SUNUŞ
Şubat, 2011
Değerli Okurlarımız, Başkentin gelenekselleşen müzik etkinliği Uluslararası Ankara Müzik Festivali’nin başlamasını iple çeken Ankara’lı müzikseverlere müjde! Vakfımızın 28.sini düzenleyeceği Festival bu yıl da Nisan ayında 4-30 tarihleri arasında planlanıyor. Detaylı içeriği önümüzdeki sayımızda sizlere ulaştıracağız. Bu ay müzik dosyasında Şerif Can Ünver’in “Ani Değişimlerin İstikrarı - Beethoven” başlıklı konser yorumunu, Elif Yoldaş’ın “Saraydan Kız Kaçırma” ve Deniz Demirci’nin basbariton Erdem Baydar’la yaptığı röportajı okuyabilirsiniz. Müzikle dolu günler sizinle olsun... Saygılarımızla, Bahar Gökçeli Editör SCA MÜZİK VAKFI
02/01
DUYURULAR D 02/01
Şubat Ayında Ankara’daki Konserler ve Müzik Etkinlikleri Tarih
Saat
Yer
Etkinlik
03-04 Perş.- Cuma
20.00
CSO
CSO Şef: Antonio Pirolli Solistler: Gonca Doğan, soprano Rita Kapfhammer, mezzo soprano Cenk Bıyık, tenor Erdem Baydar, bas Gıuseppe Verdi
05 Cmt.
20.00
Bilkent Konser Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası Şef: Klaus Weise Solist: Olivier Charlier, keman E.Lalo Keman Konçertosu Fa Minör Op.20 M.Ravel “İspanyol Rapsodisi” R. Schumann 2.Senfoni Do Majör Op.61
10-11 Perş.- Cuma
20.00
CSO
CSO Şef: Rengim Gökmen Solist: Feryal Türkoğlu, soprano Mendelsshon “Fingal Mağaraları Üvertürü Op. 26 Mendelsshon Keman Konçertosu mi minör Op. 64 Richard Strauss “Son Dört Şarkı” Richard Strauss “Till Eulenspiegels” Op.28
11 Cuma
20.00
Bilkent Konser Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası Şef: Jose Serebrier Solist: Rachel Barton Pine, keman Çaykovski Keman Konçertosu Re majör Op. 35 W. A. Mozart “Figaro’nun Düğünü” Opera KV. 492 A. Glazunov 4. Senfoni mi bemol majör Op. 48
17-18 Perş.- Cuma
20.00
CSO
CSO Şef: Marek Pijorowski Solistler: Alexander Rudin, çello Jean Sibelıus “Finlandiya Üvertürü” Op.26 Paul Hindemith Viyolonsel Konçertosu 1940 Hector Berlioz “Fantastik Senfoni” Op.14
02/02
D 02/02
19 Cmt
20.00
Bilkent Konser Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası Şef: Jose Serebrier Solist: Carole Farley, soprano E. Grieg Six Lieder E.Grieg “Peer Gynt” Suite No.1 Op. 46 E. Grieg “Peer Gynt” Suite No.2 Op. 55 J. Sibelius 1. Senfoni mi minör Op. 39
23 Çarş.
24 Perş.
24-25 Perş.- Cuma
19.00
20.00
20.00
Hacettepe Üniversitesi Kültür Merkezi M salonu
Hacettepe Senfoni Orkestrası
Başkent Üniversitesi İhsan Doğramacı Konferans Salonu
Orkestra Akademik Başkent
CSO
CSO
Şef : Prof. Erol Erdinç Solistler : Kağan Korat, gitar Kürşat Terci, gitar Dinçer Özer, perküsyon topluluğu Ronald-Dyens – Konçerto Maggio Bizet – Chetrin – Carmen Süit
Şef: Ertuğ Korkmaz Solistler: Atilla Şentin, saksafon
Şef: Koo Jahbom Solistler: Charra Tonelli, flüt Alexander Gatte, obua Gıorgıo Mandolest, fagot Gıanfransco Dını, korno Latonıa Moore, soprano Esen Demirci mezzo soprano Martin Nusspaumer, tenor Burak Bilgili, bas W.A.Mozart Senfonik Konçertant K.V 297 mi bemol majör W.A.Mozart Requiem re minör K.V 626 26 Cmt
20.00
Bilkent Konser Salonu
Bilkent Senfoni Orkestrası Şef: Işın Metin Solistler: Priya Mitchell, keman Özgür Aydın, piyano Gabor Boldoczki, trompet F. Say “Haremde Binbir Gece” Keman Konçertosu F. Say “Nirvana Yanıyor” Piyano Konçertosu F. Say Trompet Konçertosu
02/03
D 02/03
Uluslararası
George Enescu Yarışması
Piyano, Keman, Viyolonsel, Kompozisyon
3 - 11 Eylül 2011
Başvuru ve Bilgi için : artexim@rdslink.ro www.festivalenescu.ro
02/04
VAKIFTAN HABERLER VH 02/01
Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’ndan duyurulmuştur. Magazin medyasında ilk kuşak Türk Bestecilerine gösterilen vefasızlık ve takınılan saygısızca tutum Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın (SCAMV) yönetim organlarını ve çalışanlarını gönülden yaralamıştır. Başta yaşamı boyunca SCA Müzik Vakfı’nın Danışma Kurulu başkanlığı görevini üstlenmiş olan ve Vakfın hedeflerine ulaşmasında çok büyük emeği ve yol gösterici katkıları bulunan merhum Ahmed Adnan Saygun olmak üzere Cumhuriyetimizin ilk kuşak bestecileri Cemal Reşit Rey, Hasan Ferid Alnar, Ulvi Cemal Erkin ve Necil Kazım Akses Vakfımız için seçkin müzik insanları olmuşlardır. Bu besteciler “Atatürk Müzik Devrimi” olarak adlandırdığımız özde ulusal, teknikte çağdaş-evrensel çoksesli müzik kültürünü toplumumuza yaşatma atılımına temel harcı koyan sanatçılardır. Onların önderliğinde kurulan çoksesli çağdaş Türk sanat müziği okulu, günümüz sanat müziği yaşamımızı biçimlendiren yaratıcı, seslendirici ve eğitici kuşakların yetişmesini ve kurumların gelişmesini sağlamıştır. Bu düşünce ve duygularla Vakfımız yirmi üç yıl önce, “Türk çoksesli müzik yaşamına olağanüstü katkılarda bulunmuş seçkin besteci, yorumcu ve/veya müzik eğitimcisi ya da müzik kurumuna Vakfın ve müzikseverlerin şükranlarını sunmak üzere bir ödül sistemi kurmuştur. SCA Müzik Vakfı, adı geçen bestecilerimizin tamamına “Vakıf Onur Ödülü Altın Madalyası” ile şükranlarını sunma imkanını bulmuştur. Aynı çerçevede bu beş bestecimizin yaşamını, kişiliğini, eserini ve hizmetlerini gelecek nesillere aktarmak amacıyla birer “armağan kitap” Vakfımızca yayınlanmıştır. Hepsi ışık içinde yatsınlar.
