SUNUŞ
Haziran, 2012
Değerli Okurlarımız, Dolu dolu geçirdiğimiz bir konser sezonunun daha sonuna geldik. Bu sene gerek CSO, Bilkent gibi senfoni orkestralarının verdiği konserlerde salonların tıklım tıklım dolması, gerekse festivaldeki her etkinliğin ilgi görmesi; Ankara’daki müzikseverlerin farkını bir kez daha ortaya koydu. Ankara’lı müzikseverlerden beklentimiz; bu ilgiyi her daim canlı tutmaları ve başta çocuklar olmak üzere herkesi buna yönlendirmeleri. Böylelikle müzik sevigisi kazanan her yeni insan, şimdi ve gelecek için yeni bir ışık potansiyeline dönüşecek… Ve şüphesiz ki karanlıktan aydınlığa geçişi sağlayacak olan en güçlü araçlardan biri yine müzik olacak. Vakfımızın kuruluşunun 40, Uluslararası Ankara Müzik Festivalinin ise 30. yılı için düzenlediğimiz Beste Yarışmasının duyurusu bu sayımızda. Ayrıca, Deniz Demirci’nin “Elisso Bolkvadze Piyano Resitali” yazısını ve Koray Ilgar’ın “Paul Griffith: Senfoni” başlıklı çevirisini okuyabilirsiniz. Saygılarımla, Bahar Gökçeli Editör SCA MÜZİK VAKFI
06/01
DUYURULAR D 06/01
ÖNEMLİ DUYURU
MÜZİK DOSYASI ELEKTRONİK ORTAMDA DEĞERLİ MÜZİK DOSYASI OKURLARI Daha önce de ilan edildiği üzere, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın aylık Müzik Dosyası’na, Ocak 2011 tarihinden bu yana elektronik ortamda, Vakfımızın web sitesinden de (www.andmuzikvakfi.com) ulaşılabilmektedir. Bunun yanı sıra, Müzik Dosyası, basılı olarak çok sayıda adrese gönderilmekteydi. Bundan sonra da bu dosyayı, hem elektronik ortamda hem de basılı olarak yayımlanmayı sürdüreceğiz. Ancak çevresel endişelerle kâğıt kullanımı ve posta giderlerini sınırlandırmak için, ÖNÜMÜZDEKİ AYLARDAN BAŞLAMAK ÜZERE, BASILI YAYINIMIZ, SADECE, BU YÖNDEKİ TALEBİNİ VAKFIMIZA İLETENLERE POSTAYLA GÖNDERİLECEKTİR. Müzik Dosyası’nın basılı olarak adreslerine gönderilmesini isteyenlerin, Haziran ayı sonuna kadar, Gerekli durumlarda adreslerini de güncelleyerek, telefon, mektup, e-posta ya da fax ile SCAMV sekreteryasına bilgi vermelerini özellikle rica ederiz. Telefon 0312 427 08 55 / 11-12 Fax 0312 467 31 59 E-Mail info@andmuzikvakfi.com
06/02
D 06/02
12. Afyonkarahisar Uluslararası Jazz Müzik Festivali Tarih, saat Etkinlik Yer 04 Haziran 2012 Açılış Konseri Anemon Otel Pazartesi 21:00 Veronika VitovaQuintet 04 Haziran 2012 Petr Kalfus Trio Anemon Otel Pazartesi 23:00 05 Haziran2012 Petr Kalfus Quartet Millet Hamamı Bahçesi Salı 21:00 05 Haziran2012 Lukas Kytnar Trio Millet Hamamı Bahçesi Salı 22:30 06 Haziran 2012 Mark Aanderud Trio Millet Hamamı Bahçesi Çarşamba 21:00 06 Haziran 2012 Filip Gondolan Trio Millet Hamamı Bahçesi Çarşamba 21:00 06 Haziran 2012 Kara Kuvvetleri Komutanlığı Çarşamba 21:00 Armoni Mızıkası Millet Hamamı Bahçesi Türkay Caz Orkestrası solist, Veronika Vito 07 Haziran 2012 Çagatay Akyol Arp Anemon Otel Perşembe 21:00 08 Haziran 2012 Nülü-fer verdi Millet Hamamı Bahçesi Cuma 21:00 08 Haziran 2012 Tomas Jochmann Trio Ali Çetinkaya Tren Garı Cuma 22:30 09 Haziran 2012 Evvel Zaman Quartet Afium Açık Hava Konseri Cumartesi 20:00 09 Haziran 2012 Filip Gondolan Sesion Band Afium Açık Hava Konseri Cumartesi 21:00 09 Haziran 2012 Arzu Akcay ve Turkey Cazz Band Afium Açık Hava Konseri Cumartesi 22:00 10 Haziran 2012 Koyu Beyaz Quartet Afium Açık Hava Konseri Pazar 21:00 10 Haziran 2012 Kapanış Konseri Afium Açık Hava Konseri Pazar 22:30 Pop ve Caz Eski 45 likler Gecesi Disc Jokey - Atilla Özenç 06/03
VAKIFTAN HABERLER VH 06/01
SEVDA - CENAP AND MÜZİK VAKFI BESTE YARIŞMASI Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın kuruluşunun kırkıncı, Uluslararası Ankara Müzik Festivali’nin de otuzuncu yılını kutlama amacıyla bir beste yarışması düzenlenmiştir. Bu yarışma TC yurttaşı bütün bestecilere açıktır. Yarışma Jürisi, İlhan Usmanbaş’ın başkanlığında, Gürer Aykal, Yalçın Tura, Rengim Gökmen, Bujor Hoinic, Turgay Erdener, Hasan Uçarsu ve Işın Metin’den kuruludur. Yarışmaya sunulacak bestelerin, klasik senfonik orkestra kadrosu için yazılmış, yaklaşık 12-20 dakikalık bir eser olması beklenmektedir.
