MEVZİ - GAUNADT Bülteni - SAYI: 3 - ARALIK/2014

Page 1


Sayfa 1

GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE TOPLULUĞU Topluluğumuz 1 998 yılında kurulmuş olup, 2005 yılından sonra bir yeniden yapılanma sürecine girmiştir ve bugünkü bağımsız ve faal halini almıştır. Gaziantep Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Büyük Nutuk’unun sonunda yer alan Gençliğe Hitabe ile kendisine vermiş olduğu görev ve sorumlulukları yerine getirmek amacına sahip, Türk Ulusu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak, yaşatmak ve çağdaş medeniyetler seviyesinin üzerine çıkartmak büyük ülküsünün takipçisi Gaziantep Üniversitesi’nin Atatürkçü Gençleri’nin birbirlerini tanıması ve dayanışma halinde bulunması, üyeleri arasında eleştirel akılcılık ilkesi ve bilgi paylaştıkça çoğalır fikri ile, birlikte çeşitli etkinlikler düzenleyerek Atatürkçü İdeoloji’yi, Türk Ulusu’nu ve Cumhuriyeti’ni geleceğe taşıyacak olan tam donanımlı, düşünen, aydın, Atatürkçü Gençler yetiştirmek ve toplumu Atatürkçü İdeoloji konusunda bilinçlendirmek amaç ve görevlerine sahiptir. Gaziantep Üniversitesi’nin en fazla etkinlik gerçekleştiren topluluklarından biri olup yıl boyunca konferanslar, söyleşiler, film gösterimleri, anma etkinlikleri, geziler, milli bayram kutlamaları, haftalık olağan toplantılar, aydınlanma günleri, çeşitli STK’lar ve ilköğretim okullarıyla ortak etkinlikler v.b. gerçekleştirmektedir. Topluluğumuz haftalık olağan toplantılarını her hafta Gaziantep Üniversitesi 80. Yıl Öğrenci Kültür Merkezi Topluluk Odasında gerçekleştirmektedir.

Sizi de aramızda görmekten büyük memnuniyet duyarız5


Sayfa 2

Kurtuluş Savaşı yeni bitmiş. Cumhuriyetin temel taşları konulmaya başlamıştı. Daha sonra İngiltere tahtına oturacak olan Prens Edward, ülkesinin sömürgesi olan Hindistan'ı ziyaret ediyordu. Top ve trampet sesleri arasında gemisinden indi. Ve büyük bir düş kırıklığı yaşadı. Kendisini karşılamaya sadece birkaç mihrace ile birkaç yerli görevli gelmişti. Üzgündü. Babası Beşinci George'a bir mektup yazdı. "Acaba bu durum, Gandi'nin düzenlediği bir aşağılama gösterisi midir?" İngiliz Kralından gelen yanıt tarihe geçmiştir: "Hayır! Bunun nedenini Mustafa Kemal'in açtığı Kurtuluş Savaşında aramak daha doğru olur..." Batının büyük devletleri, Kemalizmin kendileri için yarattığı tehlikenin bilincinde idiler. Bugün Ortadoğunun çağdışı krallıklarını, şeyhliklerini kendi çıkarlarına uygun görenler; o günlerde de Vahdettin'i destekliyorlardı. 1 922'nin Şubatı'nda, Mustafa Kemal Avrupa'ya bir kurul göndermeye karar vermişti. Amaç Roma, Paris ve Londra'ya Türk görüşünü anlatmaktı. Padişahın ajanları, kurul üyelerinden Katip Kemal Bey'in evine gizlice girdiler. Gizli belgelerin fotoğraflarını çektiler. Ve Vahdettin bu belgeleri, 6 Mart 1 922 tarihinde, mabeyincisi ile İngiliz Yüksek Komiserliği'ne gönderdi. O dönemle ilgili olarak, Yüzbaşı Armstrong'un bşr raporunda şu satırlar yer almaktadır:

"Padişahın lehinde bulunmak bize göre en sağlam siyasetti. Her emrimizi yerine getirmeye hazırdı..." Vahdettin'in güdümündeki İslamı Yüceltme Derneği'nin bildirilerinde şöyle deniyordu: "Yunan ordusunun, halifenin ordusu sayılması gerekir.. Asıl Prof. Dr. kafaları koparılacak mahlûklar Ahmet Taner Ankara'dadır... Kim KIŞLALI milliyetçilerle birlikte Yunana karşı giderse, şeran kâfirdir..." Vahdettin'in Adliye Nazırı Ali Rüştü ise, "Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini" Şu sözler, ünlü istiyordu. Şu sözler, ünlü İngiliz tarihçisi İngiliz tarihçisi Arnold Arnold Toynbee'ye ait: Toynbee'ye "Yeryüzünde hiçbir devrim, ait: Kemalist Türk Devrimi kadar dünyada şaşkınlık yaratmadı." "Yeryüzünde Toynbee birkaç kez Türkiye'ye hiçbir devrim, Kemalist Türk gelip incelemeler yapmıştı. Devrimi kadar Koşulları hazır olmadığı halde, dünyada köklü bir devrimin hızla şaşkınlık yükselmekte olduğunu görmüştü. "Mazlum milletler"in yaratmadı." kalbi ve kulağı artık Ankara'da idi. Daha şimdiden, "dünün harap kasabası" Ankara, Londra'nın önüne geçmişti. Atatürk hiçbir yurtdışı geziye çıkmadığı halde; zamanın ünlü devlet adamları, krallar, şahlar, başbakanlar, Ankara'yı ziyaret kuyruğundaydılar. Batı, Atatürk'ten sonra devrimin yaşayabileceğine inanmıyordu. "Tek engel" ortadan kalkınca devrim çökecek ve batı "Lozan'da verdiklerini birer birer geri alacak" beklentisi yaygındı. Batının en büyük umudu da, Türkiye'deki "gerici güçler"di.


Sayfa 3

Aslında Atatürk'ün kafasında olan "batılılaşma" değil, "uygarlaşma "dır

Yani Atatürk'ü - ölümünden sonra - bizzat kendi ulusunun reddetmesiydi! Batı Atatürk'ü istemedi, çünkü çıkarlarına aykırı idi. Ama bükemediği eli öpmek zorunda kaldı... Zamanın İngiltere Başbakanı, kendi parlamentosunun önünde, çaresiz bir itirafta buluncaktı. "Böyle bir dahi ancak yüzyılda bir çıkar. O da bize rastladı..." Atatürk, batının desteğini alarak batılılaşma yolunda adımlar atmadı; tersine, Kemalizm bir anlamda batıya karşın batılılaşma anlamı taşıdı. Ama bu noktada, Atatürk'ün "batılılaşma"dan ne anladığını iyi görmek gerekir. Daha 1 923'te şöyle diyordu: "Biz batı uygarlığını, bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Orda iyi olarak gördüklerimizi kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya uygarlığı seviyesi içinde benimsiyoruz... Ülkeler çeşitlidir, fakat uygarlık birdir ve ulusun ilerlemesi için de bu tek uygarlığa katılması zorunludur.

Osmanlı İmparatorluğu'nun duraklaması, batıya karşı elde ettiği zaferlerden çok gururlanarak, kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz... Türkler bütün uygar ulusların dostlarıdır..." Peki Türk Devrimi, acaba Fransız Devriminin bir taklidi midir? Atatürk bunu da şöyle yanıtlıyor: "Fransa Devrimi bütün dünyada özgürlük düşüncesini estirmişti. Ama o tarihten beri insanlık ilerlemiştir. Türk demokrasisi Fransa Devriminin açtığı yolu izlemiş ama kendine özgü seçkin özelliği ile gelişmiştir. Çünkü her ulus, devrimini toplumsal olan hal ve durumuna, düzenin değiştirilmesi ve devrimin oluş zamanına göre yapar... Her ne kadar ulusların ve demokrasilerin işbirliği etmeleri gerekli ve olası ise de, işbirliği ancak bir tek amaçla, yani barışa yönelikse gerçekleşir ve yararlı olur." Atatürk, Neue Freie Presse muhabirinin bir sorusunu yanıtlarken de, Avrupa'ya bakış


Sayfa 4

açısını şöyle özetliyordu: "Bizi aşağı olmaya mahkûm sanan Avrupa bununla yetinmemiş, yıkılışımızı hızlandırmak için ne gerekiyorsa onu yapmıştır. Batı ve doğu zihinlerinde birbirine karşı iki ilke söz konusu olduğunda, bunun en önemli kaynağını bulmak için Avrupa'ya bakmalı... İşte Avrupa'da daima mücadele ettiğimiz bu zihniyet vardır. Biz ulussever, gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün daha açıyor, içte ve dışta olup bitenleri görüyoruz. Ulusumuzun uygar uluslarla ilişkilerini kolaylaştırmak yararımızın gereklerindendir." Aslında Atatürk'ün kafasında olan "batılılaşma" değil, "uygarlaşma"dır. Üstelik de, kendi ulusal özelliklerimizi koruyarak uygarlaşmaktır. Türk tarihinin gün ışığına çıkarılması çalışmalarını Atatürk başlatmıştır. Bir yandan Orta Asya'ya, öte yandan Hititlere, Anadolu'nun tarihsel derinliklerine kadar gidilmesinin öncüsü Atatürk'tür.

