklarla kendinden geçip dünyaya meydan okuyan o insanı başlar ayrıntılı bir biçimde didiklemeye.
Sermin Şahin
Bu bir bakıma yaşam denen gerçeğin ufacık bir bölümünün masaya yatırılıp misroskop merceğinden izlenerek kayıt altına alınmasıdır. Semrin Şahin de yaşamın fark edilmeyen kü¬çük kesitlerine el atıp ayrıntılı merak duygusunu uyararak ve duygusal bir yü¬rekten süzerek iliştirir sayfalarına. Onun öykülerinde kişiler bile ayrımlı yanlarıyla, duygusal yoğunluklarıyla psikolojik ayrıntılarıyla bedenlenir. Dış görüntülerden çok iç çözümlemeler öncelikli olarak dile getirilir: Örneğin: “hayaller düşlere dönüşmeden mi insan vazgeçer. Yoksa yaşın getirdiği olgunluk umut-ları süpürürken hayalleri de mi götürür? Yüzündeki ince çizgilerden belli yanıtı. Bakışla¬rın sönük, gözbebeklerin ardındaki derin umutsuzluk. Ruhun bir prizmadan geçmiş ve sen saklı-yorsun bunu.”
şUBAT 2019
Toplumu baskıcı yöntemlerle idare etmeye çalışan işbirlikçi sömürü düzeninin uşağı yö¬neti-cilere başkaldırısı her satırda kendini belli eder. Açıkça demese de yüreğinize, damar¬ları¬nıza ve en küçük hücrelerinize bu sızıyı duyumsatır. Sorunların nedeni olmadığı halde sorunlarla iç içedir hep. İnsanlar aç kalmasın ister, ço¬cuklar ağlamasın, kadınlar ezilmesin, aşağılanmasın, öldürülmesin ister. Her noktada so¬rum-luluk yüklenir üstüne. Sanatçı her ne kadar “Yazdıklarım benim yaşamım değil, hepsi Susanlardan olmamanın sorumluluğuyla sarılır kalemine. Elinden birer kurgudan ibaret-tir…” diye savlasa da bunun böyle olmadığıgeldi-ğince, dilinin döndüğünce sorumlu aydın olmanın duyarlılığıyla nı kendisi de bilir. Belki açık ve net olarak görün-mese de kaleme örüverir öykülerini. Öyle akıp giden macera dolu olayların aktarımı alınan yapıt yaratıcısının izlerini taşır. Tasavvufa göre insan, Tanrının özünü içinde taşır. Bu özün zıtları öyküler değildir onunkiler. İnsan ruhu, bilinci ve alabildiğine derin psikolojik dünyasıyla biçim bulur öyküleri. “An” dediğimiz zaman için¬deki da verilmiştir ona. Dış¬tan baktığınızda kötülükler, çirkinlikler ve minnacık bir kesitin dantel dantel işlenen ayrıntılarını, en ince biçimde günahkârlıklar içinde yüzen zayıf bir varlık olarak görünse de özündeki güç sınırsız Tanrısal bir güçtür. Yapıt yazar ilişkisi de böyledir. Bu gözler önüne se¬ren bir anlatımın mimarıdır Semrin Şahin. yö¬nüyle “Kadın Olsaydınız Anlar mıydınız” öykü kitabında Semrin Şahin’in duyarlı, ezgin ama savaşımcı yüreğini apaçık görmekteyiz.
40
Öykülerini okuduğunuzda ummanlar aşmazsınız, kentten kente uçmazsınız, olayları ala-bildiğine devinimli bir biçimde yaşamazsınız; ama ol¬dukça dolu, doygun ve daha bir derin düşüncelerin ağırlığıyla kalkarsınız masanızdan. Olayların peşinden merakla koşuştur¬maz sizi bu öyküler. Doğrudur yine de bir yönelim, bir gidiş, bir gezi vardır bir yerlere. Ama bu gidişin mekânı insanın uçsuz bucaksız iç evrenidir. Semrin Şahin, işte bu uçsuz bucaksız ev¬renin hem gezgini, hem kaşifi hem de orda mekan tutan çevre sakindir. Dikenli, taşlı, kurak ve acılarla bezenmiş bir yoldur bu. Acı çekenler vardır. Acı ve¬renler yanı başındadır. Çarpık düzenin insanlara dayattığı bu çileli yaşam biçimindeki adalet¬sizlik karşı-sında ezilenden yana olmanın dirençli bir kişisi olarak kendi safını seçer. Gücünü kale¬minden alır. Sistemsizliğin dayatıldığı bu düzene başkaldırı bir savaşsa, bu savaşın en kutsal silahı da kalemidir öykücünün. Bunu öykülerindeki her satırda bazen açık bir biçimde çoğu da öykü içine serpiştirilerek eritilmiş düşünceler biçiminde görebiliriz. “Kadın Olsaydınız Anlar mıydınız” on iki öyküyü içeriyor. Altmış dokuz sayfa ve Ala-karga yayınları tarafından 2014 yılında yayınlanmış.
Acılar, hüzünler, çaresizlikler bir ana yüreği doygunluğuyla oldukça yoğun duyguları içerecek bir biçimde aktarılmıştır satırlara. Toplumcu gerçekçi bir bakışın olmazsa olmazı olan ezenden değil, ezilenden yana olma ve kavganın en ön saflarında onlarla el ele kol kola insanlığın savaşını verme tutkusu hiç eksilmez öykülerinden. Ayrıntılı ve nesnel sayılabilecek durum tespitleri yaparken bile yönünü ve safını belli etmekten kendini sakınmaz. İşte bu yüz¬den betimlemelerindeki kişilik çözümlemeleri alabildiğine ayrıntılı ve kendi yaşamından dev-şirilmişçesine canlı ve hareketlidir. Çoğu yerde böylesine kristalize bir biçimde aktarılan duygular şiirsel bir anlatımla imgeli dizelere de dönüşür: “Gecenin karanlığı büyürdü içimde…/ hüzünler asi, yakıcı; gün ağır, rutubetli…/ ölüm kokuyor her yan, isli bir ölüm “ “Kayboluş/ s13 ” adlı öyküsünde belli bir olay yoktur. Yalnızca bir kadındır konuşan. Yoksa er¬kek mi demeli? Aslında her ikisi de. Aslolan insan değil midir? Dış betimlemeler yoktur. An¬latı¬cının dış görünümü hakkında herhangi bir anlatım yoktur. Olanı da: “Gözlerin-deki si¬yah pı¬rıltıdan, dudağının kenarındaki yamuk çizgiden, titreyen ellerinden…” cümlele-rinden iba¬rettir. Sanki bir bedende iki insan konuşmaktadır. Ama aynı dilden konuşmaktadır. Yaşam hep tek¬düzedir. Öyküye adını veren başlıktan da bunun bir kayboluş öyküsü olduğu belirlen-mek¬tedir. Ertelenen mutluluklar, yaşanan umutsuzluklar, isyanlar, yaşanan aykırılıklar, sonra içten içe yapılan hesaplaşmalar. Bütün bunlar insan denen bu alabildiğine karmaşık yapıdaki canlı¬nın özünden kopartılarak istemediği bir yaşam girdabı içinde un ufak edilerek yavaş ya¬vaş kay¬boluşu dile getirilmektedir. İki farklı kişi konuşuyor olsa da bu iki kişinin aslında aynı bedende yaşadığı ve ona yaza¬rın kendi sorgulamalarıyla can verdiği duyumsanmaktadır içten içe.
“Bu bencillik belki de buyurganlaştırıp süreğen mutsuzluğa sevk etti seni. Bunlar senin dü-şüncelerine ters bilmez miyim? Bireyselliği toplumsallıktan öte tutuyorsun bütün bencilli¬ğinle. Ama bana göre büyük bir yanlış bu.” Cümleleri yazarın öyküye özellikle yerleştirdiği iki farklı dünyanın kavgasından yansıyan aşılamaz çelişkilerdir. Yazar tarafsız görünse de karşı yanı bireysellikle suçlayıp karşıt düşünce olan toplumculuk olgusunun yanında kalemini ko-numlandırıyor. Toplumculuk/bireycilik çelişkisinin aktarımında: “Bireyselliği toplumsal¬lıktan öte tutuyorsun bütün bencilliğinle. Ama bana göre büyük bir yanlış bu.” Sözleriyle kendi ya-şam görüşünün derinliklerin kök salan düşüncelerini karşı yandaki kahramanı hırpa¬latarak açık ediyor. “sanrıların gölgesinde/ s17” öykü yine bir kadının acıklı yaşamını anlatıyor. Arife, ruh¬sal yıkıma uğrayarak hastalanmış biridir. Çocuğunun ölecek olması düşüncesi onu çılgına dön¬dürmekte¬dir. Hastaneye yatıp tedavi olma düşüncesine de çılgınca bir direnişle karşı koy-maktadır. Her ne kadar psikolojik sıkıntıları bir kadının abartılı korkuları derinlemesine anlatılı-yormuş gibi görünse de, yazar açık etmese de inceden inceye mesajını da yerleştirir öyküsü¬nün kılcal damarlarına. Kahraman bir kadındır ve yaşam içinde ezilen, küçümsenen, kendi özüne uygun kimliği hep kısıtlanandır. Bu yüzden yaşanır bu yürek burkan öyküler. Kadının hastalığından söz edilir; ama arkasındaki sorunlar yumağı açıkça söylenmese de okuyucunun bilinçaltına işlenir inceden inceye.