02/05
MÜZİKSEVERİN KÖŞESİ MK 02/01
Basbariton Erdem Baydar İle Söyleştik Deniz Demirci*
Annesi ve babası Jeoloji mühendisi olan sanatçı küçüklükten beri babası gibi hep bas bir sese sahip olmak istermiş. İlk sahne deneyimine “Damdaki Kemancı’yla” ilkokul yıllarında başlamış. Erdem Baydar, ailesine ve çocuklarına oldukça düşkündür. Balık tutmayı seven sanatçı atletizm, judo, ju-juitsu ve cirit atma sporlarıyla zaman buldukça ilgileniyor. Yurtdışında kariyer yapan sanatçılara destek verilmediğini belirtiyor. Erdem Baydar artık Türkiye’deki genç yeteneklere yılların tecrübesini ve dünyanın sayılı şan hocalarından öğrendiklerini aktarmak istiyor. Erdem Baydar estetik olan şeylerin kendisine ilham verdiğini söylüyor. “Giuseppe Verdi’nin bir müzik cümlesinde, R.Wagner’de Votan’ın kızına seslenirkenki hissiyatında, A.Wozzeck’in 12 ton anlayışında, G. Klimt’in tablolarında çocuğuna sarılan kızıl saçlı bayanın yüzündeki anne şefkatinde duyuyorum sanatı...” Sizin sanat anlayışınızı öğrenebilir miyiz? Sanat hayatın bir parçası, bazı şeyleri nasıl yaşadığımız ve hissettirdiğimizin iz düşümüdür diye düşünüyorum. 2004 yılında dünyanın en büyük ve en önemli konser salonlarından biri olan Leipzig Gewandhaus’a büyük şef Fabio LUISI tarafından davet edildiniz. Burada sahneye çıkan ilk Türk olmak nasıl bir duyguydu? Benim için bu konser inanılmaz güzel ve onur vericiydi. Özellikle konserin tüm Avrupa ve Kuzey Amerika’da canlı yayınlanması ve 300 milyon kişinin izliyor olduğunu bilmek çok heyecan vericiydi. Özellikle sevdiğiniz bir orkestra çalgısı var mı? Çellonun sesini her zaman çok beğeniyorum. Avrupa’da solo olarak 800 ile 850 solo temsil, 300 ile 350 arası solo konser verdiğinizi biliyoruz. Sahneye çıkarken hala heyecanlanıp heyecanlanmadığınız doğrusu merak konusu? Tabii ki her sahneye çıkış yeni bir heyecan demektir. Bu seyirciye duyulan saygının bir göstergesidir. Ancak yeterince hazırlanma, prova yapma şansım olduysa sahnede kendimi rahat hissettiğimi ve sahne korkusu yaşamadığımı söyleyebilirim. * Deniz Demirci, Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuarında ‘Müzik Bilim’ dalında ‘Yüksek Lisans’ öğrenimini sürdürmektedir.
02/06
MK 02/02
Özellikle kariyerinizde J.Strauss ve R.Wagner eserlerine yoğunlaştığınızı görüyoruz. Richard Wagner’in eserlerini bir şancı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? R.Wagner Opera sanatının zirvesi, son noktası gibidir. Wagner eserlerini senfonik olarak yazar. İnsan sesini orkestranın bir parçası gibi kullanır. Bir şancının Wagner’in eserlerini söyleyebilmesi için sesinin uzun süreli bir kondisyona sahip olması ve sesini enstrüman gibi kullanması gerekir. Kendisinin ne kadar iyi olduğunu anlamak isteyen bir şancı için R.Wagner’in eserleri “iyi bir düello” gibidir. Keza Johnn Strauss da öyledir... Siz insan sesini nasıl duyuyorsunuz? Mesleğimden, aldığım eğitimden olsa gerek bir şarkı söyleyen duyduğumda, ister istemez sesini renk olarak duyuyor, tekniğini analiz ediyorum; tabiri caizse görüyorum. Kimi zaman dinlediğim eserin keyfini çıkaramadığım dahi oluyor. Yurtdışında klasik müzik konserlerine büyük ilgi olduğunu biliyoruz. Bu müziğin tanıtımını nasıl yapıyorlar? Yurtdışında klasik müzik konserlerin reklamı çok iyi yapılıyor. Her köşe başında reklam görüyorsunuz. Böylelikle bin kişilik salonlar doluyor. Hemen önünde de biletleri satan, reklam yapan onlarca insan görebilirsiniz. Başarılarınızın sırrını bizimle paylaşır mısınız? Başarılarımın nedenini ben çok çalışmaya bağlıyorum. Bir hikâyeye göre; ünlü tenis antrenörleri bir araya geliyor ve yetenekli öğrenciyi hangi özelliğinden tanıyacaklarını kendi aralarında tartışıyorlar. Genç bir antrenöre sıra geliyor: “Sizin dediklerinize ve tecrübelerinize saygı duyuyorum; fakat benim için derse 1.5 saat önce gelen ve dersten 1.5 saat sonra giden öğrenci idealdir” diyor. Benim için yetenek ilgi ve çalışmaktır. Çalışmanın yanı sıra işi analiz edip içselleştirirse de mükemmel olur. Rollerinize nasıl hazırlanıyorsunuz? Canlandırdığımız karakterlerin “derisinin altına girdiğimiz” zaman rolü birazda olsun yaşamaya ve hissetmeye başlamış oluyoruz. Bu da eseri hem edebi hem de müziksel olarak iyi analiz ettiğinizde olabiliyor. Mesela Wozzeck söylerken hem Büchner’in Woyzeck eserini hem de Alban Berg’i iyi tanımanız, anlamanız gerekir.(Wozzeck Opera, Orijinal tiyatro eseriyse Woyzeck’tir.) W.A.Mozart için bize neler söyleyeceksiniz? Mozart’ı Türkiye’de okurken değil de Viyana’da okuduğum yıllarda tramvayda konuşan iki kişiyi izlerken anladım. Başta da dediğim gibi sanat hayatın, insanların organik bir parçasıdır. Bunlar şarkı söylese anca böyle söylerler diye düşünmüştüm. Ses renginizin ne gibi bir avantajı oldu kariyerinizde? Önemli olan ses rengi değil, o sesi nasıl kullandığınız diye düşünüyorum.