Taklitçi saray kültüründen, Anadolu'nun bin yıllık kültür sentezine dönüş Atatürk'ün eseridir. Atatürk ne yabancı sermayeye karşı olmuştur, ne de başka uluslarla işbirliğine... Ama - her konuda olduğu gibi - bu konularda da vazgeçilmez bir önkoşulu vardır: Toplumun ortak yararı ve eşitlik! Yabancı sermayeye evet; ulusal çıkarların ve bağımsızlığın zedelenmemesi koşuluyla! Bir kez daha yinelemekte yarar var: Kemalizm batının desteği ile değil, batıya karşın bir uygarlaşma hareketidir. Bir kez daha yinelemekte yarar var: Kemalizm batının desteği ile değil, batıya karşın bir uygarlaşma hareketidir


Sayfa 5

Kadro hareketi Kemalizm ideolojisinin yazılması açısından en önemli adımlardan biridir. Burhan Asaf BELGE, İsmail Hüsrev TÖKİN, Şevket Süreyya AYDEMİR, Vedat Nedim TÖR, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU ve Mehmet Şevki YAZMAN farklı kültürleri ve en az bir ya da iki dil bilme avantajı ile daha Sedef USLU yabancı önceden yazarlık yapmalarından İnşaat iyi eğitim almalarından dolayı Mühendisliği ve geniş coğrafyaya yayılan Bölümü ayrıca yaşam deneyimleri daha sonrasında Ankara’da çalışmak zorunda olmaları ve dünyada olup bitenleri Türkiye’ye aktarma istekleriyle ortaya nitelikli bir dergi çıkarmayı başarmışlardır. Bu isimlerden bazıları daha birbirleriyle tanışmadan ‘’Muhit’’ isimli bir dergide bir araya gelmişlerdir. Ayrıca Şevket Süreyya, Vedat Nedim, Burhan Konferansta Belge ve İsmail Hüsrev Türkiye Şevket Süreyya Komünist Partisi üyesiydiler ve inkılabın daha parti organında aktif olarak bitmediğini, yazarlık da yapmaktaydılar. Belli halkın şuurunda bir süre sonra biraz da rejimin de yer baskısıyla bu hareketle bağlarını edinebilmesi koparmış ve eski çevrelerinden için bir fikir büyük tepkiler almışlardır. Bu dört sistemi haline yazarın TKP’dan ayrılmasının tek getirilmesi sebebi dışsal baskılar değildir. gerektiğini Yaşadıkları ülkede tam anlamıyla savunuyordu. sınıfsal bir farklılaşma yoktur ve işçi sınıfı zayıftır. Bu siyasal çizginin bu ülkede başarılı olamayacağı açıktır. Partiyle olan çatışmaları ve ödemekte oldukları bedeller katlanılmaz hale gelmiştir. Kadro cephesinde bunlar yaşanırken Türkiye de farklı bir dönemden geçmektedir.

KADRO’nun Ortaya Çıkışı Önce Türkiye Serbest Cumhuriyet Fırka’nın belediye seçimlerinde başarılı olması, daha sonraları rejim karşıtlarının burada toplanmasının ardından SCF kendini feshetmiş ve Mustafa Kemal 90 gün süren yurt gezisine başlamıştır. 23 Aralık 1 930’da yaşanan Menemen olayında Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın öldürülmesi rejim için şok etkisi yaratmış ve arayışların önemini ortaya koymuştur. 90 günlük gezinin ardından önemli kararlar alan CHF 1 931 ’de programına ‘’Altı Ok’’ u katar. Bunlardan Devletçilik hariç diğerleri daha önce belgelerde ifade edilmiştir. Bir kurultayla birlikte inkılabın ideolojisini yaymak için altyapı geliştiriliyordu. Altı ilkenin kabulünden sonra Yakup Kadri: ’’Baktım bütün meclis Halk Partili fakat Halk Partisinin ilkeleri hakkında hiçbir bilgileri yok. Bunu izah etmek için yol arıyorduk. O sırada kayınbiraderim olan Burhan Belge ‘Benim arkadaşlarım var onlarla konuşalım dedi’. Şevket Süreyya Bey’in İnkılap ve Kadro diye bir kitap hazırladığını da söyledi. Onun üzerine gittim Şevket Bey’i buldum.’’ demektedir. Bu sırada Şevket Süreyya’nın Türk Ocağı’nda verdiği ‘’İnkılap ve Kadro’’ başlıklı konferans grubun sıkı bir birliktelik oluşturması için adım olmuştur. Konferansta Şevket Süreyya inkılabın daha bitmediğini, halkın şuurunda yer


Sayfa 6

edinebilmesi için bir fikir sistemi haline getirilmesi gerektiğini savunuyordu. Yaşanan sorunların nedenini inkılabın dinamik prensiplerinin yeterince işlenmemiş olmasına bağlıyordu. Bu açıklamayı ve işlemeyi yapacak olan da öncü bir kadroydu. Yine 1 931 ’de CHF’deki bu faaliyetlerin tanıtılması için Recep Peker’in yardım arayışı için başvurduklarının arasında Şevket Süreyya’da vardır. Bu sıralarda Kadro’nun ilk resmi adımını Yakup Kadri atar ve Recep Peker’e ‘’Ben millet vekillerine ve halka, Halk Partisi’nin ilkelerini anlatmak için bir dergi çıkarmak istiyorum.’’ der. Peker de ‘’Bu vazife bizimdir, sana veremem .’’ diyerek tepkisini belirtir. Onun üzerine Mustafa Kemal’e giderek izin alır, İsmet Paşa da zaten bu gelişmelerden haberdardır ve desteği vardır. Maarif Vekaleti, Ziraat Bankası, İş Bankası, Çankaya Köşkü ve başka birkaç abone kaydederek finansman sağlayan dergi, Yakup Kadri’nin de deyişiyle Kadro fikir hareketliliğine önayak olmak, inandığı bazı prensipler üzerine bir ‘’İçtihat Kapısı’’ açmak için, basılmaya başlanır.

KADRO’nun Tarihi Kadro’nun ilk sayısı 23 Ocak 1 932’de yayımlanır. İlk sayının ilk yazısında (Kadro başlıklı) Türkiye’nin geçirdiği inkılabın henüz tamamlanmadığı, bu inkılabın derinleşmesi ve genişlemesi gerektiği, bu inkılabın fikri unsurlarının olduğu fakat bu unsurların ideoloji sistemi içinde bir arada açıklanmadığı, bu kıymetli fikirlerin birer birer izah edilmesi, inkılap nesli için kıstas olması ve inkılapçı nesillerin bu şekilde oluşacağı, inkılap neslinin bunları en iyi şekilde anlaması gerektiği anlatılmaktadır. İşte Kadro bunları gerçekleştirmek için çıkmıştır. Dergide Şevket Süreyya ideolojik nitelikli başyazılar, Yakup Kadri edebi yazılar, Vedat Nedim ekonomiyle, ekonominin planlı yönetimiyle ilgili yazılar, İsmail Hüsrev ekonomik araştırmalar, tarım ve parayla ilgili yazılar, Burhan Asaf çağın

Kadro’nun ilk sayısı 23 Ocak 1932’de yayımlanır.


Sayfa 7

İlk sayıdan itibaren Kadro’ya yöneltilen eleştiriler sonraki otuz beş sayı boyunca artarak devam etti.

kültürel ve siyasi akımları, dünya içinde Türkiye’nin durumuyla ilgili yazılar, Mehmet Şevki ise mühendislik, elektrik enerjisi ve kalkınmayla ilgili yazılar yazmıştır. Derginin tanıtımını yapan haberin Hakimiyet-i Milliye’de çıkması önemlidir. Çünkü rejimin resmi sözcüsü olan bir gazetede böyle bir haber çıkması dergiye meşruiyet sağlamaktadır. Buna rağmen derginin ilk sayısı hemen her kesim tarafından eleştiriler almıştır. İnkılap taraftarları inkılabın içinde aktif rol almayan bu altı adamın nasıl olur da onun ideolojisini yazmaya cüret ettiklerini eleştirmiştir. Sol kesim ise eskiden TKP’li olan yazarlarla ilgili hakaret boyutuna varan eleştirilerle birlikte bilimsel eleştiriler de yapmayı ihmal etmemişlerdir.(Bkz. Şefik Hüsnü’nün Şevket Süreyya’ya mektubu)

Kadro’nun ikinci sayısı çıktığında, dergideki başyazıda anlatılan ‘’Üç Yüzük Hikayesi’’ fazlaca eleştiri alır. Bu hikayenin ardından Türkiye’de herkesin ‘milliyetçilik’ yüzüğünü kendisinin taşıdığını iddia ettiği, gerçek yüzüğün kimde olduğunu Türk Münevverliği ve Türk Tarihi’nin belirleyeceği söylenmektedir. İşte bu yazı Recep Peker tarafından Mustafa Kemal’in sofrasında ağır bir dille eleştirilmiş, Kadrocuların CHF’yi tam anlamıyla milliyetçi olmamakla suçladıkları belirtilmiştir. Falih Rıfkı ertesi gün Yakup Kadri’yi aramış ve olan biteni anlatmıştır. Yakup Kadri daha sonra Mustafa Kemal’le görüşür ve ‘’O sizi üzüyorlar o yüzden Kadro’yu kapatma kararı verdim.’’ der. Mustafa Kemal de ‘’Yok canım. Kadro devam edecekO’’ der ve sohbete devam ederler. Bundan sonra Aka Gündüz Hakimiyet-i Milliye’de Kadro’ya olan eleştirilerini sürdürür. İlk sayıdan itibaren Kadro’ya yöneltilen eleştiriler sonraki otuz beş sayı boyunca artarak devam etti. Kadrocular bu eleştiriler sırasında sessiz kalmadılar. Gazetelerdeki köşelerde ve dergilerde çok şiddetli tartışmalar yaşandı. Şevket Süreyya ve arkadaşlarının kullandığı kesin ve sert dil eleştiri konularının başındaydı. Bu yazı üslubu o kadar kesindi ki eleştiride bulunanlar direkt inkılaba karşı çıkıyormuş gibi algılanıyordu. Bir diğer tartışma konusu da ‘inkılap devam ediyor mu bitti mi?’ idi. Kadrocular inkılabın devam ettiğini ve Türkiye Cumhuriyeti oldukça devam edeceğini


Sayfa 8

savunuyorlardı. Bu sırada dergi çıkmaya devam ediyor ideolojik, edebi, köylü sorunlarını anlatan, devletçi ekonomiyi savunan, çözüme yönelik yazılar da dergideki yerlerini almaya devam ediyordu. KADRO’nun Yayına Son Vermek Zorunda Kalışı Ekim 1 934 tarihinde yayınlanan 34. sayıda ‘’Arkadaşımız ve imtiyaz sahibimiz Yakup Kadri Bey’in bir ecnebi memlekette Hükümetimizi temsil vazifesiyle aramızdan ayrılması üzerine KADRO, gelecek sayıdan itibaren neşriyatını bir müddet için tatil edecektir.’’ ifadeleri kullanılmıştır. Kasım sayısı çıkmaz. Aralık’ta 35. ve 36. sayılar birlikte yayımlanır. Kadro üç yıllık yayın hayatını tamamlar. Yakup Kadri’nin paratonerliği bir işe yaramamıştır. Kadro’nun kapatılması, baştan beri Kadro’ya karşı olan Recep Peker’in Mustafa Kemal’e sürekli olarak dergi hakkında yaptığı eleştirilerin sonucu olarak yorumlanmıştır. Mustafa Kemal’in kadroyu istemeyerek yaptığı bir operasyon sonucu kapattığı düşünülmektedir. Yakup Kadri’nin Tiran’a elçi olarak atanması hem Kadro karşıtlarını tatmin etmiş hem de Yakup Kadri’yi kırmadan meseleyi kendiliğinden halletmiş oldu. Mustafa Kemal’in Kadro’yu desteklediğinin kanıtları olarak dergi çıkmadan önce Yakup Kadri’ye onay vermesini, Çankaya’nın derginin on nüshasına abone olmasını, yirmi bir adet çoğaltılan İnkılap ve Kadro metnini okumuş olması ve kitabın 1 00.000 adet basılmasını emretmesini ve Cumhuriyet’in onuncu yılı için çıkarılan 22.sayıya mesaj yazmasını gösterebiliriz. Aynı zamanda İsmet

Paşa da bu sayı için yazı yazmıştır. Kadro kapandıktan sonra Kadrocular rejimin ideolojik aygıtlarındaki önemli görevlerine devam etmişlerdir. Pratikte başarılı olmamaları Kadrocuların, düşünce sisteminde başarılı olmadığı anlamına gelmez. Daha uzun yıllar üzerine konuşulacak bu deneyim Cumhuriyet Tarihi açısından da gayet değerlidir. Kaynaklar: Suyu Arayan Adam - Şevket Süreyya AYDEMİR İnkılap ve Kadro - Şevket Süreyya AYDEMİR Zoraki Diplomat - Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU Anamın Kitabı - Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak - İlhan TEKELİ, Selim İLKİN Kadro Dergisi (1 932-1 934)

Pratikte başarılı olmamaları Kadrocuların, düşünce sisteminde başarılı olmadığı anlamına gelmez.


