MEVSİMLİK EDEPLİ EDEBİYAT DERGİSİ SAYI : 1
GÜZ 2014
-Genel Yayın Yönetmeni :
İletişim :
M.Burak SÖBÜOĞLU
Mail : sayedergisi@gmail.com
-Editör :
Twitter : @sayedergisi
Dilek ÖKSÜZ -Tasarım :
Kapak Fotoğrafı : Recep TERLER
M.Abdullah TOPÇU
Arka Kapak : İsmail DURAN
1
İÇİNDEKİLER M.BURAK SÖBÜOĞLU – BAŞLARKEN ………………………………………………………………………………………………..3 DİLEK ÖKSÜZ – BAŞLARKEN ……………………………………………………………………………………………………………….4 DOÇ. DR. ÜZEYİR ASLAN – GAZEL ………………………………………………………………………………………………………5 HİKMET HAŞLAK- MEZOPOTAMYA HEM LEYLA ………………………………………………………………………………….6 M.BURAK SÖBÜOĞLU – BİN DOKUZ YÜZ DOKSAN BEŞ ………………………………………………………………………8 MUSTAFA NEZİHİ PESEN – BİTMEYEN BİR KARA ORMAN ŞİİRİ …………………………………………………………10 MERYEM SANCAKTAR – BU KADAR ………………………………………………………………………………………………….11 OGÜN AKDOĞAN – BİZ …………………………………………………………………………………………………………………….12 ONUR BAYRAK – BAKIŞ ACISI ……………………………………………………………………………………………………………14 AHMET EMERCE – HİS ……………………………………………………………………………………………………………………..16 MERVAN SÖYLEMEZ – GÖZLERİ KUDÜS YOKUŞLU MİRACIM …………………………………………………………..18 DİLEK ÖKSÜZ – İNSAN KIRILIR …………………………………………………………………………………………………………..20 FATMA KUTLU – ACEMİYAT ……………………………………………………………………………………………………………..21 DR. ÜMRAN AY - SALTANAT DEDİKLERİ KURU BİR CİHAN KAVGASI ………………………………………………….22 BUKET KORKMAZ – GÖK/YÜZÜ GİDİNCE ………………………………………………………………………………………….26 AHMET MELİH KARAUĞUZ – MİNBERDE İNTİHAR EDEN GECE ………………………………………………………….27 AHMET MUSAB SUBAŞI – BENİ KENDİ KUTBUMDA YALNIZ BIRAKMA ………………………………………………32 RECEP TERLER – DOĞRU İNSAN GÜVEN VERİR …………………………………………………………………………………35 BÜŞRA TEMEL – PARA VE İNANÇ ………………………………………………………………………………………………………37 ELİF DAVARCI – UÇURUM ………………………………………………………………………………………………………………..38 EMRECAN DEMİREL – MUHAMMED KÜÇÜK – MÜCAHİT AYMAZ - ÜÇ ŞİİR …………………………………….43 AYŞE KÜBRA BEKAR – MİRAT ..…………………………………………………………………………………………………………44 HİLAL GÜNEŞ –ÖZLEMEKTEN ……………………………………………………………………………………………………………45 BURAK CİBA – BEN ANKARAYIM SEN İSTANBUL ………………………………………………………………………………46 ZEHRA SAÇAKLIDIR – KIRIK KELAM …………………………………………………………………………………………………..48 ERDEM KONUR – BİR NİSAN GECESİ …………………………………………………………………………………………………49 ÖMER ERTÜRK – SABIR …………………………………………………………………………………………………………………….50 F.BÜŞRA ÖZCAN – ARAYIŞ ………………………………………………………………………………………………………………..52 SÜMEYYE KARA – BİTEN’E ………………………………………………………………………………………………………………..53 İDRİS BORA – HANZALA ……………………………………………………………………………………………………………………54 TUĞBA İKRA YAVUZ – KAÇ LİRASIN EY DÜNYA ………………………………………………………………………………….55 M.BURHAN GERGER – SATILMIŞ HAYALLER KOLEKSİYONCUSU ……………………………………………………….56 ELİF DAŞKAYA – YILDIZLAR VE KURBAĞALAR ……………………………………………………………………………………58 ELİF DEMİRKAYA – DEĞİŞİM …………………………………………………………………………………………………………….60 OSMANLICA ŞİİR SAYFASI …………………………………………………………………………………………………………………62
2
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
yine bir güz büyümekte kanında gölgelerin o üzünç orduları tarlalar çiğnemekte bak, ölüm güzü kıskanıyor mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin güze el değdirmeyen ellerin nerde ? İsmet Özel Böyle bitiyor Bakır Tenli Yapraklar şiiri. Zihinlerimize ölüm, güz ve gölgeler üzerine sorular; gönüllerimize buruk bir tat bırakıyor sanki. Ardından Rasim Özdenören üstadın İmkansız Öyküler’indeki cümleleri geliyor akıllarımıza : “Güz.. elbette bir yerlere, bir mevsimlere veda etmenin ve yeni bir yerlere, yeni mevsimlere selam vermenin zamanıdır.“ Sâye, işte kanında gölgelerin büyüdüğü bir güz mevsiminde, mevsimi aşka çağıran kuşların peşinde selam veriyor okurlarına… Sâye için yola çıkarken daha ilk adımlarımızı attığımızda bir gölgenin koruyuculuğunu aradık. Efendimiz’i koruyan bulut geldi hafızalarımıza. Ve bir bulutla gelen rahmete sığınıp güzel sözler söylemek istedik. Kavurucu bir güneşin altında nereye gittiğini bilmeden koşup duran yorgun insanlara, içimizde acılar bırakarak geçip giden zamana… Güzel şeyler anlatmak istedik. Bir gölgenin altında hep birlikte oturup dinlenmek istedik belki. Çıktığımız bu yol, daha büyük yolculuklar için hüzünlü bir gölgede verilen bir mola. Bu yola Marmara Üniversitesi’nden iki arkadaş olarak çıktık. Daha sonra tasarımları ile aramıza katılan M.Abdullah kardeşimizle dergimizin üç kişilik mutfağı oluşmuş oldu. Dergimize okulumuz Edebiyat bölümünün değerli hocaları, edebiyata ve şiire gönül vermiş dostlarımız, büyüklerimiz eserleri ile katıldılar ve bize destek oldular. Dergimizin ilk sayısına farklı şekillerde katkıda bulunan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Sâye Dergisi, bir hüznün gölgesinde diyerek ilk sayısı olan Güz 2014 ile sizlerle buluşuyor. Dergimizin güzel işlere vesile olup uzun soluklu olmasını temenni ediyor, takdiri okurlarımıza bırakıyoruz. Kış sayımızda yeniden buluşmak üzere selam ve dua ile… M. Burak SÖBÜOĞLU Sâye Dergisi Genel Yayın Yönetmeni
3
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Bir sessizlikten diğerine akan çığlık denizidir, gözümüzde Sâye. Hüzünlerimizi yanımıza alıp rüzgarına savurduğumuz, gölgesinde huzur bulduğumuz bir ağaç gibi... Sâye Dergisi, edebiyatımızın uzun yolunda önemli bir geçit olan dergiciliğe küçük bir ayak izimiz. İstiyoruz ki bu iz umut olsun yüreklere, yazan ellere güç olsun. Söylenmemiş acılar dile gelsin, dağlardan yankılansın yüreklere değsin.
Biz, bu amacın sayesinde bir araya gelmiş gençleriz. Merkezinde Marmara Üniversitesi olup her üniversiteye her gönüle açık kapılarımız var.. Elinizdeki dergi, iki arkadaşın hayallerini gerçekleştirişlerinin bir örneği. Yüzlerce, belki de binlerce başarılı dergi arasında bizim de nacizane bir çalışmamız yer alsın istiyoruz. Bu çalışmamızda, öncelikle birlikte dergiyi hazırladığımız lise arkadaşım ve aynı üniversitede öğrenim gördüğüm Mehmet Burak Söbüoğlu'na bu zorlu çalışmadan hiç vazgeçmediği ve Sâye için gecesini gündüzüne katıp hiç şikayet etmediği için, bu tip çalışmalarda en önemli şeyin ekip arkadaşlığı olduğunu bir kez daha gösterdiği için teşekkür ederim. Bu yolda bizden eserlerini esirgemeyen,okulumuz Türk Dili ve Edebiyatı bölümü hocalarından Doç.Dr.Üzeyir Arslan ve Ümran Ay’a, Şairi Öldürdüler isimli şiir kitabıyla tanınan Onur Bayrak'a çok teşekkür ederiz. Yine bizimle eserlerini paylaşan gerek okulumuz öğrencilerine gerekse okulumuz ve şehrimiz dışından desteğini esirgemeyen arkadaşlarımıza çok teşekkür ederiz. Sadece yazdıklarıyla değil çektikleri fotoğraflarla bize destek olan arkadaşlarımıza ve tasarımda, logomuzun hazırlanışında bizden desteğini, yeteneğini, yardımını esirgemeyen lise arkadaşımız Muhammed Abdullah Topçu'ya da çok teşekkür ederiz.
