Ibadetle seytan gunahla adem

Page 1

SPECIAL THANKS , MY FRIENDS IN LONDON ,MY MUM REMZIYE MY SON FURKAN, MY DEAR WIFE NESIBE , MR ÖMER KARA,JACQUALİNE TERESA, MARY TERESA,MY DEAR FRIEND STEWARD ,NAMIK KEMAL TURKISH SCHOOL ,FAZIL KÜÇÜK TURKISH SCHOOL KAMİL YELMENOĞLU, NURETTİN KORKMAZ, NİHAT AKBULUT. 1974 yılında Diyarbakır’ın Çermik ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Burdur ve Diyarbakır’da tamamladı.1997 yılında Van 100.Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğini bitirdi.Yazarlığa olan ilgisi, şair ve yazar Müştehir Karakaya’nın teşviki ile gerçekleşti.İlk yazılarını Hazan dergisinde yazdı. 2007 yılında Yurt dışı öğretmenliği sınavında kendi alanında dereceyle Londra’da görev yapmaya hak kazandı.Yazar halen Londra’da öğretmenlik yapmaktadır.

İBADETLE İBLİS GÜNAHLA ADEM M. ŞERİF KARA ÖN KAPAK İÇİN DÜŞÜNÜLEN RESİM

1


Arka kapak resmi

‘’İle’’ baslar s ile biter güzel kitaplar. 24 yere inmemişti o zamanlar. Ben de ne olduğunu

2


bilmiyordum. Bazı hayatlar kayıptır. Kazancı da bu kaybın içinde saklıdır. Acı ile baslar mutluluk ile biter.İçinde ya bir at vardır ya da ceylan kim bilir belki de aslan.Lakin piyasa aslan postuna bürünmüş bir yığın iki ayaklı ile doludur.Bunlar o kadar alışmıştır ki o posta YÜCE RUH tan başka kimse ortaya çıkaramaz kimliklerini.Çıkıp gelse karanlıkları delen adam elbisesini beğenmezler.Yüce Ruh kıyamete kadar adil olacağına söz verdi.Karanlığın efendileri bunu zaaf olarak görür.Zavallı ve kişiliksizdir modern dünya.piyasa da yiğit ateistler bile yoktur artik.Bir kimliksizlik dünyasında Celal’i tanımak gerek Celal 24 un yolcusudur.Belki bir gün çıkar ortaya yüreklerin bahçesi ya da kirliliği ya da 24 ‘un ne olduğu.O zamanlar İmam Zaman Ağam diye yazmayı kimse bilmiyordu internet sayfalarına. Sayılar kotu insanlar içindir. Kelimeler sıradan insanlar içindir. Bunun ötesi yüce insanlar içindir. Delidir karagüller. Her gün boşuna para harcarlar. Söylenecek her sözün söylenmediğine inanan biri yola çıktığında geride ne yaşadığını ve ilerisi için ne düşündüğünü anlatmak istemişse önünde dağlar durmamalıydı.Ağlarken sessiz ise ,yürürken sessiz ise evlere,dört duvar arasına ve bedeninin arkasına saklanmışsa sayıları yenmişse o zaman yerdeki herkesi saygıya çağırma hakki vardır. Alçak dünya belki bir gün anlatır öyküsünü yalnızlığın çaresizliğin sürekli yanlış yapmanın. Hüma kuşunun biri çıkıp kurtlara yeter dese boğazını keserler.Yine de durmadan koşturur küheylan. Kabullenemez zulmü savaşır. Gücü yettiği kadar gökyüzünün lider canavarlarıyla didişir… Belki diyerek bir gün yüce ruhun merhametle değil; adaletle karar vermesini bekler. Celal de her insan gibi aradığı şeyin ırk üstünlüğü olduğuna inanmıştı o zamanlar. Onun peşin Yolculuğu kelimeye bağlamayanlar tecrübeye bağladılar… Amma ve lakin tecrübeyi yaşamak ve kelimeler olarak tanımlayanlar onun, bunların ötesinde olduğunu düşünemediler. Tecrübe, kelimelerin anlattığının başımıza gelmesini sağlamaktı.Farkındalığın ,an olmasıydı.Yani “ben günah kadar beyazdım o ise tövbe kadar kara”ydı sözünü duyunca nasıl olur demeyen bir düşünce yapısının hayalinde en yakın ifadesiyle kendini kendinde bulma seferi… …bir sefer ki içinde tesadüf ve kazanın olmadığı ,yaşananların ve yaşanacakların aslında seçimlerin aksiyon zinciri olduğunu idrak mücadelesi…Seni kimse anlamaz, sözüne bulutlara bakarak belki bir gün diyen ulvi ruhu bulma hanında avare yılların yılmışlığında başını sevgilinin dizine koymanın tadında yolcu ilerliyordu…. Kendini tanımanın zorluğunu kavradığı günden beri ruha gidecek yolların kıvrımlarına ulaşmanın, aldırmazlık limanına demirlemenin çaresini arayan, ,bulmanın imkansızlığında ,aramanın kutsallığını keşfeden ,ödülün hayat ,cezanın kendinde kaybolmak olduğunu bellediği andan itibaren , kişilik ve ben arasında dağlar kadar fark olabileceğini fehm edince merakın insanı ulaştıracağı zirvenin, ancak ve ancak ulaşanlar tarafından idrak edilebileceğini ruhuna yerleştirmiş olmanın çekilmezliğinde, son acının girdabından yeni çıkılan bir günde,sekreter kuşları,beyaz,kızıl,kara kartallar, havada ilginç daireler oluşturuyordu. Üzüntünün karmaşasında ,zevkin bağımlılığında,kederin gözyaşlarıyla oluşturduğu kasvetli ,katı, soluk renksiz bir yüz ifadesiyle yaşayan bir insandı.Bazen çılgın bir at,bazen sükunetin timsali,bazen rüzgar bazen de dalgalı deniz olan bir ruh hali vardı.Kendini tanımlamanın zor olduğunu bilirdi.Uykunun hakim olduğu ,yadsımanın ve inkarın oldukça savunmasız bıraktığı çoğunlukla denetimi kaybetme korkusu taşıyan beynine eleştiri yağdırırdı.Kaygı ve keder beyin hücrelerindeki tüm kanlanmayı sona erdirmişti.Kendine çevirdiği acı tabancasıyla suçluluk ve günahkarlık mermileri ile ateş ediyordu.Çürürken çare arıyordu.Sallanırken destek arıyordu. Yavaş alınan nefes, hareket ,gürültü unuttuğu şeylerdi. Çok geç oldu, her şey bitti,kimse beni anlamıyor cümlelerini kullanmaktan bıkmıştı.Acıyı, hayatın bir parçası olarak kabul etmişti.Bu kabulün ağırlığı onu neyi ,nasıl ve nerede arayacağını bilemediği bir bilinmezlikler deryasına sürüklüyordu.Bu deryadan sıyrılmak adına yöntemler arıyordu. İnsandı bu acıdan, üzüntüden, karamsarlıktan da bıkardı. Bu bıkkınlık ve her şeyin değişebileceğine olan inanç onu bir yolculuğa sürüklemişti.

3


Sıradan yöntemlerin tümünü denemiş ve bu yöntemlerin iflasını görmüştü.Dizilerin,toplanma merkezlerinin,sinemaların hatta eğlence yerlerinin bile zaman zaman yok edemediği bir sıkıntısı vardı.Bu sıkıntı çoğu zaman kalbini patlatma derecesine getiriyordu.En keskin ağrı kesici ilaçların bile kifayetsiz kaldığı ,doktorların ve röntgen cihazlarının çözemediği bir sırrın içine gömülmüştü.Belkilerle uğraşmaktan bezgindi ama yine de son ihtimalle doğanın kucağına atılmanın kendisine fayda vereceğini düşünerek ,öğrenmeyi çok istediği bir bilginin peşine düşerek yola çıktı.Yol ,onu eski bir arkadaşının mekanına götürdü. Celal, arkadaşı Tahsin ile görüşmek, doğaya duyduğu özlemi gidermek, kafasına takılan sorulara cevap bulmak için onun köyüne gelmişti. Ancak Tahsin’in köyde olmadığını söyleyen akrabaları onu bir kişi ile beraber birkaç kilometre ötedeki dağın iç kısımlarında kalan bahçeye gönderdi. Tahsin ve Celal yılların özlemini gidermişlerdi.Haziran sonlarıydı.Tahsin doğu üniversitelerinden birinde asistan olarak çalışıyordu.Celal ise ona uzak bir şehirde öğretmen olarak görev yapıyordu.Üniversiteyi bitireli yıllar olmuştu.Önce uzun süre hasret giderdiler.Bahçede birlikte kayısı, erik,elma ve diğer meyvelerden yediler.İkisi de izindeydi.Bir süre bilinen kelimelerle sohbet ettiler.Celal’in içini bir burkuntu kaplamıştı.Öyle ki her tehlikeli durumdan önce böyle duyguları hisseder ama tanımlayamazdı.Sadece kalbine çöken kasveti bastırmaya çalışırdı. Celal,dev kayalara bakıyor havada hiç durmadan uçan kartallar ve diğer kuşların seslerine odaklanıyordu. Uzaktan bir helikopter sesi geliyordu. Gerçi bir kaç gün önce teröristlerin buraya geldiği söylentisi vardı. Bu söylenti üzerine askerler köyü basmış her evi aramıştı.Tüm köylülerle konuşmuşlar ancak köylüler bir şey görmediklerini söylemişti. Tahsin: -Celal, neden buradasın? Yıllardan sonra ilk defa burayı ziyaret ediyorsun. Celal: - Bu ziyaretimin birkaç amacı var:Ayaklarım beni buraya getirdi. Biri atalarımın izini bulmak, böylece kendimi bulmak Nasıl yani? -Dalai Lama’yı biliyorsun sanırım. “Evet” O ,der ki ; Önce Tibetliyim sonra Budist’im.Aklınıza ilk gelen özelliğim Tibet İse Tibet’i kendimden ,önce tanımam,bilmem gerek.Belki aradığımız şey ırktır? -Bak Celal !Orta Dünya’da yaşıyoruz.Orta Dünya demek araştıran,bilen,merak eden kişilerin hayat hakkının çok geniş olmadığı dünyadır.Orta Dünya’da gelenekler,teamüller,her zaman yazılı kuralların üzerinde.Kim olursa olsun bu özellikleri değiştiremez.Ayrıca kendi olmak atalarını öğrenmek kadar basit bir durum mu? Sözün burasında Celal araya girdi: -Hiçbir sosyal kurumun kurallarını çiğnemeye gelmedim.Aradığım sadece kayıp bir kitle. Bunun da günümüzde hiçbir kurala aykırı olduğunu sanmıyorum.Ayrıca kendimi toplumun istediği şekilde yani buradaki çoğunluk kitleden sayarsam.Bu yitik bir şahsiyet örneği olduğumu göstermez mi?Diyelim ki ben kitlenin dediği gibi bir insanım.O zaman bunu kesinleştirmek gerekmez mi?Ayrıca bir dilin oluşması bir kültürün oluşması demek ki bu 2000 -3000 yıllık bir süreç gerektirir.Yani atalarım 3000 yıl önce bizim adımızı vermişse bizim bu adı bozmak için çabalamamız uygun düşer mi?Hem bu güne kadar hep en çok gürültü yapanların sesi çıktı.Yıllardır susan,barışçı bir halkın sesi olmak istiyorum.Ayrıca elbette kendi olmak o kadar basit değil belki onun önemli bir parçası. Tahsin ikna olmamıştı. -Seni çok iyi tanırım.Bana asıl amacını söyle? Celal bu kadar çabuk anlaşılacağını tahmin edememişti. -Ya ne olacak sadece merak -Bak Celal,Benden bir şey istiyorsan beni tam olarak ikna etmen gerekir.Dilin başka bir şey söylüyor gözlerin başka.Söyle neyin peşindesin?

4


Celal,bu defa ne yapacağını düşündü.Direnmenin faydasının olmayacağını biliyordu.uzun süre düşündü.Zira gül açılınca düşmanı çok olur sözünü iyi öğrenmişti.Küçük bir ilerleme sağlayan ve sonra buna hazır olmayan insanları da düşünce sistemini paylaşmaya davet eden bir süre sonra da karşılaştığı olumsuz tepkilerden ürkerek temelini sağlam kuramadığı inancını terk eden insanlara benzemek istemiyordu.Yine de onu cesur kılan,farklı kılan özelliklerinden biri de dış çevreye bağımlı olarak sürdürmediği yaşam tarzıydı.Bundan ödün vermek istemiyordu.Karşılaşabileceği olumsuzlukları da dikkate alarak konuştu: -Bir Malenezya efsanesi…bir Asya peygamberi …Adı Mana…Öğretilerinin çoğunu Buda’dan alarak doğu kültürüne uyguladığı iddiaları var.Ve yeni bir sey tabiatin bedeninin bir parcasi oldugunu soyluyor. Tahsin: -Sözünü kestim ama Malenezya neresi? Bu soruyu kuşkucu bir ifade ile sordu. Celal: -Asya’dan Yeni Gine adasında üç ırk etkendir: Papua’lılar ,Malenezyalılar ,zenciler .Bugünkü Malenezya tabiri bu üç ırkı kapsar üç buçuk milyon nüfusu olmasına rağmen bu adada altı yüze yakın dil var.Buradaki diller dünya dillerinin yüzde 25’ini oluşturur.Burdaki en yaygın dil Malay dilidir. Ben kaldığım yerden devam edeyim. Arapça’da yer alan “manevi” kelimesinin kökeninin bu kişiden geldiği ve aslının “Mannavi” yani Mana’ya benzeyen onun inançlarını paylaşan, anlamına geldiği söyleniyor. .Nasıl oluyor da bir insan aynı zamanda hem Daylam topraklarında ,hem Orta Asya hem Çin’de öğretilerini yayıyor. Tahsin, araya girerek sözünü bir kez daha kesti. iki sorum var ,dedi:Birincisi bu adamın seni ilgilendiren boyutu ne?Şimdiki sistemli öğretilerin nesini beğenmedin de çok eski bir öğretinin peşine düştün? Celal’in korktuğu gerçekleşmişti.Tahsin,olayı anlaşılmaması gereken bir boyutuyla ele almıştı.Bu ülkenin en ciddi düşünce sorunlarından biri karşısındaydı.Bir kişi,kurum,öğreti ele alınınca ,ya da övülünce diğerinin eleştirildiği anlaşılıyordu.Bu,Celal’e göre beynin, alternatiflerini kullanmaya kullanmaya tek yönlü düşünceye alıştırılmasının bariz bir sonucuydu.Sabırla Tahsin’in sorularını cevaplamaya çalıştı: -İlk sorunun cevabını vereyim:Çinliler Mana’nın kendilerine ait olduğunu söylüyor,İranlılar onu eski bir peygamber olarak görüyor.Kültür ve medeniyet açısından Türk devletleri içinde en ileri millet Uygurlardı.Bunda Mana’nın öğretilerinin etkisi büyüktü.Onun Daylam halkına geldiğini zannediyorum.Bu zannı bilgiye çevirmek istiyorum.Bu adamın öğretilerine bağlı kalan hiç kimsenin ruhsal rahatsızlık çekmediği söyleniyor.Malenezya’da ortak yaşam gücünün kelime anlamı manadır.ikinci soruna gelince,orta dünyanın en yaygın öğretileri benim için fazlasıyla sosyal. Sonra bulutlara bakarak gözyaşlarını gizlemeye çalıştı.Birden ses tonunu sertleştirerek konuşmaya başladı: -İçim yanıyor Tahsin…Kendime ne olduğunu anlayamıyorum.Yaşam anlamsızlaştı gözlerimde.Yediklerimden zevk alamıyorum.Çok para harcadım.Eğlence yerlerine gittim nice kitap okudum.Ama çare yok içimdeki sıkıntıyı bastıramıyorum.Kendimi bir bitki gibi hissediyorum.İçimden bir ses bu öğretinin bana iyi geleceğini söylüyor.Hayat anlamsız bir kelime yığını gibi gözlerimde.Her şeyden nefret eder oldum.Ve sıradan insanın kullandığı tüm çözümler gözümde öyle küçüldü ki …Ben ,tükeniyorum be Tahsin.Bitiyorum ne olur yardım et.Kafam kazan gibi,yorgunum,her şeyden bıktım…Televizyon izleyemiyorum,gezemiyorum,alkolün bile çözüm olamadığı zamanlar oluyor. Dikkatim sürekli dağılıyor, her şeyi kırıp döker oldum.Gözlerimin içi yanıyor.Kulaklarım çınlıyor.Bedenimin her yanı şişiyor.Uyuduğum zamanlar kendimi iyi hissediyorum ama sabah kalktığımda bazen öğlen vaktine kadar kafam perişan halde.Bedenimin pek çok yanını hissedemiyorum.Sanki benim içimde bana ait olmayan bir şeyler var.Çoğu zaman hatırlamak istemediğim olaylar aklıma geliyor.Anlatılacak gibi değil!

5


Tahsin ikna olmuştu. -Evet.Senden önce senin derin içsel sorunlarını haber aldığımı söylemeliyim. bize öğretilen yöntemlerin,düşüncelerin iflas ettiğini sende gördük.İkna olduğumu söyleyeyim.Elinde neler var ,bir de bu kişinin öğretilerini bulunca iyileşmezsen sonuç senin için daha yıkıcı olmaz mı? Anladım ki arayış içindesin Celal gözyaşlarından sonra oldukça rahatlamıştı. -Son söylediğine cevap vereyim.Yüzüme ve saçlarıma baksana bu durumdan daha yıkıcı bir durum olduğunu sanmıyorum. Eski bir kitaptan öğrendiğim kadarıyla Subartu ve Mitanni adlı iki milletin olduğunu biliyorum. Son Part kralı Parid’in kayıp mektuplarının dedikodusu …Bu mektupta Mana’dan bahsedildiği söyleniyor.Bütün bunların bir şekilde Manayla bağlantısı olduğu düşüncesindeyim.Benimkiler bir içgüdü. Doğruysa doğruluğunu yanlışsa yanlışlığını öğrenmek isterim. -Benden ne yapmamı istiyorsun.? -Bana yüksek derecede tarih bilgisi olan,mükemmel dil bilgisine sahip,bir uzman bulmanı istiyorum.Tabi objektif olması da gerek. -Aman Celal! Tarif ettiğin özellikte kaç üniversite hocası var? -Mutlaka vardır.Kötü de olsa alim,alimdir.Ayrıca her zaman gerçekleri bilenler harabelerdeki hazineler gibi saklıdır.İlaveten , var olanlar, varlıklarını ispatlamak için göz önünde bulunmazlar. Onların, insanları memnun etme gibi bir derdi yoktur.Kitlenin aklı yoktur.Kitlenin bilgisini aktaran bilim adamı da bilim adamı değil, ideologdur.Bana böyle birini bulman gerek.Sen bulursun ahbap.Yıllardır akademik camianın içindesin.Çok gezdin üniversiteleri. -Haklısın…Aslında biri var.Kimsenin dikkatini çekmeyen konulara meraklı biri..Tamalkiya halkı ile ilgili çok ciddi araştırmalar yaptı.Ama bunları kimseye söylemiyor.Başkente gittiğimde onunla karşılaşmıştım.Bana Tamalkiya halkını sordu. -Bu bölgede Tamalki diye bir halk yok ki, demiştim. BanaTamalki,Tamalkiya,Daylam,Elam,Delem,Zaza,Sorani,Azzaniler,Simila,sim,Tir,Sim,Deyle m,Sanasar,Huldi,Part,Araplar döneminde Daylami ve Dolomi adlarının tümünün farklı şekillerde telaffuz edilmesine rağmen tek bir halkın adı olduğunu söyledi.Kaynaklarını kendisinden öğrenirsin.Ben sadece Delem adının kaynağını aklımda tuttum.Onun anlattığına göre İskender’in komutanı Ptolemy(Yunanca’da ,Batlamyus)kitabında Delem halkından bahsetmiş.Yine, Minorsky,Burada Tamalki halkının aslında Daylam ırkı olduğunu iddia etmiş. Tarihçi, Moses Khorene,Bizanslı tarihçi Agathias ,Tamalkiya halkından bahsetmiş,demişti. -Tarihte çok az kişi dinlerin ve ideolojilerin etkisinden kurtulabilmiştir.Bazı kaynakların yok olduğunu iddia ettikleri bir millet diğer kaynaklarda var gösterilebiliyor.Birinin iyi dediğine diğeri kötü diyebiliyor.Bütün bunlar tarihin tarafsızlık ilkesine aykırı düşmekte. -İşin zor.Biliyorsun bilgi bazıları için tehlikedir. Celal bu defa biraz önce söylediklerinin dışında bir cevap verdi. -Az evvel söyledim.Saydığın millet isimleri ile Mana ve doğal olarak benimle olan ilişkisini öğrenmem gerek.Maliyeti mühim değil. Bu dünyadan giderken kendimi bilerek, gideceğim.Kimliğini kabul etmeyen kişiliğini oluşturamaz.Bu ülkenin yasalarına saygım var.Benimki kendi kafamdaki soru işaretlerini cevaplamak.Siyaset benden uzak ,bunu bilirsin. Tahsin endişeli bir şekilde Celal’e baktı. -Benim söylemek istediğim politika değil.İnsanlar alışık olmadıkları bir bilgiyi duyunca tepki gösterir.Senin eleştiriyi sevmeyen yapınla bunu birleştirince endişe duyuyorum. Tahsin’in yüzü bir anda değişti. -Celal!Zannedersem birazdan burası cehenneme dönecek.Askerler dağın diğer yamacına çıkıyor.Baksana.Hadi çabuk gidelim.Acele et. -Ne oluyor?Bunlar nerden çıktı? -Birkaç gün önce söylentisi vardı… Teröristler ve askerler birazdan çatışacak.Çabuk

6


gidelim.İkisinin de yüzü kıpkırmızı olmuştu.Ölümün korkutucu yüzü bilinçaltında kendini hissettirince insanların yüzüne çöken o anlatılması zor yaşaması daha da zor ifade belirmişti.İkisi de titriyordu.Celal’in Tahsin kadar etkilendiği söylenemezdi.Tahsin ,bu duruma şaşırmış görünüyordu.Ancak hayatı boyunca uzak kaldığı acı ve keder kavramı Celal için oldukça aşinaydı.Acı insanı kendi içine hapseder ,duyarsız hale getirir.Bir şekilde dışarı ile iletişim kurmasına engel olur. Bu nedenle acı çekenler vurdumduymaz,aldırmaz olabilir.Acı,hüzün karşısında hissedilen savunmasızlık duygusu onları acı ya da sevinç işaretlerini algılayamaz duruma getirir.Ağlanması gereken yerde gülebilirler.Gülünmesi gereken yerde ağlayabilirler.Sıradan insan için son derece anlaşılması zor bir durum olsa da kederin dostları bu durumu hemen anlar. Tahsin ileri doğru koşmaya çalışıyordu ki mesafesini tahmin edemediği bir noktadan silah sesleri gelmeye başladı.Biraz önce uzaktan gelen helikopter sesi şimdi yakından geliyordu.Silah sesleri gittikçe yaklaşıyordu..Celal havaya baktı.Helikopter görünmüyordu ama helikopterin attığı kurşunlar yanı başlarına düşüyordu. Taşların yoğun olduğu yere doğru kaçmaya çalıştılar ama saniyeler sonra ikisi de yere düştü Tahsin’in daha ilk anda sesi kesilmişti Celal ise sağ bacağında bir sıcaklık hissetmesine rağmen şuurunu kaybetmemişti. Elini attığında hafif kanadığını gördü.Tuhaf bir sevinç hissetti.İşte aradığın Celal,hadi yine iyisin cümlesi doğdu içine.Farkında olmadan kendi kendini cezalandırmanın sevincini yaşadı. Tahsin ise birkaç yerinden yaralanmıştı.Celal lisedeyken ilk yardım dersi almıştı.Ne yapacağını biliyordu.Bacağını kemeriyle sıkıca bağladı.Başı dönmeye başladı.Tahsin’e yaklaştı.Her tarafı kanıyordu.Yapılacak bir şey yoktu.Bir süre sonra askerler geldi. -Komutanım bunlar teröriste ,benzemiyor. -Ölmüşler mi? -Hayır komutanım ikisi de yaşıyor.Yalnız biri ağır yaralı. -Yanlarında kimlik var mı? -Var komutanım. … -Birinde öğretmen kimliği çıktı.Öbüründe de Araştırma görevlisi kimliği çıktı.Bu bahçede oturuyorlarmış. -Derhal sıhhiyeyi çağırın.ilk müdahaleyi yaptıktan sonra helikoptere taşısınlar ikisinin de sorumluluğu sana ait.Çabuk! -Emredersiniz komutanım. Celal gözlerini açtığında hastahane odasındaydı..Görevli hemşireden olup bitenleri sordu.Tahsin yaşıyor mu dedi, telaşla. “Tahsin Bulut mu?” “Evet.” “Durumu ciddi.” Askerler, dedi gözleri dolu dolu: Birkaç yaralı askerimiz var -Şükürler olsun…. Bizden şehit yok. Hemşire: -Gidip görevli askere uyandığınızı söylemek zorundayım. “Teşekkürler.” Biraz sonra içeriye bir astsubay geldi. Saldırgan ve kibirli bakışlarla etrafı süzdü: -Ne işiniz vardı çatışma yerinde? -Oradaki bahçedeydik. Oturuyorduk -Sizi bahçeden birkaç metre ötede bulduk ama. -Taşlara doğru gidiyorduk. Helikopterin mermilerini hatırlıyorum. Birkaç tanesi olduğumuz yere düştü kendimizi korumaya çalıştık. Soruları çok hızlı soruyordu bunun belli bir amacı olmalı diye düşündü.

7


-Senin doğum yerin burası değil. Burada ne işin var? -Arkadaşımı ziyarete gelmiştim.Aynı fakültede okuduk. -Peki, sizi tutuklamak zorundayım. “Sebep?” Astsubay sustu.O anda içeriye temiz giyimli bir subay girdi. Bu mu ,diye sordu. “Evet.” komutanım. Celal’e bakarak nazik ve cesaret dolu bir ruh haliyle sormaya başladı: -Celal Bey ,çatışma yerinde ne işiniz vardı? -Arkadaşımı ziyarete gelmiştim. -Hakkınızda araştırma yaptık.Geçmiş dönemde karıştığınız olay var mı? -Olabilir.Ama şimdi ile ilgisi yok -Bravo, yalan söyleseydiniz sizi kötü bir gün bekliyordu. -Şu halden daha kötü olmam beklenebilir mi? Elindeki dosyayı açıp birkaç fotoğraf gösterdi. Bunlar çatışmada öldürülen teröristler.Herhangi birini tanıyor musunuz? Resimlere baktıktan sonra hayır , dedi. -Hakkınızdaki soruşturma bitene kadar buradasınız.Tecrübeyle sabittir.Herhangi bir şekilde teröre bulaşmış bir akrabanız bile olsa yanarsınız. Neyse ki savcı bey tutuklanmanız konusunda bir emir vermedi.Yalnız daha önce başıma gelen olaylardan biliyorum.Şimdi sizi bırakırsam savcı daha sonra sizi isterse nerden bulacağım?Bir süre zorunlu misafirimsiniz. Celal, bu bölgenin şartlarını duymuştu.Ama bu kadar kötü olaylarla karşılaşacaklarını hiç hesaplamamıştı. Ama subayın ifadelerindeki çelişkiyi erken yakaladı: Hem benimle ilgili araştırma yaptığınızı ima ettiniz hem de soruşturma devam ediyor dediniz. -Şu kadarını söyleyebilirim.Kişisel anlamda bu terör hareketiyle bağlantınız yok ancak sizin akrabalarınızla ilgili soruşturmalarımız henüz bitmedi. Birkaç gün sonra aynı subay gelerek: Soruşturma ile ilgili bilgi verdi: -Evet Celal Bey.Arkadaşınız komadan çıktı verilen tüm bilgiler doğrultusunda savcı ile görüştükten sonra serbest kalacağınızı tahmin ediyorum.Yine de karar savcının.Ayrıca sizin ya da akrabalarınızın adli sicil dosyalarında şüpheli bir durum yok. Savcı sadece merak etmiştir ,diye düşündü.Onu apar topar savcıya götürdüler. Savcı son derece ciddi ve katı tutumluydu.Karşısındakini hemen tanımlamaya çalışan bir vücut dili uzmanı hali vardı. İçeri girer girmez savcı, gözlerinin içine bakıp neden buradasınız diye ,sordu. Bu durumu Celal’i biraz da olsa endişeye sevk etti. -Ziyaret efendim.Ama nerden bileyim ki böyle olaylarla karşılaşacağım. -Hakkınızda şikayet var. -Suçumuz neymiş? -Yardım ve yataklık. -Blöf yapıyorsunuz.Bunların devri geçti sanıyordum.Yapmadığım şeyler yüzünden beni suçladınız, diyelim.Asıl suçlular ne olacak? -Bana akıl vermeye kalkma!Suçlu musun, değil misin? Bu saldırı karşısında savcıyı sakinleştirmeyi denedi.Muhtemelen kendisinden önceki suçlular gibi değerlendirmişti. -Elbette hayır Savcı bey!Bu mümkün değil. Savcı kısa bir süre gözlerinin içine baktı.Sakinleşmiş bir hali vardı.Sonra konuşmaya başladı: -Anladım .Aslında ben de tahmin etmiştim.Bu şekilde onlarca olaya rastladım. Serbestsiniz. -Özür dilerim ama savcı bey .Arkadaşım ne olacak?

8


-Güvenlik güçlerinin onunla ilgili bir şikayeti yok. -Teşekkür ederim. Bir iki saat sonra tekrar hastaneye gitti.Bu arada arkadaşının tıp fakültesine aktarıldığını öğrendi. Her şeyi tahlil etmeye başladı Demek ki doğum yerinden ve geçmişinden dolayı bu kadar uzamıştı işi.Tahsin ise buralı olduğu için sorun olmamıştı.O bölgenin güvenlik güçleri Tahsin’i iyi tanıyor olmalıydı.Hastaneye gidip Tahsin’i ziyaret etti. Hastane odasında son derece lüks bir ranzanın hemen yanında üçlü dörtlü kaliteli prizler,onların altında pembe renkli plastikten yapılmış bir sehpa vardı.Oda maviye boyanmıştı.Karşıda son derece lüks bir televizyon bulunuyordu .Sehpanın üzerinde dünya klasikleri setinden alındığı anlaşılan kitap bulunuyordu.Odada teyp de vardı.Burası ücret ödenerek kalınabilen bir odaydı.Etrafta çiçek yoktu.Ziyaret süresi sadece yarım saatti. Tahsin,onu görünce sevinçten gözlerinin içi parladı. -Celal!Hoş geldin.Sana bir şey olmadı değil mi? -Şükür.Sen nasılsın. -Artık iyiyim doktorlar birkaç güne kadar çıkacağımı söylüyor. -Neden seni apar topar askeri hastaneden alıp fakülteye aktardılar. -Bana orda sadece ilk müdahale yapılmış sonra hemen buranın aciline sevk etmişler.Üzerimde fakülte kimliği vardı.Zannedersem seni orada tutmak istedikleri için kaldın.Yoksa beraber gelirdik. -Çok korktun mu? -Bir ara gerçekten çok korktum.Helikopter mermilerinin biri kolumu sıyırmış.Diğer mermiler nereden geldiyse silah mermisi. -Ne tuhaf olay neyse Allah’a şükür ki ikimiz de sağlam olarak kurtulacağız. Silah ve barut berbat şeylerdir.Girdikleri yerden akıl ve mantığı hatta sevgiyi alır götürürler.Biz bu tip olayları duyardık ama şimdi daha iyi anlıyorum ki kelimeler yaşadığımız anın taklidi bile değil bu yüzden gerçek her zaman kelimelerden üstün olacak. -Elbette.Düşünsene hayatımızda ilk defa çatışma görüyoruz. Ya her gün savaş ortamında bulunan insanlar ne yapacak. -Bunu bilmiyorum.Anladığım kadarıyla her şey filmlerdeki gibi olmuyor.. -Boş ver.Buralarda daha fazla oyalanma Celal, doğruca başkente git.Sana yardımcı olacak kişi Hamdi Balkaş .Onu bir şekilde bulursun.Şu anda özel üniversitelerde filolog olarak çalışıyor olmalı.Ben de tam bilmiyorum.Bir kaç üniversite değiştirdi. -Beni merak etme , şanssızlık işte, böyle oldu. -Dava açacak mısın? -Hayır çünkü olaydan sonra beni tedavi ettiler.Bana çok iyi davrandılar.Düşünmüyorum. -Tercih senin. -Ya sen. -Hayır ben de düşünmüyorum. -Ama askeri savcılık olayın peşini bırakmayacaktır. -Boş ver .Bizim suçumuz yok. -Gerisi mühim değil. “ Celal birden Cem sultanın meşhur beytini hatırladı: -Deminden beri hafızamı zorluyordum.Sebebini tam anlayamıyordum.Şimdi anlıyorum Cem Sultan’ın sağlıkla ilgili meşhur beyitini hatırladım. “Şükür kıl kim geldin Frengistana sağ Sağlığında ol kişi yedi iklime sultandır” Doğru dedi, Tahsin. -Şükür etmemiz gerek her şeye rağmen diyerek hayata sımsıkı sarılmalıyız.Yaşadığımız zorluklar mutluluklara dönüşmeli.Başka insanlar yaşamın ne kadar değerli olduğunu bizim

9


kadar bilemez .Hem bir zamanlar senin de dediğin gibi,”Cesurlar bir kez ölür korkaklar birkaç kez…”Burdan git Celal!Burası sana göre bir yer değil.Umarım iyileşirsin.Seni bir dahaki görüşümde çiçekli bir gömlek giymeni ve Cahit Sıtkı’yı okumuş bir halde gelmeni istiyorum. Cahit Sıtkı Tarancı’nın Türk Edebiyatı’nın yaşam sevgisi ve güler yüzüydü. Sıkıca sarıldılar. -Bir gün geri döneceğim.O güne kadar sakın sana bir şey olmasın yoksa küserim. -Olur. -Sen de bana söz ver araştırmanı ne pahasına olursa olsun bitirmeden ölmeyeceksin.Eğer yanlış yorumlamadıysam kendinin bile sonunu bilemediğin bir ruh yolculuğuna çıkıyorsun nice filozoflar bu yolda ömürlerini yediler.Kolaylık bekliyorsan aldanıyorsun.Zorluk bekliyorsan yine aldanıyorsun Neden deneyimlerinden bir ağ örerek işe başlamıyorsun.Bu sana başarısızlık ihtimalinde koruma sağlayacak. -Ya deneyimlerim yeterli değilse? -İşte bu , benim yabancı olduğum bir kavram.Bana göre tecrübeler yeterli. -Beni anladığını hiç sanmıyorum. Bir kısmını biliyorsun.yaşadığım onca tatsızlık sonunda asla kendimi savunacak soyut ya da somut bir gücüm olmadı.Ne yeterli bir akıl ve bilgi birikimim vardı ne de dışarıdan destek aldım.Kazandıklarımı ben kazandım.Kaybettiklerimi ise hep başkaları yüzünden kaybettim.Her zaman yalnız kaldım.Etrafımdaki insanlara dost elimi uzattığım her defasında insanların bunu kötü amaçla kullandıklarına şahit oldum.Oysa etrafımdaki insanlar beni kabullenmek istemediler.Şimdi artık yeniliğin zamanı değil mi Tahsin: -Okul yıllarında aynı düşüncede değildik ama hep iyi anlaştık .Benim her zaman dışardan desteklerim oldu. Senden her zaman daha şanslıydım.Bu kez senin şansa çok ihtiyacın var.Bir gün yaşamla yaşama son vermek arasında tercih yapmak zorunda kalırsan tercihini zordan yana kullan. Olur. Artık ayrılık vakti gelmişti. -Hakkını helal et. -Helal olsun. Sıkıca sarıldılar. O sırada Tahsin’in odasındaki Teypte Concierto De Aranjuez çalıyordu. Celal,ancak çıktığında fark edebilmişti bu enfes müziği.Klasik müziğin zevkini bu güne neden hissetmedim diye kendine bir kez daha kızdı. Fakülteden şehir merkezine giden minibüslerden birine bindi.Bozuk parası olmadığı için 50 lira verdi.Ama üç defa paranın üstünü istediği halde geri alamadı.On ,on iki yaşlarındaki muavin cin gibiydi.Yapmaya çalıştığı paranın üstünü almayı unutturmaktı.Bu kez kızgın bir ses tonuyla isteyince muavin vermek zorunda kaldı. Paranın satın alan ,gücünün değerinden fazla veya eksik yorumu yapan herkes bu hayattan mağduriyetle ayrılmıştı.Kutsal kitapların “o gün” dediği günün bir an önce gelse ne iyi olur ,diye düşünmekten kendini alamadı.Çocuklarına bile sahteciliği öğreten bir toplum… Minibüsten inince lokanta önlerinde kedi kovalayan çocuklara tuhaf tuhaf baktı.Herhalde oynuyorlardır,diye düşündü. Onun tuhaf bakışlarından durumu anlayan köşedeki ayrancı kurnazca yanaşarak onunla kırk yıllık dostmuş gibi sohbet etmeye başladı: -Ağabey onlar bu kedileri mahallenin içine kadar kovalarlar yakalarlarsa ciğercilere satarlar.. -Nasıl olur? -Ağabey ne sor ne ben söyleyim.Ayran ikram edeyim abey. -Hadi ver bakalım. İçinden bunun kınanamayacağını anladı.Çünkü aç insanlar mantıklarını ve bir süre sonra vicdanlarını unuturdu. Birkaç adım ileri gittiğinde bu kez 17-18 yaşlarında iki kişi birbirlerine ağza alınmayacak şekilde küfür ediyor, saat pazarlığı yapıyordu.O esnada biri Celal’e yanaşarak abi saatini çıkar ve de ki gel değiştirelim. Celal pazarlık yapılan saate baktı son derece lüks

10


görünüyordu oysa kendi saati çok adiydi.Öyleyse neden kendisini de bu pazarlığa davet etmişlerdi? Ortada muhteşem bir tiyatro sahnesi vardı.Üstelik inandırıcı kılmak için birbirlerine ağza alınmayacak küfür ediyorlardı. Biraz ilerde ise benzerini ancak karikatürlerde görebileceği ya da komedi romanlarında okuyabileceği bir durum vardı.Meşhur üç kağıtçılar, bunlardı.Ta Tom Sawyer’ın maceralarında bile Üç kağıtçı Campel vardı..Ama dünyada bu kadar sırt varken kimseye binme, denilemezdi. Orta yaşlı,köylü görünümünde birisi yanaştı ve oynamak istedi on lira koyarak karayı buldu.Kısa süre sonra yüz liraya çıktı.Parayı koyan adam müthiş kazanıyordu. Kalabalıktan birisi kağıdı almış köşesini kıvırıyordu.Celale bakarak abi bak nasıl kazanacağım şimdi ,diyordu.Gerçekten kazanıyordu. Ortada iyi bir senaryo vardı.Köşe kıvırma işi de oturan ,başlamadan diğer iki kağıdın da köşesini kıvırıyor.Böylece oynayan tek kağıdı kıvrılmış sanırken üç kağıt kıvrılmış oluyordu.Sonra içinden yazıklar olsun dedi.Selahaddin-i Eyyübi’nin diyarında kumar,kol geziyordu..Hep acımıştı bu insanlara… Zavallılar , dedi..Dürüstlüğü ilke edinen, savaşırken bile mertçe savaşan düşmanlığı bile bir başka olan bu milletin torunları acınacak haldeydi..Hiç bir Anadolu şehrinde görülemeyecek olan bu manzara maalesef en merkezi yerlerde herkesin gözü önünde cereyan ediyordu… Sonra garaj minibüslerine binip uzaklaştı.Her taraf toz toprak,çamur içindeydi.Şehrin göbeğine dökülen çöpler,pis havuzlarda yüzen çocuklar,kurutulan çam ağaçları,berbat olmuş çimleri ile tam bir orta dünya şehriydi.Eğer adına yaşam denirse, yaşıyorlardı. Cehaletin ,ezen ama ezdiğini belli etmeyen bir yönü vardı.Bu insanlar ne zaman memleketlerini eleştiren birini görseler.Olayı hemen siyasi yöne çeker ve mazeret bulurlardı.Oynamasını bilmeyen kız yerim dar dermiş.Yerini genişletmişler yenim dar demiş, atasözü tam bu durum için söylenecek sözdü.Üstelik yapmak isteyen bir yol bulur,yapmak istemeyen mazeret bulurdu.Şimdi temizliğin illa da kitabı mı olmalıydı.Acaba atalar uyansa bu şehrin berbat halini görse ne derdi.İlerleyiş dediğiniz bu muydu, derlerdi. Sonra üniversitede buralı olan arkadaşlarını düşündü.Tümü akıllı zeki insanlardı .ilk öğrendikleri şey kendi kültürlerine küfür etmekti.İkinci öğrendikleri seçkin elmaslar okyanusuna iftira atmaktı.Sonrakiler de Sasani şahı Kuvat’ın insanlık tarihinde ilk defa uyguladığı ortak kullanım yasasıydı.Bir de Tanrı adına kan dökenler vardı …Cinayet işlemek isteyen insanlar her zaman kendilerine din ya da düşünce kalkanını uydurmuştu.Tarih bunun örnekleriyle doluydu. Hepsinin ortak özelliği eleştiriyi sevmemeleriydi.Tahsin de o şehirden olmasına rağmen bambaşkaydı.Oysa eleştiriyi sevmeyen bir arpa boyu yol alamazdı.Bunlar mezun olduktan sonra da aynı bölgeye atanıyordu.Böylece yanlışlık nesiller boyu devam ediyordu.Bu insanların asla merak etmediği bir gerçek daha vardı:Aydınlanmayan,aydınlatamazdı. Otogara ulaştığında dört beş kişi aynı anda koluna sarıldılar.. “Nereye,nereye,Samsun ,Bursa,İstanbul “ Tümünün yüzünde rezalet bedeni yakınlaşmalardan kalan izler vardı.Şehirde yenilmeyen etten, alıp yiyen sonra da Tanrı’ya küfür ede ede lanet yiyen iğrençliğin tüm izleri vardı.Pek çok otogarda görülebilen bu manzara burada başka kötü göründü gözüne. Bu adamlardan kurtulmanın tek çaresi bir ilçe adı söylemekti.Tabelalardan hatırladığı kadarıyla bir ilçe söyledi ve kurtuldu. Bu şehrin neresine gidilse ayrı bir rezalet yaşanıyor olmalıydı. Otobüse bindiğinde çok sevinçliydi.Bu şehirde yaşayan tüm insanlara Tanrı yardımcı olsun …diye düşündü.İnanmadıkları, peygamberine bile hakaret etmekten çekinmedikleri bir Tanrı ne kadar yardım edecekse… Ali Baba Kırk Haramiler ve Oğulları! dinlenme tesislerindeki çay ocağında bir çay içti. Yolculuğun sonuna kadar da karnını tutmak zorunda kaldı.Sabahın erken saatlerinde

11


başkent otogarına ulaştı. Sabah dokuz dolayında üniversiteye uğradığında kendisini bekleyen olayların farkında gibiydi.Tarif edemediği bir belirsizlik canını sıkıyordu.Kampüse giden minibüste kendini kınadı.Ne arıyordu ve onu huzursuz eden şey neydi?Bu rahatsızlıktan sonra şehre dönmeye karar verdi.Minibüsten inince karşı duraktaki şehir minibüslerine bindi.Durakta bekleşen öğrenciler tuhaf tuhaf baktılar ona.Sebebini tam bilemiyordu.Bir süre para olduğunu düşündü ama yeterli parası vardı. Uzun süreden beri önce başında bir şeyler başlıyordu.Sonra ayaklarına, beline doğru gidiyor kalp bölgesinde basınç uyguluyor bazen tüm aklını yitirmiş gibi oluyordu..Böylesi zamanlarda ülseri azar ,midesinde çok fazla ağrı başlardı.Artık ülser ve stresle ayrılmaz ikili olmuşlardı.Sorun o kadar zor bir sorundu ki anlayamıyordu.Dahası tedavi olmak istemiyordu. Hemen şehre inip kalacağı öğretmenevine gitti.. Akşam internet merkezlerinden birine uğrayıp Tahsin’in verdiği hocanın adını araştırdı.Bir kaç dakika sonra hocanın üniversitesini buldu.Sonraki gün telefon açıp sekreterinden iki gün sonra için randevu aldı. Aradaki iki gün boyunca odasından zorunlu ihtiyaçları hariç çıkmadı.Odayı tek başına kiralamıştı.Balkonundan etrafı seyrediyor.Bazen ağlıyor,bazen çaresizce çırpınıyordu.Kafasında bir cümle bitmeden öbürü başlıyordu.Bitmeyen düşünceleri,projeler sadece canını sıkıyordu.İki gün boyunca kaldığı binanın dışına çıkmadı.Gece uyuyamadığı halde sabah kalktığında uykusuzluk çekmiyordu.Sebebini çözmeye çalıştıkça girdaba giren ve çırpınmaya çalışan bir insanı andırıyordu. Bu üniversitenin her yanı cennet gibiydi.İnsan eli ulaştığı yerlerin bir kısmını bozuyordu ancak çoğunlukla mamur hale getiriyordu. İnsanın yaşamadığı ya da terk ettiği yer harabe haline geliyordu.Fazla vakit kaybetmeden aradığı öğretim görevlisini , Hamdi Balkaş hocayı, buldu.Önünü ilikleyerek hocanın huzuruna çıktı. Gelme sebebini söyledi . Tahsin’in adını zikretti..Celal ,hocayı dışarıya yemek yemeye davet etti.Hoca,yaklaşan yemek vaktini de dikkate alarak teklifi kabul etti. Önce yemek yediler ardından birbirlerini daha fazla tanımaya çalıştılar.Celal,bu tip zamanlarda kendini kapalı tutmamayı iyi becerirdi.Sıcak tebessümleri,samimiyetini kanıtlayan bir tavrı ile hocanın gönlünü kısa zamanda fethetti.Yılların tecrübesi karşısındaki insanı bir çırpıda tanımladı ve niteledi. Balkaş Hoca’nın ilk sorusu : Bu işi başaracağına inanıp inanmadığı idi.Celal ,cevap verdi: -Çok eski kitabelerden birinde şöyle bir yazı okumuştum:”Mümkün ,üstündeki imkan tozunu silkeledi mi,olmaza, ulaşır”.Bende ,olmazı bulmaya geldim.Çoğu insanın bu tip durumlarda “bana ne ,sana ne” cümlelerini kullanacaklarını biliyorum.Yine biliyorum ki nice insanın kurtuluşu “Bana ne” dediği bir şeyde olabilir.Üstümdeki tozları silkelemeye geldim. Daylam ve Tamalkiyalılarla ilgili ne kadar bilginiz var ? Mani’nin bunlarla bağlantısı neydi sizce? Celal: - Eski bir kitaptan Subartu ve Mitanni adlı iki milletin kayıp olduğunu ve son Part kralı Parid’in kayıp mektuplarının dedikodusu var.Bir de Mani ile ilgili azıcık bilgi.Mani ile ilgili bilgilerin Son Part kralı Parid’in mektubunda yer aldığını duydum ve öyle olduğuna inanıyorum. -Merak iyi bir duygu değildir.Neden bu kadar meraklısın? -Pek çok şeyimi yitirdim.Bari merakım kalsın sayın hocam. Bu konuda sizinle farklı düşünüyorum.Merak olmasaydı insanlığın tarihinde çığır açan hiçbir buluş gerçekleştirilemezdi. Gerçi sıradan insanlar merakı hoş görmez ama Einstein’in ,merak ruhun çekirdeğidir sözü,kutsal merak duygusunu asla yitirmeyin ben yitirmediğim için faydalı oldum sözü ,Graham Swift’in insan merakını yitirdiği anda ölür sözü…Samuel Johnson merak yüzünden yaşadığım zorluk ve acılar geçicidir.Merak çalışan zihnin kalıcı bir özelliğidir,demişti.

12


Daha devam etmemi ister misiniz? Zaten hocanın da amacı sadece onunla ilgili ön izlenimlerini doğrulamaktı. -Kafi. -Peki ,Celal Bey,Subartularla ilgili ne kadar bilginiz var. -Evet .Okumuştum. -Nerden? -Eskicilerden aldığım bir kitaptan. -Elinizde kaç kitap var?Bu konuyla ilgili -Bir tane efendim. -Ya onca araştırma sonucunda Kral Parid'in yaşamadığını öğrenirsen ne olur? Ya da Mani’nin yaşamadığını …Ya da mektubun olmadığını…. -Zannedersem sonuca değil geçen sürece bakmak gerekir .İyi ve kaliteli bir süreç kötü bir sonucu telafi edecek güçtedir.Düşünsenize Swami Rama Himalaya’larda hakikati ararken bulamayacağını düşünseydi bulur muydu? -Anladım delikanlı .Gelelim bilginin karşılığına: Hiçbir bilgiyi karşılıksız vermem.Ödeyebilecek misin? -Elimden geldiği kadar. -O zaman anlaştık. Sekreterimden tam günlük bir randevu al.Şu anda konuşamam.Ayrıca ücretin bir kısmını teslim et. -Olur ,efendim. Para istemesine rağmen Celal hiç alınmadı.Dünyada karşılıksız elde edilen bir bilginin kıymeti yoktu,olamazdı.Fedakarlık maddi boyutla başlıyordu. Sekreterin verdiği tarih sadece beş gün sonraydı.Buluşma yeri bu şehrin en güzel parkıydı.Yapay bir denize dönüştürülen bir ortam olarak yarı cennet yarı cehennem bir görüntüsü vardı.Ama bu şehirde insan eli hep güzellikler ortaya çıkarmıştı.Beş gün sonra buluştular.Parktan ayrılarak kale tarafındaki yola doğru gittiler.Uzun bir yoldan sonra bahçeler içindeki bir lokantaya geldiler. Oturur oturmaz onun fiziksel özelliklerine dikkat etti. Önce Balkaş Hoca başladı.İnce sakalı geniş yüzü ve küçük denebilecek bir çenesi vardı.Yüzünde ciddiyet,tebessüm karışımı bir ruh hali vardı. Celal’in niyetinden emin olmak istiyordu.Karşısındakini farkında olmadan öğrencisi kabul ediyordu.Soruları da sınav sorularına benziyordu. Celal,bu ruhsal davranışa karşı koymadı.Öğretmenlerin gittikleri her yerde bir şeyler öğretmek isteyen öğretici edasını terk etmeleri son derece zordur.Hele bu tavırlarına lisan-ı hal ile de olsa karşı koyan biri olursa biraz da istemeden alınma ihtimalleri vardır. -Ne arıyorsun Celal?Kendini mi,yoksa bu coğrafyada aborjinler ya da Kızılderililerin ulaştığı ruhsal seviyeye ulaşan bir topluluk mu ? İnsanlar her zaman bir şeyler söyler ama asıl söylenmek istenen bunun arkasında gizledikleridir.Görev yaptığım kuruma hakkımla girdiğimi belirteyim. Beni sakın televizyonda gördüklerinle karıştırma! -Ben saldırmadım ki kendinizi savunuyorsunuz. -Belki evet.Bunca yıldan sonra beni bitkisel hayata sürükleyen tüm öğretilerin, hep toplumu yönlendirmeye çalışan ama kendi sıkıntıda yüzen sahte ideologların bana anlatmadıklarını arıyorum.Bana vaaz verecek birini aramıyorum.Benim zihnimi çalıştıracak ruhumu etkileyecek bir bilgi. -Anladım.Yalnız anlatacaklarım fazla bilimsel.Biz, bilim adamı olarak beynin bilinç bölgesinin dışındaki bölgeleriyle ilgilenmeyiz.Belki bu bir eksikliktir.Ama bizim için gereklilik. Burası son derece lükstü.Her eşyanın gerisinde sakladığı enerjisine rağmen Celal’in etraftaki eşyalara çok aldırdığı söylenemezdi. Bir sürü not çıkardı.Çok tatlı bir rüzgar ,hoca sözlerine başlamadan esmeye başlayınca Celal bunu olumlu bir işaret olarak algıladı. -Evet,evlat gelelim asıl konuya.Mana’ya hatta Paridya’ya uzanmak için Tamalkiya kelimesinden başlayalım.

13


-Diller konusundaki yasaklar kalkmadan önce bu bilgileri toplamıştık.Zaten artık her şey serbest.Senin de bildiğin gibi… Tamalki,Tamalkiya,Daylam,Elam,Delem,Zaza,Sorani,Azzaniler,Simila,sim, Tir,Sanasar,Huldi,Dolomi kelimeleri Gordiyalıların Zaza dediği halkın diğer kavimler tarafından verilen değişik isimleri.Biliyorsun ki telaffuzlar dilden dile göre değişir.Önce tüm bu kelimeleri inceleyelim. Bu arada Celal gazetecilerin kullandığı küçük teyplerden birini çıkardı. Ve kaydetme düğmesine bastı. Balkaş hoca,sakin bir tonla bu davranışını pek de önemsemeden anlatmaya başladı: Aslında Nuh tufanından sonra bu bölgedeki insanların çoğunun Nuh’un üç oğlundan büyüğü olduğu söylenen Sim’in soyundan türediği şeklinde düşünceler mevcut ki bunlar son derece mantıklı. -The Camb. Anc. History’de verilen bilgilere göre Zaziya adlı Hurri kralı ünlü Babil kralı Hammurabi’nin çağdaşıydı. Turukkular’la anlaşmazlığı çözmek için Hammurabi bile onunla ittifak kurmaya çabalar.ilk karşılaştığımız yer burası. El Biruni, Eba Müslim zamanında Nişabur civarında Zuzan adında bir yerleşmeden bahseder. Horasan, Kuhistan ve Kirman dolaylarında Zaza adını çağrıştıran çok sayıda yer adıyla karşılaşıyoruz. Bu da bu coğrafya ile yakın bağları olduğunu kanıtlıyor. -Mark Sykes, The Caliph’s Last Heritage adlı kitabında Dicle ile Palu arasındaki Zazaların yoğunlukla yaşadığı bölgede karşılaştığı Tiriki aşiretinden söz eder.Bu durumda karşımıza Hurri’lerin Tamalkiya’nın atası olma ihtimali çıkar. Za ve Zaza sözcüklerini sık sık benzer manada tapınaklarla ilgili adlarda görüyoruz. Sin tapınakları örneğine bakılırsa Sin ( Zuen) adı da bazen tapınak anlamı taşıyor. Kısacası, Za (Zaza) ve Sin adları birbirinin yerini alan ve tanrı, tapınak, ululuk, tanrı adamı, yücelik,arınma, temizlenme gibi anlamlar taşıyan sözcükler olabilirler.Burada belki bu halkın aydınlarının bile keşfedemediği ruhsal bir özellik var. II. Hitit kralı Hattusilis I ,Pankuş adı verilen Hitit meclisi tutanaklarında 1620 yılında oğluna şöyle seslenir: “ …Ne Hemmuvalı biri, ne de Tamalkiyalılar, ne de gerçekte ülkenin halkı konuşacaktır(anlaşma anlamında) -Bu arada sen nereliydin? -Malatyalı efendim? -Siz saydığım isimlerden hangisini kullanıyorsunuz. -Dımıli -Ne hazin… kayıp bir halk kayıp bir kişiliktir.Kimsenin kendi kimliğini ifade etmesine engel olunmamalı.Özgür,ilerlemiş ülkeler böyle yapıyor.Darende’de yapılan kazıları duydun mu Hayır? Belçikalı arkeologlardan birinin yaptığı kazıda bulunan yazıtlara göre; Dımıli kelimesiTamalkiya adı ‘Timilkia’ olarak verilir Yazıtta geçen Tamalkiya/Timilkia, bence Dımıli adıyla ilişkili olup Dımılkiye anlamı verebilir. Bu kavramın Dımıli sözcüğüyle ilişkili olduğu varsayılırsa, Dımıliler’in Anadolu’da en azından M.Ö. 17. Yüzyıldan beri var olduklarına inanmak gerekir. -Ne düşünüyorsun diye sordu Celal’e . -Ne diyeyim hocam bu bilgilerin kime zararlı olacağını düşünüyorum? -Boş ver geçmişe yanma.Nihayetinde buldun işte. - Minorsky ise farklı düşünüyor ama onun bilgileri daha sağlam görünüyor.O,Daylam kelimesinden yola çıkıyor.Glan düzlükleri güneyde El-bruz sıra dağlarına dayanmaktadır. Burada yarım-ay şeklini alan bu ikinci kesimin doğudaki boynuzu Hazar Denizi'ne yaklaşır . Batıdan doğuya doğru akmakta olan nehir vadiye girmeden, , Şah-ruf’a katılır ve çoğalan nehir Teleken bölgesinde doğudan batıya doğru akarak El-bruz dağlarının güney eteklerini dolanır.

14


Bu arada Heredot’un eserinde bu bölgeyle ilgili kelimelerin bir kısmının Asya kökeni vardır.Bu durum ---geçmiş kasıtlı tavır olmasa-Med devletindeki Turani unsur belki tespit edilir. Med devletinde Azdidahak ,Zahak’ın Med kralı Astyages olduğu ya da olabileceği şeklindeki görüş bulunmaktadır. William Jones’e göre Kava destanındaki Astyages’i deviren Kurus(Cyrus)’a tekabül eder. Kurus, küçük olan tüm halkları birleştirerek Dahak’ı devirir.Doğuda anlatıldığı gibi yılan hikayesi sadece uydurmadır.Ancak küçük toplulukların beklemediği bir olay oldu ki bu Pers hakimiyetiydi.Büyük İskender ile Darius arasındaki savaş ise Persler için tam bir hezimet oldu. Büyük İskender bir hastalıktan dolayı 33 yaşında iken öldü.Komutanları, topraklarını kendi arasında paylaştılar.Babil topraklarını Selekus(Selevkos,Selukid)Anadolu’yu Antigonus,Mısır’ı Batlamyus (Ptolemy),Makedonya’yı Antipater alarak tahta geçti.Selekus, Babil topraklarını genişletti.Şehirler kurdurdu.Bu coğrafyada ikinci kez ırk ve din hakimiyetine dayanmayan bir egemenlikti.Ancak bu coğrafyada gelişen yeni güç Partlar 183 yıl süren Selekus hakimiyetini sona erdirdi. Part’lar kendi devletlerini adeta yoktan var ettiler.En önemli özellikleri sürekli başkentlerini değiştirmeleri idi. Urartular Van gölü ve çevresinde yaşayan Hurri aşiretleri tarafından kuruldu. Bu millet Asur akınlarına karşı direnmeye çalıştı.Bu direniş Urartu’ların kuruluşu ile sona erdi Van Kalesi’nde hala okunabilen tablette Bu halkın kendi kendisine baş tanrısının adıyla( Haldi,Halde Chalib)hitap eder.Onlara Urartu diyenler Asuri'lerdi. Urartu kralı Menua Palu’ya (Shebeteria) kadar ki toprakları fetheder.Diğer tarafta ise Ninova’ya kadarki toprakları alır.İlginç olan diğer bir unsur ise bugün Daylamın yaşadığı yerlerin Urartularla doğrudan bağlantısının olması. Böylece Huldiler ya da Haldiler(Hurri kelimesinden bozma.) Urartu prensi Rusa’nın ölümüyle başsız kalır.Aşiretler arasındaki ittifak biter ve dağlara sığınırlar.Diyarbakır’da Lice ,Dicle,Siverek’e kadar olan yerlere Harput ve Erzurum'a ,Hınıs ve civarına yerleştiler. İskender’in komutanları onun varisi olmak adına çok uğraştılar ancak başaramadılar.Gerçi teorik anlamda onun fikirlerini taşıyorlardı.Ancak yine de uygulama da görülen sıkıntılar bir süre sonra onları yıkılışa götürdü.Tabi buna biraz önce dediğim gibi Partların olağanüstü direnişini de eklemek gerek. Ünlü komutanı Ptolemy’nin(Batlamyus) düştüğü dipnotta şöyle bir yorumda bulunur: “Öyle görünüyor ki, Elimler Pers Körfezi’ne ve Delem adı verilen limana kendi adlarını verdiler, buralarda adlarını bıraktılar’’ W. Falconer, bu notunda Delem adının Elim (Elam)’lerin adından geldiğini söylüyor.

15


Daylam’da Tanrı’ya Homa denir. Umman adlı Elam tanrısını hatırlatır .Şöyle ki sesli bir harf olan “u” ve “o” eski dönemde tek harfti biz bunu “u” diye okuyoruz.Ama Elam dilinde telaffuzun yazılıştan farklı olabileceğini de düşünüyorum.. M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve “Varto Tarihi” adlı kitabında Doğu Anadolu’daki aşiretlerin neredeyse yarısı kadarının “Biz Halide’yiz” dediklerini söylüyor ve “Zazalar kendilerini Gordiyalı değil, en çok Halidi (...) sanmıştır” diye ekliyor. O’nun görüşüne göre buradaki Halidi sözcüğü aslında antik Haldi (Halti) halkına referanstır ve Zaza halkı gerçekten de Haldi’dir; ama Zaza şeyh ve ağaları İslam’ı kabul edince bu adı maksatlı olarak Arap generali Halit bin Velid’in adındaki Halit’le ilişkilendirdiler. Kim bilir?Belki bu nedenle Halit ismi bu coğrafyada yaygın bir isimdir. Tamalki halkının geçmişiyle ilgili bir rivayet daha var: Thomas Artsruni, History Of The House Of Artsrunik adlı eserinde Sason Krallığı’nda M.S. 852 yılında Abbasiler’e karşı patlak veren bir isyanı anlatır.Ve bu insanları tanıtır..Orada Aborijin’lerin yaşadığı hayata benzeyen bir hayat tarzları olduğunu belirtir: “Onlar, derin vadilerde, sık ormanlarda, dağların uçurumlarında ve zirvelerinde yaşıyorlar. Evleri birbirinden o kadar uzaktır ki, bağırsalar kendilerini duyuramazlar. Birbirlerinden uzak ve kopuk yaşadıkları ve çok seyrek buluştukları için, onların yarısı kendi anadillerini yitiriyorlar. Birbirlerinden o denli kopukturlar ki, kendi aralarında anlaşmak için bile tercümana ihtiyaç duydukları olur...Ayakkabı olarak keçi derisinden yapılmış bir çeşit bot giyerler…Sadık insanlardır. Düşman onların toprağına vardığında bu dağın halkı kendi prenslerine yardım etmek için birleşirler. Çok kar düştüğü için ayaklarını halka gibi saran tahtadan ayakkabılar keşfetmişler. Bu sayede karın üstünde kuru topraktaki gibi kolayca koşarlar.Onlar kendi içlerinde kötü ruhlardan kimsenin bulunmadığına inanırlardı.Onlar taşların üzerinde güneşin batışından önce sessizce saatlerce otururdu.Ağaçların ve bitkilerin ruhları olduğuna inanırlardı.Çoğu,uzun ömürlü olurdu. Başka kitabeden şu notlar alınmış: Part kralı Priapatius , geride Ferat (Phraates) ve Mithradates adlarında iki oğul bıraktı. Mithradates (Mihra-verdi, Allahverdi) adı, tanrı Mithra’nın adından gelmedir. .Önündeki pek çok toprağı ilhak etti.Daha sonra Elymais’i ve Medya’yı istila etti .Medya’nın zaptı ile Mezopotamya kapıları da Partlar’a açılmış oluyordu Ancak bir süre sonra ,Roma İmparatorluğu ile karşı karşıya geldiler . O dönemlerde Roma kralı zamanın meşhur diktatörü, Sezar'dı.Romalılar Part yönetimini devirmek için çok savaştılar.Yine de Part devleti komutan I.Suren’in de çabasıyla uzun süre ayakta kalmayı başardı. Ne yazık ki bu anlaşmadan sonra doğunun yüz akı Paridya üç Roma istilasıyla iyice zayıfladı. Göçebe özelliklerine uygun olarak başkentlerini birkaç kez değiştirdiler. Nisa,Arsak,Dara,Asaak bunlardan bir kaçıdır.Ancak bu konuyla ilgili o dönem Romasında bulunan bir part hikayesi tüm dikkatleri üzerine çekti. Bir kısmı da kayıp olan bu hikaye senin istediğin bilgilerin büyük kısmını içeriyor.

Celal yorulmuştu.Saatler geçmiş.Güzel anlarda hemen eriyen zaman bir kez daha çabucak geçmişti.Hesabı ödeyip ayrıldıklarında Celal son derece tatlı bir yorgunluk yaşıyordu… “Hocam sayenizde merakın ne kadar önemli bir duygu olduğunu bir kez daha anladım. Biraz yürüdükten sonra öğretmen evinin bahçesindeki lokantanın çay içilen bölümüne geçtiler. Hocam çok merak ettim bu hikayeyi bana bir an önce okusanız. -Tabi. -Sonra kral beyaz elbisesiyle halkın önüne çıktı ve konuştuğunda söylediklerini yazmamı istedi: El-bruz halkı sizlere aile olarak ömrümüzü verdik.Babam uğrunuzda can verdi.Annem yiğit çocuklar doğurduktan sonra canından oldu.Uzun yıllardır diğer devletlerin akınlarına direndik .Bu topraklar bizim. Romalılar , Seluki’ler bize karşı savaştılar . Biz anladık ki artık

16


şehirlerde yaşamanın imkanı yok. Orduların çıkamayacağı yerlere gidelim.Savaşın sonu yok.Roma yorulmuyor. Kadınlarımız ve çocuklarımız güvende olur.Şehrin tozundan uzak durur .Biz onları koruyan,gizleyen mağara ve kaleler yapalım . Halkın arasından birisi çıkarak seslendi. -Diyelim ki gittik .Dağlarda nasıl geçineceğiz . -Kral bu soruyu soranın aşiretini tanıyordu.Ama kızmadı. -Dostlarım !Gözlerim görmeyecek sizlerin öldüğünü benim halkımın çocukları dağlarda oynayacak .Şehirlerde artık hayatın bir parçası olan düşman akınlarının kurbanı olmayacak.Dağlar cömerttir dostlarım.Onlar bize Tanrı Mitra’nın,Nisroch’un kutsal armağanı .Biz oralarda eğitim yapacağız.Bize saldıran Roma ve Selukidlere cevap vereceğiz .Atalarımızın bıraktığı madenleri işleteceğiz.Ordunun Parthavalı komutanı meşhur II.Suren söz istedi. -Kralım ben bir askerim sizin emrinizdeyim..Fakat bir ordu için kaçmak olur şey değildir.Babam bana savaşlardan kaçmayı korkaklık olarak öğretti.Bunu bir kere daha düşünseniz. Kral her zamanki olgunluğuyla peki Suren (II) sen bilirsin ,dedi kırgınca. Benimle olanlar bu tarafa geçsin Arsak Dara ve Nisa şehirleri kumandanın safına geçti.Kralın safında sadece Daylam boyu(Elamitler)Suvari’lerden Tunguz’un askerleri kaldı.Ordudaki askerler kumandanlarının safında yer almıştı. Kral: -Ey ayağındaki çarıktan başındaki puşisine kadar benim eserim olan ordu!Siz , tarla ekerdiniz ,fakirdiniz,çoğunuzun babasını Romalılardan satın aldım ve onları özgür kıldım.Bana ihanet edenleri,düşmana boyun eğenleri bağışladım. Sizlere Mısır’dan bilim adamları,öğretmenler getirmedim mi?Çocuklarınızı Roma’ya gönderip eğitmedim mi?Siz saat nedir bilmezdiniz.Okuma yazmanız yoktu biz öğretmedik mi?Sevenleri ben kavuşturmadım mı?Babam hepinize bir özgür gibi davranmadı mı?Hepiniz kendinizi ateşe atıyorsunuz.Bu toprakların altını,yakacağı ,geliri boldur.Hangi millet büyürse bu toprakları almaya çalışıyor.Siz savaşmayı seçiyorsunuz.Cesursunuz ama cesaretiniz sizi ölüme götürecek .Bazen cesaret ölümcüldür.Bunları bilmiyor musunuz? Peki, yarın sizler öldüğünüzde ne olarak anılacaksınız.Sizi birey yapan,insan yapan kralınızı terk eden insanlar olarak… Herkes heykel kesilmişti.Kral halkının göz göre göre ölüme gittiğini görmekten mahzundu.Hizmetçilerinden beyaz giysilerini getirmelerini istedi. Kral’ın gözü yaşlıydı.Koca Paridya ülkesinden sadece birkaç bin kişilik birlikler kalmıştı. -Artık yorgunluğu atmak istiyorum.Savaşmaktan yoruldum.Kan görmekten bıktım.Yetiştirdiğim evlatlarımın esir olduğunu görmekten bıktım.Artık içime eğilmek istiyorum.Toprak kana doysun . .Siz bu günün acısını yüzyıllar sonra çekeceksiniz… -İşlediğiniz bu günahlar Tanrı Nisroch tarafından cezalandırılacak .Bir gün Manna’yı bulacağız.Çünkü biz barış için dağlara çekiliyoruz.Siz ise para ve kan için şehirlerde kalıyorsunuz. Hazırlananın ,dedi. Herkes donakalmıştı. Daylamiler bir yerden gittikleri zaman evlerini yakarlardı ama bahçelere zarar vermezdi.Ertesi gün herkesin içinde bir burukluk vardı.Böylece her şeylerini yitiren Paridya yok oluşuna doğru yaylalara doğru yola koyuldu. Uzun yıllar süren Part Uygarlığının birliği sona ermiş oluyordu.Kendisinden yüzyıllar sonra gelecek torunlarına sadece hayatta kalma ve Daylamice’yi bırakmak üzere yola çıkıyorlardı. Bizanslılardan ayrılıp Partlara katılan ve Sanasar’ın soyundan olanlar sevinçliydi.Bu günden sonra artık Mana beklenmeyecekti.Bu insanların ayrılığı Part adının bile yok olacağı anlamına geliyordu. Ayrılığın son göstergesi Sim dağındaki büyük kayalıkta yer alan odunlar ateşe verildi.Bunun anlamı şuydu:Bundan böyle tek kavim yoktu.Yeni bir kavim vardı.Kralın taraftarları Alan dağına yerleşti.Burası kurak ve ıssız bir yerdi.Kral halkını toplayarak Atropatene (Azerbaycan)bölgesinden getirilen ağaçları ekmesini istedi.Burayı Bizans ailelerinden iki katır yükü altınla almıştı. Tüm hazırlığı yapmıştı baharda burası yemyeşil olacaktı.Gerçi Sasani ordusunun onları takip

17


edeceği düşünülmüştü.Ancak kilometrelerce gidilen yollarda tek Pers-Sasani askerine rastlanmadı.Bu, Parid’e umut olmuş dağlara bayrak çekilmeden yaşanabileceğini düşündürmüştü.İçinde ise büyük bir endişe vardı. Kral Parid, son derece görkemli bir törenle ev yapımına başlanmasını istedi.Kahin ve büyücülerini çağırarak bilgi istedi.Zira bütün ağaçlar özel olarak hazırlanmıştı...Bütün ağaçlar Tanrı Nisroch ve Mithra adına dikildi. Birkaç gün sonra Roma tüccarları bölgeye at ve yiyecek getirdi.Kral Roma'ya haber göndererek yardım istedi çünkü pek çok bilge ve öğretmen hastalanmıştı.Ilık ve sıcak yerlere alışanlar. Glan dağında titriyordu adeta.O sıralarda gelişen Sasani devletinin yayılması Büyük tehlike olacaktı.Hekimler krala yapılan evlerin sağlıksız olduğunu söylediler.Bunun üzerine Lazica bölgesinden ahşaplar getirildi. Ama ahşaplar ağır kış şartlarına dayanamadı.Böylelikle bir sonraki kış ahşap ve toprak karışımı yeni evler yapılma kararı alındı. Kışın bitimine doğru Parid’in endişeleri doğru çıktı: Sasanilere bağlı Orontid,Justani,Alid ve Artiax ırklarının askerleri kısa bir süre sonra Glan dağlarına doğru sefere çıktı. Sasani birlikleri setler kurarak dağ tarafından gelen ok ve taş yağmurlarına karşı koyabiliyorlardı.İki ordunun Glan ovasında karşı karşıya geleceği söylentisi çıktı.Roma imparatoru olacaklar için sevinçten uçacaktı..Arap şeyhleri ve Asur beyleri de onlara katıldı.böylece Glan dağının zirvelerinde geçici bir kent kuruldu.Herkes Elamid’lerin yenilgisini bekliyordu. Sadece birkaç bin süvarisi vardı Parid'in .Oysa Sasaniler, yüz bin kişilik orduyu hazırlatmıştı.Persiya bölgesi kralının ve çılgın Urduların yardımıyla demir levhalar yaptırılmıştı.Levhalar oldukça geniş ve uzundu.Uzaktan atılacak ok ve mızraklara son derece dayanıklıydı. Sasani ordusunun komutanı Nachoragan’ın bir günde 500 savaşçıyı tek başına yendiği söyleniyordu. Sasani tarafında bir ay süresince tüm hazırlıklar yapıldı .Gıda ve ek zırhlar da hazırlanmıştı.. Sasaniler o zamanlar sarayda bilinen bir din benimsememişti. Zerdüşt’ün öğretileri henüz halka yayılmamıştı.Ama Saray halkı arasında Zerdüşt’ün taraftarları gittikçe artıyordu. Karşı tarafta ise hazırlıklar bitmek üzereydi.Zaten Parid’in ordusu sadece üç günde imparatorluk savaşlarına hazır olurdu..Parid’in ordusu zırh giymeme kararı aldı. Kral Parid ordusunu topladı.Ve askerlerin komutanlarından nasıl bir savaş yapılması gerektiğini sordu.Oylamayla en iyi teklif kabul edildi.Savaştan bir gün önce iki kral görüşecek,savaşın şartlarını belirleyecekti.Tarafsız gözlemcilerin de bulunduğu bu tür savaşlarda mutlaka anlaşma yapılırdı.Nadir de olsa bu anlaşmalara uymayanlar olurdu.Nachoragan yanındaki dev on savaşçıyı alarak Paridis’le görüşmeye gitti. Nachoragan’ın atı bile zırhlıydı .Uzun boyu ve uzun etekleriyle ,zırhı ile zebaniyi andırıyordu.Diğer tarafta Paridis ise Asyanın süvarileri ve Berberi atlılarıyla geldi. Nachoragan yiğit, korkusuz ve kararlıydı. Küçük arslanı ezecek bir fil gibiydi.Parid , ise duygusal, korkulu ve yılgındı. Savaş istemiyordu.Henüz 40 yaşındaydı ama onu gören 60 yaşında sanırdı.Tek isteği kavmini yaşatmaktı.Savaşı çoktan kaybettiğine inanmıştı. Karşı karşıya geldiklerinde Paridis kutsal duayı okuyarak başladı: -Tanrılarımız düşmanımı namertlikten kadın ve çocuklara saldırmaktan korusun. Nachoragan başını önüne eğdi.Kaşlarını çattı ,kızgın kibirli bir şekilde sordu: -Gordion beyleri senden yana mı? -Hayır onlar her zaman tarafsızdır. -Ama sanırım Hadrin boyu seninle -Sadece elli savaşçı . Nachoragan: -Bak teslim olacaksınız Part devletinin sona erdiğini ilan edeceksiniz.Delem bölgesinden çıkacaksınız.Altın madenlerinin yerlerini bize göstereceksiniz.Aksi halde ne olacağını biliyorsun. -Bundan daha kötüsü olmaz.Koca Part ülkesini doğu dünyasının gururu ordumuzu dağıttınız.Tarlalarımızı yaktınız.Ticaretimize engel oldunuz.

18


Hiç merhamet göstermediniz.Karşına baksana savaş kazanmaya gelmiş kimse var mı?Ben yenilmeye geldim.Fakat ben istediğim şekilde yenilirim. Buraya gelirken makul şartlar öne süreceğini tahmin etmiştim.Oysa sen savaş istiyorsun.Yaptıklarınız sadece Roma’nın çıkarına hizmet oldu. -Evet kazanacağım savaşta neden korkak davranayım?Roma’ya gelince bir gün onlara da cevap vereceğiz. -Peki Nachoragan.Cevabım hayır.Ben zaten sarayını ,devletini yitiren bir kralım.Kaybedeceğim ne kaldı ki… -Tercih senin Parid.Bir dahaki görüşmemizde önümde diz çökmüş bir halde yalvaracaksın. -Bulutları görüyor musun?...Geçip gidiyorlar.Siz de onlar gibi bir gün geçip gideceksiniz.Son sözüme gelince.Yenilebiliriz ama teslim olmayız. -Bir dahaki görüşme içinse ömrüm senden uzun olacak. Parid son bir umutla Nachoragan’da biraz da olsa merhamet uyandıracak sözler söyledi: -Bir Uygarlığı yok ediyorsun.İzin ver halkım yaşasın.bu topraklarda yüzyıllardır beraber yaşadık.biz güçlü olduğumuz sürece sizi ezmedik.Size ağır vergiler yüklemedik.Oysa yöneticilerin Keyani’ler biraz toparlanınca bizi yok ettiler.İzin ver Paridya halkı yaşasın. Nachoragan: -Merhamet istiyorsun Parid.Eğer savaşı kazanırsam ve halkın bizim krallarımızın isteklerini yerine getirirse yaşamalarına izin vereceğim.Ama sizin ailenize asla. -Merhamet istediğim doğru lakin kendim için değil halkım için.Bize gelince Mitrdates’in torunları ölürken bile onuruyla ölür.Bir gün bizi de anacak birileri çıkar elbette. -İyi bir düşmansın Parid iyi… Bu sözler son sözler oldu .Parid istediğini almıştı.Görüşmenin sonuçlarını her iki komutan ordularına duyurdu. İki komutan arasındaki diyalogun bu şekilde sonuçlanacağı belliydi. Parid uzak diyarlara elçiler göndermiş yardım taleplerinde bulunmuştu. Gönderdiği elçilerin gelmesini bekledi .Elçilere uyup gelenler sadece 200 kişi dolayındaydı. Gelenleri geri gönderdi.Umudunu yitireli çok olmuştu. Dağı arkasına alan Parid ulular meclisini topladı ve tavsiye istedi. Toplantının sonunda kadın ve çocukların Gordiya'dan kiralanan dağlık bölgeye gönderilmesi ve Manna’dan yardım istenmesi için aranması kararlaştırıldı. Mana diğer adıyla Mani,dağların mağaraların adamı ,henüz on üç yaşında dağlara gitmiş bir daha dönmemişti.Yerini bilen yoktu.Onun Angıl dağında olduğu ve Tanrı’dan vahiy aldığı söylentisi yayılmıştı. Angl ila Glan dağı arasındaki mesafe dört veya beş günlüktü. Parid kısa saçları ve küçük kafasıyla hep endişeyle bakardı uzaklara Gündüzleri ağlardı, geceleri düşünürdü ,yılan kuyularını seyrederdi.Sonra kartal yuvalarını… Çok uzaklarda hep martıları merak etmişti.Bir türlü gidememişti Roma ve Lazica topraklarına.Hazar’ı, Fırat’ı, Dicle’yi,Urmiye’yi görmüştü Parid ordusunun yere oturmasını isteyerek onlara hitap etti. Hepinizin korktuğunu görüyorum dedi. Askerlerden biri seni istemiyoruz ,dedi. -Çünkü sen de korkuyorsun... Parid, hisli yapısıyla konuşmaya başladı: -Bende korkuyorum.Ama söyleyin bana Hazar’dan çıkarken Perslerle ben savaşmadım mı? Kardeşlerim Perslerle iş birliği yapıp üstümüze saldırdığında ben sizi korumadım mı? Kalabalık taş kesilmişti. -Mitrdatesler neden başarıdan başarıya koşmuştu? -Evet !Ardaşir amcamı öldürüp babamı esir ettiğinde ben sizi toplayıp ondan korumadım mı?Ben korkağım öyle mi? -Dostlarım ben de korkuyorum.Ben bir insanım.Sasaniler çok güçlü ama söyleyin bana nice az topluluklar,Nisroch’un yardımıyla nice çoğunlukları yenmediler mi?Kanat askerlerinden birisi öne çıkarak artık seni kral olarak görmek istemiyoruz ,dedi.Suvari birliklerinin komutanı

19


Tunguz’un Kral olmasını istedi.Sonra krala saldırırcasına konuşmasına devam etti: Sasaniler bizi değil seni istiyor .Git ve teslim ol, dedi. Parid kalabalığa kızmadı. Ah be amcam Ardavan Tanrı Mihtra bana yardım etmiyor,diye düşündü. -Sabrıyla tanınan ünlü komutan Tunguz bu sözlere öyle bir cevap verdi ki tüm kalabalık düşüncelerini söylemekten korktu. -Ben bir askerim görevim halkımı korumak ve yöneticilerime itaat etmek.Bu sözleri ikinci defa söyleyenin annesi ,yasını tutar. Ama kralın kalbi kırılmıştı. -Pek ala Daylami’ler madem ki istiyorsunuz gidiyorum. -Kral kendisini asla terk etmeyen yardımcılarını alarak dağın ova tarafına bakan aşağı kısmına doğru yönelerek atına bindi. Dağların üstü bir yol gibiydi.İki dağın birleştiği noktada birkaç atlının geçeceği kadar yer vardı.Tam o noktadan Taşların renginde giyinen bir atlı geliyordu. Kral dahi gelen atlıya baktı..Tozu dumana katmıştı bir bulut tam onun üzerindeydi .Atlı yaklaştıkça puşisinin içinde sadece gözlerinin görüneceği şekilde giyindiği anlaşıldı. Orduya doğru ilerledi. -Ben Mani Sizin tanıyacağınız ismimle Manna Bütün ordu bir anda haykırdı. Yıllardır kayıp olan Mani dönmüştü.Bu bir zafer işaretiydi. Binlerce kişinin sesi karşı Hurribius dağında bile yankılandı.Müthiş bir sevinç dalgası oluştu...Ordu bandosu (Part)Daylami’lerin kutsal sevinç marşını çalmaya başladı...Kartal sancakları sallandı. Ordunun karşısına geçerek sinirli bir edayla: -Ben Mana bu günden sonraTanrı Mihtra’nın temsilcisi Tathagatanın manevi dostu.Sizlere sesleniyorum: -Hepiniz bu topraklara Tanrı’mızın izniyle geldiniz.Bu diyarlar sizin Şimdi söyleyin bana neden kralınız sizden ayrı yöne gidiyor. Korkuyor ,dedi askerler. Manna var gücüyle bağırdı: Sizi bugüne kadar yaşatan kim ? -Dev Pers ordıısunu geçmeyi nasıl başardı unuttunuz mu? -Romanın üç dev akınına kim direndi? -Gordialılar ve bölge aşiretleri boyun eğdiler.Oysa siz cesurdunuz kabul etmediniz.Çünkü kralınız sizi seviyordu.Eğer isteseydi teslim olur ve kurtulurdu. Bu sözlerden sonra ordunun endişesi kalmamıştı.Aslında hepsi çok severdi kralı ama karşıdaki dev demirler ve yılanlar korkutuyordu onları.Manni ise bu topluluğun cesaret kaynağıydı .Herkes onun olağanüstü olduğunu ve Hurri, Subartu aşiretlerinin koruyucusu olacağına inanırdı. Zaten hep böyle bir zamanda geleceği söylentisi vardı. Kralı çağırarak onu kutsadı. Son kez şöyle ,dedi: -Beni dinleyen herkesin karşıdaki devasa ordudan korktuğunu biliyorum.Yine biliyorum ki insanın hayatında öyle bir nokta vardır ki biriktirdiği tüm korkuları yeneceği andır.İşte bu o andır dedi kalın bir sesle. “Size söz veriyorum ki bugün korkmazsanız artık İskender’in orduları da gelse korkmayacaksınız.Sizler onlardan güçlüsünüz çünkü haklısınız.Biliyorsunuz bana ve atama kutsal Buda adına kan dökme yasağı getirilmiştir Eğer isterseniz andımı bozar sizinle savaşırım ama prensiplerini terk eden toplumlar hep çöktüler .Fertler de öyle.Bu gün sizden sonra gelecek nesilleriniz için savaşacaksınız.Selevkos’ların hakimiyetine isyan eden atalarımız bizler için dolaylı olarak savaştılar.Bu savaştan sonra Sasanilerin vahşeti dünyayı saracak o gün onlara yeryüzünde bu kadar fesat çıkarmanın bedeli sorulacaktır.Eğer ölümden korkuyorsanız biliniz ki savaşmazsanız daha feci şekilde sizi

20


İberya(Gürcistan)lılar gibi katledecekler.” Askerler hep beraber Manni savaşmasın dedi.Dönerken ,Krala unutma Parid savaşı güç değil, akıl kazanır.Ordun seni tahmin ettiğimden daha çok seviyor.Onlardan alınma.Aslında sana isyanları korkularını tam olarak yenmen için bir yardım isteği.Onlara şefkat elini uzat. Parid saygıyla eğildi .Efendisinin kutsal ekmeğinden yedi. Manni bu sözlerden sonra atını yukarı doğru sürerek kayboldu. Gitmeden önce son kez geri dönerek elini havaya kaldırdı.Ordu mızraklarını sallayarak bu harekete karşılık verdi.Kral orduya oturmasını emretti. -Gözlerinizi kapatın ! -Vipassana ! Bu içe dönüş demekti. Partların kutsal ibadetinden önceki aşamaydı. Neyler çalmaya başladı -Gerçek huzur kendinizle ilgili yanlış fikirleri gidermeye bağlıdır. Biz burda değiliz .Herkes burda değil. Her şey yaşandı ve bitti -Özel olduğunu düşünmek acının ,kederin kaynağıdır .Hepimiz sıradanız.Artık özel değiliz.Geçmişimizde işlediğimiz günah ve suçlardan sorumlu değiliz.Biz çevrenin ve atalarımızın bize miras bıraktığı iyiliklerin sonucu olacağız. -Biz sıradanız! -Kişisel algılarımızı burada bırakıyoruz ,şimdi değiştiriyoruz.Biz artık yepyeni insanlarız.Biz farkındalıkları buluruz ,onları ayırırız.Yaratılışın gerisine , gidiyoruz.Ruhlarımıza kavuşuyoruz.Kavuşuyoruz.Kavuştuk. Bunu söylerken öyle bağırdı ki herkes heyecandan titremeye başladı. -Ruhlarımız sihirbazdır…. -Haklı oldukça güçlü, haksız oldukça zayıftır -İçinize bakın Biz sonsuz enerji sahipleriyiz -Yeryüzünün efendisidir insan.Sevgiyi hissetttiğinde -Faniliği unutuuuuuuuuuuuuuun.En sevdiğiniz ağacın köküsünüz Sükuneeeeeeeeeeeeeeeeeeet.. Sükünet sesi öyle bir gürültüydü ki El-bruz dağları yankılandı. “Ben’den” sıyrılıııııın ! -Gördüğünüzde baktığınız şeyi görün -Görmediğinizde kendinizi göreceksiniz. -Mahipatissana sutra, Büyük farkındalığa geçin,demekti ve toplu meditasyonun ileri aşamasıydı. -Bu beden bizim değildir.Bizim olsaydı tüm isteklerimizi yapardı. -Ama ruhumuz bizimdir?Her istediğimizi yapar. -Ellerinizi kalbinizin üstüne koyun. -Şimdi kalbinizden vücudunuza giden tüm kanı hissedin Hissedin… Hissedin…. Hissedin…. Hissedin! Ses tonu gittikçe uzaklaşıyordu.Gittikçe düşüyordu.Ordunun büyük kısmı kendinden geçmeye başlamıştı.Bir süre sonra beyin damarlarındaki kirler geriye çekilmeye kötü algılar yok olmaya yerine tatlı hoş bir hipnotik hal oluşmaya başladı. Ordu şükür duasını etti: -Tanrı’m bizleri yemek yerken yemek yiyen,savaşırken savaşan ,kelimelerin kutsalına sığınan,yürürken yürüyen kullardan kıl.Bizlere yaratılışımızdaki gücü dünyaya gelmeden önceki temizliğimizi ver.Çünkü biz doğruluk hayranıyız.Bayrağımızı yükselttiğin için sana şükür ediyoruz. Yaklaşık yarım saat sonra ayin bitmişti Parid, sevgiyle dağlara bakarak, her şeyim vatanıma ve insanlarıma feda olsun,dedi.Sonra en güzel giysilerini giyip döndü.Bana kahini çağırın ,dedi Baş kahin işini bilen, sevilen biriydi.Çocukluğundan beri Parid’den hiç ayrılmamıştı: Parid endişeyle sordu:

21


Kahin Khatra neler olacak bu topraklarda bize anlat Efendim yıldızlarımız şunları söyledi: -Bu savaşı kaybetmeyeceksiniz.Parid gözlerinin içine bakarak -Bana doğruları söyle yoksa üzülürüm Sonra biraz dalgınca ama insanı başka iklimlere götüren bir bülbül sesiyle konuştu. -Manni önce bu diyarlardan ayrılmak zorunda kalacak yazık ki sonra ölecek. Senin kavmin birkaç parçaya ayrılacak.Bir kısmı Tanrılarını terk edecek.Gordialılar bu coğrafyada çoğalacak.Fakat hep kuru arazilere yerleşecekler.Arabistan’dan veya İsrail oğullarından biri bu memleketleri birleştirmeye çalışacak.Fakat size şu müjdeyi vereyim bu topraklar eninde sonunda gerçek sahibine kavuşacak.Bu toprakları birleştirenlerin görüşleri efendimiz Buda’ya çok benzeyecek.Çok insan ölecek bu diyarlar yıllarca savaşlarla uğraşacak uzun yıllar barış olacak .Sonra bir daha savaş başlayacak Kavmin ise sesini kesecek ve kendini unutturacak. Asya'dan gelen bir topluluğun elleri her elin üstünde olacak.Bütün bu zamanlarda bazen adalet bazen zulüm olacak. Kirmanlara hiçbir şey olmayacak.Gelen her milletle iyi anlaşacaklar.Fakat Daylamları kendi ırkları sayacaklar.Daylamlar ise topluluklardan uzak duracaklar ve kimliklerini gizleyecekler .Roma’dan birkaç kişi senin insanlık tarihindeki yerini arayacak ama sonucunu bilemiyorum. Birden heyecanlandı yani ben unutulacak mıyım ,dedi .Gizlice ağlayarak, hayır efendim üzülmeyin !Karşı tepelerden birinde yetişecek bir çocuk sizin ruhunuzu alacak ve yaşatacak . Kral şaşkınlıkla sordu. Orası Bizans , Gordia köyü değil mi? -Evet kralım ama Huldi boylarımızdan birisi oraya yerleşecek zor bir hayatı olacak .Pek çok hastalık geçirecek. -Daha kötüsü kendini bulamadan sizi bulamayacağını düşünüyorum. -Bulamama ihtimali var mı? -Kralım biz kahinler sadece kuvvetle tahmin ederiz . Söylediklerimden bir kısmı mutlaka yanlış olacak . -Bu savaşta ölürsem sana vereceğim mektubumu beni bulacak kişiye iletmeni istiyorum -Peki kralım sekiz cennet ,yedi memleket, yetmiş kitap aşamayan bu mektubu okumasın. -Bu mektup cahillere cehalet, alimlere bilgi, fakirlere ekmek olsun! diyerek mektubu aldı. -Part halkının yiğitliği dağları aşacak mı? -Efendim gece gündüz dua edeceğim sizin adınızı yaşatacak hikayeci için. -Ve varlıklara ,canlılara hizmet edecek nice insanlara dualar edeceğim Bu arada bir asker gelerek aşağıda davulların çalmaya başladığını bildirdi Aralarındaki konuşma zorunlu olarak son bulmuştu. “Kral ;hoşça kal Khatra muhteşem Azeri! Seni de unutmasın kimse …” Bu ,kısa süre sonra savaşın başlayacağı anlamındaydı. Sasanilerin Medya toprağından getirdiği bando takımı zafer çığlıkları atıyordu. -Arkadaşlarım! Pers ordusunu Namdiya çölünde yenen topluluk! -Ellerinizi kalbinize koyun ve alabildiğiniz kadar yavaş nefes alın -Verin -Alın .. -Bu seans birkaç dakika sürdü. Siz yapmaya devam edin.. -Borazan komut ver Tarihin en ilginç savaşı başlıyordu. Kral kılıcını havaya kaldırarak -Tanrım yenilirsek neslimizi kurutma! “Bir sevda için gül yetiştiren anneler annesi Anneye selam ve kılıçlara gel diyen yürek Ölümü sevdiren annelere selam “

22


Kıtaları birlikte okundu. Kalabalıkta korku yok olmuştu. Sasani-Pers tarafında ise kibrin gururun izleri vardı..Savaştan kısa bir süre önce Nachoragan ve onun generali Mançur arasında şöyle bir konuşma geçtiği söylendi. Mançur: -Neden ona karşı barış ilan etmiyorsun?Kolaylıkla ikna edebilirdin.Yoksa barışın korkaklık olduğuna mı inanıyorsun? Nachoragan: -Parid yaşadığı sürece biz Part devletini yıkmış sayılmayız.Bu savaştan sonra imparatorluk olduğumuz kesinleşecek.Yakında Roma’yla karşı karşıya geleceğiz.O zaman birkaç küçük aşireti kalmış Part birliklerini dahi yenememiş bir devlet olarak onlarla savaşamayız. Mançur: -Namdiyadakiler de senin gibi düşündüler.Parid yorgun, barış daha kolay seçenek. Nachoragan: -Evet,barış istemek korkaklık değil.Ayrıca imparatorun gözüne girmem gerek. Mançur: -Bu hareketlerinle Parid’i,Phratius yapmazsan iyi.Kendini düşünüyorsun. Sonuç seni üzebilir. -Mançur!Sen bir generalsin ,komutan değil!Hatırlatırım! Mançur bu sözün anlamını biliyordu.Tepkiyle cevap verdi. -Emredersiniz koç-mu-tanım. Nachoragan’ın yenilme ihtimali çok zayıftı.Sasaniler ,Partları iyi ,çok iyi tanırdı.Yıllarca hakimiyetleri altında kalmışlardı.Phratius adıyla yaşayan dört sultan da halkın refahını ve birliğini her şeyin üzerinde tutmuştu.Bu,tüm Part aşiretlerinin sıkı sıkıya devletlerine bağlı olmalarıyla sonuçlanmıştı.Roma bu bölgeye gelene kadar Partlar çok güçlüydü.Ancak süregelen iç isyanlar ve Romanın gerek kışkırttığı ,gerek katıldığı isyanlar iyice yıpratmıştı onları.Şimdi ise saray halkı küçük aşiretleri yanına alarak Glan,El-bruz dağına sığınmıştı.Bu,Part milletinin varlık savaşıydı. Savaş başlayacaktı.Kimsenin sabrı kalmamıştı. Sasan tarafından ilk hamle yapıldı.Sasan komutanı Nachoragan yılanları bırakın, komutunu verdi. Arazi dağlıktı.Part aşiretlerinin en meşhur yönü buydu.Karşı ordu ne kadar güçlü olursa olsun az sayıdaki değişik savaş tekniklerini uygulayabiliyorlardı. Nachoragan, bu savaşı kaybetmeyi göze alamazdı.Bu nedenle düşmanının taktikleriyle savaşıyordu. Yıllardır eğitilen pek çok bakıcıyı öldüren ve üç gündür aç olan yılanlar bırakıldı.Binlerce yılan dağın üst kısmına doğru Parid'in ordusunun üzerine doğru süründü.Bütün ordu tek yürek olmuştu. Önceden ateş çukurları kazılmış etrafına meşe ağacının yaprakları sarılmıştı. Uzaktan bakan orayı dolu sanırdı.Yılanlar kuyulara yaklaşınca yapraklar çekildi . Kuyuların içine yağ dökülmüştü dökülen yılanlar birer birer yandı. Nachoragan ilk hamleyi kaybetmişti.İkinci grup yılanları istedi .Öfkeyle yapılan her iş boşa giderdi, belliydi.Gerçi generallerinden Mançur’un emrindeki komutanlar söyledilerse de dinletemediler.İkinci grup yılanlar bırakıldı. Bu Parid'i hiç de şaşırtmadı... Sol kolunu kaldırdı.Part milletinin kurucusu atam, kral Mitrdates adına, kartalları bırakın ,dedi. Gelen ikinci grup yılanların bir kısmı eğitimli değildi. Kartallar Daylam’ın sembolüydü.Bu dağların her yerinde kartal bulunurdu.Hepsi de yılanlar konusunda son derece eğitimliydi Havadaki kartallar çalılara gizlenen yılanları bile alıp götürdü. Bu durumu gören Hurribus dağındaki diğer kartallar da o bölgeye gelip kalan yılanları

23


götürdü.Nachoragan’ın ikinci hamlesi de boşa gitti. Hamle sırası karşı ordunundu ama bir türlü beklenen hamle gelmiyordu. Nachoragan bu kez emir vermedi.Ama hiç beklemediği bir şey oldu. Parid'in ordusunun güven konusunda bir endişesi kalmamıştı. Dağdaki su çukurlarından çıkan sular biriktirilmiş,dev küplere yerleştirilmişti.Sıra sıra dizilmiş küpler bırakılınca yapay bir nehir oluştu . Su kurtuluşumuz olsun, diyerek emir verdi. Nehir dağdan aşağı aktı önce kuyuları doldurdu.Kuyulardan kanal kapakları çekilince aşağı Nachoragan’ın öncü birliklerine doğru aktı.Birlikler geri çekildikçe düzensizlik oldu. Ordu dağılmaya başladı.Nachoragan ise kızgındı Öfkeyle ordusunu tekrar topladı.Gelen sular setlerin önünü bataklığa çevirdi Bu, iki ordunun işini de zorlaştıracaktı.Nachoragan’ın ordusu zırhlı olduğu için ağırdı.Savaş böyle hamlelerle uzadı.İki ordu da yorulmuştu.Sasaniler sabırsızlanıyordu.PersSasani krallığından ek para ve asker istendi .Ama elçiler yolda öldürüldü sadece biri geri dönmeyi başardı.Nachoragan dönen elçiyi de öldürttü.Nachoragan gittikçe sabırsızlanıyordu. Parid sabırlıydı.Zira Parid'in ordusu her hazırlığı yapmıştı. Daha şimdiden gelen oklarla ve taş fırlatan makinelerden fırlatılan taşlardan dolayı bine yakın askerini kaybetmişti. Bir akşam gizlice Daylami’lerin içine giren bir Sasan askeri Parid sanarak kahin ,Khatra'yı öldürdü.Savaştan önceki bir Daylam taktiği idi ölmek isteyen kralın elbisesini giyerdi.Kral askerlerin içindeydi ve tıpkı bir asker gibi giyinmişti.Bu Selevkos kültürünün izlerini yansıtıyordu. Khatra’nın bedeni yakıldıktan sonra Part ordusu iyice sabırsızlanmıştı. Parid onları tutamayacağını biliyordu.Ordusuna seslendi: -Savunma duygumuza şimdi intikam eklendi. Herkesi anlıyorum.Sabır ağrıları dindiren zehirli ot gibidir acıtır ama iyileştirir.Sabırlı olun! Bana sadece birkaç gün verin Sasanilerin soyunu tüketeyim Ordu ona bu defa isyan etmedi .Ancak bazılarının yüzünde endişe işaretleri vardı.Herkes görev yerine döndü. Kral yine de halkını yatıştırmak için gizli okçulardan bir kısmını çıkardı . Bu okçular gizli yerlerde saklanırlardı.Görevleri,milletlerinin yenileceğini anlayınca kendi /askerleriyle beraber düşman askerini yok etmekti .Eski kral Mitrdates’in ince bir taktiğiydi. Bir süre sonra savaş yeniden başladı. Müthiş bir akım vardı.Ara arda atılan taşlar ve oklar yağmur gibi yağıyordu. Sasan tarafında Partların korktuğu yönünde bir düşünce oluşmuştu. Bu defa ne olduğunu anlayamadıkları bir hamle geldi: Killi topraktan yapılmış yuvarlak toplar çivilenmiş ve Part tarafından Sasani setlerinin önüne fırlatılmıştı.Killi toprak hamlesi biter bitmez Parid,uzun süredir beklenen emri verdi. Savaşın daha uzayacağı düşünülürken Parid ölüm emrini verdi -Gidin ve şu toprakların Paridya’nın hakkı olduğunu Keşiş Khatra hatrına bildirin… Bu aşamadan sonra Glan dağının üstünden atılan oklar durdu. Üç mızraklar alındı ve neftlendi.Hançerler özel taşlarla bilendi. Herkes demir teneke karışımı ayakkabısını giydi. Çivilerin üzerine basarken rahat basıyorlardı. Nachoragan da saldırı emrini verdi ama biraz sonra gelen asker yerin çivilerle dolu olduğunu söyledi.Askerlerin çoğunun yaralandığını atların gidemediğini söyledi. Parid hareket alanını genişleterek Mançur'un birliklerini kuşattı. Ateş topları ve yakıcı yağlar hazırlandı. Setleri geçemeyen Mançur’un ordusunda Char -Tag yönüne kaçışlar başladı. General Mançur’un en zayıf noktası setleri tutan direklerin birkaçının setin dışında olmasıydı: Parid bu kez tüm ateşli silahların aynı yöne atılmasını istedi.Ordunun bir kısmı setlere

24


yaklaşıyor ya da uzaktan yanan kütükler fırlatıp kaçıyordu. Böylece iki setin önünde setler kadar yüksek ateşler oluştu.Nihayet setlerden biri dayanamadı ve çöktü.Bu noktadan saldıran Daylam askerleri püskürtüldü ama Başkomutan Nachoragan bunda bir iş olduğunu anlamıştı.Böylesi bir hamleye bu kadar acemi askerler verilir miydi?Haksız da sayılmazdı.Her tarafı kontrol ettirdi.Parid’in birlikleri küçük kayıplar verdirerek ayrılmıştı.Nachoragan,General Mançur’a yaptığı hatalar yüzünden çok kızdı. Güneşin batışıyla Atropatene yönündeki setlerde duran Sasani bayrakları yakıldı.Setler yere serildi burdan giren birlikler ordunun ortasına kadar ilerledi .Sasaniler sonuçla ilgili güvenlerini kaybetti.Nachoragan ordusunun yok olmasını önlemek istedi.Bunun tek yolunun barıştan geçtiğini biliyordu. Zira barış Parid’in en zayıf noktasıydı. Böylece yıkıntıların arasında aklın , gücü nasıl mağlup ettiği ortaya çıkıyordu. Parid zafer şarkılarının söylenmesini istedi yine de içinde bir endişe vardı.Gerçi Perslere giden elçiler öldürülmüştü ama belki de fark edemedikleri bir kişi imparatora ulaşmıştı.Ayrıca Sasani kralı durumdan şüphelenip her an dev ordularıyla çıkıp gelebilirdi. Nachoragan çok üzgündü. Ordusu savaşa tekrar hazırlanamazdı. ...Hazırlansa yenilgisini kabullenmiş olacaktı.Savaş için düşündüğü ama uygulamadığı taktiği deneyecekti . Parid ,Nachoragan’ı tanırdı.Onun kıvrak zekası önceki savaşlarda kaç kez Part ordusunu mağlup etmişti. Görüşmeler sırasında oluşabilecek herhangi bir olumsuzluk adına tedbirler aldı: İlk olarak görüşmelerin sabah başlamasını ,ikinci olarak görüşmelerin krallar arasında değil vezirler arasında yapılmasını istedi.Böylece Nachoragan’ın görüşmeler esnasında Parid’e yapmayı düşündüğü suikast de önlenecekti Nachoragan ,şartları kabul etmek zorundaydı. Geceleyin Sasanilerin beklediği yardımlar geldi.Parid’in haberi olmayacağına göre her şey tamamdı.Güneşin doğması beklendi. Güneş,Hurribus dağının üzerinden doğarken iki ordu tekrar savaşa hazır halde bekliyordu.Parid karşı taraftaki sayı artışını görünce durumu anlamıştı.Parid hiç şaşırmamıştı. Daylam askerlerinde de bir değişiklik vardı:Parıltılar fark ediliyordu.Kafkaslardan özel olarak getirilen camlar kafa zırhına monte edilmişti.Yine Kafkaslardan getirilen dev camlar yere yatırılmıştı.Nachoragan hücum emrini verdiğinde bütün aynalar havaya kaldırıldı.Böylece güneş, Parid ordusunun arkasında duran aynalara vurduğunda Pers ve Sasani askerleri neye uğradığını şaşırdı çoğunun gözü bozuldu bir kısmı kör oldu.Nachoragan ve bazı askerler kollarını kaldırarak savaşmaya çalışsa da sonuç değişmedi.Bu aklı ve oyunları pek çok Daylam askeri tanıyordu.Fakat Parid nadiren savaş taktiğini söylemezdi .Onun için gördükleri tablo karşısında duygulanarak haykırdılar yiğitler yiğidi Parid adına saldırı emirleri verildi. Askerler Parid’in öne çıkmasına izin vermedi.Nachoragan’ın ordusu bazı Daylam askerlerini öldürerek kafa zırhlarını aldı ama bunların sayısı çok azdı bu defa barış da istenemezdi. Parid son birliğini de alarak tüm güçleriyle önde duran Sasani birliklerine saldırdı.Şoragan, kurnazdı.Persler önde savaşırken paralı askerlerini alıp kaçtı. Savaşın sonunda Alan,El-bruz,Glan dağları on bine yakın insanın kaybına neden olan yer oldu. Kısa bir süre sonra Bu defa Mançur’un komutasında iki yüz bin asker Partların üzerine gönderildi. Bunun üzerine Parid,Bizans’la anlaşmaya vardı. Bu anlaşmaya göre Part halkı Roma topraklarındaki Gordiya bölgesine yerleştirilecekti.Parid’in en seçkin birlikleri Roma askeri olmayı kabullenecekti.Anlaşma tarihinden itibaren Part birlikleri Roma bayrağı taşıyacaktı.Ayrıca Part madenleri Roma’ya kalacaktı. Halkının bir kısmı İber (Gürcistan) yaylasındaki köylerine ,bir kısmını da İmeda civarındaki toprağına gönderdi.Gilan dağına gelen Persler neye uğradığını bilemedi.Karşılarında dev Roma ordusunu gördü.Ancak Roma ve Sasaniler arasında da anlaşma yapıldı.Buna göre Glan Daylam bölgesine Sasani bayrağı çekilecekti.Roma kendi topraklarına yerleşenler hariç Partları

25


korumayacaktı.Parid ile Sasaniler kendi aralarında savaştıklarında Roma müdahale etmeyecekti.Roma’ nın Partlardan aldığı madenlere de Sasani’ler müdahale etmeyecekti. Bir süre sonra Roma ordusu bölgeden çekildi.Böylece Parid ve Sasaniler bir kez daha karşı karşıya geldiler.Ancak bu sefer ordunun komutanı olan Mançur zeki ve barışçı bir komutandı.İki birlik arasında anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre Parid hiçbir bayrak taşımayacaktı.Sasaniler bunun karşılığında Daylam adını bir kente verecekti. Parid Gordiya bölgesine giderken ummadıkları kadar Sasanilere zarar verdi.Susiana dağında sıtma sineği sandıklarını açarak binlerce kişiyi hastalığa yakalattı .Hadrin vadisinde yorgun ordunun arabalarını ateşe verip kaçtı. Sonunda ikinci bir anlaşma yapıldı.Parid kuzeydeki bir altın madeninin yerini Sasanilere gösterecekti.Parid bundan böyle Sasani hakimiyetini kabullenecekti.Buna karşılık Mani’nin hayatı garanti edilecekti.Mani istediği gibi hareket edecekti. Bu savaşlardan sonra Perslerin arasında” Daylam'da savaş olmaz, yalnız barış olur” sözü yayıldı. Nice savaşlar kazanan akıl ve mantık ustası şair dostu Parid iki yıl sonra hastalandı.Kavmini toplayarak son gücüyle onlara hitap etti: Dostlarım,canlarım size verdiğim sözü tutmuş olmanın mutluluğunu yaşıyorum.Evet yeryüzündeki düşmanlarımız Bizans ve Sasani’ler bizi zayıflattı.Bundan sonra herhangi bir ırkın bize saldıracağını sanmıyorum.Dostlarım!Bir dahaki sefere aranızda olmazsam beni affedin.Bedenim çürümeye başladı.Gordialılar diyor ki “özgürlük her şeydir.”Ben de diyorum ki ölüler özgürlük istemez.Med’lere saldırdığımızda kimse onları yeneceğimize inanmamıştı.O günkü umutsuzluktan kurtulan atalarım bir medeniyet yarattı. Burda yaşama izni aldık.Med toprağında vergi vermeden yaşayan tek kavim bizdik . Dostlarım! Gordiyalılar ad değiştirerek bu diyarlarda yaşadılar.Sizlere sonsuza kadar yaşamanın çaresini söylüyorum.Bilginlere değer verin! Bilginlere değer verin! Bilginlere değer verin ...Yaşamanın çaresi isim değiştirmektir. Yaşamanın çaresi isim değiştirmektir. Yaşamanın çaresi isim değiştirmektir. Gordiya’ya karşı dikkatli olun.Onlarla ne dost,ne düşman olun. Bu diyarlarda onlar olmasa kavmimiz yok olacaktı. Gordiyalılar bizi aşağılayan atasözlerini şimdiden çıkardılar.Her kim Daylam'a hakaret eden sözleri duyar da onunla savaşmazsa korkaktır.Benim yiğit cesur ,akıllı savaşçılarım hazinemin tümünü size bağışladım. Ayrıca sizlere beş yeni maden adresi vereceğim. Gordiya ,ses çıkarmayı çok sever.Bizim onlardan farkımız yüzyıllar sonra bile adımızın gizli kalacağıdır.Dünya insanları uzun süre bilmeyecekler.Böylece kavmim sonsuza kadar yaşayacak.Bir kral olarak sizlere karşı son görevlerimi başarıyla yerine getirdim.Sizin için Bizans ve Sasanilerden de garanti aldım.Onların bayrağını kabul ettik saygı duyun.Size eziyet etmezlerse o bayrağa sahip çıkın. Dediğim gibi “Ölüler özgürlük istemez.” Kardeşlerim yönetici kavgasına girmemeniz için Maniyi sizin lideriniz olarak atıyorum. Benim manevi kardeşlerim : Hepiniz dünyanın en iyi savaşçılarısınız.Çoğu defa savaş planlarını siz yaptınız. Bu gün ya da yarın belki kimse adınızı bile duymaz.Lakin bilin ki bundan bin yıl sonra bile yaşayacak torunlarımız sizlerin sayesinde yaşayacaklar.Zaten yaşam değerli olanın değerli olduğunu hissettirmeden değerli olması, değerli olması değil midir?Belki bir gün dostlarım! İnsanlar Part milletinin kahramanlıklarını ve adaletini duyar. Sizden tek dileğim,Asırlar sonra doğup benim adımı yaşatacak insanı kutsayın.Beni Hurribus dağına gömün sonsuza kadar ruhum kartallarla Glan dağını seyretsin.Kavmimin ,Gordiyalılar için fedakarlık yapıp kendini inkar eden nesilleri kahrolsun.Kölelikleri bitmesin!Nisroch onları lanetlesin.

26


Hoşça kalın ve bedenimi kartallara yedirin… Hitap taşının üzerinden son defa yatağına gelirken Yardımcısının kulağına bir şeyler fısıldadı… Sonra uzakta toplananları çadıra çağırdı.Bana bakın dedi Asıl üzüntüm ölümüm değil Bunca yiğitlik bunca bilgi bunca kültür çıkardıktan sonra kahinlerin anlattıkları doğruysa adımızın gelecekte kaybolma ihtimalinin güçlü olması. Hepinize son vasiyetim yapabildiğiniz kadar yazı öğretin ve Mani’ye tabi olun. Bu dağlar sonraki nesillere mirasımdır her şeyi bırakın bu dağları terk etmeyin Dilimiz kaybolabilir .Onu yaşatın diyerek ağladı Dostlarım ,çocuklarım! halkına bazen böyle hitap ederdi: Gordiyalılarla sakın düşman olmayın. Öyle görünüyor ki bu dağlar Gordiyalılar,Asyalılar ve bizim aramızda kalacak.Asyalılar sizden para isteyecek onu verin.Gordiyalılar sizi küçümseyecek yapabildiğiniz kadar onlardan uzak durun Benden sonra kralınız Mani’dir.Onu yaşatın. Sakın Mani’yi üzmeyin Sizlere son vasiyetimdir. Mani’yi bana getirin Atlılar hemen yola koyuldu Aradan geçen onca yıl sonra Mani’nin dağlarda aklını kaybettiği dedikodusu yayılmıştı.Mani derhal Angl dağlarından yola çıkarak yetişti. Parid'e sarıldı.Sana söyleyeceklerime inanır mısın? Parid kızgın bir bakışla şöyle dedi Bu toplulukta senden daha dürüst kimse yoktur. Peki Ağlayarak Parid'in gözlerine baktı Bana kaldıramayacağım bir yük verildi Mani dedi titrek bir sesle :Sen en güçlümüzsün ağaçlardan güç topladın hadi Söyle neymiş bu? Homa, Tanrımız yoldan saptığımızı söylüyor putları terk etmemizi istiyor Bana uymanızı istiyor Mani ,bu insanlık için gurur verici durum,Neden üzülüyorsun ! Kavmin dedi Mani , ya beni dinlemezse. Hayır Parid benim kavmim seni sever. -Sadece askerlerin sever -Halk beni sevmiyor -Kederlenme halk her zaman kolayı ve alışkanlığı sever Bana ne yapacağımı anlat Efendim sadece bir cümle Mani’nin istediklerini söyledi Yardımcılarını çağırdı Mani , benim varisimdir onu dinlemezseniz yok olursunuz. Bakın! Sasaniler bize isyan etmiş olabilir.Ama asıl düşmanımız Romadır.,Sennacherib öldüğünde Sanasar’a lanet etmişti.Belki de bu lanetin etkisidir üzerimizde .Esarhaddon bu iki çocuğu öldürdüğünde benim atalarım.Buraya göçtüler.Madenlerimizin adresini ve mektubumu Sasan toprağından alın.yakında Araplar büyüyecek.Sakalarsa daha fazla büyüyecek.Size dost olana kılıç çekmeyin.

Bu konuşmadan sonra uyudu bir daha uyanamadı. Tamamı üfleme çalgılardan oluşan Part bandosu uzun ayinler düzenledi.

27


Meşe ve badem ağaçlarından çıkarılan zift yakılarak Parid’in ölümü tüm Daylam topluluğuna ilan edildi. Parid'in ölümü Sasani ;Gordiya ve Romalılar ,arasında kutlandı.Törenler yapıldı.Ama kimse Parid’in ölmeden önce neler yaptığını bilmiyordu. -İşte hikayenin sonu. -Peki efendim sonra ,Mani?Ona ne oldu. Part yönetiminin Sasani isyanı ile son bulmasından hemen sonra, 228 yılından itibaren öğretisini yaymak için elinden geleni yaptı.Beklemediği zaferler de elde etti.Beklemediği dışlamalar da gördü. Örneğin Sasani Şahı Şapur, İranlı otoritelerin tepkisine neden olan bir kararla imparatorluk topraklarında Mani’nin doktrinlerinin serbestçe öğretilmesine izin verir. Dahası, Mani’yi sarayda görev vererek onurlandırır. Bu görevi gereği olarak da Mani, Romalılarla savaşlarda Şapur’a eşlik eder, onun safında bu savaşlara katılır. Sonraki yıllarda Mani; Fars, Pertev ve Roma imparatorluğunun sınır topraklarını tekrar ziyaret eder…Burada öğretisinin Tek Tanrı’lı olduğunu söyleyerek hakkındaki iftiraları boşa çıkarır. Ancak Sasani sarayı iyice karışmıştı.Bir zamanlar düşman olarak görülen Partların son padişahına vekillik yapması yeterli bir sebep olarak görünüyordu.Oysa Mani arkasında çevrilen onca dolaba itibar bile etmedi.Efendi Budhisavatva’dan öğrendiklerini yaymaya çalıştı. O yaşadığı sürece mutlak gerçeğin insan olduğunu ,öğretilerin özünün sıra dışı bir biçimde sıradanlaşmak olduğunu,kutsalı belirlemenin ancak insanın elinde olduğunu anlatmaya çalıştı.Büyük kutsal dinlerin aksine Buda gibi bir kitabı ya da özel bir ibadet biçimi yoktu.O meditasyon ile ruhu dinlendirmenin insan için en önemli davranış olduğunu , yalan söylemenin ve savaşın insanlığa yakışmadığını söylemişti. Adil,sevecen ,insancıl padişah Şapur ölürken oğlu Birinci Hürmüz’e Mani’ye iyi bakılmasını ve korunmasını istedi.Ancak babası gibi iyi niyetli ve adil olan I.Hürmüz ateş papazı Zerdüşt rahip Karter tarafından düzenlenen bir suikast ile öldürüldü.Mani’nin ,Hürmüz’ün ölümü üzerine ,”Dünya tarihinde iyilik ve kötülüğün olmadığını söyleyerek yanılmışım.Erdem ve alçaklık hep savaşla birlikte olacak ,erdem her kaybedişinde yeniden dirilecektir ,dediği söylenir. Sasan önce onu öldürmeye cesaret edemedi. Mani bir süre Çin,Kore,Japonya,Tayland gibi ülkelerde sürgün olarak yaşadı.Bu süre içinde sadece Uygur Türklerinden değil ,diğer Türk boylarından da onun dinini seçenlerin sayısı hayli artmıştı.Hatta Uygur Türkleri onun için destan yazdı. Orta Dünya’ya döndüğünde Behram tarafından 276 yılında yakalatıldı. .Onun yakalanması için Roma imparatorluğu ve Sasanilerin iş birliği yaptığı anlatılıyor..Roma imparatorluğunda özellikle sınır bölgesinde öğretisini geniş bir alana yayan Mana büyük taraftar topluluğu buldu.Roma sarayı bundan öylesine korktu ki Hristiyanlığı resmen saray dini ilan etti.Cambridge History Of İran adlı ansiklopedide verilen bilgilere göre Mani tutuklandığında Sasani sarayına getirildi.İmparator Behram’a ölümden korkmadığını söyledi. Behram şöyle dedi: -Sana öyle bir ölüm tattıracağım ki benzeri olmayacak. -Rahip Karter gülümsüyordu.Yıllarca kin beslemişti .Mani ,Zerdüştlüğün imparatorluk dini olmasını yıllarca engellemişti.Karter’in nice planını boşa çıkarmıştı. Behram ise Sasani imparatorluğunun bölünmemesi ,tek halk olarak kalması için ölmesini istedi. Onu aç kurtlara verdiler kurtlar yemedi.Yılanların önüne attılar, yılanlar ısırmadı.Uçurumdan attılar ölmedi.Rahip Karter ,onun ancak bir insan tarafından öldürülebileceğini öğrendikten sonra öldürülebildi.Beş gün tutuklu kaldıktan sonra idama giderken Karter’e :Çöl tarafına iyi bak! Senin de Roma’nın da sonu o taraftan gelecek ,dedi.Üstadın şeytandan aldığın din bir gün yıkılacak göreceksin,dediği de bilinen gerçeklerden. son sözü insanlarıma nefesimi miras bıraktığımı söyleyin oldu.

28


Balkaş Hoca,ölüm şeklini söylemek istemiyordu. -Celal ,ısrar etti. -Hocam neden susuyorsunuz? -Ölüm şeklini söylemesem olmaz mı? Bence olmaz,dedi Celal. Balkaş hoca,yüzünü buruştura buruştura anlattı: Ve böylece soğuk bir kış günü ….Cenazesi sokaklara atılmasına rağmen kokmadı.Günler sonra şahla özel anlaşması olan Bugünkü Erbil’in eski adı olan Bet Garmai savaşçılarından ,Mani’nin sadık havarisi Addai bedenini ve derisini Şeh Behram’dan almayı başardı.Ancak onu tek bir şartla, ateşle yakılması şartıyla verdiler.Sasanilerin bu hareketteki amacı mezarının bir ziyaretgah olmasını önlemekti -Hallacı Mansur,Nesimi.Nef’i daha niceleri, dedi demesiyle onun da gözyaşları aktı.Celal birkaç dakika ağladı. Sonunda Balkaş hoca,onu teselli etti. -Üzülme Celal,Sen bu gözyaşlarını döktün ya. Onun varisisin demektir. Bazen şeytana çok acıyorum.Zavallı hayatında bir hata yaptı ve onun acısını çekti.Oysa Ademin oğulları arasından öyleleri oldu ki şeytan yanlarında zayıf kaldı.Ve bu olanlar Celal İncil ve Kur’anın ortak söylemiyle dehşetli bir kıyamet gününü ve cehennemi gerektiriyor.Hatta tarihe baktıkça cehennemin bile yetmeyeceğini anlarsın … Yiğitler bize kutsal ve zirve bir hayatın nasıl yaşanacağını öğretirler.Onlar yeryüzünün ağaçlarıdır.Senin için bende üzgünüm ama Parid’in mektubuyla Mani’nin öğretilerinin ayrıntısıyla ilgili bilgim yok. -O ,hayatını bilgiye ve aşka adamıştı.Biz onların adını telaffuz ettiğimize göre onlar ölmezler.Yiğitler ölmez ,Celal.Sadece yer değiştirir. -Kim olduğunu bilmiyorum.Seyfi Cengiz adlı şahıs her kimse bizlere büyük hizmet etti.Bu bilgilerin büyük kısmını onun tezinden aldım. Sonrasını sen de biliyorsun. Hazreti Ömer devri, Kadisiye savaşı,Emeviler,Abbasiler ,Gazneliler… Sonra Selçuklular,Bilhassa Tuğrul ve Çağrı Bey’in çabalarıyla Tamalkiya(Part) halkı Daylam adıyla Atropatene (Azerbaycan) ve İberya(Gürcistan) üzerinden Doğu Anadolu’ya indiler.Dandanakan,ve Malazgirt’te Selçukluların yanında savaştılar.Alpaslan’ın katkıları ile Gordiya bölgesine atalarının yanına yerleştirildiler.Öteden beri barışçı olmaya çalışan Daylamiler ile Türkler arasında hiçbir çatışma görünmüyor.Güçlenmelerine yardım ettiler.Zaza kelimesini bu yöreye yerleştikten sonra daha sık kullanmaya başladılar.Daylam , Türklerin pek çok savaşında onlara yardım etti.Ancak telaffuz farkından dolayı Alpaslan’ın yanında Elamid’ler olarak görünüyorlar.Bir de XV. Ve 16.Yüzyıllarda yazılan Şerefname’de Azzaniler olarak geçiyorlar. Onları bir daha hiçbir savaşın ya da barışın içinde yer almadılar. Bir zamanlar son kral Parid'in dediği gibi yaşamanın çaresi isim değiştirmektir prensibine sıkıca bağlı kaldılar.Parid’i Mitrdates’i ve Phratius’u hiç hatırlamadılar.Ama ona verdikleri tüm sözlerde durdular. Celal ayağa kalktı önünü ilikledi.Hocanın ellerini öptü . -Size teşekkür borçluyum.Çok sağ olun.Ülkelerin dürüst ve erdemli bilim insanlarına çok ihtiyacı var.Şu anda Mozart’ın Adacio Rodrigo Concierto De Aranjuez parçasını dinlemeyi ne çok isterdim.Galiba bir tek o benim duygularımı anlatabilir. Hadi biraz yürüyelim açılırsın dedi Balkaş hoca. -Dikkatimi çekti bir sürü isim saydınız.Hatta benim Mana olarak bildiğim öğretinin sahibinin bile adını iki üç farklı şekilde söylediniz.Bir diğeri ben size Parid’i ,Partları,Mana’yı sordum.Siz ise bana Haldiler’den ,Subartu’dan,Hurri’lerden ve Urartulardan,Asurlulardan bahsettiniz.Dahası verdiğiniz coğrafi isimler Bruz,Glan,Alan,Delem,Elam,Kirman tam olarak belli değil.Açıkçası kafam karıştı.Ne anlattınız.Siz ne yaptınız.Ben kafamdaki soru işaretlerini çözmeye gelmiştim.Siz bunlara birkaç soru işareti daha eklediniz hepsi bu. Evlat sen her şeyin düzenli tertipli bir zincir gibi birbirine bağlanmasını istiyorsun.Bahsettiğimiz

29


yer İngiltere ya da Fransa değil yüzlerce defa işgal gören toprakların çok sık el değiştirdiği kralların devletlerin birinin gidip diğerinin geldiği bir coğrafya.Babil ülkesi derken bile nereyi kast ettikleri bugünkü anlamda açık mı sanıyorsun?Başlayan,işgaller biten işgalin her izini silemedi.Gelen her millet kendinden bir iz bıraktı.Bu toprakları gezersen her birinin ayrı ayrı izini bulursun.Evlat her şeyi tanımlamak,tanımak istiyorsun.Karmaşadan akıl ve sezgi çıkarmak istiyorsun tarih bunun için çok elverişli değil.Boşluk kısımlarında en az yanlışı olan yorumu seçerek sana verdim.Irklara gelince Hurriler(Haldiler) buranın Maya ve Astek'leri.Burada kurulan her imparatorlukta kendi ırklarından pek çok insan girdi.Ancak Gordiya hep sizin halkınızın önüne geçti.Her şeyin su olmasını isteme evlaaat.Bırak bazı şeylerde toprak gibi olsun.İsimlere gelince biliyorsun telaffuz ve adlandırma da duygusal ,milli ve telaffuzla ilgili.Almanya bizim tanımımız onlar kendine German diyor.British,Londoner,England onların adlandırması.Bizim adlandırmamız ise İngiliz ,başka milletler başka isimler kullanıyordur.Ben sana hepsini söyledim.Sorulara gelince endişe etme kafanın boşlukları kendiliğinden çözeceğini göreceksin yeter ki bu iyi niyetini devam ettir.. -İnsan bilgiyi arayınca buluyor.Gerçi senin Üstat Fuzuli ilmi bir dedikodu olarak niteliyor yine de ilimsiz dünya düşünemiyorum.Yarın tekrar büroma gel!Görüşürüz. Celal, o akşam büyük bir rahatlama içinde öğretmenevine gitti.Gece çok iyi bir uyku uyudu. Ertesi gün hocanın bürosuna geldi.Birlikte çay içtiler sonra ayrılık vakti geldi.Celal tekrar elini öpmeye kalktı.Hamdi hoca, izin vermedi.Tam kapıdan çıkarken Celal’i çağırarak bu zarf senin , dedi.Celal,zarfı açmayı uygun görmedi. Sekretere tekrar para vermeye gitti. Aman Celal Bey hala anlamadınız mı,diyen sekretere şaşkınlıkla baktı. Hocamız gerek yok ,dedi.Asansöre doğru giderken zarfı açınca her şeyi anladı.Daha önce verdiği para küçük bir nota iliştirilmiş halde içindeydi. Notta, Celal evladım:Erdem parayla satılmaz,değerlendirilir.Bu basit bir Budist tekniktir.Derler ki kişi en değerli malını sana verirse sen de ona daha değerlisiyle karşılık ver. -Yolun açık olsun . Sular çekilmişti ,gerginlikler sükunete dönüşmüştü,kafasındaki zor soruları cevaplaması dolayısıyla.Geriye çok fazla bir şey kalmadığını sanıyordu. Bir karmaşayı düzene dönüştürdüğü zaman dünyayı fethetmiş bir fatih olarak yoluna devam edeceğini düşünürken felaket zincirinin bir şimşek gibi çakmasıyla hayatı kara bulutların kapladığı ve hiç terk etmediği bir mekana dönüştü.İlk felaketi aşktı.Felaketlerin zincir olması onların bir halkasının başlamasıyla devamının bitmeyecek şekilde gelmesindendir. Belanın adresi ve zamanı yoktur.Yağdığında gökten yağmur gibi yağar. Kaos,kriz ya da bunalım acılarımızı anlatmakta hafif kalır.Çünkü depresyonu Shekespeare ya da Fuzuli anlatmadı.Onlar anlatsalardı belki bu anlatım çok canlı olacaktı.Onların yerine acıyı ve kaosu tanımayan sadece dinleyen ve okuyan insanların onu nitelendirmeye çalışması gibi komik bir durumla karşı karşıyayız.Bu kelimelerin yaşadığımız hüzünlerin taklidi bile olmamasındandır.Bu hissi iltimasla kitap basanlar anlatamaz ve anlamaz.Bu nedenle acıyı okuduğunu sanan herkes acıyla yüz yüze kalmaya devam edecektir.Çünkü görünüşte acı okunmuştur oysa dokunan bir kilimin desenine bakmakla onu yapmak arasında belirgin bir fark vardır.Değil mi ki acı ,keder,kaos,bunalım bizim kimliğimizi değiştirir.Kim olduğumuz acı çektiğimiz müddetçe belli olmaz.Çünkü her sıkıntı bir kara leke bırakır beyne ve ruha .Bu leke beyin damarlarından yüz hatlarına oradan bakışlara ve barsaklara kadar bir yol izler.Nihayetinde acı çekeni ancak başka acı çeken biri anlar. Aradığı şeyin ırk olmadığını kısa süre sonra anladı.1789’dan beridir ruhlara ve beyinlere işlenen farklılığa odaklı ırk fikrinin onu tatmin etmeyeceğini kendisini azıcık tanısa tahmin edecekti.Sıradan bakış açılarına azıcık da olsa güvenmişti.Demek ki sükunet ve huzur dedikleri ırkta değildi.Nasıl olabilirdi ki 1789’dan beri insanoğlu rahatlık görmedi.Bu fikir eğr doğru olsaydı tüm dünyaya savaş kan ve gözyaşı getirmezdiDünya genelinde kabul göre isimlere bakıldığında hiçbirinin ırkını öne çıkarmaması bunun bir delili değil miydi?Bu gün Belçika ve İsviçre’yi gezenler ırk kavramını geriye atmanın nasıl mutluluk getirdiğini bilirler. Acı bir duygudur.Gelmeden önce sadece kalbin katılığı ve sıkılganlığı şeklinde belirti

30


gösterir. Hayatının en ağır girdabı başlıyordu.Lakin o farkında değildi.Bu girdap onu ölümün soğuk ikliminden bir kesici aletin beyin damarlarını birden kesmesi ve her şeyin kararması olarak nitelendirilen çıkış bölümüne bir kez daha sürüklüyordu. Bazı öğretmenler unutulmaz,çünkü kendilerini unutturmazlar.Sevilmese de acı iyi bir öğretmendir. Ruhun bununla mutlu olmadi degil mi Celal.Keske 200 yildir irklarin ustunlugune inananlar ayet getirenler hadis arayanlar da bilselerdi. Dağılır Yollar Dağılır İmparatorluklar Kalır Elimde Tanrılar Ve Silahlar.

Bölüm 2. “ Cihanı Hiçe satmaktır Adı Aşk “(I.Girdap) Celal'in yüzü kaskatı kesilmişti.Kafasındaki kan dolaşımı sanki durmuştu. Burası, yolun sonu olmamalıydı. Derin bir iç geçirdi. İnsan bazen istemese de “son” gelir ,diyerek kendini teselli etmeye çalıştı.Tarih konusunda bunca bilgisi olan Balkaş hocanın bile mektupla ilgili bilgisi yoktu. Zaten öteden beri şanssız olduğuna inanan Celal bu olayla bir kez daha yıkılmıştı.Bu defa çok umutluydu.Bu durumda umutsuzluğun faydası ortaya çıkıyordu.Öğretmen evinden ayrılarak bir otele gitti. Tatilin henüz başıydı.Bütün perdeleri çekti ve ağladı.Sevgili Mani,Parid ,Mithradates,Phratius ve nice mazlumlar için gözyaşı döktü.Yenilse bile yılmak istemeyen bir yapısı vardı.Kolay vazgeçmek istemezdi.Bir zamanlar bir hocası ona:Bulutlar bile hedefi olanlara yardım eder,demişti.”İnsanın hedefi oldukça yıkılmaz ve yenilmez olduğuna inanırdı.Sonra şiir defterini açarak Karakoç’un yenilgiyle ilgili mısralarını buldu.Kendinden geçerek okumaya başladı: “Yenilgi yenilgi büyüyen zaferler vardır. Aşk celladından ne çıkar mademki yar vardır. Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır Senden umut kesmem Kalbinde merhamet adlı çınar vardır.” Hala amaçları olduğuna göre devam etmesi gerekiyordu.Oturup amaçlarına ulaşmanın kendisine neler kazandıracağını yazdı.Defalarca kez planlar yaptı. Evvela yabancı dil kursuna gitmeliydi.Sonra da bilgisayar öğrenmeliydi. Gelecek bu iki mesleğindi.Üniversiteden mezun olduğunda bu iki hedefe ulaşmaya yemin etmişti. Merkezdeki kursların hepsini gezdi .Sonunda bir kursa yazıldı.Kursta TRT’nin spikerlerinden Özden Arar, ders veriyordu.Londra yolculugu tam burada basladi.Bunun icin tam 8 sene sabirla bekleyecekti.Sabir buyuk adamlarin hasletidir. Bunu o zaman bilmiyordu .İlk gün en son o girdi içeri .Farklı fiziksel yapısı ile tüm dikkatleri üzerine çekmişti.Yapılan seviye sınavında Celal, sınıfın en kötü notunu almıştı.Bu Kendine hiç yakıştıramadığı bir durumdu.Sınavın olumlu sonucu ise çalışmazsa neticenin değişmeyeceği idi. Böylece gecesini gündüzüne katarak çalışmaya başladı... Bilgisayar kursuna hafif esmer, Celale bedensel anlamda benzeyen genç bir kız da

31


gelmişti.Onu önceden görmüş gibiydi.Hayat bu iki gence hayal edemedikleri kadar iyi kötü ve çirkin bir hikaye hazırlıyordu. Beal Shem Tov der ki ,Her insandan,doğruca cennete uzanan bir ışık yükselir.Birleşmeye yazgılı iki ruh birbirini bulduğu zaman ışıkları birlikte akmaya başlar,o birleşmiş varlıktan tek ve daha parlak bir ışık doğar.Böylece aşk dediğimiz ruhlar ve bedenler arası iletişim başlar.Eros harekete geçtiğinde aradığı ruhu bulur.” Birkaç gün kurslara devam edince çok sıkılmıştı.O sıralar Altınpark’ın en güzel dönemiydi.Daha önce hiç görmemişti orayı .Pazar günü kursun olmamasını da fırsat bilerek Altınpark’ı ziyaret etti.İlk uğradığı yer paten pistiydi.Parkta uzun süre gezindi. Bir şey, kendisini gül bahçeleri arasına çekiyordu...Gül bahçelerine gitti.Yediveren gülleriydi bunlar .Gözün görebildiği tüm alanlar gül bahçesiydi.Önce dökülen yaprakların bir kısmını topladı. Bir banka oturarak gül yapraklarını önüne dizdi.Bu arada göklere baktı.Bulutlar dağınık halde bir okul önü görüntüsü veriyordu.Orta kısımlarda iki bulut yaklaşmış aralarında bir köprü oluşturmuştu.Bulutlara bakıp hafif uykulu olan gözlerini biraz isteyerek biraz da istemeyerek kapattı.Gözlerini birden açtı etrafta kimse yoktu.Tekrar kapattı. Önce beyazın zıddı olmayan karanlık…Bu karanlık siyah kızıl karışımı kırmızıya hiç benzemeyen güneşin batışını andıran yoğun kızıllıkla karıştı.Bir bulut kümesi geliyordu. Dünya gezegeninin enlemleri kızıl renge bürünmüş kendi etrafında dönüyordu..Dönüşü tek yönlü değildi. Kızıl küre öne, arkaya, geriye, sağa, sola dönüyordu.Bazen bir güneş oluyor etrafa ışık saçıyordu.Enlemler zamanla yay haline geldi spiral görüntüsü aldı.Spiral ışınlardan oluşan dünya gezegeni, üçgen, dörtgen, beşgen silindir şekline döndü.Kalbi hızla atmaya başladı. Son gördüğü şekil , kızıl ışınlardan oluşan dünyaydı.Kızıl ışınlı dünya bir tünele döndü .Ruhu,uzun, sonsuz ,mavi ile yeşil arası bir tonda yüzlerce yuvarlak daire oluyordu .Ayak uçlarında güçlü bir enerji hissetti. Daireler kendi aralarında boşluk bırakarak mor, gri, lacivert, ak üçgenler oluşturup tekrar sonsuzluğa doğru gitmeye başladı.Her daire aynı hareketleri yaparak önce küçük sonra büyük çemberler oluşturuyor doğup batan güneş gibi gidip geliyordu.Sonra bütün geometrik şekiller dağılıp sonsuzlukta dalgalanan binlerce çizgiye döndü.Havaya savrulan buğday tanelerinin birleşmesine benzer bir görüntü oluştu.Sonra kareden oluşmuş zincire dönüyordu.Etrafta tuhaf melodiler duyulmaya başladı.Bunlar daha önce dinlediği Berlin Senfoni Orkestrası ya da Bir Mevlevi ayinindeki müzik ritmini andırıyordu. .Celal ,kalbinin iyice sıkıştığını hissetti. Nefesinin kontrolünü kaybettiğini sandı.Sonra kapkara bir alanda beyaz renkten oluşan bir çember gördü tekrar.O kapkara alanda bir bulutun ellerini tutmaya çalıştığını hissetti.Celal,bulutu tutmaya çalıştıkça bulut uzaklaşıyordu.Birkaç defa elini uzatınca kursta gördüğü esmer kızın bulutun içinde kafeste kalan bir kuş gibi elini uzattığını gördü.Sonra kafeslerin sayısı arttı.Celal kurtarmaya çalıştıkça kendiyle beraber kızı da batırıyordu bir bataklığın içine .Sonra kızı kurtardı ama kendisi battı bir nehrin içine. Tam o anda erguvan renkli bulutlar oluşup ellerini Celal’e uzatıyor tut, diyordu.Celal bulutlara tutunup kurtuluyordu ama bu kez kız batıyordu. Ardından her taraf gri, siyah, kırmızı, yeşil mor karelerle doluyor tekrar boşalıyordu.Bir anda dev bir adam geliyor Celal’i çekip alıyordu.Kızsa ortalarda bile yoktu.Sonra kemikleri sızlamaya başladı. Bedeni bembeyaz bir ışığa dönüyordu. Işık küçülüyor, büyüyor değişiyor kendi etrafında bir semazen gibi dönüyordu.Dönerken baş kısmında gökkuşağı rengine , boynundan ayaklarına kadar lila rengine bürünüyor,ayakları ve altındaki topraksa mavileşiyordu.Gittikçe koyulaşıyordu mavilik. Beklemediği bir anda deniz kabuğuna döndü.Şuuru , önce Avşa adasındaki tepelerde sonrada,gül bahçesine uğradı.Ayağıyla yere basmak istedi ama basar basmaz uyandı.Etraftaki gül bahçelerine bakıp kendini cennette sandı. Gözlerini açtığında biraz önce oturduğu bankta uyuduğunu anladı Shirley Maclaine’nin Kamino’da söylediği gibi hayaller insan olmadan önceki yaşantımızın izleri mi,diye

32


düşünmekten kendini alamadı. Bir müddet bu hayalleri düşündü.Sylvıa Browne’nın dediğine göre bilinç ötesi bölgemiz rüyayı düzenliyordu.Beyin kendine gelecek zararları kilometrelerce önceden tahmin ediyordu. Kibir,mağdur etme,eziyet etme özellikleri olan insanların ruhunun yaklaştığını ancak ruhsal çalışmalarda bulunan ve kendini arındıran ruhlar anlayabilir. “ Goncalar gülsün.Sen gonca gülsün.Irmak feryat etsin Sen sus ey bülbül gül bahçesinde yarim söylesin.(Nabi)

Ordan isteksizce ayrıldı.Otobüse binerek tatil için kalacağı yurda gitti.Odasına çıkarak hemen uyudu.Uyandığında akşam saat akşam yediye yakındı.Yatakta bir saate yakın kaldı.Sonra da kalkıp kursa gitmek için hazırlandı.Kursa giderken Emrah’ın yeni çıkan “Belalım” şarkısı çalıyordu kasetçilerde .Henüz fark edememişti ama bela uzağında değildi. Belâ dildendir ol dildâr elinden dâdımız yoktur. Gönüldendir şikâyet gayrdan feryâdımız yoktur. Bela gönüldendir,dildendir.Sevgili bize merhamet etmez. Bizim kendi gönlümüzden başka şikayetimiz yoktur.(Neşeti) O günkü bilgisayar kursunda hoca, Celal’e takılarak bitirmişti dersi. Kursiyerlerin çıkmasını bekledi.Tesadüf ki esmer kız da işini geç bitirdi..Kız tam çıkacağı sırada işi bitmemiş gibi yaptı.Böylece tam dışarı çıkarken kapıda karşılaşmış oldular. Celal ,yılların verdiği güvensizlik ve korkuyla karışmış bir sesle, gözlerinin tam içine bakarak sordu: - Birlikte çıkmamızın bir mahsuru var mı? Daha sözünü bitirmeden olumlu cevabı almıştı.Bir süre birlikte konuşmadan yürüdüler. Celal heyecanla ;adınız neydi, diye sordu. -Canan Celal: -Güzel isimdir Canan. Canan: -Sizin için özel bir anlamı mı varmış gibi konuşuyorsunuz. Elbette dedi.Bir çay bahçesinde oturup sohbet ettiler.Celal,Canan isminin özel anlamını ertesi gün kendisiyle buluşursa açıklayacağını söyledi.Akşam büyük bir sevinçle yurda döndü. Sonraki gün ilk konu bu oldu.Canan ,Celal’in eski sevgilisinin de adının Canan olduğunu zannediyordu.Oysa durum farklıydı. -Divan Edebiyatı canan kelimesini adeta kutsallaştırmıştır. Yüzlerce beyitte adı geçer.Biraz da mükemmelleştirilmiştir bu kelime. Hele bir de Baki’nin cana şiiri var ki demeyin gitsin: “Ezelden şâh-ı aşkın bende-i fermanıyuz cânâ Muhabbet mülkünün sultân-ı âlîşânıyuz cânâ” Ey sevgili! Aşk pâdişâhının ezelden ferman kölesiyiz. Sevgi ülkesinin yüce şanlı sultanıyız demek. -Ha bu şiiri biliyorum edebiyat hocamız okumuştu bir zamanlar.Arkadaşlarım pek sevmezdi o dersi .Hocamız dersini sevdirmeye çok önem verse de sonuç değişmezdi. -Şimdi nerde? -Kim bilir nerdedir? Sonra bir çay bahçesine uğrayıp çay içtiler.Celal ,kendini iyice tanıttı.Rüzgar hafifçe esiyordu.Başkentin güzel yaz günlerine mahsus havasında ordan buradan konuşmayla geçti o zaman dilimi.Sonra saate baktıklarında gece yarısının çoktan geride kaldığını anladılar.İkisinde

33


de mutluluğun tüm izleri vardı. “Beni cevrile öldürse dimen ol yâra kanlıdır Helâl olsun ona kanım yiğitdir delikanlıdır”(Necati) (O sevgili beni eziyetle öldürürse ey dostlar !Ona kanlı demeyin. Ona helal olsun ,yiğit ve delikanlıdır.) Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni (Nedim ) Gül desenli elbise giydin ama korkarım ki o elbisedeki gülün dikeni seni incitir.) Aynı anda üç işi yapmanın , şehrin kirli, yoğun havasından bunalmışlığın tüm izleri yorgun gözlerindeydi.Celal ,Canan’ın yüzüne yeni gelmeye başlayan mutluluğu okuyabiliyordu. .Yüz hatlarında insanın makineleşmesine karşı isyan duyguları ve yalnız kalmanın korkunçluğunun tüm izleri vardı. Sanki hep ağlamak isteyen ama ağlamayı küçülmenin izi olarak gören bunun da yanlışlığını bilen,bilirken insanoğlunun Tanrı’dan getirdiği ruhsal akımı durdurmaya çalışan,çalışırken bir ‘ben vardır benden içeri deyişinin ne kadar hakikat olduğunu yansıtan,yansıtırken sevginin iki ruh arasındaki köprü olduğunu fark eden,fark ederken kaybetmenin o zehirli buğusunu tatmak istemeyen,istemediği zaman tekrar yalnız kalacağına inanan ,inanırken Eşrefoğlu Rumi’nin cihanı hiçe satmak,varlığı dökmek,ağuyu yutmak,bela yağmur gibi yağdığında başını ona tutmak,kendini oda atmak ,vücudunu fani etmek olarak tarif ettiği aşkın büyüsünü kavrayan, kavrarken atmosferin yedi tabakasından sekizinciyi insanoğlu olarak yaratan,yaratırken Tanrı’nın büyüklüğünü anlayan anlarken aşkın tek kelimeyle anlatılabileceğini ilan eden, bu ilanı ederken Ağrı’nın Everestin,Çarapunçi’nin hatta Tur’un zirvesi olduğunu ,bu zirveye çıkmanın ancak bilinç ötesine ulaşmakla eş değer tutulabileceğinin tüm izlerini , ellerinin sıcaklığında taşıyordu. Bir kaç gün birlikte gezdikten sonra ılık bir rüzgarın dağıttığı ilk sevgilisinin ellerini tutarken Sezai Karakoç’un, Ellerin ellerin ve parmakların Denizin dibinde geziyor gibi Ellerinden belli olur bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi” mısralarını hediye ediyordu. Sonra genç bir yazarın ‘’Asla,kim demiş aşka karşıyız diye ,Biz aşka karşı değiliz. Sadece onu düşürmeye karşıyız.Biz dahi aşkın yüceliğini kabul etmişiz.Aşkı” Yoktan da var dan da öte bir Var “ın yarattığını unutmamışız.Bu yüzden dostlarım, aşka karşı değiliz.Bilakis gerçek aşkın her zaman yanındayız....Biz şehvetle aşkı karıştırmayın diyoruz.” Sözleri geldi aklına.Bunlara rağmen aşkın şehvet yönü inkar edilemezdi. Öyle bir sevinç ve huzur vardı ki tüm hücrelerinde yatağa uzanır uzanmaz hayallere daldı.Sonra defalarca kez Tanrı’ya şükretti.Aşk,ilk geldiği zamanlar muhatabını adeta başka bir diyarda yaşatır.Bu durum, boşlukta tüm insanların üzerinde dalgalanmak gibidir.Ne yazık ki duygu yüklü bulutlardan aşağı inmek de çok uzun sürmez bu tür zaman dilimlerinde ise aşk muhatabını yerin dibinde yaşatır.Elbette hiçbir aşık sıradan değildir ve olmamalıdır. Çünkü böyle bir insanla tanışan biri şanssız olamazdı.İlk defa şanslı olduğuna inandı. Üç gün sonra Canan’la tekrar buluşma kararı aldılar . Bu defa müzikli küçük bir salonda buluştular.Canan, Celal’in kim olduğunu,geçmişini merak ediyordu.Celal Anadolu’yu diyar diyar gezerek ortaöğrenimini nasıl bitirdiğini anlattı.Üniversite yıllarını tek tek anlattı. Canan ise yüksek hemşireliği üç yıl önce bitirmişti.Üç kardeş okutuyordu.Şimdi yeni bir üniversite bitirip öğretmen olmak için okuyordu.Aynı zamanda Celal’le bilgisayar kursuna devam ediyordu… Canan endişeli bir yüz ifadesiyle sordu: -Gerçi ikili ilişkilerde önyargıya neden oluyor fakat yine de soracağım…Hangi ırktansınız?

