Genç yetenekler ile dolu bir ömür Dünden bugüne Şebnem Ferah
Bursa’daki İlk Rock Festivalleri 80’lerden bugünlere Rock Müzik
“Müzik,Tanrının Sesi Gibidir !”
SEDAT YILDIRIM SARICI
Sözler vardır, bir de onlara hayat veren yürekler… İnsanlar vardır, kimimizi yönlendiren, eğiten… Herkesin hayatında bir insan, her tınının ardında ise bir usta vardır… İşte o insanlardan biri olan Sedat Yıldırım Sarıcı ile siz değerli Şebokolik ailesine ve müzik ile ilgilenen herkese bu özel dergiyi hazırladık. Bu sayımızda Sedat Yıldırım Sarıcı hakkında bilmedikleriniz, 70’lerden başlayan ve bugüne gelen Türk Rock Müziğinin hikayesi, bunun yanısıra Şebnem Ferah’ın gençlik yılları, Volvox dönemi ve o döneme dair bilinmeyenleri ele alacağız. Ve o döneme dair hiçbir yerde bulunmayan fotoğraflar… Yaklaşık 2 aylık uzunca bir çalışma sürecinden sonra, Türk Rock Tarihine değerli bir katkıda bulunduğumuza inanıyoruz. Bu uzun süreçte bize tüm samimiyeti ile yol gösteren,hiçbir desteğini esirgemeyen ve ‘Sedat abimiz’ olan Sedat Yıldırım Sarıcı’ya katkılarından ve kendisini tanıdığımızdan dolayı teşekkür ederiz… Sedat Yıldırım Sarıcı Bursa’daki stüdyosundan yola çıkar, gençlere destek olmak, rock müziği hep bir adım daha öteye taşımak için çok çalışır. Başarır ama yanlış anlaşılır, 1980’lerde yeni yeni rock müziğe alışan Türkiye, bu yolda ilerleyen Sarıcı’ya epeyce zorluk çıkarır. İçinde kalan ukteleri gerçekleştirmek uğruna İngiltere’ye yerleşir… Bu arada müziğimizi, kültürümüzü, bize kazandırdıklarını iyice gözlemleme şansı yakalar… Bizlere ise Şebnem Ferah, Tarkan Gözübüyük gibi isimlerin kazandırılmasında büyük katkıda bulunur... Sonra ne mi olur? Yavaş yavaş başlayalım…
Fatih Sertan K - Merve C Kartal
GENEL YAYIN YÖNETMENİ: FATİH SERTAN KARTAL / MERVE C. KARTAL SANAT YÖNETMENİ: FATİH SERTAN KARTAL KATKIDA BULUNANLAR: ERDEM ASLAN - DAMLA AKDEMİR İLETİŞİM : dergi@sebokolik.com / http://dergi.sebokolik.com
06 Bir tek kasedim kaybolsa çok üzülürdüm. Çünkü benim öğretmenlerim o kasetlerdi...
08
Amaç “ekmek” yapmak ise kaynaşım ve pişme kaçınılmaz değil mi! Bizde genellikle kaynaşım oldu da, pişme olmadı...
11
1987-88-89 yıllarında Bursa’da düzenlediğimiz festivaller de sanırım bir heyecan, umut yarattı. 1989 yılında ise Londra’ya taşındım.
07 İnsanın bir parkın bir köşesinde rahatsız edilmeden sessizce simit yiyebilmesi güzel bir şey…
10
Bahsini istediğiniz her bir on yıl için bile rahatlıkla kitap yazılabilir. Otuz yılı nasıl özetleyeyim. Ana başlıklarla değinmeye çalışayım....
- Bursadaki İlk Gazete Haberi 1.Rock Festivali İzlenimleri -
14
. . IçInden... 23 Bu gençler o zaman da büyük potansiyeldiler... bizimkisi sadece bir parça süreci hızlandırmak oldu diyebilirim...
37
Volvox’un bu cesur varoluşu, bunca kadın rock solistimizin, müzisyenimizin varlığına ve çoğalmasına öncülük etmiştir.
50 Bir kentin havası kirlenirse, o kentte yaşayanların ciğerleri temiz kalır mı?
32 İncelik ve hassasiyet, ruhunda varmış keratanın...
46 Kız kardeşimin kalbinde bana açtığı alan, benim kaplayabileceğimin çok üzerinde…
54 -Afacanlar Grubu ve ArtEast Grubu Haberi-
Sedat Yıldı
Müzik Yaşam Şebokolik : Öncelikle sizin gibi usta bir ismi dergimizde ağırlama şansı verdiğiniz için çok teşekkürler. Hoş geldiniz :) Sedat Yıldırım Sarıcı kimdir? Sizi daha yakından tanımak isteyenler için bu sorunun cevabı ile başlayalım isterseniz. Sedat Sarıcı: Hoş bulduk. Ben de size teşekkür ederim. Böylelikle ben de meramımı anlatma şansı yakalamış olacağım. Ama hemen belirteyim, layık gördüğünüz “usta” sıfatı için sağolun, ama kendisini hala yolun başında hisseden birisi için bu değerlendirmeler doğal bir mahçubiyeti de beraberinde getiriyor. Bazen basit soruların cevabı çok zor verilir. Bunların bir tanesi de insanın kendisini tanımlaması olmalı. Ben kimim diye düşündüğümde, aklıma müzik dinlemeyi seven, diplomasız-sertifikasız müzik öğretmenliği yapan, yeterli bir etkim olmasa da müziğin ve barışın yaygınlaşması için çaba gösteren biri geliyor. Şebokolik: Türk rock tarihine adını yazdırmış ve bu tarihe birbirinden usta isimler kazandırmış biri olan Sedat Sarıcı müziğe nasıl başladı? Gitarı ile ne zaman tanıştı? Teşvik eden birileri var mı idi? Bize müzik yolculuğunuzdan bahseder misiniz? Sedat Sarıcı: Öncelikle şuna bir açıklık getireyim. Türk rock tarihine adını usta isimler olarak yazdıran bu değerli besteci, şarkı sözü yazarları, solist, aranjör veya müzik yapımcılarımız benimle karşılaşmamış olsalardı da durum değişmezdi. Bu arkadaşlarımız henüz lise öğrencisi oldukları dönemlerinde de, böyle bir konuma gelebileceklerinin işaretlerini fazlasıyla veriyorlardı. Belki benim şansım onlarla karşılaşmak oldu. Onlar da, edindikleri sahne deneyimleri ve sohbetlerimizle biraz daha yollarını kısaltmış oldular. Bana göre benim katkım bundan ibarettir. Müziğe lisede gitar çalarak başladım. Teşvik eden birileri olmadı ama henüz ben 7 yaşındayken bir helikopter kazasında kaybettiğimiz
babamız müziğe ve şiire ilgi duyardı. Babamdan kalan teyp bantlarına büyük ağabeyim, bizler için çok değerli toplulukları kayıt ettirirdi. Böylelikle bütün ortaokul ve lise yıllarımda önemli toplulukların önemli çalışmalarını dinledim ama gitara ve müzik derslerine ayıracak bir bütçe yoktu. Okulların kapalı olduğu yaz tatillerinde inşaatlar dahil bulabildiğim bir çok işte çalışarak gitarımı ve anfilerimi aldım. Bit pazarlarında beni çok heyecanlandıran (Omega, Osibisa, King Crimson gibi) toplulukların plaklarını buldum. Sonra kaset icat edildi. Radyo’dan (TRT 3 Hülya Tunçağ- Ümit Tunçağ’ın hazırladıkları programlarla) caz müziği dinler, kasetlere kaydeder, yeniden ve yeniden dinlerdim. Ulaşmamız zor olduğu için kıymet bilirdik. Bir tek kasedim kaybolsa çok üzülürdüm. Çünkü benim öğretmenlerim o kasetlerdi... Bunları gençlerimizin, çocuklarımızın karşılaşabilecekleri güçlükler, ümitsizlik doğurmasın diye anlatma gereği duyuyorum. Sonra bulabildiğim her müzik kitabını almaya çalıştım. Hala, nerede bir müzik kitabı bulsam alırım. Takıntı mı ne! Ev doldu taştı, yer kalmadı... Cevap aldım, alamadım gördüğüm her deneyimli müzisyene bir şey sordum. Kendimi hep yetersiz, deneyimsiz ve bilgisiz hissettim... Şebokolik: Bu serüvende kendinize örnek aldığınız isim ya da isimler var mıydı? Onların size katkıları ne oldu? Sedat Sarıcı :Roger Waters ve Cem Karaca’yı çok değerli bulurum. Aşık Veysel’i ise hocam olarak görürüm. Özellikle Cem Karaca’nın Dervişan’la yaptığı çalışmaların dinamizmi ve ana dilimizi kullanma yetisi beni çok etkilemiştir diyebilirim. Cem Karaca bir dahidir benim gözümde, son yıllarında olağanüstü yeteneğini telef etmiş, çok sevdiği ülkesinin günlük çalkantılarına teslim olmuş, eleştirdiği “İstanbul hergeleliği”nden de nasibini almış bir dahi...
ırım Sarıcı
mı ve Kariyeri Roger Waters’ın armoni anlayışı, şarkı sözlerindeki toplumsal kaygı, orkestrasyonlarındaki yalınlık ve kadın sesini fonksiyonel kullanma becerisine hayranımdır. Aşık Veysel’in felsefesi, sadeliği ve bilgeliği beni büyüler. Yani yaptığı işleri önemseyen birilerini dinlemek sizi de titiz işlere çekiyor. Şebokolik: Size dair çok fazla bilgiye rastlayamıyoruz internet ya da haberlerde. Elbette ki bu sizin isteğiniz fakat işin mutfak tarafında olmak, yaratıcılık kısmında olmak sizin için çok başka sanırım… Sedat Sarıcı: Müzik çalışmalarımız olduğunda basında biraz yer alıyorum. Kendi grubumla konser verdiğimizde genellikle enstrümantal bestelerimize yer verdiğimizden basının fazla ilgisini çekmiyor. Şikayetçi de değilim. İnsanın bir parkın bir köşesinde rahatsız edilmeden sessizce simit yiyebilmesi güzel bir şey... Verilecek konserde gençlerimiz, çocuklarımız yer alacaksa onları motive etmek için basın bülteni gönderirim. Ama konu benim bestelerim, tiyatro, film müziği ya da konserlerim olduğunda geri planda olmayı yeğliyorum. İstiyorum ki, tanıtım aşamasına ben müdahele etmeyeyim, ürün kendi kendisine yürüyecekse, yürüsün. Güzel bir çalışmanın günün birinde mutlak hakettiği yeri bulacağına inanlardanım. Yaratmak ve geliştirmek yeterince doyurucu geliyor bana. Takdir, yazarından okuruna topluma ait... Şebokolik: Çok uzun yıllardır yurt dışında yaşamaktasınız ve orada gitar dersleri verdiğinizi öğrendik. Neden burada değil de yurtdışında devam etmektesiniz müzik yaşamınıza? Herhangi bir küskünlük yok değil mi? Sedat Sarıcı : İngiltere’ye gelme amacım, Türkiye’de gidememiş olduğum müzik okullarına gidebilmekti. Buradaki eğitim sistemi herhangi bir yaş sınırından dolayı sizi çaresiz bırakmıyor. Sonuç olarak, orkestrasyon, armoni ve aranjörlük üzerine
bazı üniversiterin, dışardan başvuran kimseler için Cumartesi günleri bir kaç saatlik kurslarına gidebildim. Çok yararı oldu. Yeni şeyler öğrendim, eski bilgilerim pekişti. Üstelik bu kurslara bulaşıkçılıktan biriktirebildiğim bütçemle gidebildim. Türkiye’de böyle bir şey mümkün değildi. Kendimi mesleki olarak geliştiremiyordum. Küskünlük değil ama toplumsal, sanatsal alanlarımızın daraltılması ve buna boyun eğmek istemememiz aynı yıllarda benim gibi bir çok kimsenin yurt dışına çıkmasına neden olmuş... Londra’ya taşındığım 1989’da ve elbette çok çok öncelerinde de yenilikçi olmak, sanatsal, kültürel, toplumsal değerlerde evrensel kriterleri de gözetiyor olmak, ülkemizde de yaygınlaşmasına çalışmak, yeterince dert açabiliyordu başınıza... Elbette kendi kültürel değerlerimizi de koruyarak, geliştirerek “çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmaya çabalamak” suç bile olabiliyordu. Mesela sanırım 1985 yılıydı. “Şark - Caz - Rock” diye bir türün doğabileceğine inanarak besteler yapmışız, müzikseverlere sunacağız. Konserimiz Ankara’nın en saygın konser salonlarından Çağdaş Sahne’de olacaktı. Yani saklımız, gizlimiz yok. Hiç bir siyasi mesaj ya da yasadışı bir başka şey de yok. O zamanlar konser vermek için valilikten izin almanız, konser afişini asmak için reklam vergisi vermeniz gerekiyordu. Gerekli izni aldım, vergileri ödedim. Her bir afişe gerekli izin alınmıştır, vergisi ödenmiştir diye damga vurdular. Afişleri asarken, konsere iki gün kala “afiş asmak gerekçesiyle” gözaltında tutuldum. Veya, 1988 yılında Bursa’daki Rock Festivali’nin tanıtımı için kent merkezinde geniş bir caddenin, çok geniş bir kaldırımda dinleti gibi bir şey sunuyoruz. “Terörist” suçlamasıyla, karakolda ifade verdim. Şimdi komik geliyor ama 1980 döneminde gözaltında kaybolan insan sayımızı düşündüğünüzde, her bir olay zincirleme neleri getirebilir, senaryolarıyla endişe içinde yaşıyorduk. Bu tür şeyler bir çok alanda ilerlememizi engelledi....