Sayfa 9 KADRO DERGİSİ İLK SAYI İLK YAZI

Şevket Süreyya AYDEMİR

Tesviye edilmiş bir zemin üstünde yarınki Türk cemiyetinin, kendine has ve kendine uygun binası kuralabilmek için, inkılâbımız, derinleşme ve genişleme istikametindedir.

Türkiye, bir inkılâp içindedir. Bu inkılâp durmadı. Bugüne kadar geçirdiğimiz hareketler, şahit olduğumuz muazzam kıyam manzaraları, onun yalnız bir safhasıdır. Bir ihtilâl geçirdik. İhtilâl inkılâbın gayesi değil, vasıtasıdır. Bu ihtilâl safhasında dursaydık inkılâbımız akim kalırdı. Halbuki o, genişliyor, derinleşiyor. O henüz son sözünü söylemiş, son eserini vermiş değildir. Tesviye edilmiş bir zemin üstünde yarınki Türk cemiyetinin, kendine has ve kendine uygun binası kuralabilmek için, inkılâbımız, derinleşme ve genişleme istikametindedir. İnkılâp bitaraf bir nizam değildir. Onun içinde yaşayanların, taraftar olsunlar veya olmasınlar, ona intibak etmeleri lâzımdır. İnkılâp, ona taraftar olanların iradelerine, taraftar olmıyanların iradelerinin, kayıtsız ve şartsız, bağlanması demektir. İnkılâbın irade ve menfaati, inkılâbı duyan ve yürüten azlık, fakat şuurlu bir avangardın, azlık fakat ileri bir KADROnun iradesinde temsil olunur. Bu kadro, inkılâbın şeniyetinden çıkarılan ve onun seyrine uygun bir şekilde izah edildikçe şekilleşen ve nazariyeleşen prensipleri

kendine şuur edinir. İnkılâbın derinleşmesi demek, her şeyden evvel, bu prensiplerin ve onların ifadesi olan inkılâp ahlâk ve disiplinin, ileri kadronun dimağından genç neslin, şehir halkının ve köylünün dimağına inmesi ve yerleşmesi demektir. Türkiye bir inkılâp içindedir. Bu inkılâp kendine prensip ve onu yaşatacaklara şuur olabilecek bütün nazarî ve fikrî unsurlara maliktir. Ancak bu nazarî ve fikrî unsurlar inkılâba İDEOLOJİ olabilecek bir fikriyat sistemi içinde terkip ve tedvin edilmiş değildir. Gerek millî mahiyeti gerek beynelmilel şümul ve tesirleri itibarile, tarihin en manalı hareketlerinden biri olan inkılâbımızın, zatinde mündemiç bu ileri fikir ve prensip unsurlarını, şimdi inkılâbın seyri içinde ve onun icaplarına uygun bir şekilde izah işi, bugünkü Türk inkılâp münevverliğine düşen vazifelerin en acil ve en şereflisidir. İnkılâbımızın, her biri ayrı ayrı kıymettar ve orijinal olan bu fikir ve nazariye unsurları birer birer izah edildikçe, bu esaslar inkılâp nesli için kriteryumlar olacak, yeni ve startdartlaşmış inkılâpçı tip böyle doğacaktır. Bu tip her nerede, her ne


Sayfa 10

şerait altında olursa olsun, karşılaştığı her inkılâp sahasında, ayni hadiseyi ayni kriteryumlara vuracak, ayni ölçülerle düşünecek, ayni neticelere varacak, ve İnkılâbın kendisine has CİHANİ TELÂKKİ TARZI böyle vücut bulacaktır. Hülâsa; Cihanın bin bir çeşit hadisata gebe olan bugünkü esrarengiz gidişi içinde, mukadderatını kendi inkılâbının mukadderatına bağlayan inkılâp neslimizin muhtaç olduğu inkılâp şevkini her zaman uyanık tutmak ve inkılâbımızın bir bakışta idrakimizi durdurur gibi görünen coşkun ve mürekkep cereyanına daima hâkim kalabîlmek için, onun prensiplerini hududu muayyen kriteryumlar şeklinde bilmeye, benimsemeye ve benimsetmiye mecburuz. KADRO, BUNUN İÇİN ÇIKIYOR.

İnkılâbımızın, her biri ayrı ayrı kıymettar ve orijinal olan bu fikir ve nazariye unsurları birer birer izah edildikçe, bu esaslar inkılâp nesli için kriteryumlar olacak, yeni ve startdartlaşmış inkılâpçı tip böyle doğacaktır.


Sayfa 11

Anıl OYMACI Endüstri Mühendisi

Osmanlı döneminde ise Arap Toplumu ciddi bir saygı görmüş ve neredeyse bağımsız bir biçimde yaşamlarını devam ettirmiştir.

Osmanlı’nın çöküş yılları anlatılırken üzerinde pek de durulmayan, ancak İmparatorluğun parçalanışında son derece önemli rol oynayan süreçlerden birisi: Arap İsyanlarıdır. Nitekim Osmanlı yöneticilerinin belki de en çok güvendikleri ve üzerlerine hesap yaparak Birinci Dünya Savaşı’na girdikleri, Arap Toplumu’nun, Emperyalistlerle işbirliği içerisinde ayrılıkçı hareketlerde bulunması, Türk Milleti’nin tarihinde yaşadığı en büyük ihanetlerden birisi olup, İslam Coğrafyası’nın yaklaşık yüz yıldır içerisinde bulunduğu vahim durumun da en temel basamağını oluşturmaktadır. ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ’NİN UYANIŞI Arap Toplumu, İslam Öncesinde de kavmiyetçi tutuma sahip ve kibirli bir soy takıntısı bulunan bir toplumdur. Ancak bu toplumun medeniyet hamlesi olan, İslam’ın ortaya çıkışıyla birlikte daha organize ve ciddi bir hal alan Arap Milliyetçiliği, İslam aracılığıyla başka milletlerle temas kurulmasının ardından da saldırgan ve küstah bir tavır içerisine girmiştir. Nitekim özellikle Emevi Halifeliği döneminde zirveye çıkan bu anlayış, Arap olmayanları alt sınıflarda görmekte ve Şeriat kisvesi altında Arap örfünü de diğer milletlere dayatarak, yayılmacı bir politika izlemektedir. Keza

Mezopotamya’dan Atlas Okyanusu’na kadar olan bölgede bu kültürel yayılmacılık başarılı olmuş ve bölge halkları Araplaşmışsa da, İran kültürünün güçlü direnci karşısında duraksamış, Türk unsurunun da dahil olmasıyla büyük ölçüde medreseler ve Hilafet makamıyla sınırlanmış ve Hilafetin Osmanoğulları eline geçmesiyle de son derece yumuşak bir yapıda varlığını sürdürmüştür. Belirtmekte fayda vardır ki Arap Milliyetçiliği, Hz. Muhammed’in zirvesine yerleştiği ve Arapların, Peygamberlerle diğer Müslüman milletlerin arasına yerleştiği bir algı piramiti şeklinde biçimlenmiştir. Osmanlı döneminde ise Arap Toplumu ciddi bir saygı görmüş ve neredeyse bağımsız bir biçimde yaşamlarını devam ettirmiştir. Buna karşın Fransız İhtilali’nin milliyetçilik anlayışına yaygınlık kazandırması ile, Osmanlı Devleti’ndeki tüm diğer unsurlar gibi, Araplar da milli bir uyanış sergilemişlerdir. Bu uyanışın ilk dönemlerinde seyrinin yavaş olduğu, ancak 1 908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanı ve İttihad- Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı siyasetine hakim oluşu ile ardından özellikle İslamcılıkla karışık bir Türkçülük fikrinin yükselişe geçmesi, Arap Milliyetçiliğinin de yeniden yırtıcı tavır takınmasını hızlandırmıştır. Özellikle Mısır ve Suriye’de örgütlenen Arap entelektüelleri fikri manada bu yönde ciddi çalışmalar gerçekleştirmiş ve bu


