Ocak 2019- Sayı 70 Fiyatı: 15 TL
TİCARETTE YENİ TREND
START UP
Mr Jade Aysel Yakupoğlu Onur Kaptan Tuğçe Kandemir Buğra Çolak Farid Mirkhani
SAMSUN’dan
MÜFİT CAN SAÇINTI GEÇTİ
OCAK 2019
Röportajlar
1
2
Ocak 2019
3
OCAK 2019
4
Ocak 2019
5
OCAK 2019
6
Ocak 2019
7
OCAK 2019
ARALIK 2018
68
içindekiler
Müfit Can Saçıntı
RÖPORTAJLAR 14 Mr Jade 34 Aysel Yakupoğlu 50 Onur Kaptan 56 Tuğçe Kandemir 68 Müfit Can Saçıntı 91 Buğra Çolak
Ocak 2019
98 Farid Mirkhadi
8
91
Buğra Çolak
18
İlkay Mavili Yılmaz
46
Erkan Ayçam
65
Yetkin Bulut
102
İlker Mutlu
18 İlkay Mavili Yılmaz
65 Yetkin Bulut
38 Zekeriya Çavuşoğlu
73 Resul Akçay
42 Selinay Seyhan
80 Hakan Yavuz
46 Erkan Ayçam
84 Umut Kısa
54 Doğan Üyük
97 Fatoş Sivaslı
62 Mahmut Çakır
102 İlker Mutlu
OCAK 2019
KÖŞE YAZILARI
9
28
Özel Haber Siyasilere İmaj Kazandıran Adam
76
Özel Haber Son Zamanları Moda Kavramı: Start Up
86
Sosyal Medya 2019 Yılında Pazarlama Trendleri
BU SAYIDAKİLER 28 Özel Haber – Siyasilere İmaj Kazandıran Adam 76 Özel Haber - Son Zamanları Moda Kavramı: Start Up 86 Sosyal Medya – 2019 Yılında Pazarlama Trendleri 104 Kültür Sanat
Ocak 2019
110 Kadraj
10
110
Kadraj
11
OCAK 2019
Yıl: 6, Sayı: 69 - Aralık 2018 Bölgesel Süreli Yayın
Sahibi Haber Gazetecilik, Reklamcılık, Yayıncılık Sanayi Ve Tic. Ltd. Şti. Adına İcra Ve Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Ölmez İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Ahmet Şenocak Genel Yayın Yönetmeni Osman Kara Reklam ve Pazarlama Direktörü Mehmet Ali Yelkovan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Onur Nurdemir Haberler Müdürü Zeynep Irmak Öcal Röportaj / Haber Yasir Baba Reklam Tasarım Selin Çetin, Gülsüm Karaman Satış Destek Şefi Yalçın Özen
Satış Destek Sorumlusu Şükran Akçay Reklam Danışmanları Hakan Kaya Gökhan Uçaroğlu Şule Bozkurt Hukuk Danışmanları Av. ilker Çağlarırmak, Av. Gizem Kurtuluş Av. Ali Fuat Bodur Dijital Kanallar Yöneticisi Serkan Eskalen Yönetim Yeri Kılıçdede Mah. Ülkem Sok. Borkonut Niş İş Merkezi No: 8/B Samsun Tel: 0(362) 431 30 00 - 333 34 37 Fax: 0(362) 431 99 44 Abone Ve Dağıtım Tel: 0 (362) 431 30 00 Baskı Salmat Basım Yayıncılık Ambalaj San.ve Tic.ltd.şti Dağıtım Hüseyin Uyanık Gazete Dağıtım
Ocak 2019
®
12
Günümüzde iletişim sadece insanların birbiriyle konuşup anlaşmasının dışında çok daha farklı olgularla duygusal bir bağ kurmaya kadar ulaştı. Bu olguların basında marka gelmektedir. Marka iletişiminin doğru bir şekilde yapılması markalar adına çok hassas bir konu. Temelinde markakimliği ve marka konumlandırması konuları vardır. Markalar tüketicilere kendilerini anlatırken tüketicinin kafasından olumlu ve kalıcı bir imaj oluşturmalıdır. Bu imaj sonucunda tüketiciler markka ile bir bağ yakalarsa markayı sahiplenerek sürekli tercih ederler. Bu noktada marka sadakatini sağlayacak çalışmalar yapılmalıdır. Marka iletişiminde reklam, halkla ilişkiler, doğrudan pazarlama gibi tüm iletişim çalışmalarını kullanıp sürekli hale getirildiğinde markayı rakiplerinden ayrı bir yere taşır. Marka iletişimi bugün insanların ürettiği ve markalaştırdığı objeler artık bizlerle iletişim kurup günlük yaşantımıza etki etmeye başladı. Örnek olarak yabancı bir marka olan Coca Cola’nın son dönemde uyguladığı ‘Anadolu Lezzet Dolu’ çalışması ile bölgenin kültürüne özel yemek tariflerini Coca Cola etiketlerinin üzerine taşımasından sonra akşam sofralarını süsleyecek yemek tercihlerimizi yönlendirmeye başladı. Daha önceleri aksam sofralarımızı süsleyen tarifleri büyüklerimizden öğrenirken tüketmek için tercih ettiğimiz bir marka bunun yerini aldı.
Mehmet Ali Yelkovan
Satış ve Pazarlama Direktörü
OCAK 2019
Sonuç olarak burada vurgulamak istediğim durum iletişimin insanlar için ne kadar önemli olduğudur. Doğru iletişim biçimlerini kullanırsak birbirimiz içinde doğru duygu ve düşünceleri yansıtıp birbirimize faydalı olabiliriz. Bugün markalar bile bizlere iletişim yoluyla bu kadar fayda sağlayabiliyorken bizlerde kendi aramızda iletişimi faydalı noktalara taşımalıyız.
13
İŞ DÜNYASINDAN MÜZİK PİYASASINA
İş adamı kimliğiyle tanınan Özkan Şen namı diğer Mr Jade, kuzeni İsmail YK ile yaptığı düet ile müzikseverlerin karşına çıktı. Mr Jade, “Welcome To Turkey” isimli şarkısının çıkış hikayesini HaberHayat Dergisi’ne Anlattı.
MR JADE RÖ POR Röportaj: Yasir BABA
HABERHAYAT: Mr Jade kimdir? Gerçek ismi nedir? Mr Jade ismi nasıl ortaya çıktı?
MR JADE: Efendim gerçek ismim Özkan Şen, doğum yerim Almanya. 2000 yılında kurduğum düğün eğlence organizasyon şirketiyle kısa bir sürede güzel projelere imza attım. Akabinde Almanya Frankfurt’ta hizmete giren ilk ve en büyük düğün eğlence merkezini açtık. Bunun ardından ise 2010 yılında Düsseldor/Mülheim şehrinde 2. merkezimizi hizmete açtık.
Ocak 2019
İsim olarak birçok teklif geldi ve sunumlar oldu. Ve sonrasında JADE ismi gözüme çarptı. Düğün merkezimi JADE Saal olarak isimlendirdim. Bunun üzerine bir gün çok sevdiğim bir arkadaşım bana Özkan diye değil de; Mr. Jade diye seslendi. Ve o an bu isimi için, “Evet budur!” dedim. 2015 yılında İstanbul da Mr. Jade Turizm A.Ş.’yi kurdum. Bu şirket çeşitli faaliyetler içeriyor.
14
TAJ
MR JADE: Sivaslı bir aileden geliyorum. Bundan dolayı ilk enstrümanım 10 yaşındayken bağlama oldu. Bağlama çalarak ile müzik hayatına ilk adımımı attım. Bağlamayı hakkı ile icra etmeye başladıktan sonra piyano, keman, bateri gibi müzik aletlerine olan ilgim artı ve bugün 13 enstrüman çalabiliyorum. Ee tabi ailede bir de İsmail YK gibi dev bir müzisyen olduğundan insan biraz daha fazla olanak sahibi oluyor. HABERHAYAT: İsmail YK ile düet yapma fikri nasıl oluştu? MR JADE: Kuzenim İsmail YK ile bundan 12 yıl önce yapmayı planladığımız bir projeydi bu. Fakat ikimizin de işlerinin yoğunluğundan gerçekleştirememiştik. En sonunda bombayı patlattık. Nasip 2018 yılına imiş. ‘Welcome To Turkey’ aramızda bugün. HABERHAYAT: Tepkiler nasıl? Şaşıran oldu mu? Instagram’da, Avrupada bir fenomensiniz, hatta erkek sanatçılar arasında 1,2 milyon takipçi ile en çok kitleye siz hitap ediyorsunuz. Takipçileriniz sizi Avrupalı iş adamı olarak bilmekteydi. Birden bire müzik çalışması ile karşılarına çıktığınızda şaşıran olmadı mı?
MR JADE: Evet tabi ki… Hem de çok! Bugüne kadar yaptığım çalışmalar ve paylaşımlar hep iş adamı kimliğim ile alakalı oldu. Instagram kitlemi çekilişler, hediyeler projeler sayesinde bu seviyeye ulaştırdım. Bir gün hikâyemde paylaşım yaptım; “12 senedir yapmak istediğim projeyi gerçekleştiriyorum” diye. Tabi herkes merak içinde; acaba nedir diye… “Evleniyor musun?” diye soranlar oldu ama hiçbirinin aklına bile gelmedi böyle bir proje ile karşılarına çıkacağım. Tepkiler çok olumlu oldu. Ses ahengimi çok beğendiler. “Ne kadar güzel ve rahat okumuşsun, klipte ne kadar rahat oyun vermişsin” diyenlerde oldu. Tabi ki bu insana gurur veriyor. HABERHAYAT: Bu kadar başarılı ve azimli olmayı neye borçlusunuz? MR JADE: Evvela insanın kendisine güvenmesi en basta gelen unsur. Her ne yaparsanız yapın sevdiğiniz işi yapın ki; o işte başarılı olasınız. Basarimin sırlarından biri de; iyi bir aileden gelmem ve eğitimimi temelden almam. Uykuya fazla düşkün olmamak ve her an hızlı bir şekilde neyi nereye bağlayacağınız çok önemli… Yaptığınız işe yürekten inanarak dört elle sarılmak.
HABERHAYAT: Çok başarılı bir iş adamısınız ve bu konuda Avrupa’da birçok ödül aldınız. Peki, ileride düet yapmayı tek başınıza albüm çıkarmayı düşünüyor musunuz? MR JADE: Sunu belirtmekte yarar görüyorum, iş adamı kimliğim ile tanınıyorum ve bu yolda devam etmeyi düşünüyorum. Müzik alanında eğer böyle keyifli bir çalışma olursa neden olmasın? Fakat sanatçı veya sarkıcı olma gibi bir hevesim yok! Yani konser falan vermek gibi… Bunu hobi olarak görüyorum. HABERHAYAT: Gençlere söylemek istedikleriniz nelerdir? MR JADE: Şunu her ortamda söylerim; “Geleceğimiz gençlerin elinde” Çok başarılı genç kardeşlerimiz var, görüyorum. Bu sayı her gecen gün artıyor. Onlara önerim; çok okusunlar, bilgi sahibi olsunlar. Hiç bir şey kendiliğinden gelmiyor, herkesin bir şeyler için ödün vermesi gerekiyor. Elini taşın altına koyması gerektiğini vurgulamaktan çekinmem.
OCAK 2019
HABERHAYAT: Peki, müzik hayatınıza nasıl adım attınız?
15
FATOŞ SIVASLI, KALICI MAKYAJ SILMEYI ANLATTI Yaptığı uygulamalarla güzellik konusunda kadınların vazgeçilmez tercihi olan Güzellik Uzmanı Fatoş Sivaslı, PhiRemoval kalıcı makyaj silme işlemlerini anlattı.
Ocak 2019
PhiAcademy farkıyla aldığı PhiRemoval eğitimi sayesinde kalıcı makyaj silme konusunda da uzmanlaştığını vurgulayan Sivaslı, “PhiAcademy güvencesi ve PhiRemoval farkıyla deri altındaki yanlış yapılan dövme ve kalıcı makyaj uygulamalarından, silme kusturma tekniği ile istemeyen dövmelerden ve kalıcı makyajdan kurtulmak artık çok kolay” ifadelerini kullandı.
16
Fatoş Sivaslı Güzellik Uzmanı
CİLDE ZARAR VERMEDEN…
HİJYENİK BİR ŞEKİLDE
Uygulamanın aşamalarını anlatan Sivaslı, “Kalıcı makyaj silme işlemlerimde cilde zarar vermeden, cildi tahrip etmeden sonuç veren bir ürün olan “mineral asit” kullanıyorum. Bu madde su gibi şeffaf bir renge sahiptir. Deri hücrelerine makine ile minik delikler açıyoruz. O bölgeye mineral asit ile masaj yapıldıkça, kullanılan madde derinin altına nüfus ederek, boya pigmentlerinin derinin üzerine çıkmasını sağlıyor” dedi.
Tüm kalıcı makyaj uygulamalarını hijyenik ve güvenli bir şekilde uyguladığını vurgulayan Sivaslı, “Salonumda yaptığım tüm kalıcı işlemleri, müşterilerimin rahatlıkla görebileceği alanda uyguluyorum. Kalıcı makyaj işlemini yaptıran kadınlar, işlemin bitmesi ve değişen ifadesini bir an önce herkesin görmesi için adeta sabırsızlanıyor. Yaptığımız her uygulamanın düzenli kontrollerini yapıyoruz, tüm işlemlerimizin arkasındayız” ifadelerini kullandı.
İşlem sonrasında deri altındaki boyanın 48 saat boyunca akmaya devam ettiğini söyleyen Sivaslı, “Deri altındaki boya tamamen aktıktan sonra, ince bir kabuk tabakası halini alıyor ve o kabuk, akması biten boyayı toparlıyor. Deri altındaki süreç tamamlandığında kabuk kendi kendine düşüyor. Böylelikle herhangi bir sorun yaşanmadan silme işlemi gerçekleşmiş oluyor” şeklinde konuştu.
17
OCAK 2019
Beyaz Sihir
Ocak 2019
Varoluşun Kapısı Anlamak; Anahtarı Dinlemek…
18
İlkay Mavili Yıldız…
Aldığımız her nefes bizi Yüce Yaradan’ a yaklaştıran özlem hareketidir. Ve hareketin yakıtı anlamak özlemidir. Anlamanın anahtarı dinlemektir. Dinlemek bizim anlamaya olan erişimimizdir. Bilinçli dinlemek anlamı yaratır. Üstad diyor ki ‘’ Kelimeleri kullanmayan bir ses vardır; dinle…’’ Ve bizler dinlemeyi kaybediyoruz. Önce kendimizi dinlemeyi, sonra tüm varoluşu dinlemeyi! Her birimiz Yaradan’ın özüne aidiz. Her birimiz güneşten gelen ışıklar gibiyiz. Işık olduğumuzun heyecanını yaşıyor ve yaşatıyor muyuz? Kendini dinlemeyen; özünü anlayamaz. Öz’ünü anlamayan; anomi/anlamsızlık girdabında kaybolur. Kuşların, rüzgarın, yağmurun sesini en son ne zaman dinlediniz? Kişilerarası iletişim sürecinde de zamanımızın % 60’ını dinlemeye ayırıyoruz. Lakin ne kadar etkin dinliyoruz? ‘’Mış’’ gibi mi, görünüşte mi veya seçici mi dinliyoruz? Duymak boyutunda mı kalıyoruz sadece? Savaşlar, insanlar arası çatışmalar ve insanın iç çatışmaları, hepimizin aynı maddeden yapıldığımız ve aynı madde olduğumuz anlayışıyla çözülebilir. Ve bu anlayışı edinmek kendini dinlemekle başlar. Varoluşu dinlemekle devam eder.
Her hakikat onu açığa çıkartan BEN’ in yansımasıdır. Ben kimim? “Sen” zannettiğin biri olarak yaptığınız eylemler sizin kim olduğunuzu anlatmıyor. Kendinizi tanımak zorundasınız. Ve kendimizi tanımak için; dinlemek lazım! Var mısınız yeni bir yılın ilk günlerinde içinize doğru bir yolculuk yapmaya. Kendinizden özünüzü doğurmaya; yepyeni bir Sen’e merhaba demeye! Ne dersiniz? Özünüzün penceresinden kendinize baktığınızda gördükleriniz; kendinizi dinlediğinizde duyduklarınız belki de yeniden doğumunuz olacak. Kendimizi keşfedip tanıdıkça hayata yüklediğimiz anlam artacak. Bambaşka mucizelere tanık olacağız. ‘’Bişnev’’dir Mesnevinin ilk kelimesi. Farsçada ‘’Bişnev’’ dinlemek demektir. ‘’Dinle’’ diyor Mevlana. Önce kalbinin sesini; sonra tüm varoluşu. Dinlemekle başlıyor her şey. Mevlana’nın dediği gibi ‘’Dinle ki kulakların dolsun; kulaklarında kalmayıp gönlüne girsin işittiklerin.’’ İnsanın beş duyu organından ilk yaratılanı dinleme
hassasiyetidir. Anne karnındaki cenin tüm bedeniyle kulaktır. Zaten o hali kulağa benzemez mi. O halde anne karnındaki bebek gibi; sen de öğrenmeye dinleyerek başla. Ki insanın en son kaybettiği duyu organını da dinlemek üzerinedir. Bireyin yoğun bakımda bilinci kapalı bile olsa; lakin duymaya devam etmektedir. Dinlemek sesten anlam çıkarma süreci; zihinsel bir süreçtir. Bir tanıklık sürecidir. Ve değer vermek, enformasyonu paylaşmaktır; sorumluluktur. Varoluşumuzun temel ihtiyaçlarından kabul görme ihtiyacının temel aracıdır. ‘’Sen Var’ sın; Ben Varım’’ demektir. Anlamak gizemidir Ben’i ben yapan. Neden varım? Varoluş amacım? Nereye gidiyorum? Sorularının cevaplamak için anlamak gerekiyor öncelikle; anlamak kapısını aralamak içinde ‘’dinlemek’’ gerekiyor. Önce kendini; sonra varoluşun bütününü. Her şey içerden dışarıya; kendini dinlemeyen; dinleyebilir mi ki kendisi dışında ki bir şeyi! Her şeyin özü ilişki, bağlantı kurmaktır. Önce kendimizi dinleyerek, iç gözlem yaparak; sonra doğayla, insanlarla bağlantı kurmaktır. Birbirimizle anlayarak bağlantı kurarız. Dinleyebilmek kolay bir davranış modeli değil. Öğrenmek, gelişmek, geliştirmek çatışmaları önlemek, anlaşmazlıkları çözümlemek için gereklidir. Huzur ve mutluluğun anahtarıdır. Anlarsak çözüm buluruz. Anlamadığımız her süreç kaosa gebedir. Ve işin sırrı anlamak ve anlaşılmak Üstadın dediği gibi; “Anlamak bizi değiştirir. O andan itibaren, bir dakika öncesinde olduğumuz kişi değilizdir artık.” Bir bakalım ilişkilerimize; monolog mu? Diyalog mu? Düşünsenize sizi tüm dikkatiyle dinleyen bir insan! Kendinizi nasıl hissedersiniz? Yapmacık olmayan dinleme, iltifatların en içten olanıdır. Etkilemek mi istiyorsunuz; konuşmak
yerine dinlemeye daha fazla zaman ayırın. Kin Hubbard’ın da söylediği gibi, eğer ağzımız yerine kulaklarımızı kullanırsak insanları etkileme olasılığımız daha da artar. ’’ Bir insana verebileceğiniz en güzel hediye dinlemektir! Dinlemenin olmadığı yerde yokluk, anlamsızlık ve kaos girdabı harekete geçer. Düşünsenize çocuğunuz size heyecanla bir şeyler anlatıyor. Sizin aklınız bir başka yerde. Hatta başka bir yere bakıyorsunuz. Çocuğunuzun ‘’Anne/baba yüzüme bak’’ dediğini hatırlıyor musunuz? Göz temasıyla, geri bildirimlerle, hatta boyunuzu çocuğunuzla aynı göz teması hizasına getirmeye çalışmanızın çocuğunuzun özellikle öz değer gelişiminde ki etkisini tahmin edebilir misiniz? İş yerindesiniz müdürünüzün odasına gittiniz. Başını önünde ki evraklardan kaldırmadan size cevap verdiğini düşündüğünüzde ne hissedebileceğinizi tahmin edebiliyor musunuz? Epiktotes diyor ki; ‘’Bir güzel söz söyleme sanatı varsa; bir de güzel dinleme sanatı vardır.’’ Filazof binlerce yıl önce çözmüş bu sırrı. İyi iletişimciler iyi dinleyicilerdir. Çocukluğumuzdan itibaren dinlersek anlıyor ve öğreniyoruz. Konuşmayı da dinleme sayesinde öğreniyoruz. Dinlemek etrafımızdaki seslerin kulağımızdan akıp gitmesi, duymak, işitmek değildir. Söylenenlere dikkat etme durumu da değildir. Konuşanın sesine, vurgusuna, hızına, sözcük seçimine, tonlamasına, jest ve mimiklerine karşı duyarlı olmaktır. Yani dinlemek duymaktan daha fazlasını içerir. Üstadın dediği gibi ‘’İnsanlar 2 yaşına kadar konuşmayı öğreniyor; 60 yaşına kadar dinlemeyi öğrenemiyor.’’ Araştırmalar zamanımızın büyük bir kısmını dinleyerek geçirdiğimizi söylese de söylenenlerin tümünü hatırlamayız.
OCAK 2019
Sevgili okur, siz benim için sadece bir okur değilsiniz! Aynı ÖZ’ üz. Bütünün bir parçalarıyız. Sadece bedenlerimiz farklı. Psikolojik olarak ‘’Var Olmamız’’ için önce kendimize sonra birbirimize; birbirimizin tanıklığına ihtiyacımız var. Hayatlarımız birbirine bağlı. Bu buluşmamızda iletişim aracımızın beyaz sihiri olan ‘’Dinlemek’’ süreci üzerine yazdığım kelimelerime tanık olacaksınız. Hepimiz anlamak, anlaşılmak ve evrende ki tekliğimizin keşfedilmesini arzularız. Dinlemek her şeyden önce bir tanıklık sürecidir; keşfetme sürecidir. Varoluş tarzıdır. Günaydın, tünaydın, iyi günler, iyi akşamlar, iyi haftalar, iyi seneler. Hangi zamanda kelimelerimle karşılaşırsanız veya kelimelerimi hatırlarsanız; zamana ve mekana bağlı kalmaksızın merhaba.
19
Evrende yer edinmek; hafızalarda kalmak, manen ölümsüzlüğe ulaşmak istiyorsak; konuşmak için ayırdığımız zamanın bir kısmını, susabilmek, dinleyebilmek, düşünebilmek için kullanalım. Hepimizin ihtiyacı anlamak ve anlaşılmak. Şöyle bir baktığımızda en yakın arkadaşlarımızın bizi en iyi anladığını düşündüğümüz insanlar olduğunu görürüz. Biz de etkili iz bırakan insanların bizi etkin dinleyen insanlar olduğunu hatırlarız. Unutmamak gerekir ki İnsanlar sizinle iletişimizi tek bir sebeple devam ettirirler; O’nu anladığınızı inanıp hissederlerse. Rudyard Kipling anlamayı sağlayan dinlemenin ‘’Ne, niçin, ne zaman, nasıl, nerede, kim’’ sorularının yanıtını bulmak olduğunu ifade eder. Dünya barış, anlayış ve bağlantı dünyası. Birbirimizle anlayarak bağlantı kurarız. Ve dinlemek için önce empati ve kabul gerekir. Dinleme sürecinde yolumuzu aydınlatan ışık lambaları Önce Susmakİyi bir dinleyici olmayı istemek. Niyet önemli. Anlamak için dinlemeliyiz. Dikkatinizi % 100 karşınızdaki kişiye verin. Empati ve kabul etmek. Gözümüz, kulağımız ve kalbimizle dinlemeliyiz. Dinlemede tüm fiziksel ve ruhsal enerjinize yoğunlaşın ve dinleme isteğinizi, dikkatinizi açıkça gösterin. Göz teması. Gözlerin kişinin Öz’ünü, iç dünyasını, varoluşunu, ÖZ’ ünü, canını yansıtır. Kişi her şeyden önce Öz’ün tanıklığını istiyor. Konuşan kişiye bakın. Kelimelerin 3/2’sini göz dinler. Dinlemeye değer bir insan bakmaya değerdir. Aynı zaman o kişinin söylediklerine konsantre olmanıza yardımcı olur. Pozisyon önemli. Konuşan kişiye doğru eğilin, arada ki mesafeyi yakınlaştırın; göz teması mesafelerini eşitlemeye çalışın. Seminer esnasından ise dik oturur bir pozisyonunda dinleme eylemi gerçekleştirilmelidir.
Ocak 2019
Karşınızdaki kişi, anladığınızı belirten vücut hareketleri ile cesaretlendirilmelidir. Benzer şekilde, karşınızdakinin sözsüz mesajlarını almaya ve anlamaya çalışın. Karşınızdaki kişinin mimiklerine uyun. Söylediği şeylere derinden ilgi duyduğunuzu hissettirin. Aynı fikirdeyseniz başınızı sallayın. Hikaye anlatıyorsa gülümseyin. Söylediklerine yorum yapın.
20
Biri konuşurken rahatlayın ve zihni boşaltın. En çok dinleme hatası ilk birkaç sözcükte yapılır; bu nedenle konuşmanın başını kaçırmayın. Dinlemenin olumlu olabilmesi için, güven yaratacak fiziksel atmosferin oluşturulması gerekir. Varsa gürültüyü kesin. Dinlerken dikkat dağıtıcı araçlarla oyalanmamak gerekiyor. Mesela; kalem, kağıt, telefon vb. Dinlerken konuşmanın önemli yerlerini ve kilit sözleri not alın. Lakin her şeyi yazarak yazıya sürekli odaklanmayın. Sözünü keserek araya girmeyin. Çoğu insan sözünü bitirene kadar bölmediğiniz de onu dinlemenizi büyük bir iltifat olarak kabul eder. Ama konuşmalarını uzatırsanız bu çok daha büyük bir iltifattır. ’’Bu konuda söylediklerinizle ilgili sizi daha fazla dinlemek isterim.’’ Sorular sormak; Konuşan kişinin kendisini dinlenildiğini hissetmesine yardımcı olur. Ve kişiyi ve anlatılanları daha iyi anlamayı sağlar. Soru sorabilmek içinde dikkatli dinlemeniz gerekiyor. Aksi takdirde bazı sorular komik duruma düşürebilir. Sorular sorarak karşınızdaki kişinin söylemek istediklerini, hislerini ve kelimelerinin altındaki anlamı netleştirin. Ve bazen de kişi konuşurken konuşmanın özünden çok uzaklaşabiliyor. Bu süreç içinde yönlendirici sorularla araya girmek; dinleme süreci yönetiminde etkin rol oynamaktadır. Karşınızda ki konuşurken ne diyeceğinizin provasını yapmayın ve son sözü söyleme çabasına girmemek gerekir. Duygularınızı kontrol edin, söylenenlere olumsuz tepki vermemeye özen gösterin. Sakin ve rahat olun. Kimin söylediğinden daha çok, ne söylendiğinin tutarlılığına ve mantığına yönelerek objektif olmaya çalışın. Mesajların arkasındaki duyguyu fark etmeye çalışın. Sözlü uyum yapın, karşınızdaki kişinin bir veya birkaç kelimesini tekrarlayarak, ona anlaşıldığı hissini verin. İletişim engellerini kullanmayın
Aktif dinlemenin önündeki engeller Dinlemeye engel olan birinci sebep seçici olarak dinleme eylemini gerçekleştirmektir. Bu durumu biraz daha somutlaştırabilmek için; gözlerimiz kapalı 5 dakika oturalım; duyabileceğimiz seslere yoğunlaşalım; tüm sesleri algılamaya çalışalım. Süre bitiminde hepimizin sonuçları farklı olacaktır. Çünkü dinlemede seçiciyiz. Önemsiz saydığımız sesler duyulmayacaktır. Konuşma/Düşünme hızı: Konuşma hızımız dakikada 120-160 kelime; düşünme hızımız dakikada 480 kelimedir. Her zaman dinlediklerimizden daha fazlasını düşünebiliriz. Kendi düşüncelerimize değil, dinlediklerimize odaklanmalıyız. İnanç ve bakış açıları, Önyargılar ve paradigmalar, inkar etmek, küçümsemek, dikkatini başka yöne çekmek, acımak, sorunun parçası olmak, ‘Ben de’cilik, yönlendirmek, suçlamak, eleştirmek, ahlak dersi vermek, uyarmak, karşı atağa geçmek hamleleri etkin dinleme sürecinde engeller oluşturmaktadır. Olumlu değerlendirmeler yapın ve dinlediğinizi vurgulayan geribildirimlerde bulunun. Şu ana kadar söylediklerinizden anlıyorum ki ………….. (Özetler Yapın) Bu konu ile ilgili hissettiklerinizi anlıyorum.. Bu konu sizi gerçekten üzmüş.. Beyaz Sihir Varoluşun Özünde Beyaz Sihir: Bireysel ve profesyonel gelişiminiz için dinlemek birinci şart. Beyaz Sihir: Etkin cevap verebilmek için insanları ne istediklerini, neye ihtiyaç duyduklarını ve ne olduklarını bilmek gerekli. Ve bu sürecin yolu yalnızca onları dinlemektir.
