Ekim 2013

Page 1

MÜZİK

DOSYASI

EKİM - 2013



İÇERİK 10/01

İÇERİK VAKIFTAN HABERLER

• Özel Sevda-Cenap And Müzik Kursu Yeni Sezon Kurs Kayıtlarımız Başlamıştır

BAŞKENT SANAT KURUMLARI EKİM AYI KONSER – GÖSTERİ PROGRAMI CUMHURBAŞKANLIĞI SENFONİ ORKESTRASI

5

6 9

BİLKENT SENFONİ ORKESTRASI

10

ORKESTRA AKADEMİK BAŞKENT

12

MÜZİKSEVERİN KÖŞESİ

• Maurice Ravel’in Bestecilik Özellikleri

• Klasik Müziğin Barok Döneminde...

• Klasik Müzik Çalgılarını Tanıyalım “Davul”

13 20 23

BİR KİTAP

• Kayıp Seslerin İzinde

25

10/3


10/4


VAKIFTAN HABERLER VH 10/01

ÖZEL SEVDA-CENAP AND MÜZİK KURSU YENİ SEZON KURS KAYITLARIMIZ BAŞLAMIŞTIR ÇELLO ÇOCUK KOROSU GİTAR KADINLAR KOROSU KEMAN ORFF PİYANO SOLFEJ ŞAN YAN FLÜT Yer: Tunalı Hilmi Caddesi 114/49 06700 Kavaklıdere/Ankara Telefon: 0312 466 44 27

10/5


BAŞKENT SANAT KURUMLARI BSK 10/01 BAŞKENT SANAT KURUMLARI EKİM AYI KONSER - GÖSTERİ PROGRAMI Müzik bir mucize, orkestra ile dinleyici arasında sözsüz bir sohbettir. Müzik, yaşamı sonuna kadar, tüm ruh halleriyle yansıtır. Yoğun ve zengin, yumuşak ve coşkun, katıksız hisleri sizi hemen fetheder. Canlı bir performansın eşsiz büyüsü sözcüklerle tanımlanamaz: Bunu kendiniz deneyimlemelisiniz. Haydi ne duruyorsunuz? ANKARA DEVLET OPERA VE BALESİ RİGOLETTO - OPERA 02.10.2013 Çarşamba 20:00 14.10.2013 Pazartesi 20:00 26.10.2013 Cumartesi 15:00

TOSCA - OPERA 09.10.2013 Çarşamba 20:00 23.10.2013 Çarşamba 20:00

BİR YAZ GECESİ RÜYASI - MODERN DANS 03.10.2013 Perşembe 20:00

10/6


BSK 10/02

AMAZONLAR - BALE 05.10.2013 Cumartesi 20:00 10.10.2013 Perşembe 20:00 12.10.2013 Cumartesi 20:00 24.10.2013 Perşembe 20:00

BREMEN MIZIKACILARI - ÇOCUK MÜZİKALİ 06.10.2013 Pazar 11:00 13.10.2013 Pazar 11:00 20.10.2013 Pazar 11:00

FANTASTİK - MÜZİKAL 06.10.2013 Pazar 16:00

SESLERLE ANADOLU - MÜZİKLİ GÖSTERİ 08.10.2013 Salı 20:00 20.10.2013 Pazar 16:00

10/7


BSK 10/03

ARDA BOYLARI - MODERN DANS 21.10.2013 Pazartesi | 20:00

A’DAN Z’YE - ÇOCUK MÜZİKALİ 27.10.2013 Pazar | 11:00

ARŞIN MAL ALAN - MÜZİKAL KOMEDİ 27.10.2013 Pazar | 16:00

10/8


BSK 10/04

CUMHURBAŞKANLIĞI SENFONİ ORKESTRASI

AÇILIŞ KONSERİ 4.10.2013 Cuma | 20:00 Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, 2013-2014 konser sezonunu 4 Ekim Cuma günü, Ludwig van Beethoven’in, Schiller’in şiirini metin olarak kullandığı, barış ve kardeşlik temasını işleyen korolu 9. Senfonisi ile ATO Congreisum’da açacak. Rengim Gökmen’in yöneteceği konserde solist olarak soprano Birgül Su Ariç, mezzo soprano Aylin Ateş, tenor Efe Kışlalı ve bas Tuncay Kurtoğlu yer alacak. Cemi Cem Deliorman’ın hazırladığı Devlet Çoksesli Korosu da koro partisini söylecek.

10/9


BSK 10/05

BİLKENT SENFONİ ORKESTRASI

XX. Sezon Açılış Konserleri 4, 5 Ekim Cuma, Cumartesi | 20.00 Işın Metin | şef Klara Ek soprano B. Smetana | Moldau G. Mahler | Büyülü Çocuk Kornosu No.7 “Ren Destanı” A. Dvorak | Rusalka, Ay Şarkısı A. Dvorak | Annemin Öğrettiği Şarkılar, Op.55 No.4 G. Mahler | Rückert Lied No.3 “Kayboldum Dünyadan” G. Mahler | Senfoni No.4, Sol majör L. van Beethoven | Senfoni No.2, Re majör, Op.36

11 Ekim Cuma | 20.00 Işın Metin | Şef İdil Biret | Piyano L. van Beethoven | Leonore Uvertürü No.1, Op.138 L. van Beethoven | Piyano Konçertosu No.4, Sol majör, Op.58 D. Shostakovich | Senfoni No.10, Mi minör, Op.93

10/10


BSK 10/06

25 Ekim Cuma | 20.00 Gurer Aykal | Şef Alexei Volodin | Piyano I. Stravinsky | Sirk Polkası I. Stravinsky | Piyano ve Nefesli Çalgılar için Konçerto L. van Beethoven | Senfoni No.2, Re majör, Op.36