02/07
MK 02/03
Siz bir Türk Opera Sanatçısı olarak yurtdışında nasıl karşılıyorlar? Bir Türk Opera Sanatçısı ile karşılaşmak onlara ilginç geliyor. Almanya’nın genel olarak sanat anlayışı nasıldır? Her şeye çok gerçekçi yaklaşırlar. Sanata, esere ve özellikle besteciye büyük saygıları var. Yeni projelerinizden biraz bahseder misiniz? Aytül Büyüksaraç’ın büyük desteğiyle İzmir Operası ile birlikte bu yaz Uluslararası İzmir ve Aspendos Festivalleri’nde “Uçan Hollandalı’yı” sergiledik. Bu yıl Almanya’daki Opera temsillerinde I Due Foscari Operası’nda Loredano’yu, Tannhauser Operası’nda Landgraf ’’ı ve Mose in Egitto Operası’nda Mose karakterlerini canlandıracağım. Yurtdışında kimlerle çalıştınız? - Kms Margarita Lilova ve Prof. Franz Lukasavskus ile stil açısından Viyana Müzik ve sahne Sanatları Üniversitesi’nde çalışma fırsatı buldum. - Edita Gruberova - Eric Halfuarsan (Şuan en büyük Bass) - Jean Pierre Blivet ( Natalie Dessay’in Hocası) - Toma Popescu( Corelli’nin Master Klasslarını birlikte yaptığı şan hocası)
02/08
MK 02/04
Ani Değişimlerin İstikrarı – Beethoven Şerif Can Ünver*
6 Ocak 2011 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın verdiği konser L. van Beethoven’ın eserlerine ayrılmıştı. İlk yarıda ünlü keman konçertosu, ikinci yarıda da 6 numaralı Pastoral Senfoni’sini dinledik. Keman konçertosunu, içinde Tchaikovsky, Queen Elizabeth, Paganini gibi büyük yarışmaların bulunduğu pek çok yarışmadan ödüller almış, yine bu yarışmaların da içinde bulunduğu uluslararası pek çok büyük yarışmanın jüri üyeliğini yapmakta olan, D. Oistrakh, H. Szering gibi dünyaca ünlü büyük keman otoriteleri tarafından övgüler almış, Bulgar keman sanatçısı Vanya Milanova seslendirdi. Ama ne seslendirmek... Son derece rahat görünümlü uzun ve sahnede göz dolduran kıyafeti ile sahneye çıktığı ilk andan başlayarak ilgi topladı. Kemanına ilk dokunduğu anın nasıl olacağını hayal etmeye başlamıştım ki orkestra, timpaninin dört vuruşuyla, konçertonun başındaki uzun tuttiyi seslendirmeye başladı. Orkestra o kadar pürüzsüz ve yalın çalıyordu ki, o sırada solistin nasıl çalacağına olan merakımı unutturdu. “At sahibine göre kişner” derler. Bu sözün ne kadar doğru olduğu, Bayan Milanova’nın arşesini kaldırıp kemanına dokundurduğu an ortaya çıktı. Orkestranın dünya çapında oluşu, ne kadar değerli ve usta müzisyenlerden oluştuğu gibi tüm haklı ve gerçek unsurlar müzikteki layık olduğu yeri bulmuştu gözlerimin önünde. Uzunca bir zaman sonra ilk defa gözlerimi konser sırasında kapatıp kendimi müziğe bıraktım. O kadar dengeli bir balans, o kadar dengeli nüans kullanımları, müthiş sonorite ve dahası jilet gibi bir entonasyon... Beethoven’ın müziğinde özelliklerden biri, dinamiklerin, yani müzikteki ani yükseliş ve düşüşlerin kullanımında çok ani değişikliklere yer vermesidir. Bu dinamizmin enerjisi müziğin katı kurallı oluşu ile zıtlaşan bir tutum izler. Dönem müziğinde kurallar, dönemin özelliği gereği çok ön plandadır ve icralar her ne kadar romantizme kaçmaya aşırı elverişli gibi de görülse aslında çalınan eser klasiktir ve bu yüzden kuralların uygulanmasını lüzumlu kılar. Faruk Güvenç’in konser notlarında belirtildiği üzere, dinamikler arası bu büyük farklılıklar, karakteristik ayrılıklar ve zıtlıklar, o denli büyüktür ki, ilk icrasından sonra yayınlanan yazılar ve eleştirilerde hep eserin kopukluğu ve bütünlükten uzak oluşunu vurgulanmıştır. Aksine bu kopukluğa tezat oluşturacak şekilde bestelenmiş olan bu büyük eseri, bestecisi L.van Beethoven eserdeki müzikal yapı gereği 2 ve 3. Bölümleri attaca (iki bölüm arasında bölümün bitişini gösteren bir aralığın verilmeksizin diğer bölüme geçişinin sağlanması) şeklinde yazmıştır. * Can Ünver, Başkent Üniversitesi ‘Akademik Başkent Oda Orkestrası’ viyolonsel sanatçısıdır.
02/09
MK 02/05
Doğu Bloku ülkelerindeki sert ve katı tutum solistin icrasına yansımıyordu. Ancak o tutumun ve disiplinin, solistin eseri çalarken ince ayrıntılara gösterdiği titizlikle kendini belli ettiğini de vurgulamak yerinde olacaktır. Zira hiçbir detayın atlanmadığı, tüm kuralları ile “klasisizmin” tüm gereklerini yerine getiren bir icraydı. Tüm basamaklar, tüm cümle sonları, tüm köprüler, adeta kendi yazmışçasına her alandaki hâkimiyetini vurgular nitelikteydi. Hiç durmadan devam eden vibratosu süratli, ancak hız olarak “maarifet gösterisi” diye adlandırılamayacak türde, tam olması gerektiği gibiydi. Müzikte bir “olması gerektiği gibi” cümlesini kullanmak her ne kadar duyumsal bir sanat dalı oluşuyla ters gibi görünse de, klasik evrenin en önemli unsuru kurallar olduğundan, bu kullanım kanımca yerinde ve anlamını aşmayan bir yaklaşımı vurgulamaktadır. Çağımızda artık tüm müzik dallarında olduğu gibi, klasik müzikte de bir bireyselleşme ve “ben yaptım oldu” anlayışı baş göstermiştir. Bu anlayış (ya da yanlış anlayış!) bir anlamda çok çeşitli renkler ortaya koyarken, bu renklerin resmin genelini bozması gibi bir olasılığa yol açtığı da doğurduğu bir gerçektir. Bu şekilde bir benimseyişle yayılan ve “popüler” hale gelen tüm üslup, yaklaşım ya da düşüncelerin ortak özelliği “kolay algılanır” olmalarıdır. Bu kolay algılanır üsluplar, yine çalıcıların “kolay algıladıkları” şekilde düşlerinde yer eder ve çalışmalarında onlara yol gösterir. Sonuç bellidir. Ya Barok işlemeleri içeren cam gökdelenler, üzerlerinde at arabalarının seyir ettiği beş şeritli otoyolar, ya da bez kanatlı jet uçakları gibi ifade edilebilecek icralar. Evet! Mozart’tan, Beethoven’den, Haydn’dan, Bach’dan ve Brahms’dan bahsediyorum! Hepsini romantik seslendiren bir üslup takınıp, sonra “ben böyle algılıyorum sanat içinde icracının yeri de vardır bu yerde benim söz hakkım var! O yüzden ben böyle algılıyor ve hissediyorum. Sanat sonuçta hislerin dışa vurumudur.” şeklinde kılıfını hazırlayan sanatçıların ortaya çıkarttıkları yemekten bir kaşık aldığımda damağımda oluşan lezzet işte böyle bir lezzet. Acılı, sarımsaklı yoğurtlu, üzerine kızgın yağda