Bir mekana gider geliriz; ‘’Hiç konuşacak’’ kimse yoktu deriz. ‘’Hiç dinleyecek kimse yoktu’’ demeyiz. Seviyoruz konuşmayı. Lakin karşımızda ki kişi bizimle ilgili akıllı, zeki, kültürlü olduğumuzu düşünmesini isteriz. Her zaman bilgiç yorumlar yapan, her zaman akıllı olduğunu göstermeye çalışan biri ‘’akıllı bir insan olarak’’ oy almaz. Bunun yerine kendini beğenmiş, ukala, bilmiş, egoist sınıfına da seçilebilir. Karşınızda ki insana tanıştığınız en zeki, bilge insanı olduğu konusunda etki bırakmanın kesin yolu tüm dikkatinizi karşınızdakine vererek dinlemektir. Yeni dünya da imaj yönetimi ‘’karizmatik liderliktir’’ ve karşı tarafa değerli olduğunu hissettirebilme sanatıdır. Dinleyerek karşı tarafın öz değerini yükseltiyoruz. Dinlerken ‘’Sen değerlisin’’, ‘’Seni anlamak istiyorum’’ mesajını veriyoruz. Anonim bir sözde de vurgulandığı gibi; ‘’Yaradan bize iki kulak; bir ağız verdi. Belki konuştuğumuzun iki katı kadar dinlememizi istedi.’’ Etki bırakmak için konuşmak yerine öncelikle dinlemek gerekir. Baines Johnson’un dediği gibi ‘’Düşündüğümü zaten biliyorum. Diğerlerinin de ne düşündüğünü öğrenmek istiyorum’’ yaklaşımında yol almak gerekir. Beyaz Sihir: İnsanlar Size Sizden ne isteyeceklerini söyleyeceklerdir, eğer dinlerseniz! Anladığınız andan itibaren; birkaç saniye önceki siz değilsinizdir artık. Karşınızda ki de birkaç saniye önce ki kişi değildir. Odada ki zifiri karanlık; düğmeye basıldığı andan itibaren aydınlanmıştır. Dinlemektir zifiri karanlığın düğmesi! Anlamanın olduğu yerde aydınlanma başlıyor. İnsan ilişkilerinde başarı sağlamak için paslaşmayı bilmek gerekir. Tıpkı tenis kordun da ki gibi ikili paslaşma size fırlatılan topa uygun şekilde karşılık vermek gibi karşınızdaki kişinin söylediklerine sürekli olarak uygun yanıtlar vermelisiniz. Tenis topuna uygun şekilde vurabilmek için izlem, dikkat, beceri gerekir. İnsan ilişkileri iki yönlü iletişimle meydana gelir. Bu süreç ver ve al; eylem ve tepkidir. Hatta tepki değil; yaklaşımla meydana gelir. Karşıda ki insanın ne istediğini, bir durum hakkında gerçekte ne hissettiğini, kendine has özel ihtiyaçlarının neler olduğunu bilmiyorsanız onunla teması kaybetmişsiniz demektir. Onunla temasta bulunamazsanız onu harekete geçiremezsiniz. Onun ne istediğini ve nasıl hissettiğini bilmedikçe; onun durumu konusunda karanlıktasınız demektir.
Beyaz Sihir: Dinle! Aksi takdirde fazla konuşmak sizi ele verir. Karşınızdakini tanımadan kendinizi açmak istemiyorsanız dinlemeyi tercih etmek yolunuz olmalı. Yoksa ne kadar saklamaya çalışırsanız çalışın, siz uzun konuştukça karşı taraf sizi çözecektir. Beyaz Sihir: Dinlemek kendi eylemleri üzerinde ki aşırı farkındalığın önüne geçmeye yardımcı olur. Eleanor Roosevelt der ki; ‘’Çekiciliğin özü başka bir insanda kendini kaybedebilme yeteneğidir.’’ Etki bırakmak mı istiyorsunuz! Karşınızdakine dikkatinizi yöneltin, dinleyin. Dinlemek, aşırı duyarlı farkındalığın ve yalnızca kendinizi düşünen benmerkezciliği aşmanıza yardımcı olur. Kendinize odaklanmayın sadece. Dinlememek, karşımızdaki insanı değil de; sürekli kendimizi düşündüğümüzün bir göstergesidir. Kendi çıkarı, kendini beğenme, kendini düşünme dinlemenin önünde bariz engellerdir. Karşımızda ki insanın söylediği her şeyi dikkatli dinlemek, ses tonuna, sözlerinin çekimine, vurgusuna ciddi bir şekilde odaklanmak dikkat odağınızı kendinizden almanızı sağlar. Dikkatiniz tamamen kendinizde olduğunuzda etrafınızda ki dünya ile baş edemezsiniz. İki insan arasında ki çatışma genelde dikkatleri karşı taraftakilerden çok kendilerine yöneltmelerinden kaynaklanır. İyi bir dansçı ‘’müziği dinlemelidir.’’ Dans etmenin sırrı, temel adımları öğrendiğinizde, bilinçli olarak kendinize ‘’şimdi şu adımımı atmalıyım’’ demek değil. Bunu yaparsanız müziği dinleyemez, zamanı ve adımları tutturamazsınız. İyi bir dansçı kendini orkestranın çaldığı müziğe odaklar. Ve ayaklarının doğru adımları atmasına izin verir. Evet karşımızdaki insanın müziğini dinlemeliyiz. Eğer yalnızca müziği dinler ve kendinize yanıt verme izni verirseniz, çok şaşırtıcı bir şey keşfedebilir, tıpkı ayaklarınız gibi beyninizi de kendi haline bırakıldığında daha iyi çalıştığını fark edebilirsiniz.
edilmekten hoşlanırlar. Sıkıntı, başarısızlıklar, mutsuzlukların birçoğunun sebebi dinlemenin olmayışıdır. İşten ayrılmalar, ailelerin dağılması, gençlerde farklı bağımlılıklarının oluşması, okullardaki başarısızlıklar ve daha bir çok süreç bu duruma örnek gösterilebilir. Tanıştığımız, konuştuğumuz insanların zihninin geçit töreninde ilerleriz. Bu geçit töreninde bizleri tartalar, ölçer biçerler, analiz ederler. Ve geçit töreninin sonunda lehimize veya aleyhimize not verirler. Güvenir veya güvenmezler. Bizimle iletişime geçer veya geçmezler, iş teklifinde bulunur veya bulunmazlar. Tahmin edebileceğinizden çok fazlası için bu durumda tek belirleyici etken ‘’ne kadar dinlediğinizdir.’’ Tüm bunların devamında güvenmek, varoluş yapıştırıcısıdır. İnsanlar verdiğiniz güven ölçüsünde size yaklaşırlar; sizinle iş yapmak isterler. ‘’Dinlemek’’ güven kazanmanın sihirli formülüdür. Birbirimizi hiç dinlemediğimiz bir dünya: anlaşmazlıklara, kaosa, savaşa, mutsuzluğa, gerilemeye, şiddete gebedir. Bakmak görmek değil. Duymak anlamak değil. Var OLmanın özünde etkin dileme ve derin düşünce var. Bir kere geldiğimiz bu dünyada varoluşumuzu kutlamak için, tüm varoluşumuzla dinlemek gerekiyor. İletişim aracınızın beyaz sihirini hayatınızın her anına serpiştirmeye, keşfedip; hayal bile edemediğiniz mucizeleri karşılamaya ne dersiniz? Herkesin içinde bir guru var, Buda’yı sessiz bırakan, Mevlana’yı döndürüp sema yaptıran, Sen’de kim bilebilir neler yaptıracak. Cesaretin varsa çık yola ve keşfet! Mevlana Mesnevi’de ilk kelime ‘’Bişnev’’ ile başlıyor. Önce ‘’Dinle’’…
Beyaz Sihir: Dinlemek, tanıklık, keşfediş, var ediş sürecidir; zenginleştirir İnsanın kendini ve tüm varoluşu keşfetmesi muhteşem zenginliktir. Dinleme sürecini kullanamıyorsanız, bankada milyarları olup; yoksulluğu yaşayan biri gibisiniz. ‘’Sen dinlemeye değersin’’ mesajını vererek insanları dinlemek sizi, hem de karşınızdakini zenginleştirecektir. O’nun öz saygısını artırırsınız. Çünkü her insan söylemeye değer ‘’bir şeyleri olduğunun’’ düşünülmesini sever. Diğer yandan bir başka insanın egosuna yapacağınız en acımasız saldırı, onun söyleyeceklerini dinlemeden önce baştan savmaktır. Hatırlamak gerekir; insanlar dikkat
OCAK 2019
Beyaz Sihir: Dinlemek sizi akıllı kılar.
21
Tadı Dillerde Farkı Gönüllerde
NIYAZI KESIM RESTORAN Niyazi Kesim restoranın işletmecisi olan Niyazi Kesim, Bafra pidesini yaklaşık 12 yıldır Türkiye’ye tanıtıyor. Bu lezzeti zincirleştirmeye amaçlayan Niyazi Kesim, Ankara ve Samsun’da başlattığı pide serüvenini İzmir ve İstanbul’a taşıyarak markalaşma sürecini hızlandırıyor.
Farklı sektörlerde adını duyuran Niyazi Kesim markası, hem doğallığıyla hem de geniş ürün yelpazesiyle sektörde canlı bir şekilde yerini korurken aynı zamanda da ileriye dönük projelerini gözler önüne seriyor. Samsun’un Bafra ilçesinde Niyazi Kesim Restoran’ın işletme sahibi Niyazi Kesim markalaşma hikayesini anlattı. Nesilerdir gıda sektöründe hizmet verdiklerini belirten Niyazi Kesim, “1950 yıllarında dedelerimiz kasaplıkla gıda sektöründe ki yerlerini almışlar. Ben de 4. kuşaktan kasaplıkla işe başladım ve hizmet sektörüyle gıda sektörünü birleştirmeye karar verdim. Böylelikle 12 yıldır restoran işletmeciliği yapıyorum. Zaman içerisinde markalaşma yoluna gittik ve bu sayede Niyazi Kesim markası ortaya çıktı” dedi.
Ocak 2019
Yakın Zamanda İstanbul ve İzmir’de
22
Çeşitli illerde şube sayılarını arttırmayı hedeflediklerini söyleyen Niyazi Kesim, “Tadı dillerde farklı gönüllerde sloganıyla başladığımız bu serüvende
Türkiye’nin her yerine Bafra Pidemizi tanıtmayı hedefliyoruz. Şu an için hizmet ağlarımızda Ankara ve Samsun’da 6 tane şubemiz var. Çok yakın zamanda Samsun’da yeni bir şubenin yanı sıra İzmir ve İstanbul’da da şubelerimizde hizmete başlayacak. Daha sonrası içinde farklı illerde proje üretmekteyiz” diye konuştu. “Izgara Çeşitleri, Sulu Yemek Ve Yöresel Tatlarımızda Mevcut” Ürün yelpazelerinin geniş olduğunu ve diğer markalardan farklı yanlarının bulunduğunu vurgulayan Kesim, “Çıkış noktamız Bafra’mızın yöresel lezzeti olan Bafra Pidesi. Bunu yanında ızgara çeşitleri, sulu yemek çeşitlerimiz ve yöresel yemeklerimiz de mevcut. Diğer markalardan farkımız ise biz etimizi kendimiz imal ediyoruz. Kendi kasabımızdan şubelerimize dağıtılmakta. Ayrıca doğal köy tereyağı ve manda sütünden yapılmış peynir kullanmaktayız. Sloganımızda dediğimiz gibi, tadı dillerde farklı gönüllerde” şeklinde konuştu.
“Pazar Payımızı Arttıracağız” Gelecek hedeflerinden de bahseden Kesim, “Mayıs ayında toplantı ve balo salonumuzla Bafra’da hizmet vermeye başladık. 1200 kişilik davetli kapasitesiyle özel günlerde özel sunumlarla halkımıza hizmet vermekteyiz. Hedeflerimiz arasında ilk sırada vizyonumuza uygun olarak marka imajımızı güçlendirerek pazar payımızı her geçen gün arttırmak var. NİYAZİ KESİM markasıyla Bafra Pidesinin imalathanesini kuruyoruz. Dondurulmuş olarak imalat yapıp çeşitli illerde açacağımız butik şubelerimizde soğuk zincirle Bafra Pidemizi aynı kalitede ve aynı standartta sunmayı hedefliyoruz” ifadelerini kullandı.
23
OCAK 2019
24
Ocak 2019
25
OCAK 2019
Dr. Dt. Filiz Kolbakır
Halitosis (Ağız Kokusu) Halitosis Latinceden halitus ve osis kelimelerinden türeyen ve ağızda oluşan, hem kişiyi hem de etrafındaki insanları rahatsız eden çirkin kokudur. Günümüzde artık ağız kokusunun sebep olduğu sosyal problemler biyolojik problemlerin önüne geçmektedir. Belki de, ağız kokusu sosyal bir problem oluşturmasaydı bir hastalık olarak görülmeyecek, nedenleri araştırılmayacak ve tedavisi için gayret sarf edilmeyecekti.
Ocak 2019
Medicana International Samsun Hastanesi Ağız ve Diş Sağlığı Bölümünden Dr. Dt. Filiz Kolbakır Ağız Kokusu konusunda bilgi verdi:
26
Halitosis; hastalarda %90 oranında ağız kaynaklıdır Ağız kokusu sebebi çoğunlukla oral kavite nedenlidir. Ağızdan kaynaklanan kötü kokunun esas kaynağı volatil sülfür bileşikleridir. Dişeti cebinde ve dil arkasında bu bileşikleri üreten pek çok bakteri vardır. Ağızdan çıkan kötü kokunun hepsinin nedeni bakteriler değildir. Sadece sabahları uyanıldığında duyulan ağız kokusu; her bireyde mutlaka az veya çok miktarda bulunur. Uyku sırasında tükrük akışı azalır ve kötü kokunun çıkmasından sorumlu ağızdaki bakterilerin üremesi artar. Halitosise sebep olabilecek ne spesifik hastalık ne de patolojik bir bulgu bulunmaz. Tedavi edilmez ve gereksizdir, çünkü tedavi edilse bile tekrar ortaya çıkacaktır. Sebebi dil sırtından gelen hastalık, patolojik durum ve veya ağız dokularının fonksiyon bozukluğudur.
Bazı durumlarda ağız kokusunun sebebi uçucu kükürtlü bileşiklerdir. Toplumda en sık rastlanan ağız kokusu sebebidir. Bu grup ağız kokusu da büyük ölçüde dil sırtından gelir fakat bakteri kaynağı ağzın içinde değildir. Sinüsler, tonsiller,boğaz veya komşu dokular gibi hava yolları ve sindirim organlarından kaynaklanmaktadır. Sindirim kanalında açığa çıkan gazlar bireyin isteği ve bilgisi dışında ağıza yükselir. Bireyin geğirmesine gerek yoktur. Burada oluşan gazlar, otururken 0.68 ml/dak, yatarken 0.12 ml/dak hızında ağıza yükselir. Birey bunu bilmez. Bu tip ağız kokusunda mide ile yemek borusu arasındaki gastroözofageal kapak gevşemişse daha fazla çirkin kokulu gaz ağıza dolacaktır. İlerleyen yaş ile orantılı olarak bu tip ağız kokularının görülmesi artar. Özellikle çocuklarda Tip 2 ile birlikte görülür. Bazı durumlarda ağız kokusu Akciğerden gelir. Ağız kokusu değildir. Nefes kokusudur. İki şekilde meydana gelir. Birincisi akciğer parankiminde veya alt solunum yolunda bir infeksiyon (pnömoni, plörit, adenit, bronşit vs...) bulunuyor ise buradan açığa çıkan çirkin kokulu gazlar doğrudan ekspirasyon havasına karışır. İkinci yolu ise kimyası değişen kan gazlarının ekspirasyon havasında aromatik bileşiklere dönüşmesidir. Bunun en canlı örneği şeker veya gut hastalarında, diyaliz hastalarında, narkozdan çıktıktan hemen sonra, gebelikte görülen ağız kokusudur. Bu tip nefes kokusu hastaları ağız kokusu tedavisine asla cevap vermez, ağız içinde ne yapılırsa yapılsın hiçbir iyileşme göstermez. Çünkü ne koku
kaynağı, ne de sebebi ağızdadır. Bunun teşhisi de ve hasta yönlendirilmesi de ağızda kokuya neden olabilecek faktörler uzaklaştırılırken uzman konsültasyonu doğrultusunda özenle yapılabilmelidir. Bazı durumlarda da bireyler ağzının koktuğunu zannederler. Aslında ağızda ölçülebilir hiç bir patolojik koku bulunmaz. Psödo-halitozis olarak da adlandırılmaktadır. Sistemik hastalıklar sonucunda da ağız kokusu oluşur. Bu durumun en iyi bilinen örneği diabettir. Bu hastalarda ağızdan aseton, tatlı, meyve kokusu gibi kokular duyulur. Nefesteki amonyak ve idrar kokusu, üremi ve böbrek yetmezliğini akla getirmektedir. Ciddi karaciğer yetmezliğinde nefeste amonyak kokusu duyulur. Gastrointestinal bozukluklarda da nefes kokusu kötüdür. Yaşlanma, çok sigara içimi, tükürük bezi aplazisi, kadında menopoz, yüksek ateş, dehidratasyonlu sistemik ve metabolik rahatsızlıklar, aşırı baharat kullanımı ağız kuruluğuna neden olur ve bu yüzden de halitosis oluşur.
Ağız içindeki eskimiş köprü ve diş protezleri zamanla gıda birikmesine yol açacağından kötü kokulara sebep olabilir. Bu durumlarda yenilenmesi gerekenleri değiştirmeli, eksik olan dişlerin yerleri için gerekli tedavileri yapılmalıdır. Tükürük ağız kokusu ile savaşmanın en güçlü yoludur. İçinde yemek parçacıklarını yerinden söküp mideye gönderecek güçlü enzimler, güçlü bakteri öldürücü antibiyotikler vardır. Şekersiz sakız çiğnemek tükürük salgısını artırarak ağız temizliğine yardımcı olur. Ağız kuruluğuna mani olmak için kısa aralıklarla sık sık su içilmelidir. Özellikle yaşla artan vücut kuruması pek çok yönden dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Su ağız içindeki bakterilerin minimumda tutulması için direk yardımcıdır. Ayrıca tükürük salgısını artırılmasına da yardımcı olur. Halitosisi olduğunu hisseden ama bu bulgusu olmayanların tedavisi için diş hekimi ve psikiatrist işbirliği gerekir. Çünkü böyle hastaların bir kısmında koku değil koku korkusu vardır(Halitofobi) Halitosis kişiyi ve çevresini rahatsız eden bir problemdir ve bu kişilere karşı titizlikle yaklaşıp tedavilerine yardımcı olabiliyor olmamız bizim için de önemlidir.
Tedaviye başlamadan önce kokunun kaynağının bulunması gerekir. Burada hastaları değerlendirmede uzman diş doktoru, KBB uzmanı, gastroenteroloji uzmanı gibi ekiplerin beraber çalışması mutlaka tedavinin başarısını arttıracaktır. Ağız kokusunun en sık kaynağı ağız ve diş hastalıklarıdır Ağız kokusunun tedavisinde etkili metot ağız temizliği ve temel diş-dişeti bakımın yapılmasıdır Diş fırçalamasının yapılmasının yanı sıra dilin fırçalanması ağız kokusunu azaltmada etkilidir.
OCAK 2019
Periodontal hastalık ve ağız kuruluğu gibi patolojik durumların modifiye ettiği dil üzerindeki birikintilerden kaynaklanır.
27
Siyasilere İmaj Kazandıran Adam
Hakan Kalaycı
Ocak 2019
Haber: Yasir BABA – Ece Esin GÖKYOKUŞ
28
Dünya tarihinde, günümüz çağını da kapsayan ve sonu uçsuz bucaksız olan iletişim, insanoğlunun her alanına yayıldı hatta vazgeçilmez unsuru oldu. Kitle iletişim araçlarıyla genişleyen bu yelpaze, insana konuşa konuşa var olduğunu ve insanın düşüncesinden çok kolektif imaj kimliğiyle iletişim zincirinde nefes aldığını hatırlattı. İmaj dünyasında yaşadığımız bu çağda Hakan Kalaycı, siyasal iletişimi davranışsal eğitime indirgeyerek bizlere sundu.
Siyasal davranış eğitmeni olan Hakan Kalaycı, toplumda iletişimin en önemli unsurlarından biri olan davranışsal güdü kavramını harmanlayarak, siyasi adaylara yaklaşık 3 yıldır eğitim veriyor. Adaylara uygulanan bu eğitim, iyi bir imaj yaratarak halkı hedeflemektir. İşinde büyük bir özveriyle çalışan Kalaycı, bir ay gibi kısa bir sürede adayı konuşmasından dış görünüşüne kadar eğitiyor. Bir nevi bir ay da bir siyasi yetiştirmek gibi. Bu davranışsal eğitimin sürecini Kalaycı şu şekilde konuştu; “Öncelikle gelen adayın kendi konuşmasına bakıyorum. Ona göre kafamda nasıl bir yol izleyeceğime karar verip eğitime başlıyoruz. Amacımız bir adayın seçim sürecinde başarılı olmasını hedeflemek. Seçimler de nasıl kadın seçmenlerin avantajları ses tonu açısından önemli oluyorsa biz de gelen her adayımızı üslup bakımından değerlendirip yönlendiriyoruz. Özellikle miting veya salon konuşmaları için ses tonu derslerini işliyoruz. Bu sayede seçmen, hangi ortamda nasıl vurgu yapabileceğini kavramış oluyor. Bir aylık olan bu eğitimde kişiye kendi evinde veya çalışma ortamında dersler veriyorum” Kitlede Aday İmajı Siyasal süreçte önemli olan kitleye aday tarafından lider imajı vermek olduğunu ifade eden Kalaycı, kötü bir imajında aynı şekilde olumsuz sonuçlar doğurabileceğini, davranışsal tecrübenin hayatta ki yerine dikkat çekti “Siyasete yeni girmiş, tecrübe kazanmamış adayları geliştirmek üzere bir eğitim veriyorum. Amacımız iç ortam veya dış ortam siyaseti öğretmek ve bütün davranış; konuşma, üslup, oturup
kalkma, jest-mimikleri bu adaylara endekslemektir. Böylece iyi bir eğitim alan aday seçimlerinde daha etkili ve başarılı olur. Ufak bir mimiğin bile önemli bir anlam arz ettiği çağda yaşadığımız için tokalaşmadan tutun, siyasilerin bile birbirlerine olan bakışları bir seçim arenasında gidilen yolun daha başarılı sonuçlara çıkacağını gösterir. Davranışsal tecrübe kazandırdığımız bu eğitimde, kişinin en ufak tecrübesizliği çok kötü sonuçlara yer açabilir. Günümüz de bile bazı siyasi liderlerin en ufak bakış eksikliği, kelime yanlışı veya mimikleri, halkı olumsuz etkiler. Örneğin genelde iç siyasette olan bu durum, adayın veya liderin parti içindeki duruşuyla parti dışında kitleyle olan duruşu yani dış siyaset konuşması aynı olursa kitle tarafından hoş karşılanmaz” şeklinde dile getirdi. “Asker İçin Silah Neyse Siyasetçi İçin Takım Elbise O Dur” Siyasal giyim ve siyasal diksiyonda, devlet ağırlığını kazanmak isteyen siyasilerin vazgeçilmez unsurlarından bir diğerinin de takım elbise olduğunu söyleyen davranış eğitmeni Kalaycı “Bir siyasi ne kadar ortama ayak uyduran bir kıyafet seçerse, o kadar kitlenin dikkatini çeker. Ne kadar vurgulu bir üslup kullanırsa halkta bir güven oluşturur. Siyasetçilerin gelişmiş ülkeler de tek silahı takım elbisesidir. Diğer yandan takımlarda pahalı ürünler kullanılmamalıdır çünkü bu halkta ters etki yaratabilir. Takım elbiseyi kendisi diktirirse daha da iyi olur. Sahneye çıkan aday veya lider kesinlikle düğmelerini iliklemelidir. Bunun sebebi gömleğin veya ceketin kırışmamasıdır. Bu durum adayın işine yarar. Belirlenen aksesuarlar, giyilen takımın rengi oldukça
iyi seçilmelidir. Adaylara cep mendili önermiyorum ama onun yerine bir kol saati takabilirler. Aynı şekilde ortamına göre kravat kullanabilirler. Bunu bir tek seçim olarak düşünmekte yanlış olur. Örneğin bir siyasi evden çıkıp arabaya gidesiye kadar sanki bir kamera tarafından izlendiğini düşünmelidir böylece her an bir deklanşör patladığında kendini hazırlıklı bulur” diyerek vurguladı. Merdivenden Kimliğe Siyasal eğitimin dikkat çeken bir diğer konusu olan yürüme şekli, eğitilen adaylara hayatlarının her evresinde saygın bir görünüm sağlayıp, siyasal hayatlarında ilgi çekmelerine yardımcı oluyor “Karakterli yürüme, devlet ağırlıklı yürüme gibi verdiğim bazı yürüyüş derslerini müzik eşliğinde vermeyi tercih ediyorum. Böylelikle adayın kendini daha iyi hissetmesi, aynı şekilde seçim konuşması sırasında bir merdiveni bile nasıl inip çıkması gerektiğini öğretme amacı güdüyoruz. İş yoğunluğunu etkilemeyecek şekilde bir aylık sürede verdiğimiz bu eğitim, adayın ileri de her alanda nasıl fazla dikkat çekmesi konusunda yardımcı olur. Bir açık veya kapalı pazarda ekibiyle beraber yürüyen aday, asla onlarla eşit hizada yürümemelidir. Kendisi bir adım önde, ekibi ise bir adım geride olmalıdır. Amaç bu ortamda adaya lider imajı yüklemektir” anlatımına son veren siyasal davranış eğitmeni Hakan Kalaycı, aslında günümüzde nasıl bir imaj ve pazarlama algısının olduğunu ve olması gerektiğini gözler önüne serdi. Siyasetten güncel yaşama kadar saygın bir statü, eğitimli bir kimlikten geçer olgusunu da unutmamamız gerektiğini böylece vurgulamış oluyoruz.
OCAK 2019
Siyasal iletişimde üslup
29
30
Ocak 2019
31
OCAK 2019
Oğuz Aksaç: Beytepe’nin Adından Söz Ettireceğiz
Ocak 2019
Haber. Yasir BABA
32
Türk Halk Müziğinin ve Alternatif Müziğin usta ismi Oğuz Aksaç’ın sahibi olduğu Beytepe Kahve Evi ve Restoran, menü kalitesi ve nezih ortamda canlı müzik dinleme keyfi ile Samsun’da adından söz ettirecek.
İlkadım’da Kale Mahallesi’nde bulunan Beytepe Kahve Evi ve Restoran, açık ve kapalı hizmet alanıyla kahve ve yemek menüsündeki eşsiz tatlarıyla farkını ortaya koyuyor. İşletme sahipliğini Türk Halk Müziği ve Alternatif Müziğin duayen ismi Oğuz Aksaç’ın yaptığı Beytepe Kahve Evi ve Restoran, haftanın üç günü canlı müzik dinleme imkanı sunuyor. SAMSUNLULAR HERŞEYİN EN İYİSİNİ HAK EDİYOR Samsun’a taşınan ünlü sanatçı Aksaç, Beytepe Kahve Evi ve Restoran’da sundukları hizmetler hakkında, “Biz, ‘halk herşeyin en iyisini hak ediyor’ mantığıyla hareket ediyoruz. Samsunlulara en iyisini sunmak için çalışıyoruz. Halka en iyisini sunarken de fiyatlarımızın pahalı olmamasına önem gösteriyoruz” şeklinde konuştu. MENÜMÜZLE FARK YARATACAĞIZ 2 yıl önce satın aldığı Beytepe Kahve Evi ve Restoran’ın başına geçen Aksaç, “Adıma yakışanı yapacağım. Müzikte ne yaptıysam bu yeni işimde de aynısını yapacağım. Kahve çeşitlerinin ve yemek menülerinin en iyileri Beytepe’de olacak. Damak tadımızla ve sunumumuzla fark yaratacağız. Samsun’da Beytepe’nin adından söz ettireceğiz” dedi. ÜNLÜ İSİMLER BEYTEPE SAHNESİ’NDE
OCAK 2019
Ünlü sanatçı ayrıca, ayda 2 kere tüm Türkiye’de tanınan usta sanatçıların Beytepe Kahve Evi ve Restoran’da sahne alacağını söyledi.
33
KARADENİZLİLER SEVGİLİSİ
Seslendirdiği ‘Gün Gelir’ isimli parça ile ününe ün katan ve müzikseverlerin gönlündeki tahtını sağlamlaştıran sanatçı Aysel Yakupoğlu, Samsun’da hayranlarıyla buluştu. Türk Halk Müziğin etkin ismi Oğuz Aksaç’ın davetiyle Samsun’da gelen Aysel Yakupoğlu, HaberHayat Dergisi’ne özel açıklamalarda bulundu.
AYSEL YAKUPOĞLU RÖ POR RÖPORTAJ: Yasir BABA FOTOĞRAF: Buğra Can PAZARLI
TAJ
HABERHAYAT: Aysel Hanım bize kendinizden bahseder misiniz?
Ocak 2019
AYSEL YAKUPOĞLU: 1982 Ankara doğumluyum. Yaklaşık 18 yıldır müzik piyasasının içerisindeyim. Müziğe Ankara Kültür Bakanlığı Halk müziği korosunda başladım. Daha sonra Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuarı Türk müziği bölümünde devam ettim. 2014 yılında Gönül Yarası adlı ilk albümüm yayınlandı, akabinde Yurt içi ve dışı konserler devam ediyor.
34
AYSEL YAKUPOĞLU: O döneme kadar zaten profesyonel anlamda müzikle uğraşıyordum, ama bize İstanbul’da Kalan müzikten bir teklif geldi. ‘’Karadeniz’e Kalan’’ albümünde bir şarkı yapmamız istendi. Tabii bu süreç biraz uzun sürdü çünkü ben şarkıları seçerken hissedebildiğim şarkıları okumayı tercih ediyorum. ‘Gün Gelir’ şarkısını duydum ve tamam dedim. Daha sonra albüm çıktı, Kalan Müzik’ten aradılar bizi dizide kullanılmak isteniyor şeklinde, Bodrum Masalı dizisinde yayınlandı fakat bizim yayınladığımız Karadeniz versiyonuydu. Bodrum Masalı da Karadeniz dizisi olmadığı için şarkıyı düz Türkçeyle yeniden okumak durumunda kaldım, dolayısıyla iki farklı versiyonu çıkmış oldu şarkının. Daha sonra Karadeniz versiyonu olan şarkım, ‘’Sen Anlat Karadeniz’’ adlı dizide yayınlandı.