Cumhuriyet Bayramı Konseri 29 Ekim Salı | 20.00 Işın Metin | Şef Çağ Erçağ | Viyolonsel C. Saint-Saens | Viyolonsel Konçertosu No.1, La minör, Op.33 T. Erdener | Senfoni No.1

10/11


BSK 10/07

ORKESTRA AKADEMİK BAŞKENT Prof. İhsan Doğramacı Salonu Başkent Üniversitesi - Bağlıca Kampusü

Orkestra 10. Yıl Kapanış Konseri 03 Ekim 2013 Perşembe | 19.30 N.Rota | Yaylı Orkestra için Konçerto L.Boccherini | Viyolonsel ve Orkestra için Sib Major Konçerto Solist: Ramon Jaffe (Viyolonsel) G.Verdi | Yaylı Orkestra için mi minor Kuartet

Başkent Üniversitesi III. Sanat Günleri Özel Konseri 30 Ekim 2013 Çarşamba | 19.30 Şef: Ertuğ Korkmaz Solist: Tuncay Yılmaz, Keman

10/12


MÜZİKSEVERİN KÖŞESİ MK 10/01 MAURICE RAVEL’İN BESTECİLİK ÖZELLİKLERİ Hazırlayan: Koray ILGAR Çünkü benim müziğim itaatsizlikten uzaktır. Daha doğrusu, evrimsel gelişimle gerçekleşir... Ben hiçbir zaman klasik kuralları inkâr etmedim. Aksine her zaman büyük sanatkârların yaratıcılığından ilham almaya çalıştım. Asla Mozart’tan öğrenmekten vazgeçmedim. Benim müziğim kendi temelinde, geçmişin geleneklerine dayanır ve onlardan yetişir...” Claude Debussy’nin çağdaşı olan Ravel, tıpkı Debussy gibi eserlerinde izlenimcilik akımının yaratıcı prensiplerini ifade etmiştir. Sanat hayatına Debussy’nin renkli tablolarının etkisinde başlayan Ravel, çok geçmeden kişisel stilini yaratmıştır. Ravel, besteciliğinde görülen, geleneksellikle yenilikçiliğin mükemmel kaynaşması sonucunda çok çeşitli tarzlarda (senfoni, opera, bale, piyano, vokal ve oda müziği) ünlü eserler vermiştir. Maurice Ravel’in (Fr-İsp: Maurice Ravel / Alm: Maurice Ravel / İng-Tr: Maurice Ravel, 1875-1937) müziksel yaratıcılığı, Fransız sanatının çeşitli çağdaş akımlarının etkisi altında, klasisizm ve iyimserlik kavramlarının aydınlığıyla birlikte seçkin bir konuma yükselmiştir. Ravel, iki devrin sınırında yer alan çeşitli sanatsal akımları kendi yaratıcılığıyla birleştirmiştir. Ravel bir besteci olarak kendisini şu sözlerle ifade eder: “Ben modernist bir besteci değilim.

Ravel’in oldukça çekici bir şekilde duygulara hitap eden müziği, parlak veya gizemli bir biçimde tehditkâr olabilir; ya da çoğu kez aynı anda her ikisini de yansıtabilir. Ancak müziği daima titizlik ve ustalıkla işlenmiştir. Ravel peri masallarını, uzak diyarları ve tümünü müziğine kattığı Gotik fantezilerini çok severdi. Besteci, ayrıca sanatının mekanizmasını oluşturan dans ritimlerini, eski formları, birbiriyle kesişen orkestra renklerini de çok sever ve sıkça

10/13


MK 10/02

aynı eserin, biri diğerinden altta olmayacak şekilde piyano ve orkestra için alternatif düzenlemelerini yapmaktan da zevk alırdı. Romantik izlenimcilere karşı Maurice Ravel, bir klasik izlenimci olarak gösterilebilir. Müziğinde nesnellik, öznel duyguları bastırır. Bu açıdan usta bir sanatçının alçakgönüllülüğü ve kendine güveniyle çalışmış, işçilik bakımından örnek diye gösterilen, dosdoğru, apaçık, aydınlık yapıtlar vermiştir. Daha yüksek bir düzeyde, Ravel’in müziği, Felix Mendelssohn ya da Camille Saint Saëns’ı akla getirebilir. Ravel’in müziğinde öz bakımından eksiklikler seziliyorsa da, bunlar olasılıkla, ruh hayatının karanlık köşelerini yansıtmaya kalkmamasından ileri gelir. Sonraki Fransız bestecilerinin birçoğu, farkında olsun ya da olmasın, Ravel’i örnek almıştır: Francis Poulenc, André Jolivet, Jean Rivier, hatta genç on iki notacılar. Ravel’in verdiği, öteki bestecilerin de uyduğu örnek, aydın, görgülü, iyi bir öğrenimden geçmiş, eğitimi ve görgüsüyle işçiliğinde ustalığa, hünere erişmiş bir besteci türüdür. 21 yaşına varana kadar Ravel, pek az sayıda yapıt vermiştir. Bununla birlikte, kendini amansızca eleştiren, kılı kırk yaran bir besteci olduğunu anmak, gençliğindeki verimsizliğini haklı göstermeye yeter. Ravel 20. yüzyılın en büyük bestecilerinden biri olarak tanınmadan önce, özellikle eleştirmenlerin ve akademik çevrelerin saldırılarına karşı göğüs germek zorunda kalmıştır. Besteci, Roma Ödülü (Prix de Rome) sınavında ancak ikinciliği kazanabildi. Daha sonra