Ve siz değerli okuyucularımız... Biliyoruz ki şiirlerin, hikayelerin, yazılan kitapların, yayınlanan dergilerin vazgeçilmez odağısınız. Elimizden geldiğince, yüreğimiz yettiğince sizlerle edebiyata gönül vermiş kalemleri buluşturmak istiyoruz. Sürç–i lisan ettiysek affola diyerek, sizlere keyifli okumalar diliyoruz. Nacizane Sâye Dergimiz, eşsiz edebiyatımıza armağanımız olsun. Dilek ÖKSÜZ Sâye Dergisi Editörü
4
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
GAZEL Ey sevgili âzâr okunu bağrıma atma Taş kalpli zannetme beni ellere katma Kurtlarla bir olup hele çektirme azâbı Attırma kuyuya beni hicrânı uzatma Yûsuf gibi zindâna düşersem eğer ey yâr Yordurmaya rü'yânı ehil âdem aratma Kurbânınım ey yâr senin kapına geldim Gamzen okun ağyârın için at bana çatma Necmî sana mı kaldı güzellerle muhabbet Ne gönlünü ver onlara ne cânını satma
Necmî
5
( Doç. Dr. Üzeyir ASLAN )
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
MEZOPOTAMYA HEM LEYLA
yoruldum çok kimse bilmez bunu senden başka mutluymuşlar, olsunlar gözüm yok kimsenin mutluluğunda hanında sarayında bir başınasın bir başına aklımda
hüzünlüyüm çok güzelliklere dair bir kaç kelime bir kaç anıt toprakla başlayacaksak söze Mezopotamya konu topraktan olanlarsa Leyla mesela
alın verdim size hepsini verdim bir itin yalnızlığı şimdi bana kalansa bir itin açlığı gibi bir kaç seçenek masada
6
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
yoruldum çok bundandır bu durgunluğum bundandır bu hüznüm sekip duruyor göğsümde yıllardır bu koca bu insandan olma eski yazıyla yeni yazıyla Mezopotamya hem hem Leyla
Hikmet HAŞLAK
7
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
BİN DOKUZ YÜZ DOKSAN BEŞ
Tebessüm iğreti bir manzara şimdi yüzümde Olmuyor, yakışmıyor bir türlü nedense Sorsan dünkü çocuklarız, bana kalsa Son biletleri kapmış gibi mağrur Titanik’ten Ne kadar uzakta kalmış bin-dokuz-yüz-doksan-beş Siyah beyaz bir fotoğraf uzaklığında gibi Tasolar, sporcu kâğıtları sanki Oysa hiç fotoğrafım yok sokakta oynarken Sosyalleşecek medyanın elinde tek bir kare bile Benim bildiğim sığınma seansları vardır Başlar yakalanan bir hatıranın heyecanıyla: Sende miydi bu, arıyordum ne zamandır
Ölüleri tanımak ne zor, tek bir fotoğraf karesiyle Mesele siyah beyazın renkliye evrilmesiyse hele Bir anlık bakışa gözyaşı dökmek ne büyük maharet Ne zor kılmak beş vakti on kısa sureyle Güneşin üzerlerine doğmadığı dedelerimiz Ve güneş doğuran ninelerimiz varken hele
8
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Bir şeyin iyisini üretiyorsa bir ülke Çay mesela fındık Karadeniz’de İhracattandır ve halka kötüsü kalır Aşkın kalitelisini üretiyor benim de içim Ve hüzünleri ayırıyorum içimin halkları için Gönül limanında şiirlerle yüklediğim gözlerine İhraç ediyorum süslediğim yolları bekleyişlerle Anlamam ya ekonomiden kalkınıyorum galiba böylece
Biz iyisi mi dönelim taşıma suyla dönen değirmene Güneş doğuran ninelerin bulutlu albümlerine Ne kadar uzakta kalmış bin-dokuz-yüz-doksan-beş Görüyorsun değil mi, sen de…
M. Burak SÖBÜOĞLU
9
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
bitmeyen KARA ORMAN şiiri
bardaklar ve yüzükler eskiyor çoğumuzu yutan bir şeyler var çoluk çocuğumuz da tehlikede Allah'a inanmasaydım oturup ağlardım nefessiz kalıncaya kadar şimdi dimdik olamasa da yürüyorum omzumda dost eli gözlerim ufka nazır her yerde melekler hazır en kavi şeyle içerimde yürüyorum müzik değiştiriyorum ritim değiştiriyorum mecburen sen bunu bilmeyen değilsin sen o kara ormanda/n
björk dinlerken başladım bu şiire kaçtır bir daha başlatıyorum acaip zahmetsiz bir işlem iki kere iki dört ederden daha kolay oysa kula rahmet olmazsa her şey berbat ve zordur böyle bir şarkıyı dinlemek de zordur çok yorar ve acıtır insanı ruhu susatır rahmete bilmeyen karanlığa kaçar bilmeyene her yer kuzeydir dünyanın ve ahiretin en ıssız bölgesi sen bunu bilmeyen değilsin sen o kara ormanda/n Mustafa Nezihi PESEN
10
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
BU KADAR
Sorsan söylerdim Bakışlarımı alıp gitmesine yerden bir baykuşun Neden izin verdiğimi. Özgürlükten yaptığım putu Aşka iman edip de nasıl yediğimi. İstanbul'un tüm rayihasında dolaşmış Bir köy arısı keşkesi Gelip sokmasaydı ruhumu Sabahını beklediğim bilinmezliğin Bir Eskimo gecesi olduğunu söylerdim.
Meryem SANCAKTAR
11
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
BİZ Savaşın çocuklarıyız biz Hani şu ümitsizliğin korkunun açlığın altında ezilenlerden Yalnızlığın büyüttüğü çocuklarız biz Hani şu koruyucusu olmaya anne babası olmayan Üç yaşında başına silah dayatılanlardan
Oyun neydi oyuncak neydi bilmeyiz biz Ama koşmak biliriz biz kaçmak Bombalardan bir kurşundan kaçmak Kimse bilmez bizi ölüm girer rüyalarımıza Siz izleyenler güzel mi oradan manzara
Doğunun çocuklarıyız biz Batı denen çirkefin görmediklerinden Koleksiyonlar biriktiririz yırtık ceplerimizde Mermi kovanlarından şarapnellerinden Gözyaşları biliriz yanaklarımızın kirini silenlerden
12
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
İslam’ın çocuklarıyız biz biliriz Allahtan ümit kesilmez Kur’an’dan ümmetten Ezanlar biliriz sonra namazlar Ellerimizi semaya kaldırmayı duaları biliriz Arakan’dan Suriye’den Filistin’den diriliriz
Ogün AKDOĞAN
Fotoğraf: Filistinli bir annenin, İsrail tarafından atılan gaz bombalarına diktiği çiçek…
13
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
BAKIŞ ACISI ağır hasar görmüş bir güneşin altında böyle şeyler konuşmanın ne anlamı var sözlüğün bunca yalanı kolladığını bilmek çıkarmayacak beni üzerime kilitlenen gerçekten ben güzel geleceğin başından attığı safra ben yüzüyle kalbi uyumsuz çizilmiş harita ben burada her günümle detone olup yazmak istediklerimden bambaşka şeyler çıkardım ortaya olanlara hafifletici tek sebep bulamadan iyi şairler, iyi vatanlar, iyi düzenler arasından kimsede iz bırakmamış sıradan bir gün gibi geçiyorum
Onur BAYRAK
14
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Fotoğraf : Mustafa TAŞTEPE
15
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
HİS Ey kol kola uçuşan kuşlar Ey koca ağızlı İstanbul Yönünü şaşırmış oklar Ve ana gibi merhametli şehir
Yine tüm maviliğinle sen aydınlık İçinde sarılmamış onca yaralar Ey keşmekeşliğin tek diyarı Küçük vücutların ulu hakanı
Aç kollarını yalnızlık peşimde Sen vatansızların bile vatanı Seni lain gören gözlere yazık Ey aşk yuvası, prangalı özgürlük
Örtün, örtün ki zehirler saçılmakta Ki şuan toprağında yatmakta Ey cömert bulutlar kadar zengin Değişmez bir lanetle rengin
16
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Fotoğraf : M.Burak SÖBÜOĞLU
Ey metihlerle bitirilemeyen sonsuzluk Ruhların göçüne uğramış dünya Ve ey inatçı duman altındaki mücevver Sana bulunmadı dilde, gönülde bulunmaz yer.
Ahmet EMERCE
17
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
GÖZLERİ KUDÜS YOKUŞLU MİRACIM
Gözlerin ki esmer bir azizenin bakışlarındaki masumiyeti andırıyor Ve yüzünün hatları, kâhinleri suspus ediyor Ah Leyya ! Bakışların ki arkadan yırtıyor Yusuf’un gömleğini Ey gözleri Kudüs yokuşlu miracım Recm edilmiş bir geçmişin bedeli mi bu kara sevda? Efsanelere inanmazdım oysaki Kirpik uçlarına gömülmeden önce
Yorgunum, Kumlara gömülmüş bir bedevi telaşıyım Kumlar ki; kirpiklerin Sesinin izini sürerken şu uçsuz beyabanda Heybemdeki suretine yeniliyorum Gözlerin ki; azığım, mataramdaki suyum Ey soluklarına susadığım Leyya’m ! Fethi gecikti zülüflerinin Kâhinler yalancı çıktı, remiller sahte Kokun, Kisra’nın beldelerini yıkarken Nazarlarım, ayak izlerinde takılı kaldı
18
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Sermestim, Musa’yı bayıltan aşkın sersemliğiyle Şavkın ki vurunca yüzüme Tur u mar oluyorum Sen ey Ninnova’nın hüznünü koynunda taşıyan Leyya ! Güzelliğin ki başka coğrafyadan ödünç Ve kirpik uçların ki kumlara gömülü bir bedevi efsanesi Bir Harut sihri gibi dolanıyor gamzelerin gülmelerime Şu gübari hatlar, şu benler Ve güneş yüzü görmemiş şu parmak uçların Yarım bırakılmış bir şiiri tamamlamak için mi?
Boylu boyunca uzansın Dicle ayaklarının dibinde Danyal’dan ödünç aldığım kumlar fısıldasın kulağına feryadımı! Ey Leyya’m ! Görse Züleyha hicap ederdi zülüflerinden
Menziline girerken gözlerinin Noktalara bürünüyorum siyahtan Yürek yangın yeri şimdi, yürek muharrem Gelirsen tamamlanır kafiyesi şiirimin Parmaklarım kirpik uçlarına kavuşur, gelirsen.
Mervan SÖYLEMEZ
19
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
İNSAN KIRILIR
Küçük bir kedimiz vardı, adı Leblebi.. Bir isme sahipti ve isim vermek sahiplenmek demekti. Annem de Leblebi der ama bir türlü sahiplendiğini itiraf etmezdi. Ramazan akşamları tam da ezana yakın gelirdi kapımıza. Sanırdım ki oruç tutuyor bizimle, biraz yemek biraz da su verirdi annem ona, doyacağı kadar. Annem ona her akşam doyacağı kadar biraz yemek ve biraz da su verirdi ama sahiplendiğini kabul etmezdi. Bir gün kapımıza bir kedi daha geldi. Annem onu kovdu kapıdan, Leblebi'ye dokunmadı. Uyuduğu yerde kaldı güzel kedimiz. Leblebi gibiydi rengi, leblebi yerken anardı annem adını. Kovmazdı onu, leblebi yerken adını anardı ama hiç kabul etmedi sahiplendiğini. Ona baktığını anlatmadı komşulara. Sahi, neden anlatmadı? Dışarıda, gölgede bir divan vardı, oturup dinlendiğimiz. Annem dışarıdayken Leblebi gelmiş bir gün. Divanın etrafında dönüp durmuş yaklaşamadan. Annem anlamış bir şeyler olduğunu, çekmiş divanı beriye. Altında büyük bir yılan... Kaçmış sonra, Leblebi korumuş bizi yılandan. Annem kabul etmiyor ama o günden sonra daha çok yemek veriyor Leblebi'ye. Sahiplendiğini kabul etmiyor ama her sabah bir kap su bırakıp sesleniyor ona. En çok o sahipleniyordu onu. Babam da anneme benziyor. Bir kez bile başımı okşamayan elleri, annemin Leblebi'ye hiç dokunmayan ellerine benziyor. Seviyor, yedirip içiriyor kendinden önce ama insanlar da kediler gibi önce şefkat bekliyor onu besleyenlerden. Nereye gitsem, nereden geçsem, nerede dinlensem bu acı var içimde. İnsanların hayvanlardan farklı olmasına rağmen, bir kediyle aynı eksikliği paylaştığında kırılmaz mı insan? İnsan, kırılır...