HABERHAYAT: Yaptığınız müziğin çok izlenen dizilerde kullanılması herkesin dilinde dolanması neler hissettiriyor size? AYSEL YAKUPOĞLU: Tabii ki çok güzel bir duygu, bu sayede daha geniş kitlelere ulaşmış oluyorsunuz. İnşallah daha güzel projelerde yer almak istiyorum fakat daha gerçekçi konuşmak gerekirse İstanbul’da olmadığım için Ankara’da yaşayan bir müzisyen olarak daha çok engelleniyorum, bu şekilde ifade edebilirim.
diye umuyorum, tabii bakalım zaman ne gösterecek. İstanbul’a hiç yaklaşmıyorum ama… HABERHAYAT: Dizi ve sinema müziği yapmak o mecralarda seslendirmek farklı bir olay. Bundan sonra ben bu diziye müzik yaparım dediğiniz var mı? Yoksa kendi albümünüzden mi ilerlemeyi düşünürsünüz? AYSEL YAKUPOĞLU: Şarkıları kendim yazmadığım için o yönde bir deneyimim yok, tabii ki teklif gelirse değerlendiririm.
HABERHAYAT: İstanbul müzisyeni ile Ankara müzisyenin farkı nedir peki sizce? AYSEL YAKUPOĞLU: Çevre ve eş dost ilişkisi diyebilirim. Yani neden Ankara müzisyeni deniyor mesela İstanbul’da onca müzisyen varken. HABERHAYAT: Peki müziğinizi icra etmede bu durum sizde olumsuz bir etki yaratıyor mu? Aysel Yakupoğlu: Hayır o tarz olumsuz duygular hissetmiyorum çünkü ben kendim tercih etmiyorum. İstanbul çok farklı bir piyasa, ben daha çok dinleyicilerime hissedebildiğim şarkıları okumayı seviyorum dolayısıyla ben hissettiğim zaman onlar da hissediyorlar. Bu şekilde gidecek
OCAK 2019
HABERHAYAT: Son yıllarda ‘Gün Gelir’ isimli şarkınızla gerçek zirveye ulaştınız diyebiliriz. ‘Gün Gelir’ şarkısına gelmeden önceki sanatçılık sürecinizi o çıkışı yakaladığınız anı bize biraz anlatabilir misiniz?
35
HABERHAYAT: Sizin çıkışınız daha çok sosyal medyanın etkisiyle oldu, ama bunun ulusal kanallarda şovlarda çıkma süreci var. Siz o süreci nasıl yaşıyorsunuz? Ulusal kanallarda yer alma süreci mi sizin için daha önemli yoksa sosyal medya aracılığıyla halka ulaşmak mı? AYSEL YAKUPOĞLU: Sosyal medyanın hali hazırda muazzam bir gücü var. Onu iyi kullanıyorum diye düşünüyorum. Biraz öncede konuştuğumuz gibi İstanbul’da olmamak, arkanda bir şirketin olmaması dezavantaj esasında. Çünkü güçlü bir şirket olduğu zaman kanallara magazinlere radyolara sizi daha çok öne sürüyorlar. Benim bu tarz bir gücüm yok. Ben sadece sosyal medya hesaplarımdan şarkılarımı asgari ölçüde duyurabiliyorum. HABERHAYAT: Müzik piyasasına yeni girecekler için piyasanın güncel durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ocak 2019
AYSEL YAKUPOĞLU: Genel bir değerlendirme yapamam ama son zamanlarda herkes şarkı söylemeye başladı sosyal medyada özellikle. Çok iyi müzisyenler var, ancak insanlar daha basit daha dile düşen sözler tercih ediyorlar. Dolayısıyla gerçek müzisyenler daha arka planda kalıyorlar. Bende bunu, arada piyasa şarkılar yaparak ama gerçekten müzikal anlamda kaliteli şarkılar da yaparak insanlara hissettirmeye çalışıyorum.
36
HABERHAYAT: İlk kez Karadeniz şarkılarıyla ünlendiniz. Şimdi de Samsun’dasınız. Karadeniz, sizin için ne ifade ediyor?
AYSEL YAKUPOĞLU: (Gülüyor) Karadeniz’i çok seviyorum aslında ancak soğuğu ve yağmuru beni irite ediyor. Çünkü ben gerçekten soğuğu hiç sevmiyorum. HABERHAYAT: Yine ‘Gün Gelir’ şarkısından yola çıkarsak şarkı bu soğuk havalara gayet güzel gidiyor… AYSEL YAKUPOĞLU: Biraz önce de konuştuğumuz gibi şarkının Karadeniz versiyonunu önce yayınladığımız için Bodrum Masalında yayınlandığı zaman izleyiciler ‘’Sanki böyle bir Karadeniz şivesine gidecek gibi’’ dediler. HABERHAYAT: Son olarak Samsunlulara ne söylemek istersiniz? AYSEL YAKUPOĞLU: Samsun’da ikinci konserimiz. İlk konserimizde çok güzel geçmişti. Bu konserinde gayet güzel geçeceğini umut ediyorum, zaten mekan çok sevdiğimiz dostumuz arkadaşımız Oğuz Aksaç’ın mekanı, çok heyecanlıyız. 26 Ocakta tekrar buradayız. Ayrıca sizlere de ilginizden dolayı çok teşekkür ediyorum.
37
OCAK 2019
KARADeNİZ’DE EDEBİYAT DERGİSİ ÇIKARMAK VE SAMSUN SANAT DERGİSİ
Ocak 2019
Kazım Memiç’le uzun yıllara varan bir dostluğumuz vardır. Yüzüncü Yıl Lisesi’nde birlikte çalıştık uzun yıllar. İkimiz de edebiyat öğretmeniydik. Her günümüz beraberdi okulda. Bunun dışında sanatsal etkinliklerde de yine beraberdik. Kazım Memiç, gün geldi emekli oldu. Ardından da dershane öğretmenliğine geçti. Artık zamanımızı birlikte değerlendirdiğimiz günler geride kalmıştı. Ne o, ne de ben sanatsız duramazdık. Sonunda kolayını da bulduk. Ben okuldan sonraki zamanımı dershaneye taşıdım. Derslerim bitince orda aldım soluğu. Her ne kadar zamanı kendimize uyduramadıysak da biz zamana uyduk ve sanatsal çalışmalarımıza orda devam ettik.
38
Samsun Sanat Dergisi’nin doğum yeri, Bankalar Caddesi’nde bulunan Modern Fen Dershanesi’dir. Kazım Memiç’in o yıllarda bu dershanenin bir öğretmeni olması benim de bu dershaneyle sık sık yolumun kesişmesine neden olmuştur. Zekeriya Çavuşoğlu
Sanat açısından hangi etkinlik yapmışsak hep beraber, hep omuz omuza ve emek birliğiyle başarılmıştı bu işler. İmza günlerimiz, şiir dinletilerimiz, televizyon ve radyo programlarımızda hep birlikte olduk ve bugüne kadar da kopmadık bir birimizden. Bir edebiyat-kültür dergisi düşlerimizi süsleyen bir güzellikti. Uzun zaman bu konuları söyleştik durduk. Bir gün konuşmaktan sıkılacak gibi olduk galiba; “Hadi bakalım, bu kadar konuşmak yeter, artık eyleme geçme zamanı geldi de geçiyor bile…” dedik ve işe sarıldık tüm gücümüzle.
Derginin adını “Damla” olarak önerdi Kazım Memiç. Ben başında mutlaka Samsun adının bulunmasından yanaydım. “Samsun Sanat Dergisi” adını önerdim. Başlarda bu düşünceme “yerel bir ad” olmasın, biz ulusal çapta bir dergi çıkarmak için yola çıkmalıyız, düşüncesiyle karşı çıktı. Bütün bunlara rağmen düşüncemi inatla savundum. Aslında benim de aklımdan aynı düşünceler geçmiyor değildi. Ama mademki yerelden ulusala doğru yol alacaktık, bırakalım adımız yerel, yolumuz ulusal olsun dedim. Biraz huysuz ve inatçı biri olmamdan mıdır; yoksa Kazım Memiç’in uyumlu, munis kişiliğinden midir nedir bilemem, fazla ısrarcı olmadı ve bu huysuz adamın önerdiği adı kabul etti.
İyiden, güzelden ve kaliteden yana oldukça saplantılı bir inatçılığım vardı. İyiyi bulmuşken, yenisini aramaya gönlüm razı gelmedi. Bu işi en iyi o kişi yapacaksa, iş mutlaka ona yaptırılmalıydı. İşi fazla uzatmadım. Hazır bu yola adımlarımızı atmışken, geriye dönüş gemilerini de iyice bir yakıp kül etmişken, ver elini dedim Ankara. Adını hep duyuyordum, sanatı hakkında bilgiliydim. İşinin ehli, saygın ve usta bir sanatçıydı. Yapıtları aracılığıyla sanattaki yetkinliğine tanıktım; ama öyle yakinen bir görüşmüşlüğüm, dostluğum yoktu kendisiyle. Ankara’ya indiğimde ikircikli duygular içindeydim. Ya beklediğim yakınlığı göstermezse, ya kendini beğenmişlik yapıp yaptığımız işi küçümserse, ya… Ama yine de sonunda güzel bir insanla, güzel bir dostluk kurma olasılığı da güzel bir beklentiydi. İşte böylesine duygular içinde telefon ettim Hasip Pektaş’a. Kızılay’da bir pastaneye buyur etti beni. Daha ilk karşılaşmamızda, içimdeki tüm olumsuz duygularımı
silip yüreğimi ak pak etmişti. Çayımdan aldığım ilk yudumla yorgunluğum bedenimi terk etmiş yüreğimin derinliklerinden bir huzur dalgası yalım yalım uç vermeye başlamıştı. Alçakgönüllü, güngörmüş, hoş sohbet bir insandı. Samsun’dan, ortak dostlardan, şurdan buradan derken asıl konuya giriverdik. Kendinden ne istediğimizi sordu. Bir dergi kurma aşamasında olduğumuzu, her şeyin son aşamaya kadar getirildiğini; ama derginin en önemsenmesi gereken yanının da kapak düzenlemesi olduğunu aktarıverdim bir çırpıda. Ardından da ekledim: “Kapağa mutlaka yetkin, sanatçı bir elin değmesini istiyoruz. İçteki yazılar, şiirler ne kadar kaliteli olursa olsun, kapak albenili olmadıktan sonra hiçbir işe yaramaz, düşüncesi beni buralara kadar getirdi. Kapak kompozisyonumuzun sizin elinizden çıkmasını istiyoruz. Bu konuda bize yardımcı olur musunuz? Sözümün sonunda emeğinin karşılığını da vereceğimizi söyledim. Gülümsedi: “Zekeriya Bey, sen şimdi benim toprağımdan kalkıp buralara kadar gelmişsin. Bir de orada kültür ve sanat dergisi çıkartmak için kollarını sıvamışsın. Bunun için hiçbir maddi kazancın olmayacak ve ben kalkıp senden maddi bir karşılık bekleyeceğim, öyle mi? Siz yolunuza devam edin. Beni de kendinizden sayın. Kapak kompozisyonu en kısa zamanda hazırlanıp size ulaştırılacaktır. Bu konuda hiç sıkıntınız olmasın.” Mutluluğuma diyecek yoktu. Kapak kompozisyonu bir yana iyi bir insanla tanışmıştım ve artık bir dostum daha olmuştu bundan sonraki yaşamımda. Bundan daha büyük mutluluk, bundan daha büyük zenginlik olabilir miydi?
Salem Dershanesi sahibi Mustafa Koldere de derginin sahipliğini üstlenmişti. Hem maddi yönden desteklemişti bizleri hem de dershanesinde küçük bir odayı derginin bürosu olarak bizlere tahsis etmişti. Bu küçücük, rahat ve huzur dolu odamızda dergimizin ilk çıkışını büyük bir heyecanla başarmıştık. İlk sayımızın kapak resmini duvardaki panoya iliştirince dünyalar bizim olmuştu sanki. Daha sonra bu oda boyundan büyük işlere imza atarak tüm sanatçı ve sanatseverlerin buluşma adresi olarak önemli bir görevi de üstlendi. Şimdi adam gibi bir kültür ve edebiyat dergimiz vardı ve bunu daha da tanınır kılıp Türkiye’nin önemli sanat ehli insanlarına da ulaştırmamız gerekiyordu. Samsunlu sanatçılar kısa zamanda dergimiz etrafında toplanmıştılar bile. İlk sayımızı Türkiye’nin her yanındaki diğer kardeş dergilere ulaştırmaya başladık. Başarılı da olduk bu işte. Onlar bizim bu çabamıza önemli destekler verdiler. En azından kendi dergilerinde bizlerden söz etmeleri oldukça ince davranıştı. Ardından bizi duyan sanatçı dostlardan ürünler gelmeye başladı. Böyle işlerde adı pek önlerde olmayan hamal kimlikler pek önemlidir. Ben tepeden tırnağa hamaldım zaten. Reklam işleri yapan bir işyerinde Salih Temiz adında bir gençle tanıştım. Büyük bir hevesle yardımcı olmuştu bize. Şiire de meraklıydı. “Bir ara getir de bakayım.” diye de sözleşmiştim onunla. Resim bölümü öğrencisiydi. Yetenekliydi. Bu yönüyle bize yararlı olabilirdi.
Ankara’da işim bitmişti. Mutlu ve huzur dolu bir yürekle artık Samsun’a dönebilirdim. Şimdi düşlerimizin gerçekleştirilmesi aşamasının son noktasına adım atmıştık.
OCAK 2019
Şimdi iş derginin ambalaj kısmına gelmişti. Öncelikle güzel, albenili bir kapak çok önemliydi. Amatör bir elle düzenlenecek bir kapak daha işin başında başarısızlığa iterdi bizi. Ne olursa olsun bir profesyonelin eli değmeliydi dergimizin kapağına. Bu amaçla arayışlara başladık. Bu konuda yetkin bir kişi olan Hasip Pektaş öncelikli olarak aklımıza gelen isimdi. Ondokuzmayıs Üniversitesi Resim Bölümü öğretim görevlilerindendi. Aradık, sorduk ki kısa bir süre önce Ankara’ya taşınmış. Anladım ki, o koskocaman yelkenlisine Samsun taşrasının suları pek sığ gelmiş, o da fazla ısrar etmemiş, çevirmiş rotasını Ankara’nın derin sularına. Böylelikle sanatına ve sanatçısına destek açısından oldukça cimri davranan Samsun, çok önemli bir değerini daha Ankara yollarına uğurlamış farkında olmadan.
39
Salih Temiz adındaki o genç büyük bir heyecanla ve istekle katılmıştı aramıza. “Tamam demiştim, ben baş hamalım, sen de yardımcı hamal. Şiirlerin de fena sayılmaz. Sözlerime kulak verir beni usta olarak kabul edersen seni bu maaşsız işe büyük bir memnuniyetle kabul ederim.” Böyle durumlarda geleneksel törenleri de hiç kaçırmam. “Hadi öp bakalım ustanın elini.” deyip elimi uzattım. İtirazsız uzanıp büyük bir kabullenişle öptü elimi. Garibim o gün bugündür yaptığı o hatanın elinden kurtulamadı. Yaşı kemale erse de saçlarına aklar düşüp emeklilik yıllarına ulaşsa da benden kurtulamadı. Bugün onunla birlikte televizyona bir kültür ve sanat programı da hazırlayıp yayınlatıyoruz. Derginin çıkartılışı sırasında en büyük yardımcımdı o. Baktım işi iyi götürüyor Gençler için bir sayfa düzenleyip onu yönetmesini istedim. Çok da güzel başardı bu işi. Daha sonraları daha başka sanatçılar katıldı aramıza. Yılmaz Baş, Erhan Babalık güzel çizimleriyle dergimizin gülen yüzleri olmuştu.
Ocak 2019
Yazı İşleri Müdürümüz, Kazım Memiç’ti. Yayına Hazırlayan konumunda bendim dergiyi. Yayın Kurulu ise: “Zekeriya Çavuşoğlu, Salih Temiz, Fikret Karadeniz, Av. Selahattin Karslıoğlu”ndan oluşuyordu. Dizgiler ise rahmetli Şadan Ünsal dostumuzun ellerinden bizlere ulaşıyordu. Şadan Ünsal yalnızca bir dizgici değil aynı zamanda eli sopalı bir düzeltmen olarak da katkıda bulunuyordu bize.
40
Dergimiz kısa zamanda ses getirdi ülke çapında. Dört bir yandan ürünler yağdı. Artık seçip de yayınlayabileceğimiz epeyce birikimimiz vardı ve de işin en zevkli tarafı, iyilerin arasından en iyilerini seçmekti. Bu arada yurtdışından da yazılar, kitaplar ulaşır oldu bize. O günkü Yugoslavya’dan soydaşlarımızdan mektuplar aldık. Sonra İsveç’ten, Almanya’dan… O günler, önüne gelen parayı bastırıp dergi ya da kitap yayınlayamadığı için dergi ya da kitap bastırmanın da bir değeri vardı. Şimdi her dört kişiden beşi, altısı kitap bastırıp şair yazar oluyor güzel ülkemin bereketli topraklarında. Bunu neden belirtme gereksinimini duydum derseniz, Samsun Sanat Dergisi’nin yayınlanışı ve de saygın bir noktaya ulaşması açısından bir saptama yapmak istediğimdendir. Aynı dergiyi, sapla samanın birbirine karıştığı bu dönemde yayınlasaydık acaba aynı değeri bulabilecek miydik? Sanmıyorum. Dedim ya sapla samanın arasında yitip giden sayısız değerlerin arasında bizler de yerimizi alıp yok olup giderdik. Bundan birkaç ay önce “Şiiri Özlüyorum” dergisini çıkartan Fuat Çiftçi’yle telefonda görüşmüştük. Fuat Çiftçi üniversite yıllarında Samsun havasını solumuş biri olarak ilk bize vermişti şiirlerini. Demesine bize verdiği on şiirinden yalnızca üçünü yayınlamaya değer görmüştük. Biraz serzeniş mi vardı konuşmasında pek anlayamadım. Peki, dedim başkaları bütün şiirlerini yayınladı mı yani? “Hayır, dedi, ilk siz yayınladınız” o zaman tamam, dedim, demek ki biz o genç yaşında senin gibi bir değeri göz ardı etmemişiz.
Öykü uzun, bir köşe yazısına sığdırılamayacak derecede anılarla dolu. Ama Samsun’un kültür ve sanat yaşamında gelecek kuşaklara miras bırakacağımız SAMSUN SANAT DERGİSİ / 1989 yılında yayın yaşamına başlamış, kısa zamanda rüştünü kanıtlamış bir dergi olarak ulusal kültürümüzün değerli bir parçası durumuna yükselmişti. Bugünlerde kağıt piyasasının uçuşa geçmesi nedeniyle yayınlanan nice dergiler birer birer kapanıp gidiyorsa bizimki de öyle oldu. Ne zamanki güzel bir şeyler başardık demişken ABD Ortadoğu savaşını başlattı. Oralar hapşırdı bizler zatürre olduk. Dayanamadık kapattık dergiyi. Bir zaman öyle geçti gitti. Ortadoğu unutuldu, ülkede durumlar biraz düzelir gibi oldu, haydi yeniden çıkartalım dergiyi, dedik, 1994’te yeniden yayınlamaya başladık dergimizi. Bizim ayağımızdan mıdır nedir bu kez 1994 krizi çıktı. Meşhur 5 Nisan kararlarıyla piyasalar alt üst oldu. Biz yine ortada kaldık. Bir kez daha derginin yayınına son vermek zorunda kaldık. Bir daha yayınlanabilir mi, diye çok düşündüm; ama biz ne zaman işe girişsek ülkemizde ekonomi tepe taklak gidiyor. Ortadoğu savaşları da cabası(!) Şimdilik eskileri yad etmekle yetineceğiz galiba.
41
OCAK 2019
Anda mısın?
Selinay Seyhan
MIndfulness
Ocak 2019
Mindfulness ( bilinçli farkındalık), son zamanlarda konuşulan popüler bir kavram. Bir felsefe ya da bir psikoterapi yöntemi olduğunu söyleyen de var; meditasyon yöntemi, ya da bir yoga felsefesi gibi düşünen de. “Carpe diem” mantığıyla açıklanan yanlış bilgiler de oldukça fazla. Aslında mindfulness; eğitimlerle, uygulamalarla ve düzenli egzersizlerle daha iyi anlaşılabilecek, son zamanlarda yaygınlaşan ve bilimselliği kanıtlanan yeni bir akım. Bu yazımda, Mindfulness’ın, temel bir kavram olarak ne olduğundan ve ne işe yaradığından bahsedeceğim. Bunun yanında, pek çok yönü olan Mindfulness kavramını; kendi deneyimlerimden sonra beni en çok etkileyen, derinden yararını hissettiğim ve hayatıma adapte edebildiğim kısmından bahsetmek istiyorum.
42
Mindfulness ( bilinçli farkındalık), kaynaklarda ufak değişikliklerle birlikte genel olarak şöyle tanımlanır: Tam da şu an; var olduğumuz an içerisinde tüm bedenimizle birlikte, etrafımızda gerçekleşenleri olduğu gibi fark etmek. Anı fark etmek de ne demek, aslında olduğumuz anda olmama ihtimalimiz var mı diye sorabilirsiniz kendinize. Şimdi düşünelim. Düşüncelerinde bir sen varsın, geçmiş zamanda bir sen varsın ya da gelecekte olması muhtemel bir olayın içinde sen varsın. Peki, bulunduğun an içerisindeki sen, nerede? Olduğumuz an içerisinde kalmak kendiliğinde olan bir olay değildir. Evet, hayatın doğal bir akışı var ve bu doğal akış içinde olduğumuzu hepimiz biliyoruz ancak bu akışı ne kadar fark edip hissedebiliyoruz? Yaşadığımız çağda her geçen gün, her şey daha da hızlı ilerlemeye başlıyor. İşte tam da bu yüzden anda kalmaya çalışmak, hızla akan zamanda anda durabilmek, olduğumuz an içerisinde olanları gözlemlemek, istenilerek yapılması mümkün, bilinçli yapılan bir eylemdir. Ancak bilinçli bir şekilde ve yavaş yavaş alışkanlık haline getirerek, anda olanlara dikkat etmeye başlayabiliriz. Çünkü Mindfulness’ın temelde kabul ettiği ve esas ilgilendiği kısım burasıdır: zihin uçuşan bir şeydir. Çoğu zaman şu an içerisinde değilizdir. Geçmiş ya da gelecekle ilgili herhangi bir duygu ya da düşünce; bizi, şu anı fark etmekten alıkoyar. Kafamıza takılan herhangi bir sorun varken, çoğu zaman onu düşünürken buluruz kendimizi. Science dergisinde yayınlanan bir makalede, uçuşan zihin kavramı şu şekilde açıklanmıştır: ”İnsanlar, hayvanlardan farklı olarak zamanlarının büyük bir kısmını çevrelerinde o anda orada olmayan ya da olma olasılığı bile olmayan veya şu anda burada olmasa da geçmişte olup bitmiş olayları düşünmekle geçiriyor.” *
Bize gitmekten yorulduğumuz uzun bir şehirlerarası yolda kısa bir mola, nefes aldığımız, soluklandığımız, su içip elimizi yüzümüzü yıkadığımız bir mola yeri olarak düşünebilir. Bize, nefes alarak dinlediğimiz bir alan yaratmamıza fırsat verir. Minfulness bir dost olsaydı bence şunları fısıldardı kulağımıza: “Dur bir sakin ol. Şu an nerde nefes alıyorsun, hangi kokular geliyor burnuna; etrafında yükselip alçalan, yer değiştiren sesleri duyabiliyor musun? Duyguların, düşüncelerin olduğu yerde kalsın, neden nasıl diye sorma kendine, sadece etrafında olanlara dikkat et. Eminim, dinlendiğini fark edeceksin...” Bahsettiğim şey, sihirli bir değnek değmiş gibi sorunların çözülmesini beklemek değil; ya da hipnotize olup geçmişe gitmek ya da geleceği bir şekilde öngörmek de değil. Aksine, sorunlar her neredeyse ve hangi zamandaysa onların peşinden gitmeyi bırakmak. Sorun ya geçmişle ilgili ya gelecekle ilgili; ya aile hayatınla ilgili ya da işinle ilgili. Belki çok sevdiğin arkadaşına kızdın, belki keşkelerin yakanı bırakmıyor. Onlar her kimle ilgiliyse ve hangi zamana aitse orda kalsın; çünkü var olduğun bu anda seninle değiller. Onları bu ana taşıyan sensin ve olduğun ana dikkat ederek bu anı kendine ayırabilirsin. Aslında bu senin en özgür alanın. Ve bu anı kendine ayırmayı unutmuşken bunu yapabilir, bu anın içinde olanları fark edebilir ve mola zamanını, kendi özgür alanını yaratabilirsin.
Dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta var burada. Bahsettiğimiz gibi zihin, uçuşan bir şeydir; bu yüzden bu deneyim esnasında dikkatimiz dağılabilir. Ana odaklanmaya fark etmeye çalışırken dağılabilir, zihnimiz uçuşmaya başlayabilir, düşünceler tekrar aklımızı meşgul edebilir. Problem değil. Yapmamız gereken tekrar ana odaklanmaya devam etmeye çalışmak. Kendimizi yargılamadan, düşüncelerimizi yorumlamadan, onların geçip gitmesini izlemek, tekrar tekrar ana dönmeyi deneyimlemek. Şu an bir kafede oturuyorum, geleceğimle ilgili bir takım endişeli düşüncelerim beni esir almış durumda. Yapılması gereken işlerim var, hepsi birbirine girmiş. Hepsini kabul ediyorum. Şu an burada benimleler mi gerçekten? Onu bir paket gibi yanımda mı taşıyorum? Gittiğim her yere, her ana götürebiliyor muyum? Evet. Peki, götürmeseydim ne olurdu? Evde bırakıp çıkabilsem ah ne güzel olurdu. İşte şuan, bu kafede otururken onların yanımda olmadığını fark etmek istiyorum. Bunu bilinçli bir şekilde yapıyorum. Onları evde unutmuşum gibi. Otomatik pilottan çıkıp kendime mola zamanı yaratmak istiyorum. Yan kafede çalan şarkıya kulak veriyorum. Sahilde yürüyen insanları görüyorum. Bir de denize girenler var, deniz dalgalı ve hafif bir rüzgar esiyor. Fincanımdaki kahveyi yudumluyorum, biraz soğutmuşum sanırım. Yudumu alırken halen gitmemiş olan kahve kokusu gülümsetiyor beni. Bedenimin, oturduğum sandalyeyle bağımı hissetmeye çalışıyorum. Otururken iki ayağımla yere dokunduğumu fark ediyorum. Kollarım sandalyenin demir kollarına yapışmış gibi, biraz ısınmışlar. Tam bu sırada aklıma, akşamki davette ne giyeceğime halen karar veremediğim geldi. Biraz gergin hissettim sanırım. Sorun değil. Tekrar ana dönüyorum, sanırım çalan şarkı değişmiş. Rüzgar hala esmeye devam ediyor hafif hafif.
Şu an da etrafımda olanları 5 duyu organımla algılayabilmeyi deniyorum. Etrafımda, gerçekten etrafımda olanlara keşif yapar gibi dikkat ediyorum. . Algıladıklarım, az önce bahsettiğim gelecek kaygılarımdan çok farklı bir deneyim oluyor benim için… Sanırım artık kalkmam gerekiyor. Akşamki davete hazırlanmak için eve uğramam gerek. Hesabımı ödeyip hızlıca kalkıyorum. Anlattığım kısa mola bana iyi geldi, hissedebiliyorum. Orada, o kafede ve aynı masada çok defa oturdum. Ama bu sefer başkaydı çünkü her sefer başkadır. Lütfen deneyimleyin. Anda gerçekleşenleri fark etmeye çalışın, kendinize küçük molalar için fırsat verin. Kendi özgür alanınıza sahip çıkın, onu sadece siz yaratabilirsiniz. Bunu hepimizin hak ettiğini biliyorum. Çünkü hiç birimiz geçmiş ya da gelecekle ilgili olumsuz duygu ve düşüncelerin esiri olmak zorunda değiliz. Bunu alışkanlık haline getirmeye başladıkça, fark ediyoruz ki olumsuz duygu ve düşüncelerime aramıza mesafe giriyor. Konu her ne olursa olsun olduğum an bana ait ve o anda dinlenebilirim. Daha iyi hissederek, daha güçlü ve huzurlu devam edebilirim yoluma. Sıkıntım her ne olursa olsun, hangi zamana ait olursa olsun, ben buradayım bu anın içindeyim. Ve gerçeklik tam da burada. Bu ana dikkat ettiğimde olumsuz duygu ve düşüncelerime arama mesafe koyabiliyorum. Onların kaybolduğunu ve gelip geçici olduğunu hissedebiliyorum. Şimdi ki ana odaklanırken, aslında özgürleşiyorum. Şimdi size sormak isterim. Siz tam da şu an neredesiniz? Hangi anın içindesiniz gerçekten?
Konuyla ilgili kitap önerisi: Bilinçli Farkındalık- Doç. Dr. Zümra Atalay * Killingsworth, M. A., & Gilbert, D. T. (2010). ‘A Wandering Mind is an Unhappy Mind’, Science, 330, 932.
OCAK 2019
Peki, ne olmasını bekliyoruz. Yazının başından beri tanımlamaya çalıştığım kavramı, anda kalmayı sağladığımızda neyin değişmesin bekliyoruz? Aslına bakarsanız bir beklenti içine girmiyorum. Anda kalmak, mindful olmak bir varış noktası değil, bir durak. Ara sıra da olsa deneyimlediğim, yani anda kalmaya çalışmak zihnimi meşgul eden her neyse ( geçmiş ya da gelecekle ilgili düşünce ve duygular), onlarla arama mesafe koymamı sağlayan bir durak noktası evet.
43
GUATR NEDİR? Guatr, kabaca tiroid denen boyun bölgesindeki bezin büyümesi olarak tanımlanabilir.
Dr. Salih Pişkin
Ülkemizde özellikle Karadeniz bölgemiz ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde çok sık karşılaşılan bir hastalıktır. Bu bölgelerde sulardaki iyot eksikliği en önemli sebep olarak karşımıza çıkar. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülmekle birlikte, erkeklerde görülen guatrlar daha habis özelliktedir.