birkaç kere daha aynı sınava girdi ve ikinciliği bile alamadı. Yalnız Fransa’da değil, dünyanın her yerinde eğitimciler, gerçek yaratıcıyı çoğu kez anlayamamışlardır. Ravel gibi, sanatı bilgiye ve nesnel değerlere dayanan bir yaratıcıyı bile. Ravel, Fransa’nın Bask bölgesinde, İspanya sınırında bir küçük köy olan Ciboure’da dünyaya geldi, ancak Paris’te büyüdü. Babası İsviçre’li, annesi ise İspanya’nın Bask bölgesinden olan Maurice Ravel, müziğini “devrimci” değil, “evrimci” olarak tanımlamıştır. Müzik yeteneğini ve ayrıntılara olan düşkünlüğünü babasından aldı. Detaycılığı nedeniyle besteci İgor Stravinsky onu “müziğin İsviçre saati yapımcısı” olarak nitelemiştir. Ravel, bestelerinde bir saatin parçaları gibi küçük müzik blokları yaratıp, onları birleştirerek daha karmaşık yapılar oluşturmaktaydı. Ravel 7 yaşındayken piyano dersleri almaya ve 5-6 yıl sonra da beste yapmaya başladı. Paris Konservatuvarı’nda piyano eğitimi aldı. Konservatuvar yıllarında kendilerini Apaches diye adlandıran ve düzenledikleri içkili eğlencelerle tanınan genç sanatçılar grubuna katıldı. Konservatuvarda 14 yıl boyunca dönemin en ünlü müzik eğitimcilerinden Gabriel Fauré ile çalıştı. Ravel 1901’de bestelediği Jeux d’eaux (Su Oyunları, 1901) adlı piyano yapıtında tümüyle izlenimcidir. Hatta izlenimci akımı Ravel’in başlattığı söylenmiştir. Oysa Ravel’in tüm yapıtları ele alındığında, bestecinin bu akımın ilk temsilcisi olduğu söylenemez. Onun müziği biraz anlatımcı, daha çok da geleneksel müziğe

10/14


MK 10/03

yatkındır. 1889’da Paris Konservatuvarı’na giren Ravel, Charles August de Bériot ile piyano, Émile Pessard ile armoni çalışmıştır. 20 yaşındayken bestelediği ilk yapıtları piyano için Menuet antique (Eski Menuet, 1895) ve Habanera pour deux pianos (İki Piyano için Habanera, 1895) adlı eseridir. 1897’de Gabriel Fauré’nin kompozisyon, André Gedalge’ın kontrpuan ve füg öğrencisi olan besteci, 1899’da Pavane pour une infante défunte (Ölü Bir İspanyol Prensesi İçin Pavan, 1899) adlı eserini yazmıştır. Konservatuvarın Büyük Roma Ödülü’nü kazanmak için girdiği yarışmalarda başarılı olamayan Ravel’in aldığı sonuçlar, seçici kurulun taraflı davrandığı kuşkusunu uyandırmış, tartışmalar yüzünden konservatuvar müdürü Théodore Dubois istifa etmiş ve yerine Gabriel Fauré atanmıştır. Yaşamını tümüyle bestelerine adayan, belirli bir müzik kurumunda görev al-mayan ve öğretmenlik de yapmayan Ravel’in müziğindeki şakacı, hatta alaycı tarzı büyük ilgi uyandırmış, yapıtları Avrupa’da kısa sürede tanınmıştır. Bu yolda coşkuyla karşılanan Daphnis et Chloé (Daphnis ile Chloe, 1909-12) adlı bale müziği eseri, ünlü Rus koreografı Sergei Diaghilev tarafından sahnelenmiştir. “Koreografik Senfoni” olarak tanımlanan eser, Helenistik bir romana dayanır. Ma mère l’oye (Anne Kaz, 1911-12), Valses nobles et sentimentales (Asil ve duygusal Valsler, 1911) ve La Valse: Poém chorégraphique pour orchestre (Vals: Orkestra için Koreografik Şiir, 1919-20) piyano düeti olarak bestelenmiş ve bale müziği olarak da uyarlanmıştır.

Ravel’in gençlik yıllarının Fransa’sında başlıca etki kaynakları, bir yandan Richard Wagner, öte yandan da Rus bestecilerdi. Ravel kendini Wagner etkisinden uzak tuttu. Yerine, Ruslara yanaştı. Orkestra yazısındaki Nikolai Rimsky-Korsakov etkisi, piyano yazısındaki Franz Liszt yankıları yanında ömrü boyunca görülecektir. Ravel’in tüm kişiliğini ortaya koyduğu ilk yapıtı, 1901 yılında yazdığı Jeux d’eau, Claude Debussy’nin piyano yazısında ve piyano çalış tekniğinde çığır açan yapıtlarından önce bestelenmiştir ve Debussy’nin bu parçayı dikkatle incelediği bilinir. Ne var ki Ravel’deki Debussy etkisi çok daha belirgindir. Histoires naturelles (Doğanın Öyküsü, 1906) adlı şarkı dizisinin ilk icrasından sonra eleştirmenler, Ravel’in Tanrı gibi taptığı Debussy’yi kopyaladığını ileri sürmüşlerdi. Gerçi Ravel, Debussy’yi gerçekten bir Tanrı gibi görürdü ama ondan hiçbir zaman kopya çekercesine etkilenmemiştir. Ravel’in klasikçiliği de, izlenimciliği de, orkestra yapıtlarına ya da operalarına kıyasla piyano müziğinde daha açık bir şekilde görülür. Bestecinin klasikçiliğine bir örnek, Sonatine pour piano (Piyano için Sonatin, 1903-05) adlı yapıtıdır. Bu yapıtında Ravel, klasik biçimleri, klasik öncesine, özellikle Jean Phillipe Rameau gibi, François Couperin gibi Fransız klavsencilerinin üsluplarına yönelerek işlemiştir: İki konulu ve gelişmeli bir sonat bölümü, sonra trio’su olmayan ve bu bakımdan klasik öncesi menuetto’larına yaklaşan bir “mouvement de menuet”, bir de virtüöz gösterişi amacıyla yazılmış bitiş