Verilecek ödüller şunlardır: Birinci Ödül: 12.000 TL ve 30. Uluslararası Ankara Müzik Festivali açılışında seslendirme. İkinci Ödül:10.000 TL ve 30. Uluslararası Ankara Müzik Festivali kapanışında seslendirme. Üçüncü Ödül: 8.000 TL Özendirme ödülü: 5.000 TL Özendirme ödülü: 5.000 TL Yarışma koşulları, süreler ve diğer bilgiler yarışma şartnamesinde yeralmaktadır. Bu şartnameye SCAMV’nin web sitesinden ulaşabileceği gibi Vakfın, Tunalı Hilmi Cad. 114/43 Kavaklıdere,Ankara adresindeki sekretaryasından da temin edilebilir.
06/04
VH 06/02
ÖZEL SEVDA-CENAP AND MÜZİK KURSU
PİYANO – GİTAR – KEMAN ÇELLO – FLÜT – ŞAN – SOLFEJ YAZ DÖNEMİNDE KAPANMIYOR! YOĞUNLAŞTIRILMIŞ YAZ KURSU 4 HAZİRAN – 31 TEMMUZ TARİHLERİ ARASINDA OLACAKTIR. ÖZEL YAZ FİYATI 4 DERSLİK İNDİRİMLİ PAKET 216 TL ÖZEL YAZ FİYATI 8 DERSLİK İNDİRİMLİ PAKET 360 TL Adres: Tunalı Hilmi Cad. 114 / 48 - 49 Kavaklıdere (Kuğulu Pasajı Karşısı) Tel: 466 44 27 * 427 08 55
06/05
VH 06/03
CSO’da Protokolsüz Gün 12 Mayıs Cumartesi günü CSO’da protokolsuz bir gün yaşandı. Sevda -Cenap And Müzik Vakfı organizasyonu BİRLİKTE SÖYLEYELİM koro çalıştayı çok renkli geçti. Koro şefi Cihan Can’ın planladığı etkinlikte SCA Müzik Vakfı Kadınlar Korosu, Rotary Farkındalık Korosu, Empati Vokal Topluluğu, Allegria Oda Korosu, Gazi Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü 1. Sınıf Öğrencileri Korosu, Güzel Sanatlar Lisesi Korosu şarkı söylediler, salondakilere söylettiler. Bir izleyicinin Çağdaş Çalıkuşu diye nitelediği Cihan Can tek bir amaç uğruna, müzik için toplamıştı Ankaralıları bir araya. ODTÜ Senfoni Orkestrası şefi Umut Asil’in interaktif gösterisinin çok büyük alkış aldığı çalıştayda, Eryamanlı ilköğretim öğrencilerinin mini konseri ve müzik sevgisi güne damgasını vurdu.
06/06
JMI HABERLERİ JH 06/01
2012 JMI FAALİYETLERİ 21 Ocak 2012, Cumartesi Özel SCA Müzik Kursu Öğrencileri Konseri Yer: SCA Müzik Kursu Saat: 19.30 25 Şubat 2012, Cumartesi Özel SCA Müzik Kursu Öğrencileri Konseri Yer: SCA Müzik Kursu Saat: 19.00 04 Mart 2012, Pazar Özel SCA Müzik Kursu Öğrencileri IX. Czerny Yarışması Yer: SCA Müzik Kursu Saat: 11.00 17 Mart 2012, Cumartesi Özel SCA Müzik Kursu Öğrencileri Konseri Yer: SCA Müzik Vakfı Saat: 19:00 21 Mart 2012, Çarşamba Bahar Konseri Yer: Başkent Üniversitesi Özel Ayşe Abla Okulları Konser Salonu Saat:12.00 09 Nisan 2012, Pazartesi 29.UAMF (Music Masters On Air – Salih Can Gevrek Piyano Resitali) Yer: RHM Konser Salonu Saat: 20.30 15 Nisan 2012, Pazar 29.UAMF (Hollanda Gençlik Korosu) Yer: Bilkent Konser Salonu Saat: 18.00 18 Nisan 2012, Çarşamba
29.UAMF (Amman Arap Dörtlüsü) Yer: RHM Konser Salonu Saat: 20.30 19 Nisan 2012, Perşembe Jeuneses Musicales International Bahar Buluşması Ara Dönem Toplantı ve Workshopları Yer:Ramada Otel 23 Nisan 2011 Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve 1000 Çocuk Korosu Konseri Yer: Çankaya Belediyesi Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu 26 Nisan 2012, Perşembe 29.UAMF (Pagagnini) Yer: MEB Şura Salonu Saat: 20.30 02 Mayıs 2012, Çarşamba Özel SCA Müzik Kursu Öğrencileri Konseri Yer: SCA Müzik Vakfı Saat: 18.30 12 Mayıs 2012, Cumartesi Özel SCA Müzik Vakfı Kadınlar Korosu Birlikte Söyleyelim Çalıştayı Yer: CSO Konser Salonu Saat: 13.00-19.00 12 Mayıs 2012, Cumartesi Özel SCA Müzik Kursu Öğrencileri Konseri Yer: SCA Müzik Vakfı Saat: 19.00
06/07
MÜZİKSEVERİN KÖŞESİ MK 06/01
Prof. Betil Başeğmezler Uluslararası Lionel Tertis Viyola Yarışmasında Jüri Üyesi 1876-1975 yılları arasında yaşayan İngiliz viyolacı Lionel Tertis adına, 1980 yılından beri düzenlenen uluslararası viyola yarışmasının XI’ncisi, 16-23 Mart 2013 tarihlerinde, Isle of Man’de yapılacak. Christopher Yates’in başkanlığındaki jüride, Lionel Tertis Vakfı’nın onursal başkanı Yuri Bashmet’in ve ayrıca dört ülkeden (Fransa, ABD, Çin, Birleşik Krallık) tanınmış viyola ustalarının yanında Türkiye’den de, uzun yıllar Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının viyola grup şefliği ve Ankara Devlet Konservatuarında öğretim üyeliği yapmış olan Prof. Betil Başeğmezler yeralıyor. Betil Başeğmezler yedi yıldan beri yapılan Uluslararası İznik Viyola Kampı’nın da kurucusu ve yöneticisidir. Birincinin, 7000 İngiliz lirası ödülün yanısıra Londra’da bir resital verme ve Londra Filarmoni Orkestrası eşliğinde çalma olanağını kazanacağı yarışmada, Tertis Vakfı’nın vereceği üç ödül dışında başka ek ödüller de dağıtılacak. Katılma koşulları, diğer ödüller ve başvuru formu için adres: http://www.erinartscentre.com/events/tertis.html
VAKIFTAN YENİLENMİŞ İKİ KİTAP
06/08
MK 06/02