Tiroid bezimiz çok çalışırsa halk arasında zehirli guatr olarak ta bilinen hipertiroidi, az çalışırsa hipotiroidi gelişir. Guatrın erkeği ya da dişisi diye bir şey yoktur. İyi huylu ya da kötü huylu olabilir. Büyüyen guatrlar nodüllü (bezeler içeren) ya da nodülsüz olabilir. Nodüllü guatrlarda, eğer ailede guatr kanseri gelişmiş biri varsa, nodül sert ise, ses kısıklığı yapmışsa, son 3 ayda hızla büyümüşse yada boyunda bezelere sebebiyet vermişse o zaman mutlaka genel cerrahi muayenesinin yapılması ve gerekirse biopsi alınması gerekir.
Ocak 2019
Ultrasonda zaman zaman kanser şüphesi uyandıran bezeler saptanabilse de kesin tanı ameliyat sonrası yapılan patolojik değerlendirme ile olur. Yani bezelerden parça alınması (biopsi), ya da ultrasonla yapılan değerlendirme yüzde yüz sonuç vermez. Bu nedenle cerrahi muayenenizi yaptırmanız önem arz eder.
44
Ülkemizde bu kadar sık görülen guatr hastalığı riskinizi ortaya koyacak basit bir testi uygulamanızı öneririz. Böylelikle guatr riskinizin ne olduğuyla ilgili kaba bir fikre sahip olacaksınız.
GUATR RİSK TESTİ 1. Boynunuzda bası, sıkışma ve gerilme hissi var mı?
10. Unutkanlık yaşıyor musunuz? Ya da kendinizi depresyona meyilli hissediyor musunuz?
2. Ani sinir atakları, çarpıntı, terleme veya gün içinde uyuklama yaşıyor musunuz? 3. Kalp atımlarınızın çok yüksek veya çok düşük olduğunu saptadınız mı? (60 altı veya 100 üstü) 4. Son zamanlarda soğuğa ya da sıcağa karşı tahammülsüzlüğünüz arttı mı? 5. Cildinizde pul pul dökülme, kuruma veya matlaşma var mı? 6. Avuç içi terlemesi, ellerde titreme ve saç dökülmesini sıklıkla yaşıyor musunuz? 7. Bacaklarınızda, kollarınızda ve özellikle göz kapaklarınızda şişme oluyor mu? 8. Son zamanlarda aniden kilo alma ya da kilo verme gibi yakınmalarınız oldu mu? 9. Kabızlık, ishal veya karında ağrı atakları yaşıyor musunuz?
Yukarıdaki sorulardan en az 4 ve üstüne evet diyorsanız guatr hastalığı riski taşıyor olabilirsiniz. İleri değerlendirme için lütfen Genel Cerrahi Polikliniğimizden randevu alınız.
45
OCAK 2019
SON KALANLAR…
Erkan Ayçam Gezgin Kitap
Geçmişten Geleceğe Aktarılan Değerlerin Koruyucusudur Onlar Herkes İyi Bilmeli Şu Değişmez Gerçeği Geçmişini Korumayan Kuramaz Geleceği…
Ocak 2019
Harama bakma. Haram yeme. Haram içme. Doğru, sabırlı, dayanıklı ol. Yalan söyleme. Büyüklerden önce söze başlama. Kimseyi kandırma. Kanaatkâr ol. Dünya malına tamah etme. Yanlış ölçme, eksik tartma. Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil. Kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.
46
Toplumsal ihtiyaçlar farklı alanlarda ve sanatlarda ustalaşmayı tetikleyerek ustaların günümüze kadar sanatlarını icra etmelerini sağlamıştır. ÇIRAKLIKLA BAŞLAYAN SANAT ve MESLEK ÖĞRENME SÜRECİNİ, KALFALIKLA PEKİŞTİRİREREK başarıyla tamamlayanlar, yaşamını bir sanatın veya mesleğin USTASI olarak devam ettirme ayrıcalığına sahip olmuştur. İnsanlık, ihtiyaç duyduğu ve ihtiyaçlarını gidermekte çaresiz kaldığı her şeye icatlar vasıtası ile sahip olabilmiştir. Her icat bir mucidin ve bu mucitlerde USTALIK müessesesinin oluşmasını sağlamıştır. Yüzyıllar öncesinin ustalarının günümüze taşıdığı değerler silsilesi hala varlığını devam ettirmeye çalışsa da bazı ustalık gerektiren sanatlar teknolojiye ve çağın yeniliklerine yenilmiş, çırak ve kalfa yetiştiremeyen ustalar ve zanaatları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Samsun ili önemli bir ticaret merkezi ve durak noktası olması sebebiyle tarih boyunca birçok ustanın yetişmesini sağlamıştır. Bu yazıda Samsun’un SON KALAN USTALARININ geleceğe dair söylenmiş sözlerini ve bugün ki görüntülerinin geleceğe iz düşümlerini izleyeceksiniz…
BEŞİKÇİLİK Orta Asya’da yapılan kazılarda M.Ö. I. yüzyıla ait bir Hun gömütünde bulunan malzemeler arasında beşik de vardı. Türkçe kökenli bir kelime olan Beşik, “Süt çocuklarını yatırmaya ve sallayarak uyutmaya yarayan, tahta ve demirden yapılmış sallanır bir çeşit küçük karyola. “Bir şeyin doğup geliştiği yer.” manasında kullanılmaktadır. BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ EVVEL ZAMAN İÇİNDE KALBUR SAMAN İÇİNDE, Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Geleneksel yöntemlerle yapılan ve kullanım devrini artık yitiren beşikler babalarımızın ve dedelerimizin içinde büyüdüğü bir zamanların en gözde çocuk karyolaları idi. Beşikçilik sanatı diğer pek çok el sanatlarımızda da olduğu gibi artık turizm sektörüne hitap eden bir süs eşyası olarak yaşam alanı bulmak için çabalamaktadır. Artık kaç beşikçi ustası baba mesleğini çocuğuna öğretmeyi düşünecektir. Artık hangi genç bu mesleği sürdürmek için öğrenmeye ihtiyaç duyacak veya zorunlu kalacaktır. Hangi anne ve baba bu yeni yetme karyolalarda eskimiş ninniler, modası geçmiş, sevgi sözleri fısıldayarak uyutacaklardır çocuklarını. Yeni moda karyoladaki bebeklere alaturka ninnileri hangi anne söyleyecektir. Manilerimizin, türkülerimizin bilmecelerimizin hatta masallarımızın içinde bulabileceğimiz beşikler artık evlerimizde dahi yer bulamıyor… BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ… BİR BEŞİKÇİ VARMIŞ…
AYAKKABICILIK Çarşamba ayakkabısının bilinen tarihi 1950’li yıllara dayanmaktadır. Bu tarihlerde ağırlıklı olarak kara lastiğin kullanılması ve ayakkabının henüz yaygınlaşmaması, Çarşambalı ustalara ilham vermiş ve kara lastikten yola çıkarak tek parça dana derisinden üretilen ayakkabı imalatını başlatmıştır. Bu ayakkabılar en parlak dönemlerini 19651980 yılları arasında yaşamıştır.
OCAK 2019
Türkiye’deki hayat tarzının her geçen gün değişmesi, makine ile üretilen ayakkabıların pazara hâkim olması, Çarşamba ayakkabılarının çağa ayak uyduramaması, ona olan ilginin zamanla azalmasına sebep olmuştur. Kendilerine çırak bulamayan ustalar, artık bir kültürel değer haline gelen Çarşamba ayakkabısını yaşatmaya çalışmaktadır. Eskisi gibi olmasa da günümüz ustaları hala Türkiye’nin farklı illerine Çarşamba Yumurta topuk ayakkabısını imal edip yollamaktadır. Ayrıca Çarşamba’nın dünyaca ünlü ayakkabısı “yumurta topuk ayakkabı” bir turizm ikonu olarak da varlığını sürdürmektir.
47
DEMİRCİLİK Türklerin en kıymetli ve eski el sanatı… Demircilik, Türklerin en eski el sanatlarından birisidir. Anadolu’nun fethinde, Osmanlının nice şanlı zaferinde demircilik mesleği hep saygın bir yere sahip olmuştur., Ergenekon destanında demir dağının eritilip oradan yol alındığı ve o günün de kutsal sayıldığı anlatılır. Demircilik bir doğu sanatıdır. Bu meslek doğuya yapılan akınlar ve seyahatler neticesinde batıya yayılmıştır. Bir inanışa göre demirciliği insanlığa Hz. Davut öğretmiştir. Bundan dolayıdır ki Hz. Davut demircilerin koruyucusu olarak bilinir.
KALAYCILIK İnsanlığın en eski dönemlerinden itibaren işlenen kalay elementi, bakırdan yapılan araç gereçlerin korunması için kullanılmış ve bu uğraş kalaycılık sanatını doğurmuştur. Ve bakırcılık nerede gelişmişse, kalaycılık da onunla birlikte gelişmiştir. Bakırın zamanla zehirlenmelere yol açması, onun kalaylanması gereğini ortaya çıkarmıştır. 1950 ve 60 ‘lı yıllara kadar en küçük yerleşim bölgesinde dahi bir kalaycı dükkânı bulunması, bu zanaatın ne kadar önemli olduğunun en büyük göstergesidir. Kalaycılık sanatı, evlerimizde kullandığımız bakır eşyaların varlığını sürdürdüğü müddetçe devam edecektir. Günümüz ustaları, gelişen ve değişen dünyanın toplumsal ihtiyaçları da değiştirmesiyle beraber, çırak bulmakta sıkıntı yaşadıklarını ve kalaycı ustalarının artık yetişmediğinden dem vurmaktadırlar.
BAKIRCILIK İnsanoğlunun bakırı bulup işlemesini öğrenmesi M.Ö. 5000-3000 tarihlerinde Kalkolitik Çağ denilen Bakır Çağı ile başlamıştır. Bir Çağ’a ismini vermiştir bakır.
Ocak 2019
Bakırcılık sanatı 1960’lı yıllara kadar önemini korumuş, çok sayıda usta tarafından sürdürülmüştür. 1960’lı yıllarda alüminyum, plastik ve daha sonraları çelikten imal edilmiş fabrikasyon türü mutfak gereçlerinin piyasaya hâkim olması ile bu sanat önemini yitirmiştir. Kalaylanmış bakır kaplarda pişen yemeklerin lezzetleri 1980 ve öncesi kuşakların hala damaklarındadır. Hatta bazı Osmanlı Mutfağı lezzetlerini sunan restoranlar özellikle yemek yapımlarında kap olarak hala bakır eşyaları kullanmaktadır. Bugün hala inatla BAKIRCILIK sanatını sürdüren ustalar olmasına rağmen gün geçtikçe çırak ve kalfa yetiştirilemeyen bu meslek de yok olmaya yüz tutmuştur.
48
49
OCAK 2019
ORÇUN KAPTAN
“OYUNCU OLMAMAYI HİÇ DÜŞÜNMEDİM” RÖ POR TAJ ‘’Babamın eve getirdiği ‘Devekuşu Kabare’ kasetleri ve ‘Ferhangi Şeyler’ oyunu dinleyerek uyurdum geceleri henüz 8-9 yaşlarımdayken. O alkışlar, kahkahaların çok etkileri olmuştur üzerimde...’’ diyen tecrübeli oyuncu Orçun Kaptan, HaberHayat Dergisi’nin konuğu oldu.
Ocak 2019
Kaç Baba Kaç, Kadın Kafası ve Baş Belası adlı tiyatro oyunlarından oynayan; Hükümet Kadın, Sağ Salim ve Vezir Parmağı gibi çok sinemasever tarafından çok sevilen sinema filmlerinde rol olan Kaptan, sanat dünyasına, nasıl oyunculuğu tercih ettiğine ve yaşama dair özel açıklamalarda bulundu.
50
RÖPORTAJ: Yasir BABA FOTOĞRAF: Derya KAPLAN
HABERHAYAT: Sizi daha çok komedi işlerinde görüyoruz ama kötü karakter canlandırdığınız da oldu. Hangisini tercih edersiniz? ORÇUN KAPTAN: Aslında oyuncunun böyle bir ayrımı yoktur. Komedi bana yakıştırılan bir tarz oldu. İşin aslı drama göre komedi daha zordur. Bu yüzden sanırım özellikle komedi tarzı işler denk geliyor bana. Ama ‘Sonsuz Bir Aşk’ filmiyle kötü adam oynamanın da tadına vardım. Öz kardeşini para için istemediği biriyle evlendiren, bencil çıkarcı bir adamdı. Hatta filmin galasından sonra basından arkadaşlar çok inandırıcı oynadığımı ilk defa benden nefret ettiklerini söylediler. Bu benim için bir başarı. Bir daha olsun kötü bir karakteri canlandırmak isterim. Mesela şizofren bir seri katil oynama hayalim var. Türkiye’de henüz bu tarz bir film çekilmedi. Hâlbuki Amerikan sineması benzeri seri katil hikayelerimiz var. HABERHAYAT: “Kaç Baba Kaç” oyununuz çok beğeniliyor. Nasıl gidiyor, oyundan biraz bahseder misiniz? ORÇUN KAPTAN: ‘Kaç Baba Kaç’ ikinci sezonunda yine kapalı gişe devam eden çok eğlenceli bir komedi. Kendini karmaşık olayların içinde bulan ve yavaş yavaş çıldırma noktasına gelen bir polisi oynuyorum. Hiç temposu düşmeyen ve seyirciyi iki buçuk saat güldürmeyi başarabilen bir oyun. Son dönem tiyatro seyircisinin salonları doldurması da ayrıca sevindiriyor beni. Biz de seyircinin taleplerini karşılamak için elimizden geleni yapıyoruz. Tiyatro Sevi ve Epizot Görsel Sanatlar olarak repertuvarımızdaki üç oyunla seyircinin isteklerini karşılamaya çalışıyoruz. Hala izlemeyen varsa çok şey kaçırıyor diyebilirim. ‘Kaç Baba Kaç’ dışında ‘Kadın Kafası’, ‘ Baş Belaları’ oyunlarımıza da bekliyoruz. HABERHAYAT: Oyunculuk çocukluk hayaliniz miydi? Bu mesleği seçmeye nasıl karar verdiniz?
OCAK 2019
ORÇUN KAPTAN: Evet, çocukluk hayalimdi. Annem öğretmen babam da asker olunca İlkokul çağlarım Adana’ya denk geldi. O dönemde bir öğretmenim 23 Nisan için beni sahneye atıverdi fakat oyun çok sevilince çocuk bayramı sonrasında da oynandı ve sahnede kalmış oldum. Babamın eve getirdiği Devekuşu Kabare kasetleri, film kasetleri ve elbette sonradan ustam olan Ferhan Şensoy’un ses kasetleri çok etkili olmuştur üzerimde. Ferhan hocamın “Ferhangi Şeyler” oyunu dinleyerek uyurdum geceleri henüz 8-9 yaşlarımdayken. O alkışlar, kahkahalar çok etkilerdi beni.
51
HABERHAYAT: Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
HABERHAYAT: Nasıl bir babasınız? Oğlunuz Eren’le ilişkiniz nasıl?
ORÇUN KAPTAN: Çok renkliydi. İlkokul çağlarımda yazları Adana’dan Tekirdağ, Malkara’daki anneannemlerin evine gelirdik. Bahçeli iki katlı ahşap bir evdi. Bütün kuzenlerim birlikte yatar kalkardık. Rahmetli dedem, anneannem evde kahkahayı hiç eksik etmezlerdi. Ben de evin taklitçisiydim. İzlediğim filmlerdeki karakterlerin repliklerini ezberler, üstüme geçirdiğim aksesuarlarla taklitlerini yapardım. Şener Şen’in Züğürt Ağa’da canlandırdığı Ağa’yı taklidim aile içinde meşhurdu.
ORÇUN KAPTAN: Eren’le ilişkimiz hiç baba-oğul gibi olamadı. Altı yaşını yeni bitirdi. Daha çok birlikte oyunlar oynayan hoplayan zıplayan oyun arkadaşları gibiyiz. Baba olduktan sonra onun geleceği en büyük düşünceniz oluyor.
HABERHAYAT: Oyuncu olmasaydınız ne yapardınız? ORÇUNKAPTAN: Çalışkan bir öğrenciydim. İlkokuldan liseye hep okul birincisiydim. Deniz Teknik Lisesi mezunuyum. Oyuncu olamamayı hiç düşünmedim ama sanırım denizci olurdum. HABERHAYAT: Mesleki alanda şu anda bulunduğunuz konumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ocak 2019
ORÇUN KAPTAN: Henüz hiç bir şey yapmamışım gibi hissediyorum. Çok erken yaşta profesyonel olmama, tanınmama rağmen yapılacak daha çok şey var. Dolayısıyla asla emekli olamayacağım sanırım.
52
HABERHAYAT: Oyunculuk sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Tiyatro mu sinema mı? ORÇUN KAPTAN: Sektörü anlamakta zorlanıyorum. Eskiden bir dizi veya film için rahatlıkla tutar tutmaz yorumu yapabiliyorduk, artık neyin beğenileceği hiç belli olmuyor. Seyircinin beğenisini kazanmak zorlaştı. Artık çok fazla alternatifi var seyircinin. Bu sevindirici bir şey olmakla birlikte biz oyuncuların her zaman daha donanımlı olmasını gerektiriyor. Tiyatro vazgeçilmezim. Sahnede olmak bedenen, zihnen oyuncuyu her zaman diri tutuyor. Ama sinemadan da çok keyif alıyorum. İkisinin de ortak tarafı yapılıp bittikten sonra direkt seyircinin beğenisine sunulması. Dizilerde kendini izleyip, bir sonraki bölümde yeni şeyler deneyebilirsin. Ama tiyatro ve sinemada öyle bir şansın yok. Dolayısıyla ikisi de heyecan verici. HABERHAYAT: Birlikte çalışmayı, oynamayı istediğiniz isimler var mı? ORÇUNKAPTAN: Meslekte 20.yılım bitiyor bu sene. Hem şans hem kader çok büyük ustalarla çalışma fırsatını tanıdı bana. Ama elbette birlikte oynamak veya aynı havayı bile solusam yeter dediğim isimler var. Mesela Şener Şen...
HABERHAYAT: Bir de günlük hayattaki Orçun›u merak ediyoruz. Neler yaparsınız boş bir gününüzde? ORÇUN KAPTAN: Yürümeyi çok severim. Mümkün mertebe araç kullanmadan uzak yakın demeden yürürüm. Yirmi beş senedir İstanbul’dayım hala keşfedemediğim yerler var. Onun dışında her fırsatta Malkara’ya kaçıyorum. Evcimen biriyim. Evde vakit geçirmeyi çok severim. Güzel yemek yaparım. Elimin lezzetli olduğunu söylerler. Okumayı severim. Kafamda geliştirdiğim projeler için kendimce notlar alırım. HABERHAYAT: Sosyal medya ile aranız nasıl? Kullanmayı sevdiğiniz uygulamalar neler? ORÇUN KAPTAN: Sosyal medya konusunda çok başarılıyım diyemem. Çok geç keşfettim. Orta oyuncular Tiyatrosunda oynadığımız “Pera’daki Hayalet” oyununda fazlasıyla sosyal medya konusu geçiyordu. Bende esprileri anlamakta zorlanıyordum. Instagram ile tanışmam bu oyun vesilesiyle oldu. İyi kullanan arkadaşlarımı takip edip öğrenmeye çalışıyorum hala. Instagram hesabımı aktif olarak kullanıyorum. HABERHAYAT: Son olarak eklemek istediğiniz şeyler var mı? ORÇUN KAPTAN: Haber Hayat Dergisi okuyucularına sevgilerimi iletiyorum. Geçen sene ‘Kaç Baba Kaç’ ekibiyle Samsun’a geldiğimizde gösterdiğiniz ilgiye çok teşekkür ediyorum.
Kısa Kısa… Aldığı en yeni karar: Her şeyi akışına bırakmak Bugüne kadar hayata dair aldığı en iyi tavsiye: Hiçbir şeyi kafana takma, hayırlısıysa olur Kendini şımartma şekli: Büyükada’ya gitmek Bu sıralar en çok dinlediği şarkı: Scorpions Wind Of Chance En son okuduğu kitap: Masum Adam / Yazarı; John Grisham En sevdiği film: İhtiras Rüzgarları En çok ne sinirlendirir: Düşüncesizlik En sevdiği renk: Parlement Mavisi Olmazsa Olmazı: Oğlum
OCAK 2019
Burcu: Koç
53
YEMEĞE LEZZET KATAN UNSUR: BAHARATLAR Çoğu yemekte kullandığımız, yemeğe tadı ve kokusuyla lezzet katan birbirinden farklı ve özel baharatlar hakkında bilmeniz gerekenler bu yazıda. Baharat hakkındaki ilk bilgiler M.Ö 3500’li yıllara kadar dayanıyor. Mısır’da bulunan bu kayıtlarda hardalın hem yemeğe çeşni veren bir madde, hem de koruyucu olarak kullanıldığı bildirilmektedir. Yine benzer bir şekilde Mısır’ da M.Ö. 2500 yıllarında mumyalamada başta nane olmak üzere çeşitli baharatın kullanıldığı bilinmektedir. Baharatın ilk kullanıldığı yer olarak, Uzak Doğu olarak bilinir. Avrupa’da ilk tanınan baharat ise; karabiberdir. 15. yüzyıl, tek bir karabiber çuvalının bir insan hayatından daha değerli olduğu, “spices” (baharat) kelimesinin nakit para anlamında kullanıldığı bir dönemdi. O yıllarda bilinen ilk baharat az bulunduğu için çok pahalıya satılan karabiberdi. O yıllarda, bir ürünün pahalı olduğunu ifade etmek için, “Karabiber gibi pahalı” denildiği de kayıtlarda yer almaktadır. Baharat kullanımı, Doğu Akdeniz ve Avrupa’ya Orta Doğu yoluyla yayılır. Dünya’da baharat; gıda, sağlık, parfüm, tıp gibi birçok sektörde kullanılan baharatın mutfaktaki yeri ise çok özeldir. Günümüzde baharatı en çok Hintli’ler kullanıyor. Bunun yanı sıra, Avrupa ve Amerika’da da baharat kullanımı çok yaygın. Bilhassa İtalyan ve Fransız mutfaklarında baharatın oldukça büyük bir önemi vardır. Türkiye de, en çok baharat kullanan ülkeler arasında yer alıyor. Özellikle Güneydoğu illerimizde, acı biber tüketimi bir hayli fazladır. Baharatlar ise içinde birçok gruba ayrılıyor. Bunlar,
Ocak 2019
Baharat grupları
54
1- Köklerinden faydalanılanlar: Karaturp, kırmızıturp gibi. 2- Gövdelerinden faydalanılanlar: Zencefil, tarçın gibi. 3- Yapraklarından faydalanılanlar: Nane, kekik, merzengüş, maydanoz, defne gibi. 4- Soğan yapısında olanlar: Mutfak soğanı, sarımsak gibi. 5- Çiçeklerinden faydalanılanlar: Karanfil gibi. 6- Meyvelerinden faydalanılanlar: Kimyon, anason, karabiber, kırmızıbiber, vanilya gibi. 7- Tohumlarından faydalanılanlar: Hardal, küçük Hindistan cevizi gibi.
Doğan Üyük
55
OCAK 2019
2018 TUĞÇE KANDEMİR RÖ POR TAJ
Röportaj: Yasir BABA – Aslı BAKİOĞLU Fotoğraf: Yasir BABA
Her yılbaşında çevrenizde ‘Bu yıl benim yılım’ olacak şekilde iddialı çıkışlarda bulunanlara rastlarsınız. Herkes yeni başlayan yılla hayallerini/planlarını gerçekleştirmek ve harika bir yıl gerçekleştirmek için kendisini motive eder. Bazen yıl içerisinde işler iyi gider, planlar gerçekleşir. Bazense işler planlandığı gibi gitmez, hayaller hayal olarak kalmaya devam eder.
Ocak 2019
Tuğçe Kandemir, 2018 yılına girerken ‘Bu yıl benim yılım olacak’ demiş miydi bilmiyoruz ama 2018 gerçekten O’nun yılı oldu. Bir yıl öncesine kadar öğrencileri ve yakın çevresi haricinde pek kimsenin tanımadığı kendi haline bir Edebiyat Öğretmeniyken; 2018 yılında kendi yazdığı ‘Bu Benim Öyküm’ isimli şarkıyı seslendirdiği video sosyal medyada viral olmasıyla birlikte tüm Türkiye’nin tanıdığı bir isim oldu.
56
Şarkının klipi tıklanma rekorları kırarken, Tuğçe Kandemir de birçok şehirde konser vermeye başladı. Son olarak yakın zaman önce Samsun’da Yeşilyurt AVM’de hayranlarıyla buluşan Başarılı Sanatçı, HaberHayat Dergisi’nin sorularını yanıtladı. Kandemir, 2018 yılını kendi açısından nasıl geçtiğini dergimizle paylaştı.
HABERHAYAT: Tuğçe Hanım, öncelikle Samsun’a hoş geldiniz. Nasılsınız? Nasıl geçti konseriniz? TUĞÇE KANDEMİR: Çok teşekkürler, Çok iyiyim. Konserimiz çok güzeldi. Beklediğimiz kalabalık kendini gösterdi. Bu benim Samsun’a ikinci gelişim. Samsun’da olmanın verdiği azimle güzel bir konser geçirdik çok şükür. HABERHAYAT: Pek bilinmeyen bir yönünüz var. Aslında hemşerimizsiniz, Samsunlusunuz. Samsun’un sizdeki yeri nedir? Bizimle paylaşabilir misiniz? TUĞÇE KANDEMİR: Evet (gülümsüyor) Annem Samsun Vezirköprülü benim. Samsun’a küçükken yaz tatillerine gelip gidiyorduk. Samsun’u seviyoruz. Kaçamak yaptığımız yerlerinde arasında. HABERHAYAT: Her yılbaşında ‘Bu yıl benim yılım olacak’ klişesi yapılır ama 2018 gerçekten de sizin yılınız oldu gibi. Nasıl geçti 2018 sizin açınızdan?
OCAK 2019
TUĞÇE KANDEMİR: 2018 tam olarak ‘Benim yılım, benim öyküm” şeklinde geçti (gülüyor) 6 ay öncesine kadar bir edebiyat öğretmeniydim. Sonrasında hayatım bir anda değişti. Bambaşka yerlere geldi. Bugün de olduğu gibi konserler veriyorum mesela. 2018, bana uğurlu gelen bir yıl oldu.
57
HABERHAYAT: Neler değişti hayatınızda? TUĞÇE KANDEMİR: Mesela ünlü oldum (gülüyor) Böyle bir değişiklik oldu. Ünlü olunca hayattaki statünüz değişiyor. Etrafınızdaki insanlar ve sohbetler değişiyor. Söylediğiniz şarkıları sadece 5-10 kişi değil milyonlar dinlemeye başlıyor ve dünyanın en güzel hissi gerçekten. HABERHAYAT: Peki, bundan sonrası için planlarınız, hedefleriniz nelerdir? TUĞÇE KANDEMİR: İnşallah 2019 da benim yılım olur. 2019’da beklentim daha iyi şarkılar yazmak istiyorum. Yazdığım şarkıları, kendimle birlikte başka sanatçıların da seslendirebileceği bir konuma gelmeyi ümit ediyorum. İnşallah olur… Bunların dışında edebiyat öğretmenliği alanında da yüksek lisans yapıyorum. Akademisyenlik yapmak da istiyorum. Umarım bu da olur. Çok istiyorum bunu. Ne olur olsun! HABERHAYAT: Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mıdır?
Ocak 2019
TUĞÇE KANDEMİR: Bütün Samsunlulara buradan selamlar! Hepinizi çok seviyorum.
58
59
OCAK 2019
60
Ocak 2019
61
OCAK 2019
ŞİMDİ SORGULAMA DEĞİL FARKINDALIK ZAMANI
Ocak 2019
Sevgili anne-babalar gözümüzden sakındığımız ve canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımız yoğun bir eğitim sürecinin sonrasında yarıyıl tatiline girecekler. Çalışmalarının karşılığını alanlar da olacak, alamayanlar da... Bunun için iyi çalışmış olanlar da olabileceği gibi yeterince çalışmamış olanlar da olacak... Durum ne olursa olsun, sonuç ne olursa olsun yüzleşilecek bir gerçeğin varlığı kaçınılmaz. Yüzleşmek ebeveyn için de çocuk için de bazı şeylerin farkına varılması için bir fırsattır ya da fırsata dönüştürülebilir. Karne tatili hesaplaşma ya da hesap sorma zamanı değildir, farklı görme, fark etme ve bir çıkış yolu bulma zamanıdır. Çocuklar ve gençlerin her biri farklı bireylerdir, özellikleri ve yetenekleri farklıdır, dolayısıyla karne notlarının ve başarı düzeylerinin farklı olması kadar doğal ne olabilir ki... Burada fark etme ve farklı görmeye katkı amacıyla siz değerli anne-babalarla bilgi paylaşımı içinde olmayı hedefledik.
62
Uzm. Dr. Mahmut Çakır Çocuk Psikiyatri & Çocuk Hastalıkları Uzmanı
Başarı koşullanması öğrenci için örseleyicidir ‘Tüm hayallerim benim başarmama bağlı’ düşüncesinin özellikle ergenlerde olmasında çevresel uygun olmayan yarış ortamının ve ebeveyn koşullanmasının içselleştirilmesinin büyük rolü yadsınamaz bir gerçek. Daha sonra bu düşünceler giderek yoğunlaşmakta ve “mutlaka başarılı olmalıyım” saplantısına dönüşmektedir. Sonrasında ise sınavla ilgili kaygılar üst düzeye çıkmakta ve dahası bu kaygılar eğer çocuk ya da ergen dışa dönük, becerikli, sosyal bir çocuk ise ebeveyn ve öğretmenleri tarafından fark edilememenin yanında mutlu ve huzurlu bir çocuk olduğu şeklinde de algılanabilmektedir. Bazen anne-babalar çocuklarına ders başarısı ile ilgili baskıda bulunmamalarına, onları koşullandırmamalarına ve aile ortamının huzurlu olmasına rağmen bu konunun ne kadar önemli olduğu ile ilgili önceden aralarında yapmış oldukları bir konuşma bile öğrencinin aklından çıkmayabilir ve ona anne ve babasının ondan çok başarılı olmasını beklediklerini düşündürebilir. Öte yandan, mükemmeliyetçi, her hangi bir konuda başarısız olmanın kendileri için olanaksız olan, bu nedenle gerek evde gerekse iş yerinde işine aşırı yüklenen, kendisine ve çocuklarına keyifli bir şeyler yapabilmek için hiç zamanı kalmayan ebeveynler sorumluluk alma, çok çalışma ve başarılı olma konusunda çok iyi örnek olmuş olabilirler, buna karşın sıkıntıları paylaşma, çözüm arama ve üretebilme konularında iyi örnek olamayabilirler. Annebabalar hiçbir zaman “çok çalış, başarılı ol” dememiş olsalar bile kendi yaşam şekilleri ve yaşama bakışlarıyla bunun gerekli olduğu mesajını abartılı bir şekilde fark etmeden çocuklarına verebilirler. Sonuçta bu durum başarısız olursa ailesini hayal kırıklığına uğratacağı düşüncesi ile çocukta belirgin sınav kaygısı oluşturacak kadar bir başarı koşullanması boyutuna ulaşabilir.