10/15


MK 10/04

bölümü. Yapıt, sonat kelimesine küçültme ekinin takılmasını doğrulayan, hafif, sevimli bir müziktir. Öte yandan piyona için bestelediği beş parçadan oluşan Miroirs (Yansımalar, 1904-05) adlı eseri, Ravel’in hem izlenimci yanını, hem de piyano yazısının oturmuş, kesinleşmiş biçimini yansıtmaktadır. Yapıt ayrıca, konulu müzik olmasından dolayı sahip olduğu özelliklerle, orkestra niteliklerine yaklaşmaktadır. Jeux d’eau, piyano alanında gerçekleştirildiği ve doğrudan bir izlenimcilik sergilediği halde Miroirs, senfonik şiiri akla getiren bir tutumla sunulmuş bir izlenimciliğin örneğidir. Bu yapıt olsun, Ravel’in daha önemli piyano yapıtı Gaspard de la nuit (Gecenin Gaspard’ı, 1908) olsun, Liszt’in orkestra müziğini, senfonik şiirlerini anımsatan nitelikte yapıtlardır. Nitekim Ravel’in piyano yapıtları orkestraya aktarıldıklarında etkilerinden hiçbir şey kaybetmezler. Gaspard de la nuit de piyano yazısının olgunluğu yanında, orkestralanmaya hazır olan ve bu gerekliliği açığa vuran bir müziktir. Ravel ve Debussy karşılıklı olarak birbirlerinden etkilenmişlerdir. Bu nedenle müzik tarihinde adları genellikle birlikte anılır. Her iki besteci de izlenimci ressam Claude Monet’nin tablolarından esinlenmekteydi. Ravel, Amerikan Caz’ı, Asya müziği, Avrupa halk şarkıları gibi etnik dünya müziklerinden de etkileniyordu. Shéhérazade: Ouverture de féerie (Şehrazat: Periler Üvertürü, 1898) adlı eseri, bestecinin Doğu müziklerine olan ilgisini gösterir,

ancak en çok İspanyol müziğine yönelmiştir. Ravel’in İspanyol müziği tarzındaki eserlerinden en tanınmışları Rapsodie espagnole (İspanyol Rapsodisi, 1908) ve Boléro (Bolero, 1928)’dur. Ravel in müziği söz konusu olduğunda akla ilk gelen yapıtı kuşkusuz ki Boléro’dur. Aslında bale müziği olarak yazılan, ancak sevilen bir orkestra yapıtı kimliğiyle sıkça seslendirilen Boléro’yu Ravel esprili bir dille şöyle anlatmıştır: “1928 yılında Madam Rubinstein orkestra için bir Bolero yazmamı rica etti. Bu öyle bir danstı ki, aynı formda usul usul kıpırdayan bir melodiyi, armoniyi ve ritmi içermeliydi. Ve dans, trampetin bitmez tükenmez desteğiyle sürdürülmeliydi. Değişken tek öğe, orkestranın getirdiği

10/16


MK 10/05

crescendo olmalıydı.” Bestecinin en popüler yapıtı işte bu esprili düşünceyle yazılmıştır. Boléro’nun sergilediği tatlı oyun, ya da eğlenceli deney, sonraları “durağan müzik” olarak nitelenmiştir. Çünkü dansın teması 18 kez yinelenirken müzikte değişen bir şey yoktur. İlk elde trampet, piannissimo ile ritmi verir; sonra flüt, sokak şarkısına benzeyen melodiyi takdim eder. Ravel bu melodi hakkında şöyle demiştir: “İspanyolArap halk şarkılarındaki yâve gibi...”) Melodinin her yinelenişinde yeni bir solo çalgı devreye girer. Çalgıların sayısı artıp orkestrayla bütünleşince, 17 dakika süren bu tekrarla yapıt boyunca gelişen crescendo’nun son aşamaya vardığı görülür. Boléro’nun başarısı, 18 kez yinelenen bir melodinin hiç de “sıkıcı” olmayacağını kanıtlamasındadır. Böyle zor bir deneyi ancak Ravel gibi olağanüstü bir besteci göze alabilir. Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasıyla savaş serüvenini yaşamak isteyen Ravel, çürüğe çıkarıldığı halde ısrarı yüzünden askere alınmış, ancak sağlığı elvermediği için kısa bir süre sonra sivil yaşama geri dönmüştür. Bestecinin bu konudaki ısrarı, genelde Fransız aydınlarının bir tutkusu olan “ilginç ve görülmemiş bir yaşantıyı tatmak”, “yeni serüvenlerin peşine düşmek”, “egzotik havayı solumak” isteğinin örneklerindendir. Ravel, yaşamı boyunca “değişik ve bilinmeyen ilginç şeyler”i daima araştırmıştır. Örneğin kendisi, Daphnis et Chloé’yi “18. yüzyıl Yunanistan’ının fresk resimleri müziği” olarak tanımlamıştır. Aynı şekilde, Çigan müziğinin, İspanyol müziğinin, Caz