Dilek ÖKSÜZ
20
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
ACEMİYAT "Bismillah her hayrın başıdır." Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla başlarsam hayra vesile olur düşüncesiyle, kağıdın üzerine konduruyorum ilk kelimeyi; Bismillâh. Sihirli bir anahtar hükmündeki bu söz; içimde cümle cümle kurup da kaleme dökemediğim denemelerimin kapısını açıyor böylece. Mektuplarım, şiirlerim ve günlüğüm Necmettin'den sonra; hafif soğuklukta bir Kasım'ın son gecesi, bir bardak ılık su ve bir paket beyaz leblebi -leblebiye düşkünlüğüm Çorumlu oluşumdan gelir- eşliğinde, ilk denememi yazmaya koyuldum. Yıllardır içimde büyüttüğüm ukdeyi de gerçekleştirmiş oluyorum böylece. İlk kez deniyorum. Bir defterin veya beyaz bir sayfanın başında uzun saatler geçirdiğim olmuştu daha önce. Ama hep bir hitabım vardı. Bir karışma için birkaç şiir yazmış; satırlarımla bir dostun yüzünü güldürmüş; yahut içimde birikeni dilsiz dostuma, günlüğüm Necmettin'e anlatmıştım. Ama bu Kasım gecesi, doyasıya ve menfaatsizce yazıyorum. Yazmak da parayla değil ya... Zihnimin hislerime açtığı savaşta, ateşkesi sağlamak için bir yol mudur bu? Bir gidişatı, bir sonu var mıdır? Bu da olmadı deyip çaresizce kalır mıyım, yoksa geri dönmek için tüm yazdıklarımı siler, defterlerimi geri dönüşüm kutusundaki köşelerine yollar mıyım? Tüm bu düşüncelere rağmen, yüzük parmağımı sevmekte ısrarcı olduğum gibi, ki onun da ayrı bir hikayesi var, yazmaktan da vazgeçmemeyi umuyorum. Dilerim bu savaşı noktalamak adına büyüttüğüm umut hiç sönmez. Sırtını dayayanı yüzüstü bırakmayan yüce Rabb; dilerim bizi bu uğurda, kalemimizi kırmamıza sebebiyet verecek durumlarla karşı karşıya bırakmaz. Dilerim dostlarımız bizi bu yolun ortasında, yüzümüzün karasıyla diz çökmüş vaziyette bulmazlar. Dilerim yazdığım her satır, başkaca hayra vesile olur. Haklarınızın helâl, sizlerin mütebessim olması duâsıyla... Ve selametle...
Fatma KUTLU
21
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
SALTANAT DEDİKLERİ KURU BİR CİHAN KAVGASI Muhibbî 1459 Ocağında Edirne sarayında tabir-i caizse kör talihin elinde oyuncak olan bir şehzade dünyaya gelir. Anne Çiçek Hatun yüzyılın en güçlü, en akıllı, devlet-i Osmaniyenin medâr-ı iftihârı Fatih’in kollarına Cem Sultan’ı verdiğinde bu genç anne-babanın tebessümünün sıcağında, Edirne’nin buza kesmiş soğuğundan eser kalmaz. Dokuz yaşında Kastamonu sancak beyi, 15 yaşında Karaman sancak beyi olan Cem, yıllar içinde zihnen, bedenen, ruhen sağlam yapılı bir genç olarak yetişti. Konya bozkırlarında dört nala at koşturmayı, kılıç çekmeyi öğrendi. Öyle ki Sultan Alâaddin’in gürzlerine pek çok halka ekletip, kullanmakta büyük maharet gösterdiği rivâyet edilir. Fatihten sonra devlet-i âliyenin mihmandârı gözüyle baktıkları Cem, sadece savaş sanatlarında değil, güzel sanatlarda da bilgi ve rikkat sahibi bir delikanlı idi. Her fırsatta çevresindeki Türk, Rum ve italyan bilginlerden sohbet meclislerinde feyz alan Cem Sultan, Farsçaya Rumca ve İtalyancaya da hakimdi. Çocukluk çağları böyle gamsız, kasavetsiz, âsude devam etti ta ki babası Fatih, 1481’de Gebze Ovasında vefat edene kadar…Bir sevdası vardı Şehzadenin yücelerden yüce başında.. Kara geceler gibi kapkara bir sevdası; saltanat kavgası…Durdurmanın imkanı yoktu Cem’i. 21 yaşına kadar 6 yıl kaldığı Karaman’dan ayrılırken adaletiyle gönlünü kazandığı kasabalılar; sanki meş’um kaderini bilirmişçesine yaptırdığı saray, bedesten, çeşme ve hanların önünde divana durup, gözyaşı döktüler. Abisi II.Bayezid ile arasındaki taht mücadelesini çevresindeki bazı devlet adamlarının da ateşlemesiyle iyice harlandıran Cem hükümdarlık rüyasını kabusa dönüştürecek yolculuğuna çıkar; ama o da pek iyi bilir ki taht sadece birine yar olacaktır. Cem abisinin yani II.Bayezid’in babasının hehüz şehzadeliği sırasında dünyaya geldiğini, kendisinin ise padişahlığı sırasında doğduğunu dolayısıyla da hükümdarlığının kendi hakkı olduğu iddiasındadır. İsyan yürüyüşüyle Bursa’ya kadar gelen şehzade Cem, şehri teslim alır, adına hutbe okutur ve sikke bastırır. Lakin padişahlık oyunu sadece onsekiz güncük sürer.
22
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
II.Bayezid tahtı bırakmaya hiç de niyetli değildir. Nihayet bu restleşme Yenişehir Ovası’nda savaşa dönüşür. Ne zamandan beri kendini yüreklendiren adamlarının ihanet zinciriyle bağlanmaları Cem’i koca sahrada adeta yapayalnız bırakır. Ve yaklaşık üç yüz adamıyla soluğu Halep’te alır. Ölmek kaderde var; yaşayıp köhnemek hazin / Buna bir çare yok mudur Ya Rabbilâlemin? Daha sonra II.Bayezid-i Velî namıyla şöhret bulacak olan abisi evvela kardeşini ikna etme yollarını araştırır. Kardeşine padişahlık davasından vazgeçmesi halinde yılda bir milyon akçe tahsis etmeyi teklif eder. Cem taht mücadelesini hiçbir zaman pazarlık mevzusu yapmaz, o bileğinin gücüyle tahta geçme arzusuna kilitlenmiş vaziyette, adetâ hükümdarlara has bir törenle Kahire’ye girer. Kahire’de Memluk Sultanı Kayıtbay’ın müsaadesiyle önce hacca gider, döndükten sonra platonik bir tutkuya dönüşen İstanbul sevdasının peşine düşer, bu zor sevgiliyi ele geçirmek üzere ikinci bir akın düzenler. Diğer yandan Osmanlı zayıfladığı takdirde Anadolu’yu ele geçirmeyi planlayan Kasım Bey, deniz yoluyla Rumeli’ye geçerse arzusunun gerçekleşeceğini söyleyerek Cem’in içindeki ihtiras ateşini iyice körükler. Cem Sultan’ın Anadolu’dan ayrılışı sadece buradaki fitnebazlar için değil; Avrupa Hıristiyan dünyası için de bir fırsat olur. Artık Cem, Rodos’ta şövalyelerin şatolarında ilk günlerini sürgün hayatının yaşadığının farkında olmadan geçirir. Hatırı hoş tutulur çünkü; Bayezid İstanbul’dan uzak kalması için şövalyelere yılda 45.ooo venedik dükası vermeyi taahhüt etmiştir. Sonra Fransa…Şatolar, kuleler, yalancı tebessümler, soğuk güneşler… Bir erganun âhengi yayılmakta derinden / Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden II.Bayezid, kendisine yolladığı bir mektupta ezel gününde Hakk’ın ona devlet nasib ettiğini, kensinin takdire razı olmamasının sebebini sorar.
23
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Cem’in hacı olmasına da vurgu yaparak bir de hacılık iddiası edersin; o zaman dünya saltanatına niçin bu kadar tama’ edersin, mealinde şu beyitleri yazar: Çün rûz-ı ezel kısmet olunmuş bize devlet / Takdîre rıza virmeyesin buna sebep ne? Hacu’l-haremeynem diyü da’vâlar edersin / Ya saltanat-ı dünye içün bunca taleb ne? Cem’den güzel bir nazire ile abisine cevap gelir: Sen bister-i nâz içre yatup gül gibi her dem / Cem derd ile bâlîn idine hârı sebeb ne? (Sen naz yatağında güller gibi mutlu mesut (keyifle) yatarken Cem derd içinde dikenleri kendine yastık edinir, buna sebep nedir?) İnsan hayatında bir kere düşmeye görsün. Özgür gibi ama hakikatte sürgün hayatını yaşadığı Firenk diyarında, katran karası bir haber hızla Cem’in kulağına ulaşır. Konyada bıraktığı biricik evladı Oğuz Han’ın şehadeti haberiyle sarsılır, adeta çöker1. İki gözünün nuru Oğuz Hanı. Adını öyle koymuştu…Ceddini aslını neslini bilsin, atlı pusatlı, devletli saadetli olsun diye. Koklamaya kıyamadığı ve doyamadığı, uyurken yüzüne dualar okuyup üflediği “sana memleket bağışlayacağım” dediği evladının şehadeti haberiyle elif boyu dala döner. Ölümle yüzleştiğimiz demlerde hayatı, geçmişi, geleceği daha ziyade sorgulamaya başlıyor, altımızda toprak olduğunu hissediyoruz. Hele en sevdiklerimizin kaybı, geçen zamanın geri döndürülemeyen pişmanlıkları, giderek artan yalnızlık duygusu, birçok değer ve anlam yüklediğimiz ömür sermayesini üç kuruşa değiştiğimiz yalancı zenginliklerimiz. Hepsi birbirinden acı, hepsi birer sancı…Acaba Cem Sultan da “saltanat kaygusuna düşmeseydim evlat acısını yaşamazdım” pişmanlığını hiç aklından geçirmiş miydi bunu kısık sesle de olsa kendine fısıldamış mıydı? Öyle sanıyorum ki yüreğini kor ateşlere atan evlat acısıyla yazdığı “felek” redifli şiirinde kendini perişan hallere atan acı kaderini adeta boğarcasına yakasından tutup felek gömleğini parçalamak isteyişi onun pişmanlığının kendi kaleminden en içli, en acıklı, en manidâr delilidir.
24
1
Bazı kaynaklar Oğuz Han’ın amcası Bayezid’in adamları tarafından boğdurulduğunu söyleseler de zannımca bu bilgi inandırıcı değildir. İslam Ansiklopedisi’nin “Cem Sultan” maddesinde de böyle bir bilgi bulunmamaktadır.
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
…. Yakamı yırtup elünden nicesi âh itmeyem / Cânumı odlara atdı derd-i Oğuz Han felek Ağlamakdan ol ciger-gûşem firâkından müdâm / Kara kara kanlara boyandı bahristan felek Bir kılına virseler virmezdüm Oğuz Hanumun / Genc-i Karun ile bin bin mülket-i Osman felek İşidelden şâh Oğuz Hânun şehîd oldugını / Derd ile oldu Frengistanda Cem mecnûn felek Cânumı yakdun u yıkdun ömrümün dîvârını / Bîd-i eyvânun yıkılsun aşağa geçsün felek Cem Sultan, Osmanlının taçsız hükümdarı... Avrupadaki faaliyetlerinin engellenmesi için abisi II. Bayezid’in yılda 120.000 altın vermeyi vaadettiği kıymetli rehine… Aileden, evlattan en acısı da vatandan uzakta hasretin adeta bir vücudunda bir kangrene dönüştüğü 25 Şubat 1495 günü, henüz otuz altı yaşında iken ebedî istirahatgâhına göçer. Cenazesi tahnit edildikten ancak dört yıl sonra 1499’da yurda getirilir ve Hüdavendigâr şehrinde (bugünkü Bursa) Cem Sultan Türbesi’ne defnedilir. Arkasında bir devlet adamı olarak değil ama kuvvetli bir şair olarak anılmasını sağlayacak iki divan (Türkçe Divan ve Farsça Divan) ve bir Türkçe mesnevi (Cemşîd u Hurşîd) bırakarak. Türbe mihrabının iki yanındaki alınlıklarda celî-sülüs ile istif edilen “Allahu hâliku külli şey’in ve hüve âlâ külli şey’in vekîl”2 âyet-i kerîmesini her dem ruhuna üfleyen melekler; inşaallah bu isyankar kardeşin, ciğeri yanık babanın ömür macerasına Rabbinin vekâlet ettiğini söylemekte ve ruhunu teskîn etmektedirler. Amin.
