ARCH 512 Modern İmar Tarihi ve Mimarlık 2

Page 1

ARCH 512 MODERN İMAR TARİHİ ve MİMARLIK 2 Prof.Dr. İhsan Bilgin



İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK FAKÜLTESİ MİMARLIKTA TARİH, TEORİ ve ELEŞTİRİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI 2013 - 2014 BAHAR YARIYILI

113823002 SELİN BİÇER



İçindekiler 1. Ütopyalar 2. İdeal Şehirler 3. Le Corbusier ve Ütopya 4. Frankfurt ve Ernst May 5. Kızıl Viyana 6. Güney Amsterdam ve Hamburg 7. Postmodernizm 8. Postmodern Los Angeles 9. Dört Teker Üzerindeki Los Angeles 10. Hi - tech 11. Spangen ve Barbican Estate 12. İstanbul Kaynakça

1 10 21 29 37 41 44 57 63 68 75 77



İmar, Türk Dil Kurumu’na göre Arapça kökenli bir kelime olup “bayındırlık” anlamına gelmektedir. Kısaca, insan eliyle bir bölgenin yerleşim alanına dönüştürülmesi olarak tanımlanabilir. Aslında imar, dilimizde genelde tek başına kullanılmayan bir kelimedir. İmar planı, imar hukuku, imar yönetmeliği, imar süreci, imar tarihi vb. kullanımlarına sık sık rastlanır. Günümüzde mimarlık ve kent ortamını huzursuz eden bir terim haline gelmiştir belki de imar ve bağlamları… Türkiye’de mimarlığın parsel mimarisine indirgenmek zorunda kaldığı bu dönemde, mimarın kimi zaman elini kolunu bağlayan bir sınırlamaya dönüştüğü söylenebilir. Bu derste ARCH 511’de ele alınan konuları takiben, modernleşme dönemine geç girmiş bölgelerin mimari ortamları örneklerle incelenmiş ve hem küresel hem de yerel boyutlarıyla güncel gelişmeleri ve eğilimleri anlatılmıştır. Bu kitapçık İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde Prof.Dr. İhsan Bilgin tarafından yürütülen ARCH 512 Modern İmar Tarihi ve Mimarlık - 2 dersinin notlarını içermektedir.


1

ÜTOPYALAR

More, T. (1997), Utopia, İstanbul: Cem Yayınevi.

Ütopya mükemmellik arayışına adanmış bir iddiadır. Mükemmelliğin Tanrı tarafından yaratıldığı düşüncesiyle kendi dönemi için mistik bir kavramdır. Ütopya sosyalizmin en dürüst savunucularından Thomas More tarafından icat edilmiş bir kelimedir. Yunanca “oὐ” (olmayan) ve “τόπος” (yer) kelimelerinden türetilmiştir.1 1 Wikipedia, Utopia, Son güncellenme tarihi: 8 Haziran 2014, http://en.wikipedia.org/wiki/Utopia


2 1516’da yayınlanan kitapta More, Amerigo Vespucci ile kader birliği etmiş bir gezgin olan Raphael Hythloday’in ağzından Utopia adı verilen ülkenin düzenine ilişkin bilgileri aktarmaktadır.2 Yazıldığı zamanın politik, toplumsal, yasal ve dinsel kavramlarına sert eleştiriler sunan kitap aslında bir kurgudur. Utopia, bölgesel özellikleri dışında her biri birbirine benzeyen 54 şehirden oluşan bir ada ülkesidir. Kral Utopus tarafından fethedilmeden önceki adı Abraxa’dır. Fethin ardından kral, burada yaşayan yerlilerle birlikte askerlerini 15 millik bir berzahı yaptırmak için çalıştırmıştır ve ada kara ile birleştirilmiştir. Şehirlerden her birinin en az 20 millik tarım alanı bulunmaktadır.3

Anydra ırmağına doğru genişleyen şehrin tarihi fethedilmesinden 1760 yıl öncesine dayanmaktadır. İlk yerleşimleri oluşturan çerden çöpten yapılma kulübeler yerini zamanla üç katlı taş veya tuğla duvarlı evlere bırakmıştır. Evlerin duvarları içten sıvalı, tavanları düz, çoğu yerde camlı pencerelere sahiptir. Utopia’da özel mülk düşüncesini yok etmek için kentliler her 10 yılda bir ev değiştirir 2 More, T. (1997), (S. Eyüboğlu ve V. Günyol, Çev.), Utopia, Kitap I (s. 15). İstanbul: Cem Yayınevi. 3 More, T. (1997), (S. Eyüboğlu ve V. Günyol, Çev.), Utopia, Kitap II (ss. 62 – 63). İstanbul: Cem Yayınevi.

ÜTOPYALAR

Hythloday, millet meclisi ve hükümetin bulunduğu yer olduğu için ülkenin tam ortasında bulunan başkent Amaurote üzerinden bu şehirleri anlatmaktadır. Alçak bir tepenin yamacında kurulan bu şehir bir dörtgen biçimindedir. Amaurote tipik bir Ortaçağ şehri gibi, yer yer kule ve kalelerle donatılmış yüksek, kalın duvarlarla çevrilidir. Bu duvarların 3 kenarında hendekler varken kalan kenarda ise ırmağa aynı işlev yüklenmiştir. Sokakları geniş, evler ise sokak boyunca karşılıklı ve yan yana konumlanır. Evlerin arkasında geniş bahçeler vardır. Bu ferah yerleşimlerin yanı sıra şehirde bir köprü, künkler, sarnıçlar, halkevleri, atölyeler, hastaneler, pazaryeri ve tapınak da yer almaktadır.


3 ve yeni evlerinin hangisi olacağı kura yolu ile belirlenmektedir.4 Utopia’da şehirlerde eşit sayıda insan yaşamaktadır. Bir şehrin nüfusu arttığında, yoğunluğu az olan şehre insanlar aktarılmaktadır. Bütün şehirler kapasitelerini doldurduğunda ise boş topraklarda yeni bir şehir kurulur.5 Lewis Mumford “Tarih Boyunca Kent - Kökenleri, Geçirdiği Dönüşümler ve Geleceği” kitabındaki Ütopya’ya Karşı Venedik bölümünde, Ortaçağ kent yapısının ideal unsurlarını şematik biçimde gösteren bir kent olarak nitelendirdiği Venedik ile Amaurote’u karşılaştırmaktadır. 5. yüzyılda Padovalılar tarafından kurulan Venedik’in kent planlamasına getirdiği yenilikler Mumford’a göre yeterince anlaşılmamıştır. Venedik’in planı tek bir dönemin ihtiyaçlarını karşılamak için masa başında kısa sürede hazırlanmış olanlardan çok farklı bir biçimde evrilmiş ve zaman içinde organik olarak gelişmiştir.

ÜTOPYALAR

Venedik’in 177 kanalı, taşıma işlevinin yanı sıra aynı zamanda mahalleler arasındaki sınırları oluşturmaktadır. Bu kanallar ayrıca işlevi gereği Amerika’nın anayolları ya da İngiltere’de sıkça karşılaştığımız yeşil bantlara benzemektedir. Venedik’in birçok özelliği diğer Ortaçağ kentlerinde de görülmektedir ancak onu diğerlerinden ayıran şey işlevler doğrultusunda bölgelere ayrılmış olmasıdır. Mumford’a göre, Venedik açık planıyla 16. yüzyıldan sonra ağır endüstri işlevinin eklendiği kent merkezleri için bir örnek oluşturabilirdi, ancak önceden de belirttiğim gibi, 1928’deki Radburn planına (New Jersey) kadar plancıları tarafından bile yeterince anlaşılamamış bir kenttir. 4 More, T. (1997), (S. Eyüboğlu ve V. Günyol, Çev.), Utopia, Utopia Şehirleri ve Başkent Amaurote Üstüne (ss. 67 – 70). İstanbul: Cem Yayınevi. 5 More, T. (1997), (S. Eyüboğlu ve V. Günyol, Çev.), Utopia, Utopialılar’ın Yaşayışları ve Karşılıklı İlişkiler (s. 80). İstanbul: Cem Yayınevi.


4 Mumford Venedik’te olduğu gibi, Amaurote’ta da geleceğin toplumsal kentinin bir çeşit profilinin izlerine rastladığını belirtmektedir. Eğer Venedik Ortaçağ pratiğinin en yüksek ürünü ise, Amaurote da sağladığı sosyalist şartlar nedeniyle geç Ortaçağ düşüncesinin iyi bir örneğini oluşturmaktadır.6 Rem Koolhaas, Delirious New York kitabının Önsözü’nde manifestoların tek kötü yanının gerçekleşmemesinden geldiğini, Manhattan’ın ise manifestosuz bir uygulama dağı olduğunu söylemektedir.7 Yine aynı kitabın “Coney Island: The Technology of the Fantastic” isimli bölümünde ise Koolhaas, Nietzsche’nin Venedik’i anlatan şu sözlerine yer vermiştir: “Yüz derin yalnızlık birleşerek Venedik şehrini oluşturur. Onun cazibesi bundadır. Geleceğin insanları için bir örnektir.” Hemen ardından, bu modeli New York üzerinden anlatan J. Monroe Hewlett’in sözlerini eklemiştir:

Özellikle Manhattan ve gökdelenler üzerine geliştirdiği proje ve düşüncelerle adından söz ettirmeyi başarmış olan H. Wiley Corbett’in Venedik modeli üzerinden ele aldığı kent planı şemasının ayrıntılarını aktarmaktadır Koolhaaas. 6 Mumford, L. (2007), (G. Koca ve T. Tosun, Çev.), Ütopyaya Karşı Venedik (ss. 402 – 410), Tarih Boyunca Kent - Kökenleri, Geçirdiği Dönüşümler ve Geleceği, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 7 Koolhaas, R. (1994), Introduction (s. 9), Delirious New York: A Retroactive Manifesto for Manhattan, New York: The Monacelli Press.