şUBAT 2019
İlk öykü “Ölüm Kuyusu/ s9” adını taşıyor. Son zamanların toplumsal kangren yara-ların¬dan biri olan yer altı maden işçilerinin yaşamlarına parmak basıyor. Soma’da ölen yüz¬lerce kömür işçisinin ruhlarına sinen çaresizliği; bile bile ölüme gidişin onursal fedakârlığı ve çoğu kez yaşama gözyaşlarıyla bezeli; ama alışkın bir baş eğişle bakışın izleri yoğun olarak hakim¬dir öykünün içeriğine: “Ya dedem gibi babam da derdim içimden. Ya onu da maden alırsa..,/ kömür ölüm de-mekti senin için./ ölüm kokuyor her yan, isli bir ölüm…” Yine de bir sorgulama içindedir kahraman. Aslında tüm gerçeklerin içinde ve de olan bitenin farkındadır. “Ama ben biliyorum ki kader değildir ölüm. İç içe geçen soğuk bir zaferdi ihmalkâr-lık.” Ama her şey bile biledir, göz göre göredir. Kahramanlar hep bir çıkmaz içindedir. Ve hepsi de çaresizliğin acıtan döngüsünde bu ka¬derimdir diyerek yavaş yavaş salar kendini o öğütücü kader sarmalının keskin dişleri ara¬sına. Baba grizu faciasında ölür. Birkaç gün yas tutulur falan derken gerçeklerin o buz gibi soğuk yüzü bir sabah çalar kapıyı. Baba ölür işi oğluna kalır. Artık ölüm sırası oğluna gelmiş¬tir. Or-tada doyurulması gereken bir aile vardır ve artık sorumluluk üstlenmenin zamanıdır. “Erkek adamın anasına bakması lâzım geldiğinden dem vurdu. Sustum. “Babanın işi seni bekler.” dedi.
41
“sayıklama/ 23” öyküsünde bu kez ruhsal sağlığını yitiren ana/oğul ikilisi kahraman ola¬rak karşı¬mıza çıkar. “Halatı kesmeye çalışan bir bıçak sesi duyuyorum önce… / Annemin bu halleri o lanetli de¬niz kasabasında başladı biliyorum…/ başı kopmuştu babamın ve ölümüne iş kazası dedi-ler…” Babaerkil bir ailenin yaşam savaşında babanın bu savaşı ölümlü bir kazayla yitirme¬siyle başlar öykü. Çocuk bu ağırlığın altında ezilmiştir. Bir zaman sonra aslında babasının öldürüldüğünü ve katillerini öldürüp intikamını alması telkin edilir ona. Daha çocuktur, ya-pamaz. Bu haber anneyi ve oğulu psikolojik açıdan alabildiğine hırpalar ve ruhsal yıkılışın derin kuyularına daha bir batırır. Öykü bu iki kahramanın yavaş yavaş yok oluşunun öykü¬sünü acıklı ve derinine iç çözümlemelerle aktarır okuyuculara. Yazar:“Başı kopmuştu babamın ve ölümüne iş kazası dediler.” cümlesinde asıl söylenmek isteneni vurgulamaktan geri durmaz. Tedbirsizliğin, vurdumduymazlığın ve insan yaşamına karşı duyarsız kalan kapitalist düşüncenin aymazlığı ağırlıklı olarak belirtilir. Bu bir toplum¬sal sorundur ve görmezden gelinemez düşüncesi küçücük bir cümleyle; ama sorumlu bir yazar duyarlılığıyla öykünün ana düşüncesine hakim kılınır. “buğu ve koku/ s29” Babasının ölüm döşeğinde olduğunu öğrenince yıllar önce terk ettiği evine ve ailesine dönen bir adamın geçmişe olan özlemini anlatır yazar. Geçmişini sorgulayan anla¬tıcı/kahraman babasının son nefesine yetişemez ve dağılan ailesini toparlamaya çalışır. Anne¬sine kol kanat germesi gereken kişi kendisidir artık:
şUBAT 2019
“Annem yanıma geliyor. İyi birer anne baba olmadıklarının farkında… Bense iyi bir ev¬lat düşüncesinden soyunalı yıllar olmuş. “Ne zaman gideceksin?” diyor/ … Sen kovana kadar kalırım istersen, diyorum. Aynalar parlıyor her yerde. Ben pencerelerde bir damla su oluyorum, annemse koku… Buğu ve koku karışıyor birbirine. Ansızın toparlıyor rüzgâr bizi.” Öyküde betimlenen eşyalar bile insan ruhunun birer aynası gibi öylesine kanlı canlı bir biçimde yan¬sırlar satırlara. Gözlemci bir bakışla kolayca seçebilirsiniz bu gerçekliği. “yanında duran altın mineli boyun saati, sedef kakmalı yüzüklük asil bir hayattan ge-riye kalanları yansıtıyor. Sahipsiz kalan durağan eşyaların yalnızlığını mı, yoksa insanların yok oluşu karşısındaki acizliğini mi gözler önüne seriyor ….s/30” “ses/sizlik/ s35
42
Öyküde psikolojik rahatsızlıkları olan bir kızın sanrılı yaşantısına ortak oluruz. Sesler duyar kız. Annesini, kardeşi Hayri’yi intihar etmeye zorlayan şey onun etrafındadır şimdi. Bir babası bir kendisi kalmıştır geride. “Gelecekler…” diyor içimdeki ses. “Bu sefer baban için gelecekler...” Kız hep bun¬dan korkarak yaşıyor ve onları görüyor etrafında.
Seslerini duyuyor ve “Ses/sizlik” deyip kaçı¬yorlar diyor.” Yine çaresizlik içinde bunalımlarla boğuşup ruh sağlığını yitiren zavallı bir kadındır öy-künün kahramanı. Beyinsel aktivitelerindeki bozulmalar yüzünden psikolojik krizlere girip sanrılar (halüsinasyonlar) görmektedir. Tedavi yöntemleri de bilgisizliğin ve çaresizliğin yol verdiği ölçüde başkalarının sömürüsüne açık bir biçimde uygulanır. Bu yöntem çağın gereği olan hastane ya da doktor kavramlarıyla değil, üfürükçü hocaların sömürüleriyle bulandırılmış sapık üfürükçü yöntemleridir. “Hoca Efendi, gün aşırı uğruyor; ama bir gram iyileşme yok./ … Eve gelen hocaya söy¬ledim sonunda, onları sürekli gördüğümü. Tespihini daha hızlıca çekmeye başladı.” Çevrenin bakış açısı da önemlidir bu arada. Kahramanın hastalığına bir deva bul-maktan öte başka konulardaki düşünceleriyle katılırlar öykünün akışına. “Kimse evlenmez artık bununla…/ her gece odunluğa gidiyormuş baksana! Kim alır bunu!” Öykü bu anlamda sanrılarla örülmüş olay örgüsüyle merak unsurlarını ön planda tutmayı ba¬şaran bir öyküdür. “bir bilseniz/ s39” “Bir Bilseniz” diyaloglardan oluşan bir öyküdür. Yatalak bir adamla karısı arasında ge¬çen olaylar sadece konuşmalarla okuyucuya verilmiştir. Böyle olunca da okuyucu boşluk¬ları zihninde kendisi tamamlayarak öyküye aktif olarak katılır. Öykünün kahramanı İsmet Efendi yatalak bir hastadır. Bakımı karısının üzerindedir. Karısı, görüntüde onu hoş tutmaya çalışsa da özde bir an önce onun ölümünü beklemektedir. Kocasının ölümü bir kur¬tuluş olacaktır onun için. Kadın kocasının ölümünü bekler, adam ise karısının yaptığı her şey¬den haberdardır. Hastalığından çok, sık sık tanık olduğu bu durumlar yaralar İsmet Efendi’yi. “Eski karın hiç aramıyor. Çocukların da. Bana muhtaçsın muhtaç, kabul et. Ne tehditi. Ben tehdit etsem böyle mi ederim. Seninle oyalanmam. Şimdi yat uyu. Misafirim gele¬cek.”/ Öldün mü yoksa. Öldü mü şimdi bu? Kurtuldum mu yani? Şükürler olsun! Ohhhh! Ne mi dedim, bir şey demedim. Ah İsmet Efendi! Korkuttun beni, sana bir şey oldu san¬dım./ Ah İsmet Efendi ahhh! Öldü sandım. Ne de korktum bir bilseniz…” “herkes adına ölmek/ s43” Gezi direnişçilerine ithaf edilen bir öyküdür. Öykü boyunca en son ölen çocuk dire-nişçi¬nin diğerlerine katılması yine sadece konuşma yöntemi kullanılarak yorumu okuyucuya bıra¬kılmıştır. Yazar tavrını net bir şekilde ortaya koyar bu öyküde. “Belki de kendi seçimlerimiz herkes adına ölmek. Sen ve diğerleri gibi… Bizim içi¬mizde ya¬nan ateş bütün yüreklerde aynı anda parlayıp çoğalıyor aslında. Bundan
belki de direnen¬ler hep en önde ipi göğüslüyor.” Ortada bir direniş vardır. Baskıcı yönetimlere, sömürüye, adaletsizliklere, özgür bir dünya özleminin karşısında duranlara karşı verilen bir direniş. Ucunda hapishaneler, işkence¬ler, daha da ötesi ölümler vardır. Bütün bunlara rağmen bu direniş safını oluşturanlara zorunlu bir görev gibidir bütün bunlar. “Aydınlığı gören gözlerin, karanlığı ışıtma görevi var, derler. Ne kadar gerçek.” Satırlar ilerledikçe bu ülküler uğruna ölüme gidişler daha bir yüceltilir: “Aslında yaşam da biz de kazandık. Milyonlarca yürekte yaşıyoruz, bu en büyük ka-zanç değil mi? Öykünün sonu ölenlerin aslında yaşadığı savıyla noktalanıyor. Hatta “ölüm” öyle sı-radan bir söylemle değil destansı ve şiirsel bir dille ve de doğanın tüm benliğiyle derinine iç-selleşti¬rilerek kutsanıyor. “Güneş doğdu. Işıl ışıl ortalık… “Çocuk yaşıyor.” dedi çiçekler. “Hayır” dedi kelebek. “Yapraklarımda…”dedi ağaç. Rüzgar hafif hafif neşeyle esti: “Yaşıyorlar aslında!”dedi. “Kadın Olsaydınız Anlar mıydınız?/ s47” kitaba adını veren öyküdür. Bir kadının aile içeri¬sinde ve toplumda yaşadığı öteki cins olmanın zorluklarını anlatmasıyla feminist izler taşır. Erkekleri ve hayatı sorgular kadın. Boşanmak için karşısına çıktığı hakime de sorar : “Kadın olsaydınız anlar mıydınız Hakim Bey?” Bu soru, öykünün özetidir de bir bakıma. Evrenin var oluşundan bugüne insani kimliğiyle toplum içindeki yerini bir türlü kaza-na¬mayan kadının, yazarın dilinden bu olguyu sorgulaması ve sesli bir biçimde dile getirmesi¬dir. Bu kadın gözünden bir sorgulamadır. Ataerkil aile düzeninde evlilikler ve kadının edilgen bir konuma tıkıştırılması, yazarın bu öyküyü kaleme almasındaki en önemli etkenlerden biri¬dir. “Neden kadınlar değil de erkekler özel ilgi istiyorlar? Neden gitmesinden korkulan hep erkekler oluyor? Niye:”Kadınınızı kaybetmemek için…” diye başlayan bir yazı yazılmı¬yor?” “çatısız evler diyarı s/53” Çocukluk dönemlerinde yola ayrımsız çıkanlar, ülkenin içinde bulunduğu iki yüzlü yaşam kavgasının etkisiyle bir bir farklılaşmaya başlar. Siyasi kirlilik lanetli bir leke gibi çöreklenir eski dostların yüreklerine. Öykü kahramanının iç konuşmaları biçimiyle verilen bilgiler bu çözülmeyi ve nefretlerle beslenen bu birbirinden uzaklaşmaları açık ve net biçimde ortaya konur.