Çocukların dersleri ve ödevleri ile ilgili sorumlukları daha erken çocukluk dönemindeki yaklaşımlarla yakından ilişkilidir. Bazı anne babaların daha küçük olduklarını ve kıyamadıklarını söyleyip ‘’şimdiden bıktırmayalım’’ düşünceleri ve yaklaşımları çocuğun okula başladığında ders çalışma ve plan yapma sorumluluğunu üstlenmesinde zorlanmasına neden olabilmektedir. Yani sorumluluk verilme yaşı ertelendikçe çalışma sorumluluğu o kadar zorlaşabilmektedir. Diğer taraftan her çocuğun ders çalışma ve öğrenme stili farklıdır, çocuğu yeterince başarılı olmasına karşın mükemmeliyetçititiz bir tutumla ders çalışma biçimini eleştiren ve müdahale eden annebaba yaklaşımı çocuğun ders çalışma isteğini, motivasyonunu ve sorumluluk duygusunu azaltacaktır. Ders çalışma isteğini ve sorumluluk duygusu oluşturan farkındalığın başlaması ve sürdürülebilmesinde ebeveynin kararlı tutum sergilemesi belirleyicidir. Örneğin dersin öneminin içselleştirilmesine yönelik ilgi ve sohbetler aynı kararlılıkta ve homojenlikte devam etmeyebilir ya da dersin tek başına yapılmasının önemini defalarca söyler anne-baba, ancak yapılamayan dersler olduğunda ve çocuk dersin başına oturmadığında derslerin çoğunluğu yine kendilerinin desteğiyle yapılır. NASIL YAKLAŞALIM Bazı çocuklar yaşıtlarına göre daha yavaştırlar, ders plan –programı yapmada ve bunu uygulamada yeterince beceri göstermeyebilirler ya da dersi bitirmeleri çok uzun sürebilir. Böyle bir çocuk karşısında anne baba ondan kendi başına halletmesini istemekten kaçınır, onun yapmasına fırsat vermeden ödev ya da dersi kendileri üstlenirler. Halbuki çocukların kendilerine güvenebilmeleri, akademik becerilerini geliştirebilmeleri ve ders sorumluluğunu almayı öğrenmeleri için daha fazla kendi başına ders yapma fırsatına gereksinimleri vardır. Yavaş da yapsalar bırakalım çocuklar kendileri yapsınlar. Çocuğun kendisine ve başkalarına saygılı, sorumluluklarını bilen, sağlıklı iletişim kurabilen, sorunlar karşısında
uygun çözümler üretebilen, zorluklarla baş edebilen, çeşitli travmaları başarıyla atlatabilen birer erişkin olmasının temellerini çocukluk ve ergenlik döneminde atmak ailenin ve toplumun asıl sorumluluğudur. Ayrıca çocuklarının akademik gereklerini yerine getirme sorumluluğu konusunda sorun yaşayan anne babaların öncelikle çocukla olan iletişimlerini, evdeki kuralları-sınırları, çocuğa ayrılan zamanı, övgü-eleştiri dengesini gözden geçirmeleri gerekir. Çocuklar oldukça dikkatli gözlemcidirler ve onlar anne babanın söylediklerini değil onların davranışlarını gözlemleyerek ve içselleştirerek öğrenirler. Birçok konuda olduğu gibi, anne-baba eğitim alanında da sorumlu bir birey olma konusunda çocuğa örnek olmalıdır. Örneğin çocuğunun yeterince kitap okumasını isteyen bir ailede diğer yetişkin bireylerin de kitap okuması ve hatta belirli günlerde ailece ‘kitap okuma saati’ programının uygulanması uygun ve gerekli rol model davranış olabilir. Diğer taraftan anne-babanın kendi mesleğini ya da işini severek ve motive bir şekilde yapması, çocuğun işi olan öğrenciliğin gereklerini yerine getirmesinde sürükleyici ve itici bir güç olacaktır. Tam tersi işinden yakınan ve işinin sorumluluklarını yerine getirmeyen ve ‘çalıştığım yerde şu birime geçsem de rahat etsem, kurtulsam çalışmaktan’ diyen bir anne- babanın çocuğunun ‘kar yağsa da okullar tatil olsa’ demesi de kaçınılmazdır. Bu nedenle ‘biri bizi gözetliyor’ gibi düşünerek davranış sergilememiz ve çocuğumuzdan beklediğimiz akademik başarının bizim iş başarımız ve işimizi sevmemizle paralellik gösterdiğini bilmemiz önemlidir. Çocuğun yapamadığı ve yeterince iyi olmadığı konulara odaklanmak yerine daha geniş açıdan bakarak onun daha iyi olduğu ve becerdiği akademik alanları görmeye çalışmak ve ön plana çıkarmak önemlidir. Başkalarının yanında ders başarısı eksikliği ve yetersizliği yermektense yaptıklarından övgü ile söz edilmesi gencin çok hoşuna gider ve övülen tarafını sürdürmeye ve geliştirmeye devam eder. Eğitimi ile ilgili gelecekteki beklentilerini, hedeflerini sizlerle konuşmak isterse, fikirlerinizi kabul ettirmeye değil mantıklı olarak tartışmaya hazır olmanız, onun
fikir ve isteklerine değer verdiğinizi belirtmeniz uygun bir yaklaşım olacaktır. Anne baba olarak çocuğunuzla ilgili beklentiniz gerçekçi olmalıdır. Bunun için çocuğunuz tarafınızca iyi tanınmalı, neyi başarıp neyi başaramayacağı bilinmeli, özgün özelliği içinde değerlendirilmeli ve ona uygun elbise dikilmelidir. Başarı konusunda çocuklar hiçbir zaman başkalarıyla kıyaslanmamalı, her bir bireyin diğerlerinden farklı performans ve potansiyele sahip olduğu unutulmamalıdır. Kaygı bulaşıcı bir duygudur, anne ve baba olarak sizler çocuklarınızın en yakınındaki temel modellersiniz. Çocuklar sadece duyduklarıyla değil gördükleriyle de öğrenirler ve uygularlar. Yapıcı düşünerek kaygınızı kontrol altında tutun ve onların kaygılarını da bu şekilde kendi potanızda eritin. Anne babanın karamsar yaklaşımı ve çocuğunun başaramayacağını düşünmesi onun kaygısını artıracak ve potansiyelini kullanmasını engelleyecektir. Anne baba olarak yıkıcı değil yapıcı düşünce içerisinde olmanız çocuğunuza daha fazla yardımcı olmanıza neden olacaktır. SONUÇ OLARAK; Başarı durumunda övgüde ve başarısızlıkta eleştiride aşırıya kaçılmamalı, başarıya değil gayrete odaklanılmalı, gayret ödüllendirilmeli, bir alanda ve izole başarısızlık genellenmemelidir. Eğer eğitim alanında bir yetersizliği varsa çocuğun güçlüğünü ve çıkmazlarını kabul edelim. Bunun beyindeki yapısal, işlevsel bir sorundan kaynaklandığını unutmayarak başarısızlığından dolayı çocuğu suçlamayalım ve yargılamayalım. Onları hep birileriyle aynı kantarda tartmayalım, her çocuk özeldir ve her çocuk farklıdır. Çocuklarımız iyi ki birbirlerinden farklılar, iyi ki her birinin güçlü yönleri ve zayıf yönleri birbirine benzemez. Çocuklarımızı her şekilde, her haliyle sevelim ve her şekilde onları kabul ettiğimizi gösterelim. Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere, sağlıcakla kalınız
OCAK 2019
DERS ÇALIŞMA SORUMLULUĞU KAZANDIRMA BAZI YAKLAŞIMLARLA ZORLAŞABİLİR
63
DİJİTAL DÖNÜŞÜMDE NEREDESİNİZ? Birinci sanayi devrimi ile insanoğlu üretim yaparken su gücünden faydalandı. Su gücünü değirmenlerde kullandı ve değirmenlerden elde edilen su enerjisi, kömürle çalışan motorlardan elde edilen buhar enerjisi ile seri üretime geçmeyi başardı. Daha sonra elektriğin üretimde kullanılması ile birlikte insanoğlunun önünde çok daha farklı sayfaların açılmasına neden oldu. Artık üretim yaparken bağımlı olduğu buhar gücü yerini elektriğe bıraktı. Üretim artık daha hızlı şekilde yapılmaya başladı. Birinci sanayi devriminin yaşandığı dönemde işletmeciler açısından karşılaşılan en temel problemlerden birisi fabrikanın nereye kurulacağı idi. Suya olan mesafenin uzak ya da yakın olması işletmecilerin maliyetleri ve fabrika içi yerleşimleri de etkileyen en önemli faktörlerden bazıları idi.
Ocak 2019
Otomasyon teknolojilerinin kullanılması ile beraber artık işletmeciler için en önemli işlerden birisi ürünün maliyetlerini doğru saptamak olmuştur. Bunun için önce malzeme ihtiyaç planlaması şeklinde başlayan otomasyon ve yazılımlar sonraları kurumsal kaynak planlaması (ERP) şeklini aldı. Bu sayede artık herhangi bir ürün önce reçete haline getiriliyor sonrasında da dakikada ne kadar ürün üretiliyor, işçilik maliyetleri gibi kalemler çok rahat bir şekilde hesaplanıyor gibi soruların yanıtları daha da kolay hale geldi.
64
İnternet ve teknolojinin hızlı şekilde yayılması ile birlikte insanlar bilgiye daha kolay ulaşır hale geldi. 1990’lı yılların sonlarına doğru ülkemizde bilgisayar kulla-
nıcısı ve miktarının artması ile beraber insanların da ihtiyaçları şekil değiştirmeye başladı. Örneğin eskiden ödev yaparken insanlar evlerinde bulunan ansiklopedilerden yararlanır veya kütüphaneye gider idi. İnternet ile beraber bu durum değişmeye başladı. Artık bireyler arama motorlarına istediği bilgiyi yazıyor ve istediği bilgiye ulaşır hale geldi. Bu durum artık işletmeleri de artık geri dönülmez bir kavram ile karşı karşıya bıraktı. Değişim ve inovasyon. İşletme sahipleri artık olaylara bakış açılarını değiştirmeye başlamak zorunda kaldı. Yeni durumda reaktif olmak yerine proaktif olmak gerekiyor idi. Başka bir anlatımla “önce olay olsun ve duruma uygun strateji geliştir” yerine “olayları önceden tahminlemeye çalış ve bu duruma göre strateji geliştir” şekline dönüştü.
Otomasyon teknolojilerinin kullanılması ile beraber artık işletmeciler için en önemli işlerden birisi ürünün maliyetlerini doğru saptamak olmuştur. Bunun için önce malzeme ihtiyaç planlaması şeklinde başlayan otomasyon ve yazılımlar sonraları kurumsal kaynak planlaması (ERP) şeklini aldı. Bu sayede artık herhangi bir ürün önce reçete haline getiriliyor sonrasında da dakikada ne kadar ürün üretiliyor, işçilik maliyetleri gibi kalemler çok rahat bir şekilde hesaplanıyor gibi soruların yanıtları daha da kolay hale geldi. İnternet ve teknolojinin hızlı şekilde yayılması ile birlikte insanlar bilgiye daha kolay ulaşır hale geldi. 1990’lı yılların sonlarına doğru ülkemizde bilgisayar kullanıcısı ve miktarının artması ile beraber insanların da ihtiyaçları şekil değiştirmeye başladı. Örneğin eskiden ödev yaparken insanlar evlerinde bulunan ansiklopedilerden yararlanır veya kütüphaneye gider idi. İnternet ile beraber bu durum değişmeye başladı. Artık bireyler arama motorlarına istediği bilgiyi yazıyor ve istediği bilgiye ulaşır hale geldi. Bu durum artık işletmeleri de artık geri dönülmez bir kavram ile karşı karşıya bıraktı. Değişim ve inovasyon. İşletme sahipleri artık olaylara bakış açılarını değiştirmeye başlamak zorunda kaldı. Yeni durumda reaktif olmak yerine proaktif olmak gerekiyor idi. Başka bir anlatımla “önce olay olsun
ve duruma uygun strateji geliştir” yerine “olayları önceden tahminlemeye çalış ve bu duruma göre strateji geliştir” şekline dönüştü. 1990’lı yılların ortasında piyasaya çıkan Apple dünyayı yıkıcı inovasyon kavramı ile tanıştırdı. Ipod çıkana kadar herkes müzik dinleme keyfini walkman ile çıkarıyor iken ipod ile beraber artık bireyler dinleyeceği müzik eserlerini download etmeye yani internetten indirmeye başladı. Bu durum walkmanlerin ölümüne sebep oldu. Benzer şekilde ansiklopediler yerini önce CD ortamındaki ansiklopedilere daha sonra da wikipedia gibi bireylerin kendi içeriklerini üretebileceği bilgi kaynaklarının oluşmasına neden oldu.
Doç. Dr. Yetkin Bulut
Dijitalleşmenin yoğun olarak yaşandığı döneme kadar işletmeler ile müşterileri arasında çeşitli iletişim kanalları kullanılıyor idi. Örneğin en yaygın kullanılan araçlardan birisi hiç kuşkusuz ki televizyonlar idi. Markalar tüketicileri ile aralarında ilişki ve bağ kurmak için TV kanallarına, radyo, gazete gibi mecralara reklam veriyorlar idi. İnternetin yaygın hale gelmesi ile beraber müşteriler TV izlemekle beraber internette de çok fazla zaman geçirir hale geldi. TV’ler de buna kayıtsız kalmadı ve bugün artık IP TV’lerden veya akıllı cihazlardan TV uygulamalarından istedikleri kanala erişir hale geldi. Bu durum işletmelerin müşterileri ile sadece geleneksel mecraları kullanmakla yetinmeyip dijital dönemin getirdiği tüm mecraları da kullanma zaruretinde bırakmıştır. Başka bir anlatımla işletmeler artık bir müşteriyi yakalaması için aynı anda çoklu kanal (omnichannel) kullanmak zorunda.
OCAK 2019
Birinci sanayi devriminin yaşandığı dönemde işletmeciler açısından karşılaşılan en temel problemlerden birisi fabrikanın nereye kurulacağı idi. Suya olan mesafenin uzak ya da yakın olması işletmecilerin maliyetleri ve fabrika içi yerleşimleri de etkileyen en önemli faktörlerden bazıları idi.
65
Dijitalleşmenin işletmeler ile müşterileri arasında kurduğu iletişimi etkilediği bir diğer nokta da müşterilerin herhangi bir ürünü kullandığı zaman üründen duyduğu memnuniyeti ya da memnuniyetsizliği anında sanal alemde hemen paylaşabilmesidir. Dolayısı ile işletmeler de artık bu tür yorumları takip etmek için kendi bünyelerinde bir kişiyi görevlendirmeye başladı veya işletmenin bu manadaki ihtiyacını gideren hizmeti dışardan satın alma yoluna gitti. Özellikle sosyal medya mecralarında tüketiciler artık çok daha rahat örgütleniyorlar ve şikayete söz konusu markayı bu bağlamda zor durumda kalmasına neden olabiliyorlar. Bir ürün hakkında müşterinin aldığı arkadaş tavsiyesi şekil değiştirmiş ve sanal dünyada topluluklar ve forumlar aracılığı ile müşteri satın almayı düşündüğü bir ürün konusunda hiç tanımadığı insanların tavsiyeleri doğrultusunda ürünü satın alma ya da almama konusunda karar verir hale gelmiştir.
Ocak 2019
Dolayısı ile dijitalleşme rekabetin tanımını ve şeklini değiştirmiştir. Eskiden sadece aynı sektörde faaliyetlerini sürdüren işletmeler rakip olarak görülürken dijitalleşme ile beraber artık her işletme müşterilerini kolayca kaptırır hale gelmiştir. Instagram gibi sosyal medya hesaplarından insanlar evde yaptıkları ürünleri kolayca satma imkanına sahip olmuştur. Benzer şekilde ünlülerin
66
ürünleri tanıtma işi yeni dönemde influencer kişilere bırakmış ve influencer marketing diye yeni alanın oluşmasına olanak sağlamıştır. Vlogger, Youtubber gibi iş alanları doğmuş ve insanlar gezmek istediği bir yer için bir gezginin ya da youtubber’ın sosyal medya hesaplarına girerek karar vermeye başlamıştır. Tüm bu gelişmeler tüketicinin nasıl karar verdiği ve hangi değişkenlerin müşterilerin satın alma kararlarını etkilediği gibi soruların daha da karmaşık hale gelmesine neden olmuştur. İşletmeler artık yeni tüketiciyi anlamak için daha fazla çaba sarfetmek ve yeni analizler geliştirerek müşterinin nasıl karar verdiğini anlamaya çalışmaktadır. Dijital döneme kadar en yaygın kullanılan yöntem pazarlama araştırması yapmak idi. Geleneksel manada pazarlama araştırmaları gibi yöntemlerle veriler bilgi haline dönüştürülüyor iken dijitalleşme ile beraber indirme sayısı, tıklanma sayısı, takipçi sayısı gibi yeni ölçüm birimleri değerlendirme süreçlerine dahil olmuştur. İnternet ve sosyal medyadaki tüm değişimler müşterilerin hakkında toplanan verilerin daha derinlemesine analiz edilmesi gerektiğini ortaya çıkarmıştır. Bu sayede müşterilerin satın alma kararlarını nasıl verdiği anlaşılmaya çalışılmıştır.
Dijitalleşme aslında reel sektörün kurallarını değiştirmiş ve de dolayısı ile işletme sahiplerinin de düşünüş şekillerinin de değiştirmesine zorlamıştır. Çünkü artık rakip sadece kendi sektöründeki işletmeler değildir. Dünyanın herhangi bir yerindeki başka bir işletme rakip haline gelmiştir. Bu yüzden işletmeler de artık ortaklaşa rekabet kavramını içselleştirmiş ve aynı ya da farklı sektördeki firmaların bir araya gelerek hareket etmesine neden olmuştur. Dijitalleşme aslında bir teknoloji meselesi olmayıp düşünüş şeklidir. Bunun için işletme sahipleri ya da daha genel manada insanların teknolojiyi ve teknolojinin hayatımıza getirdiği ve getireceği yenilikleri birer tehdit olarak görmekten vazgeçmesi ve dijitalleşmenin bize sunacağı fırsatlara odaklanması gerekmektedir. Bunun için herkes kendi işinin dijitalleşmesinden sorumlu olduğunu fark etmesi gerekiyor. Dijitalleşme hizmetini işletme dışardan satın alsa bile süreci yönetecek kadar herkesin kendisini yetiştirmesi gerekiyor. Yaşayacağımız çağ bilginin daha kıymetli hale geleceği, nitelikli insanın önemini artıracağı ve müşterileri ile ortak olunacağı bir çağ. Bu çağa hazırlıklı olmak zorundayız. Hazırlıklı olanlar kendi hikayelerini yaratır iken hazırlıklı olmayanlar ise nostaljik öykü olacaktır.
67
OCAK 2019
SAMSUN’DAN
MÜFİT CAN SAÇINTI GEÇTİ
Yazdığı senaryolar, yönettiği dizi ve filmler ve canlandırdığı karakterler ile Türk halkının gönlünde sarsılmaz bir yer edinen usta isim Müfit Can Saçıntı, tek kişilik tiyatro oyunu ‘Lafını Esirgemeyenler’ın turnesi kapsamında Samsun’a geldi.
Ocak 2019
Samsun’da bulunduğu süre içerisinde Haber Medya Grubu da ziyaret eden Saçıntı, Haber Medya çalışanlarıyla uzun uzun sohbet etti. Haber Radyo canlı yayınına katılan ünü yönetmen aynı zamanda HaberHayat Dergisi’nin sorularını yanıtladı.
68
RÖ POR TAJ
Röportaj/Fotoğraf: Yasir BABA
MÜFİT CAN SAÇINTI: Ben de Samsun’a hayranım. Samsun zaten Cumhuriyet’imiz için sembolik bir şehir. İlk defa geliyorum ben Samsun’a. Belki bu konuda biraz ayıp ettik ama. 50 yıl üzerine bu ayıbımızı da giderdik. Tabii bütün illerimiz özel ama Samsun ayrı bir özel; Hem Cumhuriyetimiz açısından hem de Milli Mücadele tarihimizi açısından… Teşbihte hata olmasın; kutsal topraklar diyebiliriz. Samsun insanı da dün akşamdan beri yollardan itibaren çok güzel karşılıyorlar. Ne mutlu bana. Çok sıcak, samimiler… Doğal güzellik olarak da çok beğendim. Çok fazla turne yapıyoruz. Şunu görüyorum ben; Türkiye’de birçok şehir, şehircilik anlamında maalesef karakterini kaybetmiş durumda. Birbirine benziyorlar. Beton binalar, asfalt yollar ve AVM’ler… Öyle bir şey olmuş ki; AVM’ler ülkenin gelişmişlik ölçü birimi olarak kullanılıyor. İnsanlar, şehirlerindeki AVM sayısıyla övünüyorlar. Yeşil neredeyse kalmamış ve sanki tüm şehirleri aynı mimarın elinden geçmiş gibi kutu kutu binalardan oluşuyor. Gözümüzü bağlayıp gecenin 3’ünde bir şehre indirseler; hangi şehirde olduğumuzu anlayacak durumda değiliz. Sevinerek söylüyorum ki; Samsun bu illerden biri değil. Burada yeşile önem verilmiş. Tabii betonlaşan kısımlarını da gördüm
ama diğer şehirlerimize kıyasla söylüyorum. Şehircilik anlamında Samsun karakterini yitirmemiş. Tek ricam; Samsun’da da diğer şehirlerde olduğu gibi betonlaşma tehlikesi var. Buna dikkat edilirse; Samsun daha güzel hale gelebilir. HABERHAYAT: Oyununuz biraz bahsedebilir misiniz? Kaçıncı oyun? Oyununuzun kaçıncı sezonu? Turnedesiniz. Samsun’a nereden geldiniz? Nereye gideceksiniz? MÜFİT CAN SAÇINTI: 3. Sezon. Kaçıncı oyun olduğunu şu an cidden unuttum. Almanya’dan geldim Samsun’a. Avrupa’da daha çok oynuyoruz. Hatta şunu diyebilirim Avrupa turnemi yarıda keserek Merzifon ve Samsun’a geldim. Samsun’dan sonra tekrar Avrupa’ya döneceğim. Avrupa’da 16 oyun daha oynayacağız. HABERHAYAT: Avrupa’daki oyunlarınız nasıl geçiyor? MÜFİT CAN SAÇINTI: Orada yaşayan insanlarımızın bizim dilimizle ve kültürümüzle yapılan sanata karşı başka bir hasreti var. Sağ olsunlar; bağırlarına basıyorlar. HABERHAYAT: Bu ilginin biraz da sizinle alakası olabilir mi? Çünkü çok enteresan hayran kitleniz var… MÜFİT CAN SAÇINTI: Ben ‘Çalışmaya karşıyım’ dediğim için ayrı bir sempati var (Gülüyor)
OCAK 2019
HABERHAYAT: Öncelikle hoş geldiniz. Samsun’da bir oyun oynayacaksınız. Samsun halkı size inanılmaz derecede hayranlık duyuyor… Stüdyolarımıza kadar geldiler…
69
HABERHAYAT: O kadar yoğun bir programın içerisinde hiç kimseyi kırmadan herkesle bir araya gelmeye çalışıyorsunuz. Bir programınızda da ‘Kendinize Ayırdığınız 8 bin Gün’ diye bir konuşmanız vardı. Hiç vakit kalmıyor gibi… Siz kendinize nasıl vakit ayırıyorsunuz? MÜFİT CAN SAÇINTI: Hayat dediğiniz şey; biraz sevmek, sevilmek, mutlu olmak, mutlu etmek oluyor. Benim bir yere gidişimle, sohbetimle mutlu oluyorsa ne mutlu bana! Hayatta insanı ne mutlu eder? Mutlu bir insanı görmek kadar bir insanı mutlu eden bir şey yoktur bence. Zaman zaman soruyorlar; ‘Mutlu olmak için ne yapmak lazım?’ diye. Mutlu olmak için mutlu etmek lazım. Kötü hissettiğimiz anlarımızda gülen bir çocuğun yüzünü görünce mutlu olmamak mümkün mü? Kötü zamanlarımızda birilerini mutlu edersek mutlu oluyoruz. HABERHAYAT: Seksenler dizisi çok tuttu, çok sevildi ama Doksanlar dizisi o kadar rağbet görmedi. Sizce bunun nedeni neydi? Hâlbuki 90’lar da çok farklı yıllardı?
Ocak 2019
MÜFİT CAN SAÇINTI: Seksenler dizisinin yönetmeniydim. Doksanlar dizisinin de ilk 2 bölümü ben çektim. Dizinin ekibini kurdum ve Mandıra Filozofu filminin çekimlerine gittim. Dizi ilk 2 bölümde çok büyük ilgi gördüm –Ben çektim diye söylemiyorum- ama bence şöyle bir şey
70
oldu: İnsanlar, Seksenler ve Doksanlar gibi dizileri o dönemi görebilmek için izliyorlar. Doksanlar dizisinin senaryosunda sonrada biraz sapmalar oldu. 90’lardan ziyade hayaller anlatmaya başladılar. 90’larla ilgili asıl nostaljik ögeler fazla anlatılmamaya başlayınca dizinin ömrü biraz kısa oldu. Yoksa ekip de oyunlar da gayet iyiydi. HABERHAYAT: Kısa ömürlü olmasının sebebi Seksenler’in devamı olarak görüldüğü için olabilir mi acaba? Bazen bir dizinin veya filmin devamı çekildiği zaman beklentinin altında kalabiliyor malum… MÜFİT CAN SAÇINTI: Aslında şöyle bir durum var… Seksenler’i dönem dizisi olarak gördüler. Ama bizimkisi aslında dönem dizisi değil; nostalji dizisi… O dönemlerde yaşamış insanlar bu diziyi seyrettiği zaman çocukluklarına veya gençliklerine dönüyorlar. Gözlerinde hatıraları canlanıyor. Doksanlar da aynı şekildeydi. Sonuçta 90’lı yıllarda da çocukluğu ve gençliği geçen insanlar vardı. Onlar da o yılları hatırlamak için diziyi izlediler. Doksanlar dizisine sahip de çıktılar aslında. Fakat bir süre sonra dizide o yılları değil de; hayalleri görmeye başlayınca izlemekten vaz geçtiler.
MÜFİT CAN SAÇINTI: Dünya da hızlı yaşayan tek canlı insandır. Yani doğaya bakıldığı zaman hayvanlar bile neredeyse sadece avlanma durumunda kaçıyorlar ama insanlar öyle değil. Bence bunun tek sebebi de ölüm korkusudur. Kendimize nasıl olsa bir gün öleceğiz diyoruz ve çok hızlı yaşıyoruz. Bu hızda bazı anlara geç kalıyoruz. Bu hızlı yaşam da bize bir geç kalmışlık hissi veriyor. Aynı anda üç şarkı dinleyebiliyoruz ama o şarkılarının ritmini yakalayamıyoruz aynı hayata geç kalmak gibi. Bazen sinemaya birden fazla film geliyor ve hangisini izlesek diye düşünüyoruz. Oysaki herhangi birinde kültür edinsek bu sorunda ortadan kalkar. Yani bu geç kalmışlık hissi bazen kültür ve seçicilikten de geçer. Eğer bu hızı düşürerek içimizde ki kaygıyı da azaltırsak, geç kalmışlık hissini de azaltmış oluruz.
HABERHAYAT: Bireysel deneyimlerinize dayanarak geçmişten günümüze Türkiye toplumunun değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? MÜFİT CAN SAÇINTI: Toplumun değişmesinde teknolojik unsurlar etkili olduysa da en çok para etkili olmuştur diyebilirim. İnsan hayatında para önemli bir yere sahip ama bu kadar değerli olmamalı. Özellikle 80’li yıllardan sonra insanların arkadaşlık, dostluk kavramı değişti. Bir duygu nasıl parayla ölçülebilir ki. Yani bir komşuluğu kaç paraya satın alabilirsin? HABERHAYAT: Son on yılda çekilmiş en iyi Türk filmleri hangileridir? MÜFİT CAN SAÇINTI: Mesela ilk sırada Halit Akçatepe ve Tarık Akan’dan “Canım Kardeşim” geliyor. Aynı şekilde Cem Yılmaz’ın “Hokkabaz” filmi de fantastik açıdan ziyade gerçekçi olarak çok hoş. Bunun yanında pek bilinmese de Reha Erdem diye bir yönetmen arkadaşım var onun “Kaç para kaç” “Korkuyorum anne” filmleri de bana başarılı geliyor. Tabi bunların yanında Nuri Bilge Ceylan, uluslararası gururumuz olmuş durumda. Ceylan’ın “Bir zamanlar Anadolu da” yapıtını da severim.