Paul Griffiths: Senfoni Çeviri: Koray Ilgar Senfoni(Fr. Symphonie, Alm. Symphonie, İt. Sinfonia). Geleneksel olarak dört bölümden oluşan önemli bir orkestral kompozisyon türüdür. Senfoni terimi ya bireysel bir örnek ya da jenerik olarak (Romantik Senfoni) kullanılmaktadır. Aynı sözcük, repertuarında bu tür eserlere (örn. Boston Senfonisi) sahip olan bir orkestra anlamına da gelir. 1760 yılı civarında ortaya çıkan ve 20. yüzyılda patlak veren iki dünya savaşının çifte felaketini güçlükle atlatan büyük senfoni besteciliğinin öncesi ve sonrasında, senfoni terimi farklı biçimlerde kullanılmıştır: Handel’in oratoryolarının ara müziği işlevi gören senfonileri vardır, ancak Galina Ustvolskaya’nın senfonileri, senfonik literatürdeki eserlerin hiçbirisine benzemez. (Senfoni teriminin daha önceki dönemlerde kullanılmış olan diğer anlamları için “SYMPHONIA” maddesine bakınız). Senfoni, konser yaşantısında Beethoven’dan bu yana büyük ölçüde müzik olarak opera ya da şarkıdan daha üstün olan ve sözlere gereksinim duymayan, ciddiyeti ve dışarıya karşı gösteriş yapmaktan kaçınan ağırlığı ile birlikte konçertoyu aşan bir müzik türü olarak, boyutu dolayısıyla da yaylı dörtlü ile sonatı geride bırakan üstün bir biçim olarak görülmüştür. Bu görüş kuşkusuz tartışmaya açıktır: örneğin, yaylı dörtlüler ile operanın kalitesizliği hiçbir şekilde açık değildir. Bunun yanında, Berlioz ve Mahler’in de yaptığı gibi, senfoninin Beethoven’dan opera, şarkı ve konçertonun birleştirici unsurlarına doğru farklı bir yol çizen başka bir tarihçesi daha vardır. Yine de, senfoni kendi aurasını korumuştur. Konçerto, zamanında aşağı yukarı bugünkü biçimi kadar yerleştiğinde, senfoni, 1870’lı yıllarda, yani 19. yüzyılın ikinci yarısında son evresinin doruk noktasındaki deneyimi olan muntazam yerini tek başına elde etti. Stravinski’nin Do Majör Senfoni’si ya da Şostakoviç’in 9. Senfonisi gibi ortaya büyük iddialar koymayan sonraki senfoniler az sayıda ve etkileyicidir. Senfoniler büyük söylemli olmalıdır ve hatta Liszt ve Berio gibi herhangi bir senfonik geleneğe uzak olan besteciler bile senfoninin üslubunu bu ışık altında kabul etmişlerdir. Ancak bu durum, senfoninin nasıl ortaya çıktığı ve Beethoven sonrası düşüncenin kaçınılmaz olarak 18. yüzyıl senfonisinin çarpık izlenimlerine sahip olduğu anlamına kesinlikle gelmez. En çok beğenilen, yorumlanan ve kaydı yapılan eserler, yalnızca Haydn’ın erken dönem senfonilerini değil, aynı zamanda Klasik dönem ve hemen öncesinin diğer bazı senfoni bestecilerini de gölgede bırakan Haydn ile Mozart’ın sonraki dönemlerine ait başlıca senfonileri Beethoven örneğine yakın olanlardır. Haydn 1757 yılı civarında ilk senfonilerini yazdığı zaman, bu form çeyrek yüzyıldır uyanmaya başlamıştı ve bunun ön tarihçesi de, Alessandro Scarlatti hızlı-yavaş-hızlı biçiminde üç bölmeli yeni bir çeşit uvertür ortaya koyduğunda 1687’ye kadar uzanıyordu. Bu uygulama, 18. yüzyıldaki uvertürler için standart bir kalıp haline geldi ve uvertürler, o dönemin soylu çevrelerinde yaşanan özel aşk ilişkilerine malzeme sağladı. Aynı üç bölmeli formda ve özellikle konser kullanımı için yazılmış bilinen en erken senfoni,
06/09
MK 06/03
Viyana ve Paris’teki diğer bestecilerin de zaman içinde kendisini izlemiş olduğu Giovanni Battista Sammartini tarafından 1732 yılında, Milano’da bestelendi. Senfoni türünün erken tarihçesinde yer alan önemli bir başka olgu da, İtalyan besteci Jommelli’nin renk ve devinim canlılıklarıyla ünlü opera uvertürleriydi. Ancak erken dönem senfoninin başlıca araştırma deneyliği, Johann Stamitz’in 1740’lı ve 1750’li yıllarda dört bölümlü etkileyici senfonilerini yarattığı Mannheim sarayındaydı. Haydn ilk senfonilerini Stamitz’in öldüğü yılda ya da ona yakın bir zamanda bestelemiştir. Tek başına durmak şöyle dursun, Cannabich, Filtz, Beck, Parisli Gossec, Londralı Bach ( Johann Christian), Viyanalı Ordonez, Leopold Hoffmann, Dittersdorf ve Wanhal’i de içine alan ikinci kuşak Mannheim bestecilerini de kapsayan sıradışı yeni bir kuşağa ait tüm bu isimler 1730’lu yıllarda doğmuştur. Bu bestecilerin gençlik dönemlerinde yazdıkları senfonileri, Hoffmann’ın öncülük ettiği düşünülen ve çok ender rastlanan ağır bir girişle birlikte üç ya da dört bölümden oluşuyordu. Orkestraları, yaylı çalgılar topluluğundan ilk önce Sammartini’nin uyguladığı obua ve korno artı sürekli bas gruplarına doğru genişlemeye başlamıştı: Re Majör tonundaki eserler için fagotlar düzenli olarak, flütler ara sıra, trompetler ile timpani de nadiren eklenirdi. Haydn’ın bu dönemdeki senfonileri, kendisinin ve çağdaşlarının