“Omzunda Elif için ağladığım gün, onun hep yanımda olacağına, yollarımızın hiç ay¬rıl-mayacağına ne kadar inandırmıştım kendimi.” “Eski komünistlerin hiçbiri yok ortalıkta” diyor, başını memnuniyetle sallarken. Tik-sini¬yorum. Hangi ara karşıt düşünceleri benimsedik? Bilmiyorum. Net olarak söylenmese de on iki Eylül öncesi yaşanan toplumsal örselenme-ler/yaralanmalardan söz edilmektedir. Çocukluklarında dost, kardeş gibi yaşayanlar zamanla sağ ve sol kavramlarının bir yanında saf tutarak karşı tarafı düşman olarak bellemişlerdir. Ya-zar, karşıt olduğu düşünceye öfke kusup kinle sarmalanmış sözler sarf etmiyor; ama hangi yanda olduğunu duyumsatırken, ortadaki adaletsizliklere parmak basarak, sömürü düzeninin yanı başında ezenlerin, ezilenlerin en açık ve en çıplak gerçeklerle bezeli fotoğraflarını da ortaya koymaktan geri durmuyor. Bu arada dünün sağ/sol kavramlarıyla bölük pörçük edilen toplum katmanları dinci/ inançsız ikilemiyle hırpalanmaktadır. İnsanlar yine aynı biçimde birbirinden uzaklaşıp yabancılaşmaktan kendilerini alıkoyamamışlardır. Sömürü düzeninin dünü sağ/sol kavgası bugün yerini inançlı/inançsız saçma düşüncesine terk etmiştir. “Güneşin Toprakları/ s57” Bu öyküde, kaçırılan bilgi ve sanayi devrimi çerçevesinde Köy Enstitüsü ülküsü konu edilerek irdelenir.. Çocukla¬rını Köy Enstitüsüne gönderecek olan Hanife’nin öyküsünü duy-gulana¬rak okuruz. Vali’nin odasında halı var diye kirletmemek için ayaklarındaki lastikleri çıkartıp girerler odaya. Türk köylüsü onurlu ve düşüncelidir. Bize ters ve garip gelse de dev¬lete ve onun temsilcilerine bir saygının ifadesidir bu yapılan. Tepeden tırnağa yoksulluktur betimlenen. Ayrıntılı, tüm acınası fotoğrafıyla ve çare-sizli¬ğiyle. “Çitilerken kesilmesin diye donların lastiklerini söktü. Leğene koyup kül serpti üzerle-rine.” Köy Enstitüsüne yazılmak da çaresiz bir yoksulluğun dayatması sonucudur. Köylüle-rin ve okula yazılacak öğrencilerin iç dünyalarındaki duygusal çalkantılar ve dış betimlemeler ayrıntılı bir resim özeniyle aktarılıyor satırlara. “Üç çocuğunun geleceğini düşünmesi gerektiğini bilmesine rağmen içi yandı. Muhtar boğuk, sert bir sesle: “Mustafa öldü” dedi.”Sen hastasın” Bütün bu olumsuz aktarımlara rağmen öykünün sonu umuda ve inanç dolu güzel dü-şün¬celere bağlanır. “Güneşin toprakları insanlarıyla daha çok aydınlanacaklardı artık. Issız, sessiz, de-rin….Çağlayacaktı aydınlık” Bu, yazarın ülküsüydü biraz da… “Bahar Geçiyor Gönlümden/ 65” öyküde evde kalmış bir kızın duygusal gelgitlerine şa-hit olu¬ruz. Hayatı algılamasına ve evin içerisinde iç dünyasında yaşadıklarını anlatır anlatıcı. Sor¬gular hayatını kız: “İnsan bazen yıkımları uysallaştırmayı, günlük hayatın sıkışık duvarları arasında bir yol bulmayı, acı karşısında kendisi olmayı beceremez. İşte ben de bunu beceremiyorum. Her er¬keği potansiyel koca gözüyle görmekten vazgeçemiyorum.”
şUBAT 2019
Öyküler dönüp dolaşıp insana açılır. İnsani duyguları kapsar. Her bir öyküde kendi-miz¬den bir şeyler buluruz.
43
Å&#x;UBAT 2019
@uzmpsikologselinayseyhan
44
45
Å&#x;UBAT 2019
46
Å&#x;UBAT 2019
47
Å&#x;UBAT 2019
48
Å&#x;UBAT 2019
49
Å&#x;UBAT 2019
50
Å&#x;UBAT 2019
51
Å&#x;UBAT 2019
ล UBAT 2019
52
Rรถportaj : Yasir Baba
53
Å&#x;UBAT 2019
54
Å&#x;UBAT 2019
55
Å&#x;UBAT 2019
Eminim hepiniz Winne-the-Pooh’daki Eeyore karakterini biliyorsunuzdur. Bu karakterin en önemli özelliği devamlı olarak en kötü olayları düşünmek ve bunu dile getirmektir. Her ne kadar espri yeteneğine bulanmış bir olumsuzluk olsa da diğer Pooh karakterleri bu durumdan pek etkilenmezler. Ancak gerçek hayatta durum maalesef pek de böyle değildir. Benjamin Hoff, bunu Eeyore Etkisi olarak tanımlıyor. Olumsuz olanlarımız ya da bir başka ifadeyle olumlu olmayanlarımızın en önemli teorilerinden biri aslında realist olduklarıdır. Realist olmak ile aşkın bir hedefin gerçekleşebileceğini beklemek taban tabana zıt olaylardır. Çünkü önemli ve farklı hedefler/başarılar realist beklentilerin çok ötesindedir. Üstelik beklentiler kendi kendini besleyen olaylara gebedirler. Örneğin aracınızın tekerlerinden gelen bir sesi hemen arıza zannederek tamirhaneye götürürsünüz ve usta da size aracınızda mutlak bir arıza olduğuna inandıracak bir şey yapar ya da gerçekte zamanı gelmemiş olan balatalarınızı değiştirmek durumunda kalırsınız. Eğer beklentiniz bu kadar kötü olmasaydı belki de tekerleklerinizi iyice kontrol edip lastik dişleriniz arasında kalmış olan küçük taşı fark edebilirdiniz. Yani beklentilerimiz gerçekliği yaratır.
“Zaten elimden ………’ı da aldılar.” “Hep bana diğerlerinden düşük zam geliyor, sanırım daha da az çalışarak karşılık vermeliyim.” Bu düşünceleri sadece aklından geçirmez bir de diğerlerine aktarır ve onlar da benzeri düşüncelere girerler. Özellikle içinde olduğumuz ayı düşünürseniz ve istediklerinden ya da başkalarından düşük ücret zamlarını da hesaplamanıza katarsanız çok fazla çalışanınızın depresyonda ve negatif olabileceğini söyleyebilirim ama bunu beklentimize dönüştürmeden önce nasıl muhteşem bir ay geçireceğimize odaklanmak ve içinde olduğumuz krizin yakında biteceğini beklemek daha iyi bir duygu durumu yaratabilir. Zaten hepimiz birden krizin bittiğini düşünsek ve yeniden harcama eğilimine girseydik, kriz de beklentilerimize uygun olarak bitebilirdi. Ekonominin en önemli sürücülerinden biri beklentilerdir sonuçta. Kapıyı açıp dışarı çıktığında “Merhaba, Eeyore,” dedi Christopher Robin. “Nasılsın?” Hüzünlü bir şekilde “Kar hâlâ yağıyor,” dedi.
