architectural critiques

Page 1

Climbing The Vessel Vessel’e tırmanmak pages of 1-2

Architectural Mimari Critiques Eleştiriler

...Considering his concerns and all his advices about public areas I couldn’t help but expect something more accessible, something that invites the widest possible audience and something can be experienced effortlessly -without a ticket- and creates opportunities to meet with others randomly -other than visitor queue- instead of a colorful, shiny gigantic shopping trap toy that attracting the people to spend money on the way of it. ...apart from a bright, monumental park object for the privilege ones of this upscale new neighborhood, what does it offer to it’s citizens other than attracting potential customers to the shopping center route?...

Architecture as a nonverbal storyteller sözsüz hikaye anlatıcısı olarak mimarlık pages of 3-4

...bir refleksle ülkemizdeki pek çok binada balkonların camekanla kapatılıp konutun odalarına dahil edilmesi ya da cephelerde anlamsızca duran depolama alanlarına dönüştürülmeleri beliriyor gözümde, yani ailenin banjihasındaki kargaşası ve eşya fazlalığı belki çok daha ferah bir evde yaşasalar da devam eder miydi? Kültür, yaşadığımız alana ve eşyayı kullanışımıza yansıyor muydu? Park ailesinin evinde yaşıyor olsaydılar bu kadar yalın bir mekan görür müydük ...

PLAYTIME oyun zamanı pages of 5-6

... Tüm bu renk ve malzeme tekrarlarının yön bulma duygusuna yarattığı güçlüğü Mösyö Hulot’un kaybolmalarıyla birlikte biz de deneyimliyoruz. Havaalanında gördüğümüz ıslak hacimler, depolar ve servis birimlerinin yerleşiminde benimsenen tasarım yaklaşımına ofis binasının çalışma alanı birimlerinde de rastlıyoruz. Birimler iç içe geçmiş kutular, mekan içinde mekan yaklaşımıyla tasarlanmış. Tekrarlayan biçimleri ve tek renk görüntüleriyle yön algısının kaybolması bu iç mekanda da göze çarpıyor, yol gösterici tek...


Climbing The Vessel Vessel’e Tirmanmak After a short two-block walk from the Penn Station towards the Hudson River on the west side of town, I head to the Vessel by passing through Hudson Yard’s mall. Soon after finding the closest exit, a shiny, sweet copper-colored structure greets me with all its glory with its usual visitor queue -that later I had become familiar with- You can get ready to take a selfie with an intriguing background. Batı yakasında Penn Station’dan iki blok ilerleyip Hudson Yards Avm’sinin içinden geçerek olası en kısa yolu bulup alışveriş merkezinden çıktığımda tüm ihtişamıyla bu parlak, tatlı bakır rengi yapı -sonradan aşina olduğum her zaman olan kuyruğuyla- karşılıyor. İlgi uyandıran bir arka planla selfie çekilmek için hazırlanabilirsiniz.

Vessel, a.k.a shawarma, wastebasket, stairway to nowhere, the late ımperialıncline/decline

With the temporarily given name of Vessel, it is still open to suggestions. Countless namings continue harshly. I am not sure whether it is a valuable input for an objective criticism what it resembles. Everyone can like everything to anything after all But as the structure is getting to be known, the names are popping up, giving clues about the identity that it creates in people’s minds. “It’s okay if it’s not liked.” says Heatherwick, the architect. But these negative names can be considered as feedback they give at the end of their experience. Names such as “jungle gym, stairway to nowhere.” are not coming from merely The vessel is a 16 storey structure rising in Hudson negative shape metaphors, but from the lack of the scenarios Yards’ public space, designed by London-based that it offers to the visitors other than “climbing” architectural firm Heatherwick Studio. In this article, I am leaving aside all the questions of the urban context of the project which it is located within and its debatable parcelization on the city scale or whether it has any concern to benefit the public.I focus on my vessel observation and share my experiences. Vessel Heatherwick Studio tarafından tasarlanan Hudson Yards’ın kamusal alanında yükselen bir yapı. Bu yazıda içinde bulunduğu Hudson Yards projesinin bağlamı ve girişimin şehir ölçeğinde tartışmaya açık parsellenişi, kamuya yarar sağlama kaygısı taşıyıp taşımadığı sorularını bir kenara bırakarak, yalnızca Vessel’e odaklanıp deneyimlerimi paylaşıyorum.