34


-Biz kendimize Tamalkiyalı ya da Sasiya deriz Gordiya bize sasa der.Eski kaynaklarda da Daylam diye geçer.Siz hangisini isterseniz,söyleyin. Bu sözden sonra bir süre suskunluk oluştu.Tam anlamanın olduğu yerde konuşma değil susma vardır sözü böylece bir kez daha doğrulanmış oluyordu. Bu suskunluktan sonra Canan tekrar konuştu: -İnanmayacaksınız ama ben de Daylam ırkındanım. -Divriği Sasanlarından öyle mi? “Evet.” Celal inanmakta zorlandı.Bu kadar şey tesadüf olmaz. Önce tebessümle sonra da sevgiyle Canan’a hayran hayran baktı.Bu hareketi hiç hoş karşılamadı. -Kusura bakmayın ama bu tür hareketleri hiç sevmem .Çok karmaşık bir aile geçmişimiz var ve ırk kavramı benim için her zaman değersiz olmuştur.Kadere bakın ki ilk çıktığım erkek olan siz de Zaza çıktınız. Şunu söyleyeyim ki ben flörte karşıyım modern bir bayan olsam da ciddi amaçlı olmayan birlikteliğin sadece insanın şahsiyetine zarar vereceğine inanıyorum. Celal bu sözleri duyduğuna çok üzüldü. Çünkü tanıma olanağı olmayan bütün ilişkilerde sorun yaşanma ihtimali güçlüydü.Bunun adına flört, çıkma ne denirse densin tanıma ,gerekliydi.Canan’ın gözlerine bakarak bu fikrini benim için değiştiremez misin anlamında baktı.O gözlerde derin bir endişe ve korku gördü .Sanki Celal’le ilgili olmayan bir haber bekliyor gibiydi. Peki ya niyet ciddi ise ne yapmak isterdiniz? -O zaman karşıdaki insanın gözlerinin içine bakarım ve bunu anlarım.Bunun için kahin olmak gerekmiyor.Yıllardır erkeklerin kızları nasıl kullanıp çöpe attıklarını bilirim .Belki de bu korkum beni kullanılmaktan korudu. Bu yolda pek çok kız arkadaşım bunalıma girdi.Bir tanesi intihar etti. Şu koca şehirde memurluktan ayrılan pek çok kişi oldu .Söylemek istemediğim yerlere düştü.İçki, alkol ,sigara,uyuşturucu kadınların kişiliğini erkeklerden daha fazla etkiledi.Bir taksici ile evlenen hemşire arkadaşım kendini borç batağında buldu...Baş hemşiremiz bir doktorla evlendi.iki çocuk doğurduktan sonra boşandı.Üniversitede pek çok arkadaşım Anadolu’nun köy ve kasabalarında yıllar süren esaret ve baskıdan sonra bir anda özgürlüğe kavuşmanın sarhoşluğuyla çok yanlış şeyler yaptılar.Ben her kötü örneği gördüğümde biraz daha kaçar oldum erkeklerden.Şu an sizden bile korktuğumu söyleyebilirim. Celal’in heyecanı sona erdi.Durgunlaştı.Durgun sular derin akar sözünü doğruladı. Beyni bu kısacık sürede onlarca işlem yaptı.Öyle bir şey söylemeliydi ki karşıdaki insanın tüm güvensizlik duygularını yerle bir etmeliydi. -Canan Hanım size bir soru sorayım.Benden nasıl bir düşman olur? Söyler misiniz? -Nasıl yani? -Farz edin ki düşmanız.Benden nasıl bir düşman olur? -İçinizi bilemem ama dıştan iyi ve mert bir düşman olur diyebilirim. -İşte çözüm burda size mutlu, umutlu bir arkadaşlık hatta dostluk öneriyorum. Canan, Celal’in gözlerinde şehvet aradı ,yoktu. menfaatçilik aradı ,yoktu.Para hırsı aradı yoktu,Bütün hisleri adeta bir olmuş karşıdaki insanın kucağına atılıp ne olur” beni öp” yıllardır seni bekledim.Otobüslerde,sınıflarda ,hastanelerde hep seni bekledim. Ne olur bana sarıl ve sakın bırakma, diyordu.Ama aklı hep muhalefet ediyordu Altıncı his dedikleri bu olmalıydı.Shirley Maclaine’nin dediği gibi ,insan karşı cinsteki kendisini bulunca mantık kuralları işlemez olurdu.. Ertesi gün buluştuklarında ikisi de çok sevinçliydi.Hayat, yeniden başlıyordu başşehrin kaldırımlarında. İki genç uzak semtlerden birindeki sessiz parka gittiklerinde umut vardı gözlerde. Canan’ın kafasından ve kalbinden gelen korku, alnına, ordan sinirlerine, ordanda gözlerine sızmıştı.Tarifsiz bir endişe vardı Celal hiç durmadan okuduğu kitapları, yazdığı yazıları ,birer birer anlatıyordu.Canan o günden sonra çoğunlukla sustu. Üstelik sonraki buluşmalarda ,önce kucakla,sarıl diyen bakışlar bana zarar verme,

35


diyordu.Bir keresinde metroya binip iki saate yakın hiç inmediler. Aslında içinde gizlediği bir çılgınlık vardı.Ve bu çılgınlığı Celal ile açığa çıkmıştı.Çılgın atlar her zaman daha hızlı koşardı.ikisi de çılgın sayılırdı bu durumda . Canan ara sıra çok ilginç şeyler anlatıyordu. - Aşağı yukarı 20 yıldır hiç ağlamadım.Alkolik bir babam, zavallı bir annem, çok sevdiğim kardeşlerim var. İki genç, unutmuştu sorunları.Aşk,yaraları saran,yaşamın meşguliyetini unutturan bir şeydi.Onlara bakıldığında iki küçük dağ görmek mümkündü.El ele tutuştuklarında Canan’ın yüzündeki korku azalıyor ama yok olmuyordu...Bazen dakikalarca bakışıyor hiçbir şey söylemeden hayal kuruyorlardı.Fakat sonuç yine aynıydı.Celal bundan hiç bahsetmek istemiyordu.Canan’ın ise gizlediği bir şeyler vardı.Canan kendi ruhunda ayrılık kararını çoktan vermişti.Ama bu kararı makul gerekçelere dayandırmayı beceremiyordu.O nedenle bir süre bekledi. İkili ilişkiler bir çeşit kişisel şemaları birbirine uygun hale getirme aşamasıdır.Bu süre bazen bir ay bazen bir ömür bazen de bir yıl alır.Bazende yıllar verilir ama ufacık bir olay ayrılığı getirir.Canan,sosyetik hayatın içinde büyümenin avantajı ile Celal’i çok çabuk çözdü. Bu nedenle yüksek bir düzeye çıkan bağlılığını zayıflatmayı denemekle başladı.Aldığı acı dolu haberi Celal’e iletse sevgi dolu dünyasını bir anda yıkacaktı.Bunun yerine daha yumuşak bir geçiş aşaması denedi.Celal’in yorumlama tarzını da dikkate alarak farklılıklardan söz etmeye başladı. Bir gün Canan ,o güne kadar bahsetmediği ideolojilerden bahsetmişti. Sevgilisi Celal’in fikri yapısını merak etmişti.Hiç alkol almıyordu.Kitaplardan, İngilizce kursundaki bayan hocadan her zaman bir yolunu bulup bahsediyordu. Doymak bilmeyen bir gelişim tutkusu vardı.İkisi de bir dakikalarını boş geçirmek istemiyordu..Lakin bir fark vardı ki aralarında ikisi de bu konuyu konuşmak istemiyorlardı.Canan sözü Tanrı’nın varlığına getirdi. Canan,Tanrı’ya uzun süre inanmadığını sonra ise başına gelen bir olaydan dolayı inandığını söyledi: “Bu olay neydi?” -Geçen yıl bir kaza geçirdim.Ve 3 gün komada kaldım ,Öleyazdım. .Ayaklarım felç olmuştu .Ve ben yaşayan bir ölüydüm..O zaman Allah’a şöyle dedim: Nerde olduğunu bilmiyorum.Var mısın? Bilmiyorum.Her neredeysen beni kurtarırsan sevinirim.Ben senin isteklerini yapmadım ama Tanrı’ysan sen benim istediklerimi yap.Doktorlar bile umutlu değildi perişan olmuştum.. Hastaneden taburcu olduğumda artık Allah’a inanan biriydim.Ama çoğu zaman tereddüt ediyorum.Tanrı var mı ,yok mu? Celal bu sözden sonra araya girdi şöyle dedi: -Herkesin Tanrı’ya ulaşmak için bir yolu vardır.Umarım yakınınızdaki insanların yolları uzun sürmez.Kiminin yaşlandığında, kiminin çocukluğunda, kiminin gençliğinde Tanrı’ya ulaşmak için bir yolu mutlaka vardır.Ben ilkokul yıllarımda inandım Tanrı’ya.Benim mantığıma göre Tanrı uzakta değil. -Canan uzun bir kahkaha attı.Ya nerde? Celal: -İçimizde Celal oradan sessiz bir yere gitmeyi teklif etti.Küçük bir büfeye girerek siyah bir poşetle çıktı. .Lidya caddesindeki parka geldiler.Buraya ara sıra büyükelçiliklerden kadınlar korumalar eşliğinde çocuklarını getirirdi.Ama o gün kimse yoktu. Karşı karşıya oturduklarında Celal: “Gözlerini kapatabilir misin Canan ? Şimdi ne görüyorsun bana söyle?.” “Karanlık ve siyahlık..” -Peki bu karanlık, siyahlığa benziyor mu? Tekrar gözlerini kapattı. -Bilmiyorum.

36


Hafızan nasıldır? -İyidir,diyelim. -Çocukken ya da büyükken günah işlediğinde neler hissedersin. -İtiraf etmek gerekirse o günahı işlememek gerektiğini söyleyen bir ses duyuyorum. -Bu sesin kaynağı sence nedir? -Vicdan,his,kendimiz -Vicdanı yaratan nedir? -Yaşamdır. -O zaman bir bebek neden duygularla dünyaya gelir?Üzülür,sevinir yoksa o bebeğin de bunları yaşamdan öğrendiğini mi söyleyeceksiniz. Canan:-Niye bu kadar felsefi konuşuyorsun? Celal:- Bu cevap kaçış cevabı.Bence içimizdeki sesin Tanrı’ya ait olduğunu kabul etmek bizi rahatlatır. -Canan: -Psikolojiden anlamam.Eğer buy dediklerin doğru ise o zaman senin saçların neden dökük,neden yılgın,bitkin görünüyorsun.O inandığın Tanrı’n ve onun inancı neden seni rahatlatmıyor? Celal bu noktada tıkandı.Uzun zamandır kendisini böyle yaralayan sözler duymamıştı.Gözleri doldu,boğazı düğümlendi gözlerini kaçırmaya çalıştı.Ne yazık ki yenilmişti. Sonunda bir cevap buldu. - Ve söylediğin şeylere cevap verecek kadar bilgim yok. Biraz önce endişesizce konuşan genç kız şimdi yaptığı hatanın farkına vardı .Ellerini onun saçlarına sürmek istedi bir an.Neden sonra vazgeçti.Bu durumda birbirlerinden ayrılmaları uygun olacaktı.Daha ilk günlerden başlayan fikir ayrılığı gittikçe derinleşecekti. Ayrılırken son bir cümle söyledi: -Kabul etmeli ki Tanrı’yı anlatma yöntemin oldukça ilginçti.Sakın etkisiz ve yersiz olduğunu sanma. Biraz önce üzülen Celal şimdi karşıdaki kalbe gidecek bir yol bulduğunu anladı.

Canan,o gün eve geldiğinde annesine sarıldı.Kardeşlerinin yanında dans etti.Dakikalarca en sevdiği müzikleri dinledi.Sevincinin sebebini soran ailesine anlatmadı. Kendisi de farkında değildi. Tanrı cömertti.Kendisini dinleyen ,dinlemeyen ayrımı yapmazdı.Bunun açık örneği Canan idi. . Yine de Celal’i sevmek çok büyük bir riskti.Ara sıra aşırı siniri,Canan’ın babasına benzer tavırları.Aralarında soğukluk yaratıyordu. Fakat onun yanına gelince kendisini müthiş bir güvende hissediyordu..İşe gittiğinde,okula gittiğinde hep onu görür olmuştu. Celal’se ara sıra arkasını dönüp beklentisizce bir iki gözyaşı dökerdi.Öyle mahzun ve kırık ,çaresiz bir duruşu vardı ki…Sanki kaybetmek benim kaderimdir fikrini mantra edinmişti.Canan bu duruşuna karşı bir dediğini iki edemiyordu.. Ufak bir sitemde hemen oturup gözlerini dolduruyordu..Canan’ın aksine o doluydu.Bazen en mutlu anlarında kendinden geçiyor ama yine arkasını dönüp gözünden gelen yaşları siliyordu.Canan, bunun sebebini sorduğunda ise yemin ederek kendisinin de bilmediğini söylüyordu. Necip Fazıl’ın zamanla ilgili tespiti burada doğrulanmış oluyordu. “Zaman korkunç daire ilk ve son nokta nerde?” Zamanın su gibi aktığını söylemek yetmezdi.İki genç yan yana iken günler saat,saatler, dakika, dakikalar, saniye, saniyeler, an oluyordu.Hatta anlar bazen yokluk oluyordu.Ve bir aradayken asla birbirlerine doymuyorlardı. Temmuzun sıcaklığına kurslardaki arkadaşların samimiyeti,etrafın güzelliği ve aşkın karşı konulmaz büyüsü eklenince yaşam bir Mozart müziği,Fuzuli kasidesi,Baki hissiyatı,Nedim neşesi ve Nef’i öfkesi oluyordu. Reenkarnasyon diye bir şey olsaydı bu zamana sadece

37


Nedim’i çağırmak gerekirdi. “Gülelim eğlenelim kam alalım dünyadan”

Her şey güzeldi de Canan’ın gözlerindeki korku bir türlü geçmek bilmiyordu.Celal, en kolay yolu; inkar yolunu seçti. Havanın bunaltıcı etkisindeki bir günde Atatürk Orman Çiftliği’nde pikniğe gittiler..Celal en sevdiği şiir olan Mona Roza’yı okudu ve öyküsünü anlattı.Sonra ömrü boyunca hayal ettiği sevgiliyi ona anlattı. Mavi ve Siyah’taki Ahmet Cemil’in Lamia’yı beklediği gibi beklemişti. Canan’ın dizine başını koymayı dünyalara değişmezdi..Dakikalarca konuşmadan bakıştıktan sonra gözlerinin derinliğinde Mona Roza’dan kıtalar okudu. “ Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur .... “Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara sana doğru uzanan çaresiz ellerimi sırrımı söylüyorum vefakar balıklara yalnız onlar tutacak yerimi … Mona Roza bitiğinde gözleri dolu doluydu. Bu harika atmosferi tamamlamak istercesine hemen yanda verilen konserde yeni çıkan gruplardan biri” Beni deryalara salar gözleriné şarkısını okuyordu.. O gün bittiğinde Canan ona dakikalarca sarıldıktan sonra : “Hayatımda ilk defa zamanın durmasını ve her şeyin donmasını istedim Öyle güzel bir andı ki, Her şey için çok sağ ol..Bugün özel olarak şükür edeceğim Tanrı’ya,dedi. -Niye? -Seni yarattığı ve benimle tanışma şerefine nail ettiği için.Yaşamın anlamını çözmeye çalıştığım zamanlar olmuştu.Şimdi sayende hiç düşünmediğim kadar mutluyum.Ama bu hikayeyi sonlandırabilir miyiz? Bilemiyorum. olumsuz sonuç da olsa sonuç bu güzel süreci etkilemesin tamam mı? Sonra bir hafta kadar Canan’ın işleri dolayısıyla görüşmediler. Canan onu çok özlemişti.Resmini defalarca kez öpmüş ve kendisine itiraf etmekten korktuğu gerçekle yüz yüze kalmıştı.Canan aşık olmak istemiyordu.Celal de kaybetmekten korkuyordu.O zaman sonuçta

38


kaybetmektense baştan kaybetmeliydi.Acil bir durum var diyerek iş yerinden Canan’ı çağırttı. Bu görüşme son derece kötü şartlar altında olacaktı. Celal: -Ayrılmalıyız seni de kaybetmeye dayanamam..Ben kayıpların adamıyım Erol Evginin imkansız aşklar için yaratılmışım şarkısı hafızasında çalıyordu. Canan beklemediği bu ayrılık teklifi karşısında şok oldu: -Neden ayrılacağız.Ayrılmaktan korktuğun için öyle mi? Sen bir korkak mısın?Sevdiğin kız için mücadele etsene. Celal: -Mücadele etsem de faydasız .Ben yenilgilerle dost olmuş bir insanım. Sarılmadan ayrıldılar .Celal , o güne kadar gitmediği fakir semtlerden birine giderek uzun süre sigara içti. Parktaki bazı askerler yaklaşıp derdini sordular.Celal anlatınca askerlerin bir kısmı çok duygulandı. Ama biri çok mantıklı bir şey söyledi: -Kardeş, ayrılığına katlanamayacaksan terk etme. “Gittin amma ki kodun hasret ile canı bile İstemem sensiz olan sohbeti yaranı bile” (Sensiz dostların sohbetinin bile tadı olmuyor.) Beyitini bu askerin sözünden sonra hatırladı. Bitki,taş ya da ot,ağaç,plastik olmak ne ise Celal anlamıştı. Aşksız kalmak hedefsiz kalmak gibiydi.Bitkisel yaşam hiç kolay değildi.Ama insanı aslandan cesur delilerden daha deli yapardı.Hüsn-ü Aşk’taki Hüsn’e mecnunluk isnadı bunun için olmalıydı. İnsan kendisinin bayan şeklini görünce onu hiç unutmaz.Hele aşka olan özlem ilkbahar yağmuru gibiyse.Aşık pervane misali döner sevdiğinin etrafında.Sonra kendini kınadı.Sevgili eziyet eder ama seven katlanırdı “ Cana meylin var ise hükmeyle teslim eyleyem Şah sensin ben senin bende-i fermanınem.” Canımı almaya niyetin varsa söyle vereyim. Sen padişahsın ben senin kölenim(fuzuli). Bu Celal’in takınacağı tavır değildi.Yiğit insan kaçmazdı.Önce savaşırdı.Yenilecekse adam gibi yenilmeliydi.Demek ki hayatı algılamada bir sorun vardı.Bir yerde yanlışlık olmalıydı.Hemen koşup küçümsediği sosyete yazarlarının birkaç kitabını satın aldı.Yüklü miktarda para vermekten çekinmedi.Ordan yurda doğru gelirken bilgisayar kursuna uğradı.Bu kursun bir özelliği vardı:Boş vakitlerinde herkes gelip çalışabilirdi.Ancak öyle bir şey oldu ki içinden bir ses Canan’ın burda olduğunu söylüyordu...Biraz bilgisayarla uğraştı.Ancak uzun salonda bir anda kapı açıldı ve en son birkaç saat önce gördüğü Canan’ı gördü. İlk anda konuşmadılar.Aradan biraz süre geçince Celal dayanamadı ve hadi bir yere gidip tekrar konuşalım -Bizim şarkılardan birinde der ki:”Müjde sana sen altınsın. Kendini tenekeleştirme” Canan: -Ben altınım. yalnız bugünkü olay kimin hatası? Tamamen benim dedi Celal .Bir aması var bu kadar süredir .uğraşıyorum.Gözlerindeki korku ve endişeyi bitiremedim..Daha kötüsü beni sevdiğine dair bir işaret de göremedim.. Kurstan ayrılıp pastanelerden birine oturdular.Aslında ikisi de rol yapıyordu.Celal,onun sevgi işaretlerini anlamamış gibi yapıyordu.Canan ise endişe doluydu.Gözlerindeki endişenin kaynağını söylese Celal’in tüm hayalleri yıkılacaktı.Celal ile oynamak istemiyordu.Gözlerindeki yaşam sevincini söndürmek ikisini de bitirirdi. Celal: -Evet nerde kalmıştık beni sevmiyorsun sadece benim bilgimden ve farklılığımdan faydalanıyorsun.Hadi seviyorsan söyle,konuşamazsın çünkü sen sevmekten hele sevilmekten iki kere korkuyorsun.Aileni ise seviyorsun yıllardır onlar için çalıştın.Oysa benim şiirlerim ve

39


kitaplarım böyle demiyor. Seven sevilmeli diyor. Bir anda şimşekler çaktı. Canan’ın içinden böyle yüce bir sevgiye karşılık vermediğim doğru diye düşündü. Masada duran her zaman sıcacık olan Celal’in elini tuttu.Bir kaç kere öptü. Sonra da istediği sözleri sıraladı: -Seviyorum hayatım seviyorum.Belki bir gün beni anlarsın. Buzlar eridi .köprüler kuruldu .O gece ilk defa Celal Canan’ı evine bıraktı.Hatta minibüste seni kaçırayım yi , sorusunu şakayla karışık bir şekilde sordu. Canan kahkahayla Cevap verdi: -Kaçır kaçır. Sevda çocuklaştırırdı.Çünkü yüreğin özü Tanrı’nın adıydı sevgi.Sadece bunun için değil miydi ki Tanrı sevgi ile ilgili olan iki adının her işten önce söylenmesini istemişti.Sevgi dağlara karşı koyardı.Sevgi açlığa ve parasızlığa karşı koyardı.. Ve sevgi yeni açan zambaklar kadar güzel ilk öpüşmenin tadını vermişti. Öpüşmenin,ruhların birlikteliğine giden ilk ve en son bağ olduğu kesindi. Seven insan bir şekilde , bir kuşu, böceği,milleti ,vatanı,Tanrıyı isteyerek ya da istemeyerek övüyordu...Gerçek aşkı sevgiden ayırmak sevgiyi flörtten ayırmak zor değildi.Gözler karşı karşıya geldiğinde dikkatin odağı ise beden ise ,flörttü.Ama gözler, gözlere takılırsa.Eller yüreklerin sıcaklığını duyarsa,alemler kendi dillerince sevgiyi anlatırsa ,çiçekler elden değil gönülden verilirse aşk keşfedilmiş olurdu. Celal,bilmeden Canan’ın onun için hazırladığı tuzağa düşüyordu.Nihayet bir gün Celal de aralarında bazı farklılıklar olduğunu kabul etti. Lakin aralarındaki farklar -Celal her ne kadar söylemese ve uzak dursa da- çok fazlaydı. İnsanların yaşamı algılama biçimleri ve hayat tanımları çok farklıydı.Bu farklılık davranışlara sızıyor zaman zaman içki ile ilgili söz açıldığında ,yahut Alevilikten söz açılınca Celal bilgim yok diyerek susardı.Oysa Canan çoğu zaman bu sözler karşısında söylemek istemediği bir şeyler varmışçasına gözleriyle her şeyi anlatırdı.İkisinin ruhi yapıları aynı olmasına rağmen mantıksal örgüleri farklıydı..Aleviliğin hayatın somut yanlarını önemsediği bir gerçekti ama Celal bu gerçekleri unutmuş sadece kendi gerçeklerini düşünmüştü.Bunun bir gün bu aşkın sonunu getireceği gerçeğini ise görmezden gelmişti.Oysa Canan bunu biliyordu.Söyleyemediği ,itiraf edemediği bir şey vardı Karşıdaki insanın Alevi olmaması ve çok bilgili olması en büyük sorundu...Hızlı bir hayat yaşayan Canan ara sıra suskunluğun ezikliğini taşırdı.Alışık değildi buna ikinci üniversiteyi bitirmeye hazırlanan, ,ailesinde, okulda, üyesi olduğu sendikada hep en öndeydi.Ama Celal’in karşısında hep susardı.Celal, saatlerce konuşur,kelimelerin dünyanın tüm sınırlarını yok edecek güçte olduğunu düşünürdü.Ona göre samimiyet ve kelimeler kalpleri fethetmek için yeterli idi.Oysa unuttuğu bir şey vardı: Akıl ve düşünceleri düzenleme biçimi duygulara izin vermeyebilirdi.Okullarda öğretilen buydu.Halit Ziya’nın,Mehmet Rauf’un söylediği ,bütün ahlak alimlerinin söylediği buydu:Duygularına yenilen kaybeder.Bir yerde duygusal ortam mükemmel olsa da düşünce biçimi onu durdurabilirdi. Duygular düşüncelerden doğarak insan beyninde amigdala denilen yerde birikirdi.Bunların büyük kısmı çocukluk yaşamında düzenlenirdi.Ancak travma ya da depresyon geçirmeyen insanlar beyinlerinin sol kısmını korumuş olduklarından amigdalanın bilince hakim olmasına izin vermeyebilirlerdi. Bu realite ya da hakikat ya da gerçek arasındaki farkları açıklamaya benzemezdi.Duygu seli ne derece güçlü olursa olsun akıl, basit bir kararla durdurabilirdi.İnsanlığın bu döneminde sevilen romanlarda bile aklı kullanma biçimi anlatıyordu.Buna dünya görüşü denilerek içinden çıkılamazdı.Bu bir yaşama biçimiydi.Ülkenin her yanında öğretilen tek geçerli yol akıldı .Bu karşılaşmada duygunun yenileceği açıktı Fuzuli'nin;“Aşk imiş her ne var alemde/İlim bir kiyl u kal imiş” deyişi bile sonucu değiştirmeyecekti.. Bu sonucu biraz da Allah’ın istediği açıktı.Allah kitabında aklın önemini her yerde vurgulasa

40


bile kendisinin ve mektupçusunun algılanma ve kabul biçimini duygu ile istiyordu.Tam bu noktada inanç ve bilgi çelişiyordu..En klasik deyişle bilgi mi hayatı kazanır ,duygu mu? Altıncı his denilen şey Budizm ve Zenin bir kanunu idi.Oysa Canan severdi, mantığı, duygusunu 10 yıldır ezmeye çalışırdı.Belki de bu bastırma onu Celal’in kollarına itmişti.Duyguları bastırmak onları güçlendirir düşüncesini taşıyan Budizm felsefesi bu yönüyle 21 .yüzyılda yaşayan tüm ahlakçılarından üstündü.Her zaman vaaz ve nasihatlerinde şöyle olmak lazımdır,böyle olmak lazımdır,şöyle yapın böyle yapın diyen vaizler, insanın bir makine olmadığını anlamakta zorlanıyordu.Onlar insanı bilgisayar sanıyordu.Programı kuracaklar tuşa basacaklar ve insan çalışacak.Eğer Cuma namazından çıkan binlerce insan girdikleri gibi çıkmasalardı o günkü ibadetten sonra dünya cennet olurdu.. Hangi yazar ,hangi çizer hangi alim çıkarsa çıksın toplumun tek gündemi ekonomiydi..Ve artık kendilerini yönetenlerden de yön vermeye çalışanlardan da bıkmıştı insanlar .Buna ara sıra en kutsal değerler ve bu değerleri yaratanlar da eklenmişti. İngilizce kursunda bir kuyumcunun oğlu vardı. Adı Barış’tı İnsanların en değerli gördüğü parayı bile önemsemezdi. Barış,Celal’i bir ağabey gibi yüreğine bastı.Bütün bu aşk macerasında Celal’e hep destek verdi..Barış bir gün şöyle demişti: -25 yaşındayım ona yakın sevgilim oldu.Ama güvensizliğim ve kuşkuculuğumla kendimi korudum .Bugün saçlarım sağlamsa bunu korkuma borçluyum. Celal ise gündeme bile getirmek istemezdi korkuyu..Hele yıllardır içinde adeta bir ur gibi beliren ara sıra eve giderken bile kaldırımların üzerine oturup ağlatan bir korku vardı:Yalnızlık korkusu… En sevildiği,en kalabalık ortamda bile güvendiği dostlarını kırar ,terk ederdi.Kimse onu anlamaya çalışmazdı. Kendisi de dışarıya benzemişti. O da kendini anlamaya çalışmazdı. Bu kaçış onun felaketi olacaktı velakin bunu kabullenmesi her şeyden zordu.Ara sıra kendisine Bay mükemmel diye takılan Canan’a hep gülerdi.Ben asla öyle olmadım derdi.Ama öyle olduğunun farkında değildi. Bütün psikologların hem fikir olduğu bir konu vardır.Mükemmellik arzusu bir çeşit hastalıktır ve stresin en temel sebeplerindendir. Bir de tüm bunları algılayacak derecede bilgisi yoktu Celal’in. Hayat Şeyh Galip’in mısralarına benzemiyordu. “Fariğ olmam eylesen yüz bin defa sevdim seni,/ Böyle yazmış alnıma kilk-i kaza sevdim seni Ben bu sözden dönmezem devreyledikçe nuh felek/ Şahid olsun aşkıma arzu sema sevdim seni” Bana yüz bin eziyet etsen de dünya döndükçe ben bu sözden vazgeçmem.Kaza ve kader kalemi seni alnıma böyle yazmış.Yerler ve gökler aşkıma şahit olsun sevdim seni. Şeyh Galip) Yıllardır içinde olduğu duygu yüklü dünya onu alıp götürmüştü.Sevdiği uğruna ölen,malını veren,canını veren , aşıkların hayatını okumak ya da okutmak.Farkında değildi ama onu da insanlardan bu şekilde bir beklenti oluşturmasına yol açmıştı. İnci adam ve destan hikayelerinde aradığı oydu.Hayat ve dünya , İçinde bulunanlara hata yapma izni veriyordu.Kendisinden af bekleyenlere asla affetme lütfunde bulunmuyordu. Tanrı felaket yollarken bile merhametli davranarak bazen bebekleri kurtararak sevgisini gösteriyordu.Oysa dünya savaş çıkardığında bomba attığında asla bu ayrımı yapmıyordu.Güç, aklın emrinde değildi duyguların emrindeydi.Tüm bu çelişkiler Celal’in içini kemiriyordu. Canan, Celal’i güçlü görmek istiyordu.Celal ise olmadığı gibi görünmeyi riya olarak nitelerdi.Aklını daha öne çıkarmasını evliliklerin ve aşkların akıl olmazsa mutlaka çökeceğini söylüyordu...Celal,bulutların üzerinde yaşıyordu.Tevfik Fikret’in ve Servet-i Fünuncuların hep aradığı hayal ülkesi Celal’in ve aşkı isteyen herkesin aradığı bir yerdi .Bu güne kadar ise hayal ülkesini arayanlar hep bir zümrüd-ü anka ve Kaf dağı aradıklarının farkına varamamıştı.

41


İyi zamanlar çabuk geçer.Celal,yüzleşmek istemiyordu.İki sevgili de aşkın sarhoşluğundayken Canan’ın korktuğu başına geldi.Celal,ona evlenme teklif etti.Canan bu teklif için uzun zaman istedi. Eylül’de İsmet Özel’în tabiriyle tam kumrular tüy düşürürken yere şafak üzeri “ Yurtta Celal’in adı anons edildi.Arayan Canandı.Bir hafta kadar görüşmemişlerdi.Celal uçuyordu sevinçten. Hayırsızlık ayı ayrılık ayı denilen Eylül’ün büyüsünden korkuyordu ama yine de umutluydu. Her zamanki görüşme yerlerinde buluştular.Canan ,Celal’in duymak istemediklerini söyleyecekti ki.Uzun süre sarıldığını görünce ,gözlerindeki sevinci bozmak istemedi. Böylece Celal’in başşehirden ayrılacağı güne kadar beklediği haberi geciktirmiş oldu.Bu arada iki ayrı yakın akrabasının ölümüne şahit oldu..İki trafik kazası haberi aldı. Bunları bir işaret kabul ederek Celal’e uzun bir mektup yazdı .Eylül’ün ilk haftasında kurslar bitmiş oldu. Celal,tatilini iki gün daha uzatarak Canan’ı bekledi ama nafileydi.Ayrılık geldi ,çattı.Bir kaç parka gittiler.Kısa süre buralarda oturup kalkıyorlardı. Ve Canan ağlamaya başladı yirmi yıldır tuttuğu gözyaşları şelale gibi akıyordu. Hava soğuk ve boğuktu.Yağmur çiseliyordu. Canan’ın ağzından kılıç darbesinden daha ağır darbeler geliyordu.Celal ise babasından dayak yiyen bir genç gibi yapma bile demiyordu.Canan’ın kelimeleri Celal’in beyninde kah çekiç oluyor kalbini eziyor,kah bıçak olup damarlarını kesiyor, kah pense olup dişini söküyor, kah Filistin askısı olup tavana asıyor gibiydi.Celal boynunu bükmüş,yüzündeki tebessümü hiç bozmamıştı.Tek damla göz yaşı dökmedi.Sanki bu duyguları ve anı daha önce yaşamıştı… Kaderine razı olan bir mahkumu oynuyordu hayat sahnesinde. -Seni reddediyorum ama sebebini bilsen bana hak verirdin. Ne aramızdaki kültür farkı,ne de yaşam modeli, ne de dünya görüşü Ama seni seviyorum beni tanısan bu iki kelimeyi söylemenin benim için ne kadar zor olduğunu bilirsin. Hadi bana sarıl iki aşık öyle sarıldılar ki .Bu görüntülere alışık olan şehir insanları bile uzun uzun baktı. Sonra Canan’a bir tasavvuf hikayesi anlattı: -Bir zamanlar bir medresede üstat öğrencisine git yukardan bir şişe getir demiş .Genç öğrenci gitmiş ama yukarda iki şişe varmış. Yukardan seslenmiş: -Usta hangisini getireyim? Usta: -Sana şişeyi getir dedim ,çabuk. Öğrenci gidip bir şişeyi aldığında öbürünün kırıldığını görmüş. -Ustanın yanına inip bu durumu sorduğunda. -İki şişe yoktu evlat tek şişe vardı cevabını almış… -Eğer iki olsaydık sonuç kolaydı.Ama iki şişe yok…. -Tekrar görüşeceğiz.Ağlayarak ayrıldılar. -Bu kararı verdim ama beni terk etme ne olur! Ayrılmayalım diyor diğer taraftan dönüp gidiyordu.Sonra tekrar geliyor tekrar sarılıyor ve ayrılamıyordu. -Celal gel düşünceni değiştir diyemedi. Ona göre evlilik cevabının olumlu olması bir mucizeydi.Baştan kendini buna hazırlamış olduğuna inanıyordu. Celal son defa ona bakarak: -Şimdi öz gücünden süzülen benim .Özge budaklara vurulan benim. Şimdi ne sen sensin ne de ben benim.”dedi.

42


Uzun zamandır yazdığı mektubu Celal’e uzattı.Hala tükenmeyen göz yaşlarıyla. -Yemin et burdan gitmeden okumayacaksın! -Yemin etmeme gerek yok bir Daylam her zaman sözünde durur !Bilirsin. -Son bir soru sorabilir miyim? -Elbette canım dedi iç geçirerek. Gözlerindeki endişe ve korku nedendi? Canan’ın korktuğu başına gelmişti.Ne cevap vereceğini şaşırdı: Bunu söylemem.Bazı bilgiler bilinmese daha iyi olur.Hem, bazı sonlar başlangıçtır. -Peki! Yurttaki öğrenciler Celal’i uğurladı.Güçlü olması gerektiğini söylediler.Yurttaki üniversiteli arkadaşları da yazıyı sözden daha çok seven Celal’e ayrılırken bir not verdiler.Celal otobüste açıp okudu. Sevgili Celal! Unutma!Bazılerı kışın tırnaklarını emerek yaşarlar “ Bu iki aylık kısa süreçte senin gibi bir insanı tanımaktan mutluluk duyduk.Sakın kendini üzme .Ayrılık her büyük aşkın daha büyümesi için bir kader yazısıdır Güle güle, kendine iyi bak. .Sivaslı Kamil,Nevşehirli Recep İstanbullu Ayhan! Kendi görev yerine geldikten kısa bir süre sonra Bu olayın etkilerini görmeye başladı.Önce sebepsiz yere ağlamaları arttı.Sonraki haftada ise midesine ceza verdi:Günde bir elma yiyecekti.Çok zayıfladı.Uzun gecelerde bazen gözünden kan gelene kadar ağlardı.Yüzlerce defa Canan’a ulaşarak yalvardı Ama sonuç değişmedi... Canan’ın bildiği tüm arkadaşlarını devreye soktu değişen bir şey olmadı.Sigara,alkol ,en yakın arkadaşları oldu.Bir süre sonra dalgınlaşmaya başladı.Duyarsız oldu..Ağzı bozuldu uzun süredir konuşmadığı müstehcen örnekler vermeye başladı.Çok sevdiği Türkçe telaffuzu tamamen bozuldu.En kötü elbiselerini giydi.Defalarca kez Başkent’te Cananla gezdiği yerleri ziyaret etti.Bir kaç kere Canan’ı gizlice gözetledi. Canan ondan ayrıldıktan sonra bu olayı atlatmak için her çareyi denedi.Değişik yerleri gezdi.Sürekli sinemaya gitti.Ama çaresi yoktu.Ekim ayının yağmurlarında Canan’a yurtdışından bir mektup geldi.Bir kaç kez katlanarak paketlenen bu hediyeyi açtığında ise hayatının en büyük yumruğunu yedi.Hediye paketinde küçük bir teneke parçası vardı. Bu koli yurtdışından gönderilmişti üstelik gönderen belli değildi.Canan,bu işi yapanın Celal’den başkası olmayacağını düşünmüştü.Ama Celal bundan haberdar değildi.Celal aklına gelen her şeyi yaptı sonuç hep aynıydı:Asla kabullenemediği yenilgi…Bir daha aşık olmamak üzere yemin etti.Günlerce beddua etti.

Okulda iken çok sevdiği arkadaşlarından bir ikisi dergilerde köşe yazarı olmuştu.Onlardan biri bu olayı kendi köşesine de taşıyınca olay pek çok yerde tartışılır duruma gelmişti.Bu olay gittikçe yayılıyor ve bu yayılma Celal’e gittikçe yük oluyordu.Gül açılmıştı ve düşmanı çok olmuştu. 28.12.1998 TENEKE’NİN TAŞIDIĞI SIR Sevgi ilk insanın yaratılmasından beri var olan ,kural tanımayan dünyanın en mükemmel duygusudur.

43


Bu duygu kimi zaman çöller aşırmış,dağlar deldirmiş,deli divane etmiştir.benliğimizi kaplar kendimizi tanıyamaz hale getirir.Bu uğurda yemin edenler sadece kendini kandırır.Büyük konuşmak boşunadır.Boşuna boşunadır.fedakarlıklar sayılamayacak kadar çoktur. Öyle istisnalar vardır ki duygularından ödün vermeyen realizmin en koyu biçimi natüralizmi geride bırakacak kadar duygudan uzak insanlar bile bazen yenilirler aşka. Ruhumuzun rahatladığı,ömrümüzün uzadığı ağlama hissini yok sayanlar yine hüsrana uğrarlar.İnsan ne kadar kötü koşullarda yaşarsa yaşasın yabancı kalamaz.Mutlaka sevgiden ve sevgiden payını alır.Ölümsüz aşklar sonsuza kadar var olacaktır.Menfaat ağacının sarmaşıkları bu dünyayı ne kadar sararsa sarsın içinden kopup gelecek güzel filizler mutlaka yeşerecektir.Sevgi sınır tanımaz Hocamızın bize bir beyiti açıklarken anlattığı Şeyh Abdürrezzak’ın Hıristiyan oluşunun öyküsüne ben ağlamıştım. “Abdürezzak ol derviş yoldaş edindi beni Hallacı Mansurula dara asılan benem “ Abdürrezzak adlı şair beni yoldaş edindi. Mansur ile dara asılan benim

“Leyla ile mecnun işi acebdür halka Abdürrezzak terk etti aşk için imanını “ Halk Leyla ile Mecnun’un aşkını anlamaz. Halbuki Abdürrezzak aşk için dinini değiştirdi. “ Anlatılanlara göre Şeyhi Sanan Abdürrezzak,bir gün Nina adlı Hrıstiyan kızı görür ve aşık olur.Nina ancak Hrıstiyan olursa onunla evleneceğini söyler.Abdürrezzak Müslümanlıktan çıkıp Hrıstiyan olur.Bunun üzerine müritleri onu terk eder.Ancak bir gün bütün müritleri aynı rüyayı görür.Abdürrezzak cennete girmiştir .Onlar ise yanmaktadır.Bu rüya üzerine hatasını anlayan müritler onu affetmişler ve Hrıstiyan olsa da kendi şeyhleri olduğunu söylemişler.Bu olay üzerine Nina çok etkilenir ve sonra o da Hıristiyan babası da Müslüman olurlar.” Sevginin dilinden konuşan herkes birbirini sevebilir.Eğer aşk tüm engellere rağmen filizlenip yeşerebiliyorsa insanın bazı şeylerden vazgeçmesi doğaldır. Acılarla dolu bir hayat yaşamıştır bu kız.Duyguları katılaşmıştır.Sevmeyi unutmuştur.Dünyası sağlam surlarla çevrilmiştir.Günün birinde ise bu surları yıkacak bir El Cid’i hiç düşünmemişti.Aşkın yüceliği de burada ortaya çıkmaz mı?Yani aniden ve derinden fethetmesinde değil mi? Bana anlatılan bu iki insanın birbirini sevmesi ve hiç bilmediği öyküleri duyması ,gitmediği yerlere gitmesi ,yapmadığı şeyleri yapması da aşkın büyüklüğüne kanıt değil mi? Ama ayrılık !... Aşkların sevgilerin belalısı ve aşkları büyüten yegane kavram. Ayrılık daldıkları bu uykudan uyanmalarını sağladı.Tattıkları güzellikleri bir anda sildi.Daha çok seven kişi,buna elinden gelen tüm güçle karşı koymaya çalıştı.Sevmesine rağmen reddettiği insanın kendisini anlamasını istiyordu. Ama onu reddetmesinin gerçek sebebini kendisi de bilmiyordu.Bu tür kararlar bazen ruhumuzdan gelir.Biz bunları açıklayamayız aklın ilkeleriyle. O kız yüreğinde biriktirdiği ,bastırdığı ağlama duygusunu bir anda seriverdi ortaya .Hüngür hüngür ağladı.

44


Daha çok seven kişinin o günden sonra güvensizliği tüm hücrelerinde hissedeceği açıktı.Bir zamanlar ona söylediği ya tenekeliği ya da altınlığı seçeceksin bana tercihini bildir. Sözleri ben kaliteli bir teneke olmayı altın olmaya tercih ederim sözlerini hiç birisi hiçbir zaman unutamazdı. Seven kişinin ona bir zarfın içinde gönderdiği küçük teneke parçası bu aşkın henüz bitmediğini gösteriyordu.Çünkü kız buna cevap sadece beni anla diye cevap vermişti.Beni affet demişti. Celal’in yaptığında ise sevdiğine acı vermek isteğinin bir yansımasıydı.Her seven insan, sevdiğine biraz da acı vermek ister.Kadın cinayetlerinin çoğu sevgilileri ve eşleri tarafından işlenir,diye yazmıyor mu gazeteler? Gelecekte ise bu aşkın bir noktadan itibaren tekrar başlayacağı açıktı.Hayatın belki de en acı tarafı sevmediğimiz ve bastırdığımız duyguların bir gün gelip bizi kuşatmasıdır. Sevinçli olduğunu mutlu olduğunu anlatmaya çalışırdı insanlara ama içten içe onu kemiren bir şey vardı.O da biliyordu ki yangın henüz dışarıya duman çıkarmamıştı.Defalarca kez yemin etti bazen Kutsal saydığı varlıklar üzerine yemin etti.Aşık olmayacağım ve sevmeyeceğim,derdi. Celal onun gözlerindeki korkuya takılmıştı.Bu nasıl bir duyguydu acaba.Canan ,tüm engelleri sıralamış ama bunu saymamıştı.Acıyla ve gözyaşıyla geçen aylardan sonra bir gün hiç ummadığı bir anda telefonu çaldı. Celal,çok tereddütle açtı .. -Merhaba ben Canan’ın annesiyim.Çok uzun konuşacak durumda değilim.Canan komaya girmeden önce her şeyi anlattı.Aranızda geçenleri biliyorum.Bak yavrum.Canan kısa süre sonra kanser haberini bekliyordu seni bunun için reddetmişti.Gönderdiğin teneke bile onu üzmemişti. Celal’in başından ayaklarına bir su döküldü.Heykele dönmüştü.N e diyeceğini bilemiyordu -Anladım ! -Ne yapmamı istersiniz diyebildi son gücüyle. -Bak yavrucuğum gelip ellerini tutman gerek .O, seni seviyordu. -Peki! Hemen geleceğim.Umarım yetişirim. Böylece Canan’ın gözündeki korkunun ve Celali reddetmesinin sebebi ortaya çıkmıştı.Ölmek üzere olan biri olarak Celal’i yaşatmak içindi tüm çabası.Demek ki Canan kültür farkı,kişilik farkı gibi tüm konuları bu haberi gizlemek için söylemişti.Demek ki Canan gerçek bir aşık olarak anılmak istemiyordu.Ama o Celal’den daha çok sevmişti. Kanser denen tarifsiz kimliksiz düşmanın alacağı ikinci can olacaktı. İlkini çocukken almıştı ama onu hissedecek yaşta değildi.Kurşuna ya da kansere kurban vermek fark eden bir durum değildir.İnsanoğlu başından sonuna kadar teorik anlamda bu dünyanın bir sonunun olduğuna inanmaz.Sadece akli olarak bilir.Bu durumun en güzel örneği ise ölümler konusunda aldığımız tavırdır.Dünyanın tüm ölüleri bir araya gelseler bir sinek kadar insanlara zarar veremezler.Yine de kimse ölünün bulunduğu bir odada sabaha kadar duramaz.Belki de tüm insanları en çok yaralayan ölüm gerçeği karşısında aldıkları tavırdır.Ayrılık işte bu noktada devreye girer .Sevdiklerinden ayrılan yarı ölüdür.Ölümün soğuk ve iğrenç yüzünü belki erken hissetmedir.Sırf bu nedenle ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasaydı sözü söylenmiş olablir. Yaşam anlamsızlaştı.Şairlerin öve öve bitiremediği aşk sadece acı bir darbeydi.Varoluşçuları(egzistansiyalistler)düşündü.Beşir Fuat’ın yiğitliğini hatırladı. ucuz bir yoldu.Yılgınların işiydi. İştahsızlık,dalgınlık,hele yalnızlık kalbinde kaskatı bir tabaka oluşturmuştu. .Ve delilerin bakışlarındaki anlamsızlık kaplıyordu her yanını.İçine gömüldü.Küstü insanlara günlerce sadece su içti.Şeker yedi.Bir iki kaseti vardı hep onları dinlerdi.Bu şairler ne tuhaf adamdı.Ne bulmuşlardı yalnızlıkta Hele Özdemir Asaf’ın dizelerindeki güzellik neydi! “Yalnızlık paylaşılmaz .paylaşılsa yalnızlık olmaz”

45


O sıralar Necip Fazıl’ın dizeleri çok mükemmel anlatıyordu duygularını. “Ne hasta bekler sabahı Ne taze ölüyü mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar” Nietche’nin ,umut kötülüklerin en kötüsüdür ;çünkü acıyı uzatır” Sözü doğruydu .Acı dolu geçmişi şimdi ona acı dolu bir gelecek hazırlıyordu.Artık Fuzuli ,bilgi olmaktan öte histi ,feryattı.Ve şairler asla ölmezdi tıpkı şehitler gibi. Canan’ın annesi evladıymışçasına bağrına bastı Celal’i Ankara’nın Karlı bir gününde Celal’i karşıladılar. -Yavrum onu kaybedeceğiz .Son günlerinde seninle kalmak istiyor .Sende artık benim oğlumsun onu mutlu et.Ne istersen yaparız. Aman dedi biraz da zorlanarak hemen umudunuzu kesmeyin belki tedavi olur.Kendini kandırdığının farkındaydı.Bu böyle olacaktı. İlaç kokuları ,beyaz önlüklüler hep acıyı hatırlatır derler.Bir gün dahi hastanede kalmak insanı kaskatı yapıyor her şeyden ürkütüyordu.Bir aya yakın hastaneye gidip geldi. Akrabaları Canan’ı ziyaret ettiğinde Celal’i artık kanıksamışlardı.Ağabeyleri bile dünya görüşlerine son derece zıt olan bu duruma ses çıkaramadı. Sonraki iki yıl tam bir işkenceydi.Cananın annesi, küçük kardeşleri ve Celal imkansızı istemek zorunda kalmışlardı.İniltileri,feryatları onları, ölmesini istemeye kadar götürmüştü.Bir annenin ya da sevenin asla isteyemeyeceği vaziyet buydu.Çok sonraları anlamıştı her şeyi Celal. Celal ile tanışmadan tedaviye başlamıştı.Tüm doktorlar hastalığın bu kadar kısa sürede yayılmayacağını söylemişti.Hatta tedavinin olumsuz sonuçlanma ihtimalinin çok az olmasına rağmen Canan , sonucu önceden bilmişti.Celal ile görüşmediği zamanlarda tedaviye gidiyordu.Ve ilginç olan da ameliyathanede bu hastalığı kapmış olmasıydı.Sevgilisini iki yıllık bir eziyete sürüklemenin suçluluğunu hiç terk etmedi. Oysa Celal onunla geçirdiği her dakikada mutluydu. Son diyalogsa şöyle yaşanmıştı: “Annem mi çağırdı seni?” ”Evet!” “Seni sevmiyorum demiştim neden geldin?Defol git seni istemiyorum.” “Neden söylemediğini anlıyorum bunlara ne gerek vardı?” Saçmalama ,nereden anlayacaksın dedi gözlerinin içine bakarak. -Tedavim iki üç yıl sürecek ve tıpkı annen gibi ben de öleceğim.Seni ikinci defa öldürmek istemedim.Farkında mısın ,altı yaşındayken travma geçirmişsin.Şimdi bir de benim yüzümden ….Devamını getiremedi….Git burdan …. Sözleri acıydı.Fakat ölümcül bir hastanın sözleri ciddiye alınamazdı. Şışşş! Diyerek ağzını kapattı. -Birlikte yaşayacağız.Ölünecekse birlikte , mutlu olunacaksa birlikte.Hayatımın en güzel günleri seninle geçti.Bırak yanında kalayım.Acını paylaşayım. -İşte bu ,bana acıyorsun onun için burdasın. -Acımak kötü bir duygu değil.Ama seninle olmazsam her gün ölürsün Canan: -Kendini ne sanıyorsun!Bay bulunmaz Hint kumaşı -Hiçbir şey! -Ya okulun ne olacak? -İki işi birlikte yürütebilirim. Aşk romanlarının anlatamadığı kadar gerçek ve onların anlatamadığı kadar acı olan

46


ikili ilişkiler bazen olmaması gerektiği kadar zor ilerler…Çılgın atlar hızlı koşar.Celal bu çılgınlığa girmeye cesaret etti.Hem Sezai Karakoç demiyor muydu? “Aşk celladından ne çıkar mademki yar vardır Yoktan da vardanda ötede bir var vardır Hem suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır O,Şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır” Cananın iyileşeceği yoktu.Saçları , henüz dökülmemişti.Yüzü ise çok yıpranmıştı.Canan’ı tanıyan ve bilen hele onu sevenler için tam bir işkence olmasına rağmen en az etkilenen yine Celaldi.Canan’ın annesi terapiyle ayakta duruyordu.Babası ise içme sebeplerine yenisini eklemiş oluyordu. Hastanelerde Celal ve annesi çoğu zaman nöbetleşe kalırdı.Harcanan paranın hesabı yoktu.Sonra Canan isteklerini sıraladı: “Asla acımayacaksın.Paran bittiğinde söyleyeceksin.Cenazeme gelmeyeceksin.Ne olursa olsun mutlu olacaksın yanımda.Bana eski sevgilileri anlatacaksın.Ağladığımda güleceksin.Umudumu yitirdiğimde umudum olacaksın.Ve son şartım: Tedavim olumsuz …sonuçlanırsa ,evlenecek mutlu olacaksın.Sen çılgınsın Beyhan Sultan gibi ömür boyu bekar kalırsın .Seni tanırım. -Kabul ediyor musun? Celal: -Ediyorum bir tanem,ediyorum …Sarıldılar. Sonra Canan yarı şaka yarı ciddi konuştu: -Ya ,sen manyak mısın?Koca şehirde kanserli bir kıza rastladın. Bu sözü espriyle karşıladı Celal: -Ne yapayım. Tombaladan çıktı.Şans bu. Sonra da ciddiyetle sözlerine devam etti: -Sen de koca hayatında benim gibi melankolik adamdan başkasına rastlayamadın Sevgiyle bir kere daha sarıldılar.Hem bu koca dünyada güzel bir hikaye yaşamak her yiğidin harcı değildi.Bu, metropollerin bağrında bile en büyük aşkın nasıl yaşanacağını öğretiyordu ademoğluna. Bir süre daha birlikte kaldıktan sonra ayrılmak zorundaydılar. Acı haber geldiğinde Celal oturmuş eski kasetlerden siyah saçlarında hatem yüzleri türküsünü dinliyor gökyüzünü seyrediyor ve çay içiyordu. Arayan yine Canan’ın annesiydi.O kadar duygusallaşmıştı ki annesinin ses tonundan ne olduğunu anladı:Celal , hüngür hüngür ağladı: -Celal,sana kötü bir haberim var. -Anne gerisini söyleme ben anladım. -Yok ,yavrum yine acile kaldırdık daha ölmedi.Ölse de kurtulsa bu acılardan -Cuma ,günü akşam gelirim anne.Biliyorsun izin sürelerimi fazlasıyla aştım. Sonra kalktı,gezdi müzik dinledi.Ertesi güne kadar deliksiz bir uykuya daldı.Canan’ın arkadaşı Feraye aradığında ise bomba gibiyim dedi. Tüm bu sevinç gösterisi göstermelik görünmüyordu.Tam aksine samimi bir sevinç havası vardı.Cenazeden bir gün sonra onun mezarına gelip onu ziyaret etti.O gün günlüğüne şunları not düştü: ‘’ Söz vermiştim sana Eğer bir gün mücadelemizi kaybedecek olursak ve sen ölürsen Yıldız’a yazacak Eylül ‘99 da yazdığım mektubu okuyan her kese bizi tanıyanlara,Barış’a Karaman’daki dostlarımıza ,Telekom merkezde çalışan dostlarımıza haber verecek ve öldüğünü duyuracaktım.Seni insanlara tanıtacaktım.Bizi ve Tanrı’nın dahi takdir ettiğini düşündüğüm sevdamızı ilan edecektim .Varsın duymak istemeyen duymasın. İşte sözümü tutuyorum bir tanem.Ama o sevgiyi mutluluğumuzu. Çaresizliğimizi korkularımızı,umutlarımızı Senin en kötü zamanlarda bile kaybetmediğin yaşama sevincini,odanda oturup Allah’a seni iyileştirmesi,bizi ayırmaması için dua ettiğimiz zamanları birbirimize sarıldığımız ,bir şarkıya dalıp gittiğimiz anları,birlikte söylediğimiz sanat müziği

47


şarkılarını birlikte doldurduğumuz kaseti Hacettepe onkolojiyi neredeyse tüm odalarında kaldığın dahiliyeyi kemoterapileri,radyoterapileri ,ilaçları iğneleri,serumları ,acil servise kaldırılıp ölümden dönüşlerini.Tüm hastaların uyuduğu etrafı ölüm sessizliğinin kapladığı saatlerde gizlice yatağından kalktığın ve dans ettiğimiz hastane koridorlarını ,lanet doktorları,hastanede görev yapan havalı temizlikçileri hiç unutmayacağım. Kurs için geldiğim ve çok sevdiğim bu şehri hep dostum bildiğim güzel bahçeleri ,güzel geceleri ve gündüzleri sinemaları,tiyatroları Kızılay’ın kaldırımlarını, parklarını , otobüslerini, duraklarını kahvelerini hele kitapçılarını en çok eczanelerini paylaştığın o dev semtleri. Bilgisayar kursunda geçen günlerimizi,hocamızın tüm bilgisayarları Celal bozmuştur, takıntılarını bazen derslerden kaçışlarımızı sonra birlikte diploma alamayışımızı,yaratıcılığımız ve emeğimizle döşediğimiz her yeri seninle,benimle arkadaşlarla geçirdiğimiz saatlerle ,bunların güzelliği ile sayısız anı ve ayrıntıyla dolu meşrutiyet caddesini,yurdu ,kantinindeki kahvaltımızı. Mevlana’yı ziyaret için hemşireleri ayartıp kaçışımızı Arka sokak lokantalarında yediğimiz yemekleri,Sibel ve Derya’yı manevi kardeşin Rojda’yı,dostluğunu ve düşmanlığını kahpe dünyaya inat umudu asla söndürmeyen gözlerini,bazen gözyaşımı ,bazen saçlarımı silişin bazen ise dudaklarına bir tebessüm kondurmaya çalışan ve ne olursa olsun gelip ellerimle birleştirdiğin bırakmayı hiç istemediğim ellerini ilk kez bir doğum gününde hastanede öpüşmemizi dudaklarından dökülen şarkıları,bıkmadan bahsettiğin lisedeki edebiyat öğretmenini ,Necip Fazıl’ın Sezai Karakoç’un ,Attila İlhan’ın mısralarını,benimle,kendinle herkes ve her şeyle alay eden,gülen,şakalar yapan ,fıkralar anlatan bağıra bağıra şiir okuyan ,herkesin bildiği tanıdığı kişiliğinin ardına gizlediğin her an ağlamaya hazır içindeki çocuğa ... O kısacık ömrüne sığdıramadığın hayallerini,umutlarını,ard arda sıraladığım bu kelimeler karşılayacak mı bilmiyorum. Buraya her uğradığımda bastığın yerlere bile bir kez daha bastığımı kalabalıklara nasıl aktaracağımı bilmiyorum.Belki bir gün yazar olurum ve seni gururla onurla gözyaşlarıyla tanıtırım insanlara, Yemin ediyorum bir yıldız ya da güneş olduğunu herkes anlayacak gözlerimden.Yaklaşık iki yıl,bir daha bulamayacağım bir aşkı ,dostluğu ,kardeşliği,buldum seninle.Dünyada böyle bir sevgiyi o koca ömürlerinde bir kez bile bulamayanlar var.Ne mutlu ki onlardan değiliz. Üç gün mideme şekerli sudan başka bir şey almadım.Senden sonra bu şehre gelmek istemiyorum,tatilimi geçirmeyeceğim.Dalton çetemizin Co’su Selin’i, bilgemiz ve filozofumuz,Mustafa’yı,kişilik abidesi Karan’ı, hatırlarken hep sen geliyorsun aklıma Şimdi ne zaman içime sevinç ve mutluluk dolsa seni anarım.Sana verdiğim mutluluk sözünü tutabilir miyim,bilmiyorum. .Senin bana ettiğin vasiyete uygun olarak evleneceğim ,çocuğum olacak ,olacak da içimdeki yaraları nasıl temizleyeceğim bilmiyorum. Sadece bir kere kutlama imkanı bulduğumuz serumlu doğum gününü,çektiğin acılarda bile el ele iyileşmeni ve tüm zorlukların ardından güzel günlerin doğmasını dileyerek söndürdüğümüz mumları , proflarla kavgamızı,Turk Telekoma ve kontörcülere kazandırdığımız onca milyonu ,Madonna’nın Frozen ve I will remember şarkılarını dinleterek seni çıldırttığım anları O enfes saniyeleri.... Bazen onca tedavi ve ilaçların durduramadığı ağrıların karşısındaki çaresizliğimizi ,yapılacak bir şey kalmadığı için birbirimize sarılarak ağladığımız geceleri... Hacettepe acil servise son kaldırılışını artık yapılacak bir şey yok, sözünü duyduğumda dişlerimin demir parçalayacak kadar güçlenmesini -Ne demek bir şey yoktu. Onlar beceriksizdi bu imkansızdı,bu olamazdı sen ö-le-mezdin,Gözyaşlarını silip seni son kez öpmüştüm ve kulağına eğilip en sevdiğin şiiri okumuştum. Binlerce nedenim var yaşamaya Yenmek için her günkü ölümü Seni sevmenin mutluluğu için Yürümek için umudun ayak izinde

48


Sense gözlerimdeki ışığı fark etmiş olacaktın ki Elimi tutup,ölmeyeceğim senin için dostlarım için yaşayacağım” “ Söz veriyorum ölmeyeceğim demiştin “ Sen bana verdiğin sözü tutmadın .Senden daha inatçı çıkan ve neredeyse her hücrene sızan ,sevenlerinin gözleri önünde seni, eriten tüm gücünü yok eden ama yaşama gücünü hiç etkilemeyen hastalığına yenildin. Kısa bir süre hastahaneden çıkmıştı. Hastaneden kısa bir süre de olsa bir ara çıkmıştı.Çıkınca acıları dayanılmaz olmuştu .Nefes alamadığı zamanlarda kullanılacak oksijen tüpünün bile faydası yoktu.Meleklere has özellikleriyle her şeye rağmen derdi hep ,gülümserdi Annesinin kollarında yarım kalan hayalleri ve umutlarıyla yaşama gözlerini kapadı.Anne ve babası varlarını yoklarını satıp onu yaşatmaya çalıştı .Gerçeğin o lanet karanlık yüzü bir kez göstermişti zalimliğini . Kısa bir zaman diliminde hayatımın en büyük dilimini dolduran,nice güzel anlar paylaştığım sen artık yoksun .Her zamanki gibi son sözümüz seni seviyorum idi. Verdiğin sözü tutamadığın için sana kızmıyorum.Diğer yandan, öldüğüne çok sevindim .Çünkü o acılara daha fazla dayanamazdın .Artık o acılarının son bulduğunu ve cennette olduğunu bilmek en büyük tesellim.Gün gibi geçen o iki yıl için sana çok çok, çok ama çok teşekkür ederim. Beni merak etme! Mutluyum, gülüyorum, hala kimseye aldırmadan kendi doğrularımla yaşıyorum.Çünkü filozofların ömürlerini vererek yaşamın sırrının bu olduğunu anladıklarını biliyorum.Hayatın sırrı bu. Ne yazık ki kansere yenildin.Verdiğin, verdiğin mücadeleyle,gösterdiğin Rodrigovari cesaretinle ,yaşama bağlığınla son nefesine kadar söndürmediğin umudunla bence kazanan yine de sen oldun! Yenilmek ama yine de teslim olmamak Zafer,budur. Uçurtmamı Pazar gecesi uçuracağım uzaklara inat… Yükseleceğim Sen gelmesen de sen gelmesen de ...

49


Bölüm 3. Acıların Doğ(r)usu. Bu macera onun üniversiteden sonra harcadığı üç yılı alıp götürdü.Yaşanabilecek her acıyı yaşadığını sanıyordu.Bu olaydan sonra çok değişmişti.Bütün insanlara ve evrene duyduğu derin güvensizlik ile bir daha hiç hissetmediği sevgi ve aşk duygusuydu.İçinde yaşamın değeriyle ilgili tüm duygu ve düşünceler iflas etmişti.Onu bir daha anmadı.Onun tedavi olduğu hastanelere gitmedi.Sadece onunla geçirdiği ilk iki ayında yani mutluluğu tattıkları o yaz tatilinde gittiği yerlere gitti. Ara sıra gözyaşlarını akıttığında nedenini soran insanlara farklı yalanlar söyledi.Yeryüzünde Leyla ile Mecnun aşkının benzerleri bazen görülür ,diyordu.Canan ile ilgili en çok merak ettiği ise ;Neden Canan’ın cenaze törenine katılmasını istemediği idi? Bu nedenle ara ara başkentin mezarlığına biri gelir bir demet çiçek bırakır ve ayrılırdı.Durgun sular derin akar’dı. Celal,yakın çevresine bu olayı hiç anlatmadı.Bu acıyı bile bencilleştirerek kendine mahsus hale getirdi..Yine her şeye rağmen ,diyebilmişti.Yüzlerce şişe alkol ve paketlerce sigaradan sonra.Bir zamanlar dalga dalga olan saçlarını yitiriyordu. Askere gitmesi gerekiyordu.şanssız olduğunu söylese de bu kez şansı tutmuş öğretmen olarak doğuda bir ile atanmıştı. Tanınan bilinen portrenin dışında bir şeyler vardı.Örneğin İstanbullu bir bayanın yöneticiliği… İlk günlerde dikkati çeken bir şeyler vardı.Kendisine bazı öğretmenler hoş geldin dememişti. Öğretmenler odası üç ayrı masadan oluşuyordu...Bir masada fazla sayıda öğretmen vardı.Bunlar yerli olmalıydı.Azınlıkta olanların yabancılar olduğu belırgındı.Bayanlar her zamanki gibi tek masadaydı.Bu topraklarda insanlar ya sürekli geçmişteki olaylara kilitlenmişti ya da gelecekteki ekmek telaşına .Oysa günün bir güzelliği bir özelliği vardı .içinde bulunulan anı yaşamanın değeri aktarılmalıydı.Terör yıllarından arta kalan bozuk psikolojili insanlar, hırsızlar ,sulanmayan çam ağaçları,yıkılan surlar,küfür etmeyi ve bayanlara kaybolana kadar bakmayı maharet sayan zavallı minibüs şoförleri,dolandırıcılar,tacizciler kötü yola düşürülen kızlar ,çeteciler ,jiletçiler,hele mekanizmadaki virüsler gibi torpilci ve kendini ilah sanan memurlar, o kadar iğrenç görüntüler oluşturuyordu ki bu kentin o bilinmeyen ,Kadri Göral’ın mısralarındaki,kütüphanelerdeki sevgi dolu dostluk ve kardeşlik dolu çehresini çok ama çok geride bırakıyordu.Doğuya her yönelişinde Selahaddin’i Eyyubi’yi anardı.Yazık çok yazık.Tarihin başladığı Medeniyetin geliştiği bu topraklar bu hale mi gelmeliydi?Bu ortamı sağlayan insanlar yüreği sevgi dolu nice öğretmenin bölgeden nefret ve kinle ayrılmasına sebep oluyordu. İnsanlara ayıp denen şeyi anlatmak kolaydı da yaptırmak zordu. Hele Tanrı adına çalıştığını iddia edenler kirletmişti bu şehri.Karanlık basınca herkesin çekildiği evi güvende değildi.Sıradan bir yerde hayat her an son bulabilirdi. Terörün, insanların yüzüne nasıl katı,iğrenç bir hal getirdiğini görmek isteyenler için ideal bir yerdi.Köylerden kentlerdeki okullara taşınan öğrencilere yıllarca maalesef yerli ……… tarafından yapılan …………… görünmeyen yüzüydü terörün.Hadi dağlara gidin savaşın diyenler o vakitte tatil merkezlerinde - zorla toplanan parayla - saraylar yaptırıyordu.Zavallı seyyar satıcılar bile haraç öder olmuştu.Tıpkı Bostan’ın şairinin dediği gibi ‘’ Zulüm bir yere girdi mi suçlu suçsuz, haklı haksız ayrımı yapmaz.’’ Bir biçer gibi biçiyordu şiddeti yaratan ,toplumcu ve organizasyoncular önemsemiyordu insan sevgisini.İyi insan onların ideolojilerine hizmet eden insandı!.İyi insan onların zulmüne ses çıkarmayan insandı!Yollar güvensizdi yıllar güvensizdi.Göklerden Azrail yağıyordu,yerlerden

50


ölüm fışkırıyordu. Ve gençler, asla tanımadıkları ,semtine uğramadıkları sevgiyi ,anne baba,kardeş arkadaş dost çiçek hayvan sevgisini bulamamanın acısıyla kıvranıyordu.Bunun için hepsi intihar etmek istemişti.Ölüm duygusunun kendi elleriyle gelmesini istemiyorlardı.O zaman modern intihar yolu terör yaratmaktı.Bu iş ilk başladığında sınır köylerindeki tüm insanları katletmek suretiyle başlamıştı.Silahlar ,bombalar ,füzeler,roketler ,son model ölüm marinaları,yağmur gibi yağıyordu.Oysa her kesin ve her şeyin kitaplarda ve şiirlerde bıraktığı sevginin yüceliği unutulmuştu.. Gerçek anlamda tüm coğrafyada yüz tane terapiste ihtiyaçları vardı.Onların Mevlana’yı,Yunusu,VictorHugo’yu,Shekespear’i,Rimbaud’u,Aragon’u,Tolstoy’u ,Dostoyevski’yi okumaya ihtiyaçları varken onlar gidip şiddeti teşvik eden ,şiddete şiddet diyen kitapları okuyordu.Onların birlik ve beraberlik türkülerini söylemesi gerekirken,en güzel romantik filmleri izlemesi gerekirken gidip video salonlarında,iğrenç cinsi yayınları ve bitmeyen Rambo filmlerini,savaş dolu gazap dolu canavarlık ve dehşet dolu filmleri izliyorlardı.Tabii ki bu filmlerin de uygulamasını yaptılar kendi gönüllerince .Güçlü oldukları noktalarda ezdiler,güçsüz oldukları yerden kaçtılar. Haklı ya da haksız yoktu.Herkes kendisinin haklısıydı. Onca insan etkilenmemeliydi güçlü hayvanın güçsüz hayvanı yendiği tablodan. Lanet olsundu,böyle eğitim anlayışına .Hele bir zamanlar intihar etmek için bu iğrenç çarkın bir parçası olmak gibi dünyanın yapılması gereken en son işini yapan nice genç vardı.Tek bir karıncayı bile incitmemenin ve mantıklarına uymayan sözü reddeden insanların bu olay ve durumlardan etkilendiği söylenemezdi. Bu topraklarda ne zaman toplumun eksikliğini,bozukluğunu söyleyen çıksa hemen hain ilan edilir ve susturulurdu.Unutulan bir Tanrı vardı.Herkes kendine bir Tanrı uydurmuştu. .Ama şiddetin tüm taraftarlarının yaptığı şey aynıydı: Öfke…kan…intikam… Ve kim olursa olsun hangi ırktan hangi görüşten olursa olsun,kendisine itaat etmeyeni veya kendisine benzemeyenleri biçip geçiyordu… Dünya satranç tahtası olmuştu.Piyonlar birer birer ölüyor şahlar ve vezirler sağlam saraylarda, balolarda güzel kadınlarla vakit geçiriyordu.Dünyanın o anlarda Budhissavatta ,Rumi,ya da Yunus Emre’si yoktu,Tevfik Fikret’i Ahmedi Hani’si, Cezerisi yoktu.Bu nedenle tarihin bu kısmını yazacak insanlara çok iş düşüyordu. Ama kasapları ,iyi nişancıları,katilleri vahşileri,aslanları,kaplanları,tilkileri bitip tükenmek bilmiyordu..Hele bir de şiddeti yalvaçları adına yapanlar ;unutmuşlardı efendilerinin, savaşı ,sadece öğretilerinin giremediği topraklara götürmek ya da öz vatanına dönmek için kullandığını Yıne de dıkkatlı olmak gerek suclarken zıra yıllar sunu ıspatlamıstır kı suclama aslında kendımızedır Belırgın olan sudur kı yasam bıze suclamamayı ogretmelıdır Nurullah Genç’in deyimiyle , “Tavanı çöktü aşkın ;duvarlar üryan(çıplak) düştü. Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü. İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü” Sonra gizlendikleri taşlardan ve evlerden ve saraylardan gerçek yüzleri birer birer ortaya çıktı.Ortaya çıktıkça birileri, insan içine çıkamaz oldu. Sonra sular çekildi.Akan kanlar unutuldu.Hayat başladığı yerden devam etti. Bu tablolardan karısını ,çocuğunu uzaklaştıran insanları yeni bir şey bekliyordu:Aşağılama ve açlık... Bu insanların tek derdi, geçimdi.Oysa gittikleri yerlerin bir kısmından kovuldular .Bir kısmında işyerleri talan edildi.Bir kısmında bir sapık yüzünden dayak yediler topluca... Ne kadar hazin bir tabloydu ki bir zamanlar kaçtıkları lanetledikleri terörün gittikleri gurbet topraklarındaki en iyi temsilcisi oluyorlardı. Kumar oynatıcıları,ballyciler,tinerciler ara sıra zengin çocuklarını kaçırıp zorla içirirlerdi.Çünkü nesilleri böylece devam ederdi.Alışan zenginler bir süre sonra gönüllü olarak bulaşıyorlardı …

51


Tabi yanındakiler de nasipleniyorlardı. Zavallı çocuklara tacizde bulunan ve yaptığından asla pişmanlık duymayacak kadar gurursuz zavallıların yüzlerindeki iğrenç ifadenin aynısı kısa bir müddet sonra bulaşıyordu iyi yürekli mert insanların yüzüne . Onların yapacağı tek şey kalıyordu:Daha uzaklara başka kıtalara kaçmak. Bu kötü oyunların tümünde en az payı olan Daylamilerdi.Onlar krallarının adlarını unutmuşlardı.Ama vasiyetlerini hiç unutmadılar.Bu kan dolu sahnelerden uzak durmaya çalıştılar, durabildikleri kadar. Nişanlanan,evlenen,çocuk sahibi nice genç doğdukları topraklara sadece beden olarak geri dönebiliyordu.Tarihi savaşlarla geçmiş bir ulusun evlatları olarak en kutsal bildikleri şeye yani devletlerine hizmet ediyorlardı.Geri dönüşü olmayan yola girdiklerinde geriye çok az şey bırakıyorlardı.Bir kaç günlük üzüntü töreninden sonra hayat yeniden başlıyordu.Kimsenin aklına soru sormak ve sorgulamak gelmezdi.Aslında bütün mesele buydu.Soru sormayan bir toplum yaratmak isteyenler yaptıkları hatanın farkına vardıklarında çok geç olmuştu.Yine de pek çok insanı kurtarmayı başarmıştı bu hareketleri.Acımasızlık ve merhametsizliği en ince detayına kadar öğrenenler her tarafın hakimiydi. Toplumsal bir gülümseme yaratmak için çalışan her kes bir şekilde yaratmak istedikleri gülümseme uğruna fedakarlığı göze alıyordu. Kelimeleri dizmek kolaydı uzaktan ama bir de bu eziyeti yaşayan tarafsızlara sormak lazımdı.Bir tek cevap vardı...Ben yandım siz yanmayın Allah aşkına ..Bu gerçeği dillendiren her kesin gerçek manada acı çektiği acıktı.Çünkü sadece gerçek anlamda acı çeken başkasının çekmesini istemez. Okuyanları da vardı.Akşam ellerinde iki karpuz ve tatlı meyvelerle dönerken yemekleri vardı.Elektrikleri vardı.Ama yine de kışkırtılmalıydı bu zayıf ve bilgisiz halk!...Onlar da öyle yapmıştı...Hadi hadi diyor ama güzel arabalar ve kadınlar alıyorlardı...Ölenler her yerde zavallılardı… Kendine benzemeyen hiç kimseyi affetmeyen,merhametsizlik üstatları da her yandan acı çektiriyordu.Mantığın, pılısını pırtısını toplayarak gittiği yurdun insanlarına acımasızlığın mutlak uygulaması da olmalıydı.Acımasızlık eğitimini hepsi birincilikle bitirmişti.Karşılarına kimi almışlarsa yalvarmalarına aldırış etmiyorlardı.Belden aşağı edebiyat,iğrençlik kelimeleri dolaşıyordu ağızlarda. Kalem başkasının elindeydi.İstediğine zalim diyor istediği kasabı melek diye tanıtıyordu.Zulüm görenlere bakılırsa ,kuşlar ,taşlar , suçluydu ama kendileri suçsuzdu.Gerçi bu bahiste Hitler gibi vampirlerin dev ordularıyla bir avuç zavallıyı nasıl yok ettiği bilgisi çıkıyordu.Ama Onlar sadece işini gücünü yapan ve tek suçları Hazreti Musa’ya inanmak olan bir milletti.Ve o milletin tek yapmaya çalıştığı yaşamaktı. Oysa ellerine gücü geçirdikleri noktada ,onlar da karşıdakini çoğu sefer aratan bir şiddet uyguluyordu.Masum ,gencecik,hayal ve umut dolu binlerce insan tıpkı bir çiçek gibi koparılıyordu.Sonra o çiçeklere uzanan eller bu kez hayat istiyordu kopardıkları çiçekten. Daylam aşiretlerini ve fertlerini küçümseyen onları alay vesilesi yapanlar haksızlık edebiyatı yapıyordu.Suçlu kim miydi?Konuşanlar ve susanlardı ! Yeryüzü her zaman acımasızları ve iyi insanları hatırlamıştır.Bir ahiret varsa zaten herkes hesap verecekti.Yoksa üç günlük dünyayı başkasına zehir etmekten daha kötü ne olabilirdi. Bazılarının sırtlarını dayadıkları sağlam duvarlar onlara ferçlerini ve ellerini kullanma yeteneği vermişti.İş , insan ,bitki,canlıları yaşatmak ve onlardan herhangi birini sevmeye gelince sadece kendilerine benzeyeni seçerler .Hele akıl ilkeleriyle ve sevgiyle bağlantıları yoktur.Kodum mu oturturumdu, değişmez erkeklik yasaları. Bir gün ama bir gün kendilerinden çok daha güçlü ;çok çok daha güçlü birilerinin çıkacağını asla düşünemezler.Bilemezler ki onlara eziyeti öğreten ağababaları günün birinde onları da dövecek.Ve o gün dönüp ezdikleri ,yürüme yeteneklerini yok ettikleri , hırpaladıkları o kişilere ne olur yardım edin diyecekleri bir zaman mutlaka vardır.Tıpkı Makedonların bir zamanlar

52


yeryüzünün efendileri iken sonra diğer milletlerden kendilerini Sırplara karşı korumalarını istedikleri gibi... Tarih yuvarlak yazılmıştır.Dünya tarihi döner dünya gibi.Bu düşüncelerin bir zaman kesinlikle gerçek olacağını biliyordu..Fakat kendisi bunları gördüğünde yine de onları uyarır yaptıklarının yanlış olduğunu anlatırdı.Ama hiç kimseye kendini anlatamadı. Galiba sorun burada bitiyordu:Bana benzemeyeni ezerim.diyordu.Zayıfken hakları savunanlar güçlenince hakları unutuyordu.Kim zayıf kalırsa hak diyordu.Güçlenense kendisine benzemeyeni yok etmeye çalışıyordu. Hayatını ilime adamış İbn-i Sina’lar,Farabi’ler Geordano Brunolar ,Makyavelliler,Da Vinciler hep aynı neticeye ulaşmamış mıydı?Farklı olanı sindiremeyen insan en geride kalmış insandır’’ demiyorlar mıydı? Güneşin ilk çıktığı toprakları terk etmesine yakın şunu bellemişti:Bu coğrafyada mantık ve düşünme sistemi değişmedikçe hiçbir şey değişmez.Dünya şahittir ki değişmeyen, iki günü aynı olan insan da millet de altta kalmaya mahkumdu.. Bu sözleri ara sıra aklı başında insanlar söylemiyor değildi.Fakat etiketler hazırdı.Birinin alnına ya da sırtına vuruluverdi mi gayrı ne yaparsa yapsın faydasızdı. Kimsenin değiştim demesine inanmazlardı.Ve istemeyerek iğrenç bir mücadeleye girmiş hiçbir insana hayra dönüş şansı vermezlerdi.Onlar bir insana sen bu takımı tutuyorsun dediler mi?Ağzıyla kuş tutsa karşıdakini ikna edemezdi. İndra Gandhi’nin olağanüstü başarısı ile kurtardığı Hint kültürü bugün dünyanın en büyük gücü olmaya doğru gidiyordu.Her şey bitecekti.O bölgeden ayrılırken ortalama üç ayda bir değişen ama alt kadroları ve rüşvet alırken suçüstü yapılıp bir hafta sonra daha yüksek dereceye atanan yetkilileri ,hiç değişmeyen ,ilkokul veya lise mezunu olmanın ezikliğini ömrünün sonuna kadar taşıyan ,bunun ezikliğini üniversite mezunlarından çıkaran ,kağıda veya masasındaki sayılara esir olan…………. terk edip daha medeni ve hukuki eski görev yerine döneceği zaman büyük öğretim organizasyonu yetkilisine şöyle söylemişi.. -Lanet baştan ayağa bu bölgeye bulaşmış.Siz ya da memurlarınız asla ama asla burada sıkıntısız bir görev yapamayacaksınız.En kaliteli,dürüst,bilgili değiştirebilen,kazandıran,kaybettirmeyen hocaları, elemanları bu mekana çekemezsiniz.Belki bir gün buradaki sıkıntılarınızın yaratıcısının bizzat siz olduğunu anlarsınız.Fakat ben şu ana kadar çalıştığı amirlerinden övgüler alan, ben yemin ediyorum ki bu topraklara hizmet amacıyla gelmeyeceğim.Biri gerçek manada sevgiyi tüm yüreklere ve insanlara yaymayı kabul ederse bu toplum belki kurtulur .Onu da siz istemezsiniz. Alınan Cevap şuydu: -Hace, bu koltuğun asla sıkıntısı olmaz , rahatı olur.diğer sorunlara gelince.Çözebildiğimizi çözeriz,çözemediklerimiz bizim sorunumuz değil ki!sistemin” Birkaç ay sonra bu sözleri söyleyen kişi bir dağ köyüne atanıyordu. Ne de olsa ‘’Eden bulur.”dönen dünyanın dönmeyen kuralıydı. Bölüm 4 . Yalnızlık Günleri. Gönderilirken büyük bir gururla gönderilen,şerefine törenler düzenlenen yere tekrar bin bir umutla döndü..Celal’in fikrine göre;hizmet ancak hak edene yapılmalıydı. Onlara Baki’den,Nedim’den,Attila ilhan’dan,Kısakürek’ten Karakoç’tan dizeler okurken bazen kendilerinden geçişlerini gördükçe ,gökyüzüne bakar ve şükür anlamlı binlerce kelime gönderirdi. Yalnızlık dolu günler başlamıştı.Sonra bilmediği, bilemediği bir yerde gözlerini kapalı buldu.Onu alıp karanlık bir yere götürdüler.Gözleri bağlıydı elleri bağlıydı yüreği ise tıpkı Parid gibi,Alp Er Tunga gibi,Zal gibi,açıktı.Sorular ard arda geliyordu.Gelen her soru küfür gibiydi. Soruları soranlar insan sarrafı olmuşlardı.Karşıdaki insanda bu kadar yüce insan sevgisini hemen keşfettiler..Hele köleman başının tüm sert görünüşünün altında pırıl pırıl bir yüreği vardı..Bunu anlamamak mümkün değildi.Lakin içlerinden ikisi kendi memleketlisi olduklarını söylüyorlardı.Telaffuzları da bunu gösteriyordu.İki cümleden oluşan ama yine de fark ettikleri yüce insan sevgisi karşısında eğildiklerini gösteren küfür benzeri laflar duyuldu.Aynı kişiler

53


demişti ki bir daha yürümemek nasıl bir duygu tatmak ister misin? Titreyen el ve ayakları beynine hiç durmadan sinyal gönderiyordu.Tam manasıyla çökeceği esnada anda hasta yatağında Canan’ın görüntüsü belirdi: -Canııım ,nasılsın? -Bilmiyorum? Canan: -Hayatım ,aşkım sana şunu söyleyeyim çok insan tanıdım.ama senin kadar gücünün farkında olmayan insan tanımadım.Doğruyu söylüyorsan ve cezayı hak etmediğine inanıyorsan bulutları düşün gücün orda ...Ben… ben de ordayım.Elini uzattığını hayal etti el ele gezdikleri Kızılay’ın kaldırımlarını,Kuğulu Park’ın kuğularını,sonra Kocatepe’nin güvercinlerini,Ve bıkmadan,yorulmadan anlattığın Jerry’i hatırla! Bu sözlerden sonra Celal’in başından ayaklarına bir su sızdı.Kalbinin atışlarını,kan pompalamasını her yerinde hissediyordu..Ve bulutlardan bu tarafa efendisi Tathagata’nın “elimi tut evlat yüreğim dağları aşar” Sözleri bedeninin her yanında hissediliyordu. Zayıf görüntüsünün arkasında bir dev bulundurmuştu.Hayatında ilk defa cesur olabileceğinin ,korkak olmadığının farkına vardı.Çünkü korkak olduğunu sanan nice yiğitler aslında kendi hayatlarının kahramanlarıydı. O esnada İş hayatından ve “Gerçek Yaşamdan Öyküler” kitabında okuduğu Bay Jerry geldi aklına : Jerry: ‘’Jerry çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan birisiydi.keyfi her zaman yerindeydi.her zaman söyleyecek olumlu bir şeyler bulurdu.Hatta bazen etrafındakileri bu durumda bile bu adam nasıl iyimser olabiliyor diye çıldırtırdı bile. Birisi sorduğunda bomba gibiyim, derdi hep. Jerry doğal bir motivatördü.yanındaki insanlardan biri o gün kötü günündeyse Jerry yanına koşar ,duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı fena düşündürüyordu beni Bir gün Jerry’e gittim .’’ Anlayamıyorum.’’ dedim.Nasıl oluyor da her zaman her zaman her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun ? Her sabah kalktığımda Kendi kendime Jerry bugün iki seçimin var.havan ya iyi olacak ya kötü derim. Her zaman iyi olmasını seçerim Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var.Kurban olma ya da ders almak.Ben ders almayı seçerim.Birisi bana şikayete geldiğinde ,yine iki seçimim var.Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek.Ben olumlu yanlarını göstermeyi seçerim. --Yok yahu bu kadar kolay yani ,diye dalga geçtim Evet ...Kolay.Hayat seçimlerden ibarettir.Her durumda iki seçim vardır.Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin.Sen havanın ,tavrının iyi ya da kötü olmasını seçesin .Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin. Jerry’inin sözleri beni oldukça etkiledi.Onu uzun yıllar görmedim.Ama hayatındaki talihsiz olaylara dövünmek yerine olumlu seçimler yaptığımda hep onu hatırladım. Yıllar sonra başına çok talihsiz bir olay geldi.Soyuna gelenler Jerry’i delik deşik etmişler ameliyatı 18 saat sürmüş.,haftalarca yoğun bakımda kalmış.Taburcu edildiğinde kurşunların bazıları hala vücudundaydı. Altı ay sonra bu olayı duymuştum yanına gittiğimde Nasılsın dediğimde -(Hala) bomba gibiyim. Olay sırasında neler hissettin? Yerde yatarken iki seçimin diye düşündüm.Ya yaşamayı seçeceksin ya ölümü .Ben yaşamayı seçtim. Korkmadın mı?Şuurunu kaybetmedin mi? Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.Bana hep -iyileşeceksin merak etme,dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerken doktorların ve hemşirelerin yüzündeki

54


ifadeyi görünce ilk defa korktum.Bu gözler bana --:Bu adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam ,biraz sonra ölü bir adam olacaktım. -Ne yaptın diye merakla sordum. Kocaman bir hemşire yaklaştı.ve Bağırarak herhangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. Evet diye yanıt verdim Var. Doktorlar ve hemşireler merakla sustular. Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım. Benim kurşunlara alerjim var. Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım Ben yaşamayı seçtim .Beni bir canlı gibi ameliyat edin,otopsi yapar gibi değil. Jerry ,sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil kendi olumlu tavrının da büyük katkısı ile yaşadı. Kendi olumlu tavrının da iyileşmesinde büyük katkısı olmuştu’ Karşısındaki insanların yüzünü hayal edebiliyordu.İçki kokan bir nefesleri vardı.Ve her davranışlarından insanlık dışı bir ortamda beyinlerinin amigdalasının alındığı böylece acıma ya da merhamet duygularının tamamen yok olduğu anlaşılıyordu. Oysa anladıkları bir şey vardı.Çiçekleri koparırken her kim olursa olsun içinde bir burukluk duyardı.Ve erlik,yiğitlik,cilasunluk onlarca akbaba kuşunun yerdeki cansızlara saldırması değildi.Yiğitlik başka bir şeydi. Ertesi gün çıkıp evine gitti.Onu götürenlerden biri bey efendilik hırkasını atmamıştı. Özür diledi : -Sen bu ülkede buraya gelecek son kişiydin ama baştan bilemezdik. Bunalımlı bir yıl daha geçirdi.Paketler dolusu sigaralar,içkiler,biralar çözüm olamadığı gibi hep ceza kestiği midesi iyice bozulmuştu.Gastrit,ülser,reflü,spazm ,bitmeyen baş ağrıları her tarafını ısıran kan emmeye çalışan pireler gibiydiler.Dikkati sinekler gibi bir o yana bir bu yana savrulup duruyordu.İyice bunalmıştı. Akla gelmedik çözümler buluyordu.Bulduğu çözümler sinir ve mantıksızlık dergahına uğradığı için asla çalışmıyordu.Her şey üst üste gelmişti :Cezalar,,ayrılıklar,yalnızlıklar zaten böyle değil miydi:Bedbaht olaylar zincir gibidir.İlk halkası çıktı mı sonu gelmez.Hoşumuza giden şeyler ise güneş gibidir:aydınlatır;fakat hep yalnızdır,sonu gelmez. Nietche’nin o lanet sözü yine temel felsefesi olmuştu: “Umut kötülüklerin en kötüsüdür:Çünkü acıyı uzatır.” O halde umutsuz olunmalıydı. Umut bir beden ülkesinin son kalesidir.Umudunu yitirenin en yakın adresi yaşam yolculuğunu sonlandırmadır.Daha fazla acı çekilmeden Bu yolculuk bitirilmeliydi.. Bunun için umutsuzluk doğrudan küfrün siyahlığına benzetilmişti Tüm bu durumlar esnasında kendine son darbeyi vurmayı hazırlandığı sıralar onu engelleyen bir şeyler vardı.Unutmuştu dünyada denizin varlığını çiçeklerin ve şiirlerin gizemli dünyasını biricik Canan’ını bile unutmuştu.Gururuna dokunuyordu kınadığı insanların arasında anılmaktan.Gururuna dokunuyordu, kanı beş para etmeyen ,tek bildikleri daha çok küfür olan hayvanların arasında suçlu etiketi yemek. Kendisinin unuttuğu bir şey vardı .Allah denen o gizemli güç zor noktalarda çıkardı.Her insana yardım eder fakat yine de kendini gizlemeyi severdi.İzin vermezdi dostlarının kaldırımlar gibi ezilmesine .. Öyle de oldu.Bir nisan sabahıydı.sersem ve sarhoş bir şekilde uyanmıştı..Önce evdeki bira şişelerini attı ,birer birer .Sana söz veriyorum ey yüce Tanrı bir daha asla içmeyeceğim.Sigara paketlerini sobaya attı. Düzelmesi, yaşama ,bağlanması aylar alacaktı.Öyle ,romanların dediği gibi o günden sonra her şey düzelmezdi.Bu çok uzun bir süreçti. Bir nisan sabahıydı,uyandığında bazen dünya zindan olur güneş doğar elbet bahar olur

55


mısralarını her hatıra defterine istisnasızca yazdığı: Tüm kaleler kuşatılmış olabilir ,askerleriniz esir düşmüş olabilir ,halkınız umutsuz olabilir ve siz teslim olmaya hazırlanırken yardımcınız karşınıza dikilip :Efendim bu tanıdığım siz değilsiniz “Benim padişahım ölümünde bile hürdür.” Sözleri hatırladı.O sözleri yaşadı .Onlara inandı.İnanç nerde olursa olsun onun zirvesi ve kalkanıydı. Çelik kapıyı açtığında her gün yanından geçtiği çiçeklere baktı.Nasıl direniyorlardı kışa ,sonra cıvıl cıvıl şarkı söyleyen kuşları Belirsiz duyguları onu bir tatil adasına itti.Eğlenen insanlar, geçirdikleri her dakikadan zevk almaya çalışan çocuklar,enfes çaylar,türlü şaraplar ama Tanrısına verdiği sözleri bile tutamıyordu.Kendisini Onun sınırlarını aşan bir eğlenceden alıkoydu . Deniz ;sonsuzluklar ülkesi Halikarnas Balıkçısının,Nef’i’nin ,Nedim’in Rimbaud’un,Eliot’un mısraları kutsal kitapların bile vazgeçemediği yaşamı manalı hale getiren, Tanrı’ya teşekkür ettiren yegane yaşama bağlanma mekanı Bahr içinde katreyim bahr oldu hayran bana Ferş içinde zerreyim arş oldu seyran bana (Denizde damlayım,deniz hayran oldu bana. Göklerde zerreyim gökyüzü seyirlik oldu bana) Bengisu,yani Afrodit kadar güzel ,Mirtha kadar cesur,Herkül kadar güçlü,ağaçlar gibi leziz ,kitaplar misali ihanet etmeyen dost,bulutlar ve ney sesine eş değer,bir planörün hissettiği duyguları andıran martı kitabının ilhamcısı,Lili Marlen’in sesi gibi güzel esrik ,bir bakış sunuyordu.Deniz,Canan’la Atatürk Orman çiftliğinin ağaçlarının altında otururken başını dizine koyup saatlerce göz göze bakıştığı anı hatırlatıyordu ona . Deniz , bu ülkedeki her filizi ,her çiçeği değerli sayan ve ufak da olsa yanlışlar yaptığı için ,hep bu ülkenin özlemi ile yanan ve o özlemle ölen tüm vatan sevdalılarının bile yegane aşkıydı. Tatil yerinden dönerken ,yaşama sevincini geçici de olsa geri almıştı.Vapur adadan yola çıkıp Erdek sahiline ulaştığında sahiller cıvıl cıvıldı.Gerçi hiç ayrılmak istemiyordu ama bazen ,parasızlık ,bazen Parid’in mektubunu hala bulamamanın ezikliği bazen de arkadaşları ve dostları onu eski yerine çekiyordu. Sonra birer birer ayrıldılar ilk görev yerlerinden .Yıllar ve yollar uzuyordu.Yaşam her geçen gün katmerleniyor keder,bunalım ve gözyaşı sunuyordu. “Benim bu hayata ve insanlara veda etmeden söyleyecek şeylerim var.Benim bir türküm birkaç parça şiirim var .Tıpkı her kesin olduğu gibi,sözlerini düşünüyor ,ayrılmaya karar veriyordu.Radyoda Berlin senfoni orkestrası en güzel şarkılarını söylüyordu. Çile yılları bittikten sonra bu adaya uğradığında ne olursa olsun ve Canan’ın hep söylediği” her şeye rağmen “kelimelerini söylerdi.Bunlar onun zikirleriydi.Bir kaç defa söyler sonra da sanki bir dağ olmuş gibi güçlü hissederdi kendini. İçinde kral Parid’in mektubunu bulacağına dair güçlü bir umut besliyordu radyolarda o sıralar “Yalan Dünya” her şey bomboş, yolcu sarhoş hancı sarhoş..Yavuz Bingöl’ün “Güle Naz” parçası yarı acı ,yarı umutlu, yarı karamsar bir duygusal hale sürüklüyordu onu. Hep Canan’ın isteği vardı aklında Canan ondan gidip evlenmesini istemişti.Ve bu isteği gerçekleştirme azmi gittikçe güçleniyordu.Çünkü evlenirse Canan’a tekrar kavuşacağına inanıyordu Kısa bir merasimden sonra evlendi. Evlilik,ona biraz da olsa Canan’ın açtığı yarayı kapatmasıyla faydalı oldu. Girdap Hayatı düzelir gibi olmuştu.Hatta bir iki gün çok rahat etmişti. Tam huzura kavuşacağına inanmıştı ki bir gün kapısı çalındı .Gerçi birkaç önce içine katı bir hal çökmüş morali bozulmuştu.Bulutları ara ara uzun süre izliyordu.Onun bu halini görenler deli sanıyordu.Gerçi delilik ve velilik arasında ince bir köprü vardı ama yine de anlatması yaşaması

56


kadar değildi. İnsanoğlu kendi varlığını sürdürmek için Shirley Maclaine’nin Kamino’da anlattığı gibi bencil yaşamı seçiyordu.Öylesi bir ortamda amigdalası alınan insanlar kim olursa olsun acıma ve sevgi duyguları olmazdı.Yeryüzünün kendilerini en güçlü yarattığını düşünen ilk ve son topluluk asla bitmezdi.Bu insanlar her zaman dayanacak bir yer bulurlardı.Birde içlerinde doğruluk ve sevgiyi prensip edinmiş insanlara karşı ve çevrelerine karşı duydukları kini boşaltmak isteyen insanlar vardı.Bu insanlar nerde ne zaman ademoğlunun iyiliği için bir iş yapılacak olsa öncü zıtlığı kullanırlardı.Celal ,hala şanssız olduğuna inanıyordu.Bu inanç kendini doğrulatıyor.İçlerinde babalarına bile duydukları öfkeyi boşaltmak için yer arayan bir insan topluluğunun eline düşüyordu.Sorular ard arda geliyordu.Lakin kim olduklarını bilemedi. -3 yıl önce nerdeydiniz. -Burdaydım. -Hafta sonlarını nerde geçiriyorsunuz? -Genelde burda bazen değişik yerlerde? -Mesela? -İle giderim,arkadaşları ziyaret ederim. -Peki burdan uzak illere gider misin? -Hayır -3 yıl önce? Gittiniz mi? -Bunu size açıklamak zorunda değilim? -Bak kardeşim bize yardımcı olmazsan başına gelmedik kalmaz. -Siz de bana yardımcı olun ? -Tamam nasıl? -3 yıl önce çıktığım yolculuk özel hayatımla ilgiliydi.Bununla ilgili açıklama yapmak zorunda değilim. Bir kahkaha attı etrafındakiler.Gözleri bağlıydı ama yüreği açıktı. Bir süre sonra dünyanın en zor anları başlıyordu:Bu sözden sonra herkes çıktı.Yukardan bir damla su aşağıya düşüyordu.Bazen üç bazen beş saniye aralıkla damla yere düşüyor ve pis bir koku yayıyordu.kokular çıldırtıcıydı.Ama daha dayanılmaz olan sesti.Duymazdan gelmek çok zordu. Kendisini dünyaya getiren anne babasına ilk defa bu kadar beddua etti.Bunca acı anne ve babasının zevki içindi.Yanıyordu içi ,dışı bu acı ispatlanacak türde değildi.Bir süre sonra bağırmaya ondan sonra da yalvarmaya başladı.Sesi duyanlar geldi. -Ne isterseniz söyleyeceğim yeter ki şu sesi kesin? -Peki? Sesi keselim ,dedi . Ses kesilince öyle rahatladı ki.Gözlerini de açtılar. O zaman Sapira şehrine gitmiştim. Orda ne arıyordun? Aslında orda değildim.Daha yakın bir şehirden geldim.Çünkü o şehirde bizi tanıyanların olabileceği endişesiyle yakın olan Sapira’ya gittim. Ordayken neler yaptınız? Önce şehirde biraz gezdik.Sonra da bir yere gidip yemek yedik.akşama yakın çıkıp geri döndük. Sonraki pazartesi orda değil miydiniz? Hayır ben pazartesi iş yerime döndüm. Ama seni orda görmüşler. Bir yanılgı olmalı Mümkün değil Ama görmüşler. Koca bir yalan diyorum.Siz hala üsteliyorsunuz. Peki bu kimlik senin değil mi? Bir depomuzdan alınan mallar var.Onlar nerde. Ben ne bileyim? Peki kimlik?

57


Ha yemek yedikten sonra kredi kartıyla ödemiştim.Orda kimliğimi çıkarıp gösteriyim derken lokantada unutmuşum.Tabi sonra oraya dönmek mümkün olmadığından.Yeni bir kimlik çıkardım. Şu mu? Evet. Peki aynı gün merkezi caddelerden birinde soyguna katıldınız mı? Hayır? Kimliğiniz olay yerinde bulundu? Bu son derece basit bir durum.Kimliğimi kaybettim ve başkası almış. Sizce profesyonel bir soyguncu kimliğini düşürür mü? Ama siz acemisiniz.Ve soygunculardan biri de kadındı. 25-30 yaşlarında. Bunu geçelim.Aynı gün yakın bir ilçede bir yaralanma olayı oldu.Daha önemlisi tam beş tane bankamatik soygunu oldu. -Haklısınız,bunca soygunu yapsaydım.Şimdi beş yıldızlı otellerde yaşamam gerekmez miydi? -Kumarda kaybetmiş olabilirsiniz. -Bu saçmalıklarla uğraşacak vakti nerden buluyorsunuz? -Peki Celal kardeşim diyelim ki dediklerin doğru?Bunu nasıl anlarız? Celal cevap vermedi.Bir kaç saniye sonra adamın ne ima ettiği belli oldu. Kapı tekrar gıcırdadı.Çıkarken yanındakilere yoğun program, dedi. Bunun ne anlama geldiğini ise anlayacaktı.Yemek ve su istedi.Vermediler. Yarım saat sonra su ve yemek geldi.Yemeği yedikten sonra bedeninin her yanında ağrı başladı.Suyu içtikten sonra ise beyninin içindeki kan akımı düzensizleşmeye başladı. Büyük sıkıntı ise davul sesine benzer sesin duyulmasıyla başladı. Güm…Güm…Güm ..Güm..Güm …Güm…Güm….Gümmm Bir süre sonra demir kesme çarkı sesi yayıldı.Sesin diğer özelliği de yankılanmasıydı.Fakat çıldırma derecesine gelince kendiliğinden susuyordu.Ses düzeneğini hazırlayanlar bunların tümünün önceden denemesini yapmış olmalıydı.Girdaptaki saat ve dakika yoktu yıllar vardı.Saatlik dilimlerin sonsuzlaşması.Kaç saat kaç ay orda kaldığını unuttu.Her gün aynıydı.Bir alıştığını bile sandı. Bu darbeler bir süre sonra midesine beynine her tarafına inmeye başladı.Görünürde kimse yoktu.Ama fiziksel eziyet bundan çok daha iyiydi.Yaklaşık on beş gün süren bu davul sesi.Hayatı boyunca unutamayacağı bir ses düzensizliğiydi.Ayaklarında geçici bir felç hissetti.Sonra mide bulantıları ,baş ağrıları başladı.Yalvarmaları,bağırmaları fayda etmedi. Bir çare düşünmeliydi.Aklına gelen ilk çare kulaklarını kapamaktı.Ama eziyeti yapanlar ,bunu düşünmemiş olamazdı.Denemek istedi.Kulaklarını kapatınca ses çok daha kötü bir vaziyet aldı.Önce J.S.Bach’ın Gitar kasetinden hafızasına nakşettiği parçaları hatırlamaya çalıştı.Geçici olarak rahatladı.Sanki izleniyor gibiydi.Hemen başka bir sese geçtiler.Bu sesler korku filmlerinden kesilmiş görüntüler olmalıydı.Bir iki tanesini hatırladı.Karıncalar ,filminden kesilen görüntülerin sesiydi.Aklına giyotin geldi.Demek ki daha merhametliydi.Çığlık insanın ses duvarı düşünülerek hazırlanmış olmalıydı. Ortaokuldaki hocalarından biri bir zamanlar ona şöyle demişti:Bedeniniz daha büyük acı çektirirseniz küçük acıyı unutur.Kafasını birkaç kere ranzanın demirine vurarak kanattı. Bu ona tahmin ettiğinden daha fazla zaman kazandırdı.Doktor olduğu belli olan birisi gelip tedavi etti.Doktora bir süre yalvarınca muayene süresini uzatmayı başardı.Zaman gerçekten korkunç daire olmuştu.Bir ara tuvalete gidip aynaya bakınca saçlarının bir kısmının beyazlaştığını gördü.Kendine acımak , pişman olmak onun için çok tehlikeli duygulardı.Kısa bir süre sonra zaman kavramını unutmaya başladı.Her hücresi isyan ediyordu bedeninin her tarafı param parça ediliyordu.Bir süre sonra da uzun bir arı vızıltısı benzeri sesler duyuluyordu.Kapının açıldığını duyunca sevindi.En azından birkaç dakikalığına bu eziyet duracaktı: Bu defa konuşan farklı biriydi. -Bak ,ona söylediğin dışında söylenecek bir şey varsa bana söyle! sesleri keseyim. Celal ,gözyaşları içinde ve karşıdakinin hiç beklemediği bir tavırla bağırdı.

58


-Umarım dünyada eziyeti eden herkes ,yarattığı denizde boğulur. -Sözlerime ekleyecek tek bir sözüm yok.Haklının eğilmek gibi bir tavrı olamaz.Haksız ve yalancıysam söyleyeceklerimin beni kurtaracağına inanmıyorum. -O zaman niye yalvarıyordun.O ,insani bir tepki . Artık yalvarmayacağım. Adam ,gittikten sonra sesler daha şiddetlenmeye başladı.Tek çare kalmıştı.Öğrendiği kadarıyla meditasyonla uyumaya çalıştı.Bu teknik işe yaradı.Bir süre sonra bir dakikaya yakın uyuyunca iyice güçlendi.Sabaha yakın son defa sözlerine ekleyecek bir şey olup olmadığını sordular.Aynı cevapları aldıktan sonra geri gittiler.Celal ,bu defa hayatındaki tüm iyi anları düşündü. O kadar az göründü ki gözüne kendi kendine -Hayatımda onca güzellik varken hiçbirini kaydetmeyen hafızam maalesef bütün kötü anları dakika dakika kaydetmiş.Bari onları düşüneyim. Ve böylece beynini biraz da zorlayarak sabaha kadar hayatındaki tüm kötü anları birer birer canlandırarak ayakta durabildi.Sabah kapı açılır açılmaz.Zamanı sordu.Saat gece on iki dolayındaydı. Geceler içlerinde sıkıntı olan insanlar için soğuk ve dayanılmazdır.Herkesin uykuda olduğu bir esnada yazmak ,çalışmak,nöbet beklemek,emek vermek sadece sarf edenin bileceği işlerdendir.Korkuya ,endişeye ve zarar vermeye ,zarar görmeye en çok gecede alışırız.Hele yürekte gözyaşlarını akıtacak kadar büyük bir akım varsa yıldızlar bile başka görünür gözlere.Böylesi gecelerde saatlerce dolaşılan internet sitelerinden indirilen otuz saniyelik bir müzik gönle su serper yine de yetersizdir.Nalan bir bülbüldür kalpteki feryat.Şairler ,filozoflar aranır böyle vakitlerde.Gece ölümdür.Gece teröristlerin bastığı bir köyde , sabaha kadar titreyen çocukların ağıtıdır.Kimse anlamak istemez dertlilerin yüreğini.Kerbela olmuştur kelimeler.Gecenin tek sığınağı kelimelerdir.Onlar da reklama satılmıştır.Kitap, satış sitelerinde ,dergi ,gazete sayfalarında eski bir beyitte kalmıştır.Akademisyenler makalelerini,sanatçılar eserlerini düşünürken gecelerin ve emeğin nice sonuçları hiçe satılır.Umudun nerede ,nasıl ve niçinleri çoğalmıştır.Kendi kurdukları dünyayı rezalete dönüştürenler ,denizden ölü çıkan balıklara bakar durur. Yine de belkilerle yazılan onlarca eser vardır.Geceye,ölüme,yokluğa,monotonluğa,tekdüzeliğe isyan kokan kelimeler ilham edilir bir şairin kalbine.İsyan, varolmanın yasasıdır.İsimler ,şekiller,dünya görüşleri,sokak lambaları kelimeleri satın almıştır.Dünyanın sonu yaklaşmaktadır çünkü kelimeler, ucuz insanların eline geçmiştir.Aşiyan yolları,Servet-i Fünun satırları,Ahmet Haşim’in gözyaşları artık yoktur.Yerine isimler ve önlerine kendi kişiliksizliklerini gizlemek için ekledikleri ………..kelimeleri satın almıştır. Notalar mı? Onlar da belden aşağıya inmiştir.Velhasıl tam manasıyla bülbüllerin sustuğu,dertlerin çok,hem-dertlerin yok olduğu bir dünya…Kirli koridorlar,yapmacık nakışlar ,ırkçı bakışlar,hakim olmuştur tepelere. Allah denen varlık kitaplarda kalmıştır.Bir hastane odasında gecenin ileri vaktinde yarası sızlamaya başlayan, nereli olduğu sorularak alınan cevapla perişan halde bırakılan zavallı bir kadın acıya terk edilmiştir.Hayat tam bir gece olmuştur. Bir zamanlar kendi düşmanlarını bile tedavi eden bir Eyyubi yoktur artık.Kuşlar ,aslanlar,kuzular azalmıştır.Yılanlar ve tilkiler azmıştır.Gerçi bilim insanlarının söylediği doğru ise dünya kendi enerjisini bitirmeye yaklaşmıştır. Her kötü olan, olmuştur da yine de umut kelimelerdedir.Onlar geceyi hayata çevirecektir.Bu düşüncelerle yürüyordu caddelerde. Saçları darmadağındı.Ayakları şiştiği için ayakkabıları sıkıyordu.Tuhaf hareketleri vardı.Boynu tutulacak gibiydi…Gözlerini uzun süre açamadı.Bu defa götürüldüğü yerde herkes kravatlıydı.Her erkeğin yanında Rus oldukları belli olan birer kadın vardı.Kravatlı olanlardan biri ayağa kalkıp onlara doğru geldi. Delikanlı dedi kalın ses.Benim sorularıma asla iki kelimeyle cevap verilmez.Gözlerimin içine bakarak söyleyeceksin.Suçlu musun? Gözlerinin tam içine bakarak olsaydım burda olur muydum,dedi bu cevabı karşıdaki insanın çok hoşuna gitmişti.Zaten gözlerine bakan gözler her şeyi ordan anlayacak kadar kendinden emindi. Zorla ayakta duruyordu.Bir süre sonra onu bir parkın yanına getirerek bıraktılar.Daha sonra bir yolunu bulup hastaneye gitti.

59


Çay içerken,yemek yerken,gezerken,otururken ,kalkarken bedeninin her yanı sızlıyordu.Bu olayı atlatmak sıradan bir insanın harcı değildi.Bütün kitaplarına baktı,çektiği onca sıkıntıya çözüm getiren tek bir kitabı yoktu.Hepsini yırtıp sobaya attı. Celalin yaşadığı tatsız olaylar onda derin iz bırakmıştı. Ruhu karanlık bir vadideydi ve haykırıyordu :”Ne olur beni kurtar..Ben ölüyorum” ,diyordu. Yaşam anlamsızdı Varoluşçular ve Nietche doğru mu söylemişti.İnsan bir çeşit hayvan mıydı?Bitkisel yaşam sadece fiziksel ihtiyaçları görür.Hayatında bir kez daha girmişti bitkisel ,suni hayata. Hayatında ilk kez televizyon dizilerinin ,magazin programlarının ,kölesi oldu.Bunalımı kelimelerle anlatmak çok kolay bir iş değildi onun için.Dostları,tanıdıkları kendince ona yardım etmeye çalıştılar .Faydası yoktu. Bir keresinde gezdiği kitapçılardan birindeki kitaplardan Phil Causiniau’nun Ruhun çöküşü adlı bir yazısını okudu. “Bazen yabancı bir şeye dokunur.Öfkenin kara eşiğine ,kederin mavi kenarına dünyanın ezilmiş gölgesine .Karanlık pencereden ,yaşamımızın yürek parçalayıcı gerçeğini görürüz.Ruhun parlaklığının ardında ,yadsımanın tehlikeli olacağı bir karanlığın yattığını öğreniriz.” “Bazen gürültüyle ,çoğu zaman hissedilmeden ,içimizdeki özsel bir şey çekip gider ya da çalınır;buz gibi bir yalnızlık anlaşılmaz, bir hüzün,tasavvur edilmez bir boşluk içinde uyuşmuş ,,sevginin şefkatli yaklaşımlarına karşı duyarsız ,yağmurla ıslanmış bir öfke bahçesinde kaybolmuş buluruz kendimizi. Sebepsiz öfke, ruhun dengesini bozar. Sebebi bilinen öfke ise kemirgenler gibi her sabah uyandığında senden bir parçayı daha koparmıştır.Ve iğrenç ,utanmaz,sapık sesler dolaşır içinde.Ben ürküntüyle uyanınca çalıyor zilleri kafamın içinde,şiiri kendini onaylamış olur.” Goethe’nin o zaman ruhunu şeytana satan adamı niye yazdığı anlaşılır. Hatta şeytan bile acı çekene hizmet etmek isteyebilir.Ruhunu yok etmek hedeftir bir türlü erişilemez..Beden ise hangi yöntemle yok olacağını hesaplar. Üç milyonluk kitaplara acıyı sığdırmaya çalışan tüccarlar yaptıklarından bir saniye bile utanmazlar. Belki de bütün sorumluluğu cümlelere yüklemek yanlış .Bu noktada sorumluluğu kelimeye yüklemek daha doğruydu.Aslında biraz daha derin düşünseydi paketlerce sigara tüketmesine gerek olmadığını anlayacaktı .Ruhun ,bütün sıkıntıları beyne biriktirdiğini,hafızanın amigdalasının, hüznü belli bir döneme ait olarak görmediğini aksine çocukluğundan itibaren her anı kaydettiğini ,belli olayların sadece tetikleyici görevi yaptığını anlasa bu kadar yıpranmayacaktı. Acılar , insanı olgunlaştırır felsefesinin arayışla ve tecrübeyle doğrudan bağlantısı vardır.Bu düşünce kabul edilirse ruhun ve beynin acıları bir çeşit ihanet olarak algıladığı açığa çıkacaktır. Devreleri,programları tümüyle yaşamaya programlanmış insanoğlu kendini yaşamdan uzaklaştırıcı girdabın içinde bulduğu zaman ruhuna ihanet edildiğini düşünerek ..Hissizleşiyordu… Acıların diğer tarafı - çektiren insanların tarafı- her zaman gurur duyar iyi insanlara kötü bir hayat yaşattıkları için.Sadece bunun için bile olsa bir gün her kesin kendi yaptıklarıyla yüz yüze kalacağını düşünmek ne güzel demişti eski dostlarına . Bitkisel olmak, bunalımlı olmak gibi zor bir süreç varsa ;acıların insanını kimse anlamıyorsa şiirler anlatır demişti.İfade etmeyi çok istediği ama bir türlü edemediği şey, çektiği ızdırabın tam manasıyla girdap olduğu yer ve zaman o noktaydı.Fakat değerlendiremediği bir düşünce daha vardı ki insanı zirveye taşıyacak olan çok az sevinç vardır.İnsanı asıl zirveye ulaştıran yine girdabın kendisidir.İşte acıları çektiren insanlar böyle bir faydaya istemeden ulaştırdıklarını asla bilemeyeceklerdir. Dünya zamanıyla birkaç saate tekabül eden bu kısa zaman dilimi gerek sosyal ,gerek ferdi açıdan hayatının kalan dilimini büyük bir değişikliğe sürükledi.Bedensel anlamda ruh kaynaklı bir sürü hastalık;psikoloji açısından ise yıkık bir bina haline gelmesine yol açtı.Uzun bir süre ve süreçte bu saatlerin etkilerini silmeye çalıştı.Ve belki kısa görünse de birkaç saatlik bu

60


sıkıntının silinme süreci 48 aya ulaşmıştı. Yalnızlığın insanların içinde olmakla ilgili olmayan kısmını ancak şairler bilir.Belki bu arayışla gerek günlüğünü gerekse eski kasetlerini karıştırırken kendisine gönderilen bir mektupta şu sözlere rastlıyordu:”Arkadaşım! düşüncelerim karışık ve beynim çatlayacak gibi Milyarların ve milyonların içinde yalnızım arkadaş !Seni soruyorum şu kalabalıklara Nerelerdesin?Yoksa sende mi düştün girdap denilen canavarın pençesine?Harcadı mı seni yoksa özdeşleştin mi tek tip insanlarla. Öyle veya böyle yoksun gülistanda Bu suskunluk bu sessizlik sana göre olmamalıydı.....Velhasıl arkadaşım..Yanışına üzülüyorum kahroluyorum.Velhasıl arkadaşım.Ben daha ölmedim diye şöyle bir haykır.Haykır da hayatının kelepçelerini kır!Haykır ki ben ayağa kalkayım Ben Ayağa kalkınca kitapların sözlerine yaklaşayım.Kitaplar beni itsin alanlara ve kitaplar itince anlayayım kelimelerin kutsallığını. O sıralar en çok şikayetçi olduğu , yalnızlıktı.Onu bir düşman olarak görüyordu.Tanrı’nın kendine mahsus kıldığı bu eylem,kalabalığın içinde olmakla ilgili değildi.Ancak bir gün yalnızlığın ne kadar yüce olduğunu kavradı.Bunalım girdabından sonra hakkında olumlu konuştuğu ilk şey yalnızlıktı.Girdaptan sonra tek dostu günlüğü olmuştu.Onu da yapmasa belki yıkılacaktı.Ve yalnızlığın dostluğunu böyle keşfetti yegane dostu günlük satırlarında: “ Ey yalnızlık meğer sen düşman değil dostlukların en güzeli imişsin. Meğer sen gül bahçelerinin arasından sıyrılıp çıkan en müthiş çiçekmişsin !Meğer sen gökyüzünde bütün ihtişamıyla hiç korkmadan kanat çırpan bir ülkeden bir başka ülkeye veya kıtaya özgürce süzülen göçmen kuşu imişsin.Sen bunalımların baran gibi gökten yağdığı,sen hayallerin yıkıldığı anların serçesi imişsin Sen bir zamanlar bahar dediğimiz hayatın şimdiki adı olan cehennemin zemzemi imişsin.Ve sen hiç tanımadığımız ve son olayların ortaya koyduğu şekliyle eskiden zirve adını verdiğimiz o büyülü dünyanın kapısı imişsin.Yani kısaca sen Tanrısal olmakla doğrudan ilgili imişsin.Öyle olduğun içinde hep en zirve noktadasın. Ancak yazıda ve hayalde gerçekleşebiliyorsun.Sana karşı yıllarca verilen savaşlar meğer insanların kendine karşı verdiği savaşmış. Derken uzak yollardan liseden eski bir arkadaşı onu ziyarete geldi.Celal’in evini sigara dumanları içinde görünce oturup ağladı.Sonra misafir olmasına rağmen kalkıp evini temizledi.Bilgisayarını sildi.Onu bir duş yapması konusunda ikna etti.Zorla traş ettirdi.Bahçede kendisine güzel bir kahvaltı hazırladı.Bir kaç saatlik bu eylemlerden sonra sordu: -Neden bu hale geldin? Celal bilinçsizce sıralamaya başladı: -Eğer bir girdaba tutulmuşsan veya denizden vurgun yemişsen geriye dönüp bu dakikalar senden hesap soracak diye düşünemezsin .Tek düşündüğün kurtulmaktır ama dibe doğru giderken artık dönüşün olmadığını, bindiğin geminin sağlam olmadığını düşünmeye vaktin yoktur .Bir umut bir, bir yardım eli beklersin , bir taraftan da boşuna beklediğini sonunun pek de iyi olmayacağını hayatın bir film şeridi gibi geçeceği anın da geleceğini hissedersin .Gözlerini kapatmaya yakın yıldızları beklersin,güneşi düşünürsün,yıldız böceğini düşünürsün,bir altının yere düşerken son kez ben altındım yerim, yer değil, yukarıdır dediğini ama bunun, demeden öteye geçemeyeceğini düşünürsün.Keşke demeye de süren yoktur.Bismark “Her şey yaşanmış ve bitmiş diyorsa umut olmamalı demektir. Bu uzun cümlesine eski dostu Turcan şöyle cevap verdi: -Bense bütün debdebelere ,seni savuran, bütün rüzgarlara ,kalbinde yıllarca çalışarak oluşturduğun kaliteyi yok eden fırtınalara rağmen gecenin umut dolu olması gerektiğine inanıyorum.Anlıyorum.Kendini yalnız hissediyorsun.Şöyle bir bak etrafına hangimiz yalnız değiliz ki.Benim eşim üç gün eve para götürmedim diye bana küsmüştü.Babam istediği parayı yollamayınca uzun süre konuşmamıştı.Bunlar yakınlarım uzaktaki insanları saymaya gerek görmüyorum.Hem inan hayat üzüntü ve kedere boğulacak kadar uzun değil.Senden ayrıldıktan sonra evlenip çoluk çocuğa karıştım.Ama bak beni onca yıl aramadın sana küsmedim.Sense bu rüzgarlara karşı hayata küsüyorsun.Sen en güçlümüzdün.Sana ne oldu böyle. Pandora’yla ilgili iki öykü vardır biri iyilik diğeri kötülükle ilgili.İyilikle ilgili olanı şöyledir:Pandora’nın bir kutusu vardır.Bu kutuda yaşayan her insana bahşedilen tüm iyilikle

61


vardır.Ne var ki Pandora kutuyu açar.Bütün iyilikler uçar gider ancak Pandora son anda kutuyu kapatır.Böylece yaşayan insanlara sadece umut kalır.. Celal ikna olmamıştı. Eski bir şiirini okudu. Boşluk her yer her şey boşluk Karanlık dünya ve loşluk Hayat denen lahuti demde Ömür yalnızca , susuzluk Turcan: -Bu karamsarlık sana göre değil.Önce erken kalkacaksın sonra bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç çılgın gibi kırlara koşarak çimlere uzandın mı hiç şarkısı çalacak ,sonra güzel bir çiftlik alacağız ,gül bahçesi kuracağız .sonra bülbüller gelip güllere konacak ve biz onlar için yuvalar yapacağız İnsanlar bizi sevecek,sonra bir gün sema da bizi sevecek Her şey çok güzel olacak ,diyen sen değil miydin?Hani mezuniyet gecemizde yaptığın konuşma vardı. Celal ,bunları çoktan unutmuştu. Turcan biraz da konuyu değiştirmek amacıyla meftun olarak şarkısını okudu: Celal’in okuldayken en sevdiği şarkı ve şiirlerden biriydi “Yandım Ebedi Hüsnüne Meftun Olarak Kar Etti Dilin Ruhuma Efsun Olarak Sor Hali Perişanımı Saysın Geceler Geldim Kapına Kaça Kere Meftun Olarak

Yandım… Yandım Hüsnüne Meftun Olarak Kahreyleme Ey Sevgili Şad Eyle Beni Görsen Ne Çıkar Bir Kere Memnun Olarak Etmek Mi Muradın Beni Serme-Ti Harab Ta Haşre Kadar Böylece Mecnun Olarak “ Turcan: Kimindi bu hatırladın mı? Arif Emre’nin değil mi? Turcan’ı yolcularken biraz da olsa değişmişti.Turcan’ın bu vakitsiz ziyareti onu çok memnun etmişti.Bunalımlı zamanların gerçek dostları tanıtmak gibi olumlu bir sonucu daha vardı. Geceler uzundu,sessizdi uzun uykular,çözüm değildi içteki yaralara. Yürek yanıyordu,can yanmaktaydı.Canansa yoktu artık, topraktaydı.Ara sıra rüyalara gelir .Bir şeyler söyleyip giderdi.Her zamanki gibi hastane koridorları karşılıyordu onu.Kendi bedeninin kiracısıymış gibi davranıyordu. Aslında bir ağaç nasıl dışarda meyve verirken içerde çürüyorsa o da aynı şekilde çürüyordu...”Ara sıra bir çaresi olmalı.Bu sıkıntıların ,bunalımların bir yerlerde gizli saklı olan bu çözüm her ne ise var olmama ihtimali yoktur” der dururdu.Dua ,onun sığınağıydı.Bazen gizlice günah işledikten sonra bile.”Allah’ım benden nefret etme diye dua ederdi..Bu Aziz Valentin’in tabiriyle ruhun Allah’ı özlemesiydi.”Çünkü Aziz Valentin’in bir keresinde çok günah işleyen dua edebiliyorsa sakın onu dışlamayın çünkü o Allah’ı özlemiştir dediğini okumuştu. Celal, ağlamaklı, neşesiz, sanki dünyayı sırtında taşıyor gibi bitkin, omuzları çökmüş bir görünümdeydi.. İnsanlar güldüğünde o gülemezdi,eğlenemezdi.Gerçi çevreye iyi olduğunu göstermeye gayret ediyordu ama nafileydi.Başı, karnı, eklemleri , ağrıları, çarpıntıları, nefes darlığı iyice artmıştı.

62


Hiçbir şeyden tatmin olamıyordu.Sürekli kilo alıyordu. aşırı uyku uyuyor, uykuya dalmakta güçlük çekiyor, sabah veya akşam mutluluk dengesiz hüzünlere boğuluyordu. Sürekli ,oflayıp,puflayarak sıkıntısını hafifletmeye çalışıyordu.Eskiden zevkle yaptığı işleri artık yapamıyordu. Yaşam anlamsızlaşıyordu.Bakışları yere doğruydu.Boynu ve gövdesi eğikti.Yavaş ve kısık sesle konuşuyordu.Çevresindekilerin sorularına tek kelimelik cevaplar veriyordu.Zaman ,geçmek bilmiyordu. Unutkanlığı had seviyedeydi.Çok konuşuyordu.Televizyonla içindeki sıkıntıları bastırmaya çalışıyordu.Konsantre olmakta güçlük çekiyordu.En basit işlerde bile seçim yapamaz duruma gelmişti.Geçmişinin en acı hatıraları sürekli canlanıyordu.Umut ise onun beden şehrinden yola çıkalı çok olmuştu.Yenmeye çalışsa da intihar fikri aklına geliyordu.Bazen çok fazla uyuyor bazen de hiç uyuyamıyordu.Hafızası o kadar zayıflamıştı ki beş dakika öncesini hatırlayamıyordu. “Kimsesiz kimse yok herkesin var kimsesi Kimsesiz kaldım yetiş ey kimsesizler kimsesi.” Kimsenin kimseyi anlayacak hali yoktu.Her kesin hayatı yeterince yoğundu.Her kesin bir sıkıntısı mutlaka vardı.Birilerinin yapılan aşırı davranışları ve çok konuşmaları yahut çok gülmeleri bir hastalığın belirteci sayarak en azından kendine iyi bak demesi bile hayal oluyordu bazen. Gemiyi kurtaran kaptan’dı.Her koyun kendi bacağından asılır”dı.Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar’dı.El elin eşeğini türkü çığırarak arardı.Hele bir de bunlara maddi zorluklar eklenince karşıdaki insanlardan “Allah ,yardımcın olsun lafını” bile esirgerdi.Bununla da kalmazlar en derin yerden, on ikiden vuracak sözleri şeytandan ilham almışçasına söylemekten çekinmezlerdi..Zaten “en iyi insan üreten insandı”.Para harcayan insandı”.Harcayamayanlar kötüydü.Harcayabilenler kaliteli , harcayamayanlar kalitesizdi! Bana faydası olmayan kilisenin ... diye başlarlar sonunu getirirlerdi.Böylesi durumlarda beklenmeyen ama asıl dostlar ortaya çıkardı.İnsan tahlil metotları değişkendi ama sonuçlar hep aynıydı:Kuru bir ihanet. Bunalımlar zamanında Eski Amerikan Başkanı J:F.Kennedy bir karar almıştı.Ancak danışma kurulundan bu karara hiç itiraz gelmeyince tüm komisyon üyelerini görevden almıştı. Bir kişiye karşı çıkmanın , yapıcı bir hedefle yapılan itirazların bile kin sebebi olabildiği ortamlarda konuşmak ,didinmek yersizdi,gereksizdi. Kaldırımlar ,“Kaldırımlar” şiiri kadar yalnız; “Hüsran “şiiri kadar sessizdi.Sevgili Akif’in , hüsranıyla Hüsran’ı yazdığı zaman. Yoktur elemimden şu kubbede bir iz /Ağlar Safahatımdaki hüsran bile sessiz “ Feryatları bazen Utarit’e bile ulaşırken üç adım yakındaki insanlara yetişmiyordu.Böyle durumlarda Nazım Hikmet’in “Yalnız Değiliz” sözleri de kar etmezdi.Toplumdaki insanlar boş ver ,kafana takma ,kafana takarsan bitersin,aldırmayacan derken kendilerinin inanmadıkları gerçeklere inanmanızı beklerler. Devlet yaşamında kriz ,fert yaşamında bunalım, öğretilen tüm bilgilerin işe yaramadığının aile ,okul arkadaş üçgeninde öğrenilen ,kavratılan bilgilerin iflası demekti.O zaman krizler ve bunalımlar nasıl bitirilebilirdi?Uykusuz ,aşksız,sevgisiz,sihirli kutunun kölesi olarak sürdürülen bir yaşam,adi ,bayağı sıradan alçakların en alçağı bir tutum ve davranışlar listesi… Cahit Sıtkı’nın;” Hayata beraber başladığımız dostlarla da yollar ayrıldı bir bir “dediği nokta .İnsanın en sevinçli ve en üzgün olduğu zamanlarda dostları kayıptır...Bir bilgisayar programı gibi işe başlama saati olan,akşam eve dönen, gece geç saatlere kadar bin kere seyrettiği hikayeyi bir kere daha seyreden iğrenç bir ömür… Tıpkı …………. gibi sabah uyanıp suyunu içen gıdasını alan ve haberlerde hangi kadının kaçıncı kere evlendiğini merak eden.Kilo verme programlarını ve yemek tariflerini kaçırmayan ,yedikçe şişen şiştikçe düşünemeyen düşünemedikçe bakışları bile tuhaflaşan şekil müptelası, eleştiremeyen bir hayat. Ve korkunç derecede aldırmaz .İnsanların affetmediği affetmeyeceği en ufak hataların aslında

63


görünmediği bir duyarsızlık.Kelimelerin karışıklığı ,cümle kuramama, çirkin yazı ,en fazla beş dakika gökyüzünü seyredebilecek kadar zayıf,şiirlerin şarkıların,rüzgarların ,ideal düşüncelerin şekillendiremediği bir bilinmez yalan.Aslında şeytanın vücudumuzu ettiği talan.Söz kurşundur yüreği vuran.Allah ,anne ve babadır düşman. Dost bî-pervâ,felek bî-rahm,devran bî-sükûn Derd çok,hem-derd yok,düşmen kavî,tâlih zebûn (Fuzûlî) Dostlar ilgisiz,felek merhametsiz,dünya sükunetsiz(huzursuz) Dert çok ,derdi paylaşacak kimse yok,düşman güçlü talih yok) Bir mevsim-i baharına geldik ki âlemin Bülbül hâmûş havz tehî gülistan harâb Dünyanın öyle bir bahar mevsimine geldik ki Bülbüller sessiz,,havuzlar boş,gül bahçeleri harap olmuş(İzzet Molla) Hep ne zaman kötü bir olay olacak diye bekleyen yapı.Kosmoza uzak kesilen ağaçlardan su akar.İşlevi biten damardan ise iğrenç kimyasal bir sıvı.Bu sıvı kötü, karamsar yalnız günlerin oluşturduğu izlerdir.Gehi rüzgarda savrulan yapraktır, gehi durgun sudur, gehi melül ve mahzun aşıktır..Sadece bir dağdır içinde volkan bulunduran . Güle yel değdi ateş olunca can ten değdi güneş olunca Oy beni vay beni diyen Güler Duman’ın sesi inceden inceye gelir bulur. Ve Bülent Sönmez’in ; “İşte bunu anlamıyorlar bizim ne denli sıcak bir yüreğimizin olduğunu yani O yürekle nice kışları baharlara çevirdiğimizi bilmiyorlar” Sesi gelir uzaktan oysa köprüler yıkılınca geride kalmıştır umut.dönüp maziye Canan’ın sıcacık ellerini arardı. Ya da Tanrı’nın merhametinin her şeyi değiştirebileceğine dair bitmez ,tükenmez bekleyiş… Beklersin …beklersin ama gelen yoktur.Sigara da içmediğin için artık sığınacak tek yer kalır yüreğin .Yüreğin kopuk olduğunu, hayatın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu düşünmeye başlarsın.Gözlerin gelen baharı görmez,ağustosta üşür ,yazın donarsın.Ve sonra bir daha sevmemeye ettiğin yemin tutar seni…Yürürsün ama yürümezsin,konuşursun ama konuşmazsın yemek yersin ama yemek yemezsin.Yine de ara sıra takılır gözlerin bulutların enginliğine .Denizi düşünürsün ben kendimden umudu kestim ama daha ektiğim fidanlardan kesilmemiştir umudum dersin.Bir mektup gelir ta uzaklardan... Ruhunu büyütürsün, sersemce yürütürsün. Ne gelen vardır ne de giden. Hani mesleğin olmasa ve teslimiyet bayrağını çekmeme isteğin olmasa “Sessiz Gemi’ye” binmek isteyeceksin. Sonuçta dünya tüm genişliği ile sana dar geliyordur işte.Herkesin saldırganca baktığını hissedersin. Korursun kendini ..Yaptığın hatalar rakibin olup boks maçındaki darbelerdir artık.ilkin gökyüzü kapkara kesilir .iklim bile tuhaflaşır.Senin yüzünden sanırsın. Yorgun bir beynin ,onun içindeki karmakarışık hafıza ,kendine acıyan bir hissiyat ,içini dökebilecek yegane velisi kalemi ve defteri olan gönül … velhasıl yıkık bir bina . Hep kurtuluş çaresini arayan ama bulamayan bir radar.Romence, diye mütevazı bir İtalyan filmi gelmişti bir ara sinemalara. Ne gazeteler ne televizyonlar bahsetmediler.Filmin kahramanı her istediğine ulaşır ama yine de ulaştığı arzularının sonunda ağlayarak “Tanrı’m ben ne arıyorum derdi..Şimdi sık sık hatırlardı ve sorardı.Ya ben ne arıyorum? Artık “Ömr-i Muhayyel” şiiri ve göklerde ilham perisi ile birlikte oturmak hayal olduğuna göre Bir şeyler yapmanın vaktiydi.Takvimler şubatı gösteriyordu.Sabah hava bulutluydu.Her şey hazırdı. İçinde farklı bir hislenme vardı.Hayatın bu,karanlık günlerinde dostlar gelebilir.Defol git

64


dediyseniz yalvarırım kal,sana en çok ihtiyaç duyduğum zaman bu andır ,demektir .Velakin bu kelimeleri anlayacak insan zor bulunur. Özlem en delişmen çığlığıyla hücum ediyorsa yüreklere,vaktiydi anlamsızlığını hayatın manaya dönüştürmeye.Kaşlar çatıktı,hesaplar batıktı.Kalpler yanıktı.Yenilmek için savaşa çıkan ordular misaliydi ortam.Çiğneniyordu prensipler ,umut şiirleri…Ve bir yürek küçüldükçe küçülüyordu.Kalbin atışları gittikçe hızlanıyordu.Tarifsiz bir kara yolunda bir ulaştırma aracında kalp sıkışıyor ,direksiyon dönüyor, motorun sesi kalbin sesine eşlik ediyordu.Üç koca dehşet virajı vardı.Önce kafada ve kalbin damarlarında iki kişi kavga ediyordu: Biri bas Celal,gaza bas,diyordu. Öbürü: -Daha yaşanacak çok güzellikler var .Yapma kendini ölüm uçurumuna atma ,diyordu. -Acele denen o illet değildi.Önce kafada başladı boş ver nasılsa yalnızız hem kötülere bir şey olmaz ki!!! -Bas Celal! Hadi aslanım bak ne güzel geçtin iki virajı.Beyninin en alt tabakasında ise başka bir kavga vardı. -İnkar etme kendini yaşadığın olumsuzluklara karşı cezalandırıyorsun -Ben asla böyle bir şey yapmam . -Acaba! -İşte gidiyorsun pilot gibi -Emek ve alın terinin metal yığını ,viraja girer , taşların üzerinde yalpalamaya başlar.Biraz önce beyinde süren kavga artık bitmiştir.Ve geri dönme isteği had seviyeye ulaşmıştır. Güzelim, metal yığını elden gidiyordu.Bir şeyler yapılmalıydı.İlkin frene basıldı.Derin bir oh çekti sevinçli bir haber almışçasına.Gözlerini yavaşça kapattı. Sonra kısa bir süreliğine her şey karardı.O karanlığa benzeyen siyahlıkta Bir ses daha vakti değil evlat,dedi.Denedin ,ama başaramadın. Sonra metal yığınının içinden çıkınca sevgili vasıta,sahibine karşı son görevini gururla yerine getirmenin sevincini yaşıyordu.Son görevi kuzucukların sahipsiz kalmasını engellemekti. Sonra ayrılık başladı insanı eşyası ile birleştiren belki de onun da bir ruh taşıdığına olan inançtı.Kim bilir? Panik heyecan ve suçluluk duygusu kurtarma ekipleri gelirken üç temel duygudur…Beynin sağ ve sol yanında kan akışı karmaşık bir hal almıştır. Bir semazen gibi seyretmeye başlarsınız etrafı.Her şey ,dönmektedir.Her şey sallanmaktadır.Bütün gücünü konuşması üzerine odaklayıp bunu gizler.Halbuki metal yığını yerde yatarken siz ambulansta da olsanız keşkelerle vakit doldurursunuz.Ambulansın içinde başınız bir öne bir arkaya gitmektedir.Bir sağa bir sola gitmektedir.Her şey siyahlığa benzemeyen bir karanlık rengindedir.Bir anda ağaçlar topluluğu görürsünüz sisli bir hava derli toplu ağaçlar durmadan yağan yağmur bu görüntüler vardır hafızanızda.Dışardaki insanlar ise görevlerini yapmanın rahatlığı ile sizi yaşatmaya çalışır.Ambulansın siren sesleri size çok az gelir .Sesler tuhaftır karmaşık ve anlamsızdır..Burnunuzu bir şey tutmaktadır..Kolunuzdan bir sıvı gelmektedir.Elleriniz veya ayaklarınız bağlıdır.Söylenecek son türkünüz varsa mırıldanırsınız.Konu senaryoya uyarlanmıştır..Senaryo sizi kurban seçmiştir.İşlediğiniz günahlar ve öptüğünüz kızlar aklınıza ..şaka gibidir.Ve sanki hayatın normal bir tablosunu izliyorsunuzdur.Sedyeden ameliyathaneye götürülürken son defa aydınlık görürsünüz.Lambalar hafif yanmaktadır.Ve sonra birden bire her şey kapkara kesilir. Bu defa ağaçlar yoktur.