ÜTOPYALAR

“Ama New York, başka birçok şey olmasının yanı sıra, bir Venedik’tir. Bu oluşumu yavaşlatan tüm çirkin donatıları ile tüm fiziksel ve kimyasal, yapısal ve ticari sevimsiz süreçleri sayesinde tanınmalı ve ifade edilmelidir. Şiirsel görüntüsünün ışığı güzelliğin ve romantizmin bir parçası haline gelmelidir.”


5 1923’te hazırlanan bu öneri şehrin yaya ve araç trafiğinin yoğunluğuna çözüm önermeyi amaçlamaktadır. Buna göre yaya yolları yükseltilecek ve zemin kotu tamamıyla araç trafiğine bırakılacaktır. Hatta araçlar için daha fazla alana ihtiyaç duyulursa mevcut yapı hattı geri çekilecektir. Üst kottaki yaya yolları ise bu binaların içinden oyularak tıpkı Venedik’te olduğu gibi kemerli geçitlere dönüştürülecektir. Yaya akışının caddeler ve sokaklar boyunca devamlılığını sağlayan bu öneriye göre bu geçitler köşelerde köprülerle birleştirilecektir. Yine aynı kotta küçük parklar yaratılacaktır. Bu arkatlar yine binaların içine gömülmüş dükkânlar ve kamusal tesislerle zenginleştirilecektir.

ÜTOPYALAR

Böylece Corbett arkatlar, plazalar, köprüler ve içinde su yerine trafiğin aktığı kanallarla Venedik’in modernleşmiş bir modelini oluşturmaktadır. Koolhaas bu önerinin pragmatizmin bu denli çarpıtılmış bir hali olmasına rağmen şiirsel bir anlatıma yol açtığını söylemektedir.8 Kent tıpkı Escher merdivenleri (yanda) gibi mükemmel bir döngüye kavuşmaktadır. Aynı zamanda bu tutum İlhan Koman’ın heykellerinde (aşağıda) olduğu gibi biçimi olmayacak bir yere sürüklemektedir.

8 Koolhaas, R. (1994), Coney Island: The Technology of the Fantastic (ss. 102 - 122), Delirious New York: A Retroactive Manifesto for Manhattan. New York: The Monacelli Press.


6 Manfredo Tafuri, “Progetto e Utopia” isimli kitabında 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başını anlatırken aynı zamanda da yorumlamaktadır. Tafuri kitabının 2. bölümü olan “Biçim Olarak Gerileyen Ütopya”da (Form as Regressive Utopia) 18. yüzyılda geleneksel biçim kavramında bir kriz yaşandığını söylemektedir. Tafuri’ye göre, bu krizin nedeni kente yapılan kendiliğinden ortaya çıkmış mimari müdahalenin fark edilişiydi. Aydınlanma mimarisinin temel kavramlarının başında biçimin bütünden ayrılışı ve strüktürün organik olmayan bir şekilde ortaya çıkan niteliği gelmekteydi. Modern burjuva toplumunun geleneksel mahali haline gelen kentin yeni biçimsel niteliği bir sorun oluşturmaktaydı. Biçimsel ilkelerin yeniden incelenmesine ilişkin kuramcıların talepleri, anlam açısından gerçek bir devrim niteliğinden uzaktı ve sadece bir değerler krizi haline gelmişti. 19. Yüzyılda ise sanayileşme sürecine geçen kentlerin yeni boyutları yüzünden bu kriz daha da vahim sonuçlar doğurmuştu. Bu sonuçlardan biri de kentsel gerçekliğin gelişimini takip etmekte zorlanan sanattı.

Ancak mimarlığın bu yanıtı sadece bir tür yaklaşımdan ibarettir. Gerçekte kentsel yapı, teknolojik gelişimin zaferinden doğan çelişkiler yüzünden kökten bir değişime uğramıştır. Denge noktalarını arayan ütopik düşüncenin içinde kent, bir açık yapıya dönüşmüştür. Oysa mimarlık, geleneksel olarak durağan bir yapıya sahipti ve bu yapı kalıcı değerlere biçim vermekte, kentsel morfolojiyi pekiştirmekteydi.

ÜTOPYALAR

Kentsel boyutta bir çıkış yolu bulamamış ve artık parçalanmış bir halde olan biçimin organik karakteri tamamıyla mimarlık faaliyetlerine yoğunlaşmıştı. Teknoloji tarafından yapılandırılmış yeni fiziksel çevrenin etkileriyle tetiklenen ve bütünleyici olmayan uyarıcılara karşı 19. yüzyıl mimarlarının verdiği yanıt eklektizm ve anlatımdaki çokluk olmuştur.


7 Bu geleneksel yapıdan vazgeçmeyi ve mimarlığı kentin kaderine bağlamayı isteyenler, kenti teknolojik üretime özgü bir yer ve hatta teknolojik ürünün kendisi olarak görmüştür. Bu durumda mimarlık sadece üretimin bir bağlantısına dönüşmekteydi. Piranesi burjuva kentlerini birer “absürt makine” olarak tanımlamıştır ki bu yakıştırma, 19. yüzyılda büyükşehirlerin kapitalist ekonominin birer ana yapı taşı olarak görülmesine işaret etmekteydi.

ÜTOPYALAR

Büyükşehirlerin imar gelişimleri sınıfsal karakterlerini gizlemek için herhangi bir çaba sarf etmemiştir. Zamanın hem radikal hem de hümanist görüşleri sanayileşmiş kentin irrasyonalitesini açıkça ortaya koymaktadır. Kendisini barış yanlısı (au dessus de la méllèe) olarak görüp yanılgıya düşmüş dönemin şahitleri için bu irrasyonaliteyle başa çıkmanın yolu unutmaktı. Hümanist ütopyalar ve radikal eleştirilerin beklenmeyen etkileri olmuştur. Rasyonalite ve irrasyonalite arasındaki uyum probleminin bizzat burjuvalar tarafından incelenmesi gerektiğine dair kentliler ikna edilmişlerdi. Bu uyumsuzluk problemi kent ideolojisinin düzenlenmesindeki içe yönelik tutumdan kaynaklanmaktaydı. Romantik eklektizmin kökeninin kendi içinde kritik bir değer olan belirsizliğin kurtuluşu haline gelmesiyle, 19. yüzyılın sanatına karşı tutumuna aşina bir biçimde bu problem Piranesi tarafından en uç noktalarına çekilmektedir. Piranesi’nin korkunç kehaneti kutsal olanı yadsıyan ile ilkele duyulan özlem ve arınmışlığa (sublime) doğru yönelen hareket arasında bir aracılık yapmaktadır. Bu kehanete izin veren şey aynı zamanda romantik eklektizmin çevrenin acımasızca ticarileşmesine tercüman oluşudur. Bu, tamamıyla yorgun düşmüş değerlerin parçalarında, suskunlukta ve sahtelikte temsil edilmiştir. Öyle ki, artık öznel herhangi bir çaba sahiciliği (authenticity) asla geri getiremeyecektir. Kendi sahiciliğini yitirdiğini sergilemekten kaçınmayan yüce bir etik kurtuluşun temsili olan bu kontrolsüz hatalı bilinç 19. yüzyılın belirsizliğini oluşturmuştur. Ve eğer eklektizm farklı anlatımların tarzlarını bünyesinden toplayan bir kavramsa kent de bunun en iyi uygulama alanlarından biri haline gelmiştir.


8 Bu duruma karşı gelen ilk yanıt ise geleneksel ütopyacılığın yeniden gündeme gelişiyle ortaya çıkmıştır. Buna ek olarak, görsel iletişim yöntemleri başka tür bir cevap vermiş ve yeni tip bir ütopyacılık kavramı doğmuştur. Bu kavram farkedilen gerçekleri şeylerin katılığından saklamaktadır. Bu yüzden 19. yüzyıl ütopyacılığının modern hareketlerle dolaylı bir ilişkisi vardır ve bunlar işlevseldir. Marksist eleştirinin ütopik düşüncenin sorunlarına verdiği özel yanıtların yeni kentsel ideolojiler için iki farklı sonucu olmuştur: •

Yapısal olarak bakıldığında, ütopyanın kendini mahkûm ettiği yenilginin kanıtı olmuştur. Ütopik hipotezlerdeki sırrı / gerçeği açığa çıkarma çabası onu yıkımın eşiğine getirmiştir.

Toplumun kaderi üzerine öznel hareketlerin rastlantısal hayalleri hiçe sayılarak bu kader kavramı üretim ilişkilerinden yan yararlar sağlayarak doğmuştur. Burjuva etiğinin temellerinden olan kader kavramı cesurca kabul edilmiş ve yoksulluk ile sefaletin telafisi haline gelmiştir. Kader kavramı toplumun tüm katmanlarında ve kentte kendisini göstermiştir.

Mimari, sanatsal ve kentsel ideolojilerin yerini düzenden ziyade düzensizliği vurgulayan ve ideal bir sentez yoluyla insanlığı iyileştiren biçimin ütopyası almıştır. Üretimin gerçekliğiyle doğrudan bağlantılı olarak mimarlık kendi ticarileşmesinin sonuçlarını kucaklamış ilk disiplin değildir. Makine düzeni ve politik ekonomi kendi donatılarını

ÜTOPYALAR

Modern hareketlerin ideolojik oluşum süreci içinde ütopyanın sonu ve gerçekçiliğin doğuşu belli belirsizdir. Oysa 1940’larda gerçekçi ütopyacılık ve ütopik gerçekçiliğin örtüştüğü ve birbirini tamamladığı görülmektedir. Sosyal ütopyaların reddi bir yaptırım olarak, kârın kuralları tarafından ortaya çıkan şeylerin politikalarına karşı ideolojinin teslimiyeti haline gelmiştir.