Şebokolik: Gerek yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız gerekse teknoloji, yarışmalar sayesinde artık müziğimizden yabancılar da haberdar. Peki müziğimiz nasıl karşılanıyor ülke sınırları dışında? Sedat Sarıcı : Ülke sınırları dışında sergilenen müziklerimizin nitelikleri çok önemli. Sergilenen müzikler Geleneksel Halk Müziği’mizin ya da Tarihi Sanat Müziği’mizin alışılagelen icraları ise, “etnik” bir etkinliği izler gibi izliyorlar. Yani ortaklaşa paylaşılan bir müziksel çalışmadan çok, merak veya bilmedikleri, tanımadıkları bir başka kültürel değeri öğrenme niyeti daha ağır basıyor. Şöyle bir örnek vereyim. Çinli müzisyenler, ülkemizde Çin Geleneksel Halk Müziği’ni sergilediklerinde ne oluyorsa, benzer şeyler dünyanın her yerinde benzer şekilde karşılanıyor. Yani genellikle konser bitince etkisi de bitiyor... Sergilenen müzikler caz (Muvaffak Falay, Tuna Ötenel gibi) veya senfonik eserlerse (İdil Biret, Suna Kan, Gülsin Onay, Ayşegül Sarıca, Fazıl Say gibi), bu defa sergilenen eserin kaynağı önemli. Yani Gershwin, Bach, Beethoven, Dvorak, Vivaldi, Mahler icra ediliyorsa, Türk müzisyenleri klasikleri icra ettikleri için “kendi müziğimiz” değil “kendi müzisyenimiz” söz konusu oluyor. Elbette bu da çok çok önemli. Bir ülkenin yeryüzüne bakışını, var olan ortak sanatsal birikim üzerindeki hakimiyetini göstermesi, sanat eğitiminde gelinen seviyeyi temsili ve sürdürülmesi için bu alandaki etkinliğimizin artmasında yarar var. Bu tür konserler genellikle hem dolu hem de büyük bir beğeniyle karşılanıyor. Sergilenen eserlerin bestecileri bizim müzisyenlerimizse benim heyecanım doruklara çıkıyor. (Türk Beşleri: Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses. Veya Okay Temiz, Erkan Oğur gibi folk caz müzisyenlerimiz). Bu tür konserlere zaten ne ile karşılaşacağını bilen, eseri veya sanatçıyı tanıyan bir dinleyici kesimi gittiği için ilgi ve paylaşımla izleniyor. Bunların dışında popüler müzik çalışmalarımızın ülke dışındaki sergilenmelerini genellikle yurt dışında yaşayan kendi vatandaşlarımız takip ederler. Dikkat ederseniz bu tür konserler Türklerin yoğun olarak yaşadıkları ülkelerde organize edilirler (Almanya, Hollanda, Fransa ve İngiltere’de gibi). Yarışmalarda yani televizyon veya internet ortamında takip edilen örneklerde ise keşke gücümüz “bir günlük veya bir haftalık ya da en fazla bir mevsimlik” etkinin ötesine geçebilse...
“Bence” bizim müziğimizin yeryüzünün büyük bir bölümünde tanınmasının, sevilmesinin yolu; dünyada ortaklaşa kabul görmüş melodik, ritmik ve armonik özelliklerin iyi analiz edilip, kendi müziksel değerlerimizle yoğrulmasından geçer. Bu yoğrulma sonucu ‘suyun su gibi’, ‘unun un gibi’ kalmasını ve görünmesini beklemek hayal olabilir. Amaç “ekmek” yapmak ise kaynaşım ve pişme kaçınılmaz değil mi! Bizde genellikle kaynaşım oldu da, pişme olmadı... Melodik, armonik, ritmik pişme gerçekleşmeden, öne sürülen bütün çalışmalar ‘az emekle, çok ekmek beklemek’ olarak kalabiliyor... Bahsettiğim konu sadece teorik belirlemeler olarak kalmasın diye okurlara somut örneklerle açıklık getirmemiz gerekirse; ödül şampiyonu ceryanlı gitarcı Carlos Santana (Latin Rock), yetmişli yılların unutulmaz grubu Osibisa (African, Caribbean CazRock- Pop topluluğu), efsanevi Rus besteci Tchaikovsky gibi müzik tarihinde uzun dönem yer almış/ yer alacak isimlerin çalışmaları, kendi ülkelerinin kaynaklarından süzülen değerlerin ortak müziksel öğelerle yoğrulup pişirilmesiyle oluşmuş... Take Five (Paul Desmond&Dave Brubeck), Blue Rondo à la Turk (Dave Brubeck), Alla Turca/Turkish March (Mozart), Katibim Türküsü&Üsküdar’a Gider İken (bestecisine dair oldukça fazla rivayet var, ne yazık ki net bilgi bulamıyoruz) gibi eserleri de; bizim melodik ve ritmik özelliklerimizi yansıtarak bütün dünyada tanınmış örnekler olarak verebiliriz. Bir başka çok tanınan parça Dick Dale yorumuyla “Mısırlou”, (Tarantino’nun Pulp Fiction adlı filminde de duymuştuk ve aynı parça Black Eyed Peas “Pump it”, Pamela ise “Yaralı Gönlüm” adlarıyla yeniden düzenlendi). Bu parçanın da bestecisinin kim olduğuna dair sağlıklı bir bilgi yok ama Üsküdar Antikacılar Pasajı’nda bulduğum Zeki Müren’in seslendirdiği bir plakta, parçanın adı “Yaralı Gönül”, Söz ve Müzik: Suat Sayın yazılı...
“Yaralı Gönül” (Mısırlou - Pump it) hem değişik yıllarda yeniden ve yeniden gündeme gelmesi, hem de çok farklı tarzlarda çalışmalar yapan müzisyenlerce ele alınması açısından güzel bir örnek. Hicaz makamı gibi özellikle Ortadoğu ve Balkanlar’da kullanılan bir makamda bestelenen bu parçayı, “neden oluyor da bütün dünya sahip çıkıyor” diye inceleyecek olduğumuzda göreceğiz ki; çok sağlam bir ritmik, melodik yapıya sahip olduğu gibi, armonilendirilmeye çok müsait bir nitelik taşıdığını fark edeceğiz.... Sanırım biraz uzun cevap verdim ama, bizim müziğimizin dışarıda nasıl karşılandığını “sebepsiz açıklamak”, çözümlemeye açıklık kazandırmayabilirdi... Şebokolik: Dönüp baktığınızda kendi kariyerinize başlangıçtan bugünümüze kendinizi nasıl değerlendirirsiniz? Yapmak istedikleriniz, hala düşlediğiniz şeyler var mı? Sedat Sarıcı : Kendimi yolun başında hissediyorum. Öğrenecek çok şey var. Katedilecek çok uzun bir yol var. Düşlediklerimle okurların zamanın almayayım :) Şebokolik: Çok uzun yıllardır bu sektördesiniz fakat merak ettiğim nokta şudur ki; Sedat Yıldırım Sarıcı müzik dışında neler yapar? Kendine nasıl vakit ayırır? Sedat Sarıcı : Müziğin dışında çok şey yaparım. Mesela iyi bir marangoz olabilmeyi çok isterdim ama zaman elvermedi. Boş vakitlerimde evde tamir edilecek bir yer kalmamışsa bile mutlak marangozluk gerektiren bir iş çıkarır, kitaplık filan yaparım. Koleksiyonlarımla ilgilenirim. Minyatür müzik aletleri, maket bisiklet, model deniz taşıtları, rozet uçak ve helikopter koleksiyonlarım var. Plak, CD ve kaset arşivimi genişletmek için Pazar sabahları bit pazarlarını dolaşırım. Yalnız minyatür müzik aletleri koleksiyonumda iddialıyım. Galaksimizde henüz bir eşine rastlanmadı.:) Şebokolik: Sedat Yıldırım Sarıcı müziği nasıl tanımlar? Sedat Sarıcı : Müzik tanrının sesi gibidir. Her bir besteci kainatın kurallarını hatırlatan satırlar, mezurlar ekler kutsal metne. Bu satırların yeni ve farklı olması mutlak gereklilik değildir ama değerli ve ahenkli olanların ömrü uzun olur.
Sedat Yıldı
Türkiye’nin Rock M 70-80-90 lar Rock Müziğ Şebokolik: O dönemlere canlı şahitlik yapmış biri olarak o dönemi biraz anlatır mısınız? Biz gençler birinci ağızdan öğrenmek için sabırsızlanıyoruz. Rock müziğinin ülkemize gelmesi, başlangıcı, yaygınlaşması…Ve daha bizim bilmediklerimiz… Sorularınız beni öldürecek :) . Bahsini istediğiniz her bir on yıl için bile rahatlıkla kitap yazılabilir. Otuz yılı nasıl özetleyeyim. Ana başlıklarla değinmeye çalışayım.... Ben yine de haklarını teslim etmek açısından; bu işin 1950’li yıllarda dünyada öne çıkan Rock’n Roll parçaların ülkemizdeki icralarıyla başladığını hatırlatayım. 1960’lı yılları, öncülüğünü Moğollar’ın üslendiği türkülerimizin armonize edilerek düzenlenmesiyle “Anadolu Pop” tarzındaki çalışmaların ülke genelinde dinlenmeye başlandığı dönem olarak hatırlıyoruz.. Daha sonra “rock” kapsamında adı geçecek (Cem Karaca, Barış Manço gibi) bir çok müzisyen ağabeyimiz aslında 60’lı yıllarda bu çalışmaların içinde yetişen kimseler. Ülkemizde rock müziğinin kendimize has bir kimlik bulması bence 1970’ler dönemidir. Bu dönem ele alanırken fazla irdelenmeyen bir kaç konuya değinmek istiyorum. 70’li yıllarda Cem Karaca – Dervişan’ın “Yoksulluk Kader Olamaz” albümü enerjisi, dinamizmi, müzisyenlerin yorum gücü, felsefik ve edebi derinliğiyle ülkemizdeki Türk Rock tanımlamasını en fazla hakeden çalışmalardan biri olarak müzik tarihimizde yer almalı. Ama nedense neredeyse hiç bir yerde hakettiği ölçüde bahsine rastlamadım. Yine 70’li yıllardaki Barış Manço-Kurtalan Ekspres’in “2023” albümü, Barış Manço’nun diğer bütün şarkılarında olduğu gibi, şarkı sözlerinin hafifliğini gözardı etmemiz koşulunda, ülkemizdeki yerli deneysel çalışmaların kıvam bulduğu öncü çalışmaların içinde hatırlanmalı. Yetmişli yılların başlarında sunulan Cem Karaca -“Parka” albümünün bahsi ara sıra geçer. Bu albümde “Mutlaka Yavrum”, “Parka”, “Beni Siz Delirttiniz”, “Tamirci Çırağı”, “Kavga” ve “Niyazi” gibi olağanüstü değerli eserler var ama bu parçalar farklı zamanlarda, farklı topluluklarla kaydedildiği için albümsel bir bütünsellikten söz etmemiz mümkün değildir. “Bana göre” diyeyim de tartışma büyümesin; eğer ülkemizde üretilen müziklerde “esinlenme”, “etkisinde kalma” gibi avunmalara sığınmadan, “taklit” veya “kopya” gibi yakıştırmalardan uzak, bölgesel alanına ister “Doğu Akdeniz” diyelim, ister “Ortadoğu” veya “Türkiye” veyahut “Anadolu” (hiç farketmez kastımız ortadadır) kendi kültürel kimliğimizi, edebi birikimimizi yansıtabilecek, yeryüzü deneyimlerinden haberdar bir çalışma arıyorsak, “Yoksulluk Kader Olamaz” iyi bir örnek olarak 40 yıl kadar önce kaydedilmiş... Daha sonraları ne Cem Karaca, ne de Dervişan elemanları benzer bir heyecanı bir başka albümde yakalayabildiler... Hani az önce demiştim ya; “bana göre”...
ırım Sarıcı
Müzik ile Tanışması ği ve Yaşanılan Zorluklar 12 Eylül darbesinin sınırlamaları, vatandaşlıktan çıkarılan bestecilerimiz, yurda dönemeyen veya yurt dışına çıkamayan orkestra şeflerimize kadar farklı baskı yöntemleri sebebiyle 1980’lerde, Türkçe rock, yetmişli yıllardaki parlak dönemini yitirdi. Siyasi söylemi olmayacak, eğlenceye yönelik şarkı sözlerinin sakıncalı bulunmadığı bu yıllarda pop müzikte ciddi kıpırdanmalar oldu... Bu dönemin en göze çarpan çalışmalarından Mazhar, Fuat, Özkan’ın “Ele Güne Karşı” albümü, popüler müzik tarihimizin en önemli albümlerinden biridir. Mazhar Alanson’un taze nefesi Türkçe şarkı sözü yazarlığına yeni bir boyut kazandırdı ama aynı grubun yine 1980’li yıllardaki “Vak The Rock” veya Barış Manço’nun “S.O.S Aman Hocam” ve “Süperbabaanne” adlı parçaları, sanki tükenişin sinyalleri gibidir. Yetişkinlerden, gençlerden ümit kesilmiş, şarkı sözlerindeki algı seviyesi (piyasa kaygısıyla olsa gerek) oldukça aşağılara çekilmiştir... Diğer yandan 1980 yılların başında Ankara ve İstanbul’da düzenlenen rock konser ve festivallerinin bir çok müzisyenimizin yetişmesine platform oluşturduğunu gördük. Ankaralı rockçıların kahramanı Rockmania’nın kurucusu ve gitaristi Mehmet Ali Acet ağabeyimizdi. Sahnede, sözünü dinlemeyip iyi çalamayan müzisyene şaka yollu tekme atardı : ) Nefis gitar sololarıyla Bulutsuzluk Özlemi’nin albümlerinde de yer alan Süleyman Bağcıoğlu o zamanlar Çalarsaat’te, besteleriyle adından söz ettiren Barlas, Axe’te, henüz 14 yaşındayken inanılmaz gitar hakimiyetiyle hepimizi ümitlendirip şaşırtan Alper Erinç (Barlas’ın kardeşi) Ass’de, aynı kuşağın yetenekli ve haylaz çocuğu Cenk Eroğlu Metallic Shock’da yer alıp Ankaralı tayfanın sonradan hatırlanabilen müzisyenleri oldular. Ne yazık ki, bütün bu bahsi geçen topluluklar çalışmalarını kaydedip bir albümde toplayamadılar. İstanbullu ekipten bu yıllarda konserlerini izleme fırsatı bulduğum Egzotik Band, Devil ve Asım Can Gündüz-Ambulans gibi toplulukları hatırlıyorum. Asım Can Gündüz’ün konserlerinde, gerçektende daha önce gördüklerimizin çok dışında bir heyecanla karşılaştığımızı söylemeliyim. Olağanüstü gitar hakimiyetine bir de çaldığı tarzın bütün inceliklerini hissettirme yeteneği ve arzusunu eklediğiniz de, doyumsuz konserlerle karşılaşıyorduk. Muhtemelen o dönemdeki ses kayıt deneyimimizin eksikliğinden kaynaklansa gerek, Asım Can Gündüz sahnedeki heyecanını daha sonra kaydettiği (Anasının Gözü/ Cin Gibi) albümüne yansıtamadı. 1987-88-89 yıllarında Bursa’da düzenlediğmiz festivaller de sanırım bir heyecan, umut yarattı. 1989 yılında ise Londra’ya taşındım. Albümleri, haberleri hep takip etmeye çalıştım ama bu dönemden sonrası için eminim siz daha fazla bilgiye sahipsinizdir...