Tanrı ve melekler ve peygamberleriniz aklınıza gelir.Öteki dünya ile ilgili öğrendiğiniz ne varsa ararsınız ama faydası yoktur.O boşlukta idrak edilen tek şey yokluk ve hiçliktir.Gördüğünüz hiçbir şey hayatınız boyunca gördüğünüz nesnelere benzemez. Yaşayıp yaşamadığınızı merak ederken üzülme ya da sevinç hissedemezsiniz.O zaman en çok kimi sevdiğinizi anlarsınız .Çünkü o zaman “Seni seviyorum “ya da seni sevdim cümlesini

65


söylemeyi en çok istediğiniz kişinin hayali gelir gözlerinizin önüne.Son bir hamle ile ama yavaşça sizi örten tüm bulutlardan kurtulup özgürleşmek istersiniz. Gözlerinizi açtığınızda önce duvarlar gözünüze çarpar. Filmlerdeki gibi nerdeyim diye sormazsınız.Bu,yaşamın sersemliği ,kurtuluşun sevincidir.İlk isteğiniz ve ilk kelimeniz su olur.Bazıları yanı başınızda hemşirelere yalvarır… Yalvarırsınız su vermezler.Bağırırsınız su vermezler.Su, aslında hayatınızın sonu demektir.Ama bunu size anlatmak zordur. Etrafı iyice tahlil ettikten sonra tekrar su istersiniz vermezler.Veremezler. Yazık ki en çok istediğiniz şey sudur.Dünya çöl olur.Suları hayal edersiniz.. Hemşirelerin güzelliği sizi hiç etkilemez .Çünkü yüzlerinde insana hayatı zehir eden bir ortamda bulunmanın gerginliği vardır.Kaşları çatıktır.Ellerindeki cep telefonlarıyla konuşurlar sevdikleriyle. Evdeki bulaşıklarını,yarınki uykusunu ,gecenin yorgunluğunu üzerinde taşıyan orta yaşlı hemşireler ise sadece gezmektedir. Hemen sevdiklerinize haber ulaştırmayı dilersiniz..Dostlarınızı birleşmiş bir halde yanınızda istersiniz.Saniyeler geçmek bilmez. Tam karşınızda astıkları saatin yelkovanı, ibresi olursunuz.Görebildiğiniz bütün alanları didik didik eder gözleriniz. Ara sıra ısrarlarınıza dayanamazlarsa bir damla su verirler.Denizde yüzdüyseniz o yüzme ilk defa size acı ve keder verir. O damlayı midenizin her yanı hissedir hatta beyin hücreleriniz.Dokuzuncu Hariciye Koğuşu geliverir akla.Ambulansta gözlerinizi kapatmadan önce oluşan karanlık görüntüyü ve ambulansı unutursunuz çünkü unutmak istersiniz.Aslında hiçbir şey hatırlamıyorum sözü her şeyi hatırlıyorum ama söylemek istemiyorum anlamındadır. Ameliyat odasından kendi odanıza çıkarılırken her şey yarım görünmektedir. İçinizde ise buruk bir sevinç vardır.Artık iyileşmenin ilk aşamasındasınız. Etraftaki her insana size acımamaları ya da tiksinmemeleri için yalvaran bakışlar fırlatırsınız.Uyuşturucular beyninizi esir almıştır.Atar damarlarınız bir bir atmaktadır.Bunu hissedersiniz. Her şeye katlanılır da susuzluğa katlanılmaz.Dünya su olur,evren su olur suda yüzersiniz Mozart ya da Çaykovsky müzikleri en çok bu zamanlarda sıfıra dönüştürür hoptrik müzikleri.Titanik gemisi gibi suya batıp çıkarsınız Amma hemşirelerin bazen yapmacıklaşan tesellileri kar etmez.O tür zamanlarda hemşirelerden muhtemelen en fazla birisi sizi gerçek anlamda anlar,tanır.Onlar yaşamı ve ölümü birleştiren köprüde bulunmanın zorluğunu yaşamaktadır.Kınayamazsınız.Hatta değerlerini anlarsınız. Bölüm 5 Girdabın Devamı ve sonu Hastaneden çıktıktan sonra bu kez yine büyülü kutunun esiri oldu. Toplumun duygusuzlaşması için icat edilmiş olan televizyon görevini fevkalade başarıyla yaptı.Haberdar olmak için kurban-ı dar oldu..Eşofmanlar giyilip karşısına geçtiğimizde 200 yüzyıl öncesi kadar duygulanmaz etkilenmeyiz...Hatta gerçek bir haber, dizilerdeki bir acıma sahnesi kadar etkilemez insanları..çocuklar vurulur seyredilir,kadınlar dövülür seyredilir.Son kurum ailemizdi,evliliğimiz idi .O da reklama düştü...Hani kurtaracak diye beklerken.Kral Parid’in son sözleri geliyordu akla. Kaybolup gidecek milletim için ağlıyorum, diyordu.Sevgili Parid millet kayıp olalı çok oldu.Fertler bir birey değil zarar veren canlılar gibi yetişiyor artık.Ve inan yalan haberler yılanlardan daha tehlikeli oldu. Artık iki sevgilinin ayrılığında türküler bestelenmiyor artık Leyla ile mecnun aşkı kadar büyük aşklar varken duyulmuyor.Artık Açe yardım istediğinde Sultan Selimler yetiştiremiyor kalyonlarını. Ve mazlumların katledilişi dizi sahnesi gibi algılanıyor.Son kale kalple tepki duymaktı.Yıkılalı çok oldu.O ,zaman Phill Cousiniau’nun tarihi sözleri imdada yetişiyordu:“Tatlı tanıdık bir ses,korkunç kargaşadan beni çıkarıp çocuksu duygulardan arta kalanı ,sevinçli zamanların vaadiyle kandırdıysa da ruhu kuşatan tuzak ve kandırmacıları ve onu kör ederek,yaltaklanarak,bu yas dolu mağarada tutsak eden,bütün güçleri kahrediyorum!Ruhun içine sarıldığı ,kendi beğenmişliği kahrolsun.”Kahrolsun düşlerin ikiyüzlülüğü ,ünümüz ve adımızın sözde kalıcılığı kahrolsun .Kahrolsun yaltaklanan mal ve mülk

66


,kadın ,çocuk ,hizmetçi ve kul!Kahrolsun hazineler vaat ederek,Akıl almaz şeyler yaptıran ya da tembel bir zevk için yastığımızı hazırlayan para tanrısı!Üzümlerin uyuşturan sıvısı kahrolsun!” Toplumun herhangi bir bireyinden farklı olmayan Celal de bu aşamadan geçiyordu.Tek farkla o kendini kınıyordu,duygusuzlaşmasını ,duyarsızlaşmasını. Bir gün bulutları seyrederken hatırladı ansızın meşhur Rocky Sullivan’in öyküsünü.Kimdi bu Sullivan? Hatırladığı tek Rocky Slvester Stallone idi.Bir gün heyecanla gelip dosyaladığı eski gazete küpürlerini buldu.1987 yılına ait kupürler arasında Rocky Sullivan başlıklı gerçek öyküyü buldu. ROCKY SULLİVAN’İN ÖYKÜSÜ Genç peder yeni gelmişti mahallenin tarihi kilisesine.Uzun boylu ve keklik bakışlıydı.İlk işi kilisenin bahçe duvarlarını küçültmek oldu.Kiliseyi maviye boyadı.Ve mahallenin çamurlu yolunda futbol oynayan çocukları kiliseye davet etti .Ama uymadılar davetine .Kaç tane aileye gittiyse hepsi çocuklarını sadece pazar günü getirebileceklerini söylediler.Peder Ruben, gittiği bir evden kovulunca hafif esmerimsi yüzünü buruşturdu. Ailenin reisine dönüp kutsal kitaptan Petrus’un beşinci bölümünü açarak .Ayetleri okudu: “Uygun zamanda sizi yüceltmesi için kendinizi Tanrı’nın kudretli eli altında alçaltın...sizi Mesih’te olan kendi sonsuz yüceliğine çağıran ve tüm lütfun kaynağı olan Tanrı kısa bir süre acı çekmenizden sonra kendisi sizi yetkinleştirecek,pekiştirecek güçlendirip temellendirecektir.” Kudret O’nun olsun. Başını saygıyla öne eğerek Amen dedi.Bu tavrı karşıdaki insanlara ne kadar yanlış bir yolda olduklarını gösteriyordu.Nitekim Marietta ailesi çoktan pişman olmuştu yaptıklarına. Defalarca kez gitmişti mahallenin gençlerine her seferinde aynı cevabı alıyordu.Defol burdan ..hele aralarında Rocky diye biri vardı ki en sert cevapları veren oydu: -Defol ulan burdan bir daha da bize gelip davet edersen seni döverim inan döverim........................................u Peder Ruben : Beni iyi dinle delikanlı hayatımda hiç kimse bana el kaldıramaz. -Rocky rakibinin tavrını biliyor gibiydi.Polise gidersin değil mi? Korkak herif ? Peder Ruben Rocky’nin 17- 18 yaşlarında olduğunu tahmin ediyordu. “Özgür insanlar korkmazlar. Hadi korktular diyelim sadece bir kere ölürler.Polise gelince eğer bedenim parçalansa da yine gitmem.Çünkü siz kölesiniz. Sullivan iyice sinirlendi.Bana bak pedersin diye karışmıyorum kırarım kafanı. -Köle falan değilim asıl sen kilisenin kölesisin. -Doğrusu kutsal kitapta aynen şöyle der : “Günahkar insanlar günahın kölesidir.” Sullivan biraz daha sinirlendi.Peder’e yaklaşarak yumruk attı.Diğer çocuklar Sullivan’i tuttular.Ama beklemedikleri bir yerden Peder Ruben’den bırakın onu komutu geldi. Sullivan Peder Ruben’e yaklaştı tekmelerle yumruklarla onu yere devirene kadar dövdü.Fakat inanılmaz bir şekilde her darbeden sonra ayağa kalkıyor . : -Sevgili kardeşim sana karşı görevimi yerine getirmeme izin ver, diyordu.Ağzı,burnu ,kan içinde kalmıştı.Yine de Sullivan’e el kaldırmıyordu. -Her defasında öyle olağanüstü bir sevgiyle bakıyordu ki taş olsa erirdi .Ama Sullivan’in kalbi en acımasız kalpti, erimiyordu. Sullivan işin fiziksel boyutunu kazanmıştı ama ağlayarak uzaklaştı.Diğer çocuklar Peder Ruben’e gelip neden ona cevap vermedin ?Ondan korkuyor musun,diye sordular. Peder Ruben cehaletle söylenmiş bu sözler karşısında acıdan perişan olan bedenini kaldırmaya çalışarak: -Tanrının dostları korkmazlar ve bir yanaklarından dayak yedikleri zaman öbür yanaklarını çevirirler.

67


-Mahallenin gençleri birkaç sokak ötedeki fahişeye gitmişlerdi . Peder Ruben sabah meditasyonunu bitirdikten sonra Hemen çocukları kurtarmaya gitti..Sullivan’in darbeleri hala bedenini acıtıyordu. -Evin kapısını sertçe çaldı. -Ey benim gençlerim beni dinleyin ;Kutsal kitabın Korintliler bölümünü açarak şöyle dedi: “Tüm günahlar bedenin dışındadır ama cinsel ahlaksızlıkta bulunan kendi bedenine karşı günah işler.Bedeninizin Tanrı’dan aldığınız ve içinde kutsal Ruh’un olduğunu bilmiyor musunuz?Siz kendinize ait değilsiniz.bir bedel karşılığı satın alındınız;Bunun için Tanrı’yı bedeninizle yüceltin” -Fahişeyle birleşenin onunla bir beden olduğunu bilmiyor musunuz? -Gençler inanılmaz bir biçimde çıktı sadece Sullivan çıkmadı.Pencereden başını uzatarak pedere ,bana bak Peder, kemiklerini kırmamı istemiyorsan git burdan diyordu.Peder inatla oturdu,kapının önünde. Sullivan onu uzun süre bekledi.Çıktığında ise Hoş geldin kardeşim dedi Diğer çocuklar durumu tahmin edebiliyordu. Sullivan Peder’e yaklaştı ve yumruğunu kaldırdı.Peder atılan okları zırhıyla karşılayan savaşçı gibi sertçe baktı.Bu gözlerde asla korku yoktu.İnat sabır cesaret hepsi vardı .Ama korkunun tek bir izi yoktu. Rocky’nin eli havada donmuştu sanki ....Elini yavaşça indirdi.Onda babasının sıcaklığına benzeyen bir şeyler gördü.Sonra hiç beklenmedik bir şey oldu.Rocky koşarak ordan ayrıldı. Pederse diğer çocukları alarak kilisenin bahçesine götürdü. Orda futbol oynattı.Oyun bittikten sonra da pop şarkıları söyletti. Ancak baş rahip çok sinirlenmişti .Binlerce yıllık kilise tarihinde bir ilkti.Baş Rahip sinirle aşağı inip çocukları kovdu . -Burası Tanrı’nın evidir. Eğlence yeri değil !Çıkın Ruben sinirle bahçenin kapısına koştu.Adım Ruben, burdan çıkanın elini kırarım. -Tanrının evinden bir insanı sadece Tanrı kovabilir. Baş Rahip kapıya doğru yaklaştı.Kapıyı açmak isteyince Ruben elini öyle sıktı ki Baş Rahip inlemeye başladı.Geri dönüp gitti. Ertesi gün Vatikan kilisesinden müfettiş rahipler geldi.Ruben olacakları biliyordu.Valizini topladı rahip elbisesini teslim etti. İfade vermek üzere çıktı.Kimsenin konuşmasına izin vermeden. -Tek cevap veriyorum,soruya gerek yok .Bu istifa dilekçem . Müfettişler Ruben’i oturtup sakinleştirdiler. -Ruben sinirlice konuştu.Bilinir ki yanlışın hakkı suskunluktur.Bu bahçeyi insanlar niye ektiler. Kullara hizmet olsun diye.İyi ya hizmet sadece kilisenin içinde midir?Onca saha varken neden Tanrı’nın bahçesine girdiler. Hem bugün oraya gelenler yarın içeriye niye gelmesin ki. -Tekrar söylüyorum :Tanrı’nın evinden bir insanı ancak Tanrı kovar. Ben gidiyorum .. Dışarda onu bekleyen gençlere sarıldı.Sullivan yoktu.Çocuklar kilisenin camlarını yerle bir ettiler. Ertesi Pazar tek bir kişi bile kiliseye gitmedi.Kiliseye mal veren mağazalar olayı boykot ilan etti. Müfettişler diğer rahipleri iyice dinlediler. Ruben, ayrılıp gitti. Birkaç gün sonra gelen müfettiş rahipler raporu bitirdikten sonra baş rahibe şöyle dediler: -Doğrusu biz ceza veriyoruz..Ama Ruben’e değil size ..Bundan böyle başka bir kilisede çalışacaksınız. -Vatikan, bu kilisede yapılan sıra dışı çalışmalara katkıda bulunmaya hazır..Ayrıca Ruben terfi ederek sizin yerinize geçecek.Kurallar insanlara daha iyi hizmet için konur.Biz bir orta dünya ülkesi değiliz.Adalet ,hiçbir yerde olmadığı kadar etkilidir.Size soruyorum Peder.Tanrı’nın dinini öğreten insanlar olarak biz adil olmazsak kim adaleti savunacak? Baş rahip yaptığı hatayı itiraf etti: Haklısınız efendim burdan ayrılmalıyım.Geçen Pazar cemaatten kimse gelmedi.Bu,halkın Ruben’in sistemini benimsediğini ve bizi istemediğini gösteriyor.

68


Ruben,Aradan geçen günlerden sonra Baş rahip olarak ,eski çalışmasından daha yoğun biçimde çalışmaya başladı. Mahalle halkı kiliseye gelsin gelmesin her sabah erkenden kalkar dükkanını açanlara bereket diler. Bazen yardım ederdi.Yıllar geçmişti.mahallenin gençleri Ruben’in yardımlarıyla okulu bitirip değişik görevlere başladı.Fakat kurulan bu dostluk grubu Ruben’in sayesinde ayda bir kere kilisede toplanma şeklinde devam ediyordu.Gençlere her gelişinde Sullivan’i sorardı.Babası kayıptı.Annesi zavallı bir kadındı. Sullivan ise türlü oyunlarla bir mafya ailesine dahil olmuştu.Lakabı Kasap Sullivan olmuştu. Mafyanın içinde her geçen gün daha güçleniyordu.İstediği cinayeti işler .Ardından polis gelip onu götürür sonra bırakmak zorunda kalırdı.Polisler onun aleyhinde delil bulamıyordu. 50’li yılların İtalya’sında Sullivan’in adını duymayan yoktu..Meşhur avukat olayı da bu zamanda olmuştu. Sullivan’in her yakalanışında onu kurtaran Pavlus Tardelli yakınlarından birisini öldüren Sullivan’i ihbar etmeyi düşünüyordu fakat ondan çekindiği için bu işi uzatmıştı.Tardelli’nin her adımını sekreteri vasıtasıyla öğreniyordu.Polis de söylentileri duymuştu.Avukatın itiraflarına güvenen polisler bir gün ünlü avukatın kaçırıldığını öğrendi.Tabi ki ilk tutuklanan Sullivan’dı.Karakoldaki polisler şöyle sormuştu : -Avukat nerde? -Ne bileyim nerde? -Onu sen kaçırttın Sullivan ,bize oyun yapma! -Bakın komiser Bey beni yıllarca haksızlıktan ve sizden koruyan avukatımı öldürecek kadar salak değilim. -Ama seni ihbar edecekti? -Niye etsin ki -Akrabalarından birini vurdun ! -Hayır ben vurmadım -Seni bu kez bırakmam . -Bana iyi bakın komiser Mademki beni bırakmayacaksınız izin verin avukatımı arayayım. -Avukatın kim -Pavlus Tardelli Komiser telefonu aldı dinleyen kişiyi karakola çağırdı. -Birkaç dakika sonra Tardelli gerçekten gelip Sullivan’i savundu ve kurtardı. Komiser çıldıracak gibi olmuştu.Tardelli birkaç günlüğüne Roma’ya gittiğini bunun halkın arasında dedikoduya sebep olduğunu söyledi. Sullivan’in adı İtalyan mafyası arasında çok öne çıkınca ailenin babası ondan rahatsız olup onu öldürmek istedi.Ama Sullivan içeri girer girmez kendisinin ölüm emrinin verildiğini anladı.Odada bulunanların hepsini öldürdü. Ve şehre ailenin babası olduğunu ilan etti.Bir babayı öldüren artık babalardan sayılırdı.Böylece sayısız cinayet,adam kaçırma,haraç olayından sonra Sullivan’ın adı efsaneleşti: Korkusuzluğu üzerine İtalya’nın her yanında efsaneler çıkarıldı.Lakabı da artık Çelik Sullivan olmuştu. Yüreğinin demirden yapıldığı söyleniyordu.Geçen her gün güçleniyor büyüyordu.Ama onun adamlarından biri polise teslim olup sırlarını polise anlattı.Olayı duyan Sullivan kayboldu. Kimsenin aklına gelmeyen bir yere gitmeliydi.Aklına eski mahallesi geldi... Peder Ruben ,aylık toplantıya ilk defa gelmeyen gençleri merak etmiş .Mahalle’de sürekli toplandıkları yere gitmişti. -Ama tuhaf cevaplar almıştı. -Sullivan’in eski arkadaşlarından biri Peder’e ,yıllardır geliyoruz .Tanrı bize korkusuzluğu öğretmedi,dedi. -Oysa Sullivan inançsızlığına rağmen cesur.Biz artık onunlayız. Kaç kere uğradıysa aynı cevabı aldı. -Korkusuzluk ve para istiyoruz Sullivan bize bunları verecek.

69


-Peder yıllardır kendisini ihmal etmeyen bu gençleri kaybetmeyi göze alamazdı.Nihayetinde bir insan kazanmak zordu oysa kaybetmek bir dakika sürerdi.Bir orman iki yüzyılda oluşur 2 günde yanıp kül olurdu. Gerçeğini biliyordu.Sadece ,kutsal kitaptan Yuhanna bölümünden Timoteyüs 6.Bölümün 3.ve 5.ayetleri okudu. “Eğer bir kişi Tanrı yoluna dayanan öğretiyi onaylamazsa ,kendini beğenmiş ve bilgisiz bir kişidir.” Bilinir ki bilgisiz kişiyi izleyen de ondan farklı değildir.Zengin olmak isteyenler ayartılıp tuzağa düşerler insanları çöküşe ve yıkıma götüren bir çok anlamsız ve zararlı arzulara kapılırlar. -Siz de onun gibi olacaksınız.işte gidiyorum. -Sonra polis şefleri mahalleyi kuşatıp Rocky’i aradılar.Rocky’nin sığınacağı tek yer kiliseydi.Pederin izni olmadan kimse kiliseye giremezdi. Peder kilisenin geniş salonunda Mesih’in karşısında meditasyon yapıyordu.ayak seslerini duyduğunda arkasına baktı.Görünce hemen geldi. Onca yıl sonra Peder kin tutmamıştı. -Sullivan sonunda Tanrı’nın yolunu keşfettin demek . -Hoş geldin ,evlat hoş geldin. Sullivan’in kaçtığını bilmiyordu. Sullivan beni saklayabilir misin?diye sordu. -Ruben hemen cevapladı Tanrı’nın evi kimseye kapalı değildir -Fakat polis beni arıyor .Bu seni zorlamaz mı ? -Evlat hiçbir polis buraya girecek kadar cesur değildir? Ertesi gün Polis Rocky’nin bulunduğu kiliseyi ablukaya aldı.Yerel savcılık kutsal bir mekana giriş izni vermedi.Olay büyüdü kiliseyle devlet karşı karşıya gelecekti. Peder kapıda bekleyen polis şefine. -Beni iyi dinle polis.Burası kirli ayaklarınızla girebileceğiniz bir yer değil.Kutsal kiliseye kurulduğu günden beri polis baskını olmadı.Ancak buna rağmen polis şefi içeri girmeye kalktı .Bu kez kalabalık hareketlenmeye başladı.Polis şefi daha birinci kapıdayken vazgeçti.Olay bir süre sonra Vatikan ile Hükümet arasında ciddi bir problem oldu.Uzun bir süreden sonra Vatikan Polis’in oraya giremeyeceğini ancak Sullivan’in gönüllü teslim olabileceğini söyledi. Gazeteler günlerce bu olayı tartıştı.Olay dünyadaki diğer kiliselerle hukuk arasında ciddi tartışmalara yol açtı.Sullivan bir aya yakın kilisede kaldı.Yerel mahkeme tutuklama olayın bu aşamasında tutuklama kararı çıkardı. Sullivan adı tüm dünyada duyuldu efsaneleri yayıldıkça yayıldı.Sonunda Sullivan bir gece gizlice kendini ele veren adamın evini basarak yaraladı.Bu çatışmada yakalanınca uzun mahkeme sürecinden sonra idama mahkum edildi. Peder Ruben idamına engel olmak için elinden geleni yaptı.Fakat nafileydi. Sonunda ,Ruben cezaevine gidip Sullivan’i ziyaret etti.Ona şunları söyledi: - Sullivan bütün günahlarına rağmen içinde iyilikten pek çok eser olduğuna inanıyorum.Senden ölmeden önce tek bir iyilik yapmanı istiyorum.Biliyorsun yıllardır bu mahalleye erdemi ve fazileti getirmek için çabaladım.Hele arkadaşlarını ve onların çocuklarını ama sen geldikten sonra beni dinlemiyorlar. -Senin korkusuz olduğunu söylüyorlar .Hayatı senin doğru yaşadığını söylüyorlar.Yani kısacası Rocky ,senin öldüğün zaman korktuğunu görmeleri gerekiyor.Bunu görmezlerse bana inanmazlar.Onlara Tanrı’dan korkmayan insanların kullardan mutlaka korkacağını söyledim.Benim için ve İsa Mesih için bir korkak gibi ölür müsün? Sullivan sert bir cevap verdi. -Bir ay kilisende kaldım ,diye bütün bir ömür boyu uğruna yaşadığım adımı kirleteyim öyle mi? Peki Ya sen Rahip sen yapar mıydın bunu! ? Sen ömrünü kiliseye verdin şimdi ben senden bir hırsız gibi ölmeni istersem yapar mısın? Rahip net bir şekilde cevap verdi. -Hayır ben yapamazdım ama sen yapabilirsin

70


-Düşünsene Rocky senin adın 500 ya da 600 kişiyi kurtaracak.aksi halde sonsuza kadar adın cesurlar arasında yazılsa ne olacak ha ne olacak.Kurtar mahallenin gençlerini Rocky. Seni bir idol olarak görmemeleri gerek. -Üzgünüm Peder adımı öldüremem. Peder elini omzuna koyarak Aramice bir dua okudu.Ona asla minnet etmedi.Televizyonlar ve gazeteler olay yerindeydi.İdam için Peder Ruben,Savcı ve Avukat ile gardiyan görevlendirildi.Hücresinden idam yerine kadar gazetecilerin görüntü almasına izin verilecekti...Sullivan’ın duasını okumak için Peder hücresine geldi.Duasını ve kutsal kitaptan Luka’nın 11. bölümünü okudu. “Adın kutsal kılınsın günahlarımızı bağışla Ey Rab” -Yaşamın kötülüklerle geçti.Bırak ölümün iyilikle olsun Sullivan! Hücreden gardiyanlar tarafından alındı. Gardiyanlar onu görünce açığa vurmak istemedikleri bir korkuyu yaşadılar. Şişman gardiyan kendini tutamayarak konuştu. -Bu cesareti nerden alıyorsun? -Herkes adı için yaşar.Adımın söylenmediği yer kalmadığına ve kalmayacağına göre niye ölümden korkayım?Hem cesurlar bir kere ölür korkaklar binlerce defa ...Hatta yaşarken de ölürler..Senin gibi. İkinci kapıyı geçerken Peder onu izliyordu. Gazetecilerle ve kameralarla karşı karşıya gelince dönüp Peder Ruben’e sevgi ve teşekkürle baktı. Göz göze geldiler .Bu bakış o kadar manidardı ki senin için canımı bile veririm adım ne ki mesajı veriyordu Gülümseyerek ama gözlerinde bir sevinç dalgası ile birden yüzünü buruşturdu hayatının en büyük erdemini gerçekleştirdi.: ”İmdat! yardım edin ölmek istemiyorum.Ben suçsuzum Beni affedin yalvarırım diye haykırdı.” Gardiyanlar donup kalmıştı.Koskoca Sullivan korkuyordu! Ancak kameralar idam salonuna alınmayacaktı.Sadece Peder Ruben,Avukat Tardelli ,İtalyan’ın en cesur savcısı denen ve ilerde çocuklarının yapacağı meşhur Temiz Eller Operasyonunun fikir babası Frencasco Komnini ,İki infaz görevlisi ve iki gardiyanın girebildiği salona alındı. Burada fotoğraf çekmek bile yasaktı.Sadece idam bittikten sonra bir fotoğraf çekilebilirdi Rocky elleri titreyen infaz görevlilerinin elinden idam elbisesini alıp bir çırpıda giydi. Sonra gardiyanlardan birine bir mektup verdi. Son arzun var mı dediklerinde gökleri bir kere görmek istiyorum,dedi. Pencerenin kenarına getirdiler. Kısa süre için daldı gitti. Hemen geri dönüp sehpanın üzerine yürüdü..İpi boynuna doladı. Sonra Herkes bir şey beklermiş gibi Baş Rahip Ruben’e baktı. “Tanrı’m ruhunu iyilerin yanına götür.O bir kahraman olarak ölsün, Adı sonsuza iyilerin kalbinde yaşasın.”Amen derken gözyaşlarına boğuldu. -Beni ,Ruben’i Affet Rocky sana erişemedim .Keşke diyerek ayrıldı. Gazete ve televizyonlarda sadece Sullivan’ın bir korkak gibi davrandığı sahneyi gösterdiğinden herkes onu korkak bir biçimde öldü sandı. Bu olaydan sonra bir süredir kiliseye gelmeyen mahalleli gençler tekrar geldiler.O gün ayin bittikten sonra gençler gelerek Ruben’le konuştu. Gençlerden biri: -Yanılmışız Rocky bir korkakmış -Tabii ki öyle!.umarım Tanrı günahlarını affeder.Ona dua edeceğim Gözlerindeyse başka bir ifade vardı. Hikayeyi okuduktan sonra içine düştüğü karamsarlıktan biraz da olsa sıyrıldı. Yıllardır hafızasında cevabını aradığı Sullivan sorusu cevaplanmıştı..

71


Sullivan bir yiğit olarak ölmüştü. Asla bir yiğit olarak görmediği kendisinde ne eksikti.Ne istiyordu ?Ne arıyordu?Dünya denen alçak yaşam yeri nasıl renklenir,nasıl yeşerirdi? Bu sıkıntılar ,stresler bunalımlar?Nasıl bitirilebilir? Soru buydu…Cevap nasıl olmalıydı. Günün birinde Blaster virüsü bulaşmıştı bilgisayara.Bu virüsü çözmek için 6 saat uğraştıktan sonra bilgisayarı tertemiz etmişti.Her zaman bilgisayara benzetilen beynin virüsleri nasıl temizlenebilirdi?Dakikalarca bu basit işi düşündü. Ot ,saman nasıl kana ve süte dönerdi?Kirlenen beden nasıl yıkanırdı? Bir zamanlar fakültede okunan ve sadece sınav geçmek için ezberlediği öyküler artık hayatın bir parçası olarak karşısına geliyordu.Temel sorun hayal kırıklıkları,küskünlükler ve hedefsiz kalmaktı.Kitaplar bize yol göstermiyorsa okunmamalıydı.Şimdiye kadar okuduğu tek kitapta onun yaşadığı olayları anlatan satırlar yoktu. O zaman onca para niye varilsindi?Kitap en iyi dostsa kara günde belli olmalı değil miydi?Bu sorular kafasında bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Yürürken ,yerken ,çalışırken kafası hep bu sorular çözmeye çalışıyordu. O sıralar tanıştığı bir arkadaşı ona çok ilginç şeyler söylemişti: Okur musunuz? -Uzun süredir? Hayır -Size yakıştıramadım diyecek cahillerden değilim haklı sebebiniz küsmek mi onlara? Utanç içinde evet,dedi. -Nerden bildin? -İnsan yaşadığı duyguyu ve hastalığı hemen teşhis eder?Kelimeler sadece aynı olayları yaşayan insanlar arasında anlam kazanır. Celal: Sen de mi küsmüştün bir zamanlar? - Çok kere küsmüşümdür.Her defasında Yanlış kitapları okuduğumu anlayana kadar? Sadece bu kelime onun kafasından ayaklarına ,kalbinden atardamarlarına bir umut sevinç ve pişmanlığa yol açan duygu ve düşünce karışımı su göndermişti. Demek ki bir yanlışlık vardı yanlış kitap seçilmişti.Demek ki küsülmesi gereken kitaplar değil de bazı kitaplardı,sonucuna vardı. Uzun bunalım ve sıkıntı dönemini bir şekilde sonlandırmak istiyordu.Fakat nasıl yapacağını bilmiyordu.Yine o sıradan günlerden biriydi. Beyiti tahtaya yazmış açıklamaya çalışıyordu.Bitirdikten sonra elindeki kaynaktan Leyla vü Mecnun mesnevisini tanıttı.Yeni bir beyite geçti.Defalarca açıklamıştı.Ama hep kuru , kabuk kısmından değerlendiren bilimsel bir açı ile açıklamaya çalışmıştı. Bölüm 6 Girdaptan Çıkış Leyla ile Mecnun’u bir de ondan dinledik Gözlerindeki duygu seli bütün sınıfa adeta kitle hipnozu yaşatmıştı.Bu dersi sevmeyenler bile dersin sonuna kadar çıt çıkarmamışlardı.Kendisi ise o unutulmaz aşkın sonrasında yaşadığı ama belli etmek istemediği aşkın sonucunu sessizce okudu: Böylece m Mecnun Leyla’ya şöyle dedi: “Ger men men isem nesen sen ey yar Ger sen sen isen neyem men ey yar.” Anlaşılmaz bir biçimde gülümsemeye başladı...Yani ben bensem sen nesin ey sevgili yok ;yok sen sensen neyim ben ey sevgili!Celal konuşuyordu fakat sanki o konuşmuyordu.Birileri bir şeyler söyletiyordu.Sesini biraz da tizleştirip:”Mecnun bu sözleriyle varlık karmaşasının içinden çıkmış oluyordu beşeri aşktan ilahi aşkın basamaklarına. Doğru yola çıkıyordu.Leyla şaşkındı.Böyle bir sahneyi canlandırmamıştı gözünde.Sıkı sıkıya bir sarılma

72


beklerken Mecnun artık onu sevmediğini söylemişti .Dünya tarihinin en büyük aşkı birazdan bitecekti. Kays, artık gerçek Mecnun olmuştu.Buruktu üzgündü,kendinden geçmişti. .Oysa mecnun böyle demek istememişti.Öyle bir haldeyim ki ey sevgili seni kendimde buldum diyordu.Sevda insanın kadın benzerini gördüğünde fark ettiği kıvılcımdı.Ve aslında her aşkta insan kendini bulduğu için mutluydu.Peki ama kendini bulmanın sevdadan ,aşktan gayrı yöntemi yok muydu?Bir başka deyişle Mecnun nereye, nasıl ulaştı.Bu cevap uzun sürerdi. Beynin ya da kalbin ötesinde bir varlığa ulaştı.Muhtemelen ulaştığı bu noktada gördüğü ikinci bir Leyla bütün bu çabayı ve sonucu alt üst etmişti. Hem zaten Leyla’yı yaratan kim olabilirdi?Bir şüphedir düştü kalbine.Leyla’yı yaratan Leyla vasıtasıyla kendini tanıtmak istemişti. Sen beni görecek kadar kudretli değilsin zira göz güneşe bakınca körelir. O zaman beni sana hatırlatacak bir varlık gönderiyorum.Ta ki benim aşkımın ne derece muhteşem olduğunu idrak edesin Leyla tam bu anda Mecnun’un ulaştığı noktaya ulaşmayı denedi.Önce bulutlara baktı.Acaba nasıl yapabilirdi bunu ?Bir kara bulutun üzerine bembeyaz bir bulut geldi.iki bulut birleştiğinde ortaya çiçeklere benzer bembeyaz bir görüntü çıktı.Leyla kara buluta teşekkür etti. Ellerini kalbine koydu.Artık hazırım ey kara bulut git üzerimden , dedi Tüm varlıklar donmuştu .Göklerde melekler dev bir orkestra oluşturdu.Leyla için karşılama töreni yapılacaktı.Görüntü Berlin Senfoni Orkestrasını kıskandıracak derecede zirveydi.Bir anda melekler koro oluşturdu.Ve parlak mavi elbisesi ile soprano öne çıktı.Açılışı neyler yaptı sonra çok kısa bir süre kemanlar çaldı,peşinden meyler ve tüm çalgılar.Ve Leyla’nın ruhunu getirecek melek aşağı indi.Mutluydu melek çünkü birazdan oluşacak güzel tabloyu biliyordu.Parmak uçlarından içeri girince yalnız gitmenin hüznü vardı Leyla’da.El ve ayak parmakları artık hissedilmiyordu.Akım gittikçe yaklaşıyordu.Ayak parmaklarından gelen sızı beline kadar gelip felç etti.Bu arada melekler korosu sesini gittikçe yükseltiyordu.Antonin Dvorak parçasını söylüyordu koro. O anda yere düştü Leyla yere düştü.Aşk yere ,düştü Rahibe Teresa’nın, Rabiatü’l Adeviye’nin,Rumi’nin Bistami’nin,Juliet’in ,Hazreti Beyhan Sultan’ın ruhlarından gökyüzünde kalan parçaların da bir kısmı yere düştü.Leyla’nın beline gelen akım durmuştu. Ellerindeki akım hareketlenmiş dirseklerine doğru geliyordu.Peşinden omuzlarına ordan ciğerlerine ordan kalbinin kan pompalayan damarlarını tıkamaya başladı .Son damara gelince belindeki akım bütün kuvvetiyle kalbine doğru yola çıktı.Gökyüzüne bakınca biraz önceki kara bulutun üzerinde çok az bir karartı kaldığını gördü ve sevindi. kıpırdayan Leyla’nın kalbinin merkezine iki akım birden var gücüyle yüklendi.Birleşen akım kalbin merkezine doğru yönelince beklemediği bir direnişle karşılaştı.Beden kopmak istemiyordu.Tek bir damar kalmıştı.Güçlü akım bir türlü kesilmedi.Sonunda o damara ancak Mecnun’u da bu bulutun altına çekince ulaşabileceğini hatırladı.Kısa sürede Leyla’nın cansız bedenine ulaşan Mecnun “hayat hırkasını hemen alın ,dedi.” Melekler baş komutandan emir alan askerler gibi biraz önce hazırladıkları dev törenden daha büyüğünü hazırladılar .Her iki akım doğrudan kalbin içine girdi.Merkeze ulaşınca son damarı da tıkadılar.İki beyaz Ruh el ele tutuşarak yola çıktılar.Melekler korosu düğün ezgilerini söylüyordu.Beyaz bulutun içine girmeden önce iki ruh tüm gökleri titreten ,binlerce yılanı öldüren , toprağın her zerresinde hissedilen iki kelimeyi birlikte söylediler.”Teşekkür ederiz.”Sonra Mecnun kıyamete kadar burada bekleyeceğiz ,dedi.Ta ki başka Gerçek Beyaz Bulut’la buluşana kadar ,dedi.İki beyaz bulut birleşip tek bulut oldu.Önce eller eriyip ışık oldu.Biri güneyden biri kuzeyden gelen mavi ve beyaz ışık birleşerek süt beyazı bir bulut oldular. O günden sonra iki sevgiliye benzeyen tek bir bulutu gören gerçek aşıklar .Hep bu bulutu kendi üzerlerinde görür .Herkes olayın böylece biteceğini düşünürken gece olmuştu..Ama iki sevgili gece olup gökyüzünde görünmeyince . Allah’a gece de görünmek istediklerini söylediler.Yüce Tanrı onlar için iki yıldız daha yarattı.Ve gece yıldız ,aydınlık günlerde beyaz bulut olup kıyameti sabırla beklediler.

73


Bölüm 7 Mutluluğa Geçiş 1 Ders bittiğinde masasına oturdu.Arka sıralarda şimdiye kadar duygusuz diye hitap ettiği ve şiiri hiç sevmeyen iki öğrencinin ağladığını gördü. Gözleri önce pencereye takıldı.Gözlerinin yaşaracağını biliyordu.Hemen dışarı çıktı .Koridorda gönlünce ağladı.Sonra gözlerini mendiliyle sildi.İçeri girdiğinde bütün sınıfın gözlerinin dolduğunu hiç kimsenin kıpırdayamadığını fark etti.Gözlerini gizledi. Sonra tekrar konuşmaya çalıştı bu kez Canan’ı hatırladı.Keşke seninle ben de ölseydim ,dedi içinden.Başını iki elinin arasına aldı.Masaya gömüldü. Bu defa gizlemedi ağladığını bağıran,çağıran bu sınıf taş kesilmişti.Öğrenciler de anlamıştı .Bu olayın gerçekle bir bağlantısı olduğunu.. Gerçekte olmaması gereken bir durum olmuşsa bunun görünen sebebi sadece yüzeysel olandır.Ve kişinin kendinin bile bilmediği onlarca sebebi vardır.Bu durumda , kişiler farkında olarak ya da olmayarak aslında kendi geçmişlerine ağlarlar ancak bunu açıktan yapmaları gururlarıyla ilişkili olduğundan belli bir şekilde göstermeye çalışırlar. Dersten çıkınca hemen öğretmenler odasındaki pencerenin kenarına gelip güneye baktı ,sonra kuzeye ,bir şey yoktu.Ama diğer pencereye gelince dev bir beyaz bulutun yere uzanmış ve el ele tutuşmuş iki kişiye ne kadar benzediğini gördü...Göklere doğru ellerini açarak.Herkesin içinde hiç korkmadan ve endişelenmeden konuştu: “Teşekkürler . Teşekkürler .Mesajını aldım uyacağım.” Mende Mecnundan Füzun aşıklık istidadı var Aşık-sadık menem Mecnunun sade adı var.

74


Bende Mecnundan çok daha fazla aşıklık yeteneği var Gerçek aşık benim Mecnun’un sade şöhreti var.”Fuzuli …. “Eve gidene kadar belki bin kere ya ben kimim diye sordu.Bu soru dünyanın en uzun cevaplı sorusuydu:Bilgisizler için ise en fazla üç cümleden oluşan bir cevabın verilebileceği basit bir soruydu. Eşiyle konuştu: -Biyolojik cevaplar değil aradığım.Üstümdeki et parçasının cevaplarını kendim veririm.Fakat içimizdeki sesler,beyinden ve kalpten öte yer nasıl bulunabilir? İlk önce bir ruh bilim uzmanına ileti gönderdi.Gelen cevap netti: “Kalbin ve beynin ötesi bilinç ötesi adını verdiğimiz bir bölgedir.İnsanın tabiatı çoğu zaman ordan bilgi alarak işler.İnsanlar niye böyle yaptığımı ben de anlamadım ,bu çocuk bizim çocuğumuz mu ,bize hiç çekmemiş, nasıl böyle yapabildin cümlelerini kurarlar.Bu yerin davranışları yönlendirdiklerini bilmezler.Bu yaşadığımız olayların da bir şekilde o bölgeyi etkilediğini iyi ya da kötü olmamızın üzerinde idrak edemeyeceğimiz kadar karmaşık bir etki merkezi olduğunu kavramak gerekir.” Bu cevap için tanımadığı ruh bilim uzmanına birkaç kere teşekkür iletisi gönderdi.O zaman sonuç ortaya çıkıyordu yaşadığımız olaylar bilinç ötesini etkiliyor.Ordan bilinçaltına giriyor ordan belleğe ordan bilinç bölgesine ulaşıyordu.Demek ki beynin alt tabanında bilgisayarınki gibi,siyah ekranlı programlama dili vardı.Ve bu dil yaşadığımız olaylardan dolayı daha iyi oluyor ya da daha kötü oluyordu. Bilinç ötesi ve altına ulaşan virüsler temizlenirse beyin ve kalp kendiliğinden temizlenirdi.Nasıl?Bu soruya cevap vermek zordu.Fakat genel anlamda bilinen: İnsanın çocukluğunun çocuğu olduğu şeklindedir.Sıfır altı yaşları arasındaki temel dönemin etkili olmasının sebebi buydu. Terapistlerin yaptığı yaşanmış vakte veya olaya geri götürmekti. Bilinçaltına telkin vererek veya olaya farklı bakış açısı ve algılama getirerek olayları çözmeye çalışıyorlardı. Önceki bunalımlar düşünüldüğünde akla ilk gelen madde :Yerdi. İnsanın yaşadığı ortam düşüncelerinin şekillenmesinde ilk etkili faktördü. .Önceki bunalımların en azından etkilerinin azaldığı yer deniz kenarlarıydı.Demek ki bunalımların da çözüleceği yer, yine deniz kenarı olmalıydı.Bu olmazsa ev değiştirilmeliydi.Bu da olmazsa dekor değişmeliydi o da olmazsa elbise değişmeliydi.O da olmazsa bilgisayarın içindeki resimler değişmeliydi.Her şey ve her yer kıştan bahara çevrilmeliydi.Çünkü kutsal kabul ettiği mayısın üçüncü haftası geliyordu.Yogilerin bazı tarihlerle ilgili tespitleri vardır.Her insan için ayrı ayrı olmak üzere belli tarihlerin belli insanlar üzerinde çok etkili olduğunu savunurlar.Daha önce gittiği Ege ve Marmara yerine bu kez Akdeniz’in sakin bir ilçesinde uygun bir ev hazırlattı. İnsan kendisinin dışındaki varlıklarında ruhsal şekillenmelerinde etkili olabilir.İçimizde bir enerji oluştuğunda o zamana kadar aksi yönde giden pek çok olay ve durum lehinize olmak koşuluyla gelişmeye başlar.Ev de onun için bunlardan biriydi. Okulların tatil olmasını hiç bu kadar beklediği olmamıştı. Bölüm sekiz 8 Rehberle Tanışma Daha çok emeklilerin rağbet ettiği bu ilçe çok sakin ve sessizdi.Deniz kenarındaki küçük parklarda piknik yapmak mümkündü.Deniz,yorgunlukları alıp götürecekti.Ama içinde hayatını değiştirecek insan burda yaşıyor diye bir ses yükseliyordu..Nitekim yorucu bir yolculuktan sonra Akdeniz’e ulaşıp güzel bir uykudan sonra bunun doğru olduğunu anladı. Karşı balkonlar insan dolmuş kahvaltılar yapılıyordu.Derken kapının önünden geçen yaşlı bir adamı fark etti. .Balkonun yanından gerçerken dayanamadı. Hayatında ilk defa içeri tanımadığı bir adamı almıştı. Ona çay demledi.Yüzünde yeni çıkmış sakal vardı.Çayını yudumlarken O ana kadar fark etmediğim bir şeyi fark ettim.Kaşlarını hafifçe kaldırmıştı.Sonra göz göze geldiler.Celal’in

75


gözlerinde yeryüzünde çekilecek bütün acıları çekmiş,yaşanacak bütün mutlulukları yaşamış ama yine de yalvaran bir edayla bakıyormuş izlenimi vardı.Ne iş yaptığını,nereli olduğumu sormadı.Sesi kalın ince arasıydı.Çok hızlı konuşuyordu ve konuşurken dalıyordu. Arada sırada yavaş konuşmaya çalışıyordu ancak bunu beceremediği her davranışından belliydi.Bu anlarda normal konuşması insana şarkı mırıldanıyormuş havası veriyordu.Mehmetadlı bu yaşlı adam sürekli karşıdakinin gözlerinin içine bakıyor ama saldırgan bakışlar fırlatmıyordu.Daha çok tahlil etmeye çalışan ,bir problemi çözmeye çalışan bir izlenim uyandırıyordu. Celal,içindeki sırları anlamasından korktu.Daha doğrusu içinde yaşama dair çok az kalmış olumlu düşünceleri keşfetmesinden korkmuştu.Bakışların bu kadar çok düşünce anlattıığı ender durumlardan biriydi.Saatlerce uyuyan ama asla dinlenemeyen Celal,onun daha fazla kalması için ikna etmeye çalışmadı. O sırada raflarda duran Nietche’nin kitaplarından biri gözüne ilişince Celal’in kişiliğini çözmeye başladı. Biraz önce tatlı tatlı devam eden sohbet önce tartışmaya oradan kavgaya doğru ilerlemeye başladı. -Yaşın kaç delikanlı Söylemek istemiyorum. -Ben de bir zamanlar Nietche okurdum. Mehmet ona birkaç tatlı söz söyleyerek umutsuzluğunu yenmesini istedi.Bu sözler Celal’i hiddetlendirdi: -Bana ne söylemeyi planlıyorsunuz?Her tarafın yemyeşil olduğunu,kuzuların melediğini,yaşamın güzel olduğunu mu?Güzel kalçaları olan yarı mankenlerin yazdığı ya da üniversite köşelerinde bilmem kimin yaltakçılığını yaparak isminin önüne benim için bir anlamı olmayan unvanlar yazdıran insanları okumamı mı?Bu insanların öğrettikleri ile yaşamayı bunlar bende bitti.Hem de çok geride kaldı. Alaattin’in söylediklerine kulağı kapalıydı. Öündeki ağaçları deviren rüzgarlar gibi esmeye devam etti. -Haftada bir toplantı yaparak yaşamı anlamlı hale getirdiğini söyleyenleri mi,erotik shoplardan alışveriş yapmamı mı,Tanrıya İnanmanın ne büyük olduğunu söyleyenleri mi okuyayım?Tanrı’nın kanunlarını cinayet işleyerek yeryüzüne getirmek isteyenleri mi okuyayım?Ucuz televizyon dizi kahramanlarını,futbolcuları mı Kel kafalarını,koca göbeklerini fahişelere yalatanları mı ben bu diyeceklerinizin hepsini tükettim ve hepsi, tümü… Kırmızı rengin yanında mavi de çok anlamsız, Söyler misin?Kirli caddeler,bombalanan evler,iğrenç suratlar, rezalet haline getirilmiş karekterler ne ifade ediyor? Onun kolay yutulacak bir lokma olmadığı vereceği cevapla ortaya çıkacaktı? -Herman Hesse adını duydunuz mu?Duyduysanız onun için ne düşünüyorsunuz? -Biraz önce bahsettiğim bu kişilerden biri Herman Hesse’yi sevdiği için ve övdüğü için Onun da farklı olduğuna inanmıyorum? -Bu Herman Hesse’nin suçu olmamalı değil mi? -Elbette değil -Kötü,kötüyü sever,onu över,Çünkü kendisi ile onun arasında bir ortaklık bağı olduğunu bilir? -Dediğinizi anladım.Bana okuduğun kişiyi söyle sana nasıl biri olduğunu söyleyeyim diyebilirim. -Aslında okumaktan bahsederken onların dedikleri ve düşündükleri ile yaşamayı kasdetmiştim. Onu anladım açıklamana gerek yoktu . -Dostum!Eğer çektiğin acılardan,ulaşamadığın hedeflerden dolayı bunları düşünüyorsan ,sana yazıklar olsun:Yok eğer bunlar senin düşüncelerin ise yani onları acı ve isteklerden bağımsız olarak çıkardıysan yine de önünde eğilmem fakat seni takdir ederim. -Beni tanımadınız galiba.Takdir edilmek ya da edilmemek arasında hiçbir fark yoktur.Zenginlik ya da fakirlik arasında,suçluluk ile masumluk arasında fark yoktur.

76


Çünkü sonuç ya zamana ya da insana yenilmektir.Nihayetinde toprak herkesten güçlüdür.Bu sonucu kim değiştirebilir?Herman Hesse ile Nietche arasında ya da Tolstoy ile Said Nursi arasında ne fark vardır? İsa ile J.P..Sartre arasında da aynı şey söz konusu değil mi? Büyük İskender ile Hitler arasında ne fark var? İkisi de katildi ikisi de ölmedi mi? -İzin verirseniz size evlat diye hitap edebilir miyim? -Nasıl olsa bir fark yok dediğiniz için diyorum. -Öyle olsun hadi bakalım. -Bir futbol maçı yaptığımızı düşünelim.Siz 40 kişi sahaya çıkıyorsunuz ve biz ise 0nbir kişiyiz bu durumda doğal olarak siz bizi yeneceksiniz. Ama on birer kişi sahaya çıktığımızda şartlar eşit olacak: Yaşlı adamın uzun süredir sohbet etmekte güçlük çektiği anlaşılıyordu. Çok okuyan insanlar sıradan insanlarla hemhal olamaz. Bu nedenle yaşam tarzları farklı başka bir bilgili insanla bir arada olmak ister.Vaktini paylaşacağı kendi gibi birini arar. Adı Mehmetolan bu yaşlı adam etrafına müthiş bir ruhsal enerji saçıyordu.Sıcak bakışları,,olgun duruşu ile yaşamın bu döneminde vahşileşen insanların içinde bir yıldız gibi duruyordu. Bazı insanların kendilerini anlatmaya ihtiyaçları yoktur.Ruhlarındanki sevgi yükü ve parıltılar beyin dalgalarına oradan yüzlerine vurmuştur. -Ertesi gün sabah erkenden kalkıp temiz hava almak istiyordu.eşofmanlarını giyip sahile gittiğinde Alaattin’in de sahilde koştuğunu gördü...Yanına gidip tokalaştı… 60 yaşında olduğunu öğrenince şaşırıp kaldı.Saçları bembeyaz olan Alaattin’in yüzü dipdiri idi.Ve 40 yaşlarında görünüyordu. Bir taraftan koşuyor diğer taraftan sohbet ediyorlardı: -Celal kendini tanıttı.Öğretmen,olmasına çok sevindiğini anladı.Çünkü Alaattin,emekli bir öğretim görevlisi idi. Celal dayanamadı ve düşündüklerini söyledi. -Doğrusu üniversite camiaları pek beklenilen davranışları göstermez.Biz okuldayken gördüğümüz tek şey hocaların bitirme tezlerini veya akademik kariyerlerini tamamlama isteğiydi. -Delikanlı üniversite demek ilim demektir,kültür, gelişim demektir. Eğer bir üniversite profesörü daha kendi düşüncesinden ya da ırkından olamayanları istemiyorsa gelişim mümkün değildir.Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ında bir hikaye vardı Hikayenin sonunda Sadi demişti ki“Sen kendine benzeyeni dost edinirsen dostluğun yarımdır.” Yani tahammül edemeyen,hazmedemeyen ve bütün olaylara kendin gibi bakanları ,değerlendirenleri istiyorsan sen iyi bir seviyede değilsin.Mehmet Barlas’ın deyişiyle bu olgun olmayan bir bakış açısı… Kendi görüşlerinden olmayan bir hademe bile herhangi bir üniversitede görev yapamaz.Şimdi burda güven kalır mı?Her yıl binlerce kitap yayınlar üniversite hocaları bunlardan kaç tanesi halk tarafından okunur.Belki beş belki on.. Ama sayılı.Çünkü yazanların memnun etmek zorunda oldukları hocaları dışında kimse yoktur da ondan.Bir ülkenin gelişimi hemen hemen kesin bir şekilde üniversiteye bağlıdır.Demokrasinin en iyi örneği olması gerekirken neden?Her üniversite bir görüşün elinde.Bu, yola çıktığında tüm insanların aynı model arabaları kullanması gibidir.O zaman arabanın ne tadı kalırdı ? -Delikanlı sana bir şey söyleyeyim mi?Kendin de bilirsin sen kendini ileriye götürmezsen, en iyi üniversiteden bile eli boş çıkarsın.Etraf diplomalı işsiz insan dolu. -Bu konuda haklısınız. -Keşke olmasaydım. -İşin diğer boyutuna gelince öğretilen bilgiler sadece üniversitede kalan bir ya da iki yüksek

77


lisans öğrencisinin işine yarar.Kalanlar boş işlerle uğraştıklarını sonra anlarlar.Lise öğrencilerine öğretilen bilgilerle üniversite öğrencilerine öğretilen bilgiler arasında dağlar kadar fark var.Stajyer öğretmenlerinin ne dediğini anlamayan öğrenciler biliyorum. Velhasıl bir ülke geri kalmak istiyorsa karşı düşünceye tahammül etmez ve eğitim kurumlarından kaliteyi çıkarır.Bu, biraz da bazılarının işlerine gelir ,bilen,düşünen eleştirebilen ,milletini ,vatanını seven halkını seven bir üniversite öğrencisi, okur.Okuduğu zaman haksızlığa yasal biçimde isyan eder.Bu tavrı istemezler ,bu ağaçtan meyve yiyenler .Arada iyiler de kaybolup gider. -Bir Hint atasözü der ki :Ülkelerin padişahı sayılardır. -Bak Arap ülkelerinde kralı sevmeyen her kesin sonu karanlıktır.Zengin olan zorbaların hakim olduğu orta dünya halklarına bak bir arpa boyu ilerlemişler mi? Celal araya girerek efendim kusura bakmayın ama yoruldum.Ben sizden gencim ama utanıyorum,dedi.Hoca,istisnasız her gün koşardı.Celal henüz başlamıştı. -Otursak. -Tabi Celal, oturalım. Kısa bir süre oturduktan sonra. -Hadi şurdaki çay bahçesine gidip çay içip bir şeyler yiyelim. -Sizin koşunuzu da yarı da bıraktırmış oluyorum.Üzüldüm. Sabahın bu vaktinde açık olan tek yerdi. Oturduktan sonra size bundan sonra size hocam diyebilir miyim? -Tabi canın ne isterse öyle de… Hocam bu sabah kahvaltıyı bizde yapsak olmaz mı? -Olmaz, sen misafirsin bizde yapalım.Efendim biz kalabalığız -Evlat ,dedi biraz kızarak. Senin kadar misafirperver değilim ama ben atalarımın cömertliğini taşırım.Ayıp olmuyor mu? -Ama ya yenge sitem ederse -Hayır o benden daha çok sevinir. Bir süre yürüyüş yapıp eve gittiler. Celal içeri girdiğinde herkesin hazırlanmasını istedi.Kısa bir süre içinde tüm aile hazırlandı. Hocanın evine girdiklerinde yapay bir cennete girer gibiydiler. İçeri girdiklerinde adeta şok oldu Celal daha mütevazı bir ortam bekliyordu.Her şey modeldi ve içindekiler son derece lükstü MehmetBey durumu hemen anladı. -Celal buranın dekoru hanımındır.Yakında samimileşiriz.Sana kendi yerimi gösteririm.Orası umduğun gibi… Celal ,beyninin okunmasına şaşırmıştı. Artık onun sürprizlerine kendimi alıştırmalıyım ,dedi. Üç dört gün sonra şehrin kalesine birlikte gittiler...Orda koyu bir sohbete daldılar. -Burayı niye seçtin? -Ekonomik sebeplerle -Peki uzun bir tatili niçin burda geçirmek istiyorsun?.Bana öyle geliyor ki bir şey arıyorsun.Bakışların arada dalıp gidiyor.Perişan ,yenik ,yıkık, hafif umutlu bir yapın var. -Bütün bunları nasıl anlıyorsunuz? Evlat : Aynı duyguyu ve hastalığı yaşayanlar bilir? -Emekli sosyoloji hocasıyım fakat ben psikolojiyi daha çok severim ? -Neden? -Benim güzel ,genç arkadaşım nasıl davranacağını bilmeden.Nasıl yaşayacağını bilmeden bir yere varamazsın.Kendini tanımayan insandan beklentin olabilir mi? -Hayır. -Siyasi kitaplar,boş akademik kariyer kitapları,çorap tasvirlerini sayfalarca bitiremeyen yazarlar,artık dünyadan gitmiş kavramlarla doldurulan kitaplar,boş saçma, erotik kitaplar,konaklar, yalılar,70’lerin siyaseti ,yok falan kişinin giydiği kaftandaki desenlerin tarihi

78


kökenleri , hatta insanları kandırmak uğruna punto büyütüp boş sayfaları bir günlük yevmiyeye satan modern üç kağıtçılar, bin kere okusan da sana bir buğday tanesi kadar fayda vermeyen kitaplar sadece vakit israfı.Ben bunları okumadığım gerçek kitapları okuduğum için rahatım. Biz öğretmenler insanlarımız okumuyor derken ne kadar görüyoruz bu sebepleri?.İnsanlar kendilerini ifade eden kitapları ve şarkıları satın alır.İnan bana onca yazar bir arabesk sanatçısı kadar inemez halka. -Bunda tek suçlu yazanlar ve yazdıranlar mı? -Elbette hayır. Fakat düşünsene her 24 Kasım’da çıkıp gösteri yapıyorsunuz maaşımız az diye? 80 yıllık cumhuriyet hayatında kaç meslektaşınız bize indirimli kitap verilmiyor diye şikayet etti.Toplumdan çok şey isteyen eğitimcilerin 80 yıllık cumhuriyet tarihinde topluma verdikleri ortada. Celal burada müdahale etti: -Sayın hocam!Biz bozulan toplumun sadece bir parçasıyız .Topluma ayak uyduruyoruz.Hak etmediğimiz pek çok eleştiri alıyoruz.Toplum bize vermediğini istiyor.Mucize yaratacak halimiz yok. -Bu kadar iyi niyetli değil her şey. Finlandiya tarihini okudun mu? -Aman efendim kendi tarihi mi zor okudum. -Tavsiye ederim .Genç Finlandiya Cumhuriyeti kurulunca en zor girilen bölüm eğitmenlikti.Maaşı cumhurbaşkanına yakındı .Hem bizimki gibi sadece öğretimle değil ciddi manada eğitimle ilgilenmeyen görevini bırakıyor ya da başka alanlarda çalışıyordu.Zannedersem şimdi dünyada suç oranı en düşük ülke durumunda.Fin tarihinde öğretmenler hem toplumun mimarı ve kahramanı olarak tanıtılır. Ücretiniz az,bu sözü söylerken kendimin de öğretmen olduğunu unutmuyorum. Bu söz karşısında söyleyecek bir şeyi bulacak mı , düşüncesi aklından geçti. -Hocam yeni tanıştık şunu bilmenizi isterim eleştiriyi severim. -Unuttuğunuz bir şey yok mu? Üniversitelerin durumunu anlatmıştınız. -O zaman ben de şöyle derim: Bizi eğiten üniversite hocalarının yaptığı 80 yıldır ortada..Araştıran,okuyan,hoş görülü ,görgülü,insan haklarına saygılı bir insan olmamız mı istendi bizden?Toplum bize hiçbir şey vermiyor.Göreve başlayınca da yalvaçlar gibi davranmamızı bekliyor .Bu yanlış değil mi? -Elbette !Hint filozofu Swami Rama der ki:Çok iş yaptığımızı zannederiz.Aslında her işi yaparken bir iş yaparız. -Toplumun her organı bir birine bağlıdır evlat. Nasıl parmaktaki yarayı bütün vücut hissediyorsa ;Toplum da öyle...Benim itirazım şuna İtalya’da ünlü Temiz Eller operasyonunu 6 kişi yaptı.Bu insanlar da bozuk kurumların içindeydi . -Burada dur dediler,haksızlığa ,zorbalığa,rüşvete ve torpile. Sonra ne oldu?İtalya bugün Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinden biri.Her kurumda bir tane insan kalkıp haksızlığa ,yasa dışılığa ,torpile,iltimasa ,rüşvete karşı dursa ….. Celal, biraz sıkılmıştı.Söylediklerine itiraz edemedi.Çünkü kendini de eleştirmişti.Konuyu değiştirmek daha mantıklı geldi. -Yaşınız kaç. Mehmet Hoca ,bilinçli olarak bunu uygun görerek diyalogun tatsızlaşmasını engelledi. -Altmış.Fakat bu erken emeklilik nerden icap etti? -Kaçtın mı diye soruyorsun değil mi? - Aslında ,evet dedi korkuyla. Hocaya saygısızlık yapmak istemiyordu. -Evlat hayatım mücadele ile geçti gelen her rektöre muhalefet ettim diye .Hep en zor görevler bana verildi.Uzak yüksekokullara gönderildim.Sonun da mı?Birincisi sağlık sebebiyle ikincisi de beni zorla emekli edip üniversiteyi temizlemiş! oldular. -O şekilde düşündüğüm için özür dilerim? -Gerek yok evlat !Hem biz dost olacağız senle öyle ufak tefek hataları ciddiye almam . -Buna sevindim.

79


Saatlerine bakıp ertesi gün aynı saatte sabah erkenden yürüyüş yapmaya karar verdiler? Tanışma sonrasında çok iyi bir dostlukları oluşmaya Oluştu. Her sabah o kadar tatlı bir meltem eserdi ki ruhlar onunla yücelirdi.İnsanlar çoğu zaman gece bir, iki yada üçte yatıp sabah 6’da kalkarlardı. Celal ve Mehmet Hocakısa sürede samimi oldu.Mehmet Hoca ,şık giyinirdi.Kararlı ve sabırlıydı.Sakin ve soğukkanlıydı.Yanına gelene adeta bir güneş gibi ışık saçmaya çalışırdı. Celal , her dakikasını onunla geçirmek isterdi. Celal’in olmak istediği insandı.Genelde insanların konuşmasına izin vermeyen Celal, bu kez sorular hariç hep susuyordu.Bu dönemin klasik tabiriyle konuşanlar bilmez,bilenler konuşmaz, değildi -Konuşan biliyordu. Birkaç gün sonra sahilin merkezine uzak sakin bir noktasına gittiler.Oraya genelde yat sahipleri gelirdi.Burdakiler MehmetHoca’yı biliyordu.Celal’i tanımayanlar ona dikkatlice bakıp kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Herkes, Celal’in yüzüne tuhaf tuhaf bakıyordu.Oturup çaylarını içince Celal’in üzgün olduğunu gören Mehmetneyin var, dedi -Hocam bir insana nasıl güvenirsiniz? -Kolay. İlk karşılaştığımda şunu düşünürüm: -Bu insandan düşman olursa mert düşman mı olur ;yoksa namert mi? -İçimde namertliğe dair şüphe bile olsa o insanla selamlaşmam. -Biraz aşırı değil mi? -Öyle olsaydı bu güne kadar mükemmel çalışmazdı.Hem etrafımda çok fazla insan bulunduranlar kendine yetemeyenlerdir.Mutlak doğru olduğunu savunmamakla beraber az ama öz fikri daha sıcak geliyor. -Hocam size güvenebilir miyim? …..Mehmet Hoca,sitemle karşıladı bu sözü.İçinden bir ses Celal’e büyük hata yapmadıkça kızma diyordu. -Düşmanın olsam namert olmam evlat. Bir süre etrafını seyretti Celal.Bir süre Alaattin’e baktı.sonra birkaç dakika etrafı seyretti.Belkide en son söylemesi gereken sözleri en başta söylemeye başladı. - Ben sayısız bunalım geçirdim.Şimdi de onlardan birini geçiriyorum.Sayısız girdaba tutuldum.Saçlarımı görüyorsunuz.Hep yalnız kaldım.çaresiz kaldım.Artık denize bakarken denizi görmek istiyorum, dolu dolu yaşamak istiyorum.Ama bunun için gayret etmem.Çünkü yaşadığım her olay bana bu hayatın anlamsız olduğunu kavrattı.Yaşamdan nefret ediyorum bir yandan.Öbür yandan da sevmek istiyorum. Sonra üzerindeki yükü kaldırıyormuş gibi hüngür hüngür ağladı.Bu süreçte ,Hoca hiç müdahale etmedi gözleri doldu.Sakinleşince ,Hoca sordu? -Araya girdiğim için affet ama umudun var mı? -Biraz -Daha yaşıyorsun evlat.! Birazdan olacakları biliyordu.Celal, ayağa kalktı.Arkasını dönerek bir kere daha ağladı. Birkaç dakika böyle geçti. Etraftaki insanlar çok medeniydi.Kimse kimseyi rahatsız etmezdi.Ağlayanlar her zaman olurdu.Celal etrafına bakınca rahat bir şekilde sonuna kadar ağladı. -Hocam çökmüş bir bina yeniden yapılabilir mi bilmiyorum. Sizin gözlerinizde bir ışık var .Ve bana yardım etmenizi istiyorum -Tam olarak ne istiyorsun? -Bunalımı,girdabı atlatmama ve bir daha düşmeme engel olmanızı istiyorum. Alaattin: - Hayır dersem çok pişman olacağımı düşünüyorum. -Elimi tut da kalkayım evlat.Mehmet Hoca bilgisiyle senin yanındadır. Celal gülümsedi…Koşarak denize girdiler.Bir kaç saat sonra denizden çıkıp giyindiler.Akşama kadar gezdiler .

80


-Bana güveniyorsan çok şey isterim -Ne? -Para,yemek gezme Son derece ciddi görünüyordu.Bu teklif karşısında şaşkındı.Paraya düşkün biri gibi görünmüyordu.Ama Hamdi Balkaş’ın ona oynadığı oyunu hemen hatırladı… -Bu oyunu biliyorum.paraya düşkün birinin gözleri fıldır fıldır etrafını gözetler.Siz onlardan değilsiniz.Bu yolda elimdeki tüm parayı harcarım belki istediğiniz miktarı karşılayamam.Gücüm yettiği kadar .Cebindeki tüm parayı çıkardı.Ona uzattı.Ama Hoca’nın verdiği karşılık onun beklediği cevaptı. Celal,kendini tutamadı.Ellerini öpmek istedi.İzin vermedi.Gözleri dolu dolu sordu: -Beni kurtaracaksınız değil mi? -Gücümün yettiği kadar.Bana söz vermeni istiyorum benimle olduğun sürece intiharı düşünmeyeceksin.En azından bu tatil bitene kadar. -Onu düşündüğümü nerden anladınız? -Bak delikanlı,bir kere daha söylüyorum.Kelimeler sadece benzer tecrübeleri yaşayan insanlar arasında iletişim sağlar.Ve her iletişim kelimeyle sağlanmaz.Gözler ve beden bazen kelimelerin anlatamadığını anlatır.Bazen söyleyemediklerimi anlayacaksın.Ayrıca gözlerindeki bu korkuyu ve nefreti atacaksın.Ve Gerçekleştirmeyi planladığın bir şey varsa yapmayacaksın. -Yani -Beni kandıramazsın.Gözlerindeki karalığın anlamını bilirim…Vazgeçeceksin. Biraz önceki cümle Celali oldukça ürkütmüştü.Bazı insanlar kendilerini yaşama bağlayan Faktörün acıları,kederleri,bulanımları,korkuları olduğunu düşünür onlarsız yapamazlar.O an için Celal de aynı düşüncedeydi. Celal: -Her konuda garanti veririm ama bu konuda garanti veremem.Sizin de belirttiğiniz gibi yer ve saat hariç olmak üzere kesin kararım mevcut.Üzgünüm.Keşke size garanti verebilseydim.Ama veremem. Siteye geldiklerinde vakit ilerlemişti.Eşine akşama Celal’in geleceğini söyledi. Eşinin cevabı her zamanki gibi tebessüm ve iyi niyetli karşılıklar olmuştu. Bak, hanım erdemin son aşaması bir iyiliği karşılık beklemeden yapmaktır.İyiliği yaparken kendini kandırıyorsan kimse de sana iyilik yapmaz.Ben yıllar sonra yatağıma uzandığımda ,ölüm vaktim geldiğinde, hayatımın her saniyesi gözümün önünden geçecek.Beni yaratan Tanrı’nın verdiği boş bedene, bir şeyler yüklemeden bu dünyadan gidersem sitem etmez mi?Ayrıca birine bakarken kendini görüyorsan …görüyorsan….görüyorsan Boğazı düğümlendi ağladı.Hocanın eşi durumu kavramıştı.Gerçi göz yaşları her şeyi anlatmıştı .O yine de açıkladı.Bir bilsen hanım!Bende bir zamanlar onun gibi çaresizdim.Bana kimse yardım etmedi.Param yoktu,kimsem yoktu.Sen yoktun. Dünya dar geliyordu…Hayat karşısında eli kolu bağlı olmak ancak yaşayanın anlatabileceği bir haldir. Celal intiharı düşünmeyeceksin cümlesini Mehmethoca’dan duyduktan sonra cevap vermemişti.Yaşamı sonlandırma dışardan ilaç alınmamışsa bir insan verilecek zor en zor karardır.Bazı insanlar bunu bir anda verdiğini sanabilir.Ancak bu bile bir süreç gerektirir.Sadece bu süreç bilinç altında gerçekleşmiştir . Celal gibi bazı insanlar da bilinçte bu olayı düşünür.Bu yaz onun için son şanstı.Kendi kendine defalarca söz verdi.Bu yaz görüşlerini değiştirmezse yaşam yolculuğunu sonlandıracaktı.Ancak bu kararı vermeden önce içinde yaşamla ilgili son düşünceleri yok etmesi ,kendini buna korkusuzca teslim etmesi gerekiyordur -Elimin ulaştığı her yerde .Hiç kimse acı çekmemeliydi. Sonra da salondaki masaya kafasını koyarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. -Hem düşünsene ona yardım etmezsek ne olacak..Bir kişi daha yıkılacak bir insan daha diyeceğiz.O gün pişman olmayacağını garanti edebilir misin?Bana söylemedi ama ben anladım.Burdan başarısızlıkla ayrılırsa -Bunu gözlerinden çıkardım-intihar etmeyi planlıyor.Kendini yaşamın anlamsız olduğuna ikna etmeye çalışmış.

81


-Hoca’nın eşi dudaklarını ısırdı. -Görsen kafasıyla” ben” diyor ama bütün vücut dili yardım istiyor.Gözlerine iyi bak nasıl yalvarıyor.Bir insan, bir insan daha kazandıracaksın topluma kaybetmek bu kadar kolayken. Eşi ona yaklaşarak konuştu: -İşte bu özelliğin seni farklı kılmıştı.Yıllardır beni memnun etmek için çabalıyorsun.Umarım her şey istediğin gibi olur. Sonra iki genç aşık gibi birbirine sıkıca ve dakikalarca sarıldılar. Celal ,akşam geldiğinde iki güler yüz ve samimiyet bulduğu için sevinçliydi. Sonra hocanın eşi onları yalnız bıraktı. Başından geçenleri uzun ve detaylı biçimde anlattı. -Bak evlat bu yol uzun ve zorludur.Senin okuduğun Mantıku’t Tayr kitabına benzer .Kendine güvenmiyorsan ,gel baştan vazgeç.Kendi üzerinde çalışmak dünyanın kesinlikle en zor savaşıdır.Bütün ahlak bilimciler bu gerçeği söylemiştir.Bu yolda nice insan dengesizleşmiştir.Makyavelli mesela. Hocam ,çok yorgunum daha genç diye tanımlıyorum kendimi.Saçlarımın yok oluşundan,her gün aynı şeyleri yapmaktan, monotonluktan,her gün hangi sanatçı hangisiyle barlara gitmiş merak etmekten,vadilerden, çiftliklerden,uydurma senaryolardan,her gün aynı yemekleri yemekten ,insanların suçlayıcı bakışlarından ,boş lakırdının edildiği misafirliklerden,maskeli yüzlerden,kendi düşüncesinden başka düşünce tanımayan zavallı tek tip insanlardan,okey taşlarından, bira kutularından …… kadınlardan,zilli insanları baş tacı etmekten,yalnızlıktan,sürekli kınanmaktan,beni anlayamayanlarla, birlikte olmaktan,hep bir şeylerin peşinden koşmaktan,aşksızlıktan,sevgisizlikten,bastığım toprağın benden gurur duymasını sağlayamamaktan , ırkçılıktan bıktım ,hatta kendimden… kendimden de bıktım. Mehmet Hoca, ortamın gerginliğini yumuşatmak için onu gezdirmeyi düşündü. -Hadi gel evlat! Benim dekorasyonumu beğenecek misin? Bakalım!.Alt kata indiler içeri girmeden önce kuş sesleri geliyordu. Salonun sağındaki odaya girdiklerinde, gözlerine inanamadı:Geniş ve yüksek oda boydan boya kitap doluydu.Herman Hesse,Huxley, Nedim ve Fuzuli Divanları,Platon,Mıchael W. jelb,Şark İslam klasiklerinden Şebusteri,Suhreverdi,Daniel Goleman’ın kitapları,Rhonda Britten’ın kitapları,Yüzlerce Budizm kitabı,Swami Rama’nın kitapları,Tük edebiyatı klasikleri ve Osmanlıca pek çok kitap… “Hocam siz hayatınızda tüm paranızı bunlara mı yatırdınız.” Demekten kendini alamadı. -Anlatırım …bir gün Yan tarafa girdiklerinde ,kanaryalar,Hindistan bülbülleri,hüdhüd kuşları,muhabbet kuşları , türünü henüz bilmediği nice kuşlar...Bir de masada dikkati çeken müzik aletleri vardı.Ney,gitar,mey ,mandolin,org -Hocam,hepsini çalabiliyor musunuz? Muzık bir mucızedır evlat, Etraf doğal çiçeklerle donanmıştı.Yapay bir orman görüntüsü vardı.Kuşların sesi Berlin Senfoni Orkestrası’nı kıskandıracak güzellikteydi.Zaten içeriye girip çıkma rahatlamak için yetiyordu.Çiçekler için yaklaşık yarım metre yükseklikte saksı koymak için hazırlanan kahverengi boyalı bir demir örgü yapılmıştı.Demirin alt tarafında görülebilen bir kanal açılmış akan suların dışarı gitmesini sağlıyordu.Kanal değişik camlardan yapılmıştı ve akvaryum görüntüsü verilmişti. Duvarın ortasına yakın bir yerlerde duran doğan ve şahinler sert bakışlı ve heybetliydi.Hiç bir kuş kafeste değildi.Bu onların eğitimli olduğunu gösteriyordu.Ama en köşedeki iki kuş çok büyüktü. -Hocam bu kuşları nasıl eğittiniz.Ayrıca şu iki kuşun türleri ne? -Sadece onları eğitmesi için İstanbul’dan özel elemanlar burda uzun süre kaldı.Yüreğim el vermedi.Kafeste yaşamalarına .Hepsini çocuklarım gibi severim.istedikleri vakitte çıkarlar istedikleri vakitte girerler.Sorduğun o kuşlarsa biri Nepal kartalı.Bu ülkede birkaç tane var.Diğeri Sekreterkuşu yılanları bir çeşit boksla öldürmesiyle ünlüdür.İkisinin de ortak özelliği

82


kuşlara liderlik yapmaları ve evcilleşmelerine yardımcı olmaları.Doğan ve şahin Kırgızistan’dan,Celalabad’taki öğrencilerim getirdi . Onlar, gelirken eğitimliydi. -Hocam kıskandım sizi… -Dur bakalım evlat daha neler göreceksin Sol taraftaki ilk odada ise koşu bandı,halter ,yaylar birkaç takım eşofman,boks eldivenleri,aikodo sopaları,üzerinde Çin kaligrafisi yazılan kılıçlar... Balkon tarafına çıktıklarında ise şaşkınlığı son haddine ulaştı.Üçüncü kattan aşağıya camların içinden yapay şelale görünüyordu.Su evin dört bir yanındaki çiçeklere burdan gidiyordu.Çiçekler havada tutulmuş aralarına desenli el yapımı borular döşenmişti.. Her çiçek için ayrı bir bölüm ayrılmış.Çiçeğin ya da ağacın yanında onu tanıtan geldiği ülkeyi yeri hatta saati yazan bir belge vardı.Duvarlarda kaligrafik çalışmalardan kalan tablolar vardı. Balkona oturunca arkasındaki düğmeye bastı.her taraftan su , kuş sesi geliyordu.Asıl manzara ise karşıdaydı.Deniz beş yüz metre ilerdeydi ve harika görünüyordu.Burda oturup manzarayı seyretmek bile yetiyordu. Artık kendisini kurtaracak kişinin o olduğundan şüphesi kalmamıştı. Ayrıldığında Hoca’nın ellerini sevgiyle sıktı. Bir hayal alemindeydi.Böyle bir yer bir memur maaşıyla nasıl yapılırdı.Üstelik dışardan pek bir şeye benzemeyen evin içi nice kralın sarayına taş çıkaracak güzellikteydi. “Garip mi, ne demek; gurbet içtedir. bilmez, ol dilbâzlar utansın!(Mustafa Suna)” İçte yoksa da, her dem göçtedir. Gönül konup- göçmez, elbet hiçtedir. Dîl’i Gördükleri o kadar hoşuna gitmişti ki eşine durup durup onlardan bahsediyordu. Demek ki insan kendi hayatının kahramanı ve padişahı olabilirdi. Ertesi günü iple çekti. Sonraki gün tekrar buluştular. -Hocam bir şey soracağım.Bu sarayı nasıl kurdunuz? -Bu kadar zengin misiniz? -Evlat ben sadece evin dışına yapılacak masrafları içeriye yaptım.Su sistemi ortaçağdaki bir rahibin sistemi,kuş odası,İbn-i Sina’nın;kuşlara gelince sadece birkaç tanesini ben aldım her gelen dost çikolata yerine kuş getirdi.Şelale El Cezeri’nin sistemi.Onun yaşadığı çağda Midya’da de kullanılan sulama sisteminin benzeri.Benim ve eşimin babasından kalan mirasları ve emekli maaşlarını birleştirdik ortaya böyle güzel bir sonuç çıktı. Manzara benim fikrimdi .Yerdeki desenli taşlar , Ahlat’tan mobilyalar ,Karadeniz’den,kitaplara gelince çoğu ikinci elden alınma ve hediye arkadaşlarım ve dostlarım bu ortamı gördükçe katkılarını esirgemediler. -Şehir şehir gezerek ikinci elden kitaplar aldığım oldu. -Doğrusu size hayran olmamak mümkün değil. “Bir de ben hayran olabilsem!” “ Şems gibi kendini sustur Git kinden kibirden kurtul Şems-i Tebrizi'yle otur Yerli ..yerli… yerli…. yerli” (Rumi) “

“Gençliğinin kibirli, süslü giyim kuşamı Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık: O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,

83


Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu; Dersen yuvaların çökmüş şu gözlerdedir,”Shekespeare

Bölüm 9 KENDİNİ ALDATMA Ertesi gün buluştuklarında Celal ,saçma sapan sözler söyledi.söyledikleri arasında bağlantı yoktu.Bir spordan,bir yayıncılardan, bir dolandırıcılardan bahsediyordu.Mehmet Hoca durumun farkındaydı.Bu nedenle söze başladığı zaman sakin bir edayla susmasını istedi. Evlat girdiğin girdaptan kurtulmak için ne yapıyorsun? -Günlük tutuyorum. -Çok güzel -Şimdi ,senden hayattaki bütün hedeflerini belirten bir kompozisyon istiyorum. Eğer niyetim ve niyetin sağlam ve güzelse inan ki bir süre sonra hayatın ne kadar değiştiğini göreceksin. -Belli bir programınız.İzleyeceğiniz işlem sırası,plan sunmayacak mısınız? MehmetHoca,sinirli bir edayla karşılık verdi? -Neden böyle,Niye,niçin,ne sebeple…Ha ne diye? -Ne,niye? -Niçin anlamıyorsun delikanlı? -Niye her yıl onlarca kişisel gelişim kitabı satılır.Bu kitapların hepsi belli bir plana göre hazırlanmış kitaplardır.Eğer bu kitapların uyguladığı plan gerçekleşseydi.Toplum bugün çok farklı bir seviyede olurdu.Evlat sana net olarak söyleyeyim ki gerçekten ilerlemek isteyen bir insan plan program önemsemez.Ruhsal gelişim uzmanları belli bir kalıba oturtulmuş plan sunamazlar.Buda’nın bir programı yoktu,İsa’nın da .Ayrıca Daniel Quen demiştir ki :”Eğer dünya kurtulacaksa yeni programı olan eski insanlar tarafından değil programı olmayan yeniler tarafından kurtulacaktır.”Hazırlanan her plan bir kalıptır,kuraldır.Oysa insan kurallara sığmaz.Henüz beyin yapısı bile tam olarak ortaya çıkarılmamış bir varlık için hazırlanan projeler uygulanamaz.İnsan bina,taş,bitki değildir. Bu dediklerim düzensizlik ve süreksizlik anlamında değil.Düzen ve süreklilik plansızlık şu an için ve senin için bir gereklilik değil.Sen işin başındasın.İnsan kalıba sığmaz evlat sığmaz,sığamaz.Bir alem bir kutuya sığmaz. Seninle ilerleyişimiz plansız olacak ama düzensiz olmayacak. Celal , söylediklerini anlamıştı.Bu nedenle sözlerine müdahale edip biraz önce kaldığı yerden devam etmesini istedi. MehmetHoca’nın farkı ortaya çıkmıştı.Kelimelerin yaşadığımız anın taklidi bile olmadığını bildiğimizde bir kez daha anlarız ki.Gerçekten acıyı yaşayan bir insanla yaşamayan insanın anlatımlarında ciddi fark vardır.Kelimeler aynı olsa bile bir terapistle sıradan bir insanın etkileyiciliği arasındaki fark anlaşılır.Biri bir dağdaki berrak su kaynağıdır.Diğeri işlenmiş ve musluktan akan sudur.Biri kuş sesidir öbürü teyp sesidir. Bu konuda ilk hedefimiz bilincimizin arkasında var olduğuna inandığımız karanlık bölgeyi aydınlatmak.Bunu kısaca aklımızın ve ruhumuzun alışkanlıklarını öğrenme çalışması olarak düşünelim.Zihinlerimiz yılların etkisiyle değişik şemalar oluşturur.Bu şemaların büyük kısmını unutur,unuttuğunun da farkına varmaz.Bilinmeyenle mücadele zordur.Bu nedenle beynimizi bir arkeolog yöntemiyle inceleyeceğiz.Zihinsel şemaların beynin içinde sıvı olarak görüntüsü vardır.Tabi bunlar, beynin alternatif düşünce modellerini önemsememesi ,sürekli tek yönlü bakışı nedeniyle kalıplaşır.Örneğin;Sürekli olarak karşılaştığı insanlarda kusur aramaya alışmış bir kişilik bu özelliğinden çok zor vazgeçer.Çünkü beyinlerinin salgıladığı sıvı sadece tek yönlü bakış açısı ortaya çıkaracak güçtedir. Yöntemimizin devamı şu şekilde olmalı :Zihnimizin mutlak doğruymuş gibi algıladığı varsayımları –ki sezgiye ulaşamayan insanlar ilk çıkardıkları sonucun mutlak doğru

84


olduğunu söyler-öğrenmek olacak.Eskiden bir huyum vardı:Gündüz iyi ya da kötü davranışlar yapardım.Eve geldikten sonra ise sadece neden mükemmel olamadığımla başlar sonra da o gün doğru olan davranışların bir kısmını bile niçin yanlış yaptığımı düşünürdüm.Yıllar sonra sevgisizliğin ve yoğun eleştirinin beni mükemmel olmaya çalışmaya ittiğini öğrendim.Tabi o günlerde düşüncelerim hep negatif özelliklere yoğunlaşınca hiç doğru davranışım kalmazdı! Böylece tek yönlü düşüncenin beni çok yıpratmasına izin verdim.Senin aynı hataya düşmeni istemem. Elmasın ilk halinin kömür olduğunu bilir misin? -Hayır. -Ben biliyorum .Senin kömürü bulmanı istiyorum.Sezgisel bir dikkat ile dedektif edası ile daha sonra açıklayacağım Jelb’in yöntemiyle bir tanıma devresine giriyoruz.Bu işlem süresince dikkat dağınıklığı,saldırgan istenmeyen görüntüler,canımızı sıkan olaylar bize yardımcı olacak.Beynimiz, ruhumuzun karmaşalarıyla alt üst olmalı ki rahatlayalım.Her düzen,düzensizlikten çıkar. Demiri düşünsene evlat yandıktan sonra şekil alır.Bizim ateşimiz dikkatimiz olacak. -Bu süreci baltalayan herhangi bir durum oluşmaz mı? -Elbette oluşur.İlk olarak ne yaparsak yapalım sonucu değiştiremeyeceğimiz fikri aklımıza gelecektir.Değersizlik,ait olmadığımız duygusu içimizi kemirecektir.Bunların da ötesinde insanların bizi sevmediği yanılgısına düşeriz.Çok yeme ,içme,gülme,gezme,bedeni yaklaşma , gerçek doğamızı görmemize engel olacaktır.Ayrıca yoğun eleştiri ve suçlama ile yıprattığımız beynimiz kolay kolay teslim olmaz.Kısa bir süre sadece dinlersen sevinirim.Soruların düşüncelerimi dağıtıyor. -Buyrun hocam devam edin. -Kendimizi olduğumuz gibi kabullenmemiz gerek.Tüm zorluklarına rağmen.Mucizevi bir hoşgörü,anlayış,sevgi kendimize ayıracağımız silahlar.Zira kendimizi sevmek zorundayız.Sevmezsek felakettir. Celal: -Sözünüzü kesmek zorundayım.Ancak özür dilemeden yapacağım. Kendimizi sevmek zorundayız diyorsunuz.Tamam.ama benim kendimi sevmemi gerektirecek davranışlarım yoksa ne olacak? -Anladım.Sokak mantığı.Söylerken bile gözlerinden ve sözlerinden tek boyutlu düşüncenin sonuçları akıyor.Delikanlıııııııııııı yıllardır sadece olumsuz noktaları düşünmüşsün… -Celal’in gözleri yaşardı.Saygıyla başını eğdi. -Herkesin kendine ait bir “kendi “tanımlaması vardır.Çoğunlukla kendine acıyan bir bakış açısını yansıtan bu tanımlar bizim için engel özelliği taşır.Ne olursa olsun başkasına kepçelerle dağıttığımız ılımlılık , sevecenlik ,merhametten kendimize kaşıkla ikram etsek bile bu yeter.İyi insanlar kendine karşı acımasızdır.Tara Goleman, bilincimizin derinliklerinde gezerken yarım kalmış fikirler,düşünce kırıntıları bastırılmış duygular ,gelip geçen ruh halimizin kırıntılarını bulacağımızı söyler.Tüm zihinsel ve bedensel davranışlarımızın öncesinde mantıksal kurguların da ötesinde bir niyet hali vardır.Acı ve kederin mesaj veren yanını hiç unutma .Onlar bize daima ip ucu verir. Yüzleşmenin ağır faturasının dışında bize faydası, kendimizle dost olmaya başlamamızdır.Uyanık bir dikkat,Tara Goleman’ın kitabında belirttiği gibi zeki bir bilinçle birleşerek korku ve yenilgilerimizin acı sonuçlarını ortaya çıkarır.Anlayacağın, terapistin yapacağını biz,beynimizin kara bulutlarının arkasındaki güneşi ortaya çıkararak yapacağız. -Bunu yapacağız da …Ya sonuç net bir başarısızlık olursa ne yapacağız? -Seni biraz önce bunun önemli bir engel olduğu konusunda uyarmıştım.Yine de soruna farklı bir cevap vereyim.Her zaman başarı beklemek zorunda değiliz.Bazen sadece iyi sonucun çıkacağı umudunu taşımak bile başlı başına bir zaferdir. Bu sözlerden sonra birkaç dakika sessizlik oluştu.Sessizliği bozan Mehmet Hocaoldu: - Ayrıca bir hafta boyunca görüşmeyeceğiz ve sen kendini tanımakla ilgili yazabildiğin kadar yazacaksın...Bir kısmını çizeceksin .Tablolar,resimler kullan .Fakat kesinlikle hayatındaki boşlukları kelimelerle örtüp kendini kandırma.İnsanın önündeki en temel engel kendini

85


aldatmadır.Gerçi insanlar en kolay Tanrı’nın adıyla aldatılır. Celal’in önemli özelliklerinden biri karşıdakini tam anlamak amacıyla çoğu zaman söylenen sözlerin tekrar edilmesini istemesiydi.O;Yanlış anlaşılmaktansa hiç anlamamayı tercih ederdi: -Hocam ben şunu anlamadım:Bir insan Tanrı’nın adıyla kendini nasıl aldatır. -Bu ayrıntılı bir konu.Kısaca şunu söyleyebilirim.İnsan kendi üzerindeki bozuklukları Tanrı’nın gidereceğine dair bir inanç taşırsa bu konuda kendini aldatır.Tanrı değişimi kolaylaştırmaz… -Şimdi bunu duyan biri düşünmez mi ki Tanrı kendi adını niye kullandırıyor? Unutulmamalı ki dünyada farklı benzetmeler kullansak da bir mücadele var.Tanrı bu mücadelelerde kendi tarafını bile tutmaz.Aslında hep aklımıza güvenmekle de hata ediyoruz sezgisel bilgi belki bu bilgilerden farklıdır. -Sezginin de kusurlu yönü kendimize dönük eleştiriyi kabul etmemesi.Kötü olan ,insanların bir kısmının bilinçaltından gelen “neden’leri” fark edememesidir.Kısacası kendini aldattığının farkına varamazlar.Bu doğal olarak farkında olmamaya yol açar.Dikkatimizi hayatımızın gerçeklerine çevirmemize engel olur.Bilinmeyen durum yok edilemez.Bir sorundan kurtulmak için varlığından emin olmak gerek.Ayrıca başarı,ortaya çıkan bir sorunu çözmekte değil sorunun çıkmasını engellemektir.Sorunlarla mücadele etme dertlerle savaşmayı anlatacaklarına sorunların çıkmasına engel olmayı anlatsalar ya! -Evlat !Emin ol ki şunu yap ,bunu yapma demek bir insan için en son aşamadır.Bu telkinler çoğu zaman ters etki gösterir .İnsanın kendine hakim ,oto kontrol sistemi gelişkin bir yapı oluşturması telkinle ilgili değildir. Terapide en nadir kullanılan kelime yap,yapmadır.Bunlar, insanın hep özgürlük isteyen yaratılışına doğrudan müdahaledir.Hiç bir insan kolay kolay bunu kabullenemez. Celal: -Kusura bakmayın hocam belki saçma diyeceksiniz ama insan kendini ne şekilde aldatır. -Bu konuda sana şu açıklamayı yapabilirim.”Basit Gerçekler Hayati Yalanlar” kitabının yazarı Daniel Goleman… -Şu ,Duygusal Zeka’nın yazarı değil mi? Alaattin: -Evet.Tahmin ettiğim yerdesin yani popülerizmin tam merkezinde:Kendini aldatma hakkındaki görüşlerimin netleşmesine yol açtı.Görüşlerimin pek çoğu ondan alınmadır.Fakat ben araya tecrübelerimi ve şairlerden öğrendiklerimi de ekleyeceğim. Önce yalana bakalım:Pek çok insan yalan söylemeyi sevmez bunun yerine yalanı gerçekmiş gibi kabul ederek rahatlar.Ancak daha çok cinsellikte ve aşırı davranışlarda bulunarak farkında olmadan bu yanılgısını başka bir yanılgıyla örter.En ciddi sorunlarıyla alay eder.İçindeki yaranın bir problem olmadığını çevresine aktarmaya çalışır.Çok güler,çok konuşur,çok yer,çok gezer böylece içindeki sıkıntıları bastırmış olur.Vergi kaçıran pek çok zenginin okul yaptırması ,toplumun sorunlarına duyarsız kalan sanatçıların zaman zaman toplumun aksaklıklarını sanata aktarmaları…vs Bütün bu aşırılıklar kendini dikkat üzerinde gösterir.İnsanın dert ve sıkıntı olarak nitelediklerini bastırması dikkati çarpık bir hale getirir.Sakarlık gibi sonuçlar doğurur.Uyuşturucu ,içki alışkanlıkları,sigara,şiddet düşkünlüğü,ve müstehcen filmlerin izlenmesi bu halka için son derece normal sonuçlardır.İnsanlar kendilerini kandırmayı çok severler .Aslında bir ölçüde bu ,hayatı dengeler.Fakat çoğu kişide istenmeyen zamanlarda ortaya çıkar.Bu meselelere teokratik bakış açısı son derece tehlikelidir.Dediğim gibi ,dertlerimizi aktarırken bile dikkatli olmak zorundayız.Teokratik bakış açısı ilk etap için olumsuz etki yaratır.Çünkü bu doğal olaylar zinciridir.Bu sorun Goleman’ın dediği gibi çocukluk acıları da olabilir, sevgili tarafından ret edilme de adaletsiz organizasyonların eziyetleri de… Sözün burasında Celal,önüne baktı.Yüz hatlarında ani bir değişim oldu.Kaşları çatıldı.Yanakları kırmızılaşmaya başladı.Mehmet Hoca,bu değişimlerin hepsini anladı… -Beyinde serebral korteks adı verilen bu bölgenin bir çeşit süzgeç görevi üstlendiğini biliyoruz.Kendini aldatmada ölçüyü tutturamayan insanların çoğunda korteks görev yapamaz haldedir.

86


-Tabii beyin, asıl fonksiyonlarını yavaş yavaş yitirir.Unutkanlık ve dalgınlık yersiz kaygılar,korkular,heyecanlar başlar.Beynimiz de verdiğimiz emir doğrultusunda dikkatin varlığı inkar edilen bu olay ve durumlar karşısında dikkatsizlik tedbirini alır.Tedbir diyorum çünkü dikkat dağınık olmazsa tek noktada toplanacaktır.Bu da sorunun varlığını algılamak gibi o an için tehlikeli görünen bir sonuçla ortaya çıkar.. Beyinlerimiz toplumun doğrularını ya da içinde bulunulan grubun doğrularını bir dinamik olarak sunar.Toplumsal ve grupsal olan doğruları sindirip kendi üzerinde buna aykırı görünenleri yok,kabul etmeye çalışır. Anlayacağın gibi buradaki ruhsal bozuklukların tümü acıyı bloke etmek,maskelemek kaygıyı azaltmak ve böylece beynin tahrip olmasını engellemek amacıyla aslında alınan tedbirler.Bu tedbirlerse gah kurşun olur ,gah bıçak olur deler kalbini insanın. R.D.Laning düğüm dediğim sözlerinde aynen şöyle demiş: “Düşündüklerimizin ve yaptıklarımızın sahası,farkına varmakta başarısız olduklarımız ile sınırlandırılır.Ve farkına varmakta başarısız olduğumuzun ,farkına varmakta başarısız olduğumuz için ,farkına varmakta başarısız olmanın düşüncelerimizi ve hareketlerimizi nasıl şekillendirdiğinin farkına varana dek bunları değiştirmek için yapılacak çok az şey vardır.” “Ya bu çocuk babasına annesine hiç çekmemiş,benim oğlum,kızım böyle yapamaz.Biz seni böyle bilmezdik ““Ya sen nasıl adamsın ,insansın” cümleleri bunun için söylenir.Uyutucu bir nitelik taşır.Farkına varmadan içten içe kemirir ,ve bir gün ağacı kurutur.Umulur ki bu hayatının en güzel günü olmasın Sözün bu kısmında Celal araya girerek “Bu noktada uyutulma yok mudur?Tek suçlu fark edemeyen midir? “şeklinde konuştu. - Elbette hayır ?Fakat herkes sana çok az şey verir.Ve her şeyi ister.Yıkıldığın zaman önemsemez,düştüğün zaman kaldırmaz. Seni düşüren en yakınların bile olsa .Unutma evlat! Kimse kolay kolay bazı dağların içinde lavlar olduğunu bilemez.İçerde yangın vardır;dışarda duman. Kimse bunu fark edemez. Zalimlerle dolu dünyada zalimle mazlum karıştı gerçi. Yine de zalim kimdir ,diye soracak olursan cevabında derim ki: Çocuğunun oyuncak parasını sigaraya ve içkiye yatıran baba,çocuğunu yeterince eğitmek yerine örgü modellerini,mankenlerin hayatını merak eden anne sen de,otobüste arakaya yürümeyen yolcu sen de;öğrencisine hayatı belletemeyen öğretmen sen de,yüzlerce çocuğun istismarla sokağa düşmesine yol açan topluluklar siz de ;futbol maçına kan dökmeye giden caniler siz de,zavallı askerin canına kıyanlar siz de,Çocuklukta provasını yaptığı anneliğe bir ömür boyu kavuşamayacak binlerce kadının parasını yiyen alçaklar siz de,dünyanın en güzel kelimelerini bir öcüymüş gibi gösterenler siz de ,kitap okumayı sevdiremeyen toplum sen de ,üniversitede boş ciltlerle öğrencisini uğraştıran profesörler,vitrinleri gencecik çocukların sokağa düşmesi için süsleyenler siz de ,fiyatı düşmesin diye meyveyi sebzeyi denize dökenler siz ,siz de zalimsiniz.Ve şimdi artık korkmuyorum.Ve sana sesleniyorum Gel ey zulüm zulmün ta kendisi bağrımı delene kadar vur.Ben artık korkmuyorum -Sen de korkma(Elini ensesine koydu.) Celal ,sakın unutma !Korkusuzluğu atacağın ilk yer senin içindir bunca yıllık hayatında,kıyıda köşede ,her nerede olursa olsun biriktirdiğin korkular,acılar,sancılardır evlat. -Celal duygulandı.Avuç içini ısırmaya başladı.Acı duyduğu zamanlarda hep böyle yapardı. Bir acının kalbine gelip saplandığını hissetti. -Peki hocam ya ben bir ölüysem,çoktan öldüm ben mücadele edecek gücüm kalmadı kendimle,bir bir yitirdim umutlarımı güvenimi.Bir türlü kendime hakim olamıyorum.Beynim çatlayacak gibi.Hafızamda ise tek şarkı var. “Oy benim canım, yaralı ceylanım henüz yolun başında solup giden baharım.” Mehmet Hoca hiç etkilenmedi.Tam aksine gülümsedi kahvesini aldı sonra da kısık bir sesle konuştu. -Gücünün kalmadığını söylediğine göre çok güçlüsün evlat.Bizim toplum Rambolarla,asarım keserim’cilerle,kodum mu oturturum’cularla doludur.Sen ,bende güç kalmadı dediğine göre kendinde daha önce güç olduğunu kabul ediyorsun.Olmayan şey bitmez ki.Olan şey , tükenir.

87


-Şarkıya gelince “Bence beynin bir sinyali” o şarkı senin şifren evlat bunu çöz mutluluk onunla başlayacak.Ben sana bu şifre konusunda yardım etmeyeceğim. Neyse konum dağılmasın diye kaldığım yerden devam edeyim.Uzakdoğu ve Hindistan’da zaman zaman ateşe bastığı halde yanmayan insanlar gösterilir.Herkes bunları son döneme kadar mucize sanırdı.Oysa son araştırmalar.Beyne uyuşturucu madde verebilen bir sinirin olduğunu gösteriyor.Yani acıdan önce o bölgeyi uyuşturup acıyı hissettirmeyen bir damar var...Bu bölge acının algılanmasını değiştirmekte ve bunun olumlu olmasını sağlamaktadır.Divan şairi Fuzuli’nin acı çekmeyi çok sevdiği söylenir.Şimdi diyebiliriz ki acı çekmeyi seven insanların beyninin kullanma kapasitesi daha yüksektir. “ Az eyleme inayetini ehl-i dertten Yani ki çok belalara kıl müptela beni” (Dert çekenlerden yardımını esirgeme Ey Tanrı’m, Yani beni dertlere,belalara alışkın hale getir.) “Oldukça men götürme beladan iradetim Men isterem belanı çün ister bela meni” (Ey Tanrım ben yaşadıkça beladan meylimi kesme Çünkü ben belayı ;bela beni ister.(Fuzuli) Ameliyat öncesi yapılan uyuşturucu iğneler uyuma sürecini hızlandırır.Beynin kendi kendine yapabildiği bu şeyi doktorlar ilaçla yapar. İbn-i Miskeveyh korkuyu bir olayın sonucunu kötü düşünme olarak tanımlamıştı.Araştırmalar stres öncesi algılamanın etkisini tespit etmiş.Yılanla karşı karşıya gelen insan birazdan öleceğini düşündüğü için beyne acı çekme sinyali gönderir.Ve fizyolojik belirtiler başlar.Şimdiki zamanlarda ,eski zamanların yılanları yaklaşan fatura ödeme dönemleri. Beyin hayatı boyunca çektiği bütün acıları kaydeder.Bana anlattığın kaza olayında hiç ağladın mı? -Hayır -Peki bir uyuşukluk hissettin mi,geçici unutkanlık gibi bir şey? -Evet tam araba devrilirken hissetmiştim.Havada dönerken ne olduğunu hatırlamıyorum. -Evlat o uyuşukluk beynin acı çekmesini önlemek içindi.Ayrıca beyin ufacık bir acı bile çekse etrafındakiler bunu abartmamasını ister oysa anlatılanlar tamamen gerçektir. Ki acıdan bahseden bir insan tek bir olayı anlattığını sanır.Aslında hayatı boyunca çektiği acıları kapalı olarak anlatmaktadır. Celal,yine araya girdi. Hocam ,sonuçları neler bunun?Acının diğer bilinmeyen somut belirtileri var mı? -Eee evlat ..o da yarına kalsın olmaz mı? -Nasıl arzu ederseniz.

Bölüm 10

88


“ACI –DİKKAT ARASINDAKİ İLİŞKİ “ Sonraki gün buluşmak üzere sözleştiler.Celal, onu anlamaya başlamıştı.MehmetHoca’nın olumlu özelliklerinden biri de yanındaki insanın hep rahat konuşmasıydı.İnsana güven veren yapısı ,hoşgörülü kişiliği ,karşıdaki insanın serbest konuşmasını sağlıyordu.Celal’in iyileşmesinde ne yapacağını sunmuştu. Celal: -Merhaba ,hocam nasılsınız,demeye hazırlanıyordu ki karşıdan pek alışmadığı bir soru geldi. -Celal nasılım bugün? -İyisiniz Hocam,iyisiniz. -Sağ ol. -O zaman sen de iyisindir. Biraz ordan burdan sohbet ettiler.Sonra Celal dün yarım kalan konuyu hatırlattı. -Dikkat bir noktaya odaklanınca sınırlarını duvarla kapatmak ister. Bu esnada diğer bölgelerden gelen saldırılar duvarı delip dikkatin toplandığı noktaya saldırır.Bu durumdan ilk etkilenen cümle kurma yeteneğidir.Biraz önce yaptığımız benzetme doğrulanır ve kurulmaya çalışılan bir cümle içinde istenmeyen cümlelerde kurulur.Bu tür insanların acıya katlanma gücü oldukça yüksektir.Bu ,son yüzyıla kadar bilinmiyordu. Celal: -Alışmış olduğu için mi? Mehmet: -Büyük ölçüde.Aslında bu durumun en iyi benzetmesi bilgisayardadır.Bilgisayar sürekli aynı noktaya vura vura kendisine zarar verebilir.Bunu önlemek için ekran koruyucu geliştirilmiştir.Böylece dikkati dağınık insanlar acı üzerinde odaklanamadıkları için güçlenirler.Gel gör ki bunun sosyal hayattaki yeri kötüdür.Sohbet esnasında hiç ilgisi olmayan konudan bahsetmek gibi,yürürken kendi kendine konuşmak gibi ,durduk yere duygulanmak gibi…vs. Bu sıkıntıları yaşayan insanlar duyarsızdır.Çoğu zaman yanlarında bomba patlasa kısa süre sonra atlatacaklardır.Savaş ortamındaki insanların duyarsızlaşması bu yüzdendir.Sık sık savaşan insanlar bir süre sonra bunu hayatın bir parçası gibi algılar. Bu algılama ise beynin normal fonksiyonlarını yitirdiğini gösterir. -Beynimiz bütün faaliyetlerini yaşamak üzerine kurmuştur.Gelecek tehlikeyi genellikle sezer ,kendini korur.Beynin içinde insanı yaşama bağlayan bir damar vardır.Stres ve bunalım esnasında ilk tahrip olan bölge burasıdır.Bunalımlar esnasında hissettiğimiz yaşamak istememe bu bölgenin tahrip olmasından kaynaklanır.Çoğu terapist sempatik ve para-sempatik sinir sistemini kaybetmiş hastalara bu bölgedeki kan dolaşımının tekrar başlaması için ilaç verir.Ancak unutmamak gerekir ki sevgi ve aşk bu yarayı ilaca ihtiyaç duymadan tedavi edebilir.-Belki sana tuhaf gelecek –Beyin acıyı iyileşmek için çeker. -Afrika’nın pek çok ülkesinde zalim krallara karşı verilen mücadeleler bu gerçeğin örnekleriyle doludur. Endorfin sistemi çöktüğü zaman saldırganlık ve savunma mekanizmaları gelişir.Zalim kralların güçlü ordularından halkın korkmamasının sebebi budur.Çöken sinir sistemleri acıyı algılamaz.Birazcık bilgisi olan bir insan Irak’ta bu kaosun olacağını tahmin edebilirdi.8 yıl komşusuyla savaşan,10 yıl psikolojik savaşla Batıyla savaşan bir halkın ölümden ve silahtan korkması beklenemezdi.Böylesi ortamlarda yoğun stresten bedenin belli bölgelerinde tümörler gelişip kansere de yol açabilir.Bu olayda biraz da istek söz konusudur.Beyin zaten öleceği zaman bunu kendi isteğimle yapayım gibi tehlikeli bir mantık yürütebilir.Başta Filiz Akın olmak üzere pek çok insanın kanseri yendik dedikleri durum budur.Veya var olan tümörü büyüterek bu mantığın hayata geçmesini isteyebilir.Dikkat edersen düşünce sistemimiz beynimiz yoluyla bedenimize hakimdir. Tabi burada mutlak doğru yoktur.Çünkü bazı insanlar geçerli olan görüşler diğerleri için geçerli olmuyor..Bazen bir kısmı doğru oluyor ,bir kısmı da yanlış oluyor.Kişisel gelişim bu noktayı dikkate almadığı için çok ciddi sorunlar yaratabilir.

89


Dikkat sistemi aslında çoğu zaman acının kaynağına yönelip orada odaklanır.Morfin bu merkezi uyuşturduğu için bağımlılık yapar.Önceleri iyi gibi görünen bu durum yavaş yavaş beyni kemirmeye başlar. Her durumda algılamayı değiştirebilirsen acıyı da değiştirirsin. Bunu zannedersem bildiğin Bay jerry’nin hikayesinde görebiliriz. Dikkatini kaygı ve kuruntuya çekmek istiyorum:Goleman , farkındalığa tecavüz eden davetsiz bir misafirdir,diyor.Kaygı bilinç sistemini ve belleğini alt üst eder.Kaygılı insan yolda giderken kaza olacağını düşünür,iki yumruk yiyince öleceğini sanır.Deprem olacak diye semt semt ev değiştirir.Elektrik düğmesine basarken elini on kere kurutur.Parasını hep az harcar çünkü ona göre :Her an başa kötü şeyler gelebilir.Bu konuda Azer Bülbül’ün Her an her şey olabilir, diye bir türküsü vardı.Onu hatırlıyorum.Pikniğe gider yanındaki çalılıktan yılan çıkacak diye düşünür.Uçağa biner ,midesi bulanır çünkü düşeceğinden korkar.Gıdayı stok yapar zamlanacağına inanır.Ertesi senenin tüm ihtiyacını daha o yıl gelmeden görür.Daha uzatmamı ister misin? -Hocam Vallahi böyle insanları yakından tanırım. -Neyse ben devam edeyim Nerde kalmıştık? -Daniel Goleman’dan bahsettiniz: Diyor ki kaygı duygu spazmı yaşatır.Dibe çöken duygu dalgaları yaşatır.Zihin her saniye meşguldür ve derin düşünmektedir.Beyne zorla giren kaygılar ani ve davetsizce bazen araba kullanırken bile zihni etkiler.Kavrayamadığımız bir şey de hız faktörünün ruha bağlı olduğu.Şoför bir an önce gitmek ister çünkü yavaş giderse kötü bir şey olacağına inanır.Hızlı gidip kurtulacağını düşünür.Aklına hep kötü ihtimaller gelir. Hele şanssız bir insan olduğunu düşünüyorsa bu iki katına çıkar.İnatçı duygu ve düşünceler biz istemeden vücudumuzu,bilincimizi alıp götürürse aşırı uyanıklık hali oluşur. Celal acı acı devam etti: -Ben girdaptayken hocam.Yukardan dakikalarca bir tek su damlası sesi geliyordu.Sonra pis kokular,yaşamdan iğrendiren tatlar,daha niceleri dedi yüzünü buruşturarak.Sonra gözlerinin içi kırmızılaştı. Ne olur kesin ne olur kesin yalvarırım.Ben suçsuzum diyerek bağırmaya başladı. Hoca hemen içeri koştu.Biraz kolonya ve özel bir çay getirdi.Celal’in yüzüne bir tokat vurdu.” -Kendine gel, savaş bitti,girdap geçti.Güçlü olmazsan yıkılırsın.Şimdi hayatının en güzel anını düşün şu çayı da iç.Mümkün olduğu kadar yavaş nefes al.Yavaş.. yavaş… yavaş” Çaydan bir yudum alınca tadında bir farklılık olduğunu anladı.Yavaşça nefes alınca her şey geçmeye başladı.Hoca içerden bir ney alıp getirdi.Öyle bir derin dokunuşu vardı ki Celal kısa süre sonra kendine geldi.Kendine gelir gelmez ilk sorusu : -Çay,özel mi? -Çok ,Çin çayı derler.Ama ben özel karışım yaptım yanlış anlama ama içtiğin bardağın maliyeti 5 dolar kadar.Yılda sadece bir kaç kere içiyorum.Avrupa’da bazı kliniklerde tedavi amaçlı kullanılıyor. Sular durulduysa kaldığım yerden devam edebilir miyim? -Lütfen! Hoca,tatlı,hoş ve babacan tavrıyla bir kere daha başladı.O konuşurken Hocanın kendisine ettiği duaların bir sonucu olarak Tanrı tarafından gönderildiğini bile düşünmeye başladı.Hoca ise bunlardan habersiz devam etti: -Gece uyku problemi çeken insanların çoğunda yersiz kaygı problemi vardır.Yalnız yersiz deyişime dikkat et ,çünkü hiç kimseye yerinde kaygıların yanlış olduğunu söyleyemeyiz.Bizim konumuz çoğu realiteden uzak olan kaygılar.Aşırı uyanıklık kendini tedbirle ifade eder. Erzurumlu İbrahim Hakkı der ki “Tedbirini derk eyle Görelim Mevla’m neyler Takdirini terk eyle Neylerse güzel eyler” İbrahim Hakkı Bu aksiyon, kötü rüyalarla devam eder. Rüyaların çoğu kabustur Hayatımızda nefret ettiğimiz

90


insanların bir şekle bürünüp saldırdığını görür.Tekrar ediyorum. Benim bahsettiğim senaryo yazarının biz olduğumuz kötü senaryolar.Yoksa gerçek kaygıyla bu anlattığımız şeyler arasında çok az bir fark vardır.Bize dikkatsizlik ve inkar yardımcı olacak.Adını yine zikretmeden duramayacağım Goleman’ın da dediği gibi.”Tehlike onu gördüğünüz yerdedir.”Bu sözü düşünmeni istiyorum.Hani ölüm korkusu konusunda söylenen;”Ölümden korkma o gelince sen yoksun “sözü gibi. Yüksek bir yere çıkınca herkesin aklına düşme gelir.Fakat söyler misin?Dağcılar zirveye çıkınca neden bu korkuyu hissetmez.Ya da bir poligonda mermilerin bazı insanların kalbine geldiğini söylemesi, bu durumun açık bir biçimde algılama ile ilgili olduğunun göstergesidir.Olay olduğunda nötr durumdayızdır. Olaydan sonraki tepkilerimiz stresi belirler. Bazı kelimeler bazı toplumlarda küfür sayılır diğerlerinde övgü.Olayın senin gözündeki değeri ve hafızandaki o duygunun yeri korkunu belirler.Örneğin yılandan çok insanın öldüğü bir çölde yılanı gören insan ,ölüleri hatırlar.Daha önce gözünün önünde bıçaklanan bir kişiyi gören insanlar bundan sonraki hayatlarında bıçağı sadece ölüm aracı olarak düşünür.Todor Jivkov döneminde Bulgaristan’daki yabancı halkların Bulgar polisini görünce işkenceyi düşünmesi algılamanın kaygı ve stresteki yerini gösteriyor.Peki bu durumda geçmişteki olaylardan çokça etkilendiğini düşündüğüm hafızandaki geçmiş olaylara nasıl müdahale edeceksin? Oldukça şaşkındı bu soru karşısında. -Bilmem … -Tabi ki onları yeni değerlendirmeye tabi tutarak. Zaten senden bütün hayatını yazmanı isteyeceğim.. Biraz önce anlattığım Bulgar polisi olayında .Stres,korku ve kaygı yaratıcı durumlara yeni anlamlar yüklersen .Bu seni oldukça rahatlatacaktır. Celal yine sordu: -Peki ya umduğum olmazsa, yani onları yeniden değerlendirme de başarısız olursak ne yapacağız? Mehmetcevap verdi: -Değiştiremeyeceğimiz bu olayı kabulleneceğiz?Bununla birlikte yaşamayı öğreneceğiz.Candan Osma diye bir kadının romanı var -yazar olmadığı halde eser yazan biriydi.Çok beğendiğim eserlerdendi.O kitapta kadın alkolle savaşıyordu.Sonunda alkolü yenemeyince bir alkolik olduğunu kabul ediyordu.Hayatımızın bazı kısımlarında istenmeyen durumları yok edemeyebiliriz.Bu durumlarda mükemmeli aramak baş belasıdır.Yani sorunsuz,kaygısız,ertesi güne rahatlıkla uyanabileceğimiz bir hayat istiyoruz.Ama unutuyoruz ki bizi güçlü kılan acılar karşısında aldığımız tavırlardır.Şikayet etmek sıradan insanların ,kolaycılığı seçen insanların tavrıdır.Unutmayalım ki Cem Sultanı bu derece yiğitleştiren dev haçlı ve kardeşinin ordularına karşı aldığı tavırdı.Yalnız asıl mükemmellik sorun çıkmadan önce onun çıkmasını engellemektir.Sorun çıktıktan sonra kahraman kesilmek Don Kişotluktur. Geçmişimizi yeniden değerlendirme çalışması başarısız olursa ,kabullenmek zor gelirse diğer seçenek inkardır.İnkar türleri farklı.Annesini kaybeden bir çocuğun sonraki hayatına annenin çok önemli bir varlık olmadığı ve kötü annelerle ilgili anıları çok kolay bir biçimde hafızasına kaydettiği bilinir. Sana bir olay anlatayım geçmiş yıllarda bir öğrencim köpekleri televizyonda bile izlese korktuğunu söylüyordu.Ona ,bunun ruhsal bir gerçeklik olduğunu söyledim.Sohbetlerimizin birinde şöyle demişti.Altı yaşındaydım .Komşumuzun dev köpeği bana saldırdı. Burnumu ve omzumu ısırdı.Ondan sonra köpek kelimesini duymamla korkmam bir oluyor.. Bu öyküde hatırlatıcı unsur “köpek kelimesidir”..Hafıza kelimeyi duyar duymaz korku hafızasını canlandırıyor.Böylece korku vücudun fiziksel belirtilerini göstermesini istiyor.Yüz ,eller,ayaklar kork! talimatını alıyor. Bu olayı derinlemesine incelediğimizde ortaya hafızaya altı yaşındayken verilmiş “Köpeği,görünce kork!”talimatı zamanla köpekten kork olmuştur,bilgisine rastlıyoruz.Kişi bunu şahsiyetinin gelişim çağında alıyor emirler arasında ayrım yapamadığı için alınan talimat köpekle ilgili ne varsa bunlardan kork şekline dönüyor.Demek ki zihne verilecek talimat burada

91


çok önemli .Ve ilk yirmi dakika içerisinde bu olayı unut talimatı verilmemişse Maalesef belleğimiz bunu kalıcı hafızaya kaydediyor.Buna ilaveten bilinçli zihin amigdalaya-Hafızanın duyguları depoladığı kısım-unut talimatı verse de.Amigdala bunu unutma şeklinde algılarsa ,kötü olay ya da durum unutulamaz. Hissizlik bir realite olduğu zaman olması gerektiği şekilde duygulanmamaktır.17 Ağustos depremi televizyonlarda naklen verilirken kahvede bu olayı izleyen biri kahvede gülünce herkes ona kızmış: Ve bir arkadaşı gelip “ben seni yufka yürekli bilirdim .Bu yaptığın doğru mu “? demiş. Oysa unutulan bir durum var.Birincisi ağlanması gereken bir yerde gülen insan en çok sıkıntı çeken ve üzülendir.Çünkü ağlamaktan korkan bu kişi gerçek benliği olan yufka yürekliliği gizlemiştir. Diğer bir ihtimal algılama bozukluğudur:Yani o olayın ağlanacak bir olay olduğunu anlayacak bir hafıza yaşanan olaylar neticesinde yıpranmıştır.Nitekim anlattığım olayın kahramanı birkaç yıl sonra gördüğü terapi de bunu anlatınca olayın sırrı çözülmüş oldu. Çok fazla sıkıntı çeken insanların biraz önce de anlattığım gibi dikkatleri kararır,odaklanamazlar,şaşkın bir haldedirler.Sürekli kalbim sıkışıyor,daralıyorum kelimelerini kullanırlar.Aslında bu insanlar şunu demektedirler:Benim acı ve hüzün hafızam dolmak üzere.”Bilemedikleri durum ise 3 yaşlarından itibaren yaşadığımız her olayın hafızaya kayıtlı olmasıdır.Hatta son araştırmalar anne karnındayken çocukların dışarda annesini etkileyen olaylardan etkilendiği, bunların bir kısmını hafızasına kaydettiği şeklindedir. Ebeveynini kaybeden insanlar hayal ile bunları engellemek yolunu da seçebilir..Hayalin küçük bir miktarı insan için çok faydalıdır.Ancak durum kontrolden çıkıp gerçekleri kabullenmede zorlanma gibi olumsuz sonuçlar doğurur. Kaygı ve streste inkar çoğu zaman kurtarıcı rol üstlenir.Aslında Freud’un da belirttiği gibi savunma mekanizmaları normal insanlar tarafından da kullanılırlar.Bir dereceye kadar oldukları sürece hiçbir zararlı etkileri yoktur Bu tür durumlarda alkol ve yatıştırıcı ilaçlar en tehlikeli nesnelerdir.Bağımlılık yaptıkları ispatlanmış.Fakat anti-depresanlar için aynı durum söz konusu değildir.Anti-depresan ilaçlar bağımlılık yapmazlar.Bu nedenle bunları kullanma normal insanlara da zaman zaman doktorlar tarafından tavsiye edilir. Goleman Freud’u inceler ve şöyle bir sonuca varır: Uyaran-algı-hafıza1-hafıza2-hafıza3-bilinçaltı-sansür-bilinçöncesi-sansür-bilinç-yanıt ya da tepki . Tabi bu bilginin şekil değiştirebileceğini anlamışsındır.Bozuk olan devrelerden geçen basit bir olay bile hafızanın alt bölgelerini geçerken ,tepkiler ruhsal rahatsızlık geçiren insanlarda ciddi algılama bozuklukları yaratır.Geceleyin paltoyu gören birinin bunu canavar sanması ,diğerinin basit bir kumaş sanma ihtimali çok yüksektir.İşte tam bu noktada “yok canım abartıyorsun” cümlesi çıkar ortaya .Oysa mübalağa dedikleri söz kümeleri algılamanın zayıfladığını belirtir.Bütün bu olaylar tahmin edilmeyecek kadar kısa sürede olur.Bilinç ötesi ya da bilinçaltı bölgesinden bilinç bölgesine çoğunlukla bilgi akışı hatırlatıcı öğelerle olmaktadır.Yani bilgi akışı gördüğümüz bir olay neticesinde,nesne algılamasında ortaya çıkabilir:”Bana bir zamanlar tanıdığım birini hatırlatıyorsun.Şarkılar seni söyler” cümleleri algıdaki durumları gösterir Freud’un düşünce sisteminde en büyük eksik :zihindeki kötü ya da iyi olarak tanımlanan bilgilerin bir yolu izlediği şeklindeydi.Oysa bilgiler karmaşık bir örgüye sahiptir. Süzgeç adını verdiğimiz beyindeki sansür bölgesi ,karşılaştığı bir durumda çevresini,insanların beklentilerini,geleneklerini yaşam tarzlarını dikkate alarak tepki oluşturur.Bu tepki daha sonra strese ya da uzun sürerse bunalıma sebep olur.Örneğin çevrenin kendisinden erkek doğurmasını bekleyen bir kadın doğumu yapmayınca toplumda kendini suçlu hissedebilir..Çevrenin algılamasını ya da söz konusu kişinin algılamasını değiştirmek gerekir.Ancak unutmayalım ki özel hayatlarını bile çevreye göre ayarlayan insanlar ciddi kişilik sorunları çeker.Mutlaka özgün ,şahsa ait bir duygu ve düşünce silsilesinin ya da sanatsal ürünlerin olması gerekir.Bu, o insanın kendini değerli hissetmesine yol açar.

92


Çünkü şu raflarda görmüş olduğun kitaplardan çıkardığım sonuç.Ruhsal sıkıntıların temelinde -hassaten çocukluk ve gençlikte-sevgisizlik ve değersizlik olduğu.O zaman bir insana değerli olduğu olacağı sosyal rol verilirse veya O elde ederse pek çok sıkıntının kendiliğinden çözüleceğini sanıyorum. -Beynimizin olağanüstü bir kapasitesi var.Çoğu davranışımız farkındalık bölgesinin dışında gerçekleşir.Büyük kısmı amigdalanın ve bilinçaltı bölgesinin hakimiyeti altında .Duygusal olarak nitelenen insanların zihinlerinin bu iki bölgesi oldukça yoğun mesai yapar. Geçmiş yaşamımız ve bugünkü isteklerimiz bilinçaltı bölgesini oluşturur. Kısa bir süre duraklayınca Celal oldukça rahatladı.Çünkü bazen teyp getirirdi. Celal , hocanın dediklerini özetle çokça kısaltma kullanarak yazıyordu. Mehmet Hocadevam etti: -Şimdi evlat, senden bu güne kadarki geçmişini bir hikaye şeklinde mümkün olduğu kadar beynin sansür bölgelerini az kullanarak yazmanı istiyorum.Bir de yazarken hiçbir imla kuralına uyma.Mümkün olduğu kadar hızlı yaz! - Hocam bu hikayeyi istemenizdeki özel sebep ne? -Evlat, hikayeler bilinçaltı bölgemizden izler taşır.Meydana getirilen olay halkasında sebepsonuç ilişkisinde bilinçaltımızın izleri vardır.Hüseyin Rahmi’nin hayatını bilirsin. -Unutma :Ben kimim,neyim ,nerden geldim,yapım nasıl oluştu,kendi geçmişimi nasıl tanırım.Bu seni tanımamızı sağlayacak bir hikaye olmalı.Hatırlamak için eski fotoğraflarını ,tanıdıklarını,babanın bilgilerini kullan!Bunu mümkün olduğu kadar gece yap.Geceler şairlerin ilham vaktidir.Geceler büyüklerin dostudur.Geceler…yalnızların dostudur.Geceler başarıların planlanacağı yer ve zamanlardır. Celal: -Hemen mi istiyorsunuz? -Hayır .Hazır olduğunda. “Hayat, çarpar ya ağırlığını camlarına evlerin, ışıklara aldanmayın, evler de yalnızlıktır, evler de...Siz çekersiniz gece büyür, gece çeker de bazen siz küçülürsünüz; geceler yalnızlıktır...”yılmaz odabaşı “Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı” Ne gönlümün ateşinden başka yanan ,üzülen kimse var ne de sabah rüzgarından başka kapımı çalan var. Fuzuli BÖLÜM 11 GEREKSİZ GÖRÜLEN! AYRINTILAR Akşam vakitlerinde Sözyazı mevkiinden şehre bir akış başlar.Bin bir çeşit araba olmaması gereken bir hızda eğitimciler sitesinin kenarından sahile doğru akardı.O vakitlerde en çok bira ve içki taşıyan kamyonlar başka bir şehre doğru yola çıkardı.Yol çok dar olmasına rağmen ara sıra hatalı sollama yapan bazı şoförler pek çok kaza yapardı. saat gece 2 ile 3 arasında polisler denetleme yapardı. Kalabalık ailelerin bulunduğu arabalar. Saat 24 civarında dağ tarafına doğru akardı.Bar ve eğlence yerlerinden şehrin her yanına yayılan canlı müzik sesleri ara sıra bu merkezlere gidecek kadar zengin olmayan herkese bedava resital sunardı.Hemen hemen her gün saat on civarında havai fişekler atılırdı.Geneli zengin olan bu ilçedeki insanlar ara sıra öyle değişik fişekler getirirdi ki insanlar sadece bu şölen için bile düğünlere gelirdi.Lüks araç sahibi olmak bu ilçede moda değildi. Bu nedenle çok eski model arabaların sayısı oldukça yoğundu.Bu öyle bir tutkuydu ki eski model araçlara müthiş bir bakım yapılır bunların bir kısmının fiyatları yeni araçların fiyatıyla eş düzeye gelirdi…

93


Güvenlik sorunu güneş battıktan sonra başlardı.Beşer onar kişilik gruplar halinde gezen yerli çeteler ve daha kalabalık gezen yabancı çeteler.Sık sık karşı karşıya gelirdi.Bu kavgalarda pek çok kişi yaralanmıştı bir keresinde iki kişi öldürülmüştü. Polis sayısı geçmişe göre fazlaydı ama faydası yoktu.Nüfusu yaz aylarında artan kasabada iklimin ekonomiye katkısı olmasa insanlar perişan olacaktı. Sahil tarafından ruhu okşayan bir rüzgar o akşam tatlı tatlı eserdi.Bir kere daha bir araya gelen Mehmetve Celal , selamlaştıktan ve el sıkıştıktan sonra uzun süre konuşmadı . MehmetHoca,top oynayanlara,gezenlere,sürekli okey oynayanlara bakarak söze giriş yaptı: Ah bu insanoğlu ne çok seviyor boş işleri.Yazık ,demiyorlar beynimize,kalbimize.. Geçmez sanma acılar Gülsün yüzün ağlama Bu ömrü yaşar iken Boşa kürek sallama.(Recep Pelit) MehmetHoca’nın o anda morali biraz kötü görünüyordu.Gözlerinin içine bakınca sanki geçmişte pişman olduğu bir durumun izini yaşıyordu.Boş zamanlardan bahsedince ,onun hayatının bir kısmını boşa harcadığı anlaşılıyordu: -Hayatımızdaki bir sürü gereksiz ayrıntıyı beyinlerimize kaydederiz.Sonraki yıllarda bu eylemimiz hafızamızın olumsuz çalışmasına sebep olur.Zihin yeni gelen bilgileri kaydedecek yer bulamayınca unutma tekniğini kullanır.Bu teknikte genelde dengeyi koruyamaz ve gerekli bilgileri de siler.Frederıc Vester’in tespitine göre olay yaşandıktan sonra ilk 20 dakikalık dilim çok önemli.Eğer hafızamıza “unut” dersek bunu kalıcı hafızaya kaydetmez. Kaydetmezse ruh sağlığımız çok daha iyi olur. -Hiçbir anı iki kere yaşamayız.Tecrübelerimiz,bizi anlayamayacağımız bir kişiliğinin içine çeker.Zihin geçmiş yaşantısı ile şimdiki yaşantısını birleştirir,ayrıştırır,eksiltir ortaya gruplandırmadıkça üzerinde dikkatle durulmadıkça çözülemeyecek bir ağ çıkar. - Geçmiş yaşantıya ait her olay kare kare kayıtlıdır.Bunları organize etmek ise zannedildiği gibi kolay değildir. Yıllar önce, gençliğimdeki hatalarıma bakıyorum da bazen.Şimdiki bilgimin çok küçük bir kısmı bile hayatımı çok etkilerdi.Oysa öyle mi oldu?.Hayır.Sonunda saçlarımın bir kısmını kaybettim.Sonunda pek çok dostu kaybettim.Sonunda …boş ver. -Beyinle ilgili bilgiler veriyordunuz .Devam etseniz. Beynimizdeki şemalar bizim hayat ve toplum karşısında bir tavır almamızı sağlar.Özellikle orta dünyada gençlerin yaşamlarındaki en temel düşünce şiddetin bir gereklilik olduğu şeklindedir.Ayrıca iyi bir araştırma yapılırsa yüzyıllar önce bile bu geleneğin aynı olduğu tespit edilecektir.Unuttuğumuz bir şey var ki: Şemalar bütün nesiller boyunca zor değişirler.Yine de birileri çıkıp toplumun ve bireylerin bu aksaklığına karşı çıkarsa şemalar yeniden düzenlenir ve Ortaya yeni bir toplum çıkabilir. Avrupa’nın ataları geçmişte şiddete düşkündü.Şimdi de dünyada barışın temsilciliğini yapıyorlar. Her insan bir şekilde doğru yolda olduğunu kendisinden ve ideolojisinden başka iyi bulunmadığını söyleyebilir.Bu,insanların bilgileri kategorilere ayırırken yeni şemaların eklenmesine izin vermez.Böylece yeni şemalar eklenemez fakat eskileri güçlendirmek için şemalar eklenir.Bir gazeteyi okurken kendi inancına aykırı haberleri rüzgar hızıyla geçen nice insan görmüşümdür.Bu insanların zaman zaman ‘’sen hala eski.................sin;hiç değişmemişsin sözlerini duymamızı sağlar. -Aslında bu bakış açısı beynimizin gelişmesini engeller.Çünkü doğal olarak kendini ve çevresindeki unsurları mükemmel gören bunlardaki noksanlıkları da görme yeteneğine sahip olamaz. Celal’in sıkıldığını anlayan Mehmet Hoca hanımından çay yapmasını istedi ve ara verdi.Bahçedeki çiçekleri tanıttı.Sadece bir hatta yedi ayrı gül ağacı vardı.Hele bir de gül reçeli ikram etti ki nefisti. Çay hazır olunca tekrar içeri geçip sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler.