kullandığı standart biçim haline gelen formun yanısıra (sonat allegrosu’na geçen ağır giriş, ağır bölüm, menuet-trio ve final bölümü – Haydn’ın ilk kez 15. Senfoni’sinde kullandığı bir şemadır), menuet’in birinci (5, 11, 15 ve 21 numaralı senfoniler) ya da ikinci (25 numaralı senfoni) sırada yer aldığı ağır bölümlü kalıpları, programlı senfonileri (6-8 numaralı senfoniler) ve obuanın yerine korangle kullanıldığı eserleri (22 numaralı senfoni) ya da korno dörtlüleri (13 ve 31 numaralı senfoniler) gibi solist çalgıların yer aldığı eserleri de içeren çeşitli ve değişik olanakları keşfetmiştir. Haydn’ın büyük çapta yaygınlık kazanan senfonileri, çağdaşlarına meydan okudu ve kendisinden yaşça daha genç olan meslektaşları arasında ilgi ve hayranlık uyandırdı – özellikle de küçük Sol Minör ile 29. La Majör adlı ilk önemli senfonileri 1770’li yılların ortalarına tarihlenen Mozart’ın üzerinde. Haydn gerek Esterhazy ailesine mensup hamileri için, gerekse de Paris’te (82-87 numaralı senfoniler, 1785-1786) ve Londra’da (93-104 numaralı senfoniler, 1791-1795) yeni yeni düzenlenmeye başlanan halka açık konserler için yılda iki ya da üç senfoni bestelemeyi sürdürdü. Senfoninin yükselişi halka açık konser verme uygulamasıyla birlikte hız kazandı ve Haydn’ın, aralarında Cannabich ile Gossec’in de olduğu birkaç çağdaşı da, bu karşılaştırmalı olgunluk yılları içerisinde güçlü bir şekilde etkindi. Mozart’ın Paris (No.31, 1778), Linz (No.36, 1783), Prag (No.38, 1786) ve Viyana’daki (No.38-41, 1788) konserler tarafından ya da bir serenadı temel alarak yeniden müzik düzenlemesi yapmak arzusu tarafından güdülenen senfonileri daha farklı ve özeldi. Yaylı dörtlülerinde olduğu gibi, neredeyse büyük akranının keşfetmiş olduğu bir kuşak içerisinde Mozart, alışılmadık bir biçimde tedbirli davranmak ihtiyacı hissetmiş olabilir. Ancak bunu daha lirik ve muhtemelen de daha özel bir şekilde sürdüreceği kendine özgü tarzını buldu. Haydn’ın son senfonileri Mozart’ın ölümünden sonra ortaya çıktı. Ancak bundan böyle Viyana’da Beethoven adında yeni bir genç meslektaşı daha vardı. Az sayıdaki istisnalarla
06��� /�� 10
MK 06/04
birlikte Beethoven, tahta nefesliler, kornolar, trompetler, yaylılar ve timpani ile beraber 1780 yılı civarından beri Haydn ve Mozart’a hizmet etmiş olan klasik ORKESTRA için yazdı. Ancak, daha uzun soluklu bir açıklık üzerine kurulu bir gelişme bölümü ortaya koyan ve uygun bir bitiş etkisi sağlamak adına büyük koda genişlemelerine gereksinim duyan armonik dolaşım içindeki tını yeni, daha dolgun, daha zengin ve daha genişti. Beethoven Eroica adlı senfonisinde (No.3, 1803-1804) bütün bir Haydn senfonisi kadar uzun olan bir açılış bölümü oluşturdu. Senfoniyi daha görkemli ve nüfuz edici olmakla birlikte, doğrudan daha kişisel bir hale de getirdi. Haydn’ın senfonilerinin dinleyiciyle duyguları, imaları ve nükteleri paylaştığı yerde, Beethoven’ınkiler belirtir, gösterir ve hitap eder. Ayrıca Mozart, konser vermekle yükümlü olduğu yerde bir senfoni bestelediği zaman, Beethoven açığa vuracağı bir senfonisi olduğunda onu konser programına koymuştu. Beethoven, aynı zamanda senfonilerini bir tür döngü ve daha büyük bir kompozisyon meydana getiren bir dizi olarak değerlendiren kuşkusuz ilk besteciydi. Oysaki her eseri birbirinden farklıydı: tarifi ve anlaşılması zor 4. Senfoni (1806), son derece dramatik 5. Senfoni (1804-1808), ısrarcı açılış tasviri ve scherzo’dan final bölümüne doğru sürükleyen güdüsüyle birlikte resimsel 6. Pastoral Senfoni(1807-1808), engin ve ferah 7. Senfoni (1811-1812), özlü ve nükteli 8. Senfoni (1812), ve son olarak da eserin anafikrinin içine insancıl kutsanışın seslerini resmetmede bir eşi daha görülmemiş olan 9. Senfoni (18171823). Beethoven’ın çağdaşlarının çoğu sessizliğe büründü ya da tarihin hükmü tarafından susturuldu. Bitmemiş Senfoni’si (1822) ve Büyük Do Majör Senfoni’siyle (1825) senfonik bir ustalık sergileyen Schubert, önde gelen bir istisnadır. Kendisini takip eden daha sonraki besteciler için, Beethoven eşsiz ve kaçınılmazdı; ya yeni bir klasik anlayışla ya da vahşi bir Romantik atılımla birlikte karşılık verebilecekleri müthiş bir örnekti: bir yanda Mendelssohn’un parlak İtalyan Senfonisi (1833), diğer yanda da Berlioz’un yaşam ve ölüm tasvirli Fantastik Senfoni’si (1830). Mendelssohn’un örneği, 4. Senfoni’sinde devingen bağlantılar verip aralıksız çaldığı dört bölümü bütünleştirme yoluna giden Schumann’a bir tür yardım niteliğindeydi. Berlioz’un Romeo ve Juilette adlı dramatik senfonisinde yaptığı gibi, Liszt de edebi eserleri izleyip (Liszt’inkiler, daha