Sayfa 12

Hükümeti’nden uzaklaşmasını ve deyim yerindeyse Türklerden nefret etmelerini sağlamıştır. Keza Abdullah’ın hatıralarında Türklerden aşağılayıcı biçimde bahsetmesi ve pek çok kez “Yönetmesi gerekenin (yani Arapların) değil, daha aşağıda olanın ( Türklerin) idareyi ellerinde bulunduruyor olmasından duyduğu rahatsızlığı” dile getirmesi Arap ileri gelenlerinin Osmanlı ve Türklere yaklaşımını da gözler ŞERİF HÜSEYİN VE OĞULLARI Hicaz 1 . Selim döneminde Osmanlı önüne sermektedir. Bu noktada üstün bir Arap varlığı hakimiyetine girişinden itibaren olduğu kibri ve hükümetin İslam’ın kutsal mekanlarını Türkler elinde oluşuna duyulan barındırıyor oluşu sebebiyle ayrıcalıklı bir yer edinmiş ve pek çok antipati esasında sorunların ve sonrasındaki gelişmelerin bakımdan kendi idaresini kendisi temelini oluşturmaktadır. yürütür durumda kalmıştır. Nitekim İslam geleneğinde Halife’nin aynı zamanda tek Emir olması adeti dahi İLK SÜRTÜŞMELER Neredeyse bağımsız bir biçimde gevşetilerek, Mekke’de bir Emirlik varlığını sürdüren, Hicaz daha varolmasına müsaade yönetimine gelen Şerif Hüseyin edilmiştir. Haşimi ailesi uzun yıllar bu vazifeyi bunun sağladığı siyasi konfora çabuk alışmıştır. Ancak Batı tarzı yerine getirmiş bir ailedir. Arap bir modernleşme hareketi İsyanlarında en ciddi rolü işte bu Haşimi ailesinden Hüseyin bin Ali ile içerisine giren İttihat-Terakki Hükümeti’nin özellikle merkezi oğulları Ali, Faysal ve Abdullah otoriteyi tesis etmek adına attığı üstlenmiştir. adımlar iki taraflı Bir dönem Sultan 2. Abdülhamit hoşnutsuzlukların da ortaya tarafından davet edilerek ailesiyle birlikte İstanbul’da ikamet etmiş olan çıkmasını hızlandırmıştır. Nitekim merkezi otoriteyi bölgeye Hüseyin, nefret ettiği ve daha hızlı ulaştıracak olan Hicaz uygulamalarını isyanına gerekçe Demiryolu projesinin Mekke’ye olarak gösterdiği İttihat-Terakki Cemiyeti tarafından Mekke Şerifi ve kadar ilerleyişine “bölge halkının Emiri olarak atanmıştır. Oğulları ise, geçimini deve taşımacılığıyla Osmanlı Mebuslar Meclisi’nde uzun sağladığı” bahanesini öne sürerek itiraz eden Şerif yıllar mebusluk yapmışlardır. Hüseyin; İttihat-Terakki Oğlu Abdullah’ın hatıralarında Hükümeti’nin yeni Vilayetler bahsettiği üzere: Hüseyin ve Kanunuyla, Mekke ve Medine’yi oğullarının İstanbul’da geçirdikleri iki ayrı vilayet olarak tasarlayıp, süreç, kendilerinin Osmanlı hareketin Osmanlı Hükümeti tarafından gerektiğinde şiddetle önüne geçilmeye çalışılmışsa da Emperyalizmin olaya dahil oluşuyla bu mümkün olamamıştır. Şaşırtıcı nokta şudur ki: Arap Milliyetçiliği en önemli atılımını entelektüel birikimin yoğunlaştığı Suriye ve Mısır’da değil, atıl durumdaki Hicaz’da, Arap politik güçleri ile Emperyalizmin çıkarlarının uyuşması sayesinde yapabilmiştir.

Arap İsyanlarında en ciddi rolü Haşimi ailesinden Hüseyin bin Ali ile oğulları Ali, Faysal ve Abdullah üstlenmiştir.


Sayfa 13

Çanakkale’de alınan yenilgi ve Türklerin, Mısır üzerine şiddetli bir saldırı gerçekleştirme ihtimali, İngilizleri Arap İsyanına güçlü bir biçimde adapte etmiştir

her ikisine ayrı valiler atama ve Medine’yi, Şerif’in siyasi otorite alanı dışına çıkartma girişimine sert tepki göstererek gerginliği belirginleştirmiştir. Zira bu uygulamada Şerif Hüseyin “bölgenin sıradan bir Osmanlı vilayeti değil, İslam Dünyasının Merkezi olduğunu ve ayrıcalıklı durumunu sürdürmesi gerektiği” argümanını ileri sürerek, direnç sağlamaya uğraşmıştır. Bu ve benzeri durumların geliştirdiği süreç neticesinde Şerif Hüseyin ve Oğullarının İstanbul Hükümetine olan olumsuz bakış açısı derinlik kazanmış ve HalifeSultan’ı makamını Mekke’ye taşımaya davet edecek kadar ileri bir boyut kazanmıştır. İNGİLİZLERLE YAZIŞMALAR Haşimi Ailesiyle, İngilizler arasındaki ilk temas: Abdullah’ın mebusluğu döneminde, o dönem İngiliz Himayesi altındaki Mısır’da, İngiliz görevlileri Lord Kitchener ve Bay Storss ile görüşmesi olmuştur. Nitekim bu görüşme sonunda: olası bir isyan durumunda, Şerif Hüseyin’e, İngilizlerin destek verip vermeyeceğini yoklayan Abdullah, İngilizlerden diplomatik bir cevap aldıysa da görüşmeyi çift taraflı bir yakınlaşma takip etmiştir. Bunun ardından gerek Şerif Hüseyin gerekse oğulları Ali, Abdullah ve Faysal, Mısır’da bulunan İngiliz görevlilerden özellikle: Mc Mahon, Mr. Storss ve Lord Kitchener aracılığıyla İngiltere Hükümeti’yle sürekli temas halinde bulunmuşlardır. İngilizler uzun süre bir Arap İsyanını destekleme konusunda

tereddütte kalmışlardır. Şerif Hüseyin’in tam olarak neyi arzuladığı uzun süre çözülemediği gibi; tüm Araplar üzerinde gerçek bir etkiye sahip olup olmadığı da sürekli şüphe konusu olmuştur. Bu nedenle İngilizler aynı zamanda İbn Suud ve İbn Reşid gibi başka Arap liderlerle de sürekli temas halinde kalmışlardır. Ayrıca Halife’nin Cihat ilanına karşı İngilizlerce desteklenen bir Arap Ayaklanması’nın özellikle Hintli Müslümanları tahrik etmesi ve İngiltere’yi sömürgelerinde zora sokması olasılığı da İngilizlerin epeyce canını sıkmıştır. İngilizleri handikapta bırakan bir diğer önemli sorun ise yazışmalar süresince gittikçe netleşen “Arap Krallığının sınırlarının ne olacağı” sorunudur. Zira İngiltere, Fransa’ya daha önce Suriye, Lübnan ve Kilikya üzerinde egemenlik hakkı vermiştir. Ayırca Mezopotamya ve Basra Körfezi üzerinde hakimiyeti de kendisi istemektedir. Yine İngiltere’deki

İngiliz casuslardan T. E. Lawrence


Sayfa 14

Yahudi kamuoyu baskısı, Filistin’de özel statülü bir yapı kurulması yönünde adımlar beklemektedir. Tüm bunlara karşın İngiltere, Şerif Hüseyin ile yazışmalarında İskenderun’dan Kerkük’e oradan Umman, Yemen ve Kızıl Denizi takip ederek tekrar İskenderun’a kadar olan bölgeyi Şerif’in hakimiyetine vermeyi taahhüt etmiştir. Bu ise hem kendi, hem de müttefiklerinin çıkarları ile çatışmaktadır. Çanakkale Cephesi’ndeki netice bu noktada önemli bir yer tutmaktadır. Keza İngilizler, Çanakkale’yi geçip, İstanbul’u ele geçirebildikleri takdirde bir Arap Ayaklanmasına ihtiyaç duymadan, Osmanlı Devleti’ni yenmiş ve arzu ettiği paylaşımı yapabilme şansını elde etmiş olacağından dolayı, Şerif Hüseyin’i bir müddet oyalamıştır. Ancak Çanakkale’de alınan yenilgi ve Türklerin, Mısır üzerine şiddetli bir saldırı gerçekleştirme ihtimali, İngilizleri Arap İsyanına güçlü bir biçimde adapte etmiştir. Yine Fransızlarla Sykes- Picot Anlaşması neticesinde İttifakın güvence altına alınması İngilizleri daha da rahatlatmıştır. İngilizler ustaca bir diplomasi takip ederek, kurnaz planlarını bir bir uygulamış ve Şerif Hüseyin’e sonunda kendi isteklerini kabul ettirerek, bir ayaklanma içerisine sokmuş ve dengelerin tamamen kendi lehlerine değişmesini sağlamışlardır. Öyle ki Şerif Hüseyin’in İsyan Bildirisi dahi İngiliz denetimi ile yazılmıştır. İSYANIN NEDENLERİ İsyanın temelinde Şerif Hüseyin ve Oğullarının şahsi ihtiraslarının yanı sıra, sahip oldukları aşırı Arap Milliyetçisi görüş esas yeri teşkil

etmektedir. Örneğin: Osmanlı idaresinde hiçbir Arap Nazır olmayışı üzerinde sıklıkla durdukları bir rahatsızlık gerekçesidir. Bunun yanı sıra özellikle İttihadTerakki Hükümeti’nin modern devlet anlayışı çerçevesinde: Meşrutiyet ilanı, Demiryolu Projesi, Vilayetler Kanunu,O gibi Şerif’in bölgedeki rahatını kaçıracak bazı gelişmeler yaşanması yine önemli bir neden teşkil etmektedir. İstanbul ve Anadolu’daki yaşam tarzı ile Arap Yarımadasındaki yaşam tarzı arasındaki uçurum ve bu durumun Araplar tarafından “İslami yozlaşma” olarak nitelendirilmesi bir başka gerekçe olarak öne sürülmüştür. Zira -çok tanıdık gelecek şekilde- gerek Şerif Hüseyin, gerekse Abdullah sık sık İstanbul, Selanik, Şam gibi kent merkezlerinde “kadınların giyiniş şekli, çalışıyor oluşları ve erkeklerle münasebetlerinden” dem vurmakta ve bu yolla İslam’ın ortadan kaldırılmaya çalışıldığını ifade etmektedir. Yine Birinci Dünya Savaşı’na girilmesi ve Cihat ilanı ile IrakSuriye bölgelerinden toplanan Arap askerlerin Çanakkale ve Kafkas Cephelerine yollanması buna karşın Kanal Cephesi ve Basra Körfezinde Osmanlının gerileyişi “Arapların, Türkleri korumak uğruna feda edildiği” düşüncesinin doğmasına sebep olmuştur. Nitekim Şerif, Cihat ilanının akabinde “Cihat’a iştirak etmeyeceği ve asker toplayıp göndermeyeceğini” beyan etmiştir. Ki bu isyanın aslında ilk işaretidir.

İngilizler, Şerif Hüseyin’e sonunda kendi isteklerini kabul ettirerek, bir ayaklanma içerisine sokmuş ve dengelerin tamamen kendi lehlerine değişmesini sağlamışlardır


Sayfa 15

İngiliz­Arap işbirliğine karşı geri çekilen Türk Ordusu, ancak Mustafa Kemal’in öngörüleri ve zekice hamleleri neticesinde, Halep’in kuzeyinde tutunabilmiş ve İngiliz ilerleyişini durdurabilmiştir.