kızarmış kırmızıbiberli sos gezdirilmiş dondurma gibi, ya da konser yorumunda yemek tarifi verilmesi gibi! Kuralcı Beethoven’e dönecek olursak, ne kadar katı bir adam bu böyle! Bu kadar kural içinde nasıl müzik yapılır, nasıl duygular ifade edilir? İşte Bayan Milanova’nın konserde sergilediği “felsefi icra” bunun üzerine kurulu bir eğitim seansı gibiydi. Fakat bu dersi, kendi dünyasını, yaşantısını, zorluklarını, Beethoven’in keman konçertosunu kendi dili olarak kullanarak veriyordu. “Ben yaptım oldu” diye değil, tüm kuralları ile uyguluyordu. Klasisizm’in tüm gereklerini yerine getirmesinin yanısıra, bu kadar üstün yetenekli ve büyük bir keman virtüozu oluşunu ve bir kadının bu kadar büyük bir misyon üstlenmedeki psikolojik ve duygusal tüm yönlerini aktaracak kadar da romantizmi yaşadığını hissettiriyordu. Bu uzun zaman boyunca unutamayacağım, muhteşem bir icraydı. Eğer kaçırdıysanız konseri, lütfen kendinize bir iyilik yapın ve CD satıcınıza gidin. Kendilerinden Vanya Milanova’nın Beethoven Keman Konçertosu’nun kaydı olup olmadığını sorun. Varsa da hiç düşünmeden edinin. Konu dinamikler olduğunda akla ilk gelen isimlerden biri Beethoven’dır. Çünkü ani değişimlerin, dinamiklerin aralarındaki açıklığın, kuralların ve onlarca farklılığın, romantizme kaçan bir düşünce yapısına dönüşmesi ve ifadenin romantik bir üslup haline bürünmesi
02/10
MK 02/06
çok kolaydır. Bu noktada devreye istikrar girmelidir ki klasisizmin farkı ve anlamı ortaya çıkabilsin. Zaten icradaki en önemli zorluk da bu denilebilir ilk bakışta. Beethoven’in bu nitelendirmeyi ne kadar hak ettiği, icranın düşündürttüğü bir olgu mu olduğu, yoksa gerçekten öyle mi olduğu sorularına yanıt konserin ikinci yarısından geldi. İkinci yarıda orkestra şef Raoul Gruneis yönetiminde Pastoral Senfoni’yi seslendirdi. Bu inişli çıkışlı müziği solistin ilk yarıdaki Beethoven yorumundan farklı bir üslupla ele aldı. Bu kadar muhteşem bir konçertonun ve icranın arkasında en az o kadar muhteşem bir bütünlükle eşlik etmiş olan aynı orkestra bu sefer orkestra şefinin yorumunu öne çıkarttı. Dinamikler arasındaki farklılıkların arası ilk yarıya oranla daha kapalı bir hal aldı. Sonorite ilk yarıda olduğu gibi devam etti. Entonasyon ve ritm açısından Pastoral Senfoni’de, özellikle flüt ve klarnetlerin kuş seslerini taklit ettikleri ve yalnız kaldıkları kısımlar çok riskli kısımlardır. Bu kısımlar geldiğinde çok basit iki ya da üç nota çalmalarına karşın sessizlik içinde olduklarından ritm algısı, tüm orkestra çalarken olduğundan daha serbest kalır ve bu da şefe uyum dahil olmak üzere pek çok sorun yaratabilecek “endişe”yi doğurur. Bu nedenle o kısımlarda genellikle orkestralar problem çekerler. Kayıtlarda bile (sonradan oynanmamış eski kayıtlar) dünyaca meşhur orkestraların bu pasajlarda senkronizasyonun bozulduğu ve ritmik algının klârinet ile flütler arasında tam ve kusursuz biçimde sağlanamadığını ortaya koyar. Fakat 6 Ocak 2011 tarihli Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserinde bu pasaj da dahil olmak üzere pek çok zorlu pasaj ritm ve entonasyon açısından sanki orkestranın tamamı çalıyormuşçasına bütünlük içindeydi. En güzel konserde bile can sıkıcı bir hale dönüştüren pasajlarda heyecanımı hiç kaybettirmeyen orkestraya teşekkür ederim. Fagotlar ve çelloların ünison olarak melodiyi duyuran soloyu üstlendikleri pasajlarda yakalanmış olan balans, ortaya çıkması istenen renk ve sonorite, ne çelloyu ne de fagotu ayırt edebilecek nitelikte uyumlu ve belirgindi. Fagot ve çello grubuna da teşekkür ederim. Son bölümde oldukça zor ve süratli, birbirinin ardı sıra, önce çellolarda daha uzunca, daha sonra kontrabaslarda duyulan soloların tüm notaları tek tek duyulabiliyordu. Bu oldukça zor ve iyi emek vermek gereken görevi de başarıyla yerine getirdikleri için yine çello grubuna ve kontrabas grubuna ayrı ayrı teşekkür etmek isterim. Tabiki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın diğer tüm sanatçılarına da teşekkür ederim. Zira bu kadar üstün bir performansı, bu kadar uyumlu bir birlikteliği, müzikal bütünlüğü sahne üzerinde sergilemek hiç kolay bir iş değil. Son olarak performansla değil ama konserle ilgili bir konuya, etiğe değinmek istiyorum. Konser yapmak kolay bir iş değildir. Bunu en güzel orkestraya ilk girdiğinizde anlarsınız. Eserler fevkalade çok sayıdadır ve bu kadar çok eseri dinlemiş olmanız, biliyor olmanız ve hatta ezbere biliyor olmanız hiçbir şey ifade etmez. Orkestra ile kendinizi harmanlamayı öğrenmeniz gerekir. Harman derken, araya karışmak değil, bütün olmak. Bunun için seneler geçer, aynı eseri belki yüz kez çalmanız ve birlikte prova etmeniz gerekir. Yoksa “zaten biliyorum ben bu eseri şak diye çalarım” diyemezsiniz. Çalsanız da dinleyici sizi hemen ayırt eder, hem de kendi grubunuzda aynı işi yapmakta olan insanlar arasında! Bu neden-
02/11
MK 02/07
le bir konser ortaya koymak kolay iş değildir. Emek ister, zaman ister, özveri, düşünmek ve dahası hissetmek ister. Bunlar da yetmez. Bunları kullanarak iyi niyetle, “bir olmayı” gerektirir. Kısacası Ben olmaktan Biz olmaya geçmek gerekir. Orkestranın içinde gerek etnik kökenler açısından, gerek dini kökenler açısından ve gerekse konuştuğu dil açısından farklılıklar içeren insanlarla Biz olmak, Bir olmak gerekir. Hem de sadece görüntüde ve işi yaparken değil, düşüncede ve anlayışta da Bir’likten bahsediyorum. Çünkü ortaya koyulan ürün, herkese malolan bir ürün. Sanat... Konservatuarlarda daha orkestraya girmeden önce öğrenciyken bir eser üzerinde aylarca çalışıp kafa yormamız gerekirdi. Ardından bunu bir kerede seslendirmemiz gerekirdi tıpkı bugün olduğu gibi. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, içinde genci ve yaşlısı, farklı kökenlere sahip pek çok değerli sanatçıyı bir araya getirmiş, dünyanın en eski orkestralarından biri olarak varlığını sanatsal, kültürel alanlarda sürdüren çok köklü bir kurum. 6 Ocak konseri bu kurumun parlak günlerinden biri olmuştur.