9 henüz göstermemişken mimarlığın bu kabullenişi etkisini göstermiştir. Yeni kapitalist kentteki üretim, dağıtım ve tüketimin yeniden düzenlenmesiyle birlikte modern mimari ideolojik bir duruma artık hazır hale gelmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından büyük krizin yaşandığı 1931’e kadar modern hareketler incelenecek olursa, birbirini izleyen 3 aşama ile karşılaşılır: 1. Geç romantik mitolojiyi yenen kentsel ideolojinin oluşumu, 2. Avangart hareketlerin doğuşu, 3. Mimarlık ideolojisinin planını ideolojisi haline gelişi…9

ÜTOPYALAR

Tafuri’nin ifadelerinin ardından ütopyaların dönüşümünün bir düzen yaratma çabası olduğunu, tanrısal olana ait mükemmeliyeti aradığını ve insanın üretim faaliyetlerinin ne şekilde arttırabileceğini araştırdığını söylemek kaçınılmazdır.

9 Tafuri, M. (1976), Form as Regressive Utopia (ss. 41 – 49), Architecure and Utopia: Design and Capitalist Development, (B. Luigia La Penta, Çev.). Cambridge, Massachusetts and London: The MIT Press.


10 İtalya Rönesans’ın doğduğu yerdir ve Avrupa için hem dönemsel hem de toprak kullanımı açısından bir dönüm noktasıdır. Rönesans hareketi klasik dünyanın kavramlarının yeniden doğuşudur ve dünyayı tanımlayan yeni bir bakış açısıdır. Politikada sekülarizm ve merkezi devlet yapısı, bilimde akılcılık ve ampirizm, ekonomide kapitalizm, sanatta hümanizm bu yeni bakış açısından ortaya çıkan kavramlardır. İtalyan mimarlar yapıları ve şehir mekânlarını kurallı ve basit bir geometride tasarlamayı seçmiştir bu dönemde. Rönesans kentleşmenin dönemidir ve bu dönemde köylerin yerini şehirler almaya başlamıştır. İtalya’da yeni şehirlerin oluşumu görülmektedir. Bu bağlam, mimari açıdan ideal şehirlerin doğumuna olanak vermiştir. 10

10 Nejad, R. M. (2002), The Architectural Ideal City in the Italian Renaissance, Londra: SOAS, University of London.

İDEAL ŞEHIRLER

Roma (Kaynak: http://www.romaculta.it/Images/rom-schedel_bg.jpg)


İDEAL ŞEHİRLER 11


12 (Yan sayfada) Vitruvius’tan ilham alınarak hazırlanmış ideal şehir şemaları: 1. Filarete, 2. Fra Giocondo, 3. Girolamo Maggi, 4. Giorgio Vasari, 5. Antonio Lupicini, 6. Daniele Barbaro, 7. Pietro Cattaneo, 8. ve 9. di Giorgio Martini. (Kaynak: http://quadralectics.files.wordpress.com/2013/10/650.jpg)

İdeal şehirler mimari tezler ve ütopik metinlerin canlı diyaloglarını yansıtmaktadır. Ütopik şehirler İtalya’nın çeşitli bölgelerinde kendilerini tekrarlayan özelliklerin temsiliyken kuramsal tezler ise gerçekte var olan tarihi yerleşimlerin işlev yitimini iyileştirici niyetleriyle ütopyaların temel sorunlarını işaret etmektedir. İdeal şehirlerin arketipleri More’un Utopiası’na dayanmaktadır. Rönesans’ta Roma ve Yunan’a ait kaynaklar hümanistler tarafından yeniden okunup yeniden yorumlanmıştır. More da aynı şekilde Plato’dan Vitruvius’a birçok kaynağa başvurmuştu. Leon Battista Alberti - De Re Aedificatoria (1443-1452), Filarete - Trattato di architettura (1460-1464), Francesco di Giorgio Martini - Trattato di Architettura, ingegneria e arte militare (1479-1480) ve Leonardo da Vinci’nin Ortaçağ yerleşimlerinin analizleri ve eleştirilerini içeren çizim ve yazıları bu döneme etki eden çalışmalardır. 11

• •

Yeni yerleşimlerde oluşanlar ve mevcut şehirleri etkileyenler. İkinci tipteki müdahaleler şehirlere yeni, düz hatlı ve geniş sokaklar inşa ederek ve organik olarak gelişmiş Ortaçağ kentlerine yeni mekânlar kazandırarak elde edilmiştir.

İdeal planların çoğu sembolik bir anlama işaret ederek geometrik (ortogonal, dairesel ya da ışınsal) bir şema oluşturmaktadır. Yerleşim planları mükemmel (simetrik) olmayan insan vücuduna göre biçimlenmiştir. Merkez, aslında insanın kalbidir.

İDEAL ŞEHIRLER

İdeal şehirler gerçekte iki farklı şekilde ortaya çıkmıştır:


13 Bir yandan simetri ve estetik arasındaki denge diğer yandansa güvenlik, simgesel iki ideal şehir (Sforzinda ve Palmonova ) planları için büyük bir kaygı yaratmaktadır. Filarete (gerçek adıyla, Antonio di Pietro Averlino) Trattato di architettura’da (1464), Sforzinda’nın ismini Milano Dükü Francesco Sforza’dan aldığını belirtmiştir. Sforzinda ilk ideal şehir olma özelliğini taşımaktadır ancak tamamıyla bir kurgudur. Mükemmel bir yıldız biçimindeki yerleşim ve yapıların dağılım şekliyle soyut bir modeldir. (Yanda) Sforzinda (Kaynak: Wikipedia)

İDEAL ŞEHİRLER

Mimari tezlerdeki ideal şehirler ile ütopik şehirler arasındaki karşılaştırmalar oldukça ilginçtir; merkezileşmiş yapılanmalara ütopyalarda da karşılaşılırken ikisi arasındaki asıl fark yerin seçimidir. Filarete’nin çizimlerinde yere dair herhangi bir bağlantı bulunmazken ütopya yazarları bu konuda çok hassastır. İtalyan ideal şehirleri arasında 2 tanesi (Palmanova ve Sabbioneta) gerçekten uygulanmıştır. Palmanova’nın biçimi güvenlik nedeniyle yıldızvari geometriye bürünmüştür. İdeal şehirler ve kentsel tasarımların ortaya çıkışı Avrupa’daki organik kent yaşamının sonunu getirmiştir.


14

Palmanova (Kaynak: http://classconnection.s3.amazonaws.com/36/flashcards/129036/png/ palmanova1323288553538.png 5269)

11 Fortunati, V. ve Spinozzi P. Architectural and Utopian Projects: The Ideal City in Renaissance Italy.

İDEAL ŞEHIRLER

İdeal şehirler Rönesans’taki akılcılık, işlevselcilik ve yararcılık tasarım anlayışının sembolleri olmuştur. Ancak bu ideal şehirlerin gerçekleşmesi için politik ve ekonomik olarak desteklenmeleri gerekliydi. Bu yüzdendir ki geometri, şehirlerin güçlü manzaralarına hâkim düz hatlı sokaklar ve ideal yerleşimler erken kapitalizmin ve merkezi devletin göstergeleri olmuştur.11


İDEAL ŞEHİRLER

15

Jason Ronin, The Panopticon (Kaynak: http://www.bookrix.com/book.html?bookID=jason. ronin_1291972485.2222330570#558,558,26946)


16

Panopticon İngizliz filozof ve teorist Jeremy Bentham tarafından 18. yüzyılda tasarlanmış ideal bir binadır. Bir nevi hapishane işlevi gören bu yapının belli kuralları vardır, tıpkı askeriye de olduğu gibi. Modern toplumun anlatıldığı bu ideal planın konsepti bir nöbetçinin kurumdaki herkesi gözetleyebilmesi ancak gözlenenlerin izlenip izlenmediklerini anlayamaması üzerine kurulmuştur. Buradaki amaç gözetlenenlerin (sürekli gözetim altındaymış gibi) hareketlerini kontrol etmesini sağlamaktır. Bu metafor, merkezi yönetimin periferiyi denetlemesini simgelemektedir. Dairesel bir strüktürün tam merkezinde yer alan denetleme alanına sahip bu yapı tipinin hastaneler, okullar, sanatoryumlar, kreşler ve hapishaneler, hatta kentler için kullanılabileceğini söylemiştir Bentham.

İDEAL ŞEHIRLER

Panopticon (Kaynak: http://2.bp.blogspot.com/-WQBv1-yboic/T1hr7fsiApI/AAAAAAAAAOg/1TmrRukNwBM/ s1600/panopticon.jpg)


17 19. yüzyıl sonrasında birçok yerleşme bu modeli örnek olarak almıştır.

Bentham’ın 18. yüzyılda çizdiği cephe aradan 100 yıl geçtikten sonra modernin cephe düzeni haline gelmiştir. (Kaynak: http://classconnection.s3.amazonaws.com/36/flashcards/129036/png/palmanova1323288553538. png)

İDEAL ŞEHİRLER

Michel Foucault, Disiplin ve Ceza’da Bentham’ı yeniden hatırlatmıştır. Foucault yapı için, “Panopticon bir rüya bina olarak anlaşılmalıdır; ideal biçimine indirgenmiş gücün mekanizmasının bir şeması...”

(Kaynak: Pinterest)


18

yTliNxog10M/s800/Familistere-maquette-02)

Familistère de Guise, Charles Fourier’nin phalanx toplumu için önerdiği modelin hayata geçirilmiş halidir. Bu yüzden de ilk ütopik uygulama niteliğindedir. İşçiler ve aileleri için 3 konut bloğu ve karşısında bir kreş bulunan yerleşimin amaçlarından biri ileride toplum düzenini bozmayacak bireylerin yetişmesi için çocukları eğitmektir. Ütopyacıların vazgeçemedikleri tek konu eğitimdir.

İDEAL ŞEHIRLER

Familistère de Guise maketi (Kaynak: http://1.bp.blogspot.com/_x6oN28pMDZg/S9yFY-qfi8I/AAAAAAAAD4Y/


19 19. yüzyıl teknolojisiyle üretilen cam ve çelik konstrüksiyonlu çatısı olan mozaik yer kaplamalı konut blokları.