“Evet öyle.” “Ve dondurucu.” “Öyle mi?” “Evet,” dedi Eeyore. “Ama,” dedi, biraz yüzü aydınlanarak “Yakınlarda hiç deprem olmadı.”
şUBAT 2019
Bir başka olayda şirketinize yeni katılan birinin size sorun çıkaracağını beklerseniz sırf beklentinizi haklı çıkarmak için 100 doğrusu içerisinde tek bir hatasına odaklanabilirsiniz. Eeyorelar hep hayatımızdalar ve toksik etkileri var. Ancak onların bu durumunu gerçekten besleyen şey onların korkularıdır. Benjamin Hoff’a göre Eeyorelar bir tek şikâyet etmekten geri durmazlar. Aptalca görünme korkuları o kadar fazladır ki hiç adım atmamayı tercih ederler. Korkuları nedeniyle hiçbir şey yapmamayı umursamazlar ama aptal görünmekten korkarlar. Yani hiçbir şey başarmamak hatta bunu hayal dahi etmemek, aptal görünmeden hâllicedir.
56
Depresif duygu durumu genellikle bulaşıcıdır ve devamlı olarak birinden diğerine akar. Eğer karantinaya alınmazsa bir süre sonra herkes, işe yüzü önünde ve buruşuk bir suratla gelmeye başlar. “Bu şirket zaten bana hiç değer vermiyor ki!”
57
Å&#x;UBAT 2019
Ĺ&#x;UBAT 2019
Haber Merkezi
58
59
Å&#x;UBAT 2019
Bireyin başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok sosyal-toplumsal durumda belirgin korku ve kaygı duyması durumuna sosyal fobi olarak tanımlanabilir. Karşılıklı konuşma, tanıdık olmayan yabancılarla karşılaşmanın olduğu toplumsal etkileşimler, yemek yeme gibi bir şey yaparken gözlenme ve konuşma yapma gibi başkalarının önünde bir eylem gerçekleştirme gibi sosyal durumlarda olur genellikle sosyal kaygı... Çocuklar ve ergenlerde sosyal kaygı yaşıtlarının olduğu ortamlarda da görülmeli ve sadece erişkinlerle olan etkileşimler sırasında ortaya çıkmamalıdır ki sosyal fobi var diyebilelim... Sosyal fobide kişi küçük düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde ya da başkalarınca dışlanacağı-başkalarının kırılmasına yol açacağım düşüncesi ile olumsuz olarak değerlendirilecek bir biçimde davranmaktan ve kaygı duyduğuna ilişkin belirtiler göstermekten korkmaktadır. Sosyal kaygı oluşturan toplumsal durumlar çocuklarda ağlama, bağırma, tepinme, donakalma, sıkıca sarılma, sinme ve toplumsal ortamlarda konuşmamaya neden olabilmektedir. Bundan dolayı çocuk toplumsal durumlardan kaçınır, yüzleşmek istemeyebilir ya da belki yoğun korku ile bunlara katlanmak zorunda kalabilir. Sosyal korku, kaygı ya da kaçınma altı ayı aşan süreklilik göstermektedir. Diğer taraftan bu durum bir sıkıntıya, toplumsal ve okul ile ilgili alanlarda işlev kaybına neden olmaktadır. Bununla birlikte sosyal fobisi olan çocuklar evde kendi anne babalarıyla birlikteyken ya da yakın arkadaşlarıyla oynarken genelde normaldirler.
şUBAT 2019
Nedenler üzerinden gidersek…
60
Sevgili anne-babalar unutmayalım; tüm kaygılarda olduğu gibi sosyal kaygı da yüzde doksan yapısaldır, genetiktir, yani soya çekim vardır. Çok erken (0-3 yaş arası) dönem bakım veren, ebeveyn, özellikle anne-çocuk etkileşiminin nasıl olduğu ya da nasıl olamadığı da bu işin tuzu biberi... Belki anne farkında olmadan koruyucu, ketleyen, koruyan, girici ve kaygılı yaklaştı sürekli (ki annedeki duygu aynen çocuğa geçer) bu yüzden çocuk kendi gelişim düzeyine göre özerk davranma, bireysel baş edebilme ve kendi otonomisini kazanabilme fırsatı bulamadı ve bu donanıma sahip olamadı belki? Böyle bir sorunsalı olan çocuğun anne ya da bakım verenin olmadığı yerleri ‘’güvenli bir üs’’ olarak görememesi, kaygılı ve ürkek olması, çekingen ve sosyal kaygılı özellikte olması kadar doğal ne olabilir ki? Yine gelişimsel ve yapısal süreçlerin yetersizliği ile giden bazı durumlar sosyal kaygının başlaması ve sürekli olmasına zemin hazırlar. Özellikle iyi düzeyde işlevselliği olan yaygın gelişimsel bozukluk (YGB) olan çocuklar ve ergenler kendileri ile ilgili sosyal beceri yetersizliğinin ve iletişim atipikliğinin farkına vardıkları oranda zorluklarıyla yüzleşmek yerine kaçınmayı tercih ettikleri için sosyal içe çekilme, sosyal kaygı ve içine daha çok kapanmaya kurban gitmektedirler. Benzer durumlar davranışlarını ve
duygularını düzenleme zorluğu ve dürtüsel davranışlarla giden Dikkat eksikliği-Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) ve Özel Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG) olan çocuk ve ergenler için de geçerlidir. Çünkü bu durumlarda dışlanma, sosyal uygun ve yeterli baş etme zorluğu, strese karşı duyarlılık artışı ve olumsuzluk-sorunsal karşısında oluşan hayal kırıklığını tolere edememe (göğüsleyememe) (frustration intolerance) sonucunda benlik saygısı düşüklüğü, özgüven eksikliği, kendisini önemsiz-değersiz hissetme gibi sosyal kaygı bozukluğu öncülleri hızlıca ortaya çıkmaktadır. Erken dönemden itibaren tüm çocukluk ve ergenlik süresince yaşanılan travmatik olaylar, kaotik-örseleyici aile ortamı, yetersiz ya da uygun olmayan ailesel ve sosyal-çevresel destek sistemleri tüm kaygı türevlerini artırdığı gibi toplumsal ya da sosyal kaygıyı da tırmandırır doğal olarak... Diğer taraftan evde çocuğun mutsuz, huzursuz, uyarılmışlık sonucu gereksiz tepkisel ve öfkeli oluşu belki de sosyal kaygının kendisini yıldırmasının, tüketmesinin ve oluşan depresif ruh halinin eve taşınan ve yansıtılan tarafı olabilir mi? Ne dersiniz?
Neler yapılmalı Peki? İlk başta erken dönem ebeveyn-çocuk ilişkisi temel güven (güvenli bağlanma) zemininde oluşturulmalıdır. Sosyal fobiyi tetikleyen unsurlar tespit edilmeli ve ortadan kaldırılmalıdır. Bu mutlaka ebeveyn-eğitici-uzman psikiyatrist ya da terapistten üçlü sacayağının birlikte-multidisipliner yaklaşımı ve iletişimi halinde olması ile yapılmalıdır. Sosyal kaygıya neden olan ya da birlikte görülen çocuğa ait yapısal-gelişimsel durumlar (YGB, DEHB, ÖÖG vs) belirlenmeli, bu ilgili durumların sosyal kaygı doğuran tarafları iyileştirilmeli ve zorlukları desteklenmelidir. Sosyal kaygı ya da fobinin panzehiri sosyal beceri elde edilmesi ya da bu becerinin artırılmasıdır. Sosyal beceri ise sosyal etkinlikler yapma ve sosyal beceri eğitimlerini alma ile doğrudan ilişkilidir. Yani fiziksel-spor aktivitesini içeren, yaşıt grup katılımının olduğu, nitelikli, planlı, kuralları olan sosyal etkinlerin ayarlanması, yapılandırılıp çocuğa sunulması inanın sosyal fobi için ilaç gibi gelecektir. Çünkü bu etkinliklerdeki fiziksel aktivite beyin dopamin, serotonin ve endorfin miktarını ve işlevini artırmakta, bunlara bağlı olarak çocuk-ergen mutlu, rahat, keyifli, dikkatli olmakta, kendini yönetme, komleks-hızlı düşünme-karar verme, davranış ve duygularını düzenleme, otonomi kazanma işlevlerinde belirgin kazanımlar elde etmektedir. Diğer taraftan sosyal bir grup ortamı ve sosyal etkileşim sonucu sosyal beceri de artmaktadır.