25
2
“Allah her şeyin yaratıcısıdır, O her şeye vekildir.” Zümer, 62.
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
GÖK/YÜZÜ GİDİNCE Gökyüzü delindi. Az önce bir adam düşlerinden yukarı düştü. Kırılan sadece umutları oldu. Kalbi... Kalbi yoktu adamın. Ucuz bir sokak kadınına satmıştı kalbini aylar önce. Köhne, pas ve küf kokan bir sokakta... Yağmuru bile bu kadar özlememişti kavuran o sıcak yaz günlerinde. Özlem hissetti kadına. Teni tenine değdiğinde ömrü boyunca hissetmediği ve hiçbir zaman da hissetmeyeceği duyguyu tattı. Önce bilmediği daha önce hiç yemediği yemeği tatmış gibi hissetti. Sadece elini tutmuştu oysa. Gözleri gözleriyle karşılaştığı zaman tüm dünya varlığını kaybetmiş, ne yırtık ceketi ne cebindeki iki ruletin farkında idi. Adam o gece bir kez daha gitti böylece. Ve bir kez daha düştü umutlarının penceresinden. Kimse dur demedi. Ve o düşmeye devam etti. Gök delindi. Adamın hayalleri düştü önce sonra umutları. En sonunda da kendisi düşecekti.
Buket KORKMAZ
26
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
MİNBERDE İNTİHAR EDEN GECE İmamların hüznüne...
İstanbul'dan köye gidişimin üçüncü günüydü. Yatsı namazını kılmış ve eve doğru gidiyordum. Aklımda İstanbul'da yaptığım iş başvurularının sonuçlarının ne olacağı vardı. Okulu bir şekilde bitirmiştim. Şimdi bir işe girmem gerekiyordu. Köyde işsiz adamın dedikodusu çok olurdu, biliyordum. Kahvede sabahtan akşama kadar Hasan'ın, Ali'nin, Mehmet'in ve adı daha farklı birçok kişinin oğulları meze olurdu çaylı okey sofralarına. Ben kimsenin ağzına sakız olamazdım, olmamalıydım. Bu düşüncelerle eve vardım. Yarın sabah ilk işim telefonla İstanbul'daki ev arkadaşlarımı arayıp iş başvurularımdan herhangi birine cevap gelip gelmediğini öğrenmek olacaktı. Üzerimdekileri değiştirip yatağa girdim. İş başvurularımın kabul olduğu hayallerle derin bir uykuya daldım. Uykumda bir şirkette muhasebeci olarak işe başlıyordum ki aceleyle çalınan kapının sesine uyandım. Daha doğrusu tüm ev ahalisi uyandı. Kapı çok sert bir şekilde çalınıyordu. Dışarıdan babamın adını sesleniyorlardı. Hasan Ağa, Hasan Ağa çabuk kalk Hasan Ağa! Babam kapıyı açtığında köyün birçok erkeği kapıda babamı bekliyordu. Hepsinin yüzünde büyük bir telaş ve endişe vardı. Ne oldu demeye kalmadan hemen camiye gitmemiz lazım. İmam kendini asmış dediler. Bizim imam kendini nasıl asardı, mümkün müydü böyle bir şey? Babam üzerine hırkasını geçirip köylülerle birlikte caminin yolunu tuttu. Önde köyün erkekleri arkada ben ve aklımda İstanbul'da yaptığım iş başvurularının ne olacağı düşüncesiyle birlikte camiye vardık. Caminin kapısını kim açacaktı? Herkes babama baktı, babam etrafına. Kimse kapıyı açmak istemiyordu. O sırada ben kapıya davrandım ve kapıyı açtım. Herkes tedirgin bir şekilde birbirine baktı. Bu sefer ben öndeydim, köyün erkekleri arkada. Caminin avlusuna girdiğimizde köy halkının neden bu kadar telaşlı ve tedirgin olduğunu anladım. İmam kalın bir iple kendisini minbere asmıştı ve cansız bedeni aşağıya sarkıyordu. Arkama dönüp babama baktığımda babamın gözlerinin kocaman açılmış olduğunu gördüm. Bu korkudan mıydı yoksa hayretten mi bilemiyorum. Ama babamın gözleri yerlerinden fırlayacak gibiydi.
27
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Babam minbere doğru yürüdü. İmamın cansız bedenine baktı ve: - Ulan eşoğlusu madem böyle kafirlikler düşünüyordun, bize neden arkanda namaz kıldırdın! dedi. Bence ne dediğini bilmiyordu. Neden bu kadar kızmıştı onu da bilmiyordum. İntihar etmek oysa onurlu bir ölüm şekli bile olabilirdi. Onurlu değilse bile gayet cüretkar bir hareketti. Köyün en yaşlılarından Hacı Amca şimdi ne yapmak gerekir Hasan, dedi babama. Babama ne yapacağını bilmez halde camideki köylülere baktı. Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Nereden bilebilirlerdi ki? Hayatlarında kaç imamın intihar ettiğini görmüşlerdi? İmam intihar eder miydi? İnsan intihar eder miydi?
- Jandarmaya haber vermek gerek. dedim. Gelip cesedi alsınlar. Savcı falan da gelecektir. Onların halledeceği iş bu. Hemen içimizden en küçüğünü bir koşu bizim eve yolladılar. Oradan jandarmaya telefon edip geldi. Yarım saat ya geçti ya geçmedi jandarma geldi camiye. Siz dediler evlerinize gidin. Savcı gelecek şehirden, inceleme yapacak. Köylü ömrü hayatında görebileceği en ilginç olayı görmüş, gitmek ister mi? Gitmeyiz diye direttiler. Onlar gitmeyiz diyor, jandarma komutanı gideceksiniz diyor.
28
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
En sonunda ben burada kalır yarın olanları size anlatırım dedim de anca ikna oldular. Köylüler giderken ben imamın cansız bedenine bakıyordum. İstanbul'da intihar eden çok kişi duydum da bir imam neden intihar ederdi? Savcı geldiğinde hava iyice aydınlanmaya başlamıştı. Bir iki inceleme yaptıktan sonra cesedi torbaya koydurdu. Bunu dedi, morga götürün. Ailesine haber verin, gelip hastaneden alsınlar cesedi. Herkes camiden çıkınca ben de kapıyı kapatıp eve doğru yürümeye başlamıştım. Sabah serinliği köyü kaplamıştı. Ihlamur ağaçlarının o mis kokusu eşlik ediyordu ev yolunda bana. Acaba iş başvurularım nasıl sonuçlanacaktı? Bir şirket evet deseydi de şu köyden gitseydim. Geleli üç gün olmuştu ama bana üç ay gibi gelmişti. Şimdi İstanbul'da olmak vardı. İstanbul deyince aklıma imam geldi. Ne ara gitmişti ki aklımdan. Oysa az önce cansız bedenine bakıyordum adamın. Eve girdiğimde herkes uyanıktı. Bir masanın etrafına toplanmış sessizce bir şeyler konuşuyorlardı. Beni görünce hepsi (annem, ablalarım ve babam) bana doğru baktılar. Babam, ne oldu? dedi. Olanları anlattım. Ailesi gelip alır morgdan, dedi savcı dedim. Annem, imam kendini niye astı ki gencecik de çocuktu. Bir sıkıntısı da yoktu. Kimseyle kavgalı da değildi, dedi. Babam, "Hanım bir dur, yine başlama. Oğlum bu bizim imam hem yetim, hem öksüz, bunu kim alacak morgdan, nereye gömecek?" dedi. Doğruydu ya, bizim imamın ana babası yoktu. Yurtlarda büyümüştü. "Bilmiyorum ki baba? Ne yapmak lazım gelir?" Babam anneme sen bize çay yap da biz etraflıca düşünelim dedi anneme. Babam masanın başına oturmuş, düşünceli düşünceli kafasını kaşıyordu. Benim aklımdaysa İstanbul'a edeceğim telefon vardı. Saate baktım, saat daha dokuzdu. Hakan bu saatte uyanmazdı. Bir iki saat daha beklemek gerekiyordu. O sırada annem çayları önümüze koymuş gitmişti. Ben çayımı alıp, şekerini atmış karıştırıyordum. Babamsa hala daha düşünceli düşünceli bir noktaya bakıyordu. Bir imamın başımıza açtığı dertlere bakar mısın? İntihar etmek de ne demek! En sonunda babam içine düştüğü düşüncelerden ayağa kalktı ve soğumuş olan çayından bir yudum aldı. "Bu imamı bizim mezarlığa gömmek lazım. Yoksa garibi kimse almaz morgdan. Karşı köyün imamına da haber vermek lazım. Cenazeyi yıkayıp, namazını kıldırsın."
29
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Babamla kahveye gittiğimizde herkes imamın neden intihar ettiği üzerine bir şeyler söylüyordu. Bir kızı sevmişti ama kızı karşı köye gelin etmişlerdi. İmamın buraya gelmeden önce şehirde çok fazla borcu olduğunu, onları ödeyemeyince de tehdit edildiğini ve korkudan kendini astığını söyleyenler vardı. Hatta bir tanesi imamın ruhunu şeytana sattığını, cinlerle uğraştığını bile söylemişti. Bunları duyunca acaba ben işe giremezsem hakkımda ne söyler bu insanlar diye düşünmeye başladım. Ne olmuştu ki şu başvuruların sonucu. İmamın intiharı yüzünden İstanbul'u da arayacak vakit bulamamıştım. Babam köylüyü karşı köyün imamını çağırmaları için tembihledi. Öğle namazından sonra gömeriz imamı, dedi. Yanına bir köylüyü ve beni de alarak şehrin yolunu tuttuk. Arabada kimse konuşmuyordu. Babam arabayı gidebileceği en son devirde sürüyor gözünü yoldan ayırmıyordu. Yanımızdaki köylü uyukluyordu. Bense imamın intiharını düşünüyordum. İmam köye geleli bir yıl ya olmuştu ya olmamıştı. Yaz tatillerine geldiğimde camiye gittikçe görüyordum onu. Öyle bir konuşma, tanışma olmamıştı aramızda. Adını bile hatırlamıyordum doğru dürüst. İlk geldiği yıllarda güler yüzlü, herkesle sohbet eden, çocuklarla top oynayan birisiydi. Sonra sonra etraftan elini etiğini çektiğini duymuştum. Namazdan namaza görüyormuş cemaat imamı. Namaz sonrasında da hemen evine gidiyormuş zaten. Bunları İstanbul'dayken köyü aradığım zamanlar annem anlatmıştı köydeki durumları sorunca ben. Bir de dün gece yatsı namazında görmüştüm imamı. Yüzü asıktı, keyfi yoktu. Hatta iki kez surelerde şaşırdı. Ama bunlar neden intihar ettiğini anlamak için yeterli sebepler değildi. Tekrar sordum kendime, bir imam neden intihar eder?