İDEAL ŞEHİRLER

Familistère de Guise (Kaynak: Wikipedia)

Le Grand-Hornu Belçika’da bulunan eski bir maden kompleksidir ve Henri De Gorge tarafından yapılmıştır. Komplekste fabrika, demir madeni ve makine üretimi bulunmaktadır. Aydınlanmanın yalın estetik anlayışını yansıtan yapılar için neredeyse modernist bir mimariye sahip olduğu söylenebilir. Le Grand-Hornu (Kaynak: http://penelopeturner. com/wp-content/2010/06/grand-hornu.jpg)


20

(Kaynak: http://www. ucpress.edu/img/covers/ isbn13/9780520281745.jpg)

İDEAL ŞEHIRLER

Oysa İstanbul, New York ve Venedik sürprizlerle dolu olduğu için antiütopik niteliktedir. Edward W. Soja, My Los Angeles kitabında tıpkı Escher’in merdivenleri gibi, alt kentlerden oluşan bir kent olan LA’den bahsetmektedir.


21

LE CORBUSIER ve ÜTOPYA

Le Corbusier, Plan Voisin, Paris, 1925. (Kaynak: http://www.schemataworkshop.com/blog/2013/5/americanplanning-association-2013-conference-sustainable-street-network)

19. yüzyıl ütopyaları insanların daha iyi koşullarda yaşamalarını sağlamak ve daha iyi kontrol altında tutulmaları için hazırlanmıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde ise ütopyalar, nesneyi tariflemek için kullanılmıştır. 19. yüzyılın mimari hareketlerinden sadece Arts & Crafts 20. yüzyıla benzemektedir. Mimarlığı okulunda eğitim almamış olan Le Corbusier, Güzel Sanatlar Okulu’ndaki hocası L’Eplattenier’den baktığı biçimin arkasındakileri görmeyi ve eskiz çizerken analitik olmayı öğrenmiştir. Gezmeyi çok seven Le Corbusier İtalya, Avusturya, Almanya ve Fransa’yı dolaşmıştır. Bu sırada Klimt, Hoffmann ve Moser ile tanışmıştır. Auguste Perret’nin yanında yarı zamanlı teknik ressam olarak çalışmış ve bu sırada Fransız Rasyonalizmi’ni öğrenmiştir. Daha sonra Peter Behrens’in ofisinde çalışmıştır. Behrens’in felsefesi olan endüstrinin bambaşka bir yaşam kuracağına olan inancıyla da burada tanışmıştır.


22 Le Corbusier’in hayatının kronolojisinin takibi onun mimarlığını anlamak için iyi bir fırsattır. Walter Gropius ve Mies Van der Rohe ile tanışması mimarlığını iyi yönde etkilemiş gibi gözükür. Özellikle Gropius’un cam cephelerini gördükten sonra “serbest plan” fikri için etkilenmiş olabileceği düşünülür. Daha sonra da içinde İstanbul’un da bulunduğu Doğu Seyahati’ne çıkmıştır. Bu seyahati sırasındaki eskizleri, notları ve fotoğraflarını bir dergide yayınlamıştır.

Le Corbusier’i Le Corbusier yapan şeylerin başında gelen icadı serbestliktir. Hiçbir öğenin birbiri ile zorunlu bağımlı olması mimarın istemediği bir olgudur. İyi mimarlığın her zaman paradoksları içinde barındırdığını düşünürsek Le Corbusier için bu ikilem oyun ve düzenin bir aradalığından kaynaklanmıştır. Makine çağından öğreneceklerimiz olduğuna inanan Le Corbusier, “A house is a machine to live” demiştir. Mimarlığın yapa yapa öğrenileceğini hatta mükemmelleşeceğini düşünen mimar

Maison Citrohan, 1922.

bu mükemmelliğin tıpkı otomobillerde olduğu gibi beraberinde bir standartlaşma getireceğini söylemekyetdi. Hiçbir zaman söylemekle yetinemeyen Le Corbusier Maison Citrohan‘da arabaya referans verirken bir yandan da doğaya bırakmıştır mimariyi.

LE CORBUSIER ve ÜTOPYA

Le Corbusier denemeyi seven bir mimardı. Hızlı kent yaşamına ayak uydurabilmek adına bir ünite / birim tasarlamıştır: Maison Dom-Ino. Soyut bir imkân olan bu birim her seferinde birbirinden bağımsız olarak kurgulanabilecek bir ortam yaratmıştır. Buradaki en önemli fikir kolonların döşeme çizgisinin iç kısmında kalarak istenildiği kadar tekrarlanmasına olanak vermesidir.


23 Mekânlarını hem yatayda hem de düşeyde tasarlayan mimar, içinde yüzen nesnelerin bulunduğu akışkan modern barınma alanlarını oluşturmuştur. İç-dış, yatay – düşey ikilemleri ile oynamayı seven Le Corbusier’in bu prizması dıştan ne kadar geometrik ve sert ise içeride de o kadar akışkandır. Mimar tasarımlarını yaparken yeni oluşan mimarlığın 5 öğesini kullanmıştır: • Ayaklar, • Çatı bahçeleri, • Serbest plan, • Serbest cephe, • Bant pencere.

LE CORBUSIER ve ÜTOPYA

(Altta) Maison Cook, 1926


24 Bu iki proje Le Corbusier’in prensiplerinin ete kemiğe büründüğü iki örnek olarak mimarlık tarihine geçmiştir. Tasarımlarındaki en ufak bir nesnenin özgürlüğü ve “yüzen” oluşu binalarına da yansımıştır. Maison Cook’ta görülen en önemli tasarım ölçütlerinden biri ise bir mekânın ihtiyacı ne kadar bir alansa o kadar tasarlanmasıdır. Bu rahip odalarından esinlenerek oluşturduğu odanın kırık duvarlardan anlaşılmaktadır. Serbestlik anlayışının manzara görme keyfi ile birleşimi mekân kurgusunun katlar arasında yer değişmesine sebep olmuştur.

Toprağa tutunan ama değmiyormuş gibi yapmayı beceren bu tasarımlar Villa Savoye’da bir bütünlük kazanıp mimarın ustalığını ortaya koyacak niteliğe gelmiştir. Serbestlik anlayışı, bahçenin yerden koparılıp çatıya taşınmasına neden bile olmuştur. Le Corbusier, kendini hala kent gündemini meşgul etmekten alıkoyamayan konut sorununa takmıştır kafayı. Her ne kadar her bir yapısı kendine özgü ve biricik olsa da evrensel arayışları olmuştur. Binaya girince bizi karşılayan rampa, merdiven gibi öğeler kullanmayı alışkanlık haline getiren mimarın yapıları genelde tümünü gezdiğimizde daha anlaşılır hale gelmektedir. Cephelerin bir başka prensibi ise altın oran kullanımıyla ilgilidir. 1924’te hayata geçmiş ilk bahçe şehir projesi Pessac’ta serbestlik diğer tekil evleri kadar baskın olamamıştır çünkü evler ister istemez birbirlerine göre konumlanmak zorundadır.

LE CORBUSIER ve ÜTOPYA

Modern barınma deneyimini istediği gibi şekillendiren mimar, sokağa bakan cepheyi düz yaparken bahçeye bakan cephede ise hareketlenmeler tasarlamıştır (Villa Stein, 1928).


25 Serbestlik yanında birlikteliği ya da bütünlüğü getirebilir mi? Immeubles Villas’ta mimar tüm tasarım prensiplerini birleştirmeyi seçmiştir. İki katlı bağımsız evler birbirinin üstüne ya da yanına gelerek yekpare bir yapı oluşturmuştur. 1930’larda Le Corbusier ustalığının 2. dönemine geçmiştir (2. Makine Çağı). Doğa, iklim ve ışığın dikkatli kullanımına ek olarak malzeme ve renk bu dönemde karşımıza çıkmaya başlamıştır. Le Corbusier başlangıçlarını artık “yer” üzerinden kurgulamaktadır. “Ağzına kadar dolu” bir şehir olan Paris için Le Corbusier bir proje hazırlamıştır. Bu planda yoğun yapı adaları yerine haç biçimli, yüksek konut blokların vardır. Hava ve ışık almak için açık alanların arttırıldığı bir ütopyadır. Bu ütopya binaların biçim ve konumlarıyla uğraşmaktadır.

LE CORBUSIER ve ÜTOPYA

Le Corbusier, Plan Voisin, Paris, 1925. (Kaynak: Pinterest)


(Üstte) Le Corbusier, Plan Voisin, Paris, 1925. (Kaynak: Pinterest)

Le Corbusier hem mevcut durumu hem de önerisini açıklayan karşılaştırmalı bir çizim tekniği kullanmıştır. Corbusier’in çizimlerindeki başka bir hassas nokta ise, perspektifleri insanın bakış hizasından çizmesidir. Kentler için otomobil bir gerçeklik haline dönüşmüştür. Hilberseimer, High Rise City projesinde yaya ve araç trafiğini farklı kotlara taşıyarak ayırmıştır. Altında otoparklar bulunan uzun yapılar tasarlamıştır. Her bir yapı adasında iki yapı arasında bulvarvari açıklıklar bırakmıştır.

High Rise City, L. Hilberseimer , 1924 (Kaynak: http://www.a-u-r-a.eu/upload/research_ radicalurbanism_100dpi_2.pdf?PHPSESSID=199433 7267bf5d06e80f6fdcf94c5471)

Binalar zeminden bağımsız hale gelmişlerdir.

LE CORBUSIER ve ÜTOPYA

26


27

LE CORBUSIER ve ĂœTOPYA

High Rise City, L. Hilberseimer , 1924 (Kaynak: http://www.a-u-r-a.eu/upload/research_ radicalurbanism_100dpi_2.pdf?PHPSESSID=1994337267bf5d06e80f6fdcf94c5471)


28 Unité d’Habitation ilhamını transatlantiklerden alan dev bir yerleşkedir, ancak monoblok bu yerleşmede mimar prensiplerinden vazgeçmeyip yine yapıyı topraktan koparmayı seçmiştir. Rusya seyahatleri sırasında deneyimlediği L tipi planlarla kurulmuş 23 farklı tipten oluşmaktadır. L kesit sayesinde alçak tavanlı konutlara galeri boşlukları katarak dairelerin ferahlamasına neden verir. Yine evrensellik değerinin katıldığı bu blok Nantes, Briey, Firminy ve Berlin’de tekrar inşa edilebilecek şekilde tasarlanmıştır.