HABERHAYAT: Haber Medya Grubu’nu nasıl buldunuz? MÜFİT CAN SAÇINTI: Biz bundan öncede birçok şehirde yerel gazetelerin, yerel televizyon ve radyoların ofislerini ziyaret edip söyleşi yapıyorduk. Ben, buraya da gelirken yine apartman altı, küçücük izbe bir yerde yayın yapacağız sanıyordum. Türkiye’deki büyük medya kuruluşları nasılsa burası da öyle bir yayın kuruluşu. Zaten televizyonunuz da dünya çapında yayın yapıyormuş. HABERHAYAT: Haberhayat Dergisi okurları özelinde Samsun halkına neler söylemek istersiniz? MÜFİT CAN SAÇINTI: Gerçeği söylemek gerekirse, HaberHayat dergisinin dünya çapında uluslararası bir dergi olduğunu bilmiyordum ve öğrenince çok mutlu oldum. Hem biçimiyle, içeriğiyle hem de konularıyla oldukça kaliteli bir dergi. Bu yönden Samsun halkı çok şanslı bence. Böyle bir derginin okuru olmak ayrıcalık gibi bir şey. İstanbul da yayımlanması çok iyi olurdu.
OCAK 2019
HABERHAYAT: Günümüzde insanların hemen hepsinde ‘bir geç kalmışlık duygusu’ hakim. Sanki hep bir şeyleri kaçırıyormuşuz gibi. Nasıl kurtuluruz bu histen?
71
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ
Ocak 2019
20 Ocak 1989 yılında yaşanan elim kazanın yıldönümünde futbol şehitlerimizi anıyoruz.
72
Resul AKÇAY / Vak’a Nivüs
Daha dün gibiydi oysa... Sezonun ikinci yarısına Antalya’da kamp yaparak hazırlananan ve Samsun’a dönüp ilk maçını oynamak üzere Malatya yoluna koyulmuştu kırmızı beyazlı takım... Karlı bir kış günü çıkılan yolculuğun Havza’da son bulacağını kimse bilemezdi... Samsunspor otobüsünün Havza çıkışında bir kamyonla çarpıştığı haberi kısa sürede yaralanmıştı... Feci kazada Teknik Direktör Nuri Asan, şoför Asım Özkan, futbolculardan Muzaffer Badalıoğlu ve Mete Adanır olay yerinde, ağır yaralı olan Zoran Tomiç daha sonra tedavi altına alındığı hastanede hayatını kaybetmişti... Yaralananlar ise hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınmışlardı...
OCAK 2019
Türk futbol tarihinin en büyük acısını tüm ülke yüreklerinde hissetti...
73
Aradan geçen süreç içerisinde futbolculardan bir çoğu iyileşip yeniden meşin yuvarlağın peşinden giderken, bazıları bu şansı bulamadı... Talihsiz kazanın izlerini yaşam boyu taşımaya deva ettiler... Aradan 29 yıl geçti... Her yıl olduğu gibi bu yılda 20 Ocak günü futbol şehitlerimizin kabirlerine gidilecek ve dualar okunup sevdiklerimiz bir kez daha yadedilecek... Teknik Direktör Nuri Asan ve şoför Asım Özkan Samsun’da, Tomiç Bosna Hersek’ta, Muzaffer Badalıoğlu Zonguldak’ta, Mete Adanır ise KKTC’indeki ebedi istirahatgahlarında ve gönüllerimizde yatıyorlar... Samsunspor forması uğruna canlarını verenler aradan ne kadar süre geçerse geçsin asla unutulmayacaklar...
Ocak 2019
Şehitlerimize rahmet, camiamıza başsağlığı diliyoruz.
74
Teknik Direktör Nuri Asan
Şoför Asım Özkan
Muzaffer Badalıoğlu
Tomiç
Mete Adanır
75
OCAK 2019
Son Zamanların Moda Kavramı
Startup Bilgisayar programı, disk hatta işletim sistemci olarak bilinen Startup, bir program sisteminden çok dünya girişimcilerinde ve şirketlerinde yeni bir akım haline geldi. Şimdilerde ortalığı kasıp kavuran bu akım, yeni fikirleriyle sistemin yarış hızını adeta kesiyor.
Ocak 2019
Haber: Ece Esin GÖKYOKUŞ – Yunus ERÇİN
76
Mevlüde Nur Erdem
Startup Nedir? Önceleri Amerika da başlayan daha sonra da tüm dünyaya yayılan Startup, sıfırdan başlayan girişimci olarak bilinir. Bunun yanında hızlı tasarlanmış ve buna müsait, teknolojiyi sunan ve kullanan, geniş kitlelere hitap eden, sonucunu da kullanıcılara ulaştıran bir fikirdir. Yerelden ziyade küresel dünyaya hizmet eden Startup, düşünceleri kısıtlamadan sonsuz yeniliği tüm dünyaya sunuyor. Global sistemde girişimci ruha sahip olmak, bilginin potansiyel gücünü güncel hayata empoze etmekten geçer. Dolaylı yoldan da Startup’ın başladığını söyleyebiliriz. Üretmeye hazır bir halk yetiştirmek amacıyla oluşan bu yeni akım, ABD’nin slikon vadisinden Türkiye’ye kadar geldi. Başarılı şirket olma adı altında birçok şirket büyüme hedefiyle startup’lara yöneldi.
Startup’ın yoğunlukla yurt dışında kullanıldığına değinen Mevlüde Nur Erdem, teknoloji açısından Startup’ı değerlendirirken “Her girişim Startup değildir bunun için inovotif bir bakış açısı
geliştirmesi gerekiyor. Yani teknolojik açıdan farklı bir boyut getirmesi lazım. Teknolojik olarak ilerlese, Startup daha da gelişmiş olur” ifadelerini kullandı ve ekledi; “Türkiye de henüz gelişmemiş olmasına rağmen taslak aşamasındadır. Genelde yurt dışında teknolojik olarak yaygındır” Her Girişim Startup Mıdır? Gelişmiş ülkeler önceden şirketlerini C-crop statüsünde ele alırken zamanla yerini Startup’a bıraktı. Bundan dolayı zamanla şirketler daha girişimci ve üretken veriler elde etti. Her girişim Startup sayılmadığı gibi her yeni açılan şirkette Startup kategorisine giremedi.
Burada önemli olan şirketin büyüme yeteneğinin olmasıdır. Büyüme ve gelişme tamamlandığında, şirket Startup sayesinde daha da büyür ve orijinal girişimlerle sisteme daha iyi hizmet eder. Bazı şirketler Startup’larla çalışırken yasalarla destekli olan resmi işlerini de kolaylaştırdı. Böylece teşvik ve vergi muafiyetlerini de ileri seviyeye taşıdılar. Başından beri fark isteyen ve basit kurumlarla çalışmayan Startup, şimdilerde tüm dünya şirketlerinde üst seviye yerini aldı.
OCAK 2019
Son yıllarda pöpülaritesi artan Startup kavramını açıklayan Ondokuz Mayıs Üniversitesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Mevlüde Nur Erdem, “Startup aslında sözlük anlamı olarak bir şeye başlangıç anlamı taşıyor. Türkiye’ye kıyasla yurt dışında daha çok kullanılan bir alandır. Aslında yeni bir girişimden söz eder. Bunun yanında işletmelerden de bahsediyoruz. Yani yeni bir yapılanmaları olması gerekir” dedi.
77
Kanser Riskini Nasıl Azaltabiliriz Sağlıklı beslenmeden tutunda düzenli yaptırılan kanser taramalarına kadar hayatınızda yapacağınız küçük değişiklerle kansere yakalanma riskini kontrol altına alın. Muhtemelen kanseri önleme ile ilgili birbiriyle çelişkili pek çok rapordan haberiniz vardır. Bazen bir çalışma veya raporda önerilen spesifik bir kanser önleme tavsiyesi bir diğerinde söylenenin tam da aksi olabilir. Peki. Eğer kanser önleme konusunda endişeleriniz varsa, günlük hayatınızda küçük değişiklikler yaparak büyük bir fark yaratabilirsiniz. Medicana International Samsun Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümünden Prof. Dr. İdris Yücel kanser riskini azaltmak için önerilerde bulundu.
Prof. Dr. İdris Yücel
Tütün kullanmayın
Bu kuralları dikkate alın:
Tütünün her türlü kullanımı sizi kanserle yaşanacak bir çarpışmaya sürükler. Sigara içmek akciğer, mesane, rahim ve böbrek kanseri de dahil olmak üzere pek çok kanser türüne davetiye çıkarıyor. Ayrıca tütün çiğneme ağız boşluğu ve pankreas kanserinin oluşumu ile yakından ilişkili. Tütün kullanmasanız bile, sigara dumanına maruz kaldığınızda akciğer kanserine yakalanma riskini arttırmış oluyorsunuz.
Meyve ve sebze yiyin
Tütün ve mamullerinden uzak duruyorsanız veya bırakmaya karar verdiyseniz bu sağlığınız için aldığınız en önemli kararlardan biridir. Ayrıca, sadece bununla kalmayıp kanseri önleme konusunda da önemli bir adım atmışsınız demektir. Eğer sigarayı bırakabilmek için yardıma ihtiyaç duyuyorsanız doktorunuza danışın. Size sigara bırakmaya yardımcı ürünler ve diğer metotlar hakkında bilgi verecektir.
Eğer alkol tüketecekseniz aşırıya kaçmamaya özen gösterin
Sağlıklı beslenin
Sağlıklı olduğunuz kiloyu korumak meme, prostat, akciğer, kolon ve böbrek kanseri de dahil olmak üzere çeşitli kanser türlerinin görülme riskini azaltabilir. Hareket etmeyi unutmayın. Kilo kontrolünü sağlamaya yardımcı olmasının yanı sıra fiziksel aktivitelerde bulunmak meme ve kolon kanserine yakalanma riskinizi de azaltmakta.
Ocak 2019
Yemek saatlerinde ya da market alışverişi yaparken sağlıklı tercihlerde bulunmak sizi kanserden korumak için garanti vermez fakat kansere yakalanma riskini düşürmekte size yardımcı olacaktır.
78
Beslenme düzeninizi sebze, meyve ve bitkisel kaynaklı gıdaları baz alarak oluşturun — tam tahıllar ve baklagiller gibi. Yağ tüketimini sınırlandırın Hayvansal yağları kullanmaktan, fazla yağlı besinleri tüketmekten kaçının. Bunun yerine daha hafif ve daha küçük porsiyonlar oluşturarak yemek yemeyi deneyin.
Düzenli olarak alkol kullanımının ve tüketilen alkol miktarının artması meme, kolon, akciğer, böbrek ve karaciğer kanseri gibi kanser türlerine yakalanma riskinizi de arttırır. Günlük rutininizde fiziksel aktivitelere her zaman yer ayırın ve ideal kilonuzu korumaya çalışın
Günlük olarak en az 30 dakikanızı egzersize ayırmalısınız. Tabi daha fazlasını yapabiliyorsanız bu çok daha iyi olur. Bir fitness sınıfına kaydolmayı, favori bir sporu yeniden keşfetmeyi veya
Cilt kanseri kanser türleri arasında en sık rastlananı olmasına karşın korunabilirliği de en fazla olan kanserdir. Bu ipuçlarını deneyin: Öğle saatlerinde güneşe çıkmaktan kaçının Güneş ışınlarının en kuvvetli olduğu saatler olan 10.00 ve 16.00 arasında güneşten uzak durun. Gölgede kalmaya çalışın; Açık havaya çıktığınızda mümkün olduğunca gölgede kalmaya çalışın. Güneş gözlüğü ve geniş kenarlı şapkalar kullanmak bu konuda size yardımcı olacaktır. Cildinizi güneşten koruyun Mümkün olduğunca teninizi örten sıkı dokunmuş bol ve pamuklu giysileri tercih edin. Pastel tonlar ya da ağartılmış pamuk kumaşlar yerine ultraviyole ışınlarını geri yansıtan açık parlak renkleri veya koyu renkleri tercih edin. Dışarıya çıkarken güneş kreminizi sürmeyi ihmal etmeyin Dışarıda kaldığınız sürece güneş kreminizi sık sık ve bolca sürmeye devam edin. Solaryuma girmeyi tercih etmeyin Solaryum da cildinize en az doğal güneş ışığı kadar zarar verir. Aşı olun Bazı viral enfeksiyonlardan korunmak
kanser oluşumunu önlemek için etkili bir yoldur. Hepatit B ve HPV’ ye karşı aşılanma konusunda doktorunuza danışın. Hepatit B. Hepatit B virüsü karaciğer kanseri oluşu riskini arttırabilir. Hepatit B aşısı rutin olarak bebeklere yapılır. Ayrıca, kanser görülme riski yüksek olan bazı yetişkinler için tavsiye edilir. Özellikle karşılıklı sadakate dayanmayan cinsel aktiviteler içinde olan yetişkinlere, hemcinsi ile ilişkiye giren erkeklere, enfekte kan veya vücut sıvılarına maruz kalabilecek sağlık veya kamu güvenliği işçilerine aşılama yapılmalıdır. İnsan papilloma virüsü (HPV). HPV rahim ağzı kanserine sebep olabilecek cinsel yolla bulaşan bir virüstür. HPV aşısı 26 yaşından daha genç ya da ergenlik döneminde aşı olmamış erkekler ve kadınlar için yapılması uygun bir aşıdır. Riskli davranışlardan kaçının Kanseri önlemeye yardımcı bir diğer strateji ise kansere sebebiyet verebilecek riskli davranışlardan kaçınmaktır. Örneğin; Güvenli cinsel hayatınız olsun Cinsel partner sayınızı sınırlayın ve seks yaparken prezervatif kullanmayı ihmal etmeyin. Cinsel partner sayınız arttıkça HIV ve HPV cinsel yollarla bulaşan enfeksiyonlara yakalanma riskiniz daha da artar. HIV veya AIDS virüsü taşıyan kişilerin bağışıklık sistemi zayıflar ve anüs, rahim ağzı, akciğer kanserine yakalanma riski de yüksektir. HPV en çok rahim ağzı kanseri ile ilişkilidir, ama aynı zamanda anüs, penis, boğaz, vulva ve vajina
kanseri riskini arttırabilir. İğnelerin tek sefer ve bireysel kullanıma uygun olduğunu unutmayın İlaç kullanan bağımlılar arasında aynı iltihaplı iğneyi paylaşmak HIV, hepatit B, hepatit C gibi virüslerinin bulaşmasına sebebiyet verir ve buda karaciğer kanserine yakalanma riskini arttırır. Eğer hap ve uyuşturucu bağımlılığı hakkında endişeleriniz varsa, profesyonel yardım isteyin. Erken teşhis konusunu ciddiye alın Deri, kolon, prostat, rahim ve meme kanseri gibi kanser türleri için düzenli olarak kendi kendinizi muayene etmek ya da kanser tarama testleri yaptırmak hastalığı ilk aşamalarındayken yani tedavinin beklenenden daha iyi sonuç verdiği erken evrelerde teşhis etmenize ve tedavide başarılı sonuçlar almanıza yardımcı olur. Sizin için en iyi kanser tarama programını doktorunu Obezite Obezite (şişmanlık) birçok kanser türüne yakalanmayı kolaylaştırmaktadır. Obezitenin meme ve rahim kanserleri başta olmak üzere bugün 13 kanser türüyle ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu nedenle kilo almayınız, eğer kilo fazlalığınız varsa diye azaltınız. Fizik aktivite Fizik olarak aktif olunuz. Mümkünse her gün bir saat yürüyüş yapınız. Bu da sizi kanserden ve kalp hastalıklarından koruyacaktır.
OCAK 2019
Kendinizi güneşin zararlı ışınlarından koruyun
79
TOPRAĞA YATIRIM YAPARKEN DİKKAT ETMENİZ GEREKENLER! Son dönemin yatırım odağında arsa ve gayrimenkul yer alıyor. Güvenilir yatırıma yönelmek isteyenler, geleceğin getireceği olumsuzlukları öncelikte toprak ve gayrimenkul yatırımlarıyla bertaraf etmeye çalışıyor.
Hakan YAVUZ Re/max Mina Broker - Owner
Bir yatırım aracı olarak toprak ve arsa, her bütçeye uygun olabilecek bir yatırım şekli. Bu tip alımlarla yatırım yapmak isteyenler öncelikle, eğer küçük yatırımcıysalar ve kendileri gezerek arsa arıyorlarsa; gezdikleri kasaba ve köylerde detaylı araştırma yapmalılar. Ancak büyük veya küçük yatırımcı fark etmeksizin doğru yerde ve doğru zamanda kazandıracak arsa yatırımları için profesyonel gayrimenkul danışmanlarından destek almak en doğru yoldur. Profesyonel destek, arsanın imar, tapu, alt yapı, kadastro gibi işlemleri sırasından karşılaşacakları olası sıkıntıların önüne geçilmesine imkan sağlar. Unutmayın arsa almak ev satın almaya benzemez. Öncesinde dikkatli sonrasında ise sabırlı olmanız gereken bu yatırımı yaparken unutmamanız gereken diğer detaylar: - Arsa imarlı mı, imarsız mı? İmarlı arsalar, imarsız arsalara göre daha pahalıdır. Arsa, imarsız ise arazinin kamulaştırılması ve arsanın bir bölümünün yol ve kamu hizmet binaları için bedelsiz alınması riski vardır. - İmar izninin kapsamını öğrenin. Çünkü konut alanına iş merkezi yapılamaz.
Ocak 2019
- Arsanın hikayesini araştırın. Üzerinde kapanmamış ipotek, haciz veya şerh olmamalı. Hisseli arsa mı? Başkasına ait bir kullanım hakkı var mı?
80
- Eminiz ölü bir yatırım yapmak istemezsiniz, o halde alacağınız arsanın pirim potansiyelinin ne olduğuna da bir o kadar önem vermelisiniz. Kısa vadede kar getirecek yatırımlar daima risk taşır. Uzun vadede kazandıran az primli bölgeler karlıdır. - Bir konut kira getirisine sahiptir. Size düzenli kazanç sağlar. Ancak arsanın ödemeniz gereken emlak vergisi vardır. Cebinizden para çıkar. Ancak bu yatırımın kazancı gelecekte iyi karşılık bulur. Sabırlı olmak gerekir. - Arsa ve toprak 10, 20 belki de 30 yıllık uzun bir yatırım yolculuğudur. Fakat büyükşehirlerde alacağınız arsaların size her zaman yüksek getirisi olacaktır. Yeter ki, hangi bölgenin daha büyüyeceğini ve gelişeceğini doğru belirleyin. Devlet yatırımlarının nerede yapılacağını takip edin. Zamanlamalar yatırımınız için önemlidir. - Araştırma, seçim, satın alma, doğru zamanda elden çıkarma... Tüm bu konularda yatırımınızı büyütürken sektör profesyonelleriyle çalışmanız sizi rahatlatacak ve işinizi kolaylaştıracaktır. - Göç alan bölgeler yeni yapılaşmalara açıktır, değerlendirin. - Büyük hacimde iş yapan inşaat projelerinin yakınında yatırımlar edinin.
- Yatırım yapılacak imarlı arsanın gelişecek bölgelerden seçilmesi orta ve uzun vadede karlılığı açısından önemlidir.
- Altyapısı hiç olmayan veya uzun dönemde altyapıya kavuşacak bir toprak parçasının getirisini de uzun vadede alırsınız. Gerçek anlamda kar edebilmek için altyapı hizmetleri tamamlanmış arsaları tercih edin.
- Arsanın yoğunluğunun arsanın değerini de artırdığını unutmayın. Bulunduğu bölgeye göre inşaat izni fazla olan arsalara yönelin.
-Hızlı büyüyen, planlı kentleşme olan gelir seviyesi yüksek olan bölgelere yatırım yapmanın size daima kazandıracağını bilin.
81
OCAK 2019
82
Ocak 2019
83
OCAK 2019
İlerlemenin Merkezİnde Umut Vardır! Belki hatırlarsınız 2009 yılında bir uçak Hudson nehrine inmişti. Bir an için düşünseniz birileri size Hudson nehrine inmek zorunda olduğunuzu söylüyor. Hayatınızın riskte olduğuna dair hiçbir şüphe yok. Ne düşünürdünüz? Bence delice korkardınız ama içinizde bir “Acaba yeniden çocuğumu, eşimi, annemi/babamı görebilecek miyim?” sorusu olurdu. İçte bu soruya pozitif cevap veren yanımızdır umut. Yakın zamanda Pooh’nun Tao’su adlı Benjamin Hoff ’a ait bir kitabın çevirmenliğini yaptım. Kitabı çok sevdiğim için herkesin okumasını isterim.
Umut KISA
Kitap ilginç bir şekilde başlıyor. Bilirsiniz Winnie the Pooh’da Pooh ve Piglet karakterleri vardır. Hatta hepiniz depresif Eeyore’u da hatırlayabilirsiniz. Piglet bir gün Pooh’ya sorar “Pooh sabah kalktığında ilk ne düşünürsün?” “Elbette kahvaltıyı Piglet” “Peki sen ne düşünürsün Piglet?” “Ben gün içinde beni heyecanlandıracak şeyleri düşünürüm” “E işte aynı şeyi düşünüyoruz.” Pooh’nun ya da Piglet’in gün için umutları farklıdır. Ama her biri yaşamın yaşam sevinci olduğunun ve bunun “neyi beklediğin ve neyi umut ettiğin” ile ilgili olduğunu bilirler. Tabi kendi hayatımızda iki farklı umut var, her ikisi de bizim daha keyifle yaşamamızı sağlarken, biri daha uzun vadede katkı sağlıyor. Her ikisi de yüksek dopamin ve enerji veriyor ama aynı enerjiyle sizin ne yaptığınız çok daha önemli. Çünkü pasif umut ile aktif umut arasında önemli bir fark var.
Ocak 2019
Birincisinde sadece o duygunun yani dopaminin peşinde koşuyoruz. Bu biraz uyuşturucu gibi.
84
Babamı kaybedeli yaklaşık 2 ayıl oldu. O kumar oynamayı seven biriydi. Tabi kumarhanelerin olduğu yıllarda. Belki de bu yüzden kumarı pek sevmedim ama her yıl milli piyango da alırdı ve ne kumardan ne de milli piyangodan kazandığını görmedim. Buna amorti de dahil. Bir gün ona; “Baba nasılsa kazanamıyorsun neden bilet alıyorsun ki” diye sorduğumda bana “Haklısın ama beni Aralık boyunca en çok mutlu eden şey bu!” derdi. Tüm Aralık ayını keyifle geçirmem için bir bilet almam gerekiyorsa neden almayayım.” diye cevap verirdi. Bunun benim için öğretici yanı şu: Her şeyi zaten umut için yapıyor olduğumuz. Araba alıyoruz ve keyifli araba kullanmayı umut ediyoruz, koçluk alıyoruz, hayatımızı değiştirmesini umut ediyoruz, çocuğumuzu bir okula kayıt ediyoruz, geleceği adına umut dolu olmak için. Ancak bu umut aynı kumardaki gibi pasif bir umutsa yani hak edilen bir sonuç için eyleme dönüşmeyen bir umutsa faydası oldukça kısıtlı. Fakat zengin olmayı çok istiyor ve bunun için sürdürülebilir bir eylemle hareket ediyorsam umut benim önümdeki engelleri aşmamı sağlayan bir enerji kaynağı haline geliyor. Herhangi bir şeyi başarmak için enerjiye ihtiyacım var. Çünkü engelleri aşmam gerekiyor ve çoğu zaman bu o kadar da kolay değil ama umudun anlamını ortaya şöyle koyarsak aktif hale geliyor. Gelecek bugünden daha güzel olacak Buna ulaşabilmek için yapmam gerekeni kabaca biliyorum Hedefe ulaşmak için nasılsa birden fazla yol var Önümdeki her yolda farklı engeller var ve bunlar aşılabilir. Umudun bir alışkanlık olduğuna inanıyorum. Geçmişte neyi başardığınız ve bu başarılarınızın size hissettirdiği şeyler daha umutlu olmamızı sağlıyor. Yani her başarı size sağladığı hormonel katkılar nedeniyle daha iyi hissettirdiği için vücudunuz da o hormonu takip ediyor.
OCAK 2019
İşte bu yüzden bir şeyi hayal ederken onu olabildiğince büyük hayal etmek ama adımları daha kısa vadeli hedefler olarak belirlemek ve her küçük adımı mümkün olduğunca güçlü bir şekilde kutlamak. Ancak önünüze hep engeller çıkacaktır.
85
Yılının Dijital Pazarlama Trendleri Yeni bir yıldan herkese merhaba. Öncelikle 2019 yılının herkese sağlık, barış, mutluluk getirmesini ve bol üretkenli ve verimli bir yıl olmasını diliyorum. Yeni bir yıl yeni yaklaşımlar, yeni trendler ve öngörümler ile birlikte geliyor. Peki, bu yıl bizi dijital ve teknoloji alanında neler bekliyor? Serkan Eskalen Dijital İletişim Danışmanı 1. Akıllı Hoparlörlerin Değeri Artacak
Ocak 2019
Comscore’a göre, 2020’de internette yapılan aramaların yarısının ses temelli olacağı öngörülüyor. Ses tanıma teknolojisi giderek daha fazla büyüyecek ve bu alana yapılan yatırımlar artacak. Amazon Alexa, Google Home ve Apple HomePod gibi akıllı hoparlör teknolojileri giderek daha fazla eve girmeye başladı. Bu hoparlörleri evlerinde kullananların yüzde 65’i de oldukça memnun ve “Asla evde dijital bir asistanım olmadan yaşadığım günlere dönmek istemiyorum”
86
diyor. Peki, bu hoparlörler dijital pazarlamada nasıl daha etkin olacak? Bu cihazlar için üretilen çok daha fazla sesli yayın ve sesli içerikler göreceğiz. Bu yüzden bu online sesli yayın ve içeriklerde birçok reklam da olacak. Amazon, Google ve Apple’ın mevcut reklam platformlarını bu alana kaydırarak, sesli içerikler için reklam pazarlaması yapmaya başlamasını görebiliriz.
2. İnternet, Televizyonu Yakalayacak 2019’da internetten izlenen içeriklerin televizyondan izlenenlerle aynı seviyeye gelmesi bekleniyor. Şirketlerin televizyon reklamlarına daha az para harcayacaklarını ve yeni yılda web videolarında, sosyal medyada ve web reklamlarında daha fazla para harcayacakları tahmin ediliyor. Keza youtube reklamları ve facebook reklamları olsun bu konuda çok ciddi paya sahipler ve reklam formatlarını her geçen gün daha da geliştirip yeni modeller ortaya koyuyorlar. Ancak televizyon daha ölmedi. Ne zaman ölür? Diziler bittiğinde. Televizyonları var eden diziler olduğunu hepimiz biliyoruz. Eğlence programları artık eskisi gibi yok yarışma programları da. Ya Osmanlı dizileri ya da Kıvanç’ı bulursak izliyoruz. Ana haberler zaten kimse izlemiyor. Haberi artık herkes her yerden kolayca ulaşabiliyor. 2019 yılında bu payın TV’yi yakalayacağı öngörülüyor.
3. Sosyal Medya, Diğer Hizmetlerle Daha Fazla Entegre Olacak Facebook, Instagram ve LinkedIn gibi sosyal medya şirketlerini içeriklerini üçüncü parti uygulamalarla daha fazla entegre olacak. Bu uygulamaların verilerini üçüncü taraf uygulamalarla daha fazla paylaşması ve bu uygulamalar için sorunsuz bir deneyim yaşatması ortaya çıkabilir. Böyle olursa, sosyal medya şirketleri pazarda hakimiyetlerini daha fazla koruyabilir, kullanıcılar hakkında daha çok bilgi toplayabilir ve kullanıcıların işini kolaylaştırarak entegre sistemi tek bir yerden sağlama olanağı yaratabilir.
YouTube, Facebook ve Instagram’ın canlı video hizmetlerinin kullanımı son yıllarda büyük oranda arttı. İnsanlar giderek daha fazla canlı yayın yapıyor ve izliyor. Bu yüzden markanızın bu alanda olması için geç kalmayın. Canlı video seyredenlerin yüzde 67’si bir grubun konserine bilet alıp gitmek olasılıklarının onun canlı videosunu izledikten sonra arttığını belirtiyor. Ayrıca, canlı yayın izleyicilerinin yüzde 45’i canlı yayında favorisi olduğu bir atlet, takım ve sanatçıyı görmek için ödeme yapabileceklerini söylemiş. Tüm bunlar canlı videolarda büyük bir potansiyel olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü insanlar canlı izledikleri şeyleri daha çok seviyor, benimsiyor ve inanıyor. Birçok zirve ve konferansları o kadar para verip izleyen kişiler olduğu gibi YouTube ve Facebook’tan bu tür etkinlikleri ücretsiz olarak canlı izleyebiliyorsunuz. Canlı yayın yapmak artık kamusal bir hizmet gibi oldu.
OCAK 2019
Canlı Videoların Yükselişi Devam Edecek
87
Video İçerikler Ve Video Reklamlar Artacak Canlı videolar gibi canlı olmayan içerikler ve video reklamlar 2019’da artmaya devam edecek. Araştırmalar video içeriklerin tüm internet trafiğinin yüzde 85’ini oluşturduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca, internet kullanıcılarının yüzde 54’ü herhangi bir sosyal paylaşım sitesinde video içerikleri izliyor. Bu rakamlar video izleme trendi’nin 2019 yılında artmaya devam edeceğini ortaya koyuyor. Video reklamlar da artıyor. 2018 yılında şu ana kadar Instagram’da verilen reklamların yaklaşık yüzde 65’i video içerikler oluşturmuş. 2019 yılında video içeriklere ağırlık verilmeye devam edecek. Tabi videonun da ilgi çekici, kreatif ve hemen ilk 5 saniyede karşı tarafla gıdıklayıcı bir şekilde bir etki yaratması gerekiyor. IAB
6. Chatbot’lar Yaygınlaşacak 2019 yılında Chatbot kullanımının artması bekleniyor. Muhtemelen tüketiciler de bunu daha fazla benimseyecek. LivePerson’un yaptığı bir araştırmada 5.000 kişiye “Chatbot’lara sıcak bakıyor musunuz?” diye sormuşlar. Sadece yüzde 19’u olumsuz cevap vermiş. Yüzde 33’ü olumlu yaklaşmış. Yüzde 48’i ise problemim çözülüyorsa, insan ya da makineyle konuşmam fark etmez demiş. Siz de marka ve firmanız için chatbot geliştirebilirsiniz.