müziğinin etkilerini yansıtan müzikler yazmıştır. Bestecinin Concerto pour piano pour la main gauche en ré majeur (Sol El İçin Re Majör Piyano Konçertosu, 1929-30) savaşta sağ elini kaybetmiş olan piyanist Paul Wittgenstein’a adanmıştır. Bu yapıtta caz etkileri görülmektedir. Ravel’in Daphnis ile Chloe adlı büyük bale yapıtında ise besteci, bu müziği “üç bölümlü koreografik senfoni” diye adlandırmıştı. Yapıt, kelimenin yerleşmiş anlamına göre aslında senfoni değildir. Fakat geleneksel bale müziği biçimlerine göre de yazılmamıştır. Buna göre de, “pas seul, pas d’action, variation, coda, vs.” gibi dans biçimlerine uygun bölümlere de ayrılmış değildir. Yapı düzeni, kesin bir ton ilintileri düzenine uymaktadır ve gerek bu açıdan olsun, gerekse tema gelişmeleri açısından olsun, senfoni karakteri taşımaktadır. Ravel bu yapıtını, büyük bir orkestra ve koro için yazmıştı. Bugün de genellikle, baştan sona değil, bütünden çıkarılmış iki ayrı süit halinde çalınır ve ikinci süit daha çok tanınır. Ravel’in iki operası vardır. Bunlardan birincisi, Fransız romancı Sidonie-Gabrielle Colette’in libretto’su üzerine yazdığı L’Enfant et les Sortiléges: Fantaisie lyrique en deux parties (Çocuk ve Büyücüler: İki Bölümlü Lirik Fantezi, 1917-25), 20. yüzyılda lirik sahne müziği için yazılmış en önemli yapıtların arasında yer alabilecek değerdedir. Ravel’in küçük bir opera başyapıtı olan bu müziği, Debussy’nin Pelléas adlı operasına karşılık düşer. Bu yapıt görünüşte bir çocuk operasıdır. Ancak

10/17


MK 10/06

çocuklara pek uygun değildir; aksine sanki derin bir gerçek, insanlık tarihinin deneyimi, zihinden silip atmakla yakalanabilircesine kendisini, dünyaya bir çocuğun gözleriyle bakıyormuş gibi gösteren bir yapıttır. Ravel’in ikinci operası ise, L’Heure espagnole (İspanyol Saati, 1907) adlı, “müstehcen” sayılmış konusu dışında, ilgi çekmeyen ve Ravel’i temsil etmeyen, tatsız bir operadır. Librettosunu yine Collette yazmıştır. Bu operada konu olarak yaramaz bir çocuğun çevresindeki hayvanlar ve mobilyalar tarafından cezalandırılması anlatılır. İlk defa 1925 yılında Monte Carlo’da sahnelenmiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ravel, bir eleştirmenin “zevk ve sefa diyarı, valsler beldesi Viyana’da seferberlik emrinin uyandırdığı kargaşalık; bir çağın bir daha geri gelmemek üzere sona erişi...” diye tanımladığı La Valse adlı eseriyle, izlenimci orkestra müziğinin en kalıcı örneklerinden birini verdi. Fakat Ravel’e dünya çapında eşsiz bir ün sağlayan eseri, onun Boléro adlı bale müziği oldu. Denebilir ki, 20. yüzyılda bestelenmiş hiçbir ciddi yapıt, Boléro’nun gördüğü ilgiyi görmemiştir. Tek bir ezginin değişen orkestra renklerinin ve sürekli bir yeğinlik artışının (crescendo) sağladığı çeşitlilik öğesine rağmen, art arda tekrarlanması ancak kendine gerçekten güvenen bir ustanın, büyük bir sanatçının göze alabileceği bir korkusuzluktur. Çağın müziğine ilgisi Ravel’i, 1920’lerde, Caz müziğiyle de ilgilenmeye yöneltmiştir. Sonate # 1 pour piano et violon (Piyano ve Keman için Sonat No.1, 1897) adlı yapıtının blues bölümü, özellikle de piyano

için konçertoları, Ravel’in müziğindeki Caz etkisinin örnekleridir. Fakat bestecinin La Valse adlı eserinde, Viyana valslerini işleyişinde olduğu gibi, konçertolarında da Caz müziği öğelerinin görülmesi, bu türlerle Ravel’in müziği arasında doğrudan doğruya bir benzerlik bulunduğu şeklinde değil, onun Vals’i ve Caz’ı izlenim yoluyla ifade ettiği şeklinde yorumlanmalıdır. Ravel ne koreografik şiirinde bir Johann Strauss, ne de konçertolarında bir Fletcher Henderson olma amacını gözetmiştir. Ravel, kendi yaşadığı dönemde çok yakın ilişkileri olan Erik Satie ile karşılaştırıldığında, teknik ve estetik olarak daha az yenilikçi bir besteci olarak değerlendirilebilir. Ravel özellikle Satie’nin Gymnopedie adlı eserinden etkilenmişti, ancak müzikte yapılacak yeniliğin akor kullanımı ve tonaliteyi sorgulamakla sınırlı olduğunu düşünmüyordu. Bütün bunlara ek olarak, o da Debussy gibi entelektüel ve sofistike bir yaklaşıma sahipti. Uzakdoğu, oryantalist etkiler ve Gamelan müziğine ilgi, Debussy’de olduğu gibi, Ravel’de de karşımıza çıkar. Besteci, izlenimci etkilerle tonaliteyi ve geleneksel normları tamamen ortadan kaldırmaktansa bu ilkeler çerçevesinde müziğini oluşturmayı hedeflemiştir. Ravel’in savaş öncesi yıllarda bestelediği Daphnis ve Chloe (1909-12) isimli senfonik şiiri, bale müziği, renk ve doku özellikleriyle birlikte farklı bir konumda yer alıyordu. Tonal hiyerarşinin ilkeleriyle tematik geliştirme ilkesini aynı şekilde koruyan özellikler

10/18


MK 10/07

sergilemekteydi. Bu arada, Ravel’in müziğindeki Gustav Mahler etkisinden de söz etmek mümkündür. Ravel, tınıların karışımından ziyade ayrıştırılmalarını doğru buluyordu. Besteci, tüm bunların yanısıra, çeşitli ülkelerin halk müziği kaynaklarına da yönelmiştir. Chansons madécasses (Madagaskar Şarkıları, 1926), koreografik şiiri La Valse’teki (1920) Viyana valslerini anımsatan ritimleri, Sol El İçin Re Majör Piyano Konçertosu adlı yapıtındaki Caz müziği unsurları ve Boléro’daki İspanyol müziği etkileri, Ravel’in bu yöndeki bu eğilimlerini ortaya koymuştur.