Organiğin yerini makineye bırakması gerektiğine inanmıştır hep Le Corbusier… Ne kesintisiz ve aksamayan bir akıştan ne de işleyişten vazgeçebilmiştir. Le Corbusier, zamanını çok iyi anlamış ve bunu geliştirmek için canını tırnağına takmış bir mimardır. Moderniteyi ütopya haline getirmeyi becerdiği için hala öykünülen sonsuz bir mimarlığı ortaya koymuştur…

LE CORBUSIER ve ÜTOPYA

Unité d’Habitation, 1951. (Kaynak: Pinterest)


LE CORBUSIER FRANKFURT ve ve ERNST ÜTOPYA MAY

29

Ernst May: Siedlung Niederrad.

Bir zamanlar Frankfurt Modern Mimari için rüya yerleşimdir çünkü inşaat, geliştirme ve sosyal konut konularında nelerin başarılabileceğini ortaya koymaktadır. Bir başka tip bahçe şehir anlayışı çıkmıştır. Bu kez bir peyzaj mimarı tarafından her santimetrekaresi ayrıntılı olarak tasarlanmıştır. Bu anlayıştan yola çıkarak Ernst May Das Neue Frankfurt isimli bir dergi çıkarmaya başlamıştır.


30 May, Le Corbusier’den farklı bir tutum sergileyerek bir binaya yerleşmek ya da sığmaya çalışmaktansa başka bir problem olan üretim sürecine odaklanmıştır. Bir belediye çalışanı olan May, bu olanaktan yararlanarak malzeme teknolojisini ilerletmek için bir laboratuvar kurmuştur. Burada ilk kez delikli tuğla ve boşluklu panel üretilmiştir. O dönemde inşaatlar ağır ve uzun süren işlerdir ve el emeği gerektirmemektedir, bu yüzden verimsiz ve irrasyoneldir. Şu an çevremizde sıkça rastladığımız konut bloklarının gelişimi bu döneme denk gelmektedir. May, Unwin’in geliştirdiği Picturesque anlayışını rasyonelleştirmiştir.

Josef Frank Weissenhof Sergisi için evler tasarlamıştır. Dönemin önde gelen düşüncesi olan makineleşme konusunda, mimarinin sadece bu yüzden düz hatlara sahip olmaması gerektiğini savunmuştur. Fabrikada seri üretim için otomobil parçaları işçinin önünden kayan bir bant üzerinde geçmektedir. Kısacası, işçiler sabit dururken otomobil parça parça tamamlanmaktadır. Ancak şantiyede bu şekilde üretim yapılamamaktadır. Bu yüzden de May bu süreci tersine çevirmiştir. Bütün şantiye tek seferde kurulmaktadır. Binalar sabit ve işçiler hareket etmektedir. Yerleşme planı hazırlandıktan sonra adeta bir savaş planı yapar gibi inşaata nereden başlanacağına dair başka bir plan yapılmaktadır. Ernst May başkanlığındaki mimarlık

FRANKFURT ve ERNST MAY

Öte yandan kapitalizmin öncüsü sayılan Henry Ford’un düşünceleri (Fordizm) zamanının çok okunan kitaplarından My Work’te toplanmıştır. May Ford’un fabrikalarda yaptıklarını Frankfut’taki Praunheim şantiyesine (1926-29) taşımak istemiştir.


31 ve şehir planlama hareketi yayılmıştır. 1919-24 yılları arasında kendi memleketi olan Braslau’da deneysel bir takım çalışmalara imza atmıştır. • • • • • • olduğu

Arazi alımı, Detay planlama, İnşaat, İnşaatın finanse edilmesi, Uygulamanın yönetimi, Haklın bilgilendirilmesi, Ernst May’in kurduğu bağımsız mimarların da içinde grubun hizmetleri arasındadır.

LE CORBUSIER FRANKFURT ve ve ERNST ÜTOPYA MAY

Nidda Vadisi, Römerstadt ve Westhausen için planlar geliştirilmiştir. Institut / Zeitschift für Sozialforchung Adorno ve Horkheimer’ın geliştirdiği çalışma ve derginin adıdır. May’in çalışmalarının aksine toplumda özgürleşmeye (emancipation) inanmaktaydılar. Fordizmin getirdiklerini benimsememiş ve üniversitelerin çok tutucu olduğuna inanmışlardı. Frankfurt Okulu’nun Westhausen’de (1929-31) Fordizm’in ileri gitmiş bir hali söz konusudur ve geniş yeşil bantlar vardır.


32

Römerstadt eğimli bir araziye yerleşen büyük bloklara sahiptir. Bir ana yolu dik kesen mütevazı sokaklardan oluşmaktadır. Teraslar vardır ve bu teraslar Frankfurt’un siluetine açılmaktadır. Evler modüler bir sisteme sahiptir. Bahçeleri birbirine bağlayan arka yollar vardır.

Römerstadt’ın bant pencerelere sahip uzun blokları (Kaynak: Wikimedia Commons)

FRANKFURT ve ERNST MAY

Römerstadt Vaziyet Planı (1927-8)


33 Mondrian erken dönem resimlerinde yapraklar ve dallardan oluşan çizgileri ve düzlemleri resmetmiştir. Birbirlerini tamamlayan bir kompozisyon oluşturmuştur. Daha sonraları işlerinde siyah ve beyaz ile 3 asal rengi kullanmaya başlamıştır. De Stijl isimli bir dergi çıkarılmaya başlanmıştır. Mondrian’ın bu anlayışı De Stijl ile mimaride hayat bulmuştur. Bu hareket Rotterdam kaynaklıdır. Cephede bir düzlem gibi düşünülmüştür ve ana renkler kullanılmıştır. Rietveld’in mobilyalarında da aynı anlayış söz konusudur. “Dematerialisation” (maddesizleşme) bu ürünlerin ana fikrini oluşturmaktadır ve ahşap malzemeler boyanarak elde edilmiştir.

LE CORBUSIER FRANKFURT ve ve ERNST ÜTOPYA MAY

Eşyalar için düşünülenler yeniden mimari için düşünülmeye başlanmıştır. Çevresine uyum saplamayan bir yapıdır. Bir süre için mimarlık için bir ilerleme olarak gözükse de De Stijl’i deneysel bir biçimde yorumladığı için gerçek bir ilerleme sağlayamamıştır. (Altta) Rietveld’in Schröder Haus’unun (1924) irrasyonel bir iddiası vardı. (Kaynak: Wikipedia)

(Yan sayfada) Composition with Yellow, Blue, and Red 1937–42, Piet Mondrian. (Kaynak: Wikipedia)


FRANKFURT ve ERNST MAY

34


35 3 boyutlu bir nesnenin kompozisyonuna dönüşerek vagonvari ama yere sabit bloklardan oluşmaktadır.

LE CORBUSIER FRANKFURT ve ve ERNST ÜTOPYA MAY

(Altta) Kiefhoek’in (1928-30) cephe çizimi

Heinrich Tessenow’un soyutlanmış ve sadeleştirilmiş bir dille tasarladığı konutlarda doğramalar cephenin yüzeyine yapışıyordu ve bu yüzden diyalektik bir tavra sahipti. Yapıların saçağı artık yoktu ve daha önce bahsettiğimiz yapılardan bu özelliği ile ayrılıyordu.


(Kaynak: http://www.tessenow-gesellschaft.hamburg.de/txtess/werk1.html)

Teras çatı ve bant pencere modernliğin birer ifadesi haline geldi. Frank Lloyd Wright 1930’ların sonunda Almanya ‘da bir sergi açmıştı. Yapı elemanlarını kütle içinde parçalayarak mimarlık dünyasında çok büyük bir etki yaratmıştı.

FRANKFURT ve ERNST MAY

36


37

LE CORBUSIER KIZIL VİYANA ve ÜTOPYA

Margareten uydu görüntüsü (Kaynak: Google maps)

Viyana, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun başkentiydi. Kent kültürel aktiviteleri üzerine çekmesiyle ünlenmiştir. Aristokratların hâkimiyetindeki Viyana, Franz Joseph’in kontrolü altındaydı. 19. yüzyılda sıkça karşılaşılan işçi ayaklanmalarına bu dönemde Viyana görülmemiştir. Aksine burjuva devrimi yaşanmıştır ve Viyana, dünya üzerindeki burjuva hegemonyası altındaki kentlere göre daha derin bir entelektüel ortam yaratılmıştır. 20. yüzyılda ise işçi ayaklanmaları ortaya çıkmıştır. Ayaklananlar belediyeyi ele geçirmiştir ve Kızıl Viyana dönemi başlamıştır. Kızıl Viyana adını hem kırmızı tuğla kaplı cepheleriyle binalarından hem de Komünistlerden almaktadır. Geri kalmış bir kent olarak Viyana nehre arkasını dönmüş


38

Otto Wagner’in tasarladığı metro girişlerinden biri… (Kaynak: Wikipedia)

Sokak isimleri genelde işçi sınıfına bazı olaylarda kendini göstermiş halk kahramanlarının isimleri verilmiştir.

KIZIL VİYANA

bir şehirdir. Burjuvazinin eğer Ring’i varsa işçi sınıfının da şehirdeki kuşağı Gürtel’dir. Gürtel’in varlığı metroya (Margareten Gürtel) bağlıdır.


39 Viyana’nın büyük bir lüks anlayışı olduğu için avangart hareketlerin ortaya çıkışı pek de tesadüfi sayılmamaktadır.

LE CORBUSIER KIZIL VİYANA ve ÜTOPYA

Art Nouveau’nun öncülerinden sayılan Viyana Atölyeleri kentin yeni modern hareketini oluşturmuştur.