Vessel, a.k.a döner, çöp sepeti, stairway to nowhere, geç imparatorluk iniş çıkışları Bir kısmını çevirdiğimde mizahını bozacağı için isimleri olduğu gibi bırakıyorum, Vessel ismi geçici olarak verildiği ve önerilere açık olduğundan sonsuz ve acımasız isimlendirmeler devam ediyor. Neye benzetildiği objektif bir eleştiri için bir değer taşıyor mu emin değilim, herkes her şeyi her şeye benzetebilir sonuçta. Ama gezildikçe, adeta yapı tanındıkça türetilen isimler insanların kafasında yarattığı kimliğiyle ilgili ipuçları veriyor. “Beğenilmemesi sorun değil” diyor mimarı. Ama bu olumsuz adlandırmalar “jungle gym”, “stairway to nowhere” gibi insanların deneyimleri sonunda bir geri bildirim olarak kabul edilebilir .Olumsuz isimler yalnızca şeklinden dolayı değil “tırmanma” dışında sunduğu aktivitelerin yetersizliğinden geliyor.

Design from England Components from Italy Inspiration from ancient India The structure is 150 feet tall, consists of 2500 steps, 154 flights of stairs, and 80 landings. It is 50 feet wide at its base and expands to the 150 feet clearance at the peak. The architect, Thomas Heatherwick, designed it with the inspiration of the Chand Baori, the ancient stairs of India. Yapı 46 metre uzunluğunda, 2500 basamaktan 154 merdiven kolu ve 80 sahanlıktan oluşuyor, 15 metre olan taban genişliği tepe noktasına varıldığında 45 metreye ulaşıyor. Yapının mimarı Thomas Heatherwick, Hindistan’ın antik merdivenleri Chand Baori merdivenlerinden ilham alarak tasarımına başlamış. Landings of the Stepwell stairs and its gradual expansion were applied to the structure hereby it lead the structure into a conical shape. Its architect adopted a more permeable design approach in order to have an optical relationship with the outside. In this way, we can capture different views from both inside and outside. Yet it is itself the most worth-seeing view in the area. Steppwells’in sahanlıkları ve kademeli genişleyişi strüktüre uygulanmış, bu da yapıyı konik bir şekle götürmüş. Dışarıyla görsel ilişki kurmak istendiğinden daha geçirgen bir tasarım yaklaşımına gidilmiş. Böylece içeriden ve dışarıdan farklı manzaralar yakalıyoruz. Yine de alandaki en dikkat çekici manzara kendisi.

1 CLIMBING THE VESSEL VESSEL’İ TIRMANMAK

Identity questions landmark? public area? statue?

Kimlik sorunsalı nirengi, kamusal yapı, heykel?

If we consider this an artwork, like a sculpture that serves as a medium to its creator to express herself/himself -like Anish Kapoor’s Bean in the Millennium Park in Chicagothen we may not be looking for a purpose. The structure in India, the water well with the large opening and the enormous depth allows the maximum water to be collected and stored. Design also finds a solution to people’s difficulty to descend easily inward the well and reach every possible height of the water. When the Vessel’s purpose is questioned, Heatherwick flares by saying: “What’s the purpose of the High Line or Central Park? This is the recreation area, it does not have a purpose, you can do whatever you want and that is the precious thing about it. It doesn’t force you to do anything.” But in the Island of Manhattan where its artists, vendors, were always on its squares, people meet in the parks, there is a constant flow of concerts, picnics, yoga sessions, countless number of activities happening in every corner. In this ecosystem, this ‘public serving’ structure is not meant to address the needs of its habitants.

Eğer bunu bir sanat eseri olarak değerlendiriyorsak, yalnızca tasarımcısının kendisini ifade etmesini yarayan bir heykel gibi –Anish Kapoor’un Chicago’da Milenyum Park’taki Fasulyesi gibi- öyleyse amaç aramayabiliriz. Kimse Bean’i aynalı bi selfie çekme durağı oldu diye suçlayamaz nihayetinde. Hindistan’daki yapı bir su kuyusu, geniş açıklığı ve devasa derinliğiyle maksimum suyun toplanmasını ve depolanmasını sağlarken halkın suyun olası her yüksekliğine rahatça inip ulaşmasını dikey sirkülasyon ile çözümlemiş. Vessel’in amacı sorgulandığında, “High Line’ın amacı ne ? Central Park’ın amacı ne? Rrekreasyon alanı budur, bir amacı yoktur seni serbest bırakır istediğini yaparsın kıymetli olan da bu zaten.” diyor Heatherwick parlayarak. Sokaklarında sanatçıların, satıcıların eksik olmadığı her kamusal açık alanında toplanma/tanışma, park konserleri, yoga seansları, piknikler ve sınırsız sayıda aktivitenin bu kadar kent kültürüne işlemiş olduğu bir ekosistemde hiçbir alışkanlığa/ihtiyaca cevap verme kaygısı gütmemiş.