şUBAT 2019
Tüm bunların bileşkesi olarak kendilik değeri ve özgüven yükselmekte, aktif, dışa dönük, uyum ve baş etme sorunu yaşamayan bir birey karşımıza çıkmaktadır. Hal böyle olunca sosyal fobinin minimize olmaması ya da tama yakın ortadan kalkmaması mümkün mü? Diğer taraftan sosyal yeterliliğini gören ve hisseden bir çocuğun anne ya da babaya olan bağımlılığı devam edebilir mi? Bireyselleşme-özerklik tavan yapmaz mı? Yine soruyorum, ne dersiniz? Bütün kaygı bozukluklarında olduğu gibi sosyal kaygıda da bilişsel davranışçı terapiler hafif-orta olgularda etkilidir. Sosyal kaygı oluşturan durumlara kademeli maruz bırakma ve yüzleştirme çocuktaki olası sosyal olumsuz koşullanmanın sönmesine ve duyarsızlaşmasına neden olmaktadır. Sosyal kaygının yapısal-nörobiyolojik tarafı olduğundan kaygı giderici ilaç tedavisi işlevselliği bozan orta-şiddetli durumlarda verilmelidir. Bakım verenin ve anne başta olmak üzere ebeveynin kaygılı duygusu çocuğa aynen geçtiği için ebeveynin kaygısına yönelik tedaviler, ailenin baş etme ve sorun çözme gücünü artıran terapi uygulaması, destek ve danışmanlık hizmeti sağlanmalıdır. Sonuç olarak; Sosyal fobi çocuğun özellikle sosyal hayatında belirgin kısıtlama ve işlev bozukluğuna yol açan bir sorunsaldır ve tedavi edilmediği takdirde sıklıkla erişkin yaşamda da devam etmektedir, bu nedenle tedavi ve takibinin doğru ve yeterli bir şekilde yapılması gerekmektedir.
61
62
Å&#x;UBAT 2019
63
Å&#x;UBAT 2019
64
Å&#x;UBAT 2019
65
Å&#x;UBAT 2019
66
Å&#x;UBAT 2019
Röportaj : Yasir Baba
şUBAT 2019
Fotoğraf : Murat Şenel
67
68
Å&#x;UBAT 2019
69
Å&#x;UBAT 2019
70
Å&#x;UBAT 2019
71
Å&#x;UBAT 2019
72
Å&#x;UBAT 2019
“ Şu gerçeği kabul edelim. Ülkemizdeki en tatlı koltuklardan biri, kulüp başkanlığı koltuğu… Ve elbet kulüp yöneticiliği… Harca harcayabildiğin kadar. Hesap soran yok çünkü. Kişisel olarak kaybetme riskiniz bulunmuyor. En kötü ihtimalle ceketinizi alıp gidiyorsunuz. Sadece kulübünüz ve ülke futbolu kaybediyor! Düşünün... Futbol ekonomisi olarak Avrupa’da çok güzel bir yerde bulunmamıza karşın, ülke futbolu olarak duvara çarptık. Sürekli kötüye gittik. Gelsin paralar, gitsin paralar... Sonra? Koca bir hiç... Son 10-15 yılda kaç yıldız futbolcu yetiştirdik? Alt yapıya ne derece önem verdik? Yok denecek kadar az” “Mevzuya diğer açıdan bakalım. Son 10-15 yılda kulüplerde kaç isim kendi rızasıyla başkanlığı bıraktı? Yine yok denecek kadar az. İşin trajikomik tarafı şu: Kulübünü borç batağına sürükleyen başkan, bazen terfi bile edebiliyor. Kimi, Futbol Federasyonu başkanlık koltuğuna oturuyor, kimi de Kulüpler Birliği Başkanı oluyor. Şu hususu da belirtmek gerekiyor. Ülkemizde “kulüp ağalığı” var. Başkanlık koltuğuna oturan bir isim, o koltuğu kolay kolay kaptırmıyor. Kaptırmamak adına pek çok atraksiyon yapabiliyor. Mevzuat ve kişisel ilişkiler, bu duruma müsait. Bazı delegeler muhalif mi oldu? Sudan sebeplerle ihraç ediliyor. Buna karşın... Çantada keklik gibi görülen delegeler el üstünde tutuluyor.
Öyle ki! Bu delegelerin aidatları toplu halde yatırılıyor. Her türlü ikram yapılıyor. Maddi ve manevi anlamda kendilerine pek çok destek sağlanıyor. Hemen her kulüpte benzer durumlar yaşanıyor.” “Basit bir örnek vereyim. Anadolu’da çok önemli bir kulübümüzün kongresi yıllar boyu 25-30 delegeyle gerçekleşti. Üstelik bu delegeler kimlerdi, biliyor musunuz? Mevcut başkanın, yakınları... Yani, eşi, çocuğu, akrabası başta olmak üzere belli isimler. Bu kulüp başkanı her seçim sonrası “Yine özgür irade kazandı” şeklinde demeç verdi. Söylememe gerek yok. Bu başkana muhalif olan yüzlerce isim, yıllar önce kulüp üyeliğinden ihraç edildi. Öyle ki, bu ihraç edilenlerin bir bölümü o kulübün tarihine adını yazdıran isimlerdi.” “Eğri oturalım, doğru konuşalım. Kerameti kendinden menkul kulüp yöneticilerinin bilgisizliği, yetersizliği ya da kötü niyeti sonucu bu kara tablo oluştu. Bu kulüp yöneticilerine çanak tutan veya hesap sormayan kişiler de elbette hatalıdır. Zamanında hesap sorulsaydı eğer, hangi kulüp başkanı, kulübünün parasını har vurup, harman savurabilirdi? Zamanında hukuki girişimde bulunulsaydı, hangi başkan bu derece fütursuzca davranabilirdi? Hangi başkan, sakat futbolcu için kulübün kasasından 20 milyon Euro’yu gözden çıkartabilirdi? Hangi başkan, kulübünün parasını kendi şirketine aktarabilirdi? Hangi başkan, kör parmağım gözüne dercesine hep aynı menajerle iş yapardı? Hangi başkan, 1 milyon Euro etmeyecek futbolcu için 10 milyon Euro’nun altına imza atardı? Hangi başkan, kulübün arazisini, yandaş isimlere peşkeş çekerdi? Hangi başkan, kulübü fakirleşirken, kendisi zenginleşirdi? Hangi başkan, güç zehirlenmesi sonucu taraftarı hakir görürdü? Hangi başkan, nasıl olsa yazıp çizen yok diye ipin ucunu koyuverirdi? Hangi başkan, kapalı kapılar ardından çevresini ihya ederdi? Hangi başkan, kulübünü bu derece bataklığa sürüklerdi? “Sonunda ne oldu? Kulüplerimizin büyük bölümü battı. Tefecilerin eline düşenler var. Bankalar kredi vermiyor çünkü. Çark dönmüyor artık. İşte kurtarma operasyonu başladı. Hem de devlet eliyle. Ve de futbolumuzdaki belli kişilerin kontrolünde! Bu operasyon ile ilgili olarak şimdilik şunu söyleyebiliriz: Kulüpler kurtulur mu bilinmez ama... Birileri mutlaka kurtulur!” Süper Lig ekiplerinin ‘batma’ noktasına gelmesindeki baş faktörlerden biri de menajerlerin elde ettiği kazanç. Teamül şu: Bir menajer, bir futbolcunun yıllık ücreti üzerinden yüzde 10 komisyon alıyor. Futbolcu yıllık 1 milyon Euro’ya imza attıysa eğer... Menajere 100 bin Euro. Sözleşme 4 yıllıksa... 400 bin Euro. İşin ana hattı bu... Her ne kadar yüzde 10 esprisinin pek çok detayı olsa da... ‘Aysberg’in görünen yüzü bu. Bir de... İşin cambazlık tarafı var. Öyle ki... Bu yüzde 10 komisyon, cambaz menajerler için adeta
fındık fıstık... Çerez. Asıl yedikleri çok daha değişik. Çok daha fazla... Çok daha insafsız! Nasıl mı? İzah edeyim. Ama... Önce önemle belirteyim. Az da olsa... Bu işi hakkıyla yapan dürüst menajerler de var elbet... Bu arkadaşları tenzih ederek... Soyguncu menajerleri anlatayım: Diyelim ki... Köln’den’den 1 futbolcu alınacak. Adı Hans... Köln bu Hans için 2 milyon Euro bonservis bedeli talep ediyor. Hans’ın istediği ise yıllık 1 milyon Euro. Ülkemizde hangi kulüp alacak bu futbolcuyu? Ataryemez! Cambaz menajer kolları sıvıyor. Çetedeki arkadaşlarıyla plan yapıyor. Bakın neler oluyor: Hans’a “Yıllık 1 milyon Euro istiyorsun değil mi! Sana 1,5 milyon Euro. Ama sözleşmene 2,5 milyon Euro yazacağız. Aradaki yıllık 1 milyon Euro’luk fark bizim olacak. 4 yıllık sözleşme imzalayacağız” deniliyor. Hans’a ayrıca “Senin için 2 milyon Euro da imza parası tahsil edeceğiz. Bu para da bizim olacak” uyarısı yapılıyor. Ohhh... Suyundan da koy! Hans kabul ediyor tabii. Niye etmesin ki! İstediğinin fazlasını alacak! Vergiyi de Ataryemez ödeyecek! Bitmedi. Bonservisi ne kadardı Hans’ın? 2 milyon Euro. Ataryemez’in kasasından 3 milyon Euro çıkartılıyor. Bu 3 milyon Euro, Köln’e veriliyor. Köln de bunun üzerine bizim cambaz menajere komisyon olarak 1 milyon Euro veriyor. Doğal olarak... Bu tür bir atraksiyon... Herkesin işine geliyor. Köln’ün kasasına hem sıcak para giriyor. Hem de yaşlı Hans’tan kurtuluyor. Toparlayayım... Taklacı menajer nasıl bir indiragandi yapmış oluyor! Futbolcu komisyonu olarak yüzde 10’dan 1 milyon Euro... Sözleşme ücreti üzerinden ekstra 1 milyon Euro’dan 4 yılda 4 milyon Euro... 2 milyon Euro imza parası... 1 milyon Euro da bonservis komisyonu. Ne etti? 8 milyon Euro! Tek bir transferde 8 milyon Euro! Bu miktar bazen 3 olur, bazen 5 olur. Ama genelde hep olur. Maalesef! “Şimdi merak edebilirsiniz, “Paranın hepsi menajerin cebine mi giriyor ”diye. Şunu unutmayın lütfen: İşini düzgün yapan yönetici ve teknik adamları bir kenara bırakalım ama... Bu tür önemli soygunlarda... O kulübün içinden ya da çevresinden... Çok büyük destek gelir. Ve sonra... Paylaşım yapılır. Aksi takdirde... Kimse aptal değil! Ülkemizde zaten menajerlik çetesi var. Hatta birkaç büyük çete var! Bu anlattıklarım... Futbolumuzun göbeğinde bulunan... Herkes tarafından... Çok iyi biliniyor. Gazete sayfalarını bir inceleyin lütfen... Ya da çevrenize şöyle bir bakın... Bu çerçevede... Çok sayıda transfere imza atıldığını göreceksiniz. Nihayetinde ben bunları... Bu camiada bulunan kişilerin çok önemli bölümü ile yaptığım yüzlerce görüşme sonunda... Kaleme alıyorum. Kulüplerimizin nasıl battığı konusunda sizlere yardımcı olabildim mi acaba! Atilla Türker’in anlattıklarına tümüyle katılıyorum, pe ki ya siz?