KAYNAKÇA KITAPLAR: BORAN, İlke; ŞENÜRKMEZ, Kıvılcım Yıldız (2010), Kültürel Tarih Işığında Çoksesli Batı Müziği, Yapı Kredi Yayınları, İSTANBUL. FINKELSTEIN, Sidney (1995), Besteci ve Ulus: Müzikte Halkın Mirası, (Çev. M. Halim Spatar), (Özgün Adı: Composer and Nation, International Publishers, N.Y., 1960), Türkçe Birinci Baskı: Ekim 1995, Pencere Yayınları, İSTANBUL. MEHTİYEVA, Naile (2003), Konser Kılavuzu: 92 Kompozitörden 267 Senfonik Yapıtın Analizleri, Bilkent Üniversitesi Yayınları, ANKARA MİMAROĞLU, İlhan (2009), Müzik Tarihi, Varlık Yayınları, İSTANBUL SAY, Ahmet (1995), Müzik Tarihi, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, ANKARA. Sözlükler: GRIFFITHS, Paul. The New Penguin Dictionary of Music, Copyright, Paul Griffiths, 2004. First Published 2004, Penguin Books Ltd, Printed in England by Clays Ltd, St. Ives plc. İnternet Sayfaları: http://tr.wikipedia.org/wiki/Maurice_Ravel, Erişim Tarihi: 21.09.2013 http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_compositions_by_Maurice_Ravel, Erişim Tarihi: 21.09.2013

10/19


MK 10/01

KLASİK MÜZİĞİN BAROK DÖNEMİNDE… Hazırlayan: Lütfü EROL Tarih içinde, klasik müziğin kendi kimliğiyle gelişkin ilk görünümüne eriştiği süreci anlatan barok evre, 1600’lerle başlayıp 1750’li yıllara kadar sürer. Bu dönem, İtalyan bestecilerin ilk opera denemeleriyle başlayıp J. S. Bach’ın ölümüyle biten dönem olarak anlaşılır. Klasik müzik, günümüzdeki şekline bu dönemde kavuşmuştur denirse hiç yanlış olmaz. Barok kelimesi Portekizceden gelir. Sözlük anlamıyla barocco “biçimsiz inci” demektir. Bu isim, bir anlamda dönemin başlangıcında resim ve heykel çalışmalarındaki değişikliklere gösterilen küçümsemenin ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. O döneme kadar garip karşılanan, bu nedenle de barok dönem ortaya çıktığında da yadırganan, beceriksizlik olarak görülen, ilginç ve uçuk eserleri tanımlamak için ilk kez 1746’da Fransız felsefeci Noel Antonio Pluche tarafından kullanır. İlginç olan, Barok döneme ait eserler veren bestecilerin bu tanımlamalarıküçümsemeleri çekinmeden benimseyerek günümüz için bile oldukça ilginç ve karmaşık sayılabilecek bir müzik yapılandırmış olmalarıdır. Barok dönemi izleyen kuşaksa müziklerinin dilini barok dönemin o karmaşık, anlaşılmaz buldukları yapısından uzaklaştırıp basitleştirmeye çalışmışlardır. Yüzelli yıllık bir sürede müziğin oldukça sıkı teknik kurallara, ölçütlere kavuştuğu, kantat, opera gibi sahne sanatlarının filizlendiği, senfonik orkestraların tohumlarının atıldığı, Vivaldi, Haendel, Bach gibi büyük bestecilerin yetiştiği dopdolu bir dönemdir bu. İşte bu nedenle Barok Dönem klasik müziğin adeta son kimliğini kazandığı dönem olarak görülebilir. Barok müzik, İtalyan bestecilerin çalışmalarından doğar, özellikle dönemin ilk yüzyılı olan 1600’lerden yaklaşık 1700’e dek onların etkisiyle gelişir. Ancak şunu da belirtmemiz gerekir ki hem J. S. Bach, hem de dönemin bir diğer önemli Alman bestecisi G. F. Haendel barok müziği İtalyanlardan almış, onu evrilterek olgunlaştırmışlardır. Dönemin müziğinde duru biçimselliğin, geometrik/matematiksel dengenin yanı sıra karşımıza karşıtlık denilen bir boyut daha çıkar ki bu o dönemin müzikte yaptığı en önemli değişikliktir. Karşıtlıkların kullanımıyla ulaşılan dengeli biçimsel anlatım dönem müziğini anlatmak için kullanabileceğimiz belki de en doğru tanımlamadır. Bu da yine geometrik/matematiksel dengeler içinde yapılıyordu. Bu yüzden barok müziği dinlediğimizde sağlam, tutarlı bir müzik duyarız. Örneğin bu dönemin usta bestecilerinden J. S. Bach’ın günümüzde bile matematikçileri uğraştıran, üzerinde ciltlerce çalışma yapma zorunluluğu duyuran yapıtları işte bu denge ve matematiksel iç tutarlılık anlayışından beslenir. Rönesans’a ait bu kavramlar Barok