An elevator takes you up to three different platforms, it might not be possible for a disabled person to experience the structure. Doesn’t the accessible universal design* suppose to be for everyone? Can a structure serving to public ignore those who cannot climb stairs? Given that Heatherwick’s speeches, in every conference/webinar he attends, he constantly emphasizes that “We should improve public spaces, the governments do not take care of that subject anymore, it is only in our hands to design the meeting spaces for the city in the best way.”** Considering his concerns and advices about public spaces I couldn’t help but expect something more accessible, that invites a greater audience and can be experienced effortlessly -without a ticket-. Somethings that creates opportunities to meet with others randomly -other than visitor queue- instead of a colorful, shiny gigantic shopping trap toy that attracting the people to spend money on the way of it. There is a cycle waiting for you to complete your tour as soon as possible after you take a photo (even taking photo there wasn’t allowed at the beginning, it’s policy have changed after loud critizations).Therefor structure, indeed , forces you to do things, in contrary to Heatherwick’s words, far from the feeling of socializing naturally in public area. At this point it’s purpose is questioned, apart from a bright, monumental park object for the privilege ones of this upscale new neighborhood, what does it offer to it’s citizens other than attracting potential customers to the shopping center route? Heatherwick gibi katıldığı her konferansta, ısrarla “kamusal alanları biz artırmalıyız devlet artık bunu yapmıyor, karşılaşma mekanlarını en iyi şekilde kurgulamak ancak bizim elimizde “ diyerek vurgulayan ve ardından manhattan gibi eşsiz bir adanın kamusal alanına dokunma fırsatını, içerisine biletle girilen ve kendisine kullanıcıları çekerken kapitale hizmet eden daha çok tüketime yöneltmek için kurulmuş renkli, parlak devasa bi alışveriş tuzağı oyuncak sunmasından daha fazlasını; daha erişilebilir, zahmetsiz deneyimlenebilen, biletsiz, karşılaşmalara bilet sırası dışında da fırsat veren bir kamusal düzenleme yapılabilmesini umardım. “Kamusal” olanın daha açık, organik bir şekilde sizi içine alan, mümkün olan en geniş kitleyi davet eden alanlar olması gerekmez mi. Doğaçlama bir şekilde uzun vakit geçirmek bir yana bir an önce turunuzu tamamlayıp fotoğrafınızı çekip çıkmanızı bekleyen bir döngü var yapıda. Bu noktada amacının ne olduğu sorgulanıyor. Bu gösterişli mahallenin ayrıcalıklıları için parlak, heybetli bir park objesi sunmak dışında, alışveriş merkezi için olası müşterileri çekmek dışında sıradan ‘kentli vatandaşlarına’ Ne sunuyor?

VESSEL’İ TIRMANMAK CLIMBING THE VESSEL 2


P

arasite is a Korean movie that won the best movie Oscar award in 2020. Directed by Bong Joon-Ho, it is a social commentary whose genre can count as a thriller as well as a black-comedy. Most of the main scenes take place in the characters’ residences. I am examining the narrator role of three different interiors & architectural backgrounds in this movie. Beginning of the movie we see the house surrounded by walls like a castle, secured with a closed appearance from the outside world that represents wealthiness. When you step inside, the first thing you explore is the feeling of simplicity and flawlessness without any clutter. Seamless single-piece windows that go from floor to ceiling, spacious living spaces, and high ceilings. In the Kitchen, shelves reminiscent of the dimly lit showcases of a museum. A dwelling that creates its own view with its own landscape. It has a space capacity that can serve more than its inhabitants large enough to host invisible guests without even realizing it. The movie elaborates the simplicity, spaciousness, and elegant spatial language which are all related to luxury. Nevertheless, these areas where everything is so bright, clutterless seem to me artificial and too sterile spaces with no signs of life. The other scene is the grungy half basement house, where the Kim family resides, stuffed to the ceiling with their belongings. Half of the basement was beneath the street level and for that reason, natural light can’t reach inside. They were living with the fear of sewage flooding at any moment. If we had not seen the place where they live, the fact that they cannot use the bathroom without bowing their heads, and the way they stink; this “parasitic” way of living that this family creates for the wealthy Parks wouldn’t have been something that makes the audience to empathize with and pity on them. The contrast created by the design of the houses that are so opposed to each other strengthens the story. WHERE YOU LIVE DEFINES WHO YOU ARE? I ask myself this question “Does where you live defines who you are?” Although it may sound cruel and depressing even when we aren’t looking at this from the perspective of the economic conditions that we are born with neither the social groups which we are inherently a part of. Doesn’t the environment where you live and grow up shape who you are? These social parameters as inputs that change our personality whose effects are undeniable, but since this is a subject that only social 3 ARCHITECTURE AS A NONVERBAL STORYTELLER SÖZSÜZ HIKAYE ANLATICISI OLARAK MIMARLIK