Arapçanın resmi dil olarak kabulü, Arapların askerlik yapmasının yerelleştirilmesi, yerel yönetimlere serbestlik tanınması ve bazı hukuki düzenlemeler talep eden ve bu yönde daha önce isyan eden Suriyeli bir kısım Arap ileri geleninin idam edilmesi, Osmanlı Sultanı’nın yetkilerinin kısıtlanması, modern hukuk uygulamalarının başlaması, Abdülkadir el Cezairi’nin mezarının tahrip edilmiş olması gibi diğer pek çok neden de Şerif tarafından öne sürülmüştür. Zira Şerif’in isyan gerekçesinin temelinde İslam'a yapılan sözde yanlışları vurguluyor oluşu, açık bir şekilde İngiliz çıkarlarıyla örtüşerek Cihat ilanını etkisiz kılmak içindir. İSYANIN BAŞLANGICI VE GELİŞİMİ Osmanlı Ordusu, Kanal, Basra, Çanakkale, Kafkas Cephelerinde yıpranırken ve bir kısım toprak kayıpları yaşamaya başladığında; Şerif Hüseyin, İngilizlerden aldığı silah ve para yardımı sayesinde

pek çok Arap aşiretini etrafında topluyor ve emrindekileri isyan için hazır hale getiriyordu. Nitekim -umulandan uzun süren- bu süreç neticesinde, 27 Haziran 1 91 6 tarihinde Şerif Hüseyin ayaklanmayı resmen ilan etti. Zaten zayıf ve yorgun olan Osmanlı kuvvetleri; Mekke, Medine, Taif gibi noktalarda tutunup direniş göstermeye çalıştılarsa da bir yandan da İngilizlerle çarpışıyor olmalarından ötürü fazla dayanamayıp birer birer teslim oldular. Hicaz’dan başlayarak, Ürdün ve Suriye üzerinden İngilizArap işbirliğine karşı geri çekilen Türk Ordusu, ancak Mustafa Kemal’in öngörüleri ve zekice hamleleri neticesinde, Halep’in kuzeyinde tutunabilmiş ve İngiliz ilerleyişini durdurabilmiştir. SONUÇ Birinci Dünya Savaşı’nın neticelenmesi ve Türklerin


Sayfa 16

bölgeden çekilmesi ile Arap İsyanı da fiili olarak son bulmuştur. Ancak Araplar bu isyan neticesinde rahat nefes alamamış, bugün de sürmekte olan kargaşanın içerisine düşmüşlerdir. İsyanla birlikte Osmanlı kuvvetlerinin Orta Doğu’dan çekilmesi, bölgeyi İngiliz, Fransız ve diğer Emperyalist güçlerin müdahalelerine açık bırakmış, onlar da yüz yıldır bu açıklığı en acımasız biçimde kullanmışlardır. Nitekim Şerif Hüseyin, “Büyük Arap Krallığı” hayaliyle kalkıştığı bu girişimin neticesinde, İngilizlerin kurnaz diplomasisi sonucu ancak “Hicaz Kralı” olabilmiş, buradan da 1 924’te düşürülerek, İngilizler tarafından Kıbrıs’a sürgün edilmiştir. Ve Hicaz, İbn Suud tarafından işgal edilerek bugünkü Suudi Arabistan Devleti’nin bir parçası olmuştur. Oğullarından Faysal ise, İngiliz manda yönetimi altında Irak Krallığına getirilmiş, ancak torunu 2. Faysal zamanında gerçekleşen darbe ile Irak Krallığı yıkılmış ve 2. Faysal idam edilmiştir. Diğer oğlu Abdullah ise Ürdün Kralı olmuş. İngilizler tarafından Ürdün ikiye bölünerek Filistin ayrılmış ve burası İngilizlerce önce özel statülü bir bölge yapılıp, daha sonra ise bugünkü İsrail Devleti kurularak herkesçe malum olan acı olaylar yaşanmıştır. Günümüzdeki Ürdün Kralı 2. Abdullah bu şahsın torunudur ve Haşimi Ailesinin elinde kalan tek toprağı yönetmektedir. Sykes-Picot Anlaşması’na sadık kalınarak, Suriye ve Lübnan Fransızlara verilmiş, Yemen ve Basra Körfezi’ndeki emirlikler ise, hiçbir zaman Haşimi idaresi altına girmemişlerdir.

Zira Abdullah’ın hatıralarında “İslam ve Doğu kimliğinden sıyrılıp, Frenk ve Batı sahasına koşturdukları için” isyan ettikleri ve ayrıldıkları Türkler ve Arapların sonraki durumu için şu tespiti kayda değerdir: “Türkler, her istediklerini yaptılar, fakat her durumda Türklüklerini korudular. Bizlerse farklı farklı gruplara ve fırkalara ayrıldık. Her birimiz başımıza ayrı birer yönetici seçtik ve her kafadan farklı bir ses çıkar oldu.” Geçen yüz yılda, Orta Doğu ve Arap Toplumu çok şeyler yaşamış, Orta Doğu’da çok şeyler olmuştur. Ne yazık ki olamayan tek şey ise: “Büyük Arap Devleti”dir. Bugün Empreyalistlerle işbirliği yaparak, etnik ve şahsi hevesleri yüzünden Orta Doğu’da Ulus Devletleri bölmeye gayret edenlerin, Arap İsyanından almaları gereken çok sayıda ders vardır. Zira emperyalizm bu bölgedeki sömürü emellerinden vazgeçmedikçe, bölge hiçbir işbirlikçiye yar olmayacaktır. Kaynaklar -Biz Osmanlıya Neden İsyan Ettik- Kral Abdullah -Osmanlı Devletine Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi- Doç. Dr. Ömer Kürkçüoğlu -Birinci Dünya Savaşında Türkİngiliz İlişkileri- Durdu Mehmet Burak -Arap Milliyetçiliği ve Türklerİlhan Arsel

Bugün Empreyalistlerle işbirliği yaparak, etnik ve şahsi hevesleri yüzünden Orta Doğu’da Ulus Devletleri bölmeye gayret edenlerin, Arap İsyanından almaları gereken çok sayıda ders vardır.


Sayfa 17

Türk Devrimciliği, Türk milletinin genlerinde bulunan bir ilkedir. Mustafa Kemal Atatürk bu devrimci yapının Türk milletinin genlerinde olduğunu biliyordu. Türk milleti tarih boyunca kendini yineleyebilerek, sürekli bir devrimin içerisinde hareket etmiştir. Kendi koydukları kuralları dogmalaştırmamışlardır. Türk Mustafa töresi de bunu gerektiriyordu. DEMİRER Atalarımız yazılı olmayan hukuk Tarih Bölümü kurallarına(töre) göre yaşıyorlardı. Bunlar siyasi, sosyal ve hukuksal yönden değiştirilemez kurallardı. Zaman içerisinde işlevini kaybettiğinde bu değiştirilemez kurallar Türk devrimi içerisinde çağın yapısına göre düzenlenmiştir. Adetler ve gelenekler zamana, coğrafya ya ve bulundukları koşullara uygun olarak yenilenebilmiştir. Göçebe bir hayat yaşarken yerleşik düzene geçtiklerinde hatta İslamiyet’i kabul ettiklerinde bile Türkler törelerini kullanmaya devam etmişlerdi. Türk milleti tarih boyunca Uygurlar yerleşik hayata kendini yineleyebilerek, sürekli bir devrimin içerisinde hareket etmiştir. Kendi koydukları kuralları dogmalaştırma­ mışlardır.

geçtiklerinde yine eski töreleri kullanıyorlardı. Ama arazi alımsatımı, ortaklık ve vergi sistemi gibi konuları törelerine eklemişlerdi. İslamiyet’i kabul ettiklerinde törelerini İslamiyet’e göre şekillendirmişlerdi. Bu Türklerin gelenekçi yapısını ortaya koyuyordu. Sürekli bir devinim içerisinde geldikleri yerlere ayak uyduruyorlardı. Bu yapı içerisinde tekrar güçlenip güçlü devletler kurabiliyorlardı. Kavimler göçü ile Avrupa’ya hareket eden Türkler burada yerleşmiş, sosyal ve coğrafi yapıya uyum sağlayarak Avrupa Hun Devletini kurmuşlardır. Anadolu’ya gelen Türkler önce Selçuklu daha sonra Osmanlı Devletini kurmuşlardır. Bu devletler kendi kimliklerini yitirmeyip kendi devrimlerini yapabilmişlerdir. Osmanlı Devleti hukuk sisteminde İslamiyet’e uygun olarak şer’i hukuk sistemini kullanmış ama bunun yanında örfi hukuk


Sayfa 18

sistemini de kullanıp törelerini kaybetmemişlerdir. Türk milleti eski, bozulmuş ve yanlış olana karşı her zaman yenilikçi olmuştur. Daha sonra bu devrimci yapı bozulmuştur. Uyuşukluk meydana gelmiştir. Millet olarak yeniliklere karşı çıkılmaya başlandı. Osmanlı’nın da son yüz yılı böyle geçti. Zamana ayak uyduramadı. Yenilikçi, devrimci yapısını kaybetti. Cumhuriyetle beraber başlayan düzende tekrar bu yapımıza kavuştuk. Mustafa Kemal Atatürk ‘’Mücadele Metodunun Adı’’ olarak Devrimcilik ilkesini gösterdi. Eski ve işe yaramaz halde bulunan siyasi ve toplumsal yapıları yıkarak bunları zamana uygun olarak yenilemiştir. Sosyal yapımız çağın gereklerine göre tekrar oluşturulmuştur. Bu yapılan devrimlerde sadece hayal gücünün önemini anlatan Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin hayal gücünü yeniden canlandırmayı başarmıştır. Bu devrimler Mustafa Kemal Atatürk’ün duygusal değil akılcı bir devrimci olduğunu göstermekteydi. Dönem içerisinde halkın isteklerine cevap vermiştir. Sanayi, tarım ve endüstride ki yapılan yenilik ve devrimler bunun göstergesiydi. Mustafa Kemal Atatürk, bu devinimin ve yeniliklerin ardından oluşacak uyuşukluktan korkmuştur. Devrimi yapan kadronun kendi kurduğu rejimin veya düzenin tutucusu durumuna gelmesinden çekinmiştir. Devrimleri durdurmaya ve buna engel olmaya çalışanlara şöyle seslenmiştir; ‘’Eğer onlara karşı benim nezdimde bir şey anlatmak isterseniz, derim ki ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım

yalnız benim şahsi gayeme değil, o adım benim milletimin hayatına bir kasıl, o adım benim milletimin kalbine havale edilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı düşünce de olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir. Sizlere bununda fevkinde bir söz söyleyeyim. Farzı muhal eğer bunu sağlayacak kanunlar olmazsa, bunu temin edecek meclis bulunmazsa öyle menfi adım atanlar karşısında herkes çekimser ve ben yalnız kalsam yine tepeler ve yine öldürürüm.’’ Diyerek bu konuda ne kadar ciddi olduğunu göstermiştir. Bülent Ecevit bu konu da ‘’Atatürk kendisi, Türk toplumunu yüzyıllarca geri tutan tabulara karşı çıkmış; o tabuları, o yasakları yıkmış olan bir gerçek devrimci idi.’’ Türk devrimciliği binlerce yıllık bir miras olarak görüp bunu sonuna kadar yaşatmalıyız. Dogmalardan, uyuşukluklardan uzak sürekli yenilikçi bir millet olarak yolumuza devam etmeliyiz. Kaynaklar: - Atatürk’ün Liderlik Sırları Baran Dural - Atatürk ve Devrimcilik - Bülent Ecevit -Atatürk ve Türk Devrimi - Metin Aydoğan