02/12
MK 02/08
Elif Yoldaş
Zamanında müthiş bir başarıya ulaşan ünlü besteci Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma (Die Entführung aus dem Serail) operası tüm kadrosuyla 22.12.2010 Çarşamba tarihli prömiyerinde sahnede harikalar yarattı. Eserin orkestra şefliğini Prof. Rengim Gökmen’in yaptığı Saraydan Kız Kaçırma Operası o gece mükemmel seslendirildi. Koro şefliğinde Alessandro Cedrone’ un olduğu bu operada Çağda Çitkaya’ nın dekorları tam anlamıyla zamanın çizgilerini yansıtıyordu. Kostümler de bir o kadar şahaneydi. Şanda Zipçi seyirci için iyi bir görsel şölen sunmuştu. Işık düzeni ise Fuat Gök’e ait olan Saraydan Kız kaçırma Operası’nı Yekta Kara sahneye koymuştu.
02/13
MK 02/09
Ünlü besteci Wolfgang Amadeus Mozart’ın operası olan Saraydan Kız Kaçırma operası Alman stili Singspiel stilindedir. Bu stile göre operada konuşmalarla müzikli dram bir aradadır; eserdeki olaylar konuşma ile süslenmiş ve müzik gösteriler şekilde parçalardan oluşmaktadır. Eserin librettosu önce “Christoph Friedrich Bretzner” tarafından yazılmış ve sonradan W. A. Mozart’ın istek ve katkılarıyla “Gottlieb Stephanie” tarafından esere adaptasyonlar yaptırılmıştır. Eserin hikayesi;Belmonte adlı bir İspanyol soylusunun, uşağı olan Pedrillo ile birlikte, sevgilisi Konstanze’yi ve onun İngiliz hizmetkarı Blonde’yi tutsak olarak bulundukları Selim Paşa’nın Akdeniz kıyılarında bulunan sarayından ve Paşa’nın kâhyası olan Osmin’in elinden kurtarmak için yaptığı girişimlerinden ibarettir. 1782 yılında Mozart’ın kariyerinin doruk noktalarından birini yaşamış ve “Die Entführung aus dem Serail” (Saraydan Kız Kaçırma) ile müthiş bir başarıya ulaşmıştır. “Saraydan Kız Kaçırma” eserini ilk kez duyan Avusturya imparatoru II. Josef, Mozart’ı gördüğünde “Bu eser benim kulaklarıma çok ince gelmekte; çok sayıda nota bulunmakta” dediği ve Mozart’ın ise “Bulunan nota sayısı, bu eser için gereken nota sayısı kadardır” yanıtını verdiği bildirilmektedir Ayrıca Sanatçı bu eserini eşi Constanze’ye düğün armağanı olarak bestelemiş ve ona ithaf etmiştir.
02/14
MK 02/10
Karakterlerin ve müziklerin eğlenceli bir şekilde sunulduğu Saraydan Kız Kaçırma operası’nın Türkiye’de ilk oynanışı 1959 Ankara Operasında yapılmıştır. Eser İtalyan biçiminde bir uvertürle başlar. Başlıca Kişiler; Belmonte, genç bir İspanyol kişizade (Tenor) Osmin, Selim Paşa’nın harem bekçisi (Bas) Constanze, Belmonte’nin sevgilisi (Soprano) Blondchen, Constanze’nin hizmetçisi (Soprano) Pedrillo, Belmonte’nin uşağı (Tenor) Selim Paşa, sarayın soylusu rolündedir. Konstanze’nin nişanlısı Belmonte, uşağı Pedrillo’ nun yardımlarıyla, iki kadını saraydan kaçırırken, sarayın harem bekçisi olan Osmin tarafından yakalanırlar. Sevgililer en ağır cezayı beklerken, Selim Paşa onları bağışlar ve opera bu finalle sona erer. Belmonte rolünde dönüşümlü olarak Aykut Çınar ve Arda Doğan; Osmin rolünde Bülent Ateşoğlu, Sabri Karabudak, Tuncay Kurtoğlu ve Özgür Savaş Gençtürk; Constanze rolünde Hülya Kazan ve Feryal Türkoğlu; Blondchen rolünde Esra Akcan, Hülya Kazan, Görkem Ezgi Yıldırım ve Aslı Sesal; Pedrillo rolünde Haser Tek, Emrah Sözer ve Cenk Bıyık; Selim Paşa rolünde Okan Şenozan şubat ayının dokuzuncu günü de seyirci karşısına çıkacak.
02/15
DİAPASON MÜZİK MAĞAZASINDAN DM 02/01
Müzikte Derin Zirve İlhan Baran Terini son damlasına kadar öğrencileri için akıtmış bir besteci ve teori öğretmenidir İlhan Baran... Devletin Konservatuvar sonrası Paris’te okuması için verdiği bursu, fazlasıyla geri ödemiş, Batı’da Türkiye imgesinin olumlu yüzünü ortaya koyan Muhiddin Dürrüoğlu, Fazıl Say, Toros Can gibi üstün yetenekleri ve daha nicelerini yetiştirmiştir... Günümüz anlayışıyla tam bir “müzik ve yaşam koçu”dur o... Örnek besteci, önder öğretmendir. Özellikle piyano için yaptığı besteler, günümüzde tüm konservatuarların değişik sınıflarında müfredatın ayrılmaz birer parçası haline gelmiştir. “Dönüşümler” başlıklı piyanolu triosu, dünyanın ünlü topluluklarının repertuarlarına girmiş, Amerika’dan Avustralya’ya kadar seslendirilmekte, uluslararası dolaşımda yer almaktadır. Uzun yıllar sürüp giden teksesli çoksesli müzik tartışmasında kucaklayıcı ve doğru tavrıyla gençlere yol göstermiş, Doğu ile Batı arasındaki köprüyü hem kendi yapıtlarında, hem öğrencilerinin zihinlerinde çoktan oluşturmuştur. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından 2009 yılında Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirilen Baran’ın özellikleri nelerdir, öğreticiliği, besteciliği nasıldır? Hangi çabanın içinde olmuş, hangi sonuçları elde etmiştir? İlhan Baran’ın yaşam öyküsünü, başta değişik kuşaklardan öğrencilerinin tanıklıkları ve çeşitli belgelerle zenginleştirilmiş olarak gazeteci ve sanat yazarı Şefik Kahramankaptan’ın kaleminden okuyacaksınız. (Arka kapaktan) 2009 Sevda Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası besteci-eğitimci İlhan Baran’a verilmişti. İlhan Baran’ın yaşam öyküsünün doğumundan günümüze kadar yaptıklarının derlendiği kitabı Şefik Kahramankaptan kaleme aldı. Kitap; İlhan Baran’ın çocukluk döneminden, konservatuar yıllarına, bestelerinden, uluslararası alanda başarı kazanmış öğrencilerine kadar birçok bölümü içermekte. Baran’ın az rastlanan bir “öğretmen”lik bakış açısının olduğunu, öğrencilerinin mektuplarından ve Baran’la olan anılarından anlıyoruz. Onlara çok sağlam bir müzik eğitimi vermekle kalmayıp, entelektüel gelişimlerine katkıda bulunması ve adeta yaşamlarının yönünü değiştirmesi, onun ne kadar önemli ve değerli oluşunu kanıtlar nitelikte… Bugün birçok akademisyenin Baran’ı bu konuda örnek alması gerektiği de göz önüne alınırsa, başta öğretmenlerin ve müzik alanında kariyer yapmak isteyen besteci adaylarının bu kitaptan edinebileceği çok önemli detaylar var.