Parazit, 2020 yılının en iyi film Oscar’ını kazanan Kore yapımı film. Bong Joon-Ho tarafından yönetilmiş, kara-mizah türünde olduğu kadar gerilim de sayılabilecek bir sosyal eleştiri filmi. Ana sahnelerin büyük çoğunluğu karakterlerin konutlarında geçiyor. Üç farklı mekanın/mimari arkaplanın bu filmdeki anlatıcı rolüne değineceğim.

ARCHITECTURE AS A NON-VERBAL STO FİLMLERIN SÖZSÜZ HİKAYE AN

Sahnelerden ilki kendini bir kale gibi duvarlarla çevirerek korunaklı hale getirmiş, dışarı kapalı bi görüntü veren ev, varlıklı olmanın temsil ediyor. İçeri girildiğinde ilk olarak sadelik, fazlalıksız kusursuzluk hissi alınıyor. Yerden tavana bölmesiz yükselen tek parça pencereleri, yüksek tavanları, ferah yaşam alanları… Bir tarih müzesinin loş aydınlatmalı vitrinlerini hatırlatan, sanat eserleri sergileniyormuşçasına duran mutfak rafları. Kendi manzarasını kendi peyzajıyla yaratan, kullanıcılarından çok daha fazlasına hizmet verebilecek alan kapasitesi olan -farkında bile varmadan, görünmez misafirler ağırlayacak kadar- büyük bir mesken. Sadeliğin, geniş alanlara sahip olmanın ve yalın mekânsal dilin başlı başına lüx ile ilişkili olduğunu incelikle işliyor. Yine de her şeyin parlak ve kusursuz bu alanlar bana yaşam belirtisi olmayan fazla steril mekanlar gibi geliyor. Diğer sahne ise koşulsuzluklar içinde yaşayan ailenin tıka basa eşyalarla dolu, yarısı zemin seviyesinin altında kalan, içeri doğal ışığın ulaşamadığı ve her an kanalizasyon taşkını riskinde oldukları yarı-bodrum evi. Yaşadıkları yeri, başlarını eğmeden banyoya giremediklerini ya da üstlerine kaçınılmaz bir şekilde sinen kokunun arka planını görmesek ailenin varlıklı Kim ailesiyle kurduğu “parazitvari” yaşam şeklinin empati kurmaya iten, surgulama ihtiyacı hissettiren bir yanı olamazdı. Evlerin birbirine bu denli zıttı olmalarıyla yaratılan kontrast hikayeyi güçlendiriyor. YAŞADIĞINIZ YER KİM OLDUĞUNUZU BELİRLER Mİ? Aklıma şu cümle geliyor “Nerede yaşadığın kim olduğunu tanımlar” gerçekten bu kadar basit mi? Her ne kadar acımasız ve iç karartıcı gelse de -doğarken daha sahibi olunan ekonomik koşullar ya da parçası olunan kesim açısından bakmadığımızda bile- sosyal varlıklar olmayı sürdürdüğümüz müddetçe yetiştiğimiz çevrenin karakterimizi, davranışlarımızı kim olduğumuzu ne denli belirleyici olduğu ve yaşanılan ortamın bize kattıkları/etkileri yadsınamaz bir gerçek ama bu ancak sosyal davranış bilimi uzmanlarının

P.S.: The Seoul metropolitan government initiates grant program to fix apartment that banjinha households would receive financial help.This is a promising news th Dipnot: Filmin Oscar alışıyla beraber Seoul hükümeti banjinhalarda yaşayanlar iç gösteren umut verici bir haber.


TORYTELLER OF THE MOVIES - PARASITE NLATICISI MİMARİ - PARAZİT

s like those depicted in arasite announced (a week af ter Parasite ‘s Oscar win) hat shows how powerful medium the cinema is. çin yardım paketlerini sunacağını duyurmuş,sinemanın ifade gücünün etkilerini

elle tutulur bir şekilde tartışabileceği bir konu olduğundan son sahneyle devam ediyorum.