sonra Berlioz’un konuları Byron ve Shakespeare’den aldığı Dante ile Faust senfonileridir) buna bir de sesleri dâhil ederek kendisini az çok Berlioz’un çizgisine yerleştirdi. Liszt’in senfonileri, 1850’lerde yok olmak üzere olan bir dönem sırasında ortaya çıktı. Ancak sonraki 20 yıl içinde senfoni bestecileri kuşağı Bruckner’in, Dvorak’ın, Çaykovski’nin ve uzun bir duraksama döneminden sonra da Brahms’ın eserleri sayesinde hayatında yeni bir başlangıç yaptı. Bu noktada, Brahms’ın gecikmesi dikkate değer niteliktedir. Onun bakış açısına göre, Beethoven’ın senfonilerinden sonra, Beethoven’ın bütünlüğüne ve zıtlıkların birleşimi içindeki derinliğine yaklaşacak hiçbir senfoni gelmemiştir. Brahms’ın 1. Senfoni’si (1855-1876), Beethoven’a karşı hem bir saygı, hem de daha sonraki üç senfonisinin çabucak takip ettiği bir nevi kurtuluş ve yeni bir başlangıç niteliğindeydi. Dvorak ve Bruckner, daha gevşek bir tarihsel zorunluluk anlayışı içerisinde kendi yönlerini buldular – Dvorak’ın ülküsünde birkaç yön, Bruckner’inkinde ise tek bir senfonik ideale giden birkaç yaklaşım vardı. Çaykovski’ye gelince, o da yüzünü Beethoven’a döndü, ancak
06��� /�� 11
MK 06/05
Beethoven’ın5. ve 6. senfonilerinde bulduğu psikolojik detay ve olay betimlemesiyle birlikte bağımsız bir biçimsel kontrol birleşimine yöneldi ve Manfred (1885) adlı programlı senfonisinin yanısıra, altı adet senfonisinin son üçünde de Beethoven’a öykündü. Bir sonraki kuşakta, Çaykovski’nin örneği, her üçü de bestecinin Romantik senfonizmin en yüksek noktasında bulunan bu başarısından çıkar sağlamış olan Rahmaninov, Sibelius ve Mahler için hayati derecede önem taşıyordu: hem şarkı niteliğinde olan, hem de duyguların sesle ifadesi rolünü üstlenen bir senfoni. Mahler’in senfonileri daha öznel olmayabilir, ancak kuşkusuz daha geniş bir işleyiş alanıyla birlikte öznellik sağlıyorlar. Hepsi bir saat ya da bir saatten daha fazla sürüyor; bazıları solo şarkılar ya da koral bölümler içeriyor ve Liszt ile Berlioz’unkilerde olduğu gibi, her hâlükârda tasarı açık bir şekilde dramatiktir. Mahler’in 3. Senfoni’si, onun Yeryüzünün Şarkısı (1907-1909) adlı eseri ile 9. Senfoni’sinin (1909-1910) son ağır bölümlerinin mizaçları ölüm temalı vedalardan olduğu için ilk örnekleri olan Çaykovski’nin 6. Senfoni’sine daha çok yaklaşmalarına rağmen, bir aşk müziği adagio’su ile sona erer. Bu sırada Sibelius, Mahler’in tamamen zıddı olan bir yöne, tümünü 7. Senfoni’sinde (1924) güçlü bir biçimde elde ettiği nesnelliğe, özetlemeye ve tek bölmeli biçime doğru gitti. Bu dönemde senfoni çıkmazdaydı. Bu duruma ilişkin iddialar, müziksel düşüncenin en yüksek belleğinin Strauss’un senfoni uzunluğundaki senfonik şiirleri ile daha sinsi bir şekilde de Debussy’nin La Mer(1903-1905) adlı eseri tarafından sorgulanmış olduğu yönündedir. Bu birçok bakımdan, Franck’ın başka bir deyişle oldukça farklı ve tek parça olan Re Minör Senfoni’sinde oluşturduğu tematik dönüşümlü üç bölmeli formu izleyen bir senfoniydi. Ancak ona bir senfoni denmezdi. Çok saygı gösterilen bir senfoninin en azından bir başlığı olabileceği ve en büyük erdem ile değerlerin artık başka yerlerde de bulunabileceğine ilişkin olanakların önünü açtı. Senfoninin Schönberg gibi son derece sıkı bir gelenekçi tarafından sergilenen kuşkusu, aynı zamanda bir sorunun göstergesidir. Mahler’in büyük bir gayretle senfonilerini yazdığı bir dönemde, Schönberg yalnızca 15 müzikçi için bir oda senfonisi (1906) yazdı. Bu, beklenmedik bir şekilde atonaliteye taşındığında bir kat daha artan bir üstlenme niteliğinde olan bir senfoni yaza geldiği kadar yakındı ve böylece Haydn’dan Mahler’e kadar uzanan senfonilere hedef ve genişlik göstermiş olan majör-minör tonlarının etkilerini geride bıraktı. Berg iki atonal senfoni besteledi ancak her ikisi de opera tarzındaydı: Wozzeck’in (1917-1922) senfoni biçiminde bestelenen ikinci perdesi ile Lulu’nun (1934) süiti. Webern oda orkestrası için iki kısa bölümden oluşan sadece bir tane senfoni yazdı (1928). İkinci Viyana Okulu’ndan uzak olan ancak onların bakış açılarını paylaşan Bartok, diğer formlarda senfonik eserler yazmayı tercih etti (Yaylılar, Vurmalılar ve Çelesta için Müzik; Orkestra Konçertosu). Senfoni geçmişten gelen bir şey gibi görünmeye başlamış ve böylesi eserleri yaratabilmişti: Prokofyev’in Klasik Senfoni’si (1916-1917), 20. yüzyıl Neo-klasisizminin ilk örneklerinden birisiydi. Ancak Neo-klasikçiler, kendilerinin seçilmiş dönem kısıtlamalarını ve hicivlerini devam ettirmekte zorlandılar. Prokofyev’in sahne eserlerinin geri dönüşümü aracılığıyla 18. yüzyıl öykünmesinden abartılı 5. Senfoni’sine (1944) doğru geçiş yaptığı sırada, esasen bir senfoni olmayan Psalmlar Senfonisi’ni (1930) yazan Stravinski bile, bu üç