şUBAT 2019
“Trabzonspor değil mi, parasal anlamda inanılmaz zorluklar yaşayan bir diğer kulübümüz? Öyle ki, mevcut başkan Ahmet Ağaoğlu, kulübün adeta talan edildiğini sık sık dile getiriyor. Peki, ne yapıyor, eski başkanlar? Hani şu, içi geçmiş yabancı futbolculara ve cambaz menajerlere tonla para kaptıran eski başkanlar! Gayet iyiler. Ufak bir parantez açayım. Trabzonspor’da bir dönem menajerlere öyle paralar verildi, birilerine öyle paralar kaptırıldı ki, izah edilecek gibi değil. Diğer kulüplerimiz farklı mı sanki! Üç aşağı beş yukarı aynı”
73
74
Å&#x;UBAT 2019
75
Å&#x;UBAT 2019
76
Å&#x;UBAT 2019
77
Å&#x;UBAT 2019
şUBAT 2019
azalma görülmektedir. Tüm cilt tiplerinde etkilli ve kalıcı epilasyon için kıl köklerini hedef alan bir lazer tedavisidir. İpek Epilasyon, uygulama konforu arttırılmış cilt dostu bir uygulamadır.
78
79
Å&#x;UBAT 2019
80
Å&#x;UBAT 2019
81
Å&#x;UBAT 2019
82
Å&#x;UBAT 2019
83
Å&#x;UBAT 2019
84
Å&#x;UBAT 2019
85
Å&#x;UBAT 2019
86
Å&#x;UBAT 2019
87
Å&#x;UBAT 2019
şUBAT 2019
88
Hikayeler insanların yaşamlarında önemli yerler tutar. Bir insan doğduğu andan itibaren büyüklerinden hikayeler dinler. Psikologlar ve pedagoglar özellikle anne karnında iken bir bireye hikaye okunması halinde doğum sonrasında da çocukların bazı yeteneklerinin daha erken geliştiğini ifade ediyorlar. Bizim kültürümüz açısından da hikaye oldukça önemli bir yere sahip. Dede Korkut hikayeleri başta olmak üzere kültürümüzde önemli hikayeler mevcut ve bu hikayelerden hala da birçok şeyi öğreniyoruz. Peki, iş yaşamında hikaye bize sağlar? Ya da profesyonel meslek yaşantımızda hikaye bilmek, olayları hikayeleştirmek bize ne verir? Bir konferansa gittiğinizi düşünelim. Karşımızdaki insanın başarı öyküsünü dinlemek ve izlemek bize mutluluk verir. Kendimizi onun yerine koyarız ve hikayenin kahramanı ben olsam ne yapardım diye düşünürüz. Benzer şekilde bir TV veya sinema filmi izlerken de hikaye eğer güzelse bizi hemen etkisi altına alır ve filmi ya da diziyi izlerken kendimizi kaptırır ve zamanın nasıl geçtiğini anlayamayız. Bugünlerde Çukur dizisinde ya da Game of Thrones gibi yapımlarda bunu sıklıkla görüyoruz. İnsanlar dizinin gününü sabırsızlıkla bekliyor ve adeta gün sayıyorlar. Anadolu’da güzel bir deyim var. Yemeğin kabı değişir ise lezzeti de değişir derler. Yapmış olduğunuz yemek dünyanın en güzel yemeği olabilir ancak yemeğin sunuluş şekli kötü ise yemeği yiyen kişi keyif almaz ya da almış olduğu keyif sınırlı kalır. Dolayısı ile yemeğin kabını iyi ayarlamak gerekiyor. Benzer şekilde vermek istediğiniz mesajı nasıl verdiğiniz mesajın ne olduğundan daha önemlidir. Dolayısı ile olayları anlatma şekliniz mesajın karşı tarafça ne kadar anlaşılabilir olduğunu belirleyen en önemli unsurlardan birisi olmaktadır. Hikayeleştirmenin önemi tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. İyi
bir hikaye anlatmak sizin gördüklerinizi başkalarının da görmesini sağlayacak bir mini belgesel hazırlamaya benzer. Anlatacağınız hikaye öyle bir hikaye olmalı ki; insanlar o hikayeyi dinlediği zaman etkilenmeli, kalplerine dokunmalı ve size en muhalif olan kişinin bile içini titretmesine neden olarak sizin etki alanıza girmelidir. Etkinin gücünün artırılması için insanların sizin hakkınızda ne düşündükleri ve sizin hedefleriniz önemli yer teşkil etmektedir. Hikayenin etkisinin artırılması için dikkat edilmesi gereken en önemli unsurlardan birisi hikayede bütünlüğün bozulmamasıdır. Hikayenin içinden herhangi bir parçanın çıkarılması veya gereksiz detayların eklenmesi hikayenin cazibesinin yitirilmesine ve sizin de emeklerinizin boşa gitmesine sebep olur. Bu yüzden hikayeyi bilimsel bir makale haline getirmemek gerekir. Hikayeler doğru anlatıldığı zaman insanları istediğiniz yere götürürsünüz. Hikaye anlatırken dikkat edilmesi gereken unsurlardan birisi insanların gereksiz detayları dinlemek istemediği gerçeğini bilmekten geçer. Dijitalleşmenin yaşandığı günümüzde insanlar artık sadece ihtiyaç duyduğu bilgiyi ediniyor. Dolayısı ile en kıymetli varlık insanların zamanları ve siz gereksiz detaylar vererek inandırıcılığınızı yitirmeyin. İnsanlar artık akıllı telefonları sayesinde ihtiyaç duydukları bilgiye anında ulaşabiliyor. Dolayısı ile sizin anlatacağınız hikayede onların duymak ve görmek istedikleri şey “inanmak” tır. Yani insanlar size, yapacaklarınıza, inançlarınıza, değerlerinize inanmak isterler. İşte anlatacağınız hikaye bu unsurlar etrafında odaklanması gerekir.
Eğer satış işi uğraşıyorsanız hikaye anlatmayı iyi bilmeniz şart. Artık müşterileriniz çok daha bilinçli. Size mesleki eğitimlerde verilen itirazı karşılama tekniklerinin daha etkili olmasını istiyor iseniz hikayenin gücünün farkında olmanız gerekir. İyi bir hikaye anlatabilmeniz için kelime dağarcığınızın da çok iyi olması gerekir. Bu bağlamda
ister satışçı olun isterseniz daha alt/üst kademelerde çalışın bilmeniz gereken ilk temel kural okuyarak kendinizi geliştirme gerçeğinin farkında olmanız gerekmektedir. Bunun için mesleki yayınları okumak yetmez edebiyat, şiir okumak da size değer katacaktır. Okuyacağınız hikayeler, romanlar, şiirler sizin kelime hazinenize olumlu katkı vereceği gibi müşterilerinize anlatacağınız hikayenin de zengin olmasına vesile olacaktır. Hatta karikatür dergilerini okuyor olmak mizah anlayışınızın üst seviyelere gelmesine vesile olacak ve netice itibari ile hikayeyi mizahla süslemek hem görüşmenizin ya da toplantınızın daha güzel ve verimli geçmesine neden olur hem de sizi meslektaşlarınızdan daha değerli kılar. Bu bağlamda okumak sizi her şekilde değerli kılar. Akıldan çıkartılmaması gereken temel bir gerçek var. İnsanların satın almalarında fiyat birinci faktör değildir. İnsanlar için önemli olan şey “değer” faktörüdür. Değer ise müşterinin ödediği fiyat ile katlanmak zorunda olduğu maliyetin oranına tekabül eder. Yani müşteri açısından baktığımız zaman “attığı taşın ürküttüğü kurbağaya değip değmediği” veya “parasının karşılığını alıp almadığı” duygusunun yaşatılmasıdır. İnsanlara / müşterilere değerli olduğunu hissettirmenin en iyi yollarından birisi onları anladığınızı ve onlar ile empati yapabildiğinizi göstermekten geçer. Bunu yapabileceğiniz en iyi yol ise onlar ile iyi iletişim kurmak ve onlara doğru hikayeler anlatmak ile mümkündür. Bundan yıllar önce Van’da bir canavar ortaya çıktı. Aslında hepimiz Van’da canavar olmadığını biliyoruz. Van halkı şişme botlardan bir canavar yarattı. Canavarı gölün dibine bir batırdı bir çıkardı ve bunu da televizyonlarda haber yaptı. Şimdi bırakın ülkemizi başta İran olmak üzere dünyanın birçok yerinden insanlar Van’a gezmeye gidiyor, orada kahvaltı yapıyor ve en önemlisi de şehirde para harcayarak şehrin ekonomisine katkı veriyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Paris’te Eyfel Kulesi, ABD’de Özgürlük Heykeli sadece birkaçı. İşte bu örnekler yaratılan hikayelerin sonucunda oraya, o bölgeye dünyanın hemen her yerinden insanların gitmesine, fotoğraf çektirmesine, hediyelik eşya almasına ve birçok şeye katkı veriyor. İster bireysel olsun isterse kurumsal olsun ömrünüzün uzun olmasını istiyorsanız karşınızdaki insana/ müşterinize anlatacağınız hikayeniz olsun. Hikayeniz sonsuza kadar yaşasın.