SOSYAL STATÜ YÜKSELDİKÇE FİZİKSEL OLARAK DA YÜKSEKLİĞİN ARTMASI Diğer bir sahne ise, tamamen batmış, ışık dahi almayan bir hayat formu. Kim ailesi için hayat Park’lar kadar parlak olmasa da hala ışık alıyorlar ve mücadele ediyorlar ama bu form ışık bile almadan hangi aile oldukları bilinmeden görünmez bir şekilde bir şekilde hayatta kalmaya çalışıyor.

YARI-BODRUM / BANJİNHA Yarı-borum evlerle (banjinha diye adlandırılıyorlar) ilgili araştırma yaptığımda en başında sığınak olarak düşünülen bu alanların konut stoğu yetersizliğiyle oturuma açıldığını ve hala günümüzde pek çok farklı kullanıcı kitlesi tarafından Seoul’daki uçuk kiralar sebebiyle tercih edildiğine ulaştım. Durumu iyi olmayan alt kesim kullanıcısı kadar, kariyerinin başındaki yeni mezunlar ve hatta hipsterlar arasında da popülerleşmeye başladığı söyleniyor. Mahallerdeki kot sorunları ve altyapı problemleri kaçınılmaz olsa da, daha minimal iç mekan çözümlerine gidilerek sadeleştirilmiş, görece şık görünen banjinhalara rastlamak mümkün. Bir refleksle ülkemizdeki pek çok binada balkonların kapatılıp konutun odalarına çoğunlukla mutfağa katılması ya da cephelerde anlamsızca duran depolama alanlarına dönüştürülmeleri beliriyor gözümde;. Yani ailenin banjinhasındaki kargaşası, eşya fazlalığı belki çok daha ferah bir evde yaşasalar da çözülmeyebilir miydi? Kültür, yaşadığımız alana ve eşyayı kullanış biçimimize yansıyor muydu? Park ailesinin evinde yaşıyor olsaydılar yine bu kadar yalın bir iç mekan görür müydük yoksa banyoda, mutfakta plastik kovalar, leğenler m, asılı olurdu? Tasarım ve mekanın kimliği ancak kullanıcısı ile var olabiliyor. Ev park ailesinin sadece ekonomik durumları değil sahiplerinin zevkleri ve karakterleriyle ilgili de fikir veriyor –düşünülmüş bir yalınlık olduğunu varsayarsak- örneğin yalnızca zenginlik vurgulanıyor olsaydı lüx, şatafatlı ve alengirli mobilyalarla dolu bir mekan görebilirdikbu da ev sahipleriyle ilgili bambaşka bir hikaye anlatıyor olurdu. Tek bir iç mekan belki de koca bir senaryoyla sözlü aktarılabilecek olan sosyal statü, bireylerin zevkleri, yaşanılan zaman ve coğrafyayla ilgili ipuçlarını verebilecek kadar güçlü bir ifade aracı olabiliyor.

behavioral science academics can discuss tangibly, I continue with the last scene.

HIGHER UP IN SOCIETY; HIGHER UP PHYSICALLY Another scene is a life form that is underground and does not even receive any light. Although life is not as bright as it’s for Parks as for Kim’s family, where they still receive some light but struggle. But this form continues living invisibly underground, in a way that we don’t even know who they are. Director is using sunlight as a measure to illustrate and differentiate between the better life of the upper-class with respect to the lower class, who receive limited to no light. Higher up in society, higher up physically, denotes closer to the sun!

SEMI-BASEMENT / BANJINHA When I researched the semi-basement houses (called banjinha), these apartments were thought to be shelters at the beginning, with housing stock problems, turned into rentable places, preferred by many different user groups in Seoul today. It is said that it is a common option for low-income and for new graduates. The banjinha’s becoming really popular among hipsters nowadays. Although they have numerous infrastructure problems that are unavoidable, it is still possible to come across banjinhas that look relatively stylish and simplified by opting for more minimal interior solutions. With an instant reflex, an image pops up in my mind that, in Turkey, many house balconies are enclosed by glass windows and incorporated into the rooms, mostly in the kitchens, they are transformed into storage areas that stand meaninglessly on the facades. My point here is the chaos in the Kim family’s banjinha, the clutter and redundancy of stuff maybe wouldn’t be eliminated even if they live in a larger place? Does culture affect the space we live in and the way we use things? If they were living in the Park family’s house, would we still see such a sleek interior or would the plastic buckets and basins hang in the bathroom as is? The value of the design and identity of space can only exist with its user. The house gives an idea not only about the financial conditions of the Parks but also about their tastes and characters - the assumption is that they intentionally picked the simplicity in design - if only wealth was emphasized, there could be luxurious, gaudy, and flamboyant picks, which could have told a completely different story. A single interior can be a powerful expression tool that can give clues about individuals, their tastes, the era they live, and geography. ARCHITECTURE AS A NONVERBAL STORYTELLER SÖZSÜZ HİKAYE ANLATICISI OLARAK MİMARLIK