Mustafa Kemal Atatürk ‘’Mücadele Metodunun Adı’’ olarak Devrimcilik ilkesini gösterdi.


Sayfa 19 GEZİ YAZISI

Merhaba arkadaşlar, bu yazıda sizlere Belgrad’a giderken yanınıza neler almanız gerektiğini, yolda nelerle karşılaşabileceğinizi ve oradayken neler yapabileceğinizi anlatacağım. Öncelikle kendimi tanıtayım. Ben Okan Erkocu, 21 yaşındayım ve Adanalıyım. Gaziantep Üniversitesi’nde Makine Okan ERKOCU Mühendisliği bölümünde 3.sınıf öğrencisiyim.201 4 yılı yaz Makine Mühendisliği aylarında Koçani/Makedonya’da gönüllü olarak bir Bölümü organizasyonda görev aldım. Sırbistan/Belgrad’a seyahate Koçani/Makedonya’dan başladım. Eğer Belgrad’a kısa bir süre için gidiyorsanız mutlaka şehirde neler yapacağınıza dair bir planınız olmalı. Ben ve arkadaşlarım gitmeden önce kalacağımız yeri ayarladık. İnternet üzerinden otel ya da Eğer Belgrad’a hostel(öğrenci oteli) araması kısa bir süre yapabileceğiniz birçok site var. için Bunların başında gidiyorsanız www.booking.com var. Kesinlikle mutlaka göz atmanız gerektiğini şehirde neler düşünüyorum. Ayrıca bizim yapacağınıza kaldığımız yer olan ve dair bir yöneticisinin çok samimi olduğu planınız City Break Hostel'e de olmalı. bakabilirsiniz (http://www.citybreakhostel.rs). Belgrad’a gitmeden önce mutlaka bu hostel ile iletişime geçip uygun bir fiyata(gecelik 7-8 avro arası) kalabileceğinizi söyleyebilirim. Buranın sahibi gerçekten çok sıcakkanlı ve her gün dünyanın

her tarafından gelen insanları ağırlayan, eğlenceli ve bir o kadar da yardımsever bir arkadaşımız. Her konuda elinden geleni yapması da cabası. Eğer buraya giderseniz Belgrad’ın şehir haritasını ücretsiz edinmeyi de unutmayın. Şimdi kalacağımız yer hazır ve çantamızı hazırlamaya başlayabiliriz. Balkanlar Türkiye’ye göre her zaman daha soğuk oluyor ve havanın ne zaman kötü olup olmayacağı belli olmadığından, yaz günü bile çok soğuk bir havayla karşılaşabilirsiniz. Bu yüzden yanınızda mutlaka uzun birkaç kıyafet bulundurun. Son olarak mutlaka gece kulübüne gideceğinizi varsayarak yanınızda şık bir elbise bulundurmanızı şiddetle öneririm. Yanınıza alacağınız para konusuna gelirsek, bizim harcamamız kişi başı 2 gece için 80 avro civarıydı. Siz yine de yanınıza en az 1 00 avro alın, nelerle karşılaşacağınız belli olmaz. Artık paramız cebimizde, kalacağımız yer ve çantamız hazır. Yola çıkmadan önce mutlaka Couchsurfing gibi sitelere göz atmamız ve yardım istememiz gerektiğini düşünüyorum. Belgrad gibi bir yer için birçok kişi size yardım etmek isteyecektir. Sadece biraz arkadaşça davranmanız ve kendinizi iyi ifade etmeniz size birçok kapıyı açacaktır. Orada bizim bir tanıdığımız olduğundan Couchsurfing sitesine başvurmadık ama bizden sonra


Sayfa 20

Belgrad’a giden arkadaşlarımız bu siteden kendilerine arkadaş edinip onlar sayesinde şehrin birçok kısmını birlikte gezme fırsatı bulmuşlar. Öğrendiğim kadarıyla bu durumdan bayağı memnun kalmışlar. Şimdi her şey hazır gibi yola koyulduk. Eğer Belgrad’a sağ salim vardıysanız benim tavsiyem şudur; öncelikle ücretsiz yürüyüş turuna katılmanız. Ücretsiz yürüyüş turları her gün sabah saat 11 ’de başlıyor ve yaklaşık 2 saat sürüyor. Bu yürüyüşte yorulduğunuzu fark etmeyeceğinize eminim. Birçok kişinin yorumunu okudum , bir rehberle tanıştım. Gerçek şu ki bu ülkenin insanları çok sıcakkanlılar ve şehirleri hakkında birçok şey biliyorlar. Gezi sırasında bazı sürprizlerin olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bu yüzden rehberinizin anlattıklarını dikkatlice dinlemeyi unutmayınız. Sürpriz belki bir içki belki de Belgrad’tan bir hatıra olabilir.

Şunu belirtmekte fayda var. Bu yazımı bir grup Sırp gencin, Almanya'da yaşayan amacı seslerini çıkaramayan diğer kızları kurtarmak olan Türk kızın öldürülmesinden önce yazdım. Türkler bu olay yüzünden Sırplara karşı kin ve nefret besleyebilirler. Fakat şu da düşünülmelidir ki davranış biçimleri ırka göre değil yaşam biçimine göre şekillenir. Bu yüzden Sırbistan'a gitmeyi düşünürseniz oradaki halkın size kötü davranacağını düşünüp bu hayalinizden vazgeçmeyin. Ben de gitmeden önce böyle düşünüyordum. Orada gördüğüm manzara çok farklı olduğu için bunları yazma gereği hissettim. Sırbistan'a Makedonya’da gönüllü olduğum sırada gitme şansı buldum. Makedon halkı, onlar hakkında düşündüklerimin aksine Türk olduğumu öğrenilince daha samimi davranıyor ve Türkçe konuşmaya çalışıyorlardı. Bu

Şu da düşünülmelidir ki davranış biçimleri ırka göre değil yaşam biçimine göre şekillenir.


Sayfa 21

Kalemeydan Parkı, Osmanlı döneminde “Kale” ve “Meydan” kelimelerinin bir araya gelmesinden adını almıştır.

beni çok mutlu eden bir olaydı. Sonrasında birçoğunun Türkçeyi öğrenmeye çalıştığını ve Türkiye'deki birçok turistik yeri gezme istekleri olduğunu gördüm. Bu yüzden Balkan insanı hakkındaki tabularımın çoğunu zaten Makedonya'da yıkmıştım. Sırbistan'a gittiğimde de insanların sıcakkanlı davranacağını anlayabiliyordum. Şans eseri Sırbistan'a gittiğimde ilk tanıştığım kişi Türkçeyi bizim kadar iyi konuşabilen Türk Dili ve Edebiyatı okumuş bir Sırp’tı. Sonrasında bizi Sırbistan sokaklarında gezdiriyor, kafelere uğruyoruz. İlk günden bu şehrin Avrupa düzenini kendine nasıl aktardığını çok kolay bir şekilde görebiliyorsunuz. Ayrıca Belgrad kendi tarihini de bugünlere bir o kadar güzel aktarmış. Bir tarafta Nicola Tesla'nın icatlarının gösterildiği mükemmel bir müze, diğer tarafta Tuna (Danube) ve Sava nehirlerinin birleştiği yerde bulunan tepede yer alan Kalemeydan Parkı ve parkın içinde bulunan Belgrad Kalesi şehrin en güzel manzarasını

ayaklarınızın altına sermekte. Günümüzde Kalemeydan Parkı gezme, dinlenme ve sosyalleşme amacıyla kullanılıyor olsa da tarihte gördüğü birçok savaşta 6 milyondan fazla kişinin ölümüne tanıklık etmiş bir yapı olarak karşınıza çıkıyor. Ayrıca fark edebileceğiniz gibi Kalemeydan Parkı, Osmanlı döneminde “Kale” ve “Meydan” kelimelerinin bir araya gelmesinden adını almıştır. Bu yerler haricinde araç trafiğine kapalı olan ve İstiklal Caddesi’ni aratmayacak güzellikte Knez Mihailova Caddesi, buluşma noktası ve ulaşım merkezi olan Trg Republike (Cumhuriyet Meydanı), ilginç tarihi ve çevresindeki tarihi yapılarla Taşmajdan(Taş Meydan) ve oldukça zengin koleksiyonu ile milli müze Belgrad’ın mutlaka görülmesi gereken yerlerindendir. Birbirine yakın konumları sebebiyle hiç bir detayı kaçırmadan bütün bu yerleri aynı gün içinde yürüyerek ziyaret edebilirsiniz. Umarım yardımcı olabilmişimdir, yazımdan keyif ve gitmek için yeterli ilhamı almışsınızdır.