30
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
İmamın bir tabuta koyup cenaze arabasına bindirdik. Biz önde cenaze arabası arkamızda köye doğru gidiyorduk. Öğle namazına otuz dakika vardı. Karşı köyden imam geldiyse öğle namazından sonra gömerdik imamı. Ama gelmediyse bak sen köydeki filme. Köye vardığımızda korkuğum şey başıma gelmişti. Karşı köyün imamı yoktu. Şehirde işi varmış akşama kadar da gelmeyecekmiş. Ne olacaktı peki şimdi? Kim kıldıracaktı namazı? Kimse de ben kıldırırım demiyordu. Hatta bazı köylüler intihar edenin namazı kılınmaz, bu adam kafir oldu deyip meydanı terk ediyorlardı. Onları başka köylüler de izliyordu. Bu böyle devam ede ede bir babam, bir ben, bir de iki genç kalmıştık. Babama ne yapacağız der gibi baktığımda, babam hadi öyle bakmayın yüklenin cenazeyi de camiye götürüp yıkayalım, namazını kılalım, kokacak ceset dedi. Cenazeyi gasılhaneye taşıdık. Babamla bir genç girdi içeriye. Cesedi yıkadılar. Ben camideki elma ağacının gölgesinde oturup onları bekliyor, bir yandan da bir iki dua okuyordum. Babamlar cesedi yıkayıp getirdiler. Babam imam oldu. Ben ve iki genç arkada saf tuttuk. Babam tekbiri getirdiğinde arkadan köylüler bu namaz kabul olmaz, siz de günaha girmeyin ağalar diye sesleniyorlardı. Biz namazı kılıp imamı köyün mezarına gömdük. Babam duaları okuduktan sonra kahvenin yolunu tuttu. Ben de camiye doğru yürümeye başladım. Camiye vardığımda minbere çıktım. Minberden aşağıya ve imamın ipini bağladığı mermere baktım. İmamın o anki halini anlamaya çalışıyordum. Acaba ölürken çok acı çekmiş miydi? Minberden aşağıya doğru inerken merdivenin solunda katlanmış bir kağıt gördüm. Kağıt imamın cuma hutbesini okuduğu kağıttı. Bunu bu cuma mı okuyacaktı yoksa önceki cuma mı okumuştu bilmiyordum. Hutbe kağıdının arkasını çevirdiğimde, kağıttaki beyaz boşluğa imamın kurşun kalemle yazdığı " Demek cehennem bu. Hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını... Acı, ateş, kızgın ızgara hepsi sizsiniz demek... Ne gülünç şey!... Kızgın ızgaranın ne gereği var: cehennem başkalarıdır3." yazısını okudum. Bu sözü biliyordum, sözün sahibini de. Doğrudan eve koştum... Ahmet Melih KARAUĞUZ
3
Jean Paul Sartre
31
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
“BENİ KENDİ KUTBUMDA YALNIZ BIRAKMA” Ahmet Hamdi Tanpınar
“Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda azapta bir ruh gibi, gıcırdıyor durmadan bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan kuru güz yapraklı uçuşuyor rüzgârda ”
Cumhuriyet devri Türk edebiyatımızın mümtaz şahsiyetlerinden Ahmet Hamdi TANPINAR, şiir, hikâye, roman, deneme, tenkit ve edebiyat tarihi olmak üzere birçok alanda eser vermiştir. Büyük bir sanatkâr ve fikir adamı olan Tanpınar’ın eserleri doğuyla batı arasında kalmışlığını cesaretle kabul eder, kararsızdır. Yaşadığı ve yaşadığımız uygarlık çelişkisini ironi ve incelikler yoluyla aşmak ister. Tanpınar’ı mektuplarından daha iyi tanıyoruz. Kendisi hakkında gizlenmişlikleri az da olsa aralayabiliyoruz. “Bir bahar saati kadar aydınlık kalbe ümit kadar yakın ve ürkek, bir sabah vaktiydin geldin gülerek... Saçların dağınık, göğsün açıktı, yüzünsade lezzet, sade ışıktı, bir çoban rüyası kadar güzeldin, bir sabah vaktiydi gülerek geldin.” Ahmet Kutsi TECER’e yazdığı mektuptaki şiirde yaşadığı karmaşaları gözlemleyebiliyoruz. Tanpınar’ın şiirlerini anlayabilmek için mektuplarını ve kitaplarını okuyarak onu şekillendiren ruh halini keşfedebiliriz. Bir mektubunu okuyunca insanın söyleyecek şeyleri artıyor, her mektupta farklı bir yönünü keşfediyor ve düşüncesini öğreniyoruz. Tanpınar’ın şiir ile anladığı ses verdiği ve onun bir kalıba sığdıramadığı ahengi, telkin kudreti, ses şekli olduğunu anlıyoruz.; “Onu yapan havayı kaldırınız, elinizde lügate iadesini bekleyen bir yığın kelime ile birkaç hayal kırıntısı kalır. Asıl olan bu hava sanatkârdaki ruhi vaziyetin lisana naklinden başka bir şey değildir ve bunu yapan da sanatın nizamı ve sanatkârın çalışma kudretidir. Onun için bir şiirin mucizesini onun dışında aramak, bir uzviyeti zi-hayat kılan müessiri kendi haricinde aramağa benzer.”
32
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Tanpınar’ın hece vezniyle yazdığı ilk şiirlerinde imge zenginlikleri ve müzikal nitelikler dikkat çeker. İçe dönük bir bakışla doğa ile iletişim kurmaya çalışır. Şiirlerine bir ayna tuttuğumuzda bir yönünün Bergson’un zaman felsefesinden kaynaklandığını görürüz. Zaman süreklilik değil çok katlı ve karmaşıktır. Bergson’da süre, bütün varlık olaylarından önce var olan bir şeydir. Süre sonsuzluktur ve bölünemez bir zaman bütünlüğüdür. “ Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında. Yekpare geniş bir anın, Parçalanmaz akışında.”
33
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
“Ne İçindeyim Zamanın” ve “Bursa’da Zaman” şiirleri bu olgunun örnekleridir. Tanpınar’ın ortaya koyduğu, üzerinde kafa yorduğu iki dünyadan söz edebiliriz. Birisi somut olarak bulunduğumuz, beş duyumuzun algıladığı ve bizatihi yaşadığımız bir fiziksel dünya, bir de bunların çok daha üstünde, ötesinde ruhsal olarak bambaşka şartların olduğu bir sonsuzluktur. Ahmet Hamdi, realite ve rüya arasında eserleri vücuda getirmekte (yerinde rüya, yerinde realite) ve bu havadaki eserlerini ruhsal bir serüvene dönüştürmektedir. Tanpınar’ın rüyaları kozmosa açılan bir kapıdır. Realitesi ise ölümdür. Ölüm takıntısını üzerinden bir türlü atamamıştır. Tanpınar’ın son zamanlarına baktığımızda zamanın öldürücü etkisinden kaçma telaşı vardır. Ölüm gerçekliktir fakat Tanpınar ölümü rüyalarda bulma telaşesi içindedir. Tanpınar bu ruhsal serüveni şu sözünde gizlidir : “Beni kendi kutbumda yalnız bırakma” Tanpınar kendi kişisel ve ruhsal çıkmazları yüzünden bir nihilizme ya da ümitsizliğe düşmemiştir. Felsefesini, kendi hakikat yolunda bulmuştur.
[ Edebiyat Üzerine Makaleler, Cumhuriyet Sonrası Şiirler, Tanpınar’a Mektuplar ] Ahmet Musab SUBAŞI
34
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
DOĞRU İNSAN GÜVEN VERİR Günümüzün en büyük sorunlarından biri güvenecek insan bulamamız. Oysa Efendimiz “Mü’min güven yurdudur” diyordu. Güven bizim çocuklarıma koyduğumuz bir isim, düşünün nasıl seviyoruz onu. Annenin çocuğuna sevdası gibi. Güven dediğimizde aklımıza gelen şeylerin başında; Peygamber Efendimizin ‘Emin’ sıfatı gelir önce, sonrasında ecdadımızın yaptığı sadaka taşları, kayıp taşları. Bunun anlamı şudur, biz mümin bir milletiz. Peki ne ara kaybettik müminliğimi ve milletimizi? Bu iki kaybettiğimizi bulmalıyız. O halde düşünelim. Evet bunu çokça yapalım; Diyelim ki ne yapıyoruz, nerden gelmiştik, neden böyle oldu, halimiz nice olacak? Sorulara cevap verelim; Güvenmiyoruz, müslüman bir milletin soyundan, müslümanlığımız elimizden usulca alındı veböyle giderse “eyvah” demekten kendimizi hiç alıkoyamayacağız. Şimdi diyebiliriz şahadet getirirken nasıl da elimizden alınır Müslümanlık? Allah demiyor mu ayetinde “ey iman edenler, iman ediniz” diye. Demek ki biraz eksik kalıyor imanımız, Allah imanımızı tamamlamamızı istiyor. Güven yurdu olmamızı istiyor Resülu. Sıra reçetede; İlacımız İslam. İlla ve sadece İslam. Allah’a güvenen bir Müslüman güvensizlik vermez, çünkü yalan söylemez. Yalan söylemeyen bir insan nasıl güven vermesin, verir. Güven olur onun adı. Emin olur. Muhammed’in ümmeti olur. Yani güven vermenin başı doğru söylemek.
35
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Doğru olmak ve doğru çocuklar yetiştirmek. Her anne ve babanın ve adaylarının üzerine bir sorumluluktur bu. Eğer doğru bir insan olamayacaksak, doğru konuşan çocuklar yetiştiremeyeceksek, güven yurdu olamayacağız demektir. Güven yurdu olmaz isek, mümin olamayacağız demektir. Formülümüz açık, mümin=güven, güven=doğruluk. Buradan eşitliğimiz müminin doğru olmasıdır. Şuan sadaka taşları, kayıp taşları zor belki ama doğru olmakla başlayacak her şey. Doğru olursak yeniden sadaka taşları olacak bu milletin, yeniden kayıp taşları. Bir daha iman edelim, bir daha doğru olmaya niyet edelim. Haydi Vira Bismillah… Recep TERLER
36
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
PARANIN DEĞİL İNANCIN GÖLGESİYİZ
İnsanın ihtiyacı olan şey para değildir. İnançtır. İnanç olduktan sonra para zaten kazanılır ama inancını kaybeden her şeyini kaybetmiş demektir. İnanç, bizim için bir umut kapısıdır. İnsanın küçücük de olsa bir umudu olduğunda gemileri bile karadan yürütebilir. Peki, biraz derine inelim. Aslında inancı da ideolojiyi de ayakta tutan şey çekilen acılardır. İdeolojisi para olanın ise elinden kan, dilinden etnik ve dini istismar eksilmez. Bu yüzden ideolojimiz inanç... Peki, sürekli olarak inanç diye bahsediyoruz ama biz kime inanıyoruz? Cevap basit; Tabi ki insana inanıyoruz. Çünkü insan inandığı bir yola çıkarken içinde para da olmaz menfaat de. Yine de bazılarımızın inancının para olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. İnancı para olanlara da bir çift sözüm var elbet; Bizim ideolojimiz inanç, sizin ki varsın para olsun efendiler!