02/16
DM 02/02
Atatürk Devrimlerinin Simgesi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Çoksesli müziğin Türkiye’deki tarihi kadar eski ama aynı zamanda Atatürk devrimlerinin simgesi bir kurum: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası. En eski orkestramız, öğrencilik yıllarımızda ayakta dinlemeyi göze aldığımız, gelmeyen müzikseverin boş yerini kolladığımız, Carmina Burana seslendirildiğinde gişesi önünde kuyruklar olduğumuz... Hem müzisyenler, hem müzikseverler için bir okul olmuş Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın tarihçesini bu kitapta bulacaksınız.
Yaşama Sevinci Tuşlarla Buluşunca Gülsin Onay Bu kitapta; Tuşlarla buluşan bir yaşama sevincini ve “Bugüne kadar yaptıklarıma bakarsak aslında 100 yaşında olmam gerekiyor. Yapmak istediklerime bakarsak 500 yıl yaşamam lazım” sözleriyle piyanoya ve müziğe olan tutkuyu ifade eden bir yaşam öyküsü bulacaksınız.
02/17
DM 02/03
Evrenimzi İç Işıklarıyla Aydınlatanlar Ayla Erduran Müzik ve Keman Ayla Erduran onuruna, ona armağan olarak bir kitap yazmak... Erhan Karaesmen bu onuru duyumsayarak onun olağanüstü müzik yorumculuğu yanında aydınlık, aydın, sevecen, renkli ve bir o kadar güçlü iç dünyasını da ortaya koymaya çalışmakta bu eserde. Ayla’ya kemanı ile yol gösteren, ona ışık tutan büyük ustaları tanırken; yakın müzik ve dost çevresinin söyledikleri ve yazdıklarıyla ona daha da hayran oluyoruz... Yazar, müzik tutkulu yaşamından da yararlanarak Erduran’ın genç müzisyenlere, müzik severlere keman ve dünyası ile ilgili öğretici ve eğitici önerileni paylaşmada da yardımcı oluyor.
İhsan Doğramacı ve Çağdaş Üniversite Cumhuriyetimizin üniversite tarihinde fikirleri, eylemleri ve örnek eserleriyle yer almış bir büyük insan, bir “olağanüstü Türk”tür İhsan Doğramacı. Onun, Hacettepe sırtlarında başlayan üniversitede reform projesini adım adım Türk üniversite sistemine nasıl yerleştirdiğini, bu uğurda verdiği sabırlı ve inatçı savaşımı, ortaya çıkardığı örnek eserleri bu kitapta okuyacaksınız. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi olan müzik eğitimcisi Erdoğan Okyay, armağan kitabını İhsan Doğramacı hakkında yazılanları harmanlayarak oluşturdu; kendi düşüncelerini de serpiştirerek...
02/18
DM 02/04
Ayhan Baran Bel Canto’nun Efsane Ustası Türkiye’den yetişen sayılı uluslararası şan sanatçıları arasında erkek sesi olarak bir numara Ayhan Baran... Gelmiş geçmiş en önemli bas sesler olarak kabul edilen Şalyapin, Boris Christoff gibi isimlerle karşılaştırılıyor... Kral Philipp, Mephisto, Sarastro gibi unutulmaz rollerle Avrupa başkentlerinde ve Moskova’da hala anımsanan Ayhan Baran, türkülerin operatik yorumuyla da kitlelerin sevgisini kazanan bir sanatçı... Mayasındaki sanat yeteneği sadece müzikle sınırlı değil... Herkesin opera sanatçısı olarak tanıdığı Ayhan Baran, aynı zamanda bir ressam, heykeltraş, fotoğraf sanatçısı, mimari tasarımcı... Müzik kültürü operayla sınırlı değil... Gerektiğinde kendi kendine eşliğini en mükemmel biçimde yapacak düzeyde iyi bir piyanist... 2004 Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirilen “Devlet Sanatçısı” Ayhan Baran kimdir? Nasıl yetişti, nasıl ünlendi? Hangi badireleri nasıl atlattı? Aşırı tevazuu, mükemmeliyetçiliği ve tatilinden ödün vermemesi nedeniyle uluslararası alanda hak ettiği zirveye tırmanmasa da adını opera tarihine altın harflerle yazdıran Ayhan Baran’ın ilginç yaşam öyküsü ve başarılarını, gazeteci-yazar Şefik Kahramankaptan’ın kaleminden okuyacaksınız.
Faik Canselen Eğitime Tutkulu Bir Besteci Faik Canselen, Cumhuriyet müzik ve müzik eğitimi tarihimizin yaşayan bir anıtı. Hem besteciliğini, hem de eğitimciliğini Atatürk müzik devrimine, çoksesli ulusal bir müzik kültürünün filizlenip boy vermesine adamış bir ulu çınar. Çalışmış, didinmiş, karanlığı devirmek için hep ileri yürümüş, hep ileri atılmış... “İleri Marşı” ile ve tüm eserleriyle O, hep yaşayacak... Canselen’in yaşamını ve eserlerini, onun bir meslektaşı olan müzik eğitimcisi Dr. Erdoğan Okyay yazdı. SevdaCenap And Müzik Vakfı’nın “2003 Yılı Onur Ödülü Altın Madalyası” sahibi Faik Canselen’in bu armağan kitap ile daha iyi tanıyacaksınız ve 93 yaşındaki eğitime tutkun bu genç bestecinin “müzik devrimi ateşi” sizi de ısıtacak ve ışıtacak...
02/19
DM 02/05
Hikmet Şimşek Işığı Taşıyan Adam “Işığı Taşıyan Adam” “Atatürk Müzik Devrimleri Eri” Bu iki ifade, Hikmet Şimşek’i tanımlamak için yeterli belki. Çünkü bu iki ifadenin arkasında yıllar ve çabalar var; özveriler, güzellikler, ileriyi görme var. Bu kitap, Önder Kütahyalı’nın yalın ve ayrıntılı anlatımıyla iki ifadeyi de açıyor, berraklaştırıyor.