Sayfa 22

GAÜN Öğrencileri Cumhuriyet Bayramını Kutladı

Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Atatürkçü Düşünce Topluluğu (ADT) tarafından Cumhuriyetimizin kuruluşunun 91 . yıl dönümü etkinlikleri çerçevesinde ‘Fener Alayı’ düzenlendi. GAÜN 80. Yıl Öğrenci Kültür Merkezi önünden başlayarak Atatürk büstüne kadar, ellerinde Türk Bayrakları ve fenerlerle “Şehitler ölmez vatan bölünmez, Atatürk gençliği görev başında, Ne Mutlu Türküm Diyene, Türk Öğün Çalış Güven, Cumhuriyet düşünce özgürlüğüdür” sloganlarıyla ve 1 0. Yıl, İzmir, Vatan ve Gençlik Marşları eşliğinde yürüyüşlerini gerçekleştirdiler. Fener alayı etkinliği ile Cumhuriyet’in 91 . yılını coşkuyla kutlayan gençler, Atatürk büstünün önünde İstiklal Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni hep birlikte okuyarak etkinliği sonlandırdı.

GAÜN öğrencilerinden alkışlık hareketler

Gaziantep Üniversitesi GAÜN Bisiklet Kulübü ve Atatürkçü Düşünce Topluluğu öğrencileri, kampüste ‘Mıntıka Temizliği’ yaptı. Bisiklet Kulübü ve Atatürkçü Düşünce Topluluğu (ADT) yönetiminde toplanan her iki gruba mensup 1 6 öğrenci, girişten başlayarak kampus içinde izmarit ve geri dönüşüme uygun atıkları topladı. ‘Farkındalılık’ parolasıyla gerçekleştirilen etkinlikte toplanan geri dönüşüme uygun atıklar, kullanılmak üzere Şehitkâmil Belediyesi’nin ÇÖP –MÖP kutularına atıldı. Öğrencilerin temizlik eylemine bazı öğrenciler de eşlik etti. Etkinlik yaklaşık iki saat sürdü.

“Demirden Bir Duvar: Atatürk Gençliği” Konulu Konferans Düzenlendi

Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Kültür Müdürlüğüne bağlı faaliyetlerini sürdüren Atatürkçü Düşünce Topluluğuna üye öğrenciler tarafından “Demirden Bir Duvar: Atatürk Gençliği” konulu konferans düzenlendi. GAÜN Ömer Asım Aksoy Konferans Salonunda gerçekleştirilen konferansa Gazeteci-Yazar Güneş Erkul konuşmacı olarak katıldı. Tarihimizdeki kahraman ecdatlarımızı tanımamız gerektiğini belirten Erkul, “Antep Savunmasını, Çanakkale Destanını yeniden hatırlama zamanıdır. Bunları iyi bilirsek yeni yazılacak destanların yeni kahramanları da bizler oluruz. Bugün silahlarla, toplarla, tüfeklerle değil fikirleriyle, ekonomileriyle, kültürleriyle ülkemize taarruz ediliyorsa bizde kendimizi en iyi şekilde donatmalıyız” diye konuştu.


Sayfa 23

Arif YILDIZ ElektrikElektronik Mühendisi

Türkiye Cumhuriyeti için önemli siyasi tecrübeler edinilmesini sağlayan bir cemiyetin, bir partinin, bir iktidarın adıdır, İttihat ve Terakki.

Türk siyasi hayatının 1 0 yılına damga vuran, parlamenter bir yönetim getiren, bir imparatorluğu kurtarmaya ve aynı zaman da çağdaşlaşmaya çalışırken kendisini bir anda bölgesel savaşların ve dünya savaşının içinde bulan ve kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti için önemli siyasi tecrübeler edinilmesini sağlayan bir cemiyetin, bir partinin, bir iktidarın adıdır, İttihat ve Terakki. Türk siyasi hayatına yeni bir soluk kazandıran ve yaşanan acı olaylarla Türkiye Cumhuriyeti devletinin fikri temellerinin oluşmasına katkı sağlayan bu örgütün, ideolojisinin, kuruluş amacının, dönemin şartlarının, iktidarda kaldığı süre boyunca neler yaşandığının bu günlere ışık tutması açısından iyi bilinmesi gerekmektedir.

İttihat-Terakki’nin Doğuşu

Sonradan İttihat ve Terakki (Birlik ve İlerleme) adını alacak olan 1 889’da Askeri Tıbbiyede kurulan gizli örgütün adı İttihad-ı Osmani’dir (Osmanlı’nın Birliği). Kurucuları bu okuldaki öğrencilerden İshak Sukûtî, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet, İbrahim Temo, Hüseyinzade Ali’dir. Abdülhamit düzeninde gizli olarak örgütlenmek zorunda kalan bu örgüt, 1 995 yılına kadar açıktan herhangi bir muhalefette bulunmamış, bu tarihe değin yeni üye kazanmak, gizli toplantılar yapmak, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Genç Osmanlılar’ın

yapıtlarını okumakla vakit geçirmişlerdir. Örgütün yurt dışındaki önde gelenlerinden Ahmet Rıza ile İstanbul’daki İttihad-ı Osmanî mensupları arasındaki haberleşmeler sonucunda muhtemelen 1 895 yılında örgütün adı Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değişmiştir. Adından da anlaşılacağı gibi Osmanlı’nın birliğini ve ilerlemesini savunan bu cemiyet, imparatorluğun sürekli olarak toprak kaybetmesi, etnik unsurların özerklik ya da bağımsızlık istemesi, Abdülhamit’in baskıcı rejimi, Batı’daki gibi zengin ve çağdaş bir toplum yapısına kavuşmak istenci gibi sebepler, yüksekokul öğrencilerini ve yönetenler sınıfını gizli bir muhalefet derneğine üye olmaya zorluyordu.

2.Meşrutiyet’e Kadar Yaşanan Gelişmeler

1 896 yılına kadar İttihat ve Terakki’nin başlıca faaliyet merkezi Askeri Tıbbiye’ydi. 1 895 Ermeni olaylarının etkisiyle başkaca çevrelerde örneğin memurlar, subaylar, ulema ve Harbiye Mektebi’nde geniş ölçüde yayılmış bulunuyordu. Cemiyet ilk eylemlerine darbe girişimleriyle başlıyordu. 1 896 yılında, cemiyette yer alan 1 . Fırka Merkez Kumandanı Kazım Paşa öncülüğünde yapılması planlanan darbe saray tarafından öğrenildi ve gerçekleşemedi. Örgütün bütün ileri gelenleri sürgün edildi. 1 897’de yeni bir


Sayfa 24

faaliyet merkezi olarak Harbiye Mektebi belirdi. Harbiyelilerin kurduğu komitelerle, Askeri Mektepler Nazırı Zeki Paşa’yı öldürmekle işe başlamayı kararlaştırmışken ele verildiler. Sanıklar harp divanında yargılanarak sürgün edildiler. 1 897 yılında Abdülhamit’in İttihattıçılarla yaptığı mütarekeden 1 899 yılına kadar İttihat ve Terakki sürekli bir çözülme yaşadı. Dönemin şartlarına göre Jön Türk hareketinin popülaritesi artmakta ve ya azalmaktaydı. Nasıl Ermeni başkaldırma hareketi akımı canlandırmışsa, Yunan savaşı aynı akımı gevşetmiştir. 1 902 yılında yapılan Jön Türk kongresinde, imparatorluğunun dağılması anlamına gelen Ademimerkeziyet’i(Merkezin Yokluğu) savunan Sabahatincilerle imparatorluğun bütünlüğünü savunan Ahmet Rıza ve arkadaşları arasında ayrılıklar ve kopmalar yaşandı ve Jön Türklerin bölünmesiyle sonuçlandı. İmparatorluğun kalbi durumundaki Makedonya’nın(Selanik, Kosova, Manastır) Osmanlının elinden kayıp gitmesine sebep olacak Makedonya sorunu Jön Türk hareketini ciddi anlamda etkilemiştir. Buna ek olarak

Rus-Japon savaşını Japonya’nın kazanmasıyla, Rus mutlak monarşisinin sarsılması ve yıkılması yerine meşruti monarşinin kurulması, Osmanlı ve dünyadaki diğer mutlak monarşileri derinden etkilemiş ve Jön Türk hareketini güçlendirmiştir. 1 902’den sonra sabahhattinciler fazla bir etki gösterememiştir. Ahmet Rızacılar ise yeni bir hamle yaparak, 1 902 yılından beri fazla benimsemedikleri ittihat ve terakki ismini Osmanlı İttihat ve Terakki cemiyeti olarak benimsedi. Bu yeni kuruluşun özelliği, yayın faaliyeti dışında geniş ve ciddi bir örgütlenme atılımına girmesiydi. Yeni cemiyet bir an önce Osmanlı ülkesinde ve dışında yaygınlaşmak, kökleşmek istiyordu. Sonradan İttihat ve Terakki ile birleşecek olan diğer bir önemli özgürlükçü örgüt Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’dir. 1 906 yılında aralarında Talat, İsmail Canbolat gibi isimlerinde bulunduğu on arkadaşın kurduğu bir cemiyettir. Bu örgütlenmelerde 1 905 Rus ihtilalinin ve Makedonya bunalımı

Abdülhamit’in sert önlemlerine karşın, İttihat ve Terakkici genç subaylarca girişilen tedhiş ve propaganda faaliyeti sonucunda ihtilal önlenemedi


Sayfa 25

üzerine Rumeli’de Avrupa müdahalesinin artmasının büyük etkisi oldu. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, büyük bir gizlilik içinde örgütlenmeye başladı. Cemiyet, 2. ve 3. Orduların içinde hızla yayıldı fakat Sarayın olup bitenleri hissetmesi üzerine Ahmet Rıza ya da Sabahattin Bey gruplarının biriyle birleşme kararı aldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin programını uygun bulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti bu cemiyetle birleşti. İttihat ve Terakki’de Hürriyetçilerin esas aldığı ihtilal ilkesini kabul etti. 1 908 tüzüğünde cemiyetin amacı, vatanı, içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak, milleti, içinde bulunduğu zulüm ve esaretten çıkarıp, insanlığa layık bir biçimde yaşatmaktır. Bu amaçlara varmanın yolu ise Kanun-u Esasi’nin(Anayasa) yürürlüğe girmesidir. Genç Osmanlılar çizgisinin bir uzantısı olan Jön Türkler, İttihat ve Terakkiciler, Genç Osmanlılar gibi devleti idare etmek üzerine yetiştirilmiş yönetici seçkin bir zümreye mensup değillerdi