Şebokolik: Anadolu rock kavramından da bahseder misiniz? Çeşitli internet sitelerinde, bu kavramı başlatan sanatçılarımız hakkında ayrı ayrı bilgilere rastlıyoruz, Sizden de dinlemek isteriz? Sedat Sarıcı : Öncelikle bu kavramın son 20 yılda epeyce yıpratıldığını, hor kullanıldığını söyleyeyim de, bu vesileyle “Anadolu Rock” dendiğinde bu tanımlamanın çağrıştırdığı her şeye sahiplenmememiz gerektiğini vurgulamış olayım. Anadolu’da üretilen her şey “Anadolulu” olmayabilir. Türkülerimizin ceryanlı gitarla icra edilmesi “Anadolu” veya “rock” ya da “çağdaş” kavramlarının taşınması için kafi değildir. Allah korusun, elektrikler bir kesilse, çalacak herhangi bir şeyi, söyleyebilecek bir tek cümlesi olmayanlar var... Çalınan her bir nota müziksel birikimimizden süzülmüş, topraklarımızda dolanan gamlardan nasibini almış, vurgusal (ritmik) zenginliğimizle tanışmış, halk müziğimizin doğal armonik (ahenk) yürüyüşünü özümsemiş olduğu kadar, bugün ulaşılan evrensel armonik düzeyin de izlerini taşıyabilmeli... Yazılan her bir kelime, bugün açmış bir çiçek kadar taze, o çiçeğin milyar yıllık evrimi kadar da yaşlı olabilmeli. “Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri” der Cemal Süreya. Anadoluluk bilincinin tarihsel derinliğinden habersizsek, ne yapsak nafile kalabilir. “Beşikler vermişim Nuh'a / salıncaklar, hamaklar /Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır / Anadoluyum ben / Tanıyor musun ? / Utanırım / Utanırım fıkaralıktan / Ele, güne karşı çıplak... Şairlerin, bilginlerin dünyalarında / Kalmışım bir başıma / Bir başıma ve uzak. / Biliyor musun ?... Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar / Haraç salmışlar üstüme / Ne İskender takmışım / Ne şah ne sultan / Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma / Ve dayatmışım... Görüyor musun ?... Nasıl severim bir bilsen. / Köroğlu'yu, Karayılanı, Meçhul Askeri... Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini…Sonra kalem yazmaz / Bir nice sevda... Bir bilsen / Onlar beni nasıl severdi / Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı / Minareden, barikattan / Selvi dalından / Ölüme nasıl gülerdi / Bilmeni mutlak isterim / Duyuyor musun ?... Kaç bin yıllık hasretimin goncası / Gözlerinden / Gözlerinden öperim / Bir umudum sende / Anlıyor musun ?... Ahmed Arif’in tanımamızı, bilmemizi, görmemizi, duymamızı ve anlamamızı işaret ettiği bu büyük şiiri kalpten algılamış olanlar ve algılayabilenler ancak Anadoluluk kavramının hakkını verebilirler. 50 yıllık yakın tarihimizde bu kıvama yaklaşabilmiş bir iki tane şarkı sözü yazarımız ya var, ya yok. Geleneksel halk müziğimizdeki uzun hava gibi (belirli bir ritmin sistematik tekrarından bağımsız) özgür yorumlara veya benzer yaklaşımın ritmik parçaların bazı bölümlerinde rastlayabileceğimiz serbest açılımlara artık halk müziğiyle ilgilenenler de bile ratlayamıyoruz. Yani hem müziksel, hem edebi alanda genel bir kısır döngü içerisindeyiz.. Konu çok hassas olduğu kadar, çok geniş olduğundan hiç isim vermeyeyim ama yukarıda kendi bakış açıma göre anlattığım konulara doğru yaklaşabilenler, yani Anadolu birikimini yansıtan çalışmalar bu işin başlangıç, gelişim ve süregelim aşamalarında anılmalılar. Diğer yandan “başlatan” veya “ilk” olmak bence çok da önemli değil. Önemli olan “sağlam”, yani “dayanıklı”, bir başka deyişle uzun ömürlü olabilmek. Diyelim ki “Anadol” marka otomobil, ülkemizde üretilen ilk otomobillerden bir tanesiydi. Günümüze ne kaldı? Dünyada ilk seri otomobili üretimini Ford gerçekleştirmiş. Bugünün en dayanıklı, en hesaplı, en güvenli ya da doğaya en az zarar veren otomobili nedir diye cevap arasak, aklımıza gelen cevaplar, tarihteki “ilk”ler olamayabilir...
Şebokolik: Elbetteki dönemsel olarak birçok güçlük ile karşılaşılmıştır. Bunlar hakkında bize ne gibi bilgiler verirsiniz? Sedat Sarıcı : Mesela 80’li yıllarda, konser düzenlemek hiç mi hiç kolay değildi. Bireysel olarak veya bir kaç kişilik bir komiteyle konser düzenleyemiyor, gerekli izinleri alamıyordunuz. Mutlaka tüzel kişilik, yani resmi bir kurumun baş vurması şartı aranıyordu. Daha sonra yapımcılığı, aranjörlüğü, besteciliği, bas gitaristliği, ve Pentagram topluluğundaki öncülüğüyle adından saygıyla bahsettirecek Tarkan Gözübüyük, o günlerde henüz 15 veya 16 yaşlarındaydı ama on parmağında on marifet vardı. Festival için gerekli yasal izni bir türlü alamadığımızı Tarkan, annesine bildirmiş, sağolsun, annesi de öğretmenlik yaptığı okulu, kurum niteliği taşıdığı için, düzenleyeceğimiz ilk rock festivallerinin izinlerinin alınabilmesi için seferber etmeye çalışmıştı. Bir sonuç alamamıştık. Bohem gubundan gitarist Ahmet Sevimli de, bütün bu çabaların merkezindeki bir başka kardeşimizdi. Ahmet de babasını “rockçı” yaptı : ) Çok şey borçlu olduğumuz Erhan Sevimli’nin basınla olan diyaloğu, bize kefil olması, “bütün kapıların kapalı olması ihtimalin de bile, mutlaka bir çıkış yolu bulmalıyız” diyerek bizlere verdiği cesaret ve ilerici ruhla bir çok işin üstesinden geldik... Biraz da, mesleki güçlüklerden söz edeyim. Koca İstanbul’da satın alabilmek için müzik mağazalarında bir tek davul (bateri takımı) bile bulamadığımız dönemler oldu. Ankara’da 1970’li yıllarda satılık bir tek org bulamazdınız. Aylarca herhangi bir müzik mağazasına kullanılmış bir müzik aleti düşmesini beklerdiniz. Filanca markanın, falanca modelini bulmak rüyalarınızda bile göremeyeceğiniz bir şeydi. Bulanlar zaten kent efsanesine dönüşüyordu. Şebokolik: O döneme ismini yazdırmış birçok sanatçımız var ve bugünkü gençlere kadar ulaşmış, şarkıları hep bir ağızdan söyleniyor..Bu kalıcılığı ne sağlamakta sizce? Sedat Sarıcı: Bu kalıcılık, sanatçının sokaktaki vatandaşını tanımasıyla, hayata bakış tarzını anlamasıyla, birlikte yaşadığı toprakların acısını, kaygısını paylaşmasıyla mümkün oluyor. Müzik dinleri kendi yaşantısındaki sevgi veya sevgisizliğin, ilgi veyahut ilgisizliğin, red ya da kabulün tarifine benzer bir şeyle karşılaştığında paylaşım artıyor. Özetle şarkılar “mutlu azınlık” ya da “marjinal bir grup” hedeflenerek üretiliyorsa ya da bestecinin aklı fikri hep oralardaysa, paylaşım da ancak o kadar olabiliyor. Bu, seviyenin düşürülmesi anlamını da getirmesin. Bir şey hem çok önemli ve değerli, hem de çok geniş bir etki gücüne sahip olabilir. Şebnem’in deyişiyle; “derdimiz, yaramız, acılarımız farklı olabilir / gözyaşlarımızın tadı aynı... / değişik, çok başka gibi gözüken yaşamlar varsa da / pişmanlık herkes için acı olmalı” gibi bütün insanlığı ilgilendiren, kucaklayan duyguların kapsama alanı ve yaşam süresi elbette çok geniş ve uzun olacaktır. Bu örnekte olduğu gibi aslında son yıllarda üretilen çok güzel eserlerimiz var ama eski şarkılar kadar etkili şarkıların çıkmamasının ana nedeni bence “ortak kaygıların” azalmasıdır. 12 Eylül 1980’den sonra, farklı gelir seviyelerindeki ya da değişik kültürel alt yapılardan gelen kesimler arasındaki mesafeler açıldı, uçuruma dönüştü. Her kesim, sanki kendi akvaryumunu yaratarak, birbirine karışmadan, ayrı ayrı kaplarda olmayı daha az yıpratıcı buldu. Bazı yerlerde filanca kesim mensuplarını neredeyse hiç göremezsiniz. Özellikle herhangi bir yeri veya merkezi kastetmiyorum, genel olarak bu her yerde böyle gibi.... Her kesim, diğerini “yadırgıyor”. Bu yadırgamayı, açıkça yazılı-sözlü ifade etmese de, bakışlarıyla veya bir şekilde ima etmeye çalışıyor. Bu ayrışma müzik tarzları arasında da var. Belki de en belirgin bir şekilde bu endüstrinin içinde fark edilebiliyor. Mesela arabesk müzik konserine gidenlerle, caz konserine gidenler arasındaki kentler, semtler, giyim kuşam, dildeki aksan, lehçe ve jargon gibi hepimizin kolayca fark edebileceği farklılıklar, birinin diğerini umursamamasına, duymamasına neden oldu. Böylelikle sorunuzun cevabı doğdu. Filanca kesim, falanca kesimi umursamadığı için şarkısını da dinlememiş oluyor.
Solda : Sedat Sarıcı’nın Bursa’daki ilk gazete haberi
i Sağda: Bursa’daki İlk Afiş.(Tarkan Gözübüyük tarafından çizilmiştir.)
1.Rock Festivali İzleni
mleri ve Sedat Sar覺c覺
Solda : Aksiyom ve Bandaj Gruplar覺
Sağda: Pegasus - Pentagram - The Mood Grupları
1.Rock Festivali Manşe Manş
eti ve Suitcase grubu.
Yukarıda o dönem yayınlandığı haliyle gördüğünüz röportajı, bu ve ilerleyen sayfalarda daha büyük halleri ile okuyabilirsiniz.
Sedat Sarıcı ve genç müzisyenler Bursa’da yayın yayınl
lanan Metro isimli dergi’ye konuk olduklarĹnda.
Sedat Yıldı
O GÜNLERDEN BU G
O yyıllara ıllara ddair, air, bbir ir k konser onser aafişi. fişi.
((Tarkan Tarkan G Gözübüyük özübüyük ttarafından arafından ççizilmiştir.) izilmiştir.)
O yyıllara ıllara ddair, air, bbir ir ggazete azete hhaberi. aberi.
ırım Sarıcı
GÜNE ROCK MÜZİK Şebokolik: Çok uzun yıllar Bursa’da yaşadınız ve birçok isim ile de burada tanıştınız, bize kazandırdınız.Tarkan Gözübüyük, Şebnem Ferah bunlardan bir kaçı. Ben de orada doğup, büyümüş biri olarak Bursa’nın o yıllarda müziğe bakışını ve o dönemi de anlatmanızı istiyorum tüm Bursalılar adına :) Sedat Sarıcı: Bir defa şunu hemen belirteyim. Bu gençler, o zaman da büyük potansiyeldiler ve mutlak bir şekilde bugün bulundukları yerde olacaklardı. Bizimkisi, sadece bir parça süreci hızlandırmak oldu diyebilirim… Bursa, Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik de yapmış köklü bir kent. Uluslararası Bursa Festivali organize komitesi, ekonomik sebeplerle o zamanlar bu kadar geniş kapsamlı programlara evsahipliği yapmasa da, başka kentlerde pek rastlanmayacak bir sorumluluğu üstlenen çok değerli ve içten sanatçı ya da sanatsever kimseleri barındırıyordu. Uğraş verilirse, bir sanat veya spor başkenti ya da öncüsü olabilecek gücü, birikimi var. Geriye “niyet” kalıyor. Aslında, Bursa’da hepsi hepsi toplam 3 yıl kaldım. 1986 yılında askerliğimin son döneminde Bursa’da görevli idim. Askerlik görevim bitmeye yakın, orada bir çalışma stüdyosu kurulmalı diye düşünmüşüm herhalde. Çok da planlı, programlı bir iş değil yani. Çünkü bütün varsayımlarım bu iş gitmez üzerine kuruluydu. Saftirik iyimserlik içinde bir lüksüm olamazdı. En fazla stüdyonun altı, yedi aylık kirasını karşılayabilecek bir gücüm vardı. Yani işler yolunda gitmeseydi halim haraptı : ) 1987 yılında stüdyoyu kiraladım ve izinli olduğum hafta sonları ses yalıtımını yaptım. Bir şekilde Tarkan Gözübüyük’le tanışmıştık. Dünyanın en güzel gülen insanlarından birisidir. Beni çok merak ediyormuş. Ankaralı arkadaşları, “burada bir Sedat abi var, bize rock gruplarının parçalarını notalayıp, öğretiyor” diyorlarmış. Sanırım, gelip askerlik yaptığım yerde buldu beni… Sonra da, “ziyaretcim” oldu. Yani memleketten akraba gelmesine gerek kalmadı. Derken Tarkan’la beraber hoparlör kabinleri yapmaya başladık. Daha önce demiştim, Tarkan çok marifetli bir gençti, gerçi “abi dur, o işi de ben yapayım” deyip her işe el atmak ister, gecikmeye sebep olurdu ama çalışması çok zevkli ve verimlidir… Tarkan Gözübüyük bu verimliliğini gelecek yıllarda bütün ülkeyle paylaşmasını bildi… Pentagram’da, kolay kabul görmeyecek bir tarzın öncülüğünü üstlendiği gibi, besteciliği, bas gitaristliği ve aranjörlüğüyle Türkiye’nin önde gelen albümlerine imza attı… Yapımcılığıyla bir çok rock grubunu ülkemize kazandırdı…
Sedat Yıldı
O GÜNLERDEN BU GÜNE RO Derken, sanırım 1987 sonbaharında stüdyo resmen işe koyuldu. Açılır açılmaz, “müthiş bir ilgiyle” karşılaşmadık… Kapının önünden gelip geçen kimseler epeyce güldüler. Gülünecek bir şey tabii; muhtemelen dünyanın ilk çalışma stüdyosu! Bir pasajın içinde. Kitapçı gibi, saatçi gibi bir dükkan ama “prova” satıyor. Ama topluluk olmadığı için provaya ihtiyaç da yok :) Gelir, kiranın çeyreğini bile karşılamadı ilk bir kaç ay… Aslında bir kaç topluluk vardı ama onların da çalışma yerleri varmış zaten. Bunların en önemlisi Bandaj’dı. O sıralarda Bursa’da bir gazinoda çalıştıkları için provalarını orada yapabiliyorlarmış. Stüdyomuz açıldıktan sonra gelip, bir kaç defa çalıştılar… Bir albüm kaydedemeden dağılmaları büyük kayıp… Beni asıl heyecanlandıran; o sıralarda Anadolu Lisesi’nde okuyan ya da yeni mezun olmuş ve daha önce Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği Liselerarası Müzik Yarışması’na da katılmış genç müzisyenlerdi. Daha sonraları film ve reklam müziklerinden, sayısız albümde besteci, aranjör, gitarist ve bas gitarist olarak karşılaşacağımız, Bulutsuzluk Özlemi ve Blue Blues Band’da da bas çalmış Sunay Özgür, o yıllarda tam bir centilmenlik ve beyefendilik abidesiydi. Hala da öyledir. Kibarlığının yanında “ben de amma kabayım, baksana bu dünyada hala efendi kalabilenler var” diye kendi kendime söylenme gereği duyarım. Aynı ekibin sıcak kanlı, çapkın davulcusu (son yıllarda Buz’la çalışıyor) Tercan Şener’in candanlığı bize çok şey katmıştır… Son yıllarda Gökalp Baykal’ın Türkçe sözlü blues çalışmalarında bas çalan Cenk Tarhan’ın temiz kalbi, bütün tayfayı herkesin bir şeyler için dayanışma içinde olduğu bir aileye çevirmiştir. Aynı liseden Burak ve Tolga Kalaycı kardeşler gitarı öylesine güzel çalarlardı ki, kimsede ‘tembellik yapma, işi oluruna bırakma’ düşüncesi olamazdı. Bu potansiyel stüdyomuzun çatısında birbirleriyle haberleşmeye, diyaloğa ve dayanışmaya geçince başka okullarda okuyan ya da okulunu bitirip iş hayatına başlayıp müzikle, özellikle rock müzikle ilgilenen gençler yavaş yavaş toparlanmaya başladı. O yıllarda Bursa’da caz festivali düzenlenmişti. Okay Temiz, Erkan Oğur’la birlikte sahnedeydi. Yanlış hatırlamıyorsam bas gitarda Oğuz Durukan, klarnette Saffet Gündeğer vardı. Bugün belki o kadar değil ama o yıllar için zor ele geçecek bir ekip. Toplam 7 kişi konseri izliyorduk. Cazın memeleketteki kaderi böyleydi. Bursa da, cazın sevgi ve ilgi yoksulluğuna ortaktı... Ve derken 1988 yılında ilk rock festivalini düzenledik. Çok korkuyordum, ya işler ters giderse diye... Bursa meğer böyle bir şeyi bekliyormuş. Salon tıklım tıklım doluydu... Şebokolik: Ve Şebnem Ferah ile tanışmanız yanlış bilmiyorsam Bursa’da açmış olduğunuz Elit adlı stüdyoda gerçekleşti. Biz Şebokoliklerinde gönlünde apayrı bir yeri olan ve sizin rock müziğine kazandırmış olduğunuz güçlü isimlerden olan kraliçemizle tanışmanızdan bahseder misiniz? Sedat Sarıcı: Şebo, kendisiyle karşılaşan hemen herkesin henüz ilk bakışta farkedebileceği ışıltıyı gözlerinde taşıyan biri. İlk geldiği gün oldukça temkinliydi. Beni, stüdyoyu, çevreyi ve orada bulunan gençleri tanımaya, anlamaya çalışan bir hali vardı. Aslında stüdyonun bulunduğu pasaj, o sıralarda çok fazla dükkanın boş olması, koridorların yeterince aydınlık olmamasından dolayı oldukça garip bir konumda olmasına karşın Şebo, bu garipliği bize hiç hissettirmedi. İncelik ve hassasiyet ruhunda varmış keratanın. Yerin 3 kat altında, nem kokulu, karanlık ve oksijensiz bir haldeydik... Ankara’dan çok sevdiğim müzisyen bir arkadaşımın annesi beni ziyarete gelmişti. İlk sözü “derhal burayı kapatıp, Ankara’ya dönmelisin” oldu... Böyleydi Elit’in bulunduğu ortam, pejmürde... Başka bir kız çocuğu olsa, doğal olarak korkabilir, çekinebilirdi ama Şebo nedense bize güvendi ve hemen ısındı ortama. Ben Şebo’dan öylesine ümitlenmişim ki, İstanbul’daki, Ankara’daki arkadaşlarıma yazdığım mektuplarda söz etmişim. Yani özel bir elektrik hemen çarpıyor...