94


Celal: -Hocam , hafızadan bahsettiniz.Hafızamızı korumak için ne yapabiliriz? -Sevgili Celal! Çok acelecisin oraya da geliriz.Merdivenlerde yürürken basamak atlar mısın? -Genelde. -Belli Belli! Burada benim sana söyleyeceğim başka bir konu da dikkat ve algılama arasındaki ilişkidir.Derslerde fark ettiysen bir grup öğrenci dersi dinlemez.Öbür kısmı dinler.Herkes, her şeye bakar ama her kes aradığını görür.Eğer hafızanı korumak istiyorsan bunun kolayı var bir şekilde bunları arar bulursun. Ünlü Matrix filmini seyreden iki ayrı kişi şunları söylemiştir.”Ben bu filmde açık bi tasavvuf etkisi gördüm.”Diğeri “emperyalizmin sahtekarlığını gördüm” Başka biri “Bu Uzakdoğu yaşam felsefelerinden alınan bir değerler sistemidir ,”diyebilir. Her üçü de ayrı noktaya odaklandıkları için bu gayet normaldir.Zihin bir durumu değerlendirirken veya algılarken onunla ilgili olmayan binlerce objeyi atacaktır.Bir futbol maçında rakip takımın iyi oynadığı tüm alanlar,dakikalar,görüntüler atılacaktır.Öte taraftan kendi takımının kusurlu noktalarını daha az görecek iyi oynadığı en ufak anı dahi kayıt edecektir. Maçın sonunda ise kendi takımını mükemmel; rakip takımı ise zayıf ve beceriksiz görecektir.Kurallar hayatımızda iyi ya da kötü olarak nitelendirdiğimiz şemalar için hep aynıdır.Bizden olan güçlüdür,olmayan zayıftır! -Zannedersem sen de ne diyeceğimi anladın.Hiç kimsenin dikkatini çekmeyen bu çamurlu sokaklar ve ufak havuzlar şair tarafından hemen bilinç ötesi,bilinç altı ve bellek bölgesinden geçirilerek sunulmuştur. -“Necip Fazıl’ın yürüdüğü kaldırımları adeta ölümsüzleştirmesi,Nazım Hikmet’in yoksulları ve memleket hasretini ,gurbet derdini aktarması vs. Doğrusu şudur : belleğimize neyin girip neyin girmeyeceğine biz karar veririz.Bir süre sonra ise bu tepki otomatikleşir. - “Amerika’daki bir skandal esnasında görevlilerden biri yalan makinesine bağlandığı halde olayı gerçek dışı bir biçimde yansıtmıştır.Mahkeme psikolog ve terapistlerden oluşan heyetten durumu incelemesini istemiştir..Yapılan uzun araştırma sonucunda bu kişinin olayı görmek istediği gibi gördüğü yani algılamasında bir sorun olduğu ve gerçek olmayan görüntüleri gerçekmiş gibi kaydettiği kararına varmıştır.Mahkeme bu kişinin bir çeşit arzulu hatıra oluşturduğu ve istem dışı yapmış olabileceği gerekçesi ile ceza vermemiştir.” -Bu durumda zihnin gerçeklere muhalefet etmesi gibi ilginç bir sonuç da çıkar.Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah’ında Ahmet Cemil’in algılaması çok iyi yansıtılır.Kahraman olayları hep görmek istediği şekilde görmektedir. Bölüm 12 GEÇMİŞİMİZ NE İSE GELECEĞİMİZ DE O OLABİLİR Goleman’ın da kitabında belirttiği gibi,geçmişe hakim olan geleceğe de hakim olur.”Peki beynimizin içinde geçmişi kim kontrol eder.Bir otobiyografi türü olan hafıza tarafımızdan yazılır.Kendimize ait kavramlar ve şemalarla süslediğimiz bir tablo gibidir.” Geçmişi değerlendirecek olursak kendimizle uzaktan yakından ilgili olan her şeyi kaydettiğimizi göreceksin.Hayatımızın bu şemalarından kendimize bir bakış açısı çıkarırız. Celal: -Hocam ,burada ilgisi yok biliyorum.Yine de aklıma geldi.Size hayatımı anlatırken söyledim.Hayatta en çok sevdiğimiz insan neden cenaze törenine en sevdiğinin gelmesini istemez? -Daha önce de söylemiştim.Muhtemelen o senin kalbinde ölmek istemiyordu.Onu yaşatacak yegane yerin senin kalbin olduğunu biliyordu.Onu toprağa girerken görseydin beynin bugün berbat vaziyette olurdu.Çünkü hala onun ölmediğini düşünüyorsun.O ebedileşmek

95


istedi.Böylece Canan’ın Celal’den neden cenazesine gelmemesini istediği de anlaşılıyordu. -Aynı zamanda evlenmemi de istedi… -Celal, bu kız seni gerçekten sevmiş. Gerçek seven sevdiğinin mutluluğunu ister.Kendinden vazgeçme pahasına… -Dediğiniz gibiyse yani geçmişi nasıl değiştireceğiz. Elleriyle şakaklarını göstererek ,burda dedi ve devam etti: -Sıradan bir hayat yaşayanların çoğu kendini mükemmel tanıttığı halde,örnek hayat yaşayan insanların bir kısmı kendini suçlu görecektir.Toplumların kötü olarak nitelediklerinin bir şansı var:Hayat karşısında kendilerini suçlu görmedikleri için ruh yapıları sağlam olabilir.Öte yandan iyi olarak nitelenen insanlar en ufak olayda bile kendilerini suçlu gördükleri için küçük sarsıntılar bile derin izler bırakabilir.Hapishanedeki mahkumların çoğu haksız yere içeri konduğunu düşünür.Böylece beyinlerini suç kavramından uzak tutar.Geçmiş yıllarda yöremizde yakalanan bir hırsız suçlunun kendi değil onu yetiştiren toplum olduğunu söylemişti. Şilinin eski diktatörü Pinochet’in polis başkanı binlerce kişiye işkence yaptığı halde bunu devletini korumak için ve ailesinin geçimini sağlamak için yaptığını söylemiştir. -Hocam özsaygıdan bahsediyorsunuz değil mi? - İnsanın geçmişiyle barışık olması gerekir.İnsanın geleceği ile barışık olması gerekir.Hatta insanın kendisiyle barışık olması gerekir .Eğer olmazsa öz saygı kaybolur kişi bir şekilde kendini cezalandırır.Sakar olur.Kendini eleştirir.Birey olamadığını düşünerek suç ortamına doğru kayar.Daha tehlikelisi öz saygısı olmayan kişinin ölüm korkusu ve gereksiz kaygıları oluşur. Celal: -Diyelim ki barışık değil.O zaman ne olur? Kişi kendini ve çevresini tanıtırken olumludan ziyade olumsuzu öne çıkarıyorsa,kendini acındırmak istiyorsa,bazen hafif bazen ağır depresyonlar bu eleştiri ağını takip eder.Kişiler fark edemedikleri depresyonlar yaşayabilir. Her şey üstüne üstüne gelmektedir.Kimsenin kendisini anlayamayacağını düşünür.Depresyonun en şiddetli olduğu dönemde eleştiri bombardımanı en üst düzeydedir.Bu şekildeki bir insan : “Ben korkak,değersiz,yüreksiz,kusurlu,zayıf biriyim.Yapacak bir şey yok fikriyle, bu günlerde çok rastladığımız suçlulardan biri haline gelebilir. -Oysa normal bir insan biraz korkak olabilirim fakat cömert bir insanım.Tanıdığım insanların bir kısmından daha korkağım,korkularım durumdan duruma değişebilir,bendeki kusurlar sıradan bir insandan fazla değil,Kendimle zorluklarla savaşıp yenebileceğimi seziyorum diye düşünür. -Değerlendirme yönteminin dışındaki faktörler neler?Yani çok istediği halde engel olamayacağı türden şeyler -Kalıtım tabii ki. -Şiddet eğilimli toplumların ve ailelerin genetik yapısında da bazı noktalar vardır.Nesilden nesile geçen bu eğilim maalesef çok zor yenilecek bir durumdur.Aslında ruhsal yapının ne derece bozulduğunun göstergesidir şiddet.Burada istediğin kadar konuş sonuç hep aynı yere çıkar:Yüreği sevgi dolu olan tüm insanlar yaşadıkları ne olursa olsun sıkıntılarını yenebilirler. Aile ortamının sevgi dolu olması pek çok sıkıntının doğmadan yok edilmesi demektir.Kalıtımı bile değiştirecek güçtedir. -Suçluluk kavramı arkadaşlar,aile ve okul üçgeninde mağlup edilirse mutlu yarınlar seni bekliyordur.Gel gör ki böyle bir ortamda bırak mağlup edilmeyi ,galip bile gelir Okulda öğretmenler :Siz aptal mısınız,geri zekalılar,tipi bozuklar terbiyesizler,sizden ne köy olur ne kasaba, eşek hoşaftan ne anlar gibi cümleleri sarf ederek karşıdaki insanı, kendini suçlu hissetmesi için çabalarlar. Net söylüyorum;Bu bakış açısı bir insanı bıçaklamakla aynıdır.Tek fark birinin fiziksel diğerinin ruhsal oluşudur.Sevgili Orhan Gencebay’ın da dediği gibi ,”Dil Yarası En Ağır Yara’dır. -Aile içindeki ağabey ve kardeşlerin bakış açısı da çok önemlidir.Sürekli aşağılayan,küçümseyen

96


konuşma ulan, gibi lafları sık kullanan,eşek,salak ,geri zekalı laflarını kullanan ve kardeşlik kavramından faydalanarak sokakta cesaret edemediğini kardeşine yapan ağabeyler veya babalar ne yaptıklarının farkında değiller:Bu aşağılama ve eleştiriler,beyin damarları arasındaki kan dolaşımını olumsuz etkiler.Gerçi bunlar sonraki yıllarda anti depresanlarla tedavi edilebilir .Fakat bir çiviyi ağaca çaktığını düşün!O çiviyi çıkarsan bile izi kalır.Zannedersem Gordiya topraklarında yetişen binlerce talihsiz çocuğun dağa çıkmasında ,depresyon yaşamasında görünmeyen sebeplerdendi. Dikkat çekeceğim başka unsur ise çocukken yalnız bırakılan insanların,boşanmış ailelerin ,anne babalarını erkenden kaybeden çocukların benliklerinin ve varlıklarının saldırıya uğradığı düşüncesidir.Maalesef Celal,bunlar bir insanın yaralanmasına yol açar.Bu çocuklar kötü yola daha kolay düşer,sokak çocuğu olmaya meyillidir.Saldırgandır..vs..vs. Bu bireyler ileriki yaşlarında bile kendilerini suçlu hissederler. Kendini suçlu hissedenler iyi ben ya da kötü ben kavramını oluştururlar..Bu kavramlar onların hayatlarının olumsuz noktasının başlangıç yeridir.Bahsettiğimiz bir durum aynı zamanda çocuğun eleştiri dolu,hakaret dolu beceriksiz,günahkar,saldırgan kişiliğinin ortaya çıkmasına sebep olabilir Gerçi beynimiz olmadık zamanlarda bunları ortaya çıkarıp yeniden değerlendirmeye almamız için çabalar fakat çok ender olarak bunu fark ederiz.Zihnimiz her şeyin çaresini bulmaya çalışır .Ama biz ona yardımcı olamayız.Çünkü kendini tanımayan bireyler doludur ,şu toplum. ÇEŞME-i iNSAF Gibi KÂMiLE MiZAN OLMAZ KiŞİ NOKSANINI BiLMEK GiBi iRFAN OLMAZ –TÂLiB Mükemmelliğin merhametten daha iyi ölçüsü olmaz Kişinin noksanlıklarını bilmesi gibi erdemi olmaz -“Zaman zaman yaşanan sıkıntılı olaylar hafif de olsa bastırılmış kişiliği ortaya çıkarabilir.Ya da bireyin kendisinin olup olmadığı konusunda şüphelendiği ,bu ben miyim? Allah’ım dediği zamandır.Aslında bazı uzmanlar bu tarz durumların bebeklik döneminde huzursuz bir aile ortamında bulunmasından kaynaklandığını söyler.Ben buna bebeklik dönemindeki tatsızlıkların sonraki çağlarda onaylanması için stresli durumların kullanıldığı kanısındayım. “ -Evladım kendini bir şekilde suçlu ,salak,manyak,beceriksiz,kişiliksiz olarak niteliyorsan bil ki.:” Gerçekten suçluysan bu suçunda hiç kimsenin kabahati yok mu?Seninle ilgilenmesi gerekirken kahvedeki oyununu,arabasının modelini,tarlasını düşünen ebeveyn hiç mi suçlu değil?Günah ve kötülük dolu kelimeleri sana ilk defa tanıtan arkadaşların ve çevren hiç mi suçlu değil?Sen daha bebekken yanında sigara içerek seni önemsemeyen ağabeylerin hiç mi suçlu değil?Ufacık bir çocuğun ne kadar hassas olduğunu bilmeyen ve beddua sıralayan anne hiç mi suçlu değil?Sana adam kesmeyi ve müstehcenliği öğreten televizyon programları hiç mi suçlu değil.Döktüğün bir bardak su için seni hırpalayan anne baba hiç mi suçlu değil?Okuması araştırması toplumu düzeltmesi gereken insanlar hiç mi suçlu değil?Bir çocuğu 11 sene eğitip ona bir güzel yazı ve konuşma dahi öğretemeyenler hiç mi suçlu değil?İyi bir insan olduğuna inanıyorsan -Bir toplumbilimci olarak açık söylüyorum yaşadığımız tatsız olayları düşünürsek tek suçlunun biz olmadığını anlarız .Şimdi ayağa kalk ve pencereyi aç,bak çevrene . karşındaki ağaçlar ne diyor? Bana ,su ve besin verdiniz. Ben de size meyve vererek sizi ödüllendireceğim.Ya vermeseydik! Tekrar soruyorum:Susuz kalmışsan suçlu sen misin? Birkaç dakika sustular. Alaattin: - Bence en az suçlu sensin.En …az …..suçlu…….kişi ….sensin.!Anladın mı? Güneş yavaş yavaş batmaya hazırlanıyordu.Akşam olmuştu. Mehmet Hoca, Celal’in koşulsuz kabul edeceği bir teklif sundu: Celal ,akşam sahile inelim benim semaveri götürelim .Bir taraftan çayımızı yudumlarken ,diğer

97


taraftan ateşi seyrederiz.Sevdiğim ve beni rahatlatan işlerden biridir.Ateşin içinde sanki benim suçlarım yanar .O ateşi her yaktığımda içimde kötülüklerin kül olup uçtuğunu düşünürüm..Ateşe bakarak meditasyon yaparım.Bir taraftan dalgalar diğer yanda parkta oynayan çocuklar neşe dolar içim.Bir buçuk saat sonra yola çıkalım. Bir buçuk saat sonra sahil kenarında piknik yapılan bölümün biraz altında ateş yaktılar .Kısa bir süre sonra çayı demlediler.Ve Mehmet Hoca bitmek bilmeyen hazinesini açmaya başladı. Nerde kalmıştım evlat ? - Suç kavramını anlatıyordunuz. -Öncelikle şunu sormak istiyorum? -İntihar fikri artık aklına geliyor mu? -Evet geliyor ama eskisi gibi değil.Bana hakim değil.Ayrıca sizin yanınızda iken hep kendimle ,acılarım ve geçmişimle savaşmak istiyorum.İntihar bana yenilgi gibi geliyor. -Müsaade edersen bu konuyu yengene de aktaracağım.Çok sevindim. -Suç kavramı demiştin değil mi? -Gençlik döneminde aşırı stres yaşayan ve bunalım geçiren insanlar.Kötü anılarını bir türlü unutamazlar.Onlar unutmaya çalıştıkça daha net hatırlanırlar.Hele bir de senin doğduğun topraklar gibi korkunun egemen olduğu yerlerde insanın ruhi yapısı daha çok bozulur. Bir de kişi kaygılı,kuruntulu,endişeliyse inkar ve kötü anılar insanı daha çok etkiler.Ve kendini aldatma arttıkça beyne ve dolayısıyla tüm vücuda vereceği hasar artar.Hep kötü olayların olacağına dair kuvvetli bir inanç başlar.Eğer sen de bu durumları yaşadıysan Budizm’i tam bu noktada kullanacağız. -Dikkat ,kendini aldatma olayından en çok etkilenen yerimizdir.Dikkatimizi toplamayı öğrenmekle başlayacağız.Batının psikolojisiyle Budizm’in psikolojisini birleştireceğiz. -Olumsuz düşünme talimatı alan bir beyin başarısızlıklarını,hatalarını,endişelerini dakika dakika kaydederken.Başarılı ve kaliteli yönlerini unutmayı tercih edecektir.Bu noktada Budizm,dualiteden öte bir bakış açısı getirir.Yani iyi ya da kötü,olumlu ya da olumsuz diye bir şey yoktur,der .Seni iyileştirecek olan da bu. -Vakit epeyce ilerledi. Bu vakitlerde aileler piknik yerinden çekilirdi.Yavaş yavaş alemci gruplar dolardı .İçkilerini içtikten sonra kimi ağlar,kimi güler kimi yatardı.Kimi ağız dolusu küfür ederdi… Mehmet Hocaneyini çıkarıp biraz üfledi.Ney çalmaya başlayınca etrafta sesi duyan herkes sustu .Bir kaç kişinin ağlama sesi duyuldu.Alkolik, Candan Osma’nın da dediği gibi,duygusal olurdu.Celal ,gökyüzüne baktı.İki elini kaldırarak : “Sana şükürler olsun.bundan önce burnumdan gelmişti hayat .Sonunda yarattığın dünya bana da gülümseyecek.Bana bu insanı gönderdiğin için binlerce defa şükürler olsun,”dedi. Hoca,öyle dalmıştı ki bunu fark etmediğini düşündü.Sonra ara verdi. -Bu mereti de çok severim ya.Dıştan baksan bir kamış ama yakıyor …. -Var mısın bu geceyi uykusuz geçirelim -Siz uygun gördükten sonra benim için önemli değil.Zaten saat dörtte beşte yatıyorum. MehmetHoca: -Y a hu vazgeç şu teyplerden sözlerimi yazmaktan ne yapacaksın bunları? Celal: -Bir sürü güzellik vardı hayatımda hepsini kaybettim.Ama bu defa kaybetmeyeceğim. Alaattin: -Celal ya! bana girdabı anlatsana. -Önce her şey dönüyor,acılar,kederler dönüyor etrafında.Sonra kaygılar beynine yayılınca bir çok şeyi feda ediyorsun.Dikkatini ,arkadaşlarını,hatıralarını,paranı birer birer denizin dibine gönderiyorsun.Anneni ve babanı düşünüyorsun .Seni dünyaya getirenlere sitem ediyorsun.Sonra da deniz kenarına geliyorsun acılarına son vermeye.Şansın yaver giderse ,sizin gibi değerli bir dost çıkıyor.Gitmezse …….iyi ki gitmedi. MehmetHoca: -Bütün bu zor zamanlarda ne yapardın? Celal:

98


-Mümkün olduğu kadar acıyı inkar eder ya da bastırırdım.Bilincime hakim olmasına izin vermezdim.Bazen acı ve kederden bahsederken kendime ait değilmiş gibi davranırdım.Yani anlayacağınız ya sığınılacak bir hikaye yaratmak ya da kendini kandırmak.Ama acın içten içe seni kemiriyor.Bir sızı yayılıyor bedenine garip…ince…soğuk…katı…kaskatı… MehmetHoca:O zaman yaptıklarının şimdiki maliyetlerini biliyor musun? Celal: -Yapılacak başka şey yoktu.Altı,yaşında on yaşında hatta yirmi yaşında yapabileceğim tek şey buydu. Dalgalar bir bir sahile vuruyordu.Çaydan buğu yükseliyordu.Ve Celal Necip Fazıl’ın çayla ilgili sözlerini okudu. “Çaycı getir ilaç kokulu çaydan Dakika düşelim senelik paydan Zindanda dakika farksızdır aydan karıştır çayını duman erisin Köpük köpük zaman erisin” -Peki yaşadığın girdap üzerinde yorum yapmadın mı hiç?Çare aramadın mı? -Yaptım tabi..Yüzlerce teokratik ahlak kitabı ve kişisel gelişim kitabı okudum.Ama hepsi faydasızdı.Şimdi geriye dönüp bakıyorum da yaşadığım sıkıntılarla ilgili doğru yorumlar yapabilseydim girdaptan çıkışım daha kolay olurdu. Mehmethoca: -Toplumların hayatında olmazsa olmaz gibi görünen sosyal kurumlar bazen beyne kilit vurmak görevini üstleniyorlar.Onların açtığı yaraları sonra parayla tedavi etmeye çalışırız.İnternette,karanlıkta,sarhoşken,hastayken,uykudayken,psikoanaliz esnasında son derece dürüst olan insanlar sansür mekanizmasını kullanmazlar.Bu nedenle onlara asıl yardımı yapmak isteyenler o esnada onları dinlemeli.Bense sansür mekanizmasının yerine iyileştirici ,güven duygusunun hakim olduğu bir dünya istiyorum… -Tehditkar ,stres sonrası oluşan ,kan dolaşımını etkileyen maddeler beynin merkezine yaklaşınca bazıları sessizliğe gömülür.Bazıları konuyu değiştirerek kurtulmaya çalışır.Bazıları da duygu yoğunluğu yaşar ve bunu şiire döker.Ne olursa olsun amigdalamız derinde, çalışmaktadır.Konuşulandan konuşulmayanı,söylenenden ima edileni çıkarabiliyorsak işimiz kolaylaşacaktır.Bir şekilde kendi egomuzu tanımak zorundayız.Yok etmek için varlığından emin olmak gerek.Olmayan şey yok edilemez. Saat gece yarısına gelince toparlandılar ama ikisi de ahdetmişti.Bu gece uykusuz geçecekti. MehmetHoca’nın evine gelince bahçeye sandalyeleri getirip oturdular.Hocanın eşi kendilerine bir de yemek hazırladı. Sessizliği bozan yine Celal oldu. -Diyelim ki girdaptan çıkmaya çalışıyoruz?Neler gözden kaçabilir? MehmetHoca: -Şimdi adını hatırlayamadım batılı bir kişi Uzakdoğu’ya gidip Budizm’i araştırmış.Gittiği her yerde ona bir kişinin adını söylemişler. O da o rahibe gitmiş. -Bana Budizm’i anlat demiş.Kaç günümü alırsa alsın -Rahip adama bakarak şaşırmış : Elindeki kağıda “Dikkat” yazmış “Yapmayın efendim sadece bu mu?” ”Bu kez iki defa “dikkat” yazmış” “Bu imkansız dediğinde ise “ “Dikkat ,dikkat ,dikkat yazmış” Açıklamaya gerek var mı ? Yok efendim ben ilkinde anladım. -Sufiler buna istiğrak derler. Bir çeşit odaklanmadır.Bir yönden ,başkasına bakamazsın.Bir şeyden başka bir düşüncen yoktur.Bir savaşta Hz.Ali’nin ayağına ok saplanmış.”Durun da namaz kılayım öyle çıkarın,” demiş.İşte istiğrakın en güzel örneği : -Ok çıkarılana kadar hiç ses çıkarmamış.Namazı bitirince çıkardınız mı diye sormuş.Bu ,mucize değildir.Ruhunu tanıyan her insan aynı şeyleri yapabilir.

99


-Tabi ki bu kendi kendine hipnozun türüdür.Hipnozla ilgili bilgilerin %99 ‘u yanlıştır.Hipnoz esnasında bilinçsiz olduğumuz gibi yalanlar ve yanlış bilgiler bizleri varlığının özünden uzaklaştırmakta. Sohbet böylece uzayıp gidiyordu.Sabaha doğru ikisi de uyuklamaya başlayınca.Celal ,müsaade istedi.Eve geldiğinde gün boyunca birkaç kez kaset değiştiren amatör gazeteci teybini açtı.Kasetleri çözdü .Sabah vakti yaklaşınca gecenin muhteşem havasına bir de tadı anlatılamaz bir rüzgar eklendi. O rüzgarla birlikte uyudu.Ertesi gün kalktığında vakit epeyce ilerlemişti.Saat 11’e doğru kahvaltısını da yaparak Hocaya koştu.Dün, net cevaplar aldığı sorularına devam etti.

Bölüm 13 Dedektiflik MehmetHoca, o gün son derece lüks kıyafetler içindeydi.Şimdiye kadar pek giymediği parlak renkleri ilk kez giymişti.Bu tavrıyla Celal’e ara sıra da olsa lüks giyimin gerekli olduğunu anlatmaya çalıştı.Saat iyice ilerlemişti.Semaveri söndürdüler.Ayrılınca Celal bu geceyi de dünkü gibi uykusuz geçirmeyi teklif etti.Mehmet Hoca ,işinin zorluğunu biliyordu.Zira bir insanı gülümsetebilmek yüreğin dağlarını aşmak kolay değildi. İnsanın belirlediği tel örgüleri aşmak,yüreği fethetmek kolay değildi Celal’in kiraladığı evin çok güzel bir bahçesi vardı. Bahçeye sandalye atıp oturdular.Celal merakla sordu. -Kirlenmiş,bozulmuş,düzenini kaybetmiş bir kişilik nasıl ari hale gelir ? Dün dikkatten söz ettiniz.Bugün neden bahsedeceksiniz. -Dedektif filmlerini sever misin Celal? -Çok… O zaman işimiz kolay. -Dedektifin aradığı bir şeyler vardır.Dedektifler ufacık bir ip ucundan yola çıkarak en karmaşık olayları çözerler .Bizim için ise ruhsal yapımızın nasıl oluştuğunu en ufak bir söz ve davranıştan hatta hayalden yola çıkarak bulmak.Biliyorsun ki insan karmaşık bir yaratık… - Dedektif 24 saat kalem ve kağıt taşır, uyanıktır.Normal ve basit bir yorum sıradan insanlar için komik olabilir .Fakat olumsuzluklar ve kötülükler her zaman yeni yöntemler kullanır.İlk defasında komik gibi görünen bu yöntemler aslında sadece yeniliktir.Dedektif basit gerçekleri bir araya getirir birbirine ekler burdan sonuç çıkarır.Çünkü beynimizin içindeki kötü anılarla kötü insanların ortak özelliği sıra dışı olmalarıdır.Kendi duygusal örgüsü üzerinde çalışmak cesaret ister.İyileşmenin isteyeceği bu safhaları aşmak bütün psikiyatristlerin doğal olarak geçtiği bir aşamadır.Budistik öğretide rahip ve keşişlerin Tasavvufta saliklerin yıllarını , bazen ömürlerini verdikleri bir yolculuktur. Bize yardımcı olacak ilk ipuçları hafızamızı işgal eden istemediğimiz halde hafızamıza gelen görüntüler.Çünkü görüntüler sadece dedektifin beklentilerini kapatmak için kullanılan kabuklardır.Yerinde bir benzetmeyle kara bulutların ardına saklanmış bir güneşi bulmaktır.Biz kara bulutları sileceğiz.Kara bulutların arkasına saklanan güneş doğacak çalışmamızla. Efendi Buda’nın son sözündeki gibi:”Kendini aydınlatan bir ışık ol” sözünü mantra edineceğiz.Bir bilim adamının da dediği gibi hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Taşradan mukassi görünür meyhane amma Bir başka huzur bir başka letafet var içinde Taşradan meyhane çok katı görünür Ama içinde başka bir huzur ve letafet var.(Nedim) -Lakin unutulmamalı ki dedektif hayal dünyasında yaşamaz.Bu hayalini kullanmayacağı anlamına gelmez.Dedektifliğimizin esas hedefi kendimizi kandırdığımız noktaları, olayları,davranışları bulmak..

100


-Bulmak çözümün yarısıdır..Hastalık teşhis edilmeden tedavi etmek. Bazı doktorların hastaları kandırmak için kullandıkları bir yöntemdir..Onun için hastalarının karnında makas unuturlar.Çünkü nazarlarında insan bedeninin kıymeti yoktur. -Fakat vücudumuz bize Tanrı’nın aramağınıdır. Ruhumuzu da yüceltmek için bedenimize muhtacız.Yaşam bizim için spiritüellik olsa da bedenimize iyi bakacağız.Uzun sözün kısası. Teşhis et ,tedavi kolaydır.En iyi terapistin sensin.Terapi mucize değildir.Yaşam biçimi değişikliğin varsa terapiye ihtiyacın yoktur.Kendi doktorun olmadıkça hiçbir doktorun sana faydası yoktur. Bu gerçek elimdeki bardak kadar gerçektir. -Dedektifin tehditleri kategorize etmesi ,şüphelerini doğrulaması gerekmektedir.Çevresindeki en uygun ip ucunu yakalamak için kağıdı kalemi hazırdır.Bağlantısız gibi görünen konu bağlantılı olabilir.Bir keresinde bu tür bir öğrencime yardımcı olmuştum.Öğrencim acelecilikten yakınıyordu.Ancak birkaç ay geçtikten sonra şöyle dediğini duydum:Aynı zamanda erteleme alışkanlığım var. Hocam: “ Ertelenmemesi gereken bir konuyu erteliyorum.Yavaş yapılması gerekeni ise hızlı yapıyorum”.Beynimizde para-sempatik sinir sistemi yaşanan olaylar neticesinde olumsuz etkilenirse yıpranır.Bu da yaşama sevgisi, zamanlama fonksiyonlarındaki fonksiyonel bozukluk olarak ortaya çıkar.Demek ki beynimiz aynı merkezden iki işi yapıyor.Birinin zarar gördüğünü sansak bile iki veya onunla bağlantılı birkaç damar daha çökebiliyor.Bu durumu pratisyen bir doktora ilettik çok ucuz bir ilaç verdi. O öğrencim çok değişti. Dedektifin temel özelliklerinden biri kendini, üzerinde çalıştığı olayı ve kişileri tanımaktır.Kendimizin dedektifi olmak, tanımayı gerektirecektir.Gerçi ben bazı kitapları yaktım ama yine de kendimizi tanımamız için kitap okumaktan başka çaremiz yok.İdeolojik eserler,politika,sadece bizleri hedefimizden alıkoyar. Dedektiflik okulumuzun ilk kitabı bize nasıl plan ve proje yapacağımızı öğretir. Michael J. Gelb ‘’Düşünmenin Tam Zamanı’’ adlı kitapta akıl haritalamanın önemini vurgular.Bu kitapta kişileri duygusal ve düşünsel açıdan tanımanın en önemli noktası akıl haritalamadır,der. Sabırlı olun diyen ahlak kitapları ve kişisel gelişim kitapları bu noktaları bilmedikleri için tam anlamıyla yeni bir krize yol açarlar.İnsan,çoğu zaman bu kitapları okuyunca yapamayacağı şeyleri yapmak ister ama yapamayınca stresten korunmaya çalışırken strese düşer..Tabi herkes için geçerli değildir bu. ÇEŞME-i iNSAF GiBi KÂMiLE MiZAN OLMAZ KiŞİ NOKSANINI BiLMEK GiBi iRFAN OLMAZ –TÂLiB Mükemmelliğin merhametten daha iyi ölçüsü olmaz Kişinin noksanlıklarını bilmesi gibi erdemi olmaz Beynimizdeki hasarı tespit etmenin süresi yoktur.Örneğin çok mutlu bir kadının hiçbir huzursuzluğu olmadığı halde zaman zaman ağladığı görülmüş.Sonunda terapiye başlanmış.Bir yıl kadar süren terapinin sonunda 3 yaşındayken annesi tarafından sadece bir kere azarlandığı için sebebini bilemediği ağlama krizlerine tutuluyormuş. Gelelim olayımıza Sıfır altı yaşları arasında kişiliğimizin en önemli dönemleri yaşanır..Bu yaşlar arasındaki çocuklar hassas ve kırılgandır.Hele bir de anne ya da baba yoksa ömrü boyunca çekeceği vardır.Benim kaderim diyerek mücadele etmezse şanssızlıklar yakasını hiç bırakmaz.Kolay aldatılır.Kolay kaybeder.Çabuk etkilenir ve sayısal zekasını çoğu zaman yitirir.Bu tip insanlarda sözel hafıza genelde güçlü olsa da pek çok belirsizlik vardır. -Gelelim şiddete:çocukların üzerinde uygulanan şiddet olağanüstü tahribat yapar.Şiddetin ille de çocuklara uygulanması gerekmez.Onun gözleri önünde kavga etmek,aile içinde ve dışında tartışmak güzelim dünyalarını alt üst eder.Almanya’da yapılan anketlerde dayak yiyerek büyüyen çocukların yaşamlarında çok fazla gülmedikleri çoğunlukla somurtkan ve ciddi oldukları tespit edilmiş.Bugün şiddeti bir yöntem olarak kullanan bölgeler,sosyal gruplar

101


katı,zevksiz bir dünya meydana getirir. Farkındalar mı bilmem .Çok kötü günler onları bekliyor.Şiddeti destekledikçe,kim olursa olsun ne olursa olsun şiddet gösteren, bir gün kırdığı kolu kafasında bulur.Çocukları şiddetten kavgadan uzak tutmak gerek.Gelecekte dünyamız güçlünün değil haklının hakim olduğu bir yer haline gelecek inanıyorum Bir kere kalp kırdın ise şu kıldığın namaz değil,diyor Yunus. -Biraz önce bahsettiğim araştırmada çocukların ebeveynlerine duydukları öfkeyi bastırdıkları görülmüştür.Diğer çocukların başarılı olması onları adeta küplere bindirmektedir.Kuru bir kibir anlayışları ve mevcut otorite kimse ona isyan ettiklerinde bunun acısını almış olurlar.Okulda öğretmene,dışarda organizasyonlara,evde büyüklere isyan ettiklerinde aslında tek şey söylerler :”Bizleri sevgisiz bıraktınız.Bu,sizlere cevabımızdır.”: -Evlat,şiddetin bir yaşam tarzı olduğu topraklardan geldin .Bana anlatsana! -Okullarda şiddet oranları gün geçtikçe yükseliyor..Öğrenciler de ebeveynlerinin geleneksel çocuk eziyetlerini öğretmenlerden çıkarırlar.Yetkisiz,zayıf bir de sevgisiz olunca kötü halkalar birbirine eklenir ve zincir olur. -Şiddetin etkileri bazen görünmeyebilir. .Bunun sebebi korkudur.Ancak en ufak bir fırsatta kendilerini koruyanlar dahil olmak üzere kim güçlüyse ona saldırırlar. Çocukken sürekli incitilen,öfkeyi ve ızdırabı bastıran bir insanın pek çok davranışı dengesiz olup çıkar.Her yanımızı kuşatan okumuş cahiller de bu durumu eleştirmekten başka bir işe yaramaz. İşte sevgili dostum Celal, şimdi daha iyi anlıyorsun değil mi kendini? -Hocam ne diyeceğimi bilemiyorum.Sadece şunu sormak istiyorum?Neden bu kadar yardım ediyorsunuz bana? -Her zaman açıklayamadığımız bir şeyler vardır evlat.Bir gün tam anlarsın Soruna gelince :Allah öyle birilerinin iddia ettiği gibi bir grubun,dinin, cemiyetlerin değil tüm insanlığın Sahibidir..Ve biz onu unutsak da o bizi unutmaz. Eski bir deyişte der ki: “Allah’ı seveni,herkes sever.” -Dikkatini çekerim İşte o Allah der ki:”Her kim benim bir kulumun ihtiyacını giderirse ben de onun” Fark ettin değil mi?İnsan ,Allah için değerlidir..Tanrı için değerli olan bizim için daha değerlidir. -Bir şey daha Sadi der ki ::Allah birini severse ona diğer insanlara iyilik yapma şerefini verir.Sen, yaşadığın bunca bunalımdan sonra bana geldiysen boşuna gelmedin.Bir şey daha bazen başkasına yardım ettiğimizi sanırız Oysa asıl yardım ettiğimiz kendimizdir Kim bilir evlat belki bir gün sen de bana yardım edersin?Karşılık bekleyecek birine benzemiyorsunuz? Gülüştüler -Ben hiç kimseden bir şey beklemem ama sen belki bir gün bana yardım edersin…

Daniel Goleman’ın Nietche’den aldığı bir sözde “Delilik bireydeyse istisna,gruplarda ise kuraldır,der.Bizler ayak uydurmak uğruna çoğu zaman kendi egomuzu terk ederiz.O grupla paylaşacağımız düşünceler arttıkça birliktelik güçlenir.Kendimizi feda ettikçe grupta akıl ve mantık ilkeleri kaybolur yerini duygular alır.Böylece sonuçta ortada kayıp bir kişilik vardır.Bu konuyu biraz daha açıklayalım.Çünkü bu birey ve grup arasındaki bağın biçimidir.Dedik ki kendimizi feda ettikçe o grupla birleşiriz.Tam o noktada liderin farkı ortaya çıkar.Lider kendi egosunu diğerlerine dayatır.Böylece diğer bireyler kendi egolarını liderleri uğruna feda etmişlerdir.Gençlik döneminde daha fazla rastladığımız bu durum ,kendini ifade edememe,sonraki yıllarda mutlak surette ruhsal bir sorun olarak karşımıza çıkar.Peki.alternatifi?

102


Kendini diğer bireylerle uyumsuz olma pahasına ifade eden kişi neyle karşılaşır?Gruptan dışlanma,hor görülme, vs...Zaten sosyal gruplar fert bilincinden ziyade grup bilincini öne çıkarır.Bir daha baştan kişi yok olmayı kabullenmiştir.Yine de birey ve grup düşünceleri her zaman çatışmaz .O noktada prensipli(ilkeli) davranabilenler gelecekte bile daha rahat eder.Bu konudaki ilk grubumuz ailemizdir.Bilhassa savaş toplumu insanında görülen aile içi çatışmalar aslında sürpriz değildir. Ben sana şunu söyleyeyim.Beynimizde ve hücrelerimizde atalarımızdan kalan bir şeyler vardır.Bunlar bizi ait olduğumuz topluma bağlar.İnançlar bunların en önemli örneğidir.Mesela kırk kavramının Türk toplumundaki kutsallığı yüzyıllardır sürer.Tabi toplum bazında değil de fert bazında olumsuzluk da kalıtımla varlığını sürdürür.İnat,sinir,….vs. Ancak bir toplumda yaşamak istiyorsak kendimizi o toplumun kurallarına da uydurmak zorundayız en azından yüzeysel olarak. Pek çok terapist aile tarihini öğrenen çocukların daha iyi mantık yürütebildiğini söyler. Asur efsanelerinde bir konu var.Bir kabilenin tümünün sinirlendiğinde kulağını kaşıdığı söylenmiştir.Iraktaki bir aşirette bu gelenek hala var.Bu çatışmalar veya birleşmeler aslında bir nevi şema düzeltme işlemidir.İki ayrı şemayı tek şema haline getirme işlemidir.Ki bunlarla varlığını sürdürür. Celal sözün bu kısmında araya girdi: -Fakat biraz grup psikolojisini anlatırken söylediniz.Bazı gruplar insanı kendisiyle çatışır hale getirirler.Aile de bunlardan biri olamaz mı? Mehmet Hoca konunun anlaşılmadığını anladı: -Bu kavram aileden aileye değişir.Dedim toplumun varlığını devam ettirmesi için aile gerekli bir kurum.Be nedenle devam etmek ve tek şema olarak varlığını sürdürmek zorunda. -Kurulamayan sıcak aile ilişkileri ya da güce dayalı itaate dayalı aileler en küçük fırtınalarda çökerler.Gücün hakimiyeti, kendinden daha güçlü bulana kadardır.Sevginin hakimiyeti ise yüzyıllardır sürüyor ve hiç bitmedi.Baba ya da ailenin lideri konumundaki kişi hakimiyetini kaba kuvvete,paraya vs dayandırırsa çabuk çöker,fakat sevgi ve saygı çerçevesindeki ilişkiler öyle değil. Ancak bu defa farklı bir konudan bahsediyorum.kurulamayan bağlar ki şiddette bir iletişim şeklidir.Şema kuramama işlemidir.Ve kurulamayan şema yoktur.Olmayan şemada ben olmak biz olmanın yerine geçmiştir. Kişiler, ben merkezci yetiştirildikleri zaman,sıcak,sevgi dolu bir ortamda büyütülmedikleri zaman bilginin faydası denizin yüzeyindeki köpükler misalidir. Bu ilk etapta biraz önce dediklerimle çelişkili.Ayrıntısına inince bunun çelişki olmadığını görüyorsun.Aile çocuğu sadece kendini düşünen bir fert olarak yetiştirirse egoist olur.Bakalım sonuçları neler. Evlat! batan 30 bankanın tümünün yönetim kurullarında üniversite mezunu kişiler vardı.Sonra ne oldu.Süpermarketlerde pazarlamacı olmak için bile yalvarır hale geldiler.Sadece kendilerini düşünüyorlardı.Ben iyi olayım da varsın başkasının parası çalınsın önemli değil’di. Gizli ve açık mükemmellik duygusu da egoizmi besler.Bütün sosyal gruplarda var.Ben mükemmelim, benim her şeyim olağanüstüdür, inancı iflasa mahkumdur. Bir zamanlar kullandıkları arabaların modelleri bu ülkede bulunmuyordu.Havai’de tatil yaparak ,son model mobilya alarak kendilerine yürüyen tanrı süsü vermek istediler.Bu insanlar şimdilerde avukat ve hakimlerin muhatabı oldular. Hocam , kusura bakmayın ama konuyu değiştirmesek. Haa ,tabi sözler beni alıp götürmüş evlat. -Çok şeyler yapacaksın Celal,çok şeyler… Celal şaşkınlıkla :”Ben mi!dedi alaycı bir tavırla. -Çok iyi niyetli ve optimist derler ya öylesiniz. -Sanmıyorum. -Neyse biz konuşmamıza devam edelim.Sosyal hayat çerçevelerle doludur.Bu çerçeveler yıkıcı

103


özelliğe sahiptir.Ruhumuz bazen buna muhalefet etmesi son derece doğaldır.Gelelim grupla bir olma adına neler kaybettiğimize. İçteki bu yaraları sarmak için ferde göre değişmek üzere değişik yöntemler deneriz.Sahte tebessüm,çok konuşma da bunlardan biri. Zoraki,sahte gülümseme içteki acıyı kapatamaz.Çok konuşkan insanların çok stresli olduğu gizlenemez.Bir farkla, kadınlar bunu telafi edebilirler. Ayrıca grupta fiziksel özellikler de etkilidir.Aile,arkadaşlar,çeteler fiziksel görünüm konusunda karşıdakini suçlarsa:Mesela çok kısa veya uzun ,şişman kişilerde genelde -içte de güvensiz olur.Güvensizlikten dolayı suçluluk hisseder.Kusurlarına aşırı dikkat eder. Fiziksel sorunları olmayan insanlarda da bu sorunlar olabilir.Kusurlarına aşırı bir şekilde bağlanan insanlar mutsuzluk cezasını alır .Çoğunlukla huzursuzluğu kader telakki eder.Bu tür insanlar toplumda beden dilini çok iyi bilen insanlar olarak ünlenir.Aslında bu, kötü sonuçlara yol açabilir.İnsanların kendisiyle ilgili düşüncelerini bilen bu adamlar ya da kadınlar çok zor iletişim kurmaktalar.Ancak kendisinden üstün gördüğü insanla iletişim kurabiliyorlar. Uzun sözün kısası: kendi sorunlarının çözümünde bilinçsizce kullandığın inkar , beyaz yalanlar üstat ;Daniel Goleman’’ın da dediği gibi, “iyi niyetli sosyal aldatmacalardır.” Bebeğiyle konuşan anne de kendini kandırmaktadır.Ama bu kandırma öyle güzeldir ki müdahale edemezsin. Açık sözlülük her zaman bedel ödemektir.Bu bedeli ödemiyorsan sonuçlarına katlanmak daha zor gelecektir. Bir gün… bir gün…bir gün Sormaya başladığında.Sorulmayacak soruları sorduğunda… Hayatın değişmek üzeredir.Başlayacak olan ya bunalımdır. ya da huzurdur. “Sosyal ve psikolojik aldatmacalara dur dediğinde huzur geliyor demektir”..Aslında senin yaptığını bazı devletler de yapıyor:Fransa’daki ders kitaplarında kuzey Afrika’da yapılan katliamlar hiç anlatılmaz.Anlatılsa da askerler iyi olarak tanıtılır.Olumsuz sosyal gerçekler toplumları rahatsız eder.Örneğin Avusturya ‘da savaş gazileri gururla Ruslara direnişi anlatır.Oysa Nazi subayları çoğu zaman savaştan bahsetmezdi.Bilinçli bir amnezi(unutkanlık) hastalığı ortaya çıkar. -Evladım!dünyada her güzellik beyinde başlar hareketle devam eder..Maupassant’ın bir eserinde anlattığı gibi Rusya da tek fikir vardı ikincisini düşünen işten atılır ekmek karnesi alınırdı. -Bu sistemin farklı bir .Demek ki sosyal ya da ferdi inkarlar sorunları çözmüyor belki daha karmaşık hale getiriyor.Bak evlat!Kaygıdan kaçmak için uydurduğumuz aldatıcılık, bizi kendimize ait gerçeklerden uzak tutar.Hilenin çaresi “içe dönüştür.İçe dönüş kurtarıcıdır.Bu ,filozofların “Ben’in içindeki ben “dedikleri yerdir. -İç yüzünü kavramaktır.Tarafsız davranabilirsek yanlış algılamalarımızı,kendimizi aldattığımız noktaları kendimiz buluruz.Bir nevi şekil düzeltme işlemidir.Bireysel kimliğimizi korumak için çıkardığımız gerçekleri örtme ihtiyacı potansiyel tehlikedir. İçe dönüş zor, karmaşık ,cesaret isteyen bir savaştır..Yunus’lar Mevlana’lar bundan dolayı kazandılar isimlerini.Onlar çok ağır bedeller ödedikleri halde vazgeçmediler..Çoğu farkında olamadığımız noktalarımızda yer alan kör noktalarımız.Yaşamı en mutlu anda bile zehir edebilmektedir. Bilgi en değerli hazine olması nedeniyle kuşatıcıdır.Fakat bize lazım olacak bilgi ,rahatsız edicidir.Diyelim ki kendimize lazım olan bilgiyi elde ettik.Bu sefer de onu kullanmak zordur.Bilgisini kullanabilen bir insan kendini kontrol eder.Bilinçsiz zihin için davranış şekli bulmak zor değildir…Aklına ilk geleni yani dürtüsel olanı seçer. Ancak yaşamın gerçeklerinin farkındayım .Evren bir seçimler meydanıdır.Biz bu mekanda seçim yapma yeteneğimizi kurnazca kullanabildiğimiz oranda rahat yaşarız.. -Tam on beş yıl eğitim ve öğretim gördün.Bunun karşısında karşılaştığın ilk olaylarda bile yaşamını sonlandırmayı düşünüyorsun.Bunun anlamı sana öğretilenlerinde iflası değil de nedir? Sana yaşamı sevdirmeye asla çalışmam.Benim kabullenemediğim senin yaşamı yanlış algılama sistemin.Kötü olan bunu benim karşımda savunmaman.Eğer karşımda yaşamın anlamsızlığını savunsaydın.Bu tezini çürütürdüm.Beni zorlayan senin belleğinin dışında bunu tam manasıyla

104


kabullenmen ama söze dökmemen.

Evet !Celal’im, çoğunluğu Daniel Goleman’ın “Hayati Yalanlar Basit Gerçekler “kitabından aldığım bu görüşlerim doğrultusunda senden bir şey istiyorum .Senin kendini nerede aldattığını bulmamız gerek. -Evlat! senden bulabildiğin son atana kadar tarihini araştırmanı istiyorum.Müzik ve kalem sana her zaman yardımcı olacak Bulabildiğin son noktaya kadar ,yere ,zamana kadar seni tanıyan herkesle bilgi alışverişi yapmanı, bir yabancı gibi yazıp getirmeni istiyorum. Yaşamı sonlandırmayı bir ara unutmuştu.Biraz da istemeyerek MehmetHoca’nın etkisine girmişti.İçinden ona muhalefet etmeye çalışsa da beceremiyordu.

Bölüm 14 Celal’in Öyküsü Doğruca ayrılıp kendini seven sevmeyen herkesle konuştu derledi,topladı.İlk konuştuğu kendi yakınlarıydı.Köyde en yaşlı adam Şiroye ,kara batırma töreninden başladı,Bu cümleleri duyduktan sonra başından ayaklarına kaynar su dökülür gibi olmuştu: - O zamanlar kışlar felaketti. Senenin o kısmı çok soğuk geçerdi.Bazen karlar yağar , yollar bir hafta on gün kapalı kalırdı.Fırtına , tepelerden ve dağlardan geçer bir yolcu gibi evlerin içine kadar girmeye çalışırdı. Yağmur yağdığında, köy tepede olduğu için sel olmazdı ama köyün alt kısmı bataklığa dönerdi.Geniş pencereden dağlara bakıldığında yeryüzü gelinlik giymiş gibi bembeyaz görünürdü. .Karanlık ve beyaz birleşir canavar gibi insanın üstüne gelmek isteyen bir şekle dönerdi..Yağmur genelde kirli yağar etrafı berbat ederdi. Toprak evlerde, teneke sobalar , vardı.Odalarımız çok genişti. Ve herkes bir odada kalırdı..Gelen misafirler de bu anlayışa göre ev halkından sayılırdı.Aynı odada uyurduk.. Hepimiz bu soğuk günlerde evlerde oturur çoğunlukla boş boş konuşurduk.Kar yağdığında köy , o yıl mahsulün iyi olacağı düşüncesiyle sevinirdi. Şimdi hangi ev olduğunu hatırlamıyorum ama büyük tören bir evde başladı. Evlerden birinde köyün büyükleri ve yaşlı kadınlar toplanmıştı.Diğer köylerden getirilen şeyh, ayet ve hadisler okuyup vaaz ederdi.Yeri, her zaman baş köşeydi.Şimdilerde ne şeyh kaldı ne mürit. Ev sahiplerinin ipekten yastıkları mutlaka olurdu ve şeyh geldiğinde bu yastıklar çıkarılırdı.Yılda bir ya da iki kere yenebilen pirinç pilavı yapılır, tavuklar, bazen de kuzular kesilirdi. Büyük törenin başlamasına az kala şarkılar ve türküler söylenirdi..Çocuklar en güzel elbiselerini giymiş hazır bekliyordu. Gençler, ilahi okudu.Salavat getirdi. Celal Güzelses’in ,Abdullah Papur’un türkülerini teypten dinledik.. Herkes duygulandı. Sonra tekrar eğlenceye geçildi. Ama kimse mutlu değildi .Her ailede korku vardı.Ya kendi çocuğu hastalanırsa diye endişeleniyordu.Gençler kadınlar ve yaşlılar çok üzgündü yine de adetti bu .Buralarda bunu yapmayan aile ayıplanır, dışlanırdı. O gün törene yalnızca Maldi katılmadı.Çocuklarına kıyamamıştı.İyi bir bahane bulmuş karısının hasta olduğunu çocuklarını kimseye bırakamayacağını söylemiş ve ayrılmıştı köyden. Her senede başka bir bahane bulup çocuklarını törenden uzak tutardı. . Bu vakit, kuşluk vakti beklenirdi.Silahlar hazırlanmış mezarlar ziyaret edilmişti.Çocukların hemen hemen hepsi on yaşlarındaydı.Yalnızca sen dört yaşındaydın Celal! Baban, en sağlamının sen olmanı istemişti. Ağabeyin de on yaşındaydı.Köylüler arasında korkusuzluğuyla bilinirdi..Annesine,

105


babasına hatta köyün büyüklerine taşla saldırdığı olurdu.Bir tek o annesinin kucağında değildi.Kaşlarını çatmış köyün muhtarının verdiği tütünü keyifle içiyordu. Şeyh önde, tüm köy arkada Zakkum Kayalığı’na doğru yola çıkılmıştı.Bu kayalıkta eskiden zakkum yetiştiği, içine yalnız girenin öleceği söylenirdi.Bu köyde o kayalığa yalnız giren kimse yoktu. Etrafına hiç rüzgar almazdı.İki insanın zor geçebileceği kadar bir boşluk vardı.Büyükler sıkıca giyinmezdi. Tabi bu sadece o güne mahsus bir durumdu.Şeyh ,kimsenin anlamadığı bir dua okudu.Kalabalığın “Allah’u Hafiz” demesini ve bağırmasını istedi. -O kadar iyi hatırlıyorum ki,sen gözlerini gezdiriyordun.Bence yalvarıyordun,yapmayın diye O zamanları Allah bir daha yaşatmasın ne günlerdi… Son ne oldu Şiroye dede: -Ses, zakkum kayalığında yankılandı.Çocukların elbiseleri çıkarılmaya başlandı.Kar durmuştu.Şeyh ilk karı aldı ve havaya attı çocukların yalnızca pijaması kalmıştı.Hıçkırıklar, kaçışmalar başladı.Ama faydasızdı .Kadınların bir kısmı ağlıyordu. Bir kısmı arkasını dönmüştü. Senin annen şöyle demişti: -Bak oğlum birazdan bu beyaz elbisesinin içine gireceksin say ki bahçede elma yiyorsun bunların en yiğidi sen olacaksın hiç korkma! Sen ise tiril tiril titriyordun.Dişlerini birbirine değdiriyor ama ağlamamaya çalışıyordun.Bizimkisi cehaletti.Çocuk ağlayacaksa bırak ağlasın .Annen senin titremenden çok etkilendi. -Sen titrek sesinle anne dedin. Annen iki ağladı ve şöyle dedi : -Asla korkma ! -Asıl korkan ise annendi. Celal,sen hala başına gelecekleri bilmiyordun.Büyük çocukların hepsi ağlamak istiyor ;fakat cesaret edemeyenler oluyordu.Ağlayanlar, çok kötü dövülürdü.Ağlayan çocuğun, korkak olacağına inanılırdı.Bir çocuğun girebileceği kadar çukurlar açılmıştı.Tüm çocuklar sırayla çukurların içine kondu.Üzerleri karla örtüldü.Çocuklar gözlerini kapatmıştı.Bir toplu mezar gibi sıraya dizilmişlerdi. Sıra ,senin ağabeyine gelmişti.O anda muhtara bakıp bir sigara daha istedi.Kimseden yardım istemedi.Sigarayı içine çeke çeke çukura girdi.Ve şarkı söylemeye başladı.Ve son sıra senindi.Hepimiz , yarı soğuktan, yarı korkudan donmuş kalmıştık.Bir kısmımız kendini sona bırakan aileyi kınardı.Yalnız bunu belli etmezdik. Sizin aileniz köye sonradan gelmişti.Üstelik Tamalkiyalıydınız.Şimdi düşündüğümde aklım almıyor ama işte cehalet ne yaparsın Celal. Bu öyküyü dinlerken mümkün olduğu kadarıyla duygularını belli etmemeye çalıştı.Belki hala o günlerin izi vardı.. Bu arada sen rahmetli annene yalvardın -Anne buradan gidelim ne olur .. Herhalde büyük ağabeyindi. Sana öyle bir tokat vurdu ki. Yüzünün bir kısmı kıpkırmızı oldu. Annen çok kızdı, bağırdı..Sonra birkaç kere öptü. “ Oğlum kaderin içine girdiğin kar gibi beyaz ve güzel olsun ,”dedi.Defalarca öptü.Ve bir mezara ölü koyarcasına seni çukura yavaşça koydu. Kara uzatıldığında gözlerini kapatıp yavaşça göz yaşlarını akıtmaya başladı.Son kar küreği üzerine atılınca Tekrar annene baktın. -Anne a---yak- la--rım ner-de ,anne belim nerde ?diyordun Sadece başın dışarıdaydı . Ağlamalar, bağırmalar dualar, birbirine karıştı.Şeyhin emriyle silahları ateşlemeye başladık.Çocukların dikkatini dağıtmaya çalışılıyorduk.Öyle ki silahlarımızı çocukların yanında atar, böylece acıyı unutmalarını sağlardık.Mermiler bitince çocuklar hızla çukurlardan çıkarıldı. Büyük bir sevinçle çıkarıldı çocuklar.Aynı eve geldik ve tekrar şarkılar ilahiler ,türküler söyledik.Tören yatsıya doğru bitmişti.Çocukların büyük kısmı sağlam durumdaydı. Bu olaydan sonra köyde sadece üç kişi hastalanmıştı.Köy,kendince bu tür durumlara hazırlıklıydı.Hasta çocuklara bolca nane ve çay içirilirdi. O akşam beni çağırdıklarında yemeğimi yeni yemiş radyo dinliyordum. Sizin eve

106


geldiğimde herkes gergindi. Annen ve baban üzgündü. Diğer kardeşlerin ise senin hastalığını pek önemsiyor görünmüyordu.Seni sıcak yatağın içine koymuşlardı.Kalın bir battaniye ve yorganın içindeydi .Kızların saçına benzeyen, güneş sarısı yarı kıvırcık saçların çok ıslanmıştı.Hala sayıklıyordun. “Anne buradan gidelim.” -Anne buradan gi-gi-de-de diye kekeliyordun Ninen, yüzünü yıkadı.Azıcık kendine gelmiş gibiydin Anneeee bu bu bu.... Oy,diye bir feryat kopardı annen. Dönüp sana baktık.Sen aynı bir ölü gibi durmaya başladın. Koşun, doktor çağırın,dedi. Evin diğer sakinleri koşup geldiler.Annen ,babana dönüp” git de sıhhıye memurunu çağır ,çağır çocuğum ölecek dedi. Baban demişti ki: -Gecenin bu vaktinde ne doktor ,ne sıhhıye bulunur.Sabahı bekleyelim geçici bir baygınlıktır.Ben de “Çabuk kar getirin çocuğu kara tekrar batıracağız” dedim. Bu ateşini dindirir.Çabukça karları getirdi, çocuğunu özenle soydu .Tenine ilk karı yavaşça değdirdi.Sarı saçlarını kaşıdı. Annenin kucağına sığınmıştın. Her şeyin döndüğünü söylüyordun...Çok terliyordun...Her yer karanlıktı,aydınlıktı. Şiroye anlattıkça Celal’in gözleri doluyordu. Sonrasında kendi kendine konuşuyordun.O gece misafirleriydim hiç unutmam. Herhalde gözünden değişik görüntüler geçiyordu. Bir cümleye başlıyor, bitmeden öbürüne başlıyordun. Bazılarının ne olduğunu anlatamıyordun Geceleyin .Bir den bir ağlama sesi geldi.Hepimiz uyandık.Sen ,o vakitte dehşet bir şekilde kan kırmızısına dönmüştün.İçimden dua ettim.”Ya rabbi ,bu çocuk sabaha çıksın.”Ama tuhaf bir şey Celal uykudan yeni uyanıyordun Annen sana sarıldı. ve yoğurt getirip verdi.Seni teselli etmeye çalıştı. Altı kişisiniz birinizin yüreğinde cesaret yok mu ben giderim,dedi Niye yalan söyleyeyim.Gecenin o vaktinde benim bile çıkacak cesaretim yoktu.Ama ana yüreği işte,Kimseyi gitmeye ikna edemeyince .Bize haber vermeden yola çıktı.Sadık bir köpeğiniz vardı.Adı,Brejnev’di. O gece için hala erkekliğimden utanırım.Sonrasını ise annenden dinledim Ve yola çıkmışlar ..Daha bir kilometre gitmeden Brejnev kuyruğunu sallaya sallaya havlaya havlaya ondan ayrılmış. Annen durmuş korkmaya başlamış geri dönmeye niyetlenmiş ama yine de vazgeçmemiş.Birkaç kilometre gitmiş , ulumalar ve garip sesler duymuş.Ayılar ,kurtlar o kış günü insan kokusunu kaç kilometre öteden alır kim bilir?Sesler yaklaşınca annen Brejnev’i tekrar çağırmış, çıra yakmış ,ama rüzgar hemen söndürmüş.Başka şansı kalmayınca bir siper bulmuş ve ateş etmeye hazırlanmış.Söylediğine göre sesler ile onun arasında çok az bir mesafe kalmış.Sonra bir yerden köpek havlamasını duyunca hemen tanımış Brejnev’in sesini. Meğer Brejnev, gidip köyün diğer köpeklerini de takmış peşine.Hayvan haliyle, gecenin o vaktinde bir sürüyle karşılaşacağını belki de bilmişti.Belki de bilmemişti .Ama o gece Brejnev anneni diğer köye ulaştırmayı başardı.Bir kaç sene sonra öldüğünde annen ona mezar kazmıştı.Hepimiz onu cahil aklımızla kınamıştık ama inatçıydı.Hiç unutmam annen üç gün solgun durmuştu.Brejnev,yediği ekmeği fazlasıyla hak eden bir varlıktı. Köye varıp şeyhin kapısını çalmış.Karısı , şeyh gece dua okursa ne kadar para vereceklerini sormuş.Bir altınımı vereyim demiş. Olmaz demişi karısı üç altın. .. Bereket ki o gece başka bir şeyh daha varmış orda. Misafir şeyh, güler yüzüyle kabul etmiş.. “Yer yüzünde Tanrı’nın izni olmadan yaprak dahi kımıldamaz .“demiş . Şeyh ne kadar ısrar etmişse ikna edememiş illa da o gece gelmesini istemiş.Şeyhe para teklif etmiş.

107


Misafir şeyh para teklifini çok kaba bulmuş.Annen ne bilsin oğul! O zamana kadar tüm şeyhler para alırdı.Ama yine de küsmemiş şeyh!Şeyh yardımcısı Muhammet’i doktor İsmet’i bulmaya göndermiş. Muhammet başka bir doktoru teklif etmişse de doktor şeyh, İsmet’i istemiş.Doktor İsmet o zamanlar içki içtiği için şehirde çok sevilmezdi.Ama şeyh yine de onu çağırttı. Yardımcısı şeyhe içki ile ilgili demiş ki: -Ama şeyhim içkiyi uygun mu görüyorsunuz? Şeyh de demiş ki: -Hayır sadece bazı kalpler günahtayken bile ibadet eder bunu anlayamazsın Şeyhim anladım :Güneşe bu kadar yaklaşmamaları gerekiyordu....Anladım,demiş Siz bilmezsiniz.Bu köyler onun gibi doktor görmedi.Çoğu kişiden para almazdı.Elinden içki şişesi de düşmezdi.Ama bu ilçeye gelirken içki falan içmezdi.Sonra kızı onu terk edip bir çingeneye kaçtı.Ondan sonra yıkılmıştı zavallı. Sonra yakın köyden doktor,şeyh ,adamları ve köyün muhtarı çıkıp sizin eve geldiler..Şeyh seni görür görmez çok üzüldü.Daha oturmadan seni tedaviye başladı doktor İsmet.Şimdi ölmüşse Allah Rahmet eylesin. Biraz muayene ettikten sonra kararını verdi Bu çocuk zatürree olmuş. Şeyh doktoru dikkatle seyretti....İçinden beşikte yatan çocuğa dualar okudu.Doktor yüzünü hafifçe yıkadıktan sonra hazırladığı ilaçları sana verdi.. Öyle sevgiyle süzüyordu ki onu seyreden kendi çocuğunu seyrediyor sanırdı.Halbuki o anda bir zamanlar yaşadığı mutlu hayatı ve kızı geliyordu gözlerinin önündeydi,bence. -Sakın endişelenmeyin dedi anne ve babana o yaşayacak oysa gözleri hiç öyle söylemiyordu.Önümüzdeki altı saat çok zor geçecek ..Şimdiden hazırlanın...dedi. .Bu arada sofra hazırlandı kış ayında taze üzüm bile vardı sofrada .Doktor yemeği iştahla yedi ve şeyhe döndü biraz da alaycı bir üslupla -Ee şeyh efendi biraz demlenmemize izin verirsin her halde Şeyh çok tuhaflaştı ve gözleri doldu...Önüne baktı. Tabi doktor tabi o senin keyfin dedi. Doktor ondan daha şaşkındı.Dayanamayıp sordu: -Niye duygulandın Şeyh Efendi? -Sen içeceğim deyince kendime baktım ve şöyle düşündüm,dedi doktora. Ben ne günahkar bir insanım ki bu elbiselerle bile saygı uyandıramıyorum...Siz böyle sorabildiğinize göre suçlu benim.. Aman Tanrım ! dedi doktor ben ne yapıyorum.böyle .Sırf bu bakış açısı için bu insana saygı duyulur.Ne kadar da kötü düşünüyorum bana ne olmuş böyle? İşte o andan itibaren doktorla ,şeyh arasında sıcak bir bağ kuruldu. -Bağışlayın efendim saygısızlık ettim. “Günah mı, dedin? ondan uzak kalmak günah “Necip Fazıl Kısakürek Şeyh tatlı eda ile doktora: Günahkarlık kapıdır iyilikler ülkesine nedamet sahibine Senin adına sevindim ..dedi doktora. -Sen bir iyileşiyor bir kötüleşiyordun... O sırada şeyh ve doktor başında bekliyordu şeyh konuşmaya başladı.Doktor olacakları tahmin etmişti. Annen seni kucağına aldı. Kıpkırmızı gözleri sarı saçlarının içinde bir kan çanağı gibiydi. Doktor ,senin hayal gördüğünü söyledi. Annenin kollarında bir kere daha hareketsiz kaldın. Şeyhin arkadaşları dua ettiler Doktor bunları tahmin etmişti.

108


Nabzına baktı sakince .Hala yaşıyor dedi Doktor o gün sana kaç iğne yaptı.Hatırlamıyorum. Sulu zatürree bizim zamanımızda çok taze canı rahmete götürdü. Ben, doktor ve şeyhin yardımcısı beraber dışarı çıktık. Doktor ,kendini suçladı: -Ben beceriksizin biriyim hayatımda hiçbir şeyi doğru dürüst yapmadım.Kızımı o çingenenin peşinden gitmekten kurtarabilirdim ama olmadı.Karımın benden ayrılmaya hiç niyeti yoktu.Onu durduramadım.Telgrafçı Hasana yanlış iğne yaptım ve öldü.Sarhoştum... Görev başında içtim. hem de kaymakamın geldiği gün.Benden hiçbir şey olmaz. Sonra cebinden küçük bir şişe çıkarıp içmeye başladı. Şeyhin yardımcısı Muhammet idi herhalde adı.Doktora dedi ki: -Korkuyorsun değil mi? -Hayır, dedi sertçe . Sonra Muhammet sözlerine devam etti: -Biliyor musun!Bazen kendimize karşı çok merhametsiz oluruz.Dünyada herkesi bağışlarız da kendimizi bağışlamayız.Hep suçlu olduğumuzu düşünmüşüzdür ve başkalarının suçlu olmadığını sanmışızdır.Herkes mutludur mutsuz olan sadece benim, diye düşünürüz Celal,o zamana kadar yapmadığı bir şeyi yaptı.tüm köylülerin karşısında O duyguları bilirim.Ben de yaşadım: Kendini meslektaşlarınla ,akranlarına karşılaştırırsın ve kendini aşağılamaya başlarsın.Oturup ağlarsın. Nerede yaşıyorsan artık orda yaşayamayacağını düşünürsün.En sevdiğin insanları sana sırt çevirmiş sanırsın.”Sukut gibi münzevisindir.Çığlık gibi hür” Fakat dünyanın artık sana tüm genişliğiyle dar geldiğini sanırsın.Gökyüzünü tararsın ama dört duvar görürsün .O duygu esnasında hayatındaki tüm hatalar canlanır gözünde .En sevmediğin insanları değerli görmeye başlarsın ,ağlarsın ,bir çocuk taşırsın içinde bir de..İnsanlar senden su isteseler saldırmışlar sanırsın.Uçan kuştan yardım beklersin ama nafiledir.Kendini toprak ya da kaldırım sanırsın.Herkes ezer ama kimse durup bakmaz.Kalabalıklara kendini sorarsın bir ağıt yükselir yüreğinden.Görüntüler geçer bir bir gözlerinden, sevdiğin kadını düşünürsün, ya da en sevdiğin insanla konuşmak istersin .Ama o anda ya meşguldür ya da kalp sarayındaki feryatları duyamayacak kadar sağırdır.Hele bir de hiç ağaç ekmemişsen bu dünyada son kaleyi teslim etmek üzeresindir.Tanrının ayetleri yoktur o zaman senin için.Yine de ondan bir şey beklersin Ona bir şey verip vermemen önemli değildir.Ondan çok şeyi beklersin .Suya hasret olursun içemezsin.Tatlı bir ıslık duyarsan eğer bil ki henüz filizlenmemiş bir zambak vardır .Cevherler ,yakutlar hep toprağın altında gizlidir... Devam et dedi Şiroye Dede’ye Muhammed o zaman doktora şöyle demişti. -Biraz kömür çıkarmak için bile metrelerce kazarsın.Mermer vardır ama dağı delmezsen mermer çıkmaz..Toprağı kazmazsan hazineyi bulamazsın Doktor,Muhammed’e dedi ki: -Hiçbir şey anlamıyorum.. açık konuşsana -Kazma ne demek? -Güneş niye her gün doğar ve batar neden kış gelir gider ne dalga gelir gider? -Doktor kızdı git işine beni sinirlendiriyorsun? Şöyle bir düşün doktor kızdığın ben miyim,Yoksa kendin misin? Doktor bu kez kendini tutamadı .Hüngür hüngür ağladı:”Bu neyi değiştirir ki?” -Ne dediğini anlıyorum ama yapamadım hiçbir şeyi geri getiremedim..Ben beceriksiz bir doktorum işte işte ne diyeyim...Basit bir zatürreeyi bile tedavi edemiyorum.Siz inandığınız öbür dünya için çalışıyorsunuz bense bu dünya işlerini bile yapamıyorum. O zamanlar kasabaya bir çingene aşireti gelmişti.Doktorun kızı bu ailelerden birinin oğluna aşık olup kaçmıştı.Doktor görev yerini değiştirdi olmadı,tehdit etti olmadı hatta ikisini dövdü ,dövdürdü olmadı.Sonunda pes edip kendini alkole vermişti Sen bana dedi ak sakallı Muhammet , şunu söylüyorsun :Ufacık bir çocuk için gece rahatını bozacak kadar yüreği insan sevgisi dolu biri kötüdür.Diyorsun ki onca soğuğu onca eziyeti para için çektim.

109


-Tanrı aşkına böyle inanmak istiyorsun. “Ama ben onlarca insana eşime çocuklarıma zarar verdim,”dedi içinden. Ya kurtardığın insanlar doktor.? - Evet birkaç kişiyi de kurtarmıştım . -İyi düşün, dedi ak sakallı. Aslında birkaç değil daha fazla -Şimdi de sen beni kızdırıyorsun, doktor,dedi. İşte o zaman ben araya girdim.Doktora bu köylülerin tümünün onu çok sevdiğini söyledim.Birkaç kişiyi nasıl kurtardığın anlattım. Şeyhin yardımcısı Muhammet doktorla konuşmaya devam etti. -Bana yeryüzünde yaptığı iyilikleri bile kendisine unutturacak kadar mükemmel bir insanın kötü olduğunu söylüyorsun. Sesini iyice kalınlaştırarak ve sanki konser salonundaki hoparlör gibi son sözünü söyledi :Mümkün değil! “ Güle yel değdi ateş olunca Dağlar ardına Cana ten değdi güneş olunca Bir bak şu göğe Oy beni, beni, beni Umut doludur” Doktor bir anda değişti sahi dedi ben bunları hiç düşünmedim yıllardır. -Hadi doktor içerdeki kuzuyu kurtar da melemesini sabah beraber duyalım da gidelim. Sonra içeri girdik …Doktorun gözlerinden öyle güçlü bir enerji yayılmıştı ki. İçeri girdiğimizde radyoda Güler Duman’ın kaseti çalıyordu. Seni, kucağına aldı ve şöyle dedi : -Canını biraz acıtacağım hazır mısın? Anne ve babasına dönüp yeni bir ilaç var elimde henüz denenmedi Diğer taraftan annesi sözünü kesti, çabuk ,dedi. Bu ilacı kullanırsam çocuğunuz ya ölecek ya kurtulacak bana garanti vereceksiniz ve güveneceksiniz. Annen “hadi doktor dedi ne yapacaksan yap artık”..herkes sustu sadece saatin tıkırtıları duyuluyordu.Doktor çantadan önlüğünü çıkardı ,giydi.ilacı alıp suya karıştırdı. Annen bu tedaviden sonra ninniyle seni uyuttu. “Burcu burcu kokan minik çiçeğim Allah esirgesin nazardan seni Yeni yeni doğan minik bebeğim Allah esirgesin nazardan seni “ Sabaha doğru annen hariç hepimiz uyumuştuk. Ertesi sabah annen doktoru çağırınca hepimiz uyandık. İçinde tarif edilmez bir sevinç vardı.Onu gören kayıp Ermeni hazinesi bulmuş sanırdı.Çocuğun ateşi düşmüştü.Doktor herkesi kaldırın, dedi.” İyileşmene hepimiz sevindik.Doktorun hali bambaşkaydı. Öyle gururluydu ki Napolyon’u yenen Cezzar Ahmet Paşa havası vardı.. Şeyh dayanamadı ve yardımcısına sordu: - Doktora ne dedin de değişti.Ona biraz iltifat ettim “Zira anladım ki insanların bazen en büyük ihtiyacı basit bir iltifat” Doktor ,ak sakallıya dönüp hadi melet bakalım şu kuzuyu,dedi. Çoçuğu kucağına aldı ak sakallı.. -Bak yavrum şimdi yarışma yapacağız en güzel kim melerse şeyh efendi ona şeker verecek . -Kötü bir meleme sesi duyuldu.Her kes öyle güldü ki.Hatta en ciddi duran şeyhin bile dişleri göründü.Sonra sıra sana geldi Öyle bir meledin ki duyan içerde kuzu var sanırdı.Şeyh Efendi Celal’in annesinin kendisine gizlice verdiği şekeri uzattı.

110


Şekerini yedin, sonra süt istedin ,içtin sonra uyudun. İşte böyle Celal,oğlum.O günden sonra hiçbir çocuk kara batırılmadı. Sabahleyin,hepimiz evlerimizden şeyhe kıymetli hediyeler getirdik: Ceviz ,buğday hatta para ...Şeyh bütün köylüleri tek tek karşıladı. Muhtar hediyeleri takdim etti.Şeyh, hiç sesini çıkarmadı.Hepsine teşekkür etti.Öyle ki senenin bu dönemlerinde köyde son derece az olan para, epeyce toplanmıştı. .Şeyhin o gün yaptığı konuşma hala buralarda anlatılır. “Ey benim milletim bilmez misiniz ki Kur’anda Allahlın ayetlerini satmayınız buyuruyor.Siz neden yapıyorsunuz bunu Biz dindar olduğumuz için .Peki biz bu ibadeti sizden para almak için mi yapıyoruz.Hayır nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki Kim böyle yaparsa cehennemliktir”. Muhtar şaşırmıştı. -Aman şeyhim bizim köye her zaman şeyhler gelir .Biz onlara para veririz.Bize dinimizi anlatırlar.Yoksa giderler ve gelmezler .Kanı beş para etmeyen kullara muhtaç olurlar .. O zamanlar köylerin çoğunda imam yoktu.Devletimiz sayesinde herşey elimizin altında şimdi.sonra şeyh devam etti: -Bana iyi bak muhtar :”Şu odanın gerisinde duran çocukların elbiselerine bak! dedi.Hepimiz dönüp uzun odanın sonundaki çocuklara baktık.Gerçekten çocukların yarısının elbisesi yamalıydı.Çoğunun üzerinde üç dört yama vardı.Devletin ara ara dağıttığı karayolları gocukları artık eskimişti.Çoğunun yüzünde, deri hastalığı izleri vardı. Biz muristan diyorduk.Yüzü beyaza boyardı. .Çoğunun saçları taranmamıştı. Şeyh devam etti: -Bakın bir şey daha vazgeçin şu minik bebeklere eziyet etmekten.Çocukları kara batırmak cinayettir ,haramdır.Artık yoruldum diyar diyar gezmekten ben yanıyorum benim yangınımı görmüyorsunuz .Hayvanlarınızı başkasının tarlasına bırakmayın diyorum dinlemezsiniz.Kan davalarınızı terk edin diyorum terk etmiyorsunuz.İnanın yoruldum.Sakallarım ağardı artık ben de şehre inip kendime bir kimlik çıkaracağım.O zaman artık ne yaparsanız yapın.Ey vadi milleti siz ıslah olmazsınız.Gerçi ben daha kendi medrese arkadaşlarımı ikna edemedim sizi nasıl ikna ederim? Bütün köylüler donakalmıştı. Muhtar ihtiyarlara dönerek şeyh doğru söylüyor çocukları kara batırmak bundan böyle bu köyde terk edilecektir.Gayrı şeyhlere para vermek de yoktur. Lakin buralarda bir başka adet vardı ki. Verilen hediyeyi reddetmek hakaret sayılırdı.Şeyh uzunca düşündü.Doktora bakarak bu parayı ve hediyeleri ne yapalım.dedi? Dağıtın fakir fukaraya şeyh ,dedi doktor. Şeyh, mutlu bir eda ile bu para ve hediyeler yaptığı tedavi karşılığı doktora verilecek,dedi .Doktor da bu yöreleri bilirdi verilen hediye düşmandan gelse dahi reddi mümkün değildi. Ertesi sabahleyin köylülerimiz, misafirlerini uğurlamaya gelmişti.Ama ummadıkları bir şey olmuştu.Doktor ve şeyh Celal iyileşene kadar burda kalmaya karar verdiler.Şeyh ve doktor ısrarla kara batırma geleneğini eleştirdi.. Hepimiz şeyhin adını duymuştuk.Ama nerde yaşardı,nerde kalırdı kimse bilmezdi.Ara sıra sünnet törenlerine gelir.Sonra kaybolup giderdi.Doktor o esnada üniversite yıllarına döndü.Bir şey hatırlamadı .Bu adamın yüzünü bir yerden çıkaracaktı ama çıkaramadı. -Şiroye dede bize o günlerle ilgili başka ne anlatacaksın. -Anlatayım,oğul. Evler genelde iki katlı ve topraktan yapılırdı.Alt katlarda hayvanların kalacağı yerler yapılırdı.Her evin dev bir samanlığı vardı.Evin en tehlikeli yeri de burasıydı.Yılanlar, büyük

111


fareler her zaman buradaydı.Çocuklar bu bölümlere girmekten korkardı. Evlerin içinde bir de ebabil kuşları yuva yapardı.Halk bunları kutsal kabul eder ,bunlara dokunmazdı. Ebabil kuşları asla evin yiyeceklerine karışmazdı.Sabahleyin evden çıkarlardı.Kilometrelerce uzakta bile ne ot topladıkları görülürdü.Ne de bahçedeki meyvelere saldırırlardı. Buralarda bir efsane dolaşırdı -Bunların efsanesini bize de anlatsana dede! Dedelerimizin bize söylediğine göre ; bir zamanlar bebeklerden biri evde yalnız kalmış.Siyah bir yılan gelmiş ve bebeği ısırmak üzereymiş.Bir ebabil kuşu yılana saldırarak bebeği kurtarmaya çalışmış..Ama dev yılan minik ebabili yemiş . Buna çok kızan bebek kalkmış ve yılanı boğmuş. . Bebeğin annesi eve dönünce ölü yılanı ve bebeği ve yılanın karnındaki ebabili görmüş Ve bir türkü mırıldanmış.. “Tellidir anam telli Bebeğimin beşiği telli Kuzumu kurtardı ebabil meleği Hızır gelsin de anam anne olsun ebabilin yavrusuna” O gün bu gündür dolaşır bu türkü buralarda ...Derler ki bu kuşun yavrularına bebeğin annesi bakmış ve büyütmüş.Sonra Allah bu aileyi her türlü beladan korumuş. -Peki,doktorla şeyh sonradan ne oldu?Hemen ayrılıp döndüler mi? - Gidecekleri zaman ben ve iki üç kişi daha yola koyulduk.Ellerimizde çifteler vardı.Şimdiki gibi değildi.O zamanlar kurt ,ayı sürüleri vardı.O zamanlar tehlikenin nerden geldiğini bilirdik.İnan şimdi keşke yollarda kurt ve çakal sürüleri olsa.Dünyanın kanunu değişti.Bu da bizim milletin kaderiymiş. Babana dönerek dualar okudu.Bütün köylüler şeyhin elini öptü.Şeyh ve doktor uzun süre konuşmadılar zaten rüzgar ve tipiden göz gözü görmüyordu. Şehre uzaklığımız beş altı kilometre dolayındaydı. Doktor yine sessizliği bozan kişi oldu: -Şeyh Efendi hayat senin için zor olmalı .Kimliğin yok şehre giremezsin,hastahaneye giremezsin.Zor değil mi? -Şeyh tebessümle yanıt verdi: -Haklısın ama biz o kısmını hiç düşünmedik.Düşünseydik bu hayat cehennem olurdu.Şu anda ne düşünüyorsun doktor? -Üşüyorum başka bir şey düşünmüyorum.dedi doktor.Bende birazdan yiyeceğim kar pekmezini düşünüyorum. -Sen üşümez misin ? Doktor ben kara batırılanlardanım.,dedi şakayla. Yol ayrımına yaklaştık..Doktor çok duygulandı..Durakladı Neden duygulandığını anlayamadım.Sanki kızını kurtaracak formülü bu adam biliyordu...Ayrılık dendi mi hep çingene arabasının peşinden koşuşunu ve kızını çağırdığını hatırlardı. Doktor seslendi:Benim durumumda olsan kızını nasıl kurtarırdın? Şeyh: -Benden mucize bekleme .Ben aciz bir kulum.Hayat tam da dünya gibi döner durur.Başladığı noktaya geri gelir .İnsanlığın kaderi de budur.Döner aynı noktaya gelir.Ona tek şey söylerdim gelmek zorunda değilsin: Lakin gelirsen her zaman kalbimde sana yer vardır. Ve ayrılık vaktiydi artık Şeyh de hüzünlüydü.Ellerini kaldırdı on dakikaya yakın dua etti doktor ve kızı için.Doktor İsmet inanmamasına rağmen ilk defa bir dua bu kadar sıcak ve samimi gelmişti kesemedi. Doktor, şeyhe dönerek: “Şeyh efendi deden Abdurrahman Efendi’ye çok üzüldüm içinde yandığı buğday tarlasını duymuştum.Diğer akrabalarına da üzüldüm.” Şaşırma sırası bu kez şeyhteydi.Bu hikayeyi sadece şeyhi tanıyanlar bilirdi.Bu doktor nasıl olur da hikayeyi biliyordu?

112


Sorduk -Söylemem ,dedi. Şeyh bize demişti ki : “Bazı kalplerin , ruhuyla bağlantısı güçlüdür.”Hele bir de beyin bu ikiliye eklendi mi ,kimse bu nedir diye sormamalıydı. Köye döndük.O günden sonra şeyhten kimsenin olmadı… Birkaç yıl sonra öldüğünü duyduk. Allah rahmet eylesin.İyi insandı. Şiroye sözlerini bitirdikten sonra Celal’e dönerek :Binlerce insan gelip geçer.Bu topraklar İskender’i ,Sultan Selim’i bile unuttu ,dedi.Celal ,oldukça duygulandı. Sonraki sabah diğer köylülerle konuştu.Sabah güneşin doğuşunu yazmak istedi. Çok sevdiği günlüğü ve geleceğinin tek hatırası defterine hatırlayabildiklerini ve o günü yazdı: Güneş henüz doğuyordu.Buralarda küçük bir dağa çıkan güneşe dokunacak sanılırdı.Toprak her zamanki cömertliğiyle güzel bir koku yayıyordu etrafa.Sabahleyin keçiler , inekler için hazırlanan darı sapı atılmıştı karların üzerine .Doğa bir defter yaprağı gibi yazılmayı bekliyordu.İnsanlar evlerinden çıkmaya başladı .Çaylar demlendi.Kış için hazırlanan kaçak tütünler içilmeye başlandı.Dumanlar çatıya doğru yükselirken çocuklar birer birer damlara çıktı. .Ara sıra çamurun içinde top oynanırdı.Kadınlar bu zamanlarda kalın ve gür sesleriyle çocuklarına seslenir bu çamurda futbol oynamamalarını isterlerdi.Bazen başka köylere maçlara gidilirdi..Köylüler bahçeye dadanırdı.Doğru dürüst ne meyve yenirdi ne de sebze .Bu toprakların kaderiydi güç. Burası bir çeşit ormandı.Aslanlar da vardı . çakallarda çakallar hep birleşirdi ve avlarını diri diri yerlerdi.Nadiren de olsa köylerde bazı ağa tabiatlı adamlar olurdu.Ekseriyetle sözleri geçerliydi.Hiçbir şeye bulaşmazlardı.Böyle insanlar çok sevilirdi. Aşağılama bu coğrafyada bir kısır döngüydü.Doğan her çocuk kendine geldiğinde ilk işiteceği küfürler imanı ve küçük düşürmeyi hedefliyordu.Köylerde mutlaka iki ya da üç aşiret olurdu.Bu aşiretlerin yanında küçük göçmen aileleri de vardı. Göçmenler o köyden veya ailelerden biriyle kız alıp verir böylece aşiretin parçası olurdu.Çünkü buralarda güç ve korkunun imparatorluğu vardı.Güçlü olan her zaman zayıfı ezerdi.Köylerde gençler hafif büyüdüğünde bilek güreşi ya da normal güreş yapardı.Bu mücadeleyi kazananlar hep rahat olurdu.Bu nedenle en zayıf ailelerin çok fazla çocuğu olurdu.Nüfusu kalabalık olanlar güçlüydü.Bu topraklarda iki sınıf asla yok olmadı.”Ezenler ve ezilenler”.Gariptir ki ezenler,başka topraklara gittiğinde ezildiklerinden şikayet ettiler.Sanki çok yabancıydılar buna. Fırsatı bulduklarındaysa zayıf olanı yerle bir ederlerdi.Köylere ya da ilçelere hatta illere yabancılar girip ev satın alamazdı,tarla satın alamazdı.Bunu satan ya da alan yaşatılmazdı.Zaten kimse kurulu gelenekleri bozmaya cesaret edemezdi. Acı çektirmek ve çekmek bir yarışma sonucuydu.Ne kadar çok acı çektirirse bir insan o derece kabul görürdü toplumda.Sokaklar ,caddeler,anneler ,babalar,fırtınalar,şimşekler göz yaşı akıtınca veya akıttırınca şöhretlenirdi.Bilinirdi ki hele yaşı küçük çocuklara eziyet etmek ve ettirmek Gökyüzünün yağmur akıtması içindi. Kartallar ,yüksek uçmazdı dağlarda.Sürülere otlatmaya gönderilen nice çocuklar akşam rüyasında titrerdi.Ayılar,kurtlar,yılanlar içinde yetişirdi çocuklar .Anneler çocuklarını gönderince dağlara sabahleyin korkuyu öğretirdi minik yüreklere.Korku yaşamanın tek çaresiydi. Gökler bazen sadece karanlığı gösterir dağların üzerinden.Kara bir günün habersisidir her akşam.zira “umut ve sevgi” en uzak iki kavramdır yüreklere.Bu yüzdendir her gencin kendisine bir tebessüm edene bin gül vermesi. Kardeşlik yürekten değildir.Bazen üç dönüm tarla bazen yaş,bazen sevgili girmiş görünür kardeşlerin arasına oysa araya hep sevgisizlik girmiştir,öfke girmiştir,ezme girmiştir, kibir girmiştir ve sadece bir kıvılcım beklemektedir.O kıvılcım çıktığında dışlanır minik yürekler.Bilinmez ki sevgisizlik kaygıyı doğurur.Kaygı güvensizliği,güvensizlik telaşı ,telaş korkuyu,korku da savaşı doğurur. Bu yüzdendir ki en korkaklar en çok mücadele edenlerdir bazen..Kimse bilmez yüreklerdeki yangını bir kalıp olup ezmiştir.Yine bahçelerde açmıştır meyveler.Ve zenginlerin

113


çocukları erkenden gelir koparır mazlumun emeğini .Bir mevsimini meyvesine veren yiğit adamlar gelir bakar da ya ağlar ,ya sızlar.Lakin bir şey diyemez bunu yapanlara. Ne gücü ne akrabası ne de ……….. adam getirecek kadar güçlüdür.Bu yüzden her mert insanın mutlaka birkaç çocuğu vardır.Nice namerdin altında ezilmesin diye.... Aslında en ciddi sorun bu hatayı yapanların ya da günah işleyenlerin hata yaptıklarını kabul etmemeleri.Hatalı olan insanlar er ya da geç kendilerini düzelteceklerdir.Oysa hatalı olduğunu kabul etmeyenlere denilecek bir şey yoktu. Ancak öyle bir sevgisizlik vardır ki bu mekanda gün olur sokaktaki çiçeğe gün olur daldaki meyveye, gün olur insana ,fakat güçlü olmadığı, hiçbir yerde saldırmaz.Sevgisizlik ağacın köküdür.Oysa bu insanlar bilmezler çiçeğin damarındaki sıvının kaynağının sevgi olduğunu.Ve bu sevgi uğruna tabiat uğruna yüce varlığın neler yaptığı.Fakat nadir de olsa bu düzensizliğe isyan edenler olur.Sevgiyi getirmeye çalışırlar.Bu zalimlerin arasında çoğunlukla başarısızdırlar.Gittikleri her yerde hoş bakmanın önemini anlatırlar, anlatırlar anlatırlarda rüzgara karşı minik filiz nasıl dayanır ki?Çok uğraşırlar fedakarca,maddiyatlarını kaybederler yılmazlar,moralleri yıkılır dayanırlar.Dışlanırlar sonra bir gün umutlarını yitirirler .Bu insanların büyük kısmı dayanamaz sosyal baskıya .Sonunda çözüm bulunur:Göç… Yağmur her tarlaya yağar .Ama bazılarında daha verimlidir.Kardelenler yazın açmaz.Göçmen kuşlar yönlerini kaybetmez mola verseler de. Celal,güneşin iyice yükselmesiyle beraber yazdığı notlarını bitirdi.Daha önce sahibi oldukları eve misafir olarak gelmişti.Burada geçen yılları unutalı çok olmuştu.O nedenle bütün köy halkından kendine yardımcı olacak kişileri belirledi.Gençler, yaşlılar,hep ona yardımcı olmaya çalıştı.Anlaşılan oydu ki geçen yıllar biraz da olsa bu insanların kendilerine ve doğaya olan ve zayıf,güçsüz kişileri ezmede gösterdikleri “maharet”azalmıştı.Yine de bu topraklarda ve tüm dünyada acı çekerek büyüyen çocukların adına bir şeyler yapması gerekiyordu.MehmetHoca’ya bir kez daha minnet duydu.Onun sayesinde gelmişti buraya. Talgar’ın anlattıkları dinleyen herkesi etkilemişti: “O zamanlar yakın köyle aramızda kan davası vardı.Çok can gitti.Amcalarım ,dayılarım, bir bir toprağa gitti.Karşı tarafında tabi. O zamanlar sen küçüktün. belki beş yaşındaydın. Tigran’ın torunlarının mezarlığında kazdığımız siperlerde nöbet tutuyordum.Bu nöbetlerden birinde senin iki ağabeyin yanıma gelmişti.Ben, seni görmedim.Ama şansın yoktu.O gece meğerse kardeşlerin seni de getirmiş.Sonra ne olduysa diğer köyden birkaç kişi köye girmeye çalıştı.Böylece aramızda çatışma başladı.Senin sesini duyduğumda çok geç olmuştu.O gece mermilerimin yarısı bitmişti.Annen birden biz çatışanlara seslendi.” Arada oğlum var: Ne olur ateş etmeyin,”dedi.Ben ateşi kestim karşı taraf da öyle.Sonra annen seni alıp götürdü.Üç gün mü bir hafta mı titredin. Bir zaman sonra kan davalılar barıştı.Barış döneminden sonra , o gece karşımda ateş açanla konuştuk:”Bana ,küçük bir çocuğun yalvarmalarına ,anne ,anne demesine dayanamadım,” dedi Ben çocukken böyle bir şeye maruz kalsaydım delirirdim.Sen sağlamdın.Bir haftalık şokla atlattın.Benim sana söyleyeceklerim bu kadar. Peki ağabeylerimi nasıl tanıdın da beni beklemedin ya da sana söylemediler mi,diye sordu Celal: “Onlar her gece gelirdi.Sen ilk defa gelmiştin.Onlara parola vermiştim.” Peki sence o dönemlerin yanlışları nelerdi? -Çok fazla yanlışımız yoktu.Sadece ara sıra Gordiyalı kabul etmediğimiz ailenize köyün suyunu vermezdik. Hepsi bu .Bir kaç kere de tarlalarınıza köyün hayvanlarını bıraktık .Ne olmuş canım.Biz güçlüydük güçlü olan kazanır.Hala kanun böyle değil mi? Celal,bu sözleri duyduktan sonra hiçbir şey söylemedi.Sadece yanından ayrılırken anlamlı anlamlı baktı:Uzaktaki insanlar sizleri bilmiyor olabilir.Ama cevap verilecek değerde bile değilsiniz.”Bu sözden sonra diğer köylülerin araya girmesi ile kavga zor engellendi. Köyün yaşlılarından biri ona Tigran’ı ve torunlarını anlattı: “Ben ,o zamanlar çocuktum.ne oldu bilmiyorum.Sadece herkes.Tigran çetelerinin kıydığı canlara cevap vermek istemişti.Önce, onlar başladı.Dedelerimi öldürdüler.Gerçi……………………..onlara yardım etti ama biz güçlüydük.Erkeklerinin çoğunluğu zaten askere alınmıştı.Ve bizim sahiplerimiz vardı.Oysa onları kışkırtan büyükler

114


aramızda savaş çıkınca onları terk etti.Onlar zalimdi anlıyorum da biz de haddi aşmıştık.Kejan göletine nice Tigranlı’yı döktü atalarım.Ama bir şey var yıllardır içimde. Tigran’ın torunları zengindi.Kadınlarının kolları altın doluydu.Bu civarların en zenginleri bile onlara borçluydu.Savaştan sonra ise burdan köklerini kazıdılar.Neyse benim sana anlatacaklarım çok fazla değil Bu ilçedeki bütün Tigranlılar toplandı.Ve Kejan göletine doğru sürüldü.Ben de o gün onlarla gitmiştim.Birer birer vuruluyor,gölete atılıyorlardı.O esnada çok güzel bir kadın vardı.Kucağında bebeği vardı.Bebeğini nineme fırlattı: -Ninem kucağına aldı.O zaman köylülerimizden biri bebeği de öldürmek istedi. Ninem bırakmadı.Karşı ilçenin dağlarında çok çocuk katledildi.Ne bileyim herkes onlar Tigranlı onlara merhamet gösterilmez ,derdi.Sonra köylülerden biri kadının kolundaki altınları almaya çalıştı.Kadın koşarak gölete atladı ve dedi ki: “Altınlarımı katillerime vermem.”o sesi hala aklımda .Rüyalarıma giriyor. Peki o bebek ne oldu? Ninem ve annem daha çatışmalar bitmeden onu Halvaniya bölgesine ulaştırmayı başardılar. Celal: Halvaniye’nin farkı neydi? O bölge tarafsız bölgeydi.Araplar vardı.Pek çok dönme(din değiştiren) kadın orda yaşardı.Çok zengin Tigraniler tenekelerce altını Halvaniye’deki Araplara vererek onlara sığındı.Töre oydu.Sığınma kabul edilirse kimse sığınana karışamazdı.Derler ki :Kuş,zalim avcıdan kaçmak için dikene sığınır”.Böyle bir şey işte. Ninem o bebeği kurtardı diye köylüler uzun süre onu kınadı.İnsanlık ölmüştü o günlerde. Hiç pişman olan var mıydı? Ne gezer evlat.Bu köyde iki mezarlıkları vardı.Turu aşireti Tigranlıların mezar taşlarını sökerek evler yaptılar.Sonra yaptıkları evler tek tek yandı.Allah onların da Rabbi’ymiş.Geç anladık.Onlar da aşağı kalmamıştı.Diğer yerlerde. Dünyada mezar taşlarından ev yapan ilk ırk bizimkiydi.Tabi lanet yiyen de. -Diğer mezarlık ne oldu? Şimdi tarla olarak kullanılıyor. -Kuyumculuk sektörünü ele geçirdiklerine göre altınları nerde olabilir? Geçen sene bizim dağdan bir kazan altın çıkardı yabancılar.Söylentilere göre Suriyeli biri elinde haritayla buraya ulaşmış. -Başka yerlerde altın olabilir mi? Çok aradık ovalarda,tarlalarda çok az miktarda altın bulduk.Kalanları nerde bilmiyorum? -Son soru: -Dedelerinizden pişman bir kişi de mi çıkmadı? -Hatırlamıyorum.Ama mutlaka olmuştur. -Peki yakın şehirlerde katledilenlerle ilgili bilgin var mı? -Yok.ama bizden aşağı kalmadıkları bugün hala gururla anlattıkları hikayelerinden belli değil mi? Köyde artık bir gün bile durmak istemiyordu .Konuşacağı birkaç kişi kalmıştı.Bu nedenle işini bir an önce bitirip gitmek istedi.O adamın anlattığı olaylardan sonra kimseye sosyal soru sormadı.Tek sorduğu altı yaşına kadar hatırlayamadığı olaylardı. Aldığı bilgiler ilk günlerdeki kadar şok edici değildi.Bir kaç kere yılan ısırmıştı.çok güzel bir atları varmış onu ilçeye yetiştirmişti Dinlediklerimin iğrençliği yeter diyerek ordan ayrıldı.Çünkü sonrasında neler olduğunu iyi ya da kötü biliyordu.Bunları MehmetHoca’ya kendim anlatırım ,diye düşündü. Son gün köyden ayrılmadan hepsini topladı.Çekinmeden not ettiklerini okudu: Neden diye kimse sormamıştı?Kimsenin aklına niye,nasıl düzelir gibi sorular gelmemişti.O kötü dönemde pek çok insan medeniyet dolu şehirlere gidiyor ,ama hiçbir değişim geçirmeden sadece palavralar atmayı öğreniyordu.. Zaman bazen geçmek bilmiyordu.Tel örgü yoktu gardiyan yoktu parmaklık yoktu ama çoğu zaman hayat zindan oluyordu.Yazın sadece gündüz ayaktaydı her şey ve herkes.Güneş

115


batınca iş biter insanlar eve döner ama mutlaka etrafını kollardı.Ölümün nasıl ve nereden geleceği belli değildi. .Atalarınızın her yaptığını onaylamak zorunda değilsiniz.Sizin şanssızlığınızı ölçmek zor.Elinizden geldiği kadar bilgi ve kültürün bu bölgeye gelmesine izin verin.Yoksa bin yıl sonra bile aynı kaderi yaşarsınız.Size benzemeyen her kesi burdan kovdunuz.Huzur geldi mi? Sevdiği birkaç kişi vardı.Onlara sarıldı. -Kalabalıktan biri cevap verdi: -Boş ver sen yoluna git. -Peki hoşça kalın. “Susuzum,ta yerden göğe kadar huzura susuz Arş-ı Ala'da her şey; günahkarlıkta ,ben kusursuz”

Bölüm 15 Geri Dönüş Ordan ayrılırken Tigranlıların şimdi üzerinde ev yapılan mezarlığına bakarak biraz dua okudu.Sonra Gordiya mezarlığından geçerken onlara da dua etti. Otogar ,rezalet hep var kafiyesiyle şiir yazmak istedi.Ama olmadı.Öteden beri şiiri okumayı sever ama yazamazdı.Köyden otogar’a döndüğünde içinde müthiş bir sevinç içinde Antalya arabasına bindi.Otobüs ,Konya ovasını andıran düzlüklerinde ilerliyordu.Yollar çok dardı………. ilçesinden geçişlerinde gözlerine inanamadı.Şehir içinde anayolda bile etraf kir içindeydi.At arabaları ve çek çekler hala kullanılıyordu……………. garajında toplam iki dükkan vardı.Harabeden bozma gibiydi.Otobüs buralardan geçtikçe rahatlıyordu.Galiba asıl sorun insan eğilim ve eğitimindeydi.Bu insanları aşağılamanın dışında aklı başında bir

116


toplumsal eğitim yaratmanın dışında bu insanların kurtuluş yolu yoktu.Asıl soru ise bu insanlara eğitimin nasıl verileceği olmalıydı. Otogarda otobüsün duracağı yer , nedeniyle kavga büyük bir tartışma yaşandı.Buraya tayin edilen pek çok öğretmenin oturup ağlaması boşuna değildi.Bu insanlara kaba kuvvetin,yüz yıl önceki ilke ve kuralların bittiğini söylemek bile zordu………….. içinden geçerken Osmanlı kalelerini andıran modern evler tam anlamıyla bu ülkede dizilerin çekilebileceği bir mekandı.Kafasını sallayınca yanındaki adam bir şey mi var efendi,diye sordu. Celal çekinmeden cevap verdi: -Bir şey değil; çok şey var ,çok şey var. Adam: -Ne? -Boş ver amca ara sıra kendi kendime konuşurum işte. Celal ,iyi tanırdı bu insanların önyargılarından kurtulabilecek kadar medeni bir yapıya sahip olmadıklarını bilirdi. Tartışmanın yararı yoktu.Buda’nın sözünü hatırladı: “Tartışan kendisi için tartışmıştır.” “izini sildiğim hüzünlerimi gönderdim cüceler ülkesine cadılara inat... yeni sevinçlerimi serptim yüreğime,

saklı küçüğümün acılarına inat...” Emirhan Bala

……………… kentinde onu Mehmet Hoca ve kendi eşi karşıladı. Alaattin: Neden erken döndün? Celal cevap verdi.: -Yarın konuşsak çok yorgunum. -Peki Ertesi gün bu defa Celal’in bahçesinde buluştular.Kahvaltıdan sonra semaverle çay yapmışlardı. -Ee Celal evladım ,anlat bakalım. -Size dolu dolu gelmek isterdim ama gittiğim topraklarda ,sevgisizlik ,inat ve cehaletten başka hiçbir şey görmedim.Keşke gitmeseydim.Gerçi biraz değişim var ama dünyayı 150 yıl geriden takip ediyorlar.Bu mantıkla hiçbir yere varamazlar. -Öğrendin mi ailen hakkındaki gerçekleri? Evet hocam.altı yaşına kadarki bilgilerin önemli kısmını aldım.Ondan sonrasını ise ben hatırlıyorum .Artık idare ederiz. MehmetHoca,Celal’in bunları anlatmaya hazır olmadığına inanarak toplumsal olandan başlamak istedi.Böylece hem sorunları doğrudan Celal’in üstüne getirmemiş olacak hem de çeşitli duyguları adlandırmanın rahatlığını yaşayacaktı. -İstersen senden ziyade o toplumda ortak özellik olarak neler gördün?Onu konuşalım. -İlk gördüğüm: kendilerini dışlanmış hissettikleri:Sözleri,davranışları,hep kendini kabul ettirmeye dönük. Mehmet Hocadurumu açıkladı: -Bak Celal,insanlar toplumsal yaratıklardır.Bunun dışındaki her durum onları yıkar.Bu güne kadar hayatının tümünü yalnız yaşayan tek bir insan var mı? Çoğu, mezralarda ,ya da belli kasabalarda ait oldukları kültürün tek temsilcisi olmanın sıkıntısını çekmiştir.Bir kısmının evi dağın başındadır.Sürekli “ait değilim” derler.Büyük kısmı hayvancılıkla uğraştığı için yalnız büyür .Bu tavır ,onlarda yalnız doğdum,yalnız öleceğim düşüncesinin beynin duygu deposunda gizlenmesine yol açar.Diğer insanların hep ‘’Sen bize benzemediğin için bizden değilsin” şeklinde düşündüğünü anlar.Bu şartlar altında yetişen nesiller toplu eylemlerden hoşlanmaz.Yasal grupların ,aile, okul, gibi dolduramadığı boşluğu yasa dışı organizasyonlar doldurunca çocuklar kendilerini bir gruba ait hisseder.Böylece bir süre sonra toplumsal

117


gruplardan uzaklaşır.Yoğun eleştiri karşısında kendini kabul ettirmenin yolunu istenmeyeni gösterme ,yapma tavırlarına döner.İlk yaptığı iş: Kabalaşmaktır.Sonra başka kötü işlere yönelir.Suçlu ortaklar bulup suça yönelir.Bu gün araştırılırsa pek çok suçlunun aile yapısı anlattığım gibi çıkacak.Herkes “bana ne” diyebilir.Ama İstanbul’da en lüks semtlerde yaşayanlar bir zamanlar “bana ne “dedikleri bu dünyanın içine girmiş oldular.Bu, kötü şartlar altında çocukluğunu geçiren herkesin toplumdan alacağı intikamdır. Al sana kap –kaç olayları. Başka neler gördün? Celal: -İnanılmaz bir tehdit algıları var.Basit bir sosyolojik tespiti bile tehdit olarak algılıyorlar. Alaattin: -Ebeveynleri boşanan,ölen insanlar evrenin kendilerini kabul etmediği ,sevmediği mantığını yürütür.Kendini sevmeyen bir varlıktan da nefret ve zarar göreceğine inanır.Bunlar aynı zamanda ‘’Hep,hiç,mutlaka” gibi aşırı genellemeci bir tavır içindedir.Bir de herhangi bir çatışma ve silah sesini çocukken birkaç kere duyan hele senin gibi çatışmanın ortasında kalan çocuklar doğal olarak tehdit algılamasını anormal boyuta getirecektir. Hocam ,pek çok insan güvensizlik içinde değil mi? Elbette:Sürekli ,ihanetten bahseden,güvenin doğuracağı olumsuz sonuçları daima değerlendiren ,bunları kendinden küçüklere nasihat eden insanlar farklı bir yöntemle feryat ediyorlar:Bize güven verilmedi. Başka neler anlatacaksın ,Celal. -Sanki başarısızlığı bir kader gibi algılıyorlar. Alaattin: Kendini sürekli başarısız gören insanlar çok zor kariyer elde eder.Maalesef bu algı biçimi sahtekarlığa götürür.Böyle olmasına rağmen hayatlarının her aşamasında mükemmeli ararlar.Bu duygunun altında ise anne-baba sevgisinin olmayışı vardır.Anne babasından sevgi görmeyen çocuk sürekli memnun etmeye çalışır.Önce ailesini sonra çevresini:.İşkolik olmaya çalışırlar. -Hocam bunun tedavi yolu yok mu? -Olmaz olur mu? -Var elbette:Önce bu duyguların var olup olmadığını bilmemiz gerekir.Sonra kararlı ve sürekli biçimde bize uygun gelen yöntemle bu duyguları telafi etmek lazım .Bunlar bir çeşit virüstür.Bir şekilde temizlenmeli .Zararlı olansa oto kontrol mekanizmasını sürekli çalıştırmak.Bu mekanizma beraberinde güvensizlik duygusunu da doğurur. Kaynak tabi ki sevgisizlik ve ilgisizlik olduğuna göre bunların zıddını doğrudan doğruya yapmaya çalışalım fikri de yanlıştır.Denge ,zor ve zirve bir kavramdır. -Peki hocam diyelim ki siz bütün bu şartlar altında yaşadınız ,Ne yapardınız? Alaattin: -Kişisel gelişim kitaplarının yanıldığı nokta bu.Hiçbir çözüm herkes için çözüm olamaz.Zaten bizi sıkanlar; bireysel algılarımız.Bir de bunları görmezden gelirsek çözüm bulamayız. Celal: -Peki,herkes için ortak bir çözüm yok mu? Birincisi ayrıntılı bir kişilik haritasıyla duygu ve duşünce örgüsünün farkına varmamız gerek.Diğeri ortaya ne çıkarsa çıksın sebebini bulma ve bir gün her şeyin düzeleceğine dair umut.Bu üç aşama kişiden kişiye göre değişmeyen gerçeklerdir.Tabi,meditasyon,ara sıra yalnızlık ,doğayla baş başa olma,kuş sesleri ,deniz ,iyileştirici özelliğe sahip. Aslında bunlardan daha önemli olan ise olumsuz düşünce ve duygularımız dahil her yönümüzle barışık olursak ,geçmişimiz ve geleceğimizle barışık olursak, yolun çok az bir kısmı kalmış demektir. Evlat ,isyan duygularının had safhaya çıktığını biliyorum.Ama bu ülkenin kaderidir cehalet.Neden sanıyorsun ki bunca sıkıntı,dert ,tasa, keşke dünya milletleri İsrail’in ve Avrupalıların vatandaşlarına verdiği değeri verebilselerdi!Sorunların kaynakları değişiyor olabilir.Fakat bizim varlık karşısında aldığımız bir tavır vardır:”Ben bu dünya için gerekli miyim? “ Bu dört kelimeden oluşan cümle Celal’in içinde bir fırtına kopardı:Kendi kendine bu soruyu

118


sordu.Verdiği cevap olumsuzdu.Ve aklından bir türlü atamadığı yaşam yolculuğuna son verme fikrini bir gün mutlaka uygulama kararı aldı.MehmetHoca’ya bunu söyleyemedi.Sadece yer ve zamanını biraz erteledi.MehmetHoca’nın endişeli bakışları fark edeceğini tahmin ettiği için gözlerini ondan kaçırıyordu.En sevinçli anlarımızda en üzüntü verecek bir karar alıyorsak,kendimizi sevmediğimiz ve sadece olumsuza odaklı bir ömür yaşadığımızın göstergesidir.Diğer taraftan Mehmet Hoca Celal’in içinde kopan fırtınalardan habersiz konuşmasına devam ediyordu: - İnsanlar genelde süslü cümlelerle yanıt vermeye hazırdırlar.Ama çoğu insanın bütün hayatının yegane prensibi olarak kabul ettiği bir cümle var:”Ben çok değerli olduğum için diğer insanlar bana köle olarak yaratıldılar.”Onlar sadece bana yardımcı olacak kadar yaşama hakkına sahiptirler.Onlar sadece benim ürettiklerimi alacak kadar haklıdırlar.Onlar sadece benim ırkıma hizmet ettikleri kadar hak sahibidirler.Onlar bu dünyada gereksiz .Onlar benim yukarda olmamı sağladıkları sürece değerlidirler ….” Bu insanlar yürüdüğümüz yolda,oturduğumuz bankta,tükettiğimiz ekmekte alış veriş yaptığımız mekanda gözümüzün içine küçümseyici bakışlarla bakarlar.Ne yazık ki mazlumlar ve sıradan insanlar birbirlerinin hakkını yiyerek bu haksızlıkları gidermeye çalışır!Yani ya öldüreceksin ,ya öleceksin sözüyle muhatap olurlarsa hiç düşünmeden ikinci şıkkı tercih edeceklerini söylerler. -Son yüz yıl insanları haçlı seferlerini aratacak kadar kötü duruma düşürdü.Fakat en çok etkilenenler Orta dünyanın cahil halkları .Şu anda toplum olarak sahip olduğumuz haklarla Orta dünya halklarının sahip olduğu hakları karşılaştırırsan cehaletin ve orman kanunlarının onları nasıl adı konulmamış bir kölelikle karşı karşıya bıraktığını görürsün. - Bir milletin medeniyetinin ilerleme derecesi kitap ve kültüre verdiği değerle ölçülür.Kitap okuma oranlarına bakarsan başka bir şey söylemeye gerek yok. Maalesef ,dağlara çekilerek sadece geçimini sağlamaya çalışan bir tarım toplumunun evlatları pek çok psikolojik ve bedensel hastalıkla yüz yüze kalır. Celal’in içinden geçen fikirler sanki Alaattin’e de tesir ettiği söylenebilirdi. Belirsiz bir nedenle bir anda sözlerini değiştirerek sevgi dolu gözlerine endişe dolu bir bakış yükledi. Şimdi, evlat,Ben yaşarsam bilgim ve evim her şeyim senin hizmetindedir.Ama bana bir şey olursa hayatının her aşamasında cehaletin karşısında ilmin savaşçısı olmanı istiyorum. Celal: -Aman efendim ağzınızı hayra açın! Alaattin: -Ben böyleyim işte.Senin kadar olmasa da ölüme karşı hep hazır durmaya çalışırım.Efendi Siddhartha Gotama son anlarını nasıl yaşamış duymadın mı ? -Hayır ! Biricik yardımcısının dizine başını dayamıştı.Her kirden uzak olmasına rağmen son sözü:”Kendini aydınlatan ışık ol” oldu.Eğer güneşin içinde enerji yoksa dışını aydınlatamaz. Şimdi bana altı yaşından sonrasını anlat: Baş üstüne üstadım: Celal hatırladığı kadarıyla çocukluğunu anlattı: Bu sevinç anı çabuk bitmişti.Öfke doldu bir anda Celal ve bu tonla konuşmaya başladı: -Bütün iyi yönlerine rağmen diyorum ki :Yer yüzünde çocukluğunu özlemeyen birkaç kişiden biriyim.Tanrı kimseye hak etmediğini vermedi.Bu nedenle rezalet içinde yaşayan kitleler mazlum rolü oynarken sakın kanmayalım diyorum.Kendisi her türlü haksızlığı yapan ama kendisine haksızlık yapıldığını iddia eden bir toplumda yetişmek ,Bir Tamalki olduğu için Gordiya’n eziyetlerine katlanmak demekti.Yolunu kesen çetelere yalvarmak demekti.Dışarıda gördüğü eziyetin on katını yakınlarından görmek demekti.Yılanlar ,çıyanlar içinde göklere bakıp bir gün bir gün diyerek sabırla ,içerde,dışarıda,derste ,sırada gökyüzünde kayan yıldızlara bakarak Allah’a bizi bu yerden kurtar diyerek yıldız kayarken dilek tutmaktı.Anne ya da babanın varlığıyla yokluğunun aynı anlama geleceğini bilme demekti.Duvarlara yumruk vurarak

119


Bir gün bir gün diyerek umut beslemekti. En sonunda ÖSYM ‘nin gönderdiği bir belgeyle bütün şerefsizlere,bütün zalimlere ,kişiliksizlere zafer ilanıydı. Şimdi şu deniz kenarında umutla ellerinizi öpmek için izin istemekti… -Celal, sakin ol evlat,sakin ol !,dedi Mehmet Hoca Sonrada sözlerine devam etti.İşte benim de dediğim bu:Şimdi şu güllere bak,şu melteme,şu ağaçlara güler yüzüme,yüreğine bak şimdi söyle mutluluk en çok kimin hakkı: Celal ayağa kalktı.Hocasının elini zorla öptü.Ve cevap verdi: “Acı çekerek büyüyen tüm çocukların ve insanların “Mehmet Hocada şöyle karşılık verdi: “Biri bana neyle gurur duyuyorsun derse :Senin gibi biriyle tanıştığım ve ona yol gösterme şerefine nail olmamı söyleyeceğim.İşte bunun için yaşaman ve mutlu olman gerek ,”zirveye” çıkman gerek.Öğrencilerini kurtarman ve onurlu bir yaşam sahibi olmalarını sağlaman gerek.Bana söz ver bana söz ver.”Şu yıldızları yaratana yemin ederim ki her yönüyle nasihatlerinize uymak için yemin ederim,yemin ederim.Bu duygu dolu anlardan sonra Ahmet Arif’in Anadolu şiirinden bir bölüm okudu. “Öyle yıkma kendini öyle mahsun öle garip Nerde olursan ol içerde, dışarda ,derste, sırada Yürü üstüne üstüne ;tükür yüzüne; çalanın Fırsatçının hayının fesatçının Dayan kitap ile dayan iş ile tırnak ile diş ile Umut ile sevda ile düş ile Dayan rüsva etme beni Gör nasıl yeniden yaratılırım Namuslu genç ellerinlle gör” Sonra sarıldılar.Sitenin içinde balkonlarda oturan herkes donakalmıştı.Ama tarifsiz bir biçimde iki elleri bir araya geldi ve bir alkış dalgası yayıldı.Celal utanır gibi yapınca Mehmet Hocaona kızdı: “Erdemin temsilcileri için kibirden başka düşman kalmamıştır.Şimdi karşılığını ver.Celal saygıyla eğildi.O gece sevinçten sabaha kadar uyuyamadı ve MehmetHoca’nın yapmaya çalıştığı şeyi anladı.O ,Celal’in kendi geçmişiyle saniye saniye yüzleşmesini istemişti. Bütün bunlara rağmen yaşamı sonlandırma kararına son veremedi. Ama Celal ,geçmişiyle yüzleşmenin zorluğunu biliyordu.Bu nedenle sonraki gün başka bir karamsarlıkla devam etti sözlerine: Lise yıllarında kendi kültürümden farklı ama medeni bir yerde okudum.Bu yıllar benim, duygu ve düşünce dünyamda devrimlerin olduğu yıllardı.Lise yıllarımdaki öğretmenlerim çok iyi insanlardı.Bazen baba,bazen ana bazen arkadaş olurlardı.Gerçek öğretmenler onlardı.Biri hariç bana kimse ayrım yapmadı .Gerektiğinde para gerektiğinde giyecek gerektiğinde sevgi verdiler. .Bu ortam fazlasıyla insancıldı.Gerçi yalnızlık zordu ama yine de hayat başlamak üzereydi ve hazırlıksızdım. O zamanlar bizim ilçeden gençler turizm yörelerine garson olarak giderlerdi.Ben de gittim.Harçlıklarımdan epeyce bir para biriktirmiştim.İşlerim çok iyi gitti hatta ertesi sene küçük bir kahvaltı salonu açtım.Her şeyin iyi gideceğini sanıyordum.Sonra bir gün o adanın gençleri gelip dükkanı dağıttılar.Arkalarına ise zengin bir belediye başkanı vardı. - MehmetHoca: Nasıl yani? -Bayağı girip dağıttılar orayı terk etmemi istediler. -Benim dayanacak gücüm yoktu ama intikamımı da aldım. -Nasıl aldın? -Günlerce düşündüm. Sonunda kendimce bir çare buldum.Amacım piyonlara değil şaha saldırmaktı.Belediye başkanının tepenin altında açık hava diskosu vardı.Tabi korumaları da

120


.Uzunluğu bir ,bir buçuk metre olan bir sopa buldum.Bu sopanın ucuna telle çok keskin bir bıçak bağladım -Niyetin öldürmek miydi? -Tam,olarak değil! -Sonra gece saat 12’den itibaren bir saat tepede saklandım.Aramızda çok fazla mesafe yoktu.Gece saat bir civarında başkan arabasından çıkıp diskoya gireceği anda bağırıp üstüne atladım. O anda korumalardan biri onu kurtarmak için atılınca ben korumanın üzerine düştüm.Korumanın silahını hızlı bir hareketle kaptım.Sadece bir el ateş ettim.O atışta başkan omzundan hafif yaralandı. ikincisinde sürekli devriye yapan jandarmalar yetişti. Yetişmeselerdi.Onlar beni öldürecekti.Savcılıkta onlar haklı çıktı.Ama yine de bizim orda görev yapan bir subay devreye girdi ve dükkanıma verdikleri zararları karşıladılar.Ben de başkandan af diledim. Bu kadar soğukkanlı anlatılması Alaattin’i endişelendirmişti: -Sanki çok normal basit sıradan bir olayı anlatıyorsun,nasıl bu kadar soğukkanlılıkla anlatıyorsun.Aslında ben buna duyarsızlık diyorum.Bir olayı anormal bir biçimde anlatırsan duyarsızsın demektir.Bu da düşünce sistemindeki kopukluktan kaynaklanır. Celal: -Haklısınız hocam.Ama onca olaydan sonra duyarlı olmam beklenemezdi. “Peki,devam et” -Böylece salonun eşyaları, benim sonraki yıl dershane param oldu.Bir yıl dershaneye gittim ve kazandım.Sonrasındakileri biliyorsunuz işte buradayım. - Evlat şimdi bana elini ver.”Muhannetin suyu dolayı akar. Tanrı seni muhannete muhtaç etmesin .”Tüm bu şartlar içinde yetişen bir çocuğun büyüdüğünde dahi işlediği hata ve günahlardan sorumlu olmayacağını garanti ederim.Şimdi bana hayatındaki en doğru işini söyle. Üniversiteye çalışırken uyguladığım sistem. -Nasıldı? -18 saat çalışıyordum.Sonra iki saat daha çalışsam hiçbir organım hayır demezdi. Peki ya kaybetseydin ne yapacaktın? -Ölümüne girmiştim ben kendimle savaşa. Kaybetmek diye bir şey yoktu.Hem ben elimden geleni yapacaktım.Sonunda kaybetsem de üzülmeyecektim Kendimi kandıramayacağımı biliyordum.Bu yüzden kendime karşı dürüst oldum. Alaattin: -Çevren seni olumlu ya da olumsuz etkilemedi mi? -Olumlu etkileyenleri alıyordum.Olumsuz konuşanlar -ki oldukça fazlaydı.Onlar hakkında ise sene başında kendime söz verdim.Hiç kimsenin sözlerine aldırmayacaktım. İşte burası evlat:”Her işin ,bir işindir.” Alaattin: -Bir hedefin varsa elinden geleni yap ki kendini suçlamayasın.Paulo Coelho’nun da dediği gibi, “Başarının önündeki tek engel başarısızlığa uğrama korkusudur.””Asla geri döneceğini düşünerek bir işe girişme .Her işe girerken nasıl geri döneceğini hesapla.” Mehmet Hocayaşamın güzelliğinden ,yaşamın saçmalığından hiç bahsetmiyordu.Bir konuda ısrarın ters etki yapacağını büyük ihtimalle biliyordu. Bu nedenle dengeli olmaya çok önem veriyor,sıkıcı olmamaya özen gösteriyordu.Asıl başarının kelimeleri kullanmadan elde edilecek başarı olduğunu biliyor,onu etmeye çalışıyordu.Böylece Celal’in üzerinde bırakmaya çalıştığı etkinin sonsuza kadar sürmesini istiyordu.Bu iki insan arasındaki sözsüz mücadele devam ediyordu. -Evlat bana birkaç tane “akıl haritası” yapıp getir.Bu konuda Michael J.Gelb’in Düşünme’nin Tam zamanı adlı kitabı sana yardımcı olacak: Şimdilik benimkiyle idare edelim: Kitap ilginç bir cümleyle başlıyordu.”Eğer insanlık dünyadaki mevcut krizi sağ salim atlatacaksa ,bunun nedeni ,bireylerin büyük bölümünün kendilerine öğretildiği gibi düşünmemeleri olacaktır”.Buckminster Fuller

121


Celal ,o gün Tanrı’nın onu kendisini kurtarmak üzere gönderildiğini düşündü. Ardından sevgi dolu sesiyle duygulu,eşsiz bir tonlamayla adeta bülbül gibi konuşmasına devam etti: Bunalımlar , insan hayatında ,krizler devlet hayatında öğretilen tüm yöntemlerin iflas ettiğinin göstergesidir. Ortaya çıkan sonuç , yaşamdan nefret etme ,korkma,dalgınlık,saldırma isteği travmanın belirtileri idi.Apaçık bir krizdi ortada olan. Kötü olan durduk yerde hatta en mutlu olduğu zamanlarda ağlama isteğini doğuran ,sebep yokken can sıkan, olay ve durumların farkında olmamak.Zira bilinen bir durumla baş etmek kolaydı.Bedeni ve ruhu kemiren ama adresi belli olmayan bir kemirgen gibi zarar veren hislere karşı savaş çok zordu.Demek ki iflas eden bir düşünce sistemi vardı.O halde hayatta değişim isteniyorsa ilk iş olarak düşünme modellerini değiştirmekti.Sistem kelimesi özellikleri aynı olan grup demekti.Bu birbirine bağlantılı olan tüm kavramları özetliyordu.Büyük düşünür Swami Rama diyordu ki:”Her işi yaparken aslında bir işi yaparız.” Bu sözleri söylerken Celal onun , kipleri isteyerek veya istemeyerek karışık kullandığını keşfetti.Bu,hocanın da belki Celal kadar belki de ondan fazla acı çektiğini gösteriyordu. -Aile ve toplumun arkadaşların eşlerin kısacası etrafımızdaki tüm insanların ,kitaplarımızın ,öğretmenlerimizin öğrettiği tüm düşüncelerin iflasının sonucu bunalımlardı.Eğer bir değişim yaratılacaksa kökene inip düşünce sistemini bir çocuğun düşüncesini oluşturmak gibi yeniden yaratmak gerekiyordu. -Bunalımları yenmek için yüzlerce düşünce kitabı okumuştu.Kişisel gelişim kitapları ,hayat değiştirme kitapları okumuştu.Ama onların da iflas ettiği açıktı.İnsan,kitapları kendisine yardımcı olsun,sıkıntılarına yardımcı olsun diye okurdu.Bu kitaplar bu güne kadar bunu yapamadığına göre onlar da iflas etmişti. -Ayrıca okuduğu yüzlerce romanı düşündü.Çorap tasvirleri,ağaç tasvirleri,olamayacak kadar uyduruk olay halkaları,öpüşme sahneleri,aşklar buluşmalar doğu- batı çatışmaları,bir kızın örtünme hikayeleri,Allah’ın varlığını ispat etmeye çalışan kitaplar hangi ırkın üstün olduğunu kanıtlamaya çalışanlar,aile albümlerini,eşleriyle tanışma hikayelerini büyük puntolarla okuyucuya yutturanlar.Hepsi iflas etmişti onun beyninde. -Bu ülkede sabah erkenden kalkan,işine giden, akşam yiyeceği ekmeği ,çocuğunun eskiyen ayakkabılarını düşünen, babaların hiçbir kitaba konu olmaması düşünce sisteminin bittiğinin,beynin normal olan tüm fonksiyonlarını yitirdiğinin farkında olmayan insanları küçük de olsa doğru fikirlerle yenilemek kaç yazara nasip olmuştu. -İnsani olan, zor değişen talimat dinlemeyen bir beyne karşı ne yapılabildi?Soru buydu cevap ise” evrenin gizemiydi.” İnsanlar ‘kafana takma geçer’ böyle her şeyi kafana “takarsan yaşayamazsın” gibi yüzlerce saçma söz söylerler.Oysa kafaya takmadan bir sorunu halletmek mümkün değildi.Kafası çatlayacakmış gibi olan binlerce insanın yanıldığı nokta neresiydi? Bunu bulmak gerekiyordu.NLP ve kişisel gelişim kitaplarında samimi olmayan ifadeleri kullanmak kolaydı. “Benim içim yanıyor ey yığınlar”.Şu dünyada tüm gördüklerim bana kötü şeyleri hatırlatıyor.Neden sizin zevk aldıklarınızdan zevk alamıyorum derken aslında yardım istenir.Böylesi durumlarda herkes söz birliği eder ve can sıkmak için ne varsa söyler.Hatta içlerinden bazıları bilerek veya bilmeyerek öyle yaralar ki Bunu söyleyenlerin , dostluğundan şüphe duymaya başlamıştım. Böylesi zamanlarda o güne kadar değer verilmeyen insanların bir kısmı ise tersine her sözüyle yardımcı olur ya da öyle anlaşılır.Çünkü dostların düşünceleri de kriz ortamında iflas eder. Bilinçaltında gelişen ve bastırdıkça güçlendirdiğimiz duygu ve düşünceler sürüngen memeli beynimizi esir alır.Ona her istediğini yaptırır.Bunun en iyi örneği dindar görünen insanların bir kısmının günahı oldukça sevmesidir.Gazali’nin her derdin devası zıttındadır fikri ,çözümü belirtmiştir. Geceleyin oturup saatlerce düşündüm .Kafamı en çok zorlayan ise,yaşanan onca sorun içinde çelişkilerden yola çıkıp kendisini rahatsız eden şeyi bulmaktı.Belki de tahmin

122


ettiğimden daha kolay olacaktı.Belirsizlik ne kadar kötüydü.Dertlere,sorunlara çözüm bulmak için çok sıkıntı çekmek gerekiyordu. Yanmayan ne bilsin, ateşi külü Sevmeyen ne bilsin, çiçeği gülü Kaybolup tükenen, iç dünyasında Ne bilsin çareyi, ne bilsin yolu Mecnuna fark etmez, taraf cihet yön Ne bilsin ki sağı, ne bilsin solu Boşlukta kalmayan, boşu bilemez Ne bilsin halinden, ne bilsin dolu (Ali Bülbül) “Harabatı görenler her biri bir haletin söyler Safasın söyler rindan zahid sıkletin söyler”

Perişanlığı görenlerin her biri kendi durumunu anlatır Zevk içinde olanlar zevki,sıkıntı çekenler sıkıntısını anlatır(Ragıp Paşa)

.Tezatları kucaklamak çözümün ilk aşaması olmalıydı.Nasıl ki hayat ölüm var olduğu için güzeldi.Sıkıntılar da çözümleri olduğu için güzel ve iyi olabilir miydi? Fuzuli’nin ısrarla vurguladığı derdi sevmek ve mutlu olmak mümkün müydü? “Cefa vu cevr ile mu’tadım onlarsız n’olur Ben eziyet ve kedere öyle alışığım ki halim! onlarsız halim ne olur düşünün Cefasına haddu cevrina payan olmasın ya Rab” Bu eziyetler son bulmasın ey Allah’ım (Fuzuli) -Değişim isteği ve değişim arttıkça belirsizlik ile karmaşa yoğunlaşır.Beyin ,aşure çorbasından fıstık ayıklamaya çalışan çocuk gibi karıştırır . -Yoğunlaşan hayat temposunda kaliteli düşünceyi dahilere bırakmak mümkün değildi.Belki herkesin kendi çapında küçük bir dahi olması gerekiyordu. -Dahi insanların çoğunun başlangıç noktası çelişkisiyle tüm gerçekleri kabul etmeleri olmuştur.W.J.Gelb’in kitabında Niels Bohr’dan alarak verdiği İki tür gerçek var: küçük ve büyük gerçek.Küçüğü yakalamak kolaydır.Çünkü zıttı yalandır.Büyük gerçeği yakalamak ise zordur.Çünkü büyük gerçeğin zıttı daha büyük bir gerçektir.” -Kaygı ve korkularımız belirsiz olduğunda sigaraya uzanmak,yemek ,konuşmak gibi sıradan işlere yöneliriz.Pek az insan korkusunun üzerine gitmeyi tercih eder.Kişisel değişimin şartı ise eski alışkanlıkları,yıpratıcı düşünceleri atma isteği sinerjinin koşuludur. -Büyüklerden birisine şu adam değişmek için falan yere gitti ama değişmedi demişler . O da demiş ki doğru çünkü “kendisini de beraber götürdü.” -İşte kişisel değişimde çelişki gibi görünen fakat çelişki olmayan gerçek, can sıkıcıdır:Eski alışkanlıklar,düşünce örgüleri tam olarak nitelenmeden onları yok etmek imkansızdır. -Buna kendini tanıma yolculuğu adı verilebilir.Çünkü mutlak surette bir şeyi yok etmek için varlığından emin olmak gerekiyor.Varlığından emin olunmayan zihni ya da bedeni tavır değiştirilemez.Ama ruhsal yapımızın oluşumuyla doğrudan ilintilidir. Ruh dünyaya gelmeden önce neydi?Kimliksiz bir akıl .Peki bu kimlik nasıl yapılır?Yürek

123


aracılığıyla mı?Yürek nasıl koşulların bir dünyasının dışında bu aracı haline gelir?Artık şiir ve Teoloji’nin yardımıyla kalemim çok fazla esip gürlemediği için yıldızlarına şükredebileceğimi düşünüyorum.” Bencillik, kendi tarafını tutma narsizm,kendini şımartma gibi tehlikeleri olan bu süreç W.J.Gelb’in de dediği gibi,acımasız bir sorgulama süreci gerektirir.Kendini tanımanın riskleri, büyük risklerdir.İnsan, kendini bir ömür boyu inkarla avutmuşsa bu süreç daha yıpratıcı olur. Belki gözyaşları belki sayfalar dolusu yazıları , tecrit olmayı gerektiren bir süreçtir.Engellere gelince; Paulo Coelho’nun ısrarla belirttiği gibi başarısızlık korkusu ve harekete geçme isteğinin olmaması.Mevlana’nın söylediği”.Günah işledikten sonra üzülüyorsan kalbin yaşıyor demektir.” Sözü tam bu esnada akla gelmeli.Gereken adımları atamamak güçlü bir bahane bulma yeteneği oluşturur.Oysa beynimizi sorunları çözmeye ve algılama biçimini değiştirmeye odaklarsak beynimizin gücünün farkına varırız. Beynimizdeki ağ tüm dünyanın telefon ağından 1400 kat daha karmaşıktır.Bir saniyelik okumada 30 milyar nöron 100 binden fazla kimyasal tepkimeyle ışıldar,diyor Gelb. Bu konuda talihsizlik pek çok eğitim sisteminin yaratıcı düşünceyi körelttiğini algılamayı zayıflattığı söyleyerek devam edeyim. Korku,engeldir.Bireylere korkmayı öğretmek için yıllar harcıyoruz.Yaratıcı düşünce yaratıcı bakış açısı çoğu zaman sopa ve çatık kaşın olduğu yerden yola çıkıp gider.Birisi bunun tersinin laubalilik ve serserilik olduğunu düşünüyorsa henüz düalist düşünceden bir adım öteye gidememişsin demektir. Tam bir utanma ve itaatle yetiştirdiğimiz nesiller krizleri yaşar ,dururlar.Tarihi tekerrür ettirirler.Baba ve dedelerinin çektikleri sıkıntıların benzerlerini çekerler. -Bir gün lanet okumaya başlarlar:anne ve babalar bu çocuk neden böyle oldu?Bu bizim çocuğumuz mu? Sorularını tekrarlarken aslında kendi yarattıkları düşünce sisteminin iflas ettiğini kabul etmezler.Ben çocuğuma şunları şunları öğütledim .Kötü mü yaptım.Diyecekleri bellidir.Oysa hayat sürekli değişmektedir. -Değişime nasıl ayak uydurulacağını ,nasıl yenilik yapılacağını öğretemeyen sistemler kendi kriz süreçlerini yaratırlar. -Peki ama evlat çözüm nerde diye sorduğunu gözlerinden anlıyorum? Cevabı basit, yaşaması zor.Yapabilirim diye düşünme farkını elde etmek. Kaygılarımız bizim önümüze setler kurar ve girişimciliğin risklerini anlatır. Nietche’nin,Umut kötülüklerin en kötüsüdür.Çünkü acıyı uzatır sözü onların temel ilkesidir.İnatçı insanlar bu konularda çok şanslıdır.İnadı azme çevirmek kolaydır.İnat güzel bir davranış şeklidir. Başarı bir sonraki adımda bile olsa yine de atmak istemediğimiz bir adıma rastlamışsa ömürlük bir fırsat kaçmıştır.Bu nedenle isteksizlik ve korku,endişe bizimle gelebilir.Fakat bize komutanlık etmemesi gerekli .W.J.Gelb’in de kaydettiği gibi “Korkunun zıttı cesaret değil korku karşısında devam etmektir.” -Eğer gücüm olsaydı tüm bataklıktaki insanlara derdim.Bir korkak gibi öleceğinize korkuyla savaşıp yenilenlerden olun.illa da yenilecekseniz kendi istediğiniz şekilde yenilin.Hem yenilmek mücadele devam ettikçe gerçekleşemez. -Yeter ki siz kendinizle mücadele edin bakın o zaman nasıl yeşeriyor topraklar.Bakın o zaman belli insanların ilahı sandığınız ama en yakın dostunuz Allah’ın size nasıl yardım ettiğini görün.Görün ki O bir insan değildir.O bizi yarattığına göre bize yardım edecektir.Biz hangi yolda olursak olalım.Bes ki hedeflerimiz olsun.Hedefi olmayanın Tanrı’sı yoktur.Tanrı’sı olmayanın sonu bellidir. -Şimdi ne kadar gücümüz olduğunu ve neler yapabileceğimizi öğrenelim:Beynin iki yarımküresi farklı güçlere sahiptir.Sağ yarım küre resim ve yazı gibi sanatsal faaliyetleri organize eder.Eğitim sistemleri sol beyin odaklıdır.Bu nedenle pek çok başarısız öğrenci yetişir.Matematik işlemlerini yapan sol yarı küre çoğu insanda geliştirilemez.Maalesef “yapamam” fikrini geliştirir.Genel olarak sağ yarı küresi güçlü insanlar sözel alanlarda başarılı olur.

124


-Ancak biraz incelersek ilkokul yıllarında toplumun yaptığı ,sol yarı küre lehine yapılan ayrımcılığın başarısızlık korkusu doğurduğunu söyleyelim.Korkunun da sonuçlarını biliyoruz. -Pek çok öğretmen sınıfta hayal kuran öğrenciyi problem olarak görür.Oysa düşünce dünyası değişken ve zamanlıdır.Kaliteli düşünce her zaman bulunmaz.Büyük keşiflerin hayallerle başladığını unutmamak gerek. -Eğitim sistemlerinde başarı; ciddiyet ve oyunu;geleneği ve geleceği,sanat ve bilimi,disiplin ve eğlenceyi,mantık ve hayali birleştirebilenlerindir.Tarih saydığım birlikteliği kuran örneklerle doludur. -Tam bu noktada sana şunu söylemek istiyorum.Birey,devlet ve eğitimde denge kurmak son derece zordur.Ama hedefe ulaşmanın da standardı budur.Beyin molaları,beyni destekleyen bir ortam yaratmak,günlük tutmak,rüya ve hayalleri yazma,yalnızlığın bir zirve olduğunu anlamak,idealdeki hobi ile ilgilenmek,meditasyon,sevdiklerimizle birlikte olmak,sağlığımızı bilgi ve pratikle korumak,beynin iki tarafını da geliştirmeye çalışmak ,cinsiyetle ilgili olumsuzlukları onu bastırmaya zorlamadan değiştirmek ,gezmek,okumak beynin gelişimine katkıda bulunacaktır. Klasik müziği sevmeyi dene göreceksin bak neler neler keşfedeceksin.Ney ve sesi dinlendirici özelliğe sahip sanatçılar dinlemek beyin sağlığımızı korur. Tabi çalışıyorsan iş yerini güzelleştirmek de istediği konuma getirebilmek de tahmin ettiğin kadar zor iş değil -Hocam pardon araya girmek zorundayım: -Siz demediniz mi,alışkanlıklardan vazgeçmek zordur.Çevremdeki insanların yıllarca alıştıkları alışkanlıklardan nasıl uzaklaştırabilirim ki?Çünkü ben değiştiğim zaman insanların bana karşı eski tarzlarını sürdürmesi beni eski halime döndürmez mi? -İyi soru evlat ama unuttuğun bir şey var:İnsanlar yeni bir durum ve olayla karşılaşınca tuhaf karşılar:Bazen güler bazen şiddete başvurarak engellemeye çalışır.Aslında yapmaya çalıştıkları; yenilik getiren insanın bunda samimi olup olmadığını öğrenmektir. Karşıdakini sebatkar gördüler mi bir süre sonra onlar da aynı değişime uyar.Bir arkadaşım bir ara.İlk gittiği ilçeye o güne kadar orada hiç kullanılmamış bir araba götürmüş .Bir iki yıl sonra o ilçede araba 2 ,3 tane olmuş.Şimdi galerilerde en çok satılan bu arabaymış. Günlük tutmaya gelince, kalemsiz ve kağıtsız gezme evlat her an her yerde düşünce yoğunluğunu yakalamak zordur.Şairin biri bir gün gemide gidiyormuş aniden ilham gelince yazacak yer bulamamış pantolonuna yazmış .O halde eve gidince tabi karısından fırça yemiş! Sonuçta çok güzel bir deneme yazmış. Duygularımızın değeri gittikçe artmaktadır.Dünyada birkaç ülkede eğitim kurumları duygusal eğitime döndü.Aslında duygular düşüncelerin kalıplaşmış ve kaybolmuş şekilleri olduğu için onlarla mücadele etmek çok zordur.Gerçi tıpta sadece gelişmiş birkaç ülkedeki birkaç hastanede uygulamaya konan ilaç tedavisi öncesi terapi henüz yeterince yayılmamıştır.Belki bir gün buralarda da yayılır. Aslında hayatımız için önemli olan ancak bizim bu önemi kavramakta geç kaldığımız unsur duygularımızın tanımlanmasıdır.Bu çok geniş bir kavram.Duyguları tanımak nitelemek yetenek belki de uzmanlık isteyen bir alandır. -Kişiliğimizin şekillenmesinde son derece önemli olan, insanın karakterinde etkili olan bir başka unsur ise iklimdir.Biz,buna yaşadığımız mahalle ve evi de ekleyelim.Tabi kimlik ve kişilik oluşumunu incelerken asıl amacımız.olumsuz noktaları yok etmektir. -İşyerinin de kimlik oluşumunda etkisi vardır.Şimdi bunların hepsini toplayacak olursak elimizde, eleştiri kalır.Kaliteli bir eleştiri süreci bütün bunları tek başına ortaya çıkarabilir.Çıktıktan sonrası ise kolay sadece değişimde inatçı olmak gerekecek. Öncelikle çevrenin eleştirilerine kulak asmak gerekir.Sadi der ki:”Kendini düşmanından dinle”.Dost dostça baktığı için kusurları göremez.Ama düşman sadece kusura bakar.Tarafsız bir gözle değerlendirirsen bizi sevmeyen insanların ne kadar faydalı olduklarını görürsün. Rüyaları yazmaya gelince:Bir araştırmaya göre beynimiz uyuduğunda doğduğu andan şimdiki zamana kadarki tüm olayları kaydeder.Yeniden gözden geçirmemizi ister.İşte rüyalar böyle bir ortamda kendimizi tanımamız için çok yardımcı olur.Yatmadan önce rüyamı

125


yazacağım, diye şartlanırsak bence çok iyi olur.Unutma ki rüya sembol diliyle yazılmıştır.Uyandığımızda beynimiz çoğu zaman aşırı yorgundur.Bunun sebebi uyurken aktif olmasıdır.Sabah beynimiz için en iyi vakittir diyenlere bu bilgiyi aktarmak lazım.Beynin iyi olduğu zaman kişiden kişiye göre değişir.Keşke kitapların ve öğretmenlerin bize verdiği bilgileri sorgulayacak kültür ve kapasitede olsaydık -Tecrit ve yalnızlık kavramları da kişilik oluşumunda ve hayatımızda gizli bir şekilde içimizde yara olarak kalabilir.Yalnızlıkta bir tercih vardır. Tecritte ise zorunluluk vardır.Toplumun tecridine dayanmak bilgi ,bikrim,cesaret ve azim isteyen bir süreçtir.Yalnızlığa gelince:şairlerin niye bu kadar yalnızlığını övdüğünü hiç düşündün mü?... -Çoğu kere ama yine de sizden dinlemek isterim. Alaattin: -Yalnızlık Tanrısaldır..Bu nedenle yalnızlığı sevenler zorluğu da sever. Yalnızlık değerini bilirsek bir keşif yapma zamanıdır. “Yetti bikesliğim ol gayete kim çevremde Kimse yok çizgine girdabı beladan gayrı”(Fuzuli) Kimsesizliğim o dereceye vardı ki Çevremde bela girdabından başka dönen yok.

126


-En çok yalnızlar ,en çok Tanrı’ya yakın olanlardır.Alimler peygamberler,büyükler hep yalnızlığı övmüşlerdir.Ne yazık ki yalnızlık eylemi alkol gibidir.İçen zevkinden dört köşe olur.Ama organlarını mahveder. -İşte Celal’im.Bütün bunları sana aktardım.Sıradan bir insan olarak bu işi yapmakla Tanrı’ya karşı görevimi de yerine getirmiş oldum. -Peki hocam sanki yarım kalan bir duygu ve düşünce varmış gibi bir his var içimde. Alaattin: -Evlat,kim olduğumdan şüphe ediyorsun ki? -Sizi daha iyi tanımak istiyorum.Sizin bana anlattıklarınız sizi tanımam için yeterli değil.Fakat bir gün sizin gerçek manada kim olduğunuzu bulacağım.Benim görüşüm sizin bu topraklara ait olmadığınız.Bu topraklara ait hiçbir insan başkasını bu kadar düşünüyor olamaz. -Evlaaat”.Genellemeleri çok kullanıyorsun bu yanılgıların da çok olacağı anlamına gelir.” Bu sözlerden sonra hocanın yanakları kırmızılaştı.Celal Mehmethocayı ruhsal manada çözmeye hazırlanıyordu.Hoca endişelenmeye başlamıştı. Celal’de müthiş bir merak başlamıştı. -Onu bu şekilde görmeye pek alışık olmayan Celal konuyu değiştirmek için çare ararken yine o imdada yetişti: -Sahi evlat her zaman yapmak isteyip yapamadığın neler var?Bir müzik aleti çalmak isterdim diye başlayayım .Ama sonunu getiremem o kadar çok ki.. -Anladım. -Buna ulaşmak için neler yaptın? -Yalan yok hiçbir şey yapmadım. -Bu güne kadar kaliteli bir hayat yaşıyor dediğim herkesin ortak bir özelliği var .Amaçlarına ulaşan insanlar daha huzurlu. Gördüğüm fakat peşine çok takılmadığım bir gerçek. -Başka neler var? -Meditasyonu merak ettim ama bir türlü istediğim gibi bir meditasyon yapamadım -Peki hayal kurmayla aran nasıl? -Onu mükemmel yaparım -Güzel cevap o zaman meditasyonu öğrenmek senin için birkaç kitaplık iş. Bu cevaba çok sevindi.Gözleri parladı. -Peki sporla aran nasıl? -Severim ama tembelim -Güzel !Demek yaşıyorsun. -Sakın ihmal etme.Spor insanı Allah’a yaklaştırır.Kendimizle baş başa bırakır.Gizlediğimiz ,altına sığındığımız maske sporda ortaya çıkar.Kendimizi daha iyi tanırız.Bilincimiz kuvvetli bir duvardır.Spor ,bu duvarı aşacak güçtür.Şöyle bir bak dizi yıldızlarına , sinema sanatçılarına ne kadar güzel yaşıyorlar değil mi?Röportajlarını hiç kaçırma.Kaliteli hayatı onların sözlerinde bulursun.Sürekli toplumun gündeminde olan insanların bir kısmı örnek bir hayat yaşayarak o noktaya erişmiştir.. O günkü konuşmadan sonra Celal ,yeni hayatı özümsemeye içselleştirmeye başlamıştı.Ara sıra karamsarlığa kapılıyordu.Ara sıra aşırı ümitleniyordu.Bir kaç gün sonra şehrin her yanını kuşatan tepelere gitmek istediğini MehmetHoca’ya söyledi.Hoca bu isteği hoş karşıladı.Bir sabah şehrin orman işletmesine gittiler.Çünkü MehmetHoca’nın orada tanıdıkları vardı.Zaten normal araçlarla o yola çıkılamazdı.Orman memurları hayatlarında ilk kez karşılaştıkları bu isteğe olumlu cevap verdiler.MehmetHoca’nın arabasını orman işletmesine bırakarak ,onların araçlarıyla yola çıktılar. Araba ara sıra 20-30 kilometre hıza ulaşıyordu.Orman bekçilerinin ilk tesisi ve nöbet yeri zirveye yakındı.Celal,dayanamadı ve son derece ciddi olan bekçiye bir şey sordu: -Yüksekte olmak nasıl bir duygu? Bekçi cevapladı: -İnsanlar hep yukarda olmak ister.Oysa en rahat olanlar aşağıda olanlardır.