şUBAT 2019
Braveheart filminde Mel Gibson’ın orduyu ikna etmek için yaptığı konuşmayı hatırlar mısınız? İnsanlar kendilerinden sayıca ve nitelik olarak çok daha fazla ordu karşısında onları yeneceklerine olan inançları yokken Mel Gibson konuşmasında onlara bir hikaye anlatır ve askerlerin karşı orduyu yenemeyeceklerine dair inançları değişmiştir. Bireylerin değiştirilmesi en zor şeylerinden birisi olan inanç bile doğru hikaye ile değiştirilebilir. Bu noktada insanların ihtiyacı olan şey aslında onların size inanmasını sağlayacak ve vaatlerinizi gerçekleştireceğinize dair umutlarını canlandıracak hikayelerdir. İnsanların en temel özelliklerinden birisi başkalarının hikayelerinin kendi hikayelerinden daha kıymetli olduğu gerçeğidir. Onlar da benzer şeyleri başarmış olsa bile başkalarının hikayeleri onlara daha cazip gelir. Buradaki temel nokta size karşınızdaki kişinin size inanması ve güvenmesidir. Anlatacağınız hikaye ile bunu başardığınız zaman iş/bireysel ilişkiniz çok daha derine iner. İşletme kitaplarında hep insanların akılcı davrandıklarını ve satın alma kararlarını verirken de rasyonel hareket ettiklerini anlatırlar. Özellikle son 20 yılda yapılan araştırmalar bize gösterdi ki insanlar satın alma kararlarını verirken akılcı değil duygusal davranıyorlar. Başka bir anlatımla insanlar duygularının etkisinde fazla kalıyor ve hissettiklerine göre ürünü satın alıyor ya da almıyorlar. İşte hikayenin gücünün bir özelliği de burada devreye girmektedir. İnsanlar ile duygusal bağ kurmanın yollarından birisi onlara doğru hikayelerin anlatılmasından geçmektedir.
89
90
Å&#x;UBAT 2019
91
Å&#x;UBAT 2019
92
Å&#x;UBAT 2019
93
Å&#x;UBAT 2019
94
Å&#x;UBAT 2019
95
Å&#x;UBAT 2019
96
Å&#x;UBAT 2019
97
Å&#x;UBAT 2019
98
Å&#x;UBAT 2019
99
Å&#x;UBAT 2019
100
Å&#x;UBAT 2019
101
Å&#x;UBAT 2019
şUBAT 2019
Haber : Ece Esin Gökyokuş
102
103
Å&#x;UBAT 2019
104
Å&#x;UBAT 2019
105
Å&#x;UBAT 2019
106
Å&#x;UBAT 2019
107
Å&#x;UBAT 2019
‘Sevgilimden ayrıldım canım çok yanıyor” Şemalar bebeklikten başlayarak gelişir ve yaşam boyu sürerler. Yaşam boyu çevremize uyum sağlamakta kullandığımız tüm düşünsel yapılar şemalara bağlı olarak gelişir. ‘Sevgilimden ayrıldım canım çok yanıyor’ diyen bir danışan için aklımıza gelen ilk soru neden bazılarının daha çok canının yandığıdır, bu durumda şemalarını fark etmemiz danışanımız için oldukça yardımcıdır. Erişkin yaşamda her ne kadar değişmez gerçekler olarak algılansalar da şemalar, özellikle çocukluk yıllarında ebeveynler, kardeşler ve akranlarla olan incitici deneyimler sonucu öğrenilirler. Çocuk, yaşantılarından bir şeyler öğrenip gelecek acılardan korunmak için çaba gösterdikçe daha da gelişirler. Örneğin, neden azarlandığını anlamayan bir çocuk daha sonraki azarlardan korunmak için nedenini anlamasa veya bilmese de, kendisini hatalı gibi hissederek başka hata yapmaktan korunmaya çalışabilir. Bu hatalı ve kusurlu hissedebilme konusunda gelişen becerisi, ilerideki yaşamında yaşayacağı tartışmalar veya kendini savunmak zorunda kalacağı durumlarda bir engelleyici olarak çalışacaktır. Aslında şemalar, çocukluk çağlarındaki incitici olayların sonucu olarak oluşur. Şemalar, kendini-sürdürücü özellikleri nedeniyle değişmeye belirgin direnç gösterirler. Yaşamın erken dönemlerinde geliştikleri için çok tanıdıktırlar ve kullanışları kolaydır. Şemanın tam tersi olaylarla karşılaşılsa bile kişiler ısrarlı bir şekilde şemalarının geçerliliğini korumak için gelen bilgileri çarpıtırlar. Örneğin “Kusurluluk” şeması olan bir yetişkin, kendisine defalarca sevildiği söylense bile kusurlu ve eksik hissetmeye devam edebilir. Şemanın değişimi, temel ruhsal düzenlenmeyi alt üst edebileceği için çeşitli düşünsel ve davranışsal hareketler şemayı güçlendirirler. Şemalar belirgin olarak işlevselliği bozucudurlar. Kişinin huzur ve çevresi ile olumlu ilişkiler içinde olma, özerklik, keyif alma ve kendisini ifade gibi temel ihtiyaçlarını karşılamasını ve diğerleri ile ilişkide sınırları fark edebilme becerilerini engellerler.
şUBAT 2019
Çocukluk Çağının Temel İhtiyaçları
108
Şemalar, çocukluk çağının temel ihtiyaçlarının ileri derecede engellendiği veya aşırı verildiği durumlarda ortaya çıkarlar. Çok fazla korunan ve aşırı ilgi ile büyüyen çocuklar, dış dünyadaki olası durumları daha çok tehdit olarak algılayabilir ve sürekli kendini korumaya çalışabilir. Dünyanın kendisi bu çocuklar / yetişkinler için oldukça tehlikelidir. Kendisini güvende hissetmek için çocuksa ebeveynine, yetişkinse de yine ebeveynine ya da kendisini yalnız hissetmemek için en yakınında bulduğu kişiye sağlıksız bağlanabilir. Temel ihtiyaçlar yeterince doyurulmadığında ise, hiçbir şeyi hak etmediğini, sevilmez biri olduğunu düşünebilir.Sistem; eğer annem-babam bana kötü davranıyorsa, ihtiyaçlarımı karşılamıyorsa ben de bir terslik var diye düşünür.Kötü çocuk olduğuna karar verir. Bunun sonucu olarak da diğerleri ile ilişkilerinde de bu rolü benimser; sevgiyi ve değer verilmeyi hak etmeyen kötü çocuktur o artık
Güvenli Bağlanma Bir çocuk, kendisi ile ilgilenen kişilere bağlanabildiği güvenli bir yuvaya ihtiyaç duyar. Bu yuvada bakım veren kişilerin sürekliliği ve tutarlı davranışlar göstermesi gereklidir. Huzurlu ve hoş olmayan sürprizlerin olmadığı bu yuvada büyüyen çocuk öncelikle annesi ve babası olmak üzere, insanlara güven duygusuyla bağlanabilir ve büyüdüğünde başkalarına bağlanırken huzursuzluk duymaz; ayrılma, dışlanma, reddedilme durumlarında yoğun bir acı hissetmez. Dolayısı ile böyle durumlarda gerçeği değerlendirme yeteneği bozulmadığı için uyum sağlayıcı davranışlar göstererek ya sorunu halleder ya da kendisini dışlayan kişilerin tutumlarını sürdürmesi üzerine, kendinden emin bir şekilde başka bir arkadaş çevresi aramaya koyulur. Hareket Özgürlüğü Çocukluk çağının bir diğer ihtiyacı, hareket özgürlüğünün kazanılmasıdır. Burada ana-babanın veya yetiştiren kişilerin yardımı ile çocuk kendi becerilerini ve yeterliliğini fark eder. Ana baba, zamanı geldiğinde, çocuğun kendi becerilerini sınayabileceği durumlar yaratarak veya bu durumlara engel olmayarak, onun gerçek hayatta kendi hareket serbestliğini, becerilerinin yeterliliğini hissetmesine yardımcı olurlar. Bu şemaları olan kişilerin kendileri ve çevreleri hakkında ayrılma, ayakta kalma, bağımsız çalışma veya başarılı bir iş çıkarma yeteneklerini engelleyen kesin beklentileri vardır. Tipik aile kökeni küçük düşürücü, çocuğun güvenine zarar verici veya aşırı koruyucudur veya çocuğun aile dışında yetkin davranışlarını desteklemekte bir yetersizlik vardır. Çocuğun aşırı korunduğu, başına gelebilecek kazalardan ve kötülüklerden korumak için işlerin onun adına yapıldığı ailelerde, çocuk kendi kapasitesinin farkına varamayacak ve hayata karşı kendisini ve becerilerini eksik hissedecektir. Ayrıca her sorunu ile aşırı ilgili ailenin varlığında kişi, ilk önce ailesi ile daha sonra eşi veya başka insanlarla içiçe geçerek kendisinin ve kişiliğinin farkında olmadığı bir yaşam sürebilecektir. Gerçekçi Sınırlar Çocuk, 16 yaşına kadar ana babasının kendisine sınırları göstermesine ihtiyaç duyar. Burada, ana baba, çocukta herhangi bir yoksunluk yaratmadan kendi sınırlarını anlamasında ve engellenmeye karşı tolerans geliştirmesinde yardımcı olurlar. Sınırların net olmadığı aileler, tipik olarak aşırı hoşgörülü, aşırı düşkün, yönlendirmenin çok az olduğu veya sorumluluk alma, işbirliği gösterme ve amaç saptama ile ilgili olarak uygun terbiyenin verilmediği; disiplin ve sınırlar yerine üstünlük hissinin verildiği ailelerdir. .