ırım Sarıcı
OCK MÜZİK / Şebnem Ferah Şebokolik: Gitar, bas gitar ve klavye çalması...Yeteneğinin o zamanlardan beri var olması…Tüm bu yeteneğinin yanısıra gençlik döneminde güçlü bir ses olması…18li yaşlarından bu yana başarılı olabileceğinin ipuçlarını elbette ki vermekte Şebo, fakat sormak istediğim Şebnem Ferah nasıl bir gençti? Kişilik özellikleri, yaşama bakışı, insanlar ile ilişkisi…Biraz bahseder misiniz? Sedat Sarıcı: Stüdyoya ilk geldiği dönemlerde sanırım henüz 15 yaşlarındaydı. Yaşıtlarına oranla çok daha enerjik, olağanüstü saygılı ve ölçülü, hem utangaç, hem atılgan, şımarmayan, kararlı ve sağlam bir kişiliğe sahipti. Gülmeyi ve güldürmeyi severdi. Beni üzen, yoran epeyce bir genç olmuştur ama Şebo farklıydı. Titizdi. Topluluk içinde müziksel sorumluluğu ne ise, gider çalışır ve yerine getirirdi. Şu parçanın gitar partisyonlarına çalışamadım, bu parçanın sözlerini iyi hatırlamıyorum gibi hafif bahaneler hiç duyamazdınız. Lider ruhlu olduğu için, sadece kendisi ve kendi enstrümanından değil, toplulukdaki herşeyden sorumlu olduğunu hisseder ve diğer enstrümanlara da kafa yorardı. Tuşlu çalgılar, bas gitar ve davula ilgisi bu sorumluluğun parçası olsa gerek... Bu sorumluluk onu bütün orkestrasyona hakim olmaya taşıdı ve son albümlerinde gördüğümüz gibi bütün düzenlemelerde artık onun adına ilk sırada rastlıyoruz... Bütün arkadaşlarını da kendisine karşı ölçülü davranmaya yönlendiren bir tavrı vardı. Çok iyi bir ailede, iyi bir eğitimle yetiştirildiğini kolayca farkedebilirdiniz... Ama biraz da doğuştan olsa gerek, onca koşuşturma, sorumluluk ve güzel bir şeyler üretme telaşıyla yaşanabilecek kalp kırıklıkları, yıpranmalar, yalnızlıklar ve yorgunluklar içinden sonra bile, ben Şebo’yu öz olarak hala aynı yapıda, aynı taze heyecan ve sevgiyle sarmalanmış buluyorum. Bir de doğası gereği, “kızkardeş” elektiriği yayar etrafına. Hepimiz Şebo’yu öyle severiz. Zaten “Şebo” diye anıyor olmamızda da bu tarz bir sevgi gizli... Bu kardeş atmosferi, hiç kız kardeşi olmayan bana çok iyi geldi ve kızkardeş özlemimi Şebo üzerinden dindirdim. Bunun acısını ise Şebo çok çekti. Yüreğindeki sevgiye karşılık verebilecek bir sevgilisi olmadı hiç bir zaman. Öylesine sevgi dolu birisi ki, herhalde sevgilisi olarak karşısına çıkan birileriyle muhtemelen çok kısa süre içinde ahbap oluyor ve karşı taraf olgun değilse şımarıyor... Şebokolik: Yeteneğin yanısıra bazen şans da, doğru kişiler ile karşılaşmak da önemli sanırım… Sedat Sarıcı: Ben hala, bir şeyi çok isteyen insanların “büyük bir gayretin içinde oldukları sürece” ulaşmak istedikleri o şeye günün birinde mutlaka ulaşabileceklerine inanırım. Bu yüzden “çaba” temel olduğu sürece size açılan kapılar, sanki “sihirli bir elin”, ne bileyim işte, “evrensel bilincin” ya da “ilahi bir gücün” etkisi varmış gibi oluyor. Buna şans da denebilir ama asıl güç bence çalışkanlık, çaba ve adanma… Size komik gelecek, kendimden bir örnek vereyim. Ortaokulda okurken Esin Afşar’a aşıktım. Benden herhalde 30 yaş büyük olmalı… Liseyi bitirince İstanbul’da Keith Jarreth konserini izlerken yanyana oturuyorduk. Eşi de yanındaydı. Ben size aşıktım dedim. Gülüştük... Keith Jarreth konserinde “davulcuların davulcusu” ünvanlı Jack Dejohnette sadece ayaklarını kullanarak solo atmıştı. Hem de ne kadar uzun bir davul solosuydu. Hiç unutmam mesela... Derken bir gün vurmalı çalgılar ustası Fahrettin Yarkın ağabeyle konuşurken, bana “sen Londra’da yaşıyorsun, bizim Jack oraya geliyor mu” diye sordu. Ben de tabii, “sizin Jack kim abi” diye sordum. Jack Dejonnnet’in kartını çıkardı ve gösterdi. “Benden dokuz sekizlik gibi Türk ritmleri dersi aldı” dedi. Ben de, Jack Dejonette’in dünyanın yaşayan en büyük davulcularından biri olarak kabul edildiğini söyledim, bilmiyormuş… Benden duymuş olmayın ama Yarkın ağabey de dünyanın en büyük davulcusuna ders vermiş bir hocadır. Öyle bir hoca ki, bu işi tamamen aşkla yaptığı için hiç bir öğrencisinden ücret almıyor, öğrencisinde “işine saygı” arıyor… Bütün bunlar tesadüf veya şans değil bence… Sanki gizli bir güç var, buluşturan…
Sedat Yıldı
O GÜNLERDEN BU GÜNE Şebokolik: 1988 yılında Şebnem Ferah tarafından kurulan ‘Volvox’; ilk başlarda yadırganmış olmasına rağmen sonradan kabul görmeye başlamış kız rock grubu olarak tarihe geçer. Siz kuruluşundan, son buluşuna kadar Volvox’un dönemine şahitlik yapmış biri olarak Volvox’u anlatır mısınız? Sedat Sarıcı: Bu konuda “feministleri” çok kızdıracak bir şey söyleyeyim; aslında toplumumuzda bu tür çalışmalar genellikle yadırganmaz, aksine özel bir ilgi, sevgi, önemsenme ve heyecanla karşılanır. Doğal olarak da, hafif de olsa kayırmacı bir tavırla kollanır. En azından özellikle toplumun çağdaşlaşması, ileri gitmesi için uğraş veren çevrelerde böyledir diyeyim… Mesela klasik batı müziği alanında yetiştirdiğimiz uluslararası solistlere bir bakalım, hemen hepsi kadın müzisyenlerimiz. İdil Biret, Suna Kan, Ayşegül Sarıca, Güsin Onay gibi. Bu alandaki erkek sanatçılara (yani Fazıl Say gibi örneklere) yeni yeni rastlıyoruz. Bu arada hak yemeyeyim, Bursa’da düzenlediğimiz ilk rock festivalinde “Aksiyom” adlı tamamı kız öğrencilerden kurulu bir başka topluluk daha vardı. Hatırladığım kadarıyla solist ve davulcu sorunu yaşadıkları için uzun ömürlü olamadı. “Volvox”, Şebo’nun o sıralarda solistlik yaptığı toplulukların kararlı bir şekilde çalışmalarını yürütmemelerinden kaynaklanan sorunlu dönemi aşma çabası sonucu doğdu diyebilirim. Bir kaç ay sonra dağılan gruplar, yeterince çalışmayan elemanlar Şebo’yu üzüyor ve yoruyordu. Artık kendi besteleri üzerine yoğunlaşma zamanı geldiğini de düşünüyordu… Derken Volvox kuruldu ve birkaç ay sonra henüz ilk konserlerinde gayet güzel bir performans sergiledikleri için hakettikleri ilgiyle de karşılaşmış oldular… 1989’da ben İngiltere’ye taşındıktan sonra Volvox’u sadece bir defa (İstanbul’daki bir solo konserlerinde) izleme fırsatı bulabildim. Aynı heyecan ve aynı gelişme hızı hiç bir şey kaybetmeden sürüyordu. Volvox’un daha sonraki evrelerine ne yazık ki, tanıklık edemedim…
Şebokolik: Volvox’un da yer aldığı; sizin ki Rock festivallerinden bahsedebilir mi gerek…
Sedat Sarıcı: Erkin Koray, o tarihlerde Bur te, “Darısı İstanbul’unda başına” demiş. G Erkin Koray, Bandaj, Klips, Dr. Skull gibi o tivalde bir arada görmek münkün olamıyo lulukları dinleme fırsatı buluyor, rock müz ise aynı sahneyi paylaştıkları İstanbullu, A sahne performanlarından yararlanıyorlard bir yarış vardı. Ankara’dan davetli gelen D herhalde :) ) , sahneye çıkmadan hemen ö çup etmeyeceğiz, Ankara’yı iyi temsil ede anıyorum ama o gün çok duygulanıp, ağla performans segilediler ki; sahneden indik day, everynight”ı dakikalarca söylemeye d
ırım Sarıcı
E ROCK MÜZİK / Volvox
n de katkılarınızla düzenlenen Bursa’dayiz? Bursa için büyük bir adım olsa
rsa Hakimiyet gazetesine verdiği demeçGreçekten de o yıllarda İstanbul’da bile dönemin güçlü topluluklarını aynı fesordu. Bursalı müzikseverler farklı topziğiyle ilgilenen genç müzisyenlerimiz Ankaralı toplulukların deneyimlerinden, dı... Hem büyük bir dayanışma, hem tatlı Dr. Skull, (ben de Ankaralı olduğum için önce “göreceksin Sedat abi, seni maheceğiz” demişlerdi... Şimdi tebessümle yacak olmuştum, hiç unutmam. Öyle bir lerinde bütün salon son şarkıları “Everydevam etti... Böyle bir ruhdu bizimkisi...
En başarılı olduğumuz şey de, çok güzel zarar etmekti. Konser giderleri, genellikle konser gelirlerinin bir kaç kat üstünde olurdu. Cem Karaca, o yıllarda, oğluna yazdığı bir şarkı da “sımsıkı sev sen sevmeyi/ bazen almadan da vermeyi…çağını bil, çağına yakış/ güzelliklerle yarış” der. Bursa’daki o iki yılın özeti bu gibi... Bu koşuşturma ve feragattta Bursa Hakimiyet Gazetesi adına bizlerle diyalogda olan yazar, gazeteci Banu Demirağ’ın da büyük emekleri vardır. Sağolsun, basınla ilgili bütün şikayetlerimizi, bizleri kırmadan dinler, taleplerimizi öncelikleri arasına alarak elinden geleni yapardı… Festival ve konserlerin başarılı geçmesinde Banu hanımın çok önemli desteği söz konusudur… Sonuç olarak bir çok duyarlı müzikseverin çok değerli katkılarıyla bugün Bursa, Türkiye’nin önde gelen rock festivallerine ev sahipliği yapamıyor ama ülkemize öncülük eden bir çok besteci, şarkısözü yazarı, aranjör, solist, enstrümantalist ve topluluğun doğmasına, yetişmesine veya gelişmesine katkı sunmuş bir kent olarak anılıyor. Bir kaç örnek verecek olursak, bütün albümlerindeki bütün beste ve şarkı sözlerinin kendisine ait olduğu Şebnem Ferah, ülkemiz için kabul görülmesi oldukça güç olan yeni bir tarzın öncüsü Pentagram’ında beyni bascı, besteci, aranjör, yapımcı Tarkan Gözübüyük, besteciliği, aranjörlüğü ve yapımcılığı ile şarkı sözlerindeki keskinlik ve bestelediği nakaratların sağlamlığı ile Teoman, besteleri, serin ve mistik armonik düzenlemeleriyle gitarist ve bascı Sunay Özgür, film ve reklam müziklerindeki yerel olduğu kadar yenilikçi ve coşkulu yorumlarıyla Ender Akay, solo albümüyle gitar üzerinde farklı açılımlar peşinde koşan Tanju Eren, enstrümantalistliğin sınırlarını ve sihirlerini artırmaya çalışan modern caz piyanistimiz Mehmet Ali Sanlıkol, Buz’un akademik diplomalı davulcusu Tercan Şener, Gökalp Baykal’la birlikte inatla blues takılan Cenk Tarhan, Gecegece adlı Ankaralı rock topluluğunun bestecisi, şarkısözü yazarı ve akustik gitaristi Gökçe Bayrakçeken, ses teknisyenliği üzerine bir çok üniversitemizde öğretim görevlisi olarak çalışan, (yasaklı olmamasına karşın) saklı solist Süden Pamir, özel televizyon kanallarında rastladığımız, gitarist Murat Durmaz, King White’tan Türkay Türkmen, Cüneyt Dinçer, Barlas Çevikus adlı kardeşlerim 1988 ve 89 yıllarında düzenlediğimiz festival ve konserlerde yer alarak, bugün kimisi kent çapında, kimisi ülkesel ölçekte, kimisi uluslararası alanda çalışmalarını devam ettirmekteler...