127


Celal bu cevaptan sonra bir kere daha anlamıştı ki :Binlerce kitap okuyan biri asla yaşamı çözemez.Yaşayan ,her zaman düşünenden ve söyleyenden bir adım öndedir. Tesise vardıklarında bekçiler çay yapıp getirdiler.Ve tuhaf konuşan iki insanın konuşmasına daldılar.Biri daima yazıyordu..Öbürü ise daima dalgındı ve konuşuyordu. MehmetHoca: Celal,doğayla özdeş olan insanlar ruhlarını çabuk bulur.Onlara yetişemezsin.Sıradan bir köylü pek çok zaman aydından da aydındır.Neden yazmayı bırakıp sözlerime odaklanmıyorsun.Bırak artık şu kalemi : -Daha öncede söyledim.Bu isteğinizi yerine getiremem.Kaydetmek,kaybetmemektir. Alaattin: Bu gün ne soracaksın bana? Akıl haritalamayı soracaktım Alaattin: Akıl haritalama bir not tutma süreci değildir.Ancak konunun ustaları Tony Buzan ve William j.Gelb’tir. Daha önce adını söylediğimiz gibi “Düşünmenin Tam Zamanı “adlı kitap hak ettiği ilgiyi bulamamış.Burada belirtilen akıl haritalama bir çeşit sınıflandırma işlemini belli bir resimle yapmaktır.Bu konuda deneme yapanlar bazı şikayetlerde bulunuyorlar. En çok şikayet kötü resim yapanlardan geliyor.Ancak burada resim yapmak,güzel resim yapmak için değildir, resim yapmak araçtır.Bir çocuk gibi resim yapılabilir.Diğeri her konuda en fazla iki kelime kullanma zorunluluğunun olması.Her kelime bir imge (Sembol)anahtarı olacaktır.Tabi resim yeteneği olanlar şifre resim kullanabilirler .Sadece o işaretlerin anlamını kavranabileceği işaretler kullanılmalı. Önce ana dallar belirleniyor.Ekonomi, sağlık,iş ve işyeri,sorunlar,başarılar ayrı ayrı haritalanır.Değişen haritalarda değişmeyen şeyler vardır.Örneğin aceleci olan bir insanın aynı zamanda erteleme alışkanlığı olabilir ilk etapta çelişki gibi görünür.Oysa beyin uzmanları beyinde işlerin yapılma zamanı ile ilgili bir merkezin olduğunu,buranın yaşanan stresler sonucunda yıpranmasıyla belli durumlar oluşur.Örneğin çok sevimli olan bir insanın aynı zamanda hem öfke hem sakinliği yaşaması gibi…Beynin bu kısmına ve diğer kısımlarına en büyük darbeyi suçlama ve günah zinciri vuracaktır.Kendimizi suçladıkça kendimizi bitiririz.Tabi bu,yıkıcı anlamdaki bir suçlama. “-Sözlerimden kendimizi suçlamayalım anlamı çıkmaz.Ama kendimize hata yapma ve günah işleme hakkı da vermek gerek. ‘’Bildiğim kadarıyla deniyor ki Siz günah işlemeseydiniz Tanrı günah işleyen bir topluluk yaratacaktı.Ya, evlat kendimizi çoğu zaman boşuna suçlarız.Herkese cömert olan düşüncemiz kendini yıpratma konusunda tam anlamıyla ustadır. Tekrar konumuza dönelim: “Hedeflerim açık mı?Önceliklerim, değerlerim ve yönlendirici ilkelerim nelerdir?Hepsi birbirine uyuyor ve destekliyor mu ?İlkelerim ve değerlerim gerçekten önem verdiğim şeylerle uyumlu mu?Ayırdığım zaman ve para ,mevcut çalışma ilişki kurma ,öğrenme sevme ,rahatlama ,ve bütçelendirme tarzlarım ,hedeflerime ulaşmama yardımcı oluyor mu?İçimdeki en iyiyi ortaya çıkaracak faaliyet ,insan ve mekanlar neler?Yaşamımın amacı ne?Kendi doğru yolumda mı ilerliyorum?Bu yolculuktan memnun muyum?...Herkesin kocaman bir yapamamlar listesi vardır.Tek başına bu bölüm bile insana akıl haritası yaptırır.Tutarsızlıklarımız, noksanlıklarımız.,korkularımız bizim yüzleşmekte zorlanacağımız olay ve durumlar.Kendimizi tanıma süreci zor ve zahmetli bir süreçtir.” -Gerçek başarı , belirlediğimiz ilke ve prensiplere uygun yaşadığımız hayattır.Eğer prensiplerine uygun bir hayat yaşamazsan bir şeylerin her gün saçını,kalbini beynini kemirdiğini göreceksin. Mükemmel bir hayat zordur ama zor olduğu kadar şefkat ve azim gibi iki silahımız vardır.Bu silahları bırakmazsak düşmanımıza yani kendimize yenilmeyiz. -Kendimize karşı merhametli olmalıyız.Çünkü inan ki insanın en büyük düşmanı kendisidir?Belki her hafta ya da her ay uygun bir plan yapıp bu planı bize ve hayatımızın diğer alanlarına uyana kadar değiştirmektir.Bu planda öncelikler sıralaması yapmak ayrı bir

128


yetenektir.Her zaman önceliği olanı tercih etmek gerekiyor.Bunlardan yola çıkarak kendimizi tanıma sürecini geliştirmeliyiz. Celal tekrar sözünü kesti: -Ama daha önce planın işe yaramayacağını söylemediniz mi? -Söyledim ama her iki sözü de söylerken kişiselliği öne çıkardım.Eğer bir insan bilerek çelişki ifade eden bir kelime kullanırsa bildiği bir yön mutlaka vardır.Kısaca plan ya da plansızlık bazılarına faydalı bazılarına zararlı olabilir. -Fakat benim seninle ilgili endişem başka? ... -Bana kalırsa sen ,seni kemiren rahatsızlıkları çok zor bulacaksın.Kral Parid’in mektubunu henüz bulamadan,arada dalıyorsun söyleyemediğin bir şeyler evlat.Ve senin sorunun o..Bu konuda genel bilgi doğrudur.Manevi yaralarımızın en büyükleri 0-6 yaş arası oluşur.Sakın arada sırada dalışın bun dönemde verdiğin bir karar olmasın? -Ama neden? Mehmet Hocabu defa kızdı. Ardından önüne bakarak;Anlamıyor musun evlat? ”Çok gülüyorsun bilinir ki bir insan çok gülerse en çok acı çekendir Yapmaya çalıştığı şey bir dağ gibi içindeki lavları gizlemektir.Bence sen, sorunlarının üzerine yatmaya başla..Terapistler bu tür durumlarda çözüm bulmak için beyne doğrudan ve zaman belirtmeden çözüm bulması için talimat vermek gerektiğini söylüyorlar.. -Akıl haritası çıkarmak bir haftayı da alabilir,bir ayı da.Mesele yaşadığımız sorunlara çözüm bulmak ve daha iyi bir hayat yaşamaksa hemen netice elde etmek son derece zor olacaktır. -Yaptığımız her haritayı hızlı yapmaya da önem vermek gerekir. Düalist düşünen beyinler hemen şu soruyu çıkarır.”Hem bir ay sürebilir diyorsunuz , diyorsunuz hem de hızlı diyorsunuz. Bu nasıl olur?..Ben yazma aşamasından bahsediyorum.Hızlı yaptığımız işlerde beynimiz bilinçaltından doğrudan bilgi alır.Oysa yavaş yaptığımız işlerde bilinçli beynimiz müdahaleci davranarak gerçeklere ulaşmamıza engel olur. -Aslında akıl haritalamada öncelikli işlerden biri amaçlar haritası yapmaktır.Amaçlar ; net ve ölçülebilir olmadıktan sonra sorunlar ve çözümler de belirtilemez.Aklımız çalışma sistemini ya bilinçli beyinden alır.Ya da amigdala adı verilen duygu deposundan alır..Tepkilerimiz alışkanlık boyutuna ulaştığında tepkimiz doğrudan verilir.Aklımızı eski ,pörsümüş alışkanlıklar ağı, düşünce yapısından uzaklaştırabilirsek O da bize yeni ve etkili çözümler sunacaktır. Bu sözlerden sonra tekrar ayrıldılar.Celal ,MehmetHoca’nın en sonunda söyleyeceği konuyu çok merak ediyordu.Fakat her ikisini de büyük musibetler bekliyordu ve onlar bunun farkında değildi.Deniz kenarında geçirdikleri bu mutlu günlere karşılık gelecekle ilgili karamsarlıklarını gizleme ihtiyacı içindeydiler. Bu tepelerin tümü ormanlıktı.Çeşit çeşit ağaçlar vardı.Alanya’nın artık görülemeyen ormanlarının aksine burası yeşil kalmıştı.Orman görevlileri ve yol yapım ekipleri buralara yol yapmayı başarmıştı. -Bu ağaçlar olmasa burada insanlar yaşamazdı.Yüzüklerin Efendisi filminde ağaçların doğayı tahrip eden kötülere nasıl savaş açtığını gördüm.Gördüklerim keşke gerçek olsaydı.Amazon ormanlarının bile kaçta kaçı yok olmuş.İnsan,büyük bir canavar.Ne diyorsun? Celal: -Ne dememi bekliyorsunuz?İnsanlar filmlerde tuhaf tuhaf yaratıkları canavar diye tanıtıyor.Söylediğiniz gibi insan yeri geldiğinde canavar.Ama unuttuğunuz bir şey yok mu? Biz ve bizim gibi binlerce insan ne adına yaşıyor.Hala orta dünya’da yapılacak savaşlar için dünyanın dört bir yanında gösteriler yapılmadı mı?Üstelik bu insanların çoğu farklı dinlerden değil miydi? Onlarla aynı dinde ve ırkta olan ülkeleri de gördük.Bizim ülkemiz kadar bile tepki veremediler?Siz ne diyorsunuz? Mehmet: -Tam böyle evlat.İşte üç boyutlu düşünceye ulaşmana artık tek boyut kaldı.İnsanların sana söylemediği ,öğretmediği şekilde düşünmeye başladın .Yakında daha ilerleyeceksin.

129


Sonra da Mehmet Hoca’ya o gün soracağı sorulara devam etti Hocam bir ara sunuyor?

W.J.Gelb’den bahsettiniz.O ,problemleri çözmeyle ilgili nasıl çözümler

-W.J.Gelb’in problem çözmeyle ilgili beş önerisi var: “Bunları birlikte inceleyelim. -Arada sormak istediklerin olursa mutlaka sor.“İlk aşama hazırlık burda diyor ki sorunu tanımlayın ,önyargılarınızı belirleyin.Araştırma yapın ve kendinizi sürece adayın.Odaklanma bütün işlerde baş yardımcımızdır.Eksik bir odaklanma süreci sadece yanlışlar doğurur.Ayrıca hazırlık aşamasının odaklanması tek konuyu düşünmek demek değildir. Hazırlık aşaması yetersiz bir bilgi dağarcığı,ruhsal hazırlığı olmayan yenilikler, kısa sürede çöküp gider.Bu nedenle hayatımızın fikirlerini duygusal yaşamla desteklemezsek başarılarımız kısa sürede büyük yenilgilere döner. - Kısaca durumu tahlil etme diyebilir miyiz?” Tabi bir tanıtım demek daha doğru olur. İkinci aşama üretim: Bu merhalede,Ne?Problem ne?Görmezden gelirsek ne olur?Bu problemleri çözmek yeni problemlere yol açar mı?Tüm problemin içinde nasıl karşıtlıklar bizi bekliyor.Ne zaman başladı? Nerelerde güçleniyor?Ne zaman başlayıp bitiyor?Sonuçlar ne zaman alınabilir?Kim bu sorunlarla ilgileniyor ?Kim yaratıyor?Kim devam ettiriyor?Kim devam ettirenlere yardım ediyor?çözüm için kimlerden yardım alınabilir?Başka nerde yaşanıyor?Nerede devam ediyor? Neden başladı?Neden bitmiyor?Nasıl oluyor?Meseleye nasıl daha farklı bakılabilir?Nasıl değiştirilebilir?Değer yargılarım bu sorunun çözümüyle çelişiyor mu?Çözüldüğünü nasıl anlayacağım?”gibi soruları ve cevaplarını tavsiye ediyor Jelb. Soru sormak , sorabilmek? Yeryüzündeki en değerli eylemlerden biridir.Çünkü mantık gücümüz soru sorma esnasında ortaya çıkar.Cevaplarda, ise her zaman tek doğrunun olmayabileceğini düşünmek gerekir.Unuttuğumuz ikinci bir doğru bütün meseleleri alt üst edebilir.Kaliteli soruyu ancak kaliteli insan sorabilir. Sorgulayıcı, cesur ümitli bir soru sorma süreci sadece yüce insanlara mahsustur.Yücelik de yere ve zamana değil bizzat kişiye bağlıdır? Duygularımız öyle pek çok insanın dediği gibi bize zarar vermez. -Nasıl yani? -Duygusallığın zarar verici olduğu son döneme kadar kabul gören bir tavırdı. Ancak duygu olmadan hiçbir başarı elde edilemez.Yine de duygu hakimiyetinden endişe eden birisi karar verme aşamasına kadar bunu bastırsa daha iyi olur. -Satranç bu tür zamanlarda çok belirleyici bir oyundur?Duygusal olup olmadığımızı burdan anlarız. -Yaratıcı düşünce Arşimet olayında olduğu gibi asla birden olmaz.Çünkü uzun süre üzerinde yatılan bir problem olmadık zamanda ortaya çıkar .Birden oldu demek çok yanlış. - Birbirinden bağımsız gibi görünen hayatımızın sorunları o kadar birbirine bağlıdır ki .Çocukluğumuzdan bu yana tüm sorunlarımızın arasında pek çok ortak nokta bulunur.Benim akıl haritamı hazırlamak iki ayımı aldı.Sonuçta yüzlerce sorunun arasındaki bağlantıyı inceleyince üç temel sorun çıktı.Bu üç temel soruna odaklanınca diğerleri kendiliğinden çözüldü. Üretim aşamasına gelince , Ben kapasitemizin NLP uzmanlarının dediği kadar yüksek olduğuna inanmıyorum.Ama inanıyorum ki hepimizin tahmin edemediği kadar güçlü bir beyni var. Dr.Deepok Chopra’nın da dediği gibi Ortalama bir insan günde 60 bin zihin işlemi yapar .Ne yazık ki yüzde doksan beşi önceki gün ile ilişkilidir.Beynimizi geçmişin yanlış düşünce ağından kurtarmak zannedildiği gibi çocuk oyuncağı değildir. -Yanlış düşünce sistemleri inatçıdır.Aklını ve düşünce yapını incele, bak orada hiç fark

130


etmediğin nice güzel ayrıntının seni zirveye taşıyacağını görürsün.İlk anda hatırlamıyorum dersen bu sadece kullanıma hazır olmayan bilgisayar programı demektir.Bilmiyorum yerine? Bilsem ne söylerdim demek daha doğru.Düşünce ustaları derler ki “Delilerle dahiler aynı okyanustadır.Biri yüzer karaya çıkar ,diğeri boğulur.” -“Kuluçka dönemi üçüncü aşamadır.Budizm’in bu tip durumlardaki bakış açısı mükemmeldir.Budist bakış açısında, sezgi gücü bütün güçlerden üstün olarak tanıtılır.Sezgi gücü problem ,dert,sıkıntı ,tasa çözümlerimizin en başta gelen yardımcılarındandır. -Problem çözmenin dördüncü aşaması değerlendirmedir: -Bu aşama bir çeşit kritik yapma dönemidir.Konuyu farklı açılardan farklı mesleklerden farklı sosyal tabakalardan insanlarla değerlendirmek ya da hayali anlamda onların fikrini almaktır. -Mevlana der ki düşüncenin fazlası faydadır.Ayrıca kaliteli fikirler istiyorsak çok çeşitli fikirler üretmeliyiz .Gelb’in de dediği gibi, içimizde sansürcü ve sanatçı beyin vardır.Sansürcü hiperaktif;sanatçı ise daima bastırılmıştır.Bu yönümüz çoğu zaman üniversite hocalarının ve öğretmenlerin aşağılayarak ya da görmezden gelerek yok ettiği bir yetenektir.“Çünkü her zaman ve her yerde yetenek korkunun arkasına saklanmıştır.” -Ben sorunların çözümünde çoğu zaman hayali kullanırım.Hayalimde bir danışman kurulum vardır.Mevlana,Bistami,Sadi,Fuzuli ,Nedim,Cahit Sıtkı Tarancı,birkaç manken bir gazeteci ve bir televizyoncu bulunur hayalimde. Bir sorunum olduğunda onların ne gibi çözümler önereceğini hayal ederim.Tabi keşke canlısını bulsak! Sen de dene.İlla da ünlü olmak zorunda değil.Eski sevgilin,mantıklı dostların… -Bazen çözüm bulmak yerine ,çözümsüzlük çözümüne ulaşmak ideal olandır.Örneğin problemi bulunduğu aşamadan daha kötü hale nasıl getireceğini düşün.Hüsran ,karmaşa ve endişen artıyorsa çözüme yaklaştın demektir. -Tabi benim için gördüğüm ev çok değerlidir. Bu sözle neyi kastetti diye düşünürken cevabı buldu. Üzerine Yatma:Kafaya takma ;Kuluçka üçü de aynı manaya geliyordu. Dr.Deepok Chopra’nın da dediği gibi Ortalama bir insan günde 60 bin zihin işlemi yapar .Ne yazık ki yüzde doksan beşi önceki gün ile ilişkilidir.Beynimizi geçmişin yanlış düşünce ağından kurtarmak zannedildiği gibi çocuk oyuncağı değildir. -Yanlış düşünce sistemleri inatçıdır.Aklını ve düşünce yapını incele, bak orada hiç fark etmediğin nice güzel ayrıntının seni zirveye taşıyacağını görürsün.İlk anda hatırlamıyorum dersen bu sadece kullanıma hazır olmayan bilgisayar programı demektir.Bilmiyorum yerine? Bilsem ne söylerdim demek daha doğru.Düşünce ustaları derler ki “Delilerle dahiler aynı okyanustadır.Biri yüzer karaya çıkar ,diğeri boğulur.” -“Kuluçka dönemi üçüncü aşamadır.Budizm’in bu tip durumlardaki bakış açısı mükemmeldir.Budist bakış açısında, sezgi gücü bütün güçlerden üstün olarak tanıtılır.Sezgi gücü problem ,dert,sıkıntı ,tasa çözümlerimizin en başta gelen yardımcılarındandır. -Problem çözmenin dördüncü aşaması değerlendirmedir: -Bu aşama bir çeşit kritik yapma dönemidir.Konuyu farklı açılardan farklı mesleklerden farklı sosyal tabakalardan insanlarla değerlendirmek ya da hayali anlamda onların fikrini almaktır. -Mevlana der ki düşüncenin fazlası faydadır.Ayrıca kaliteli fikirler istiyorsak çok çeşitli fikirler üretmeliyiz .Gelb’in de dediği gibi, içimizde sansürcü ve sanatçı beyin vardır.Sansürcü hiperaktif;sanatçı ise daima bastırılmıştır.Bu yönümüz çoğu zaman üniversite hocalarının ve öğretmenlerin aşağılayarak ya da görmezden gelerek yok ettiği bir yetenektir.“Çünkü her zaman ve her yerde yetenek korkunun arkasına saklanmıştır.” -Ben sorunların çözümünde çoğu zaman hayali kullanırım.Hayalimde bir danışman kurulum vardır.Mevlana,Bistami,Sadi,Fuzuli ,Nedim,Cahit Sıtkı Tarancı,birkaç manken bir gazeteci ve bir televizyoncu bulunur hayalimde. Bir sorunum olduğunda onların ne gibi çözümler önereceğini hayal ederim.Tabi keşke canlısını bulsak! Sen de dene.İlla da ünlü olmak zorunda değil.Eski sevgilin,mantıklı dostların… -Bazen çözüm bulmak yerine ,çözümsüzlük çözümüne ulaşmak ideal olandır.Örneğin

131


problemi bulunduğu aşamadan daha kötü hale nasıl getireceğini düşün.Hüsran ,karmaşa ve endişen artıyorsa çözüme yaklaştın demektir. -Tabi benim için gördüğüm ev çok değerlidir. Bu sözle neyi kastetti diye düşünürken cevabı buldu. Üzerine Yatma:Kafaya takma ;Kuluçka üçü de aynı manaya geliyordu. Çoğumuz daha fazla kitap bitirdim sözü için kendimizi aldatırız.Aslında kaliteli bir değerlendirme yapılarak okunan bir kaç kitap;bu değerlendirme yapılmadan okunacak onlarca kitaba ve filme bedeldir. Karşılaştığımız her durum ve olay karşısında bir yorum yaparız.Bu yorum meleğe ya da şeytana aittir.Bence ikisinin de yeri var.Kötümser olan ve bunu hayat boyu sürdüren insanlar iyimserleri hayatın gerçeklerinden yoksun kişi olarak kabul eder.Oysa yaşam çoğu zaman onu beklediğimiz şekilde bizi karşılar .Şeytanın avukatı ve meleğin avukatını dinleyen “yargıç” bunlar arasında bir değerlendirme yaparak sonuca ulaşır.Bu yargıç bizim ilkelerimizi yasa olarak kabul eder.Dediğim gibi iç rehber bize sezgi gücüyle çoğu zaman yol gösterir.Ama içimden bir ses diye tarif ettiğimiz düşünceleri ne yazık ki dinlemeyiz.bu iç sese yargıçlık görevi verirsek yanlış bir tercih yapmış olmayız.Sezgiyi mistik,ilahi bir güç olarak görmek belki de bizi yanıltır.Sezgi bilinçaltı mantıktır. Değişik düşünce uzmanlarından yararlanan Gelb başarının en önemli bölümünün sorunları tanımlamak olduğunu söylüyor.Ben de katılıyorum… Pek çok insan sorunları çözmek için üretim ve değerlendirme aşamasını yapar.Hüsranla sonuçlanınca da pes eder.Oysa eksik bir şeyler vardır ve bu mutlak surette hazırlık aşamasının yeterince yapılmadığını gösterir.Eğer bu güne kadar bize öğretilen kalıpları aşacak düşünce yapısına ulaşırsak hayat bize çok iyimser davranacaktır. Ben yine kendimizi tanımadan bahsedeyim:. Kendimizi tanıdıkça çevreyi de tanırız.Sınırsız yanlış anlama kapasitesi olan insanlarımız iletişim gücümüzü ölçer.Bu yüzden kendimize iyi-kötü,başarılı-başarısız değerlendirmesini yaparken diğer insanların da görüşlerini almak durumundayız. Genellemeler,sınıflandırmalar,davranış eğilimleri kendimizi tanımamıza yardımcı olur. Dinleme ,Konuşma ve iletişim. -Dinleme sanatından yoksun yetiştirilen biz, iletişimsiz varlıklar başarısızlıklarımızın altındaki gizili sebebin iyi bir dinleyici olamamak olduğunu bilemeyiz.Bazen başkası olmayı denemek aslında fena bir iş değildir.

Dinleyememenin göstergelerinden biri sözümüzü başkasının tamamlaması,konuyu değiştirmek ,sürekli kendinden bahsetmek,aşırı içten görünmek,telefonla konuşmak,kuşkucu yüz ifadeleri başkalarına yapılan hareket görünebilir.Oysa yitirdiğimiz kendi itibarımızdır.Farkında olmadığımız bir durum da stresin etkilediği sempatik sinir sistemi bozulunca dinleme yeteneğinin de azalacağıdır.Yetenek deyişimi umarım anlıyorsun Etkilenen sinir sistemi mekan, zaman ve algılama ile ilgili sorunlar yaşar.Ve kurt dolu olan toplum bilgisizliği sebebi ile bu durumlara güler. Bu süreçleri başarıyla aştığımızın göstergesi ise dinleme yeteneğimiz gösterecek.İyi bir dinleyici olmak için evvela kendimizi konuşmaya adamamız gerekir.Motivasyon olmadan bunu başaramazsın.Sevgili Buda’nın bununla ilgili çok güzel tespitleri var.’’Dinleme nefes kontrolü ile de bir şekilde bağlantılıdır. Nefesimizin üzerinde iki ya da üç dakika odaklanırsak dinleme daha kolaylaşacaktır.Dinleme de

132


odak noktası bendir.Başkasına kulak vermek kendimize kulak vermekle de ilgilidir.O zaman kendimizi dinleyemezsek başkasını da dinleyemeyiz. Yalnızken kendimizi ne kadar dinleyebileceğimizi kendimize gösterirsek ve karşımızdaki insanla empati kurabilirsek dinlemenin zorluğunu da yenebiliriz.Çoğumuz derdini anlatabilmekte zorlanır.Oysa yetenekli bir dinleyici olmakla Bu sıkıntımız da giderilir.Sürekli şikayet etmek yerine empati kurmayla yüzde yüz sorumluluğun kendimize ait olduğunu varsaymak faydalı olacaktır.Karşımızdakileri anlamanın yolu onlara karşı genelde kendi karakterimizden çıkardığımız bakış açısını yerleştirmektir.Dinlemekte zorlandığımız bazı kişileri aslında sevmeyiz.Ancak burada ilginç olan ,kendimizde gördüğümüz kötü özelliği karşıda da görünce dayanamadığımızdır. Genelde sözün havaya uçtuğu,güvenirliliğin ve dürüstlüğün kibirden dolayı yok olduğu bu dönemde bizler tevazuu ve inceliği yaşatabilirsek ve doğru olanı her yerde söyleme zorunluluğumuzun olmadığını bilirsek iletişim gücümüz artar. -Tabi insanların yanında kendimizi eleştirmek hatası geri dönülmez sonuçlar doğurabilir.Çünkü eleştirinin çok iyi niyetli ortamlara ihtiyacı vardır.Ve bu ortam günümüzde çok az yerde mevcuttur. Ben burda Gelb’in aşamalarına birini daha ekleyeyim.Koruma aşaması kazandığımız davranış veya tutumu koruma yukarda saydığım beş aşamadan daha zordur.Bunu bir öğrenci için düşünürsek bilgiyi elde etmenin zorluklarına rağmen çoğu öğrenci bilgiyi unutur. -Celal’im ,bilgiyi getiren kim olursa olsun önünde saygıyla eğiliyoruz.Bu gelişme için Michael J.Gelb’e ve Tony Buzan’a ve bize ulaşmalarını sağlayanlara şükran borçluyuz. Bölüm 16 Sonraki gece bir komşuları ikisini de çaya çağırmıştı.Celal ,uzun süreden beri ilk defa ne teybini ne de defter ve kalemini yanına almamıştı.Bu nedenle bütün sohbet boyunca Celal,suskun kaldı.İçinden bir plan hazırladı.Hoca’yı burdan erken kaldırıp ,kendi bahçesine götürebilirse orda kaldıkları yerden devam edebileceklerdi .Komşularından müsaade isteyerek ayrılınca bunu MehmetHoca’ya teklif etti: -Hocam,bizim bahçeye gitsek olmaz mı?Bir süre sonra sizden ayrılacağım bundan dolayı hiç vakit kaybetmek istemiyorum.Ve daha konuşacağımız çok konu var. Bahçeye geldiklerinde etrafın yeni sulandığını görünce çok sevindiler.Çünkü bu en az yarım saat güzel ve taze çim kokusu demekti. Alaattin: -Ya Celal bütün gece susan sen olduğuna göre kafandan ne sorular hazırladın? Celal: -Ben ısrarla görünmeyen şeyleri merak ediyorum.Bu gün de fark edemediğimiz stres sebeplerini merak ediyorum. Alaattin: -Gündüz toplayıp eve götürülen iş ,arkadaş ve yabancı insanların stresi, kaynağını düşünürsek bizim tepki ve bakış açımızla ilgilidir.Bu tavır,kesinlikle sert ya da yumuşak tepki vermemiz gerekirken tepki vermediğimiz durumlardır. Tepki vermenin çocukluğumuzla doğrudan bağlantısı var.Ne yazık ki pısırık yetiştirilen,sürekli kontrol altında tutulan çocuklar gelecekte sürekli idare edilen durumundadırlar.Hele bir de fiziksel temas bozukluğu yaşanmışsa bu durum daha vahim sonuçlar doğurur.Sürekli olumsuz sonuçlara odaklanan beyin olumlu tepkinin ne demek olduğunu anlayamaz.Hem sürekli savunma halinde olurlar.Sorulmadığı halde cevap verirler. Yaşanmadığı halde yaşanmış sanırlar.Yürekleri ulvi sevdadadır.Akılları ise köledir.Duygularının kölesidirler.Anlaşılmadıklarını sanırlar.Dost kazanmak istemezler çünkü zaten kaybedeceklerini bilirler.onlara göre kaybedilecek dost kazanılmamalıdır da. Onlar hayata kara pencerelerden bakmaya bayılırlar.Onları kurtaracak kişi ya da kurum yoktur çünkü kendi kendilerinin katilleridirler. Yedikleri darbeler hiç bitmez;çünkü hangi yere giderlerse savaş ve kavga kelimelerini

133


kullanırlar ve Yenildiklerinde asla sürpriz değildir;çünkü yenilgiyi kader sanırlar.Kaderin düşünce boyutunu inkar ederler.Hep mağdur olmayı seçtiklerinden onlar için mağdur edilmek beklenmeyen bir durum değildir. Yazık ki bu insanlar çocukluklarının kendi üzerlerindeki etkisini bile hesaplama bilgisine sahip değillerdir.Bunlar ,doktor,mühendis,avukat,ya da sıradan bir pazarcı olabilir.Fakat cehaletin ve eğitimsizliğin etkilerini bir ömür boyu bulamazlar.Eğer bunlar amir ise memurlarının çekeceği vardır.Bir zincir olur acı çektirme halkası uzar da uzar .Uzadıkça kendilerini küçük bir kral sanma gafletine düşerler.Bir gün karşılarına dağ gibi bir musibet çıkınca oturup ah vah ederler.Maharet oldur ki musibet gelmeden onun provası yapıla… Aralarından bazıları zaman zaman kaderlerini değiştirmeye girişirler ama sonucun değişmediğini gördüklerinde hemen vazgeçerler.Oysa zafer bazen yenilgilerin üzerine yazılmıştır .Bu sonuca ulaşmaları bazen yılları alır.Bazen de ulaşamazlar.Onlara ancak kendileri yardım edebilir Yaşam çukur ve düzlükleriyle bizimdir.Ama onlara göre bu hayat onların değildir.Kaderlerini başkalarının çizdiğine inanırlar.Oysa yılmaz bir savaşçı gibi Emiliano Zapata gibi mesela .Normal şartlar altında hepimiz olağanüstü olabiliriz.Çünkü savaşmalıyız ama en çok kendimizle. Düşünsene evlat Che’yi ,sonra Galip Dede’yi ,Baba İshak’ı,Tuğrul ve Çağrı Beyi,Alp Aslan’ı,El Cid’i onlar savaştılar.Kendi söylediklerine kendileri inandılar.Onun için büyüdüler.Çiçeğe bakarken “bir bitkidir diyenler” her zaman olacaktır.Oysa çiçeğe bakarken işte hayat diyenler,hep az olmuştur.Yürekli insanlardır hayatı yaşanır kılan ve belki bin sene aynı yoldan geçtiği halde ,dedelerimizi bıktırmayan, canlarının sıkılmasını engelleyen şey bizzat her gün yeni gözle bakmak ve doymamaktı. Celal: -Hocam bu mümkün değil ki… -“Evet mümkün değili,mümküne çevirenler kolaylaştırmadı mı hayatımızı?...Çamaşır makinesi,uçak,uydu teknolojisi,telefon… İşte formül :burda yaşayamadıklarımızı yaşanabilir kılmak yaşamı tatlı hale getirir.Bu uğurda verilecek her mücadele dakikası, huzurun adresini verir. Yeter ki kılıçlarımızı bileyelim!” Sözlerine duygulu duygulu devam eden Mehmet Hocakarşı tarafta Celal’in ağladığını görünce dayanamadı. Evlat bu gözyaşlarını sen bu yaşında döküyorsun bense bunları senden daha gençken dökmüştüm.Yemin ediyorum ki benim adımın gireceği her yer gözyaşını silecek .Ve biz, gözyaşını yağmur misali akıtanlar, suyun damlalarla yardımlaşıp sel olduğu gibi birbirimize kenetlenip kötülükleri, zalimleri,sapıkları bu dünyadan silip süpüreceğiz.Bu dünyada bilinecek ki iyiliğin gücü yücedir.Tanrı’dan ister güç alalım, ister almayalım.Biz savaşacağız kötülüğün her temsilcisi bilsin ki yenilgi kavramı görecelidir.Aklı olan her insanın kabul edeceği gibi iyiliğe ve güzelliğe asla yenilgi yoktur.Çünkü sonuç Tanrı’dandır;mücadele ise bizimdir. Kötüler bilsinler ki onlar her zaman güçlü olacaklardır.Her zaman bizden fazla olacaktır.Ama nerede olursa olsun her kötünün karşısına bir iyi mutlaka dikilecektir.Tıpkı dev fırtınalara dağların karşı durduğu gibi.İnsanlık iyi ve iyilik adına binlerce Celal ve Alaattinler yetiştirecek .Bak göreceksin evlat bir gün …bir gün ..Bu ülkenin her yanında umut çiçekleri filizlenecek. Şimdi ağlamayı bırak evlat.Yenilgi yoksa, gözyaşı akmamalı. -Fakat her zaman içimizde bir şeytanın avukatı mutlaka olacak. Bizler karşılaşacağımız kötü sonuçları önceden bilecek ona göre hazırlanacağız.. Huzur danışmanın olacak cümlesini her ortamda her hedefte , her işte, ilk son ve en önemli hedef olarak tutacaksın. -Umut,danışmanın olacak en kötü şartlarda bile sana umudu telkin edecek;İnanç danışmanın olacak inançlarına aykırı gördüğü her eyleme bir sansürcü edasıyla karışacak.Duygu danışmanın olacak romantik bir hale ihtiyaç duyduğunda başından ayaklarına kadar seni duygunun esiri aşkın hakimi yapacak.Sağlık, danışmanın olmalı sonra sağlığın senin

134


silahındır.sağlığın her işin asan edecek bir hikmeti ilahidir. -Ekonomi, danışmanın olacak hedef ve yaşama ekonomi açısından bakacak.Erdem, danışmanın olacak erdemsizliğin seni ota haline getireceğini bildiren.Sabır ve şükür danışmanın olacak.Ne zaman ihtiyaç duysan seni durumu senden daha kötü kişilerle karşılaştırıp şükre sevk edecek.Kahramanlık danışmanın olacak.Nachoragan ,Rüstem ya da Battal Gazi olmak istediğinde seni savaşa hazırlayacak. Ahiret danışmanın olacak sana uhreviliği ilham eden.Danışma kurulunun yasaları olmalı.Zorbanın karşısına dikilecek. -Bizler kendimizi etrafımızdaki insanlara açacağız.Etkilemek için etkileneceğiz.Hayatın, bizim kural ve prensiplerimizle yürümeyebileceğini zor da olsa kabulleneceğiz.Belki toprak olacağız ama Tanrı bizim toprağımızdan testiler yaptırsın diye dua edeceğiz. Olsun biz toprak olalım ki üzerimizde yüzyıllar sonra buğdaylar bitsin. Dünya halkları bir gün inanıyorum ki ve hayal ediyorum ki :Yüreği dağlar gibi yüce nice insanı bulacak ve anacaktır.Ve belki o gün zayıf yalnız yaşayan bir Alaattin’i de keşfedecektir. - O gün kemiklerim çoktan rüzgara karışmış olabilir.Ama farklı bir rüzgarın estiğini hissedersen bu benim işte evlat.iyilik uğrunda,barış ve kardeşlik uğrunda binlerce sessiz kahramandan biri olacağım.Bizim işlerimiz hep ters giderse suçu,yere ya da göğe atmayacağız.Bizzat kendimizde ya da en yakınımızda duran kişilerde arayacağız. Bu sözlerinden sonra derin bir sessizlik başladı.Sözleri kopuk görünüyordu.Hatta Celal ara sıra kendi düşüncelerini bu cümleleri tamamlamakta kullanıyordu.Ama Mehmet Hoca,neden böylesine gizliyordu bu olayı?Cümleleri arasındaki kopukluk dağınıklıktan düzen çıkarılmasını istiyordu burası belliydi. Ya sonrası? Celal, o günkü ayrılıktan sonra onlarca şüphesi arasından birine takıldı.Hoca’nın eşi,İkisi birlikteyken çözülmesi zor bir duygusal ortam oluşuyordu..Ama bu görünüşün altında göstermek istemediği yüce bir sevgi vardı.Acaba bu sevginin altında başka bir şey mi vardı? Birkaç gün sonra yine buluştular.Celal defterini açarak son defa kaldıkları yeri söyledi: -Hocam ,işlerin ters gitmesinden bahsetmişiz. -İşler ters gittiğinde çözümler hep uzak görünür.Böylesi zamanlarda çoğu insan yürek yangınına benzin dökmeye çalışır.Unutma ! Su olmak gereken yerde ateşle yanıt verme.Sana gül topla, diyemem ama gülleri koparmayabilirsin.Bir bilgi eksikliği, işler ters giderse ,alır yürür. Sigara dumanı ve alkol kokusu sıradan insanların çözümüdür.Bizi yücelten olaylara bakış açımız.Sıradan insanlar Aristo’yu,Gazali’yi ,,Hezar-ı fen Ahmet Çelebi’yi bilmezler biz ise biliriz.Bilmekten öte yaşarız.Ondan da öte inanırız. Biz gökyüzünde,çiçeklerde sıradan insanın bulamadığını bulduğumuz için yüceyiz.Bir zamanlar biz de onlar gibiydik.Unutma bizi biz yapan yüreğimizin sıcaklığıdır.Kış aylarında üşümüyorsak bilgimiz olduğu içindir.Ve bu bilgiyi yük değil araç yaptığımız için yüceliriz.Tavsiye sunmak yerine bilgi paylaşırız.Akıl vermek yerine akıllanmayı tercih ederiz Övgü ve onay konusunda cömert davranırız.Hoş davranarak sürekli bir beğeni duygusu esareti içinde olmak,gafillerin işidir. Ancak bir tek konuda sıradan olmak zorundayız.Konuştuğumuzu bir köylü ile bir soylu aynı şekilde anlamalı.Açık özlü ve mantıklı konuşmak bize göredir. -Bak evlat kaliteli olmak bir ölçüde kolaydır.Kendimizi insanlara doğru anlatmak ,aktarmak zorundayız.Bilgi ve kültürümüz dağlar kadar yüce de olsa bunu doğru aktaramazsak işimiz oldukça zor. Dahası ise sunum yeteneğimizin üstün olmasıdır.Korkularımızla dost olacağız korkularımız olmazsa başarının tadını çıkaramayız. Korku yaşamın en iyi ve en kötü kavramı.Tam bir Allah, şeytan işi.Tanrı ondan korkmamızı ister,toplum yasalarından korkmamızı ister.Biz insanların bizden korkmasını isteriz. Aklımızla duygularımızı birleştirmekte göstereceğimiz ustalık gayret olmazsa sıradanlıkla karışır ve o zaman ummadığımız gibi oluruz. Yıllarca mücadele ettikten sonra başlanan yere dönmek kötüdür.Başladığı yere dönense en bilgili olandır.Korkuların ilki de başladığımız yere dönme korkusudur.Oysa cesurları cesur yapan

135


korkaklardır. Celal: -Bu noktada bunda çelişki yok mu,diye sormamı bekliyorsunuz.Artık sözlerinizdeki çelişkiden doğruyu kavrıyorum. Mehmet Hoca,bıyık altından bir tebessümle devam etti. -Çevremizin kirlettiği kişiliğimizi kötülüklerden korumak aynı zamanda bedenimize iyi bir hayat sunmak bizim işimiz.Bu yaşam monotonluk tanımını iyi yapmalı.İnsanı atalete götüren sıradan işler.Genelin, sorunların çözümüne bulduğu çözümün alternatiflerini üretmek zorundayız.. Düşüncemiz,kaderimizdir.Tanrı’yı suçlamak yersiz.Tanrı’yı ve kaderi başarısızlık durumlarında suçlar insanlar.Başarı ise kendilerinindir! Suçlama konusunda seni tekrar uyarıyorum.Eğer iyi ölçer biçersen kendini kandırıyorsun.En suçlu sensin,diyen sesin söylediğinin aslında olduğumuz değil olmamızı istediği kişiyi tarif ettiğini anlarız.Tanrı’nın küçük bir örneği olan insan fark edebilse ne derece büyük ve üstün olduğunu idrak edecek. -Hocam benim kafam korkulara takıldı?Nasıl faydalı oluyorlar? Bunu da başka güne bırakalım. Hocayla ilgili sırrın anahtarı eşindeydi.Bir gün ilçedeki alışveriş merkezlerinden birinde hocanın eşiyle karşılaştı.Onu çay içmeye davet etti: -Yenge beni tanıyorsun.MehmetHoca’nın sakladığı bir şeyler acıyı bu kadar güzel anlatan bir insan onu tanıyor olmalı.Nedir sakladığı. Hoca’nın eşi uzun süre direndi.Celal’den bu bilgileri gizleyeceğine dair garanti aldıktan sonra anlattı: -Ama duyacağın hikaye ruhsal yapını alt üst edebilir. -Olsun ,siz anlatın. Peki : Almanya’da bir klinikte hemşire olarak çalışıyordum. Daha gençken Anne ve babasıyla Oraya gelmiş.Anne ve babası bir kazada ölmüşler.O tek başına kalmış.Araba fabrikasında çalışıyormuş.Türkiye’den çok sevdiği amcasının oğlunu yanına almış.O sıralarda evlenmiş ordaki Türklerden birinin kızıyla .Amcasının oğlu orada eroin,kumar gibi pisliklere bulaşıp uzun süre kaybolmuş. Derken amcasının oğlu bir gece o işteyken evi basıp karısının altınlarını almak istemiş.Altınları aldıktan sonra nasıl olmuşsa evin içinde yangın çıkmış. Celal: -Yalnızca eşi mi öldü? -Öğrendiğim kadarıyla eşi hamileymiş… -Aman Allah’ım!!! -Bu olayı ona hatırlatırsan şoka girer. -Bir keresinde denedim.Çok kötü oldu. -Peki sonra… -Klinikte onunla en çok ben ilgileniyordum. Çalıştığı şirket onu yüklü miktarda bir emekli ikramiyesi ile emekli etti.Orda evlenmeye karar verdik.Tedavinin sonunda ilaçları bırakması gerekiyordu.Ama o bırakamayınca doktorlar ona Uzakdoğu felsefesini tavsiye ettiler.Gittiği ülkeleri çok sevdi.Sosyoloji okudu.Psikoloji okudu.Sonra Türkiye’ye dönüp birkaç üniversitelerde hoca olarak görev yaptı.Nihayetinde karşındayız. Celal,içinden,” Anlatması ne kolay diyordu.Bir de bunu yaşayan insana sormak lazım,dedi. Celal’in dudakları kurumuştu.Bir heykel gibiydi. Sonra başını masasına koyarak uzun bir süre ağladı.Ne yapacağını bilemedi.Saçını yoldu.Öteden beri acı çeken her insanla kendini özdeşleştirme huyu vardı.Hıçkırık sesleri yükselince - Ama bu olay o kadar büyük bir acıydı ki..Canım MehmetHocam,ondan sonra kendini

136


kurtarmaya çalışmıştır.Beyninin büyük kısmı hasar görmüştür.Uzakdoğu’da yaşadığı yıllarda kendini insanları kurtarmaya adadı. Celal, çok iyi biliyordu ki ancak gerçek manada acı çeken diğer insanların bunu çekmemesi için çalışırdı.Mehmet Hocaile karşılaşmasının bir tesadüf olmadığını bir kez daha anladı.Böylece yeryüzünde yaşanan olayları organize etmekle görevli her kimse müthiş bir başarı sağlamıştı.Bu bir melek olmalıydı.Bir şeytan asla acı ve kederin son bulmasını isteyemezdi.MehmetHoca’yı asıl yıkan şeyin eşinin ve çocuğunun katilini yaşadığı ülkeye getirmesiydi.Bunun bedelini ödemişti..Tabi mükemmelleşmesini de aynı olay sağlamıştı.Demirin ateşte şekil alması gibi acı çeken insanlar de yandıkça iyi şekiller alıyor olmalıydı. .

Bölüm 17 İnsanoğlunun düşüncesinden önce duyguları oluşur..Bir bebeğin çevresindekileri anlama kapasitesi yoktur.Lakin kızma,sevme,hırs ,korku ,gibi duyguları vardır.Ruh bilimi alimlerinin sık sık belirttikleri düşünce hayatımızdaki bozuklukların duygu dünyamıza yansıması olduğu şeklindedir.Duyguya ,düşüncenin kalıplaşmış kaybolmuş hali olarak bakarsak. duygusal bozukluk bir anlamda düşüncedeki bozuklukların bir sonucudur.Çoğunluğu kalıtımla

137


ve erken dönemlerimizden kalma duygusal izler taşır.Kendilerini destekleyici bir düşünce yapısı oluşturmak için çabalar.Celal bu sonuçlara henüz ulaşamamıştı.Fakat hocayla kurduğu diyalog o aşamaya doğru ilerliyordu. -Hocam ,Sullivan’ın hikayesinde de anlattınız.Korkusuzluğa nasıl ulaşırız.Korku nerde başlayıp nerde bitmeli?Korku iyi mi kötü mü?Bana anlatır mısınız? -Güneşin kendisinden ışık isteyene ışık vermediği nerede görülmüş. Rhonda Britten’ın “Korkusuz Yaşamak “adlı kitabının bütün cevaplarını verdiğini söyleyeyim: Tanım yapmak aslında bilindiği gibi önemli bir iştir.Duygularımızı adlandırmak ve onları nitelendirebilmek yüzyıllardır alimlerin uğraştığı ama sonlandıramadığı bir işlem.Uzun bir iç sohbet ve diyalog sonucunda elde edilecek sonuçlar.Mesela inancın bir türlü uyuşamadığı mantık yasalarının duygularımız üzerindeki etkisini anlatabilir misin? -Belli ki bir duygunun “ne olduğundan” ziyade “bizim için ne olduğu” önemlidir.Ancak bu önemi duygu ve düşünce dünyamıza aktarma gücümüz nedir.Bir şeyin bize hatırlattığı duygusal dünyamız için tanımdır.Bıçak bir garsona servisi,bir katile ölümü hatırlatır.Bu duygusal bir örgüdür.Duygu dünyamız kendisine ait mutlak doğrular oluşturur.Bu cümlelerin sonu bunalımın mutlak kökeninin algılama olduğunu ortaya çıkarır. .Duygularını tartışamaz kimse.Değiştirmesi son derece zordur.Belki imkansızdır. Celal:. -Müsaadenizle araya gireyim. Alaattin: -Buyur Celal’im. -Duygu dediğiniz bir çeşit kalıplaşmış düşünce ,uzun yılların etkisi ile alışkanlıkların belirlediği bir yapı değil mi? Alaattin: -Aslında tanımı konusunda anlaşma yok.Bu, senin doğrun.Ancak duygularımız o kadar güçlüdür ki .Hiçbir insan duygusundan bağımsız yaşayamaz.Yalnız eğer yanlış hatırlamıyorsam.Duygu merkezimiz olan amigdala bir insanda deneme amacı ile çıkarılmış.O da duygularını yitirmiş.Ama böyle bir insan nasıl yaşayabilir ki.Sevgi ,nefret,aşk .İnsanları bu konuda iki temel farkla incelememiz gerekir.Hayatın karmaşasında ,okumayan böylece duygularının hakimiyetine giren insanlar ve duygusunu kullanmayı bilen insanlar -Bu nedenle duygusal insan tabiri yanlıştır.Çünkü duygusal olmayan insan yoktur.Herhalde burda kastettiğimiz duyguları ağır basan kişidir.Basit bir duygu yoğunluğunda mesela öfkede.Biz bu anda yaşadığımızı düşünürken hayal dünyamız bilgisayarın alt tabanı gibi çok gizli işlemlerle geçmişte yaşar.Bundan dolayı bence zaman bitmez.Duygu yoğunluklarında duygularımız aklı peşine takarak haklı çıkmaya çalışır.Kısaca kişisel mantığımız duygularımızın kölesi olup çıkıyor.Zihin duygular karşısında onunla ilgili işlemler yapar.Onun emrinde çalışır.Senin ve sıkıntıyı prensip edinen insanların mantıklarındaki en ciddi sorun karamsarlık duygusunun aklın çalışma ilkelerine yansımasıdır. Duygu zihne o şekilde gör diyor. “…Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; “…Bir yer var biliyorum Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım! Her şeyi söylemek mümkün Oku, şayet sana bir hisli yürek lâzımsa; Epeyce yaklaşmışım,duyuyorum Oku, zîrâ onu yazdım iki söz Anlatamıyorum.”(Orhan Veli Kanık) yazdımsa.”(Mehmet Akif Ersoy) -Daha çok kalbimizle ilişkilendirdiğimiz duygu dünyamız ile mutlak surette akıl dünyamızla ilişkilendirdiğimiz düşünce yapımız arasında ciddi farklılıklar vardır.Duygular değişmez,düşünceler ise her an değişebilir.”Burada kalbimiz doğal olarak ruha açılan kapı durumundadır. -Ruhumuzda, bu dünyada olmanın yarattığı sıkıntı biraz derinlerde olsa da güçlü bir duygu olarak varlığını sürdürür.Bu sıkıntı giderek endişe,kaygı,üzüntü,korku gibi duygulara

138


dönüşür. -Endişeyi korkuya çevirmeye hazır çocukluk anılarımız vardır.Toplum kendisini haklı çıkarmaya çalışan ve korkusunu inkar edenlerle doludur.Gizli korkular fare gibi içimizi kemirir.0-6 yaş arası gruptaki çocuklarda görülen obsesif-kompülsif bozukluk yaşayanların büyük kısmında aşırı azarlandıkları ve dövüldükleri ya da ebeveynlerini kaybettikleri tespit edilmiş. Sadece bu gerçeği düşünürsen binlerce insanı asi yapanın devletler değil genel manada da kişiler özel manada sosyal çevresi olduğunu anlarsın.Bu ortamda yetişen çocukların büyük kısmı otorite olarak gördükleri şeye saldırır.Baba,öğretmen sonra da … İçimden bir ses çok az kişinin gerçek manada barışı istediğini söylüyor.İnsanlar bir şekilde üstünlüklerini ve ezikliklerini sürdürmek istiyor.Yoksa yaşanan bütün şiddet olaylarında ruhsal yapı neden bu ülkede yıllardır ihmal ediliyor. -Bu ülkede şiddet istemediğini iddia edenler neden hala sorunların çözümünde onu en ideal yöntem olarak kullanıyor?Neden Amerika’daki okul katliamından sonra bütün psikiyatristler asistanlarıyla birlikte bölgeye gönderilmiş?Kimse bunları bilmez.Şiddetin arkasındaki sebepler çözülmedikçe ona karşı mücadele edilmeyeceği bilindiği halde şiddetin tek sebebi bile ne araştırılmış ne de merak edilmiştir.Suç oranları gittikçe yükseliyor.Bu ülkenin sosyologları ne iş yapar?Bu ülkede psikolog var mıdır? Anne ve baba kaybı maalesef bir çeşit kurşun gibi beyne girer.Doğal ya da yapay ölümler insanın duygu dünyasını alt üst eder. Celalin yüreği ağzına gelmişti.Ağzı kurudu dünyadaki her şeyi unuttu.bu sözleri sarf eden hocasına pür dikkat bakakaldı.Boğazına hıçkırık düğümlendi. Celal: -Hocam ,benim acımı kim anlayacak ve anlatacak.Bana söyler misiniz? Alaattin: -Acı çekenler birleşmedikçe ,sen ya da başkaları acıdan kurtulamaz.Buysa kıyamette bile mümkün olmayacak. -Evlat normal bir olayda anormal tepki vermek genelde en çok yıkılmanın işaretidir.Örneğin birkaç yaralının olduğu bir kazadan kurtulan çocuğun hiç tepki vermediği ve aşırı sakin davrandığı söylenmiş.Oysa sonradan uygulanan terapide araba tam devrilirken sinir sisteminin sol tarafında çöküş tespit edilmiş.Bu olayın oluş süresi saniyenin onda biri kadar. Bu yüzden hayatında böyle şeyler varsa ilk yüzleşmen gereken gerçek budur.Yükü ne kadar ağır olursa olsun bu gerçekle yüzleşmelisin Celal: -Benim de annem öldü.Ve ben o günden bu güne kadar hep çok az etkilendiğimi sanırdım.Meğer en çok etkilenen benmişim. Alaattin: -Peki annenin ölümü esnasında neler olmuştu.Hatırladığım kadarıyla başımın sol tarafı hafifçe ağırdı.Çok kısaydı -Ben ağlayamamıştım…Ve konuşmamıştım Alaattin: -Sonraki yıllarda matematiğin zayıftı,sentez analiz yaparken zorlanıyordun ve gülmeye çalışıyordun İsteksizce başını salladı: Kendimi bu olaydan hiç ilgim olmadığı halde çok suçladım.Etrafımdakilerin beni anlayacak durumları yoktu.Feryatlarımı işitecek halleri yoktu... -Evlat,bunlar bizimle”,Galiplerin karşısındaki Selimler”.Bunlar onlar.İyi bilirim Yakinen bilirim.Zalimlik ağabey kardeş dinlemez.Sultanlar sultanı Cem ne hale getirildi.Bütün uğursuzların en temel hedefi kendimizi suçlu hissetmemizdir.Bütün evrene sesleniyorum.Sana ve bana çektirenlere sesleniyorum: -Değerli insanların yalnız olduğunu sanmak ,suçlu olduklarını zannetmek gibi hastalıkları fazladır.Oysa bütün güçleriyle bir akşam yıldızlara bakarak söylemeleri gereken sadece iki

139


kelimedir :Suçlu değildik ve değiliz. -Bizler de kendimizi yargılarken zalimce davrandık.Başkasına merhametli kendimize zalim olduk.Duygularımızı içimize gömdük sevgililerimizi üzdük .İçimizi yakan şeyin terk edilmek olduğunu söylemedik.Korku hakim olmuştu hücrelerimize herkesten ve her şeyden korkuyorduk.Korku paylaşmamıza engel oluyordu.Çocuklar hayat buldukları kaynak kuruyunca yani anne ya da babalarını kaybedince benliklerini saldırıya uğramış sanır.Böylece her ölümde çocuk bir büyük “suçlu!” olarak çıkar .Onu kurtarmak isteyenler önce suçsuz olduğuna onu ikna etmek zorunda.Kötü anlarda iki tercihimiz vardır.Her şeyi unut ve hiçbir şeyi unutma .Zavallı çocuklar iradesizce hiçbir şeyi unutma seçeneğini seçer.Ve çok üzgünüm evlat. En mutlu olduğun günde bile olmadık yerde ağlama ihtimalin var.Olgunlaştıkça sorumluluk alacağını bilen çocuk büyümek istemez ömür boyu etkileri sürecek bir hastalığa tutulur.” “Bu hastalık ona yalan söyletir.Korkunun açıklamalarını yapan ruh alimleri uzun bir öyküden bahseder.Burada amigdala,hipokampus,frontal loplar vs işlem yapar.Hipokampus tezler üretir.Bu tezler hayatın ,evrenin kendine zarar vereceği yönündedir.Hayatın tüm aşamalarında karşılaştığımız her korku anı için zihin ilk karşılaştığı korkudan başlayarak bir benzetme silsilesi oluşturur.Bu silsilede aslında ilk korkusunu doğrulama hissi olduğunu fark etme ihtimali de vardır” “Annesini kaybeden çocuk kadınlardan ,babasını kaybeden çocuk erkeklerden korkar ama bunu ifade edemez.Lanet değersizlik duygusu çepeçevre kuşatır beyinleri,onların risk almasını önler.Bu onları başarısız yapar.Akademik alanda ve duygusal zekada hep geri kalırlar.Yazık ki okuma özelliği Afrika’dan düşük bir ülkede çok azı duygularını tanımlayabilir,nitelendirebilir.Ne hissettiğini söyleyebilir.” “Ciltlerce kitap okusa da beyin kendi yaralı merkezini bulana kadar acı çeker.Saçma aşk ve kahramanlık öyküleri bu dönemin yegane alkolleridir.Günlük tutma isteği doğar.En büyük terapi tabi ki günlük tutmaktır.Günlükteki bilgileri artık hayatın diğer alanlarından elde edilen bilgi ile birleştirme Gelb’in tabiri ile sinerji yaratma zamanıdır.” “Duygu ve düşünce dünyamızı temizlemek uzun bir değerlendirme sürecinden sonra yeterince uygun olmadığımız düşüncesi ile çarpışır..Oysa en layık olan biziz ve bize kendimiz olmamız gerektiğini söyleyecek birini bulana kadar sıkıntı şehrinde gezer dururuz.En layık olanlar kendilerini suçlu hissedenlerdir çünkü kötülerin kendini suçlama alışkanlığı yoktur.Sadece iyi insanlar suç işleyince suçluluk hisseder.” “Korku, potansiyelimizi sınırlar,günü yakalamaktan korkarız.Dostlarımızın bir kısmı daha fazla korkuturlar bizi.Maalesef ,mutluluk ve huzur için gerekli izni kendimize vermeyiz..Havanın değişmesini bekleriz ama onu iyi havaymış gibi algılamayı düşünmeyiz.Beyaz atlı prens ya da pamuk prensesi bekler dururuz.Beyaz atlı prens olmak aklımıza gelmez.” “Teneffüs edilen havaya bile değmediğimizi düşünürüz.Bizleri neşelendirmeye çalışan insanları sevmeyiz.Elimizdeki tek güç acıların bize verdiği tebessüm etme istekliliğidir.Rhonda Brtitten’ın da dediği gibi isteklilik bizi güçlü kılar.Bireysel ve toplumsal hayatta yaptığımız yeniliklere en büyük direnişin içimizden geldiğini düşündükçe kendimizi yeriz.Bu,korkunun baskısının olağan sonucudur.Bu süreçte yapacağımız tek hata aynı yöntemi deneyerek farklı sonuçlar beklemektir.Çoğu insanda ilk başarılar stres yapmıştır.Çünkü kaybetme korkusu vardır.Değer verdiğimiz insanlar kendimiz olduğumuzda bizi terk ederler korkusu ile bir ömür onların istediği gibi yaşamayı seçmek hatadır.Farklı kelimeler kullansam da değersizliği bir şekilde yenmek zorunda olduğumuzu bir kez daha söyleyeyim.” “Bütün bu duygu ve düşünce ağında geçmişimizi çözmek isteği doğar.Her ayrıntıyı bilmek için can veririz .Gerekli olmadığını düşünmek istemeyiz.Ayrıntıyı bilme çok da önemli değildir.Çünkü bizi yaralayan olayların temeli çözülünce beyin kendiliğinden ufak olanları silebilir.” “Duygular ruhumuzda kök salmıştır.Sürekli kendilerini doğrulamak için çalışırlar.Korkularımızı,endişelerimizi,sevinçlerimizi doğrulamak için uzun yıllar delil

140


ararız.Gazetelerimiz bizim görüşlerimizin dışında haber yaptıklarında onları okumayız.Önyargılarımızı yalanlayan haberleri geçeriz.Korkularımızı sağlam temele oturttuktan sonra şikayetlerimizin haklı olduğunu çevremize ve kendimizi ispat etmeye çalışırız. Örneğin gece dışarı çıkmaktan korkan kişiler karanlıkta işlenen suç oranlarını abartır .Elbette kaybedeceğimiz zamanlar olacaktır.Mükemmellik zaten her ortamda ütopyadır.” Sınırların aşılmasından korkmamak için üstesinden gelebilecek misin,sorusunun içimizde doğmasına izin vermeyelim.Ta ki zaferler dönen tekerlerin olsun. Ya başaramazsam benim için ne diyecekler?Ya böyle olursa,ya şöyle olursa Ben sana söyleyeyim evlat.Hiçbir şey senin istemediğin sürece istemediğin gibi olmaz. Bu imkansız dedi Celal. -Halkanın başını düşün :Aklına hayatını değiştirecek gerçekler geldiğinde ne yaptın? -Onları inkar edip onların var olmadığını düşünmeye çalıştın.Tersini yapsaydın ne olacaktı? Düşünce sistemin değişecekti… hayat hücresini açacak anahtardır.Bir kişi acı çekiyorsa bu olağandır.iki kişi acı çekiyorsa bu birlikteliktir.Üç kişi acı çekiyorsa ortada toplumsal bir günah vardır.Daha fazla kişi acı çekiyorsa toplum acı çekmeyi hak ediyordur.Belki bir gün Celal ,birileri oturdukları koltuktan sıkılıp pencereye baktığında gerçekleri görür.En azından artık kitap holdingleri merakı satın almaz da kaliteyi satın alır. Bunlar ,onlar evlat! Ne zaman bir gül görseler mutlaka koparanlar.Onları yakinen biliriz.Bir köpek ,kedi sevgisini bile anlayacak kadar yürekleri yoktur.. Varolmanın Acısını yazan yazarlara karşı varlığın tadını birlikte çıkaracağız.Hem öyle köye çekilip huzurumuzu kendimize has hale getirmeyeceğiz.Yer yüzünde tebessüm etmeyi unutmuş herkese kollarımızı ilkbahar badem ağaçları gibi açacağız.Sürekli savunma duygusundan uzaklaşacağız.Çünkü Celal, seni ve beni bekleyen yığınla insan var.Onlar dostlarımız .Onları kurtaracağız. “Celal sözün burasını anlayamadığını ima edince cevap geldi: -Kim diye soruyorsun değil mi?Birlikte acı çektiğimize göre, yeryüzünde acı çeken bütün insanlar bizim dostlarımız.Tel Aviv’de intihar bombasından etkilenerek yaralananlar da Filistin’de bombalardan etkilenenler de.Kimsenin anlamayacağı yüksek bir sevdadır bizimkisi.Evet kendi başımıza kalır gideriz.Deriz ki görüşlerimizin ne önemi var “Oysa bir gün göreceksin ki her ırktan, her dinden her milletten insan dünyanın dört bir yanından barış için koşup gelecek.Bak göreceksin senin ya da benim ya da başka bir dostumuzun -Mevlana’nın cenaze törenini andıran bir görüntüyle-cenazesinde bir araya gelecek.İnan bana!” inan bana!Barışı dillendirenler yalnız değil. Derinlerde gizlemediğimiz her korkuyu açığa çıkarıp korkuyu olumlu hale getirmenin tadını çıkaracağız. Biz güçlendikçe makus talihimiz ve şeytanın yerdeki avukatları boş durmayacaktır elbette .Ama biz içimizden gelen korkulara karşı direnebilirsek korku çarkı Britten’ın da dediği gibi, inanç sistemi ve hayat tecrübesinden geçmeyen her, her korku meltem tadındadır. “Korkularımıza tetikçilik yapmak isteyen iç ve dış düşmanlar olacaktır elbette.Korku girdabına kelime kaleleri oluşturacağız eski kitap sayfalarından .” Kitaplar bizi biz yapana kadar yani ölüme kadar yüceltecek.İşte o zaman özgürlük şarkıları söylemenin zamanıdır diyeceğiz. Artık “yetersizlik ve değersizlik” mikropları beynimize sızmayacak.Artık tüm genişliği ile yerler bize dar gelmeyecek.Yanıt vereceğiz korkulara değersizliklerimize.Sevgili Rhonda Britten’ın kitabında belirttiği gibi bizleri korku çemberinde tutan ne varsa cesaretsiz olsak da ezip geçeceğiz.Bencil,akılsız ,aptal,zayıf yetersiz,alışkanlıklarına esir,cinsiyetinin paryası,sahtekar,tembel,şişman,reddedilen,çaresiz anlamsız ve değersiz ,toplumdan uzak ,başarısız ,ümitsiz yanımızı inkar etmeyeceğiz bunun aksine simyacılar gibi yerdeki her şeyden altın üretilebileceğini savunacağız.Çöplük malzemelerinden oyuncaklar yapan makineler gibi olacağız.Tıpkı Simürg’ü arayan kuşların Simürg olduklarını öğrenmeleri gibi içimizdeki şehirleri fethedeceğiz.

141


“Bizlere önemsiz olduğumuzu anlatmaya çalışan her his ve şeytan avukatına işe yaramaz görünen taşlardan nasıl çimento yapılacağını belleteceğiz.Alkol ve sigara ve televizyon denen uyuşturuculara ,çok konuşma ve çok uyuma hatta çok yeme çözümleri aklımıza geldiğinde kendimize diyeceğiz ki.biliyorum ki ben ,ben olduğum zaman Sen sen Olmaktan çıkıp ben olmaktan korkuyorsun Bunun için korkuyorsun:sıra dışı olmaktan. Her şeyi kişisel olarak başkalarını idare etme, sabahın üçüne kadar Chat yapma zappinglerle vakit öldürme,teslimiyet,vazgeçme,içki uyuşturucu eziyet,kendinizle eğlenme ,okey taşlarına mahkumiyet,işkoliklik şikayet ,sızlanma,spora aşırı düşkünlük ,kendimize acıma , hayal kurma,küfür,yalan, iş yapar gibi görünme hile ,alavere sigara ,insanları susturma,ağlama,kumar,intihar eğilimli düşünceler bedensel zarar verme duygusu, olumsuz karşılaştırmalar,kabızlık,barsak parazitleri,diyare,mide ağrıları,ülser tansiyon,gastrit güvenilmezlik ,bahane bulma nefret merhametsizlik ,panik atak ,şizofreni,obsesif-kompülsif bozukluk,depresyon,fobiler ve… ve… ve canavar , vampir ümitsizlik düşmanlarımız olacak. Dostlarımız ise müzik ,müzik aleti ,okuma,meditasyon, zarar vermeyen sporlar,değişimin tüm cepheleri güzel manzaralardır. Adeta cellada dönüştürülen siyasileştirilip …… parçalarına indirgenen Tanrısal idealleri merhametli,sevimli,affeden,kullarını seven,siyasetten uzak ,kalbe ve ruha dayalı yepyeni bir Tanrı imajı yaratacağız.Çünkü Tanrı gerçekten öyle… Unutkanlık,rüya,sakarlık,inatçılık ,sabırsızlık,cimrilik,aşksızlık, ukalalık,kötümserlik,kadın esareti,kıskançlık,kin,övülmek, riyakarlık ,küstahlık,Utangaçlık,yılgınlık paranoyaklık,şaşkınlık,bize ait olmayan değerlerle dostluk motive olamama sonradan görmelik bizim uzak duracağımız ,uzaklaşacağımız huylardır.Ayrıca altınlar raflarda tozlu durmamalı değil mi dostum. Korkularımızın aslında yukarda saydığım tüm olumsuz huyları doğurduğunu söylesem ne dersin? Celal: -O zaman onlara karşı mücadele edersek hayatımızın zorluklarının büyük kısmını mağlup ederiz. Dinle evlat: Mesleğin,yakın ilişkilerin,dostların,ekonomin,sosyal hayatın ,evin ,anne baban,aklın ve bilgin duygusal gelişimin ,yaratıcılığın başkasına değil kendine vurduğun yumruğuna bağlıdır.Korkumuz olmazsa yumruğumuz zayıftır.Korkularını sorgulamaya başlarsan yaşam renkleniyor demektir.Onları sorguladıkça boşluklarını doldurursun ve beynindeki gereksiz pıhtıların eridiğini hissedersin.Eridikçe güçlenirsin. Çevremizdeki insanlar genelde kendimizi olumsuz ve yetersiz hissetmemiz için çabalayabilir .Çünkü en yakınlarımızın bile içinde bir şeytan yok mudur?Biz,onları işimize yarar hale getireceğiz.Kendimizi tanımamız düşmanlarımız sayesinde olacak.Yardımlarını alacağız.Eleştiri Avrupa’da neredeyse bir bilim ve sanat olmuşken bizde daha günlük konuşmada bile kabul görmemiştir. Doğmadan önceki halimiz ve çocukluk halimiz meleklerden üstün halimizdi.Rhonda Britten’dan öğrendiğim bir teknikle seninle bir çalışma yapacağız: Senden en sevdiğin beş insanın adını istiyorum Celal bir müddet düşündü.Bu kısacık sürede aklına ilk gelen ismi söylemekte tereddüt etmedi. İkincisinde birazcık tereddütlüydü.Üçüncüsünde iki isim söyledi ve rahmetle andı.Sonra Beyhan sultanın sevgilisi, genç ,sürgün aşık Şeyh Galib’i gözyaşlarıyla hatırladı.Sonraki kişilerin ise adlarını söylemek istemedi.Ama yine de onları hatırlatıcı kelimeler kullandı. -Hemen söyleyeyim. Seçkin Elmaslar Okyanusu. Galib-i Divane Fuzuli-i Bağdadi Yüreğimin iki sultanı ve diğerleri Efendi Mana ve Buda

142


Alaattin: -Şimdi de seni bu kahramanlara çeken neydi söylemeni istiyorum. Celal bu defa ilk ismin özelliğini söylerken Hoca ,biraz uzaklaşarak Mozart’ın Rodrigo parçasını çaldı.Sonra da Celal teker teker anlatmaya başladı: Azimliydi:En imkansız şeyleri mümkün hale getirdi.Kendisine acı çektirildiğinde geri dönmeyi düşündüğünde Söylediklerim yanlış olsaydı,acı çekmeye gerek yok derdim.Söylediklerim doğruysa neden yalanın önünde eğileceğim ki ,derdi. .Bir gün belki insanlık onu anlar.o,hep sevgiden ve barıştan yana oldu.Gerçi yakınlarından bile ihanet gördü.Fakat son nefesini verirken bile destekçilerini düşünüyordu.Bencilliği yenmişti.Onunla öğrendim zirveyi.Onunla öğrendim aşkı.Onunla tanıdım sevgiyi.Onunla geleceği paylaşamayacağımıza inanmama rağmen onu çok sevdim.Zaman tükendiğinde ben yangınlar içinde olacağımı biliyorum.Yine de ondan yardım isteyeceğim..Gelişi ve gidişi arasında o kadar fark vardı ki.Nice taş sayesinde pamuk oldu.Nice feryat sayesinde mutluluk oldu.Ben günah ,suç,riya kibir dörtgeninde dolanıp dursam da bir şey değişmemiş .O zirveyi bize öğreten insandı. İkincisine gelince o Bağdat’ın ve Basra’nın gururuydu.Zenginlik ve yoksulluk arasında tercih yapacağı zaman hiç düşünmeden yoksulluğu seçmişti.Sakalları beyazdı.Gözleri içe çekikti.Karamsardı.O mutluluğu hüzünde bulmuştu.O öldükten sonra şiir yetim kalmıştı.Durgun sular gibi azaldı.Şimdi söyledikleri sadece üç beş kitapta sır olarak kaldı. Az konuşan ,bilgili ,bildiğini uygulayan,şair,hisli ve sevimli insanlardı.İnsanlar beni anlayamaz fakat ben onlarla daha sevdim ,daha yaklaştım seçkin elmaslar okyanusuna. Derya gibi,deruni,sevimli,düşünceli ,filozof,aşkı bulandı.Galibi divaneydi.Ferhat ile Mecnuna mesajdı.Bin cefa görse ayrı kalmazdı sevdiğinden.Yüz çevirmezdi ,olsa dünya bir yana kendisi bir yana.26 yaşında ilk divanını bitirdiğinde Divan Edebiyatı son nefesini veriyordu.Galata Mevlevi hanesi son defa semah töreni hazırladı.yaşlı babası tabutuna sarılarak ‘’Oğlum bu kefen sana değil bana yakışır”,demişti.Topkapı sarayının mermerleri bile inlemişti.Beyhan Sultanın ağıtlarından ulan dünya bir gün seni ateşe verecekler bu hazin aşk öyküsü yüzünden.Demişti ki:Ben bu sözden dönmezem devreyledikçe dünya ,devreyledikçe güneş,şahitti aşkına arzu sema.Ulan dünya sen kurallarınla beni yıldıracağını mı sanıyorsun.Ben Hüsn ü Aşk ‘ın nağmelerini dokumuşum kitaplara.Ben içmişim ab- ı hayatı sevgililinin dudaklarından.Ben demişti,tok ve gür sesiyle, kendisini küçümseyenlere : “Zannetme ki şöyle böyle bir söz. Gel sen de söyle böyle bir söz “ .Kırılgan,esrik,esrarlı,şair,az sözle çok şey anlatandı.O öldükten sonra Divan Edebiyatı çıktığı zirveden resmen inmiş oluyordu. Diğer ikisini niye sevdiğimi açıklamak istemiyorum. MehmetHoca,bu sözlerden sonra büyük bir sevinç dalgası içinde ona cevap verdi: -O halde sana müjde vereyim.İnsan kendini ancak başkasında görür .Bu nedenle saydığın bu kişilerden biri de sensin . Sevinme sırası Celal’de idi: -Doğru mu ?dedi duygulu sesle .Bu bilginiz çok teşekkür ederim. -Depresyonlarımız, öfkemizin çocuklarıdır. Yaşadığımız obsesyonlar ve kompülsiyonlar , hatta tatsız anılarımız gerçek benimizi görmemizi engeller Suçlama yarasını farklı bakış açılarıyla değerlendirirsek ne kadar suçsuz olduğumuzu anlayacağız..Anlayınca kirlilikler ardında saklanan ruhumuzu bulacağız. Şimdi de en sevmediğin beş kişiyi düşün,Bunlar arasındaki ortak yönleri söyle.Bir çırpıda sayıverdi.Ortak özellikleri kibir ve aşağılamaydı. “Hakkı gel sırrını eyleme zahir, Olmak isteri sen bu yolda mahir, Harabat ehlini hor görme şakir, Defineye malik viraneler var.” (İbrahim Hakkı) Celal biraz da olsa sinirlendi.Böyle bir bilinçsizlik beklemiyordu.Beş mümkün değildi,sert ve

143


kırılgan bir sesle konuştu: -Ezme ve ezebilme yeteneğini kazandırma çabası içinde olan zayıf Gordiya kültürü.Gerçi onun karşısında görülen kültürler ondan aşağı değil ya. Yine de güçsüzü ezmeyi hedefleyen bir kültür.Medeniyet tarihinden silinmeye mahkumdur.Var olduğu sürece ezildiğini görmek sıradan insanları üzebilir ama bu yerküredeki taşların ve toprakların Gordiya’ya kestiği cezadır.Bu nedenle her nerede eziyet altında bir Gordiyalı görülürse bu yarattığı vahşetin sonucudur.Geçmiştekiler gibi…dünyanın günümüz barbarları… vampirleri.Dinli ve dinsiz zalimleri..barış düşmanları.Kan emiciler..Yolda yürüyen bir kadını yürütmeyen serseriler… akşam karısından yediği fırçanın acısını zavallı çırağından çıkaran usta,bana ve güzel Anadolu’mun her yanındaki çocuklarına acı çektiren tüm kişiliksizler, - Soruyorum size sığar mı beşe? -Mehmet Hoca,durumu anlamasına rağmen affediciliğin üstünlüğünü aktarmak için konuştu: -Evlat biraz daha affedici olmanı dilerdim.Ortam yaratma konusunda bizlerde de bazı kusurlar olmuştur. Şimdi çocukluğunda en çok acı çektiğin anları düşün.Orda ne tür durumlar vardı.Mazeretlerini dinle insanların.Eğer mazeret sunmak istemeyen olursa affet.Mazereti terk ederse sorumluluk gelir.İzin ver Celal.Seni üzen insanların kendisini sana affettirmesine.Sen ,suç işlemediği halde yolu yanlışlıkla ……… düşenleri ömür boyu etiketleyen orta dünya rejimleri gibi acımasız davranma.Belki de Tanrı bu yüzden bütün otoritelerinden üstündür.Kullarına af kapısını hep açık tutar.. Bölüm 18 Bu konuşmalardan sonra ikisi de düşünmek için ayrıldılar.Celal,MehmetHoca’nın başından geçenleri öğrendiğini söylemedi.Kendisi tam farkında olmasa da zihni bu kısacık sürede ruh bilim alimlerinin hatırlatıcı unsurun insanın dengesini alt üst edebileceği bilgisini işlemişti.MehmetHoca,yaşadığı tatsız olaylardan sonra uzun süre bu olayları unutmayı denemiş olmalıydı,diye düşündü.İnsanoğlunun örnek olmak zorunda olduğu kitleye karşı oynaması gereken bir roller bütünü vardır.İkisinin de yolu öğretmenlik mesleğinden geçtiğine göre bu normaldi. Güneşin çıktığı yönde görev yapan, yerli ,yanlışlıkla …………unvanı alıp nesil körelten yığınlara benzemek kolaydı.Onlar kişilik ezmeyi ve çocukları şiddete yöneltmeyi iyi becermişlerdi.Dahası bundan sıyrılmışlardı.Kimsenin onların yaptığından haberi yoktu.Şimdi tatil beldelerindeki yazlıklarında balkonlarında çaylarını yudumlarken beri tarafta dolaylı ve dolaysız olarak yere serdikleri çocukların perişan olması onları ilgilendirmiyordu.Gerçi evren kimsenin yaptığı haksızlıkları yanına koymazdı ama kim yazacaktı bu zavallı çocukların tarihini. -Neden istatistiklerde hep aynı okul öğrencileri şiddete bulaşıyordu.Kim araştıracaktı.Silah ve bıçakların içinde büyüyen bu nesil kimden sorulacaktı.Kendisinden sevgiyi esirgeyen ebeveynleri mi,kendisini ne kadar dövdüğü ile övünen öğretmenleri mi,ona küfrü ve hırsızlığı öğreten sokaklar mı? … Kim verecekti bunun hesabını? Galiba kimse sormayacaktı.Ama Celal kendisini şanslı görüyordu.Artık yaşama bir dünya görüşünden değil Buda’nın kendisine Mehmet Hocavasıtasıyla öğrettiği tekniklerle bakıyordu.Hayat hiç olmadığı kadar tatlanmıştı.Çünkü artık Mevlana’nın,Yunus’un,Galip’in söylediklerini anlayabiliyordu ötesi onlara inanıyordu. Bu tatil süresince MehmetHoca’dan öğrenebildiği kadar çok şey öğrenmeye çalışmalıydı. Ertesi gün bir araya geldiklerinde son sorulacak soruları baştan sormaya karar verdi: -Hocam ,Huzuru ,aydınlığı ,şafağı nasıl bulacağız? Alaattin: -Bu hayatın hedefi, yorumlama tarzına göre değişir.Emniyet, ait olma ,aşk ve sevgiye bakış açısı ,Tanrı’yı yorumlama biçimi, zamanı tüketme biçimi insanın kendini tanımlamasını sağlar.Öncelik ve akıl haritalama bu konularda en yardımcı unsurlar. Bu, unsurlar sıralamasında sorunların net olarak tespiti ,yok edilmelerini ve

144


kökenlerinden söküp atmayı kolaylaştırır.Bunlara rağmen aşırı şikayetçi bir tutum bizi olumlu etkilemez.Şikayet ,Britten’ın da dediği gibi,korkunun reklamıdır.”Çünkü şikayet değersizliğin ilanıdır.Kötümser insanların şikayeti her zaman daha fazladır.O halde bu nokta Rhonda Britten’ı ve Mıchael J.Gelb’in düşüncelerini birleştirelim .Şikayet haritası yapalım.Bunlardan bizim rahatsız olduğumuz yönler,ruhumuzdaki yaralar ortaya çıkar. Gelecekle ilgili korkularımızı haritalayalım.Korkuya dayalı hislerimiz bizim kim olduğumuza karar vermemeli.Kısaca nedenlere değil nasıllara yöneleceğiz.yöneldiğimiz nasıllar bizi varacağımız istasyonlara götürmeli.Geçmiş hayatımızda bizlere kötülük yapanları unutmamakta gösterdiğimiz özeni iyilik yapanlara ve minnettar olduğumuz kişilere değer vermekte de göstereceğiz.Britten’ın kitabında belirttiği ve Benimle ilgili düşüncelerden sakınmak istediğimde şunları yaparım adlı bir liste sunmuş ben ,o zamanlar yapmıştım çok faydalı olmuştu.Şimdi hemen yapıp vermeni istiyorum: Listeyi uzattı Celal bir çırpıda okudu. “ Ben ,benimle ilgili olumsuz düşüncelerden sakınmak için şunları yaparım.Memnun etmeye çalışırım.İzole olmaya çalışırım.suçlama ya da uzlaşmaya çalışırım.Yeni bir alışveriş listesi yaparım.Daha çok uyurum.Sorumluluktan kaçtığım olur.Zapping yaparım.Başkalarını döverim,bağırırım ,cinsel kontrolsüzlüğe tutulmamaya çalışırım.Sözlü tepki veririm.Telafi etmeye çalıştığım olur.Savaşma yolunu seçtiğim olur.İntikam alacağımı söylerim.Çok konuşmaya başlarım.hayal kurarım ve iyimser davranırım.” Hocam : -Beni çok önemsiyorsunuz.Ben bu kadar bilgiyi hak etmedim. Kumar oynadığım zamanlar da oldu.Yani hocam temiz bir insan değilim.Daha çok daha başka kötülüklerim de oldu.Bu iyiliklerinize karşılık veremeyeceğimden korkmaktayım.. Mehmet Hocasert bir yanıt vermeye hazırlanıyordu: -Bir daha bu sözü duyarsam benim kitaplardan ayrı kalırsın evlat... -Kendini kirli bulan asla kirli değildir.Kendine temiz diyen nice reziller vardır.Neden erdemin taraftarları bu derece karamsar.Galiba bu biraz din kaynaklı.Oysa dinler fayda vermeye gelmediler mi?Bu sünnet yüzünden travma geçiren çocuklara benziyor.Belki de faydalı olan bu düşünceler yıkıcı boyuttaysa özüne aykırıdır.Gerçi kıl ve elbise düşkünü kitleler bu düşüncemi duyarsa bana saldırır ama ben bir Buda olarak korkmayı bilirim.Mücadele etmeyi bildiğim gibi.Cesareti bildiğim gibi. Neyse evlat senin şu huzur kelimesine geri dönelim.Gerçi bir şirket alıp onu da reklamlarına alet etti ya.Biz yine de kutsal olan bu kelimeyi unutmayalım. Huzurun mutlak surette cevabı yoktur.Sadece kişilere göre değişen anlamları vardır.Mesela senin için geçmişinle hesaplaşmak.Özel manada annenin ölüm olayının sendeki ruhsal etkilerini konuşalım. -Tıbbi sonuçlar nelerdi? Celal ,artık bu olayın yıkıcı etkisini kavramanın huzuruyla yanıtladı: -Kendimi kötü hissettiğimde başım ağrır,midem ve diğer iç organlarım hemen çöker.Etrafın zarar verici olduğuna inanırınım.Kendimden nefret etmemek için direnirim.Çünkü böylesi zamanlarda ağlarım ve başım çatlayacakmış gibi olur. Saydığınız kötü şikayetleri çözmek için ya da bu hastalıklara yakalanmamak için ne yapmak gerekiyor.Bu defa hangi kitaptan bahsedeceksiniz? Alaattin: -Onları küçümsüyor gibisin.Unutma, kitaplar zirveye çıkmak isteyenler için halat görevi yapar.Yalnızca cahiller küçümser kitapları.Şu tatil süresince daha önce okuduğun kitaplar gibi çorap tasvirleri yapabilirdim.Uyduruk canavarları anlatan kitapları önerebilirdim.Saçma polisiye kitapları anlatabilirdim.O zaman senin gibi birkaç defa kitaplarımı yakmak zorunda kalırdım. Celal ,hemen özür diledi: -Af buyurun.Boş bulundum.Ara sıra da olsa içimden bir ses beni kötülüklere itiyor. … Mehmet Hoca,bu özrü kabul eden bir edayla yanıtladı. Freud kendini daha fazla tanımak için verdiği derin mücadeleden bahseder.Başka

145


insanların aynı şeyi yapmasını niçin gerekli gördüğünü anlatır.Bir bakıma bütün yazıları ,okuyucularında kendini tanıma yolunda benzeri tinsel yolculuktan yarar göreceğini ortaya koyan soylu ,ikna edici ,çoğu zaman parlak imalarla doludur..Freud bize ruhun kendini nasıl tanıyacağını göstermiştir.Ruhun derinliklerine aşina olmak hangi kişisel cehennemde azap çekebileceğimizi araştırmak kolay bir iş değildir.Freud’un bulguları ve daha ötesi ,bunları sunuş tarzı kendini keşfetme yolundaki bu çok kolay talep eden ,tehlikeli yolculuğun, tam bir insan olmamızla ,içimizde yatan karanlık güçleri tanıyıp onların kölesi olmaktan kurtulmamızla sonuçlanacağı güvencesini bize vermektedir.bu güçlerin kökenlerini ve neler yapabileceklerini araştırıp anladığımız zaman ,onlarla çok daha iyi başa çıkabilecek durumda olmakla kalmayız.,diğer insanların da çok daha derin ve şefkatli anlayışına ulaşırız. Biraz önce dediğin gibi içimden bir ses beni kötülüğe itiyor düşüncesi yanlıştır.Bulunduğumuz her kötü ortamdan arkadaştan,izlediğimiz kötü filmlerden,duyduğumuz yanlış sözlerden biraz etkileniriz. Kötü anlar bittikten sonra bir şekilde onları başka zamanlarda yaşatırız..Onları yaşarız.Bazen güçlü yanımızdan ziyade zayıf yanımıza sarılmamız bundandır.Kendimizin hangi yönünün güçlü ya da hangi yönünün zayıf olduğunu anlamak için kendimizi tanımamız gerekiyor.Bir kişinin fiziksel özelliklerini nitelemek çocuk oyuncağı bir iştir..Ancak duygusal örgümüzün şifrelerini çözmemiz BİLGİ VE EMEK İSTER. Dr.David Spock’un “Kişiliğinizi Geliştirmek İçin Altın Kurallar” adlı kitabında bundan oldukça bahsetmiştir. Kendimizi tanımak, her durumda hayati bir zorluk bazen imkansızlıktır. Değişim duyguda başlar,düşüncede gelişir,bedenin tümünde hissedilir.İstek azim ve inat değişimin ilk şartlarıdır.Burada en dikkat çekici duygu,inattır.Yanlış bir şey üzerinde ısrar inat, doğru üzerinde edilen ısrar azimdir bence. Bazen insanın duyguları şekillenmez onun için bir şeyi yok etmek ya da değiştirmek istiyorsak varlığından kesin olarak emin olmalıyız.Varlığından emin olduktan sonra soru sorma ve sorgulama dönemi başlar.Doğru sorular, tanıma aşamasının en önemli kısmıdır.İlk sorumuz “ben”dir.Ben kimim diye sorarsın .Bu öyle bir sorudur ki bazı insanların ömrünü yemiştir.Nice filozoflar bu uğurda beynini patlatırcasına düşünmüş ve nihayetinde kocaman bir hiç elde etmiştir.Bir savaşa girerken sonuçta elinde bir hiç varsa her şeyi elde ettiğini bilirsin.Eğer bu soruya ailevi veya fiziksel açıdan yaklaşıyorsan soruyu anlamadın demektir. Cevaplar ruhsal yapımızı yansıtıcı ve detaylı olmalı.Zor ve zahmetli olan bu süreç bazen birkaç ay alabilir.Tony Buzan ve M.W.Gelb’in kitaplarıyla Türkiye’ye tanıttığı akıl haritalama bu sürecin yöntemidir.Bu yöntem yazı ve resmin birleşmesinden oluşur.Demek ki aydınlanma ve tedavi teşhis ile başlar.Soru ve sorunlar nelerdir?Eldeki maddi ve manevi güç kaynakları nelerdir?Sorunlar ekonomik mi,sosyal mi,psikolojik mi? Evlat geçmişimizde öyle hazineler vardır ki?İyi deşmemiz didik didik etmemiz gerekiyor.Araştırma esnasında dikkatimizi en çok çekmesi gereken değişenlerin içinde değişmeyenler olacak. Yer ,zaman,şartlar değişse de bizim kişiliğimizde değişmeyenler listesi var.Örneğin algılama sorunu olan insanlar abartmayı bilmeyerek yapar.Kendisine hafif kaş çatarak bakan birinin saldıracağını düşünür.İşe on dakikada yetişecekse kendini çok erken çıkmaya zorlar Atasözlerini yanlış söyler. Değişmeyen gerçekler geçmişimizde var olan ve kişisel gelişim kitaplarının atladığı bir konudur.Bu gerçek bizi ezer.Çevremiz karşısında bizi sürekli savunma halinde bırakır.Sosyal statümüzü iyi bir şekilde sürdürmemizi engeller. Ne pahasına olursa olsun ne alıp götürürse götürsün .Geçmişimizle barışmamız gerekiyor.Bizi suçlu kılan özellikler “ben” ,”kişilik” olarak tanımlanan çevrenin ve çocukluğumuzun bize bıraktığı hatıra ve ruhumuza ulaşmamızı engelleyen bir düşünce biçimidir.Biyologların abartmak için çok çalıştıkları kalıtım ise kişiliği çok az oranda etkiler... Celal, bir anda duygulanarak ağlamaya hazırlandı.Onu bu derece etkileyen kendi şartlarını taşıyan binlerce çocuğun ezilmesi miydi,yoksa kendi acıları mı?Belirsizdi fakat ortada olan bir şey vardı ki.Celal ağlayacaktı.MehmetHoca: Onun daha rahat ağlaması için dışarı çıktı. Celal tepkiliydi:Yaşatılmayan çocukluğuna, erişemediği oyuncaklarına ,öldürülen

146


zavallı hayvanlarına ,ara sıra Canan’a, Gordiya aşiretlerinin tümüne tepki duyuyordu.İnsanlar çocuklarına vermeleri gereken eğitimin onda birini bile vermiyorlar ama iş beklentiye geldi mi ,bir robot ya da bilgisayar gibi davranmalarını bekliyorlardı. Mehmet Hoca,içeri girdiğinde Celal’in yüzündeki ifadeden kızgınlığını anladı ve ona göre konuştu. Evlat!Bir yerde tepki duyma başlamışsa zafer yakındır.Sadece düşünen ve değerlendiren,okuyan insan tepki duyabilir.Bu konularda pek de çalışkan olmayan toplum,çocuk ve gençlerin kendilerini suçlu hissetmeleri için çabalar da durur. Güneşin çıktığı yönün gençleri dağa çıkaran öğretmenleri asla çocukların kişiliğini olumlu yönde etkilemek için çabalamazdı.Güç yönetirdi aileyi, sokağı hatta ovaları ve dağları .İnsanlar zayıf , kişiliksiz bir durumdaydı.Ne yazık ki beklenen ışık bir türlü yanmıyor.Geceyi aydınlatmıyordu.Neden diye kim sorabilir ki… Velhasıl zor ve zahmetli bir süreçtir toplumsal ve ferdi yaralar.. Mehmet Hoca,sonraki gün Silifke’ye gideceğini ve onu da yanında götürmek istediğini söyledi.Celal ,memnuniyetle kabul etti. Araba yavaş yavaş Anamur yolundan Silifke’ye doğru ilerliyordu.Yol çok sıkıcı gibi görünüyordu ama Hoca’nın sohbeti ile ortam tatlı bir hale geliyordu.Yolun kenarında sebze meyve satan çocuklar daracık yolu daha dar hale getiriyordu..Çoğu zaman not tutan ve ajandasını yanından hiç ayırmayan Celal , onu çıkararak soru listesinden bir soru daha sordu. -Hocam günümüz insanı ile ilgili neler düşünüyorsunuz? -Zannedersem soruyu şöyle sormak istedin:Günümüzün insanının hastalıkları neler?Bunlardan hangisi bana bulaşmış? -İstersen şöyle yapalım ben günümüz insanını anlatayım sen de hangilerinin sana bulaştığını anla. -Tamam. Alaattin: -Genelden başlayalım.Doksanlı yıllarda dünyayı saran bir barış ve insan hakları sözleri vardı.Televizyonlar bunları tartışıyor,gazeteciler bunları işliyordu.Yazık ki o günlerde uygulaması yok diye eleştirenler bugün bunları gündemde bile tutmuyor.Aile kavramının yozlaştırıldığı,her ortamda güçlünün sözünün etkili olduğu kirli bir dünya?Bir araştırmaya göre 1980 yılında dünyada 50 bin dolayında aslan vardı.Bu gün bu sayının beş bin olduğu tahmin ediliyor.Görülüyor ki bırak kendi türünü ,hayvanları bile yok eden bir insanlık var. Dünya siyasetinde hep mazlumdan yana tavır koyan ,dünyada barışı savunan ülkelerin sesi hiç çıkmıyor,çıkarılmıyor.Kısacası yumruğun güçlüyse sen de bir bireysin değilse gücünü bilerek hareket etmek zorundasın.Bu dünyanın barışı ve kardeşliği belletmesi gereken dinleri ,filozofları nerede?Hani evrensel kardeşlik ve insanlık hakları vardı.Hani çocuk hakları sözleşmesi vardı.Sayısı beş yüz bini bulan çocuk f……… yakın bir coğrafyada bulunduğunu biliyor muydun?Böylesi bir ortamda yazarlar sadece neyi savunuyor ?Kaba tabirle tuttuğu takımı tutmayan her insanı aşağılayan bir yazarlar güruhu.Popüler olmak adına yalan söyleyen ve belleten aydınlar topluluğu.Her sabah İstanbul’daki trafiği aktaran haberciler.Şiddeti haberlerde eleştirip haberlerden sonra şiddet dizisi yayınlayanlar mı savunacak insan haklarını.Ağaç keserek ,tarihi şehirler yıkarak baraj yapanlar ne yaptıklarının farkında mı? Düşünmeyi çok sevmeyen,çabuk sinirlenen,sabırsız ,rahatına düşkün,itirazı hiç sevmeyen insanlar elbette günümüz insanının klasik özelliklerini yansıtmakta.Ancak yine de içindeki huzursuzluğu ,huzursuzluk sebepleriyle bastırmaktadır. Ötedenberi sakin, sessiz,kendi halinde hareketleri ,kırıcı olmayan,tartışmalardan uzak,söylenenleri yapan insanlar zayıf olarak nitelendirilmiştir.Ben öyle düşünmüyorum.Susmanın çoğu zaman konuşmadan üstün olduğuna inanıyorum.Basen suskunluk konuşmaktır. Susabilen insanlar her zaman güçlü olmuştur.Çok konuşan insanların çoğunun psikolojisi bozuktur.Toplum hasta insanlarla dolup taşmaktadır.Atasözlerini dahi belden aşağıya indiren bir insanlar grubu maalesef Rimbaud’un,Shekespeare’in Tevfik Fikret’in,Akif’in,Sabahattin Ali’nin

147


,Schiller’in ,Rousseau’nun,Mevlana’nın gösterdiği yoldan uzaktır.Ama bu uzaklığın acısını ve sonuçlarını tüm insanlık beraber çekecek.Yağmura hasret kalacak bir dünya.Atmosferin zarar gördüğü bir dünya.Bir gün ,Necip Fazıl’ın tabiriyle ,Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak ,diyecek birileri belki bulunur. Hatırlar mısın bir zamanlar Beş Yıl önce On Yıl Sonra grubu vardı.Euro vizyon şarkı yarışmasında Türkiye’ye ilk defa işe yarar bir derece getirmişti.Çok güzel bir şarkıları vardı:”Halay” “El ele türkülerle Seslenelim yedi düvele Celal: -Ama Hocam sanki pasif ,bir dünya haliniz var.Bu tip görüşleri savunanlar genelde çekingen tipli kişiler olmaz mı?Savaşmanın sonuçları belki daha iyi olacaktır?Ben savaşı sevmeyenlerin pasif olabileceklerini savunuyorum. Alaattin: -Yanılıyorsun evlat . -Dünyada barışı en çok seven Buda ve Mana’ydı .Buda şimdiki karate, tekvando, do’yu çıkaran kişiydi.Ama hayatı boyunca hiç savaşmadı kimseye karşı.Karate kurslarındaki ilk cümle karate bir savunma sporudur,cümlesidir.Mana’ysa zalim Sasani şahlarının elinde çok feci bir şekilde idam edilmişti.Yine de katillerinin öldürülmesi vasiyetinde bulunmamıştı. Bana diyorsun ki görüş ve düşüncelerin yanlış.Tespitlerimin doğru olmadığını yanıldığımı söylemeye çalışıyorsun. Yanılgı kıskançlık kökenlidir.Bazen yolda yürüyen birini,aslında özlem duyduğumuz birine benzetiriz bunda özlem duygumuzun büyük etkisi vardır.Yanılgılar çeşitlidir.Çoğu tarafsız görünen tespit ve tahminler aslında duygu ve isteklerimizin birer yansıması değil midir.Örneğin iki takım maç yaparken sevdiğimiz takımın kötü oynadığını kabul etmek bize zor gelir.Bence sen benim yanılmamı istediğin için böyle konuşuyor olabilirsin. Hayatın zorlukları çoğu zaman bastırılmış niteliktedir.Genelde ,bir yaşam biçimi ya da anne karnındaki duruşumuza en çok benzeyen uyku anı bu tür bastırılmış anıların ortaya çıktığı zamandır.İsteklerimiz sembolik hale gelir ve semboller rüyalarımıza girer. Rüyalar bu süreçte psikolojik durumumuzu tahlil etmek ve kendimizi tanımak için sayısız fırsat verir.Yatmadan önce rüyalarını kaydedeceğini söyleyen beyin,uyandığında mutlaka bunları yapmalı ki istek ve duygularını tam olarak adlandırabilsin. Uyku boyunca her gece doğduğumuz andan itibaren yaşadığımız tüm anların bilinçaltımızda incelendiğini bir kısmının ise dışarıya sızdığı yönünde kuvvetli tahmini sonuçlar vardır. Bunlardan dolayı her sabah uyandığında adeta bir canavar görüntüsüne bürünen nice insan ,kabus gördüm,der.Unutur ki insan kabusunu da kendisi yaratır.Gerçi artık gündüz kabusları gece kabuslarından beter ya. Celal ise hala beynimizin her gece yaptığı tekrara takılmıştı: -Yani hocam bilgisayarın alt tabanı ve üst programları gibi mi? Alaattin: -Evet iyi bir benzetme. İşte beynin bazı yerlere takılması gündüz yaşayacağımız hayatın içinde bir takım sonuçlara yol açar. Dalgınlık : Yorgunluk ve hastalık fark ettiğimiz edemediğimiz rahatsızlıklar,isteksizce yaptığımız işler bizi dalgınlığa götürür.Aslında dalgınlıktaki temel sebep geçmişimizde kendimizi suçlu hissettiğimiz olaylardan arta kalan kısımdır. Hafıza şunu demektedir:Ben değerliyim bana yüklediğin bu hata yahut günah bana layık değil onu içimden çıkar.”Hafızamızın bu feryadını duymak icap eder. Celal ,tam manasıyla bir istiğrak halindeydi.Psikologların günlük hayatımızda bazen hipnoza gireriz dediği bu an olmalıydı.Pür dikkat dinliyordu.Aklına takılan her şeyi soruyordu: Diyelim ki üç ,dört boyutlu algılama sonucunda yüzde yüz suçlu olduğumuz bir olay

148


varsa ne yapacağız? Alaattin: -Tabi ki kendi yöntemlerimiz faydalı olana kadar kullanacağız.İşe yaramadıkları bir ortamda da profesyonel yardım almaktan çekinmeyeceğiz. Dalgınlığın bir diğer sonucu sakarlıktır:Bu özellik insanın kendine verdiği cezanın bir sonucu gibi görünmektedir.İrademiz tahminimizden çok daha fazla etkilemektedir hayatımızı.Kullanılmak istenmeyen eşyalar sakarlıktan en çok nasibini alanlardır.Yine, hoşumuza gitmeyen bir ortamda çalışmak istemediğimiz için işe gidiş saatlerinde uykuda kalabiliriz bir bahaneyle geç kalırız.Burdaki unsur isteksizliktir: Evi sevmediğin zaman.O saat kaç olmuş, dersin.Komik durumlara düşersin yolda giden birini eski sevgiline benzetirsin.Çünkü onu özlersin ve kendini kandırabileceğini sanırsın.Yine, faydasız gördüğümüz kişi ve eşyalara zarar vermek isteriz dalgınlığın diğer sebeplerinden biri de budur.Hatta çoğu zaman bize yaşatılan tatsız anıların acısını çıkarmak amacıyla sakarlaşırız.Eşya kırarak bilerek ya da bilmeyerek yalancı bir rahatlama içine gireriz.Sevmediğimiz bir amirin zor duruma düşmesi için farkında olmadan çalışırız.Kocasını ve evini sevmeyen kadın yemeği bir türlü güzel yapamaz.Çünkü yemeğin kötü olmasını ister. Tabi bu sebepleri bir kısmı doğaldır.Kafamızda aynı anda birden fazla yüz işlem yaparız.Normal bir insan beyni günde altmış bin işlem yapmaktadır.Depresyon veya şizofreni rahatsızlıkları yaşamış olanlar ise bu işlemi 120 ile 140 bine kadar çıkarabilmektedir. Beynimizin pek çok fonksiyonu aslında psikolojik olarak başlasa da biyolojik olarak devam eder.Bunların en çok ilgi çekeni sabırsızlık olsa gerek.Ahlak kitabı yazacak kadar paraya düşkün ayet satıcıları bunun psikolojik kökenini hesaplayamayacak kadar cahildiler.Tarihin her döneminde binecek sırtlar vardı.Neyse konuyu dağıtmayayım.. Celal: -Biyolojik dediniz de yani ruhsal rahatsızlıklarla biyolojik yapımız arasında nasıl bir ilişki var? -Sabırsızlık bu bahsettiğim şey. -Yani hocam diyorsunuz ki sabırsızlık biyolojik bir rahatsızlıktır: -Tam olarak öyle değil ama büyük ölçüde öyle.Depresyon ve ağır bunalımlar sonucunda zihnin bir bölgesindeki kanlanma durur.Böylece acelecilik,erteleme ve zaman birimleri çöker.Sabırsız insanların konsantre olabilme güçleri yoktur.düşünce yoğunluğu gerektiren şiir ve resim gibi sanatlardan uzak dururlar.Matematik ve kimya gibi sayısal işlemlerden de. -Yürüyüşleri, davranışları,yemek yiyişleri araba kullanmaları tümden hızlıdır.Hız onların vazgeçilmezidir.Kitapları çabuk bitirirler.Çünkü hedefleri kitap okuma değil daha hızlı olabileceklerini kendilerine kanıtlamak. -Bekleme olan işlerde çalışamazlar.Kitap okumadan nefret ederler..Herhangi bir düşünceyi dinlemeden reddederler.Bilinçli ya da bilinçsiz , söz keserler.Her şeyleri hıza göre ayarlanmıştır.Kurdukları ilişkiler kısa sürelidir.Süreklilik gerektiren evlilik gibi işleri sevmezler .Toplumsal sorumluluğun baskısına katlanamadıkları için evlenirler.Aşırı ilgi ve yakın ilişki isterler.Övgü,vazgeçemedikleri bir davranış türüdür.Bazıları çok mütevazıdır.Tevazu günlük hayatlarının bir parçasıdır.Az zamanda çok şey söylemek gibi bir gayeleri vardır.Bir cümleleri bitmeden diğerine başlarlar.Ne dedikleri belirsizdir.Karmaşa ve düzensizlik hayatlarını kuşatmıştır.Sıkıntılarını abartırlar.Algılama sistemleri yanılgı içindedir.Bir şehirde uzun süre yaşadıkları zaman sıkılacaklardır.Her işe iyi başlarlar kötü bitirirler.Aslında sabırsız insanlar hep sorunsuz yaşamak isterler.Hayatlarında en ufak bir sorun istemezler.Bir çeşit ümitsizlik hastalığıdır. Temelde varlık sorusuna verilen cevap sabırsızlığı etkiler.Kısaca var olmaktan yana şikayeti olmayan insanın hiçbir şeyden şikayeti olmuyor ve sakin oluyor.Varlık sebebini olumsuz cevaplar ile değerlendiren bir kişiye bulaşacak diğer hastalık ise inatçılık: Daha önce de söyledim.bu silah gibi güvenliği sağlamak için de kullanılır, suç işlemek için de.İnatçı insanın temel yasası kendisinin mükemmelliği ve muhalefetidir.Bu şekilde var olur.Bu şekilde varlığını ispat eder.Bu şekilde kişiliğindeki kirleri göstermemiş olur.Bu şekilde ısrarla bir yere değil çok yere varacağını düşünür.Etrafındaki insanların kendisini kabullenmek zorunda kalacağını düşünür.Hiç bir eylem bilinçsiz değildir ilkesince,tüm davranışları saf gibi

149


görünse de değildir.Yanlışlar üzerine kurduğu bir mantık zinciri vardır.Yanlış fikirleri için yalan söylemek onlar için doğru bir davranıştır.Bencil ve karamsardırlar.Sürekli bir kibir ve üstünlük taslama yarışındadırlar.Kompleksleri vardır.Yetersizliklerini ısrarlarıyla çözeceklerine inanırlar.Kendilerini sürekli büyük gösterme gayreti içindedirler.Kusurlarının ya da eksik yönlerinin ortaya çıkarılmasına karşıdırlar.Değersiz olduklarına inanırlar.Bu değersizliklerini farklı şekillerde emirleri altında bulunan insanlara yansıtırlar.Bunlardan bir kısmı yanlış cinsel ilişkilere girer.Bunlar bayansa erken yaşta intihar ihtimalleri çok yüksektir. Kendi çıkarlarının dışına çıkmazlar.insanlarla yakın ilişki kurmaktan çekindikleri olur.İlgi odağı olmak için çok çaba gösterirleri.Çoğunlukla alıngan ve kırıcı bir yapıları vardır.Kendilerinden zayıf insanlara karşı dirençli ve cesurdurlar.Dalgınlıkla karşı karşıyadırlar.Verilen sorumlulukları bir kenara koyarlar.Elde edecekleri her zaman kuru bir karamsarlıktır.Her olayın nasıl daha kötü hale gelebileceğini düşünürler.” Etrafına baksana dedi ağaçları göstererek .Ne görüyorsun?Söyle Güzel ağaçlar görüyorum ,dedi Celal. Tabutlarımızın da ağaçlardan yapılması ne kötü değil mi? Celal,biraz duraklayarak Hoca’nın asıl amacını anlamaya çalıştı.Çok düşünme dedi. MehmetHoca: Karamsarlığın iyi bir örneği değil miydi?... Yazdıkları kötü senaryoların gerçekleştiğine dair ufacık bir delil buldular mı çekecekleri acı bir tarafa kötü tahminlerinin doğru çıkması onları sevindirir.Dr.Spock’un kitabında belirttiği gibi geçmişteki hayal kırıklıklarının derin bir etkisi vardır üzerlerinde.Bu insanları şükreder halde asla bulamazsın.İşlerine karışıldığından ,çevrelerindeki insanların kendilerini anlamadıklarından yakınırlar..Felaket tellalı olmaktan mutludurlar.Eğer yapabilseydim böyle insanlara yalnız olmadıklarını birilerinin hala onların sesini duyabileceğini söylerdim. -Sayın hocam sizi bilmem ama ben bir şekilde bu insanlara ulaşacağım ve sonucu ne olursa olsun sevgiyle kucaklayacağım tüm acı çeken çocukları ,onlara sıkıntı çektirmemek adına varlığın tüm gücüyle savaşacağım.Gücüm yettiği oranda yaptığım iyiliklerden kimseyi haberdar etmeyeceğim. Alaattin: -Evet Celal biz konuşmamıza devam edelim. -Ancak inatçılığın alt sebeplerinden biri de ukalalıktır: Mükemmel bir yaratılışta ve kişilikte olduğunu düşünen bu kişilikler değer duygusunu abartan kişilerdir.Yine de bu çeşit insanlara rahatsız oldukları bir şekilde aktarılmalı ,kendilerini tanımaları sağlanmalı .Çünkü bir kısmı hakikaten ne yaptığının farkında değil.Sadece yoğun eleştiri bombardımanından nasiplendikleri gün farkına varırlar..Böylece başkentin kaldırımlarında gece vakitlerinde bir zamanlar senin yaptığın gibi gözyaşı dökerler.İyi yürekli olduklarına herkesi ikna etmeye çalışırlar.Tuttukları takımın yenilgisini geçer giderler.Galibiyette ise galibiyetin yegane sebebinin kendilerinin o takımı tutmaları olarak yansıtırlar.Eleştiri çok korktukları bir kelimedir.İnsanlara zor güvenirler .Ara sıra insanları imtihan etmek ve güvenlerini tazelemek için ilginç işler yaparlar.Şikayet etmek için hep bir sebepleri vardır.Bilge gibi davranıp o şekilde ağırlanmak isterler.Başkasının sözlerini kesmeye bayılırlar. Başkalarının sözlerinin pek önemli olmadığını düşündükleri için söz kesme onların kişilik ağaçlarının bir dalıdır .Kibirlerini alt edecek arkadaşlarını sevmezler..Kin, bu insanların takipçisidir.Tuttukları kinin her gün biraz daha kendilerinden bir parça kopardığını bilmezler. .Darılma ve barışmaları çok kolaydır.Bu tür insanların kural düşkünü olduklarını ve bunlardan bir kısmının ciddi oranda palavracılığa meylettiğini söyleyerek bitirelim. Dr.Spock’un tespitleriyle kendi görüşlerimi karıştırarak söylüyorum bu fikirlerin tümünün ban ait olduğunu düşünme!Manevi hırsızlık en sevmediğim şeylerden biridir.Tabi burada insanoğlunun birdenbire ukala olmadığını bu işlemin bir aşama işi olduğunu söyleyeyim.Bu aşama da önemli adımlardan biri boş işler. Önemli olmayan işler vardır hayatımızda:Bu konuda Harun Reşit zamanında

150


çok güzel bir hikaye var.Bilginleri çok seven Harun Reşit her icada bir kese altın vermekteydi.Adamın biri tam yirmi yıl küçük iğneyi birkaç metre mesafeden fırlatıp çuvaldızın deliğinden geçirmeyle uğraşmış ve sonunda başarmış.Sevinçle Harun Reşit’e sunmaya gitmiş.Halifenin önünde gösterisini başarıyla yapmış. Halife: -Bu adama bir kese altın verin yirmi tane de kırbaç vurun. Adam :”Padişahım bir kese altını anladık .Yirmi kırbaç ne oluyor?”demiş. Altınlar ödülün,kırbaçlar da hayatının yirmi yılını böyle boş bir işe harcadığın için,demiş halife. Bu hikayedeki adamı düşünsene etraftaki övgüsünü .Ben iğneyi çuvaldızdan geçirmiş adamım diyerek övünecek İblis’in kibir yüzünden övünme ve üstünlük yüzünden tüm varlığı boyunca kazandığı sermayesini kibir uğruna kaybettiğini bilmiyorlar.Zaman zaman benim de nefsime bulaşan bu hastalık bir yılan gibi sinsidir.Kibrin insanı ukalalığa götüren bir aşaması da palavracılıktır:Palavracılar herkes tarafından beğenildiklerini düşünürler.Kendilerinde bulunmayan özelliklerin önemli olmadığını söylerler.Kendi akıllarınca Einstein ya da Farabi,Aristo,Sokrates yanlarında küçük kalmıştır.Yaptıkları yorumların her zaman doğru olduğunu düşünürler.Olaylardan önce yaptıkları yorumların bir cümlesi dahi doğru çıkarsa “Ben sana söylemiştim “ derler.Bu konuda aklıma hep arkadaki yolcuları etkilemek için palavra atan şoförler gelir.Dünyada önemli olan tek kişi vardır o da kendileri Karşılarında durdukları her insanın kusurlu tarafını görürler..Bir insandan bahsederken” ya o iyi de biraz ……. derler.Dr.Spock’un da dediği gibi temel vasıfları karşılaştırmaktır.Severler karşılaştırmayı… Hava alanlarında saatlerce futbolcuları,konserlerde albüm imzalatmaya bayılırlar. Gösterecekleri o imzayla kendilerinin ne kadar üstün duruma geldiklerini düşündürmeye çalışırlar.Bir şekilde çocukluklarında göremedikleri değerli ve önemli olma duygusunu telafi ederler.Birinin aleyhine atılacak en ufak iftirayı -dostları dahil- yaymaya çalışırlar.Çoğu zaman kinden vazgeçemediklerinden içten pazarlıklıdırlar. Bu özelliklerini göstermemek için özel bir gayretleri vardır.”Nakıs olamayan kemali aramaz” sözünü duymadıklarını söylerler.Onlara göre dünya bir yarış pistidir. Övülmekte üstünlük olduğunu bildikleri için.Ufacık bir olumlu yanları olursa anlata anlata bitiremezler. Karşıdaki insanları övmekte cimri davranırlar.Onlara göre başkasını övme kendilerinin küçük düşmesidir.Bazı ahlakçıların söyledikleri gibi arızalı olan dil değildir.Cehenneme götüren dil değildir.Cehenneme götüren kirli kalplilik ve kirli akıldır.Dilin ne suçu var ki tercüman olmaktan başka.Dil ,bir çeşmedir kaynağından su akıtan. Celal ,bu sözleri biraz hazmedebilmek ve meditasyon yapmak sonra da uyumak için izin istedi.Araba ormanlık alandan geçiyor yukardan aşağı iniyordu.Mehmet Hoca,istediği izinleri verince .Hemen yanında duran çam ağaçlarından başladı.Yaklaşık on dakika derin nefes aldı .Sadece nefesini düşündü ve mantra olarak belirlediği birkaç kelimeyi ardı artına tekrar etti.Bir süre sonra kuş sesleriyle dolu bir yere girdiler.Araba en fazla 40 ya da 45 hızla ilerleyebiliyordu..Hoca, genelde 30 -35 hızla da gidince.Celal’in meditasyonu iyice güzelleşiyordu.Aşağıda ise belki 300 metre mesafe olmasına rağmen denizin dibi pırıl pırıldı.Harika bir saks mavisi renk cümbüşü oluşmuştu.Burada yerleşim olsa en çok iki yılda denizi perişan ederdi.Bereket ki doğanın koruyucuları kuşlardan başka görünürde kimse yoktu.Bu ormanda en çok serçe kuşları olmalıydı.Ama kargaların sesi bile ahengi bozmuyordu.Berlin senfoni orkestrası kadar olmasa da kendisine göre çok güzel bir sesler ve doğallıktan oluşan koro vardı.Celal, önce sarı bir bulut hayal etti.Bütün endişelerini beyninin bir noktasına toplamaya çalıştı.Sonra yavaşça nefes vermeye başladı.Her nefes verişte sarı bulutun bembeyaz buluta dönüştüğünü hayal etti.Sonra çam ağaçlarının gövdesinde gezdiğini,bulutların üzerinde uçtuğunu,derin derin ve sessizce nefes alıp vermeyle birlikte yürütmeye başladı.Sonra tam karşısında bir sinema ekranı hayal etti.Sonra bu resimde Fuzuli gibi durgun,Şeyh Galip gibi çaresiz,peygamberler gibi duruşuyla bile çok şey anlatan olmak istediği gibi bir halde olduğunu hayal etti. Sonra tam tersini düşündü..Yılgın,korkak,cesaretsiz,kibirli,ukala, pejmürde bir halde olduğunu düşündü.Her iki halde de değişmeyenin erdeme olan hasreti olduğunu anladı.Sonra olumsuz hayallerin tümünü

151


beyninden verdiği nefesle uzaklaştığını hayal etti.Bu aşamada yüzlerce defa belki daha fazla hışırtı kelimesini tekrar etti.:İçinden ayarladığı ses tonuyla kaç yüz defa “hışırtı” dediğini unutunca kendini hipnotize etti.Her tekrarında ses tonunu yüksekten alçağa doğru tekrarlayınca kendinden geçti. Son defa heceleyerek söyledi.Uykusunda bu görüntüler sırasıyla geçti Uyandığında, araba yine ağaçların arasında ilerliyordu.Bu kez kuşlar ve temiz bir deniz yoktu.Aniden aklına Cananla geçirdiği yıllar geliverdi.Ama MehmetHoca’ya kadınlarla ilgili soru sormaktan çekiniyordu.Yine de kapalı olarak sormak ihtiyacı hissetti Hocam:İlgisiz sorularıma çok alıştınız bir tane daha sorsam. - Aşk ve kadınlar.Hayatınızın neresinde? Sordu sormasına ama sorar sormaz boğazı düğümlendi.Gözleri doldu.Bu haliyle doğrudan Canan’ın Ankara’daki mezarı canlandı gözünde. mezara kendisinin isteğiyle :Bir sevda için gül yetiştiren anneler annesi anneye selam diye yazdırmıştı.Çok severdi Canan’ın annesini onu asla bir yabancı kadın olarak görmemişti. Belki de kaybettiği anne sıcaklığını onda bulmuştu.Ama Canan öldükten sonra onu sadece birkaç kere ziyaret etmişti. Çünkü Canan’ı hatırlatacak her şeyden uzak dururdu.Bu yönüyle ikisi de ortak bir özellik taşıyordu.Derin sorunlarını konuşmak istemiyorlardı.Böylece kendilerini güvende hissederlerdi.Gerçi bir iki arkadaşı bu sorunla yüzleşmesini istemişti ama buna cesaret edememişti. Belki de zamanıydı artık.Canan’ın öldüğünü kabullenmesi gerekiyordu.”Ama bu mümkün değildi Canan ölemezdi.Bu karışık düşünceler arasında pencereden ağaçları seyrediyordu.Mehmet Hocabunu anlamış gibi davrandı.Tek bir kelime bile Celal’i tekrar ağlatacaktı.Onun için dikkatle konuştu.Biraz da olumsuz tarafından başladı.Böylece Celal’i duygu yoğunluğundan kurtarmış olacaktı.Mehmet Hocaonun aşk ve kadınlar derken aslında Canan’ı anlatmak isteğini anlamıştı: Kadınlar, olmasaydı dünya ne güzel, ne kavgasız , ne sakin ve ne sıkıcı olurdu değil mi? Gözlerini silerek, evet dedi.Ama unuttuğumuz bir konu var:Kadın, güzellik ,üstünlük ve kudretin hayranıdır.Güçlü görmek ister karşısında, zayıf erkeği sevmez. Her erkeğe kendisini beğendirmek için çabalar durur.Biz onca bayanın içinde yaşadığımız zaman çok ilginç durumlara rastladık.Lisedeki çocuklarla çıkan üniversite……,barlara giden liseli çocuklar.Pırlanta sanılan bazı ev insanları.Ben her türlü kadınla karşılaştım.Zenginleri,fakirleri, ama inan güven kadar sağlam ve bozuk bir kale görmedim.Aslında evlenmeyecektim ama sadece yüreğimdeki ateş sönsün diye yaptım bu evliliği.Çok eski zamanlarda insanlar kumarı var mı diye sorarlardı.Şimdi de işi var mı,diye.Dünyanın sonu geliyor evlat.Ve şeytan Adem’i kandırırken kadınları kullandığı gibi bizleri de kandırmak için kadınları kullanacak.Biz akılsız dürtü sahipleri kadınların buradaki hakimiyetini zor kıracağız.Bir de saçmalayıp kadın erkek eşitliği var mı diyorlar.Kadın zaten üstün.Ha güneşin çıktığı yanı bilmem.Orası ne zaman ileri gitti ki o meselede de aynı olsun. İnsan odur ki ayine-veş kalbi sâf ola Eğer adamsan kalbindeki sonsuz kin neyin Sinende neyler âdem isen kîne -i pelenk nesidir.(Baki) İnsan odur ki kalbi ayna gibi arınmış,temiz olsun.

Ne şair yaş döker Ne aşık ağlar/ Tarihe karıştı eski sevdalar(VE insanlar)

Celal: Hocam,kusura bakmayın gizemli şeylere eskiden beri merakım var.Şimdi soracağım… Ben insanların kadın tercihi konusunda bilinmeyen yönler olup olmadığını merak ediyorum? Celal evladım:Alimi alim yapan meraktır.Amma kötü işlere merakla faydalı manadaki merak farklıdır.Cevaba gelelim: Çocukluğumuz ve anne babamızın bize karşı takındığı tavır.Bu ,insandan insana göre değişir.Bazı insanlar modern bir köle arıyorlar. Boşanmalar büyük ölçüde bu gibi sebeplerden kaynaklanır.Pek çok insan bekarlık ruh halini bir kenara itip evliliğe geçemiyor.Evliyken bekar gibi davranıyor. Bazı insanların bünyesinde nefretle sevgi bir arada.Öğretmenim Ömer Demirbağ’ın söylediği bir söz vardı:”Her nefrette bir sevgi vardır.Hatta bazı insanlar sevgi ile nefreti beraber sunar.Bak ;Senden nefret ediyorum ile senden nefret bile etmiyorum arasında ciddi bir fark var.İnsanlar bazen de kendisine değersizliğini hatırlatan eşini sevmez.Kendilerinin bayan

152


versiyonu ile evlenenler bir süre sonra çatışmaya başlar.Bilmezler ki benzerlikler arasındaki çatışmalar farklılıklar arasındaki çatışmadan daha şiddetlidir.Kendini yetersiz bulan insanların da eşini yeterli görecek hali yoktur. Her halükarda kendimizin toplumda değer görmesini sağlayan işler yapmalıyız. Celal ,hoca’nın kıskançlığı unuttuğunu sanarak hatırlattı: -Ama hocam kıskançlıktan bahsetmiyorsunuz. -Kıskanç insan kendisini yetersiz gördüğü için kıskanır.Bunda uzatacak bir düşünce yok ki.Bunu sana defalarca söyledim.İnsan kendine değer vermeli. -Bu arada yurt dışı plakalı siyah bir araba yolda zikzaklar çizerek ilerliyordu.Mehmet Hocaarabayı iyice yavaşlattı.Klaksona basarak kenara çekilmesini istedi.Şoförün her halinden sarhoş olduğu belliydi.Yolun kıvrımlarından bazen 50 metre ötesi görülemiyordu.Yolun en iyi yerinde 6070 metre ötesi görünüyordu. Tehlikenin geçtiğine iyice emin olan Hoca ,Tekrar konuşmaya başladı. Yuva yıkmanın önemli sebeplerinden biri de dış dedikodular ve buna inanma isteği.İnsanlar eşinden şikayet ederler ama bunu itiraf edemezler sonra bir dedikodu çıkınca ona inanıyorlarmış gibi yaparlar.Yuvalar için kıskançlıktan ziyade tehlikeli olan dedikodudur.İnsanlar kendi kusurları nispetinde dedikoducu olur.Kendisini yerde gördüğü kadar başkasını yere sermek ister..Dedikoducu değersizliğini başkasının değersizliği ile telafi etmeye çalışır.Böylece herkesten üstün olduğunu ima eder. Aslında bir ömür hayatımıza dikkat edersek iblis ve Adem arasındaki lanetlenme anını tekrarlar dururuz ve tercihimizi yapmak için bize iki yardımcı verilmiştir.Ne yazık ki Efendi Tathagata’nın yolunu çok az insan bulmuştur.Ya da Gazali’nin aklıyla ulaştığı bilgiye çok az insan ulaşmıştır.Ya da İsa’nın yoluna . Rehberin kimliği fark etmez Üstadımız Tolstoy’un da dediği gibi farklı yollardan aynı hedefe giden yolcularız varılacak yer hep birdir.Ve çok fazla ömrümüz olmadığını anlamak için uzaya çıkacak güçte ve zamanı tespit edecek bilinçte değiliz. Kutuplarda bir gün altı aymış diyorlar. İnsanlar yaşadıkları gezegenleri bile yok edecek cahillikteler.Bir gün dünya gezegeninin yok oluşunu gördüklerinde ne yaptıklarının farkına varacaklardır..Bir taraftan para kazanmak için sağlıklarını diğer taraftan da sağlıklarını kazanmak için paralarını harcarlar..Neden insanlar varlık sorununu irdelemekten korkar?Cevabı can sıkıcıdır.Günü geldiğinde sıkılmayan limon ne işe yarar demişti bir çiftçi. Kendisini dilediği şekilde bulamayan insan ,değerlenmek arzusundadır.Yüreklerindeki kirin aynası olan ağızlarıyla dünyayı kirletiyorlar.Büyük şehrin kaldırımları,dinlenme salonları şahittir umursamazlığa...Nerede babasına bile siz diye hitap eden kültür?Bedenini temiz tutamayan bir nesilden dilini temiz tutmasını istemek yanlış gerçi 'Söz ola kese savaşı Söz ola ağulu aşı Söz ola bitire başı Yağ ile bal ede bir söz' (Yunus Emre) Kadınlarımız sokaklarda yürüyemez oldu.Kimse yozlaşan biten Osmanlı’yı yad etmiyor evlat.Bir zamanlar padişahlarının çoğu şair olan millet gitti.Bu millet kültürünü kaybediyor evlat.Kimse daha kaliteli bir kişilik uğruna birkaç dakika harcamıyor.Bir nesil elden gidiyor .Korkarım daha tehlikeli bir gelecek bizleri bekliyor.Geçenlerde bir muallimevine gittim.Okey taşları şakırtıları arasındaki sigara dumanından küfür sesleri yayılıp duruyordu.Aklıma ,Akşemsettin ,Nizam’ül Mülk ,Kral Mirtha,Sennacharib,tarihin ilk öğretmeni Sümer Ludingirra geldi işte sizin soyunuzun vardığı nokta. Sadece bu mu? Gittikleri sinemanın, parklardaki bankların üstünü çizenler .Saldırganlıklarını şaka ve muziplik yoluna sokanlar.Ve bunlar güya eğitimli insanlar. Celal hiçbir şey diyemedi.Çünkü karşıdaki öğretmen yetiştiren bir kurumun öğretmeniydi.Tek çare susmaktı.Ama yine de savunmak istedi: -Toplumun tümünün yozlaştığı bu ortamda bizden erdemli davranmamızı beklemeyin -Seni bu yüzden çok seviyorum. Kendini bu camianın dışına atıp tenzih etmedin.Ama onları da

153


savundun.Unutma evlat asla varolduğun camiayı inkar etme eleştirsen de seninle ortak bir yönleri var.Ve seni Celal ,seni de öğretmenler yetiştirmedi mi? -Evet ama benim öğretmenlerimin büyük kısmı ne yaptığını biliyordu .Benim öğretmenlerimden büyük kısmı küfre karşıydı.Bu söylediğiniz işlere karşıydı. -Peki ,tamam tartışma istemiyorum. Şu mavi denize bak ne de güzel kaç yüz metre öteden denizin altı görünüyor.Bu dünya kirlenmemeli evlat.Kirlenmemeli.Kirlenmemeli ne küfürle ne de başka bir şeyle. -Size saygısızlık etmek istemem efendim.Çünkü size ihtiyacım var.Size yıkık bir bina getirmiştim.Bana yaptığınız iyilikler unutulamaz. Acıyı herkes çeker Celal .Önemli olan acından mutluluk çıkarmak.Bir Fuzuli hayranı olarak bunu bilmelisin. -Bunu biliyorum bilmesine. Nasıl yapacağımı bilmiyorum. -Şans oyunları oyna desem! - Sözleri ciddiye benziyordu.Ama MehmetHocanın elinde şans oyunu kuponu hiç görmemişti. Celal cevapladı: -Oynanmasına karşı değilim ama bu çok sıradan bir iş değil mi? -İşte budur, derler ya beklediğim cevap:Kısa ve uzun.Akla ilk gelen fikir çoğunlukla dürtüseldir, dolayısıyla yanlıştır.Sıradan insan bu yapısıyla ,sıra dışı insanın bilinçsiz bir kölesi olur. Saygısızlık dedin de evlat sana kimse saygısızlık etmez mi?İşin zor.Sorunlarını nasıl hallediyorsun. -Çok kişi saygısızlık eder -Peki sana saygısızlık edenlerin ortak özelliği ne? -Birincisi: kullanılmaya çok müsait bir kişilik yapıları var.Diğeri ise çevrelerinden fazla etkileniyorlar.Varlıklarını ispat amacıyla bu şekilde davrandıklarını anladım.Gençler bir var olma mücadelesi veriyor.Ailelerinin elinde güçler çeşitli güçler var.Toplumlarından gördükleri yanlış eğitimin acısı yetkisi kısıtlı olan bizlerden çıkıyor. Onlar da bize isyan ederek bu açığı kapatıyorlar.Bir kısmının ise aile kavgalarını okula yansıtmak gibi ciddi sebepleri var. Peki senden daha üstün konumda olanlar .Onlar size saygısızlık yapmıyor mu? Aslında çok fazla değiller.Genel manada amirlerim mütevazı insanlardı.Sadece birkaç tanesinde alt kademeyi ezme,aşağılama isteği gördüm.Her çeşit insan var.kendini Allah’tan büyük gören de ,karıncadan küçük gören de… MehmetHoca: -Zavallı dürüstler hep kaybederler.Ben tarih okudum.Titanik batmadan önce Tanrı bile batıramaz, demişlerdi.Sonları görüldü.İnsanlar Tanrı’nın emirlerine uymayabilirler fakat ona meydan okumak felakettir. 2000 yıldır bu oluyor. Kendi varlığı ile şuur altındaki hayallerini tekrar eder dururlar.Kişiliksizliklerini başkalarını ezerek gösterirler..Koltuklarda otururken önlerine gelen insanlara öyle bir bakışları vardır ki Allah,yarattığı kullarına öyle bakmaz.O insanlara son bir mesaj verir misiniz? Diye bir gazeteci sorsaydı,derdim ki.Yıllar sonra ölüm anınız geldiğinde geriye dönüp baktığınızda elinizde yetki,para,sağlık olmayacak .O gün-tabi varsa-küçücük bir tebessümünüz sizi yaşatacak. Tutalım Maha ulaştı cahın 'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını. Yine edna kulusun Allah’ın demişti “Nabi Bir azar yedi ki oldu o biçim.. Var sayalım ki senin rütben aya ulaştı. 'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını. Yine Allah’ın en sıradan kulusun (A.KARAKOÇ)” “Gitmişti makama arz-ı hâl için Kendisini iyi tanıtıp var olduklarını ispat edemeyenler başka şekilde yani kötü bir şekilde tanıtmak ve varlıklarını kabul ettirmekle uğraşırlar.İnsan,kendisini önemli bulamadığı zaman başkalarını da küçük düşürmeye çalışır.Yaşadığını,yaşatmak hedefi vardır Istırabının kaynağını başkalarını ezerek gösterirler.Ama umutsuz değilim.Gerçi hala nereli olduğumuzu sormayla başlayan eziyet zinciri uzayıp gidiyor. Yine de umutsuz değilim.Burası …………………..diye başlayan ve her yanlışlığı normal

154


gören ,toplumlar arası kardeşliği yok etmek için çalışan adları sanları değişik ama yaptıkları ve söyledikleri hep aynı olan üstünlük savaşçıları. Neler gördük neler?Biz kardeşliğin şiirini yazacağız. Karakoç’un da dediği gibi ben göğsümdeki kermeleri tırnağımla koparırım. Mehmet Hocabir itirafta bulunmaya hazırlanıyordu.: -Ben masumuyum sanıyorsun? Değilim.Ama yaptığım her kötülüğe karşı bin tane iyilik yaptım en büyük iyiliğim de seni yetiştirmek olacak. Karşılığında bir tek şey isteyeceğim. -Garanti edemem. -Canın sağ olsun.Bana riyakarlık yapmıyorsun. Bu çok hoşuma gidiyor. Araba yavaş yavaş Erdemli’ye yaklaşıyordu.Çok kalabalık bir sahili vardı.Yolun tam ortasında bekliyorlardı.Araba yanlarına yaklaşınca kızın ağladığını fark etti.Peşinden kendini bir anda arabanın önüne attı.Mehmet Hocafrene öyle bastı ki bu ihtimali hesaplamasa çoktan ezmişti. Beklenmeyen bir şey oldu.kızın yanındaki erkek böyle bir şey yapacağını tahmin etmiş olacak ki elinden tutup öyle bir çekti ki MehmetHocayla Celal şaşırıp kaldılar . Mehmet Hocave kızın yanındaki erkek aynı anda davranmışlardı.Böylece bir can kurtarmış oldular. Celal ise sinirliydi. -Hocam durup iki laf söyleyelim. -Çok gençsin Celal.Yollarda daha kötü tehlikelerle karşılaştım. Celal biraz su çıkarıp içti. Hoca’nın çok tatlı bir gülümseyişi vardı. Bazen onu özel olarak güldürmeye çalışırdı ama başaramazdı. Erdemli’den çıktıktan sonra Mersin’e doğru ilerlediler.Şehir içine geldiklerinde onu lüks bir otelin lokantasına getirdi. Sanki buraya daha önceden gelmişti.Hal ve hareketleri bir İngiliz lordunu andırıyordu.Çok rahattı..Celal ise pencerelerden ,halı desenlerine kadar her şeyi inceliyordu.İçinden buranın hesabını nasıl ödeyeceğiz diye düşünürken cevap yetişti. -Evlat restoran biletim var.Eski biletlerden birini saklamıştım.Rahat yiyebilirsin. Masaya oturduklarında bayan garson hizmet ediyordu.Girer girmez pencere kenarında oturan altı yedi kişilik bir grup gözüne çarptı.Bayan garsonun her hareketini inceleyen masadaki adamlardan biri yüksek sesle konuşuyordu.Telaffuzunda doğu aksanı vardı.Mehmet Hocada durumu fark etmişti: -Evlat şu adama fark ettirmeden bak....Muhtemelen buradaki gemilerden biriyle herhangi bir partiden sonra kaçakçılıktan zengin olmuş biri.Buralarda bu tipler her zaman bulunur.Sonradan görmelik hakikaten Tanrı’nın en büyük cezası.Bu otel ilk yapıldığında her bayan garson tebessüm ederdi.Şimdi asık suratlı hizmet ediyorlar. Yıllardır buraya gelip giden MehmetHoca’yı çok iyi tanıyorlardı.Burdaki bayanlar senin iki aylık ücretini bir günde alır.Sakın onlara özenme ,dedi şakayla. -Hocam bu adamı görünce aklıma geldi .Sonradan görmelik nasıl bir ceza oluyor?Zenginlik kötü mü? -Değil elbette.Bu adamlar haftada biriyle çıkacak kadar zengindir.Ama yine de görgüsüzlükleri yüzlerinden ve ses tonlarından anlaşılır.Mersin eski güzelim Mersin, gitti yerine bunlar geldi.Tek kelimeyle heyhat. Bir gün bu otellerden birine girersen.sakın ola ki içinden gelmediği şekilde davranma.Buradakiler herkesi olduğu gibi görecek medeniyete sahiptir.Hem doğallıktan bir zarar geldiğine bu saçlar hiç şahit olmadı. Çevrendekiler senden rahatsız olmadığı sürece kalitesiz bir hayat yaşadığın söylenemez.Zannedersem günümüzün insanıyla ilgili çizdiğimiz portre yeterince aydınlatıcı oldu. Rahatlıkla böyle bir durum olmaz ,dedi Celal.

155


Bölüm 19 MehmetHoca,Celal ile konuşurken son derece ciddi.Bazen ders veren üniversite hocası,bazen bir komutan edasındaydı.Sanki Celal’e bir savaşta nasıl davranılacağını anlatıyor gibiydi. Kafasından sayısız işlem yapıyor.Celal’in neye ihtiyacı olduğunu tespit etmeye çalışıyordu.Günümüzün insanının ruhsal hastalıklarını uzun bir biçimde ele aldık.Şimdi onu bu ortama iten sebebe yani ruhunu kaybetmesine gelelim. Bu arada Celal’den bu defa sürpriz olmayan bir soru geldi. -Hocam peki sizin muhatabınız olan ve kendini dev aynasında görenler nasıldı? Bu soruyla kibri atladığını saygılı bir biçimde anlatmaya çalışmıştı. “Bunlar kendilerini bir fırsatını bulup överlerdi.Başkalarının yanında kıymetsiz görünmekten ürkerlerdi.. (Sözün bu kısmında oldukça sinirlendi.Sanki bazılarını kastediyordu). Başkasını kolay kolay beğenmezler.Her zaman her şeyi hak ettiklerini sanırlar. Başkalarının düşüncelerini kabul etmezler.Herkese emretmekten zevk duyarlar.Emirleri hemen yerine gelmelidir.Emir altında bulunmaktan hoşlanmazlar.Aşağıdakileri küçümser yukarıdakileri kıskanır.Önemli kişilerdir!.Kibar ve nazik olmak için gayret ederler.Artistik bir dil konuşmaya çalışırlar.Giyime düşkündürler.Her alışverişte bir şeyler alırlar.Hizmetini beğenmedikleri garsonlara bile yüksek bahşiş verirler.Aldıkları şeyleri herkese gösterirler, dikkat çekici renkleri tercih ederlerdi.Kırmızı ve siyah gibi.Sadelikten hoşlanmazlar.Maddi durumları iyi olanlardan kaçarlar.Fakirlerin zorluklarını anlatırlar.İnsanları mevkileri ile değerlendirirler.Şu veya bu şekilde zengin olanlar ne yapacaklarını şaşırırlar.Geçmişlerini inkar ederler.İnsanın geçmişi onu takip eder.Hal ,geçmişi değiştiremez.Kendilerini görmek istedikleri gibi görürler ,istemedikleri şeyleri yaparlar.Yetersizlik,sevgisizlik aşağılama bu insanların geçmişlerindeki yaranın sebebidir.Babalarından ya da arkadaşlarından yedikleri dayakları zayıf kişilere atarlar.”Ben bunca yıl insanların içinde bunlardan onlarcası ile karşılaştım.Ama daha ilk karşılaşmamda insanlara ne kadar küçümseyici bakışlar fırlattıklarını gördüğüm için bunlarla hiç muhatap olmadım. Celal ,yine tam anlamıyla aynı fikirde değildi: -Biraz da iyi niyetli baksanız ve bu insanların kötü alışkanlıklar edindiklerini düşünseniz olmaz mı? -Çok harikasın Celal.düşünceye böyle karşı çıkılır.Her düşüncemi onaylamak zorunda değilsin.Bakışın, alışkanlığı olamaz.Bu insanların ruhi yapısı katran gibidir. Ama hocanın morali gittikçe bozuluyordu.Kendisi konuyu değiştirerek tatsız ortamı yumuşattı. -Alışkanlık dedin de aklıma geldi.Var mı kötü alışkanlıkların? -Var tabi ki .Yalnızlık,çay ve yine yalnızlık diğerlerini değiştirebilirim ama yalnızlığın verdiği halet-i ruhiyeyi atamam. -Hocam,alışkanlıklarımız ruha yerleştiğine ve can çıkmadan huy çıkmaz sözü gereğince eski huylarımızı nasıl değiştireceğiz? -Elbette değişim zordur fakat imkansız değildir.Kalp kelimesi bile değişim anlamında.Öncelikle ruh kavramını tanımak ve bilmek gerek.Alışkanlıklarımız ruha yerleştiğine göre ruhun ne olduğunu bilmeden onun üstünden alışkanlık tozunu atamayız.