İttihat ve Terakki Örgütüne sarılmalarına sebep oldu. Hürriyetin ilanının yakın nedeni, İngiltere ve Rusya’nın Makedonya’daki kargaşalığa bir son vermek için iki ülkenin birlikte kapsamlı bir ıslahat hareketine girişmeye karar vermiş olması ve İngiltere’nin 3 Mart 1 908 genelgesiyle Makedonya konusunda yaptığı girişim oldu. Eklemek gerekir ki İttihat ve Terakki’nin Rumeli’deki örgütü de iyice yayılmıştı. İttihat ve Terakki varlığını 28 Mayıs 1 908’de resmen duyurdu. Manastır’da Rusya dışındaki Büyük Devlet konsolosluklarına Makedonya sorunu ile ilgili bir tasarı sundu. Bu tasarı ile cemiyetin varlığı ortaya çıktı. Bundan sonraki önemli adım ve ihtilalin fiilen başlaması, 3Temmuz 1 908 günü Resne’de 2.Meşrutiyet’in İlanı Kolağası Niyazi Beyin 200 kadar Hürriyetin ilanı arifesinde asker ve 200 kadar sivilden Makedonya sorunu oluşan kalabalık bir çeteyle dağa yaşanmaktaydı. 1 902’de kanlı bir çıkması oldu. Abdülhamit’in sert biçimde başlayan süreç, Avrupa önlemlerine karşın, İttihat ve siyasal çevrelerinin ve Rusya’nın Terakkici genç subaylarca müdahil olmasıyla Osmanlı girişilen tedhiş ve propaganda aleyhine işlemeye başladı. faaliyeti sonucunda ihtilal Rusların, bir adliye ıslahat tasarısı önlenemedi ve 23 Temmuz günü hazırlaması, İngiltere’nin İttihat ve Terakki’nin Rumeli Makedonya işlerinin bozukluğunu merkezleri tarafından ilan edildi. öne sürerek, subay ve jandarma Cemiyetin Rumeli merkezleri bu sayısının arttırılmasını ve Osmanlı durumu telgrafla saraya bildirdi asker sayısının azaltılmasını, vali ve buna uyulması istendi. atamasının büyük devletlerce Abdülhamit 24 Temmuz günü yapılması gibi önerilerde bulunması Meşrutiyeti yeniden ilan etmek ve bu önerilerin Büyük Devletlerce zorunda kaldı. kabul edilmesi, Makedonya’nın Meşrutiyet Sonrası özerkliği yönünde önemli Genç Osmanlılar çizgisinin bir gelişmeler oldu. Bu, Makedonya’yı uzantısı olan Jön Türkler, İttihat Osmanlı’da tutmak isteyen genç ve Terakkiciler, Genç Osmanlılar mektepli subayları çok etkiledi ve gibi devleti idare etmek üzerine


Sayfa 26

yetiştirilmiş yönetici seçkin bir zümreye mensup değillerdi. Cemiyet istese iktidara hemen gelebilirdi ama kendilerini devlet yönetmede yetenekli görmüyorlardı. Bundan dolayı İttihat ve Terakki, iktidarı iş başında bulunan kabineye bırakarak, elindeki gücü yalnızca gerektiğinde kullanan, Anayasayı korumakla görevli denetleyici bir komite olarak kenara çekildi. Cemiyetin iktidara gelmesini engelleyen başka sebeplerde vardı. Bunlardan biri: merkezi, düzenli ve ülke çapında bir örgüte sahip olmamaları ve ortak bir siyasetlerinin ve liderlerinin olmayışıdır. İktidarı Sait Paşa hükümetine bırakmayı uygun gördüler ve zamanla bu iktidar; Saray, Babıâli ve Cemiyet üçlüsünün arasında çatışmanın bel kemiği haline geldi. Yeni rejim ilk bunalımını Ekim 1 908’de yaşadı. Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilanı, Bosna-Hersek ve Girit’in elden çıkması gibi gelişmeler irticai ayaklanmalara sebep oldu. Cemiyet güçlenmeye çalışırken karşıdevrimcilerde İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti çatısı altında örgütleniyordu. Gericilerle 1 . Ordu’ya bağlı askerler 31 Mart’ta hükümeti devirdiler. Yeni

kabine kurdular. Anayasaya bağlı olan Makedonya’daki üçüncü ordu birlikleri isyanı bastırmak amacıyla harekete geçti. 11 Nisan 1 909’da Harekat Ordusu kente girdi. Yönetime el koydu. İktidar Harekat Ordusuna komuta eden Mahmut Şevket Paşanın eline geçti. Nisan 1 909’a kadar Anayasa bekçiliği görevini üstlenen Cemiyet 31 Mart ayaklanması karşısında hiçbir şey yapamaması üzerine kabineye girmeye başladı. Bu amaçla 1 876 Anayasasının 11 9 maddesinden 21 tanesi değiştirildi, 1 tanesi kaldırıldı ve 3 tane yeni madde eklendi. Yapılan bu yasa değişiklikleriyle Padişahın yetkileri ve gücü kesin olarak sona erdi. Babıali’nin yetkileri kısıtlandı. İmparatorluk içindeki en yüksek mercii Mebusan Meclisi oldu. Ayrıca Osmanlı’daki tüm etnik unsurları kapsayıcı yasalar yapıldı. Bu yasalarla Osmanlının birliği sağlanmaya çalışılıyordu ve devlet daha merkezi bir yapıya dönüştürülüyordu. Mali alanlarda ıslahatlar yapılıyordu. Kapitülasyonlar kaldırılmaya çalışılıyordu. Ancak ordunun harcamaların kısıtlanamamasından ve denetlenememesinden ötürü dış borçlanma devam ediyordu. Cemiyet devrimi yaşatmak için yasama organını devletin en güçlü organı yapmıştı. Şimdi iktidarı yürütme organına teslim ediyordu. Yıllık kongrede seçimlere bir kez daha katılma kararı alındı. Fırka olarak girdiği 1 91 2 seçimlerini, İttihat ve Terakki Hürriyet ve İtilaf Fırkasına karşı büyük bir farkla

Yaşanan işgaller ve toprak kayıpları İttihat ve Terakki’nin izlediği Osmanlıcılık ve Adem­i Merkeziyetçilik akımlarını yeni baştan gözden geçirmeye başlamasına sebep oldu.


Sayfa 27

Cemiyet’in sahip olduğu belirli bir ideoloji ve siyaset yoktur. Cemiyet tarafından fikir akımları iyi bir şekilde kavranamamıştır

kazandı. Kabine kesin olarak İttihatçıların eline geçti. Birtakım subaylar Halaskan Zabitan grubunu kurdu. Bu grup kabinenin istifa etmesine sebep oldu. 35. Madde de yapılan değişiklikle meclis dağıtıldı. 1 8 Ekim’de Balkan Savaşı başladı. İyi örgütlenmemiş Türk ordusu her yerde bozguna uğradı. 8 Kasımda Selanik Yunanlıların eline geçti. Edirne düşman eline geçti. Büyük devletlerin verdiği notaya göre Edirne’den vazgeçilecekti. Kamil Paşa Edirne’yi vermeye hazırlandığı sıralarda İttihatçılar Kamil Paşa hükümetine darbe yaptı. Bu darbe tarihe Babıali Baskını olarak geçmiştir. Edirne meselesi darbeye psikolojik destek sağlamıştır. Balkan devletlerinin kendi aralarındaki çekişmeden yararlanan Cemiyet, Edirne’yi geri aldı. Yaşanan işgaller ve toprak kayıpları İttihat ve Terakki’nin izlediği Osmanlıcılık ve Adem-i Merkeziyetçilik akımlarını yeni baştan gözden geçirmeye başlamasına sebep oldu. Etnik unsurların kendi devletlerini kurması üzerine cemiyet, Arapları Osmanlıda tutmak için Adem-i Merkeziyetçilik siyasetine ağırlık vermeye başladı. Osmanlı idari yapısında ve Cemiyet programında bu siyasi akım benimsendi. Araplara yeni imtiyazlar verildi. 1 91 3-1 91 4 seçimlerine giren tek örgüt İttihat ve Terakkiydi. 1 4 Mayıs 1 91 4’te üçüncü meclis toplandı. Yeni döneme girerken iktidarın tüm ipleri İttihat ve Terakki’nin elindeydi. Harbiye Nazırı Enver Paşa oldu. Ordu harcamaları %30 kadar

azaltılabildi. Almanya’nın Birinci Dünya Savaşında müttefiklik teklif etmesi büyük bir sevinçle karşılandı. Dünya Savaşı için seferberlik ilan edildi.

Sonuç

İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı’nın birliğini ve çağdaşlaşmasını amaçlamıştır. Fakat Cemiyet bu amaca nasıl ulaşacağını bilmemektedir. Cemiyet’in sahip olduğu belirli bir ideoloji ve siyaset yoktur. Cemiyet tarafından fikir akımları iyi bir şekilde kavranamamıştır. Belirsiz bir meşrutiyet kavramı dışında, gelecekteki hareketlerini belirleyecek siyasetten yoksundurlar Başlangıçta parlamenter rejimin gelmesi ve akılcı yasaların yapılmasıyla birliğin ve çağdaşlaşmanın gerçekleşeceği düşünülmekteydi. Fakat Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları neticesinde Edirne dışında kalan Osmanlı topraklarının kaybedilmesi izlenen Osmanlıcılık siyasetinin gözden geçirilmesine sebep oldu. Adem-i merkeziyetçilik ve Turancılık siyasetleri ağır basmaya başladı. Not: Bu yazı İttihat ve Terakki’nin 1 989-1 91 4 yılları arasını kapsamaktadır. Kaynaklar: Sina Akşin - 1 00 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki Feroz Ahmad - İttihat ve Terakki 1 908-1 91 4.


Sayfa 28

DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, - demeğe de dilim varmıyor ama kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! Nâzım Hikmet RAN

VATAN SEVGİSİNİ İÇTEN DUYANLAR Vatan sevgisini içten duyanlar Sıtkı ile çalışır benimseyerek Milletine, Ulusuna uyanlar Demez neme lazım, neyime gerek Her ferdin hakkı var, bizimdir Vatan Babamız, dedemiz döktüler al kan Hudut boylarında can verip yatan Saygıyle anarız, şehit diyerek Vatan aşkı ile çalışan kafa Muhakkak erişir öndeki safa Tesir nüfuz olur her bir tarafa Herkes onu büyük tanır severek Olmak istiyorsan dünyada mesut Hakka halka yarayacak bir iş tut Çalıştır oğlunu, kızını okut İnsan olmak için okumak gerek Vatan bizim, ülke bizim, el bizim Emin ol ki her çalışan kol bizim Ayyıldızlı bayrak bizim, mal bizim Söyle Veysel öğünerek, överek. Aşık Veysel ŞATIROĞLU



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.