Şebokolik: O zamanlar Volvox zincirleri kırıyor ve kızlardan oluşan Türk rock grubu olarak tarihe adlarını yazdırıyor. Konserlere çağrılıyorlar, değişik mekanlarda sahne alıyorlar ve albüm çalışmalarına başlıyorlar. Ne oluyorsa oluyor tamamını ingilizce hazırladıkları albüm çıkamıyor. Bu albüm çıksa idi sanırım tabuları yerle bir edebilirdi? Albüme hazırlık hikayelerini ve o dönemlerde yaşadıkları zorlukları da dinlemek isteriz sizden? Sedat Sarıcı: Volvox’un 1989 yılından sonraki gelişmelerinden fazla haberdar değilim. Ama İngilizce rock yapan Türk toplulukların daha önceki albüm deneyimleri pek parlak sonuçlanmadı. Bence Şebo’nun başarısı müthiş sesi, şarkı söyleme tekniği, bestelerindeki sağlamlıkla beraber Türkçe’ye hakimiyeti ve hayatı sorgulayan, anlamlandıran, felsefik anlamda yeni bir şeyler söyleme gereği duymasında da yatıyor. Bu yeni söylem paylaşıldığı oranda başarılı kabul ediliyor... İngilizce şarkı sözleri ne kadar paylaşılabilecekti. Bazı çalışmalar gibi değeri sonradan anlaşılabilirdi ama ilk çıkış anı gözden ırak kalabilirdi. Türkiye’de felsefik bir cümleyi İngilizce olarak anlayabilecek kaç müziksever var. Ben 22 yıldır İngiltere’de yaşıyorum ama hiç bir İngilizce şiir, şarkısözü veya felsefik belirleme, Türkçe’nin beni heyecanlandırdığı kadar etkilemiyor, derinden sarsmıyor. Bana soracak olursanız, Türkiye’de Türkçe albüm en doğru ve en doğal yol... Eğer albüm, yurtdışına yönelik tasarlanmışsa, o zaman dikkat etmemiz gereken bir kaç nokta var. Yaratıcılık, manayı ifade gücü, ses kapasitesi, bu kapasiteyi estetik kullanma yetisi gibi kriterlerle bir solisti değerlendirecek olduğumuzda görürüz ki, (“bence” diyeyim de kavga çıkmasın!..) Şebo’nun rock tarihinde iz bırakmış Freddie Mercury (Queen), Ian Gillan (Deep Purple), Robert Plant (Led Zeppelin) gibi efsanevi solistlerden hiç bir eksiği yoktur. Geriye sizin deyiminizle “tabuları yerle bir edecek”
parçaları yaratmak kalıyor. Bu iş, birazcık da ekip işi... F. Mercury, Brian May’siz, I. Gillan, Richie Blackmore’suz, Robert Plant, Jimmy Page’siz kayda değer fazla eser çıkaramadı... Tatlı bir yarış topluluklararası olması gerektiği gibi, topluluk içindeki üyeler arasında da olmalı. Sahneye çıkıldığında bir eleman diğerinin gölgesi altında kalmamak için çareler aramalı... Bu çare arama; yeteneğin sınırlarını zorlayarak, yaratıcılığı artırarak ifade gücünü yükseltip çalışılan esere nüksettirmek biçiminde olmalı... Devlerin birliği Queen, Deep Purple, Led Zeppelin’den de ibaret değil. Richie Blackmore, Deep Purple’da Ian Gillan sonrasında David Coverdale, Rainbow’da ise Ronnie James Dio, Graham Bonnet, Joe Lynn Turner gibi yine döneminin en iyi solistleriyle çalıştı. Beatles’da John Lennon & Paul McCartney, Pink Floyd’da Roger Waters & David Gilmour, Genesis’de Peter Gabriel & Phil Collins hep bu tek başlarına da çok şey ifade edebilen yaratıcı fikir adamlarının birlikteliğini simgelemiş... Onca ölümsüz eserin sırrı bu güç birliği olmalı... Bu topluluklardan bir sonraki kuşak sayılabilecek U2’da Edge & Bono, Guns’N Roses’da Axl Rose & Slash aynı geleneğin devamı... Bizde Cem Karaca en olgun çalışmalarını Uğur Dikmen’le, Barış Manço ise Kılıç Danışman’la birliktelikleriyle üretmişlerdir... Bütün bu kalabalığın arasından sorunuzla bağlantı kuracak olursak, Volvox’un albüm hazırlığı aşamasında ben Türkiye’de değildim ama o dönemde de, bu dönemde de, gelecekte de zor olan, tabuları devirebilmek için yaratıcı güçlerin birliğini sağlamak ve verimlilik devam ettiği sürece bu birlikteliği korumak... Volvox’un yükselme döneminde “Vixen” adlı sadece kadın müzisyenlerden oluşan bir rock topluluğu vardı. Londra’da iki defa konserlerine gittim.
Canavar gibi çalmalarına karşın yine de bana, yaratıcı güçlerin güç birlikteliğinden çok “renkli bir proje” gibi geldi... Deep Purple’ın ön grubu olarak konsere çıktılar, ben ayakta alkışladım ama kimse dinlemedi, salonda 50 kişi yoktu. Sıra Deep Purple’a geldiğinde birden bire oturacak boş yer kalmadı. Şebo, bu güç birlikteliğinin farkında bir müzisyen... Bu yüzden şu andaki topluluğu hem güçlü müzisyenlerden oluşuyor, hem de uzun süredir birlikteler. Fikir zenginliğiyle albümlerine yansıyan bu özellikleriyle de “topluluk müziği” tanımlamasını yurdumuzdaki nadir emsallerinden. Daha önceleri birlikte çalıştığı Tarkan Gözübüyük, İskender Paydaş ve Demir Demirkan gibi müzisyenler de yekpare çok şey ifade eden güçlü ve yaratıcı müzisyenlerdi. Volvox ya da bir başka topluluğun kalıcı başarısı ancak bu tür bir güç birlikteliğinden geçer diye düşünüyorum. Yani sazına kapanmayla birlikte mesleki deneyim ve bilgi birikimini edinme çabası... Şebokolik: Bizim bilmediğimiz sizin paylaşmak istediğiniz; Volvox’u, bununla beraber de Şebnem Ferah’ı daha iyi tanıtacak anılarınız var mı? Sedat Sarıcı: Var tabii. Şebnem Ferah, okulların kapalı olduğu yaz tatilinde Yalova’da ailesiyle birlikte kalırdı ve 2 saatlik gitar dersi alabilmek için Yalova’dan Bursa’ya gelirdi. Bursa-Yalova arası o zamanlar otobüsle 2 saatten daha fazla bir yolculuk gerektirirdi. Yalova’daki evlerinden otobüsün kalkacağı noktaya, oradan Bursa terminaline, sonra stüdyoya gelir, gitar dersini ilgiyle dinler, çalması gereken partisyonları dener ve aynı yolu geri dönerdi. Yani 2 saatlik ders için bütün gününü yollarda geçirirdi. Bahsetmeye çalıştığım olağanüstü başarılar, olağanüsü tutklulardan ve bu tutkular uğruna özverilerden geçiyor.
yıprattı, yordu, ilerlemenin hızını kesti... Çoğu zaman “erkek egemen” toplum desek de, argo ve müstehcen jargonu bazı kadın şarkıcılar erkeklerden daha kışkırtıcı ve daha cesurca kullandıkları da olmuyor değil. Müzisyenlerin dışında da, zaten toplumun belirli farklı kesimlerinde de benimsenen bu “it kültürü”nün bilinçaltı ya da bilinçüstü önemsenmesi ve beslenmesi sokağa, okula, iş yerine yansıdığında özellikle hanım kardeşlerimizin alanı iyice daralmış oluyor. Bu daralmanın bakışlara, laflara, gaflara ve daha farklı tacizlere ulaşma ihtimali kızkardeşlerimizin ve bütün kadınların, akşamın belirli bir saatinden sonra filanca semtlerde, hatta bazen günün bütün saatlerinde falanca sokaklarda çalışmasını, yürümesini engelliyor. Bazı cahil müzisyenlerin bu tür sorunların çoğalmasına katkı sağlaması işimizi, işin içinden çıkılmaz noktalara getirebiliyor... İşte bu ve benzeri engellerin içerisinde memleketimizde kızlardan oluşan bir müzik topluluğu çıkmışsa, elbette ayakta alkışlanmalıdır. Sahiplenip, korunmalıdır.... Volvox’un bu cesur varoluşu, bunca kadın rock solistimizin, müzisyenimizin varlığına ve çoğalmasına öncülük etmiştir. Bu varlık, biyolojik bir varoluş değil de, (elbette tam da burada hakkını teslim ederek) Şebo’da olduğu üzre, kalıplara sığmayan besteciliği, dervişane şarkısözü yazarlığı, orkestral düzenlemelerdeki payı , bir kaç enstrümanı topluluğu içerisinde çalabilecek hakimiyete sahip olması, ülkemizdeki bütün hanım kardeşlerimize sadece kendinizi var edin demiyor, “yetkin ve etkin bir şekilde varolabilir, iz bırakabilirsiniz” demek istiyor...
Şebokolik: Son olarak Volvox’u çeşitli sanatçıların oluşturduğu Türk rock tarihi puzzle’nın hangi köşesine koyarsınız? Sedat Sarıcı: Gözlemleyebildiğim kadarıyla, dünyanın hemen her yerinde müzisyenler iki ana davranış modeliyle birbirlerinden ayrılıyorlar. Müziği ciddiye alan bir kesim, işin sanatsal, bilimsel ve/veya toplumsal yanına ağırlık vererek çalışmalarını bu yönde sürdürür. Diğer bir kesim ise, kendilerinden önce yaratılmaya çalışılan bu birikimin rantıyla meşgul olup, zahmetsiz kazanç için odaklanacak avanta arar. Sanatsal, fikirsel yani düşünsel üretim içinde olmayıp, kıvancını yaşayamayanlar teselliyi bedensel keyifde arar. Gereğinden fazla alkol, kimyasal madde veya uyuşturucu bağımlılığı ve oluşturduğu (argo jargon) kültür, müziğe saygı duyan kesimi
O yyıllara ıllara ddair, air, ““Rock Rock G Günleri” ünleri” afişi. afişi.