06��� /�� 12
MK 06/06
bölümlü senfonisini (1942-1945) yazdığı dönemde, senfoninin sözel gücüne ve ağırlığına kapılmıştı. Böylelikle Neo-klasisizm, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda Honegger ile Şostakoviç’in senfonilerinde de rastlanacak olan yeni bir Romantizm haline geldi. Artık daha geniş bir yer olan dünyanın bu dönemindeki ekonomik bunalım, diktatörlüklerin artan gücü ve dünya savaşı gibi değişimler, elbette ki konunun dışında değildi. Stalin Rusyası’nın sanatçılar üzerindeki doğrudan baskısı ya da düpedüz el uzattıkları Nazi toprakları ile resmiyet adına yaptıkları dayatmacı çağrı, birçokları tarafından senfonizme yapılan bir çağrı olarak algılandı. Senfoni 1945’ten sonra bir süreliğine yaşamını kıl payı sürdürdü. Şostakoviç’in kafa karıştırıcı ve son senfonisi olan No.15’ten (1971) önce yazdığı 10.Senfoni’si (1953), bestecinin son gelenekçi senfonisiydi; bu aralıkta yer alanlar, gevşek programlı senfoniler (No.11-12) ile güçlü vokal eserlerdi (No.13-14).Rosenberg, Rubbra ve Tippett’in senfonik ürünlerinde (Schumann ile Henze’ninkilerde olmamasına rağmen) tamamen boş ve anlamsız olan benzer kesintiler bulunmaktaydı. Belki de bu dönemin senfonileri için görünürdeki kuşaktan dışarıya bakılmalıdır; örneğin notaların aracılığıyla elde ettiği enerji furyasına, zirveye oturmaya ve de öfke ile sessizliğin birliğine yönelik senfonik hissiyatı ile birlikte Barraqué’nin audeláduhasard başlıklı eserine bakmak gerekir. Gerhard’ın senfonileriyle Lutoslawski’nin 2. Senfonisi, daha gelenekçi bir senfonik üslup içinde dönemin aşırı derecede bozuk ve rahatsız edici müzik dilini kullanma konusundaki dikkate değer nitelikteki eserler konumundayken, 1960’lı yıllarda hiçbir senfoni yazmayan bir diğer besteci olan Ustvolskaya, senfonik gelenekle yapılabilecek çok az şeye sahip olan eserlerin dönemini devam ettirdi. Geç 20. yüzyılın büyük senfonileri Rus besteciler tarafından yaratıldı, ancak senfonik eserleri senfonik kapsam dâhilinde olan Birtwistle başta olmak üzere diğer besteciler tarafından da büyük senfoniler yazıldı. Post-modern senfoniye gelince, o da en üstün örneğini ilk elde alıntılardan oluşturulmuş bir ara bölüm esnasında Mahler’in 2. Senfoni’sinden Scherzo bölümünün çalınıp gözler önüne serildiği, seslerin ve çalgıların günümüzden ve zamanın başlangıcından bu yana çağıldamakta olduğu Berio’nun Sinfonia’sında (1968-1969) buldu.
Kaynak: GRIFFITHS, Paul. The New Penguin Dictionary of Music, Copyright, Paul Griffiths, 2004. First Published2004, PenguinBooksLtd, Printed in EnglandbyClaysLtd, St. Ivesplc.(ss. 789-792) Paul Griffiths’inSenfoni maddesi için yararlandığı kaynaklar: Robert Simpson (Ed.), The Symphony, 2 Vols. (1967) Michael Steinberg, The Symphony (1995)
06��� /�� 13
MK 06/07
Elisso Bolkvadze Piyano Resitali Deniz Demirci Ankara da 29. Uluslararası Ankara Müzik Festivali tüm Nisan ayı boyunca devam etti ve müzik severleri adeta bazı programlar büyüledi. Değişik müzik türlerinin yer aldığı Festival bu yıl çok etkileyiciydi. Festivalde 16 Nisan akşamı Resim Heykel Müzesi’nde duyulan tınılar Elisso Bolkvadze ‘nin piyanosundan geliyordu. Gürcü sanatçının elleriyle yüreği arasındaki uyum, izleyenleri her yeni eserde hayrete düşürdü. Yorumlarında, zarafet, zekâ ve dengeyi şaşırtıcı bir biçimde bir araya getiren virtüöz Bolkvadze (1967) çalışında yılların tecrübesi fark ediliyordu. Sanatçı programına yenilikçi büyük besteci Ludvig van Beethoven Fırtına-Tempest adıyla anılan Re minör Piyano Sonatıyla başladı. Bu sonatı Shakespeare’in oyunundan esinlenerek yazdığını iddia edenler vardır. Üç bölümden oluşan bu sonatın en sevilen ezgisi 3. bölümdedir. Sanatçı resitaline piyano müziğinde yepyeni bir üslubun yaratıcısı olan Frederick Chopin’nin 4 No’lu Ballade ile devam etti. Ortaçağda danslara eşlik eden şiirlere balâd deniyordu. Chopin’in 1835- 42 yılları arasında bestelediği balâdlar melodi zenginliği ve işleniş itibariyle en olgun yapıtları arasındadır. Ayrıca Chopin italyanca şaka anlamına gelen scherzoyu bağımsız bir parça olarak düşünmüş, onun izinden giden birçok besteci de canlı, şakacı karakterde bağımsız scherzolar1 yazmışlardır. Çalışmalarını Tiflis ve Paris’te sürdüren sanatçı, aradan sonra programına Fransız besteci Claude Debussy’nin L’lsle joyeuse ( Zevk Adası) ve Etude No: 11 Pour les Arpèges composés 1
Genelde kısa, şakacı nitelikte müzik parçalarına scherzo denilmektedir.