Metzleinstaler Court (1919-1920), Viyana belediyesinin ilk konut yerleşimi (Kaynak: http://wienbezirk. blogspot.com.tr/2010/01/1919-1920-metzleinstaler-court-first.html)


40 Kot farklarından yararlanılarak farklı seviyelerde bahçeler oluşturulmuştur.

Der Reumanhof, Viyana (1924-26), Hubert Gessner (Kaynak: Wikipedia)

Belediyelerin ön ayak olduğu bir sosyal yerleşim olan Gürtel’in bahçe şehirlerden farkı şehrin içinde yer almaları ve uydu olarak eklenmemeleridir.

Karl Marx Hof, Viyana (1927-30), Karl Ehn (Kaynak: http://www.whoch2wei.at/WAGNER_WERK/rotes_wien.html)

KIZIL VİYANA

Marx’a verilecebilecek en büyük hediye, işçi sınıfı için hazırlanmış bir yerleşimdir: Karl Marx Hof. Bu yerleşim, Wagner’in öğrencilerinden biri olan Karl Ehn tarafından tasarlanmıştır.


LE CORBUSIER GÜNEY AMSTERDAM ve ÜTOPYA ve HAMBURG

41

Berlage planı (1915), Amsterdam (Kaynak: Wikipedia)

Amsterdam için farklı zamanlarda farklı planlar üretilmiştir. Bunların arasında Berlage tarafından tasarlanan Güney Amsterdam planı öne çıkmaktadır. CIAM’e karşı olarak fonksiyonların iç içe geçmişliğiyle ilgili bir planlamadır bu ve işçi sınıfı (sendika ve kooperatifler) ile belediyenin ortaklığında gelişmiştir. Büyük bulvarlar yeni planlanmış şehri bölüp merkezde birleşmektedir. Bu birleşim merkezi eski yerleşimdeki gar yetmeyince bir güney garı oluşturulmak istense de uygulanmamıştır.


42

Berlage’nin planından hemen önce bir mix-use olarak tasarlanmış Het Schip Ekspresiyonizm’in ilk örnekleri arasında yer almaktadır. Farklı mimarlara Plan Zuid’in farklı bölümleri verilmiştir. Malzemeleri ve yoğunluklarıyla birbirlerine benzeyen yapıların aralarında kalan bu bölgeler bağımsız ancak uyumlu olarak tasarlanmıştır. Plan Zuid

GÜNEY AMSTERDAM ve HAMBURG

Het Schip (1917-20); Amsterdam, Michel de Klerk (Kaynak: http://eng.archinform.net/projekte/2311.htm)


LE CORBUSIER GÜNEY AMSTERDAM ve ÜTOPYA ve HAMBURG

43

de Dageraad (The Dawn), (1920-3) Amsterdam, Michel de Klerk (Kaynak: Wikipedia)

Klerk, Sitte’nin planlama anlayışından faydalanarak bahçeli evler tasarlamıştır. Kamu, yönetim binaları ile okul sosyal konutlarla birlikte yer almaktadır bu yerleşimde. Buna küçük bir Berlage planı olarak adlandırabiliriz, master plan kararlarını arsa planına uygulamaya çalışırken kendiliğinden ortaya bambaşka bir şey çıkmıştır. Hamburg’da Jarrestadt için Schumacher tarafından bir plan hazırlanmıştır. Yerleşimin malzemesi olarak klinker tuğla kullanılmıştır.


POSTMODERNİZM

44


LE CORBUSIER ve ÜTOPYA POSTMODERNİZM

45

Hall of Fame, Hollywood, Hayal tacirlerinin ticarethanesi…

Postmodernin bir damarına ilham veren popülüzm (en uç noktalardan biri) Los Angeles’ta hayat bulur. Tamamen kayalık çöle uzanmaktadır şehrin bir yanı. Akdeniz’de olmayıp Akdeniz iklimine sahip olan nadir yerlerden biridir LA. Bu yüzden de ısınma probleminin pek olmadığı bir kenttir. Ayrıca istihdamın çok olduğu bu


46 şehir Amerikalılar için yaşanası bir yerleşim haline gelmiştir. En zengin ile en fakirin ortalamasının buluştuğu yerdir Los Angeles. Avrupa kökenli dünyaya göre çok aykırı olan Los Angeles’ta yerleşimler sıkışık değildir. LA’de balon frame evler yapılmıştı. Herhangi bir sofistikasyona sahip olmayan bahçelere sahiptir “balloon frame” evler. Avrupa kendi medeniyetlerini ya Hint ya da Çin kültürü ile kıyaslamaktadır, bunun nedeni ise bin yıllara dayanan medeniyetlerin birikiminden gelmektedir.

Bunlara “rest” olarak Hollywood Bulvarı ile karşılaşmaktayız. Los Angeles kitsch olarak da yorumlanır. Hatta Amerika’nın 3. dünyası olarak da varsayılmaktadır. Venturi’nin Los Angeles’ı Amerika’nın arka yüzünün göstermektedir. Venturi’nin Las Vegas’tan öğrenmek kitabında anlattıklarından biri ise küçük sanayi alanlarıdır. Hatlar vardır kentte; bulvarlar şehri bir yanından diğerine uzanmaktadır (Suburbanisation without urbanisation).

POSTMODERNİZM

Oysa Amerikan kültüründe sıradan bir yerleşimde yüceltilmiş ya da önemsenmiş herhangi bir yapı bulunmaz. Bu durum baş edilmesi daha büyük bir problem (mutlak anlamsızlık ve idealsizlik) olarak ortaya çıkmaktadır.


LE CORBUSIER ve ÜTOPYA POSTMODERNİZM

47

Michael Graves: Architecture is a funny game

Legolar dünyasından türeme bir mimari (2. Postmodern damar). Herhangi bir mimari dil tutarlılığı aranmaz burada. Melih Karaaslan ve Tuncay Çavdar bu damarın Türk temsilcilerindendir. “Classism is not a style”: esas stil odur anlamına gelmektedir.

(Yan sayfada) Robert Krier’in köşe dönme arayışları. Paris Krier için bir cennet sayılabilir.


POSTMODERNİZM

48


LE CORBUSIER ve ÜTOPYA POSTMODERNİZM

49

Aldo Rossi, Gallaratese II konut bloğu, Milano

Post modernin bir başka damarı ise diğerlerine göre daha dramatik ve gerçekçidir. Aldo Rossi’nin Milano’daki bloğu iç mekândaki ritmik gölgelerin hâkimiyetiyle öne çıkmaktadır. Modern dünyanın kayıplarına atıfta bulunur adeta. Bu 3. damar Venedik Okulu kökenli ve neo-marxisttir. Negatif diyalektik üzerinden anlatılarda bulunan bu damar


50 Adorno’dan da (Frankfurt Okulu) ilhamını almaktadır. Nietzsche’nin hırs ve enerji çözümünü kullanır. Hayat kendi akışına bırakılmayacak kadar önemsenmelidir.

POSTMODERNİZM

(Altta) Mehmet Konuralp, İstanbul Karayolları Zincirlikuyu Tesisleri (Kaynak: ARKİV)


LE CORBUSIER ve ÜTOPYA POSTMODERNİZM

51

Rossi’nin tekinsiz, yalnız ve ıssız gölgeleri


Rossi’nin Modena mezarlığı

POSTMODERNİZM

52


LE CORBUSIER ve ÜTOPYA POSTMODERNİZM 53

Aldo Rossi’nin yarışma projesi


54

Modernin yapmak isteyip yapamadığı ve ancak 2. kuşak postmodernizmi (geç kapitalizmin kültürel zemini) içererek var etmeyi bilen ve bunu mimariya yansıtan bir mimari türüdür.

POSTMODERNİZM

Rossi, Paris kolajı


LE CORBUSIER ve ÜTOPYA POSTMODERNİZM

55

Toprağın çok kıymetli olduğu Amsterdam’ın eski limanında yapılmış betonarme bir vinç yapısının üzerine inşa edilen bir ofis projesi tasarlanmıştı: Kraanspoor. Fredric Jameson’ın “Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı” makalesine göre ilk postmodern bina Pompiduo Center’dır.


56

Richard Rogers, Reuters Data Centre

POSTMODERNİZM

NDSM, Amsterdam


57 (Yanda) Vitruvius’un ilkel insan tanımı ve Logier’in barakası…

Hiçbir teoriye uymayan bir “paradigmatik” şehirdir Los Angeles. Şikago Okulu (Sosyoloji) şehrin fonksiyonel farklarını ortaya çıkaran orta/ geç modernin temsilcisidir. Daha sonra bu tutum mekânla uğraşan disiplinlere doğru taşmıştır.

LE CORBUSIERLOS POSTMODERN ve ÜTOPYA ANGELES

Los Angeles, Şikago’ya hiç benzemeyen kendine has bir şehirdir. Bir bütün olarak tekrarlanmamış olması da ilginçtir. İsmini bir Meksika yerleşimi olan köyden almaktadır. Şehrin coğrafyası da onu ilginç kılan ayrı bir özelliğidir. Pasifik Okyanusu’nun kıyısında Venice yer alır ve su ile yerleşim arasında duran bir bandı oluşturur. Ilıman iklimin işareti olan palmiyelerle süslüdür. Şehrin coğrafyası da onu ilginç kılan ayrı bir özelliğidir. Pasifik Okyanusu’nun kıyısında Venice yer alır ve su ile yerleşim arasında duran bir bandı oluşturur. Ilıman iklimin işareti olan palmiyelerle süslüdür.


Venice, Los Angeles

Yolun bir tarafı ise çölden oluşur. Bu çöl Asya’nın ortasındaki Gobi Çölü’ne benzer bir şekilde hiçbir hayat alameti taşımaz. Aynı zamanda mütevazı dağlık alanın sınırlandırdığı bu çöl ülkeyi kültürel (Vahşi Batı ve Medeni Doğu) olarak da bölmektedir.

POSTMODERN LOS ANGELES

58


59 Frank Gehry, The Binoculars Building, Venice, LA

Palm Springs, çölün ortasındaki vaha niteliğini taşır ve genelde “gated community”lerden oluşur. Derme çatma konutlarla kaplıdır Los Angeles… Şehrin en önemli özellikleri yerleşime uygun alanların çokluğu, şehrin ucuz ve ikliminin ılımanlığıdır. Şehir kurulurken ortaya çıkan en önemli problemlerden biri susuzluk olmuştur. The Orange County’nin kurulma hikâyesi de buna bağlanır.