Volvox Sahnede / Bursa’da Metro isimli
i dergide yay覺nlanan gazete haberinden
Sedat Yıldı
ŞEBNEM FERAH ALB
Şebokolik: 1988 yılından 2011 e geldiğimiz vakit bakıyoruz ki, Şebnem Ferah 6 albüm sahibi, peşinden kitleleri sürükleyen, sevilen, sayılan bir sanatçı olarak karşımıza çıkmakta.. Müzik kariyerinde çeşitli başarılara imza atmakla beraber mütevazılığı ile herkese örnek olmuş bir sanatçı. Siz bu gelişim için neler söylemek istersiniz? Sedat Sarıcı: Şebo’nun 6 albümündeki bütün beste ve şarkısözlerinin kendisine ait olması ve son albümlerinde ise orkestral düzenlemelerde payının bulunması, akademik düzeyde müzik eğitimi almadan kendi kendisini yetiştirmeye çalışan birisi için ancak “mucize” olarak anılması gereken bir gelişim… Besteci, şarkısözü yazarı, solist ve müzisyen Şebo, kendi yarattığı çizginin takipçilerini henüz orta yaşlarına erişmeden görebildi… Bir başka mucize de budur. Ardıllarının albümlerinde Şebo’nun şan tekniğine yaklaşmaya çalışan etkilenimlere, beste ve şarkısözlerinde benzerliklere rastlıyoruz. Parçaları ülkenin dört bir yanındaki genç müzisyenlerce yorumlanıp, yaşıyor. Daha da önemlisi kendisinden önce müzik piyasasında kendisini var etmiş tanınmış şarkıcıların, Şebo’nun parçalarını kendi albümlerine alma gereği duymaları… Son turnelerinde gittikleri her kentte ortalama 25,000 müziksevere hitap ettiklerini öğrendim. Şebo’nun müziğinde, yaygınca dinlenen bilindik veya beklenen şarkısözlerine rastlamazsınız. Sound hala “yabancı” sayılır. Ticari endişelerin sebebiyet verdiği lüzumsuz tekrarlar yoktur. Çok sesliliğe dayalı armoni geleneğinimiz olmamasına karşın orkestrasyonları yoğun ve karmaşıktır. Yani “ticari mamül” değil, yenilikçi, evrensel, kendine has sanatsal çalışmalalardır üretilenler. Bütün bu kaygıları omuzlayıp da bunca müzikseverle kucaklaşabilmek çok az sanatçının ulaşabileceği bir nokta… Bir de, John Lynne Turner’a kadar çalıştığı efsanevi uluslararası devleri düşündüğümüzde, zirvenin ne kadar yüksek olduğu daha net anlaşılır… Alçak gönüllü olmasıysa, elbette takdir edilmesi gereken bir meziyet ama insan alçak gönüllü olmasa ilerleyemez. Daha doğrusu uğraştığı alanda eksikliklerini fark edemezse gelişemez, diyeyim. Şebo, bir çok iyi müzisyen gibi müziğin tarihsel, bilimsel ve duygusal sınırları belirlenemeyecek kadar büyük bir şey olduğunun bilincinde. Hani hepimiz, okudukça ne kadar cahil oduğumuzu fark ederiz ya, öyle bir şey. Bu farkındalık çoğu yaratıcıda olduğu gibi doğal bir alçak gönüllülüğü getiriyor olabilir. Doğru aile terbiyesi de önemli. Rahmetli annem, bize hep “insan büyüdükçe, küçülmeli” derdi… Yani böbürlenmemeli… Şebo övünmeyi çok sevmeyen biri. Ne güzel…
ırım Sarıcı
BÜMLERİ HAKKINDA
Şebokolik: 1996 yılına geliyoruz ve Kadın ile karşımıza çıkıyor Şebnem Ferah. Kendinden emin bir duruş ile merhaba diyor bizlere…Yeni yeni, hemen değil fakat iyi adımlar ile kazanıyor sevgimizi… Herkes için ‘ilk’ ayrıdır. Peki siz ilk albümü için neler söylemek istersiniz? Sedat Sarıcı: Hepimiz çok büyük bir heyecanla karşıladık ilk albümü. Boş bir heyecan değildi bu. Nitelikli ve yenilikçi rock ürünleri yaratmada Tarkan Gözübüyük en yakın müttefiki gibidir. Bu birliğe İskender Paydaş ve Demir Demirkan da eklenince çok boyutlu bir çalışmayla karşılaştık… Şebo canlıdır, heyecanlıdır, güleçtir. İçindeki çocuk ruha hep göndermelerde bulunur ama aynı zamanda bir yanı hayatı sorgulayan ozan gibidir. Sonradan daha da gelişip güçlenecek bu ozanlığın ilk örnekleriyle Şebo’nun bu ilk albümde buluşmuş olduk: “yürekler alınmaz pulla parayla / kim yenmiş kaderi duayla…” “gelinlik giymeden, ışığı görmeden / bebeğimden önce vazgeçtim dünyadan / kaderi yenmeden utandım kendimden / daha sevilmeden vazgeçtim dünyadan…” – “gece geçmez gündüz olmaz / can bu dünyaya dayanmaz neden / haykırdım dağlara, duymaz / bekledim günlerce yok ki gelen… karlı dağların ardında biri yaşarmış / bulut olur yağmur olur bize bakarmış / hem yakın hem uzakmış, yanakları al almış… deli kızım uyan / söylenenler yalan / bir tek sensin duyan…yerde oldum, gökte oldum / sormayın halim ah başım duman / gönül uslanmayı bilmez / düşlerim gerçek, gerçeğim yalan…” - “biz yollarda yalnız kaldık / masallarla sevgi verilmez / biz yıllarca korku dolduk / rüzgara yön sorduk, bilinmez / hangi el güçlü bu ellerden / yiğit yüreklerden / başlasak yeniden yeniden / hayır sen hiç korkma / yarın senin yanında / yeniden koş yollarda durma durma…” - “yokluğun varlığın bir / dünüm yok yarınım sır / nasıl inanırım sana / bu yürek ağır bana / sevgin öyle uzaklarda / nefes alsan da yanımda / bu aşk fazla sana…” - “niye bana herşey korku, her şey tasa / ne gece ne gündüz kaygısız / neden bütün yollar karanlığa / gecelerim uzun ışıksız / aşk yarı yolda kaldı, neyleyim / korkmuyorum, ben buyum, böyleyim / yarınlar kadar yakın içimde fırtına / bu dalgasız deniz durgun, aldatır inanma / yaslanıp gururumun kambur sırtına / kendime rağmen durmam basar giderim…. nereye gider yollar, sır dağlara / denizler uçsuz bucaksız / gözlerim arkadaş uzaklara / gecelerim uzun ışıksız…” - “umudum isyanda / isyanım karanlıkta…”
Şebokolik: Konserler, klipler yeni şarkılar derken “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” diyor ve daha da bizden oluyor…Sizce de öyle mi? Sedat Sarıcı: Evet, bize daha yakınlaştığı gibi bu gelişim içerisinde bütün insanlığı ilgilendiren duygulara da daha fazla rastlamaya başlarız: “senle ben, batı doğu ama dünya yuvarlak” - “sizi bilmem, ama ben karar verdim / su gibi duru olup hep akmaya / başka sular tanıyıp, çoğalmaya / dalgalanmaya, taşmaya...” – “kalbim ellerim kadar küçük değil” – “bizler büyürken durmaz büyür oyunlar / bütün oyunlarda herkes kadar benimde payım var” “hangi acılar, hangi anılar eskimez zamanla / hangi kalp temiz, hangi gerçek iz aşınmaz yağmurda / hangi büyük aşk, hangi büyük kin yok olmaz zamanla / hangi yanardağ, hangi fırtına durulmaz dünyada / herşeyi görüp bilenler, anlatın, neden dönmezler gidenler” – “üvey çocuk olmadım/ üvey anne olmadım / üvey insanlık mı alın yazım” – “acıyı da, derdi de severim ben / yanımdan geçer beni büyütürler” – “işte ben böyle öldüm / gittim kendimi gömdüm / sonra toprağa sordum / dünya böyle değildi / toprak dedi sen kördün”
Şebokolik: Bu albümden sonra çeşitli acılar ve kayıplar yaşayan Ferah ‘yeter ki açık olsun perdeler’ diyor ve umut kavramından bahsediyor. “Perdeler”i yayınlıyor. Daha sert ve gerçekçi…Bir sanatçı için acı demek bir kademe daha ilerlemek demek sanırım…Sanatçı olgunlaşması denen kavram Şebnem Ferah’ta çok net belirgin. Siz katılır mısınız buna? Sedat Sarıcı: Elbette katılırım. Tam da gözlemlediğiniz gibi hem acılarla, hem de umut dolu… Yaşadığımız acılar, sadece sanatla uğraşan kimseler için değil, hepimizin olgunlaşmasına, bir başkasını daha iyi anlayabilmesine yarar… Sevincin değerini artırır.Yalnız bu acılar karşısında pes etmemeli, direnmeli. Şebo, bu direnmenin timsali olmuş biri. Bu sebeple bir neslin farklı yönlendirilmesinde, umutla beslenmesinde büyük emeği var. “Boş veren”, “hayatı akışına bırakan” değil, “akıntıya karşı kürek çeken” bir ruhun temsilcisi: “öyle bir hayat yaşadım ki; / cenneti de gördüm, cehennemi de / öyle bir aşk yaşadım ki; / tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de / bazıları seyrederken hayatı en önden / kendime bir sahne buldum, oynadım / öyle bir rol vermişler ki, okudum okudum anlamadım…öyle bir hayat yaşadım ki; / son yolculukları erken tanıdım / öyle çok değerliymiş ki zaman, / hep acele etmem bundan anladım…” “bazen içime bıçak gibi saplanıp yara olduysan da / günler boyunca kanayıp acıttıysan da / daha çocukken bile duvar gibi sert olduysan da / sana hiç küsmedim, hiç küsmedim dünya”– “döne döne durmadan / sen de bir garip oldun / sarhoş musun dünya / şişede şarap gibi / yorgun bir kadın gibi / yalnız mısın dünya” - “bağlanmış kökler gibi / hayat veren toprak gibi / tüm anneler gibi güçlü olsun…camdan sızan güneş gibi / gökte yıldızlar gibi /dolu hayatlar gibi sonsuz olsun.” – “denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin! / sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin! / uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin! korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin” - “bir yanımda dopdolu yaşanmış sayfalar / bir yanımda üst üste okunmamış kitaplar / dünüm, yarınım hep burda, küçücük odamda / susadım, yoruldum ama aklım hayatta… bir yanda yorgun düşmüş yaşlanmış insanlar / bir yanımda ümitle aşkla uyananlar / dünyanın tüm hali burda, dağınık odamda / çok düştüm, yaralandım ama sarıldım hayata / ardımda büyük büyük kocaman ağır yükler / her yerimden çektiler beni beklettiler / dinlendim, su içtim, aktı dudaklarımdan / hergün güneş doğar, yeter ki açık olsun perdeler…bir yanımda durmadan çalışan saatler / bir yanda ağır ağır dipten gelen sesler / düşündüm buldum sandığım yüzyıllık gerçekler / hepsiyle giyindim durdum bazen büyük geldiler / bir yanda hiç susmadan konuşan dudaklar / bir yanda küsüp susmuş sessiz akıllar / dibe vurduysak ne olmuş elbet çıkarız / bir gün var bir gün yokuz kiralıkmış hayatlar” - “iyi dostlar biriktirdim / hepsi ailem oldu / küçük bir aşk yetiştirdim / düzene yenik düştü” - “ben sigara dumanının altında / yana yana en sonunda kül oldum / sen kibritin hiç yanmayan ucunda /birinin hayatından geçmiş oldun”
Şebokolik: “Kelimeler Yetse” adlı albümü kendi değimi ile kişisel. Fakat o albümde dahi herkesin hayatına girebilmeyi başarıyor. Kişisellik bazen beğeni yerine yadırganma getirebilir. Bu albümle bile fark yaratmayı başarıyor. Kelimeler yetse daha neler derdiniz onun için :) Sedat Sarıcı: Kelimeler yetse, Şebo’ya derdim ki, ‘bu albümün için “kişisel” demişsin ya kardeşim; ben tam da tersini düşünüyorum. Bence en güzel ve kendi müziğinin temel niteliklerinin en belirgin bir şekilde hissedildiği albümdür’. Biz eski müzisyenlerin bir deyimi vardır; “boş yok” diye. Öyle albümler vardır ki, yalnızca bir tek parça ile ayakta durur. Öyle albümler de vardır ki, bütün parçaları değerlidir. Yani “boş yok”tur. Bu albümde yer alan “gözlerimin altındaki çizgiler” gibi kaç tane şarkı var ülkemizde. O ne nefis intro’dur. O ne mükemmel nakarattır… “çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar” ın altyapısında seyreden ritmik bölümün bir başka eşine rastlamak çok zordur ne bizim memlekette, ne başka bir yerde. Ve ne kadar güzel bas motifi vardır ve ne kadar sağlam çalınmıştır. Sonra “mayın tarlası”, “iyi-kötü”, “babam oğlum” “ben şarkımı söylerkem” başta olmak üzere bütün parçalar teker teker taze ellerle düzenlenmiş farklı açıları sergilerler… “Kişisel” tanımlamasıyla herhalde bir başka şeyi kastetmiş olmalı. Bence en fazla ortak paylaşılan duygular bu albümde: “geçmiş hiç yaşanmamış gibi davransan da, baştan yazamazsın” - “sen erkektin, ben de kadın / gittiğinde yarım kaldım sandın / sana çok bağlıydım / ama bağımlı değildim” – “bu ne garip bir yangındı böyle / sen söndün ben yanarken” - “peki ben neden hala böyleyim / neden hala geçmişteyim / belki de…ben sana hala aşığım... işte tam burda karşındayım…” - “sen, ben, o / herkes aynı hikayede / başı ve sonu aynı, gerisi farklı / bir yerden tutunduysak hayata / boşa geçirmemeli, bırakmamalı / derdimiz, yaramız, acılarımız farklı olabilir / gözyaşlarımızın tadı aynı / değişik çok başka gibi gözüken yaşamlar varsa da / pişmanlık herkes için acı olmalı” - “korkmuşum düşmüşüm kalkmışım / sevişmek sevmekten gelir inanmışım” – “ne ahlak, ne de sevgi gökten dünyaya indi,/ insanlik istedi keşfetti hepsini…dün doğmuş bir bebeğe bile girebilen mikrop misali, içimizde hem kötü var hem iyi...” - “mayın tarlasında bir adam sevmişim aşk sanıp da / soyunup korkusuzca çırılçıplak kalmışım / aşk filmlerinde olur ya, işte öyle sevmişim sonunda / bedenim sağlam bulunmuş; yüreğim paramparça” - “çok parçalandım, parçalandıkça çoğaldım / bir gün daha bitti ama yarın yeni bir gün…hiçbir şey boşuna yaşanmamıştır / uyuyordum, gözüm açıldı uyandım / bu da gelir geçer diye inanmazsam / nasıl yaşarım…herşey insanlar için / görmek, öğrenmek için / bazen zor da olsa / her şey insanlar için / umut doğurmak için hayatla seviştim”
Şebokolik: 2005 ve Can Kırıkları…Tarkan Gözübüyük ile çalışan Şebnem Ferah bambaşka bir çizgi ile karşılıyor ve bize bilmediğimiz şeyleri anlatıyor. İki öğrencinizin birlikte çalışıp bu denli güzel şeylere imza atmaları... Geçmişten bugüne uzanan başarı öyküleri… Nasıl değerlendirirsiniz? Sedat Sarıcı: Şebo’yla Tarkan Gözübüyük birlikte çalıştıklarında bir ben heyecanlanmıyorum ki, ortaya bütün Türkiye’nin heyecanlandığı, paylaştığı eserler çıkıyor. Ben şimdi yine “ters” bir şey söyleyeyim. Bir arada aynı proje de olmasalar da, hatta bambaşka ülkelerde, bambaşka albümler için konser veya kayıtlarla meşgul olsalardı bile aslen hala birlikte çalışıyor olacaklardı. Bu bir yol arkadaşlığıdır. Aynı amacı, güden aynı kuşağın öncüleridirler. Bu yüzden arada okyanus da, sıra dağlar da olsa aslında birbirlerinin müzikal nefeslerini hissediyorlardır. Eseriniz dünyanın öbür ucuna bile ulaşsa, içinizdeki gizli bir ses birlikte yetiştiğiniz mahalledekilerin, doğduğunuz köydekilerin sizi nasıl değerlendirdiğini hep merak eder. Bu böyle bir şey ve bu birliktelik hissi sonsuza değin sürer gider. Tabii ki ve iyi ki araya okyanus girmemiş ve aynı stüdyoda buluşmuşlar. Rock olduğu kadar senfonik ağırlığıyla demlenmiş, yoğrulmuş bir albüm çıkmış ortaya… Mesela “Can Kırıklarının” finalden önceki orkestral bölüm ne kadar güzel, kıskanmamak elde değil… “şimdi önümde ağır bir kapı / ardında okyanus var / bir de bileğimden biri çekiyor / benimse kapıyı açmam gerek / bak diyorum koca dünyaya / burdan derhal çıkmak gerek / bari çekme bileğimden / benim her şeyi görüp öğrenmem gerek…bir ileri bir geri / her adım bu kapının ardı demek / sonunda boğulmak olsa da / benim o sularda yüzmem gerek… anahtar deliğinden görünen / bu küçücük manzara / sana yetiyorsa yetsin / benim o sularda yüzmem gerek…” - “bu kalabalığın içinde yapayalnız hissetmektense / dünyanın bir ucunda tek başınayım” - “kir göstermeyen renkleriniz sizin olsun / korkmaktansa bulanıklığın tam içinde bir başımayım…” - “benim belki de gizli bir bildiğim var / elbette ağlarım benim can kırıklarım var / senin gördüğün yanağımdan süzülenler / asıl içimde, içinde yüzdüğüm bir deniz var…” – “her kalp ayrı bir dünya / ve bir parça kristal aynı zamanda / bir de bilmeyerek değil ama bilerek kırılmışsa / artık acı da duymaz başlar yokolmaya…” - “bugün kendimi tonlarca yük taşıyan / gemilerin denizi gibi hissediyorum / kaldırma kuvvetim var ama şehrin atıkları içime akıyor…” - “ben bir mülteciyim / kendi yüreğimden başka / sığınacak yerim yok yurdum yok… ben bir mülteciyim / yüreğimde yaşıyorum / esir değil, kul hiç değil / kendimde yaşıyorum” - “çamur mu sürmek istiyorsun başkasının duygularına / önce senin ellerin kirlenecek… çok sonraları fark edecektik / iyilik, temizlik bile göreceli olacaktı / o kadar hızlı kirlenecektik ki / masumiyet fotoğraflarda eskiyip solacaktı” -“sen hiç “hiç” oldun mu, birden duruldun mu? / bulanıkmış, berrakmış her suyu içtin mi?” – “kapıları kapatmak yetmemiş / kepenkler indirmişiz / bir küçük asma kilitle / insanı insan şerrinden sakınmışız…” - “seni ararken kendimi kaybetmekten yoruldum / bulduğumu zannettiğimde / kendimden ayrı düştüm… ben bir kısrak gibi gelmişim dünyaya / şahlanıp koşmak içimde var… biraz su, biraz yeşillik / her yer benim evimdir / taşırım dünyayı sırtımda / her dil benim dilimdir / ama söylenecek söz yok /gidiyorum ben / hoşçakal”
Şebokolik: Yıl 2010, son albümü “Benim Adım Orma ‘çok sert’ değil eleştirileri alsa da, sonradan değeri
Şebokolik: Şebnem Ferah, 2007 yılının Mart ayında gerçekleştirmiş olduğu Bostancı Gösteri Merkezi’ndeki konser kaydını bir albüme dönüştürerek yayınladı ve size ithaf etti. Eminim ki çok başka bir duygudur... Neler dersiniz? Sedat Sarıcı: Bir müzisyenin hayatında alacağı en büyük armağan… Bir jürinin verdiği ödül olsa, binbir türlü kaygının kayırması zannedilebilirdi. Müzikseverlerin oylaması söz konusu olsa, yatırımın veya tanıtımın katkısı denebilir, gölgelenebilirdi. Tamamen içten gelen bir şey… Kız kardeşimin kalbinde bana açtığı alan, benim kaplayabileceğimin çok üzerinde… Hakkını verebilmiş olmayı dilerdim… Mahçup oldum… Konser kayıtları, müzisyenlerin içe sinmeyen bölümleri tekrar çalmaları söz konusu olamayacağı için her zaman, her ülkede çok zor kabul edilir. Böyle bir albüme cesaret edebilmek için hem bütün müzisyenlere güveninizin tam olması gerekir, hem de kayıt işleriyle uğraşacak ses mühendislerinden görüntü alacak tüm ekibe kadar herkes işinin ehli olmalı… Şükürler olsun ki, Türkiye bu deneyim ve beceriye ulaşmış durumda. Bu albüm bunun kanıtı…
Sedat Sarıcı: Başarılı bir müziksel çalışmada aranmas veya karşıtı; “dinlendirici” olma, “kulağa hoş gelme” iyidir, yumuşadıkça kötüleşir gibi bir yanılgıya da düşm sade veya karmaşık da olsa doyuruculuk, yenilikçi old manlara hitap edebilmesi için, günün “teknolojik sou risinde fazlasıyla işlenip yorulmuş seçeneklere esir ol hissedirebilmek öncelikle gözetmemiz gereken nitelik bütün ekibin müzikal olgunluğunun şu ana değin erişt “Mahalle” sertliğinde ve yoğunluğunda çok az çalışma yakalanmış ki, fazladan bir adım daha atılsa sesler bo bir esntrümanın, sanki dar bir kaldırımda başlayan yo geniş ve doyurucu bir alana açılması gibi işlenmiş. Ak dengelenmiş.