156


Celal ,otelin yemekhanesinde yemek yerken hala etrafını gözetliyordu.Altı kişilik masada boş yer kalmamıştı.Masanın her yanında değişik ülke mutfaklarına ait yemekler vardı.Ama İtalyan sosları ve Fransız mutfağının seçkin tavuk yemekleri harikaydı.İkisi de doyduktan sonra terasa geçerek meyve kokteyli istedi.Celal bu andan itibaren yemek pişirmenin tam manasıyla bir bilim ve estetik meselesi olduğunu anlamıştı.Garsonların elbiseleri üzerinde en ufak bir kırışıklık bile görünmüyordu.Etrafta tek bir sinek yoktu.Sahil tarafından sıcak bir samyeli esiyordu.Ama otelin klimaları az bir farkla bahar havası estiriyordu.Bu klimalar ithal olmalıydı.Teras katında oturan hiç kimse diğerini rahatsız edecek bir bakış bile fırlatmıyordu. Rakamlar hayatın padişahıydı.Keşke her zaman olsaydı diyesi gelmişti Celal’in.Sonra ise her zaman aynı ortamlarda bulunmanın insanı sıkacağı bilinciyle bu dileğinden vazgeçti.Yeryüzünün ilahı para sahiplerine bir cennet veriyordu.Eğer Yüce Ruh varsa ve ahiret dedikleri doğru ise cennetin küçük bir örneği burası olmalıydı.Celal yine cesaretini topladı.Hocanın hoş görüsüne sığınarak Tanrı’nın da kitaplarında çok bilgi vermediği ayrıntılı bir kavramı sordu .MehmetHoca’nın da esirgeyecek hali yoktu: Hocam :Ruh hakkında neler biliyorsunuz. Bir şey hakkında her şeyi biliyorum demek cahillerin sanatıdır.Şimdilerde yayınevi kapanan bir kitap okudum.Tanrı onları kutsasın.Ruh hakkında dünya tarihinin tüm birikimlerini yansıtmışlar.Amerikalı belgesel yazarı Phill Cousineau” Ruh” adlı kitabıyla çeşitli yerlerden yaptığı alıntılarla bu konudaki fikirleri değiştirmiş Bedenimizden ruhumuza nefesle geçiş yaparız.O halde şimdiye kadar birkaç kere anlattığımız gibi nefes bir ustalık işi.Yani nefs bır ustalık ışi Ruhun bedenimizle olan en önemli bağlantısı nefesimizdir.Biz bedenimizden ruhumuza nefesimizle yola çıkmak durumundayız.İnsanlar çok sıkıldıklarında derin bir nefes alarak ne çok rahatlar değil mi?Keşke bunu hayatlarının diğer aşamalarında da yapabilseler.Süresini uzatabilseler. Nefes alma tekniklerini bir şekilde öğrenebilirsek ruhumuza hakim olup bilinçli zihnin izinde gitmesini sağlayabiliriz.. Ruhumuzu tanımanın en büyük faydası beynimiz ve ruhumuz arasında barışıklığın oluşmasıdır.Böylece olmak istediğimiz gibi oluruz. Bu güne kadar rüzgar,hareket,duman,kuvvet kelimeleriyle anlatılmış. Yani kısaca ruh sonsuzluğun bizdeki adresidir.Ruh bilimciler diyorlar ki ruhun varlığını biz incelemeyiz .Bu dinlerin ilgi alanı.Olmayan bir şeyin bilimi olur mu?diyecek kimse çıkmadı. Nihayetinde bize yaşam veren gizemli güçtür.Onu inkar binlerce bilim adamını yalancı çıkarmaktır .Bazı insanlar onun yok olduğuna kendilerini inandırmak için olmadık deliller aradılarsa da bulamadılar. Alev ,gölge,ışık dalgası,nur ne dersen de. Ama onun varlığını inkar edenle dost olunmaz.Unutma evlat kendini yok sayan insan kimseyi var kabul etmez.Ruhun etkileri ise açık ve berraktır.Gözler ve akıl onun somuta yakın ifadeleridir. Ruhumuzu hissetmek için bedenen temiz olmamız gerek.Bu biraz da tıbbın alanına giriyor.Yaşadığımız tatsız anılar sıradan anlatımla damarlar arasındaki kan dolaşımını neredeyse durduruyor.Suç ve günah işleyenler, kendilerini bir şekilde suçlu görenler bilinçsizce ruhlarına gidecek köprüyü yıkıyorlar.Bahsettiğim damarlar arasına yoğun stres sonucunda oluşan maddeler Ordaki akışı durduruyor. Örneğin depresyon ruhu titreten demektir.bu muhtemelen ruhun boş anına denk gelmiştir.Ruh bir şey(nesne)değildir.Bu nedenle onu tanımlamak mümkün değil. Sadece izleri vardır.Çünkü ona benzeyen bir şey dünyada mevcut değildir. Öz canlılık ,beden dışı yaşamdır.Ruhun mutlaka bir kaynağı olmalı zira bakan göz, gören ruhtur.Peki ölüm anında anlatılan ve beynimizde gözlerimizi kapattığımızda gördüğümüz

157


siyahın zıttı olmayan karanlık neyin nesidir?Bunlar belirsiz ama tüm üstatların belirttiği gibi, buranın ötesinde bir aydınlık var.Ve bu da beyazlığın eş anlamlısı olmayan bir beyazlık .Swami Rama’nın kırk beş acı yıldan sonra ulaştığı beden hakimiyeti neydi ? Neredeydi? -Sana buraya nasıl ulaşacağını anlatmaya çalışayım. “Ruhun değişmezliği de ilginçtir.Sadece yürekli şairler ruhu anlatır..Plotinus der ki” Ruh her şeyin başlangıcıdır.”Başlangıçtır, bitişi yoktur.Ruhu çözmek sevinçle hüzün arasındaki sebep bağlantısını çözmektir.Acı neden vardır acaba ve ruhumuz acıdan neden bu denli çok etkilenmektedir?Yoksa bizden önce yani bu bedeni kiralamadan önce var mıydı ki acıyı tanıyormuş gibi davranıyor? “Bir Haiti Efsanesinde der ki melek yedinci kat gökten falanca ruhu alıp dünyaya götür.Ruh ağlar,sızlar,feryat eder lakin varlık,sevinç ve çiçeğine dayanamaz.Ruh anne karnına yerleştirilir.İki melek de onu bekler.Ertesi zamanda yani sabahleyin başka bir melek gelip ruha cenneti gezdirir ve der ki:Bunlar dünyada seni yaratanın buyruklarına uyarsan san vereceklerimizden sadece bazıları.Aynı şekilde cehennemi de gezdirir.Ruh anne rahmine zorla yerleştirilir.İlk kahkahasında kafasında oluşan ışık meleğin güçlü yumruğu ile karanlığa dönüşür.” “S.E.Burnet İbranice’de ruh, yaşam ,zihin ,canlı anlamındadır.Sans-kritce’de ruh atman ve prana anlamına gelir.Latince’de Anima ,Slavca’da ruh nefes anlamına gelir.Anima Mundi’yi okuyanlar bilir. “Emerson, Ebediyetin tek saate sıkıştırılabileceğini savunur.Aynı şekilde bir saatin de ebediyete uzatılabileceğini söyler.Amerikalı felsefeci W.I.Thompson da şöyle der:Ruhun dünyaya düşüşü tek bir an değildir.Bilincin her anında özet halinde bulunur.Zamanın ötesindeki dünya bizim adım adım ilerleyen dünyamızdaki sayılı kalp atışlarının bir zemini olarak kalır.Burada okuduğunuz her harf karaltısını çevreleyen beyaz sayfa gibi,her kalp atışını da ebediyet çevreler ve meditasyon sırasında kişi dikkatini nefesine verirken kalp atışları arasında açılan kapıdan zamanın dışına çıkabilir.Her aralık bir tinselleşme ,her kalp vuruşu bir maddileşmedir ve bunların ikisi de kutsaldır....Ruhun düşüşü zaman anlayışımızın ötesinde duran arketiptir.” Phil Cousineau ruhun ayrıntılarda yaşadığını düşünüyor.Önemli olan; insanın kendisini nasıl algıladığıdır.Ruhun kavranması için poetik ve derin bir beden bilinci gerektirdiğini düşünüyor .Ben de aynı fikirdeyim.poetik ve felsefi bakış açısı olmadan ruh,algılanamaz. Mısır efsanelerinde ise; “ Tanrı dedi:Sen her şeyi hareket ettireceksin ve her şey seninle daha mutlu olacak.”Gördüğün gibi Ruhun bağlantılarını tek tek buluyoruz.Birinci bağlantımız nefesti, ikincisi hareket oldu.Bunları unutma! N ot aldım hocam,dedi . Öyleyse başlangıç doğmadığı gibi,hiçbir zaman ölmez de zira başlangıç ortadan kalkarsa ,bir daha ne kendisi bir başka kaynaktan yeni yaşam alır ne de kendisinden başka bir şey yaratır,çünkü bütün şeyler bir başlangıçtan çıkmak zorunda.Bundan hareketin başlangıcının kendisinden gelen hareketle hareket eden ne doğabilen ne ölebilendir,Gazali’nin tespitleri de aşağı yukarı aynı,Böyle olmasaydı bütün gök ve evren çöküp hareketsiz kalırdı. Bi daha kendisini tekrar harekete geçirebilecek bir itiş kalmazdı.Dış kuvvetin harekete geçirdiği her şey ölür..Ruh ,hareket özelliğine sahiptir.Öyle olmasa hareket ettiremez.. George Santayana;Değişen şey yok olmaz değildir;başlayan biter,zihinsel gelişme sağlık ,aklı başındalık bir bütün halinde bedenin kaderini etkiler, diyor.Sağlık üçüncü bağlantımız. Paracelsus(simyacı):Her şey gizli olanı açığa çıkarmak içindir der... Zira doğa ruhu biçime değil, biçimi ruha uydurur.yani bir insanın biçimi onun yüreğindekilere uygun olarak oluşmuştur...Sanat yaşayanların yapıcısından,oluşur. Rahibe Teresa, İçteki Kale’de ruhu elmastan ya da kristalden yapılan bir kaleye benzetir.Böylece erdemli insanın ruhunun bir cennet olduğunu söyler .Aldulkadiri Geylani bir müridine cennetin kolunun altında olduğunu söylemiş… Ruhu güçlü ,ahlakı mükemmel insanların yanında kendimi hep rahatlamış

158


hissederim.Sevgililerimizin yanında ya da yalvacın önünde duran dostlarının rahatladığı gibi.Bizim ,insan olarak sadece kalenin dış duvarını algılayabileceğimizi söyler. O zaman beden bizim surlarımızdır.Ruhumuz yönetim mekanizmamızdır. Aquinas:Hareket etmeyenin hareket ettiremeyeceğini söylüyor.Sıcak olmayanın sıcaklık veremeyeceği gibi.Dolayısıyla bilgi ve hareket iki önemli etkinliktir.Ruh cismin edimidir.Beşinci bağlantımız ”bilgi “ oldu. Descartes:Ruhu beynin ortasına yerleşmiş güç,olarak tasvir eder.Altıncısı düşünce oldu. Alman saray hekimi C.G.Carus iç yaşammıza göz attığımızda ,ruhsal yaşantımızın büyük bölümünün bilinçsiz alanlarda yattığını görürüz, der.fikirlerini şöyle sürdürür:Bilincimizde birkaç fikir varken farkında olmadığımız alanda yüzlerce fikir geçer.O zaman ruhu güneş ışınlarından oluşan bir nehre benzetebiliriz der.Bir binanın görünen kısmının altında onu ayakta tutan yerdeki temeli vardır.Tek bir kolon çökerse ruh çöker. Celal: -Hocam bunların tümünü aklınızda mı tutuyorsunuz bu yaşınızda. -Evlat şu anda beyninde 30 bin nöron hareket halinde ve tek başına sinirler 10,5 km uzunluğunda böylesi bir güce ulaşmak için 25 yılımı verdim .Ruh aynamda hala kirler var ama çok az kaldığına inanıyorum.Çünkü artık karşılıksız iyilik yapabiliyorum.İnsanlar benim kalbim temiz diyorlar ya işte öyle bir şey. Ruh derin düşüncelerde ve zorlu yalnızlıktadır.Buna cesaretin yoksa Celal yol yakınken geri dön.Yaşamın alt üst olacak bu noktadan sonra vereceğim bilgilerin bir kısmı tehlikeli olacak Celal: -Tehlike onu gördüğüm yerdedir.Kendimi korumaktan bıktım.Klişeleşmiş her şeyden, patronlarının emrine uygun köşe yazılarını yazan aydınlardan.Tek gayesi araba modelleri ve akşamki maç olan bir nesilden,geceleyin dışarı çıkamamaktan .Her ayın on beşine endeksli, bir ruhtan,saçma şiirlerden,haberlerden,oyun salonlarından, kitaplara bakmaktan yoruldum. Anlıyor musunuz? MehmetHoca,ayağa kalkarak Celal’e doğru gitti.Ona sarıldı.Bir babanın oğluna sarılması gibi sıcak ve güzeldi. -Anladım elbette.Sokrates’i ,Aristo’yu büyüten bu başlangıçtı. Artık , senden tek karşılık beklemiyorum.Teklifimi reddetsen de sana ihtiyacın olan bilgiyi vereceğim.Kalabalığın tümü kısa bir süre onlara bakıp gözlerini hemen çevirdiler. -Bir taraftan gözlerini siliyor bir taraftan da konuşuyordu. -Sen.. Boğazı düğümleniyordu konuşamıyordu.Bu halini hiç görmek istemiyordu Celal. -Oğlum yaşasaydı senin yaşında olacaktı.Onu kaybettim ama seni kazandım. Tam bu esnada Celal yaşamı sonlandırmak için verdiği kararı sorgulamak zorunda kaldı.Ya Mehmet Hocaonun ölümünü duyarsa hele kendi eliyle yaparsa neler düşüneceğini anlamaya çalıştı.O,sorumluluktan ve ait olmaktan hep nefret etti.Hayatının tüm dönemlerinde kendini yalnızca kendine has kılıyordu . Aile akvramına inanmazdı.Sırf Canan’ın hatrına evlenmişti.Oysa şimdi Mehmethocanın yaşamdaki bu gücünü hissettikçe sıcak bir aile ortamının önemine inanmaya başlamıştı.Fakat birden kendine geldi.Kendine gel Celal,sen yaşamdan korktuğun için değil onun anlamsızlığına inandığın için kendi hayatına Son vereceksin.Dünyada yaşamı sadece anlamsız bulduğu için sonlandıran ilk kişi.Zor olan zaten budur dedi.Yaşamı sevmediğin zaman onu sonlandırmak kolaydır.Yaşamı sevdiğin zamansa kendine kahramanlığını kanıtlamış olacaktı. Böyle deniz kenarına gelmesinin bilinçaltında yatan sebebini tam manasıyla anlıyordu:DENİZ VE SONSUZLUK… -Daha önce bundan hiç bahsetmediniz ,dedi kurnazlıkla.Celal ,bu konuyla ilgili konuşmak istiyordu. Bütün hücreleri donmuştu.Kalbi taş kesilmişti.Yanakları kıpkırmızı olmuştu.Kendi acısını hep en büyük acı olarak nitelemişti.Oysa böyle bir acı onunkinden büyüktü: Hocam: -Onlara tam olarak ne oldu?

159


-Bir yangında ikisini de kaybettim.Sadece beş kelimelik bu olay hayatımın tümünü etkiledi. Sonra? - Kitaplarımı yaktım.İçki,alkol hatta uyuşturucuya kadar düştüm.Saçlarımın dökülmemesi için çok çabaladım.Sonraki yıllarda Efendi Budhisavatva ve Rama’nın öğretileriyle kurtuldum. Çabaları boşuna gitmişti.Nedense onun kendi ağzından amcasının oğlunu Almanya’ya getirdiğini duymak istiyordu.Böylece onun haberi olmadan hakkında araştırma yaptığını ona fark ettirmemiş olacaktı.Bu durum için biraz da pişman olmuştu.Bütün bunlardan habersiz Hoca,konuşmasına devam ediyordu. Şimdi de seni kurtaracağım evlat.Neye mal olursa olsun.Bakışlarını düzeltmek benim boynumun borcu.Ancak ve ancak acıyı çeken anlatabilir.O’nu çekmeyenler anlatmamalı Uyduruk stres kitaplarından bu yüzden nefret ederim.Ben bir evlat kaybettim.Allah seni bana gönderdi.Sana bakarken onu görüyorum.Öyle kızıyorum ki şu kitap yayıncılarına? -Acıyı,tarif edemeyenler acıyı nasıl anlatsın yirmilik puntolarla. Acıyı, aile albümünü ve güler yüzünü dev fotoğraflarla kitaba koyarak mı anlatacaklar ? Celal,hocanın sinirli ruh halinde hep konuyu değiştirirdi.Hoca da bunun kasıtlı olmadığını zannettiği için genelde amacına ulaşırdı. Celal: - Hocam Tanrı nasıl başladı? -Hepimizi yaratan o idiyse onu yaratan kimdi?Bu,soruyu güneşe sorup ışığı bize sen veriyorsun.Sana ışığını kim veriyor ,sorusu gibi .Sesi de görmüyorduk.ama vardı.Tanrı bizim içimizdeydi ama kendisi değil temsilcisi vardı.İçimizdeki seslerin kaynağı neydi?Yani ben her günah işlediğimde bana” işleme” diyen ses neydi?.Peki ama o sesin başlangıcı ve bitişi neredeydi? Tabi bu aşamadan sonra onlarca,felsefe,öğreti,din içinde doğru yol hangisi karmaşası başladı içimdi. Dedim ki hak yol herhangi bir din veya öğreti.Diğerleri ne oluyordu?Tolstoy’un tarihi tespitiyle aynı yöne giden birkaç farklı yol . Tanrı’yı kabul ettiğim gece sabaha kadar uyuyamadım. Onu bulduğum gece hep aklımda : Önce kaç kadeh bilmem likör içtim.Sonra oturup uyudum.Televizyonlardaki gibi rüyama kimse girmedi. Uyandığımda geceydi. Çay pişirip terasa çıktım.Gökyüzünde ilk defa bir yıldız kümesi dikkatimi çekti sonra onların Arion takım yıldızı olduğunu öğrendim..Ne güzel yan yana duruyorlardı.Bir doğu efsanesine göre her insanın bir yıldızı varmış ve öldüğünde kayarmış.O anda bir yıldız kaydı.Yokluğu düşündüm..Sonra çaydan yükselen buğu dikkatimi çekti.Buhar yavaşça dalgalanıyordu.Koku tuhaftı semaya baktım sallanmaya başladı.Bütün yer yüzü sallanıyordu ama her şey yerindeydi.Kalbim sıkışmıştı.Sanki içinden bir şey çıkarılıyormuş gibi bir his vardı..Sebepsiz yere ağladım, durdum. Aklıma yağmurun oluşumu geldi.Burdan göğe buhar,gökten yere su,rüzgar.Tek başına aklın yorumları doğruydu da bu doğruları koyan biri olmalıydı.Ya da birileri ama çoğulu mümkün değildi.Çünkü dengenin olduğu yerde birlik vardı.Dengesizlik hep bir şeyin ikincisi varsa oluşuyordu yani birincinin dengesizliği ikinciden anlaşılıyordu.Sadece bir olduğu zaman dengesizlik yoktu. Yüzünde sevinç,korku,pişmanlık karışımı ve hiç değişmeyen bir ses tonu ile sürdürdü.Gözlerini Celal’in gözlerine dikti.Korku ve merak olduğunu zanneden Celal tahminin de haklıydı: -Gökyüzünde olmayan tek renk siyahtı.Etrafı beyaz olan ve orta çağ savaş aletlerine benzeyen etrafı kesik ortası mavi boşluktan oluşan iki taraflı daireye benzeyen iki ayrı şekil vardı.Şekil mavinin etrafında dönüyordu.Ama altındaki tek renk harika bir beyazlıktı.Kırmızı ,yeşil ve mavi daireler birleşiyor onların etrafında yeni dalgalar oluşuyor.Kuyruklu yıldıza benzer binlerce yıldız benzeri cisimler çıkıyordu ortaya. -Sonuçta hep beyazlık ve mavilik oluşuyordu.En alttaki iki beyaz daire ortasındaki maviliği bazen saks mavisine benzer bir renge büründürüyor bazen de yeşile ,kahverengiye daha tarif edemediğim tuhaf renklere dönüştürüyordu.Havai fişeklere benzer görüntüler oluşuyordu Suya taş attığında daireler oluşur ya benzeri daireler hatırlıyorum.

160


Küçük iki daire binlerce çeşit renkte ayrı ayrı renkli daire oluşturuyordu.Bütün daireler önce yukarda birleşiyordu.Sonra da aşağıdaki beyazlığı da yok eden tabakalar çıkıyordu. Tüm daireler yok oluyor.Bir tek büyük daire oluşuyordu.Su kabarcıkları ,tozlar ,havada savruluyor girdap gibi dönüyordu.Girdabı bilir misin? -Hayır çok kişiden dinledim ama hiç görmedim. -Umarım görmezsin.girdiğinde çıkamazsın .Usta denizciler bile girdapta batar. Sonra neler oluyordu.Su damlacıkları her yana beyazımsı bir renkte düşüyor aydınlatıyordu.Ardından, denizin altı göründü.Ben üzerinde yüzmeye başladım.İşte o zaman ilk defa o görüntüler içinde karanlığı gördüm .Gökyüzündeydi.Ama arkasında güneş vardı.Güneş geçici bir süre kara bulutların arkasına saklanmıştı.Sonra ben denizden çıktım. -Bu kadar mı? -Hayır. -Bir fotoğraf çerçevesi gördüm sanki.Etrafında su kabarcıkları yayılıyordu.Ama çerçevenin içinde elle yapıldığını zannettiğim bir çizgi vardı.Bu çizgiden öte tarafa tek bir su kabarcığı geçemiyordu. Sonra ben o çerçevenin içinde kayboldum Ama ben yoktum ama her şeyi görüyordum.İçimde bir şeyler oluyordu.Hücrelerim yenileniyordu sanki.Ben yoktum ama her şeyi görüyordum.Çayın şekerde erimesi gibi,buzun suda çözülmesi gibi bir durum vardı.Sanki ben buzdum içine girdiğim su beni eritiyordu.Eridikten sonra o kadar güzel bir manzara oluştu ki anlatamıyorum.Buharların içinde yuvarlak ve topluca Japon Köknarı’na benzeyen ağaçlardan buhar çıkıyordu.En küçük bir kirlilik yoktu.Her şey pırıl pırıldı.Bu kez dumanda eridim.Ayağa kalktım ve gözlerimi sildim.Rüya gördüğümü düşünmek istiyordum..İçinde şu sırlar programlarındaki gibi hiçbir insan yoktu. Sebep ya da sonuç ben müthiş rahatlamıştım. O gün bu gündür her gittiğim yerde bu görüntüleri çözmeye çalıştım .Ama sonuç yok.Sebepse beni rahatlatıyor. Bunca hakaretime yıllarca tahammül eden bir varlık :Doğrusu demokrasinin en güzel örneğini o veriyordu.Kainatı ben yarattım isterseniz bana inanmayabilirsiniz,demiş olmalıydı..Siyasileştirilen,pasifize edilen,para kazanmak için adı kullanılan ,kitapları ve adı süs aracı yapılan,canavarlaştırılan ,ağzından ateş çıkaran ,cehenneme atmak için can atan, cennete parayla kul gönderen,bir tanrı vardı. Sezai Karakoç’un Başkentler başkentine şiirini bilirsin Celal evet manasında başını salladı. “Hem suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır O,Şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır Ne yaparsan boş göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır Yenilgi yenilgi büyüyen zafer vardır Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır.” Mehmet Hocabu şiiri okurken gözlerini ara ara kapatıyordu:Çoktan kendinden geçmişti..Bu haliyle şiirin kendisi için anlamını ifade etmiş oluyordu. Ruhla birleşen bilinç daha canlıdır.Bu bilinci ancak şairler canlandırır.Başka kimsenin haddi değildir.Şiirler bilginin ortaya çıkaramayacağı kadar güzeldir.Düş kurma isteği ile düş arasında ciddi bir ayrım söz konusudur.Şiirsel düş kurma sadece onu okuyanın değil tüm öznelerin ondan zevk almasını hedefler.Düş kurma isteği düş kurmaya dönüştüğünde artık eğik düzlemde değilizdir.Ruh ,şiirsel imgelerle kendini ortaya koymaktadır.Şair ruhunu sermiştir ortaya şiiriyle.Ruh burada kelimelere yeni güçler yükler.Görünenden,görünmeyene götürür. “Ne diyordu,Karakoç, Mona Roza siyah güller ak güller

161


Ya da senin kalbinden sürgün oldum ilkin bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği” Bir Sosyoloji hocasından beklenmeyecek kadar şiir bilgisine sahipti.Ara sıra Celal’i kıskandırırdı bu yönüyle.Şiir bahsini erken kapattı.Biraz önce başladığı İnanç konuşmasında devam etti: -Öptüğüm kızlar geliyordu aklıma.Onca günahın içinden bir Tanrı inancıyla çıkmak zordu.Ama işte herkesin Tanrı’yı bulmak için bir yolu vardı.Benimkisi de günahlardan geçiyordu.Şimdi bazen o günler aklıma geliyor.Yemin ediyorum ki düşmanlarımın bile o kadar kıvranmasını istemem.

Ben kendimi biliyorum.Kimseyi Tanrı’ya inandırmak gibi -bugün için bir komedi sayılan –bir işe girmem.İnandığı Tanrı’yı başkasına benimsetmeye çalışandan daha zayıf kimse yoktur.Benim Tanrı’mın ispata ihtiyacı yok .Politika ile ilgisi yok.Canavar değil.Evet değil.Onu camilerde havralarda ya da kilisede bulmadım.Yüreğimin kıvrımlarında buldum.Bulduğum için çok şanslıyım.Çünkü ona inanmak beni ruhumu bulmaya götürdü.Sonrasında anlatılacak değerde bir şey yok .. Tanrı’nın ne olmadığını söyledim.Şimdi de ne olduğunu söyleyeyim.Tanrı aşkının sonsuzluğudur yaşadığım.Tanrı sevgidir,sevgi Tanrı’dır.Ruh tüm kuşlardan yüksekte uçan kuştur;çünkü kanatları sevgidir.Tanrı’ya Seslenerek dedim ki Ey Allah’ım Sende kendimi seveceğim zaman,başka bir şeyi değil,yalnızca seni severim,çünkü sen bende,ben de sende ,birbirine yapışmış tek ve aynı şey oluruz.İşte o gün mutluluğumdur benim.Zirvelere diktiğim bayrak olursun yüreğimde sevdam da. Bütün büyük ustaların son mertebesi bunun için aşktır evlat.Fena mertebesi bunun için aşkla biter.Rumi,Goethe,V.Hugo,bundan dolayı yüce aşka vardılar.Onları büyüten de bu aşk,değil miydi? Ruh, kendi kaynağına doğru içsel yönelimini bilinçli bir şekilde tamamlamıştı..Bundan sonra hayatın anlamsızlığı mümkün değildi.Tanrısal derece artık bir hayal değil gerçekti.Sevgili ,aşığın kendisini seyrettiği ayna olduğuna göre,yeryüzündeki güzellikler Tanrı’nın kendi güzelliğini seyretmek için de yaratılmış olabilirdi.Hazlar beni ondan uzaklaştıran ve yakınlaştıran kavramlar olmuştu.Bu ikilemden bir süre sonra kurtularak hazzı ve elemi tek yerde buluşturmayı başardım. Kendimi, kemale ermiş sanırken birden kafamda iğrenç görüntüler belirmeye başladı.Kendimi bir yaprak kadar zayıf görmeye başladım.Düşüncelerimden nadiren kovabiliyordum.Nereye dönsem gözlerimin önündeydiler.Canlı hayaller kuruyordum.Sonra da bunların özlemi içimi yakıyordu.Uyumama izin vermiyorlardı……… beni bu inançla birlikte yıkmıştı.O kadar kötü haldeydim ki hayatımda ilk defa dua edemiyordum. Günahlar için inlemem gerekirken ,yitirdiğim şey için iç çekmekten başkası gelmiyordu elimden. Bazen bir hareketim düşüncelerimi ele veriyor ya da ağzımdan dikkatsiz bir söz çıkıyor.Bu perişan halimde ,şu acı çeken ruhun çığlığı bana ait olabilirdi:”Sefil bir yaratığım ben ;bu ölüme gömülmüş bedenden beni kurtaracak kimse yok mu?O zaman aslında şöyle devam edebilirdim:Tanrı’nın lütfuyla efendi Buddha beni yanına al diyordum. Celal sebebini tam anlamadı ama hafızasında Canan’ın ölümünden birkaç gün önceki görüntüleri belirdi:Onun mezarında iradesizce söylediği ama sonra unuttuğu cümleleri hatırladı: -Bu lütuf ,sevgilim ,istemeden ulaştı sana bedenindeki bir tek yara ,seni bu sıkıntılardan kurtardı ve ruhundaki bir çok yarayı iyileştirdi.Tanrı sana merhametini gösterdi.Ve seni yanına aldı .Keşke … Mehmet Hocaise sözlerine devam ediyordu. -Bu dünyada hiçbir şeyi olmayanın sevgili hayaliyle mutlu olacağını anladım.Melekler sonsuz bir düşüncenin görkeminde kaybolurlar,sözünü anladım. Çayın içinde eriyen

162


şekeri,Bistami’yi ,Rumi’yi,güneşi ,Ahmet Haşim ve Fuzuli’yi,Tevfik Fikret’i,Enis Behiç’i,Tennuri’yi anladım. Anladığım için şu karşındaki dağlar patlayıp önüme düşse su parçacıkları gibi dağılacaklarını, kendimin de yok olacağını…Ama bu yokluğun tam ve mükemmel bir varlık olduğunu anladım. Konuşmaları bittiğinde ikisi de terapiden yeni çıkmış bir ruh halinde arabaya bindi.Mersin’in içinde kısa bir tur attıktan sonra. Büyük alışveriş merkezlerinden birine birkaç koli kivi bıraktıktan sonra döndüler. Bu kez Erdemli’de çok daha dikkatliydi.Öyle bir nem ve sıcaklık vardı ki .Celal öleceğini sandı.Araba tepelere çıktıkça Celal ,rahat nefes alabildi.MehmetHoca’yı düşünüyordu. Bu ,MehmetHoca’nın da ilginç özellikleri vardı.soru sorulmadı mı veya ortamın neyi gündem olarak istediğini anlamadı mı susardı.Onu konuşturmak da Celal’in işi olmuştu.Bir ara kendini gazetecilere benzetti.Sonra aradaki farkı iyi anladı.Bu röportaj değildi.Bu ,sanki Budist bir rahibin ayini gibiydi.Ya da Mevlevilerin başlangıç ayinlerine benziyordu.Bir çırak vardı bir de usta.Celal sanki dünyada bütün soruları biriktirmiş gibiydi.MehmetHoca’ya baktı sevgiyle.Normal bir insandı.Ama içinden birileri ona zarar verirse,benim tanıdığım Celal,bunun acısını onlardan alır.Allah korusun,dedi içinden.Hoca’nın gözlerine bakarak ne olur beni bırakma anlamında bir bakış fırlattı.Mehmet Hoca,bunu anlamış gibi davrandı.Celal sevgisini göstermeyi bir zaaf olarak bilirdi.Bu geldiği kültürün asla değerini bilemeyeceği bir kaybıydı. Sorularına yenisini ekleyerek suskunluğu bitirdi: Peki Hocam Ruh ne zaman zayıftır?. - Şuna ruhuma güçlendireceğim desene…Ya da ihtiyacım var desene. Bunun insandan insana değiştiğini sanmıyorum.Öncelikle kazanılan güzel bilgilerin uygulanmaması,geçmişe dönüş,günaha dalış,parasızlık ve meditasyonu terk etme..Ve diğer ruha güç katıcı eylemleri yapmama insanı zayıflatır. İlk somutluk küfrün artmasıdır.İkincisi övünme isteği, üçüncüsü cinsiyete düşkünlük, dördüncüsü uyuma ve yeme dengesizliği,içki,uyuşturucu,özellikle morfin ve kokain içildiği zamanlar. ”Kendi alınyazısından kaçan,yaralarının utancını tek başına düşünen ve çirkinlikle yapmacıktan kurulu evinde dokununca dağılan soluk hissedildiği zaman,acıdan zevk almayı unuttuğu zaman bitkin düşmüştür.Lanoe Hawker der ki “Aslında ancak ıstırapla öğreniriz.İnsanın ruhunu kendi ruhu haline getirmesi ,ruhun aldığı dehşetli bir derstir ve insanın varlığının temelini sarsan korkunç bir acı gerektirir.Bu acıyı yaşamadığın zaman dağılmaya başlarsın. -Kısaca rahatlamak için daha fazla gerginleş diyorsunuz ,öyle mi? -Tam olarak evet. -Zannetme ki roman fabrikası yazarların dediği; o günden sonra her şey mükemmel oldu,sözünü doğruladım.İnsan değişken bir varlık.Kalbin hep aynı duygu halinde kalmasını sağlamak benim için imkansızdı.Sonrasında birkaç kere bunalıma girdim.Bu sözlerimi duyan senden başkası olsa” yahu ne dengesiz adam diye düşünür.”Sense yüreğin dağlanması deyimini biliyorsun. -Bu krizlerle nasıl başa çıkıyordunuz? -Daha önce de konuştuk.Hangi kriz olursa olsun.Kriz öğretilen,denenen bütün yöntemlerin iflasıdır.Krizden çıkmak için kendimize öğretilmeyen,denenmeyen bir çözüm bulmak olacak. “Amerikalı romancı Melville der ki:Ne zaman kötü sözler etmeye başladığımı fark etsem ,ne zaman ruhum ıslak bir kasım gününe benzese ne zaman kendimi bilinçsizce cenaze dükkanlarının önünde durur ve gördüğüm gördüğüm her cenaze alayının ardına takılırken bulsam ve özellikle de ne zaman sokağa çıkıp önüme gelen herkesin şapkasını yere düşürmemek için güçlü bir ahlaki ilkeye ihtiyaç duysam en kısa zamanda denize açılmanın vaktinin geldiğine inanırım.” Ruhumuzun bedenimize gönderdiği iç seslerde ne zaman kayıtsızlık ,ciddiyetsizlik ve heyecansızlık görsek bu bir işarettir.Bu işaret bize, ruhumuzun feryadıdır.Oysa biz onları dinlemek istemeyiz.Bize kaybettiğimiz şeyleri hatırlattıkları için. Ben ruhumun kirlendiğini hissettiğim ,küfür etmek istediğim zaman, televizyona bağımlı

163


olduğumu anladığımda,övünme ihtiyacı içinde olduğumda kitapların gizemli dünyasına yolculuk yaparım.Veya meditasyonla ruhumu arıtırım. “The Way of Pilgrim’ de keşiş diyor ki dua insanın ruhunun Tanrıyı özlemesidir”.Dualarım da bana çok yardım eder.Daha fazla dua etmem gerektiğini anlarım.Bize nasıl dua edeceğimizi öğretsin diye Tanrı’ya daha çok dua etmeliyiz.Nasıl durmadan dua edileceğini duanın kendisi belirler..” İnancın iki ayrı yüzü vardır:Biri yapıcı diğeri yıkıcı.Yapıcı olan olmasaydı yeryüzü cehenneme dönerdi.Yıkıcı olan da olmasaydı cennete dönerdi dünya. Bu bağlamda inancın önemli bir sonucu olan dua ayakta tutma özelliğine sahiptir. İnsanın kendisine ve yaşamına dair inançlarının bir daha eski haline dönmemesi için çok özel uygulamalar gerekiyor..İnsanı dünyadaki temel var olma tarzını yeniden değerlendirmeye ve kabul edebildiği şeyleri gözden geçirmeye zorlayan ,masumiyetin ve basit bir dünya görüşünün yitirilmesini gerektiren ,insanın kendi temellerini yeniden kurmasını talep eden deneyim bu.Bu deneyimi yaşamak önceki istekliliğimize sonra da çevremizin kurduğu duvarın zayıf ya da güçlü olmasına bağlıdır.Gerçi tam bir kişiyle aynı deneyimi paylaşıyorsan bunu kelimelerle ifade edemezsin.Bu paylaşımda aynılık varsa tam bir sükut vardır..Bu durum aşık olan kişinin sana aşığım cümlesine benzer ki bu söylenmese bile anlaşılır. Ara sıra konuşmam değişir,kelimelerimin kalitesi düşer ,çok konuşma ihtiyacı hissederim.Aslında bunların hiçbiri anormal görünmüyor.Oysa bazen normal olaylar da ruh krizi yaratabilir.Önceki benlik duygusunun geri gelmemek üzere yok olduğu ve yenisinin henüz gelişmediği durumlarda yaşanan bir kriz.Bu , bilgi kültür ve uygulama yöntemlerimizle oluşturduğumuz setin henüz kalbin her noktasına hakim olmaması sebebiyle oluşur .Suyun karşısında kurduğumuz set zaman zaman zayıflamaktadır.Geçmişin alışkanlıkları şimdinin henüz “huy” haline gelmeyen melekelerini bazen önüne katıp götürür.Böylesi zamanlarda sakın eyvah ben bittim, diye düşünme .O kesinlikle geçici bir kriz durumudur.Çoğunlukla basit bir meditasyon seansında yok olup gider. Umut, o yönüyle bizi ayakta tutar.Buna en güzel örnek, yazı çalışmaları.Güzel yazı yazmak için uzun süre çalışanlar günün birinde birden bire eski yazılarını tekrar ederler.Endişelenirler.Hatta bazen korku nedeniyle geçmişten daha kötü yazarlar.Bu durumla karşılaşırsan.Bil ki ruhun kendini yenilemeye çalışırken zayıf düşmüştür.Bir kaç uygulama onu kısa sürede kurtarır. Celal ,devam etmesine engel olarak kendisi konuştu: -Dedikleriniz şunu göstermiyor mu?Ruh bir çeşit sallantıdadır.Ve yeni kişiliğimiz henüz ruha yerleşmemiştir.Arabalara yeni tekerlekler takıldığında arabalar, bir süre yalpalar.Sonra düzelebilir.Sanki ruh, Cousineau’nun deyişiyle buz üstündedir ve her an kaymaya müsaittir. Kimliğimi yitirdiğimi fark ettiğim zaman yeniliğin dört duvar arasına nasıl gelebileceğini düşündüm.Duygular bunaltıcıydı.En iyisi sığ yüzeysel olaylardan bahsetmekti.Böylesi daha az, yaralayıcıdır.Birbirimizin karşısında soyunursak yani hilekar,gösterişçi,bir görüntü çıkarırsak , yani yüzeyin altını gördüğümüz zaman her şey çözülür.Her şey dağılır nefrete döner. Kendilerini yetersiz görenler bunu daha da yoğunlaştırır.Bir maske takma zorunluluğu hisseder.Toplulukta yaşayan, ruhunun farkına varamaz.Yalnız olan ise kendisinin bir parçasının sürekli hareket halinde olduğunu hisseder;sanki başka bir gezegenden gelen bedensiz bir yaratık onun bedenine girmiş,bu yeni duruma alışmaya çalışmaktadır.Yavaş yavaş yaşama yeniden dönüyor gibidir. Beden kimyası değişir,yeni bir güçle dolar.Güneş sıcaktır,çalının gölgesi ise yaşamı uzatmasa da ölümü yavaşlatmaktadır.Ve bir sonraki nefesinin son nefesi olacağından emin olduğu bir sırada ,tüyleri gökkuşağını andıran nadir bir çalının narin bir dalına konar ,şakımasının ve tüylerinin güzelliğiyle ölmekte olan adamı yaşama çağırır: Birden zihninin bu anıyı sabitlemek için çalıştığını fark eden adam diriltmek ister. Bütün bu hayallerden sonra artık geriye baktığımda güçlü bir benlik vardı ve bu beni koruyordu.Kararsızlaşmaya ,tereddütlü olmaya başlamış adımlarım yeniden bir güven, bir cesaret kazandı.,içimde birkaç masa tekmeleyip devirme isteği doğdu.Artık kendimi bir tren gibi ileri atıyordum.”

164


Endişem kalmamıştı.Nihayetinde hiçbir şeyin önemi yoktu.Öleceğim zaman ruhum görünmez bir kuş olup uçacaksa muhtemelen bu dünyada edindiğim iyi niyetler,güzel huylar,erdemler,iyi işlerim benim kanatlarım olacaktı.Ve her şeye rağmen bedenimi de düşünmem onu yeterince eğlendirmem gerekliydi.Eğlence onu ayakta tutacaktı. Celal: -Dış etkenler… -Aa tabi onları unuttuk değil mi? -Evlat kazanmış olduğun melekeler birilerinin dikkatini mutlaka çeker. Alice Walker, Ruhumu istiyorlar adlı kitabında bu durumdan kısaca bahseder: ‘’Bugün sana güzellikten söz etmeyi istedim.Sende kaya gibi öyle sağlam bir güzellik var ki çok sayıda insanda sendeki bu güzelliği bozma arzusu doğacaktır.’’ Ruhunu satın almaya çalışanlar olacaktır.Onlar aptalca çabalarını sürdürürken ,senin kederlenen yüzüne(Zira bazıları dost bazıları kız kardeş ya da erkek kardeş kılığında gelecektir.)titrek sesine , gözündeki incinmişlik yaşlarına dikkat bile etmediklerini görüp şaşıracaksın .Böyle insanlara göre rengin ,cinsiyetin, benliğin bir nesnedir.İstedikleri ruhunu vermendir.Onu bir şapka gibi giymek isteyecekler. Güzel ruhlar, hep avlandılar.Bazıları direnmekten yoruldu.Bir kısmı ruhunun yaşamını terk etti.Ama çoğu direnmişti.Sana kalan miras, direniştir.İç güzelliği bastırılamayacak bir müzik.Bu müziğin notaları kolay bestelenmez.Kolaylığın hatta zorluğun ötesi iradeye gider.. “ Evet” ya da “hayır” deme gücü iradeden gelir.Sen fethedilmemiş son kişisin. Ne olursa olsun, her şeye rağmen demek zorundasın ve böyle yaşamak zorundasın.’Kaza geçirmiş olabilirsin,bunalım geçirmiş olabilirsin ,kayıp vermiş olabilirsin…Geri dönmekten başka çaren yoktur. Bu düşüncelerin bir kısmı bana ait değil evlat.Keşke benim olsaydı,dedi MehmetHoca. .Ama fark etmez güzelliği ve erdemi paylaşan tüm insanlar olarak birbirimizi anlayacağız.Bileceğiz ki dünya geçici ,biz kalıcılığı arıyoruz.Bugün bütün ülkeler adını duysa ne olacak ki Kısa süre sonra kaybolup gidersin.Bense sana sonsuzluğu bir şarap gibi içmeni tavsiye ediyorum.Bunu bulacaksın Celal!Ben ölsem bile bulacaksın.Manevi yolculuğunu yarıda bırakmayacağına dair söz ver bana.Düştüğün zaman kalkacağına,ümidini yitirdiğinde dua edeceğine sevgiye,tevazua yemin edeceksin önümde yoksa ,beni kaybedersin! Celal’in başından ayaklarına doğru hafif bir sıcaklıkta bir miktar su döküldü.İlk defa ,MehmetHoca’yı kaybederse neler hissedeceğini düşündü.Bu korku tek başına onun bedenini esir aldı.Yanakları kırmızılaştı.Boğazı düğümlendi.Tüm sevdiklerini kaybetmişti.Canan’ın son günleri ve vasiyetleri, onu tiril tiril titreten anları hepsini birden canlandırdı hafızası..Bir ürküntü kapladı. Şimdi böyle bir insanı da kaybederse ne yapacağını düşündü.Sonra hıçkırmaya başladı .Mehmet Hocadurumu kavramaya çalıştı. Bülent Sönmez’e verelim sözü yine. -Elbette ,dedi hıçkırıklar arasında onun sözlerini şu yaşadığımız ana çevireyim mi? -Lütfen. -“Beraber ağlayacağız, ağlanacaksa; gülünecekse beraber güleceğiz/Ancak er geç sevdanın tan yeri atacak bir gün biliyorum./Ki bu yangınlı bir sevdadır uzundur, unutulmazdır./Ağlarsam bir türkü gibi ağlarım /Bir yarın gibi konuşurum konuşacak olursam /Tel örgüleri aşar o zaman sevdam /Ağlama Celal ağlama kimsesiz bir ölüm gibi ağlama! Çocuklar büyüyecek yarınlara söyle bana ıssız mezarlar hazırlansın ,ağıt yakılmasın arkamdan ve beni kefensiz gömsünler ben ki bu yüzsüzler ve sabahsızlar çağında bir güneş olmuşum yanar da yanarım Celal!Ben uslanmıyorum bir utanmazlar çağında ….Yaşamı anlamsız bulanlar utanmalı! Celal,bu sözü duyunca bir anda geri çekildi.Hazır olmadan hocaya bunu aktarırsa kesin olarak onu vazgeçirecekti. Celal intihar konusunda kesin biçimde kararlıydı. Hiroşima’da ölen çocuğun destanını yazanlar senin çektiğin acıları yazmayanlar utansın..Sen utanma!Doyasıya ağla kaybettiğin geçmişine,Ankara’da bir morgda bıraktığın yaşam sevincine ve son kez artık neyi kaybedersem edeyim önemli değil dediğin günü, benim

165


de bunca acılarım için artık durdur evlat şu gözyaşını .Nice hainler,nice kalpazanlar nice çocukları sopalarla söndüren adına sorumluluk denen bir yalan dünyada asla soldurmadığın ve yüreği yanmış her insanı gülümsetmeye ettiğin yemin adına ağlama! -Celal ,yiğit Celal , Elini ensesine koydu.Kuvvetlice sıktı. O anda Celal hala ağlıyordu.Onu ağlatanın Mevlana’yı korkutan gerçek olduğunu anlatamadı.Tabi ya… Mevlana’nın Şems’i varsa O’nun da Alaattin’i vardı.Ve kendisini hayata yeniden bağlayan bu kişiyi kaybetme korkusunun olması bile onun canını sıkmaya yetmişti. -Her şey güzelleşmişti Celal’in hafızasında.Hiç durmadan soru sormak istiyordu.Sanki Ne soracaksan sor, böyle bir insanı bir daha bulamazsın korkusu yaşıyordu.Hemen sorusunu hazırladı.Güleç yüzüne ve yüzündeki kıvrımlara baktı.Onu kıskandı.Bastığı her toprağı şenlendiriyordu.Onunla vakit harcamak deyimi değil, vakti paylaşmak ve bereketlendirmek daha doğruydu. -Akıl ve mantığın sonucu düşünme özelliği vardır.Duygununsa yoktur.Duygu, düşünmeden hareket eder.Oysa toplu olarak zayıflatılan manevi değerlerin toplumlara maliyeti yüksek olmuştur.Gerek batı,gerek doğu dünyasında suç oranları gittikçe yükselmekte.İnsanoğlu artık oturduğu evde bile güvensizlik içinde.Derinlemesine düşünülürse,ahlaksızlığın temelinde modernizmin getirdiği pragmatizm ve egoizmin yattığı görülecektir.Çağın manevi hastalıklarından post modernizm akımı Varoluşçu felsefeden daha tahribat yapmakta… Post modernizmin kayıtsızlığının meydana getirdiği boş,ironik, çok bilmiş ,yüzeysel ve hazdan başka her şeyi bir kenara iten bakış açısından habersiz olduğu her halinden belliydi.Aslında entelektüel bir hayatı olan bir insanın bu akımdan habersiz olması onun modayı takip etme derdinde olmadığını ,medyanın yazar yaptığı kişilere karşı durduğunu gösteriyordu.Şehvet ve tüketimin esiri olan post modern bakış, bir damla sudan ibaretti.Bu hayat modelinde doğru- yanlıştan ziyade beğeni önemliydi. Post modernizm kendini yeni sanıyor..Oysa epiküryen felsefe başta olmak üzere onlarca öğreti ve kişi bu hayat modelini denemişti. .Alışveriş merkezleri,galeriler,elektronik marketleri post modern insanın rahatladığı yerlerdir.Burada ahlaki akıl yürütme artık sona ermişti.Yaşanan anın tadını çıkarmaktan başka bir düşüncesi yoktu.-malı ekinin yerini beğeni alır. Ona zevkler tartışılmaz sözünü yapıştırır.”Ama başkasının her zevkine karışır.Dediği kendi zevklerine karışılmamasıdır. Orhan Veli ve Nedim post moderndi.Niye bunları söylemiyorlar. Düşünme /arzu et sade/bak böcekler de öyle yapıyor.”Sözünün ve Nedim’in modern şekilleridir.Post modern insan elde edeceği sonucu iyice hesaplar da öyle konuşur.Dünyayı kurnazlıkla algılar.Yalan söylemek değil de yalanı yerli yerinde doğru gibi söylemek ,farklı olduğunu düşünmek onun modern yeteneğidir.Bu ,doğru gibi yalanlar karşılığında sonu gelmez bir maddi çıkar beklentisi vardır.Bunu elde etmek onun başarısının ölçüsüdür. Attila İlhan’ın tespitlerini alıp farklı bir pencerede sunar .Farklılığından puan almaya çalışır.Üstü örtülü olarak ruha inanan her insanla alay eder.Ne yazık ki medya gibi kuvvetli bir silahı vardır.Köle haline getirebildiği tek insan,sıradan insandır.Azıcık okuyan insan,sağlam görünen ama hafif bir sarsıntıda devrilen bir bina olduğunu bilir.Post modernizmin karşısında duracak ilmi ve edebi bir topluluk yaratılamaz.Ama dünyanın da gittiği yer açıktır.En zengin ülkelerin en lüks caddelerinde bile huzur yoksa modern insanın yarattığı yaşam görüşünün vardığı noktadır.Dinlerin ve olumlu felsefi akımların yapıcı yönleri dikkate alınmazsa gelecek siyah renkli olacaktır.Yazar,şair,bilim insanının belirlediği yaşam yerine manken ve şarkıcıların belirlediği bir hayat modelinin sonu karanlıktır. Tek karanlık da bu değil.Her gün haberleri dinlersen ve unutmanın kıymetini anlarsın… Eğer görüp duyduğumuz olayların etkisinde kalıp onları unutmasaydık perişan olurduk. İngiliz şair Lawrence der ki :Eğer mutlak ,tam bir unutuş olmasaydı ve bilmenin bir sona erişi ve sessiz katıksız bir konu olmasaydı bütün farkındalığın ne korkunç olurdu yaşam.Düşünmek ve

166


bilmek ne korkunç olurdu.Ama karanlık unutuşa gömülünce ruh ,huzur bulur.” Unutmanın da fayda etmeyeceği bir nokta gelecektir. Yolculukları hala bitmemişti.Celal , “Bazen dünya zindan olur/Güneş doğar elbet bahar olur” mısralarını mırıldandı.Ortamın güzelleştiğini gören Hoca,Torpido gözünden bir kaset çıkardı.Robert Johnson yazıyordu. Robert Johnson’u daha önce hiç duydun mu? -Hiç duymadım. “Johnson’u dinleyenler başka şey dinleyemez.Derin sesi ,önsezi ve altıncı hissi uyandıran bakış açısı ile o bir efsanedir.Johnson,modernizmle alay ediyordu.Gitarının telleri acının ve ilahiliğin, ilahi olmayan temsilcisiydi.Tabi ki William Faulkner’in de yeri başkaydı. Kitaro’yu ve Gorevsky’i unutmayalım. -Onlar olmasaydı , sanat müziği ve klasik müzik olmasaydı.Ne tadı ne tuzu kalırdı hayatın.Onların müzikleri olmasaydı renk okyanusunu bulamazdık. -Bahsettiğiniz kasetleri nerelerde bulabiliriz? -Arayan bulur. -Böylece sanat konusunda da beni konuşturdun. -Hocam sizi bunaltacağım sorularımla! -Canın sağ olsun yiğidim.Senin sorularına cevap vermek her bilgili insanın borcudur..Ayrıca bilgi ve sevgi aynıdır.Çünkü paylaşıldıkça artarlar.Bak sen bize günümüz insanını anlatır mısınız,dedin ben saatlerdir konuşuyorum.Sayende bilgilerim tek tek canlanıyor.Artıyor. -Yapmayın hocam benim gibi boş bir insanın sizinle paylaşacağı ne olabilir ki? -İşte bu yüzden dolusun Celal.Boş olduğuna inandığın için . Gazeteci ve mankenlerin yazar olduğu bir ülke….Nice yazı bilmezin yazar geçindiği,nice kumarbaz ortamında, boş olduğuna inanan her insan gibi sen de dolusun.Hem bir gün gelecek ki yalancıların,sahtekarların,hırsızların oyunları ortaya çıkacak.O gün samimiyetin dışında hiçbir şey ayakta kalamayacak. -Neyse sanat konusunda neler düşündüğümü merak etmiyor musun? -Etmez olur muyum! -Ben sanatın akıl ve mantıktan hatta bilimden bağımsız olmaması gerektiğine inanırım. Sanat ve hayali,akıl ve mantık ile birleştirmek.Sanat ,ruh dediğimiz rüyayı tekrar yaratmalı.Bizi, bilemediğimiz diyarlara götürmeli .Nice ufuklar açmalı.Ahmet Haşim ve Fuzuli ne görmüşse karanlıkta ve kızıllıkta bizlere onları hatırlatmalı.Sanatı dinlediğimizde Kısakürek ile Hikmet’i aynı karede buluşturabilmeli .Saf, sanat olmalı.İnsanlığı bölmemeli birleştirmeli .Böyle olmayan bir esere eser demek,böyle olmayan bir kişiye sanatçı demek;sadece sahte altın satmaktır.Bunlara bizim iyi kuyumcu olduğumuzu söyleyelim. Bölüm 20 -Birleşen yollarda bir araya gelen yolcular,sevginin kutsal sancağı altında bulundukları sürece ortada hep paylaşılacak duygusal bir birikim olacaktır.Bu birikim muhabbet,dostluk,arkadaşlık,samimiyet ve daha nice güzellik sunacaktır muhataplarına. -Bilgi ve sevgi de bu yönüyle insanlığın ilk anlarından itibaren birlikte yürümüştür.Fuzuli’nin dediği gibi ilimsiz aşk temeli olmayan duvar gibidir.Bu nedenle hakiki manadaki aşıklar bilgi ve ilim deryasından mutlaka geçerler.O zaman muhataplar yani Shekespeare ve Mozart’ı,Rumi’yi ,Tevfik Fikret’i,Aristo ile Buda’yı birleştiren unsurun ne olduğunu sorarlar.Bu suale hikmet dairesinde tek cümlelik cevap bulunur: “Bir ulvi sevda vardır ellerimde “. -Sokrates’i, okudun mu,diye sordu Celal’e. -Hiç ilgimi çekmedi.Yunan felsefesinin materyal eğilimli olduğu yargısındayım -Sana yakışmadı evlat.Ön yargı sokaktaki insanın işidir. Yunan felsefesi belki Efendi Tathagata kadar derinlik içermese de düşünceyi geliştiren ve bir kısmı manevi güç dolu bir hayat biçimidir..Ayrıca felsefeyi sevmek gelişmiş beynin

167


eylemidir. Celal bunları düşünüyordu.O güne kadar en sevmediği derslerden biriydi felsefe. -Suçlansaydın ne yapardın Celal? -Ben de karşı tarafı suçlardım. -Peki,Sokrates’in savunmasını bilir misin? -Hayır . -Phil Cousineau’nun “Ruh” kitabında anlattığına göre ;Sokrates savunmasında kendini savunmadı.Merhamet istemedi.Bunlar yerine onlara hayatlarını para ve şöhret peşinde koşarak geçirmekten bilgeliğe ,gerçeğe ve ruhunu en yüksek ölçüde geliştirmeye ilgi göstermemekten ,ruha saygı duymamaktan,hatta hiç umursamamaktan niçin utanmadıklarını sordu.Ayrıca Platon’un devlet kitabında anlatılanlara bakarsan Onun nasıl evrenselleştiğini ve bir kıtanın hayatını değiştirecek kadar ileri görüşlü olduğunu anlarsın. -Şimdi sana soruyorum.Sokrat’ı okumayana aydın denir mi? -Bu sözlerinizden sonra elbette hayır. -Anlaşılan o ki Mazdekiler, kendilerini Sokrat’tan daha bilgili sanıyorlar. Onları nerden hatırladın anlamadım ,dedi MehmetHoca. Celal cevapladı: - Sokrates’ten bahsederken ruha inandığını söylediniz.Mazdekiler ortaklığı yeni nesillerimize getirmek isterken ruhlarımızı inkar ettiler.Zaten sallanan ruhlarımız ,hepten yere düşmüştü.Sonra Tanrı bize acıdı ve bizleri ruhumuzu yere düşürmekten korudu.O ortamda yaşamanın ne zor olduğunu bilemezsiniz hocam.Gözlerinizin içine baka baka kutsal bütün değerlerinize küfür ederler. Hiçbir şey deme gücünüz yoktur.Sadece bu yüzden bile olsa bu kitle acı çekmeyi hak ediyor bence.Sadece o mu?Gordiya halkı geçmişte. Tigran’ın torunlarını döktüğü göletleri unutmamalı.Tanrı kimseye mahsus değildir.İnsanlar inkar da etse Tanrı herkesi korur.Bu yüzden Gordiya halkı geçmişte mezarlar yıkıp tarla yaptığını unutmasın .Bu yüzden asla ama asla insani olamayacağını unutmasın.Ben ,son yüzyılda çektikleri tüm acının,çektirdiklerinin bir sonucu olduğuna inanıyorum.Bu yüzden azap ve lanet ve cehalet Gordiya’nın baş belası olarak kölelikle birlikte sürüp gidecek. -Bilgisiz ,cahil,kendi görüşünden başkasını önemsemeyen bir halk ,kendisini geliştirmeyen bir halk düşün .Bu halk hangi şekilde özgür olabilir?Bence asla mutlu ve özgür olamaz.. Tanrı’sız ve ruhsuz saatlerimize ruh dolu hamlelerle karşılık verilebilir.Bunlardan sıyrılarak kendilerine çok korktukları o soruyu bir kere daha sorsalar,hayatlarını daha güzelleştirebileceklerini düşünseler? Olduğumuz kişi ile olacağımız kişi arasında çok belirgin ayrımları bulsunlar. Hoca,sözünü keserek kendisi devam etti. -Gordiya bitti senin için Celal .Sen artık Üstadın tabiriyle ver cüceye onun olsun şairlik artık gözüm büyük sanatkarlıkta diyeceksin.Bazılarının adını kötü anmak da bir anmadır.Onlara fazla değer vermiş olmuyor musun? -Haklısınız.Öfkemi bastırmam gerekir. Derin fikirlerimiz ve görüşlerimiz olmalı ki bizi bu soruları cevaplamaktan korkutmasın.Aksini düşüneyim deme.Bizim sorularımız bizleri zirveye taşıyacak.. Ben kimim?İçimde kim var?Kendim olmak için ne yapmalıyım?Plotinus, ruhu düşüncenin ölçüye sığmaz başlangıcı olarak tarif etmişti.Ömrünü düşünceye veren insanlar bunları söylüyor. -Boş verelim hocam.Lezzetin kemaliyette olduğunu bu nesle anlatamayacağız.Umudun savaşçıları pes etmez.Daha,derin fikirler ve ölçüye sığmaz başlangıç ve kendi olma arasında bağlantı kuramadım.

168


-Gelişim ,düşünmeyle başlar.Biraz ilerleyen insan düşüncenin derinliğinde felsefenin hakikatine ulaşır.Düşünce ya da akıl cisim olmadığından ölçüleri yoktur.Bu ölçüsüzlüğü fark etmek yavaş yavaş düşüncenin değiştiğini gösterir. Akıl , düşünme eyleminde kazdıkça derine ulaşır ve kendini orada keşfeder.Kendini keşfedince kendisi olunca yer ve gökteki gerçekler onun için değişir.Uçmaya bile başlayabilir.. Celal’in, halkın ve milletlerin kurtuluşunun farklı yerde olmadığına inandığı belliydi.Fertlerini kurtarmayan bir millet nasıl millet olabilir di ki!Üçüncü dünya ülkelerinin belki dünyanın sonuna doğru varacağı düşünsel sonuç buydu.Batı ve Çin felsefeleri insanı temel almışlardı. Doğu felsefeleri ise her zaman insan dışı unsurları merkez almışlardı.Bu,kimi zaman soyut kimi zaman somut oluyordu.Fakat her zaman insan ikinci plandaydı.İnsan kendisine değer verildiğini hissettiği her yerde daha verimli olacağına göre ekonomik sorunların bile çözümünde insana bakış açısı yatar.Binlerce kilometre ötedeki bir vatandaşı için koca bir tugayı gönderen sistemler ise çoktan ulaşmışlardı bu seviyeye.Bize ne olursa olsun da…bir şey olmasın zihniyeti şunu unutmaktadır.Dünya’da Tanrı’yı bile daha değerli kılan insandır. Doğu dünyasının en büyük düşünce hatalarından biri de insanı ihmal etmeleridir.Bu ihmal bazı sonuçlara yol açar.Bireysel hataların özünde toplumsal hataların etkisi çok büyüktür.Örneğin Çocukken büyük bir stresle tanışan,acı çeken,sürekli şiddete maruz kalan,yakınlarından birini kaybeden varsa ; her varlığın kendisine saldırdığını,zarar vereceğini düşünür. Tabi bu tarz konular kişilik konusunda ciddi sıkıntısı olan bu ülke böyle bir ihtiyacı giderme ,bu sorunu çözme isteğinde görünmüyor.Örneğin senin de benzeri bir durum olmuş. Freud’un rüyalarla ilgili tespitlerini okuduktan sonra rüyalardan korkulmayacağını anladım.Bilinçaltı dediğimiz bölgemiz çok karmaşık ama ruhun bulunduğunu tahmin ettiğimiz bilinç ötesi bölgesi ise bilinçaltından çok derin izler taşır.Kısaca ruhumuz bilinçaltı ve bilinç ötesi bölgesi etkileşiminden çok etkilenir.Bu nedenle ruhla ilgilenen insanlar onun bilinç dışı özelliğini bilirler.Bu nedenledir ki en zor değişim ruhsal değişimdir.Modern Ruh bilim adamlarının dahi üstat kabul ettiği Beyazid-i Bistami ruhla ilgili şunları söyler: “On iki yıl ,ruhumun demircisi oldum.Onu sert koşulların fırınına atıp mücadele ateşinde yaktım,ayıp örsüne koyup suçlama çekiciyle ayna gibi olana kadar dövdüm.Sonra beş yıl ,kendimin aynası oldum.Ve bu aynayı dindarca eylemler ve ibadetle daha da parlattım.Sonra bir yıl bu aynaya bakıp düşündüm.Belimde bir gurur,kibir,kendini beğenmişlik,dindarlığına güvenme yaptıklarından hoşnut olma kuşağı gördüm.Bu kuşak yıpranana kadar beş yıl daha uğraşıp dinimi temizledim.yaratılmış her şeyin ölü olduğunu görünce cenaze alayından ayrıldım.Tanrı’nın yardımıyla Tanrıyı buldum.” Ölçülerin yetersiz kaldığı dağılmayan ışığı gördüğün zaman artık sen orda kimseye muhtaç olmazsın.Öyleyse Tanrı’yı ve güzelliği görmek istiyorsan önce sen Tanrı gibi ve güzel ol ki erişesin .Güzel olan önce akıl durağına uğrar ordan geçtikten sonra esareti ve hürriyeti yok olur.Hürriyetsizlik hürriyet olur. Buddha,Hikmet,Yesevi,Hacip,Mana,Hani,mekansız dam,seçkin elmaslar okyanusu,Arandıkça daha ötede yakarmayla bulunan özgün varlık.. tümü evet ya da hayırın,iyi ya da kötünün ötesinde bulunur.Bulunurken bizlere ustalar yardımcı olur. Celal: -Ya arar da bulamazsak. Alaattin: -Yanılmıyorsam Fernand Poullion’du;Cesaret serbest kaldığında ortaya çıkar,diyen.Ürkekliğin değerli bir şeyi ortaya çıkardığı görülmemiştir. En büyük riskleri almayan yürekler dev olamamıştır.Bulamama riskini göze alamazsan zaten bulamazsın.Gelelim yönteme: Günümüzde Sokrates gibi,Aristo gibi,Farabi,İbn-i Sina gibi Schiller gibi düşünürlerin bulunduğu mekanlar yok.Ama elimizde kitaplar var.Bir kitaplar yazarlarıyla sohbet etmek gibidir.Her eserin ruhu mutlaka vardır..Bazı eserleri okuduğumuzda dünyamız değişir.Hoş bir kitap okumakla hayat değişmez .Yine de hayatı değiştirecek çok kitap vardır.Kitap bir anahtar olmalı deruniliğin

169


kapısını açan.Romeo ve Juliet’i okuyan hangi insan ruhsuz ayrıldığını iddia edebilir.Goleman’ı okuyan hangi insan düşüncelerinin alt üst olmadığını iddia edebilir..Miskeveyh’i okuyanlar nasıl unuturlar onu.Tufeyl’i,Sadi’nin Bostan’ı nasıl unutulabilir ki bu dünya tarafından.Rhonda Britten’ın Korkusuz Yaşam kitabını kim ruhsuzlukla suçlayabilir.Suhreverdi,Calinus,Cezeri’yi kim unutabilir. ki! Bu konudaki tek sıkıntı modaya uygun kitap seçen insanlarda görülebilir.Bu insanlar o kendi dönemlerinde hangi kitap çok satılıyorsa etrafa göstere göstere okuyarak çok okuduklarını modaya uygun davrandıklarını anlatmaya böylece etraftaki insanlardan puan toplamaya çalışırlar.Zavallılar!!! Böyle kişiler giyimlerinin modaya uyup uymadığını ,okuduklarının gündemde olup olmadığını önemser.Küçücük ruhları zavallı ve başkalarının esiridir. Kendilerininkinden başka bir doğa hayal etme kapasitelerini yitiren insanlar seni ve beni anlayamazlar.Bilemezler,gözleri yok göremezler yürekleri yok bunların sevgiden söz edemezler Eser sağlam ve kusursuz yürekten,zekadan hassaslıktan çıkıp gelmezse başarılı olamaz.Kişinin bilgisini dünyaya ilanıdır eser. Modanın esirlerinin moda yaratmak gibi bir kaygıları yoktur.Kopya olmanın tatsızlığını anlamazlar.Daha doğrusu bir ömür bir koyun gibi izlerinde gittikleri çobanları veya başka koyunları izlerler.Sonunda geçen yıl olduğu gibi bir koyun uçurumdan atlarsa onlarda atlar ve sonları bellidir. Ve biz büyük düşünürlerle görüşmediğimize göre bize onların manevi mirası kalmıştır.Manevi miraslarını en iyi eserlerde görebiliriz.Demek ki manevi mirasın da ruhu vardır.Dolayısıyla eserlerin ruhu vardır.Diğer insanlar ellerine sağlık dediklerinde,bu kitaba ödediğim hediye helal olsun derlerse ve korkusuz yaşamanın tadına bizi ulaştıran eserler değil miydi?Hüsn-ü Aşk’ı ,Leyla vü Mecnun mesnevisini,LM kitabını,Yağmur’u şiirleştiren şairi zamanı Walter Ruben’in, Budizm kitaplarını,Gülistan’ı,Simyacı’yı kim unutabilir ki.Hangi insanoğlu İlyada’yı okuduktan sonra zevk almaz.Kim Kitaro’yu efsaneleştirmez ki.Ve daha nice elmas değerindeki kitabı. Tanrı’nın Levh-i Mahfuz’u yok mu?O da bir postacıyla kitabını göndermemiş mi bize? Demek ki O da eserin ruhu olduğuna inanıyor. Celal ,bu sorudan sonra MehmetHoca’nın programında insan dışındaki alemlerde ruha geçtiğini anlayınca eskiye döndü. -Dünyada ruhsuz yaşayan insanlar var .Eğer bu anlattıklarınız doğru ise bir ağaçta,bir eşyada ruh vardır.Bu insanlar ruhlarını neden bulamıyorlar? Mehmet Hocagelen her soruyu bir evliya sabrı içinde dinliyor sonra cevap veriyordu: Unutuyorsun!Ruh ancak dünya mülkiyetlerinden uzaklaşmakla bulunur. Şöhret ,para ve güzellik bunların olması bir kötülüktür demiyorum.Benim dediğim bunların geride kalan güzellikleri unutturması ile oluşan durum. Filozof Emerson, ruhunu aradığı zamanlarda ne yapmaya çalıştığını soranlara;damarlarımda sizin değerlerinize direnecek bir ordu yaratmaya çalışıyorum ,diye cevap vermişti. İskender’in ordusu kadar disiplinli,çileci,dürüst, ordu. İskender tabiatla evlenmek istiyordu.Daha çok yaşamak yerine daha çok görmeydi tercihi.”Bu bir tercih meselesiydi.Cem Sultan’ı ya da yiğit Şehzade Mustafa’yı ,Genç Osman’ı ,Edebalı’yı Nibelungen’i Kala Vela’yı ,Tazarruname’nin yazarını sonsuzluğa yönelten. Ruh kapısını açık bırakmıştır emredilene tabidir.Bilinçli zihinden gelen emir neyse ona aynen tabi olur. Celal,söylenenleri anlamanın verdiği rahatlıkla cevap verdi: ” Bütün bu söylemlerinizden şunu anladım ki bu işlenebilecek bir maden gibi,bir altın gibi,bir taş gibi bir demir gibi işlendikçe güçleniyor. Alaattin: -Ama sözlerim daha bitmedi:

170


T.Moore, bir keresinde bu konuyla ilgili bazı fikirler sunmuştu:İşlenmiş bir ruh acı ve hazza;başarı ve başarısızlığa ;karmaşık bir yapıya karşı dayanıklıdır.Bu ,işlenmiş ruhun aptallık ve kalitesizlikten uzak olduğu anlamında değildir.Ruh kendini bulma ya da kendini kabullenme, kendini bilme olarak tarif edilen yolun önünü açar.Dolayısıyla iyi bir ruh sağlıklı bir birey ya da yüksek başarı normlarına sahip ruh değildir.Kaderin yapısı beklentilere ve egolara karşı olmasıdır.Ruh ise kaderle hemhal ve yoldaştır.Bu durumda ruhunu bulan insan onun ihtiyaçlarını düşünce ağında oluşan eksikleri telafi ediyor,onu mükemmele uygun hale getiriyor.Sıradan insan sadece benliği önemser benliği silmeyi beceremez.Benlik kelimesini kullananlar.Ruhun benlikten öte olduğunu bilmezler.Psikologlar benlik ötesi derler .Buraya ulaştığında bastığın her yer senden gurur duyar. Sizin gibi değil mi,dedi Celal. Mehmet Hocaonu kırmadan bunu bir daha yapmamasını istedi: -Bunu bir daha yapmazsan sevinirim.Eleştirilerin varsa bana,övgülerin varsa başkasına anlaştık mı? -Anlaştık… Şimdi kaldığım yerden devam edeyim. Karşılaştığın her insandan sevgi dolu bir bakış yükselir.Her dileğin daha üçüncü güne gelmeden gerçekleşir .Fakat bu yere ulaşmak Swami Rama’nın kırk beş yılını aldı.Benim gibi bir insan ruhunu ararken iyileşti.Senin ne kadar süreni alır bilmem.Her şeyi bir sırrı,çözmek olarak algılayan tek yönlü zayıf ve ucuz bakış açısı yıktı yandırdı bir üniversiteye hazırlanan çocukları bir de sıradan insanları… Ruha özen göstermek yaşamın sırrını da çözmek değildir.O halde düşündüğümüz şeyleri hayal edebilmektir.Kolay mı sanıyorsun hayal kurmayı.Aklın nitelendirmelerinden uzaklaşabilmek kolay mı sanıyorsun?İnan kolay değil aklın prangalarından kurtulmak.Hayal kurmanın belirgin sonuçları vardır.İnsanın kendini bulması adına neler yapması gerektiğini nasıl bir yol izleyeceğini geçmişi ve geleceği belirler.Hayaller geçmişe ve geleceğe set çeker.Biliyorsun ki geçmişin ağır suçluluk psikolojisinden kurtulmayan rahata eremez.Rahata ermeyen de yukarda saydıklarımıza eremez. “Kendisi olmak ne zor öbek?Ken-di-si ol-mak.Kendisini bulabilmek.Saatler süren meditasyonlar.Terapiler..yollar ,yıllar kısacık ömrümüz.Bir uzun yol sonucu ancak kendinden memnun olmayla biten.Artık bu sözleri nihayete erdirelim. Ve sonuç olarak kendi olmak,kendisini bulmak ruhu bulmaktır.Ruhu bulduktan sonra onu temizleyip sahibine götürmektir. Celal, sözün bu şekilde devam etmesine biraz içerledi söylemek istediği başka şeyler vardı ama kafasını toplayamıyordu.Hoca’nın dediklerini tekrar düşündü.Yine de sözü onun hakimiyetinden kurtarmanın sevinciyle konuştu: -Kendim olabilmek için yalnız olmaya ihtiyacım var.Aynı zamanda kendim olmak için başkalarına da ihtiyacım var.O zaman şu soru çıkar ortaya :Hem başkasıyla birlikte olup hem kendim olarak nasıl yaşayacağım? Sürekli ruhu bulmaktan bahsediyorsunuz ya bende ruh yoksa olmayanı nasıl bulacağım! Celal,muziplik yapan öğrencilerini hatırladı.Yeri ve zamanı olmadığını bilerek bir soru sordu.MehmetHoca’ysa ciddiye almıştı. - Kendisi olmak ruhunu bulmaktır, yoksa eğer ruh yapmaktır. Ruh yapımı başka kimseyi sevemediği için Tanrı’yı seven ruhun cevabı değildir. Bunu illa da Tanrı’yla bağdaştırmamalısın..Sevgi evrenseldir… Kimse sevgiden bıkmaz.Çevrene sevgi vermek zorunda kalırsın .Bunun karşılığında çok az insandan sevgi görürsün.İhtiyacımız olanı alamayınca nevrotik çözümler üretiriz.Bulduğumuz çözümler çoğu zaman farklı bir şartla karşılaşınca çöküp gidiyor.Böylece sevgiden uzaklaşan ruh yapım aşamamız ,çöküp gider..Tehlikeli, sahtesi olan bir sevgiye götürür.Kısa süre sonra geri dönmek isteği doğmazsa ruh artık kendini bulmuştur diyebiliriz.Yeni melekeler ruha yerleşirse artık ruh kendini bulmuştur.Belki ruhun kendi belirlediği ilkelere uyarsa bu seviyeyi kendiliğinden yakalar. Ruh yapımı dinden ve o duygudan öteye gider.

171


Bu yolda beşeri aşk da önemli duraklardandır. O,halde Tanrı aşkını anlamak için beşeri aşkı tatmak gerekmez mi?Ruh gelişecekse kutsallık ve sevgi durağından mutlaka geçer.Özlem ve arzu ruh yapımında önemli rol oynar.Sevgi, ölüm , güç ve zamanla uğraştığımızda yolun yarısını aldık demektir.Bu yolun kendiliğinden olmak gibi bir özelliği vardır.Yolun biteceği nokta ise öleceğimiz gerçeğiyle hakikaten barışık olmaktır. İşte evlat eğer haykırmak istiyorum diyen sesi duyduysan bu akşam,beş çayını zevkle iç.Çayın buğusunda bulunamayanı bul.Sevilemeyeni sev.Duygu darağacında idam edilmeden önce hakikat beraatını seç.Seç ki huzur bulasın.Yaşam seçkilerin sonucudur.Bir süre yalnızlığa ve uzun beyaz sessizliğe ihtiyacın olursa .Himalayaların resmine ulaş.Gör ki sadhular ,salikler neden çeker onca acıyı .Neden yakar yüreğini. Bir süre suskun kaldılar.Bir kaç dakika sonra o gün formunda olan MehmetHoca,Celal’e doğru gelerek bir şeyler söylemeye hazırlandığı belliydi: Üzülüyorsun değil mi Celal!Aldırma evlat.Bu dünyada suç kavramını biz yaratmadık!İnsanı koşulların şekillendirdiğine inanırım.Yüreğinin sınav anları vardır.Yüreğin sınavları onu güçlendiren unsurlardan başka bir şey değil.Çektiğin onca acı ve depresyonların olmasaydı. Sen bu güçlü ruha nasıl kavuşurdun? Celal’in içinde Hoca’nın dediklerine karşı çıkma isteği vardı: -Neden yaşamı hep elem ,tarafından değerlendiriyoruz..Acı ,keder ve gözyaşından başka bir şeyden bahsetmiyoruz.Şu denizi,güzel kızları,arkamızdan gelen son model arabayı neden konuşmuyoruz. Karşısında buzul kitlesi olsa dayanamayacağı ihtişamda gülümsedi.Celal utandı biraz önceki cümlelerden…. -Bir şeyin ne olduğunu anlamak istiyorsan ne olmadığını anlatman gerek.Sana mutluluğu nasıl anlatırım? Celal utandı.Demek ki onca anlattıkları kederi tanımaya ve ondan uzaklaştırmaya dönüktü. -Hocam affedin özür dilerim.Çok pot kırarım ben. -Beni insan ruhundan anlamayan,her davranışın ardında geçmişindeki birikimini düşünüp yok diyen, bu bize uymaz diyenlerden biri mi zannettin? Senin yerinde ben olsam ben de aynı şekilde konuşabilirdim. Bu sözleri duyduktan sonra rahatlayan Celal,içinden gele gele eğiticisine arz-ı hürmet eyledi. -Siz gerçekten büyüksünüz Hocam -Hooop dedik Dur bakalım evlat.Büyüklük ölüm anında belli olur.Azrail’i görüp de çekil aradan diyebilirsem.Büyük olduğumuz anlaşılır.Şimdi erken. Hocanın bu yolculuğa Celal’i neden getirdiği şimdi belli anlaşılmıştı.MehmetHoca’yı coşturan dağlar ve ormanlardı.Söyleyebilmesi için insanlardan uzak olması gerekiyordu .Ağacın ruhuyla, dağın zirvesiyle birleşmesi gerekiyordu.Bu birleşme olmadan verimli olamıyordu.Bunun için her insanı şartların yetiştirdiğine inanırım demişti.Farkında değildi ama bu görüşü onu Orhan Kemal çizgisine yaklaştırıyordu. Araba dağların eteklerinden birer birer zikzaklarla geçip aşağı doğru iniyordu.Gece olmuştu.Celal’in içinde müthiş bir mutluluk vardı.MehmetHoca’nın dayanamayacağını tahmin etmişti.Oysa yanılacaktı.Artık not tutamayacağına inanarak teybini açtı.Sözleri teybe kaydettiğinde uzun süre onları çözmeye çalışıyordu.

172


Bölüm 21 Mehmet Hoca,uzun süre konuşmayınca Celal merak etti. -Eee hocam sessizleştiniz sıkıldım ama hadi konuşun,dedi. -Aman evlat sessizlik kutsaldır.Bozmayalım -Hocam benim sürem gittikçe azalıyor.Tatil yarıya yaklaşmaya başladı.Anlattıklarınız bana daha sonra anlatacağınız şeylerin yanında küçük gibi geliyor.Sanki asıl noktaları hala konuşmadık.Benim en ciddi sıkıntım:Karmaşa ve kaos.Kriz ise hafifledi diyebilirim.Panik ataklarımda düşüş oldu. -Peki tamam.Evlat ruhumuzun karmaşasından hiçbir insan düzen ve plan çıkaramaz.Bazen terapistler bile bu konuda yetersiz kalır.Benim yöntemimde senin anlattığım dağınıklıktan çıkaracağın düzen önemli.Sen benim yanımda oldukça ciddi bir sıkıntı çıkacağını düşünmüyorum.Sana asıl yardımım benden ayrıldıktan sonra çıkacak. “Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum ki.” -Bu sorun değil!Sen beynine yapmak istediğini söyle nasıl yapması gerektiğine fazla karışmasan iyi olur.Günlüğün ve ses kayıtların ve sözlerimi kaydettiğin defterden yararlan.O düşünceleri kendine uyarla,değerlendir.Bir sözü tam üç ,bazen dört boyutlu değerlendirmeden ,anlamadan diğerine geçme çok kısa süre sonra ruhun bunları aklının da yardımıyla içselleştirecek ve sen arzuladığın düzene kavuşacaksın. -Sessizlikten başlayacaktım ama sen araya girince konumu değiştirmek zorunda kaldım.Şimdi asıl konumuza dönelim. Chet Raymo, sessizlikten ne anlıyorsun diyen öğrencisine demiş ti ki:”Fiziksel sessizlik ahlaki sessizliğin karşılığıdır.Dil yeniden yaratılmak için hep sessizliğe dönmek ister.Sessizlik sesin kaynağıdır.”Bu kaynaktan beslenirler büyükler. Seneca’nın bir zamanlar söylediği gibi” Taçlarını çevredeki sıradan şeylerin üstüne yükseltmiş,göğün ışığıyla iç içe geçmiş dallarının karanlığıyla seslenen yaşlı ağaçların meydana

173


getirdiği koru gördüğünüz zaman ,orada bir ruh bulunduğunu hissedersiniz;ağaçlar o kadar soylu ,çevre o kadar tenha ,koyu gölge o kadar muhteşemdir.”Böylece ağacın ruhundaki tüm güzelliklerin hiç konuşmadan sunulabileceğini öğreniyoruz. Hem susmanın değerini daha fazla , anlatmama gerek yok ki.Sen Galip Dede okumuş insansın.”Bilirsin sükut altındır”. Akşam ilerlemişti .şehirler arası otobüsler ve sebze meyve kamyonları seralardan aldıkları yükleri bir bir götürmeye çalışıyordu.Bazı arabaların tekerlerinden düşen parçalar vardı.Yoldan bir araba zor geçtiği için biri geldiğinde öbürü durmak zorundaydı.Yol boyunca bütün kamyonlar kendilerine yol vermişti.Anamur’a yetişmişlerdi Tatilciler sahile doğru akmaya başlamıştı.Şehrin girişinde polisler bekliyordu.Hepsi Hoca’yı tanırdı.Sis farlarını açık unuttuğunu söyleyip devam ettirdiler.Eve yetiştiklerinde hocanın karısı balkonda oturuyordu.Celal o an içinden keşke benim anne babam olsaydı bunlar.Ama insanın anne babasından şikayet etmesi bir rivayete göre ruhu rahatsız eder, bilgisi onu engelledi. -Hoş geldiniz beyler?Çabuk geldiniz. - Çok yorgunuz bize İngiliz çayından yapsana hanım dedi .Celal rahatsız etmeyelim yengeyi deyince.Sanki bir küfür işiten hocanın eşi tepki verdi: -Aman evladım ayıp olmuyor mu?Bu sözlerin bizi hiç tanımadığını gösteriyor. Celal pişman oldu.Karşılık verememek tehlikesi vardı.Bu iyi insanların yaptıklarına .Çaresiz boyun eğdi.Gül kokuları arasında çaylarını içtiler.Ertesi akşam Hoca’nın maçı vardı.Sahada buluşmak üzere sözleştiler. Eve döndüğünde artık saat on ikiyi bulmuştu. Kendisinden bir parça gibi gördüğü ajandasını alarak balkona çıktı.Biraz okudu.: Ertesi gün ailece kahvaltı yaptıktan sonra pikniğe gittiler.İkindi üzeri döndüler.Celal’in eşi ondaki değişimleri görüyordu.Gittikçe daha düzelen bu sürece ne kadar az müdahale ederse o kadar işi kolaylaştıracaktı.Böyle bir zamanda kapris ya da sitem Celal’in hazmedebileceği davranışlar değildi.Bu kadınsı davranışlar yerine onu anladığını geçmişinde yaşadıklarının bir gün onu terk edeceğini biliyordu.Bir gün huzuru keşif edeceğini ve bir daha bırakmamak için elinden geleni yapacağını biliyordu.Çünkü kendini sevmeyen zaten çevresine sevgi veremez.Kendini sevebilen ise bir gün mutlaka sevgisini karşısına da yansıtır. O akşam MehmetHoca’nın arkadaşları onu futbol oynamaya davet etmişlerdi.Sahanın hemen yanındaki binanın ikinci katında futbol oynayanların seyredilebileceği bir çay salonu yapılmıştı. .Yine de ara sıra küfürlü kavgalar olmuyor değildi. Buraya genelde futbol oynayanların eşleri ya da sevgilileri gelirdi.Mehmet Hocamaç bitmeden oyundan çıktı.Çay salonuna gelip oturdu. Mehmet Hocamaçtan sonra gelip çay istedi.Çaylar içilirken Celal yine soru sormaya başladı. -Futbolu bu kadar sevmeniz şaşırtıcı ,değil mi? -Elbette bizim camiamız futbolu eleştirmeyi pek sever. Birkaç denemeden sonra spordan kaçan sıradan tepkinin yerine sürekli spor yapma mücadelesi yapmak zor bir davranış.Hiçbir şey ebedi değildir ,Bunu bilenler vardır da inananlar yoktur..”Bunlar gerçekten sağlam insanlardır;hiçbir yanılsamaya düşmeden ,hatta yanılsama ihtimali olmadan da yaşayabilirler.Ben o kadar olgun ya da zamana uygun biri değilim.Bir şeyin ebediyen devam edeceğine dair inanca ihtiyacım var.Bu şey yeşil sahalarda oynanan oyun da olabilir , günlük yazmak eylemi de..J.Hilman,düş gücüne dayanan anlayışımız ,bu bir çocuksu yanımızdır,dünyayı canlandırır ve onu ruhla birleştirir.Yaşam kalitesini değiştirmek bir dilin yeniden kurulmasına bağlıdır, derdi kitaplarında. Dil kelimesini Divan Edebiyatı gönül anlamında kullanmıştı.Uzun sözün kısası yaşamı kaliteli hale getirmek bir şekilde spor ve müzik kullanmadan yapılamaz.Ayrıca futbolu çocuk kalma yönümüzle ilgili görüyorum.Biz yine çocuklaşmadan çoçuk kalmayı bilelim…Hayat bize gülümseyecektir. “ Çocukların masumiyeti ile toprağın ruhu arasında bir bağlantı vardır.Masumiyetimiz yaratımın büyüsünü algılamamızı ,yetişkinliğe geçene kadar bu büyünün etkisinde kalırız;sonra bağ kopar,yakınlık kaybolur,kendi yaptığımız dünyaya teslim oluruz.Her şeyin ölçülü biçili

174


olduğu ve bilindiği bir dünyaya.Ruhumuz gençlik tembelliği içinde biçimlenir,zamanın yapılaşmamış ve ölçüsüz olduğu bir dönemde yeryüzünün özsel bilgeliği ile aynı olduğumuzu hissederiz.” Ne yazık ki ruhun yaşayarak öğrenme gibi bir özelliği var...Çabuk etkilenen,çabuk yere serilen ayakta durmak için yardım isteyen bir özelliği var.Üstatlarımızın çoğunun acıyla ,kederle,gözyaşıyla,emekle elde ettikleri zengin bakış açısı ,saçları ,zamanı,bazen para ve aileyi alıp götürür.Onca acılar içinde bir gülümseme için feda edilenler çok görünür ama melankolik bir bakış açısının ötesinde yalnız,yardım isteyen,kırgın,üzgün yere bakarak yürüyen bir insan çıkarır ortaya. İnsan üç beş damla kan/Irmak üç beş damla su/Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu(Necip Fazıl). Bu çeşit sıkıntılar yaşamdaki zevkin de önemini anlatır bizlere.Ruhumuz sağlam olmazsa bu hedefe varamayız.Yolumuz tuzaklarla doludur. Önce derin bir iç çalışmaya çekilmek ,sonra dünyaya geri gelmek şeklindeki alışılmış programın tuzağına düşmedim.Bunun adına ruh yapmak için sürdürülen tüm çalışmalara değer vermeye başladım.Ulaşabildiğim spiritüel kitapları topladım noksanlıkları bir bir kaydettim. Ruhun büyük bölümü bedenin dışındadır.Bedeni rahatlatan eylemlerle ruhu rahatlatmak gibi ucuz yöntemlerin esaretine düşmemiş bir insan olarak artık gülmenin ve gülümsetmenin zamanı değil mi? -Belki de bize emanet edilen bir bahçedir ruh.Ona iyi bakmalı.Belki de hepimizin ruhu aynı yere gidecektir.Onu kabala ya da sulük ile ya da meditasyon ile aydınlığa ulaştırmamız gerekmez mi? Celal duygularına engel olamıyordu.Karşısındaki kimdi.Bir melek mi,Tanrı’nın gönderdiği bir Hızır mı …sonunda çürük çıkacak bir dev görüntü mü?Her nesnenin beş duyu organının ötesinde bir algısı vardı.Ve tümünü algılayabiliyordu. Bu zengin değerlendirme acaba acı çekmeden nasıl elde edilebilirdi? -Hocam bu güne kadar hiç bahsetmediğiniz ve ruh üzerinde etkili olan başka neler var? Aklıma nedense bilgisayar geldi.Klavyenin tuşlarına dokunurken sanki bana sarıldığını sanki ne olur üzülme bak ben buradayım dediğini hissediyorum.Karşımda dik duran bir yardımcım gibi ..En ufak bir sorununa katlanamam.Bazen ayaklarım ,bazen paramı,bazen sevgilim ve bazen kitaplarımın ve müziğimin yerini tutar.Bazen beni yolculuğa çıkaran bir uçak olur.Bazen elimi tutar ve beni teselli eder.Onsuz günler beni bitkisel hayatla karşı karşıya getirir.Çocukluğumun iki büyük yemininden biriydi bilgisayar.Onu ifade etmek için her halde sadece “sevgili” kelimesi kafidir.Eşim kıskanır olmuştu bir ara bilgisayarımı .Geçmişin ve geleceğin hayatıdır bilgisayar. Kurtarıcı ve yok edicidir.Kimine çiçek sunar kimine diken.Zirvemiz,sıfır noktamız,doruğumuzdur. Bilgisayarın ayrı bir yeri ve konumu vardır.Eskiden ölen insanların mezarlarına değerli eşyaları konurdu.Ben bilgisayarımı seçerdim. Beni kurtaran araç oydu.O yüzden milyar masraf yapsam gözümde sinek gibi görünür.Tanrı,onu bize ulaştıran herkesi kutsasın.Gelecek bu aletin olacak. Gelecek dediniz de ruhumuzun geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz? Ruhumuzu korumak ve onu yüceltmek adına neler yapmalıyız.? Sorunun zamanla doğrudan bağlantısı var? -Gladyatörlerin bir sözü var: Gladyatörleri bir kafesin ardında tutarlardı.Yenilmeleri istenen gruba rakipleri gösterilmezdi.Bunun yerine dev hoparlör gibi ses çıkaran borulardan devlerin sesine benzeyen korkunç sesler dinlettirilirdi.Gladyatörlerde sahneye çıkmadan önce kendi aralarında şu sözü söylerlerdi: “Şu kapıların ardından ne çıkarsa çıksın asla korkma.” “Önümdeki saat ya da gün ne getirirse getirsin ,onu kaygı ya da korkuyla değiştiremem ,zira henüz bilinmiyor.Öyleyse onu tam bir iç rahatlığıyla ,tam bir zihin sükunetiyle bekleyeceğim.Geleceği bu rahatlıkla ,bu sükunetle ,aktif güç ve enerjisini azaltmadan karşılayabilen herkes ruhunun güçlerini özgürce ve yoğun bir şekilde geliştirebilir.Yaklaşan

175


olaylar karşısındaki bu tevazu duygusu ruha daha fazla egemen oldukça ,engeller peş peşe ortadan kalkar. Maya Deren “Haitililerin özgür ,naif kontrolsüz bir doğallığın asıl iyiliğin koşulu olduğunu ve aklın insandaki kutsal ,iyi öze karşıt bir yönelmenin olduğunu “söylerdi.Şu halde ruh özgür olmalı, kontrol altında bulundurmadan kontrol edilmeli.İyilik baskısı görmeden iyilik yapmalı.İyi ya da kötüden sıyrılabilmeli.Yalnızca fayda veren asla zarar verme düşüncesi olmayan insanların geleceği de bu günden iyi olacaktır.Tüm hayatları boyunca bir karıncayı bile ezmeyen ya da ezmemeye çalışan yürüyen melekler. Yeter ki taşıdıkları bedenin değerini bilsinler.Bilsinler ki iyiden iyiye günlük kazanımları korumak için çok çalışsınlar.Ruhsal kazanımlar soyut oldukları için çabuk kaybedilirler. Şöyle ki daha önce söyledim mi bilemiyorum.Ama bir şeyi kazanmak zordur.Onu, korumak kazanmaktan zordur.En kolayı ise kaybetmektir.Kazanımların yıllar sürdüğü ortamlarda kaybetmek dakikalar alır.Kalp kelime anlamıyla değişme anlamına gelir..Her zaman aynı çizgide durması oldukça zordur.Belki alışkanlık boyutundaki koruma eylemleri onu koruyabilir.Kitaplar,müzikler,sporlar ne içindir evlat? - Hocam başa dönelim dediniz ki gelişim tanımakla başlar.Acaba Efendi Buda’nın ve Mana’nın bu konuyla ilgili yardımları olmayacak mı?Zira benim anladığım en zor ve en uzun aşama kendini tanıma aşaması.Bana saçma geliyor ama onların doğrudan yardımını alabilir miyiz? -Bunu sorduğuna göre sana saçma gelmiyor.Belki saçma gelmesini istiyorsun: Gerçekler,sıradan insanları bağlar.Biz kendi gerçeklerimizi yaratırız.Tevazuu öğrendiğimiz,dilimizi ve gönlümüzü temizlemeyi bildiğimiz dünyaya ait tüm değerlerden kurtulduğumuz,beyin damarlarındaki geçmişe ait zincirleri kırabilirsek ,kısaca sıra dışı bir hayatla sıradan yaşayabilirsek.Dünyanın kuru gerçekleri bizi ilgilendirmez.Ateşte yürüyenler nasıl yürüyor dersin?Ayrıca bu dediğim aşamaya ulaşan kişiler tüm dünya tarihinde sınırlıdır.Mucizeler her insanın hayatında bir ya da birkaç kere mutlaka olmuştur.Belki rüyanda ,belki bulutların üzerinde,belki beden ve ruhun ayrılırken, yeter ki inan!Sen diyorsun ki ben Celal olarak ulaşabilir miyim? Sana derim ki:O yolun başındaki insanlar da bir zamanlar bu aşamaya ulaşmanın imkansız olduğuna inanırlardı. Celal’in aldığı yanıt kesin bir evet veya hayır olmamasına rağmen,oldukça rahatlamış görünüyordu.Hoca,konunun anlaşıldığı kanısına vararak diğer sorulara yanıt vermeye çalıştı:Mistik yolun başı ve sonu birdir.Kim olduğumuz,ne dünya,ne yaşam ne de insanlık tarihi ile ilgilidir.Buda bir zamanlar demişti ki:Gerçek mutluluk Ben’le ilgili yanlış fikirleri gidermeye dayanır.”Yani biraz önce sordun ya kendini tanıma aşamasını tekrar ediyoruz. Ben kavramı çevresinin ve ailenin bir imzalı mektubu gibidir.Bu bakımdan yazılan her satırda bizden ziyade çevreyi de tanıma önemli bir unsurdur.Daha önemlisi ise günah ya da suç olarak nitelendirdiğimiz durumların büyük kısmında toplumun da etkisi olduğunu biliyorum.Ben’in içindeki biz’in etkisini silmelisin. Albert Einstein da şöyle demişti:İnsanın varlığının gerçek değeri ,temel olarak ,benliğinden kurtuluşu elde etmiş olduğu ölçü ve duyum ile belirlenir.” Ben kimim sorusuna verilen tüm yanıtların cinsiyet ya da milliyet sorunu ile ilgisinden dolayı küçümsüyorum.Sanki her şey dışarıdaymış gibi geliyor bana .Tüm insanlar bu soruya cevap verirken geri kalan varlıkları yok sayıyor.Doğanın herhangi bir parçasından arı ,bir varlık olduğumuz fikri ıstırabın da kaynağıdır.Bizim herhangi bir ağaç,kuş,bulut ,ay yıldızlar gibi nesnelerle bağlantımız vardır.Kendimizi doğanın bir parçası gibi hissetmezsek yaşamın bütün anlamlarını omuzlarımızda taşımak gibi ağır bir yük yükleniriz.Wes Nisker’in Buda’nın Doğası’nda açıkladığı bu fikirlere ve sonrakilere katılmamak mümkün değil.Tasavvuf’un panteist görüşü bu yönüyle tam isabet dedirtir.Daha önce de söyledim.Erdemin tek bir adresi var… Aynı yazarın dediği gibi, İnsanın evrene düşüşü birlik inayetinden sürülmek –asıl parçasından kopmak- anlamına geliyordu.Biz, cennetin bir parçası iken yememizin yasak

176


olduğu bir meyveyi yedik .Böylece dünyaya (alçak anlamındadır) gelişimiz sürgün ya da düşüş oldu.Ancak bu düşüşte bizi yıkan önemli bir sebep de yeni bir acı türüyle ilk kez karşılaşıyorduk :Bireysel acı. Bazı insanların zaman zaman durduk yerde sıkılmalarının bir sebebinin de bu olduğuna inanıyorum.İnsan daima geçmişini özler.Shirley Maclaine’nin de kaydettiği gibi,hayal ruhumuzun anılarıdır. Ruhumuz, yaratılış esnasında masum ve saftı.Kutsaldı Tanrı’nın bir temsilcisi gibi ağırlandı.Cennetin kralı oldu.Ama sonra kötü şeyler oldu.Yeryüzünü kan gölüne çeviren acımasız bir vampir doğdu.Çoğu zaman ruhunu kaybetti.Bulduğunu zannettiği zamanlar bunalıma girdi.Kadın ve para onu bataklığın içine çekti.Kendisinin kaynağını araştırmak yerine dönüp hakaret etmekle uğraştı.En azından kendi iç seslerine bile aldırmadı? Şimdi ben ve sen neredeyiz diye bir kez daha soralım.İçimize bakma aşamasındayız.Biz içe bakış derken sanki dışı unutuyormuşuz gibi düşünüyorlar.. Buda’nın içebakış ilkesinde bilimin sadece dışa bakan yönü ihmal edilmez.Kendimizi deneyimlemek tam bir manevi yoldur.Meditasyon burada gözlemcinin gözlemlediği şeyden ayrılmış olmaması ilkesine göre çalışır.Meditasyon bizim kim olduğumuzu anlamamızı sağlar.Tanrı’yı anlarız onun sayesinde.Tanrı ile bağlantımızı sağlarız.Böylelikle içimizdeki Tanrısallığı keşfederiz.

Bölüm 22 İnsanı bunalıma götüren bir unsur da devamlı arzu içinde olmaktır.O zaman yaşamı tanımlarken hep hoş ve hoşnutsuzluk ikilemini kullanırız ve alanımız daralır.Sokrates demiştir

177


ki:İyi nedirin cevabı zevk değildir.Burada ruh bir çeşit karanlığa ,geçici şeylere çevrildi mi bulanık görür.Bu ruhu hasta eder.İyinin yeri bilim ve gerçeğin üstündedir. Bizlere hayatı öğreten insanların fikirlerini sorgulayacak durumda değildik bir zamanlar.Cehaletin,kendisine söyleneni değerlendirmeden kabul etme gibi olumsuz bir özelliği vardır.Bu şekilde yaşayan Binlerce insana bilgi ve muhakeme gücünü birilerinin ulaştırması gerek.Muhakeme ve değerlendirme özelliği olmayan zavallı insanlar kötü niyetli insanların elinde bir araç durumunda olur.Dünya susuz ve suya ihtiyacı var. Efendi Tathagata’nın ısrarla belirttiği gibi” farkındalık meditasyonun başlangıç kelimesidir.Devamlı arzu içinde olmaya Kimyay-ı Saadet’te tul’i Emel demiştir Gazali,devamlı arzu meditasyonu bir şekilde bozar, anlamsız kılar.Bazen hiçbir arzuya uzanmamak bizleri ruhumuzla birleştirir. “Farkındalık ,yorum katılmamış bilgidir, olmayan yorumdur,bilinçaltının ötesidir kişilik ötesi bilgidir; Nisker’in deyişiyle.Gördüğümde ,gördüğüm şeyi görürüm.Görmediğim zaman ,gördüğüm şey kendimdir.”Sonuçta karşına çıkan farkındalıktır.çünkü onunla her şeye hüküm edilebilir. Özetlersek beden, bize ait olan bir nesne değildir.O, kendi yolunda gider.Ona buyruk veremeyiz.Onu yaşatan gazlardır.Bu yüzden varlığımızla doğrudan bağlantısı olan nefes alış verişleri bizi rahatlatır.Varlığın ilk aşamasına götürür. Meditasyon, tam anlamıyla solukla ilgili bir eylemdir. Bizi, özümüze götürecek diğer yardımcı eylem de nefes egzersizleriyle kuracağımız hayallerdir.Nisker bu konuda da şöyle diyor:”Bilgelik soluğuyla cehaleti içime çekerim ama merhamet soluğuyla da altın zihin özünü hafifçe ,tarafsızca düşünerek sakince ,dışa veririm Soluk aldığımda suyum.Faniliği hissettiğimde soluk veririm..Zihnin özüyle evreni temizlerim.Soluklarımın bana yaratıcımın bir armağanı olduğunu düşünürüm.Bunlarla yüceldiğimi atmosferden çıkıp yıldızların arasında uçtuğumu ya da uçurulduğumu düşünürüm. “.Çimenlerle ,kuşlarla bütün atmosferle bağlantı kurarım.Biz, Buda’nın ya da Hz.İbrahim’in teneffüs ettiği havayı teneffüs ederiz.Budizm’de nefes, dikkati kontrol aracı olarak görür.Ve ihtimaldir ki nefesle meditasyon ,nefesle farkındalığa hükmetme elde edilir.Nefesle zihin kendisinden kaçar bunu anlarız:Kendisindeki bilgiler ve kanlar hiçliğe ulaşmasında önemli bir etkendir.” Masadan kalkarak şehir tarafına doğru yürüyüşe çıktılar.İnsanlar bu saatlerde yürüyüş yerlerini doldururdu.Bu kalabalıkta bazen iki arkadaş bile bir birini kaybederdi.Celal ,Hocasına sıkıldığını belirterek eve gitmek istediğini söyledi..Teras katına çıktılar.Celal’in eşi kendilerine çay demledi. Bir süre sonra o sıralar Celal’in elinde olan “Buda’nın Doğası “kitabından bir bölüm okudu.Celal’se meditasyon üzerinde bu kadar durulmasına karşıydı. Sonra o sözlerine devam ederken,Celal tekrar ajandasını aldı.Bir kaç sayfa atladı.Çünkü yürüyüş esnasında ve daha sonraki diyalogları da yazmak istiyordu. “Rahat bir konumda otur.On dakikadan fazla meditasyonda kal.Farkındalığını soluk almaya ver.Karın bölgesindeki hareketlerin farkındalığı ,sanki havanın bedenine çekilmiş ve daha sonra salıverilmiş gibi olsun.Herhangi kasti bir yorum ya da analiz yapmadan bütün dikkatini dakikalarca nefesine ver.” Bulutlar en büyük yardımcın olacak. Soluğu izlemeyi hayal etmek yerine bilincini karın bölgesindeki gerçek duyuma yönelt.Karnı ,hareketlerinin ritminde gezinen bilinçle ,hamak gibi hissedebilirsin. Soluk almana müdahale etme.Onun doğallığını kontrol etmek için her soluk alışında sonraki soluk alışana ait beklentin olmasın.Başladığında her nefesin seni şaşırtmasına izin ver.Bu şekilde evrenin senin soluk alıp vermenle ilişkili olduğunu anlayacaksın. “Tepkisel olmayan,müdahalesiz bir farkındalığa ihtiyacımız var.Samimi bir dilek dile Tanrı’dan sonra zihnin bir yerlere çekip gittiğini fark edeceksin .Olabildiğince az yorum ve analizle dikkatini basitçe nefesine yönelt.Düşünceye daldığına dair kendini yargılayacaksın .eğer

178


dikkatinin dağıldığını istemediğin şeyi düşündüğünü görüyorsan artık zihninin senin olmadığını biliyorsun.Bu yağmurun yağması kadar doğaldır.Üzülme!” MehmetHoca,biraz dinlendikten sonra , okuduğu ve tatilin başında söylediği bu yolun sonu başına bağlıdır sözünü anımsadı ve Celal’e sordu: -Hiç kelimesi senin için ne ifade ediyor. Celal yanıtladı: -Bunca çaba… bunca emek… bir hiç .Demek ki bazı hiçler bir gün her şey demek. Bu sözler sarf edildikten sonra MehmetHoca’nın gözlerinde ayrılık ışığı belirmişti.Celal’e sevgiyle baktı.Biliyordu ki bir insanı mutlu etmek ,tüm insanlığı mutlu etmek anlamındaydı.Sevgi dolu şiirlerin dediği buydu:Değerli birini memnun etmek tüm insanlığı memnun etmektir. Artık veda etmeye hazırlanıyordu ve Celal’i daha mutlu etmek istiyordu: -Peki Celal diyelim ki gökten bir melek indi ve üç büyük dileğini sordu?Ne derdin? -Öncelikle Kral Parid’in mektubunu bulmasını isterdim. İkincisi :bu dünyada bir Buda olmama yardım etmesini isterdim. Üçüncüsünde zengin olmayı dilerdim yardım sözü verdiğim binlerce kişiye yardım etmek için. -Üçüncü dileğin sana yakışmadı.Kalbin hala arınmamış evlat.Tanrı’dan maddiyat istersen, zoruna gider. Ama Celal’in içinden geçen üçüncü dilek yaşamı bir tam manasıyla sevmekti.Oysa o cümleleri sarf ederse hocanın söylenmeyeni anlayacağını biliyordu.Yasa böyledir söylenenin ardında ,söylenmeyen vardır.Asıl olan da odur. -Peki bu dileği dilerken içinden ayıp olur, bunu söyleme sesi geçti mi? “Evet!” -O zaman endişelenme!Çünkü rehberin sana hala yol gösterebiliyor? Celal’e yaklaşarak bir ilk daha gerçekleştirdi.Elini başına sürdü sanki altı yaşında bir çocuğu okşuyordu ama itiraz gücü bulabilmek şeytanın bile işi değildi. Babacan tavrıyla konuştu: -Celal’im (gözlerinin derinliğine dalarak) Maddiyata köle olmadığında onun sana köle olduğunu göreceksin.Onu arzuladıkça ona ulaşamazsın.Sen bir Buda ,bir Lama olacaksın dünyanın elbisesini çıkaracaksın.Aksi takdirde ikinci dileğin gerçekleşmez.Dünyanın elbisesini çıkarmak.Ama dünyaya fayda vermek bir Budhissavatva’nın asla kaybetmediği bir ilkedir. Gordiya ,bütün zalimlerin,haksızların, ortak adı olmalıydı.Gordiya kültürü ezme ve ezilme ilişkisine göre kurulmuştu.Simürg efsanesinin sonlarında kuşların Zümrüd-ü ankayı ararken kendilerinde buldukları yazılmıştır.O,zaman kötülükler dünyasının elindeki güç de onlara yardım ediyor olmalıydı.Asıl ulaşılması gereken tıpkı Aborijin’lerin her fertlerine uyguladığı bir program sonucunda her kesin, bilge olması ile sonuçlanıyordu.Bu aşamayı MehmetHoca,çoktan kavramıştı.Elde ettiği zirvenin tadını etrafındakilerle paylaşmak istiyordu Sadi,gül açılınca düşmanı çok olur demişti.Ama gül açıldıktan sonra kendisini koparan kişiye bile koku veriyordu.Celal bilmiyordu fakat Budistik inançta dilek dileme sadıklar planından bir önceki aşamaydı. Hangi aşama olursa olsun nefes mutlaka kullanılıyordu.Budizm’in batılı ustalarından Alan Watts bu durumu şöyle açıklıyordu: “Her soluğun ayrımında olmak için samimi bir dilekte bulunduktan sonra ,sadece başka neyin ortaya çıktığına dikkat edin .Soluğunu,zihninin ve psişenin erişilmezlerinin keşfedildiği bir platform olarak kullandığını hatırlayın. Dikkat edebilirsen kalp atışını bütün bedenin boyunca hissedersin .Canlı her şeyin nabzı vardır. Nihayetinde kalp, bütün vücudunda kendisini kanla hissettirir.”Propaganda ile şöhret kazanmış yazarların iki erkek arasındaki bağı ille de kendi kalplerinde olduğu gibi olumsuz yana çekmek istedikleri çaba bir yana bırakılırsa tüm orta dünyada eğitim usta çırak ilişkisi ile gelişmişti:Fatih Sultan Mehmet ile Ak Şemseddin ;Mevlana ile Şems ve Mehmet Hocaile Celal’in bu manevi dostlukları ikisi için de bir pınar olmuştu.Soyut aşamalar bir bir geçilirken Mehmet Hocatekrar tekrar meditasyona dönüyor,onu aktarıyordu: -Meditasyon esnasında kalbin tüm vücudundaki atışını izleyebilmen iyileşmenin bir

179


adımı olacak. Canımızı sıkan şeyler üzerinde düşünebilmek ,onları meditasyonun bir parçası haline getirmek işimizi son derece kolaylaştıracak. Zihin durulduğu zaman soluk almanı daha yakından keşfetmeye başlayabilirsin.Aldığın her soluğun başlangıcındaki ve verdiğin her soluğun ayrımına ,zihninin bu boşluklarda yaptıklarına dikkat ederek var.Bir meditasyonda soluğunun bilincine var çimlere ,ağaçlara herhangi bir bitkiye bak.Bu bitkinin ruhunu beslediğini düşün.”Burada ben ağaç kökleriyle bir olduğumu hayal ederim.Söğüt ve selvi ağaçlarıyla çimenlerle ,peygamber çiçekleriyle.Güllerle bir olurum.Bazen gülün yaprağı olduğumu hayal ederim.İlk yaptığımdan beri çok güzel geldi.Bu sayede pek çok sorunumun üstesinden geldim.Çocukken çok hayal kurmanın faydasını şimdi görüyorum.. “Ne güzel şey seni bulmak bütün yüzlerde.” Sonra seni kaybetmek her yerde.”diyen şairi hatırlarım bazen.Her şeyi sevgilisi gibi görmek .İşte ben şimdi anlıyorum. Tasavvuf ehlinin neden ene’l Hak dediğini ya da neden taşta bile Tanrı gördüklerini.Artık Bistami’yi,anlıyorum.Sırf bu şey için yüce Tanrı’ya teşekkür ederdim.O’nu gördüğüm yerde..Buda’nın tüm insanlığa bir kitap bırakmadan ayrılmasında ne hikmetler var ,Artık anlıyorum.Bazen yürürken bazen gülerken bazen sevgilimle yürüyüşümü hayal ederken bir burukluk kaplıyor beni. Karakoç’un da dediği gibi “Bir garip bir soğuk bir ince sızı alev alev sardı her yanımı” diyorum.Gözlerim doluyor. Kendi girdabımı atlatırken günlüğüme , artık bulutları ara vermeden saatlerce izleyebiliyorum,artık felsefeyi seviyorum artık sokakta sarılarak yürüyen gençlere kötü kötü bakmıyorum.Artık bitkileri,her gün yürüdüğüm yolu ,izlediğim televizyonu,başka gözle görüyorum.Tüm bunları meditasyonun ve Efendi Sidharta’nın öğretileriyle başardım.Tanrı’ya onları yarattığı için bir kez daha şükür,diye yazmıştım. Mehmet Hocaçayından bir yudum daha alarak arkasına yaslandı. Celal’in gözlerine derinden derine baktı.O güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yaptı Celal’i en derin yerinden vurdu: -Sen bir ölüye aşıksın hala.Neden hayata geri dönmüyorsun.? Celal hıçkırık dolan boğazını gizlemeye çalışarak konuştu: -Bir aşkın yerine yenisini koymak gerçek aşıklar için kolay bir düşünce değil.Onu sevmiştim.Kaldırımlar şahidim olsun onu sevdim .Ama o benden önce gitti Tanrı’sına .Onu unutmak için her şeyi denedim …Olmuyor.Kimseye de anlatmadım.Bazen dalıp gidiyorum.Onunla bir keresinde el ele gezerken bana ;İnadından vazgeç benim ölümümü bekleme,senin inadını biliyorum.Benden asla vazgeçmeyeceksin.Oysa benim ömrüm dolmak üzere…Şimdi bana yemin et.Benden sonra evleneceksin bir çocuğun olsun.Kızın olursa benim adımı koy,demişti. Bu sözleri böyle rahatça nasıl söylüyordu ,diye sordu MehmetHoca. -Zavallı artık üzülmekten bıkmıştı.Bir mankenden daha güzeldi .Hastalık onu eritmişti.Ara sıra başı dönerdi.Düşeceğini bahane ederek bir kere daha sarılırdım.Bunu anlardı.Şimdi ne zaman eşime sarılmak istesem onun ellerini tutuyormuş gibi oluyorum.Sanki ikisine de ihanet ediyorum.. -Beni nasıl olsa kimse anlamaz.Ben yitik halkın kayıp kişiliğinin bir temsilcisi olarak.Hep yitirdim, sorunuza gelince neyi sevsem kimi sevsem ona bu sevgimden dolayı bir zarar geleceğine inanıyorum MehmetHoca,durumu anladı.Demek ki Canan çok iyi tanımıştı Celal’i.Onun ölümü de beyin yapısı üzerinde inanılmaz hasarlar yaratmıştı. Onu depresyonlar zincirinden kurtarmalıydı…yaşamın güzellikler ile dolu olduğunu çocuğunun ve eşinin ona Canan’ın vasiyetini yerine getirmek üzere verilen bir hediye olduğu anlatılmalıydı.Ama bundan önce Celal’in rahatlamasını sağlamak olmalıydı. Bu kez Mehmet Hocakonuyu değiştirdi. -Ee Celal’im bu dünyada gurur duyacağımız o kadar çok şey var ki mesela Buda ile Seçkin Elmaslar Okyanusu ile aynı şeyleri paylaşmak gibi. Sen de Buda’nın teneffüs ettiği havadan teneffüs ediyorsun..Belki dışarıdan aldığın herhangi bir havada Efendi’nin izleri vardır.

180


-Sahi mi söylüyorsunuz Hocam? -Gözlerinin içi parlamıştı..Bunu nasıl anlayabilirim?diye sordu. -Yapayalnız olduğun bir gün Sarah Brighton’un herhangi bir kasetini aç.Göklerdeki beyaz bulut kümesine bak.Daima oraya bak .Göreceksin.Eğer göremezsen ,sen, sana engel olmuşsundur.Bu,aynı zamanda senin uzun süreni alırsa denemekten bıkma.Pes etmeyeceğini anlayan evren tüm varlığıyla Santiago’ya yardım ettiği gibi sana da yardım edecek. Buda şöyle demişti” Soluk alarak ,zihnimi özgür bırakırım.Soluk vererek , zihnimi özgür bırakırım.”Meditasyoncu bunu uygular.”soluk alarak bütün fenomenlerin geçiciliğini görür.Soluk vererek bütün fenomenlerin geçiciliğini görür” Gördüğü zaman Rumi ile Buda’nın dediklerini bir okuyuşta anlar.Böylece kavrarız faniliği.O zaman Mal ve çocuklar dünya hayatının süsüdür kelamını da anlamış olduk. -“Bilim adamları dört temel unsurdan bahsederler .Biz Budalar ise dört temel unsuru farklı algılarız.Toprak dayanıklılığın ve ayakta tutmanın sembolüdür.Su, akışkanlığın sembolüdür.Ateş, ısıdaki değişimleri gösterir.Hava genleşmedir.Tefekkür ;katılık,dayanıklılık ve kütle ile karakterize edilen toprak unsuruyla başlar.Bu nitelikleri ,tam şu anda ,bedeninizin şeklinde ağırlığında deneyimleriz.Bedenimiz güneşi, okyanusu , havası suyu olan bir dünyadır.” “ -Toprağı sıcak bir kucak gibi düşün.Ateş olgunlaştırır.Güneş toprak ve suyla birlik olabilme düşüncesi hayal ötesi bir durumdur.Hayal gücümüz zihnimizle birleşemezse birliktelik farkındalığı mümkün değildir.”W.Nisker’in hayallerinden yaptığım bu alıntılar mercanın içinden inciyi çıkarmana yardım edecek.. Bu tefekkür otururken ayakta iken ,yatarken ,her durumda yapılabilir. “Gözlerini kapatarak dikkatini başının üstünde topla!.Ağırlığını ,sertliğini,yumuşaklığını duyumsa..Kafatasının içini hayal et..Kafatası kemiğindeki boş alanlara dikkat ederek ,farkındalığını kafanın içine çevir.Göz çukurlarını,çene,,ağız boşluğu ve kulaklarının içini ve her noktanı hisset.Kafanın arkasındaki boşluğu da aynı şekilde hisset.” -Kusura bakmayın hocam söyledikleriniz biraz saçma geldi.Yani nasıl böyle bir şey olabilir ki .Bütün bunları aklım almıyor. -Aklının alması saçma olurdu evlat. -Yani bu sözleri ilk defa duyanlar hep saçma demiştir.Ama ne zaman ki beyin damarlarına bulaşan kir boşalmaya başlarsa - doktorlar bunu ilaçla yapıyor-beyin kendisini,kalbini hissetmeye başlarsa o zaman kan akışını fark ediyor;edince dikkatini toplama gücü artıyor.Tasavvuf ehli bunlara istiğrak diyor ki çok çok zor bir derecedir.Gark olmaktır.Bir noktadan öteyi görmemektir. Şimdi gözlerini kapat boşlukta genizsi bir ses çıkar.Hırıltı da olabilir.Beyninin tam arkasını hissettin mi? -Evet -Şimdi ne düşünüyorsun -Saçma dememem gerekiyordu.Ama demeseydim açıklamazdınız. -Dedim ya soru sorma yetenekle doğrudan bağlantılı. -Bir meditasyoncu ,şehvetli bir zihni şehvetli olarak,şehvetten kurtulmuş bir zihni şehvetten kurtulmuş olarak bilir nefret edeni nefret eden olarak, sevileni, sevilen olarak Dikkati dağılmış bir beyni dikkati dağılmış olarak;konsantre olmuş bir beyni konsantre olmuş bir halde ,olamamış bir beyni olamamış halde, gaflet içindeki bir beyni gaflet içinde farkına varma talimatına varır.Hayatın tüm gerçekleri tüm yükleriyle omuzlarına yüklense bir meditasyoncu yine Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ta yaptığı gibi gerçeğin büyüsünden faydalanır. Bu sözlerden sonra ayrıldılar. Ertesi akşam sahilde festival vardı..Bu festivale Edip Akbayram başta olmak üzere bir yığın ünlü insan geliyordu.Ertesi akşam birlikte sahile indiler.Denizden 50 -60 metre ileriye platform kurulmuştu.Yanlarına iki büyük termos alarak sahilde oturdular.Herkes Edip Akbayram’ı görmek için ön tarafa geçmek isteyince sahil kısmı boş kalıyordu.Gece saat on civarında diğer sanatçılar programını bitirince ünlü sanatçı sahneye çıktı Şehir inledi..Bir çeşit sahne hipnozu oluşmuş.Herkes susmuş Akbayram’ın Merdo

181


türküsünü dinliyordu.Sahnenin tam arkasında ise Havai fişekler atılıyordu.Kalabalık Nirvana’ya yükselmişti.Bir tarafta sanatçının içler yakan sesi diğer taraftan alkışlar ve enfes müzik doğal olarak kalabalığı kendinden geçiriyordu. Havai fişek gösterisi bitince Celal;MehmetHoca’ya yaklaşarak İçindeki sıkıntıları anlattı.Böylesine güzel bir anda hayatının en kötü anılarını hatırladığını buna engel olamadığını söyledi.

MehmetHoca: -Kendini ,onları unutmak için zorladıkça onlara esir oluyorsun.Öğretmenler heyecanlanan çocuklara heyecanlanma derler.Öğrenci ,o korkuyla heyecanlanır durur.Çağır o kirli görüntüleri, dedi. Bu sözleri duyunca isteneni yaptı.Yüreği yanıyordu. O mutlu anda hüngür hüngür ağlamak hayal edilemez bir eylemdi. -Celal’e sevgiyle bakarak.O görüntüler sana ait değil .Beynin o görüntüleri ordan çıkarmanı istiyor. -Nasıl? -Celaleddin’in Mevlana olduğu gibi bir durum.Şems’i Şems olmaktan çıkıp nirvanaya ulaştığı zamanki gibi bir durum.Maneviyatı güçlü bir şahıstan beklenilen tavrın aksine kınama ya da övgüden uzaktır Buda’nın talebesi.Zihin hallerimizi kişilik dışı olarak görmeliyiz zira bizdeki kirlilikler çevremizin üzerimize bıraktığı kirlerdir.O zaman yapman gereken sadece o görüntüleri engellemeye çalışmamak bak göreceksin, nasıl çıkıyor o iğrençlikler kafandan. Budizm’in bir diğer gerçeği,yaşamın doyumsuz olduğudur.Bunu herkes bilir de çok az insan anlayabilir..Dünyanın zevkleri kısa süreli doyum sağlar.Tatmin,ancak yeni duygu çıkmadan önce kısa süreli bir tatmindir. Meditasyon, tek başına anı yaşamayı gelecekten endişe duymamayı öğretir.Beynimizin nasıl çalıştığını bilmek ruhumuza ve zihin dünyamıza hakimiyetimiz artar.Aslında geçmişe ve geleceğe esir olmasak sorunlarımızın çoğu çözülecek -“Buda anda yaşamayı gelecekte kaybolmaya tercih etmiştir. En kısa ve öz tabiriyle öylesine yaşamak.İlla da kontrol bende olsun dememek.Belki bu yönüyle Budizm’i Hippilikle bir tutabiliriz.Ama biraz önce de söylediğim gibi gerçek kimin dilinden söylenirse söylensin gerçektir.Hippiler, her zaman anı yaşar.Bazen sen ve ben de öyle davranmalıyız.” - “ Kontrolü kaybetme korkusu beynimize gizli ve açık çok şey yaptırır.Sinirlilik böyle zamanlarda koruma duvarı olarak karşımıza çıkabilir..Amigdala, bebeklik ve ilk çocukluktaki,yaşamız boyunca taşıdığımız ilk duygusal anılarımızdan etkilenir.Bu anıların çok güçlü olmalarının bir nedeni ,amigdala’nın beynin olgunlaşan ilk bölümlerinden biri olması ve düşünen beynin henüz gelişmeye başladığı zamanda neredeyse tam olan işlevselliğidir.” - “ Yaşamın ilk döneminde ,düşünen beyin duygusal anıların ince farklılıklarını ayırt etme yeteneği henüz yoktur;amigdalanın bir travmanın üstesinden gelmesini sağlayacak gücüne sahip değilizdir.Bünyeden kaynaklanan şoklar ve zorlamalar bu nedenle çok derinlere işlemiş olup ,bunlarla ilgili anılarımız da gelecekteki duygusal yaşamımız için sözsüz ,bilinç dışı bir program haline gelir.” -Maalesef senin ve senin gibi binlerce acı çekmiş çocuğun büyüdüklerinde oturup kara kara düşündükleri ve uyum sorunları,endişe,kaygı,korku,durumlarının bedenlerine verdiği zararın farkında değiller.Yüreği acıya gark olmuş birkaç insanın dışında kimsenin anlayamayacağı bir davranışlar silsilesi oluşur.Kişilik katillerine kim ceza verecek Celal ! -Hayallerini geri getirecek.Kendilerine, acı, keder ve kara bulutlardan başka bir şey hediye edememiş aile görüntüsü altında çocuklarının kemiklerini kırana kadar onları dövenlerin hesabını kim soracak. “Acını mutluluğa, fakirliğini zenginliğe dönüştür..Ve sakın nasıl diye sorma!” Bulduğunda kaybetmemek için yapılması gerekenleri düşün.Bir gün bir gün,bir gün ki bir çocuğu kurtarmak zorunda kalırsan sakın onun dinini ırkını,şeklini,elbiselerini,hatta küfürlerini

182


önemseme.Ona iyilik yap. Güneşin ilk çıktığı topraklarda öğretim verdiğini zannedenlere, ,Bu paraya ancak bu kadar öğretim ,diyen kimliksizlere,Beş yıl görev yaptığı okulda çocukların tümüne okuma yazma bile öğretemeyen ve yüreksizlik okulu mezunu kişilik katilleriyle savaş Celal.Hatırım için bir gün trilyoner de olsan bu mesleği terk etme.Çünkü sen gidersen yerine Akşam içeceği rakıyı ve götüreceği….……..düşünenler, zavallı çocukları kendi vatanlarında hain, ilan edecek.Velhasıl bir yazılmaz ,anlatılmaz yazgıdır bu.Her sabah minibüs duraklarında,belediye otobüslerinde,yalnızlıklarda,çaresizliklerde belki Cem Sultan yazgısıdır.Yine de aralarında üç beş kişi vicdanını kaybetmemiş olabilir.Bunları o şekilde davranmaya iten sebepler çeşitli.Acı ve keder karşısında yapılacak iki yorum vardır: Birinde ben yandım kimse yanmasın ,dersin kollarını sıvarsın ve çalışmaya başlarsın.Diğerinde ben yandım yakabileceğim herkes yanacak dersin. Bu iki tavır arasındaki tek ortaklık bu yorumlara acının yol açmış olduğudur.. Acını, mutluluğa dönüştür .Çünkü nihayetinde son düşünce;hiçbir şeyin önemi yoktur,olmayacaktır. Konser bittiğinde Celal’de bir rahatlama görüntüsü vardı.İkisinin de yüzünde ..Tebessüm vardı..Bir sonraki gün ağustos ayına girilmiş olacaktı.

Sıcaklık bazı günler 40 ya da 50 dereceye ulaşıyordu.Nefes nefese kalınıyor.Boğulacak gibi oluyordu insanoğlu.Ancak saat beş altı civarında çıkılabiliyordu..Arabada klima son derecelerde dört cam açık ama yine de boncuk boncuk terleten bir hava.Havanın insanı geçmişiyle yüzleştirmek gibi bir gizli özelliği vardı.Terler aktıkça hafifleme sağlanıyor.Hafifleme sağlandıkça rehavet gidiyor yerine kabullenmesi zor bir yüzleşme çıkıyordu.Eve vardığında terasa çıkıp oturdu.Saniyelerin dakika olduğu,saatlerin yıl ya da saniye olduğu anı… Bu tür zamanlarda Celal, denize hiç taş atmazdı.Ellerinde birkaç kaseti ile bir şiir defteri vardı.Hep onu okurdu.Yarılan nice umutlar vardır, derdi.Günler önceden planını yaptı.Önce ailesini uzak bir yere gönderdi.Sonra köylere urgan satan yerlerden mavi renkli bir halat buldu. Evin bodrum katının tavanında zaten önceden –sanki onun için hazırlanmış gibi-hazırlanmış kancalar vardı.Bu kancalar çok sağlam monte edilmişti.Celal denemişti.Her şey hazırdı.Bodrum katında biraz düşündü: MehmetHoca’nın öğrettiklerinden tek kelime bile hatırlamak istemedi.Çünkü o bilginin kişiliklere bile sızabilecek kadar büyük bir güç olduğunu biliyordu.MehmetHoca’nın öğretilerinin bir cümlesi bile onu yolundan dönderirdi. O ,ise dönmek istemiyordu.Kendisinin neden bunu yaptığını neden bu kadar ısrarla hayatı sonlandırmaya bağlı olduğunu bilmiyordu.Sadece yapması gerektiğine inanıyordu. İKİNCİ GİRDAP Saatler durmuştu.Bir bodrum katında paranın içinde parasızlığı çekmenin acısı vardı yüzünde.Yere serilmişti onur.Göğe çıkmıştı suçluluk.Bir karanlıktı gündüzün orta yerinde.Evin tavanındaki kancalara.Mavi, masmavi bir ip halkalanıyordu.Birazdan ölüm gelecekti.Birazdan şan ve şeref kazanılacaktı.Dünyadaki tüm sesler suskundu.Güller ve şiirler boynunu bükmüştü.Mona-Roza oluyordu birazdan Muazzez, artık şiir olmaktan çıkacaktı.Bütün zorluklarına rağmen ip boyundan yavaş yavaş geçiriliyordu.Geçen saniyelerdi; ama saatler salise olmuştu.Artık gerçek bir yalnızlık vardı.Saçlar dağınıktı.Gözler umutsuzdu.Semanın yedi katı titriyordu ellerinde.Atmosferin son katındaydı her şey.Kendini kandırmaya çalışıyordu Celal bu sadece bir şakaydı diyordu kendi kendine .Ama ayaklarının altındaki sandalyenin şakası yoktu.Mavi ipin şakası yoktu.Hem zaten ne önemim var ki şu dünyada diyordu.Öyle, ben faydasız bir bilgisayar programıyım.Yaşam diskinden silinmem gerek diyordu.Sandalyeye, ipe, bilgisayarına ,çiçeklerine son kez baktı.Dünyanın tüm iyi yürekli insanlarının yürekleri

183


titreyecekti derinden derine.O anda mahallenin 400 ,500 metre ötesinde ruhu onu tanıyan ve sahibini bilen her kesi yardıma çağırıyordu.Bu sesi duyan bir tek kişi vardı.Birazdan ölüm gelecekti.Sandalyeye tekme vurmadan son kez döküldü gözyaşları. Ve sahibine dönüp ey benim sahibim beni affet verdiğin onca gücü kullanamadım.Verdiğin onca yardıma karşılık ben sana sadece bir saçmalık getirdim. Sesler duyuluyordu yapma ,her şeye rağmen yapma,yankılanıyordu ses kartal çığlıkları arasında.Yapma-yapm-a,yapma,y-a-p-m-a. Ses gittikçe “muttarid,muhteriz,yeknesak” hale geliyordu.Kalbin atışları hızlandıkça hızlanıyordu.Gözler kapalıydı. Telkinlerin faydası olmayacağını anlayan sesler susmaya hazırlanmıştı.Beşir Fuat geldi aklına . O bile yapma dedi.Her şeye rağmen yapma.Sonsuz susma.Hayat esaret ise ölüm özgürlük olmalıydı.Ölümün onu esir almasındansa o esaret altına alacaktı ölümü.O gelmeden, ona gidilecekti.Böylece yolculuk onun istediği saatte bitecekti.İyi ki silah ya da ilaç yoktu. Bir kez daha ayaklarının altındaki sandalyeye yukarıdaki kancaya ve mavi ipe baktı.Son hamle için cebinden bir bandaj çıkardı.Çünkü haykıracağını biliyordu.Böylece bağırırken kimse onu duymayacaktı.Ağzını da bağlamıştı artık.Her şey törene uygundu zirvelerdeki dans müziği çalıyordu Kuzey Kartalı’nın verdiği harika Tibet müziği ile Yüce sırra erişecekti.Aklına cennet ya da cehennem hiç gelmedi.Son defa içinden ve dışından gözlerini kapattı.Elinden gelen tüm güçle ,kendini sese konsantre ederek bağırdı.Gladyatör filmindeki son sahne geldi gözlerinin önüne…Gölgeler ve toz ..merhaba gölgeler ve toz .Sadece gölgeler ve duman.Tüm gücüyle bir kez daha bağırdı.Kendini sese vererek ayaklarını isteksizce sandalyenin üst kısmına çıkardı. Allah’ım beni affet diyerek ….Ve ve ve ve ve ve son tekmesini vurdu sandalyeye.Her şey karardı.Ama bu karanlık siyahlığın zıttı değildi..Her şey her yer gölgeydi.Kapkara bir gölge..Nefesi gittikçe daralıyordu.O anda Canan’ın hastahanede ölmeden bir gün önce söylediği,bana söz ver gidecek mutlu olacaksın. Çocuğun ve karın olacak.Onu mutlu edersen beni mutlu edersin…Seni üzgün görmeye dayanamam.Cenazeme dahi gelme.Feryat ettiğini duymak istemem.Ama cenazeden sonra mutlaka ziyaretime gel..Söz ver söz ver.Söz veriyorum .Söz veriyorum” sahnesi ve sözleri canlandı gözünde.Sonra en sevdiği arkadaşlarının gözlerine bakarak bir gün her şeyi kaybedersiniz ,tüm umutlarınız yıkılırsa yani son, son kaleniz düşerse her şeye rağmen deyin “sahnesini hatırladı. Sonra trafik kazasında kaybettiği arkadaşları geldi aklına. ..Tüm bunlar , her şey bir film sahnesi gibi gözlerimin önünden geçiyordu sözlerinin doğrulanmış şekliydi.Bu kez dayanamadı yaşamın gücüne boğuk bir sesle” her şeye rağmen her şeye rağmen yaşamalısın onca yenilgiye rağmen yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer için her şeye rağmen… Kimsenin duvara vurulan tekmeleri duyacak hali yoktu.Öğlen vaktiydi.Hazirandı.Her şeye rağmen,dedi birkaç saniye sonra gücünü topladı.Kendini ikinci kancaya doğru fırlatarak elleriyle kancayı tuttu.Garipti o mesafeden kancayı ilk hamlesinde tutmuştu.Bu defa ne yapıp etmeli kurtulmalıydı iplerlerden.Rahat bir nefes aldı.Tek eliyle kancayı tuttu.Diğer eliyle boynundaki ipi çözdü.Kendini az daha yukarı çekerek ipi çıkardı.Kancayı tutan yorgun eline talimatı verdi.” Yaşamam için gereken son izin senin .Ve kendini tavandan yere bıraktı.Kafası sandalyeye beli kanepeye öyle çarptı ki neye uğradığını anlamadı.Aman Tanrı’m her şey yine kararıyordu.”Anna Karenina “kitabından bir cümleyi hatırladı…”Acıyla ,pişmanlıkla ,ihanetle ,kötülükle dolu kitabı okumakta olduğu mum ansızın daha parlak bir alevle yanmaya başladı.Daha önce seçemediği her şey parıl parıl parlıyordu” Gözleri açık mıydı?Kapalı mıydı?Bu karanlık , hayattaki hiçbir şeye benzemiyordu.Burdan çıkılmalıydı.Bir sarhoş edasıyla elini başının ense kısmına sürdü hafifçe kan gelmişti. Sandalyeye baktı…Sandalye düşmüştü perdeler kapalıydı.O anda bandajı çıkarmak geldi aklına.Demek ki düşünce, ,kafasını bir yere çarpmıştı ondan sonra bir yakaza haline girmişti ..Belindeki acı artıyordu.Toparlanmaya çalıştı mutfağa doğru kendisinin de nedenini anlayamadığı şekilde sürünerek gitti.Orada su içmeye karar verdi. Su içmek isteyip istemediğine karar veremiyordu. Mutfağın tezgahına dayanarak kalkmayı başarmıştı.Bir bardak su içmek için belki beş dakika

184


düşündü.İçti.Sonra üzerindeki tüm elbiseleri paramparça etti. Altı saate yakın orada oturduğunu saate baktığında anladı. Ayağa kalkmak için gücü yoktu.Sonsuz bir güce ihtiyacı vardı.Ellerini uzattığında Canan’ın da masmavi bir giysi içinde ona ellerini uzattığını gördü.Tuttuğunda ise müthiş bir sıcaklık hissetmişti.O sıcaklıkla hemen kalktı.Banyodaki şofbeni açtı.Salona gitti mavi ipi hemen kaldırdı.Etrafı topladı.Duş aldıktan sonra oldukça rahatlamıştı.Bir çay demledi ,perdeleri açtı. Çocuklar, ne güzel oynuyordu.Kuş seslerini andırıyordu oyunları.Demek ki duyulmak istenmeyince en güzel sesler duyulmuyordu…Çaylarını içti.Eski eşyalarını sakladığı bir bavulu vardı. Ordaki eşyalarını çıkardı.Sebepsizce eşyalarını seyretti.Bir kaç resmini yaktı. Sonrada kütüphaneye yöneldi.Kütüphanedeki tüm kitaplarını getirip yaktı.Böylesi zor bir anı anlatan tek kitap yoksa niye bulundurayım bu gereksiz sayfaları,dedi.Sanki intikam alıyordu tüm kitaplarından.Sanki acıları diniyordu.Verdiği paralara acıyordu.Ayakkabı ve elbise tasvirlerini bitiremeyen yazarlar.Kadınları,boş işleri,anlatan kitapları, Batılılaşmayı kötüleyen uyduruk fikircileri ne güzel yanıyordu..Ne de güzel yanıyorlardı.Tarifsiz bir huzur oluştu.O güne kadar okuduğu yazarların tümünü bir daha okumamaya yemin etti.Ortada bir kriz vardı.Bu krize engel olamayan bir sebep de kitaplardı.Yıllarca farklı dünya görüşlerinden pek çok yazar okunmuştu.Ortada bir bunalım vardı.Ve kriz öğrenilen,duyulan,tüm bilgilerin iflasıydı değişim olacaksa yeni yepyeni fikirler bulunmalıydı.Kriz aşılacaksa öğretilmeyen, bulunamayan bir çözümle bulunacaktı.Evet iyileşmenin tek çaresi buydu:Öğretilmeyen fikir. Güler Duman’ın eski bir kaseti vardı.Bulması zor ,dinlemesi kolay:”Hasret Türküsü” O kasetten en sevdiği parçayı açtı dinledi. Güle yel değdi ateş olunca Cana ten değdi güneş olunca Oy beni beni beni Dağlar ardına Bir bak şu göğe umuuut doludur. Bulandı kana zulüm yoludur. Oy beni vay beni” Girdabın en tehlikeli anları. Hayatın girdapları bir fırtına kadar doğaldır.Doğal olmayan girdap sonrasında yapacaklarımızdır.Çoğu zaman beynimizin bilinç ve bellek bölgesi çöktüğü için Karar verme,doğruyu bulma mantıklı düşünme yeteneği kaybolur.Bu kaybın ne kadar olduğuna ise ancak o insan karar verebilir. Celal,o günden sonra içindeki mücadele gücünün önemini anlamıştı.Hayat herkese zafer vermiyordu.Hayatımızın sonuna kadar mücadele etsek bile yenilgiden bıkmadığımız söylense bile her düşüşte yerden kalktığımızı gören soyut ve somut düşmanlarımız en azından mücadeleni takdir ettim demeliler. Bu yenilgi bile olsa sıradan bir yenilgi olmamalı,düşünceleri onu hep ayakta tutmuştu.Belki bu düşüncelerinden dolayı hayat ona bu defa Mehmet Hocavasıtasıyla ileri gitme fırsatı vermişti. Hayat artık kendi değirmeninde öğütüyor unlarını ne senin güzelliğin para ediyor ne benim düşlerimdeki mavi yeniliyoruz dört bir yanında dünyanın en çok da içimizde yaşıyoruz yenilgileri ıslak bir turuncuya doğuyor güneş her sabah

her sabah yeniden keşkelerle ovuşturuyoruz gözlerimizi sesimize suskun bir kar yağıyor köşemizde göçmen düşler biriktiriyoruz “gerçekçi ol, imkansızı iste” bu büyük sözün ardında

185


demir dağlar erittik inandık kendimize inanmasak böyle güzel ölemezdik( “Yenilgi, yenilgim, baskaldırırım ve de benim kendimle tanışmam. Sayendedir ki, hala ben ayağı yere basan ve solmuş defneler peşinde koşmayan biri olduğumun bilincindeyim; ve sende, yalnızlığımı buldum

ve de herkesten ve de gururlu olmayı.” Ayhan Sönmez)

uzak,

Halil Cibran

Şimdi ise ,o gün hayat yolculuğuna son vermediği için çok sevinmişti.Genç yazar Ahmet Türk’ün Genç şair Nurullah Ulutaş’ın,Müştehir Karakaya’nın, dağcı Kuzey Kartalı’nın bu olayı duysalar ne diyeceklerini merak etti Terastan MehmetHoca’nın evine baktı onun da ışığı yanıyordu.Cep telefonuna sarılarak çağırdı.Hoca,eşofmanlı haliyle çıkıp geldi. Gecenin o vaktinde tatlı bir meltem esiyordu. Ağlayarak ,Hoca’ya sarıldı.Hiç kimseye anlatamadığın anılarınız olsaydı ne yapardınız,sorusunu sordu.Hoca ne olduğunu ,ayrıntıları sormadı.Böylesi zamanlarda kurbanlar karşı tarafın bir hamlesini tahmin ederse etkisiz olur’du.O halde Celal’in aklına gelmeyen biçimde ona yardım edilmeliydi. -Onu bilmiyorum, Sen ,bana anlat.. -Kendimden nefret ediyorum ve sebebini bilmiyorum. Hoca ise o anı unutturmak için Celal’in beklemediği bir yol denedi. -Benden,unut gitsin ,boş ver kafana takma gibi ucuz sözler bekleme.Bir yiğit gibi kendinle savaşacaksın.Manevi yaraları dinleyen Buda müritlerinin kişisel öykülerini dinlemedi.Bunun yerine kendilerini gözlemlemelerini istedi. Çünkü yaşamdaki acılarımızın kaynağının evrende olduğunu biliyordu.Biliyordu ki ancak iyi insanlar kendilerini eleştirirler.Biliyordu ki ancak Tanrı’sını sevenler içki içerken ya da daha büyük günahları işlerken yapıyorum ama yanlış ..Beni günahımla kabul et ey Tanrı’m der. Bu yüzdendir ki kederin şarabını içmiş ve kaderi yıkma acizliğine düşmemiş her insanın “Çıkıp sıyrılmaya doğru açılan bir bitmez umudu “ vardır.Belki kötülüklerin en büyüğü olan umut, bu durumundan iyiliğin en büyüğü olma durumuna geçecektir. Yanılgılarım yenilgilerim Gözyaşı boyu çaresizliğim Hep bu son dediklerim Çoğu kez oldu başlangıçlarım Engin Aktepe

186


-Kötülüklerin en büyüğü olduğunda acıyı uzatan umut, iyiliklerin en büyüğü olduğunda belki de nefes olacaktır.Kalbi arıtmak adını veriyor ya değişik kültürler.Kalbi arıtmanın önemli bir aşaması umudun ya da umutsuzluğun ötesindedir..Algılanamaz,anlatılamaz ama yaşanabilir.Bu kez elde edilecek başarının kalıcı olmak gibi bir şartı olacaktır. Geçici mutluluklar sahile vuran dalgalar gibidir.Gelir tekrar gider.Gelir... gider… - “Budizm’in 121 temel ilkesinden 55’i duygusuz, 3’ü kederlendirici,63’ü ise sevinç duygusuyla ilgilidir.Öyle anlaşılıyor ki sevinçleri sahile vuran dalgalar olmaktan öteye taşımak için sayılarını arttırmak gerekiyor.O halde memnuniyet verici bir liste hazırlamalısın.Hayatın her aşamasında ideali anlatan bir liste ! Celal,içinde benzeri zor yaşanan bir durum yaşadı.Başından ayaklarına sıcak bir su aktı.Musa Eroğlu’nun iki damla yaş süzüldü “mısralarını okuduğu türküyü hatırladı.Sonra yenilgi yenilgi kuvvetlenen bir zafer anı hayal etti.Atalarımız ülkeler fethetmişlerdi.Biz de kendimizi fethederek işe başlamalıyız,dedi. MehmetHoca,gözlerindeki ışığı fark etmişti.Artık Celal’in iç dünyasında bilmediği bir şey kalmadığını düşünüyordu. Ayrılmadan önce yapması gerekenleri söyledi.. -Uzun süre hiçbir şey düşünme ,bu gece uyumayacaksın.Eğer aklına düşünmek istemediğin şeyler gelirse unutma bilinç her yönüyle elimizde değil.Yapabildiğin kadar nefesine odaklan yapamazsan sayabildiğin kadar nefesini gözlerini kapatarak say.Eğer süreyi ayarlayamazsan on dakikadan az;yarım saatten fazla olacak.Düşüncelerini adım adım izle.Nereye gittiklerini,nasıl ilerlediklerini izle.Taraf tutmayan bir gözlemci edasıyla kendini yalnızlığın kollarında izle.Duygularına çeşitli isimler ver.Bunların bir kısmı gülünç isimler olsun.İçgüdülerini ve bencilliğini kavramaya çalış.Cinsellikten tut,dünya görüşüne kadar uzun bir yolculuktan alman gerekenleri al. -Bu aşamadan sonra gördüğün görüntüler içinde kaçının senin benliğine yönelik saldırı olduğunu ,kaçının hayatta kalma adına olduğunu tek tek tespit ettikten sonra düşüncelerini belli başlıklar altında topla , kategorize et.Beynimiz kendine aşık deli bir fırtına gibidir.Her defasında değişik yönlerden eser. -Bölümler haline getirdiğin düşüncelerden suç olanlarını belirle.Sonra da bir şeytanın avukatı,bir melek ve bir adil yargıçtan oluşan mahkeme kur, hayal dünyanda.yarattığın meleğe, merhametlice ,şeytana zalimce yargılama imkanı ver.Ama yaratacağın yargıç melek ile şeytan arasında adil hükmü verecek.Alınan karar gereğince hareket et. Hakimler ceza verirken daha önce yatılan süreyi ciddiye alırlar.Sen de al.Çünkü çekmen gereken acıyı fazlasıyla çektin.Kendine karşı merhametsiz davranma çünkü senin başkalarına olmadığı kadar kendine zalimce davrandığını görüyorum.Ben MehmetYıldızer olarak bu dünyada en merhametli davranmam gereken kişi olarak seni görüyorken sen de kendini gör!Ben sana inandım sen de kendine inan!Seni bugüne kadar yaşatan inancına güven. Haydi hoşça kal saat birde gelirim .Birlikte süt getirmeye gideceğiz.Hazır ol! MehmetHoca’nın tüm dediklerini ney kasetleri eşliğinde uyguladı.Kararını verdi.Son ve kesin kararını. Onun ,elemin hapsinde kaldığı yılların sayısı otuzdu.Cananla yaşanan süre ve kısa başarılar dikkate alınmaz ise aşksız ve hedefsiz geçen onca yıl başlı başına bir cezaydı.Bundan sonraki zaman diliminde kederin karşısına sevinci çıkarmakla geçmeliydi. Kendi kendine beraat kararını yazdı. “Ben Celal Yılmazer kendime sesleniyorum.Sanık olarak yargılanan Celal YIlmazer’in çektiği acılı yıllar dikkate alınarak sanığın insanlık önünde suç görünen ama Tanrı katında suç olarak addedilmeyen bütün suçları,Tanrı katında ve insan katında suç olan tüm suçları,kendi katında suç olmayan ama insanlar arasında suç olarak kabul edilen tüm suçlarını ,başkalarına bilerek veya bilmeyerek çektirdiği tüm acılardan dolayı işlediği ve hayali mahkemenin burada saymaya lüzum görmediği tüm suçlar hakim, melekler temsilcisi ve şeytanlar temsilcisinin de oylarıyla temyize açık olmak şartıyla beraatı mahkememizce uygun görülmüştür.Savcılık makamı olan hafıza kısmına karar okundu .Savcı olan hafıza şöyle dedi: “Sayın Hakim! Verilen karar makamımız tarafından uygun görülmüştür.Ancak sanığın burada


mahkeme heyetine ,karşılık beklemeden acı çeken,gözyaşı akıtan tüm öğrencilerine ve kendisinden yardım isteyen herkese bu acıları çekmemeleri uğruna gereken her türlü çabayı göstereceğine dair söz vermesi halinde savcılık makamı temyize başvurmama kararı almıştır. Sanık Celal Yılmazer’e bu konuyla ilgili fikri soruldu.Sanık Celal şöyle dedi: “Verilen bir söz tekrar edilemez.Yüzümdeki her çizgi bu sözü önceden kendine verdiği için tekrar vermeye gerek görmüyorum.Bununla beraber bir dahaki sefere asla ip kullanmayacağıma söz veriyorum. Savcılık makamına tekrar soruldu. -Kabul ediyor musunuz? -Savcılık makamı şöyle dedi: -Sanığın bu sözünü bütün ömrü boyunca tekrarladığını duyduğumuzdan kabul ediyoruz. Gereği düşünüldü: “Yapılan değerlendirmeler sonucunda sanığın beraatına oy birliğiyle karar verildi” Şafak vaktine kadar süren bu yargılama sonunda kendi kendine güldü.Fakat Yıldızlara baktı.Sonra Mozart’ın Rodrigo parçasını dinledi.Üzerinde müthiş olarak nitelediği bir, rahatlama vardı. Şafak vakti gittikçe yaklaşıyordu.Anamur’da sahil tarafından o kadar enfes bir rüzgar esiyordu ki ve bu esme Celal’i alıyor, bulutların arasından Efendileri Gazali ve ,Buda’nın huzuruna çıkarıyordu. “Bembeyaz bir bulutun üstünde Efendileri karşılıklı oturmuş çay içiyorlardı: Hoş geldin ,dedi Buddha. -Celal, önünde saygıyla eğildi.Efendim zatı muhtereminizin de izniyle ayak izlerinizi takip etmek dilerim. Buda: -Kendini affettiğin ve iyilik ya da kötülük düalizminden kurtulduğun an sen bir Buda’sın başka şartım yok. Önünde tekrar eğilerek izin istedi.Gazali’nin elini öptü. Gazali başını salladı gülümsedi. -Bak Celal!Riyadan kurtulduğun,kibirden uzaklaşıp tevazu hazinesini keşif ettiğin , tefekkür deryasına daldığında ben sendenim sen de benden ..Ruhun bir tütsü gibi olunca ve kendini tefekkürde kaybedince sen artık ben olabilirsin..Ama unutma bildiğin Gazali sen ya da benden çok uzaklarda… Onun da önünde saygıyla eğilerek elini öptü. Sonra ikisinin de aynı ses tonuyla haykırmaya başladığını duydu: “İyiliğin her zerresinde yerlerde ve göklerde bir ve yalnız Sahip gizlidir.Giz, onun sırrıdır.Onu seven güneşi küçümser,kendine zerre der.”Sonra ikisi de kayboldu.Yere indiğinde uyuduğunu ve bir rüya gördüğünü anladı.Ama bedenindeki izler bu durumun gerçekleştiğini gösteren izler taşıyordu. Alt kata inip yatağına geçti.Kalktığında üzerinde yılların yorgunluğu vardı.Saate baktı on ikiydi..Birazdan Mehmet Hocagelecekti. Beraber süt getirmeye gideceklerdi.Kahvaltısını yapıp beklemeye başladı.Bir kaç dakika erken geleceğini biliyordu.Yürüyerek gideceklerdi .Onun o sıcakta neden böyle bir karar verdiğini düşünürken o çıkıp geldi. Birlikte yürümeye başladıklarında her ikisi de uzun süre sessiz kaldılar.Dünkü finalden sonra artık ayrılık vaktinin yaklaştığını anlamış olmanın hüznü vardı.MehmetHoca, Celal’in bilgiye hasret yönünü hep takdir etmişti.Ona anlattığı her bilginin uygulamasını kendisi gizlice yapıyordu.Aslında onun da toparlanmaya ihtiyacı vardı.Bir nevi güncellemeydi onun için.Seraların içine girdiler.İçleri çok serindi.Muz ağaçları vardı.Kestirme bir yoldan Alanya tarafına yönlendiler.Orada bir ağacın gölgesine oturdular. Hoca bu kez ikinci üçüncü aşamaya geçeceğini söyledi. -Bak Celal ağustosun başındayız.Ben senden artık çok zor şeyler isteyeceğim.Benim istediğimi kabul etmeye hazır mısın? -Evet veya hayır yok.Size söz vermedim .Söz verirsem biliyorsunuz ki bedenim yaşadıkça ben


,bu sözümü yerine getirmek için çalışırım. -Peki evlat!Canın sağ olsun..Kabul edersen teşekkür ederim etmezsen canın sağ olsun derim.Neyse onu boş ver.Birazdan ana caddeye doğru gideceğiz.Sana hayatının en zor ,yolculuklarından biri için bilet vereceğim. Çevre yolundan karşıya geçtikten sonra ayrılacağız.Tüm caddeleri ayrı ayrı gezdikten ve birazdan anlatacaklarımı yaptıktan sonra şehrin girişindeki petrolün çay salonunda seni bekliyor olacağım.Bu öğretilerimi kalabalık içinde canın çok sıkıldığında ve bunalıma girdiğinde yapmanı tavsiye ederim.Sakın ola ki kendini sıradan bir insanın dışında davranan biri olarak tanıtma. Buda, olmanın en önemli göstergesi sıradan olmaktır. - Ben buna toplum meditasyonu adını veriyorum.Esas itibariyle onun adı yoktur.Yolun karşısına geçince kalabalık yere doğru git.Bir kahvehane,bir market ya da bir kaldırım tek şart kalabalık olması. - Kalabalıkta önce yürü.Sonra zihnindeki her şeyi sil.Unut yapamazsan ya nefes alıp vermeni say,ya da istiğrak haline girmeye çalış.Sadece nefes alıp vermeni düşün”Om”kelimesini birkaç kere tekrar et.Olumsuz tüm düşüncelere dur de.Kendini rahat bırak .Ve kendini bir apartman merdiveninde hisset.Derin derin ama yanındaki herhangi bir insanın fark edemeyeceği sessizlikte nefes al ,ver.Nefesini yine gizlice tutabildiğin kadar tut. Sonra ver .Biraz önceki apartmanın birinci katına geldiğini düşün.İlk basamaktasın.Hayalinde orda durduğunu ve tüm olumsuz düşüncelerini ve dün akşam kurduğun mahkemede kendine suç olarak atfettiğin olay ve durumları hatırla! -Birinci katın tüm basamaklarında kötülüklerini biriktir.İkinci kata çıktığında birinci basamakta hayatındaki tüm güzel işleri hatırla.Bunu Michael Burke “Hayatındaki Tüm doğruları düşün” şeklinde söylemişti. İkinci katın son basamağında hayatın boyunca en iyi olarak tanıdığın beş kişiyi düşün.Şimdi üçüncü kattasın.Orada ilk basamakta hayatındaki tüm doğrularda olan ortak noktaları bul.İkinci basamakta tüm kötülüklerdeki ortak noktayı bul.İlginç bir sonuca varırsan sana öğrettiklerimi bırak kendin devam et.Eğer benim dediklerimin tümü doğruysa sana anlattıklarımla devam et.Bu arada yoldaki yürüyüşüne dönmeyi ve yürüdüğün yolda derin derin nefes alıp vermeye devam et.Sakın,dikkatini nefesinin dışına verme.Farkındalığını nefesine ver.Nefes seni nirvanaya çıkaracak.Beşinci kata geldiğinde kendin dediklerime bir şeyler ekleyerek devam et. Sonra Alanya’ya giden yolun üzerinden karşıya geçtiler.Hoca,söylediği gibi ayrılır ayrılmaz.Celal geri döndü ve bir soru sordu: -Hafızam bilgisayar mı ki tüm dediklerinizi kaydetsin. Hoca,kahkahayla güldü. -İki şişe yok Celal,bir şişe var.Bilgisayara gelince senin hafızanın karşısında o cüceye döner.Simurg’ün sonunu hatırlıyor musun? -Söylemekten utanıyorum ama hatırlamıyorum -Ben söyleyim Celal: “Yakınlık güneşi doğup üzerlerine ışığını saldığındaysa onun ışığıyla hepsinin canı parladı.O anda Cihan simürgünün yüzü aksetti o nurun yansımasıyla simürgün yansımasını gördüler.Şaşırıp kaldılar çünkü gördükleri otuz kuştu.Simurg’a bakınca kendilerini gördüler.Baktıklarında gördükleri yine simurg idi.Kelimeler dudaklarından değil yüreklerinden dökülüyordu.” -Hocam ,yıllardır içinde olduğum bir okyanusa bakmayı ama görmemeyi artık anladım.İşittim ,gereğini yapacağım. Kaldırımda bir süre yürüdü .İlk aşama en zoruydu onun için.Hiçbir şey düşünmemek ve sadece nefesi düşünmek gerekiyordu.Bir süre sonra beyninin içinde bir yankılanma hissetti ama bu, söylenen noktada olduğunu gösteriyordu.Tekrar denedi ve om kelimesini tekrarladı.Üçüncü kata kadar gitti.Hayatındaki tüm doğrularda azim ve sabır; tüm kötülüklerde inatçılık ,acele ve sabırsızlık ilk bulduğu noktalardı.Sonraki doğrularda bir şey değişmiyordu.Ama “acelecilik” her şeyi alıp götürüyordu.Erteleme ve acelecilik sürekli karşılaşıyordu.Tüm doğrularda sabır ve tüm yanlışlardaki inat ortak noktaydı ikisinde de ısrar vardı.Fakat bir anda hangi basamakta hangi kelimeyi söyleyeceğini unuttu.Hoca,simurg hikayesinin sonunu anlattığına göre ana fikir


özün içte olmasıydı.Demek ki hoca,kendisinin söylediklerinin değil bana ait bir program istiyordu.Aklına başka yorum gelmeyince devam etti. Aklına bıçaklandığı günkü olay geldi.Dört kişi bazen bıçaklarla bazen testerelerle onun değişik yerlerine zarar veriyordu.İğrenç görüntüler geldikçe o nefesine yöneldi… -Birden, kafasına bir soru takıldı.Neden illa da kalabalığın içi.Kalabalıkla tüm bu yanlışlar arasındaki ortak yön neydi?Kısa süre sonra doğru olduğuna inandığı bir yorum yaptı. -Her şey “suçta” gizliydi.Çocukları,yetiştiren toplum yani kalabalık ,onlara adapte olmamız için yapması gerekenin kaçta kaçını yaptı , diye sordu. Eğer gerçek cevap verilecekse bu caddede suçlu olarak sadece Celal’in değil günah ve suça onu iten ilk arkadaşının,kendisini bıçaklayan serserilerin,kendisini suça ve depresyona iten bütün insanların yürümesi gerekiyordu..Şu kaldırımlarda suçsuz olduğunu zannederek yürüyen nice insan vardı.Son defa derin bir nefes aldı ve hızlıca şehrin çıkışına yöneldi. Mehmet Hoca çay içiyordu yine.Celal’i görünce ayağa kalktı ve sanki uzun bir yolculuktan dönmüş gibi karşıladı.Onu kucakladıktan sonra çay istedi. -Şimdi Celal ,bana sonuçları söyle. Celal bıçaklandığı günü anlattı. -Hocam, ilkokuldaydım.Eve doğru gidiyordum.Beş çocuk, çıktı bizim okuldan. İkisi beni tuttu biri para istedi ben vermedim.Zaten yoktu ama yine de kasten vermem, dedim.Biri çantamdaki kalemi aldı.Ben ağladım.Sonra onlardan birine yumruk vurdum.Biri bıçağını çıkardı. Tutun ,gebertin dedi..Ellerimi tuttular.Kafamı geriye refleksle ittiğimde bıçağın dudaklarımın üstünden bir yerden parça kopardığını anladım. Fazla kan gelmedi.Sadece çizilmişti.Bir kaç gün sonra bıçağın izi kaldı.. -Peki ailen hiç mi tepki vermedi. -O kadar belirgin değildi.Üstüne yara bandı yapıştırdım bir iki hafta sonra da onlara tıraş olmayı denedim diyerek , yalan söyledim -İnandılar öyle mi? --Eğer gerçeği söylersem niye kavga ettin diyerek beni döveceklerdi. -Seni bıçaklayan çocuk ne oldu, nerde? -İstanbul’da bir kuyumcu soygununda öldü -İkisi terörist oldu…Diğerlerini bilmiyorum. -Yiğit Celal!İyi ki ölmüş yoksa senden çekeceği vardı.Kötülüğü yapan insan kılığındaki mahluklar, iyilerin yalnız olduğunu sanmak gibi bir yanlışa saplanır.Bilmezler ki iki şişe yok tek şişe var. -Dur devamını ben anlatayım sonraki dönemlerde çok dayak yedin mi? -Önüne baktı. -Binlerce kez.Hem de haklı olduğum çoğu zamanda bile. - Bazı toplumlar, acı çektiklerinde bunu hak etmediğini söyler durur?Ya senden daha acıklı öyküsü olan ve bana ulaşmayan binlerce çocuk ve bunlara yaşatılanlar kimin eseri?Eğer bir gün bilgi ve kültürünle böyle bir topluma, gidip hizmet etmeye kalkarsan?Sana hakkımı helal etmem,etmem ,etmem.Sonra hüngür hüngür ağladı. -.Aç, çıplak ,sefil ağzı küfür eli kir dolu zavallı çocuklar.Bütün çocuklukları boyunca bir tek oyuncakları dahi olmayan bütün çocuklar. -Cebinden mendilini çıkarıp göz yaşlarını sildi.Ağlamaklı sesiyle bir yandan konuşuyor bir yandan da gözyaşlarını siliyordu. -Ey benim batımın,kuzeyimin güneyimin ,doğumun çocukları yüreğim hepinize yanmaktadır.Lakin sizin kadar büyüklerinize yanmam.Çocuğunu sevmeyi bile ayıp gören bir toplum -kusura bakma Celal- acının her türlüsüne layıktır.Anneleri ağlatmayı maharet sayan canlılar var şu dünyada .Evet acıyı hak eden tek anne yoktur dünyada.Bir çiçek gibi büyütülen herhangi bir gencin bu dünyadan ayrıldığını hayal etmek bana zor geliyor.Yüreği yanan annelere ise kıyamet. -Peki annenin ölümünden ne hatırlıyorsun. -Beynimin sol tarafında hafif ağrı…. -Göremediğin bir şey de buydu evlat.Ondan sonra hiç ağlamadın değil mi?