06��� /�� 14
MK 06/08
(Bileşik Arpejler için Etüd) eserleri ile devam etti. Debussy’i de yenilikçi olarak tanımlamak yanlış olmaz. Bir ara, ressam olmaya heveslenen dahi besteci müzikten kopamayacağını anlayınca Chopin’in öğrencilerinden Mauté de Fleurville ile çalışmaya başlar. Debussy çağının ünlü edebiyat, resim ve müzik kişileriyle tanışarak aralarına katılır. Fransız sanatına eğilerek onların ışığında önemli besteler yazmıştır. Besteleri anlatım yönünden çağındaki empresyonizm2 akımının öğretilerine dayanır ve yeni armoni buluşlarını beraberinde getirir. Debussy’nin resitaldeki çalınan bağımsız piyano parçasına dönecek olursak şair Verlaine ve ressam Watteau’nun tablolarından esinlenerek sevgilisi Emma ile bir süre kaldığı Jersey adasında yazdığını söyleyebiliriz. Gürcü piyanist, konserin bitiş parçasını Rus klasiklerinin geleneklerine bağlı, stil özellikleriyleyse 20. yüzyılın ilerici akımlarını yansıtan besteci Sergey Porkovief ’ten seçmişti. Bestecinin 2 no’lu Piyano Sonatını yorumladı. Re minör tonundaki bu sonat etkili ve berrak temalar içerir. Birinci bölümde bu temaları yeterince duyarız. İkinci bölüm, şeytani bir kurguya sahip şakacı bir scherzodur. Üçüncü ağır bölümden sonra son bölümde ise gene şakacı bir havada ilk bölüme göndermeler vardır. Repertuarını doygun ve zengin seçen, çok başarılı bulunan piyanist Elisso Bolkvadze’ye o akşam doyamadık doğrusu. Üçüncü alkışa dayanamayan sanatçı bis olarak Chopin’in Etüd çalarak resitalini bitirdi. Çağımızın değerli virtüozlarından Bolkvadze’yi Fransa’nın klasik müzik kanalı olan Mezzo’dan değil de Ankara’daki canlı bir konserinde izlemek gerçekten çok keyifliydi.
2
Empresyonizm, önceki dönemde sanatın tabiattan bir yansıma olması, tabiatı olduğu gibi vermesi tutumuna karşı tabiattan alınan izlenimlerin (intibalar) verilmesidir.
06��� /�� 15
MK 06/09
SANATA EVET Oğuz Özlem Ankara Devlet Bale Sanatçısı Dünyada sanatsal etkinlikler yoluyla patronlar, şirketler ve holdingler kendilerini topluma yansıtmada ve de ürünlerini pazarlamada olagelen tanıtımlarını bir tarafa bırakıp sanat ve sanatçıya yöneldiler. Dünya futbol şampiyonası, Dünya olimpiyatları vs. gibi büyük organizasyonlar hep ama hep gerçek sanatçılarla ve sanat topluluklarıyla açılışlarını yapıyor. Dünyada ekonomik bir kriz olsa bile sanata olan ilgi dur durak bilmiyor. Amerika’da yaratıcılığın ürünü olan düzenlemelerin görkemli bilişimi olan opera ve bale sanatlarına 16 milyon kişilik ilgi zamanımızda 28 milyona çıktı. Geçtiğimiz senelerde şirketler, vakıflar, dernekler ve kişilerin bale, opera, senfoni, ulusal müze, resim galeri gibi sanatsal ve kültür gösterilerine yapılan harcamaları 6.41 milyar dolan buldu, akıllara durgunluk verecek cinste ve hızda sanata para aktarılmakta. Türk topluluğunun yaşadığı ortamın ne kadar elverişsiz olursa olsun onun olgunlaşan ve artan ince zevklerini görmezlikten gelmek artık mümkün değil. Batı anlamında klasik sanat yapan Türkiye’nin bu insanlarına geçmiş zaman aşamasında aşağılayıcı ve üzücü sözler ve yazılar yazılmış olabilir. Bunlar zamanımızda kurum ve kuruluşlarda ve de insanlarımızda bu yapılanmaya ve teşvik hareketlerine tedirginlik ve dikkatli olmaya sevk edebilir. Seneler evvel İstanbul sanat hayatında tiyatro, müzikal ve operalarda insanlarımız ceketini çıkarıp ve bağdaş kurup temsil seyreder, yanındakiyle konuşur, fındık fıstık yer, koltuk aralarında gazozcular cirit atardı. Bütün bunlar artık çok geride kaldı, insan profili çok değişti, bireyler ve toplum arabeskleşen yaşamımızdaki olumsuzluklardan kendilerini ve ailelerini kurtarmak istiyor. Tahminin çok üstünde saygın bir yeri olan işimiz aracılığı ile toplumun mutluluğu için bilinçli ve doğru anlattıkça toplum bizi sayıyor, seviyor ve benimsiyor. Artık insanlarımız sanatın bir lüks olmadığı, sanatın bilgili duyarlı, kişilikli ve sorumluluk duygusuna sahip demokratik ve laik toplumun kültürünün oluşmasında büyük katkısının olduğunun bilincinde. Türkiye’nin dört bir yanında olmasa bile anneler, babalar biz bu medeniyet ışığından nasibimizi almadık bari çocuklarımız bu ışıktan faydalansın diye varını yoğunu ortaya koyuyor. Teknolojik iletişim kaynaklan olsun, AVM’ lerdeki modern dekoratif güzellikler olsun, modern ve çağdaş yaşamın yaygınlaşması insanlarımızın dünyaya bakış açısını değiştirdi. Saf, temiz, çocuksu duygularımız geri geldi insanlarımızın bir telaş içinde geçen
06��� /�� 16