Müzikte de, hayatın her alanında da zor olan karşıtla kalıcı değildir, yakalanması gereken anlık, küçük bir z can verir. Şebnem Ferah, Ozan Tügen, Metin Türkcan doyurucu ölçüde yakalayabilip sunabilenlerden… Şarkısözleri ise oldukça ağır ve sert olduğu gibi, Şebo
“sonra ölmeye yatmayı / kahpe dünyayı anlat...” “ka üstüne gökdelenler koydun / aklımın yapraklarını bir yaptın… kurduğun bu mahalle / haritadan silindi… akl kalp kırdım / zamanın istasyonunu trenler geçerken / rını her gece anlattın / dinledim defalarca seni kahra / utanmadım gecelerce sövdüm saydım...” - “titreye olamaz / gözlerin dolu dolu hayatın da öyle / kimse b gemide / gölgesinden sıkılmış söğütte / baktığım her yasaklanmış biri var...” - “anları birer birer / topladım - “Sıradan basit bir günün uğruna / hiç dua etmemiş, savrulduk her birimiz... farklıydı seslerimiz / aynıydı hırslarımız / insanlığa ne oldu?...” - “ormandık kül o alnında kurşun olduk / bittik artık..” - “bazı aşklar gibi” -“benim adım orman / örtü yaptım yapraklarda bittik yalnızlıktan...” – “eğer olduğun gibi geleceksen ellerinden / merhaba, tut vakit kaybetmeden...” “ka / kundağında kundaklanan bir ruh / vicdanlardan göğ
an hakkında” neler söylersiniz. İlk çıktığı bir ayda bilinen bir albüm oldu. Ne düşünüyorsunuz?
sı gereken başlıca kriterler arasında “çok sert” olma gibi özellikler aranmamalı. Yani ‘çok sert’ müzikler memeliyiz. Yumuşak veya sert kendi içinde tutarlılık, duğu kadar olgunlaşmış olabilmek, eserin bütün zaundlarına” kilitlenmemek ve/veya müzik tarihi içemamak, yani kısaca uzun ömürlü olabilecek vasıfları kler arasında yer almalı. Bu son albüm Şebo’nun ve tikleri en üst nokta. Aslen oldukça da sert bir albüm. a var ülkemizde. Bas seslerde öylesine bir denge oğulabilirdi. “Yalnız”, akordeon gibi sıcak ve masum olculuğun, hiç sezdirmeden sert vurgulara geçip, ordeonun yumuşaklığı ile sert rock sound’u çok iyi
arın birliğini yakalayıp, dengeleyebilmektir. “Denge” zaman dilimidir.. O anı dinlemek, izlemek bize heye, Buket Doran ve Aykan İlkan “denge” gibi özel anları
’nun hala anlatacak çok şeyi olduğunun göstergesi:
albimin topraklarına mezarlar kazdın / her birinin r bir kopardın / binaların üst katlarına süslü teraslar lımın sokaklarını arar sorarken / kim bilir ben kaç / kim bilir kaç kez kaçırdım.... uykumun masallaaman yaptım / kurduğun mahallenin her sokağında en çenende dünya devrilmiş / kimse böyle üzgün böyle yorgun olamaz...” - “karaya oturmuş eski bir yerde her aynada / mutluluktan sürülmüş / sanki m sakladım / tarihin ortasında / gelecek aradım...” hiç yalvarmamıştım...”- “aynıydı gökyüzümüz / gerçeğimiz... berraktı umutlarımız / çekingendi lduk / insandık kul olduk / insanlığın kalbinde / r / yarım kalırlar / yetim kalırlar / aynı sen ve ben an / serdim herkesin üstüne / biz hepimiz uyuduk n / olduğum gibi seveceksen / merhaba, zamanın aldırımda bir güvercin / birden yüz üstü yere uzandı ğe taştı / ben en güzel şarkımı henüz yazmadım”
Sedat Yıldı
O GÜNLERDEN BU GÜNE RO
Şebokolik: Benim Adım Orman albümü çıktıktan sonra verdiği röportajlardan birinde de ‘Gençliğimden beri de beğendiğim şarkılarda şaşırmayı değil müziğin ifade gücünü hayranlıkla dinlemeyi seviyorum.’ demişti. Onun şarkılara bakış açısını sevenleri çok iyi bilmekte.Yüzeysellikten kaçınan, cümlenin altında barınan anlamları kullanmayı seven bir kadın o. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Sedat Sarıcı: Sanırım, Şebnem’in demek istediği, daha doğrusu benim anladığım, ucuz şaşırtmalardan medet umarak dikkat çekmeye çalışıp şan, şöhret ve kazanç elde edenlerin yerine ifade gücü sağlam gerçek sanatçıları, yorumcuları dinlemeyi sevdiğini açıklıyor. Şaşırtıcı her sürpriz tatlı olmadığı gibi, her yeni şey de niteliklidir, iyidir demek oldukça zor. Şebo, herhalde kimse kırılmasın diye daha kibarca anlatmaya çalışıyor. Ben konuyu biraz daha açmaya çalışayım. “İfade gücü”, ifade de bulunacak kimsenin gücüyle doğru orantılıdır. Okumak için verilen metnin ifadesi güçlü bile olsa, metni okuyacak kimse o metnin içindeki her bir kelimenin anlamını, derinliğini bilemiyorsanız, zayıf bir ifadeyle okumuş olacaktır... Mananın kaybolma ihtimali bile var. Amaç “şaşırtıcı” parça yapıp, “piyasayı vurmak, çarpmak” olmamalı. Yani bestenin değil, besteciliğin derdinde olmalıyız... Şarkının değil, doğru dürüst şarkıcılığın tasasında olmak... Edebiyatçılar bu durumu “şiirin değil, şairliğin peşinde olmak” diye özetler... Yoksa “şaşırmak” her sanatçının içinde sürekli var olan bir duygudur. Bence şaşırmadan sanatçı olunmaz...Yalnız “şaşırmak” fiilini ‘şaşırıp, yoldan çıkmak’ anlamında kastetmiyorum, “şaşmak” anlamında kullanıyorum. Yani “hayret etmek” demek istiyorum. Sanatçı olmayan insanlar için olağan gelen duygular, sanatçı için olağanüstü veya inanılması, kanıksanması, içe sindirilmesi oldukça zor duygular olarak yaşanır. Sanatçı, şaşar başka insanların durumu “normal” karşılamalarına... O, yüreğinin kaldıramama halini sanat eserine dönüştürerek teselli arar... Mazhar Alanson’un ifadesiyle “bir kuş öldü diye üzülendir” sanatçı. Nazım Hikmet ise bu durumu şöyle anlatır Şeyh Bedrettin Destanı’nda; “tarihsel, sosyal, ekonomik şartların / zarurî neticesi bu! deme, bilirim! o dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim ama / bu yürek / o, bu dilden anlamaz pek...”
ırım Sarıcı
OCK MÜZİK / Şebnem Ferah
Şebokolik: Şebnem Ferah’ın en beğendiğiniz albümü hangisi? Sedat Sarıcı: Çok zor bir soru bu. Daha önce değinmişdim, bestelerin birbirine benzememesine karşın yakalanan bütünselliğiyle “Kelimeler Yetse” başkadır benim için. Diğer yandan “10 Mart 2007 İstanbul Konseri”nde Aykan İlkan öylesine güvenilir davul çalmış ki, bütün bir orkestrayı sırtında taşımış. Buket Doran’ın sapasağlam ve tertemiz bas yürüyüşleri, her bascının imreneceği düzeyde. Üstelik canlı performansta da hiç bir kayıp yok... Senfoni orkestrasının varlığı konumunda görev paylaşımı gereği tuşlu çalgılar gölgede kalabilirler. Ozan Tügen, ne şımarıkça öne atılmış ne de geri planda kalmış. Sound seçimi ve sorumluluk paylaşımında asil bir duruşu var. Bazı parçaların sonlarına doğru yer alan elektrik piyanodaki doğaçlamaları ne kadar sade ve incelikli... Metin Türkcan kadar gitarı işlevsel (etkin) kılan bir gitarist bulmak oldukça zordur. Her bir cümle, kırk yıl düşünülmüş, ölçülüp biçildikten sonra ilgili bölüme yerleştirimiş gibi usta işidir. Sololarındaki duygusallık, şarkının konusuyla uyum ve tutarlılıkla, parçanın atmosferini yüceltme yetisi tartışılmaz... Şebnem ise, aynen albümlerin de olduğu gibi değil de, içinde bulunduğu anın verdiği duyguların coşkusuyla bambaşka açılımlara korkmadan dalar ve yeni yaratımlarla şarkılarını söyler. Doğaçlamalarıyla kimi zaman sahnede yeniden bestenir gibidir tanıdığımız parçalar... “Hoşçakal” kaydedilirken, orada olup, hiç de yoksa bir tek notanın benim önermem olmasını çok isterdim. “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” gibi farklı gamlarda (dizilerde ) doğup, geleneksel armonik kalıplara sığmayan parçalar müzik tarihimizde yok denecek kadar azdır. Üstelik sadece gitarla kaydedilmiş. Benzer benzersizlik ‘Teoman & Şebnem Ferah & Sunay Özgür’ çalışması, “En Güzel Hikayem” de de söz konusu. Şebokolik: Şebnem Ferah’ı, Şebnem Ferah yapan 3 şey ne diye sorsam ne dersiniz? Sedat Sarıcı: Yaratıcılık, yetenek ve sezgisel zeka...