10/20


MK 10/02

Dönem bestecilerinde yüksek düzeyde, artık belli bir senteze ulaşmış haliyle kendini gösterir. Bütün barok eserlerde hiç boşluk bırakmaksızın yapılan seslendirmelerle ortaya çıkan yoğun bir hareket vardır. Birçok ses, aynı anda, yoğun, dinamik bir biçimde çalınıp seslendirilir. Bu dönemde çokseslikte ciddi aşama kat edilir. Barok müziğin bir diğer özelliği de müziğin normal akışı sürerken birden sürpriz ses grupçukları ortaya çıkıvermesidir. Bu uygulama müziği rutinleşmiş bir akıştan kurtardığından çok sevilir. Müziğin alışılmış bir akışta gitmesine engel olunduğundan sıklıkla kullanılan diğer uygulamalarsa çok hafif çalmanın hemen ardından çok gür çalma, az sayıda çalgının seslendirmesinin hemen ardından kalabalık bir müziğin gelmesi ve yine güçsüz bir etkiye geçiş gibi gidiş – gelişler yani karşıtlıklardır. Aslında kendi döneminin orijinal çalgılarıyla seslendirildiğinde o dönemde duyulduğuna yakın bir müziğin elde edileceği barok eserler günümüzde barok dönemdekinden farklı kimlikler kazanmış çalgılarla seslendirildiğinden gerçeğinden uzak halleriyle dinleniyor. Dönemin eserlerini asıllarına uygun biçimde seslendirebilmek için Barok Dönem özelliklerini taşıyan bazı önemli orijinal çalgılardan oluşan barok orkestralar kurulmuştur. Yalnızca bu orkestralar gerçek halleriyle barok müziği seslendirebilirler çünkü çalgıların tutuluş şekilleri, hacimleri, yaylarının yapısı vb. ortaya çıkan müziğin niteliği üzerinde büyük bir etkiye sahiptir.

Orijinal Çalgılarla Oluşturulmuş Bir Barok Orkestra Örneği - 'Orchestra Barocco di Venezia'

10/21


MK 10/03

Bugünkü klasik müziğin dilinin gelişimine en önemli katkıyı Barok Dönem vermiştir. Bu yüz elli yıl müziği değiştirip geliştirmiş, daha sonrasının ve günümüzün müzik standartlarını belirlemeye başlamıştır. Örneğin bu dönemde müzikte olan gelişmeler yalnızca müzikal dilin gelişmesiyle sınırlı kalmamış, günümüzde halen kullanılan müzik terimleri özellikle 1600–1700 yılları arasında çoğunluğu oluşturan İtalyan besteciler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Bu terimlerin bugün hala kullanılıyor olması, barok dönemin müzik tarihinde nasıl bir yer tuttuğunu kanıtlar niteliktedir. Bu dönem aynı zamanda yetiştirdiği önemli besteciler sayesinde müziğin ulusallıktan çıkıp tüm dünyaya seslenen evrensel bir dil olma özelliğini taşımaya başladığı zamandır da. Dönemin bestecilerini incelediğimizde karşımıza Romantik Dönem’deki kadar çok isim çıkmaz. Hatta Klasik Dönem ve 20. yüzyıl bestecilerinin üçte biri kadar bile yoklardır ama sayıları çok az da olsa bütün bu dönemlere öncülük eden, geliştirdikleri müzik tarzını tüm dünyaya tanıtmış, müzik tarihinde çığır açmış unutulmaz isimleri barındırırlar. Birçok İtalyan bestecinin özellikle dönemin ilk yüzyılında çok sayıda eser yazmış olduğunu, ancak bu eserlerin özellikle dönemin sonlarında yazılan olgun barok tarzı eserleri hazırlamaları dışında fazla bir ağırlık taşımadığını belirtmemizde yarar var. Genel anlamda ‘erken barok’ ve ‘geç barok’ ya da ‘ön barok’ ve ‘olgun barok’ şeklinde iki ana farklı sürece ayrılan barok dönemde şu bestecilerin etkili eserler verdiğini belirliyoruz: İngiliz Henri Purcell, Fransız Lean Baptiste Lully, İtalyan besteciler Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Battista Pergolesi, Alessandro Stradella, Francesco Cavalli, Marc Antonio Cetsi, Alman besteciler Heinrıch Schütz, J. Hermann Schein, Samuel Schedt, Johann Pachelbel, J. Jacob Löwe… Ama Barok Dönem denince asıl C. Monteverdi, A.Corelli, G.P. Telemann, G. F. Haendel, J. S. Bach ve A.Vivaldi isimleri öne çıkar ki bu besteciler barok dönem müziğini temsil eden, onu oluşturup en yüksek seviyeye taşıyan isimlerdir aslında. Bu nedenle dönemin müziğini kavramak için bu bestecilerin yapıtlarının adeta birer dönem temsilcisi diye dinlenmesi çok faydalı olacaktır.

10/22


MK 10/01

Klasik Müzik Çalgılarını Tanıyalım “Davul” Hazırlayan: Gül Gizem BİRÇEK Davul, Eski Mısırlıların, Asurluların ve Uzakdoğuluların da kullandıkları bilinen en eski vurmalı çalgıdır. İlk olarak neolitik çağda yapılmış olmasına karşın, insanın ritim duygusunun çok daha önce gelişmiş olduğu sanılmaktadır. Afrika halkının da, hem dans ederken hem şifreli vuruşlarla kabileden kabileye haber yollarken davulu kullandıkları bilinmekle Afrika’da bu amaçla hâlâ davul kullanılmaktadır. Davul, ahşap, maden ya da pişmiş topraktan yapılmış silindirik bir gövdeye gerilen deriden yapılır. El ya da sopa ile çalınır. Biçimi değişse de dünyanın her yerinde ve her toplumda kullanılan bir çalgıdır. Kasnak, ip ve deri olmak üzere üç bölümden oluşur ve genellikle küçük davul, orta davul, büyük davul ve koltuk davulu gibi mahalli boyları ve adları bulunmaktadır. Kasnak tahta ya da metal olabilir. Gövdenin bir ya da iki yüzüne gerilerek geçirilen ince dana derisi ya da benzeri esnek bir malzemedir. Gerilen bu malzemeye “davul derisi” denir. Davul, derisine elle ya da sopayla vurularak çalınır. Bu sopaya “davul tokmağı” da denir. Belirli nota ya da tonlarda ses çıkarabilen davul çeşitleri de vardır. Modern orkestralarda kullanılan timbal ya da timpani bu türdendir. Bu çalgılar, akort edilerek yüksek ya da yumuşak tonlarda çalınabilir. Orkestralarda davul sanatçıları büyük rol oynarlar. İkinci bir şef olarak orkestrada tempoyu ve ritmin düzenini sağlamakla görevlidirler ve bunun yanı sıra timpaniler ya da diğer perküsyon çalgıları ile çalınan melodileri dinamik veya gösterişli hale getirip süsleyebilirler. Vurmalı çalgıların da notaları vardır. Notalar genelde do anahtarı üzerinde yazılır ve timpani