Kamuran Gündemir Piyanist, Hoca ve Cumhuriyet Aydını Günümüz Türkiyesi’nin uluslararası sahnelerde temsil eden Fazıl Say, Muhiddin Dürrüoğlu-Demiriz, Emre Elivar’ın hocası ve yetiştirmekte olduğu Emre Can Yavuz ile önümüzdeki günlere de imza atan bir isim: Kamuran Gündemir. Bu renkli ve önemli isimi Erhan Karaesmen araştırdı, inceledi, yazdı. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından 2001 yılı “Onur Ödülü Altın Madalyası” ile ödüllendirilen Kamuran Gündemir’i okuyunca sizde seveceksiniz.
02/20
DM 02/06
Ferit Tüzün Çeşme Başı’ndan Esintilerle Cumhuriyet dönemi ikinci kuşak bestecilerinin en kısa ömürlüsüdür Ferit Tüzün. Kompozisyon öğrenciliğinden itibaren elle tutulur 20 yapıt besteledi. Türk bestecileri arasında yapıtları yurt dışında en fazla çalınanlardan biri... Herkes en renkli, canlı, parlak orkestralama tekniğini Tüzün’ün kullandığı konusunda hemfikir. İlk Türk balesi “Çeşmebaşı”nın müziğini yazma onuru Tüzün’e ait. “Midasın kulakları, eşek kulakları” nakaratlarını da herkesin diline pelesenk eden gene O... Sağlığında hocalarından sıra gelmediği için “Devlet Sanatçısı” unvanı verilmeyen, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından “post mortem” olarak, ölümünden 23 yıl sonra 2000 yılında “Onur Ödülü Altın Madalyası” ile ödüllendirilen bu sevecen, üretken bestecimiz kimdi? Nasıl yetişti, nasıl ünlendi? Eyüp’te, Kınalıada’da başlayıp Ankara’da gelişen, Münih’te pekişen, sonra gene Ankara’da tam olgunlaşırken kısa düşen Ferit Tüzün’ün 48 yıllık yaşam öyküsünü, yaşayanların tanıklıkları ve belgelerle zenginleştirilmiş olarak gazeteci-yazar Şefik Kahramankaptan’ın kaleminden okuyacaksınız.
Ferhunde Erkin Tuşlar Arasında... 1. Dünya Savaşı’nın sürdüğü yıllarda Bandırma gibi küçük bir yerleşim yerinde olmalarına karşın iki çocuğunun müzik dersleri almasını sağlayan bir subay baba. Herşeyiyle çocuklarına destek ve arkadaş bir anne. Böyle bir ailede yetişen Ferhunde Erkin, savaş yıllarında başladığı piyano derslerini İstanbul’da sürdürür. İşgal altındaki bu şehirde henüz 11 yaşındayken kardeşi ile birlikte ilk konserini verir. Yurt dışında da eğitim alır. Tüm birikim ve yeteneğini, Cumhuriyet Türkye’sinde eğitmek ve öğretmek için esirgemeden kullanır. Hem iyi bir eğitmen hem de iyi bir konser piyanisti olarak müziğe önemli katkılarda bulunur. Bu değerli katkıları nedeniyle 1999’da Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirilir. Onunki, taşıdığı yaşam sevinci, çok yönlü birikimleri ve yetenekleri ile parıldayan bir yaşamdır tuşlar arasında... Bu kitapta Ferhunde Erkin’in değerli öğrencilerinden Filiz Ali tarafından kaleme alınan bu yaşamı bulacaksınız.
02/21
DM 02/07
Ferid Alnar Longa’dan Konçertoya Kanun virtüözü bir üstün yetenekli çocuğun adım adım ve müziksel geleneklerinden kopmaksızın çokseslilik evrenine yönelişi... Başka bir deyişle; Türk müzik devriminin oluşum ve kurumlaşma sürecinin özgün bir örneği... Bu kitap; adı ülkemizde senfonik müzik ve opera sanatının gelişme süreci ile bütünleşmiş, “Türk Beşleri”nin, eserleri yurt dışında en çok seslendirilmiş bir temsilcisi olmasına karşın, giderek en çok yalnızlaşmış, ölümünden sonra ‘kanun konçertosu’ dışında neredeyse tümden unutulmuş seçkin bir besteci, orkestra yönetmeni ve öğretmen Ferit Alnar’a aramızdan ayrılışının 20.yılında, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın onur ödülü armağanıdır. Kitabın yazarı ve düzenleyicisi Dr. Erdoğan OKYAY (1933) müzik eğitimcisi ve etnoloğudur. G.E.E. Müzik Bölümü ve Freiburg Yüksek Müzik Okulu’nda yetişmiş, Hür Berlin Üniversitesi’nde doktora yapmıştır. G.E.E. Ege Üniversitesi, MEB merkez örgütü, Berlin ve Göttingen Üniversitelerinde alanı ile ilgili görevlerde bulunmuş, yayınlar yapmış, çok sayıda çocuk şarkısı bestelemiştir. Son 15 yılını, uygulama içinde meslek eğitimi modelini geliştirmek için kurulmuş bir Vakfa adamış, yansıra S.C.A.M. Vakfı Yönetim Kurulu üyeliği de yapmıştır. Bu kitap, Vakfın, “Onur Ödülü Sahipleri Dizisi” içinde Okyay’ın yazdığı ve yayına hazırladığı üçüncü kitaptır.
Nevit Kodallı Türkülerden Orotoryaya... Cumhuriyet dönemi ikinci besteciler kuşağının en önemli üyelerinden... Her dalda ürün vermesine rağmen, öncelikle ses ve sahne müziklerinin bestecisi... Türkülerimizi çokseslendirmekten, büyük opera ve orotoryalara kadar geniş bir yelpazede insan sesi, temiz bir Türkçe ve etkileyici bir müzik için uğraş verdi. Besteciliğinin yanısıra, eğitmen ve yönetici olarak önemli hizmetleri var. Bir aydın olarak yanlış politikaları eleştirmekten, yozlaşmaya karşı savaşmadan hiç çekinmedi. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca, Onur Ödülü Altın Madalyası ile 1997’de ödüllendirilen Kodallı’nın eserleri opera-bale sahiplerinde aralıklarla temsil ediliyor. Bu kitapta Dr. Erdoğan Okyay’ın keleminden Nevit Kodallı’nın yaşamını, müzik anlayışını okuyacak, besteci hakkında yazılanlardan bir seçkiyi de bulacaksınız.
02/22
DM 02/08
İdil Biret Piyanodaki Harika Daha 4 yaşında bir çocukken Mozart gibi “absolüd” kulağa sahip olduğu belirlenen, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk “Harika Çocuk”u...
tin diskografisini bulacaksınız.