4


Poyun lay z Film, Fransız yönetmen Tati’nin 2. Dünya Savaşı sonrası hızlı kentleşmenin ve endüstriyelleşmenin yarattığı aynılaşmış binalarla dolu Paris kenti üzerinden mimari ve mekansal analizler gerçekleştiren bir modern mimarlık eleştirisi. Şehrin Paris olduğu belirtilmediğinde anlamanın epey vakit aldığı, mimaride küreselleşmeyi kuvvetli bir şekilde vurgulayan bir film. Fransız yönetmen Jacques Tati hem yönetip yazıyor hem de başrolünde yer alıyor. Filmde kendisi kentin yerlisi ve eskiye aşiyna olan Mösyö Hulot’u canlandırıyor ve dışarıdan gelen, genç bir Amerikalı turist Barbara ile yollarının kesiştiği bir gün anlatılıyor. Tati için alıştığı ortamlardan vazgeçmek ve yeni teknolojilerle içli dışlı yaşamak pek kolay değil. Çağdaş yaşam ve onun makineleşmesine henüz ayak uyduramamış başına gelen türlü aksaklıklar, gülünç durumlar da bundan kaynaklanıyor. “Prizmatik” Kamusal Yapılar ve “Kutu Mekânlar” Cam prizma yapıların, toplumların her ihtiyacını karşılamaya yönelik bir yapılar olarak sunulması modern mimarinin erken modernistlerce1 belirlenmiş yaklaşımıdır ve Tati de ağırlıkla bu noktaya dikkat çeker. Tati temelini bu yaklaşımından alan ve o dönem Paris’inin ana unsurlarından biri olan cam yüzeyli çok katlı yapılar (gökdelenler) üzerine şiddetli bir eleştirel dil inşa eder. Aynı dönemin mimarlarından Frank Gehry’nin bugün o binalarla ilgili “Camdan cephelerden oluşturulmuş, yüzleri olmayan binalar” 2 şeklindeki eleştirileri Tati’nin görüşüyle paralellik gösteriyor. Filmde Amerikalı turistlerin kendilerini ülkelerindeymişçesine hareket etmeleri kentlerdeki aynılaşma ve karakteristik özelliklerin kaybolmasına vurgu yapıyor. Filmle ilgili yapılan röportajında hikayede anlatmak istediğini şu sözlerle ifade ediyor “Bu film, bireyin savunmasıdır; ne sistemleştirmeyi ne de mekanizasyonu seviyorum. Ben otobanlara, yollara, havaalanına ve çağdaş yaşamın kurumlarına değil, eski mahalleye, huzurlu bir köşeye inanıyorum. İnsanlar, çevreleri geometrik çizgilerle çevriliyken başarılı olamazlar” diyor ve sadece mimariyi değil modernist tüketim kültürünü eleştirdiğini ekliyor “Modern mimariye karşı olsaydım en çirkin binaları gösterirdim, hiçbir mimarın buna karşı bir şey söyleyemeyeceği şekilde yaptım. Elimden geldiği kadar en iyilerini aldım, bu binalar güzel.” 3 ifadeleriyle belirtiyor.