LE CORBUSIERLOS POSTMODERN ve ÜTOPYA ANGELES

Çöldeki yel değirmenleri


60 Nehirden sağlanan su şehrin omurgasını oluşturmuştur. Okyanusla çöl arasındaki lineer bulvarlar bulunmaktadır. İki bulvarın arasında kalan alan ise iskân bölgesidir. “Suburbanisation without urbanisation” tanımını bu şehir için kullanan Edward William Soja The Los Angeles School of Urbanism için Derrida, Baudrillard, Foucault ve Jameson’ı davet ederek şehir üzerine bir inceleme yapmalarını istemiştir.

POSTMODERN LOS ANGELES

The Los Angeles School of Urbanism’den Mike Davis, Los Angeles için görüşlerini City of Quartz’da toplamıştır.


LE CORBUSIERLOS POSTMODERN ve ÜTOPYA ANGELES

61

İlhamını Los Angeles’tan alan bir distopya filmi: Blade Runner (1982)

Roman Polanski’nin LA’de geçen ünlü filmi Chinatown (1974) Kaliforniya su sorunu için girişilen savaşı konu alır.

İmar kuralları vardı, toplumsal hayatı etkilemeyecek şekilde yapılar arası mesafeler belirlenmiştir.


62 Tarihi hatırlanan bir şehirdir Los Angeles çünkü gelişimi Pearl Horbour’dan sonra başlamıştır. Sayısız banliyöden oluşan bu yerleşim şehrin banyosu haline gelmiştir. Şehrin ilk isimlerinden biri Hayal Taciri’ydi. Adını Hollywood stüdyolarından alıyordu. Post Fordizm küçük sanayi üzerinden başlar ve bunların arasında mobilya atölyeleri çok önemli yer tutar. Willshire Bulvarı, betonarme ve çelik yapıların çöle sırtını döndüğü dev ölçekli ve maliyetli bir yerleşimdir.

POSTMODERN LOS ANGELES

Nehrin civarında daha anarşik bir yapı öbekleşmesi ile karşılaşılır, buraya spekülatörlerin eli değmemiştir tam tersine insan yapımıdır. Bu yerleşimlerde yenilikçi ve yaratıcı bir iş gücü ikamet etmektedir.


LE CORBUSIER DÖRT TEKER ÜZERINDEKI ve ÜTOPYA LOS ANGELES

63

LA otobüs ve raylı sistem haritası (Kaynak: http://socialmediag1.files.wordpress.com/2011/11/ lacmtasystem.gif)


64 Bireysel enformellik üzerine kurulmuş bir şehirdir Los Angeles. Katmanlardan oluşan bir karayolu ve raylı sistemi olan toplu taşıma sistemini uygulamaya koymuştur. Los Angeles en çok arabaya ihtiyaç duyulan şehirlerden biridir. Arabası olmayan bir kentli için diğer yaşayanlarla olan iletişimi değişmektedir.

UCLA’e göre kurulmuş bir otobüs sistemi oluşturulmuştur. Otobüs hattına yakın gayrimenkuller genel olarak üniversite öğrencilerine kiralanmaktadır. Otobüslerde bisiklet taşınabilmektedir. Yollar hem geniş hem de düz olduğu için bisiklet kullanımına uygundur. Ancak bisikletli gruplar şehrin içine bisiklet yollarını sokmak için çaba göstermektedir.

Çölün hemen arkasına kurulmuş bir yerleşimdir Phoenix. Bir sanayi şehri olan Phoenix’teki konutlar az katlı ve bahçelidir. Şehir taşıma su ile kurulmuştur. Su Colorado Nehri’nden gelmektedir. Buna rağmen kent suyu israf edecek derecede çok kullanmaktadır. LA’de yaşayan ve tek maaşla ev geçindiren kentlinin alışık olduğu yaşamı burada sürmesine günümüz koşullarında ne yazık ki artık olanak yoktur. Kent çok genç bir

DÖRT TEKER ÜZERINDEKI LOS ANGELES

İstanbul bir şekilde LA’e dönüştürülmeye çalışılmaktadır (örneğin; Taksim Yayalaştırma Projesi). Bu proje ile bölge yayalaştırılmaktan çok araba ulaşımına açılmaktadır.


65 nüfusa sahiptir. Kentliler iş alabilmek için sosyalleşmek zorundadır. Bu yüzden de sosyalleşme merkezleri şehrin içinde kendiliğinden oluşmaya başlamıştır. Bu yeni merkez daha çok gökdelenlerin oluşturduğu bir dokuya yol açmıştır. Yatırımlar ve yapı yoğunluğu son dönemlerde artmıştır.

LE CORBUSIER DÖRT TEKER ÜZERINDEKI ve ÜTOPYA LOS ANGELES

Santa Monica ise sahil kısmındaki önemli merkezlerden biridir. Kendini belli eden aksların dışında kalan bölge genelde banliyölerden oluşmaktadır. Bu akslarda ise çok yoğun bir kentsellik söz konusudur. Bu yoğunluğa ihtiyaç vardır ve bu doğrultuda ticaret ve kültür alanları yaygındır. Aydınlanmacı bir şehir yönetimi vardır ve yeşil konsepti ön plana çıkarılmaktadır. Bunun için mevcut yol ağı daha efektif kullanılmaya başlanmıştır (örneğin; tek kişinin olduğu bir araba otoyolda sol şeritten gidemez). Otobüsler 24 saat çalışarak bu verimlilik sağlanmaktadır. Ulaşım sisteminin ücretlendirilmesi için bir politika oluşturulmuştur. Kentlinin ödediği bilet ücreti bu sistemin yaklaşık 1/3’ünü desteklemektedir, kalan ise yerel yönetim tarafından karşılanmaktadır. Burada amaç kent ulaşımında otobüsün daha çok kullanılmasıdır. Ahşap karkas inşaatlar yaygındır. Eski sanayi yapılarının dönüşümlerine önem verilmiştir. Yerel yönetim tarafından hazırlanan özel broşürlerle kentlinin toplu taşımanın nasıl kullanacağını anlatılmaktadır. Aynı zamanda da toplu taşımanın kuralları ve bunu kullananların hakları da farklı dillerde açıklanmaktadır.


LA metro sistemi (Kaynak: http://media.metro.net/riding_metro/maps/images/rail_map.gif)

DÖRT TEKER ÜZERINDEKI LOS ANGELES

66


LE CORBUSIER DÖRT TEKER ÜZERINDEKI ve ÜTOPYA LOS ANGELES

67

Downtown (Kaynak: http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/c/cd/Downtown_LA.jpg)

Toplu konutlara geçiş, “home office”lerin daha fazla kullanımı kentin gelişimini etkilemektedir. Genel olarak şehrin merkezlerindeki gayrimenkullerin değeri hızla artmaktadır.


68

Bisiklet nasıl çalışır? (Kaynak: http://www.bilgiustam.com/bisikletin-icadi-bisiklet-nasil-calisir/)

Organik: parçalanamaz bütün Mekanik: montaj Bir bisikleti tamamen söküp yerine yeni ya da farklı parçalar konarak tekrar yapılabilir. Çıkan parçalar da başka bir bisiklette kullanılabilir.

Destek sütununun kadın ve erkek için ayrı olması ise giyim tarzındaki zaman içindeki değişimler nedeniyle işlevini yitirmiştir aslında… “Biçim işlevi izler” yanlış yorumlanmış bir sözdür. İşlev, mekanizma ile karıştırılmış bir

HI - TECH

İşlemesi için bir şeyin mekanizma olması gereklidir. Bir bisikletin işlevi sadece “gitmek” değildir. Aynı zamanda taşımaktır da.


69 bir kelime haline gelmiştir. Modernizmin başında biçim ana problemdi. Doğrusu, işlevin gerçekleşmesi için gereken yolların işlemesidir. İşlev (funktionieren), binaya uydurulmaya kalkınca kelime anlamı değişmeye başlamıştır. Yapının her bir parçasının ayrı bir biçimi olması gerektiği düşünülmüştür (Örneğin yatma fonksiyonu için özel bir odaya ihtiyaç duyulması). Ancak bu uydurulmuş bir kavramdır. Bir mekânın tek bir işleve sahip olması bu durumu uydurma haline getirmektedir. Nicelik ve iklim koşulları dışında bir yapının hiçbir kısıtlaması yoktur. Bir bisiklette olduğu gibi bir bina bir bütün mekanizma değildir ve bozulmaz.

LE CORBUSIER HI - TECH ve ÜTOPYA

Fransa’da dünya fuarı için Parizyenlerin önce sevemedikleri Eiffel Kulesi, endüstriyi simgelemekteydi. Geçici bir yapı olan kulenin tüm tartışmalara rağmen sökülmemesi ile Paris, 20. yüzyılın en çok turist çeken şehirlerinden biri olmuştur. Pompidou Centre, Rogers ve Piano, Paris (Kaynak: http://vibrisse.files.wordpress.com/2013/05/ beaubourgalto.jpg)


70 Paris’e bir kültür merkezi yapılması için bir mimari yarışma düzenlendi. Louvre’dan sonra kentin kültür işlevine sahip en popüler yapılarından biri haline gelmiştir. İlk kez cep sineması kavramı bu yapıda ortaya çıkmıştır. Bu yapıdaki renkler tesadüfi değildir. Çok basit bir inşaat sistemine sahiptir. Büyük bir dikdörtgen prizma iskeleti oluşturmaktadır. Bu iskeletin üzerinden tüm tesisat ekipmanları yerleştirilmiştir. İklim koşullarının sabitlendiği, ışığın hemen hemen her daim aynı değerde olduğu ve kendi içinde dönüşebilen bir makine halinde çalışan bir yapı oluştu. Pompidou Centre’da biçim gerçek anlamda ilk defa işlevi izler hale gelmiştir.