Adına çıkarılan özel yasa ile 1948’de yurtdışında eğitime gönderilen, paha biçilmez bir müzik kumaşı... Günümüzde, dünyanın “repertuarı en geniş” piyanisti... Duyarlı bir yorumcu... Bir Chopin uzmanı... Aldığı ödüller, doldurduğu CD’ler, verdiği konserlerle, ülkemizin dünyadaki en önemli sanat elçisi... 1996’da, kemancı Suna Kan’la birlikte, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası ile Ödüllendirildi. Bu kitapta, müzik yazarı Üner Birkan’ın Biret’le yaptığı iki geniş söyleşiyi, sanatçıyla ilgili yabancı basında çıkmış yazıları ve piyanis-
Suna Kan Öz Şarkısını Duyuran Keman Beş yaşındayken kemana başlaya, 12 yaşındayken çıkarılan özel yasayla İdil Biret’le birlikte yurtdışına eğitime gönderilen olağanüstü bir müzik yeteneği... Üstün bir teknik ve duyarlı bir yorum gücünün sahibi... Çokseslievrensel müziğin yaygınlaşması için çaba sarfeden, Anadolu’yu karış karış dolaşan bir devrimci... Türk bestecilerinin eserlerini yurtdışında tanıtan bir sanat elçisi... Solistliğini halkın müzik kültürünü arttırmaya adayan bir devlet Ana... 1996’da, İdil Biret’le birlikte, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirildi. Bu kitapta, yakın dostu gazeteci-yazar Müşerref Hekimoğlu’nun kaleminden, bu önemli keman virtüözünün fırtınalı yaşam öyküsünü bulacaksınız.
02/23
DM 02/09
Cemal Reşit Rey Unutulmaz Marşın Büyük Bestecisi Besteci, orkestra şefi ve eğitimci... Türk Beşleri’nin seçkin üyesi... Ama öyle iki eseri var ki, O’nu unutulmaz kılan... Aşılamayan marşın, 10. Yıl Marşı’nın bestecisi O... Yıllara ve bestelenen nicesine karşın, 75. Yılda da herkesin dilindeki bu marş, adeta Cumhuriyetin simgesi... Diğer yandan temsil rekorları kıran, oyuncularının sahnede bu eserle yaşlandığı “Lüküs Hayat” operetinin bestecisi... Oysa az bilinen, az seslendirilen daha nice güzel eserlerin sahibidir Cemal Reşit Rey. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca 1995’de Onur Ödülü Altın Madalyası’yla “postmorterm” olarak hatırlanan Cemal Reşit kimdi? Nasıl müzikçi oldu? Neler besteledi? Bu soruların yanıtlarını, bu kitapta müzik eğitimcisi ve yazarı Prof. Filiz Ali’nin kaleminden bulacaksınız.
Leyla Gencer Operanın Türk Divası Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi beş kadın sesinden biri... Avrupa’dan Amerika’ya en güç aryaların bülbülü... Opera sanatının doruk kurumu La Scala’yla bütünleşen bir ses... Canlı kayıtlarından üretilen korsan CD’lerin kapışıldığı bir önemli opera belgesi, bir tarih O... Sadece olağanüstü icracılığı, ses ve sahne gücü değil, eğiticiliğiyle de unutulmayacak bir sanatçı... Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca 1994’de Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirildi. Bu kitapta gazeteci-yazar Zeynep Oral’ın kaleminden Leyla Gencer’in 45 yılı aşan çok renkli meslek yaşamının öyküsünü bulacaksınız.
02/24
DM 02/10
İlhan Usmanbaş Yeninin Peşindeki Bağdar Çağdaş Türk kültürüne çok yönlü hizmeti geçmiş bir müzikçi... Sınırları zorlayan, aşan, Batı’dan çok ses getiren, yurtdışında en çok ödül alan bestecimiz... Kendi yolunu özgürce seçti ve anlayışından, yaklaşımından hiç ödün vermedi. 20’nci yüzyıl müziğinin ülkemizdeki en önemli temsilcisi. 1993’te Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın Onur Ödülü Altın Madalyası’nı yaşarken alan genç besteci oldu. Bu kitapta müzik yazarı Evin İlyasoğlu’nun kaleminden Usmanbaş’ın yaşamını ve kendisiyle yapılmış iki öğretici söyleşiyi bulacaksınız.
Necil Kazım Akses Cumhuriyetin Özgün Bestecisi Türk Beşleri’nin en genciydi... Çoksesli-evrensel Türk sanat müziğini, yoğuran, biçimlendiren ve günümüze ulaştıran önderlerden biriydi. Atatürk’ün müzik devrimi çabasına bir nefer gibi katkıda bulunmaya çalıştı. Besteciliğinin ötesinde yönetici, eğitimci ve temsilcilik özellikleriyle, Cumhuriyet coşkusunun bir anıtı gibi hep dimdik ayakta kalmayı başardı. Ülkemizin en önemli ve anlamlı müzik ödülü olan Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası’yla 1993’te ödüllendirildi.
Ahmet Adnan Saygun Çokseslilik Meşalesi Ahmet Adnan Saygun, çoksesli Türk sanat müziğinin ulu çınarıydı. Atatürk’ün müzik devriminin gerçekleşmesi, kökleşmesi, kurumlaşması doğrultusunda, besteci, eğitimci ve müzikbilimci olarak öncülük yaptı, son nefesine kadar hizmet verdi. Çağdaş-evrensel çoksesli Türk sanat müziğine, kişiliği, uğraşları ve ürünleriyle damgasını vuranlardan biri oldu. 1990’da ülkemizin en önemli müzik ödülü sayılan Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü altın Madalyası ile ödüllendirildi. Bu kitapta, Türk Beşleri’nin bu unutulmaz üyesi bestecimizle ilgili olarak yetkin kişilerce yazılmış yazıları bulacaksınız.
02/25
DM 02/11
Ulvi Cemal Erkin Duyuşlar’dan Köçekçe’ye Türk Beşleri’nin en duygulusu... Yapıtlarında hep duygusallık egemen oldu. Cumhuriyet dönemi ilk kuşak bestecilerimizin en lirik olanıydı, kuşkusuz... Halk müzikleri ve eski makamsal müziğimizden esintileri, duygusallığıyla bütünleştirince ortaya kolay unutulmayacak yapıtlar çıktı. Dans rapsodisi “Köçekçe” adeta çoksesli ulusal müziğimizin öncelikli simgesi haline geldi. 1991’de Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirildi. Bu kitapta öğrencilerinden, viyola sanatçısı, orkestra şefi Prof. Koral Çalgan’ın kaleminden Erkin’in yaşam öyküsünü, hakkında yazılanlar ve eserleriyle ilgili ayrıntıları bulacaksınız.
Cevat Memduh Altar Müzik Eğitiminin Şövalyesi Cumhuriyet döneminin unutulmaz müzik tarihçesi, eğitimcisi ve yazarı... Dört ciltlik “Opera Tarihi” kitabı, konusunda halen ülkemizin en önemli kaynağı. Pek çok kurumda öğretmenlik ve yöneticilik yaptı, müzik tekniklerini öğreten yabancı kaynakları dilimize çevirdi... Cumhuriyet dönemi müzik kültürümüzü yabancı ülkelerde tanıtan sayısız bildiri hazırladı, konferanslar verdi. Kısaca Altar, Atatürk’ün müzik devriminin yerleşip kökleşmesi için, bu yapının temellerine harç koyan bir nefer, her türlü engele karşı cesaretle karşı koyan bir şövalyeydi. Hizmetleri nedeniyle 1989’da Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası ile ödüllendirildi. Bu kitapta Dr. Erdoğan Okyay tarafından derlenen Cevat Memduh Altar’dan seçme yazıları bulacaksınız
02/26