Büşra TEMEL
37
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
UÇURUM Bir uçurum… En fazla kaç kişiye ev sahipliği yapar? Kaç kişiyi kucaklar? Kaç kişinin acılarını basar bağrına, hisseder onun çaresiz çırpınışlarını… Kaç kişinin yollarını kesiştirir ve el ele vermelerine neden olur, gözyaşlarını birlikte akıtmalarını sağlar? Uçurum… Şehrin pek bilinmedik yerinde, ağaçlarla kaplı bir alanın ardında yabanî otlarla çevrelenmiş bir uçurum. Çekici gelmiyor kimseye… Ürpertici diyor, onu görenler. Aman, oradan uzak durmamız gerek, diyerek telkinlerde bulunuyor bir öğretmen, ağaçlık alanda birlikte zaman geçirmek için getirdiği öğrencilerine. Onlar ağaçların yapraklarından yere yağan büyülüymüşçesine hoş kokularla ve yeşilin birbirinden farklı tonlarıyla sarmalanmış olan ortamda piknik yaparken, kaç yürek vardır uçurumun kenarında? Kaç göz bakmıştır, oradaki kayalıklardan aşağı doğru? Ve kim bilir kaç kişi oradan atlamayı hayal etmiştir? Birbirinden farklı üç kayanın üzerinde oturan gençlerin bakışları, bulundukları yerden metrelerce aşağıda bulunan kayalıkları yumruklayan dalgalardaydı. Özlemle bakıyorlardı. Bekleyiş içinde gibilerdi. “Sanki onu görecekmiş gibiyim. Hiçbir şey olmamış gibi bakacak gözlerimizin içine. Ben atlamadım ki buradan, diyecek. Şaka yaptım, diyecek…” İri bir damla gözyaşı, sakin bir şekilde süzüldü genç kızın kirpiklerinden. Yanaklarından düzensiz bir yol izleyip çenesine ulaşan yaş intihar etti bir anda. Tıpkı aktığı gözün sahibinin bahsettiği gibi… Bakışlarını göğe kaldırıp derin bir nefes aldı genç kız, bir nebze olsun rahatlamak istercesine… Uzun kahverengi saçlarıyla uyum sağlayan kahverengi gözleriyle bulutları seyretmeye başladı. Yanındaki iki gencin bu konu hakkında ne düşündüğünü tam olarak bilmiyor olsa da kendi düşüncelerini ifade etmekten çekinmemişti. Çünkü şu kısa ömründe en iyi öğrendiği şey, yanında bulunan insanların onu gerçekten dinlediğiydi. Sözlerine önem vererek, dudaklarından dökülen harfleri dikkate alarak dinledikleri… “Bunu nasıl yaptığını hâlâ aklım almıyor.” diye mırıldandı, yeşil gözlerine dolan yaşları umursamadan. Sahi kaç gün olmuştu, arkadaşları buradan atlayalı? Bir hafta… Sadece bir hafta olmuştu. Onun bunu yapmaması için yalvarmışlardı âdeta. Yapmasın istemişlerdi, arkadaşları yaşamaktan vazgeçmesin… Yaşamaktan vazgeçmek, diye düşündü hemen ardından. Aslına bakılırsa tanışmalarına vesile olan şey buydu. Bu uçurum dört kişinin yollarını kesiştirmişti. Bir tevafuk eseri…
38
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Sanki birbirlerini sakinleştirmek, acılarına yoldaş olmak için karşılaşmışlardı o gün. Yarım metre sağındaki kayada oturan genç adamdı buraya gelen ilk kişi. Bu ıssız, kişinin kendi iç dünyasında kaybolmasına olanak sağlayan mekânı ilk keşfeden. Hiçbir şey söylemeden hüngür hüngür ağlıyordu genç adam, onu gördüğünde. Kendisi de ağlıyordu. Kaç saat geçirdiğini bilmeden, hiç bilmediği yollarda koşarak gelmişti buraya ve bu süre zarfında da ağladığı için kıpkırmızı gözlerle karşılaşmıştı, adamın gözleriyle. Yanına gelen genç kızı fark etmeyen adam, korkarak uçurumdan aşağı bakıyordu ve durmaksızın ağlıyordu. Yapabilseydi, zihninden geçen o şeyi yapabilseydi eğer… Belki de şimdi o da ölmüş olacaktı. Onu bir yerden tanıyor gibiydi ve daha sonra konuşurken, aynı lisede okuduklarını öğrenmişti. Ne garip, diye düşünmüştü bunu öğrendikten sonra. Aynı lisede okuduğum bir insan ile tanışmama bir uçurumun vesile olması, ne garip… Uçuruma geldiğinde yapmayı düşündüğü şey neydi bilmiyordu. Kendi varlığını bile unutmuşa benzeyen adama seslenmeden kayalıklara doğru ilerlemiş ve gözlerini kapatıp bir adım atmak istemişti. Koluna sarılan parmakları hissettiğinde ise kayalıklardan geriye doğru çekildiğini anlamıştı. Hiçbir şey demeden sadece kolunu kurtarıp, üzerinde bulunduğu kayaya oturmuştu. Birbirine karışan hıçkırık seslerinin arkadaşlığında ağlamaya devam etmişlerdi. Bir süre sonra yanlarına iki kişi daha gelmişti. Bugün dalgalar tarafından sarıp sarmalanmış olan bedenin sahibi, o gün de atlamayı denemişti, ama diğer genç adam onu da engellemişti. Ardından dört genç orada saatlerce oturmuş ve birbirlerinin sessizliklerini paylaşmışlardı. Kahverengi gözlü kızın geliş nedeni belliydi, burada intihar etmiş olan annesiyle dertleşmek… Babalarının kendilerini terk etmesinden kısa bir süre sonra anneleri bu uçuruma doğru savurmuştu bedenini. Kıyıya vuran bedenine sarıldığı annesinin, eski sıcaklığına olan özlem her geçen gün biraz daha kavuruyordu yüreğini ve genç kız bu uçuruma gelip annesiyle dertleşiyordu, özlemini biraz olsun dindirebilmek amacıyla… Yaşamaya dayanamadığını sürekli dile getiren ve şu an aralarında bulunmayan gencin burayı bulma nedeni ise biraz farklıydı. O kendine dayanamayan bir insandı. İç sesi ile sürekli konuştuğunu dile getirmişti bir seferinde ve hemen ardından eklemişti. Bazen onun da bana dayanamadığını düşünüyorum, diye… İç sesi kendisinden bağımsızmış gibi. Dünyadaki varlığına bir değer biçemiyor, bir an önce çekip gitmek istiyordu. Burada tanıştığı arkadaşlarının hayatlarında ne kadar büyük bir değer sahip olduğunu kavramış olsaydı belki de şu an ölmemiş olurdu. Ancak o, bu uçurumu bulduktan sonra amaçladığı şeyi biraz geç olsa da yapmıştı. Ardında bıraktığı insanların canlarını yakmış olsa bile Ela gözlü genç ise neden o gün burada ağladığını anlatmamıştı. Sadece arkadaşlarını dinlemiş ve gerekmedikçe konuşmamıştı. Anlatmadığı şeylerin arkadaşları tarafından merak edildiğini biliyor, fakat bunu görmezden gelmeye çalışıyordu.
39
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Arkadaşının sözleri üzerine bakışlarını dalgalardan ayırıp, arkadaşının yüzüne
yönlendirdi. “Onun buraya gelme amacı da intihar etmekti. Amacına ulaştı. Neyi aklın almıyor?” Hüzünlü bakışları, genç adamın bakışlarıyla çakışınca mırıldandı yeniden. “Vazgeçer diye ümit etmiştim. Benim de buraya gelme amacım aynıydı, ama vazgeçtim.” “Yaşamak zor bir iş… Üzgünüm, o bununla baş etmeye çalışmak yerine ölmeyi tercih etti. Arkasında bırakacaklarını umursamadan…” Kahverengi gözlü genç kızın bakışları arkadaşlarının yüzleri arasında gidip geliyordu. En sonunda dayanamayıp, zihnini karıştıran soruyu tekrarladı. “Sen neden buradaydın?” “Geldiğimde ağlıyordun… Sen de atlamayı düşündün mü?” “Düşündüm…” dedi kısık bir ses tonuyla. Anlatsa rahatlar mıydı? Bir eli yumruk halini almıştı ve tenine batan tırnakların verdiği acı bedenine yayılıyordu her geçen saniye. “Demek ki sen aramızda güçlü olansın. Bu düşünce ile baş edebiliyorsun. O ise… Bu kadar güçlü değildi. Keşke… Keşke, böyle yapmasaydı.” “Güçlü müyüm sence?” dedi öfkeli bir şekilde genç adam. Birazdan anlatacağı şeyler kendine ve hayata karşı öfkesini kat be kat arttırırken, hakkında güçlü bir insanmış gibi düşünülmesi sinirlerinin bozulmasına neden olmuştu. “Aramızda güçlü olan biri varsa o da yanında oturuyor. O buraya gelirken, kendini atmayı düşünmemişti. Sadece annesiyle dertleşmeye gelmişti. Bedeni bulunmuş olsa da o burada konuşmayı benimsemiş, annesiyle… Oysa ben… Ben…” derken sesi iyice zayıflamıştı. Durdu ve derin bir nefes aldıktan sonra devam etti konuşmaya. “Kardeşimin ölüm yıl dönümünde ona kavuşabilmek için geldim buraya. Bu beni güçlü yapmaz. Annem yaşıyor olsaydı… Bu şekilde yaşamıma son vermeme ne kadar çok üzülürdü, diye düşünüp ağladım. Atlayamadım. Bu da beni güçlü biri yapmaz.
40
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Yaşamla mücadele etmeye çalışan değil, yaşam içinde tükenen bir adamım ben. Bu güçlü olmaktan sayılmaz.” “Kardeşin…” “Başın sağ olsun.” İki genç kızın aynı anda söyledikleri karşısında sadece gözlerini kapatmakla yetindi genç adam. Birkaç saniyenin ardından titrek bir ses tonuyla yeniden konuşmaya başladı. “Güçlü bir adam bunları yapmaz!” Kazağını dirsek hizasına kadar sıyırıp, kolunu öne doğru uzattı. Kesiklerin artlarında bıraktıkları yaraları görmelerini sağladı. Şaşkınlık nedeniyle açılan gözlerin, yara izlerine dikkatli bir şekilde baktıklarını fark etti ve bunu önemsemeden devam etti konuşmaya. “Kardeşim… Kız kardeşim. Annem ve babamın ölümünün ardından şu hayatta kalan tek yakınım. Kanserdi. Ailem dağılmadan önce annem ve babam onunla ilgilenirlerdi hep, ancak onlar gittikten sonra… Onun bütün sorumluluğu benim üzerime kalmıştı. Durumu gittikçe kötüleşiyordu ve ilik bulunması lâzımdı. Günler akıp gidiyor, ona uygun örnek bulunamıyordu. Benimle de uyuşmamıştı dokuları… Bir gün elimi tutup hakkımı helâl etmemi istediğini söyledi. Beynimden vurulmuş gibi hissettim o an. Bana annemin ve babamın emanetiydi ve öleceğini dillendirmeye başlamıştı. İyileşeceksin sen, hiçbir şey olmayacak sana, diye bağırdım. Gözleri doldu, ağlamaya başlayacağını anladığım an kendimden nefret ettim. Belki de son dakikalarını yaşayan kardeşimi ağlattığım için… Ona yardım edemediğim için… Gözyaşlarını sildim usulca, kendi gözümden akan yaşları görmezden gelerek… Sonra… Hastanenin bahçesine oturup düşünmeye başladım. Bir yolu olmalıydı, kardeşimi kurtarmanın bir yolu. O ölmemeliydi, beni bırakmamalıydı, pes etmemeliydi. Neden dokularımız uyuşmamıştı ki? Neden? Öfke içindeydim, bedenime öfkeliydim. Bütün hücrelerime, dokularıma… Cebimde babamın gümüş işlemeli bıçağı vardı. Onu elime aldığımı hatırlıyorum. Ardından tenime saplanışlarını… Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Kardeşimin doktoru da başımdaydı.