-Evet, ağlamadım. -Ağlasan çok iyi olurdu.Kaza ve ölüm olaylarında normal tepkiyi veremeyen her insanın hafif ya da ağır bir sarsıntı sonucunda beyninin yarıya yakın bir kısmı çöker.Bu,ikiye bölünmüş bir bilgisayar hafızasının birinin şifrelenip kilitlenmesi gibi bir durum.Diğer yönüyle de tedbir.Beyin daha fazla hasar görmemek ve yaşamak için orayı hizmete kapatır. -O zaman hasta olan tek kişi ben değilim binlerce hasta var. -Evlat yanlış söyledin .. -Neden? -Milyonlarca diyecektin. -Açlığın,işsizliğin,çaresizliğin ,alkolün,uyuşturucunun hakimiyetindeki tüm gençler ,yaşlılar milyonlarca hasta beyin ,hasta yürek ve onların acılı yüreğini sömüren binlerce menfaat ideologu.Yerde yatan yaralıya aman karışma şahit yazarlar, diyen bir toplumun neresi sağlamdır? Bana söyle.Post modernizm buydu?Yazarıyla,çizeriyle,tam bir pragmatist ama insanlıktan uzak.Mevlana’ya uzak zalimlere yakın. -Bu topraklarda karıncaları öldürmek için fetva isteyen bir nesil vardı? Nerde o nesil? Bana medeniyet diyorlar ,bana din diyorlar hangi dinmiş bu. -Bir tarafta sokakta insan yaşayamaz ,benim ülkeme giren kim olursa olsun devletim ona yer ,yemek ve rahat bir ortam sağlamak zorundadır,diyen medeniyet.Diğer tarafta “Bugün trafik kazasında şu kadar kişi öldü” diyen televizyona inşallah bizden değildir diyerek yanıt veren sokaktaki yaralıyı aşama aşama ölüme terk eden bir kültür. -Hangi medeniyet daha iyi.Bana söyle . Yorulmadılar kendilerini kelimelerle kandırmaktan ve tüm ideolojilerini birkaç kıl ve bir bez parçasına indirgemekten? -Yürekler yanıyor,ocaklar sönüyor ya.siz nerdesiniz? -Ben de kötülüklerle karşılaştım evlat.Bugünse çok mutluyum.İki kere silahlı saldırıya uğradım.Senden çok daha fazla acı çektim.Ama yine de beni kurtaran okuduğum kitapları değiştirmek oldu .Senin yanındaysa kitap yoktu Celal’inse dikkati dağılmıştı.İlgisiz bir soru sordu. -Hocam bu kadar geniş bir insan sevgisi ile nasıl girdiniz Üniversiteye hoca olarak. Peki Cevaplayayım.Aslında sorduğun şu -Nasıl bu kadar değiştin? Okutmanlık sınavı açılmıştı.O zamanlar üniversitedeki bir hocam rektör olmuştu.Beni davet etti.Alınacak kişiler belliydi.Bendim ve bir iki düşüncemizi paylaşan insandı.Üniversite hayal edemediğin kadar değişik insanlarla doludur.Ve maalesef iyinin ya da kötünün yönlendirilebileceği bir mekandır. -Ama hocam sizi de yetiştiren üniversite!Biraz olumsuz konuşuyor gibisiniz.

-Bilmez misin ki taşların içinden nice çiçekler,meyveler biter.Ama asla üniversitede verimli olmama izin vermediler.Önemli değil kalitenin kendi reklamını yapmak gibi bir derdi olmamalı.Bir gün güzellikler keşfedilir.. -Ben acıyı da sıkıntıyı da dışlanmayı da senden iyi bilirim. senden daha iyi tanırım deyince Celal hiçbir şey diyemedi. Neden birden bu sözleri söylediğini düşündü. -Ama benim kardeşlerim,dostlarım,ve çevrem sevgiyle bağrına bastı beni.Sevgi beni korudu.Senin ise sevgin yoktu en önemli şanssızlığın buydu.Tabi kötü yetişen tüm çocukların da Bu sözlerden sonra kalktılar.Asıl gidecekleri yere süt satan adama doğru ilerlediler. .Gidecekleri eve kadar hiç konuşmadılar.Celal düşünceliydi. Süt satan emekli bir ilkokul öğretmeniydi.Celal,ev sahibinin yemek ve çay önerisini


reddetmeyle hazırlanıyordu ki Hocanın bakışlarını görünce buna cesaret edemedi.Sohbet çok tatlı bir hale gelmişti tümü eğitimci olan bu topluluğun ortak gündemi ise eğitimlerindeki hususiyetler idi. Biraz oturacaklarını zanneden Celal ve Mehmet Hoca akşama kadar oturdu İlkokul öğretmeni Cevdet Bey’in anıları onları oldukça güldürdü.. - Derse ilk girdiğim gündü.Teneffüste iki çocuk yanıma geldi.Öğretmenim niye bu kadar büyüksünüz? -Ben daha cevap vermeden öbürü atıldı. -Niye soruyorsun çok yemiştir onun için. -Başka bir gün altıncı sınıfa derslere giriyordum.Öğrencilerimden biri kalktı.Önünü ilikledi ve son derece ciddiyetle: -Öğretmenim kopya çekebilir miyim,dedi. -Başka bir gün bir gün beşinci sınıftaki aşk mektubu yakaladım:Seni ördüğümde santi bir melet dörüyorum.Sen de beni seviyor ise Okulun ormanında kaçalım ,yazmış . … Cevdet Hoca’nın anıları bitmek bilmiyordu.Celal’in gülecek hali yoktu..Gülüyormuş gibi yapıyordu.İçi parçalanıyordu.Aslında Mehmet Hoca,durumu biliyordu .Kaç kere dinlemişti bunları.Her geldiğinde yeniden dinler.Çok hoşuna gittiğini belirtmeye çalışırdı.Hanımından bile şikayet eden Cevdet Hoca Alaattin’den şikayet etmezdi.Geldiğinde bir çay ikram eder.Sütün parasını hep eksik alırdı.Aslında almak bile istemezdi ama eşinin dırdırından çekinirdi.Celal’in içten gülmeyeceğine inanan Mehmet Hocaayrılmak istediğini söyledi. Zaman , acımasız bir canavar misali yutmaktaydı saniyeleri.Celal hemen sabah olsun da Hocamın yanına gideyim, diye düşünürdü.Onun yanında en büyük üzüntüleri uçup gidiyordu.O gün de ona Mel Thompson’un kitabını hediye etti.Gerçi Celal yemeğe davet beklemişti ama yine de rahatsız etmek istemedi..

Eve döndüklerinde Celal’in aklında farklı bir fikir geldi.Akşam saat dokuz civarıydı.Bu saatte aileler çoktan yemeklerini yemişti.Sahilde geç vakitte yapılacak bir mangal keyfi çok güzel olacaktı. Hocaya teklifini sundu.MehmetHoca,bu teklifi zevkle kabul etti.Gecenin o vaktinde sadece birkaç alemci grup vardı sahilde.Ateş yaktılar. Celal ateş görüntüsünü çok sevmişti. Celal: -Üstadım, ben çok değişik romanlar okudum.Bazı anı kitaplarında da karşıma çıktı.Normal bir insanın değişmesi çok zorken neden Çiçero gibi,Muhammet Ali gibi insanlar bir anda değişiyor. Alaattin: -Ha değişim.dünyanın en çok ihtiyacı olan kelime.Dünya değişti,güneş değişti,hayvan türleri değişti,kıyafetler değişti her şey değişecek istemesek de değişecek.Bugünlerde beni endişelendiren ise birkaç çapulcunun yüzünden bakış açılarının değişmesi.İnsanlar eskiden iki milleti savaştırırdı.Şimdi ise sokakta yürümek bile zorlaştı.İnsanlar metroya giderken otobüsteyken katlediliyor.Hem de Yazıklar olsun bir insanı hazmedemeyenlere,yazıklar olsun dünyayı iyi yöne götürmesi gerekirken kötülüğe ve cinayetlere götürenlere…. Neyse.Zannettiğin gibi ani olan bir durum yok.Uzun süre bilinçaltında hazırlık yapıldıktan sonra bir olayla her şey sonlandırılıyor. Ani bir gelişme için kademe kademe ilerlemek gerekir.”demek ki ani zannettiğimiz çoğu gelişmemiz aslında uzun süreli yoğunluklardan sonra yaşanıyor. Merhamet ve bilgelik Buda’nın manevi mirasıydı.İnsanlık ise onu ve daha nice kaliteli insanı unuttu. Aslında teorik manada herkes merhametli ve bilge olduğunu iddia


eder.Ama ilk merhameti kendisine göstermeyen insan nasıl başkasına merhametli davranır.Merhameti olmayandan hayatın en üst seviyesi olan bilgeliğe geçiş beklenemez ki… Tabi başka değişimleri diyorsan o başka.Bir gecede zengin ya da fakir olan çok insan vardı.Hepimiz konuşup duruyoruz.Aradığımız her noktada tek şeydir:Mutluluk…İdeolojik ahlakçılar hemen mutluluğu tek adreste gösterir:.güzel ahlakta. Mutluluk ahlaki emirlerin değil bilgeliğin sonucudur.”Öyleyse ahlakın bilgi ile doğrudan bağlantısı yok.Buradan ideoloji ve kişiliğin birbirine bağlı olmayacağı sonucu çıkar. “Ara sıra zirve olduğumuzu hatırlayıp dua ederiz.Meditasyon bize insan olduğumuzu hatırlatır.”Thompson’un bu dediklerinden dua ve meditasyonun beraber olduğu ya da meditasyonun bir çeşit dua;duanın bir çeşit meditasyon olduğu anlamını çıkardın mı? -Evet bildiğim kadarıyla en makbul dua fiili duadır diye bir söz vardı.Galiba onu kastettiniz. Bilgelik,merhamet,meditasyon, duadan bahsettik.Görünüşte farklı kavramlardır.İncelediğimizde huzur ve mutluluğun ilk etapta duadan -ki bunun dinlerle bir bağlantısı yoktur-bahsedelim.Dua daha önce de söyledik Tanrı ile kulları arasındaki bir iletişim yoludur.Bu yol meditasyonla kıvamına varır.Evrendeki yaratıklara merhamet duymayla devam eder bilgelikle sonuçlanır.Merhamet bu kavramlar arasında en önemli duraklardandır.Çünkü merhamet Tanrı ile insanın ortak yönüdür. Üstadım bize dediniz ki kriz öğretilen yöntemlerin iflasıdır.Bu gün dünya ve ülkemiz insanlarının içinde bulundukları berbat durumu gözlemlersek hepsinin bunalımda olduğunu görürüz.O zaman bu güne kadar geçerli öğretilerin dinler de dahil olumsuzluğa getirdiği söylenemez mi? Ayrıca mademki bu güne kadar en az reklamı yapılan öğreti Budistik öğreti olduğuna göre onu geleceğe taşıyacak ve geçmiş öğretilerin karşısında yeni yepyeni bir halde sunacak bir şeyler yapılamaz mı? Günlük yaşamında zarar vermemek adına çabalayan her kesin Buda olduğunu Dalay Lama söylemişti.“Bir şeyi arzulamazsanız ve insanlığa zararlı varlıklara destek olmazsanız endişe ve planlarınızı geriye atabilirseniz;Buda olabilirsiniz diyorum.. Buda kimdir? “ Gerçeği kavrayan ama kavranacak bir şey olmadığını bilendir.Hiçbir yerden gelmediğini hiçbir yere varamayacağını bilen insandır.Kendine hakim olan zihin büyük sevinç kaynağıdır ki bu bilinç ötesine ulaşmakla mümkün” Ruhun bu bölgesine mutlaka ulaşılmalı.Ama yılları gözden çıkarmak gerekecek.Bu bölgeye ulaşmak da beklenti ve arzularımızı azaltmakla mümkün.Bahsettiğim neticelere ulaşan insanda görülen ilk belirtilerden biri az konuşması çok düşünmesi ve daha az endişelenmesi olacaktır.Bu durumda elde edilen sonuç ise ferdi sıkıntılarını yenen kendi iç çatışmasını bitiren bir insanın çok büyük ihtimalle özelde kendi toplumu genelde dünya barışı için çalışması olacak.Velhasıl-ı kelam bir kişinin ruhsal iyileşme-kurtarılma durumu belki de pek çok insanın kurtuluşu anlamına geleceği açıktır.Nihayetinde bencillik bir hastalıktır.

Sürekli konuşan ,eğlenen,alkol ve uyuşturucu alan insanların sorunlarını örtmek onlardan uzaklaşmak amaçları vardır.Bu amaçlar onları sorunlarıyla yüzleşmekten alıkoyar.Alıkoyma kendi iç ve dış çatışmasını bitirememiş bir ferdin asla diğer ferde faydalı olamayacağı yerdedir.Asla değiştiği görülmez.Gazali’nin “Her şeyin tedavisi zıttında gizlidir” sözü uzak bir yoldan bunu anlatıyor olmalı. Hoca,Gazali’yi,Miskeveyh’i,Addington’u ,Mevlana’yı,Buda’yı rahmetle andıktan sonra şöyle konuştu…Dedim ya artık onların öğrencilerinden birisin,dedi -Ruhları şad olsun Ben! Mehmet Hocaolarak gittiğim her yere onların adını götüreceğim bedenim var oldukça Efendi Buda’nın öğretilerini yayacağım.Budhaizm çağın sorunlarına merhem olacak yegane öğretidir. Hoca,yerinden kalkarak Yusuf bir şiir kasetini açtı.Yaklaşık yarım saat çaldıktan teybi kapattı.Celal ,bu kasetin özel bir manası olup olmadığını sordu.


-Bak Celal bir yerinde ne “Bildiklerini dedi yüzleştir hayatla O zaman anlayabilirsin” Sözü geçiyordu -Kurtuluş burada evlat: yüzleşme. -Doğduğumuz andan itibaren kendimizi suçlu hissetmemiz için çalışan topluluklar soyut sistemler,ailelerimiz ,komşu ve arkadaşlarımız hep kendimizi kurban ya da suçlu gibi gösterip merhamet dilenmeyi öğrettiler.Kendimizi cezalandırmamız isteniyordu.Suçlu olmadığımızı şimdi anlıyorum.Bu memleketin her çocuğunu şimdi sevgiyle bağrıma basmak istiyorum.Buda felsefesiyle,Mevlana sevgisiyle ,Yunus kavrayışıyla Mansur feryadıyla tüm insanlığa sesleniyorum:Çocuklar suçlu değil.Bu gerçeği görmek istemeseler bile değişmez .İyi insanlar asla suçlu değil! -Üstat Mangala Sutta bir öğüdünde Thompson’un aktardığına göre şunları söylemiş: İşte bir ömürdür aradığın sorunun cevabı: “Uygun bir çevrede yaşamak ,geçmişte ,saygıya değer işler yapmak ve kendini doğru yöne sevk etmek.İyi bir eğitim,edebi bilimleri anlama,iyi eğitimli bir öğreti ve hoş konuşma” Anne ve babayı destekleme ,eş ve çocuklarının üzerine titreme ve huzurlu bir iş;Cömert,adil bir hayat,zararsız işler” -Ustalarımızın bize bıraktığı değerli söz buydu.Uzun uzun düşünmene gerek yok evlat.Ciltler dolusu kitap bitirmene gerek yok inan bana.Kendini keşfetmek için dışı şişirilmiş yalan yanlış kitaplara inanmana gerek yok. -Kişiliklerimizi olumsuz yönde etkileyen insanların asıl amacı kalıcı hasar vermektir.Bu hasarı veremediklerini görürlerse üzülürler.Kötü insanları üzmek iyileri sevindirmektir…Unutma! yalnız güzel insanlar güzelliği görür. -Hocam siz film kahramanlarından bahsediyorsunuz.bunlar filmlerde kaldı. -Hayatın gerçekleri çok acı bencillik hayatı sarmış durumda -İşte evlat yavaş yavaş anlıyorsun -Birincisi, Bencillik kibir manasında değilse kutsaldır.Bencil olamayan egoist olur.Ben’i düşünmeyen bizi bulamaz.Hepimiz kendi hayatımızın bir kahramanı olabiliriz.Şöhret isteği duymadan kahraman olabiliyorsak gerçek kahramanız demektir. -Bir zamanlar zalim bir yoldan geçenlere eziyet ediyordu. Oradan geçen bir keşiş dönüp kralın askerlerine neden zulmettiklerini sordu.Ama kendisi de dayak yedi.Kralın yüzüne dönüp;Sana o kadar acıyorum ki ,o kadar zavallısın ki.Yaptığın zulmü göremeyecek kadar bitiksin. Bu sözlere kızan kral bir kez daha keşişi dövdü.Keşiş yine haykırdı: işte sözlerimin delili şu dayaklarındır. Kral bu söz üzerine keşişi affetti -Eğer bir insan yaptığı işleri olumsuz eleştirebiliyorsa onunla selamı kesme! Hala yüreği yaşıyordur.Üstat Shantitava bir keresinde ne zamanla başlayan cümleler zinciri kurdu senin de özgürlüğüne bir yol olması dileğiyle ; “Ne zaman düşüncelerin dağılırsa ,Başkalarını sözlü olarak küçümseme isteğim oluşursa ,Kendinin önemli olduğuna inanırsan ve kendinden hoşnut olursan –aleme bir avaze sal-ne zaman başkalarının yanlışlarını anlatmaya niyetlenirsen iddiaların ve başkalarını aldatma düşüncen olursa ne zaman övgü istersen ne zaman başkalarını suçlama arzun oluşursa bütün bu zamanlarda bir odun parçası gibi olmalısın Ne zaman kaba konuşmaya ve tartışmaya neden olmayı dilersen, ne zaman para şan ve şöhret arzularsan ,kendine bir hizmetçi tutmak istersen ,bir tahta parçası gibi durman gerekir.Ne zaman başkaları için çalıştığına inanırsan, sabırsızlık seni kuşatırsa tembellik ve korkaklık seni kuşatırsa utanma duygun bir zarar görürse Bir tahta gibi dur. Tahta gibi dur-mak . Bu dünyada iki kahraman var.Suçlular ve suçlarından ötürü pişman olanlar.Yine de


günahların çoğunun dil ile işlendiğini düşünerek diyorum ki Efendi Buda’nın ilk emri “sus” olmuştu. -Buda’nın öğretisini (Dhammayı)duyar ;onu ezberler ve ezberlediği öğretinin anlamını inceler,dikkatle inceleyerek çabalar :kararlılıkla çabaladığında bedeniyle asıl gerçeği fark eder ve onu bilgelikle anlayarak ,görür.İşte hakikat böyle keşfedilir ,der kutsal metnimiz Canki Sutta -Bizim kutsallığımız dinler üstü ,ideolojiler üstüdür.Bizi dini olarak nitelemek varlığımıza hakarettir.İyiliği ve güzelliği savunan ve yaymaya çalışan herkes bir Buda’dır,sözünü söyleyen kişi öğretimizin önemli ustalarından Dalay Lama. -Hayatını bu işe adadı insan ömründe her dakikanın kutsal olduğunu söyledi. Bu arada vakit iyice ilerlemişti.Barlardaki insanlar coşmuşlardı.Hoca ,bu geceki konuşmayı uzatacaktı.Fakat ,Celal hazırlıklıydı.Bu arada Mehmet Hoca,ani bir hareketle ateşe su döktü ,hadi gidiyoruz ,dedi Celal ,ne olduğunu anlayamamıştı. -Ne oldu. -Ben içkinin olduğu yerde durabilirim .Ama küfrün olduğu yerde durmam.Görmüyor musun? Yan tarafa altı yedi kişilik bir grup gelmişti.Tavırlarından zengin çocukları olduğu belliydi.Kalkmak zorunda kaldılar.

Bölüm 23 Celal ,hayatının en verimli iki ayını burada geçirmişti.Ama kimi ya da neyi severse


sevsin bir gün ayrılacağı bilinciyle yaşamıştı.Kendisini ruhsal anlamda hazırladığına inanıyordu.Yine de elinden gelse gel birlikte gidelim diyecekti MehmetHoca’ya.Ancak ikisinin de şehir kavramları,yaşam biçimleri arasında küçük de olsa bazı farklar vardı. Celal’in tatili bitmeye yaklaşıyordu. .Tercih yapmak zorundaydı.Kendi kendine tatilin sonuna kadar süre tanımıştı.Yaşam yolculuğu ya bundan sonra son verme fikriyle muhatap olmadan devam edecek ya da burada bitirilecekti.O ikincisini tercih etti.Son daha güzel göründü ve daha kolay. Sonraki sabah uzak bir yerdeki parka gittiler.Celal ,bu gün yine farklı farklı sorular hazırlamıştı: -Sizinle tanıştığımızdan beri Budizm’in kutsallığı ve önemini anlatıyorsunuz.Ben görüşlerinizin hepsini kabul ettim.Aklıma şu soru takıldı: Dinlerin yıkıcı etkilerine karşı neden Budizm’i benimsemiyor kitleler? Mehmet Hoca o gün çok neşeliydi.İlk tanıştıkları günlerde hafif bir endişesi vardı:Celal’in inatçı kişiliği Efendi Siddharta’nın öğretilerini nasıl karşılayacağından emin değildi.Şimdi ise Üstadını geçmeye hazırlanıyordu. -Öncelikle bizim bir din olmadığımızı tekrar ediyorum.Bu farklı bir durum, dedim ya yaşanır anlatılmaz. Öğretimizi yaymak gibi bir gayemiz yok.Asla da olmayacak.Bizim öğretimizde zaman ve insan kutsaldır.Hiçbir insanı,öğretimizi kabul etmeyenler dahil,dışlayamaz,onu küçümseyemeyiz..Zira insan bizim kutsalımızdır. Bununla birlikte karate gibi,do gibi pek çok sporu ilk çıkaran Buda’dır.Karate kurslarındaki ilk cümle ‘’Öğreneceğiniz şey kendinizi savunmaktır.Biz ne yaparsak yapalım dünyada kötü insanlar olmaya devam edecek bunu bildiğimiz için kendimizi korumayı da ruh yolculuklarının bir parçası olarak alıyoruz. “Buda ölmeden önce aynen demişti:Benim yolumu takip eden tüm öğrencilerime de ki:Her kes kendi kurtuluşu için çalışmalı.Ruhunu bulmalıdır.”Efendimizi insanlar, ölü sayabilir ama onun teneffüs ettiği havayı teneffüs ettiğimiz sürece o bizim ruhumuzda yaşar.Sıradan insanlar derken onları küçümsediğimi sanma.Hem zaten bizim yolculuğumuzun son aşamalarından biri de sıradan olmak.Onca uğraştan sonra Budhisavatva sıradan olmanın her şeyden üstün olduğuna inanmıştı. Bu sözlerden sonra sıcak bir tebessümle.Veda mesajlarına başladı…. -Burdan ayrıldığında yüreği burkulmuş tüm öğrencilerine Mehmet Hoca’nın şu mesajını götür: Her kötülüğün ve günahın ardında sayısız sebep vardır.Sakın onlardan bir kaçına bağlanıp kendinizi suçlamayın.Eğer yine de kendinizi suçluyorsanız, yüreğiniz hala yaşıyordur.Ama siz ölmeden önce karamsarlığa kapılıp “Ölüm sizlere ulaştığında umarım canlı bulur,sözünü doğru çıkarmayın.Açıklama ister misin? -Hayır.Çünkü ben ölmeden önce ölmenin,bitkisel hayata girmenin ne demek olduğunu bilirim sayın hocam. Benim bildiğim acıyı damarlarında hisseden herkes de bu sözün manasını bilir. Parktan ayrılıp, bankalar caddesinde bir bankaya girdiler.İkisinin de işleri vardı.Banka çok kalabalıktı.İki klima son derecede olmasına rağmen içeriyi soğutamıyor görünüyordu.Onlar beklerken bankaya iki genç kız kahkaha atarak girdi.İkisi de çiklet çiğniyordu.Kızlardan biri vücudunun yarıdan fazlasını açık bırakmıştı.Kızın eteklerine bakan Celal,hocanın kulağına fısıldayarak bir mısra okudu.’’Hocam,bir yerde okumuştum.Mini etekler için şöyle demiş birisi:Sen diyorsun mini etek ,ben diyorum hani etek’’Hocayla gülüştüler.Çoğunluğu erkek olan kalabalık tüm dikkatini bu kızın üzerinde topladı.Öteden beri karakter tahlili yapmayı seven Hoca Celalle sohbete başladı. Bu arada mini etekli kız banka çalışanlarının bulunduğu tarafa geçerek kendine yönelen bakışlardan son derece memnun bir halde para düşürmüş numarası yaptı.Yüzlerin şekli tamamen değişti.Sıralar biraz bozuldu.Kız biraz da yüksek sesle konuşuyordu.Arada bir çevresine bakıyor.Küçümseyen bir bakış fırlatıp tekrar kasalara doğru dönüyordu. Mini etekli kız bir yolunu bulup sırası gelmediği halde işini bitirip çıktı.Onun çıktığı yöne doğru bütün başlar da yöneldi. Bu durum Hocaya, Daniel Goleman’ın Duygusal Zeka ,kitabındaki bir örneği


hatırlattı.Goleman,diyordu ki dürtülerini kontrol edenler edemeyenlerden çok başarılı.Yapılan bir deneyde.Dört yaşında olan çocukların önüne bir lokum konmuş ve yememeleri için telkin de bulunulmuş.Tabi biraz da aç bırakılmışlar.Çocukların bir kısmı yememek için gözlerini kapatmış.Bir kısmı yemiş ,bir kısmı oralı bile olmamış. Bu çocuklar her yaşta takip edilmiş. En son otuz yaşında bir deney yapılmış.İlk deneyde lokumu yemeyen çocukların çok büyük bir kısmı hayatlarının tüm evrelerinde maddi ve manevi anlamda daha başarılı olmuş.Bir kısmı iyi futbolcu,bir kısmı mühendis vs olmuş. -Dürtüsel bir toplum olan, bizlerin halini anlatmaya yeter bir araştırma.Bu anlarda ya da başka zamanlarda kontrolü kaybetme endişesi duyarsan tekrar tekrar söylüyorum. -Nefesinin üzerinde düşündükçe, onu kontrol ettikçe dikkatsizlik ve dalgınlık denen iki hastalığın seni asla” Anapanasati” dediğimiz teknik soluğun ruha ve benlik ötesine ulaştıran köprüsü ve üzgünüm ki gizemini sadece yüreği zümrüt canlılara gösterir. -Hocam ben de öğrenebilir miyim ,ulaşabilir miyim buna dersiniz? -Sen ne düşünüyorsun? -Benim gibi bir insan asla ulaşmaz -Öyleyse üzülme sen zaten öylesin -Nefes uzmanlık gerektiren bir iş.Sıradan insanın sıra dışı davranışıdır.Belki günde on dakika düzenli nefes çalış çalışması bile kurtarıcıdır. Bu arada bankadan çıkmışlar merkez caddede bir taraftan yürüyor bir taraftan da sohbete devam ediyorlardı: -Böcek olmak iyidir sözünü duyarsan beyninde ne canlanır? -Dünyada böceklerden daha kötü çoook insan var.Ayrıca Divan şiirinden dolayı hep pervaneleri düşünürüm.Işığın etrafında dolana dolana ölmeleri hep bir anlam ifade etmiştir benim için. -Böcek denince benimse aklıma ilk olarak yıldız böceği gelir.Lakin zavallı böceklerden daha böcek insanlar varken bu dünyada yıldız böceği olmak pek çoğumuza zor gelecektir. Bizim dünyamızda iyi ya da kötü düalizminin sınırları yoktur. Aklıma uzun süredir takılıyor.Hep dualizmi eleştiriyorsunuz.Ama biraz önce söylediğiniz şey dahil hep iyilikten yana tavır koyuyor kötülüğü eleştiriyorsunuz.Yaptığınız düalizm değil mi? -O kelimeleri kullanırken senin düzeyine indirgediğimi bilmeni isterim.Şu anda bulunduğun aşama iyilik ve kötülüğün ötesini anlamaya müsait değil.Sezai Karakoç’un meşhur kar şiiri var ya “Karın yağdığını görünce Kar tutan toprağı anlayacaksın Toprakta bir karış karı görünce Kar içinde yanan karı anlayacaksın

…. Ben bu şiiri yazdım aşkın Öyle kar yağdı ki elim Ruhum seni düşününce

çeşidi üşüdü ışıdı

Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın” Sezai KARAKOÇ

-Dualizmin ötesinin olduğunu bilmek zor keşfedilecek bir gerçektir.Neyse ben kaldığım yerden devam edebilir miyim?


“Amerikalı zen ustası Paul Carus hayatı özetliyor:Saklanan maddi hazine fayda vermez.Yardımseverlik ve ölçülü olma kendini kontrol etme ve erdemli işlerle biriktirilip saklanan hazine ise sonsuzlaşır.” Bak şimdi: “Zihnindeki ahengi sağlayanlardan birisinin yanına Azrail yaklaşmış -Neden korkmuyorsun? diye sormuş. Çünkü ey Azrail demiş ben gerçekten de yaşadığım için ölümden korkmam.” -Azrail Tanrı’dan bir dilek dilemiş ve Ey rabbim bu insanı böyle cesur yaratmanın sebebi nedir? Bana göster demiş. -Sonra gözlerinin önüne ağlayan bir çocuk gelmiş.Azrail’in birazdan canını alacağı adam da çocuğu kaldırıp ona gülümsüyormuş. -Azrail o zaman anlamış gerçeği.Muhtemelen tüm hayatı boyunca ağlayanlara yardım etmiştir,yorumunu yapmış. .İşte o zaman Azrail kılık değiştirmiş ve kuzu kılığına girerek adamın elini koklamış parmağında çok hafif bir acı hissetmiş.Sonra da can vermiş. -O günden sonra tam iki gün iki gece yağmur yağmış .Tabi akan suların meleklerin o ruha kavuştukları için döktükleri sevinç gözyaşları olduğunu yüreği zümrüt olanların dışında kimse anlamamış. - Evlat!Hikayeler sadece iyi insanlar içindir.Bizden önce de insanlar vardı.Bizden çok daha iyi insanlar.Bundan yüz yıl sonra adlarımız kainattan silinip gitmeyecek mi?.Aslında yaşam her dakika binlerce hikaye anlatır bize .Biz sadece sözlü hikayeleri anlıyoruz.Konuşmak için sadece dil gerekli değil ki. Anlayabilenler için dilsiz konuşma en çok konuşmadır.Bazen ağaçlar ,bazen toprak bazen de gökyüzü ama anlamadığımız bir dilleri var.Gül ,en çok susan ve en çok anlatan,değil mi? O akşam hüzün bulutları kaplamıştı her yanı..Teras katına çıkıp gönlünce ağladı.Neden ağladığını kendisi de bilmiyordu.Bir kaç dakika sonra ise rahatlamıştı.Sevindiği için mi,yoksa üzüldüğü için mi? Galiba sevinçten idi.Mehmet Hoca gibi, bir insanla tanıştığı için Tanrıya şükretti.Ruhsal yolculuklar kim olduğumuzu tayin ettiğine göre başarıyı saklandığı kuyudan çıkarmak gerekiyordu.Ertesi gün yine kahvaltıyı birlikte yaptılar.Çalışma odasına gittiler.Mehmet Hoca raflardan Alan W.Watts’ın Zen Yolu kitabını çıkardı . Celal bu adı görür görmez hatırladı: Hocam şu teknolojiye karşı olan adam değil mi? -Alan Watts’ın konferanslarında ısrarla teknolojinin insanları olumsuz etkilediği söyleniyor.Ne diyorsunuz bunların ruhsal yapımıza etkileri neler olabilir? -Teknoloji bir verdi üç aldı.Ancak Duruma o derece basit ölçülerle bakamayız.Mobil telefonun yan etkilerini saymak gibi.Teknoloji çocukları televizyon,bilgisayar,ya da mobil telefon ..Benim gördüğüm kadarıyla dikkatsizlik ve geçici hafıza sorunları,okulda başarısızlık,kural dışına çıkma,kavgacılık,eleştiriye kapalılık ve tahammülsüzlük öfke patlamaları yaşıyorlar.Sınırlı sayıda arkadaşları var.Disiplin suçları işlemeye bayılırlar.Duygu ve düşünce açısından zayıftırlar ve çok konuşmayı severler.Aslında seni korkutmak istemem fakat teknolojinin senin üzerinde de pek çok olumsuz etkisi var. Bu rahatsızlığın olmadığı kimse yok ki…dedi yavaşça içinden. Hoca,Zen yolu kitabından okumaya başladı. Buda’ya , en yakın yol kanımca Za-zen sanatıdır.Bu dinlerde olduğu gibi bir mezhep değil sadece yorumlama farkı: “Za-zen sanatı dolaysızlık, çaba ve mizah işidir.Zen yolculuğu bilenlerin konuşmadığını ;konuşanların bilmediği bir durumdur.Psikolojinin bir dalı değildir. Zen, asya steplerinden dünyaya yayılan muştudur.Zen yolcuları bilir ki :Kelimeler ancak benzer deneyimleri yaşayan insanlar arasında iletişim sağlar.Soyutlama iletişim için gerekliliktir.Zen


yolcularını birleştiren bu soyut anlayıştır..Zen yolcusu, münakaşaya girmez.Çünkü her münakaşa egoyu tatmin içindir.Tibet’te,Zen çalışmak bir yiğidin ruhunu gerektirir derler.Karada denizde havada suların üstünde seyahat eder” “Zen yolcuları bilir ki bir resim yüz söze bedeldir.Zen yolculuğu içe dönük kurtuluşun dışa dönük sembolüdür.Zen yolculuğunda tüm dünya çocukları kutsaldır.Bilge insanları,çocuklara benzeten bu yakınlıklarıdır.Onlar kendilerinin bilincinde değildir. Kendinin farkında olmayan çocuk,büyüdüğünde aldığı eğitimle kuralcı olur.Çünkü eğitim sistemleri çocukları kuralcı yapmak içindir.Çocuk ,yaşam sürecinde günah ve suçun bedelini ödeyerek toplumsal olur.”Bizim kelimelerimiz içinde suç iyilik ya da kötülük yoktur.Böylece çocuklar çocuk olmaktan çıktığında zendeki kutsallıkları kaybolur.O zaman şuracıkta bir hırsızlık yapmak bir suç değilse düşüncesine benzer düşünceler aklından geçti mi? -Evet -Daha anlamamışsın. Ama,dedi. Konuşmaktan vazgeçti.zira direnmenin yararı yoktu.Mehmet Hocatartışmanın bütün kurallarını biliyordu.Görebildiği kadarıyla hayatının tümünde onunla tartışan sadece birkaç kişi olmalıydı. Kişilerin toplum tarafından yaptırımlarla desteklenen kalıplarla uyuşamadığını düşünmesi toplumsal kuralların sonucudur.Suç ve günah kavramı tam da bu sırada ortaya çıkar.Kişiler mutlak olanla problemli olduklarını gördüğünde ya bunalıma girer ya da Tanrı’yı reddederek kötü sonuçlardan kurtulmaya çalışır.Böylece Tanrı’yı reddetmek aslında onu kabul etmenin vereceği ağır sorumluluktan kaçmanın kolay bir yöntemidir” “Herkes için doğru olan bazıları için mutlaka yanlıştır.” -Hocam,özür dileyerek tekrar söze gireceğim.Sözleriniz arasında tam bir bağlantı kuramadım.Yine de belli bir ideolojisi olan insanlar hep en doğru fikrin kendilerine ait olduğunu ve dünyanın kendi düşüncelerine göre tanzim edilen bir dünya olursa acı ve eziyetin biteceğini söylüyorlar.Buna göre dediklerinizi nereye koyacağız. -Özetle Zen sanatının insanı ulaştıracağı zirveyi konuşuyoruz.Dediklerine gelince.İnsanları yönetmek yüzyıllardır yegane savaş sebebi değil mi?Bak ,hayatım boyunca politikayı sevmedim ve anlamam.Ama sözünü ben bitireyim. Politika kimsenin kendisine tapmasını istememeli çünkü Tanrı’ya karşı yapılan devrimler diktatörlüğün kişisel şekline dönüşür.Çünkü mutlak olanın yeri boşalınca yerine “Görece Olan” onun kalbini işgal eder.Çoğu zaman bu süreç kadın ya da başka bir ilahın insan yüreğini fethetmesiyle son bulur.Tanrı’ya karşı yapılan işler tanrılaşmaya yol açar.”Tahmin edeceğin gibi Tanrı belki göreceli bir kavramdır.Ama olmadığı varsayıldığında yeryüzünde o kadar büyük bir karmaşa olur ki .Bu karmaşa her şeyi önüne katan bir fırtınadan daha tehlikelidir.Fırtına, yaşamın anlamını bile önüne katıp götürür.Yaşam olduğu sürece göreceli olan daha nice kavram göreceli olmaya devam edecektir.Bu,görecelikler içinde görecelikten sıyrılanlar objektifliğe ulaşacak.Tarafsızlıkla incelendiğinde belirecek olan katı bir gerçekliktir ama sebebini bugün dahi anlamadığımız bir görece etiketi hiç kaldırılmayacak. Korkarım böylesi bir dünyada kimse yaşamak istemeyecek.Zaman kavramı korku kavramının eş anlamlısı olacak.Yalnızlığın tüm evrene olumsuz boyutuyla hakim olduğu İğrenç ya da mükemmelliğin dünyası. Böylesi bir dünyada yaşamak ister miydin? -Boğazına hıçkırık düğümlendi.Ki büyük dinler bu durumun kıyamet öncesi yaşanacağını söylüyor.Sadece iyi ve kötü.Biz ise dünyanın son boyutuna bağlıyız. Yani iyi ve kötünün ötesine… -“Zen bulanık ve belirsizdir.İmgeler dünyasıdır.Soluk ve karmaşıktır.Gerçi zihin gücü vardır içinde ve en doğru olduğundandır ki içinde güven vardır.Taç ve zen tanımlanamaz gerçekliklerdir.Zen ve Taç kendiliğindenliktir.” Zenle bağlantılı olan Tao’ya gelince: -“ Üstün insan TAO’yu duyunca hayatına uygular, orta seviyeli insan bazen yaşar ,seviyesiz insan onu duyunca güler ,gülmeseydi zen, Zen olmayacaktı. “


-“Zen asla kendi yolunun doğruluğunu ve mükemmelliğini iddia etmez.Diğer insanlardan alıntı yapması onun zayıflığını göstermez.” -Sıradan insanlar ne kadar da mutlu değil mi?Oysa bilgili insanlar ne kadar da huzursuz.yergi ya da övgü Zen uygulayıcısını rahatsız etmez.Şimdi seni öveceğim.Etkilenmeyecek misin? -Etkilenmemek mümkün değil ki -Şimdi sen beni öv. Aklına gelen gerçeklerle hocayı övdü ama karşısındaki hiç etkilenmemişti Sebebini açıklamasını isteyince -Beni övdüğünde sadece kötü anlarımı hatırlıyorum. -O halde kendinizin nirvana dediği halin içindesiniz. Nirvana ve Fena mertebesi öyle kolay değil be evlat. Ömürler yemiştir. O zaman nedir diye sormuşlar Bay Watts’a ,O da cevap vermiş: “Nirvana sonsuz yokluğa geçiş somutluklar dünyası ötesidir.Bir yokluk ama asıl var oluş.O ,ruhani bir istek ya da makam değildir.Berrak bir bilinçtir.Dünyayı olduğu gibi görme sanatıdır.Zira amaç varsa Nirvana yoktur.Efendi Tathagata entelektüel merakı gidermek amacıyla eser bırakmadı.Temelde o kendi iç işlemleri üzerinde çalışan son derece duyarlı ve kavrayışla zihinlerin bir çalışmasını yaptı -Peki Gazali’nin ruhumuz her şeyi önceden biliyordu.Bilgiler orada örtülü haldedir.Eğitim bu bilgileri ortaya çıkarır.” Sözü doğrulanmış mı oluyor? -Bu sözden anladığımıza göre her insanda bir kaşif ve dahi özelliği var ama psikologların bilinç ötesi spiritüalistlerin ruh dediği bu bölgeye ulaşan her insan yürüyen bir mucizeler dünyası olacak.Tasavvuf ehlinin fena dedikleri mertebe acaba orası mıydı?Ve Buda’nın ,Gazali’nin, Einstein’inin ,Edison’un değişik özellikleriyle bu bölgeye ulaştığını söyleyebilir misiniz?Ne düşünüyorsunuz?. -Bu insanların tümü bir şeyler arıyorduAramak kaybetmektir.Kaybolmayan şey aranmaz.Büyük uyanışlar her zaman değişim çabasıyla ortaya çıkar.Diğer ilginç nokta da zıtlıklar arasındaki şaşırtıcı benzerliktir.Nirvana ,sezgisel bilgelik olarak nitelendirilebilir.Bu yüzden zıtlıklar nirvanada kaybolur.Kısaca iyi ve kötünün olmadığı bir dünyadır. -Neden çelişkiyi bu derece seviyorsunuz? Bir çelişki bırakmasanız ,olmaz mı? Alaattin: -Çelişkiler düşünceye götürür.İnsanlar ,çıplak gerçekleri duymaktan bıktılar.Birilerinin ,kendi gerçeklerini görmesini istiyorlar.Nasıl uyuyacağımızı veya nasıl davranacağımızı söyleyen bir yığın para bezirganına birileri dur demeli.İnsanlar özlerindeki cevheri bulmalı. Sımsıcak bir tebessümle anladım “Aramak kaybetmektir ve kaybolmayan şey aranmayacağına göre aramak bir şekilde bulmaktır diyerek devam etti: -Oysa aramamak kaybetmemektir.Kaybetmeyen aramaz aramayan da bulamaz. -Atasözlerini kullanmayı sevmem ,düşüncenin gelişimini engellerler.Ben yine de birini kullanayım.Boynuz kulağı geçmeye hazırlanıyor mu? -Böyle bir gayem yok ki… -Çok güzel. Yine gözleri doldu Celal’in kime ya da neye duygulanacağını artık iyice tahmin edebiliyordu..Kolay ağlayan bir insan gitmiş yerine daha zor ağlayan bir insan gelmişti. Hoca,hanımından çay istedi.Hocanın çay istemesi her zaman sohbetin uzayacağına ve derinlere dalacağına işaretti.Celal de onu daha iyi tanımıştı. -Benim yaşadığım şehre göç etseniz Hocam, bir ömür boyu beraber olsak ben oğlunuz olsam. Celal derdi hep ikinci heceyi uzatarak telaffuz ederdi. -Birbirini hakiki manada seven kaç kişi kavuşabilmiştir? Bu sözleriyle Hoca ,Celalle aynı yerde yaşayamayacağını belirtiyordu.Ama bu aynı


zamanda kendisine ait bir umutsuzluk işareti olabilirdi.Kendi hayatını yaşayan isimsiz bir kahraman olarak bahsedecekti ondan tanıdıklarına .Derin bir sessizlik çöktü....Sessizliği bozan kişi her zamanki gibi Celaldi: -Çayın özel bir anlamı mı var ?Çok içiyorsunuz -Elbette Hristiyanların şarabı,bizim de çayımız. -Hem bazı özel çaylar vardı..Gün batımlarında çay törenleri düzenlenirdi Shangai tapınağında.Sadece büyük üstatlar gümüş fincanda çay içerdi.Dağlardan onlarca çeşit bitkiden yapılan bu karışım çay.Bizi zinde tutardı.Burada o bitkilerden yok.Bir de bu törenler müzikle birlikte en az beş altı saat sürerdi. … -Neden gizliyorsunuz başınıza gelenleri yaşadıklarınızı, elde ettiklerinizi.Kaç gündür tanışıyoruz ilk defa Shangai tapınağında eğitim yaptığınızı söyledi. -İlk tanıştığında tüm artılarını sayan insanlar vardır.Hep kendilerinin reklamını yaparlar..Bitirdikleri üniversiteyi tanıdıkları ünlüleri, gurur duydukları bir meslekleri varsa onu … -Ben ilk tanıştığımda sana oralara gittiğimi söyleseydim.Gittiği yerin akımından etkilenip saçlarını değişik modelde kestiren gençlere benzetirdin.Senin bilgine göre zayıf, güçlüye benzemeye çalışır.Benim bu tür bir zayıflığım olmadığını bilmeni istedim.Artık olumlu yanıyla övünmeyecek bir insan olduğuna inandığım için sansür uygulamayacağım. -Pek yakında Buda’nın bilemediğin çok az şeyi kalacak. .Ayrıca yaşlandım ve benim öğretilerimi taşıyacak birisine ihtiyacım var.Sana yakında “Sadıklar Planı’ndan” bahsedeceğim Celal! Sakın onu duygusal ortamın hazır olmadığı yerlerde , kötülüğün alışkanlık olduğu yerlerde kullanma. -Ya iyilik yolunda kullanırsam . -Onu iyilik yolunda kullandığını düşünürsen iyilik yolunda kullanılmamıştır. -Artık şifrelerinize alıştım.Onu da çözeceğime inanıyorum. -Oralarda bizim duymadığımız ,öğrenemeyeceğimiz daha neler öğrendiniz? - Sana sihirbazlığın yollarını anlatmayı isterdim fakat o tür şeyler sadece filmlerde.845 yılında Budizm kısa fakat acı dolu bir zulüm gördü.Budist keşiş ve rahipler ibadet esnasında öldürüldü.İbadethaneler kana bulandı.Çin yaptığı bunca zulmü Mao adına yapmıştı.Ne ilginçti.Oysa Buda’lar siyasetten her zaman uzak durmuşlardı.Buna karşılık Budhisavatvalar Çin’e karşı mücadele etmedi.Ordan kaçan Budalar dünyanın değişik yerlerine yayıldı.Uzun süre sonra özgürlüğe kavuştular ama bu onlara pahalıya mal oldu. Çünkü barışın bu dünyada onların varlıkları ile kaim olduğuna inanmışlardı. -Gene de acılarını kısa sürede unuttular.Gözyaşının, akıttıranı boğmak gibi bir özelliği vardır.Bir süre sonra bu emri veren kral çok feci bir şekilde katledildi.Hem de Budistleri yok etmek için kurduğu ordu tarafından. -Hayatın ,atalarının ya da erdemin sırrını arıyorsun Celal’im oysa buna gerek kalmayacak.Yürürken yürümekten başka bir şey düşünmediğin gün,yerken sadece yediğin şeyin lezzetini düşündüğün gün ,göklerin kendiliğinden mavi,güneşin kendiliğinden sarı,lalenin kendiliğinden kırmızı olduğunu anladığın gün ve andan itibaren yeryüzünde bir Buda ya da Rumi dolaşıyordur. Bana Buda’nın ölümünü bir kere daha anlatsanız Hocam, dedi zorla yendiği hıçkırığı ile. “Yanında birkaç sevdiğinin dışında kimse yoktu.Dağlar ağlayacaktı birazdan. Başını gökyüzünden yere çevirdiğinde dostlarını bekledi kutsal ağaç kurumuştu.Siddhartha, ölüyordu.Gandi,Rahibe Teresa,Olof Palme, birazdan ölecekti.Haykırıyorlardı boşluğa madem ki darbe dosttan geldi ve hedef dosta ulaşmak.O zaman bir özge can olmak varken bize sıradanlık cezasını vermediğin için teşekkür ederiz demişti ruhları gelecek zamana Toprak, her zerresiyle bağırıyordu o gün: -Ey üzerimde gezenler,oturanlar!Ben ki dağları ,taşları eritip içime almışım.Ben ki göklerin suyunu yutmuşum tüm milletler hazinelerim için savaşır.Evet Ben sizi


kıskanıyorum.Ölümsüzlük iksirini siz alacaksınız bense yok oluşun acısını çekeceğim,diyordu.İşte böyle bir gün de öldü.Bir ağacın altına oturmuş ve gerçeği bulana kadar bu ağacın altından kalkmayacağım,demişti.Son oturuşunda dayanamadı ve yere düştü.Zihnine kalbini durdurmasını söyledi. Beyaz bir bulut gördü.Sonra bu bulutun kendini hiç terk etmediğini bir kez daha düşündü.Gözlerini hafifçe kapadı.O günden sonra kalbi dolu her cengaver onu görür gökyüzünde.Ve daha binlercesini Pir Sultanı,İbrahim Bin Ethem’i,,şair Naili’yi,Galip Dede’yi, ,El Cezeri’yi,Hallacı Mensur’u Şibli’yi kim unutur ki! -Onların mirasına sahip çıkmak ve hepsinin aynı şeyi söylediğini anlamak zorluk ağacından bir daldır.Artık koruma aşamasına geçmeye hazırlan evlat.En zor aşamaya. Vaktin epeyce ilerlediğini anlayan Celal,müsaade istedi.. Teybi çözmek onun uzun zamanını alacaktı. Hocanın bahsettiği konular arasında neden “meşguliyet” yoktu.Tüm doktorlar bunu tavsiye ediyordu.Terapistlerin ısrarla vurguladığı kendinize bir meşguliyet bulun,tavsiyesi MehmetHoca,tarafından yapılmadığına göre özel bir anlamı olmalıydı. Üstat Alaattin’in amacı , Celal’in kendisinin ulaşmasını istemesi olabilirdi.Hoca, zorla ulaşılan bilginin daha iyi korunacağını biliyor olmalıydı.Yaşamda kolay elde edilen bilgilerin ya da malların uçup gitmesine engel olmak bazen imkansızdı.Mehmet Hoca, o güne kadar her konudan bahsetmiş ama sürekli meşgul olma ve yaratılış öncesi durumdan hiç bahsetmemişti.Celal ikisi arasında bağ arıyordu. Ruhu rahatlatan, eylemlerdi. Yüce Ruh , ruhları yaratırken temel amaç olarak faydayı benimsemişti…Eğer bu yorum doğru kabul edilirse ruh, işe yaradığı, faydalı olduğu tüm zamanlarda temel amacına hizmet etmiş olmanın huzuruna eriyordu.Üstelik bu meşguliyetin illa da ilahi olması zorunluluğu yoktu. İşte, diyerek bir çifte telli oynamaya başladı.Buldum, ısrarla öğretmediğini buldum: -Bunları bana söylemiyordu .Çünkü hiçbir krizin ,bunalımın çözümünün öğretilen yöntemde değil öğretilmeyende olduğunu anlamamı istiyordu. Ertesi sabah ,önceki gece rahatlamanın verdiği güçle MehmetHoca’ya koştuğunda ellerini öptü. -Hocam, buldum. Neyi ,diye sordu şaşkınlıkla. -Benim hayatımda bir kriz dönemi ve siz bana öğretmediğiniz gerçeklerle bu krizi çözeceğimi anlatmak istediniz. MehmetHoca,bu kez teslim oluyordu. -Çırak ustayı geçmezse sanat ölür.Bu gün ben seni dinleyeceğim Celal… -Yoo hocam.İki gerçek keşfeden biri olarak hayatın sırrını çözmüş gibi davranmak istemem.O kadar da değil. Hoca,yanına gelmesini istedi. -Şimdi yaklaş, dedi. Alnından öptü Sana iki hediyem var:Sana söz veriyorum senden isteyeceğim dileği reddetsen de dileklerini yerine getireceğim. İki:Bana ustalarım tarafından verilen kutsal yasaları sana öğreteceğim.İstersen sana zihin okumayı ve ateşte yürümeyi de öğreteyim. -Hayır hocam , bu ilmin gücünü taşıyamam .Ayrıca kusura bakmayın sözlerim sizinle ilgili değil .Ayrıca sizin kadar kapalı da konuşamam.Kırtasiyelerden büyü kitapları alıp büyü yapmaya çalışan mahalle kadınlarını hep ayıplamışımdır.Şimdi ayıpladığım şeyin gerçeğinin de beni sıkacağını biliyorum.Kendimi biraz da olsa tanıyorum .Ben sıradanlığın rahatlatıcı olduğunu biliyorum.Bu nedenle benim ihtiyaçlarımı karşılamayacak bilgileri istemiyorum.Bunu da sizden öğrendim. -Tamam Celal, anladım.Sözlerinin benimle ilgili olmadığını söylemene hiç gerek yoktu.Diyelim ki öğrettim.Bu bin şubeden biri olurdu.Buna ilaveten taşıyamayacağın bilgiyi


sana vermezdim. -Bu konuyu kapatalım. Celal: -Ben başka bir konuda soru sorayım? -Elbette! Değil mi ki soru mantığın,cevap zekanın ürünüdür. Kelimelerdir seni düştüğün çıkmazdan kurtaran.Kelimeler katil ya da maktuldür.Kelimeler barış ya da savaştır.Kelimeler zenginlik ya da fakirliktir.Değil mi ki kelimeler hayattır.Hatta hayatın şahıdır. -Artık uyandım diyebilir miyiz? -Uyanış gerçeğin ne olmadığını bilmektir.Uyanış ,insanın kendisini bilinen bir şekilde tanımlamamasıyla başlar.Ahlakçı filozoflar ve kişisel gelişim bezirganlığı uzmanları ve disipline edici önlemler üzerine bina edilmiş düşünceler çürümeye mahkum.Batı kaynaklı kişisel gelişimin insana dayattığı her şeyin ölçülmesi bizim bakış açımızda önemli değildir. - Güçlülük ,zayıflık;iyilik kötülük ;azlık ,çokluk. Bu nedenle uyandım,uyanmadım gibi net cevaplar bizden uzaktır. -Biz ,zen yolcuları asla Batı bilimlerine karşı ya da destekçi olamayız.Zen ve Taoizm kendisiyle bile alay ederek kendini güvende hisseder. Bilim kendisiyle alay etmez.Alay özgüvenin göstergesidir.Bizi ne kadar çılgın olduğumuz konusunda belki ölçebilirler.Bize göre deha çılgınlıkla ilintilidir..Bu yüzden çılgınlarla zen ermişleri arasında benzerlik vardır.Çünkü çılgınlar ve ermişler amaçsız yaşarlar. -Hocam ,Canan’ın kendisiyle alay etmesi böylece aydınlanmış oluyor. Üstadımız Alan W.Watts bir keresinde demişti ki :Bizim yaşamımız amaçsız yaşamak yönünden kemale ermiştir.Sanatçının zamansız dünyasında bir anda hiçbir yere gitmemek için kendi iç huzurunu yansıtır.Hiç bir yere gitmemek,her yere gitmektir. Sonraki günlerden birinde Sarah Brighton’a dinlerken Celal çıkıp geldi. -Hoca’m bana anlattıklarınızın olumsuz bir etkisi olur mu ,sorusu takıldı kafama.Her öğretinin kalbin daha hızlı çarpmasına sebep olmak gibi bir etkisi vardır. -Elbette olur.İnsanlar kendilerini tanımadan bir yolculuğa çıkarsa sıkıntı çoğalır.Bunca bilginin uygulamasını yapmadığın zaman, seni sıkar.Kendine planlar yapıp buna uymadığın zamanları düşün.Bu nedenle kendinden çok az şey bekle.Rahatlarsın. Sisli bir sonbahar sabahında yanan yaprakların kokusu ,üzerlerine güneş ışığı vuran güvercinlerin yağmur bulutlarına karşı uçuşları ,karanlıkta görülmeyen bir şelalenin sesi ya da tanınmayan bir kuşun orman derinliklerinden gelen ilk haykırışı zen sanatında önemli anlardır.Eğer bu anın genel ruh durumu yalnızlık ve sessizliğe götürüyorsa artık nirvanadasın .Orda biraz önce bahsettiğin olumsuzluğun olma ihtimali yoktur ..Bahsettiğim bu anlar yaşanmazsa diğer anların da önemi olmaz.. - Biraz önceki sözlerinizden anlayamadıklarım oldu. - Eğer yanmayı seversen,yolculuğun sonundaki mekandan ziyade yolculuk sana fayda verirse söylediklerimi anlarsın. Yolun kendisi bir hedefe dönüşürse sen kazandın demektir..Ve en büyük hedef zamanın zincirinden kurtulmaktır.Siz anlamaya ne diyorsunuz. -Biz ,kendi kelimeleriyle ifade etmek diyoruz anlamaya. -Bende diyorum ki anladığına o zamana kadar yaygın olmayan üç boyutlu düşünceyle yeni fikir eklemektir. Celal: - Zamanın zincirinden kurtulma, ebedileşmek mi? -Zen ustaları geçmişte ve gelecekte yaşamazlar.Andaki zirvenin sonsuzluk şarabını içerler.Umut dolu değildirler ama umutsuzluk onlardan uzaktır.Dolayısıyla meditasyondan arta kalan sonsuz şimdiliktir.Sonsuz şimdilik iyi duyma, iyi görme, yeterli nefes alıp verme ile elde edilir. -Özetlersem, karşındaki kişinin başka hiçbir şeyin farkında olmayacağının fark edilmesiyle artık zen o şahsın içinde erimiştir.Ama ona uygun davranmaya çalışmak ya da ona


erdiğini düşünmek ondan zerre kadar etkilenmemektir.Bu nedenle yokluk, varlığa, işarettir.Sonuç şudur ki yaşam şimdidir sonrası yoktur. --Allah aşkına Hocam bu nasıl iştir.Yanma ile girdiniz yoklukla bitirdiniz.Şimdi ben yanma ile yok oluşun aynı şey olduğunu mu düşüneyim.Hadi öyle olsun.Yangında yanan insan yokluktan varlığa nasıl ulaşır?Ben size zincirden kurtulmayı sordum.Sizde ne geçmiş ne gelecek dediniz. -Evlat bilim insanları bu soruyu çok kolay cevaplar.İnsan yanınca kül olur.Külü yok etmek istersen gazlar oluşur.Varlığın devam şekli bu gazlarla sürer.Hidrojen ve oksijen ve diğer gazlar havaya senin yaktığın insandan yayılır.Yerdeki bitkiler ve havadaki kuşlar yok olan her insandan varlığı alır. -Bir bulutta ya da yağmur damlasında bizimle ortak olan neler vardır?Bir hayvanın sütünde bizim yapımızla ortak neler vardır.? Zaman kavramı çok geniş bir kavram.Meditasyon,hayal ve rüya ekseninde bir inceleme yapıldığında sonsuzluğun bu dilimlerde elde edildiği görülür.Çok kesin cevaplar istiyorsun:Kesinlik ve mutlaklık bilimin ve felsefenin işi.Hem hiç unutma bizimkisi adresin tarifi gidecek olan sensin. Celal,anladım manasında başını salladı. -Aslında tüm sorularını özetlememi istersen ;Varlık sorusuna verilen cevaplar insanı insan: ya da Tanrı: ya da çukur adam yapar.Acaba Buda’yı Rumi’yi ,Goethe’yi bu derece yücelten neydi? Neydi Paulo Coelho’yu barlardan uluslar arası dergilerin manşetine taşıyan? Celal’in cevaplamasını beklemeden kendisi cevapladı. -Çünkü bir gece bir ceylan inmişti kalplerine ,Bir ilkbahar sabahının güneşi doğmuştu içlerine ,bir ürpertiydi, bir serçenin haykırışlarıydı. -El Cid öldü,Emiliano Zapata öldü,Efrasiyab öldü,Barbaros öldü ,Cem Sultan öldü dostum. .”Yoktu elemlerinden şu kubbede bir iz ağlar Safahattaki Hüsranlar bile sessiz.”...Beyaz giysili adam boynunu bükerek son yolculuğuna çıktı dostum..Shekespeare öldü dostum nağmelerin Itri’si öldü dostum. Kemal Sunal gülmüyor dostum , Can Yücel artık yok .Sait Faik artık yazmıyor.Sezai Karakoç saat on ikiyi beklemiyor.Maraş artık şair yetiştirmiyor….Artık Cem sultan şiir yazmıyor.Ve Fuzuli fazilet dolu şiirler yazmıyor.Ve kutsal ışıkların bekçileri milliyetçiliği Arif Nihat gibi yorumlamıyor..Şafaklarımıza yalancı tanlar düşüyor. Velhasıl Tolstoylar yok artık. Sayın Hocam, artık benden isteyeceğiniz şeyi merak etmeye başladım?Ayrılık adım adım yaklaşıyor. -Bana söyleyeceğiniz daha çok şey var mı? -Benimki sadece başlangıçtı.Senin yapacağın ise yolculuğunu daha iyi bir düzeye ulaştırmak.Bizim emeklerimiz her şeyin bir şeye döneceğini anlatmak içindi.İdrakin ötesi olmalı bir yerlerde.Zen kapısından giren ene ve egoyla vedalaşsın.Bizim sanatımız sadece yaşayarak algılanabilir iletilemez ,bulunur.Boşluğa ulaşınca mutlu oluruz .Çünkü bizim boşluğumuz doluluğun karşıtı değildir.Olan her şey zihnin sonucudur.Davranışlarımız, düşüncelerimizin ve birikimimizin sonucudur.Yani evladım ortada bazı dertler sıkıntılar varsa .bu senin ya da başkalarının onu yorumlama tarzından kaynaklanıyordur. -O yüzden mutlak sonuç sadece dinlerin işidir.Bizimkisi bir uğraşı,öğreti felsefe ya da doktrin değil.Yine senin kelimelerinle konuşuyorum.Kurtuluş aramakta değil, kaliteli yaşamaktadır.Her şeye rağmen kötüden kaçmakla Tathagata olunur . -Başka insanları dinleme! İçindeki sesi dinle.Bu sesin sana doğru olmayanı asla ilham etmemesi için daima meditasyon yap.Hem sanırım bu senin tefekkür kavramınla yakından ilgili..Meditasyon iyi bir güdü ve azimle ileriye götürülür.Meditasyoncu tokluğu ve açlığı önemsemez. . -Meditasyonda hiçbir şeyi düşünmemenin tadına varırsın .Bu senin dünya ve ahiret işini düzenler.Unutma!Düşüncesizlik,düşüncenin en önemli aşamasıdır.Hatta düşüncenin son aşamasıdır.Yüce hakikate erişene kadar meditasyonu sürdür .Bunun için şöhret,yemek,uyku ve


paraya köle olma. Gerçi meditasyon yapınca seni kötülükten uzak tutar fakat yine de hırs ,öfke ve cehalet bir Buda’nın en büyük düşmanıdır. Ve biz ,kendimizle yaptığımız savaşta ileri gidersek çok büyük aşamalar elde ederiz. Yalnızlık senin gizli hazinen olacak.Yalnızlık bir kaderdir.Başta ve sonda yalnızdık.Zen yolcusu her daim yalnızdır.. Zen yolcuları hep garip ve yalnızdır.Kendini yalnızlığıyla acındırmaya çalışmaz.Zen kitlelerden hep uzak kalacak ki kalmalı da. Bilinir ki sosyalliğin sonunda tekrar yalnız kalmak vardır.İşte Zen yolcusu sonu baştan gördüğü için kendini başkalarına beğendirme esaretinden korur.Tek elin sesini duyduğun zaman, zamansızlığa ulaştın,yalnızlıktan beslendin,demektir.Her son başlangıçtır.Burdan gittikten sonra adımı ölümsüzleştirmeni istiyorum?Yükün ağır olacak.Bu sorumluluğu yüklenmen için içinin rahatlaması gerek.Masumiyetin kutsal kasesinden içmen gerek.Hatta benim isteyip de yapamadığım şeyleri yapman gerekecek. Kendimizle savaşmak ama asla yendiğini bilmemek.Kalbindeki ve beynindeki kuvvetin farkında olmayan biri için zorluk katmerleşir. Senin zaferlerin karmaşadan düzen çıkarmakla olacak. Hindistan ormanlarında Chandana ağacı etrafında kendi türünden olmayan tüm ağaçları kurutur.Gerçi doğada etrafındaki yabani otları kurutan kardelen gibi çiçekler çoktur.Fakat Chandana ağacının bu acımasızlığı bana hep kendi ideolojisinden ,kendi öğretilerinden,kendi takımından daha iyi takım olmadığını söyleyen kendine benzemeyen hiç kimseyi etrafında istemeyen ,kişileri aklıma getirir.İnsan olmanın başlı başına bir sorumluluğu olduğunu bilmezler.Bu yüzden Zen yolcularının sorumluluğu ağırdır.Yaşadıkları çevrede kendi düşüncelerine aykırı biri olsa da onun önünde saygıyla eğilmeyi bilirler .Hoşgörü,oldukça zor zihinsel birazda kalbi bir eylemdir. Alaattin: Diyelim ki Zen yolunda ateşin üstünde yürüdün ve seni yakmadı.O zaman neye ihtiyacın olur? Celal,hiç beklemediği bu soruyu yanıtsız bıraktı. -Tevazu erdemin anasıdır.Bu özelliğini asla kibir için kullanmayacaksın .Böyle bir şey yaparsan ateş intikamını senden alır.Artık izin ver evlat sezgin sana yol göstersin. Doğru ya da yanlış ayrımı yapmadığın zaman yani sadece doğru üzerinde sebat ettiğin zaman doğru yola ulaşmış olursun.Erdem ve tevazuunun sözünü etmemek değil bahsettiğim. .Esas olan kibir duygusunu yürekte taşımamaktır. Celal artık bir seviyeye geldiğini zannediyordu.İçindeki endişeleri yok etmesi gerekiyordu çünkü korku ve şüphe pek çok iyi erdemini kaybetmesine sebep olmuştu.Hele şüphecilik bir ömürdür onu endişeye sevk eden önemli bir etkendi.Ama onun rahatsızlığı kibirden ziyade şüphecilik idi. -Beni korku ve şüpheden kurtarsanız çok sevinirim.Kibirden ziyade ondan şikayetim var. -Hayat bir daha asla eskisi gibi olmayacak artık gayret bile etsen başaramazsın.Bilginin rahatsız etmek ve ulaştırmak gibi iki özelliği vardır.Rahatsız olan insan bir süre sonra rahata erecektir.Çocukken saldırıya uğrayan veya yakınını kaybeden pek çok insan varlığına bir saldırı yapılmış kabul eder.Bu nedenle bütün şüpheleri korkuları acıları,hep endişe üzerine kuruludur.Bu kişiler bilemedikleri kadar cesur bilemedikleri kadar güçlüdürler.Böylesi durumlarda insanlara birlikte acı çekmelerini önerdim.Sana, acı çekmeyi hatırlatacak ortam ve kişilerden uzak dur.Yaşamı ,yapabildiğin kadar düzenli tut.Kendini kaderin kurbanı gibi düşünme.Acılar karşısında algılamamız yüzde yüz etkilidir. -Kendini kurban gibi hissettiğinde affet.Ruhunun seni korumasını sağla.Bazen en güçlü insanların bile yapabileceği şey öfke ve hicrandır.Kendini başkalarına acındırmak istemediğin sürece sağlığında endişelenecek bir durum yoktur.Güçlü zannettiğin kişileri düşünürsen acı ve keder karşısında kurban tavrı almadıklarını göreceksin.Ama konunun daha deruni boyutu var:Artık güvenlik, aidiyet,önemsenme ifade etme hürriyeti aşamasına hazırız ,diye düşünüyorum. Şimdi tekrar edeyim.sen şüpheyi sordun bende ,öfke,çocukluk,acıyı sosyalleştirme,benlik algısı,acındırma,acıyı hatırlatacak ortamlar,acının algılanması,düzenlilik,güvenlik,aitlik,önemsenme,ifade etmekten bahsettim.


Aklına, bahsettiği şeyler arasında şüphe yok ki fikri geldi mi? -Evet. -İşte evlat ,bu bahsettiğim duyguların bir kısmının varlığı bir kısmının da yokluğu şüpheye ordan korkuya götürür.Tabi dediğim konular arasında şüphe için en etkili olanı algılama biçimi buna dikkat edersek daha etkili olabiliriz. Aslında ,elem pek çok kötülüğün anası durumunda“Kişilik, acısına ne kadar sıkı bağlanırsa bağlansın ileriyi düşünmeye devam et..Olumsuzluk görünmeyen bir asalak olduğuna göre acılar, öfke ve kaygılar bizim onları yorumlayış biçimimizle doğrudan ilgilidir ve bizim dışımızdadır.Biz kederi bir parçamız olarak görsek bile bu gerçek değişmez.Bırakalım, biraz da rahat olsun ruhumuz.

.

Bölüm 24 Mehmet Hocaher zamanki tatlı edasıyla konuşmasına devam ediyordu:Kaliteli ve özlenilir olmak bazılarına doğuştan verilir.Bazıları ise bu gücü çalışarak elde ederler.Oysa Mehmetbunların ikisini de taşıyordu. -Korku ve acı, taraçalar gibi gittikçe yükseğe doğru çıkar.Başkalarının acısını yaşayan


çok az insan vardır soyut taraçaları azaltmak sosyolog,psikolog,yönetici herkesin görevi iken kimse çocuklarımızın dolayısıyla bizim geleceğimizle ilgilenmedi.Bu ortamda kötü yetişen gençlere olmaması gereken kişiler yol gösterdi.Bu çocuklar yasa dışı muhalefetin avı oldular.Halbuki bir avuç sevgi nice tatsızlığın önüne geçerdi.Senin gibi binlerce çocuk yaşadığı sıkıntılara karşı kendi kendine tedbir geliştirdi.Bozuk ruhsal durumla yetişen pek çok genç kendini bu şekilde yetiştiren toplumdan intikam almak için cinayet şebekelerine takıldı.Lakin duyacak kimse yoktu.İsteklerinin büyük kısmı elbette olağan dışı idi ama hiçbir istekleri kabul edilmeyince hele muhatap alınmayınca kinleri büyüdü.Sana gelince evlat.Her kes senin gibi bir Mehmetbulamadı. -Kendini korumak adına yetiştiğin kötü şartlarda yaptığın yorumlar tedbir amaçlıydı. .Sonraki yıllarda bu yorumların yanlış olduğunu söyleyen kimse çıkmadı.Buna, savaş bölgesinde yaşamayı ve ayıların sana yaptıklarını eklersek .Bilinçaltının seni korumak adına yaptığı yorumların niyet olarak doğru oran olarak fazla olduğunu söyleyelim.Konfüçyüs Aristo’dan tam bin yıl önce yaşamıştı.Sadece bu , tek başına doğu düşüncesinin ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından önemli bir göstergesi değil mi? - Burada neden birden bire Konfüçyüs’ten niye bahsettiğimi sormayacak mısın?Bize altı yaşından yirmi beş yaşına kadar öğretilen tüm bilgilerde Yunan etkisi vardır.Oysa sadece 1960 olaylarına ve Varoluşçuluğun intihara sürüklediği gençlerin sayısı binleri bulur.İki Dünya Savaşı’nın ikisini de Yunan felsefesiyle yetişen nesiller çıkarmadı mı ?Oysa Uzakdoğu kültüründe hayat sadece kutsal amaçlar için feda edilir.Amacım bir medeniyeti üstün çıkarmak değil.Zira aydınlanma için doğu- batı karışımı bir kültüre ihtiyaç var.Bu ,kişilik için de uluslar için de aynı. Baştan beri bir sözün önemini belirttim sana .Hayatımızda kriz varsa varolan bilginin iflasıdır.Olmayanı keşfeden insan çayını içip ağaçları seyrederken; var olanla uğraşıp duran, kendini meyhanede,sigara dumanında,kadın hakimiyetinde bulacaktır.Bi kısmı kısa süre sonra” Sadık yar” kara toprağa erkenden kavuşacaktır. - Söylenecek çok fazla söz kalmadı.Hadi biraz televizyon seyredelim. Bu odaya ilk kez geçmişlerdi.Kapkaranlıktı,değişik aletlerle sinema sistemi kurulmuştu. Yüzlerce kanaldan çoğuna bakıp geçiyordu.Celal ,bütün dikkatini hocanın üzerinde toplamıştı. Yetmiş seksen kanaldan çoğunda reklam vardı. -Reklamlar hakkında ne düşünüyorsun Celal? -Bence iyi sonuçları var .Tüketimi dolayısıyla üretimi artırıyorlar.Bu, iş kapasitesinin yükselmesine ve milli gelirin yükselmesine yol açar.Güzel ama yürüdüğümüz caddeler,oturduğumuz evler,radyolarımız,telefon ve arabalarımız tümden reklam amaçlı olunca herkesin cebimize göz koyduğunu neden düşünmüyorsun?Paramızı bin bir emekle kazanırken bu kolaylığı göstermeyenler neden onu tüketmek konusunda bize bu kadar yol gösteriyorlar? Elbetteki para harcanmak için var.Lakin neden birileri yıldızlı otellerde tatil yaparken birileri çöplükten ekmek topluyor? Bu eşitsizlikle ilgili değil;hayatın seçenekleriyle doğrudan ilgili bir durumdur.Nihayetinde hiçbir şeyin önemi yoktur.Önemli olan ihtiyaçlarımız.Ruhumuzun ve bedenimizin ihtiyaçlarının ötesine geçmemizi isteyen herkese karşı durmalıyız. - Bütün bunlarla senin arandaki bağlantı şu: Ruhun ihtiyaçlarına yönelen insanlar lüksten kaçar.Bu tip insanlar ,tröstler ve holdingler için ideal insan değildir.İdeal insan en çok tüketendir onlara göre.Yayınevleri,kitap reklamlarının çoğu da bu dünya görüşünü desteklemek üzere büyük şirketlerin yan kuruluşu olarak faaliyet gösterir. - Hayatını, bu tüketim bilinçleri ile yönetseydin.Sıkıntıların çoğunu çekmezdin.Tüketim öğretilmediği için:Kaşıkla toplayanlar kepçeyle dağıtmayı maharet sanır.Bir keresinde gazetelerin birinde inşaat işçilerinin bir barda kadınlarla bir ayda kazandıkları parayı bir gecede harcadıklarını gösteren bir haber vardı.Araştırırsan bu işçilerin evlerindeki çocukların yamalı elbiselerle gezdiğini öğrenirsin. - Bütün sorunları bu kadar kolay çözmenizi sağlayan sebep ne? Ben size aşırı bilgi


de vermedim?Benim tüketim alışkanlıklarımın beni etkilediğini nerden anladınız? Alaattin: -İnsanlar çoğu zaman sorunlarını üstü kapalı sorarlar.Bir insan sana soru soruyorsa bazen umulmayacak kadar derini kast ediyordur.Çözüm bulmak kolaydır.Bulunan çözümü uygulamak ve o çözümü teoriden pratiğe indirerek ancak başarılı olursun.Benim işim seninkinden kolay.Kederleri ile başı dertte olan sensin.Benimkisi akıl yürütme ve yorum yapma.Kalanı mücadele ister. -Unuttuğunuz bir şey yok mu?Sorunlarımızı kimin çözeceği.Batıda yaşam koçluğu ve adviser olmak kurumsallaşmış durumda.Doğuda ise böyle sosyal kurumlar neden yok. -Sorun belki de bu.Ben de dahil her şeyi bildiğini iddia eden bir kitlemiz var.Bütün bilgisizlerin oluşturduğu bu yanlışlıklar bizim çektiğimiz sıkıntıların ön sözü durumunda .Sıkıntılarımızın bize öğrettiği ise cehaletin bize öğrettiğinden çok daha farklıydı. İsim ve sıfat belirtmek istemiyorum?değiştirmenin kimin görevi olduğu aşikar değil mi? -Aldığımız bilgi eğitiminin yanında duygu eğitiminin ne derece ihmal edildiği ortada değil mi? -Çok haklısın Celal.Ama suçlamayla bir yere varılmaz.Zira suçlamanın altında yatan bir neden de iyileşmeme isteğinin doğal olduğudur.Suçlayan yaptığı hatayı bile dışarıya bağlayarak kendisini kurtarmayı hedefler.Bunu kendinden gizli de yapabilir.Bu sözlerin bana duygu ile ilgili olarak biraz daha çalışmamız gerektiğini anlattı. -İyileşmek cesaret ister.Zihnimiz var olan sorunlarla yaşamayı başarmak için onları yadsımayı ve inkarı temel sistem olarak belirleyecektir..Biz insan olarak onun karşısına istemediği şeylerin onun faydasına olduğunu kavratmalıyız.Kendini, hissetmemeye zorladığın sürece diğer duygu ve düşüncelerin bundan olumsuz etkilenir.Tepki duymamak zihnin hedefidir. Ama maalesef tepkisiz insanlar soğuk ve etkisizdir.Daha çok kendi durumuna bilinçsiz bir odaklanma yaşarlar.Odaklanma onları paniğe sürükler.İçinden daima kötü bir sesin kendisine talimat yağdırdığını düşünür. Bu tür duygu yoğunluklarında istenmeyen ,sevilmeyen anılar başa beladır.. - Eski görüntüler hiç umulmayan anlarda tekrar tekrar yayına verilen reklam misalidirler. Görüntü derken düşünce sistemlerini de ima ettim.İnsanların değişmesini daha verimli hale geçmesini sağlayan eski zihni davranışları kuşatır.

. Bölüm 25 Ömür adlı zaman diliminde seçimleri kendisine hep elem veren Celal,bu tatilde kendine göre duygusal eğitim almıştı.Kabul edilmesi ne kadar zor olursa olsun.Eğitim sadece iyi insanları eğitir.sonuçları ise ancak uygulama sahasında belli olur.o kendini Üstelik hiç ummadığı kadar ilerlemiş kabul ediyordu.Oysa hayat kelimeleri geride bırakır ve bildiğini okur.Kutsal metinler bile hayatın kendi bildiği istikamette ilerlemesine tam bir açıklık


getirmezler. MehmetHoca’yı düşünüyordu:Üstatlarından öğrendiklerini aktarma isteği, iyilik yapma ve aktarma isteği revaçtaydı. MehmetHoca’da da böyle bir durum vardı.O iyiliğin herkese yapılmayacağını biliyordu.Celal’in hayatı boyunca onlarca insandan oluşan bir kitlesi olacaktı.Celal’in olumlu yönde yetişmesi. demek bir nesil yetiştirmek demekti. Celal,bu sabahki konuşmalarında duygu eğitiminin bilgi eğitimi gibi yapılıp yapılamayacağını sordu. Hoca,önce Daniel Goleman’ın Duygusal Zeka kitabından bahsetti.Sonra duyguların haritasını çıkarmaya çalıştı. Öncelikle,şunu söyleyeyim.Hisler ancak kelimelere döküldüğünde çözümlenir.Duygularımızı adlandırmak okuduğum onca kitaba göre yine de zor.Ayrıca kelimeler yaşadığımız anın taklidi bile değildir.Nasıl acıyı anlatmaya aday olabilirler ki.İlk ciddi duygumuz öfke: -Öfke,savunmadır.Öfkenin sebepsiz olduğu görülmez. Ender olarak iyi bir sebebe sahiptir.Günümüz psikiyatrisinin önemli tespitlerinden biri de öfkeyi boşaltmanın onu yatıştırmadığı.Gerçi güzel bir söz var öfkeni içine atma ama onunla da hareket etme.! Hakaret,gazap,içerleme,tükenme,kızma,hınç,kin,rahatsızlık alınganlık,düşmanlık,rahatsızlık,nefret öfke –Goleman’ın da dediği gibi öfke bağlantılı duygular.Dünyada sadece birkaç gelişmiş ülkede duygu eğitimi programları müfredata alındı.Geride kalanlarsa,zaten ileriyi hiç düşünemediler. -Kaygı ise kalbe en zarar veren duygulardan biridir.Sindirim sistemi dahil pek çok sağlam yerimizi parçalar.Unutulmak istenen ama unutulamayan bir duygu kaygının korkuya geçtiğini belirtir.Kaygı dış etkenlere bağımlı olarak gelişir.Yazık ki depresyon kaygının ilk aşamasında sezilemeyen bir durumdur.Öfke depresyonun çoğunlukla başlangıç noktasıdır.Bu noktadan itibaren ise ilginç şekilde yoluna pasilik ve çekingenliği katar.Pasiflik ve çekingenlik depresyonun belki de en uzun etkileridir.Depresyondaki bazı insanlar yaşama son noktayı koymak gibi bir oyunun içine girebilir.Onlar çevrelerini hayal kırıklığına uğratmış olmanın suçluluk duygusuyla yaşarlar.Bu onlarda öfke birikintisine neden olur.Hiç ummadıkları bir anda da patlamasına … O anda Celal yine yutkundu.Mehmet Hoca,bu ihtimali düşünmek istemiyordu.bunca öğretiye rağmen Celal’in yaşamına son vereceğine inanmıyordu.Belki de inanmak istemiyordu.Oysa Celal son kararını vereli çok olmuştu.Yaşam onun için artık kelimelerde yaşayan soyut bir dilimdi.Uzun süre gözleriyle yere baktı.Böyle bir ortamda göz göze gelmek risk sayılırdı. -Burada şunu tekrar belirtmek gerekir:Dua ,depresyonun her aşamasında faydalıdır.En azından kişi duayla sorunlarını tanımlar.Bu bile başlı başına bir başarı.Tabi kaygı ve üzüntüyü tanımak isteyenin Fuzuli okuması gerektiğini de söylemek gerek. Bu noktada Celal araya girerek tekrar soru sordu: -Öfkeden başladınız.Depresyona gittiniz onu anladım.Ancak anlayamadığım öfke ve korku bağlantısı. -Kızgınlık ve öfke ile, kaygı ve korku duyguları daima el ele gider. Çoğu zaman gerçek duygumuz, altta yatan hislerimiz hayal kırıklığı, üzüntü, endişe, kaygı, korku, kıskançlık ya da utanç olsa da; en sıklıkla ve nedense en kolaylıkla dışavurduğumuz duygu kızgınlık ve öfkedir. Öfke ve saldırganlık çoğunlukla; kaygı ve korkunun yarattığı çaresizlik hissiyle baş etmek için ortaya çıkan bir defanstır; bir savunma mekanizmasıdır. Kırılganlıklarımızı, hayal kırıklıklarımızı veya üzüntümüzü bastırıp, keskin bir öfkeye dönüştürmek bazen insanı geçici ve zahiri olarak daha güçlü ve iyi hissettirir. Ancak asıl yapıcı olan, kızgınlık ve öfkenin altında yatan gerçek duyguları anlamaktır. Şimdi izninle tekrar korkuya geleyim. Korkuyu serbest bırakmak akla gelmeyen bir çözüm yöntemidir. Korkularını serbest bırak kendine en güvendiğin zamanda...Beyin dalgaları yarattığı olumsuzluğun en azından bir kısmının gereksiz olduğunu duygu değişimlerinden anlayacaktır “Artık çok geç, Geç sen bunları ,bunlar


karın doyurmuyor…Hiçbir zaman şunu unutma evlat korku bizi yaşatır. Bu davranışlar sana acını, sürdürme ve kederinin bitmesine engel olmaya neden olur.Çok açık söylüyorum.Böyle konuşan dostun olmayabilir.Korkunun acı ,keder,dehşet ile kurduğu ittifak ikna edici bir ses tonuyla felaket senaryoları yazar durur .Zihnin kendi yarattığı korku dünyasının fiziksel etkilerini görmesi gerekir. Kaygı,sinir,tasa,şüphe,hayret,uyanıklık,vicdan azabı,çekingenlik,dehşet,ürkme ileri boyutta paranoya ve panik korku kaynaklı duygular. Zevke gelince ,mutluluk,coşku,gurur,hoşnutluk,kendinden geçme,kapris,mani,tatmin,haz,zevk kaynaklı duygular.Bana göre Tanrı günahı dahi yaratarak insanlığa mutluluk vermek istedi.Bu yüzden yaşamdan zevk almayı da bilmek gerek .Bir sanat gibi. Her soluk alışımda Tüm insanları kucaklamak doyasıya Özünü hissediyorum yaşamanın Sevmek en güzel olayı dünyanın Sarıyor bedenimi mutluluk düşüncesi (Eye Dündar) “Yaşamak en zor sanattır bence; Kâh dolanırsın akıl ermez gizemlerinde, Kâh yıkılır dağılırsın gerçeklerin elinde, Kâh yanar yakılır yüreğin edilmezliklerde, Bir coşar bir şaşarsın inişli çıkışlı tepelerde de, Seversin yaşamı yeni doğmuş bebek sevincinde. “(Şükran Günay)


MehmetHoca, Celal’deki ve pek çok Anadolu gencindeki eksikliği tespit etmişti. Duyguların alışkanlık olarak bilgiden çok daha öte bir yapıda olduğunu aktaracak böylece duygusal olarak değişim imkansıza yakın olsa da onu tehlikelerden haberdar edecekti. Alaattin: -Hayattan zevk almak istiyorsan yapman gereken bir takım işler var.Bir şekilde kendini yargılamayı bırakman gerek.Bırakmazsan o ,son nefesini verdirene kadar seni bırakmaz.Amacımız çekingen gizli,suçluluk hissettiren duyguları ortaya çıkarmak.İdam edilecek mahkum yaratmak değil.Yanlış eylemlerin peşinden gitme, utanç ve suçluluk yaratıcı ve zarar verici eylemler bizi yıkılışa götürür. Yüce inanış ego ve enenin acıların kaynağı olduğunu savunur.Acılarımız suçlarımızdan arta kalan izlerse daha felaket bir durum söz konusudur.Tekrar söylüyorum :harap olmak kolaydır. -İşte tam burada içimizi okumak bize yol gösterecek.Duygularımızı adlandırmak bu kadar zor olmasa onları değiştirmek de bu kadar zor olmazdı. -Deepak Chopra’nın “Derindeki Yara” kitabında belirttiği iyileşme programına göre 100 günde iyileşilebilir.Fakat insanların bu tarz bir programa uymaları neredeyse imkansızdır.Bu sunduğu programı bilmememizi gerektirmez. Onun düşüncelerine göre 1.Gün acı yaşamı anlamsızlaştırır.Önemli olmak,ait olmak ve kendini güvende hissetmek rahatlatıcı duygular.Ruhumuz günlük yaşamdan ve toplumdan eve dönünceye kadar geçen süre içinde çok ağır yükler yüklenir. Celal duvardaki saate bakınca hemen izin istedi.Buluşma yeri olarak piknik yerini belirlediler. Geldiğinde ise sofranın yeni kurulduğunu görünce çok sevindi.Mehmet Hocaile tanıştıktan sonra ailesini hiç dikkate almamıştı..Taptaze yiyeceklerden yapılan onca yemek için eşine teşekkür etti: -Bak hayatımız çok büyük ihtimalle değişecek .Senden bu güne kadar istediğim bütün hoş görüyü gösterdin.Az bir süre kaldı.Hoca, önemli açıklamalar yapıyor.Böyle bir süreçte.Küçücük bir kapris dahi çekecek durumda değilim. Eşi onun bu tavrını çok önceden anlamıştı.Bu sözleri sadece onaylamak için söyleteceğini biliyordu: -Biliyorum .Çok değiştin artık en küçük işi bile yaparken gözlerinin içi parlıyor.Sanki dünyaya yeniden geliyorsun.Bu süreçte bana düşen görev ne ise yaparım.Çünkü eve getirdiğin kitaplar.Tuttuğun notlar beni çok etkiledi.Yetişme tarzlarımız çok farklı ve bizim kültürümüzde sevgi önemli bir unsurdu.Senin ise böyle bir şansın olmadı.Tatil,insanın daha çok çalışması için bir moladır.Ve sen nasıl dinlendiğini hissediyorsan öyle dinlen. Teşekkürler ,dedi.Hemen koşup kaleme kağıda sarılarak teybi çözmeye başladı. İşini bitirir bitirmez piknik yerine indi. Celal,mangal malzemelerinin tümünü ve büyük semaveri getirmişti.Sabah saat on civarında dört aile vardı.Biri Gelibolu’dandı.Çocukları olmayan bu çiftin sevimli bir köpeği vardı.Piknik masasında kahvaltılarını yaparken bir yandan da sohbet ediyorlardı. Celal: -Artık kimseyi suçlamıyorum, kendimi bile.Suçlamaktan ziyade çözüm arıyorum.Bu daha ideal bir durum.Biz az ya da çok Tanrı’nın bizi yaratmış olduğuna inanan insanlar olarak.”Tanrı adına nefret kılık değiştirmiş egodur.”Diyoruz.Yetişme şartlarının ve ruhsal bozukluklarının esiri olan insanlar bazen milletleri bile yanlış yönlendirebiliyor. -Herkesin kendine göre bir Tanrı’sı vardır.Kiminin menfaatçi ,kiminin ak ,kiminin kara ama Tanrı’sı olanın Tanrı’sı vardır. Suçlamadan ziyade takdir ve övgü, Tanrı’nın merhametini daha öne çıkarması gibidir.Bu, nefse ne kadar zor gelirse kabul ettikten sonraki aşama da o derece tatlıdır.Benim Tanrı inancımda merhamet ve sevgi ilk vasıflar olacak bundan sonra.Demek ki Tanrı’yı bile nitelerken kişisel özelliklerimiz ön plana çıkabiliyor -Ruhun belirgin olmayan durumları vardır.Her durumda ne hissettiğini tam olarak anlarsak çok daha rahatlarız . Asla aklımızdan çıkarmayacağımız , bilgi,ruhun bu dünyadan sonra bize ait olan tek varlık


olarak kalacağı.Onu yaralamadan götürmek fani bedenimizin ,beynimizin görevidir.Aldığı yaraları tedavi edeceğiz aldırmazlıkla.Bütün bunları küçük bir bilge olmakla başarırsın.Ruhumuza bir şeyler katarak onu burdan götürmezsek varacağımız yer bize huzur vermez. -Bilgiyi yüklenmekle,bilgelik arasında farklılıklar vardır.Bu durumda senin bilgi yüklenmekten kurtulman bilgelik limanına varışın gerekli.Kuvvete ihtiyacın olacak.Kuvvet ile güç arasında aidiyet yönüyle fark vardır. Ene , gücü alır diğer canlılardan üstün olduğunu ispat için kullanır.Benlik ötesi kuvveti alır kendisinin ve insanlığın faydasına kullanır.Ara sıra da olsa sıradanlaşma krizlerine tutulup eski halinden kötü duruma gelebilirsin .O zaman sıradan çözümler aklına gelir.sakın onlara kapılma.Kadın,içki,kumar,çok konuşma,çok uyuma,çok yeme vs. Bunlar bizi içeriden gelen sıkıntının dışarıdan çözümleri olabileceğine ikna etmeye çalışan geçici eylemler.Bir çeşit rüzgar gibi. -Bahsetmediğim diğer bi konu da acı ve kederin kitabını yazacak kadar ileri boyuta geldiğinde.İnsan kendini geçmişte hiç hissetmediği zamanlardaki kadar dost ve arkadaşlarına bağımlı hisseder.Umarım eleştirmezsin ama bu da sahte ürün çıkarmaktır, diyorum. Yüzleşmenin dışında her davranış seni yıkıma yaklaştırır.Kendine toplumun tümünün vermediği kadar sevgi vermelisin..Kahvaltı başladığından beri MehmetHoca’daki bu isteksizlik Celal’in dikkatini çekti. - Yüzünüzdeki bu isteksizliğin sebebi ne? -Çok yorgunum Celal. -Dün gece fazla uyuyamadım.Biraz denize girsek sonra uyusak geçer herhalde. Uzun süre yüzdüler sonra gelip ağaçların gölgesinde tatlı bir öğlen uykusuna yattılar.Kalktıklarında ikindi civarıydı. Yeni bir çay demleyip sohbete devam ettiler. -Cengiz Özerendil araştırıp Budizm’in tarihini yazdığı zamanlarda “Aydınlanmak zihnimizi zincirleyen bağlardan kurtulmaktır.Algı kapıları temizlenmeden ,algı filtreleri temizlenmeden ,aklın ve akıl yürütmenin sınırları ,olanakları aşılmadan bu kurtuluşa ,bu özgürlüğe ulaşılamaz.Yüreğimizdeki arzuları,tutkuları,şiddeti,korkuyu,söker atarsak ölümsüzlüğe erişebiliriz.. “demişti. -Daha önce de söyledim.Bedenimiz bize ait değil toprağa ait.Ruhumuz bir kuş gibi bu diyardan götürebildiği azık oranı kadar, özünü kurtaracaktır.Senin işin zor evlat çünkü özünü esaret altında tutan onlarca olay var.Bence onları bölümlere ayırmak ve tek tek olay çözümlemek yerine Hayata yeni gözlerle yeni algılama sistemleriyle bak bu ,daha iyi olmaz mı? Amaçlarını ve arzularını seviyorsun değil mi? -Elbette onlar insan olmamın gereği daha bir sürü hedefim var.Daha önümde uzun bir zaman olduğuna da inanıyorum. -Aslında niye kabul etmek istemiyorsun tul-i emel ve hedeflerimiz ara sıra da olsa bizi strese sokuyor.Bu dünyanın iyi bir yer olduğuna inanmıyoruz.Çünkü annemizin karnında sıcacık bir yerde her türlü ihtiyacımızı görüyorken bunca zorluğa katlanmak istemiyoruz.Galiba acıdan kaçış acıyı çözebilen bir bakış değil.Aksine onu çeken bu kaçış, olmalı.Sen ve acı yaşamın iki isteksiz dostusunuz ve acı dirhem dirhem kemiriyor içini. Tıpkı Necip Fazıl’ın yüzündeki çizgiler gibi bir yüzün olacak belki de. - Hayat tehlikelerle doludur.Şu an için en büyük tehliken sana anlattığım bunca bilgi olay ve hikayeden sonra başarısızlık olacak.Kendini keşfetmek üzere çıktığın yolculukta bu riski alabilecek güçteysen denemenin menfi neticelerine hazırlan,yüzleş.Fakat kapasiten dahilindeki tüm gücünü kullandığına emin ol. Ben meditasyon,tasavvuf ve ney kasetleriyle de rahatlarım yabancı müziklerle de.Benim için fark etmez. -Celal’im artık bilgilerini paylaşacak bir ortam yaratacaksın. Amaç listeni oluşturacak kalbinle ,beyninle,ruhunla ,duanla ulaşacaksın o seviyeye.Çünkü dünya sadece nereye gittiğini


bilene yol gösterir.Biraz önceki sözlerimde ben uzun zaman kelime grubuna takıldım yoksa daha önce de söyledim.Hedefsizlik bitkisel hayatın bir devresidir. - Akşama doğru etrafları kalabalıklaştı. Kısa bir sessizlikten sonra Celal’den toparlanmasını istedi.Eşyaları arabaya birlikte yüklediler.Arabayı evlere doğru sürdüğünü görünce .Oraya değil! Kale’ye gidiyoruz .Antalya çevre yolu o saatlerde çok kalabalık olurdu.İşaret levhaları 40-50 km’yi gösteriyordu.Ama uyan tek kişi Celal’di.Kaleye vardıklarında hocanın telaşlı olduğunu gören Celal :Hocam bu telaş niye dedi. -Bilmem içimde fırtınalar kopuyor. -Benim kutsal bir insan olmadığımı ,kötü olduğumu bilseydin ne yapardın? -Dünyanın en kötü insanının sizin gibi olmasını dilerdim. Bu cevap onu çok mutlu etti. -Seni buraya getirmemin özel bir sebebi yok sadece etraf kalabalıklaşınca sıkılırım.Buranın bakımsızlığı,kirliliği bazen beni diğer yerlere yöneltir.Bu duyguyu yaşadığımda buraya gelirim. Birkaç dakika sonra minibüslerle kafile kafile insanlar gelmeye başladı.İnsanların hepsi birkça kişiye para veriyordu.Celal durumu anlamaya çalışıyordu.Mehmetise durumu biliyordu. Biraz sonra küçük bir tribün kuruldu.Kısa bir süre sonra iki ayrı kişi ortaya çıktı.Bu sokak dövüşü idi.Üzerine kumar oynuyordu.Mehmetorada Celal’i bir kez daha şaşırttı. -Çok severim bu dövüşleri. -Siz mi? Hayret! -Evlat hayat kitapların yazdığı gibi değildir.Çok okumasına okurum fakat kitaplar ile hayat arasında bağlantı kuvvetli değildir.Bana inan ki olağanüstü olaylar sadece televizyonda olur. Gücün ve aklın ne ise hayatın sana verdiği de odur.Şu sarı saçlıya bak nasıl da mağrur.Diğeri ürkek.Bence ürkek olan kazancak.Bu ortamda güven yıkıcı olabilir.Korku da öyle hayat bu ikisini dengeleyenindir.Yarım saat gibi bir sürede dövüş bitmişti ve hocanın dediği gibi olmuştu.Korku,bu kez kazandırmıştı. Dövüşü seyrettikten sonra kalabalık dağıldı.Onların sohbeti ise devam etti.Kitapları küçümser gibi konuşuyordu fakat hayatındaki tüm güzellikler de kitaplardan geliyordu. Bir zamanlar burada Napoleon Hill’in Huzurlu ve Zengin olmak kitabını bitirmiştim.o kitabın bazı sözleri vardı hiç unutmadım:“Düşünme sistemini tanımak kendini tanımaktır .Büyük sanatçılar kendi hayatlarını yaşadıkları için büyük olurlar.”Demişti.Kimseye ait olmayan sadece senin sınırlarını belirlediğin bir hayat.Amaç ve hedef listenin ölçülebilir ve somut sonuçları alınabilen bir şekilde icra edildiği bir hayat.Bir kaç gün sonra öleceksin, dediklerinde gönül ferahlığıyla kendini hiç aldatmadan. Buyursun gelsin diyebilirsen Azrail’e ;hayat odur işte. Celal’in yüzü kıpkırmızı oldu.Hoca’nın verdiği kararı tahmin edeceğinden korkarak konuyu düşüncesinin zıttına doğru sürükledi.Çok yapmacık bir biçimde konuştu: -Bunca güzelliğe rağmen hayatın sonu tercih edilmemeli. Bu sözden sonra ilk defa Hoca ciddi biçimde şüphelendi.Bu ihtimali göz önüne alması gerektiğine inandı.. -Çocuklarınız öğrettiğiniz gibi yaşayabiliyor mu ? Ama meraktan, zira size saygısızlık yapacak kadar ileri gitmem. -Bu soruyu keşke sormasaydın . Madem sordun söyleyeyim. -Erdem danışmanın sana hiç gerekmedikçe kendi hakkında konuşma diye danışmanlık etmedi mi? Mahcup olmuştu.Ama yine de kurtarmıştı. -Çocuklarım benden çok daha ileri seviyedeler. -Ayrıca,İnsanlar kendilerini mükemmelleştirmek dururken niye başkalarının işlerine burnunu sokar bilmem ki... - Ben ,yine konuyu değiştireceğim dedi Celal. -Tanıştığımız günden beri her dediğinizi yapmaya çalıştım.Ama istemediğim görüntüler hafızama geliyorsa ne yapayım?Aslında daha kapsamlı sorarsak beynimize nasıl hükmedebiliriz?


-Toplumda yüzlerce insanda bundan çok daha ağır yaralar var.Lakin her konuda olduğu gibi bu konuda da toplumun yanlış yönlendirmesi var.Ruhsal ve fiziksel hastalıkları ayrı kabul ediyorlar.Ve bu rahatsızlıkları olan insanları ayıplıyorlar.Bunu yapan toplumun başına yüksek miktarda suç olarak geri dönüyor.Gelelim sana.Buna obsesif-kompülsif disorder diyor doktorlar.Sebeplerine gelince: -Uyum içinde çalışan zihinsel bir yapı oluşturmamışsın,zorluk anlarında bulduğun çözümler seni yalnızca daha strese sürüklemiş hepsi bu.Kendini rahat bırak bu görüntülere çok az müdahale et.Ayrıca kimsenin artık sana zarar vermeyeceğini ve küçük endişeleri beslemenin sadece büyüklerinin iştahlarını açtığını bil.Sen rahatladıkça ve kendine güvendikçe istemediğin tüm düşünceler seni terk eder. Korku,açgözlülük,hoşgörüsüzlük,benmerkezcilik,şehvet,öfke,nefret,kıkançlık,sabırsızlık,yalancıl ık,samimiyetsizlik,kibir,acımasızlık,vicdansızlıkadaletsizlik,karalama,dedikodu,güvenilmezlik,in tikam,endişe,çekememezlik,hastalıkhastalığı,kararsızlık daha sayamadıklarım seni hayatının hangi noktasında yakalamışsa beyninde ve kalbinde siyah bir leke bırakmış.Fakat unuttuğumuz şey ise melek olmadığımız.Bunları işlemen bile senin kemaliyet arzunu yok etmediğine göre kendini gizli ya da açık eleştirmekten vazgeç.Artık kopar kelepçelerini. Umut,inanç,cesaret,hayırseverlik,şefkatlilik,fiziksel ve zihinsel iyilik,zorluklarla baş etmek için sabır,kötü alışkanlıklardan kurtuluş,insanı kendine çeken çiçek gibi bir dostluk oluşmalı . -Neden birilerinin ağır müziklerden hoşlandığını hiç düşündün mü? -Çok fakat bulamadım. -Bence ruhları çekilecek acıları çekmiştir ve dinlenmek içindir.Ruhları hareket gücünü yitirmiştir. Celal başını sallayarak nemli gözlerle gökyüzüne bir kez daha baktı.Mehmetde elleriyle sırtını sıvazladı.

.


Bölüm 26 Ateşlerin başında,piknik alanlarında ,yolda,evde,teras katlarında yıldızların altında ,deniz kenarında erdemi aramak ara sıra garip geliyordu Celal’e.Şimdiye kadar erdeme adres vermeye çalışan insanlar genel olarak dağları ve okulları vermişti.Yine de büyük bilinmezliklerle dolu evrenin ve evrenden aşağı kalmayan insanın sırlarını çözmeye çalışma cesaretini göstermek istedi.Bitmek tükenmek bilmeyen bir hikmet sevdası edinmişti.Bu sevda ya deliliğe sürükleyecekti ya da …Rhonda Britten Korkusuz Yaşamak kitabında ;Bu kitabı okuyarak korkusuz olacağınızı sanıyorsanız aldanıyorsunuz,demişti.Ara sıra da olsa kendi kendine üstadının sözlerini duyarak erdemli olacağına inanıyorsan aldanıyorsun derdi.Yine de onun sözlerini uygulayacağım ve başaracağım diyerek korkusunu yenmeye ve kararını değiştirmeye çalıştığı zamanlar oldu. Hoca kale tarafında denize bakarak dalıp şarkı söyledi bir süre Sarah Brighton’un şarkılarını çok severdi.Şarkılarını bitirdikten sonra tekrar konuştu. -Eee sor bakalım evlat soru yok mu? -Var elbette , bir dersi öğrenmek için program yapıyoruz ruhsal gelişimde de aslında bu programı yapıyorsunuz.Şimdiye kadar belirtmediğiniz bir iş var mı? -Yo daha önce söylediğim programlardan başardığımız işler tablosunu ara sıra kontrol etmeliyiz.Bu tahmin edeceğin gibi çok iyi bir moral olacak. Ben program yapmaya pek önem verilmese de olur kanısındayım.Zira iyi bir motivasyon süreci pek çok noksanlığı ortadan kaldıracaktır. Celal: -.Bu konuda benim de bir anım var.İngilizce kursunda bir hocamız vardı. Bize İngilizce’yi rüyanızda görürseniz artık öğrendiniz demektir derdi. Meğerse buymuş dediği.Anlamak şimdiye nasip oldu.Gerçi aklımda pazardan aldığı kazaklara lüks markaların etiketlerini yapıştırıp kızına giydirmesiyle kaldı.Belki bir gün elini öpmek nasip olur.Zira ilmi sunan her insan başımızın üstündedir. Müsaadenle ben devam edeyim Celal: -Bilinçaltımız uyumaz.O nedenle oraya hangi bilgileri yerleştirirsek onlar zihnimizde tekrarlanıp durur. Bir anda gözleri parladı.Sinirlendiği belliydi.Ben de bazen senin gibi düşünüyorum.Onca bilgiyi kitaplardan öğrendim.Dünyada barışı ve kardeşliğin önemini,ruhunun ve kendi kişiliğinin yerini,onları geliştirmeyi kaç kişi önemsiyor ki.Ben hiçbir işe yaramıyorum.Ben bece… Celal hemen araya girdi: - Ne oldu neden böyle bir anda değiştiniz? -Kaç yıl oldu beni senden başka dinleyen kimse çıkmadı.Muhtemelen sen de son kişi olursun.Ne yapıyorum Allah aşkına …. Hoca’nın bu şekilde çöktüğünü göreceğini düşünmemişti.Hemen bir şeyler yapmazsa Mehmet Hocayıkılacaktı.Anların zamanlara hükmü saniyelerle ölçülüyordu. -Sayın hocam,siz değil miydiniz,erdemin reklama ihtiyacı yoktur diyen.Ben bir kişiyim doğru ama belki günün birinde bin kişi oluruz sevgiyi savunan. -Bu bir hayal -Olsun Victor Hugo da hayalle evrensel olmadı mı? -Nasıl olacak ki? -Bana güvenin yıkıldığımda tam yıkıldığım gibi ayağa kalktığımda dağları yerinden oynatırım.Ben Osmanlı gibi yıkılırken bile bir dev olarak yıkılacağım. Önünde diz çökerek ağlamaklı bir sesle ,yalvarırım o güne kadar bana umutsuzluk aşılama,ben senden beslenirken sen beni de kendini de yıkma benim hazırladığın programı yarıda bırakma .İnan bana adını dünya duyacak,dedi. Bu sözlerden sonra Celal’i ayağa kaldırdı.Affet evlat ,boş bulundum,böyle yapmamalıydım diyerek teskin etti.


Celal: -Hayır emin olun ki o tavrınız bile bir eğitimdi.Ne olur devam edin ama sizi ilk gördüğümdeki gibi güçlü ve iradeli. Üstat Mehmetkendinde o gücü bulamıyordu. Celal yine konuştu: -Çaresiz insanların sığınağı tabiat,uyku ve yalnızlıktır.Bizim, şu denizler ve bulutlar.Ben yangınların şiirini besteledim.İnan bana bir gün yalnız kalırsam yalnız öleceğim yanımda sen de olmayacaksın. -Bunları biliyorum.Ama zamanı değil hocam .Yemin ederim değil!Ne olur devam edin… Alaattin: Bu kez kendini topladı. Evren bizi hatırlamazsa bile dediğin gibi denizler ve bulutlar hatırlar,diyerek içindeki korkuyu belirtmiş oldu.Sonra cebinden Uzakdoğu alfabelerinden biriyle yazıldığı belli olan bir not çıkardı. Tercüme etmeye başladı. “Yolun sonu, başına bağlıdır.Daha başlamadan sonunu getirdim.Senin sonun, benim.Senin sonun, benim başladığım yerdi.Sen sonum oldun.” Jhan Ghura Lama Benim üçüncü hocamdı.Tibet’te Çin askerlerinin bir baskınında öldü.Meditasyon… esnasında dedi kalanını söyleyemedi. -Çok üzüldüm. -Onun yanına gittiğimde bana , bana ilkin bu sözleri vermişti. -Son cümlesi neydi? “Sen,benim sonum oldun.” Bir süre ikisi de ağlamaklı bir halde birbirine baktı.. Her ustanın öğretisini tamamlamak gibi bir görevi vardır.Ne zaman öğretisini tamamladığını düşünürse … Beklenmeyen bir sonunun olduğuna inanılır.Sen geldikten sonra buna inandım.Şimdi de ben sana biz de son derece özel anlamları olan bu sözleri yazıyorum. Pantolon cebinden küçük bir deri parçası çıkardı. -“Ateşten gömleği giymen gerektiğinde…Ben… senim.Sen de ben. Ve ben ,benlik giysilerimi çıkardım ışığı örtündüm üzerime..Hiçliğe uzandım..Uyandım. ” -Bunları sana sormayacağım, söylemeyeceksin. Celal: -Bence gerek yok benim kıymetli üstadım. Her ikisinin de gözleri doldu.Sonra Lakme Delibes şarkısını mırıldandı. Arabaya bindiklerinde Hoca ,Konuyu değiştirmek için sinirli sinirli konuştu. -Hayatı akademik kariyer yapmak olarak algılayan kampustan şehre inemeyenlerle bizim yolumuz ayrıdır.Evet onların içinden çıktık.Onlarla büyüdük ama onlarla aynı mekanı paylaşmak gibi bir özelliğimiz olmayacak.Bu cümlemi bir genelleme olarak anlama.Lakin arkalarında sağlam bir duvarları vardır. O duvarlara tırmanan kimse olmadı.Nice umutsuz ,çaresiz hoca var.Sabah kalkarken, gece uyurken öğrencilerinin aşkıyla yanan.Artık Tanpınar gibi,Kaplan ve Ömer Demirbağ gibi insanlar yetişmiyor evlat. -Bu sözlerimi birisine aktarırsan adil davran.İyi bak şu yüzenlere kime ne zararları var.Ben Uzakdoğu öğretilerini bizzat yaşamış bir insan olarak .İnsanların yüzmesinden rahatsız olmuyorum.Karşı tarafta elbiseyle yüzenlerden olmadığım gibi.Ama şu sahilde bayanları rahatsız eden serserilerden kim memnun? Celal, yolu uzatmak için yavaş gidiyordu.Anlatılamayan söylenemeyen ,tarif edilemeyen bir hal vardı ortada. Ayrıldıklarında “ Celal ,girdaba girdiğinde çırpınmak ,batmaktır. Gerekenlere sahip olmadığını düşünme.Sen artık bensin.”dedi.MehmetHoca. Bu sözlerin anlamı açıktı.Bir girdap daha bekliyordu onları, acımadan içine çekecekti,Belki boğacaktı.İnsanlar başlarına kötü bir durum gelmeden önce en azından bunu


hissederlerdi. İki günlük ayrılık az da olsa ikisini sakinleştirmişti. Bu durumun tek açıklaması vardı .O da ayrılık vakti yaklaştıkça sıkıntı hocayı ve Celal’i etkisi altına alıyordu.Korku ,kaçınılmaz olanın başladığı yere götürüyordu .beynini,duygusunu,ruhunu kişiliğini …Gerçi başladığı noktada anlamsızlaşıyordu.Ama işe yaramıyordu.Geriye sadece doğru karar vermek için umuttan başka hiçbir şey kalmıyordu.Tam da bu noktada “Cesaretin korku ile bağlantısı ortaya çıkıyordu Cesaret, dua eden korku olduğuna göre cesurun korkmaması değil aklını iyi kullanması korkusuzluk olarak nitelendirilebilirdi. Bu kez karşılarında yenmeleri gereken ayrılık korkusuydu.Shirley Maclaine’nin meşhur ölüm bile yoktur.Sadece mekan değiştiririz,sözünü hatırlasalardı bu duyguları yaşamayacaklardı. Eve döndüğünde iki site arasında cıvıldaşan çocukları düşündü.İnsanoğlu ne kadar ilerlerse ilerlesin çocuklara ve bilgelere her zaman ihtiyaç duyacaktı.Nerden ve kimden öğrendiğini çoktan unuttuğu meşhur sözü hatırladı.;“Bir çocuğun bir yetişkine her zaman öğreteceği üç şey vardır: Sebepsiz yere mutlu olmak,her zaman meşgul olacağı bir iş bulmak,elde etmek istediği şeyi var gücüyle dayatmak.” Bu defa ki buluşmaları katı bir ortamda başladı.ikisinin de yüzü asıktı…. -Bilemiyorum Celal.İçimden bir ses umudumu kemiriyor.Olsun yine de ona yenilmeyeceğim.Geleceğe çok daha umutlu bakıyorum.Çünkü sen varsın. Celal’in hiç düşünmediği hayal etmediği bir gerçek vardı.Mehmethoca’da sona hazırlanıyordu.Kelimelere bakılırsa bu uzak değildi. Kafası iyice karıştı.Çünkü böyle bir durum onun planını etkileyecekti..İçine bir korku düştü.Özgüvene ihtiyacı olabileceğini düşündü. -Sizin için bu kadar değerli olmak güzel bir şey.Bu sözlerinizle kendime güven kazanıyorum. -Bak Celal! her insan mutlaka uğradığı felaketten önce bunu haber alır.Felaket zamanları insanın kalbi kararır.Düşünce sistemi dağılır.Daima dalar gider.Heyecanlanır durduk yere.Olmadığı gibi davranır.Gitmediği yerlere gider.Sakarlıklar yapar.Yenilgi görüntüsü verir.Yüzü dehşetli bir olay gören insanınkine çok benzer.Hele azıcık da olsa kalbinde ayna olma özelliği varsa bütün bunlar somut bir biçimde görülür. -Hocam, neden bazen size isyan etmek,öğretilerinizin saçma olduğunu haykırmak ve meydan okumak istiyorum.Oysa ben sizi seviyorum,anlattıklarınızı da. -Bir savaşçı eğitmenine meydan okursa bu saygısızlık mıdır? -Hayır ilerlemenin tespit edileceği noktadır.Kişi öğrendiklerini gerçekten gösterecek bir ortam bulmadıkça sergileyemez.Bir askerin düşmanının gözüne bakma imkanı var.Bu imkan olmadıkça kendisini ispat etme imkanı yoktur. -Bu alemde görünen kötülükler kadar görünmeyen düşmanlarımız da var.Bu konudaki söylemler tümüyle teorik.Fakat bizi sevmeyen içsel ordularımız var.Yıkmak,yere sermektir amaçları.Tek farkları bu işi gizliden yapmaları.Ara sıra mükemmel insanlar bile buna alet olur.Sen de buna dahilsin. -Bana elini ver. -Elini uzattı. Elini Celal’in sağ eline koyunca müthiş bir sıcaklık hissetti.Sanki bir akım ordan vücuduna akıyordu.Sonra sol elini koyunca yine bir akım geliyordu..Bu defakinde bir gariplik hissi vardı. -İşte evlat onların sayısını bile bilen insanlar vardır.Manevi üstatlar yeryüzünde çiçek yetiştirmek gibi üstün bir vazife yüklenirler.Ne olursa olsun her mekanda bizi kutsallaştıracak bir engel olmalı ki gücümüz ortaya çıksın.Kutsallık,bize yük değil.Bizi hafifleten yücelten ve başta kendimizle yaptığımız savaşımızdır. -İnsanların hayatımızı yaşamamız için yazdıkları senaryoyu oynayamayız.Kişisel menkıbemizi, bizi iyi yönde etkilemesi için pasif bir durumda beklemiyeceğiz.Elimizde kuru emsalsiz bilgelik hazinesi kalacak.Sıradan insan olmanın tadına varacağız sıra dışı davranışlarla. -Mademki sıradanlığın tadını yaşayacağız diyorsunuz.O zaman neden sıradan çözümler olan


alkol ve sigara yasak .Günlerdir konuşuyoruz o tür şeyleri tavsiye ettiğinizi hiç duymadım. -Buna “Bugün İçmeyeceğim” adlı kitabından bahsederek açıklayalım.Yayınevleri, adı duyulmamış yazarları sevmezler.Bu güne kadar okuduğum,ünlü olmayan tek yazar Candan Osma idi.O bir yazar değildi.Bir amatördü ama gerçekten acı çekenlerin yapabileceği şekilde ,Ben yandım siz yanmayın mantığı ile yazdığı “Bugün İçmeyeceğim “kitabı ile gönlümü fethetti.Unutma ki sadece gerçekten acı çeken bir insan,acı çekeni anlar ve ona çözüm bulmak için çalışır.Bu iş acıları sömürmeye benzemez. Örneğin alkolün biyolojik olduğunu,bir alkoliği sadece bir alkoliğin anlayabileceğini ondan öğrendim.Alkolün büyümeyi ve olgunlaşmayı engellediğini,acınmak isteyen kişinin anormal olduğunu,hatta bir alkoliğin pek çok din aliminden daha fazla Tanrı’yı seveceğini,bir alkoliğin ilk defa duayla bu kadar yüceleceğini ve sokaklardan çıkıp dev bir şirkette uzman olmanın kısaca deniz seviyesinden zirveye çıkmanın isimsiz kahramanlığını yapıyordu:İnsan okuduğu pek çok kitabı unutur.Ama onu bir günde okudum ve dediklerinin çoğu ezberimde: ”Bugün yeni bir günün başlangıcıdır.Allah,bana bu günü istediğim gibi kullanmam için bahşetti.İyiye de kullanabilirim harcayabilirim de .Yapacaklarım önemli,çünkü onları hayatımın bir günü ile değiş tokuş edeceğim.Yarın,bugünüm geri gelmemek üzere geçmiş olacak.Sadece dün yaptıklarım birer anı olarak kalacaktır.Bunun kötü değil iyi olmasını ,kayıp değil kazanç olmasını ,başarısızlıkla değil başarıyla dolu olmasını İstiyorum ki ilerde ödediğim bedel için pişman olmayayım.Yıllar kafamı doldurmuş.Yapamadığım bir şey olduğu zaman Allah’a havale ediyorum hemen çözülüyor,demişti. -“Beni kurtarabilecek tek gücün Allah olduğuna inanmak ,Allah’ın bana verdiği en büyük nimetti.”Güneşin batışını ve ayın doğuşunu ancak görmek isteyenlerin görebileceğine inandım.Dinlemek kadar önemli olan bir diğer şey ise dinlediğini hissedebilmektir.”sözlerinin altını çizdiğim zaman eğer Mevlevi olsaydım kırk sekiz saat sema ederdim.Yahut bu sözleri duyduğum zaman Mevlana’nın çekiç seslerinden cezbeye geldiği andan daha yoğun bir duygu yoğunluğuna girerdim O sıralar kalbim kirlenmişti.Bu sözleri bile masal okur gibi okumuştum.Samimiyetin bu kadar yüceltebileceğini düşünememiştim.İnsan bu sözleri bir alkoliğin söyleyebileceğine inanmıyor: “Alkolikler içtikleri sürece olgunlaşamıyorlar.Acı duymadan olgunlaşmaya imkan yoktur.Mutluluk ve sevinç tadılmadan şükretmeye imkan yoktur.” “Onlara acılarla yüzleşmenin ne kadar zor ama bir o kadar da zevkli olduğunu ve bu zevkin bazen onların içtiği andan daha büyük bir zevk olacağını anlatmak gerekir diye düşündüm.Artık sokakta bir alkolik gördüğümde iğrenç bir tavırla bakmıyorum.Tam aksine bir gün belki … “Fakat emin olduğum tek şey Tanrı’mı çok sevdiğim.Bu nedenle eşsizim ve bu eşsizlik parça bütüne ulaşınca, birlik başsız olacak ve sonsuzlaşacak.”Allah’ım bir alkoliğin ruhunu yüceltmesi ne kadar dev bir olay.Ben alkoliklerin yalnız çaresiz ve hasta hallerini artık anlıyorum.Onların normal bir insandan daha çocuksu ve sevimli olabileceklerini görüyorum.Sokakların tenhalaştığı saatlerde elinde şarap şişesi ile dolaşan insanların acıklı bir öyküleri vardır.Alkolikler yaşamın yoğunluğundan ürken insanlardır.Belki mücadele yerine kaçmayı tercih ettikleri için biraz suçlanmaları gerekebilir.Ama asla dışlanmaları gerekmez. Hocanın alkoliklerle ilgili tüm olumlu tespitlerine rağmen yaşamdaki maliyetleri dolayısıyla kesinlikle uzak durulması gerektiği ne denirse densin alkol ve sigaranın birer yenilgi olduğu böylece anlaşıyordu.Bu maddelerin verdiği zevklere gelince ondan bahsetmeye bile değmezdi. -Yaşamın yoğunluğu dediniz bu neden ürküntü versin hayat yoğun olduğunda kolay geçmez mi? -Celaaaaaal. Hayatı arı vızıltısı ,karınca koşuşturması haline getirenler unutuyorlar ki sıçramak için durmak gerek.Durmak için ise düşünmek; düşünmek içinse öğrenmek ve okumak gerek.Yani okuma ve uygulama ile kendini sevmesi gerekir insanın.Ama kendini tanıma süreci tamamlanmadan ne yoğunluk, ne sakinlik elde edilemez. Bunlar elde edilmeden de insan


kendini sevemez. Diyelim ki sorunlara çare bulmak zorundayız.Sıradan çözümler yeni sorunlar doğurur.Bulacağımız çarenin de stresin bir kaynağı olabileceğini unutmamalıyız.Bulduğun çare seni çözüme götürmüyorsa, kendini aşağılama ve öz güven eksikliği seni hakimiyet altına alır.Bu yaşanan olay ve durumların ötesinde her daim olumsuza odaklanmayı beraberinde getirir.Bugün Tanrı ve kendin için ne yapmadın olumsuz sorusunu bir kitaptan öğrenmiştim.Heyhat okuduğum kitapların beni bunalıma adım adım sürüklediğini görünce terk ettim okumayı .Sonra anladım ben yanlış kitaplar seçmişim.Sadece yeni kitaplar aldım.Beni, içimi okumaya kendimi tanımaya yönelten böylece doğru işler yapmak yerine işleri doğru yapmaya yönelten kitapları okudum.Bu,basit bir keşif.Ama zor sorunlara basit çözümler bulmak ustaların işidir. Prensiplerimin sokakta tanıtılmayan bir Tanrı’ya beni ulaştırmasına izin verdim.Tanrı ,yalnız şunları sever, diye cümle kuran, dünyası dar,ilmi kendisine yük insanları sevmemeyi öğrendim.Gerçi bu süreçte adımı kaybettim .Feda olsun bir isim.Bu süreçte yitirdim saçlarımı ama feda olsun.Kelimelerim hala hafızamda. -Şükürler olsun ki sesim sana kadar ulaştı.Yüce Sır, seni ta ülkenin öbür ucundan getirip bana ulaştırdı. -Kendi çocuklarım bile senin kadar aşkla dolu olmadıkları için farklı yoldalar.Onların babası olarak kendi dünya görüşlerine uygun yaşamalarına izin verdim.Erdemin , sayıya ihtiyacı yoktur.Bilakis,sayının erdeme ihtiyacı var.Bu nedenledir Buddhaistlerin tartışmaya ihtiyacı yoktur.

Bölüm 27 “ Şükür kıl ki geldin frengistana sağ Sağlığında ol kişi yedi iklime sultandır.”Cem Sultan


(Fransaya sağ geldiğine şükret zira bir kişi sağlığında yedi iklime padişahtır.) Sonraki gün hocanın bahçesinde birlikte çalıştılar.Bahçenin yarıya yakın kısmını yeniden düzenleyecekti.Hoca,her yaz bir iki kere bahçedeki düzeni değiştiriyordu.Bunda Celal’in anlamadığı ise ,Celal’in ayrılığının yaklaşması sebebiyle duyduğu rahatsızlık hissi idi. Eski şarkılardan birinde sevgi anlaşmak değildir/Nedensiz de sevilir./Bazen küçük bir an için ömür bile verilir,sözleri geçiyordu.Celal ,hocanın bu şarkıyı mırıldandığını görünce biraz anlar gibi olmuştu.Celal son derece mutluydu.Acılarından kurtulmayı girdaptan metaya yükselmeyi öğrenmişti. Ya Celal dedi uzunca bir şekilde. -Nice üstat gelip geçti.Toprak kimseye merhamet göstermedi.Onların yürekleri yanmıştı.Bu ,dünyada yaşadıkça bedenlerinin önemli olduğunu ama çok önemli olmadığını yolun başında anlamışlardı.Akif’in deyişiyle elemlerinden şu kubbede bir iz bile bırakmayanlar oldu. Yangınların suyla söndürüldüğü yalan çünkü bu şekilde tutuşan yüreklere su fayda etmez.Bu insanlık ne zalim bir yaratıklar topluluğu imiş.Seçkin elmaslar okyanusunu bile kirli deniz suyu ilan etti.Mani ya da Siddhartha artık yetişmiyor. Mehmet Hocabu sözlerden sonra uzun süre konuşmadı. Sessizliği ,Celal bozdu: -Hocam,öğretilerinizin büyük kısmında Budizm’in etkileri var.Benim kafama takılı hiçbir şey kalmasını istemem. Budizm’in Tanrı’yı ve ruhu yok saydığı söyleniyor,doğru mu? Hoca ,biraz gülerek cevapladı: -Sana bir hikaye anlatayım,dedi. Bir zamanlar bir öğrenci hocasına varlık nedir,diye sordu: Hoca :Yokluktur,dedi Öğrenci anlamadım,dedi. - "Peki öyle olsun. Bana bir Hint inciri getir." - "İşte burada efendim." - "Onu yar." - "Yardım efendim." - "Ne görüyorsun?" - "Küçücük çekirdekleri var içinde." - "Yar o çekirdeklerden birini." - "Yardım efendim." - "Şimdi ne görüyorsun?" - "İçi boş efendim." "İşte o çekirdeğin içindeki senin göremediğin özden koskoca Hint inciri ağacı oluşuyor. Bana inan oğlum, işte o incir çekirdeğindeki boşluk o öz ile doludur. Her şey varoluşunu o öze borçludur. İşte gerçek budur. İşte o öz varlıktır. Sen de O’sun." (Chandogya Upanishad) Şimdi incirin içine bakıp Tanrı yok diyebilir misin? -Hayır. Bazen yokluk, varlık demektir.Boş ver Celal,insanlar anlamak istedikleri gibi anlıyorlarsa biz tartışmaya girmeyiz.Bizim doğrularımız yüreğimizin içinde ve sadece isteyeni aydınlatırız. Yerinden kalkıp teybi açtı.Zirvelerde Dans müziği çalıyordu.Kasette ondan başka da müzik yoktu Sevgiyle Celal’in gözlerine bakarak konuşmaya tekrar konuşmaya başladı. -Konuşmak ve susmak kolaydır.Zor olan duygulanmaktır,etkilenmektir.Susmak söylemektir gerçi.Ama bu susmada kelimeler yetersiz olduğu için susulur.Kelimelerin ulaşamayacakları bir hal zirvesi vardır.Artık zirvedesin Celal sana sadıklar planından bahsettim mi?Siddhartha Gotama’nın öğretilerini kabul eden ve bilgelik mertebesine yükselenlere bu yasa açıklanır.Bu yasayı duymak istiyorsan şehvet ve dünya nimetlerinden vazgeçtiğini ispatlaman gerek.Kabul ediyor musun?


-Evet? - O zaman sus ..Sessizliğin tadına var bulutların üstüne çık uçtuğunu düşün . Bir süre Celal’i hipnotize etti.Celal uyuduğunu fark edemeyecek durumdaydı.Bir tek ses duyuluyordu.Hocanın sesi.O da ara sıra kayboluyordu.İlkin çok güzel bir saraya geldi.Her taraf çimenlikti,kırmızı çiçekler güller ,papatyalar menekşeler Sonra hocanın sesi duyuldu : -Bu saraya bakmaman gerek. Birlikte geçtiler. İkinci bahçede enfes güzellikte elmalar vardı.Portakallar,her türlü sebze ve meyve harika dizilmişti. -Yememen gerek Celal . Birlikte geçtiler ama üçüncü sarayda hocanın sesi kayboldu..Kendisi de kayboldu.İçinde ney sesleri ve harika bir orkestra müzik çalıyordu. Duymamam gerek diyerek tek başına geçti. Dördüncü saraya dayanamayıp girdi.Cariyeler onu karşıladı.Öyle güzel cariyeler vardı ki.İçlerinden bir kısmını huri sandı.Vücutlarının her yeri adeta bir inci idi. Kendini alamadı.İpeklerle donanmış bir yatağa yattı.Yemeğini oradaki cariyelerden daha güzel bir cariye getirdi.Soru sorulmayacağını bilerek sordu. -Sen ne güzelsin böyle…bu sözden sonra her şey alt üst oldu. Sonra kaçmaya başladı.Daha önce gördüğü her saray çöplük halindeydi. İlk gördüğü sarayda Buda’nın iki beyaz bulutun arasında ona seslendiğini işitti -Neden Celal?Neden? Benim öğretilerimin güzelliği sana yetmedi mi ki gidip dünyanın nimetlerine sarıldın.Kadın insanlığın ateşi ya da gül bahçesidir. Bilemedin mi Celal? -Yazık oldu sana. -Uyandığında ise Yanında Mehmet Hocavardı -Celal,Bu uyku esnasında gördüklerini reklam ve kibir amaçlı kullanma. İkisi de yere çöktüler .Mehmet Hoca,Celal’i bir kez daha uyardı.Başını kaldırırsan burda kül olur çıkarsın -Anladım dedi ,Celal. Sonra karanlık başladı.Bir ses duyuldu.Ses kadın ya da erkek sesine benzemiyordu.Karanlığın kızıllığa dönüşmesi ile Celal,korkmaya başlamıştı. Sonra her kelimesi yeri titreten bir konuşma başladı. “Ey sözünde durmayan insan! Ey erkek!! Yazık sana! Sözünde durmadın. İstenilen noktaya varamadın. Vahdet, Teklik sarayına girmedin. Her türlü kayıttan uzak olan Allah’a kavuşamadın. Zira "Hiç"lik Zirvesi'ne çıkmadın. Ey gâfil adam! İn bu yerlerden, git, in! Önünde diz çöktüğün, kendini ve ruhunu teslim ettiğin koca karıya, dünyaya git. Sen insanların ileri gelenlerinden değilsin. Sen bu meclisin eri değilsin. İn, git. Git ki, emel ejderhası ciğerlerini yesin. Git ki, aşırı arzu akrepleri Nemrut gibi beynini kemirsin. Git, git (Hüzünlü bir tavırla) Git, git ki, mert kimselerin gül bahçesine otlar girmesin.” Bu sözleri söyledikten sonra kızıllık tekrar siyaha benzemeyen bir karanlık oluşturdu ve kayboldu. Sadıklar planını duymaya hazır olmadığını gösterdin.Pişman mısın? -Hem de çok,dedi. Ama iş işten geçmişti. Alaattin: -Öğretiler ne kadar güzel olursa olsunlar uygulanmadıktan sonra biraz önce gördüğün koca karıdan başka ne olabilirler ki? Gerçek bilgi, bilmek sürecinde değil de olmak sürecinde yer alır...Üstatları büyüten bilmeleri değildi olmalarıydı. -Gördüğün ve yaşlı kadın çöplükler bu dünyadır işte.Bununla beraber kovulmayı hak etmiyorsun.Her ne öğrenmek istiyorsan, öğren; fakat bağımsız bir şekilde geliş.Ben ,senin gelişme sürecine müdahale ederek senin gelişmeni engellemek istemem. -Hocam lütfen ne olur bir kere olsun tam ve açık konuşun -Sen istedin örnek veriyorum.