Sedat Yıldı
Günümüz R
Şebokolik: Türk rock müziğinin gelişim ve değişim evrelerini bizzat yaşamış biri olarak ülkemizde bugün yapılan rock müzik için neler dersiniz? Sedat Sarıcı: Çok fazla topluluk, solist ve albüm var ama çok değişik bir şey yok... Özellikle son dönemlerde “yeni” çıkan ama “eski” müzik yapan topluluklarda taze bir ruhla karşılaşamıyoruz... Bir kaç istisnanın dışında sanki gelişimini tamamlamış da, çöküşe başlamış gibi bir hal var. Balondan atmosfer yaratılmaya çalışılırsa, sonucu herkes tahmin edebilir. Şebokolik: Eski şarkıların tekrar yorumlanıp biz gençlere tanıtma çabasını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce başarılı olunabiliyor mu? Sedat Sarıcı: “Seninle Bir Dakika” gibi bir iki başarılı istisnanın dışında anlamından oldukça uzak yorumlara rastlayabiliyoruz... Şebokolik: Sizin severek dinlediğiniz isimler kimler? Sedat Sarıcı: Bakın kimseye söylemedim, ilk size söylüyorum, benim için asıl önemli şey armonik karakterdir. Stanley Clarke, Pat Metheny ve Joe Zawinul’u armonik yapılarıyla kendilerine has bulurum ve severek dinlerim. Klasik batı müziği ve klasik caz armonisi istisnai örneklerin dışında beni fazla heyecanlandırmaz. Aziza Mustafa Zadeh’in Al Di Meola, Stanley Clarke ve Omar Hakim’le kaydettiği “Dance Of Fire” albümünü çok değerli bulurum... Aziza Mustafa Zadeh’in de kendi yarattığı armonik kubbesi vardır ve çok da severim ama Aşık Veysel yorumu kendisinin gereksiz tekrarı gibidir. Satriani’nin Veysel’i yorumunu ise tam bir yetersizlik abidesi olarak görürüm... Erkan Oğur, farklı bir şey yaptığında çok heyecanlanırım. “Bir Ömürlük Misafir” dünyanın bütün müzikseverlerinin ölümsüz misafiri olarak arşivlerimizin baş köşesinde korunacaktır. Kamil Erdem ve Gürol Ağırbaş’ın çalışmaları bas gitarın gelişimi adına çok önemlidir. Akın Eldes’in her iki solo albümü de memleketimiz için değerlidir. Bülent Ortaçgil ve Teoman ne
yazıyorlar, ne yazacaklar diye hep merakla takip ederim. Fikret Kızılok’un yeri başkadır kalbimizde. Benim kuşağımdan olup da, “Kara Tren”i dinlerken ağlamayandan doğru dürüst sanat eseri yaratmasını beklemek hayalle iştigaldir.. Mazhar, Fuat,Özkan ne yapsa, (bazen pişman da olsam, alır) arşivimde saklarım. Erdal Kızılçay’ın içtenliğini çok severim. Aşkın Arsunan’ı, çok merak ederim. Sertab Erener ve Demir Demirkan, birlikte çok güzel albümler yaptılar (özellikle Sertab gibi). Timur Selçuk - İspanyol Meyhanesi albümündeki bütün parçaları hayatımın sonuna kadar hiç bıkmadan dinlerim. O ne güzel şiirler, besteler, düzenlemelerdir öyle... Aradan 40 yıl geçti, hala öyle olgun ve coşkulu orkestrasyonlara rastlayamıyoruz. Şimdi bir çok şey saat gibi tik tak vuran metronomların, bilgisayarların boyunduruğu altında köleleşmiş gibi tempoyu harfiyen takip ediyor.. Bir küçücük özgürlük emsali, ritmsiz serbest bir bölüm binde bir bile karşımıza çıkmıyor... Şebokolik: Gerek görsel ve işitsel medyadaki teknoloji olsun, gerekse müzikal alt yapıdaki çeşitlilik bu kadar artmışken, hayranları sevdiği sanatçıya bir tık kadar yakınken, festivaller konserler bu kadar sık olurken niye hala o eski tatları arıyoruz? Örneğin; Barış abimizin (Barış Manço) şarkılarını duyunca farklı dünyalara dalıyoruz. Bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz. Yanılıyor muyum? Sedat Sarıcı: Yanılmıyorsun ... Farklı dünyalarda yazıldığı için olsa gerek. Daha saf bir dünya vardı. Her geçen gün çevremiz gibi içimizde kirleniyor... Bir kentin havası kirlenirse, o kentte yaşayanların ciğerleri temiz kalır mı? Her taraf toz duman olursa görüş mesafesi azalmaz mı? Ufkumuz daralmaz mı? Her yeni topluluk, solist, albüm veya parça, öncekilerden farklı bir değer olarak karşımıza çıkmıyor. Çoğu endüstriyel kaygılarla daha önce “iş yapmış” örneklerin benzeri veya kopyası olarak tasarlandığı için “satışa uygun mamül” olarak raflarda yerini alıyor. Geriye istisnai çalışmalar kalıyor ki, zaten onlardan bahsetmeye çalışıyoruz...
ırım Sarıcı
Rock Müziği
Şebokolik: Müzik endüstrisi öyle hızlı ilerleyen bir sektör ki dünümüz yarınımıza uymuyor desem yeridir. Bu ilerleyiş içinde bir çok sanatçımız ya da grubumuz yurt dışına açılma çabası içinde, ki başarılı olanlarımız da var. Oysa ki geçmişte Japonya’da, ya da dünyanın farklı ülkelerinde konser verdiği mekanı dolduran sanatçılarımıza sahipken şimdi niye bunu yineleyemiyoruz? Hızlı tüketilen bir alanda hızlı da yok oluş felsefesi kullanılabilir mi? Sedat Sarıcı: Kayıt olanakları arttı. Bilgisayarlar sayesinde evlerinde albüm yapabilenler bile var. Artık her yıl değil, her gün sayısını belirleyemeyeceğimiz kadar albüm çıkıyor... Bu kadar ürün bolluğu içinde takip zorlaştı. Tanıtım, yatırıma bağlı. Yani ekonomik gücünüz oranında tanınabiliyorsunuz... Çok yazık ki, gözden ırak olanlar gönülden de ırak kalabiliyor. Bir çok müzisyen, topluluk veya albüm hiç duyulmadan yok olup gidebiliyor... Ama herşeye rağmen, yine de pes etmemeli... Yurtdışında başarılı olabilmenin yolu, işin özü itibarıyla yurtiçindekinden farklı değil. Kalıcı olabilmiş, paylaşım değeri yüksek, yani başarılı sanatçılarımızın yeni bir edebi söyleme sahip olduklarını, kendi jenerasyonunun deklarasyonunu ustaca dile getirebildiklerini gözlemleriz. Bununla birlikte çoğu çağlarına öncülük edebilecek yeni bir akımın habercisidir. Yurtdışında başarı arayan solist ve topluluklarımızın, çağdaş akımların ehli olmadan, hitap edecekleri neslin sesi, yakarışı, çığlığı, isyanı olmadan yapacakları her türlü yatırım, ekonomik birikimlerin telef edilmesi anlamına gelecektir. Günahtır... Bir başka zorluk artık uluslararası müzik pazarının İngilizce’den başka bir dile açık olmaması. Gençliğimizde bir çok Fransızca, İtalyanca, İspanyolca şarkı duyardık radyo, televizyondan. Son 20 yıldır İngilizcenin dışında hiç bir şey yok gibidir... Fransa’da, İtalya’da güzel şarkı üretilmiyor mu son yıllarda! Elbette üretiliyor ama Amerikalı ve İngiliz
büyük müzik şirketleri izin vermez pazara girmenize. Bu koşulları bilerek yola çıkmakta yarar var... Dünyanın her yerinde, küçük şirketlerde veya kendi kendinize albüm yapıp, konser vermenizin hiç bir sakıncası yoktur. Konser salonlarının boş geçecek günlerinde iş hacmini genişletmiş olursunuz, verginizi ödersiniz. Memnundur elalem, değirmene su taşıdığınız sürece... Bir daha söyleyeyim, yeterince hazırlanmadan yapılacak her türlü harcama, günah... Şebokolik: Şebnem Ferah’ın da birçok kez çağrıldığı fakat müzik ile bağdaştıramıyorum deyip; kabul etmediği Eurovision hakkında neler düşünmektesiniz? Cidden bir politika oyuncağı mı, yoksa müzikal açıdan bir değeri var mı? Sedat Sarıcı: Politik hesapların döndüğü ilginç bir yarışma... Yıllarca üst üste Güney Kıbrıs, Yunanistana’a, Yunanistan Güney Kıbrıs’a oy verdi durdu. Her iki ülkenin de parçaları birinci olamadı ama en yüksek puanları birbirlerine verdiler. Benzer iltimaslar başka ülkeler arasında da hep oldu. Böyle yarışma mı olur Allah aşkına!.. Şarkılardan çok sanki “ülkelerin veya kültürlerin” hatta “politik hesapların” birbirlerine yakınlık dereceleri ölçülüyor. Yarışmaya her yıl binlerce şarkıyla başvuru yapılıyor. İşi uzatmayayım. Elenip, hiç duyulmayan şarkıları bırakıp yarışan parçaları değerlendirelim. 50 yılı aştı. Son yıllarda yaklaşık 40 ülke katılıyor. Haydi daha temkinli olalım, ortalama olarak bu sayının yarısıyla bir hesap yapalım; 20 ülke, 50 yılda toplamda en az 1000 parça sergilemiş olur. Hatırda kalan 5 şarkı çıkmadı bu bin parçanın içinden... Yani yarışma ama hatırı sayılacak bir şey ortada. İngiltere’de o kadar bahsi geçmez. Biz de büyük sorun oluyor böyle şeyler...
Şebokolik: Dünyada yapılan rock müzik hakkında neler düşünüyorsunuz? Özellikle yenilerden kimleri takip edersiniz? Sedat Sarıcı: Son yıllarda ortaya çıkan toplulukların bir çoğu, hafif farklılıklar gösterseler de, daha önce varolanlardan çok farklı bir şey yaratamadı. Eskiden yeni keşiflerin yarattığı talep söz konusuydu. Yani prograssive rock diye bir tarz keşfedildi, sonra bu tarzın talebi doğdu. Şimdi yeni keşifler yerine, ortalama talebin yarattığı yeni mamül peşinde koşulduğu için farklı bir topluluk bulmak oldukça güçleşti. Cold Play veya Blur gibi, endüstriyel tasarım olarak tanımlanabilecek çalışmalar raflara konuyor. Gerçek ateşten yoksun gibi geliyor bana bu tip topluluklar ama Muse, Bjork, Skunk Anansie (Skin) gibi çok güzel parçalarını hem yeni bir perspektifle, hem de cayır cayır yanan kavurucu bir ateşle sunan topluluk veya solistler de çıktı. Şebokolik: Size göre müzik ve insan arasındaki ilişki nedir? Nasıl tarif edersiniz? Sedat Sarıcı: Müzik insanı insanileştiren yüce bir duygudur. Öyle bir anlatım gücüne sahiptir ki, anlatım tarzı, çoğu zaman anlatılan şeyin güzelliğini, yüceliğini aşabilir. Veysel’in “güzelliğin on para etmez / bu bendeki aşk olmasa”, Karacaoğlan’ın “bana kara diyen dilber / gözlerin kara değil mi” diye hitap ettikleri kimselerin, uğurlarına yazılan şiirlerden, bestelenen melodiden daha güzel olabileceklerine ihtimal veremiyorum... Sözün özü; insan müzikle yüce duygular yaratır, bu yüce duygular da bütün insanlığı yüceltir... Bu yüzden ilahisiz, mevlidsiz, cami, türbe, kilise, katedral, sinagog, tapınak olamaz, olmamalı... Hiç bir ayin müziksiz olamaz. Olsa da, ruhun derinliklerine hitap edemez demek istiyorum... Nasıl tanrıyla insan arasına kimse girmemeliyse, müzikle uğraşmak isteyen herkes tasasız, kaygısız atlamalıdır bu işe... Söylene gelen sınırlarla kendisini daraltmadan, onu sinir edecek eleştirilere kulak asmadan yoluna devam etmelidir... Şebokolik: Müziğin evrenselliği hakkında ne düşünmektesiniz?
Sedat Sarıcı: Öncelikle “evrensel” kelimesinden çağrıştırdığı şeyleri değil, tanımlamanın sözlük anlamını anladığımı belirteyim. Yani bize “evrensel” diye inandırılmaya çalışılanları, batının kabul gördüğü (ya da batıda kabul gören) şeyleri değil de, gerçektende evrensel olması gerekenleri anladığımı beyan edeyim. Bir eser sadece bir yörenin değil de, bütün insanlığın anlayabileceği, kavrayabileceği ve sevebileceği nitelikleri taşıyorsa o eser evrenselleşebilir, diyebiliriz... Bana sorsalar Yunus Emre’nin sözleri ve besteleri evrenseldir, U2’nun parçaları lüzumsuzluktur. Ama kimse bana sormuyor işte... Diğer yandan evrenselliğin tanımı üzerinde takılıp kalmak veya yöreselliğe tapınmak da okyanuslarla tanışmaya engel... Şebokolik: Peki, biraz da son yıllardaki çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Sedat Sarıcı: Aslında burada da Türkiye’dekine benzer işler yapıyorum. Orada bas gitar çalarak ekmek parası kazanırdım, burada klasik gitar çalıyorum... Özel okullarda, kolejlerde müzik dersleri veriyorum, topluluk çalışmalarını (band wokshop) yönetiyorum. Son yıllarda, eşim Suzan Beyazıt’la birlikte “GuitarEast Festival” adıyla festivaller düzenliyoruz. Bu yıl beşincisi de gerçekleşsin diye çalışmalarımı sürdürüyoruz. Şu ana değin, yeni başlayanından 5 albümü geride bırakan profesyonellere kadar 350 genç müzisyene sahneye çıkmaları, çalışmalarını sergilemeleri için platform oluşturmuşuz... Bursa’daki bir konserimizde 12 yaşlarındaki çocuklardan (Masterfulls) bir rock topluluğu oluşturmuştuk. Erkin Koray’la aynı konserde sahneye çıkmışlardı. Erkin ağabey, bu çocukların çalabileceklerine inanamamıştı.. Burada gitar derslerine başlama yaşını 6’ya kadar indirdim (AFACANLAR, solo gitarcıları da kızım Ezo :) ). Bu aralar, sıfırdan besteciliğe taşıyabilecek kadar geniş kapsamlı bir gitar metodu üzerinde çalışıyorum. 4 ayrı kitap halinde tasarladığım metod tamamlandığında, ülkemizde ve dünyada iz bırakmış eserlerden 400 örnek bulunacağı gibi, bestecilere fikir verebilmek amacıyla, bazı parçalar üzerinde analitik değerlendirmeler de yer alacak.
SSedat edat SSarıcı arıcı ,,kızı kızı E Ezo zo vvee Teoman’la T eoman’la bbirlikte irlikte L Londra’daki ondra’daki evlerinde. evlerinde. Şebokolik: Röportajımızın sonuna doğru gelirken sormak istediğim Şebnem Ferah sevgisi ile hayranları tarafından hazırlanan Şebokolik adlı dergimiz hakkında neler söylemek istersiniz? Sedat Sarıcı: Bir ülkedeki kültürel zenginlik veya bilimsel birikimin göstergelerinden biri de sanatsal, bilimsel veya mesleki dergilerin çeşitliliği ve derinliğidir... Davul, keyboard, gitar, hatta klasik gitar dergileri var ama sizinkisi gibi bir başka örnek var mı dünyanın bir başka köşesinde bilemiyorum... Üstelik Şebo’nun hem müziksel yolculuğunda, hem de genel yaşantısında elden bırakmadığı titizlik sizin çalışmalarınızda da görülüyor. Hem Şebo hakkında, hem de diğer müziksel etkinliklere dair bir çok yeni gelişmeyi, haberi, derginizden öğrendim... Şebokolik: Buradan Şebnem Ferah’a neler söylemek istersiniz? Sedat Sarıcı: Bozulmanın mübah, tutarlı olmanın günah sayıldığı bu çağda, “sevişmek sevmekten gelir, inanmışım” sözünle davayı esastan görüp, ahlaklı ve onurlu bir hayatın izini sürdüğün gibi çoğaltmaya çalıştığın için hepimizin sana teşekkür borcu var.. Şebokolik: Son olarak konuğumuz olduğunuz , samimiyetiniz ve bize kazandırdıklarınız için çok teşekkürler. İyi ki varsınız:) Sedat Sarıcı: Ben de çok teşekkür ederim. Kolay gelsin...
Sedat Sarıcı’nın kızı Ezo Sarıcı 6 yaşında
a iken, Afacanlar isimli grup ile sahnede.
Sedat Sarıcı , kurucusu olduğu Arteas
st isimli grup ile bir gazete haberinde.
sedat yildirim sarici 2011