41
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Bir abla gibi davranırdı bize. Sinirli bakışlarla bana bakıyor ve öfkeli bir ses tonuyla da konuşuyordu. Nasıl yapabildin bunu, diyordu. Nasıl? Kolum kan gölü içindeymiş beni bulduklarında… Kardeşim… O görmüş beni. Hasta bakıcının yardımıyla odasının penceresinden bakıyormuş o esnada… Beni öyle görmeye dayanamamış. Oracıkta yığılıvermiş. O günden sonra ne yaşadığım hayattan tat aldım, ne de yaptığım işlerden… Sadece ölümü bekleyerek yaşamaya başladım. Buraya geldiğimde gerçekten kararlıydım. Kendimi öldürmeye… Ama yapamadım işte! Yapamadım!” Kimi zaman ağlayarak, kimi zaman bağırarak, kimi zamanda bir fısıltıya benzer ses tonuyla konuşmuştu. Üç kişi ağlıyordu yine kayalıklarda. Anlatmanın yarasını biraz daha deştiğini fark edip, elleriyle yüzün kapatıp ağlamaya öyle devam etti genç adam. Acılar farklı farklıydı. Her acı, bulaştığı kişinin direnme gücüyle ters orantıda yer ediyordu yaşantıya. O orantıda dağıtıyor, sarsıyordu. Acılar, insana mutlu olma hakkı tanımıyordu. Uçurumun başında üç genç vardı. Hava kararmaya başladığında evlerini yolunu tutacak olan üç genç… Birbirlerinin yaralarına şahitlik yapmış üç genç…
Elif DAVARCI
42
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Bir akarsu düşle şimdi İkimizin kalpleri arasında akan Adı da aşk olsa mesela Uzun süre yüzsek İçinde boğulmadan
Emrecan DEMİREL
Bu sabah uyanarak... Beni karanlıktan kurtardın Bayan Sanma ki karanlıktan korktuğumdan... Bu naram Günü sevdiğimi de düşünme! Bu gönül yalnız bu ışığa hayran Yoksa bu ışık olmadan... Bu ışık olmadan Her ışık yine bu gönle hüsran
Muhammed KÜÇÜK
Bitti mi bu kaos bu kabus Bitti mi bu zulüm verdiler mi canları Gitti mi can kuşlar cennete Gördün mü onları söyle
H. Mücahit AYMAZ
43
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
MİR'AT Ha bir eksik ha bir fazla bu dünya, Ha bir yalan ha bir hakikat… Kime gittiysek kalmadı tâkat. Meşrep berî durur da istîdat bırakmaz itikad. Üç günlük dünyada olmamalı âdem bu denli rahat. Ha bir yalan ha bir hakikat… Yalanların eşiğindeyken kimseye denmez imdat. Var git gör, mey nedir, sâkî kimdir; Gör kim, nerdedir nebatât. Akıl yardım etmez de kıvranır durur can içinde. Bize bu dünyadan kalanlar var, heyhât! Mansur olmadan Enel'l-Hakk nidasıyla, Kesret nehrine savrulan mü'min, Olamaz bir diğer mü'mine mir'at. Ne şeriat ne tarikat ne marifet ne hakikat! Cüzz’den Küll’e her şey oldu sandık âb-ı hayat. Yıkıldı virâne, çalındı hazine, kalmadı bir zerre, Yok oldu harâbât. Rind kimdir, zâhidin zühdü kimedir, Allah’tan bizde kalmadı bir murat. Göğe çekilsin zuhûrat Turâb olsun Meryem, Tek kalsın mutlak mevcûdât.
Ayşe Kübra BEKÂR
44
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
ÖZLEMEKTEN
Ya en iyisini yapacaktık ya en iyisini… Zamanı özledik biz de En kusursuzu oydu çünkü Aşkla özledik; gururumuzdan öldüğümüz günleri Geri gelseydi o günler; aşkımızdan ölecektik Ama gelmeyecekti Ve biz; özlerken ölecektik…
Hilal GÜNEŞ
45
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
BEN ANKARAYIM SEN İSTANBUL
Ben Ankarayım sen İstanbul Her zaman sen varsın aklımda Yönetim bende ama, kalbim hep sende Ben Ankarayım sen İstanbul
İstanbul kadar güzelsin İstanbul kadar hırçın Ve İstanbul kadar samimi Ben Ankarayım sen İstanbul
Saçların tutunacağım bir ip sanki Kaşların aramızdaki bir ince çizgi Götürür beni derinliğine mavi gözlerin Ben Ankarayım sen İstanbul
İlk isyan hep sende çıkardı Fakat bundan en büyük zararı Ben görürdüm, acıyı ben çekerdim Ben Ankarayım sen İstanbul
46
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Ellerin pamuk kadar zarif Bakışların kılıç kadar keskindi Her yanınla İstanbulsun Ben Ankarayım sen İstanbul
Neden bu kadar süslüsün İstanbul’a çekmişsin aynı Benim gibi sade ol Ben Ankarayım sen İstanbul
Bırakacağım yönetimi Artık sen yönet beni Sen benden daha güzelsin Ben Ankarayım sen İstanbul Burak CİBA
47
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
KIRIK KELAM susma dost sen konuş ben dinleyeyim sen konuşurken ben sana bakayım ben sana bakarken sen konuş... konuşmak bekleme benden kelamım kalmadı gönül haznemden kelam eyleyemem ben... bırak dost bırak da biraz sarhoş olayım sen konuşurken ben seni anlamayayım gözlerine bakayım gözlerinden okuyayım seni gözlerinden hatırlayayım bırak dost bırak da hatıraları, gözlerine yazayım ama konuşmak bekleme benden.. sözler yetmez, sözler yetmez dost seni anlamaya sözler yetmez dost ben kendimi bilmezken seni nasıl anlayayım söyle ey dost... Zehra SAÇAKLIDIR
48
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
NİSAN AYINDA BİR GECE
“Gecenin karanlığı insana anlatır acizliğini”
Nisan’ın sonu Karanlık gece… Baharın müjdesi gibi yemyeşil ağaçlar. Hafif esen rüzgar şarkı söyletiyor ağaçlara. Bu şarkıyı dinleyenlere göre değişiyor tema… Kimine bir özlem teması, Kimine sıcak bir aile yuvası, Kimine aşkı hatırlatıyor Kimine de bitmeyen keder, elem teması. Ve sonra ince ince yağan yağmur damlaları…
Erdem KONUR
49
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
SABIR ateşe bir gül dik ellerimi sonsuzluğa al beni bu koyu şehirden çıkar sesin aydınlığına
dağı ateşe ver atı yelesinden başla sevmeye illa ki öleceğiz denizi yarasından öpmeyi bil
uzağa dik gözlerini ufuk gözlerinde belirsin sonra usulca kalbine eğil deki ey uzak neyimsin
sert bir kış geçsin içinden sen bahar hayali kur illa ki kavuşuruz kalpten kalbe dikilmeyi bil
50
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
bitmemiş bir şiir gibi dur ikindi vakti sokağın köşesinde bırak kuşlar uçuşsun gökyüzünde söze dizgin takmayı bil
güneşi aydınlığa çağır bulutu avuçlarına nehri dök parmak uçlarından deki ey uzak kalbime en yakın sensin
Ömer ERTÜRK
51
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
ARAYIŞ
Bir naçiz vücut arayışta Ruhu derin yalnızlıkta Üşümede kalbi, cayır cayır ağustos sıcağında Nerede aradığı, hangi gizli toprakta Bilmez ki yalnızlık bürümüş, Aradığı şah damarından da yakında Uzansa dokunamaz ya, arar durur tenhalarda Uyan güzel insan kalp nefsin kucağında Yaklaş yalnız 1 adımda O Gelecek sana 10 adımla Tuzlu kirpiklerin ardında Ona ulaştığında Kalbinden, en derinden söyle; Elhamdülillah F. Büşra ÖZCAN
52
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
BİTEN'e
Geceyi bitirmiş, sabahı bitirmiş, Günü bitirmiş, yarını bitirmişiz. Kalanı bırakmışız, kalsın diye kimsesiz. Yaşamayı bırakmış, rüyayı kesmişiz. Biz insanlar köle olmuşuz. An’a. Hayali bırakmışız ortada, kimsesiz. Kimsesizler içinde, kalmışız bir biz. Birlikteliğin yalnızlığında. Ruhsuz bedenler gibi; Çırpınan son insanlık hissi. Yetişmiş kötü çocuk tipi; Aranan o aşık kişi. Kimsesizlik içinde silinişi anlatan, 1 sayfaya dökmek tüm içi. Anlatıp, ardından, Sessizliğe gömmek her şeyi. Bırakmak sevmeyi, Bir hedef sanki. Ele geçirmek istemek, En kudretli duyguları. Çalışmak, uğruna boğaz düğümlemek Zevkle unutmayı istemek. Yarını bitirmiş de, dün’ü bitirememişiz. Biz kimiz ki, medèdsiz kurtulmayı dilemişiz. Sümeyye KARA
53
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
HANZALA Döndü sırtını Hanzala.. Yerinde olmayan kollarıyla, Gücü yetmiyordu taş atmaya. Düştü birden bir çukura, Çorapları yoktu ayağında Ayakları çamura bulandı Yamalı gömleğini de batırmıştı Gitmeye korktu evine Annesi muhtemelen kızacaktı Silmeliydi bu tozu dumanı Silkelendi ama çıkaramadı Bir gürültü koptu aniden Sise bulandı o küçük beden Yerlere saçıldı masumiyeti Ve süt kokusu kana meyletti Ki kahreder binlerce meleği.. Nefesini tutuyordu Hanzala… Çünkü bir nefesi daha yoktu … Bir taneydi her şeyi Kıyafeti , ekmeği ve yüreği.. Bunu da vermesi gerekiyordu Yavaşça bıraktı… Ruhu sanki nefesiyle kaçıyordu Hanzala elini kaldırdı Parmaklarına baktı Hangisini kaldıracağını düşündü Bir gürültü daha koptu Bütün parmakları dağıldı Esmerdi Hanzala Beyaz adamlara özenirdi Bu sefer büsbütün benzemişti Gözleri siyahı bırakıp kaçmış Yanakları kırmızıyı rehin almıştı Keşke annesi de görseydi..
Kaptan olacaktı Hanzala Komşu çocuğundan ödünç aldığı gemisi Leğeninin kenarına yanaşamadan, Güvertesinden su aldı. Burnunu dikti göğe Kaptanına baktı.. Su ağladı, gök dalgalandı… Hanzala giyemedi beyaz üniformayı Aslında bu dünyada beyaz, En çok ona yakışırdı!.. Başka bir beyaz verdiler ona, Atasından yadigar… Büyük geliyordu küçük bedenine… Aldırmadılar.. Doladılar.. doladılar…
İdris BORA
54
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
KAÇ LİRASIN EY DÜNYA !
Her âh'tan sonra
Âh !
içimde bir gül soluyor
sonsuz basamak...
papatyalar yol veriyor arabalara.
sonsuz bir taş yığını içim.
artık öyle bir zamandır ki
dört elemente susuz bu dünya
bu zaman
hava, ateş, toprak, su
madenin, çiçekten daha değerli
arabalar umarsızca eziyor
olduğu
papatyaları.
zaman, altın satan
her şey satılıyor
dükkanlar, her köşe başında
Ey dünya !
kim bilir, kaç paraya
kaç lirasın, söyle.
mutlu oluyor bu insanlar kalbime merdiven dayadım, koşarcasına çıkıp
Tuğba İkra YAVUZ
ölüme atlayacağım en tepeden.