Bir üstadın, hiç inek görmemiş veya süt tatmamış bir öğrencisi vardı. Fakat, sütün besleyici bir gıda olduğunu biliyordu. Dolayısıyla, bir inek bulup sağarak, sütünü içmek istiyordu. Üstadına giderek, “İnekler hakkında bir şeyler biliyor musunuz?” diye sordu. Üstadı “Tabii” deyince, ricasını açıkladı: “Lütfen bana bir inek tarifi yapar mısınız?” Üstadı da onun ricasını yerine getirdi: “İnek, dört ayaklı, uysal ve ehlileştirilmiş bir hayvandır. Ormanda değil de, köylerde bulunur. Sütü beyaz renkte olup, sağlığa yararlıdır.” Velhasıl, kuyruğunun ve kulaklarının şekline kadar, tüm ayrıntılarıyla bir ineği tarif etti. Bu tariften sonra, öğrenci bir inek aramaya koyuldu. Yolunun üzerinde bir inek heykeline rastladı. Heykeli inceleyince, “Üstadımın bana tarif ettiği hayvan bu olsa gerek”, diye düşündü. Tesadüfen, yakında yaşayan bazı kimseler o gün evlerini badana yapıyorlardı ve heykelin yanında bir kova badana bırakmışlardı. Bunu gören öğrenci, şu sonuca vardı: “İçmesi yararlı olan süt de bu olmalı.” Badanayı kafasına dikip içince, fena halde hastalandı ve hastanelik oldu. İyileşir iyileşmez üstadına gitti ve öfkeyle çıkıştı: “Sen öğretmen değilsin!” Üstadı, “Ne oldu?” diye sordu. Öğrenci, “Yaptığın inek tarifi doğru değilmiş,” diyerek, başına gelenleri anlattı. Üstadı, “Peki,” dedi, “İneği kendin mi sağdın?” Öğrenci, “Hayır,” deyince üstadı, “İşte,” dedi, “Başın bu yüzden derde girdi.” Açıklamamı ister misin? -Galiba gerek yok ,dedi iç çekerek. Bu dünyanın aslında bir rüya ve hayalden ibaret olduğunu anlatmak istemişti. Celal , konuşmaya hazırlanıyordu ki MehmetHoca,sözünü kesti. “Bana neyi bileceğini anlatma !Şimdi git! Bildiğini yaşa sonra gel, yaşadığını anlat.Bana neyi bildiğimi sorma! Şimdi gel !Bildiğimi yaşa sonra kal! Bildiğini anlat.Sana nasıl bildiğini soracaklar. Şimdi git. Bilmeyi yaşa! Onlarla kal! Beni anlatma “ Celal,bu olayın tahlilini yapmak üzere eve gitti.İlk düşüncesi ruhen hazır olmadığı bilgilerin faydasız olacağını düşünmemesiydi.İlim sadece amel olduğunda faydalıydı.Aksi takdirde ağırlıktan başka bir şey olmuyordu. Gece büyük bir pişmanlıkla uyudu.Rüyasında gündüz duyduğu ses bu defa yeniden geldi ve şiir okumaya başladı. “Yükseldikçe alçalır gönlüm Her solukta bir adım dağlara değil kendime tırmanırım Rüzgarı beklemem geldiği yere çıkarım Rüzgara değil kendime ulaşırım Güneş ilk bana doğar en son ben uğurlarım. Zirveleri değil kendimi imzalarım Yükseldikçe ağırlaşır benliğim Her zirvede bir ben bırakırım. Kendime değil kendimi bulmaya alışığım.” Bu şiiri okuduktan sonra kayboldu.Sesin kime ait olduğunu çıkarmaya çalıştı.Shirley Maclaine ‘’Kamino” kitabında bunlardan çok bahsetmiş ve koruyucu melekler olduğunu söylemişti? Gece uyanıp bu şiiri bir yerden duyduğunu düşündü.Ama hatırlamayınca tekrar uyudu. Öğlene doğru uyanınca hemen hocaya koştu.Birlikte kahvaltı yaptılar. -Bu çağda onca kire,yalana,zinaya ,kötülüğe rağmen siz nerden çıktınız? -Hoca,durgun bir halde iç çekerek cevapladı. -Sana söylemiştim sen benim sonumsun. Celal,çok üzüldü. -Keşke ,olmasaydım. -Ya ben bu durumdan şikayetçi değilsem…


-Ayrıca ,sana yardım etmek benim Sadıklar Planı ilkelerime göre bir mecburiyet.Beni sen çağırdın! -Benden bir şey isteyeceğinizi söylemiştiniz.Onu artık söyleseniz.umarım isteyeceğiniz çok basit bir istek olur - Celal ağlayarak dışarı koştu.Hemen arabayı çalıştırıp sahile gitti.Akşamdı.Her tarafta güzel ışıklar vardı.Tepedeki çay bahçelerinden birine uğrayıp oturdu. Kıbrıs’ın ışıkları görünüyordu.Saatlerce düşündü.Doğruydu söyledikleri bilmek başka bir şey ,Olmak başka bir şeydi.Buda’yı düşündü.Babası onun acıya ve zorluğa takılıp kaldığını anlayınca ona yüzlerce güzel cariye alıp getirdi.Onun için sarayda eğlenceler düzenledi.Fakat ne yaptıysa onu vazgeçiremedi.O dönemde taraftar kitlesi son derece az olan Siddhartha(Buda)’nın Kral Aşoka’dan sonra bütün dünyaya yayılışını düşündü.Buda’nın öğretilerini bu derece yayan belki de onun yalnız olduğu dönemde gösterdiği sabırdı.Siddhartha’yı Buda yapan düşünme değildi.Düşündüğünü uygulamalıydı. Uygulama ile güzel alışkanlıklar edinmeliydi.Onun hüznünün asıl sebebi ayrılıktı. Şimdi bunca bilgi ve yaşamı sonlandırma nasıl yan yana gelecekti.Sonunda sebebini çözemeyeceğine inanıyordu.Ama içinde iki ayrı dünya iki ayrı Nasıl dayanacaktı?Farkında olmadan Mevlana ve Şems gibi tek yürek olmuşlardı.Celal,ömrü boyunca tanıdığı en değerli insanı bulmuştu ondan da ayrılacaktı. Son çayını yudumlarken televizyonda haberler vardı:Her zamanki gibi öfke şiddet ve kan doluydu.Magazine teslim edilmiş bir hayatın izleri doluydu.Farklı olanın,güçsüz olanın aşağıda kabul edildiği emperyalist dünya görüşü doluydu..Dünya insanları kendilerinden önce nice nesiller geçtiğini içlerinde iyi ya da kötü ayrımı yapılmaksızın toprağa dönüştürüldüklerini göremiyordu. Zevkin çılgınlığında tüketimin cazipliğinde sokaklarda her gün ezilmenin haberleri sunuluyordu.Dünya kendisinin içindeki saçmalığı beyinlere hatta kalplere bulaştırıyordu.Bilinen bir düşünce vardı :Yaşamı güzelleştiren en önemli durum insan ilişkileri idi.Oysa tüketim bilgisayarı,televizyonu ile korkusu, güvensizliği şöhrete esareti ile evreni kirletiyordu.Bu dünyanın ancak ve ancak layık olduğu filozof NİETCHE idi .Bu dünya hiçbir dönemde olmadığı kadar layıktı onun düşüncelerine.Vahşeti,parası,araçları,teknolojisi ile güçlülerin dünyası .Aşağıladığı,küçümsediği hayvanların yaşamını taklit etmeye çalışan bir dünya.Onun haberlerinden ne olurdu ki.Ondan haberdar olunmasa ne olurdu ki. Hani bir zamanlar Paris’te Oslo’da Harran’da,Londra’da Bağdat’ta barışın haberleri yapılırdı..20 ve 21. yüzyıl insanların hayvan yaşamını taklide yöneldikleri yüzyıllardır.Eğer dünyanın ömrü yeterse 22 .yüzyıl daha kötü günler görecek.Ne olursa olsun bu tavırları yeni değil.Bu asırların kiri Frankeştayn’da Hitler’de ,Cengiz Han’da Hyung Nu’da Gordiya’da ,Persia’da ,Pinochet’de ,Saddam’da görülmüştür.


Bölüm 28 Sonra bilinçsizce arabasını Kalibiya yoluna sürdü.Kaç saat yolculuk yaptığına hiç bakmadı.Teybe Gorevsky’nin konçertolarından birini taktı.En sevdiği sopranoydu.Sonra da derin derin düşündü.Ama daha müzik yeni çalmıştı ki bir kamyona haddinden fazla yaklaştığını fark etti.Bu halet-i ruhiye ile araba süremeyeceğini anladı.Arabasını bir kenara çekip düşünmeye başladı.Yorgundu başını direksiyona dayadı Kısa süreliğine ağladı. Çok eskilerden bir internet sitesinde Kuzey Kartalı’nın sözünü hatırladı: -“Kimi nefes nefese kendine derinleşiyordu.Kimi nefes nefese nefsine nefesleniyordu.Kimi sayısız nefesler ardına hayal kuruyordu. Kimi kumar oynuyordu üç sonrasına .Kimi ömrünü ilk nefesinde yaşıyordu.Oysa bir nefes bir ömür kadar kutsalken ,her nefes biraz daha yaklaştırıyordu ölüme.Ve kimi son nefesinde bir ömür yaşıyordu.O halde yaşamak için son nefeste bir ömür kalitenin uğruna her şey feda edilebilirdi.Sonra gözlerinin yavaşça kapandığını hissetti.Ertesi gün uyandığında bir yolun kenarındaydı.Nerede olduğunu kısa bir süre içinde anladı. Etrafı uzun süre seyretti.Sabahın bu vaktinde hüzün kelimesi ne kadar uzaktı tabiattan.Ve sevinçler ne kadar yakındı.Özgür olunacak gündü.Bu sabah aynaya bakmaya gerek yoktu.Renkler ve şekiller tartışılırdı bu sabah.Soyunup hiçliğe dalası ve hiçliğe ulaşmak için her şeyi feda edilesi bir gündü.Böylesi bir günde Hoca’ya koşmalıydı. Sitelere doğru gelirken içinde büyük sevinç ve mutluluk vardı.Hemen hocanın evine koştu.Fakat bu tatilde ilk defa balığa gitmişti.Arabaya bindi ve onun gittiği yere gitti.Yine tek başınaydı.Bu ,MehmetHoca,ne tuhaf adamdı. -Hoş geldin Celal Derin bir nefes aldı -Hoş bulduk sayın hocam -Çok hoş bulduk.. -Artık hazırım -Bu kez kendimi gerçekten iyi hissediyorum.Sonra göz göze bakıştılar.Hoca ,Celal’in gözlerindeki gücü ölçmek istiyordu.bu gözler o kadar güçlü bakıyordu ki karşıdaki buzu eritecek ,ateşten güçlüydüler. -Hoca her şeyi anlamıştı. Sonra oturup sohbet ettiler.Celal,kısaca gece macerasını anlattı.Hoca,onu eve gönderdi kahvaltı yapıp beklemesini istedi.Saat on iki civarında .Mehmet Hocaeve gelmişti.Saat iki civarında ise çağırmıştı Celal’i çağırdı. O gün evde sevinç ve hüzün birlikte yaşanıyordu.Farklı bir ortam oluşmuştu.Ve adını bilmediği bir sanatçı güzel bir türkü söylüyordu.Nakarat bölümünde Baharlara baharlara hasret kalan kumrulara Ey Allah’ım sen kavuştur ,sen ulaştır yarınlara.Esen yeller sanki küsmüş sanki küsmüş bahara kapılmış ak bulutlara o da belli ki bir koku getirir uzaktan” Daha önce benzerini hiç görmediği bir sandık getirdi.İçinden turuncu bir elbise çıkardı.Bu elbiseyi asla yaşadığın ülkede giyme.Zen yolcuları yaşadıkları toplumun içinde fark edilmeyecek şekilde yaşamalıdır.Diğer ülkelerde sadece onların yaşadığı dünyada yaşadığımızı ama onlar gibi politika veya dünya işlerine dalmak gibi bir özelliğimiz olmadığını ve onların bizden olabilecekleri duygusu ile yaşarız.Değişik özelliklerimiz onlardan üstün olduğumuzu kanıtlamak için değil kendi iç ,olumsuz kuvvetlerimizi yeneceğiz. -Al ,bu senin!


-Artık bir zen öğrencisisin..Öyle olmadığını sandığın sürece ,öyle olacaksın. Zen’e ulaştığını düşündüğün gün hiçbir zaman ulaşamayacağını söylemiş olursun.Ona asla ulaşamayacağını düşünüyorsan ona ulaştın demektir.Bizim bir törenimiz yok.Ulaştığın manevi aşamalardan her birinden geçtikçe sana bir Sadıklar Yasası söyleyeceğim.Son yasada ,son cümle: söz bitmiştir olacak. İşte sana başlangıç yasan: Celal’in önünde top patlasa duyacak hali yoktu.Sevinçten ayakları yere basmıyordu. -Bunları duymak için ömrümü verdim.Bunlar kendini sadece yüreğini bulana hediye edilir.Artık hazırsın. -Efendi Tathagata’nın ve bütün ruhsal yolcuların , ruhu şad olsun öğretileri daim olsun! “Sabrın en iyisi nefissiz sabırdır.Aklın en iyisi nefissiz akıldır.Dünyanın dönüşü nefse doğrudur.Öyle insanlar vardır ki kendilerini bilmezler.Bunlar sadece tabiatın oyuncağıdırlar.Öyle insanlar vardır ki bunlar kendilerini sadece bir yolda bilirler Bunlar ise yolun çelimsiz oyuncaklarıdır..Fakat öyleleri vardır ki bunlar her yerdedir.Sadece yüce olanın emrindedirler.Kendilerini ,kalplerini akıllarını ve ellerinin işini oyuncak diye vermezler.” Bu senin dayanağın olacak.Unutma nefis uğruna yapılan işler boşunadır.Dünyayı ona esir olmayarak elde edebilirsin .Kendini tanıyarak kavuşursun Şimdi buradan derhal git!Anın tadını yaşa! -Celal artık anlamakta zorlanmıyordu.Emrederseniz yüce efendim.Önünde eğildi.Olağanüstü hafiflemişti. O akşam Hoca’sının dediklerine son noktayı koyduktan sonra .Defterine şunları yazdı:Her şey sihirli bir el değmiş gibi değişmez.Bu,ahlak kitabı hazırlayan insanların cahil kaldığı bir yer.İnsan ruhundan anlamayan ,evine gelen misafirlere kütüphanesindeki kitapları ve kendine yakın derneklerce aldığı ödülleri gösteren aydınlar,bir kitabı satmanın sadece fiyatına ve adına bağlı olduğunu düşünerek hareket eden bezirganlar,gençlerin umutlarını aşk adı altında pazarlayanlar,ufacık çocuklara süslü özentili yalan ve sahte bir dünya gösterenler , hepinize seslenmek isterdim:Güneş akşam battı.yarın doğmayabilir.Ben güneşin doğmamasından endişeliyim ama yine söyleyeyim ben güneşi içime alıp erittim :şimdi güneş benim .Ama bu “ben” ile sizin sözlüklerinizdeki ben arasında yerden göğe kadar fark var…

Bölüm 27 Ruhların tek maddeden yapıldığı yaygın bir inanıştır.Bu inanışı doğur kabul edersek DNA yapılarına da bakmamız gerekir.DNA’da kişi kendisiyle bir ortaklık bulunan insanı en azından tahmin eder.Günlük dilde sanki daha önce görmüştüm,gözüm ısırıyor gibi deyimler bunları anlatır.Ki gözümüz görmediği halde gördüğümüzü sanabiliriz.Günlük hayatımızda alışverişte,yolda,işte böylesi insanlara rastlarız.Mehmet Hocave Celal’in ikisi de o yörede gece geç saatlerde yayın yapan bir spikeri çok sevmeleri bundandı. Celal radyoyu çok severdi.Gece güllerin arasında oturur ara sıra gül ile bülbül hikayesini,ara sıra Simurg efsanesini,ara sıra Cem Sultan’ı,ara sıra da Mansur’u düşünürdü.Bazen isimsiz kahraman Üstat Mana’nın Sasanilerin elinde idamına ağlardı.Ama bir gün fark etti ki hep kendine ağlamıştı.Acının dertli yüreği dağlamak ve saçları dökmek gibi özellikleri vardır.Her şeye rağmen derdi hep.Her şeye rağmen sabahleyin esen rüzgar gece, Yunan radyolarında Yunanca’sı söylenen Türkçe şarkılar .Hele Türk sanat müziğinin geç saatlerdeki solo konserleri onu kendinden geçiriyordu.arArap radyolarının bitiremediği ya lelli şarkıları birbirine karışıyordu.Her şey kendince belirsizliğe akıyordu.Dünya kendi başına


düşünüldüğünde anlamsız ve saçmaydı.ne kadar saçma olursa olsun yaşamak insan boynuna vurulmuş bir kement idi ve ondan kurtulmaya çalışmak en az onun kadar saçmalık oluyordu.Anlamsızlığa,karanlığa karşı savaşmak nice filozofların saçlarını dökmüştü.Mehmet Hocanasıl da çözmüştü bu zor bilmeceleri. MehmetHoca, bu defa daha ilginç bir haldeydi.Hiç böyle görmemişti Celal onu.Yüzünde ne hüzün ne sevinç vardı.Celal hocam bana Sadıklar Planı’ndan anlatacağınız neler kaldı? -Sadıklar planı istemekle verilmez. -Evet!Ama benim zamanım yok.Kurtaracağım bir bedenim ve nice insanlar var!İzin verin gideyim. -Zamanı değil daha hazır değilsin! -Toplumsal olmak adına günah ve suç bedellerini ödemedim mi,saçlarımı ödemedim mi devam etmesem daha iyi bunlardan acı çeken her insanda yüzlerce var. -Anladım Celal.Sen kazandın.Diyorsun ki ben yandım beni yeniden yakmaya ne lüzum var. 17.11.1967 tarihinde 111.Celse olarak deftere kaydedilen Shangai tapınağındaki büyük ayinlerimizden birinde şu emirleri almıştım: Kendisi ve milleti adına bana başvuran ve öğrenciliğe kabul ettiğim Alaattin’e şunlar verdiğim sadık öğütleridir:Bu öğütleri hak etmeyen birisine sunduğunda öğrettiği, ona düşman olsun. “Hayat senin için iki ana esası ihtiva etsin:Birincisi itimat;ikincisi sevgi.Bunların yokluğu korku,kötülük, her türlü menfilik ve geriliktir.İtimadı nefsinden başlayarak en üstün bildiğin kudrete kadar her şeyde muktedir olmak şeklinde anlayacaksın.Sevginle her şeyde bir muhabbeti kaynaşmayı ülfeti sağlayacaksın.Kişilerin birbirinden korkusu güvensizlik ve sevgisizliktendir.Birbirlerinin hal ve hareketinden memnun olan kişiler kendi aralarında sevgi içinde olur.Sevgisizlik güvensizliktir.Güvensizliğin sebebi bilgisizlik ve nefse düşkünlüktür.Senden bana bağlanmanı istemiyorum.Lakin bilgi ve faaliyetlerinle güven doğuracak ,güvendirecek ve güveneceksin.İnsanlar arasında hiçbir şekilde iyilik istekleri dışında ayrım yapmayacaksın.Bizim öğretilerimizin temsilcisi olarak gördüğümüz Rumi’yi hiçbir yerde eleştirmeyeceksin.Eleştirenlere cevap vereceksin.Zira insanı sevdiren tüm yiğitler önünde saygıyla eğileceksin.Bu öğütleri yayana Buda’yı koruyan bulutların gizemi çözülsün.” Bu sözlerinden sonra bana kutsal kabul ettikleri bir kılıç verdiler.Dönerken özel belge ile gümrükten geçirdim.Yarın akşam o kılıcı sana vereceğim. Celal ,çok sevinmişti.Bazen iyi ama diyordu mutluluk buysa neden bu güne kadar ona ulaşamadım.Bu düşüncenin peşinden ,bu kadar kolay idi ise neden bu güne kadar ulaşamadım cümlesinin temelde yanlış olduğunu anladı.Çünkü erdem savaşçıları bu günün bilgisi ile dünün cehaletinin anlaşılamayacağını bilirlerdi.Bu durumda suçlama yanlıştı. -Hoca’m bana gerçek meditasyonu öğretseniz,dedikleri gibi huzurun önemli bir temeli değil mi? -Gerçek meditasyon demekle neyi kast ediyorsun? -Hani şu ateşte yürüdüklerinde yanmayan Aborijinler var ya.Bana öğretseniz.Acıyı ve korkuyu hissetmemeyi. -Sana öğretemem.O sadece yaşanır.Meditasyon ile tefekkürün ruhta kaybolmakla eş değer olduğunu söylemiş olmalıyım. Celal ,bir daha o konuyla ilgili konuşmama kararı aldı. Tatil bitiyordu.Sadece birkaç günleri kalmıştı.Bu süreyi en iyi şekilde değerlendirmek istiyorlardı.Celal omuzlarındaki ağır yükün farkındaydı.Ama MehmetHoca’nın derin bakışları sanki bir yolculuğa hazırlanan otobüs yolcusu gibiydi günler geçtikçe daha bir derinleşmişti.Sanki hayattan bıkan ama yorulmayan bir görüntüsü vardı.Artık sahile indiklerinde eskisi gibi uzun sohbetler yerine kısa yürüyüşler yapıp dönüyorlardı.Onun ruhi bilgileri vermek istemeyen duygusuna saygı gösterdi Celal.Durumun Celal ile ilgili olmayan yönü vardı. -Ne oldu hocam sizce ,size bize ,insanlara ne oldu? -Benim de ara sıra da olsa yenilmeye hakkım yok mu? Üzülmeye,duygulanmaya…Ah be


Celal yanıyoruz.Biz hayatın yenilendiğini sanıyoruz.Oysa hayat bizi eskitiyor. Medeniyet bencilliği arttırdıkça insan postmodern çizgiye kayıyordu.Tröstler beğeniyi ele geçiriyordu.Ucuzlaştırıp hiçleştiriyorlardı.Bu hiç ile Buda’nın hiçi arasındaki mesafe güneşle dünya arasındaki mesafe kadardı.Psikolog çalıştırıp insanların bilinçaltına ürün reklamlarını nasıl yerleştireceklerini düşünenler insan olgusunu önemsemezler.Ne yazık ki genellikle orta sınıfın ve alt sınıfın ilgilendiği bu karteller en küçük paralarımızla yaşarlar.Yaşasınlar, bunu ekonomik açıdan ya da siyasi açıdan önemsemiyorum.Onlar da insana fayda verip kazanmakla ya da fayda vermeden kazandırmak arasında tercih yaptıkları zaman insanı seçsinler .Michael Gelb’in dediği gibi dünyada bu kadar sırt varken kimseye binme diyemezsin.Fakat ben diyorum. -Gürültü,para,kadın üçlemesi ile bedenlerimiz bizim elimizden çıktı.Şimdi de ruhumuzu istiyorlar.Kredi kartları ile,ışıklı tabelalarla heryere girmeye çalışan yapıları ile bizi tüketen bir canavar haline getirmek istiyorlar. Elbette insanın en özgür olduğu ortam onun için en rahat ortamdır. Ama söyler misin bana insanın tercihlerini ,bilinçaltını ,etkilemek özgürlük kavramı ile ne kadar bağdaşır. Bilinçaltına çıplak kadın figürleri yerleştirmenin neresi özgürlük. Yemeğini yediğin evin tüm kurallarına uyacağız.Celal artık yolun sonundayız .Bu süresi kısa, kendisi uzun yolculuk boyunca senden çok şey öğrendim. Celal güldü. - Benden mi!Şakayı seviyorsunuz herhalde.Yapmayın Hocam.Size hiçbir şey anlatmadım ki! Size ne öğretmiş olabilirim ki? -Bak Celal!Bir öğretmenin öğrenciliği bitmez.Öncelikle bana ,bilgilerimin ne kadar değerli olduğunu öğrettin.Sonra sayende hayatla boğuşurken ,yere düşersem kalkmayı ,sürünürken umutla ilişkiyi dengelemeyi öğrendim.Bir de hayalin nasıl yıkıcı ya da kurtarıcı olabildiğini .Bir de bilginin kullanılmadığı sürece ne kadar işe yaramayacağını. - Bize yaşatılan hayatın virüslerinin çoğunluğu biyolojik.Bu yaraların psikolojik olduğunu düşünmek aslında bilhassa doğu gençlerinde görmeye alıştığımız suçluluk psikolojisine itiyor. -Bir araştırma yapılmış ve ailelere iki soru sorulmuş.Çocuklarınızın itaatkar ve sadık olmasını mı,özgüvenli olmasını istersiniz.Doğulu aileler itaati, batılı aileler özgüveni seçmiş.Sorgulama mantığının olmadığı yerde doğruyu bulmak imkansızdır.Maalesef tek başına bu özellik bile yasadışı toplulukların bu bölgede yayılmasına sebep olmuş.Ayrıca kitleleri yönlendirenler, sorgulama mantığını sevmezler.Bu,bir baba için de aynıdır,bir yönetici için de.Aslında tarih yaprakları çok şeyi söylüyor.Mesela göçmen Türk’lerde bir kız dışarıya verileceği zaman ailenin çocukları bile söz sahibi olurdu.Oysa doğu toplumlarında bu karar yalnız başına aile reisine bırakılır ya da en yaşlıya.Sonuçta değişmeyen; bir insanın birey olmasına toplumun izin vermemesidir.Birey olmasına yasal yoldan izin verilmeyen insanlar ergenlik çağının verdiği mücadele isteği ile yasadışı işlere meyletmekte.Son zamanlarda gazeteler sıkça bahsediyor.Doğuda aileler çetelere çocuklarını kiralıyor.Hatta başkentte bir çete bulundu ve küçük çocuklara hırsızlık yaptırdığı tespit edildi.Şimdi bu olayı değerlendirelim.Ortada birey olmasına izin verilmeyen baba,konuşma hakkı dahi olmayan anneve ne yaptığını bilemeyecek kadar saf çocuklar uyanıkların elinde onların daha iyi yaşamaları için kullanılıyor.Üstelik çetelere aylık üç dört milyar gelir getiren bu çocuklara aylık 500 ile bir milyar arasında para veriliyor.Aileye ise 250 milyon.Yani uyanıklar lüks lokantalarda yerken,özel okullarda çocuklarını okuturken ya da uçağa benzer otomobillere binerken zavallılar sıkıntı ve rezalet içinde yaşıyor.Şimdi ,aklına kimler ilk geldiyse onlar suçsuzdur.Yakup Kadri ,zamanında Anadolu insanını aydınlatamayan aydın geçinenleri suçlamıştı.Şimdi onca aydını olan doğunun gündemde olan sorunları ile gerçek sorunları arasında bağlantı kuramamaları iyi niyetle karşılanacak bir durum mu?Hiç sanmıyorum.Demek ki gündeme getirilen sorunlar gerçek sorunlar değil.Peki soruyorum sana bir insanın bedensel ölümü ile ruhsal ölümü arasındaki fark ne?Ölmeden çok çok önce öldürülen! bu çocukların büyümesi ayrı bir felaket oluyor. Aydınlar ya da toplum sözcüleri neden birey olmamayı suç kabul etmiyor? -Cevabını benim vermemi ister misiniz,hocam. -Ver bakalım. -Birinci ciddi sorun :cehalet,ikincisi sevgisizliktir.Bu iki özelliği toplumdan uzak tuttukları


ölçüde rahat edecekler.O zaman rahat rahat votkalarını yudumlayamayacaklar.Sevgisizliğe gelince ,nefret uyandırmak kolaydı cahil insan üzerinde.Bunu kullandılar.Sigara paketini bitirip boş paketi tertemiz çimlerin üzerine atan bir zihniyet düşünün,banklara yazı yazanlar .Ya da ağaçlara yazı yazanlar.Şimdi sayın hocam az okuyan ,sevgisiz,zalim kişiler bu ortamda büyüyecek…Bana ne diyen zengin birinin evini soyacak ilerde. -Unutma Celal ,senin görevin cehaleti yok etmek ve insanlar arasında sevgi ortamı yaratmak.Hangi ırk olursa olsun sen insanlara sevgiyi anlattığın zaman yüreğinde azıcık iyilik kalan insan seni duyacaktır.Burdan ayrıldıktan sonra tanıdığın herkese beni anlat.Böylece uzak doğu felsefesinin temelinde yatan sevgiyi aktarmış olursun.Duysunlar bilsinler Celal’im ne büyük bir yüreğimizin olduğunu. Doğa hayattı bir zamanlar ..ve savaşlar iki ordu arasında geniş bir ovada yapılırdı.Sadece savaşanlar ölürdü.Aydınlanma çağı ne getirdi düşünsün insanlar?Alan Watts’ın dediklerini araştırsın insanlar.Belki ondan öğrenebilirler modernizmin buldozer olduğunu. -Gerçi senin sesini çok az kişi duyacaktır.Olsun.Her iyilikte hedef en iyi olmak değildir.Kirlenen ,ozon tabakasını bile yitiren dünyada erdemin ve iyiliğin sesinin hala kesilmediğini duysunlar senden.Duysunlar ki kötülüğün hep güçlü olacağını ama iyiliğin sesinin de tükenmeyeceğini,hangi yönden gelirse gelsin iyiliğin tek sesi var.Ve ayrı olduklarını düşünseler de erdemi savunanlar her daim yek vücuttur. Celal ise hala ona çok ihtiyaç duyduğunu biliyordu.Ondan ayrılmak istemiyordu.Hala öğrenmek istediği çok şey vardı: Bu şekilde konuşmanıza doğrusu ne diyeceğimi bilemiyorum.Beni anlamaktansa kendi öykülerinizi anlatıyorsunuz.Bana benden bahsetseniz.Sevmiyorum toplumsal tespitleri. -Evlat hangi ormanda yetişen ağaç o ormandan bağımsızdır ki?Sokrates savunmasından bahsetmiştim sana,öyle bir şey. Celal dediklerine açıklama getirmek istedi. -Ben yıllarca acının içinde yaşadım.Batıda ve doğuda bu ülkenin her kıyısında köşesinde acı çeken ,umudunu yitiren çocukları düşünüyorum.Yüküm ağır.Çalışacağım ve umudum az. Bu sözleri duyan Mehmet Hocaona sıkıca sarılmak istedi .O kendine ciddiyeti belletmişti.Ayrıca çocukluğunu yaşamış insanlar bazen isteseler de komik olamazdı. -Evladım.İşte ben haklı çıktım.Erdemin son mertebesi karşılıksız iyilik yapmaktır.Şimdi anlat bana ! Celal ,gözyaşlarıyla anlattı: -Yıllar boyunca beni ve kişiliğimi yok etmek için ellerinden geleni yaptı en yakınlarım bile.Ama işte ben buradayım.Yıkılmadım diyemiyorum.Defalarca kez yıkıldım.Gerçi yine kalktım ayağa.Sonuçta erdem ve bilgeliğe geldim.Ben aslında nihai sona gelmiştim.Fakat bir türlü yapılması gerekeni yapamadım.Sizi bazen kendime bir engel olarak görüyordum.Şimdi öyle düşünmüyorum.Çok hata yaptım aklın alamayacağı kadar günah işledim.Kaç kere başarısız oldum.Kaldırımlarda ağladım.”Gece yarılarında ,çatı katlarında bodrum katlarında yıldızlara baktım durdum.Gölgelerde sustum.Hep geleceği düşündüm..Şükürler olsun ki artık gökyüzünü saatlerce seyredebiliyorum , klasik müzik dinleyebiliyorum.Ve artık varlığımın gereksiz olduğuna inanmıyorum.Bana yaşatılan hayattan dolayı kimseyi suçlamıyorum.Bununla beraber doğduğum topraklara,ağaçlara hatta kuşlara en çok insanlara dargınım. Ayaklarımın üzerinde durabiliyorum.Ve bir gün acı ve kederle yoğrulmuş hayatı olan tüm çocuklar,zavallı kadınlar,anneler ,yürekli babalar ve kendim adına bir şeyler başaracağım.Benim dünyamın insanları iyiliğin ne kadar büyük güç olduğunu anlayacaklar.Onca zorlukla keder içinde, sizi bulmamı sağlayan neydi bilmiyorum.Ne olursa olsun yılmayan ,sinmeyen cepleri boş kalpleri umut dolu her insana gökyüzünün bir gün gülümseyeceğini kavradım.Beni öfke,korku,nefret,eziyet ,kibir dairesinde ezen tüm varlıklara yanınızda savaş ilan ediyorum.Verdiğiniz her bilgiyi kutsal kabul edeceğim.Ve size yakışır bir öğrenci olacağım. Önünde eğilerek ,ne olur bana öğretmediğiniz hiç bir şey kalmasın, burası benim son kalem.Korkularımı bağışlayın.Saygısızlıklarımı,küskünlüklerimi bağışlayın. Bu sözleri söylerken kendisini çok zorlamasına rağmen iki damla yaş dökmekten geri kalmadı.Hoca ise istifini bozmamaya çalıştı.


“Elbette.”

Bölüm 29 İnsanlar sorunlarla ,düşmanlıklarla,zorluklarla karşılaştıkları zaman suçlu arama yarışına girerler.Bazen kaderi,bazen Tanrı’yı bazen de zamanı suçlu ilan ederler.Suçlunun zaman değil insanlar olduğunu azımız bilir. Yaşadığımız ömür bile görecelidir.Rüya ya da hayal demek yanlış değildir.Zaman görecelidir.Jüpiter’de bir gün 72 saat,Pluto’da 224 saat ve en yakın yıldızda bir gün beş milyon ışık yılıdır.Evrende 250 milyar dolayında güneş ve bunlara bağlı gezegen ve yıldız vardır.Bu durumda değer verilen tüm nesneler temelde çok değerli değildir.Çektirilen onca acının en dibinde bu yanılgılar bulunmaktadır. O akşam teybi çözdükten ve notlarını tamamladıktan sonra günlüğüne bu bilgilerinden etkilenerek şunları yazdı:Bunlar bizim 24 saatin karşılığı ise biz 24 saati 224 saat olarak mı yaşıyoruz?Bence evet lakin Pluto’nun farkıyla.Demek ki zaman yere bağlı.Zamansızlık ise bizim meditasyonda elde ettiğimiz tek dilim olmalı. Ertesi gün üstadını ziyaret edince elinde Tara Goleman’ın kitabını gördü.Duyguların Simyası’ydı adı. -Hayırdır hocam neden bir anda duygulara tekrar yöneldiniz? -Bazı kitapları iki ya da üç kere okurum.Kitabı ilk okuyuşumdan sonra bir kere daha okuma ihtiyacı hissetmezsem yazarı ayıplarım.Bu da öyle.Asıl amacım ise duyguların bilincimiz üzerindeki etkisini daha iyi kavramak.Dünyanın ilk eğitim sistemlerinden beri duygusal eğitim verilememiş. Sana öğrettiklerimde bazı sorunlar varmış gibi geliyor.Ama bunun ne olduğunu anlayamıyorum.Bu bir his. Modern eğitim sistemlerinin tümünün bilişsel zeka üzerine kurulması insanların yaşamda çoğu zaman sıkıntı çekmesine neden olmuştur.Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile toplumsal günahların kurbanı kadın ve çocuklar.Bu iki insan topluluğu duygu ağırlıklı olması nedeniyle verilen bilgi eğitiminde zaman zaman tökezleyebilmektedir.Mantık gücü erkeklerden daha fazla olan nice kadın vardır.Bu erkekler için de geçerlidir.Ancak üstünlük tartışması bir yana bırakılırsa ,duygusal eğitime en çok ihtiyacı olan kadınlardır.Bu eğitim kadınlara verilirse doğal olarak çocuklara da verilmiş olur.Son dönemde Tara Goleman’ın yaptığı tarzda batı ve Uzakdoğu felsefesinin birleştirilmiş halini savunan çok az yazar yetişti.Dinlerin olumlu yanları bile iki dünya savaşını önleyememiştir.Bu gün dahi süren tüm savaşlar dinlerin barışı sağlayamayacağını göstermektedir.Budizm ve Maniheizmin din olmadıkları halde nice boşluğu dolduracakları açık.İnsanlık bir an önce yüzyıllardır gölgede bırakılan Mana ve Buda’nın barışçı öğretilerine bağlanmalı …. -Duygusal eğitime daha fazla ihtiyacı olan kadınlardır,dediniz biraz daha açıklasanız.Bunları söylerken kadınlar ağırlıklı olarak duyguları ile hareket ederler gibi basit bir kastınız yoktur. “Elbettehayır.” -Bak dinle sana birkaç örnek vereyim:İş Bankası’nın İstanbul Şaşkınbakkal şubesi müdiresi olan Ayşe Toktay ,müşterilerinin hesabından (Aralarında Fatih Altaylı da vardı) 4,5 milyon doları hesabına geçirdi.Ancak uğruna geleceğini feda ettiği sevgilisi kaybolunca bunalıma girdi.Sonra tutuklandı. -Ziraat Bankası Caddebostan Şubesi’nde müdür yardımcısı Dilek Dizdaroğlu 97 banka müşterisinin hesabından yedi trilyon lirayı kendi hesabına sahte belgelerle aktardı.Bu soygunun ikinci kez yapıldığı sonra ortaya çıktı. -Garanti Bankası’nda portföy yöneticisi olarak çalışan Behiye Ebru Onar ,Sevgilisi Cüneyt Aktürk’lerin hesabına 470 bin dolar aktardı.Ancak sevgilisi yıllar boyunca ondan kumarbaz olduğunu gizlemişti.KKTC’de rulet masasında 470 bin dolar kül oldu.Sevgilisi bu olaydan sonra kayboldu kendisi cezaevinde. -Funda Arı 1998’de Toprakbank Taksim şubesi Müdür yardımcısı iken 180 milyar lirayı zimmetine geçirmekle suçlandı.Kısa süre sonra müşterilerin repodaki mevduatlarından para


çekip hesabına aktardığı ortaya çıktı.4 ay cezaevinde yattıktan sonra çıktı.Esbank Tekirdağ şubesi Müdür yardımcısı iken zimmetine 53 milyar geçiren Selma Handırı 2000 yılında tutuklandı. -Bir zamanların dev bankası Türk Ticaret Bankası ‘nın Sakarya şubesinde krediler şefi idi.2001 yılında 48 müşterinin 850 milyar lirasını zimmetine geçirdi.Yakalandığında sevgilisi için yaptığını söyledi. -Denizbank Etiler Şubesi Müdürü Adviye Tepecikli ,müşteri hesaplarından 1,5 milyon dolar alarak sevgilisine verdi.Sevgilisi borsada oynadı ve kaybetti.Aynı şahıs onu terk ederek bir hostesle evlendi. -Tüm anlattıklarım üniversite mezunuydu.Bir kısmı yirmi yılın üzerinde çalışmıştı.Fakat gel gör ki hırs ve aşk gözlerini köreltmişti.Bunlardan kaç tane daha anlatabilirim.Fakat neticeye bak.Duygusal açlık içinde olan bu bayanlar açlıklarını tedavi etmek için sevgili bulmuşlardı.Sonuç hüsran. -ilk defa tanıştığı pek çok kadın Ted Bundy’nin arabasına binerdi.Öyle yakışıklı idi iki bir bayanın onu reddetmesi çok zordu.Tanıştığı yedi sevgilisini yok etti .1974 yılında yakalandı..1989 yılında elektrikli sandalyede can verdi. -Fransız katili Joseph Vacher sevgilisi onu reddedince birkaç cinayet işledi.1897’de yakalandı.1898’de idam edildi. -53 kişinin katili Andrei Chikatilo Rusya’nın Rostov kentini kana buladı.Cinayetlere bir kadın sebep olmuştu.1994’ asıldı.Andrei ,cazibesi ve şıklığıyla ünlüydü. -Bunlardan daha çok örnek var ama saymaya gerek yok.Burada suçlu aramıyoruz.Kadınların mantık sınırlarını zorlayan tercihleri vardır.Anlattığım kişiler onlar değil.Ttüm bu katillerin güler yüzlü , sempatik ve şık olması ortak yanlarıydı.Bunlara değer veren insanların sonlarıydı sana aktardığım. -Bununla birlikte umutsuz olmak gerekmez.Daha iyi erkekler ve kadınlar var.Dünya iyi yürekli insanlarla doludur.Sadece sezgi gücüne inananlar başarılı olur.Sezgi gücü bilgelikle kazanılır.Bilgelik ise pratiğe dökülen teorik ilimle elde edilir.Yukarda saydığım insanların sezgi gücü olsaydı bunlar yaşanmazdı -Zaman masumdur fakat bu zaman diliminde insanlık yaşayabileceği en büyük felaketleri getirdi.Dünya’da barış ve kardeşlik için çalışması gereken kişi ve kurumlar neden bazılarının farklı olduğuna inanıyor,onları kayırıyor.Anlaşılan o ki bu dünyaya iki büyük savaş yetmemiş.Gözyaşı yetmemiş!Tüm bu savaşları bilgi önleyemedi.Bir duygu olan sevgi ise bunu başarabilirdi. Belki tüm dünyada bizim gibi düşünen insanlar buluruz.Belki Amerika’da ,belki İsrail’de belki Kamboçya’da. -Cehaletimi mazur görün ama Kamboçya’da savaş bitmedi mi? Savaş biteli on beş yıl oldu.İnanmayacaksın ama birkaç gün önce verilen bir haberde.Kamboçya’da ,Vietnam savaşının hala devam ettiğini zannettikleri için 25 yıldır ormanda saklanan onlarca insan bulundu.Yetkililer çoğunun dönmesini sağladı fakat 40 kişi savaşın bittiğine inanmadı.Laos sınırında pek çok askerin bulunduğu sanılıyor. -Bütün bu bilgileri hafızanızda saklıyorsunuz, yorucu değil mi? -Hayır! işlendikçe gençleşen bir tek organımızdır beyin. Beynimiz 1,5 kilodan oluşuyor..On bin kadar bağlantısı var.Bir gram beyin tüm dünyanın telefon ağından güçlüdür.Bir gram beyinde 100 ile 150 milyon arasında hücre var.Bu güçlere sahip olan beyin doğru eğitilmediği için verimli olmuyor.Beynimizin ilginç özellikleri vardır.Örneğin:İçinde alın bölgesinde frontal korteks adı verilen bölge çıkarılınca planlama ,karar verme, yetenekleri kayboluyor. Beyinde serotonin dopamin ve asetil gibi kimyasallar bilgi aktarma amacıyla kullanılır.Serotonin hayattan zevk almamızı sağlayan kısımdır aynı zamanda stres sonrası ilk zarar gören kimyasal olduğu için acı karşısında en çok yıpranan bölgedir.Beynin işlevini yitirdiğini ise unutkanlık ve dalgınlık gösterir. Celal farkında değildi ancak Mehmet Hocayavaş yavaş onu manevi mertebelere çıkarmaya başlamıştı.Beynin çökmesinin en önemli belirtisi olan dalgınlık ve unutkanlığa geçmesi onun artık sebepleri bırakıp sonuçlar üzerinde durmaya başladığını gösteriyordu.


-Unutkanlığın birinci sebebi dikkatsizliktir.Ancak bu tahmin edilmediği kadar kararlılık ve güvene bağlıdır.Hafızan hakkındaki inançların onu etkiler.Hafıza sorunu olanların kendilerini odaklanmaya zorlaması sorunun etkisinin azalmasını sağlar. Diğer bir unsur ise önem vermemektir:Yeterince önem vermediğimiz konular hafızamızdan çabuk silinir.İşin bir de teknik kısmı var.Hafızada tutma yöntemleri kişiden kişiye göre değişir.İhmal edilen tekrarlar ve olayların duygusal boyutudur.Örneğin öğrenciler sevmedikleri öğretmenlerin bilgilerini çok çabuk unuturlar.Bir şekilde aldığımız bilgileri kullanmak zorundayız yoksa tükenip giderler.Bir de çevre kirliliği ve gürültü hafızayı zayıflatır. Bütün bunlardan daha önemlisi ise olay ve durumların pozitif yönleriyle değerlendirilmemesidir.Her meselede kendini yıpratan kişiler en büyük darbeyi hafızalarına vururlar. .Bu yüzden susuz ya da aç dayanabilirim ama okumadan ve meditasyon yapmadan ise… -Seninle bu tatildeki sohbetlerimiz esnasında boş bıraktığımız bir duygu,bir his diğer bilgileri boşa çıkarabilir.O zaman öğrettiklerimiz bir işe yaramaz.Biraz düşünüp bulacağımı sanıyorum. Başını mümkün değil manasında salladı. Celal ,o gün uzun süredir ilk defa çok eski arkadaşlarından birini hatırladı.Onu arayarak sevdiğini söyledi.Hiç,aramadığı hocalarından bir kısmını aradı.Mektuplar yazdı pek çok tanıdığına.Bazen geriye dönüp eski günlerini düşünüyordu.Onun gençliğini yaşadığı yerlerin hepsinde türlü iğrençlikler, adi olaylar,mücadeleler,bıçaklanmalar,kötü eğitim ve öğretimler katmerli bir şekilde devam ediyordu.Zavallı çocuklar kendilerinden önceki neslin cehaleti sonucunda hapislere ,hastanelere,ıslahevlerine,yetimhanelere ,şiddet ortamlarına ,suç ortamlarına doluşuyorlardı Sosyal fobi,Narsisizm,Agora fobi,şizofreni,nevroz,obsesif kompülsif bozukluk,depresyon, serotonin yetersizliği ,davranış ve düşünce bozuklukları cinsel sapmalar,disgrafi, disleksi ,diskalkuli , dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ,dürtüsellik ,impulsivite algı bozuklukları ,dikkat dağınıklığı ,bu ülkenin göremediği ya da görüp önemsemediği ama yaraları derinleştiren kurtlardı.Birşeyler yapmalıydı..Çünkü bu dünyadan ne zaman gidileceği belli değildi.Bu düşünceleri MehmetHoca’ya aktardı. O da tek tek cevapladı: -Sosyal fobiye bakalım :Utangaç az konuşan,dikkat çekmek istemeyen,iltifatlar karşısında utanan,otoriteye aşırı saygılı ,yüz yüze konuşamayan genelde toplulukta konuşmakta zorlanan insanlar görürsen yalnız olmadıklarını sıkıntılarına çözüm bulacak güçte olmasan da onları anladığını söyle ,onları güçlendirirsin.Dikkatli bir baba ya da öğretmen bakışlarından çocuğun rahatsızlığını bulabilir.Bunlar kendilerine zor güvenir,karamsardırlar aşırı hassas olurlar ve en küçük haklarını bile savunamazlar.Yüz kızarması,terleme,el titremesi,baş ağrısı ve yoğun sınav stresi bahsettiğimiz çocukların temel özellikleri.Dediğim gibi onlara yalnız olmadıklarını söyle .. bu kafidir.Tabi ideal olan bu konuyu bir uzmana havale etmektir.Bir konuda konuşabiliriz ,yorum yapabiliriz ama yaptığımız yorumların o işin uzmanlarınki ile karşılaştırılmasına izin vermeyiz.O konunun uzmanları her zaman bizden daha etkilidir..Biz üzerimize düşeni yapacağız. -Bu kişiler bazen anti sosyalliğe kapılırlar .Aklı başında bir insan bunlara dokunmamalı .Görünüşte sakindirler ancak öfkelendikleri zaman bir aslan kadar güçlüdürler.Bu insanlar tutuklanması için gerekli zemini hazırlar.Gelecek için planları yoktur.Dürtüseldirler.Suçluluk duyguları yoktur.Kendi çıkarları için Allah’ın adını bile kullanarak yalan söylerler.Özgürlük hayranıdırlar .Hep hareket ederler.Durgun müziği sevmezler.Çekici özellikleri vardır.Kimsenin göremediğini görmektedirler.Aşkı ,yarıda kesmeye bayılırlar.Sonlandırabildikleri işler sınırlıdır.Bir de çevrenin kendilerine karşı olduğunu düşünerek her türlü eleştiriyi kabul etmezler. -Ha bir de böyle çocuklar günün birinde aniden kavgacı olabilir.Tedavi edilmeyen yara kangren olur. -Narsisizme gelince daha çok büyük şehir çocuklarında görülüyor.Bunlar çok önemli ve mükemmel olduklarına inanırlar.Başarı ve yeteneklerini abartmaya bayılırlar.Şöhret tutkunu olurlar.Sınırsız başarı,güç,zeka,güzellik ve olmadık hayaller peşindedirler.Bu özelliği taşıyan pek çok bayanın erkeksi davranışlara meylettiğini bilirim.Bu kişiler muhatabı oldukları herkesin


bir kusurunu bulur ve kendini onlardan üstün olduğuna inandırır.Bunlar evde ailelerine, sokakta otoriteye, okulda öğretmene karşı çıkarlar.Çünkü otoritenin temsilcisi olarak gördükleri kişileri benimsemezler.Her şeye hakları olduğuna inanırlar.Devamlı övgü isteyen ,başkalarına güvenmekte zorlanan kişiler olmalarına rağmen sos yal hayatta son derece başarılıdırlar.Bu insanların bir diğer özelliği ise yalan söylemeyi meşru hak kabul etmeleridir.İki yüzlü davranıp böyle olmadıklarına kendilerini ikna ederler.Mesela okulda başarılı olunca evde sorun çıkarırlar çünkü onlara göre muhatabı olan insanlar zavallı mahluklardır.Katillerin ve saldırganların temel özelliklerindendir.Yine de ölüm korkusu vardır onların.Bu insanlara sık sık hayatın bir sonu olduğunu anlatmak gerek tabi davranışlarımızla ..Bunlar sözden anlamazlar. -Bu insanları suçlayıp dışlamak yanlış …Onlara hatalarını söylersen senin itibarınla oynarlar.Aslında son derece normal.Günümüz ortamında bireysel anlayış ve üstünlük (Kibir,,kendini beğenme ) anlayışı hakimdir.Toplumun her noktasında gizli bir yarış var .Bu bakış açıları pek çok ruhi sıkıntının habercisidir.Zaten pek çoğu televizyondaki kadın programlarına çıkıyor.Benim bir şey dememe gerek yok.Atalar demiş ya … -Ya şiddet? -İstersen şiddeti incelemeden önce depresyon geçirmeden önceki aşamaları inceleyelim.Fiziksel ve duygusal ihmal ya da taciz,romantik bir ilişkinin bitişi ,kimlik karmaşası ,travma belirtileri iştahsızlık ,ölüm düşüncesinin hakimiyeti.Sönük bir kişilik ..Yalnızlık isteği,Çaresizlik ve umutsuzluk belirtileri.Çabuk sıkılma.. Vs bütün bu belirtiler gençlerde depresyonu tetikliyor ve ortaya çıkardığı ilk sonuçlar şiddet ,günah ve suç oluyor.O bir davranış bozukluğu .Yüreği dağlar kadar büyük Umur Talu’nun bu konuda nefis bir tespiti var:Hangi ülkede yaşadığımızı istisnalar dışında bir haftayı boş futbol sohbeti ile geçirdiğini çetelerin hayatımızda baş tacı yapıldığı bir dönemde toplumdan ne beklenir ki…” -Tabiat kendi evladı koca taşları aşındırıyor.Kimi zaman insanın öfkesi karşısındaki gücü zımparalıyor.Her gücü eriten bir erozyon vardır.”Güçlü olduklarını sananlar aynaya hayran hayran bakıp ölümsüz olduklarına inanırlar.”Kanlı diziler, şiddet ile eğitilen çocuklar,dayakla korunan disiplin bütün bunlar şiddeti bir yöntem olarak benimseyenlerin işi.Onlara karşı durulmaz.Biz yine de barışı ve kardeşliği en önemli hedef olarak belirleyeceğiz.Şiddeti sevenlere korkak olmadığımızı aktaracağız .Fakat şiddetin basit insanların işi olduğunu kendini savunmanın ise bizim sanatımız olduğunu bileceğiz. Bir hafta kadar süreleri kalmıştı.Celal elde ettiklerinin değerini bilmek istiyordu.Ama dünyada ne yapmalıydı ki MehmetHoca’yı memnun etmeliydi.Bunca iyiliğe karşılık öyle bir cevap verilmeliydi ki verdiği hiçbir şeye karşı borçlu kalmasın .Çünkü borçlanmak istemiyordu.Bütün tatil boyunca hep ondan bir şey isteyeceğini söylemişti..Üstelik hiç ima etmemişti.O akşam eve gittikten sonra bu isteğin ne olabileceğini düşündü.

Bölüm 30 O sabah hocanın evinde yeni bir araba göründü.Önce misafirlerinin geldiğini sandı.Giyinip yanında uğradığında ise durum başkaydı.Mehmet Hocaarabalara olan merakını onları kısa süre kiralayıp kullanmakla gideriyordu. Alaattin: -Haydi bu sabah taze sebze alıp gelelim.Akşam ne düşündün? -İsteğinizin ne olacağını düşündüm ? “Sonuç?” -Bence çocuklarınız sizi yalnız bıraktılar ve onlarla ilgili bir isteğiniz var.Kendiniz, bulamadığım bir sebeple oraya gidemiyorsunuz. -Belki öyleydi,dedi. Fakat öyle bir ifade vardı ki yüzünde Celal onu tam manasıyla anlamamıştı.


Pazardan alışveriş yaptıktan sonra yeni arabayla çevre yoluna açıldılar.Bir müddet ordan burdan konuştular.Bu arada farkında olmadan epeyce yol almışlardı.Kara yolu uzun 200 kilometreye kadar tehlikeli idi.Bu yolu bilmeyenlerin zorlanacağı kesindi. Mehmet Hocaçok iyi bir sürücüydü.Araba çok düşük hızlarda ilerliyordu.Teybe bu kez Beethoven’ın kasetlerinden birini taktı.Celal başını arkaya yasladı.Bir süre uyumak için izin istedi.Rüyasında bir uçurumdan aşağı düştüğünü görünce uyandı bir daha uyumadı. - Üstat,günümüzde onlarca insanın ruhsal rahatsızlığının olduğu söyleniyor.Büyük kısmı gizli tutulan bu hastalıkların en önemlisi depresyon olsa gerek ne diyorsunuz? -Işıklı tabelalar Celal’im daha fazla tüket,daha fazla en fazla diyen kelimeler insanı hep son plana attı.Birilerinin torunları dahi beş yıldızlı otellerde tatil yapsın diye faizlerin altında ezilen kitleler yaratmaktan çekinmezler.Bu dünyada buna insanın bilinçsizliği de eklenince bir araç olmaktan öteye geçemeyiz geçilmez.Gözler dört açılmalı.Tüketim çılgınlığının son harikası olan dev alışveriş merkezleri -yeni tapınma mekanları-ucuzluk adı altında bizleri kendilerine ait kullar olmaya iter.Ve biz istesek de istemesek de köle oluruz.Ancak hepimizin ruhu düşürüldüğü bu kalıcı görünen sahte gezegende aslını arar da durur.Enfes bir ney sesi dinlediğinde duygulanmayan kaç kişi vardır?Ne yazık ki çoğumuzun ruhu ne aradığını dahi unutur.Geriye felaket ve yıkıntı kalır.Başını bir gayeye satamayan nice insan caddeleri doldurur.Ruhumuz artık bizden çok uzaktadır.Aklımız bir noktada tıkanır.Varlığımız virüs üretmiştir.Bu ortamda hele İslam ülkelerinde çoğunlukla fert en değersiz nesnedir.Fertler çökmüştür. -Toplumların felaketi fertlerle başlar.Fertler sıkıntılı oldu mu bir süre sonra toplum çatlar.Bu gerçeği bilen dünya,bu ülkeye sosyal olay olmasın diye kredi veriyor.Dediklerin doğru sen acını dışarıya çıkarmayı başardın oysa yüzlerce insan bunu başaramaz.Dediğin hastalığa gelince…Herkes rahatsızlanabilir. -Bebekler bile depresyon geçirebilir:Çünkü anne yokluğu gibi sebepler onları derinden etkiler.Bebek ,yemeyerek barsaklarını bozarak cevap verir.Gençlerde ise en büyük stres sebebi okul. -Yapmayın hocam!Okul ,olamaz. -Bak Celal, seni memnun etmek için konuşmuyorum.Ama her gün beyni sekiz saat bilgi bombardımanına tutulan.Yıllarca değişmeyen ders yöntemleri ile vaaz gibi anlatılan derslerle ileriye gidilmez.Tabi buradan ‘okula gelinmesin’ anlamı çıkmaz.Siz de değişen dünyaya ayak uydurun.Yeni teknikler kullanın tiyatro ve sinemayı eğitici yönüyle kullanın. -Bu konuda çalışmalar var. -Neyse Avrupa’da çok daha az ders saati ve etüt saatleri var.Bu sizin işiniz fazla konuşmak istemem. -Okulun spora açık, tartışma ve dramaya dayalı bir yer olması onu çekici kılar.Bunları yapsanız da okul stresini yenemezsiniz.Çünkü karne ve yarışın olduğu yerde sorunlar olacaktır. Okul medeniyettir.Ayrıca ergenlik çağına giren gençler bir çeşit sendrom yaşarlar.Cinsiyetin çok ağır bir baskısı var.Bir kısmı bu ağırlığı çekemez.Onlarında sistemi çöker.Gençler, enerjilerini faydalı işlerde tüketmek yerine maalesef başka etiketler altında ortaya çıkarıyor. -Sınav stresine gelince :Her zaman temel hedef elinden geleni yapmaktır.En iyisi olmak değil.Çocuklara heyecanlarını bastırmalarını söylemeyin .Bırakın heyecanlansınlar.Hatta son derecesine getirsinler ki onu yenebilsinler.Duygular bastırıldıkça güçlenir.Korku ve kaygı kendini doğurur.Fakat kaygılanmamak için güven ve umut gereklidir.Biraz da dua .Amigdala bölgesi ,heyecan,korku öfke gibi biriktirirken bilinçli beyinden yardım alır. -Ayrıca sınavlardan geçen kişilik değil;bilgimizdir.Bu gerçeği gençlere aktar.Onlar umutlarımız Bazı gençlerin daha ciddi durumları var:Sınırda kişilik bozukluğu yaşar. Buradaki temel sorun benlik duygusunun oluşmamasıdır.Tutarsızlık , dürtüsellik ,dengesizlik ,kendine zarar verme genelde hassas yerlerine kimlik bunalımı,intihar girişimleri,boşluk duygusu ,aşırı şüpheci tavırlar. Ve yıkılmışlık duygusu aşırı küfür etme… Sevgili Celal! Bu tür davranışları sergileyen insanların bir kısmı farklı şekilde yardım istiyor olabilirler.Toplum ruhi rahatsızlıklara dolu . Bilgi altın olmuş .Onlar sana karşı çıkarlar ama sonra gelip elini öperler.Feryad u figan koparmayı gururlarına yediremezler.


Gurur ,zayıfların güç gösterisinden başka bir şey olmadığına göre onlar yardım istiyorlar.Bu yollar ,caddeler yardım istemeyen ruhu aç insanlarla dolu .Biz okuduk,araştırdık bilgimizi kendimize ve tanıdıklarımıza saklarsak Allah gücenmez mi? -Haklısınız galiba lakin biz önce kendimizi kurtaralım da sayın hocam… -Bilgin seni rahatsız etmeye başladığında kurtulmuş olacaksın. Celal ,konuyu değiştirmeye sığındı.Çünkü içinden bir ses rahatsızlık kelimesinin yaşamdan rahatsızlık duymak şeklindeki yorumuna gideceğini söyledi.Bu konuda tedbirliydi.Sanki onun içinde MehmetHoca’nın öğretilerine karşı set çeken biri vardı. Celal: Celal bir elinde kalem diğer elinde defter hocanın sözlerini başlık halinde ve kısaltarak yazıyordu.Ayıp etmemek için o güne kadar hiç yetişemediğini söylememişti. -Hangi sorun veya dertle karşılaşırsan muhataplarına değerli oldukları hissini ver.Onları suçlayıcı tarzda değil,çözüme odaklayıcı tarzda yetiştir.Eleştirinin faydasını aktar.Sakın onları kimseyle karşılaştırma bu bir darbedir.!Minicik yüreklere – meli, -malı, eklerinin yıkıcı olduklarını, benim adıma aktar.Kendilerini ödüllendirsinler,dinlendirici müzikler bulsunlar.Net ,ölçülebilir hedefleri olsun.Hayalin aşırıya kaçmadıkça normal olduğunu, pozitif değerlendirmenin ve sporun faydalarını anlat.Tüm başarıların cesaretin üzerine ;tüm olumsuz işlerin korku üzerine yazıldığını söyle… Bir de der …demez boğazında bir hıçkırık düğümlendi.Arabayı tekrar bir kenara çekip ağladı.Celal donakalmıştı.Ne söyleyeceğini bilemiyordu.Hiçbir şey anlamamıştı.O daha konuşmadan Mehmet Hocagözyaşlarıyla devam etti: -Bir de köşede kıyıda yapayalnız ama yüreğinde zerre kadar iyilik taşıyan insanlara, insanlara yardım et.Yalnız kalan yetimlere,öksüzlere yalnız olmadıklarını aktar.Ta ki bir gün Tanrı onların sayesinde seni de affeder.Aslında söylemek istediğim başka şey, başka.Sana vasiyetimi söylüyorum: Celal ,araya girecekti ama o ciddi bir tavırla “dinle” deyince vazgeçti. -Sakın cenazemi gömmeyin.Onu yakıp küllerini Shangai tapınağındaki çiçeklere serpin .Tibet ve Hong Kong’daki dostlarıma ulaş.Onları da istiyorum.Herkes benim ölümümden faydalanacak. -Allah korusun hocam! Ne diyorsunuz? -Öyle deme evlat ..”Sen, benim sonum oldun.”Ama bazı sonlar başlangıçtır.Ruh,kendine gelecek tehlikeyi kilometreler öteden anlar ,anlar, anlar da anlatamaz.Bu tarihin pek uzak olmadığını tahmin etmekteyim.Beni yalnız bırakma Celal.Sonum olsan da senden ayrılmak bana zor gelecek. -Hocam Allah aşkına anlamıyorum !Neden sonunuz oluyorum?Neden Sonra bir müddet elinden oyuncakları alınan çocuklar gibi hüngür hüngür ağladılar. Ortamı sakinleştirmek Celal’e düşmüştü.Her ikisini ağır olaylar bekliyordu.Celal yolculuğu erteleyelim ,dedi.Hoca ,başını sallayarak onayladı.Bir süre sonra otomobili Celal’in sürmesini istedi. Uzun süre konuşmadılar.Hoca,gözlerini kapalı tutuyordu.Celal ,böylesi durumlarda meditasyon yaptığını bilirdi.Yaklaşık yarım saatlik yolculuktan sonra Hoca ,hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya başladı.Acısını bastırmaya çalıştığı besbelliydi. Bu kez görünüşte Celal’e sesleniyordu ama sözleri kendine söylediği besbelliydi. -Hep acıdan bahsediyoruz .Mutluluktan bahsetsek biraz.Çok karamsarım bu özelliğimi sevmiyorum. -Siz bilirsiniz hocam -Mutluluk bir ödüldür bedenimize verdiğimiz.Dostluktur mutluluk kapısının anahtarı…Diğerleri ise değişim ve spor insanı tatmin eder ve kişisel mantrayı, söylemek.Benim ki :”Key Sara Sara ,What will be ,Will be.”Ne olacaksa o olur yani .”Görelim Mevla’m neyler? Neylerse güzel eyler”. Gibi bir şey.Yani günün belli saatlerinde tefekkür saati yapma.Sürekli olumsuzluklara yönelmemek.Mükemmele takılmamam ve dürtüleri engelleyecek bir yapı oluşturmak.Çünkü kendini kontrol edebilme beynin gücünü gösterir. Chopin’in CD ‘si var taksana dedi. Celal söyleneni yaptı.


-Arabayı biraz hızlı sürdüğünü görünce uyardı. -Aman evlat bizi bu uçurumlarda bırakma .Buralara yetkililerin ulaşması bile saatler sürer. Eve yetiştiklerinde gece ilerlememişti.Ayrıldıktan sonra ,Hemen defterindeki eksik kısımları doldurdu. “ Hocanın benden istediği neydi acaba .O gece sabaha kadar uyuyamadı.Sabahleyin kalktığında ise MehmetHoca’nın da uyumadığını sandı.Oysa o sabaha karşı uykuya dalmıştı bile.Kitaro’nun kasetlerinden birini alarak teybe taktı.Ve hayal kurmaya başladı.sonra istemeden gözleri kapandı.Saat on dolayında kalkıp kahvaltı yapmadan Hoca’sına koştu. Hoca’nın eşi onu yine güler yüzle karşıladı….Celal,ara sıra bu kadının sabrına hayret ediyordu Odaya geldiğinde MehmetHoca’nın beklemediği kadar dağınık bir halet-i ruhiyede olduğunu gördü. Hoş geldin ,dedi ekolu bir sesle.. -Hoş bulduk . Son Şampiyon Atlet -Tek soru tek cevap. Benden ne istiyorsanız karşılamaya hazırım. -Celal ,yiğit Celal!bilir misin? Çok eskiden İngiltere’de bir atlet yaşarmış birkaç şampiyonluktan sonra .Atletizmi sakatlandığı için bırakmış..İki kızı ,bir de karısı Fakir olmasına rağmen okutmuş kızlarını.Günün birinde büyük kızı lise notlarıyla üniversiteye girmeye hak kazanmış .Ama onu gönderecek para yokmuş. O sıralar şehirde gençler arasında bir koşu yarışması yapılacakmış.Bu adam da katılmak isteyince herkes alay etmiş.Üstelik sakatmış. -Bu sakat halinle mi kazanacaksın,Sen yürüyemiyorsun nasıl koşacaksın,demişler. Karısı ve çocukları karşı çıksa da koşacağım demiş. Yarış günü geldiğinde gencecik ve sapasağlam olan atletler .Bizim koşucuyu hemen geçmişler.Uzun süre dayanmış ama sonunda bacağındaki sakatlık nüksetmiş hatta topallayarak yürümeye başlamış.Öyle bir noktaya gelmiş ki kameralar yarışmada önde olanlardan ziyade onu çekmiş.Yarışmayı izleyenler çok uğraşmışlar ambulansa binmesi için .Ama binmemiş.Aksayan bacağıyla son noktaya kadar dayanmış. Bitiş çizgisine çok az kala yere yığılmış herkes öldü sanmış.O sırada televizyondan gelişmeleri izleyen büyük kızı annesini de alarak yarışma alanına gelmiş.Babasına seslenerek baba yeter demiş anladık mesajını. Kızının sesini duyan adam bütün gücünü toplayarak sürüne sürüne bitiş çizgisine gelmiş. Sonraki gün kendisine sorduklarında ne demiş biliyor musun? Ben yarışmada birinci olmak için değil ;yarışmayı bitirmek için katıldım.Hedefime ulaştım.Belki sonuncu geldim.Ama bana göre o yarışmanın tek galibi bendim.Çünkü ben kalabalığa karşı direnmeyi düşünüyordum. Bu sözleri medyada manşet olunca kızını üniversiteye burslu göndermişler.Ülkenin her tarafından ona yardım yağmış.Sonra bu paralarla bir salon açmış.Salonun girişine de şunları yazdırmış. “Kaybedeceksen istediğin şekilde kaybet.” -Bu hikayeyi boşuna anlatmadınız.Benden ne istiyorsunuz? -Antalya’da bir kızım var. Biliyorsun şu anda çalışıyor.Bir süre önce çalıştığı şirkette onun adına belge düzenleyerek sahtecilik yaptılar.Kızımın mahkemesi tutuksuz devam ediyor.Onu kurtaracak delilleri bir türlü bulamadık.Ona zamanında çok söyledim.Bu adamların yanında çalışma diye. Bu sözleri duyunca çok üzüldü.Bu kadar güçlü ve bilge bir insanı evlatlarından başka ne yıkabilirdi ki? Hoca’nın bir şey gizlediği belliydi.Üstelik sanki kızından bahsederken başka bir şeyi hatırlamıştı.Celal ,bunların kendi zannı olduğuna karar verdi.


Bölüm 31 YELİZİN KARMAŞIK ÖYKÜSÜ. Celal,ordan ayrılırken iki şeye kızmıştı.Hoca’nın bunu geciktirmesi ve iki günlük bir sürede Celal’den bu olayı çözmesini istemesi onu hayli kızdırmıştı.Diğeri ise Hoca’nın gözlerindeki ifade idi.Derhal ……….’ya gitti.Kızıyla görüşmeye gittiğinde hayal kırıklığına uğramamak için her şeyi otobüste planladı.Beklentilerin stres ya da bunalım yarattığını hocadan öğrenmişti. Ayrıca Hoca,bunları iki güne sıkıştırmışsa bunda da bir amaç gizli olmalıydı.Biraz düşündükten sonra onu da buldu: Normal ve uzun bir sürede herkes herhangi bir olayı çözebilirdi.Önemli olan beklenmeyecek bir sürede olayı çözmekti. Verilen adrese gittiğinde.Kızı onu çok iyi karşıladı.Hikayeyi anlattı. Yeliz ,uzun boylu kıvırcık saçlı ve uzun boyluydu.Kendine güvenen,akıllı ve serbest yetişen bir


kız görüntüsü veriyordu.Celal’,in varlığını anne ve babasından duymuştu.Açık mavi tonda bir renk tercihi vardı.Celal’in dikkatini en çok çekense konuşması ve gözleriydi. Yeliz başına gelenleri anlattı. -Bir sabah bizi karakola götürdüler.Burdan Rusya’ya gönderdiğimiz bir otobüste eroin çıkmıştı ve paket benim bavulumun içindeydi.Bavulum oraya nasıl gitti ben de anlamadım.Biz ordan buraya birkaç yıldır turist taşıyoruz bu olay ilk defa başımıza geliyor. -Bavulun sana ait olduğu nasıl ortaya çıktı. -İlk sorgulamada parmak izlerimizi aldılar.Aslında biz bu tür durumlara karşı bagajlardaki bütün bavulları fişleriz.Ama bana ait bir bavul benim adıma oraya emanet edilmiş.Üzerinde de herhangi bir fiş yokmuş..Polis bana inanmadı ama mahkeme uyuşturucu kullanmadığımı anlayınca beni bıraktı.Avukatın söylediğine göre en az iki yıl ceza alabilirmişim. -Bavul sizce nasıl oraya gitmiş. -Bunu bende bilmiyorum.ama evin kapısı zorlanmamış.Ya da eve biri kesinlikle girmemiş. -Sizce bunu kim yapmıştır? -Bilmem ki patronum yasadışı işleri sevmezdi.Ofistekiler desen birer melek . -Afedersiniz eskiden size kin duyan biri olamaz mı? -Ben de bu ihtimali düşündüm:Zannetmem gerçi iki yıl önce ayrıldığım bir erkek arkadaşım vardı.Ama ayrılmayı o istemişti.Üstelik kavga etmeden ayrıldık.Artı o gece burada değilmiş bunu da ispatladı. -Bakın Yeliz hanım sadece on günüm var. Cevap beklemediği sertlikteydi. -Herkesin başarabileceği bir işten gurur duyulmaz .Bu süre için de geçerli. -Haklısınız.O zaman elimizdekileri hesaplayalım.Birincisi bir bavul ikincisi aklımız üçüncüsü de Tanrı’nın yardımı başka bir şeyimiz yok.Zor ve karmaşık görünen olayların arkasında tahmin edilmediği kadar basit bir olay halkası vardır.Çünkü suç işleyenler, insanların,aklına gelir gelmez bu imkansız diyecekleri şeyleri hesaplarlar İlk önce orada görev yapan arkadaşlarını buldu.Onların yardımıyla oradaki polislerin büyük kısmı ona yardım ettiler.Olay kısa sürede aydınlandı.Bunun için ilk görüşülecek kişi muavindi. Muavin: -Ya abi o kalabalıkta nasıl koydular bilmiyorum.Kafamı çatlatırcasına zorladım bir türlü hatırlayamadık.Otogarın kameralarına baktık.Buradaki herkese sorduk Kimse ne görmüş ne duymuş -Otobüsün park yerinde konulmuş olamaz mı? -Bu da zor biz her yolculuktan önce tüm kapıları kontrol ederiz. -Peki kendi eşyalarınızı koyduğunuz bagaj bölümü yok mu? -Var abi bak o hiç aklımıza gelmedi.Fakat orası tıka basa doludur.Bir bavul sığmaz ki. Celal ,eski arkadaşlarını arayarak yardım istedi.Onlardan biri Antalya’ya bulunan bir kahvehanede daha önce bu işten yatan birinin çalıştığını söyledi.Celal hemen adamı buldu. Adamın söylediklerinden ve kendi yorumlarından yeni bir sonuca vardı. Abey: -Bu iş mafya işi değil hiçbir mafya böyle bir şey yapmaz.Bu iş,kıza kurulmuş bir tuzak.Aslında İstanbul’a gidersen çok kolaylıkla son dönemlerde acemi birinin uyuşturucu alıp almadığını öğrenebilirsin ama iki gün bu işe yetmez.. Tekrar Yeliz’in yanına gitti. -Bana bütün tanıdıklarını ilkokuldan itibaren anlat.Kiminle aranda sorun çıktı. Kin duygusunu iyi tanıyan Celal,bunun kaynağının kinden başka bir şey olamayacağını anlamıştı.Yeliz’in patronunun ve arkadaşlarının ona olan ve sevgi ve saygısı olmasa onlardan


şüphelenecekti.Akşam bir otele gidip kaldı. Hiç ummadığı bir şey oldu.Oturunca Yeliz’in yüzü gözünün önüne geliyordu.Güzel,yeşil gözleri masum bakışları saf kalbi …Bedenindeki nazik yaratılış…Sonra prensipleri geldi aklına. Aman Tanrı’m dedi ,ben bu kadar kişiliksizleşemem.O benim emanetim ve ben yoksa ona yan gözle mi baktım.Sonra Canan’ı hatırladı,eşini düşündü.Yeliz’le ilgili düşünceler kaybolup gitmişti.Böylece rahatladı. Aynı saatlerde Yeliz de Celal’i düşünmüştü.Keşke evli olmasa diye geçirdi içinden.Ama bu aşamadan sonra yapılacak bir şey yoktu.Ona keşke abi diyerek hitap etmeseydim en azından duygularımı ima ederdim şimdi kendime bunu da yasaklamış oluyorum diyerek uyudu. Ertesi gün tekrar buluştular. -Hoş geldin abi. Gece çok düşündüm..Eski erkek arkadaşım Turan , Antalya’ya gitmemi istemedi.Ama bunu sadece gözlerinden anladım bana karşı kin tutmuş olabilir … -Kin tutanların bir kısmı bunu içine atıp belli etmez birkaç yıl sonra çok akıllı bir planla karşına çıkar -Ama o gün burda olmadığını ispat edebiliyor.Başkasına yaptırmış olabilir mi? Celal, kendini onun yerine koydu.Biraz değerlendirdikten sonra: -Olabilir ama çok az insan bu riski alır .Ben olsam kendim yapardım. İstanbul’a giderek Turan’la görüşme yapmalıydı..Orada narkotik şubede görev yapan tanıdıklarını yanına aldı.Suçluları iyi tanıyan bu insanların olayı çözme yöntemleri ilginçti. Polisler her şeyi biliyormuş havasında göründüler: -Senaryoyu sen ayarladın.Bu mafya işi değil.Hiç bir mafya bunu yapmaz. Ben Yeliz’in aile dostuyum.Akıllı biri olduğunu biliyorum.Bu yüzden bir anlaşma yapalım.Yeni bir senaryo yazalım sana da bir zarar gelmesin…Ne dersin? -Hayır ben yapmadım.Hiç bir şey yapamazsınız. -Burdan gidersem senin için de iyi olmaz.Beni kandıramazsın dünyada kadın cinayetlerinin bile büyük kısmını sevgilileri ve kocaları işler.İnsanlar sevdikleri insanlara zarar verirler .Bunu biliyoruz. Bu konuşmadan bir sonuç çıkmadı. O gün Turan’ı takip ettiler .Yeni bir plan hazırladılar. Turan’ın evine gitti.Yeliz’den onunla ilgili her bilgiyi almıştı.Uzaktan onu izledi.Tam arabasına binerken yanına geldiler. -Merhaba ,Turan Bey… -Sizinle görüşecek bir şeyim yok .Beni rahatsız ediyorsunuz. -Arabanızın bagajına bakın hemen gideceğiz. Koşup bagajı açınca içinde her tarafa serpilmiş una benzeyen parçaları gördü. Bu durumla karşılaşınca Turan’ın yüzü kırmızılaştı. -Bunlar ,benim değil bunları siz koydunuz. Celal’in arkadaşları olan polisler. -Evet ama buna kim inanır ki sizi tanımıyorum bile.Ayrıca bir paket daha var yerini söylemem. -Allah kahretsin,dedi Turan. Celal: -Korkarım O karışırsa sizden yana olmaz. -Telefonlar aramak içindir gerisini sen tahmin et.Gerisini anlatmamı ister misiniz? “Hayır “ Turan tamamen değişti. Celal huzur ve mutlulukla ,şimdi hemen benimle gelin size bir anlaşma teklif edeceğim. -Bakın ,Turan Bey:Ben her şeyi düşündüm.Önce bana olayı anlatın. Turan öğretmeninin karşısında suç işleyen öğrenci rolündeydi. Bir çay bahçesine oturdular. -İlkin buradaki arkadaşlarımı ayarladım.Bir şey olursa onlar burdaydı diyecekti. İkincisi Yeliz benden ayrılmadan kısa süre önce bir bavulunu bende unutmuştu.O gün içindeki eşyaları çıkardım ve yeni bir bavul alıp Yeliz’e verdim.


-Otobüse nasıl koydunuz. -Antalya’da otobüsün park yerinde birkaç gün otobüsü gözetledim:Muavin araba yola çıkmadan önce yıkıyordu.Yıkarken tüm bagaj kapaklarını açıyordu.Garajın bir müdüriyet odası vardı.Telefonunu biliyordum.Muavin yıkamayı bitirip son bagaj kapağını kapatmadan müdüriyeti telefonla arattım O telefonda konuşurken ben de bavulu yerleştirdim. -Sonra -Araba otogara gelip tekrar kapakları açacaktı.Biz daha önceden otogara gelmiştik.Araba içeri girip bagaj kapaklarını açar açmaz muavini oyaladım.Bu arada bir iki yolcu önceden fişlenen bavullarını yerleştirmeye başlamıştı. -Olay, bundan ibaret .Ne olur bana yardım edin kurtulmamı sağlayın -Tabi ki şimdi beni dinleyin.Arabanızı burda bırakın ve bana dört saat içinde 75 milyar para getirin. -Nasıl yapacaksınız. -Siz orasına karışmayın parayı getirin paketi ordan alıp götüreceğim.Size de bir şey olmayacak.Tabi istediğiniz yere gidip şikayet edebilirsiniz.Şu anda bir telefonum tüm hayatınızı mahveder ona göre. Turan ,çok zengin değildi.Ama nereden bulduysa birkaç saat sonra parayı alıp getirdi. -Parayı siz mi alacaksınız. Hayır ,dedi Celal. O zaman…. Anlatayım. -Bu parayı birisi kabul edecek .İki yıl hapsi göze alan ve uyuşturucu sabıkası olan biri. Gidip teslim olacak.Eroini Rusya’daki arkadaşlarına göndermiş olacak. -Son bir soru gerçekten polis misiniz? -Evet. Aynı gün içinde olayı üstlenecek kişi bulunup bir avukatın yardımıyla ifadesi hazırlandı.Ama adam elli milyar daha istedi.Eksik parayı Yeliz ve Mehmet Hoca,karşıladı. İstanbul’dan önce Antalya’ya gelen adamla Celal, Yeliz’in avukatıyla görüştükten sonra Yeliz onu uğurlayacaktı. Otobüse binerken Yeliz’e duygularını söyleyip söylememekte tereddüt ediyordu.: -Turan’ı cezalandırmamın sebebi yaptığımız işi bozma ihtimaliydi.Ondan artık bir tehlike gelmez.Kendine iyi bak Yeliz , -Sağ ol . -Bir anda geri dönerek .Keşkeler tehlikelidir ama seninle tanıştıktan sonra bir kere daha keşke dedim. -İnanmayacaksın ama ben de keşke dedim.Ne değişir ki kırılan dal nasıl yerine gelmezse öyle bir durum işte. -Yolun açık olsun. -Bu iyiliğini nasıl öderim. -Baban bana fazlasıyla ödedi. Celal,Hocanın yanına geldiğinde Onu Mehmet Hocakarşıladı.Arabaya sevinçle bindiler. Eve giderken neşeli gitar konçertoları çalıyordu.Eve vardıklarında Celal’in ve Hoca’nın eşi büyük bir neşe içindeydiler.Ve gitme hazırlıklarını bir an önce bitirmek zorundaydılar…. O akşam Mehmet HocaCelal’i alıp lüks bir tesise getirdi.İlk defa bu kadar lüks bir mekana götürdü Celal’i. Ve bir babanın çocuğuna hitap ettiği şekilde hitap etti: -Celal’im vakit ayrılık vakti. Yemekte hüznünü göstermemeye çalıştı.Ve son konuşmasına başladı: -Senden son isteğimi de yerine getirdin. Bu sözlerinden sonra sanki savaştan bir insanı çıkarıp kurtarmanın sevincini yaşıyordu.Celal dayanamayıp sordu?


-Benden son isteğinizin bu olduğundan emin misiniz?Bunu başaracağımı nasıl bildiniz? -Sen savaştan çıktın Celal ,beynin şu anda tam kapasite çalışıyor dahası sen senaryoların havada uçuştuğu bir mekanın çocuğusun iyi bilirsin bir nasıl harcanacağını ya da kurtarılacağını.Kötülük ehlinin bilemediği bir durum var:Kötülük iyi ruhları olgunlaştırır daha iyi olmasını sağlar. -Sen Evet,dedi duygularını gizlemeye çalışarak. -Celal , yollarımız ayrılıyor.Sana Parid’in mektubunu bulduğumu söylemeyi ne çok isterdim.Fakat bunu bulacağıma dair büyük bir umut var..Ancak Part devletinin akıbeti ve Parid’in mektubu ile ilgili ayrıntılı bilgilere ulaşamadık. .Elde ettiklerimiz sadece dedikodulardan ibaret onları ise biliyorsun.Son dedikodu.Tigran’ın torunlarının eline geçtiği yönünde. -Neyse artık o kadar merak etmiyorum,diyerek MehmetHoca’yı bu yükten kurtarmaya çalıştı Alaattin: -Yine de yeni bir bilgi elde edersem seni ararım. Sofra donatılmıştı.Ama gözleri hiçbir şeyi görecek durumda değildi.Dayanamayıp ağladı. Sonra zorla bitirebildiği bir konuşma yaptı. -Keşke görevime gitmek zorunda olmasaydım.Sizden ayrılmak istemiyorum.Gitmek istemiyorum.Ben,beni ,şey ……. Sahilden yaklaşık bir ,bir buçuk kilometre uzakta üzerinde uyarı levhası bulunmayan bir yer vardı.Bu yerde deniz suları dönerek çukurlaştığı için lanetli yer manasına gelen melun yer denilerek anılırdı.O güne kadar yöre halkından herkes bu durumu bildiği için ölen olmamıştı.Sahile ,yüzmeye gelen herkes bir şekilde orayı duyar ve ordan uzak dururdu.üç dört metre ötesine kadar her tarafı bir pervane gibi dönderiyordu. SON GİRDAP Günlerden çarşambaydı.O gün Celal ve Mehmet Hocafarklı yerlerde aynı şekilde düşüncelerle uyandılar.Sabah kahvaltısını isteksizce yaptılar.Yediği hiçbir şeyin tadını alamadı .Kahvaltıdan önce şehre hakim tepelerden birine çıktı.Saat on civarında Celal,MehmetHoca’nın evine giderek onu birlikte yüzmeye davet etti.Bulutlar gökyüzünde ilginç şekiller oluşturmuştu.Sahil tarafında tüm işyerleri henüz açılmamıştı.Sadece birkaç market ve büfe açıktı.Sahil o gün her zamanki kalabalığından yoksundu.Yine de en kalabalık gördükleri yere gittiler. Celal’in elleri çok titriyordu.Yüzü kaskatı kesilmişti.Konuşacağı zaman kelimeleri karıştırıyordu.Her iki yanağı da kan çanağına dönmüştü.Deniz şemsiyesinin altında bir müddet oturdular.Celal’deki tuhaflığı fark eden hocası onu sakinleştirmeye çalıştı.Bu değişimleri Celal’in sinirli olmasına bağlıyordu.Ona göre bütün bu gerginliğin altında ayrılık vardı.Celal’se o gün kendini ihanet eden biri gibi yargılıyordu.Celal biraz sonra yaşamını bitirecek bir insan gibi davranmamaya çalışıyordu. Bu sahilde cankurtaran ekibi yoktu.Güvenlik kuvvetlerinin de denizde boğulma olayları için özel bir hazırlığı yoktu. Birlikte uzun süre oturdular Celal,hiç konuşmadı.Mehmet Hocada bunu bozmak istemiyordu. İlk konuşan Celal oldu: -Her şey için teşekkür ederim.Sizi asla unutmayacağım.Beni bambaşka bir insan yapmaya çalıştınız.Ama benim duygularım ve kalbim öğrettiklerinizi hazmedecek birinden çok onları koklayacak haldeydi.Siz üzerinize düşeni yaptınız.Sizi unutmayacağım. -Ne diyorsun Celal!Bu konuşma tarzın korku ve veda dolu. Gökyüzünde kara bir bulut kümesi belirdi. Mehmet Hocabunun bir işaret olduğunu anladı.Ama tam yorumlayamadı.Her ikisi de denize girmenin kendilerine yarar getireceği inancıyla denize girdiler. Yaklaşık yarım saat yüzdüler: Son ,bazen başlangıçtır.Bütün başlangıçlar insanoğlu hazır olmadığı sürece sondur.Yaşam kimseye borçlu değildir.Üzerinde yapılan hiçbir hatayı affetmez.Hatta bedenimiz yaşamın kendisine aittir.Bize ait olan tek şey ruhumuzdur.Ne yazık ki burdan götürebileceğimiz tek varlık olmasına rağmen onu kirli bir halde burdan götürüyoruz.Pek azımız ona bir şeyler


ekleyip onu zenginleştirip burdan götürmeyi tercih eder.Muhatabı duygusal ve zihinsel açıdan hazır olmadığı sürece hiçbir bilgi -Tanrı’nın sözleri bile- ona fayda etmez.Muhatap hazır ise ufacık bir rüzgar bile ona beklediği yaşam kalitesini getirir.Biz genelde isteklerimiz üzerinde düşünmeyi seviyoruz;isteklerimizi gerçekleştirmek için vermemiz gerekenler hakkında düşünmüyoruz.Bu durum bizleri tembelliğe iter.Aradığımızın bankalarda olan kağıt parçasıyla bağlantıları vardır.Ancak temelde onu bir padişah gibi değil bir köle gibi ağırlamamız gerekiyor. Bin yıllardır yaşamın sırları üzerinde kafa yorarken ,yaşamın ne olduğunu ,insanın nasıl bir varlık olduğunu düşünürken çok önemli bir şeyi unuttuk:Nasıl daha iyi yaşayacağımızı,insanca,güzel ,barışçı bir dünya içinde yaşamayı unuttuk.Bunun maliyeti bugün için televizyon haberlerinde gördüğümüz suçlar oldu.Nasıl yaşayacağımızı unutunca iyi kavramını” zevk” olarak kabul ettik.Artık her şey zevk ile eş değer olmuştu.Hem bu durumda her şey iyi ya da kötüdür.Ortası ya da ilerisi yoktur.Kenarları yoktur.Sadece önü ve arkası vardır. Bedenlerimize gösterdiğimiz özeni onun içindeki enerjiye göstermedik.Bunun maliyeti bir gün sokakta yürürken ya da evde otururken hepimize ağır olacaktır.Sadece zevk için yaşayan bir varlık olmak insana yaraşır bir durum mudur? Celal ve Mehmet Hoca bir taraftan yüzüyor bir taraftan sohbet ediyorlardı.Sonra nedense MehmetHoca,denizden çıktı.Celal biraz daha yüzmek istediğini söyledi. MehmetHoca,şemsiyenin altına gelip oturmuştu.Celal ise yavaş yavaş planını uyguluyordu.Denizin ortasına doğru ilerliyordu.Bazen dinleniyordu.Yüzmesini ,suyun üstünde durmasını kolaylaştıran plastiği bir yerde attı.Mehmet Hocaelleriyle geri dönmesini istedi.Celal görmemiş gibi yaptı. Gittikçe açılıyordu.Celal yüzmeyi bilirdi.Mehmet Hoca endişe etmemek için kendini zorladı. Buranın halkından defalarca sormuştu.Denizin hangi noktasında girdap olduğunu biliyordu. Celal girdaba gittikçe yaklaşıyordu.Beyin kısmını hissetmiyordu.Duygusuzlaşmıştı.Bir ara durup kendini geri çevirmeye çalıştı.Ama başaramadı.Neden böyle yaptığını da bir türlü anlayamıyordu.Çok kararlı ve korkakça bir ruh hali içindeydi.Ancak Girdaba yüz metreye yakın bir mesafe kalmıştı.Sahildeki kadınlardan biri bağırdı: -Evladım orası girdap çabuk geri dön. Celal aldırmadı. Sahildeki insanlar bir anda kadının etrafına toplandı.Mehmet Hocabu arada dalmıştı.Herkes bağırıyor,çağırıyor,el kol hareketiyle yüzen kişiyi geri çevirmeye çalışıyordu.Neden sonra orta yaşlı bir adam kalabalığa seslendi: - Sizi duyuyor.Bu adam intihar ediyor. Mehmet Hocabir anda irkildi.Kalabalığa doğru koştu.Celal’e baktı.Girdaba altmış yetmiş metre civarında kalmıştı.Ordan var gücüyle haykırdı: Celaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaal, kurban olayım geri dön,yalvarırım geri dön! O arada kalabalıktan biri polis çağırdı.Polis ekibi bir dakika içinde olay yerine yetişti.Can yelekleri getirildi.Kalabalıktan ağlayanlar,ah vah edenler oluyordu.Biraz önce göklerde duran kara bulutlar girdabın tam üzerindeydi.Polis kalabalığı sakinleştirmeye çalıştı.Ancak denizciler,denizdeki adamı kurtarmaya gidenin de öleceğini söylediler.Girdap bir anda büyüyebilir ,can yeleği falan dinlemezdi.Polis araçlarındaki hoparlörden seslenenler oldu,yalvaranlar oldu.Çare yoktu.Onlardan biri de Hocaydı. -Evlat seneye birlikte piknik yapacaktık.Bunca güzellik karşısında deli misin? Celal gittikçe yaklaşıyordu girdaba bir iki metre dolayında kalmıştı.Mehmet Hocabalıkçılardan birini ikna ederek teknesini aldı. Tekneyle Celal’e yaklaşabileceği kadar yaklaştı.Celal öylece durmuş son kulacı atmaya hazırlanıyordu.Bir martı Celal’in tam yanına kondu.Göz göze geldiler.Bu arada Celal ağladı. Mehmet Hocagösyaşlarıyla konuştu: -Celal,yalvarırım geri dön.yemin ediyorum.O girdaba girersen yemin ederim ki ben de


atlarım.Hadi atla. -Beni bırak benim ölmem gerek. -Neden -Çünkü ben değersizin biriyim. -Hayır öyle değilsin. -Sana hiç yalan söyledim mi? -Hayır. Bırak öleyim. Hoca ,Celal’i can evinden vuracakbir söz söylemeyi planladı. -Yalvarırım Celal!İlk çocuğumu kaybettim seni de kaybetmek istemiyorum. -Sen ölürsen ben yaşayamam.Beni bilirsin Celal.Daha yapacak çok işimiz var.Parid’in mektubunu bulacağız. -Öyle bir mektup yok ki -Olmadığını nerden biliyorsun . -Olsaydı bulurduk. -Sana söz veriyorum.Chögham Trungpa’yı bile aramak zorunda kalsam arayıp o mektubu bulmasını isteyeceğim. -Ama yok -Yooooooooooooook -Sen gideceğin zaman sana bu müjdeyi verecektim.Tibet’teki tapınaklardan birinin tarihçesinde Parid’den bahsediliyormuş.Hadi dön. -Ben çok yanlış yaptım,çok günahlar işledim. -Olsun be evlat şu martıya baksana neden gelmiş olabilir.Tabi ki Yüce ruh seni affetti. -Hayır o beni affetmez. -Mehmet Hocabulutlara bak dedi. -Neyine bakayım simsiyah bulutun. Başını göğe çevirdiklerinde biraz önceki simsiyah bulutların bembeyaz olduğunu gördüler. İşaretleri aldım dedi uzun bir sesle. O anda dalgalar yükseldi.Celal’in ayaklarına kramp girdi. Çukur Celal’i içine çekti. Son defa bağırdı: -Ya Canan’a verdiğin sözler. -Bir anda her şey dondu.Celal vazgeçti. -Hocaaaam kurtarıııııııııııııııııııın !ne olur Ölmek istemiyorum.. Sesi dalgaların arasında kayboldu. Önce tekneden aldığı balıkçı ağını denize fırlattı.Mehmet Hocao anda Yüce Ruh’a yalvardı: “Onun canını alacağına benimkini al.Yalvarırım.” Celal’in gözleri kapandı.Sanki yukarı çıkıyordu.Gözlerini açtığında tam karşısında MehmetHocanın gözlerini buldu.Hocası onun başını dizine dayamıştı.Etraftaki herkes çok duygulanmıştı.Göz göze geldiklerinde sanki yıllardır taş taşıyan ve hiç dinlenmeyen bir insan görüntüsü vardı Celal’in yüzünde.Bir kaç saniye göz göze kaldılar.Nefes almaya çalıştı. Yaşıyor muyum? Göz yaşlarıyla “evet” dedi.Paniği sevmeyen Mehmet Hoca birkaç damla yaş akıttı. Celal de üzgündü. -Bunca öğrettiklerine rağmen yaptığım bu iş için beni affedecek misin? Sahildekiler donakalmış bekleşiyorlardı.Mehmet Hoca tekneyi sahile yanaştırdığında Celal’i görenler Hoca’yı alkışladılar. Hemen ambulansa koyup hastaneye kaldırdılar.Mehmet Hocaderhal tüm kurumları arayarak Celal’in ailesine haber verilmesine engel oldu.Hastahane’de Onun şoka girdiğini öğrendi.Hastahanedeki görevliler onu en güzel biçimde tedavi ettiler.Akşama doğru bilinci yerine tam açılmıştı. Yapılan iğneler fayda etmişti.Kısa sürede hastahanenin psikoloji doktoru da gelerek ona müdahale etti.Sonra MehmetHoca’yı çağırarak ona bir şeyler söyledi.


Hoca ,Celal’in evini arayarak birlikte olduklarını söyledi.Onu alarak evine götürdü.Eşinden çay isteyerek Celal’e sevgi dolu gözlerle bakıyordu. çalışma odasına kapandılar. Kısa sürede onu hipnotize edeceğini söyledi. Birkaç dakika sonra içeri hastahanede gördükleri terapist de içeri geldi: Celal’i tam karşılarına aldılar. Mehmet Hocaonu kanepeye oturttu.Terapist hiç konuşmadı.Mehmet Hocaonu beceremezse devreye koymayı planlıyordu. Şimdi Celal -Ayaklarını rahat bırak ve arkana yaslan.Gözlerini kapat.Ben söyleyinceye kadar açma. -Tamam. -Nefes alışına odaklan yalnızca nefesini düşün… -Göğüs kafesinin yükselip alçalmasını veya içine çektiğin nefesinin serinliğini,ılıklığını hissetmeye çalış.Şimdiii nefes alış verişinin yumuşak ritmini hissetmeye çalış.Nefesinin kendini rahat hissedene kadar yavaşlamasına izin ver. -Tamam hocam. -Nefesinin seni rahatlattığını hissedince başına,kalbine odaklanmaya çalış.Kalbinin bedeninin her yanına kan pompaladığını hisset yavaş… yavaş,yavaş,Vücudunun herhangi bir yerinde gerginlik hissediyor musun? -Evet başımın sol tarafı ve sağ tarafında azıcık ağrı var. -Şimdi nefesini her verdiğinde o ağrının seni terk etmesine izin ver.Sen daha çok nefes aldıkça o seni terk edecek.Şimdi vücuduna rahatlama ve sükunet duygusu hissetmesini söyle. -Beş dakika kadar nefesini tut sıkıştığın noktada nefesini ver sonra al. -Şimdi bana o içindeki gerginlik hakkında bir şeyler söyle: -Bir cenaze,bir demir kesme makinası ,bir mengene …kafamı onun içinde sıkıştırıyorlar. -Bir de ne? -Tarif edemediğim bir şey bir çeşit su… -Siyah mı? -Bilmiyorum. -Ne olduğunu anlayana kadar onun üzerinde düşün.Çok güzel.Her iki elini kaldır.Aynı hizada olsunlar.Şimdi sol elini çok yavaşça indir.İndiiiiiiir.İndir.indir ,indir, indir ,indir … Ne oldu anlat bana. -Sanki beynimin sağından bir soluna bir su aktı. -Çok güzel. Sözün bu kısmında kapı hafifçe açıldı.Dışarı çıkan terapist idi. -Akan suyu yakalamaya çalışma ,hiçbir şey hissetmemeye çalış. -Şimdi bana cenaze kelimesinin sana hatırlattıklarını söyle. -Birini götürüyorlar.Keşke beni götürseler diyorum.Birinin elini kesiyorlar Keşke benim elimi kesseler birini öldürüyorlar…Keşke beni öldürseler.Her şey tüm eşyalar üzerime yığılıyor. -Tamam şimdi.Bana en güzel anını anlat. -Bir bahçe.. bir deniz…Bunu söylemek istemiyorum. Şimdi ben üçten itibaren geriye saymaya başlayacağım.Şıkırtıyı duyunca gözlerini yavaşça aç. Üüüüüç,iki,bir. Bir şıkırtı sesi geldi. -Nasılsın -İyiyim. -Sen eskiden hep ölmek mi isterdin? -Cevap vermesem. -Ne zaman oluşurdu bu düşünce? -Ölen birini gördükçe,duydukça. -Şimdi tekrar gözlerini kapat. -İki elini kaldır.Bu defa yavaşça ve ses tonuma göre önce sağ elini indir.


-Tamam. -İndir,indir,indir,indir,indir, -Şimdi. -Gözlerin kapalı nefesine odaklan ve benimle tartış.Ama sen tek kelimeyle konuşacaksın. -Ölümü neden bu kadar çok anıyorsun. -Onu yenmek için. -Onu çok anman ,bu anlama gelmez ki tam tersine onu güçlendiriyor,hayatta tutuyorsun. -Doğru ama o bana gelmeden ben ona gitmeliyim. -Bu sonucu değiştirir mi? -Hayır. -O zaman senin yaptığın boşa gidiyor. -Evet. -Sen bu boş şeyi yapacak bir adam değilsin? -Evet. -Yine de o bana gelmeden ben ona gitmeliyim. -Onu yenmek istiyorsan onun gelişi veya gelmeyişi senin için sonucu değiştirmiyorsa onu yendin demektir.Birazdan Azrail’in geleceğini söyledikleri zaman sende değişim olmayacak kadar güzel yaşamışsan bu onu yenmen anlamına gelecek mi? -Evet. -O zaman yaşam ne kadar güzel de, bir kere. -Yaşamak güzel ,çok güzel. -Demir kelimesi sana neyi hatırlatıyor. -Ben uyurken sanki kafamı kesiyorlar.Beyaz bir duvar var.Onun arkasından ses geliyor. -Şıkırtıyı duyunca gözlerini aç. -Tamam. … -Daha önce herhangi bir atölyenin üzerinde oturdun mu? -Evet eski evlerimden birinin yanında demirci atölyesi vardı.Sabah onlar erkenden dükkanı açıp demir keserdi.Ben de uykuda olurdum. -Böylece ortaya çıktı.Merak etme bundan böyle zihnin yaşamdan nefret etmeyecek.Çünkü sebebini bulmak çözmenin yarısı.O görüntüler yavaşça senin zihninden silinip gidecek.Kendini hiçbir biçimde zorlama.Anlaşıldı mı? -Evet. -Rahatlama hissediyor musun? -Kuş gibiyim. -Hadi şimdi evine git. -Olanları unut . -Elinizi öpebilir miyim? -Hayır. -Lütfen -Peki,peki .. -Hocam bana ne olmuş -Olan şu Celal’im: Sen başına her kötü olay geldiğinde keşke ölseydim diyordun ya.O senin beynine şöyle gidiyor :Keşke ölsem sonra ölmeliyim sonra öleceğim ama ölmüyorum o halde kendim yapmalıyım. Yani anlayacağın bir dua beyne bir komut olarak gidiyor. -Düşüncelerimize dikkat etmek durumundayız:Yoksa böyle sonuçlar çıkıyor. Öğrettiklerinize ihanet ettim.Bunca erdem, bilgi, içsel savaşlar sanki bir kulağımdan giriyor öbüründen çıkıyor. -Öğretiler insan içindir.İnsan öğretiler için değildir.Bizim de yanlış yapmaya hakkımız var .Ta ki bu kasıtlı olmasın.Kendimizi her zaman biz yönetmeyiz.İki aydır hiç hata yapmadın.Bir tek hatanla seni defterden silersem sence uygun mu?Oysa biz senin için bir hayat yarattık.Ve göreceksin sen bir, tek bir ağaç olarak nice meyveler vereceksin.Yaşayacak ,mutlu


olacaksın.Çünkü ben yandım sen yanmayacaksın diyen binlerce kişi bulursun etrafında. Çünkü sen geleceğin Alaattin’i olacaksın. Celal eve döndüğünde eşine hiçbir şey anlatmadı.Her şeyin gizli kalmasını istiyordu.Yine terasa çıkarak kendisi için bir bağımlılık olan günlük tutmaya gitti. Sonraki gün sohbetlerine devam ettiler. Gideceğin yerde benim adımı yaşat.İki çocuğum da sana emanet .Onlar bilgilidir ama savaşçı olamazlar.Sense öfkenle azmini birleştirdiğinde dağ olabilirsin Celal.Çünkü hiçbir zaman ağzımdan çıkan her söze bakan birini bulmadım.İki evladıma gerekli mirası bıraktım.Başıma kötü bir olay gelirse günlüğüm senin olacak.Bizi dilediğin zaman ara. -Başınıza niye kötü bir olay gelsin ki. -Yaşamın daha anlamlı kılınması için acı ve sıkıntılar gereklidir. Hangi riskleri ,dedi heyecanla. -Bunu sorma söylemem. -Siz bilirsiniz. Alaattin: -Toplumsal sorunları çok önemseyip kendini harap etme.İnsanlar açtığı yarayı görmek istemeyecektir.Gerçeklerle yüzleşmek ve onlara insanlık uğruna kullanabilmek,sadece kahramanların işidir.Yüzleş.Hayatı öğretmek zorunda olduğun insanları asla kaybetme.Onlar zirveye çıkarır veya indirir seni .Bir gün dönüp geriye bakacaksın.O zaman kazandığın para ya da mallar gözünde bir hiç olacak.O gün geriye baktığında yaptığın her kötülük ve kırdığın her kalp senin vicdanını yaralar.Son yolculuğuna bile huzursuz çıkarsın.Bir gün sen gittikten sonra seni birine sorduklarında… Haa o mu? Zararını görmedik,faydasını çok gördük dedirtebilmişsen ,sen ilahi bir hayat yaşamışsındır.Yüzünde kimsenin derinliğini idrak edemeyeceği bir tebessümün izleri oluşur..Kendinle baş başa kaldığında kendini kandıramazsın.Ve bir akım senden daha güçlü bir akım bedenindeki tüm enerjiyi alıp götürmek için geldiğinde ,önceden hesaplamadığı bir direnişle karşılaşır.Geldiği kaynaktan daha fazla güç istediğinde.Bunun için karşıdaki insana nazik davranması ve güzel görünmesi şartı getirilir. Sahip olduğun enerji enjektörle bedeninden kan çekiyormuşçasına yavaş ve hızlıdır…Önce kapkara bir alan görürsün bizim dünyamızdaki karanlığa benzer ama değildir.Ordan bembeyaz alana geçersen huzur senindir.Yok ,geçemezsen umutlu olman gerekir.Topraktan kiraladığın bedenin ve diğer nesneler sahiplerine geri döner.Ama tahmin edemediğin bir olaylar zinciri bir gün aşkını tamamlar.Sonra bir gün güneşin seni eritip buharlaştırdığını görürsün rüzgarsa seni bir bilinmez mekana çeker.Huşu ve tevazu içinde yapılan bedensel hareketlerde ya da ruhundaki beyaz bulutlara ulaşan bir meditatörün ciğerlerine hava olarak dönersin.Bu kez tatlı,hoş , sevgilinle buluştuğun anlarda hissettiğin duygulara benzer bir hale girersin.İyilik seni böylece bir huzur diyarından alır öbürüne sürükler.Nihayetinde nirvana ya da fena kelimesi senin için kelime olmaktan çıkmış gerçek olmuştur. Yemekleri bitirip çaylarını sahil de içmek için kalktılar.Akşamdı öyle bir sesi vardı ki denizin.Celal,bu tür zamanlarda denizi dinlemeye bayılırdı.Uzun süre denize baktıktan sonra MehmetHoca’ya döndü. Onun da gözleri yaşlıydı.İkisi de bu gece bitmesin istiyordu.Dünya tüm genişliği ile dar geliyordu.Güzellikler geldiği zaman geliyordu..Kelimeler ancak benzer tecrübeleri yaşayan insanlar arasında bağ kurabilir,gerçeğini ikisi de biliyordu. Celal ,yine sessizliği bozdu. -Hocam size çok şey borçluyum.Yıllardır Mevlana’nın Şems’e neden bu kadar bağlı olduğunu ve Şems’i neden bu kadar çok sevdiğini anlamazdım.Şimdi anlıyorum.Celaleddin-i Rumi’yi ,Mevlana yapan Şems’ti.Mevlana kendini Şemsle tanımıştı.O nedenle Şems ya da Mevlana yoktu ikisi de aynı kişiydi.Şimdi ,şişe getirmeye giden çırağın niçin tek şişeyi kırdığında ikincisinin de kendiliğinden kırıldığını anlıyorum.Tüm tanıdıklarıma selamınızı götüreceğim.Ama Hocam içimde bir işi yarım bırakmışım gibi bir his var.


MehmetHoca,sözün bu kısmında araya girerek “Herkesin , kahramanı vardır.”Aslında senin kahramanın ben değilim.Bence senin hayatının kahramanı gelecekte .Sonra arabaya kadar giderek içinden bir CD alıp Celal’e getirdi.Celal’e uzattığında iki isim gördü üzerinde ve ikisini de ilk defa görüyordu.Dvorak ve Grieg Bunlar kim? -Tanımakta geç kaldığın insanlar. -Anladım. O gece iki kere demlik çay istediler.Denizin sesi,,otel hoparlörlerinden kısık sesle çalınan hafif müzik parçaları bu seremoniye eşlik etmişti. İsteksizce kalktılar.Dönüş yolu sakindi. Otel ile şehir arasında 20 kilometreye yakın mesafe vardı.Yol boyunca ikisi de hiç konuşmadı.Öyle ki susmanın en çok anlatma olmasının en iyi ispatı bu atmosferdi. Araba eve ulaştığında gece iyice ilerlemişti.Evlerden birinden sanki o anı anlatmak istercesine Madonna’nın Frozen parçası çalıyordu.”You only see what your eyes want to see.How can life be what you want it to be?”diyordu. Site duvarının dibine oturdular. Bu defa sessizliği bozan Hoca’ydı. -Hayatım ,arayışla geçti ve hala arıyorum İnan ki sen benim kadar arama ihtiyacı hissetmeyeceksin.Bunun sevincini yaşıyorum.Öğretiler sadece uygulandığında değerlidir.Uygulanmayan , bilgi yüktür. -Biz varlığımızı bir yöntemle anlamlı kılmalıyız.Bizim hayatımız bittiğinde başka bir yaşam başlamalı ki anlamı olsun.Bu yaşam sadece ömür değildir.Felsefi anlamda ölü olup gerçekte bir et ve kemik yığını olmamak hayatımızı anlamlı kılar..Hayat bazen iyilik bazen bilgi edinme bazen aşka bağlılık ve …. -Bu sözlerimi günlüğüne yazarsın herhalde. Ayrılma zamanı geldiğinde Celal MehmetHoca’nın elini öpmek istedi. Celal ısrar edince izin vermek zorunda kaldı. -Keşke Kürtçe bilseydim.En sevdiğim ağıtlar onların. -Buna gerek yok -Siz benim Şems’imsiniz ama ben Mevlana olmayı beceremedim,becereceğimi de sanmıyorum. -İnsanlar sevdikleriyle beraberdir.Kim bilir? Sitenin kapısından adımını atarken son en son sözü “Sen, benim sonumsun “oldu. “Her son ,bir başlangıçtır “ Hoca ilerlerken umarım, dedi içinden. Her ikisi de kısa bir süreliğine sarıldılar Hoca kendini tutabiliyordu Celal,ise hıçkırıklarla ağladı. Sonra da ayaklarına zorla yürüme emri verdi Hayatta bu anı ve duyguyu sadece Berlin Senfoni Orkestrası anlatabilirdi.


Ertesi sabah yola koyulduklarında MehmetHoca’nın eşi yolculuk için yaptığı pasta ve börekleri getirmişti.Hoca ise ortalarda yoktu. Celal ,manevi yardımları için ona da teşekkür etti -Yenge ,bu tatil hiç hesaplamadığım şekilde geçti.Biliyorum ki bir erkeğin kadını ,erkeğiyle tanınır.Sizi tanıdığıma inanıyorum.Bana yaptığınız her iyilik için çok teşekkür ederim. -Ne iyiliği evladım ,dedi ama Celal sözünü kesti : -Lütfen,lütfen.Sizin hoşgörünüz olmasaydı biz sohbet edemezdik.Tanrı sizi korusun. -Hoşça kalın. MehmetHoca’nın ertesi sabah gelmeyeceğini biliyordu.Gelse ağlayacaktı ve Celal bunu biliyordu.Celal’in yanında ağlaması ise hoş olmayacaktı şeklinde yorumlar yaptı .Belki de başka bir nedeni vardı ama o bilmiyordu.Yine de gözleri yoldaydı.


Celal yarı sevinçli yarı huzurlu yarı huzursuz belirgin olmayan ,bir ruh haliyle ormanın içinden yoldan ilerliyordu araba son derece ağır ilerlerken geride bıraktıklarını düşünüyordu.Bu yolculuk iyi geçmişti ama sebebi de açıktı.Bir zamanlar ünlülerden birine sorulan soru geldi aklına. “Birisi kendini değiştirmek için falan yolculuğa çıktı ama değişmeden geldi.Sence neden? Çünkü “giderken kendini de götürmüştü.” Bu yolculukta ise Celal kendini geride bırakmış yerine, ruhunun koyduğu yasalara uyan birini yaratmak için yeni bir kimlik kazanmıştı.Fakat MehmetHoca’nın son günlerdeki tavırlarına bir anlam verememişti.Otomobil tatil yerinden sonraki yetiştiğinde biraz dinlendiler.Sonra kıyı kesiminin en ünlü şehrine ulaştılar. . Otoyol geçildikten sonra cehennem sıcağını andıran bir sıcaklıkta birkaç yerde daha mola verdiler.İç kesimlere geldiklerinde iki farklı iklimin en belirgin özelliği ortaya çıkıyordu.İç Anadolu’nun ova ve kıraç topraklarına inat Akdeniz tüm güzelliklerini sunuyordu insanoğluna.İklimdeki bu özellikler bir şekilde insanlara geçiyordu.Doğu’nun sert ikliminde insanlar sertliği benimsemişlerdi.İç Anadolu’nun hoşgörülü ve her zaman Mevlana felsefesini yaşayan insanları vardı.Akdeniz’in havası insanlarına rahat ve özgürce davranmayı ,soğuk kanlılığı öğretmişti.Karadeniz’in sürekli yağışlı iklimi ve Ordu’nun Dereleri değiştiremezdi insanların sevimliliğini. Görev yerine döndükten sonra telefonla MehmetHoca’yı arayarak yerine ulaştığını bildirdi. Mehmet Hocailginç davranışlarına yenisini eklemiş ondan hiçbir telefon veya adres istememişti.O da verme ihtiyacı hissetmemişti.Ancak son birkaç gün içinde MehmetHoca’da görülen isteksizlik Celal’in canını sıkmıştı. Yaklaşık bir ay sonra .Bir şekilde MehmetHoca’nın telefonlarını bularak eşiyle konuştu. -Ben Celal yenge. Bu sesi duyar duymaz hocanın eşi hüngür hüngür ağlamaya başladı.Hıçkırıklarla konuşmaya devam etti. -Yavrum ,Celal o sana haber vermemizi istemedi. Neyi,diye sordu korkulu bir ses tonu ile.Büyük felaketler aslında adım adım geleceklerini söylerler fakat insan bazen bunları algılar bazen de algılamaz.Sezgi bu tür zamanlarda içimizdeki tüm korkuları dışa vurur.Bu sebeplerle kaza geliyorum demez fikri yanlıştır. Hocanın eşi kendini sakinleştirmeye çalışarak konuşmasını sürdürmeye çalıştı. -Yavrum o adım adım eriyor,görsen tanıyamazsın..Ben bugün gelebildim ancak. -Son durumu nedir yenge? -Birkaç gün daha komada kalacak. -Rahatsızlığı nedir? -Telefonda birkaç saniyeliğine sessizlik başladı. -Bu çağda ve cüzzam. Celal, bu cümleye inanmadı.Sanki beyninde yıldırımlar çakmıştı. O , yaşamı bütün detayları ile çözmeye çalışan ,tıp sosyoloji diyet her alanda kendine yetecek kadar bilgisi olan her gün spor yapan adam genç denebilecek bir yaşta çöküp gitmişti.Derhal bir süreliğine izin alarak O dönemin en büyük hastanelerinden birine hocasını ziyarete gitti. Sanki dağ kül olmuştu.Hastane odasında karşısında duran insan ona yaşatan insandı.Şimdi ise iğrenç bir hastalık onu kollarına almıştı.Bu dünya ilginçti.Ölüm,isteyene gelmiyordu.İstemeyene geliyordu. MehmetHoca: -Karşında böyle çökmüş bir halde olmak istemezdim.Hayatta düşmek de var evlat .Savaştık yaşama ve kendimize karşı lakin yenildik.Hala yaşamı seviyorum.Bu iğrenç görüntüde bile. Celal: -Nasıl başladı hocam bu ?Ben inanamıyorum. -Olur be evlat yaşam bu adı konulmamış bir savaş vardır İnsanla evren arasında biz bu savaşta geride kaldık .Beni yenilmez sanmadın değil mi evladım.


-Aslında öyle sanmıştım. Bu görüntüye daha fazla dayanamayak izin isteyerek ayrıldı. Hemen onunla ilgilenen doktoru bularak bilgi almak istedi. -Doktor bey bu çağda bu hastalık. Doktor iyi görünmeye gayret etmeden konuştu: -Hastalıklar zamandan anlamaz.Siz neyi oluyorunuz? -Manevi oğluyum.Bu ne tür bir beladır? Açıklayayım. -Mikrop ,kollar ve bacaklarda bulunan duyuları beyne ileten sinirlerin beyinden iletilen emirleri kaslara götüren motor sinirlerinin çevresinde bulunan kılıfı oluşturan hücrelerin içine yerleşmiş.Bu hücreleri işlevsiz hale getirmiş.Sinir yoluyla deriye kadar ulaşarak deride bazı tahirplere yol açar. Hasta şu anda kol ve bacaklarında his kaybı veya azalması, bazı hareketleri yapmada zorlanma ve güç kaybı, burunda tıkanıklık ve zaman zaman görülen hafif kanamalar, kol ve bacak sinirlerinin bulunduğu yerlerde duyarlık ve ağrı hissediyor. -Yani rahatsızlığı bir süre sonra hafıza sorunlarına yol açacak mı? -Bundan daha kötü bir sonuca hazırlanın. -Ne demek istiyorsunuz ? -Bence kendinizi buna hazırlarsanız sizin için de iyi olur. Yapabileceği bir şey yoktu.Geri dönüp hayatına devam etmeye çalıştı. Parid’in Mektubu Bölüm 32 Sevgili Celal, sen daha burdayken başlamıştık mektubu aramaya,biliyorsun. İlk ulaştığım bilgi peygamber de olduğu iddia edilen Manayla ilgili :Mani yeni bir felsefe getirmişti dünyaya.Bu nedenle bölgedeki en etkin din olan Zerdüşt inançlarıyla karşı karşıya geldi. Biruni’nin anlatımına göre, Mani’yi Zerdüşt’e bağlı imparatorluktan çıkardılar ve geri dönmesini yasakladılar. Bunun üzerine Hindistan, Tibet ve Çin’e giden Mani bu ülkelerde de kendi öğretisini yaydı.Asya’da görevini tamamladığına inandığında geri döndü. Bugünkü Daylam ya da sizin tabirinizle Tamalki halkına kendi öğretisini iyice kavrattı. Bu çalışmaları Sasani şahı Behram’ın dikkatini çekti ,Zerdüşt rahip Karter’in de çalışmalarıyla katledildi.Ancak Behram halkın tepkisini çekmemek ve Daylam’ın isyanını önlemek için iki tedbir aldı.Daylam’ın Irak ,İran ve Suriye’de kalan aşiretlerini Gordiya bölgesine gönderdi.Diğeri de Onun bir sahtekar!olduğu propagandasını yaydı.Böylece onun itibarıyla oynandı. Behram’ın ,Mana (Manes,Mani) “Bu adam halka dünyayı yıkmak çağrısında bulunmak için ortaya çıktı.Onun planı gerçekleşmeden önce kendisini imha etmemiz zorunludur” diyen Behram bin Hürmüz (?), Biruni’nin yazdığına göre, Mani’nin derisini yüzdürüp otla doldurmuş ve hâlâ Mani Kapısı diye bilinen Gundişapur kapısında asmıştır. Behram, onun izleyicilerinden bir bölümünü de katletti.Bu dinin Budizm’e benzemesi ve savaşı yasaklamış olması da incelenmeye değer bir konu.Yine Uygur Türklerinin kabul ederek adeta bir asır ilerlettikleri Türk medeniyeti de bundan çok etkilenmişti. İşte ,en müthiş gelişmeler bundan sonra oldu.Önce Çin’e ulaşarak Mani’nin izini aradım.Orada bir köy tarihçisinin anlattığına göre Kral Parid Ölmeden önce şöyle söylemişti: “Bakın!Roma ve Sasaniler düşmanlarımızı desteklemek suretiyle bizleri zayıflattılar.Sasaniler çok güçlü ama gelecek onlara Paridya’nın gücünü görecek. Romalılar iç isyanları destekleyerek bizi dağıttı..Sennacherib öldüğünde Sanasar’a lanet etmişti.Belki de bu lanetin etkisidir üzerimizde .Esarhaddon bu iki çocuğu öldürdüğünde benim atalarım.Buraya göçtüler. Madenlerimizin adresini ve mektubumu Sasan toprağından alın.Yakında Araplar ve Sakalar büyüyecek.Size dost olana kılıç çekmeyin.Bizans ve Sakalar ola ki savaşırsa Bizans’tan ve Sasani’lerden Paridya’nın hesabını sorun.Bunu yapamazsanız Bu durumda madenler


Bizans’ın varislerinde yani Büyük Tigran devletinin günümüzde de varlığını sürdüren küçük toplulukta olmalı… Yılmadan devam ettim.İstanbul’da biriyle görüştüm .Anlayacağın Celal’im senin ve benim hayatım hep hızlı geçti.Adam Beyoğlu’nda sarraflık yapıyordu.Onunla tanıştıktan sonra bizi Adı Gorian olan başka bir kuyumcuya götürdü. Adama seni söyledim.Bir araştırma yaptığını biliyorduk dedi. Gorian sizin köyü dahi biliyor doğrusu öyle laflar söyledi ki insanlığımdan utandım.Hatırlarsan bana yaşadığın toprakları anlattığında abartıyorsun demiştim.Şimdi o sözümü geri alıyorum. Onun anlattığına göre sizin köyde iki Tigran mezarlığı varmış.Ancak son olaylardan sonra sizin bir muhtarınız mezar taşlarını söküp tarla yapmış.Şimdi de bu mezarlığın üzerine mezarlık olduğunu bildikleri halde ev yapıyormuş köylüleriniz .Aynı adamın evi iki kere yandığı halde mezar taşlarını söküp ev yaptığı evi sonunda yıkılmış kendisi de ölmüş Ayrıca köyünüzden gelen bir Tigran aşireti temsilcisi haritasıyla gelerek bir kazan altın çıkarmış.Rivayete göre o adam şimdilerde çok zenginmiş. Adam bunları söyleyince benden para almadan bilgi vermeyeceğini anladım.. 200 dolar karşılığında Parid’in mektubunun bir nüshasının El Cezeri’nin kitabının arasında olduğunu öğrendim.Ayrıca adam sana şöyle dememi istedi.”Parid’in adını yaşatmak bir mutluluktur.”Parid’in adı sensin ,çektiğin zorluklar da yedi ve sekiz rakamlarının karşılığı . El Cezeri’nin kitabının kayıp bölümlerini buldum .Dünyadaki ilk robotun ve su tesislerinin projeleri var.Bütün bunlar sır değildi.Ama ilginç bir bilgiye rastladık. Nasıllarını bilmiyoruz.Fakat İstanbul’daki kütüphanelerden birinde şimdiye kadar bulunmayan bir Mevlana eseri bulunmuş.Bayan bir yazar yakında bunu çevirisini bitirecek ve yayımlayacakmış.Bu kütüphanedeki başka bir kitabın sayfaları arasında senin de aradığın mektup çıktı.Fakat Kütüphanelerde henüz incelenmeyen onca eserin içinde bence Parid’in mektuplarının dışında haritalar vardı. Benim sezgilerim diyor ki Daylamın yaşadığı dağlarda çok zengin maden yatakları var. ………………… altın madenleri buna en iyi örnek.Ayrıca kayıp K…..h hazineleri de ayrı bir araştırma konusu .Eğer yorumlarım doğru ise Bu yörelerde birkaç altın madeni daha var..Tabi bu sadece benim zannım.Eğer senin de bir zannın olsaydı.Bulunan altınların üzerinde yıllarca oynayıp durmazdın. Mektup Kral Parid’in sözleriyle devam ediyordu. “Ben Part mirasının son sahibi prens Parid.Bütün mirasımı ve haritalarımı varisim dostum kardeşim Mani’ye bırakıyorum.Ancak bizden sonraki evlatlarımızın yaşaması için Sasanilerle anlaşmaya vardık.Bu anlaşmaya göre dağların en sarp yerleri bizim olacak.Köylerimizi orada kuracağız. Bizimle birlikte Tamalkiya’nın savaşı bitmiştir.Biz onların yaşaması için çok uğraştık.Kimse canlarını heba etmesin.Savaş kolaydır barış zordur ve zor olan huzurun ta kendisidir.” Bundan sonra Aramice yazdığı bir şiir vardı. “Gümüş renkli sabahlara uyandığında İnce bir hasret uçuşmuyorsa gözlerinde Bu kendimdir diyerek bakabileceğin Bir yüz yoksa aynalarda Ayaklarından cesaret Yüreğinden merhamet akmıyorsa Yürüdüğün tüm yollara Ve ne olmuşsa bir şekilde Bir yerlerinde hayatın Yaşadım dediğin ne varsa unut gitsin Sen bir kalbe sığamazken Sığmayacak dünya sana Sat gitsin benim dediğin ne varsa Her yenilişte eksiliyorsa beyninden isimler


O hafızayı yok et gitsin Yık gitsin yaptığın her kapı gün gelip kapanıyorsa yüzüne Demirden bir duruşun olsun şehrin karşısında Unutma Sanasar’ı,Sennacherib’i,Mani’yi,Siddharta’yı Unutma ! Hiçbir şehrin paçalar sıvanmadan geçilmeyeceğini Varsın kopuğun biri desinler sana, Varsın fedakar bulmasın seni aşıklar, Şehri kalabalığına Aşkı kendi yalnızlığına göm gitsin Aşklarını satarak yeminlerini yiyerek büyüyenlere Kovulup dokuz köyden sana asla Bruz olmayacak onuncuya itildiysen Aşka ihanet etmeyen aşıklar hatırına Onuncu köyü yak gitsin” Bundan sonra mektup Hoca’nın sözleriyle devam ediyordu. Sana en çok istediğin üç şeyi sormuştum.Biri kral Parid demiştin.İşte yerine getirdim.Bütün emeklerimin sonucunda en azından birkaç yorum yapabilene kadar bekledim.Hala bunları sana gönderip göndermeme konusunda tereddütlüyüm… Celal ,bu sözlerden sonra oturup ağlamaya başladı.Bu mektuptan birkaç gün sonra Hocanın vefat haberi geldi.Celal’in beyninde oluşan yeni ,sevimli yaşam dolu dünya yine yıkıldı.Onda yaşam sevgisizliği duygu olmuştu.Oysa yaşam sevgisi hala onun düşüncesindeydi.Bu hoş düşünceler hocanın vefatı ile tekrar eskiye döndü. Koca Part milletinden Parid’in elinde küçücük bir boy kalmıştı.Ama o bunu küçümsememişti halkını, ölmeden önce adının sonsuza kadar yaşamasını istemişti.Çünkü o bir yiğitti.Bizlere yaşamın nasıl daha iyi yaşanacağını anlatmaya çalışmış.Kim bilir mektubunun verilmeyen kısımlarında neler var acaba?Muhtemelen bölgedeki altın madenleri o halkını kuvvetli bir ihtimalle dağların doruklarına yerleştirirken onların her ihtiyacını düşünmüştü. Güneş renkli sabah ,umut veren ,okşayan korkusuz ama akıllı bir yaşam.Yılan olmaktansa ceylan olmaktı kastettiği Belki de bir sabah uyandığında baharın güzelliklerini göremeyen nice insana , yıkık binalara,yoksullara,içinden bu sabah herkese karşı somurtacağım diyen herkese,keşke ölseydim ,bu hayat anlamsız diyenlere ,yaşamdan tad alamıyorum diyenlere,hayat ne kötü diyenlere bir giriş mesajıydı.Belki de tüm bunların ötesinde gizlediği bir mesaj vardı. Böyle olmayan bir sabahta telefon çaldı.Arayan Yeliz’di.. -Celal ,sana bir haberim var.Babam vefatından iki yıl önce ve gizlice üçü yerli biri yabancı sigorta şirketine hayat sigortası yaptırmış. -Sen ne dediğinin farkında mısın? -Evet. Tüm sigortalardan ben ,sen ve Derya ve annem için 400 milyara yakın bir para bırakmış.40 milyar yatıracaklar hesabına . Hoca ,yaşamını bu şekilde anlamlı hale getirmişti.Kastettiği şeylerden biri de buydu. Celal : -Sizi bilmem ama ben o paraya dokunmam.Artık her şey anlamsız geliyor Yeliz .Bunu başkası duysa sevinebilirdi.Ben ruhumun bir parçasını yangına verdim.Ondan gelecek parayı istemem …para sizindir. -Hayır Celal ,o para hepimizin …Ne olur kabul et yaşasaydı ne derdi sana … -.O ne derdi bilmem ama ben hayır derdim Yiğit Mehmet..Delikanlı …Cesur. Olay bu şekilde çözüldükten ve herkes kendi hayatının meşgalesine döndükten sonra.İçi en çok daralan Celal idi.


Biraz rahatlamıştı.Bir kaç gün sonra eskici çarşılarından birinden aldığı kapaksız kitabı okurken bir sayfa dikkatini çekti.Sanki ona yazılmıştı. “Zor olanı tercih edeceğin zaman bedeninin her hücresi yapma derse,tüm dostların ,tanıdıkların tek cevap verirse,okuduğun tüm kitaplar aynı şeyi söylerse,hatta evren ve kainat sana yapma derse,ya da sen dünyayı kurtaracak adam değilsin derlerse,günlüklerin ve geçmişin sana tek yönü tarif ederse,sahip olduğun her şeyi kaybetme ihtimali varsa,paranı ,sağlığını hatta canını yitirme ihtimalin varsa,dağlar,taşlar ,ovalar bile sana bu yaptığın yanlış derse,dünyanın seni kabul etmeyeceğini bilirsen,diplomalarını ve hatta aileni kaybetme ihtimalin varsa, kısacası evren karşındaysa seni ,sen yapacak şeyin zor olanda olduğunu bil.Bir tek ama bir tek Tanrı’ndan hayır yapma sesi gelirse onu dinle.Dünya tarihinde o sesin yanlış söylediği hiç duyulmadı.Krizin,bunalımın,iflasın,huzursuzluğun öğretilen tüm yöntemlerin , görüşlerin dışında bir yöntemle son bulacağını bil dostum.Eğer sana öğretilenlerin tümü doğru olsaydı dünya çoktan cennet olmuştu. Burası seni kendi olmak noktasına ulaştıracak. Belki de en kötü ihtimal yani ölmeden önceki iki salisede ben kendimce doğru olanı yaptım.İyi sonucu da kötü sonucu da başım üstüne diyecek kadar vaktin olur. Annene layık oğul, çocuklarına layık baba ve sevgiline layık sultansın.Ve o zaman işte o zaman Gel ey Azrail! biz feleğin de çemberinden geçmişiz dersin.Seni kimseler anlamaz belki.Bir de bakarsın ki Azrail yok olmuştur.Küçük ,minicik bir serçe gelip gözlerinin son kez göreceği bir dala konmuştur.Gözlerin yavaş yavaş kapanır.Bir de bakarsın ki göklerde sen ve biraz önce gördüğün kuş birlikte uçuyorsunuz.Ama bir gariplik takılır gözüne.Beyaz bulutlara doğru giderken minik serçenin sana yol gösterdiğini görürsün.Beyaz buluta yaklaştığında bir de bakarsın ki senin de kanatların var.Merakla bulutun içinde daldığında ,bir saflık hissi yayılır hücrelerine sana gideceğin zaman gitme diyen hücrelerin pişman olmuştur.Lakin senin parçan oldukları için onları affedersin.Sen artık bilirsin ki hayat bazen Tanrı gibi davranmamızı istemiştir.Hayır derken evet demek istemiştir:yok derken var demek istemiştir.Bulut seni alır birkaç çizgiye dönüştürür.Sen gehi yay olursun dolanırsın ,gehi pervane olursun dolanırsın.Gehi rüzgar olursun esersin ,gehi ilham olur şairlerin kalbine girersin gehi eğer kaybetmişsen sevgilinle buluşur uçar durursun.Yukardayken aşağıda görürsün kendini.Bu dolanmalar az da olsa gecenin karanlığında ışığın etrafında dönen pervane böceklerine benzer.Ta haşre kadar böylece meftun olarak uçar durursun. Orada “Ben’i” unutursun. Ha bir de ara sıra neydi beni böyle yücelten diye sorarsın.O anda zayıf cılız sesiyle bir beyin damarın yani sana dünyada iken “yap” diyen tek damarın ,seni evrene asi eden damarın, zor duyulur ama tatlı ,hoş esrik ,aşıkça sevgilinin dizine başını koyup gözlerine daldığındaki bir edayla “ben ,”der. O zaman başını göğüs kafesine doğru eğerek: Bir sevda için gül yetiştiren anneler annesi anneye selam ve sana teşekkür ey içimdeki ses...diyeceksin O olmasaydı ben burada olmazdım.Sen olmasaydın ben beyazlıkta kaybolmazdım.Ve var dan yoktan da ötedeki seslenir sana. - Huzurlu musun? Onun karşısında erimemen için bir rüzgar estirir. -Çoook dersin.. -Seni buraya kim getirdi biliyor musun? -Bilmem ki sen mi diye sorarsın? O da sana cevap verir: Hayır kendi tercihini doğru yaptın onun için burdasın. Başka arzun var mı ? der Sen yine onun üflemesine dayanarak” var.”dersin. Seni göremiyorum….Neden ?bana söyle? Tabi ki göremezsin yanlış yöne bakıyorsun “içine bak, ordayım.” Dönüp içini kılı kırk yararcasına baktığında bu kez çok duyduğun ama hiç yaşamadığın ve tanımadığın bir kuyu seni içine çeker ve sen son cümlelerini kurarsın “Burası Yokluk…” Ne de güzel yermiş .


Bütün bu duygular ve düşünceler yemek yerken ya da mehtaba bakarken , otururken kalkarken beynini içiyordu.Artık sadece ağıt kasetleri dinler olmuştu.Geceleri şehir uykudayken o yazardı.Şehir uykudayken o uyanıktı.Şehir eğlenirken o kendini anlamaya çalışırdı.Şehir gülerken o ağlardı.Ekmeğin yahut tuzun tadı yoktu.Onu sadece yüreğindeki sıcaklığını kaybetmemiş birkaç kişinin dışında kimse anlamaz olmuştu .Ağlardı gecenin geç vakitlerinde.Eşi onun böylesi zamanlarına alışmıştı.Onu kendi haline bırakırdı..Derken bir radyoda güzel bir hikaye dinledi. “Konuştuğunda sesler kesilirdi.Önde oturur gülümsemezdi.Lakabı inciye çıkmıştı nedense.Sonra yere düştü kimse tutmadı elinden birkaç gün belki de birkaç yıl öylece kaldı .Derken bir kalem bulmuştu.Onu tutunarak ayağa kalktı onun bir daha yere düştüğünü gören olmadı.Derken bir bahar günü bülbüllerin ağıt yaktığı , güllerin sabahı selamladığı bir Pazartesi günü güneş doğarken kalbinden yaralandığını söylediler.Cenazesinde önce dört kişi vardı.Sonra on dört oldu..Derken kalabalıktan biri bırakın son defa yüzünü göreyim dedi.Yüzü hafifçe açıldığında.Sarah Brighton’un yüzündeki tebessüme benzer bir şekilde gülümsediğini gördüler.Kimse inanmadı…Ne hayatının bittiğine ne de adının tükendiğine. Efrasiyab’ı,Piri Türkistan’ı Hani’yi yetiştiren onlara Rab olan Allah bilir ki dua kaderi değiştirir.Yeter ki edilsin Sonra şiirdeki kelimeleri tek tek çözmeye çalıştı..İnce bir hasret uçuşmuyorsa gözlerinde yani hayatını anlamlı kılmak san en zor gelen davranışla gerçekleşir. Ayaklarından cesaret yüreğinden merhamet akmıyorsa yürüdüğün yollara: Evet kaybolan bir çocuktu ve bu çocuğa merhamet etmeli hatta Tanrı gibi davranmalıydı..Ne olmuşsa bir şekilde bir yerlerinde hayatın : Bırak artık geçmişe takılmayı,savaş bitti.Kemendinden kurtulmak gerek.Sat gitsin benim dediğin ne varsa hayatın malın ve mülkün ötesinde bir anlamı olduğunu kavramak gerek. Kısaca kendini yakmak gerek dedi.Gece geç vakitte. son defa çocuğunun odasına gitti.Onu öptü..Yanına küçük bir not bıraktı.Eşyalarını giyip dışarı çıktı.Eşi her zamanki gece yolculuklarından birini yapıp gelecektir ,diye düşünü.Evden çıktıktan sonra geriye dönüp bakmadı.Çünkü kendi de biliyordu ki geriye bakan ileriye gidemez….Sonraki sabah ilk kez onun kahvaltıya gelmediğini gören eşi biraz ürkmüştü.Evi kontrol ettiğinde Celal’i bulamadı.Ondan sonra yaklaşık bir ay kendisinden haber alınamadı. Bu süreçte onu ve dünyasını yıkan ruhsal anlamda kendisini yıkan bir olay bitmeden diğerinin başlamasıydı. Eşi ertesi sabah balkonda yarı hüzün yarı umut duygularıyla oturmuştu.Karşısında duran yoldan elinde çantası ile biri geliyordu.İlkingözlerini ordan çekti.Sonra anlamsızca etrafı süzerken biraz önceki adamın ona el salladığını gördü.Dikkatlice bakınca Onun Celal olduğunu anlaması ile Tanrıya şükür etmesi bir oldu. Aralarında geçen son cümleler şöyle idi: -Tekrar denemeyeceğinden emin misin? -Elbette. -Ya tersi olursa -Sanmam. Yaşam karmaşadır.Artık anladım.Biz bu karmaşadan çıkarabildiğimiz denge ve düzen kadar iyi yaşarız.Bulutlara bakar mısın?Mehmet Hoca’nın tüm söyledikleri benim için bu bulutlar gibi erişilmezdi.Şimdi ise karşıdaki güneş de yere düşse yüzümdeki tebessümü alamaz. 26 MAYIS 2007 Sulamalar aslında kendinedir insanın. Yeryüzü ve gökyüzü yapılan hiçbir iyiliği unutmayacaktır. Tarih şahittir ki felsefeye çıkan yollar, Budizm’e çıkan yollar sadece ve sadece birer görüntüdür. Tarih şahittir ki yüce ruh kendine kulluk eden tüm insanları ve milletleri zirveye çıkarmıştır çıkaracaktır tarih şahittir ki kuzeyli ve batılı tüm oyunlar yapaydır lakın aydınlığın temsilcileri gece gündüz ibadet etseler bile bizim gibi sıradan insanları kalplerindeki kibirden uzaklaşmadıkları surece kazanamazlar aslında kazanmalarına da ihtiyacı yoktur . Yeryüzü bilmeli ki Sedat Yenigünler toprağa düştüğünde boşa düşmezler birileri gelip onları kahraman yapar.


Her ne kadar günahla adem olunur, dediysek de asıl ve önemli olan ibadetle adem günahla iblis olmaktır Gerisi karanlık ve terördür bizler yerin altındaki iskencehanelerın altında inleyen çıktıktan sonra da niye isyan ediyorsunuz ki denilen bir ırkın evlatlarıyız Lakın tarih şahittir kı o karanlık dehlizlerde de Londra’nın kaldırımlarında da zirvenin adresi tektir Koyunlaşmayan insanlar özgürdür Özgür olanlar yalnız mutlu ama yaralıdırlar Soho’da 100 yıl sonra yepyeni insanlar olacak sonsuzlaşmak isteyenler Yani sadece Kerbela’yı anlayanlar bilirler hakikati. Tarih şahittir ki ki teknoloji ve güç Michael Jelb‘den önce karanlıkları delen adamın elindeydi. Lakın düşmanları ve temsilcileri onu yıktılar gözümüzde küçülttüler. Büyüttüler Tower Brıdge ‘i Westminster’ı. Yıllar yıllar sonra anlaşıldı ki hakikat aslında ihyadadır hakikat ırkları yere sermekte değerleri yüceltmektedir. lakın iunun koyunlar ve terörle olmayacağı ayan beyandır Yüce Ruhun desenlerini yeryüzüne yaymakla görevli olan bizler yepyeni bir tarz yaratmalıyız İnsani olan muteber olan düşmanına bile üstünlüğünü kabul ettiren bir tarz Tarih son kez şahittir Asıl kahramanlar hep yalnızdır işte tarih bu kahramanların omuzlarında yüce ruhun desenlerini son kez yeryüzüne yayacaktır Neyzenler bilirler nefes aslında bir şarkıdır neyzenler bilirler ney insan demektir neyzenler bilirler yeryüzünde binlerce Mevlana, yuzbınlerce Yunus milyarlarca Fuzuli yasıyor aslında. Celaller, Cananlar secdeye vardıkça değer kazanırlar. Siyah elbiselilerin anlamadığı durum da budur, Gurur ve onur Yüce milletimize bir tek yerden gelir. Lakin der makam-e sabır derdi Halil Alinejad, Ya Mevla derdi üstad Sarban. İyilik ve güzellik hakim olmadan önce zevk-u sefadaydı yüz binler .Pompei şehrini unutmuşlardı.Gökyüzünde binlerce kuşun göründüğünü her birinin devasa taşlarla kıskançlık ve kibrin, dışlamanın ,kucumsemenın kalelerini yerle bir ettiğini söylediler. Kitaplar sağlam kalmıştı.Her taşın ayrı hikayesi vardır.Nihayetinde HİKAYELER SADECE İYİ İNSANLAR İÇİNDİR




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.