MK 06/10
zamanları şimdilerde müziğin ve sanatın doğal uyumlarıyla birleşince güzel yaşamanın, çağdaş olmanın ‘basamaklarım çabucak tırmanıp onun eğitsel ve estetik kimliğine bürünmek istiyorlar. “Sanatla iç içe olan kurum ve kuruluşların gösterilerine yer bulmak mümkün değil, gösterilen ilgiye duyarsız kalmak haksızlık. İnsanlarımızın büyüğü küçüğü herkes ölçülerindeki ve biçimindeki dengeli güzelliklerle sahne sanatlarına büyük ilgi duyuyor. Zamanımızda konserler, festivaller, yarışmalar, Opera-bale-tiyatro ve benzeri sanatsal etkinlikleri kim yaparsa yapsın, kim bu maddi manevi yükün altına giriyorsa sebebi halkın isteği, halkın merakı, halkın desteğidir. Bu tip sanatsal etkinlikleri benimsememek bir tarafa, atmak milyonlarca insanı bir tarafa itmek demektir. Dünyada çok az ülke böyle ciddi anlamda devlet kurumları olsun, özel kurumlar olsun özverili adımlar atar/Türkiye’nin bu oluşumlarına bağnaz kalmak artık mümkün değildir. Sanatın bir lüks olmadığı, sanatın boş zaman değerlendirmesi olmadığı, insanın çok yönlü gelişmesi, kendini tanıması, başkaları ile kendi arasında benzerlikleri keşfetmesi,onla düşmen olmadıklarını anlaması SANATIN birleştirici kültürüyle sağlanıyor. Bu görevi en üst seviyede yapan Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve Orkestralarıdır. Onların Anadolu’nun dört bir yanma dağılmış Müdürlükleri kısıtlamalara ve birçok imkansızlıklara rağmen repertuar ve program zenginliği, Uluslararası yarışmalar festivaller turne konserleriyle topluluğumuzda kurumsal bir ayrıcalık yaratıyor. Normal ölçülerde bir Türkiye haritasına bakıldığı zaman bu sanatsal ve kültürel farklılık (Rusya hariç) hatta komşularımızın komşularıyla olan bu farklılık insanın gözünü kamaştırıyor. Zamanımızda belki bu ilgiyi, coşkuyu, bu güzellikleri sahnelerinde ağırlayacak bu lezzeti tattıracak orta halli bile konser,opera salonlarımız yok ama var olan yurt dışında ve yurt içinde göğsümüzü kabartan sanatçılarımız ve sanat topluluklarımız var. Batılıların klasik tarzla eserlerini sahneye koyarken onlar kadar eserlerini iyi yorumluyoruz. Bu sanat olayında Dünya devletler sıralamasının ola gelen sıralamanın tam aksine çok önlerde olmamış. Onların bizler hakkındaki müspet olmayan düşüncelerine bir dakikalık düşünme payının sonrasında müspet bir dengede getiriyor. Bu mucizevî kültür ve sanat politikasının altın adımlarını atan ve bunun zamanımıza yansıması Yüce Atatürk’ün ileri görüşünün eseridir. Gazetelerde resimler, planlar ve demeçler “oh dünya varmış” deyip dans ettiğimiz, söylediğimiz ve çaldığımız Atatürk Kültür Merkezi artık yıkılmıyor. Eskisine sadık
06��� /�� 17
MK 06/11
kalınarak yenilenmesi sonrasında 2013 Cumhuriyet Bayramında açılışı yapılacak. İstanbul’ daki sanatçıların olduğu kadar, Türkiye’deki bütün sanatçıların mabedi. O Türkiye’nin nazar boncuğudur. Özel olsun, resmi olsun o bireylere minnet ve şükran duymamak insanlarımız için teşekkür etmemek mümkün mü? Bu devrim gibi olay sanatın eksikliğini fark etmek ve sanata evet demektir. O sahnede çok defalar dans etmiş ve yurt dışındaki sanat hayatımın görgüsü ve bilgisi doğrultusunda Atatürk Kültür Merkezidir opera binasıdır ve o amaçla dizayn edilmiştir. Orada opera, bale, tiyatro ve orkestra sanatçılarının sanat yaptığı yerlerdir ve dünyanın her tarafında bu amaçla kullanılır. Bu olmadığı takdirde ciddiyetini ve referansını kaybeder. Senelerce sürümcede kalan böyle dev bir problemin, dev bir kuruluşun katkılarıyla çözülmesi bir ilktir.Bu güzellik ve soyluluk güçlü kadın güzelliğinin bütün doğal uyumları kendinde toplandığı ve bunu da yansıttığı için daha da güzelleşmiştir. Sayın Güler Sabancı ve Sayın Ertuğrul Günay’a burada her temsilden sonra seyircilerin alkışlan bu sevgiye karşılık olacaktır. Bu sanatsal katkı furyasının konser salonlarının eksikliğine, Başkentteki opera binasının yetersizliğine yansıması en büyük arzumuz.
Teşekkür Vakıf olarak her zaman evinizde atıl durumda olan müzik enstrümanları, band makineleri, pikap, daktilo gibi müzelik parçaların alımına devam ediyoruz. Festival takipçimiz ve koltuk bağışçımız olan Neşe Haşmetoğlu 2 adet ağız mızıkasını Vakfımıza bağışladı. Bugüne dek bize güvenerek piyanosunu, elektronik piyanosunu, dairesini, devre mülkünü, notalarını, plaklarını, band makinesini, daktilosunu ve akordeonunu bağışlayan tüm hayırseverlere teşekkür ederiz. Sevda – Cenap And Müzik Vakfı
06��� /�� 18