HI - TECH

(Kaynak: http://relationalthought.files.wordpress.com/2012/07/centre-pompidou-facade-elevationcompetition-entry-pianorogers-1971.jpg)


71

LE CORBUSIER HI - TECH ve ÜTOPYA

(Kaynak: http://www.richardrogers.co.uk/Asp/uploadedFiles/image/0099_Pompidou/design/99_0130_ design.jpg)

Yapı kendi kendine yettiği için her yerde yapılabilirdi. Dünyanın en konforlu binası olarak da yorumlanmaktadır. Piano daha önce otomobil fabrikaları (Ferrari) için tasarımlar yaptığı için bu mekanizmanın nasıl işlediğini çok iyi biliyordu ve binanın başarısı da buradan kaynaklanmaktadır. Yatay ve dikey taşıyıcılar ve makaslarla taşınan iskele ikinci bir cephe cidarını oluşturmaktadır. Yapıdaki en önemli unsurlardan biri sirkülasyondur. Koridor ihtimalleri yaratılmıştır.


72

Aachen’dan biraz daha az alan kaplayan üniversite yerleşkesi içinde yer alan tıp fakültesi binası da tıpkı Pompidou Center gibi endüstrileşmenin simgelerinden biridir.

HI - TECH

The Klinikum Aachen, RWTH Aachen Üniversitesi (Kaynak: http://static.panoramio.com/photos/ large/11975898.jpg)


73 Her konuda Paris ile yarışan bir şehir olan Londra’daki Lloyd’s, 1970’lerde inşa edilmiş çekirdeği dışarı atılmış yapılarından biridir. Biçimin işlevi izlediği ilk binalardır bunlar. Bu binaları diğerlerinden ayıran şey gerçekten işlemeleridir.

LE CORBUSIER HI - TECH ve ÜTOPYA

Lloyd’s, Popidou Centre’ın aksine bir yere açılmadığı için aynı zamanda cephesizdir.

Jean Nouvel’in Paris’teki Arap Dünya Enstitüsü binası yaşayan bir yapıdır. Binanın cephesi tıpkı bir böceğin kabuğu gibi işler. Işığın miktarına göre kontrol sağlayan mercekleri cepheyi oluşturmaktadır. Nouvel Barselona’daki Torre Agbar özellikle cephesi ile dikkat çekmektedir. Kendi kendine hareket eden jaluzi sistemini barındırır bu cephe.


Lloyd’s Building

HI - TECH

74


75 Rotterdam’daki Spangen yerleşkesindeki yapılar sanki bütün yerleşimi bir sokağa dönüştürmektedir. İki katlı evlerin aralarında geçişler üst katlarında koridorlarla bağlanmaktadır ve bir sokak oluşturmaktadır. Bu sokağa kapı ve pencereler açılmaktadır (kapı = lades kemiği)

LE CORBUSIER SPANGEN ve BARBICAN ve ÜTOPYA ESTATEv

Bütün bloğu dönen bu sokakvari koridor kendi içinde kapalı bir sistem halini almıştır.


76 Sentez yerleşimlerden biri ise Londra’da Barbican Estate, birbirine açılan avlularla aynı sokak kavramının uygulandığı bir yerleşkedir. Şehrin tam göbeğinde yer alan yerleşke çevresiyle olan ilişkisi, çok büyük bir ölçek farkına rağmen ötekileri rahatsız etmeden durmaktadır. Zemin kotunda bir süreklilik elde etmek burada amaçlanmıştır. Üst kotta ise bir sirkülasyon alanları mevcuttur. Şehrin bu kadar içinde olmasına rağmen ayakta durmaktadır. Yerleşme peyzajı tarafından taşınmakta ve akışkan hale gelmektedir. Yapılar avlularla bağlanırken su ve bitkiler de iç içe geçmeyi vurgulamaktadır.

Şehrin merkezine katılmış bir peyzaj alanı ve ortak alanları barındırır.

SPANGEN ve BARBICAN ESTATE

Dramatik yükseklikler yapının anıtsal bir his yaratmasına neden vermektedir. Alışılmışın dışında farklı kontextlerin bir aradalığı söz konusudur.


LE CORBUSIER ve ÜTOPYA İSTANBUL

77

1922 İstanbul haritası (Kaynak: http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/3/35/Istanbul_PU889.jpg)

İstanbul 3 parçadan oluşan bir şehirdir ve bu özelliği ile ayrılmaktadır. Su kenarları eğimli olan şehir bol bol manzaraya sahiptir. İstanbul Boğazı ve Haliç şehre nefes aldıran koridorlardır.


78

Batı Avrupa’da kapitalizmin gelişme biçimi Türkiye’de ancak 1950’lerde görülmeye başlamıştır. Azınlıkların, özellikle Yahudiler‘in, din bağları nedeniyle (güven sağlayan bağlantı çeşidi) dış ticaret ilişkileri gelişmiştir.

İSTANBUL

İstanbul gelişim haritasına (1900-2000) bakıldığında yavaş yavaş sanayi bölgelerinin oluştuğu fark edilir. Gaziosmanpaşa gibi yerleşimlerde küçük sanayi gelişmeye başlamıştır. Küçük sanayi genelde yerleşimlere yakın alanlarda ortaya çıkmıştır.


79 Türkiye’nin modernleşme hikâyesini belirleyen şey toprağın devletin (öncesinde padişahın) sahip olmasıdır (mülkiyet yokluğu). Tımar = yap-işlet-devret (Osmanlı feodalizmi) Köylülerde hala kullanım hakkı vardır, ancak tapu yoktur… 1950’lere kadar yapılmış yapılar (özellikle konutlar) yıkılmıştır ve yap-satçılar yerine yenilerini yapmışlardır. Bu faaliyetin sebebi ise tamamen ekonomikti. Oysa günümüzde aynı tipte faaliyetler deprem nedeniyle görülmektedir. Küçük müteahhitler İstanbul’u bugünkü haline sokan mekanizmaların başında gelmiştir.

LE CORBUSIER ve ÜTOPYA İSTANBUL

İstanbul yıllardır göç almaktadır. Göç edenler sadece işçi ve köylüler değil aynı zamanda da burjuva sınıfının üyeleridir. En zor elde edilen şeylerden biri sınıf atlamaktır. Sınıf atlamanın yollarından en meşrusu ise üniversite eğitimi ile gerçekleşmektedir. (Örneğin, Süleyman Demirel). Göçmenler şehre gelip bazı bölgeleri işgal etmiş ve gecekonduları yapmıştır. Oysa devletin bir değişim politikası ile gelmiş göçmenler ise devlet eliyle inşa edilen konutlara yerleştirilmiştir. 1946 seçimini devlet değil kır ve kent kökenli orta sınıf (Demokrat Parti) kazanmıştır. Sadece alan ve hiçbir şey vermeyen devlete karşı halkın intikamı olarak nitelendirildi. Devlet için her bir vatandaşın barınma olanağını sağlamaktansa onları burjuvalara / kapitalistlere dönüştürme politikası daha kolaydı. 1950’lerde ise kapitalist sınıfın yaratılması için çalışmalar başlatılmış ve devlet tarafından imtiyazlar verilmiştir. Buna rağmen 1970’ler öncesi henüz kapitalistler İstanbul’da görülmemektedir.


80 Henüz kapitalizme kendini kaptırmamış ancak cepleri para görmüş vatandaşlar, lüks tüketim mallarına varını yoğunu harcamıştır, gösteriş dönemin en belirgin tavırlarındandır. Fakat o zamanlarda inşaat karlı bir iş değildir. Buna rağmen orta sınıf bu müteahhit işi konutları aldı, alamayanlar ise gecekondulara yerleştiler. 12 Eylül’ün ardından iktidara gelen ANAP, serbest piyasa ekonomisini getirmiştir. Özellikle “ithal” mallar Türkiye’ye kapitalizmin yerleşmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda da gecekondu mahalleleri işçi sınıfının yerleşimleri haline gelmiştir. Kuvvetli network sayesinde imar sağlanmıştır. Sınıf farkları sık sık televizyon dizilerine kadar konu olmuştur (Örneğin, Kaynanalar dizisi). Bugün İstanbul tamamıyla (birkaç kendine has proje hariç) küçük müteahhit elinden çıkma ve gecekondu yerleşimleri ile örülmüştür.

İSTANBUL

1990’larda mimarlık ofislerinden kimileri yerleşke projeleri ile dolmuştur. Hatta bu mimarlık ofisleri birbirleriyle rakip olmak yerine ekip olarak projelere imza atmışlardır. Özal dönemi ve sonrasında oluşmuş burjuva sınıfı, şehir merkezinde yaşamak istemediği için yeni yerleşkeler tasarlandı. Bu sayede bir dönemin daha sonuna gelinmiş oldu.


LE CORBUSIER ve ÜTOPYA


Kaynakça • • • •

ARKİV, İ. Bilgin (1999). Serbest Plan, Serbest Cephe, Serbest Ev... http://v2.arkiv. com.tr/ko11762-serbest-plan-serbest-cephe-serbest-ev.html Koolhaas, R. (1994), Introduction, Delirious New York: A Retroactive Manifesto for Manhattan, New York: The Monacelli Press. More, T. (1997), (S. Eyüboğlu ve V. Günyol, Çev.), Utopia, İstanbul: Cem Yayınevi. Mumford, L. (2007), (G. Koca ve T. Tosun, Çev.), Ütopyaya Karşı Venedik, Tarih Boyunca Kent - Kökenleri, Geçirdiği Dönüşümler ve Geleceği, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Panerai,P.; Castex, J.; Depaule, J. C. (2004). Chapter - 4: The New Frankfurt and Ernst May: 1925-30, Urban Forms - The Death And Life Of The Urban Block C, Architectural Press. Tafuri, M. (1976), Architecure and Utopia: Design and Capitalist Development, (B. Luigia La Penta, Çev.). Cambridge, Massachusetts and London: The MIT Press.


LE CORBUSIER ve ÜTOPYA


ARCH 512 MODERN İMAR TARİHİ ve MİMARLIK 2 Prof.Dr. İhsan Bilgin


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.