7. Sosyal CEO’lar Yükselecek Sosyal CEO’lar şirketlerin itibarını artırıyor, güven oluşturmaya yardımcı oluyor, hatta şirkete iş başvuru yapanların daha gönüllü olmasını sağlayabiliyor. OkToPost’un verilerine göre, 2016 yılında şirketlerin CEO’larının sadece yüzde 40’ı sosyal medyayı aktif olarak kullanıyordu. Bunların da yüzde 70’i sadece Linkedin kullanıyordu. Bu oran her geçen yıl artıyor. CEO’ların sosyal medyada seslerini duyurma yöntemlerine örnek olarak şirket bloguna yazmak, herhangi bir takip edilen web sitesine düzenli makale yazmak, kişisel Twitter hesabını aktif kullanmak ve Linkedin’de blog yazmak gibi çeşitli yöntemler sayılabilir.
Ocak 2019
8. Daha Fazla Sanal Ve Artırılmış Gerçeklik
88
Geçtiğimiz yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan Pokemon Go rüzgârını hatırlarsınız. Nintendo ve Niantic Labs tarafından geliştirilen Pokemon Go’nun başarısı, artırılmış gerçekliğin geleceği nasıl şekillendireceğinin ön izlemesi gibiydi. Sanal ve artırılmış gerçekliğin 2019’da yükselmesi bekleniyor. Bu teknolojiler şirketlere, online olarak uzaktaki kullanıcılara gerçeğe yakın bir deneyim yaşatma şansı veriyor. Örneğin IKEA’nın artırışmış gerçeklik uygulamasıyla, almak istediğiniz mobilyanın salonunuzda nasıl gözükeceğini satın almadan görebiliyorsunuz. Özellikle, e-ticaret, online emlak, otomotiv ve gıda sektörleri için bu teknolojilerde büyük potansiyel var. Satışı yapılan evleri 360 derece sanal turla gezdirin, kıyafetleri müşteri satın almadan üzerinde denetin ve daha birçok şeyi uzaktan deneyimleme şansı sunun.
9. Sesli Arama Artacak Modern insan, teknoloji geliştikçe daha fazla üşengeç oluyor. Eskiden haberleri takip etmek için oturur yarım saat haber izler ya da gazete alır sayfalarca okurduk. Hâlâ yapanlar var tabii ama insanların büyük kısmı artık haberleri online olarak parmaklarını kaydırıp sadece başlıklarda gezinerek takip ediyor. Ancak beğendiği ya da merak ettiği bir konu varsa haberin içine girip detaya bakıyor. Sabrı varsa da sonuna kadar okuyor. Hatta birçok kişi haber sitelerine bakmak yerine her şeyi sosyal medya üzerinden takip ediyor. Daha birçok alanda teknolojiyle birlikte daha üşengeç ve sabırsız olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunların bir tanesi de internette bir şeyi aramak. Öyle görülüyor ki, arama trendlerinde yakın zamanda elle yazmak yerine, sesli komutları kullanmak daha fazla yaygınlaşacak. Bu yüzden içerik üreticilerinin arama sonuçlarında daha fazla çıkmak için reklamlarında ya da organik içeriklerinde sesli aramalarda çıkacak şekilde metinlerini düzenlemesi gerekecek. Markanızın sesli aramalarda nasıl arandığını araştırarak ve düşünerek bu alanda gerekli optimizasyonları yapabilirsiniz.
10. İçeriklerle Entegre Olan Reklam Modelleri Artacak 2019 yılında ister metin olsun ister video, internetteki içeriklerin içine doğal şekilde gömülmüş reklamların artacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bu yüzden markanızın daha çok kişiye ulaşması için sizin de içerik reklamlarına yönelmeniz kaçınılmaz olacak. Böylece daha samimi ve inandırıcı ve hedef kitlenin okuduğu ya da gördüğü reklamlar yapmanız mümkün.
Kaynaklar: socialreport, digitaldoughnut, dashtwo
Sohbet pazarlaması yani İngilizcesi “Conversational Marketing”, giderek önemli hale geliyor ve gelmeye devam edecek. Müşterileri dinlemek, sorularını cevaplamak, onlara yardımcı olmak, rakiplerinizle sizi farklılaştırır. Günümüzde insanların çoğu bir şey satın alırken daha bilinçli ve daha fazla araştırma ve karşılaştırma olanağına sahip. Ellerinin altında arama motorları var ne de olsa. Bu yüzden sizin onlarla daha fazla iletişim halinde olmanız, size kolay ulaşmalarını sağlamanız kaçınılmaz. Bunun için offline yöntemler yerine online yöntemleri kullanmak her zaman daha etkili ve daha az masraflı. Yukarıda bahsettiğimiz yapay zekaya sahip chatbot’lar kullanarak, bunların yeterli olmadığı yerlerde de internetteki temsilcilerinizle birebir kişilerle iletişim halinde olmak, satışlarınızda size yukarı yönde önemli bir katkı sağlayabilir. Özellikle satış funnel’larına (web sitenizde müşterilerinizin ürünü alma yolculuğunun adımlarının bulunduğu sayfalar) online satış temsilcileri koyarak, dönüşüm oranlarınızı ve dolayısıyla satışlarınızı artırmanız mümkün.ki, arama trendlerinde yakın zamanda elle yazmak yerine, sesli komutları kullanmak daha fazla yaygınlaşacak. Bu yüzden içerik üreticilerinin arama sonuçlarında daha fazla çıkmak için reklamlarında ya da organik içeriklerinde sesli aramalarda çıkacak şekilde metinlerini düzenlemesi gerekecek. Markanızın sesli aramalarda nasıl arandığını araştırarak ve düşünerek bu alanda gerekli optimizasyonları yapabilirsiniz.
OCAK 2019
11. Müşterilerle Konuşarak Pazarlama Daha Önemli Olacak
89
Ocak 2019
EVİNİZ İÇİN YEPYENİ BİR BAŞLANGIÇ
90 62
Fabrika: Örnek Sanayi Sitesi 3. Blok No:19 Kutlukent/SAMSUN info@mavantimoble.com
Tel / Faks : +90 362 266 78 76
Gsm : +90 544 844 78 76 www.mavantimoble.com
BİRLİKTE GELECEĞE…
Deneyimli ekibiyle bölgenin girişimcilerini ve sanayicisini destekleyen Samsun Teknopark, Samsun’u bölgenin teknoloji ve girişim üssü yapmayı hedefliyor. Samsun Teknopark’ı daha yakından tanımak ve Teknopark’ta neler yapıldığını öğrenmek adına Samsun Teknopark Genel Müdürü Dr. Buğra Çolak’ı ziyaret ederek bir söyleşi gerçekleştirdik.
OCAK 2019
SAMSUN TEKNOPARK
91
OMÜ-TTO BÖLGEYE HİZMET VEREN BİR DANIŞMANLIK MERKEZİ OLDU
Ocak 2019
HABER HAYAT: Buğra Bey, ‘teknopark’ kavramı nedir? Samsun Teknopark’ta neler yapılıyor? Ar-Ge çalışmaları, gelirleri ve firmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
92
RÖ POR TAJ
HABER HAYAT: Buğra Bey bize Samsun Teknopark’ın adını ve başarılarını son yıllarda sıklıkla duymaya başladık, başarının arkasında neler var sizce?
2017 ve 2018 yılları içerisinde Samsun Teknopark olarak gurur verici işlere Teknoparklar, ileri teknoloji alanında imza attık. Başarıyı hedefleyen ve bu çeşitli disiplinlere hitap eden, yaratıcılık, hedefin peşinden koşan ekibimiz ve yenilikçilik (inovasyon) ve girişimcilik yönetimimizden aldığımız destek kültürünün gelişmesini sağlayacak, sayesinde son iki yılda 3 büyük başarı elde üniversite-sanayi iş birliği mekanizmaları ettik. Özverili çalışmalarımız sonucunda ve kurumlarını barındıran bir ortamdır. 2017 yılı sonunda TÜBİTAK 1601 Programı Akademisyenlere, girişimcilere, şirketlere Kapasite Geliştirme Desteği, 2018 Mayıs ve çalışanlarına uluslararası rekabet ayında 6. TGB (Teknoloji Geliştirme imkânı sağlayacak kalitede profesyonel HABER HAYAT: Buğra Bey, Samsun Teknopark bünyesinde girişimcileBölgeleri) Zirvesi’nde En İyi Gelişme hizmetler sunarak, girişimciliği teşvik gibi desteklerkurulmasını sağlıyorsunuz? Gösteren TGB’ler kategorisinde üçüncülük etmek re vene yeni şirketlerin ve ödülü ve TÜBİTAK 1512 Bireysel Genç mevcut şirketlerin yeniliğe dayalı olarak Teknoloji ve yenilik iş fikirleriyle teknoparka başvuran ön kuGirişimci Programı ile59 TÜBİTAK’ın büyümesini destekler. Biz içeren bu anlamda luçka girişimcisine SmartRoom Merkezi’nde ekibiyle beraUygulayıcı Kuruluşlarından biri olma yalnızca Samsun’a değil, tüm bölgeye Ön Kuluçka çalışabilecekleri bir ofis ortamı sağlıyoruz. Düzenlediğimiz hakkını kazandık. Samsuneğitim Teknopark kısa hizmetber veriyoruz. ve etkinliklerle; iş modeli ve iş planı hazırlama, doğrula- gösteriyor süredepazar/teknoloji çok yol aldı ve sonuçlar ma ve mentorluk hizmetler sağlayarak fikir da aşamasındaki girişimle%100 DOLULUK ORANI,gibi GENİŞLEME ki hızla büyümeye devam edecek. rin ticarileşme kadar destek oluyoruz. ÇALIŞMALARI DEVAMsürecine EDİYOR… Son iki yıl içinde ses getiren birçok etkinlik, proje ve faaliyeti hayata geçirerek İş Teknopark’ın fikrinin ticarileşme safhasında çalışma alanı sunduğumuz Samsun 65 ofisinin tamamı ortak “teknopark” kavramını bölgeye Kuluçka Merkezimizde girişimcilerin ticari hayata adaptasyonu konu-tanıtmayı doludur. Bünyemizde faaliyetlerini başardık. sunda destek sağlıyoruz. sürdüren 50 firma mevcuttur. Teknoloji geliştirme bölgelerinin sağladığı; gelir KALKINMASINI Bu yıl vergisi Uygulayıcı Kuruluşu olduğumuzBÖLGENİN TÜBİTAK BİGG ProgramıSAĞLAYACAK da ve kurumlar muafiyeti, personel BAŞARILI PROJELER bunlardan biridir. Teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerinin TÜBİTAK taraSGK indirimi, gelir vergisi muafiyeti ve fından 200 bin TL’ye kadar desteklendiğiHABER programdır. BuSamsun proje ileTeknopark’ın SamHAYAT: gümrük vergisi muafiyeti gibi muafiyetlere sun’un yanı sıra civarımızda bulunan Sinop, Amasya, Tokat, Çorum, şimdiye kadar gerçekleştirdiği projeleri ilave olarak yazılım faaliyetindeki Ordu Giresun illerindeki girişimcilereanlatabilir de ulaşmak adına tanıtım ve misiniz? firmalara ise ve KDV muafiyeti gibi istisnalar bilgilendirme ziyaretleri yaptık. Hedeflenen başvuru sayısının iki katına sağlanmaktadır. ulaşarak girişimcilik ekosistemini bölgede canlandırmaya başladık.kadar 3 pek çok Samsun Teknopark bugüne dönem daha devam edecek olan bu program kapsamında daha fazla Bunlardan projeyi başarıyla sonuçlandırdı. 2017 yılında toplam Ar-Ge gelirimiz girişimciye ulaşmayı hedefliyoruz. biri AB fonları ile gerçekleştirilen Kalıp 14 Milyon TL, ihracat gelirimiz ise 3.3 Tasarımı Eğitimi Merkezi (KATEM) Milyon Dolar, 2018 yılında ise ihracat projesidir. Bu proje sayesinde Samsun’da rakamlarımız yüzde yüze yakın bir bulunan 71 kişiye kalıp tasarımı eğitimi artışla yaklaşık 6 Milyon Dolar civarına vererek istihdam imkânı ve Samsun yükselmiştir. Firmalarımız arasında sanayisine de iş gücü anlamında ciddi Almanya’ya yazılım ihracatı yapan, katkı sağladık. Bir diğeri Orta Karadeniz Türkiye’de üretimi bulunmayan medikal Kalkınma Ajansı desteği ile gerçekleştirilen, cihazlar konusunda Ar-Ge çalışmalarını Teknopark’ın enerji ihtiyacının %20’sini yapan firmalarımız ve farklı sektörlerde güneş panellerinden karşıladığı Samsun yakın bir süreçte başarı öyküsü Teknopark Güneşleniyor projesidir. oluşturacak firmalarımız mevcuttur.
Röportaj/Fotoğraf: Yasir BABA
Öğrencilere yönelik birbirinin devamı niteliğinde girişimcilik eğitimleri düzenledik. Eğitimlerin sonunda yapılan Demoday’ i kazanan üç girişimci öğrenciye, Amerika San Francisco’da bulunan ve dünyada teknolojinin kalbinin attığı yer olarak bilinen Silikon Vadisi’ne bir haftalık seyahat imkânı sağladık. Yine gençlerin girişimcilik konusundaki farkındalıklarını artırmak amacıyla Tasarımcı Düşünce Kampı, Başımıza İcat Çıkaracak Gençler Arıyoruz gibi etkinlikler düzenledik ve düzenlemeye de devam ediyoruz. Geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da 55 üniversite öğrencisi ile en yeni teknolojik girişimleri takip etmek amacıyla, ülkemizin en büyük girişimcilik organizasyonuna katıldık. Bu tür etkinlikler bölgede girişimcilik potansiyeli olan gençlerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Etkinliklerin çıktılarını; teknoloji odaklı iş fikirlerine destek sağladığımız Smartroom Ön Kuluçka Merkezi’ne yapılan başvurularla, gençlerin kamu fonlarına başvurularıyla ve kendi teknoloji firmalarını kuran örneklerimizle almış bulunuyoruz. Sayısal olarak baktığımızda 55 öğrencinin 20’si şu anda birer ön kuluçka girişimcimizdir. Silikon Vadisi’ne giden genç girişimcimiz ise Samsun Teknopark’ta Ar-Ge Ofisini kurmuş bulunuyor. Sanayi firmalarıyla özel olarak çalışan birimimiz, Kamu-Üniversite-Sanayi iş birliklerini hayata geçirmeye yönelik çalışmalarıyla sanayi ile teknoparkın etkileşime geçmesini sağlıyor. Samsun Teknopark 2017-2018 yılında 600’ün üzerinde etkinlik, eğitim, toplantı, katılım ve ziyaret gerçekleştirirken bu faaliyetlerde 7 binin üzerinde kişiyle etkileşime girdi. GELECEĞİMİZ GENÇ GİRİŞİMCİLER
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Teknoloji Transfer Ofisi (OMÜ-TTO); üniversiteler, araştırma merkezleri ve özel sektör arasında; araştırmacılar, girişimciler, yatırımcılar ve sanayiciler ile gerekli ve ihtiyaç duyulan bağlantıların sağlanması amacıyla kurulmuştur. OMÜ-TTO, sanayicinin faaliyetlerine, isteklerine ve sorunlarına ilişkin bütün konuları göz önünde bulundurarak akademisyen eşleştirmeleri yapar ve projelendirme faaliyetlerinde destek verir. Akademisyenin ve sanayicinin ulusal ve uluslararası hibe ve fonlardan en iyi şekilde faydalanmasını sağlar. Aynı zamanda teknoloji transferi, patent, şirketleşme ve girişimcilik, üniversite-sanayi iş birliği alanlarında hizmet vererek bölge kalkınmasında büyük rol oynar. Tüm bu faaliyetleri gerçekleştirirken daha önce de bahsettiğim TÜBİTAK tarafından 1601 Yenilik ve Girişimcilik Alanlarında Kapasite Arttırılmasına Yönelik Destek Programı kapsamında destek almaya hak kazandı. Ocak 2018’de başlayan proje 2020 ortasına kadar devam edecek ve OMÜTTO’nun faaliyetlerinin geliştirilmesi ve hız kazanmasını sağlayacak.
OMÜ-TTO ekibi proje hazırlama konusundaki tecrübesini, ulusal basında büyük yankı uyandıran Medikal Sanayi İnovasyon Kümesi’ne (MEDİKÜM) hazırlanan proje ile kanıtladı. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan 16 milyon TL destek almaya hak kazanan projeyle Samsun’un cerrahi el aletleri üreticilerinin önünü açtı ve bu anlamda Samsun dünyanın üçüncü büyük bölgesi olma yolunda ilerliyor. Üniversite-sanayi iş birliği özelinde anlatmak gerekirse, OMÜ-TTO ve Samsun Teknopark bünyesinde faaliyetlerini sürdüren Üniversite-Sanayi İş Birliği (ÜSİ) Birimi sanayi kuruluşları ile sürekli iletişimdedir. Üniversitenin bilgisini sanayiye ve sanayinin tecrübesini üniversiteye aktarmak için çalışmalarına devam etmektedir. Kurulan iş birlikleri sayesinde akademisyenler sanayicilerle ortak firmalar kurabiliyor, bölgenin sanayi kuruluşları da teknoloji ve yenilik ihtiyaçlarını çözüme kavuşturuyor. Üniversite ve sanayi arasında kurulan bu köprüyle birlikte sanayinin Endüstri 4.0’a akademi desteğiyle adapte olması sağlanıyor. Bildirilen buluşların patentlenebilirlik ve ticarileşmesine yönelik ön araştırmasını yapmak, tescil sürecinde Türk Patent ve buluş sahibi arasındaki koordinasyonu
sağlamak, ulusal ve uluslararası patent başvuru süreçlerini takip etmek, süreç boyunca akademisyenlere destek vermek, Fikri ve Sınai Hakların korunması konusunda akademisyenlerin teknik bilgi seviyelerini arttırmak amaçlı eğitimler düzenlemek, lisanslama ve ticarileşme süreçlerine destek olmak OMÜ-TTO’nun sağladığı hizmetler arasındadır. Girişimcilik ve Kuluçka Hizmetleri Birimi’nin temel amacı yeni ürün ve teknolojilerin ekonomiye kazandırılmasına yönelik başta OMÜ akademisyenleri ve öğrencilerinin ticarileşme potansiyeli olan iş fikirlerinin desteklenmesidir. İş fikirlerini toplayıp değerlendirmek, uygun bulunan iş fikirlerinin teknoparkta yer almasını sağlamak, girişimci şirketleri idari, mali ve teknik açıdan desteklemek, girişimcilik çağrılarının takip edilmesi ve duyurulması, destek ve hibe programlarına başvuran girişimcilere proje yazım ve hazırlık aşamasında eğitim ve danışmanlık desteği verilmesiyle beraber yüksek potansiyele sahip girişimcileri uygun yatırımcılarla buluşturmak da sağladığımız hizmetlerdendir.
OCAK 2019
HABER HAYAT: Teknoloji Transfer Ofisi kavramını biraz açabilir miyiz?
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ’NİN DESTEĞİ ÇOK ÖNEMLİ
93
HABER HAYAT: Buğra Bey, keyifli söyleşi için teşekkür ediyoruz. Samsun’da teknoloji ve yenilik üzerine yapılan çalışmaları duymak bizleri mutlu etti. Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Ocak 2019
Aldığımız ödüller ve başarıyla sonuçlanan projelerimiz tecrübe, bilgi, istek ve özverili çalışmalarımızın ürünleridir. Başarıyı hedefleyen ve bu hedefin peşinden koşan ekibimiz ve yönetimimizden aldığımız destekle faaliyetlerimizi sürdürecek, Samsun ve Karadeniz bölgesinin kalkınmasına katkıda bulunmaya devam edeceğiz. En büyük avantajımız genç, dinamik ve tecrübeli bir ekibin çatımız altında bir araya gelmesi ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nin de teknopark faaliyetlerini önemseyip değer katmasıdır.
94
95
OCAK 2019
96
Ocak 2019
KIŞIN LAZER EPİLASYON YAPTIRMANIN FAYDALARI Fatoş Sivaslı Güzellik Uzmanı Lazer Epilasyon Kimlere Uygulanır?
Lazer epilasyon teknolojinin getirdiği yeni epilasyon yöntemlerinden birisidir. Lazer epilasyon, istenmeyen tüylerin lazer enerjisi kullanarak kalıcı ve sağlıklı olarak yok edilmesidir. Lazer ışığı, bildiğimiz ışıktan farklı olarak ışığın tek dalga boyunda düz bir demet halinde yayılmasıdır. Milisaniyelik atışlarla cilde uygulana lazer ışını, kıla renginin veren melonin pigmenti tarafından emilir ve çevre dokuya zarar vermeden seçici olarak kıl köküne yoğunlaşır. Kıl kökünde ısı oluşturur ve kıl kökünü tahrip eder.
Lazer epilasyon 16 yaşından büyük kıl ve cilt yapısı uygun olan herkese uygulanabilir. Bu uygulamaların FDA onayı almış cihazlarla yapılması önemlidir. Lazer epilasyonda sonuç alma seans sayısı kişiden kişiye göre değişiklik gösterebiliyor. Lazer epilasyon doğru uygulandığında herhangi bir zararı yoktur. Güvenli ve etkili epilasyon için cilt rengi, kıl rengi kalınlığı ve yoğunluğu dikkate alınmalıdır. Kimlere Lazer Epilasyon Uygulanmaz? Lazer epilasyon tamamen beyaz tüylere sahip kişilerde, hamilelerde, sedef hastalığı gibi deri hastalıkları olanlarda,
bazı önemli yan etkileri bulunan sivilce ilacı gibi ilaçlar kullananlarda, kalp pili olanlarda, ayva tüyü olanlarda ve epilepsi hastalarında önerilmiyor. Bu gibi durumlarda mutlaka bir uzmana danışın. Lazer Epilasyon Hangi Cilt Tipine Uygulanabilir? Genel olarak tüm cilt tiplerine uygulanabilir. Ancak koyu renk cilde sahip olanlar lazer konusunda daha az şansa sahiplerdir. Koyu renk cilt lazer ışığını absorbe ederek etkiyi azaltır. Açık renk cilde sahip olanlar ise son derece iyi sonuçlar alırlar.
OCAK 2019
Lazer Epilasyon Nedir?
97
İRANLI YÖNETMEN FARID MIRKHANI İRAN VE DÜNYA SİNEMASINI ANLATTI Röportaj/Fotoğraf: Salih Temiz
Ankara Film Festivali için ülkemize gelen İranlı Film yönetmeni Farid Mirkhani, arkadaşı Samsunlu sinema yazarı ve senarist İlker Mutlu’nun davetlisi olarak Samsun’a geldi. Mutlu’nun vesilesiyle tanışma fırsatı yakaladığımız Mirkhani ile başta İran ve Türk sinemaları olmak üzere dünya sineması üzerine bir söyleşi yaptık.
RÖ POR TAJ
Ocak 2019
Röportaj/ Fotoğraf: Salih Temiz
98
FARİD MİRKHANİ: İlker Mutlu’yla yaklaşık dört yıllık bir dostluğumuz var. Dört yıl önce benim İlker’in yazarlık yaptığı sinema dergisi Sekans’ın düzenlediği Ankara Film Festivali sırasında tanıştık kendisiyle. Ben o festivale iki filmle katılmıştım. Festival süresince sağlam bir dostluk oluştu. Daha sonra da dört yıl boyunca iletişimimizi kesmedik. Geçenlerde Türkiye’ye gelmem söz konusu olunca dostum İlker, Samsun’a gelmem için ısrarcı oldu. Ben de onu kıramadım ve misafiriniz oldum. HABERHAYAT: O zaman biz de sizlere ‘hoş geldiniz’ diyelim. FARİD MİRKHANİ: Hoş bulduk. HABERHAYAT: Size dünyanın en zor sorusunu sormak istiyorum; “Kimdir Farid Mirkhani?” FARİD MİRKHANİ: Ben Farid Mirkhani, 1981’de anadan doğdum. Sonra üniversitede tıp okudum. Sinemayı çok seviyordum; sadece hastanede kalmak istemiyordum. Sinema yapmak da istiyordum. Hem tıp, hem sinema, ikisini birbiriyle barıştırdım. Tıp belgeselleri yaptım. Sonra filmler de yaptım. Kısa metrajlı yirmi filmim mevcut. Dokuz tıp belgeselim ve bir uzun metrajlı filmim var. Şu an için de yine uzun metrajlı bir film hazırlığı içerisindeyim.
HABERHAYAT: Okuyucularımız duyamıyorlar ama çok tatlı, farklı bir Türkçeniz var. Ben konuşmanızı bir şekilde okuyucularımıza aktarmaya çalışacağım. FARİD MİRKHANİ: (Gülüyor) Evet, ben İran Azerilerindenim. Ondan dolayı benim Türkçem öyledir. HABERHAYAT: Tüm filmlerinizi İran sınırları içinde mi yaptınız? FARİD MİRKHANİ: Yok hepsini değil. Batman’da bir kısa film yaptım. Hasankeyf’te ve Pakistan’da da bir belgesel yaptım. Pakistan-İran sınırında bir hastalık var adı; Malarya. 18 bin insan bu hastalıkla uğraşıyor. Bunun belgeselini yaptım. Bu belgeseli yaparken, bu insanlara Malarya ile nasıl savaşılacağını da öğrettim. HABERHAYAT: İran sineması bana çok içine kapalı bir sinema gibi geliyor. Siz ne düşünürsünüz bu konuda? FARİD MİRKHANİ: Yok öyle değil. İran’da yüz yirmi yıldır kamera var. İran’da sinema çok eskiden beri yapılır. Ben memnunum ki; İran’da sinema yaparım. Belli zamanlarda baskılar oldu tabii… Ama İran sineması egzotiktir. Rejim sıkıntısı yüzünden fikirlerimizi sinemada sembollerle ifade ederiz. HABERHAYAT: Sembolik Sinema… FARİD MİRKHANİ: Yok egzotik sinemadır. Ben bir aileyi anlatırım ama her İranlı bilir ki; memleketi anlatırım. Bu yüzden egzotik derim.
OCAK 2019
HABERHAYAT: Kimilerine göre çok uzaklardan, bize göre çok yakından İran’dan bir dostumuzla birlikteyiz; Farid Mirkhani. Sohbetimize başlamadan önce Türkiye’de bulunma sebebinizi öğrenebilir miyiz?
99
HABERHAYAT: Aslında biz de her şeyi çok açık ve net anlatamıyoruz sinemada. Sembolik bir anlatım tarzını da doğuruyor bu durum. Sinemada sembolizmi seviyorum. Bu hal yönetmenleri ve senaristleri daha yaratıcı yapmaz mı? FARİD MİRKHANİ: Günümüzde buna İran’da yeraltı sineması derler, yani underground sinema. Kısıtlamalar bu sinemayı doğurmuştur. Ama son yıllarda dijital sinema da gelişti. Artık minik bir kamerayla film çekebiliyorsunuz. Kamera artık sanki bir kalem gibi oldu. Her şeyi yazabiliyorsunuz. Ama fikir çok önemli. İyi bir fikir, bir kamera bir tripodla da çekilebilir. Kafanda bir şey yoksa hiçbir şey çıkmaz. HABERHAYAT: İran sineması şu an ne durumda peki? İyiye mi gidiyor, kötüye mi? FARİD MİRKHANİ: Benim gördüğüm şudur ki; tekrara gidiyor maalesef… HABERHAYAT: Bu sadece İran Sinemasının sorunu değil…
Ocak 2019
FARİD MİRKHANİ: Umudum odur ki; iyi senaryolar yazılsın, iyi filmler çekilsin. Bir İtalyan sinemasını düşünün. Fellini nerededir? Yok. Gelmiyor yenileri. Benim fikrim yönetmenler aceleci davranırlar. Bir fikri kafa yormadan hemen çekiyorlar. Bu da iyi filmlerin çıkmasını engelliyor.
100
HABERHAYAT: Senaryolar üzerinde düşünülmüyor mu?
HABERHAYAT: En beğendiğiniz yönetmen?
FARİD MİRKHANİ: Evet öyle. Ben de aynıyım. Kendime soruyorum ‘Neden böyle aceleciyim’ diye. Bu durumu dijital devrime bağlıyorum. Her şey çok çabuk oluyor, çabuk tüketiliyor. Müzik de böyle şiir de… Artık çok güzel filmler çıkmıyor dünyada. Başyapıt çok az. Teknoloji yaratıcılığı öldürüyor. Her şey çok kolaylaştı. Zorluklar insanı yaratıcı yapar. Filmleri izliyorum, bakıyorum; “Nereye gitti Fellini, nereye gitti Haneke?” diyorum. Ödül alan filmlere bakıyorum, soruyorum; “Bu nasıl ödül aldı?” diye. Neyin sineması diyorum. Bir kere izliyorum o kadar. Ama Hitchcock’un Vertigo’sunu defalarca izleyebiliyorum. On, yirmi, otuz kere izlesen her defasında yeni bir şey anlıyorsun. Ama şimdi böyle değil…
Öyle tek yok, söylemem. On tane yönetmen ismi söylerim, ama onların bütün yaptıklarını beğenmiyorum. Ama hepsi de iyi yönetmendir. Mesela Türkiye’den Nuri Bilge Ceylan’ı beğenirim. Sonra Zeki Demirkubuz filmlerini izledim. Bana göre en iyi yönetmen. Onun “Bekleme Odası” filmi en iyi filmdir, çok sevdim o filmi. Sonra Rus sinemasından Andrei Konchalovsky. Romanya sinemasından Cristian Mungiu. Bizden, Abbas Kiarostami’yi beğenirim.
HABERHAYAT: En beğendiğiniz ülke sineması? FARİD MİRKHANİ: İtalyan sinemasını beğenirim. İtalyan sinemasını İran sinemasına çok benzetirim, yakın bulurum. İnsanlarımız yakın, tarzlarımız aynı.
HABERHAYAT: Farid Bey, Ankara Film Festivali için Türkiye’ye geldiniz, ne iyi ettiniz de Samsun’a da geldiniz, sizinle tanışmaktan çok memnun olduk. Umarım bir gün Samsun’da bir sinema festivali olur ve sizi aramızda görürüz. Ben size çok teşekkür ediyorum. FARİD MİRKHANİ: Seve seve gelirim. Ben çok teşekkür ederim.