10/23


MK 10/02

dışında tek notada vuruşlar belirtilebilir. Timpanide ise davulların boyutlarına göre notalar incelip kalınlaşabilir. Türk vurmalı çalgılarının sembolü olarak da kabul edilen davul tarihimizde çok değişik amaçlarla kullanılmıştır. Ülkemizin her yerinde değişik ebatlarda davul bulunmaktadır. Türk kültüründe kullanılan en eski çalgıdır ve sesinin gür oluşu ve etkisi nedeni ile bir haber aracı olarak da kullanılmıştır. Davul, Türklerin eski dinleri olan Şamanlık’ta dinsel törenler sırasında çalınırdı. Şaman din adamları kötü ruhları davul çalarak kovduklarına inanırlardı ancak Türkler müslüman olduktan sonra davul eski işlevini yitirdi. Tuğ ve sancakla birlikte devletin egemenlik simgesi oldu. Türklerde davul Osmanlı döneminde hem mehterhane adı verilen bandoda, hem de halk müziğinde kullanıldı. Askeri müzikte kullanılan davullar büyük çaplı ve tek yüzü deri kaplıydı. Biraz daha küçüğü atın iki yanına bağlanarak da çalınırdı. Davulun, müzikte kullanılmasından başka, haber aracı olarak çeşitli işlerde kullandığı zamanlar olmuştu. Yalnız başına ilan ve haber vermede, bekar odalarında, hanlarda, şehirlerde, yangın haberinde, fetih haberinde, savaşta dağılmış askeri bir araya toplamakta, divan kuruluna haber vermek işlerinde, askeri saf düzeni alınmasını işaret etmekte ve kale kuşatmalarında düşman tağımlarının yerini bulmakta kullanılmış olduğu bilinmektedir. Tarihin ilk çağlarından beri Asyada Hunlar, Mezopotamyada Sümerliler tarafından kullanıldığı anlaşılan davulları, Romalılar çarpıştıkları Hun ve Avarlarda görmüşlerdi. Avrupaya geçerek tanıtılıp yerleşmesini sağlayan ise XVIII. yüzyılda Osmanlı Türkleri olmuştur. Yeniçeri ordu mızıkasının baş sazı olan davul Avrupada “Turkische trommel” ve “tambour des Turcs” diye anılmaya başlanmıştı. Modern orkestrada davulu ilk olarak Michael Haydn 1777’de “Türk Suiti” eserinde kullanmıştı ve yine W.A Mozart 1782’de “Saray’dan Kız Kaçırma” operasında orkestrada davullara yer vermişti. Berlioz, Faustdakı Macar Marşında, Rossini ile Vagner de operalarında davulu kullanmışlardı. KAYNAKÇA: • http://en.wikipedia.org/wiki/Davul • The Encyclopedia of Music–Max Wade Mathews & Wendy Thompson, Barnes and Noble Books 2004, NewYork

10/24


BİR KİTAP BK 10/01 Kayıp Seslerin İzinde

Kategori: Edebiyat Yazar: Emre Aracı Yayınevi : Yapı Kredi Yayınları 1. Baskı: Mayıs 2011

Müzikolog, besteci ve orkestra şefi Emre Aracı’nın doksanlı yılların sonundan günümüze uzanan, çeşitli dergi ve gazete eklerinde yayımlanmış olan makalelerinden bir seçki ilk defa Kayıp Seslerin İzinde başlıklı kitabında bir araya geldi. YKY tarafından yayımlanan Kayıp Seslerin İzinde başlıklı kitaptaki 56 makalede okurlar, Emre Aracı ile birlikte opera binaları, konser turneleri, kompozitör evleri ve portreleri, Michael Tippett ve Metin And gibi sanatçı ve akademisyenlerden hatıralar, Osmanlı’nın melez çoksesli müziği, bazı müzik dışı yazılar, Adnan Saygun’un hayatı ve eserleri, tozlu arşiv raflarında unutulmuş notalar arasında bir yolculuğun tadına varabilecekler. Bazen hüzünlü, bazen keyifli bu metinlerde Wagner’den Bosna-Hersek Valisi Ömer Paşa’nın Macar asıllı besteci eşine, Kraliçe Viktorya ile vals yapan Osmanlı sefirinden -piyanist hünkâr Sultan V. Murad’a pek çok çarpıcı kişilik, Boğaz’dan Malta’ya, Edinburgh’dan Barcelona’ya pek çok opera salonu ve tarihi bina okurların sanki yanı başına taşınıyor. Emre Aracı’nın Kayıp Seslerin İzinde başlıklı kitabına, kendi arşivindeki nadir belgeler ve resimler de eşlik ediyor. (Tanıtım Bülteninden)

10/25


?????

10/26


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.