55
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
SATILMIŞ HAYALLER KOLEKSİYONCUSU Saatlere takıldım, akrep ile yelkovan can çekişiyor. Gözlerimin önünde, eskimiş hayallerim yeniden vizyona giriyor. Bir kez daha görüyorum heveslerimin hayat meydanında, daha final mücadelesine ulaşamadan, tuş edilmesini. Büyüdükçe gözyaşı dökmemeyi öğrendim. Oyuncak trenlerin hayallerime gitmediğini ve korsan kitapların içinde hayal kurulmadığını da. Çocukluğumu geri verseniz ya bana? Valla çok güzel bakacağım ona bu sefer. Satılmış hayallerimin koleksiyoncusu olmaya yeminliyim. Bir ucundan tuttum yıkılmışlıkların, yamalıyorum. Son düzlüklere girilen koşuların en virajlısına düşmüş de çarpacağı duvarları bile şaşırmış gibiler. Ağlayacağım diyorum ama gözyaşlarıma kıyamadım. Her bakışta kaybetmenin pratiğini yapıyorum. Kokulu silgilerin seslerine rastlayıp kendimi kandırmalıyım. Bir gün çocukluk yıllarıma dönüp de hayallerimi en başından tasarlamalıyım, bu son kararım. Nefsimi azad ettim az evvel. Birisi beni aklımdan tutsun, kendimden geçiyorum. Mağlubiyetleri en farklı skorlarla tattım, ar damarım çatladı belki de sırf bu yüzden. Her soluklanmak istediğimde rüzgârlara ters düştüm. Hayallerim, heveslerim ve umutlarım tepetaklak oldu. Canımın yanmasına dahi müsaadesi yok hayatın. “Bu ne hız?” diye soracak olsam mevsimler değişiyor. Bundan olsa gerek ki bir
gün yaz bir gün kış yaşamışım. Mevsimlerin sırasını bir türlü
tutturamamışım.
Üstelik
kalbimden
tıkırtılar,
beynimden
karıncalanmalar
hissetmişim. Yoklukların müdavimi, hasretlerin bağımlısı olmuşum. Tenha gecelerde dolanmış, ruhumun kalabalığını göklerde bulmuşum. Ağlamak bilmeyen gözlerin bir damla ıslanmayan göz pınarlarında barınmışım. Mazim beni barındırmıyor. Özerk bir gelecek kurdum kendime ama kendim bildiğimi sınır dışı etti ilk fırsatta. Seyyar satıcı kılığında geleceğimin sınırlarını ihlal ediyorum şu an. Dedim ya, satılmış hayallerimin koleksiyoncusu olmaya yeminliyim. Kim bilir, belki de güneşli günlerin izini sürerken görülürüm en son.
56
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Ruhumun cesedini beden denen sandıkta yıllar boyu taşımışım. Sırtımdan taşan yüklerden bir kez olsun yılmamışım. Uzaklara varmış, yakınlardan kaçmışım. Bin güneş doğuran gündüzler yerine bin bir güneşin katili geceleri kendime mesken edinmişim. Elinizi kalbime koysanıza, bakın nasıl da yanıyor. Akrep ile yelkovan oldukları yerde durdular. Gözlerim emaneten yıldızlara devrediliyor. Korkusuz bir gecenin kalbini çaldım, hırsız muamelesi görmemek için gündüzlere kaçmaya tüm çabam. Azrail! Hayatımdan öpsene ağır ağır, belki kendime gelirim.
Muhammed Burhan GERGER
57
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Yıldızlar ve Kurbağalar Çöp kovasını alıp çıktı evden. Eve dönüp uyuyacaktı çöpü attıktan sonra. Bahçe kapısının paslanmış kilidini güçlükle sürdü sola doğru. Yalnızca orada yaşayanlar kolay açabilirdi o kilidi. Önce ittirmeliydi kapıyı, sonra çekmeliydi kilidi. Ancak öyle açılıverirdi bahçe kapısı. Sokak önüne serildi. Çöpün yanındaki kedilerin hepsi aynanda baktılar kapıyı fütursuzca gıcırdatanın kim olduğuna. Yabancı olmadığını görüp hareketlendiler tekrar. Kovadan torbayı çıkarıp attı boş çöp yerine. Çok geç olmuştu, çöp arabası çoktan geçmişti. Kediler onun attığı poşete saldırdılar. Eve gidip uyumalıydı aslında kadın. Günlerdir uykusuzdu. Kaldırıma oturup bir sigara yakmayı tercih etti. Geceleri terk edilmiş gibi hissettiren bu sokakta, eline sigaranın yakışmadığını söyleyecek, ayıplar gibi bakacak kimse olmayacaktı. Belki karşı kaldırımdan bir kirpi geçecek, ağaçtan bir kedi düşecek, belki uzaktaki kaymakamın evinin orda bekçi volta atacaktı. Amao, geceye karışacak, sokak lambasının sarı ışığı etrafındaki sineklerin raksını seyredecek ve bir sigara yakıp kedileri sevecekti. O sırada tablasının yanında olmadığını fark etti. Cepleri boştu. İçinden “olsun” dedi. Biraz dolunayı seyretti, biraz sokağın sesini dinledi. Çocukluğundan beri her yazını geçirdiği sokağın sesini.Yeni ilaçlanmış mahallenin o aşina kokusunu çekti içine. Çöplükte sıkılan kedi kucağına geldi, onu sevdi. Birden bir rüzgâr esti. Geceleri soğuk olurdu burası. Eve dönmeye karar verdi. Yolu uzatıp sahilden dolaşmak istedi. Geceleri tekin olmazdı burası. Yine de umursamadı. Kediyi usulca kucağından indirdi. Ayağa kalkıp ellerini cebine soktu. Zamanın yavaş aktığı her yeri seviyordu. Hızın gerekmediği her anı doyasıya yaşamak güzeldi. Acelesiz yürüdü sokakta, elleri cebinde, başı önünde. Karşısına çıkan ilk sola donup sahile yürüdü. Sahilden de eve doğru yürümeye başladı. Üzerine bastığı taşlar hareket ettikçe bozuldu sessizlik. Kedilere selam verdi. Bir kurbağa vırakladı. Kadın sahilden eve gitmeyi planlamıştı. Fakat gece asla planlarına ayak uydurmazdı bu mahallede. Sahilde oturdu ve sonra uzandı. Rüzgâr burada daha çok esiyordu. Yıldızlar çok yakında gözüküyordu ve dalgalar başladı. Burada martı yoktu. Bu hoşuna gidiyordu kadının, sıradanlıktan uzak her şeyin hoşuna gitmesi gibi.
58
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
Kara kedilerin hepsi sahildeydi. Çöplüktekiler dışlamış olmalılardı onları. Irk ayrımı her canlıda olmamalıydı oysa. Kadın kara kediyi de seviyordu. Acıdığından değil ama. Kurbağalar çok fazlaydı, biri sustu mu diğeri konuşuyordu. Niye uyumuyordu bu hayvanlar? Yıldızların ve kurbağaların çok olması kadını belli belirsiz bir huzura ve aynanda derin, anlaşılmaz bir hüzne sürüklüyordu. Taşlar kadının sırtını acıttı. Bacaklarındaki karıncaları silkeleyerek kalktı ayağa. Merdivenleri çıkıp bahçeden geçti. Eve vardı sonunda. Gökyüzüne baktı. Bir kozalak düştü yeni biçilmiş ve tüm bahçeyi mis gibi kokutmuş çimlerin üzerine. Bir gül yaprağını koparttı yerinden rüzgâr. Bir kurbağanın bağırışı duyuldu. Kediler kavgaya tutuştu. Bir arabanın sesi geldi. Kirpi dikenlerini çıkardı. Bekçi uyuyakaldı. Kadın eve girdi. Koltuğa yattı. Çöp kovasını sokakta unuttuğunu fark etti nedense. Annesinden azar yiyecekti ertesi sabah. Ellerini yıkayamadan uykuya daldı.
Elif DAŞKAYA
59
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
DEĞİŞİM Sessizlik bozuldu, insanlık değişti. Korkar olundu yaşanılmaktan. Ve birileri uyumadı. Gece gündüz çalıştı durmadan. Ne yazık ki, iş; dağda yaşayıp hayat sonlandırmaktı. Dünya yaşlandı, benliğini kaybetti insanlar sevmeyi unuttuğundan beri. En acısı da kardeşin kardeşe düşmanlığıydı. Her gece umuttan bahsedilirdi borçlu olduğumuz kelimelerle. Ve kentler, yaşanmışlığıyla birlikte satır aralarına sıkışır oldu. Tıpkı sokağa çıkıp ölüm korkusunu yaşamadan oyun oynamaya hasret kalmış çocuklar gibi. Gündüzler kelimelerin ardına saklanıp kaldı. Tıpkı perdenin ardında oğlunun yolunu gözleyen analar misali... Bahar aylarındaki neşe yerini sonbaharın kasvetine bıraktı. Tiryakisiymiş gibi kullanıldı ölümcül silahlar yolun ortasındakilere bakılmadan. Hafta sonundan beri boğazında yumruk gibi duran korkuyla yüzündeki anlamı fark etmesinler diye hayattan kaçıyordu çoğu. Kimiyse eğiyordu başını kusursuzluklara, bildiği bütün gerçeklere rağmen görmezden gelerek... Sonunda insanın elinde yine sadece hikayesi kalıyordu. Dünyanın ortasındaki aleve, gözlerindeki okyanuslara ve başındaki dağlara rağmen devam ediyordu hayat umarsızca yaşanan hayatlarda. başka hayatlarda hayatı zehir gibi yaşatsa da… Elif DEMİRKAYA
SİYAHIN ARDINDA BEYAZ Yapılan bir iyilik ancak en ihtiyacı olunduğu anda yoğun bir sevinç duygusuyla yaşanır kırık dökük hayatlarda. Bulduğu yeni renklerle pekişir yaşadıkları ve yeni umutlarla iyileşir yaraları. Kaybolduğu yerden devam etmemek için bütün grileri gökkuşağıyla tanıştırılıyor. Geçmişin kaybediş dolu zamanları, gidilmeye korkulan sokaklardan ya da gidilse bile hatırlanmaktan kaçınan anılardan iyilikleri bulup getiriyor yüzümüze bir tebessüm ile. Geçmiş, geçmişte kaldığı için hep geri gelmesi isteniyor, gelmeyeceğini bile bile. Zaten hep elde olmayan, değeri bilinmediği için kaybedilen ya da başucumuzdayken fark edilmeyen her şey için bekleniliyor geri gelecek diye. Aranan bulunmuyor, bulunan yerine koyulamıyor.
60
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
İşte her şey böylesine kayıplarla dolu yaşlanıp giderken, yenilik dolu iyilikler doğrultuyor belimizi. Her an beyaz güller çıkabiliyor dikenlerin ardından. Her anını yaralara derman bulacakmış gibi tetikte bekleyip, bugüne takılı kalmadan yaşamak elimizde… Soğuktan sonra sıcaklığın yaşandığı, bir ağlatıp bir gülümseten hayatlar, sonsuz bahar iklimiyle yaşanan hayatlardan daha değerlidir kuşkusuz. Güneşin batıp ayın doğması; kıştan sonra baharın yaşanması; değerini arttırıyor hayatın. Siyahı da mutlu yaşayabilir insan, beyazını bulabiliyorsa eğer… Elif DEMİRKAYA
Fotoğraf : İsmail DURAN
61
SÂYE Bir hüznün gölgesinde…
SAYI : 1
OSMANLICA ŞİİR SAYFASI
62