Bazen çocuğun, sıkıntının normal seviyelerini bile kaldırmaya zorlanmadığı veya uygun yönlendirme veya rehberlik yapılmadığı durumlarda da görülür. İçtenlik ve Oyun Çocuk, hata yapmaktan korkmadan içinden geldiği gibi davranması konusunda iyi yönlendirildiğinde, hayatın sadece kendini kasarak başarıya ulaşmak olmadığını anlar ve iş ile eğlenme arasında dengelemeyi zorlanmadan yapar, hatalara karşı katı bir tutum takınmaz, duygularını başkalarına rahatça açabilir ve hayata karşı iyimser bir bakışı olur.Bu ortamın sağlanamadığı, kendilerinden ve çocuktan beklentileri yüksek olan ailelerde eleştiriden kaçınmak için kişinin davranışa ve performansa ilişkin çok yüksek seviyelere ulaşması gerektiğine dair bir inanç vardır ve bu çocuğa da geçer. Tipik olarak, dinlenebilmekte güçlük, kişinin kendisine ve diğerlerine aşırı eleştirel yaklaşımları ile sonuçlanır. Haz almada, gevşemede, sağlık, kendine güven, başarı hissinde veya tatminkâr ilişki kurmada belirgin bozulmaları içerir. Bu kişiler yetişkin olduklarında, kendilerine verilen sorumluluklar konusunda aşırı hassas davranırlar, görev insanı gibidirler.Her zaman çok çalışırlar, işkoliktirler. Gereksinim ve Duyguların İfade Özgürlüğü Çocuğa duygu ve gereksinimlerinin geçerli olduğunun ve bunları ifade etmesinin doğal hakkı olduğunun öğretilmesi gerekir. Çocuk, her insan gibi, evrensel gereksinimlerinin ne olduğunu öğrenir ve ileriki yaşamında bunları ister ve edinirken herhangi bir bencillik hissi ile utanç duymaz veya kendini ifade ettiğinde karşı taraftan bir misilleme veya olumsuz bir karşılık beklemez. Bu temel gereksinimin karşılanamadığı durumlarda, kendi ihtiyaçlarına rağmen sevgi ve onay almak, ilişkinin sürmesi, karşı tepkiden kaçınmak veya başkalarının acısını hafifletmek için, başkalarının istekleri, duyguları ve tepkileri üzerinde aşırı bir odaklanma vardır. Bu şemaları olan kişiler genellikle kendi öfkelerinin ve doğal isteklerinin farkında olmazlar ve bunları bastırırlar. Diğer insanların ne hissettiği ya da hissedeceği ile çok fazla meşguldürler. Diğerlerinin düşüncelerine göre yaşamlarını yönlendirirler. Neden Şema Terapi? Şema Terapi yaklaşımı ilk olarak 1980’lerdeJeffreyYoung ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş bir psikoterapi türüdür. Psikanalitik terapilerden sonra Bilişsel davranışçı terapi yaklaşımı ile terapi alanında hızlı gelişmeler söz konusu olmuştur. Bilişsel davranışçı terapiler verilere dayalı olması ve güncel bilgiler üzerinden çalışmayı olanaklı kılar.Bilişsel davranışçı terapinin birçok alanda işlevsel olmakla beraber, kişilik problemlerinde yetersiz kaldığı görülmektedir.Şematerapi, psikanalizde olduğu gibi çocukluk deneyimlerini, kişinin ilişki kurma biçimini çalışabilme olanağı sağlamaktadır. Gestalt ve psikodramagibi tekniklerinde kullanıldığı bir yöntemdir aynı zamanda. Kişinin genel olarak ortaya çıkan semptomun altında neyin yattığını anlamamızı sağlar, özellikle tekrar eden kronik ilişki problemlerde etkilidir.Duygusal yoksunluk şemasında olduğu gibi, bu şemaya sahip olan kişiler bu şemalarını aktive edecek kişiler ile birlikte olmayı tercih ederler. Kendilerini sevmeyecek, terk edebilecek kişileri seçerler ilişkilerinde. Sonuç olarak da kendini gerçekleşen kehanet bir döngü haline gelebilir.Kişi inandığı/tanıdık bulduğu şemaya herseferinde teslim olur.Bu alanda farkındalık kazanması -şemalarını tanıyor olması- baş edebilmesi için önemli bir adımdır.
şUBAT 2019
Kaynak :Young J.,Klosko J.S. (1994). Reinventingyour life. New York: Plume.
109
110
Å&#x;UBAT 2019
YUMİLASHES NEDİR? Fatoş Sivaslı Güzellik Uzamanı
YUMİLASHES NEDİR? kadınlar için artık Fatoş Sivaslı Güzellik Salonu’nda uygulanmaktadır. Şu anda dünyada bu prosedürün bir benzeri yoktur. Yumilashes “besleyici maddeleri” sayesinde kirpik yapısını güçlendirir! “İri göz görünümü” etkisi özel pigment dolgusu sayesinde gerçekleşiyor. İşlem sonrası kirpiklere özel ek bakım veya düzeltme gerekmiyor. Herhangi bir huzursuzluk hissetmiyorsunuz. Kirpiklerinize rimel sürebilirsiniz, korkusuzca makyaj yapabilir, makyajınızı temizleyebilirsiniz. Kirpikler yumuşak, düzgün, en önemlisi doğal görünümlü olacak!
Samsunlu kadınlara, güzellik konusunda daha iyi bir hizmet vermek için bir ilke daha imza attık. Ve Yumilashes keratin Kirpik Bakımı uygulaması yapmaya başladık. Samsun’un dışında Karadeniz Bölgesi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi illeri, Antalya ve İstanbul’da güzellik sektörü temsilcilerine Yumilashes keratin Kirpik Bakımı eğitimi veriyoruz. şUBAT 2019
İsviçre’de üretilen ve artık bütün Avrupa ülkelerinde ün kazanan Yumilashes prosedürü şimdi de Türkiye kirpik hizmetleri piyasasına sunuldu. Yumilashes, sadece yetkili uzman tarafından gerçekleştirilen ve sonunda daha iri göz görünümü, kalınlaşmış, sıklaşmış kirpik ve kalkmış göz kapakları etkisi sağlayan, 5 adımdan oluşan bir prosedürdür. Yumilashes; pigment, keratin ve vitamin takviyeleriyle yapılan kirpik bakım işlemidir. Yumilashes; kirpiklerinize 2 ay süre ile ideal uzunluk, keskin kıvrım ve gözle görülür keskin dolgunluk sağlar. Yumilashes işlemi, her zaman mükemmel görünmek isteyen
111
112
Å&#x;UBAT 2019
113
Å&#x;UBAT 2019
114
Å&#x;UBAT 2019
115
Å&#x;UBAT 2019
116
Å&#x;UBAT 2019
117
Å&#x;UBAT 2019
118
Å&#x;UBAT 2019
119
Å&#x;UBAT 2019
120
Å&#x;UBAT 2019
121
Å&#x;UBAT 2019
122
Å&#x;UBAT 2019
123
Å&#x;UBAT 2019
124
Å&#x;UBAT 2019
125
Å&#x;UBAT 2019
126
Å&#x;UBAT 2019
127
Å&#x;UBAT 2019
128
Å&#x;UBAT 2019
129
Å&#x;UBAT 2019
130
Å&#x;UBAT 2019
131
Å&#x;UBAT 2019
132
Å&#x;UBAT 2019
133
Å&#x;UBAT 2019
134
Å&#x;UBAT 2019
135
Å&#x;UBAT 2019
136
Å&#x;UBAT 2019
137
Å&#x;UBAT 2019
138
Å&#x;UBAT 2019
139
Å&#x;UBAT 2019
140
Å&#x;UBAT 2019