Film havaalanı sahnesiyle başlıyor, gri tonların hakim olduğu, parlak granit zemin kaplamaları ve net formlarla tanımlanmış farklı işlevlerdeki birimlerin -ıslak hacim, temizlik odaları vb.- yer aldığı geniş bir alandaki olayları izleyerek yapının havaalanı olduğu kanısına ulaşıyoruz, ilk bakışta dikdörtgen prizma formu ve cam yüzeyleri ile bu binayı başka bir binadan ayırt etmek pek mümkün değil.Bu servis birimlerinin iç içe geçmiş kutular ve mekân içinde mekân yaklaşımıyla tasarlanması erken modernistlerin bölücü duvarlardan ve odanın tasarım unsuru olması rolünden kaçınmalarından ileri geldiği gözlenebilir (aynı tasarım yaklaşımıyla ofis binasında da karşılaşıyoruz.) Barbara’nın seyahat acentesi ziyaretinde, şehirlerin tanıtım afişlerinde görünen büyük ve tektipleşmiş binalar küreselleşen modern şehir kavramına bir gönderme yapıyor. Paris’in kendine özgü yapılarını, kimliğini algılayabildiğimiz tek işaret ise; binaların cam cephelerinden yansıyan görüntülerle okunan belli belirsiz şehir silüeti oluyor. Modernizm & tüketim toplumu Film, modernizm ve tüketim toplumu arasındaki ilişkileri ince bir mizahla işliyor. Turistlerin antik yunan sütunları şeklindeki çöp kutuları gibi kitcsh objelere ve kendilerini göremediğimiz ikonik binaların resmedildiği objelere olan ilgisi kentin değerleri ve kendine özgü karakterinin deneyimlenmesindense tüketim kültürüne hizmet eden, sanatsal değer taşımayan şeylerin ilgi görmesini anlatıyor. Bir diğer sahne şeffaf camlarla çevrili uzun koridorları ve yalnızca gri renklerin hakim olduğu, çevredeki binalardan farklı bir dile sahip olmayan ofis binası. Mekan, planlama dilinin yönlendiriciliğinden çok teknolojik aygıtlarla kullanıcısını yönlendirmeye çalışarak onlarca asansör tuşu ve levha ile sadece kafa karışıklığı yaratıyor ve bununla birlikte tekrarlanan renk ve malzemelerle yön bulma duygusunda yarattığı güçlüğü Mösyö Hulot’un kaybolmalarıyla biz de deneyimliyoruz. Havaalanında gördüğümüz servis birimleri için benimsenen tasarım yaklaşımına ofis yapısının çalışma alanı birimlerinde de rastlıyoruz. Tekrarlayan biçimleri ve tek renkli olmaları ve gridal yerleşimleri bu iç mekanda da yön algısının kaybolması sebep oluyor. Tek yol gösterici birimlere eklenmiş tabelalar oluyor. Kutulara üstten değil de aynı seviyeden bakıldığında odadan çok dolaplara benziyorlar.

Dipnot: Filmin prodüksiyonuna 17 milyon frank harcanarak 1968 yılına kadark yapılmış en pahalı fransız filmi olmuştur. Sahne tasarımıyla kalmayıp tüm şehrin gösterildiği Paris’in dışında inşa edilmiş dev bir plato olan Tativille, modern kentin 5 PLAYTIME OYUN ZAMANI

simülasyonu olmuş. Ancak bu pahalı girişim filmin gişedeki başarısızlığıyla beraber Tati’yi 10 yıllık bir borcun altına sokmuş.


Tıme

zamanı

Gridal planlar ve hareketin kısıtlanması

Bir modernizm metaforu olarak cam

Tati’nin filmde en belirgin eleştirisi prizmatik formlar ve gridal plan sistemidir. Modern mimarinin tasarım yaklaşımında baskın olan, yön duygusunu kaybettiren, çizgisel harekete odaklı ve insanın doğal hareketini reddeden bu kalıplardan rahatsızdır bu yaklaşımıyla da döneminin yükselen Fransız mimarı Le Corbusier ile pek uyuşmamakta. Izgarasal tasarlama yaklaşamının erken modernistlerden olan Le Corbusier tarafından övgüyle savunulduğu bilinmekte. Le Corbusier, 1935 yılında New York’a yaptığı geziyi değerlendirdiği “Katedraller Beyazken” adlı yazısında Amerikan kentlerini makinaya benzeterek, “Amerikan kentleri makinadır, ızgara cadde makinası ve gökdelen makinasıdır; bunların içinde bizler temiz, boş ve özgürüzdür” der. Le Corbusier’e göre, “Caddeler birbirleriyle dik açı yapar ve düşünce özgürleşir”4 Aynı gridal yaklaşımla belirlenen