101
OCAK 2019
SİNEMADA TÜRLER-4
MÜZİKAL
Ocak 2019
Müzikal, bizde fazlaca göz ardı edilmiş bir tür. Şarkıcı filmlerini müzikalden saymamak lazım elbette. Sinemamızın Muhsin Ertuğrul’lu yıllarında senaryolarına Nazım Hikmet’in de katkıda bulunduğu Karım Beni Aldatırsa (1933), Söz Bir Allah Bir (1933), Cici Berber (1933), Milyon Avcıları (1934), Leblebici Horhor (1934) gibi operet filmleri çekilmiş olsa da, bu tür sonradan bizde uzun bir sessizliğe bürünür. Lütfi Akad bir kereliğine, hayli popüler bir operetimizi filme aktarma denemesinde bulunur: Lüküs Hayat (1950). Yıllar sonra çekilen Renkli Dünya (Orhan Aksoy, 1980), Asiye Nasıl Kurtulur (Atıf Yılmaz, 1986), Arkadaşım Şeytan (Yılmaz, 1988), içlerinde danslı, şarkılı sahneler içermekle birlikte, müzikal olarak adlandırılamazlar. Ateş Üstünde Yürümek (Yavuz Özkan, 1991) ise ilginç bir deneme olmakla birlikte, sadece uzun bir dans gösterisidir. Yedi Kocalı Hürmüz (Ezel Akay, 2009), en iyi ifadeyle yarım bir başarıdır.
102
Müzikal filmler, çocukluğumuzun tek kanallı yıllarının önemli bir unsuruydu. TRT’nin, sanırım halkın beğenisini inceltmek adına, Pazar sabahları, hem de sabahın körüne koyduğu operalar olurdu. Müzikleriyle, şarkılarıyla değil elbette, ama rengârenk giysileri ve dekorlarıyla, oyuncuların kocaman hareketleriyle bize çekici gelirdi bunlar. Gözümüzü ayırmadan izlerdik çocukken. Bu ve benzeri gösterimler sayesinde yakınlık duymaya başladığımız müzikli gösterilerin yerini kısa sürede Amerikan müzikalleri alıvermişti. En son Ted 2 (Seth MacFarlane, 2015) adlı
komedinin girişinde eğlenceli bir saygı duruşunda bulunulan müzikal türünü Amerikan sineması ile tanımamız, türün yine Hollywood çıkışlı olmasındandır. Yoksa biz Avare ile Hint şarkılı ve danslı filmlerine çoktan aşinaydık. Ancak bu filmler de bizimkiler gibi, müzikal olmaktan çok, şarkılı filmlerdi. Zaten Broadway sayesinde gösteri sanatları açısından sağlam birikime sahip ve o dönemde gösterişli bir müzikalin gerektirdiği paranın bulunduğu nadir ülkelerden olan Amerika’da sinema sektörü, çoktan buna hazır durumdaki seyirci kitlesini 30lardan başlayarak müzikal bombardımanına tutmuştu. Daha ilk müzikal sayılan Broadway Melody’den (Harry Beaumont, 1929) başlayarak, Golddiggers of 1933 (Mervyn LeRoy, 1933), On the Town (Stanley Donen & Gene Kelly, 1949), An American in Paris (Vincente Minelli, 1951), Singing in the Rain (Stanley Donen & Gene Kelly, 1952) gibi müzikaller, zaten gerçek dışı, düşsel ‘kaçış sineması’ içerikleriyle oldukça oyalayıcıydılar. Bunu türü küçümsemek için söylemiyorum, kesinlikle sinema tarihi içerisinde yeri olan, önemli bir türdür, ama çıkış noktası budur. 30lardaki ekonomik buhranı ve hemen peşinden İkinci Dünya Savaşı’nı yaşayan yılgın insanlar için de muhakkak gerekliydi bu yapımlar. Busby Berkeley filmleri, kalabalık kadrolu, gösterişli, eğlenceli filmlerdir. Ama MGM ile gelen bir anlayış türe saygın bir yer kazandırmıştır. Vincente Minelli, Stanley Donen gibi usta yönetmenler bu türe yönelmiş ve sonradan klasikleşecek hatta
İlker Mutlu
kültleşecek eserler vermişlerdi. Bu filmler Gene Kelly, Frank Sinatra gibi isimleri, hatta Fred Ataire-Ginger Rogers gibi ikilileri yıldız mertebesine yükselttiler. 50ler sonrasında tür önemini kaybetmeye başlamış olmalı ki, müzikal sayısında hızlı bir düşüş yaşanmış. 60lardaki West Side Story (Robert Wise, 1961), My Fair Lady (George Cukor, 1964), The Sound of Music (Wise, 1965) kesinlikle çok iyi filmlerdi.
Daha önceden buna benzer bir türde ancak Rocky Horror Picture Show (Jim Sharman, 1975) vardı ve oldukça eğlenceli bir işti.
Gencebay filmlerini daha çok içlerindeki şarkılar nedeniyle izlenirdi. Diğerleri gibi konserlere çıkan, bu şekilde halka buluşan bir sanatçı değildi. Filmleri genelde aynı şablonu içeriyordu. Kavuşamamalar, intikam, düşman âşıklar… Bir sürü dram. Ama hakkını vermeliyim ki, biraz da tipinin avantajını kullanarak, pek çok arabesk şarkıcıdan iyi oyun vermekteydi. Ferdi Tayfur’u Utanıyorum’da (Melih Gülgen, 1984), İbrahim Tatlıses’i Alişan’da (Şerif Gören, 1982 -Gerçi Alişan arabesk filminden çok, Şerif Gören’in üslup denemesi yaptığı ve İbo’yu zorladığı bir çalışmadır-) iyidir. İkisi de sonradan yönetmenliği deneyen bu iki sanatçıda iyi-kötü sinema duygusu vardır. Ama bahsettiğim dönemdeki filmlerinde oyunculukları gerçekten berbattı. İbrahim Tatlıses, Yılmaz Güney’e öykünen, ama o olmayı beceremeyen, onun karikatürü kalan oyunuyla filmlerde çok iticiydi. Alişan’da biraz bunu aşmaktadır.
Bizde müzikal, karşılığını daa çok Arabesk filmlerinde buldu. Bunun en özel örneklerini Orhan Gencebay verdi, kim ne derse desin. Aslında Gencebay’ın sinemayla ilişkisi ilk başrolü olan Bir Teselli Ver (Akad, 1971) ile başlamıyor. 1967’de TRT’den ayrılmasının üzerine piyasada Muzaffer Akgün, Ahmet Sezgin, Nuri Sesigüzel gibi pek çok sanatçının arkasında bağlamasını konuşturduğu bir dönemde Kızılırmak-Karakoyun (Akad, 1967), Ana (Akad, 1967), Kuyu (Metin Erksan, 1968), Kozanoğlu (Yılmaz, 1967) gibi filmlerin müziklerine katkıda bulunur. Yıllar sonra Kızılırmak-Karakoyun’da onun sesinden halk türküleri dinlemek beni şaşkınlığa uğratmış, aynı zamanda da ona olan
ilgimi artırmıştı.
Tatlıses, hayatının oyununu verdiği Alişan’da.
Gencebay, yukarıdaki genellemenin dışında, sadece katkıda bulunduğu film müzikleriyle değil, birkaç (nispeten) ayrıksı filmiyle de şaşırtır. Genelde sağ ya da en azından muhafazakâr bir çizgi izleyen Gencebay’ın, dönemin modası gereği olduğu aşikâr olsa da, Hatasız Kul Olmaz (Osman F. Seden, 1977), Feryada Gücüm Yok (Şerif Gören, 1981) gibi toplumsal mesaj içeren filmleri vardır. Ama bunların en sürprizlisi, hiç kuşku yok ki, Derdim Dünyadan Büyük’tür (Şerif Gören, 1978). Orada marangoz emekçi Orhan, yaşamakta olduğu gecekondu mahallesini sakinleriyle birlikte, orayı ele geçirmeye çalışan para babasına karşı savunur. Halkın içinde, otobüste, kuyruklarda geçen diyaloglar dikkate değer ve alabildiğine eleştireldir. O kadar sıkı olmasa da hatırı sayılır sol söylem içerirler. Para babasının adı Rahmi Kapancı’dır ve gecekondu kızına âşık olup başta babasına karşı çıkan oğlu, Erol Toy’un İmparator’unu okur! Orhan Gencebay film boyunca parka giyer ve sonunda evleri yıkmaya gelen kepçelerin karşısında mahallece oturma eylemi gerçekleştirilir. Antolojilere geçecek bu sahnede tüm mahalle Gencebay’la birlikte “İnsanız, insanca yaşamaktır gayemiz… Biz görmesek de görecekler var, bitecek dertlerimiz”i söylerler! E, yönetmen Yol’un Şerif Gören’i olunca, Şerif Gören de Yılmaz Güney’den feyz almış bir yönetmendir hani, ister istemez mesajlar akacaktır.
Bir de Zeki Alasya’nın yönettiği, Gencebay’ın ilk defa komedi denediği Kaptan (1984) var. Buradaki oyununun çok iyi olduğunu söyleyemem, ama çaba takdire değer. Hülya Avşar’la da iyi bir ikili oluştururlar. Borcunu ödeyebilmek için gemisinin sahibi armatörü arayan kaptanın adama ulaşmak için kaçırdığı kızına yol esnasında aşık olmasını ve yaşadıkları maceraları anlatan film oldukça sürükleyicidir. Film müziğinde de hayranları şaşırtacak derecede Orhan’ın tarzının dışında, hiçbir albümüne koymadığı, “Ben İsterim Bu Yaşamdan Hakkımı” adında bir parça var.
Sonuç olarak müzikal, bizde hala şarkıcı filmleriyle sınırlı bir tür. Korku sineması nasıl bizde belli bir aşama kaydettiyse, bu türün de bir gün aynı gelişmeyi sergileyeceğine inanıyorum.
OCAK 2019
Bob Fosse’nin Cabaret’i (1972) Nazi Almanyası üstüne siyasal söylemleriyle klasik Amerikan müzikalinden hayli uzak, özgün bir çizgide seyreder. Tommy (Ken Russell, 1975) ve Hair (Milos Forman, 1979) de politik, isyankâr söylemleriyle farklı yerde duran, muhteşem rock operalardır. Hair, şarkılarıyla, özellikle de “Let the Sunshine In”le akılda kalıcı bir filmdi. Vietnam Savaşı’na karşı duruşu ve hippi gençliğe övgü niteliğindeki anlatısı, birbirinden yetenekli oyuncuları ile seyri güzeldir. Tommy ise The Who grubundan çok Oliver Reed’in varlığından güç almaktadır. Film müthiş bir medya eleştirisi içeriyordu ve Elton John, Tina Turner, Eric Clapton gibi rock starları kadrosunda barındırarak öne çıkıyordu.
103
Umutla Tüketilen Bir Ömür: Tatar Çölü Yazarımız Dino Buzzati, yirminci yüzyılın ilk yıllarında, 1906’da,İtalya’da doğar. Gazetecilik yapar. İlk romanı olan Tatar Çölü (Il deserto dei Tartari)’nü 1940 yılında yayımlar. Ancak yazarın adının duyulması, bu kitabın 1949’da “Le Desert des Tartares” adıyla Fransa’da yayımlanmasıyla olur. Roman dünya çapında bir üne kavuşur ve yaklaşık 20 dile çevrilir, 20. yüzyıla damgasını vuran kitaplar arasında yer alır. Ancak kitabın etkileri devam ediyor. Günümüz insanına da hitap etmeyi başarıyor yazar, başarılı tahlilleriyle. Tatar Çölü, 1976 yılında yönetmen Valerio Zurlini tarafından beyaz perdeye uyarlanmış. Bu sıralarda ise, İstanbul’da yeni bir versiyonu tiyatro olarak oynanıyor. Tatar Çölü, eskimeyen, dinamik, bizimle beraber yaşayan bir kitap. Abarttığımı düşünebilirsiniz, ancak okuyan herkesin kendinden bir şeyler bulacağına eminim. “Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi. ve sınır boyundan dönen habercilere göre, barbarlar diye kimseler yokmuş artık. Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan? Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.”
Ocak 2019
Kavafis / Barbarları Beklerken
104
Yazar Mehmet Eroğlu, seminerlerinden birinde şöyle diyordu: “İnsanlar ikiye ayrılır: Tatar Çölü’nü okumuş olanlar ve okumayanlar.” Ben de bu söz üzerine okumaya karar vermiştim Tatar Çölü’nü. Ömrünü heba eden bu insanların hikayesinde kendimden bir şeyler bulacağımı bilmiyordum. Tüm gençliğini, koca bir ömrü, bir umudu bekleyerek tüketenlerin hikayesi Tatar Çölü. Tüm ömrü bir umudu bekleyerek tüketmek ve tam gerçekleştiğinde ise… Hayatın en büyük gerçeğiyle karşılaşıyor olacaktır Drogo. Harp Akademisi’nden mezun olup teğmen çıkan Giovanni Drogo, ilk görev yeri olan Bastiani Kalesi’ne gitmek üzere yola çıkmadan önce üniformasını giymiş, gaz lambasının ışığında aynada kendisini seyretmektedir. Ancak ilginçtir, sevinçli değildir yeni yetme teğmenimiz. Hâlbuki “yıllardan beri, hep bu anı, gerçek yaşamın başlayacağı bu günü beklemiştir.”
Sinan Çeçen
Teğmen Drogo, ilk görev yeri olan Bastiani Kalesi’ne doğru yola koyulur. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde, Tatar Çölü’nün hemen kıyısında, çok önemli olduğu söylenen bu sınır kalesinde önemli işler yapacağının hayalini kurar. Yolda Yüzbaşı Ortiz’le karşılaşır genç teğmen. Ortiz, kırklı yaşlarında, on sekiz yıldan fazladır kalede görev yapan bir subaydır. Teğmen Drogo’nun yaşlanmış halidir aslında Yüzbaşı Ortiz. Tıpkı kaledeki diğer subaylar gibi o da, uçsuz bucaksız çölden gelecek bir Tatar saldırısını beklemektedir. Düşmanla çarpışıp şanlı şerefli bir asker olmanın beklentisi içindedir. Teğmen Drogo daha ilk günden buradan tayinini aldırmanın yollarını düşünür. Ancak parlak bir asker olmanın hayali ona kariyerine zarar vermemek için bir müddet de olsa bu kalede kalmasını telkin eder. Kaledeki ilk günün sonunda, tanışma faslı bittikten sonra odasına çekilir Drogo ve düşüncelere dalar : “Şimdiden kendisini tamamen unutmuşlardı... Bu uzun gece boyunca hiç kimse ziyaretine gelmeyecek; bütün kalede, hatta sadece kalede değil tüm dünyada tek bir insanoğlu kendisini düşünmeyecekti; herkesin kendi meşguliyeti vardı, herkes kendi kendine zor yetiyordu, hatta annesi bile, evet, belki de annesi bile şu anda başka şey düşünüyordu, tek oğlu Giovanni değildi, bütün bir gün onu düşünmüştü, şimdi sıra biraz da ötekilerdeydi.” (s. 33) Durmadan damlayan sarnıçtan gelen sesler yüzünden uyuyamaz Drogo. Sonrasında alışır ama. Su sesi onu rahatsız etmez olur. Uykularını kaçırmaz. Kaleden ayrılacağı zaman ise yeniden duyar, ilk gecelerde onu uyutmayan sarnıcın sesini. “Alışılan gürültü içten içe çürütüyor.” diyor Ali Ural, bir yazısında ve Teğmen Drogo’nun içine düştüğü
hali şöyle anlatıyor: “Su sesi bile rutin damlalardan çıktığında uykusunu kaçırıyor insanın. Yeter ki alışmasın. Dino Buzzati’nin Tatar Çölü romanını hatırlayın bir. Giovanni Drogo’nun Bastiani Kalesi’nde geçirdiği ilk geceyi. Durmadan damlayan bir sarnıç yüzünden uyuyamasa da Drogo, birkaç gece sonra o sese alışıp duymaz hale geliyor su tıpırtılarını. Ta ki yıllar sonra o kalede geçirdiği son geceye kadar. Ancak ayrılmaya karar verdiğinde duymaya başlıyor yeniden o sesi. Hapsolduğumuz gürültü kalesinden kaçmaktan başka çare yok. Alışılan gürültü içten içe çürütüyor.” Gitgide kalenin ve Tatar Çölü’nün o büyülü cazibesine kapılır Drogo. Tıpkı kaledeki diğerleri gibi. Birkaç kez gittiği şehir hayatına uzak kaldığını anlar. Eskisi gibi değildir arkadaşları bile. Yabancılaşır şehir hayatına. Ve o da düşmanı beklemeye başlar. Uçsuz bucaksız çoraklığını gözetler çölün, dürbünüyle. Tatar Çölü de onun hayatı ve hayalleri gibidir aslında. Kurak, çorak, yeşermeyecek… Bastiani Kalesi’ne kaçıyor aslında Drogo. Onunki bir saklanış hikayesi. Kendi korkularından, zaaflarından, önemli biri olma arzularından kaçış. Bir pelerin diktirmek için kalenin terzihanesine gider Drogo. Orada, alay terzisi Prosdocimo’nun yardımcılarından biri uyarır onu: “On beş yıl teğmenim, on beş lanet olası yıldır burada ve hala o en bilinen hikayeyi anlatıp duruyor: Ben geçici olarak buradayım, her an gidebilirim... Halbuki asla gidemeyecek... O, alay komutanı albay ve daha pek çoğu ölene değin burada kalacaklar; bu bir tür hastalık, dikkatli olun teğmenim, siz ki yenisiniz... İlk fırsatta gidin, onların çılgınlığına yakanızı kaptırmayın.” Ama kaptırıyor kendini teğmen, kalenin cazibesine… Yıllar geçiyor kalede, yıllar birbirini hızla takip ediyor, hızla tüketiyorlar; kaleye genç bir teğmen olarak adım atan Drogo’yu. Büyük bir umutla, tutkuyla düşmanın geleceğini günü bekleyen Drogo, 30 koca yıl geçiriyor bu bekleyişle. Artık elli dört yaşında, karaciğer hastası Binbaşı Drogo olup çıkıveriyor karşımıza. “Beklediğime değmiş!” diyebileceği bir olaya tanıklık edebilmek için, kendisi de dahil, kaledeki
askerlerin yıllarını nasıl harcadıklarını fark eder, şöyle düşünür Drogo: “Onların talihleri, serüven, herkesin yaşamında en az bir kez çalan o mucize anı kuzeyden gelecekti. Zamanla gitgide belirsizleşen bu uzak olasılık uğruna koskoca yetişkin adamlar yaşamlarının en güzel bölümünü burada tüketiyorlardı… ya gerçekte bilincine varamadıklarından ya da sadece ruhlarının kıskanç çekingenliğiyle birer asker olduklarından, hiç sözünü etmeksizin aynı umutla yaşıyorlardı.” Beklemiştir, 30 koca yıl boyunca beklemiştir. Ve tam da beklediğine değeceği sırada, düşmanın geleceği sırada, hasta olduğu için kaleden gönderilir Binbaşı Drogo. Bir ömrü, bir bekleyişin uğruna, içten içe gerçekleşmeyeceğini bilerek de olsa, tüketmenin hikayesi Tatar Çölü. Herkesin bir Tatar Çölü, bir Bastiani Kalesi var aslında içinde. Bir gün gerçekleşeceğini umarak ne çok şeyi – belki de boş yere- beklediğimizin farkına vardıran bir hikaye Drogo’nunki. Belki alışkanlıkların, tembelliklerin konforundan vazgeçmemek için bekliyor insan, belki de yaşama gücü bulabilmek için bekliyor, beklemeyi öğreniyor. Sonunda, elinde kalacak olanın harcanmış bir gençlik, heba edilmiş bir ömür, asla gerçekleşmemiş ve gerçekleşmeyecek hayaller olacağını bildiği halde bekliyor. Drogo’yu okurken kendimi okudum aslında. İçimdeki Tatar Çölü’nün, Bastiani Kalesi’nin varlığını keşfettim; ‘önemli biri olma çabasının’ verdiği bekleyiş ve umutla inşa edilen ‘önemlilik hapishanesi’ni… Ve belki de dersler çıkardım, Drogo gibi olmamak için. Bir bekleyişin peşinde heba edilmiş bir hayatla baş başa kalmamak için. Tatar Çölü, kitabın arka kapağında da yazdığı gibi, hayatın anlamını ve insanın kaderine teslim oluşunu sorgulayan, çağımızın en önemli eserlerinden biri. Yolu İstanbul’a düşenler de Tatar Çölü’nün daha önce denenmemiş bir versiyonunu izleyebilirler.
OCAK 2019
Hepimizin hayatında, ‘gerçek yaşam’ı beklediğimiz anlar saklı aslında. Gerçek bir yaşama doğduğumuzu, gerçek bir hayatı yaşamaya devam ettiğimizi unutup, beklentiler içinde, belirsiz bir geleceğin karanlık sokaklarında arıyoruz gerçek yaşamımızı. İçinde bulunduğumuz anın içinde saklı olduğunu unutuyoruz.
105
KÜLTÜR SANAT
SİNEMA BU AYIN FİLMLERİ CREED II : Efsane Yükseliyor (11 Ocak 2019) Yönetmen: Steven Caple Jr. Oyuncular: Michael B. Jordan, Slyvester Stallone, Tessa Tompson , Dolph Lundgren Tür: Dram, Aksiyon Sylvester Stallone (Rocky Balboa) ve Michael B. Jordan’ın ( Adonis Creed) başrolleri paylaştığı 2015 yapımı Creed’in devamı Creed II, Rocky Balboa’nın eğitmenliğinde çıkış yakalayan Adonis Creed’in, Rocky’nin en büyük rakiplerinden ve babası Apollo Creed’in ölümünden sorumlu olan Ivan Drago’nun oğlu Viktor Drago (Florian Munteanu) ile karşılaşmasını konu ediniyor. Rocky efsanesinin sekizinci filmi olacak olan Creed II, 1985 yapımı Rocky 4 filminde bir gösteri maçında Apollo Creed’in sansasyonel ölümünün izinden gitmeye devam ediyor. Hatırlanacağı üzere Rocky4 filmi, o dönemlerde Demir Perde ülkesi olarak anılan SSCB’nin özellikle spor alanlarındaki muazzam başarısı ve Rusların kendi deyimleriyle Amerikalıları bu alanda eğitmek amacıyla Ağır siklet şampiyonları Rocky Balboa ile bir boks maçı yapmak istemelerini konu ediniyordu. Drago’nun kendisine meydan okumasına kayıtsız kalamayan Adonis için bu maç, bir unvan maçından daha fazlasıdır..
KIZ (4 Ocak 2019) Yönetmen: Lukas Dhont Oyuncular: Victor Polster, Arieh Worthalter, Oliver Bodart, Tijmen Govaerts Tür: Dram
Ocak 2019
Yönetmenin 2009 yılında Belçika’da bir gazete haberinden yola çıkarak senaryolaştırdığı aynı zamanda yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi, profesyonel bir balerin olma hayaliyle yola çıkan 15 yaşındaki trans birey Lara’nın ( Victor Polster) hikayesini konu ediniyor. Lara, yalnızca kadınların kabul edildiği bale okuluna girmeyi başarır. Ergenlik sürecini yaşayan, çocukluk ve yetişkinlik arasında sıkışmış olan Lara, aynı zamanda ona ait olmayan ve içinde doğmak zorunda kalmış olduğu erkek bedenine de hapsolmuş durumdadır. Bu süreçte bir yandan ergenlik döneminin getirdiği bazı gelgitlerle başa çıkmaya çalışırken bir yandan da bale eğitiminin zorluklarıyla yüzleşmesi gerekmektedir.
106
Film, cinsiyet rollerine, kimliklere, kimliklerin zıttı olarak queer teorinin açıkladığı noktada queer kavramının inşasına, heteronormatif düzenin yıkıcılığına dair hislere yoğunlaşan sahneleriyle uzun yıllar hatırlanacak bir film olmaya aday.
GLASS ( 18 Ocak 2019 ) Yönetmen: M.Night Shyamalan Oyuncular: Bruce Willis, James McAvoy, Samuel L. Jackson, Sarah Paulson Tür: Gerilim, Fantastik Yeni sezonda merakla beklenen 50 yabancı film kategorinde yer alan, geçtiğimiz yılın en başarılı filmleri arasındaki M. Night Shyamalan imzalı Split’in devamı niteliğindeki Glass, yönetmenin kendi deyimiyle bir Marvel filmi düzeyinde süper kahraman filmi olmasada çok farklı bir süper kahraman filmi. Tam 18 yıl önce Unbreakable ile başladığı üçlemesine Split ile devam eden ünlü yönetmen, gelecek yıl Glass ile son vermeyi planlıyor. Bruce Willis, James ve Samuel L. Jackson gibi usta oyuncuları bünyesinde barındıran filmde, David Dunn’ın Kevin Wendell’in yarattığı 24’üncü karakteri “Canavar” ın peşine düşer ve her iki erkeğin kirli sırlarını bilen Elijah Price’ın (Mr. Glass) esrarengiz bir şekilde ortaya çıkmasıyla işler sarpa sarar.
KARAKOMIK FILMLER (18 Ocak 2019) Yönetmen: Cem Yılmaz Oyuncular: Cem Yılmaz, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Can Yılmaz, Cem Davran Tür: Komedi 60 dakikalık ve bağımsız hikayelere sahip filmler tek bir film olarak vizyona girecek. Bodrum ve İstanbul’da çekimleri gerçekleşen Kaçamak, 4 kafadarın çıktıkları detoks tatilinde başlarına gelen komik olayları anlatıyor. Cem Yılmaz, Zafer Algöz, Necip Memilli ve Özkan Uğur başrolde.
OCAK 2019
2 Arada da ise; tüm hikaye arabalı vapurda geçiyor, Cem Yılmaz Ayzek isimli bir çaycıyı oynuyor. Zafer Algöz, Ozan Güven, Cemre Ebuzziya, Cem Davran da filme yer alan diğer oyuncular. Cem Yılmaz’ın bu hikayedeki dişleri, keli, yarattığı karakter izleyiciyi şaşırtacak gibi görünüyor. ‘Kaçamak’tan daha dramatik öğelerle süslü olan film; kara bir komedi.
107
VAJİNİSMUS NEDİR? Uzm. Dr. Arda Kazım Demirkan
Liv Hospital Samsun Psikiyatri Kliniği’nden Uzm. Dr. Arda Kazım Demirkan “Vajinismus” hakkında bilgilendirdi. Cinsel birleşme sırasında vajinadaki kaslarda, yineleyici ya da sürekli olarak istem dışı kasılmanın olması ve bu kasılmanın birleşmeye engel olması vajinismus olarak tanımlanır. Vajinismus’un Belirtileri Nelerdir? Vajinismus’u olan kadınlar aşağıdaki durumlardan en az birinde sürekli ya da yineleyici biçimde güçlük çekerler; 1. Birleşme sırasında güçlük çekme ya da birleşmenin gerçekleşmemesi 2. Birleşme girişimleri sırasında genital bölgede belirgin ağrı duyma 3. Birleşme eyleminin gerçekleşeceği beklenirken ya da bu sırada genital bölgede ağrı duymaktan endişe etme veya korku duyma
Ocak 2019
4. Birleşme girişimi sırasında pelvis tabanı kaslarını çok germe ya da sıkma.
108
Kişinin bu şikayetlerden en az birine,
en az 6 ay süresince sahip olması durumunda, öncelikli olarak vajinismus yönünden klinik olarak değerlendirilmesi gerekir. Cinsel İlişki Sırasında Hafif Ağrı Duyuyorum, Bu Normal Bir Durum mu? Cinsel ilişkinin öncesinde, cinsel ilişki sırasında veya cinsel ilişki sonrasında hafif de olsa ağrı duymak normal bir durum değildir. Kişinin mutlaka cinsel danışmanlık alması ve konunun uzmanı hekime yönlendirilmesi gerekir. Vajinismus Sonradan Ortaya Çıkabilir mi? Vajinismus başlama şekli açısından edinsel veya yaşam boyu olabilir. Yaşam boyu vajinismus, kişi cinsel olarak etkin olduğundan itibaren vardır. Edinsel formu ise, olağan bir cinsel işlevsellik evresinden sonra başlar.
Vajinismus Tedavi Edilebilir mi? Vajinismus kesinlikle tedavisi olan ve tedavi sonrası tamamen düzelen bir durumdur. Cinsel işlev bozuklukları konusunda yetkin bir uzman tarafından uygulanan, eşlerin birlikte katıldığı, bilişsel-davranışçı ilkelere dayanan cinsel çift terapisi ile etkili bir şekilde tedavi edilebilir. Çiftin özel durumuna, eşlik eden diğer cinsel işlev bozukluklarının varlığına göre değişebilmekle birlikte 8-10 seans uygulanan cinsel çift terapisi çoğu hastada tedavi için yeterli olmaktadır.
109
OCAK 2019
OZAN YAZAR
Ocak 2019
1994 Muğla/Milas doğumluyum. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü lisans öğrencisiyim. Fotoğrafçılığa 2013 senesinin yazında küçük kompakt bir makinayla başlamış olup okuldan aldığım derslerle pekiştirerek devam ettirdim. Önceleri gezmeyi çok severdim; fotoğrafla tanışmaya başlayınca artık sadece gezmek için değil fotoğraf için de gezmeye başladım. İlk fotoğrafım “Hayattan Kareler” isimli fotoğraf sergisinde sergilendi. Sonraları kendimi geliştirmek için geziler yaparak yarışmalara katıldım. Birçok ulusal ve uluslararası yarışmalarda dereceler elde ettim. “Bir Fotoğraf Bir Hikaye” gözüyle hareket ettim. Her fotoğrafın aslında bir anısı, hikayesi ve yaşanmışlığını yansıtmayı gaye edindim. Son zamanlarda aktif olarak fotoğrafla ilgilenmeye devam ediyorum.
110
111
OCAK 2019
112
Ocak 2019
113
OCAK 2019
114
Ocak 2019
115
OCAK 2019
116
Ocak 2019