Şehirde tüm binaların cephelerinde modernizm kimliğini belirleyen öge olarak, evlerin ve ofislerin dışarıyla akışkan bir etkileşim içinde olmasını sağlamasıyla, parlak yüzeyler veren çeşitli yapı elemanları olarak; cam modernizmle özdeşleştirilmiş bir materyal film boyunca. Bazen görsel olarak estetiğin bazen de sınırların kalkıp her şeyin görünür olmasının karşılığı olmuş. Ayrıca, “cam” bu filmde kentteki eski mimarlık ürünlerinin de bir yansıtıcısıdır. Bu anlamda, Eiffel Kulesi, Sacre Coeur, Arc de Triomphe ve eski otobüslerin yansıtıldığı, ancak erken modernist yapı grupları içinde bunların cama yansımaları ile görünür hale getirildikleri filmde “cam” bir gösterici yüzey olmuştur. Bir inşaat malzemesi olarak cam modern mimariyi ve kültürü eline geçirmiş, şeffaf cepheli plazaların tüm ışıkların açık bırakılması ile akşam görünür hale gelmesi, restoran sahnesinde mekâna gelen kişilerin cam kapının varlığı olmasa da kapıdan geçiyormuş hissine kapılması; cam malzemenin varlığı ile yokluğu arasında önemli bir farklılık yaratmaması esprileri. Cam birimlerin arasında kaybolma ve yön duygusunu kaybettirmesine dikkat çekilmesi dışında, hem mahremiyet duygusunu ortadan kaldıran bir gözetleme ve kontrol sağlaması, hem de şeffaf olmasına rağmen bir yapının en prestijli noktasında bir kapı olarak konumlanması şeklinde önemli bir unsur olarak sunulmuş.

kutusal bölüntüler filmde, ofiste dolaplarla ayrılan tek renkli, kübik çalışma mekânları olmuş. Doğrusu ızgara planlı şehirlerdeki bu netliğin ve yol bulmaya çalışmadan hareket edebilmenin özgürleştirici olduğuna ben de katılıyorum. Filmin ağırlıklı olarak geçtiği diğer mekan bir restaurant ve burada bir akşam boyunca gerçekleşen gülünç olaylar. İki karakterimizin yolları burada kesişiyor. Restaurant mimarının talihsiz çabalarını ve her objesiyle kurgulanmış mekanın önü alınamayan bir şekilde dağılışını izliyoruz. Bu kaosla birlikte restaurant steril bir alan olmaktan çıkıp yaşayan bir mekana dönüşüyor. Bu planlı kusursuzluğun bozulmasının neredeyse daha insani bir deneyim yarattığını hissediyoruz her şey daha eğlenceli bir hal alıyor.

Modern evin kesiti

Modern evin betimlemesi ise Tati’nin arkadaşını ziyaretiyle aktarılıyor. Bir önceki filmi Mon Oncle da gördüğümüz analizlerden farklı bir şekilde dışarıdan izlediğimiz bu konut, özel/mahrem bir alan değil kamuya açık alandan da kolayca algılanan bir mekan olarak işlenmiş . Hiçbir ses duyulmayan bu sahnede sadece görsel aktarım vurgulanmış. Yine gri tonların hakim olduğu materyal paleti ve boydan boya cam yüzeylerin dışarıyla geçirgenlik sağladığı bir mekan görüyoruz. Mağaza sahnesinde gördüğümüz mobilyaların birer örneği iki komşu birimde de yerlerini almış durumda. İçeride akan hayatı odalara paralel olarak alınmış bir mimari kesiti andıran sahneden izliyoruz.

Edward Hopper sinematografisi

Dikkatli izleyicilerin fark edeceği bir Edward Hopper göndermesi görüyoruz restauranttan çıkıldığında. Hopper’ın yalnız, mutsuz şehirli insan temalı tablolarından biri olan “Nighthawks” eseri güçlü sinematografisi ile Drugstore’un dıştan görüntüsüne ilişkin sahnede de yerini alıyor. Tüm filme hakim olan pastel tonlardaki gri, kahverengi ve mavi soğukluğu insan doğasından uzaklığı temsil ediyor. Çağdaş mimarlığın bir kenti nasıl bir labirente dönüştürdüğü vurgusu yanı sıra filmde, beton binalar, cam vitrinler, plastik bölmeler ve otomatik kapıların da kentte yaşayanları sanki yapay birer insana dönüştürdüğü düşüncesini aktarıyor. .

1: Mies Van Der Rohe. Lake Shore Drive Apartmanları’na dayanan cam yüzeyli prizmatik yapı inşa alışkanlığı filmde vurgulanan modernizmin dayanağını oluşturuyor. 2:Frank Gehry, Masterclass Mimarlık eğitiminden alıntı. 3: Tati röportajı, Makal, 1995: 98 4:Le Corbusier, Katedraller Beyazken yazısı, Sennett, 1999

OYUN ZAMANI PLAYTIME 6


thank you, teşekkürler,


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.