ArkeoHİTİT - Sayı: 3 | Bahar 2018-2019

Page 1

Bahar 2018-2019 Sayı: 3


ArkeoHİTİT

İÇİNDEKİLER

Hitit Üniversitesi Arkeoloji Kulübü Dergisi

Sayfa

Yıl: 2

1

8

9

Sayı: 3

Editör Sezer DÜNDAR

Tasarım Furkan KOPAR Sezer DÜNDAR

Kapak Fotoğrafı Volkan KEÇİK

13 Baskı ve Cilt “Ekspress Fotokopi” Karakeçili Mah. Azap Ahmet Sok. 51/G Merkez/Çorum

15 İLETİŞİM arkeohitit@hotmail.com

21 Bahar 2018-2019 Çorum


KONFERANS

HABERLER

# Sualtı Arkeolojisi Konferansları Gerçekleştirildi Hitit Üniversitesi Arkeoloji Kulübü tarafından düzenlenen “Sualtı Arkeolojisi Konferansları” başlıklıı etkinlik Fen Edebiyat Fakültesi Abdulkadir OZULU Konferans Salonu’nda, Akdeniz Üniversitesi’nden gelen Doç. Dr. Hakan ÖNİZ ve Dr. Ceyda ÖZTOSUN’un katılımları ile gerçekleştirilmiştir.

Konferanslarda sualtı arkeolojisi alanındaki çalışmaları hakkında oldukça kapsamlı bilgiler veren araştırmacılar “Türkiye’nin sualtı arkeolojisi alanında dünyadaki en büyük 5 ülke arasında olduğunu” özellikle vurgulamışlardır. Etkinlik sonunda Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi hocalarımız tarafından davetli konuşmacılara Arkeoloji Kulübü adına plaket takdim edilmiştir.


# “Tarih Boyunca Kadın” Öğrenci Paneli Düzenlendi Dünya Kadınlar Gününü kutlamak adına Arkeoloji Kulübü öğrencileri tarafından düzenlenen Tarih Boyunca Kadın Paneli Fen Edebiyat Fakültesi Abdulkadir Ozulu Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Hitit İmparatorluğu, Assur ve Antik Yunan Uygarlıklarında "Kadının Rolü"ne değinilen panelde kulüp üyesi ve Arkeoloji bölümü öğrencileri Sezer DÜNDAR, Merve AYHAN ve Mukaddes YILDIZ konuşmacı olmuşlardır. Panel sonunda fotoğraf çekilmiş ve Hitit Üniversitesi Arkeoloji Kulübü Dergisi hediye olarak dağıtılmıştır. Bu Panel sayesinde başta Türkiye Cumhuriyetimizin kuruluşunda rol oynayan Türk kadınlarımız olmak üzere, tüm dünya kadınlarımızın gününü Arkeoloji Kulübü olarak kutlarız.

,

PANEL

2


KONFERANS

3

# “Alacahöyük Erken Tunç Çağı Kral Mezarları Üzerine Yeni Düşünceler” Konferansı Gerçekleştirildi Fakültemiz Arkeoloji Bölümü ve Arkeoloji Kulübü iş birliğiyle 3 Nisan 2019 Çarşamba günü, Saat: 15.00 ’de Alman Madencilik Müzesi, Bochum/Almanya’dan gelen Prof. Dr. Ünsal YALÇIN’ın konuşmacı olarak katıldığı “Alacahöyük Erken Tunç Çağı Kral Mezarları Üzerine Yeni Düşünceler” başlıklı konferans gerçekleştirilmiştir. Bu konferansta kendisi de Alacahöyüklü olan Sayın Prof. Dr. Ünsal YALÇIN, Cumhuriyet tarihimizin ilk arkeolojik kazısı kabul edilen Alacahöyük ’te ortaya çıkarılan 14 adet kral ve kraliçe mezarında bulunan, altın, gümüş, bronz ve demir gibi değerli madenlerden oluşan mezar buluntuları üzerine uzun yıllardır yürütülen arkeometrik analizler ışığında ortaya çıkan yeni düşünceleri paylaşmıştır. Bu değerli konferansı verdiği için hocamıza ve tüm dinleyenlere Arkeoloji Bölümü ve Kulübü olarak teşekkür ederiz..


# Çocuklar İçin Müze ve Kültür Mirası Sosyal Sorumluluk Projemiz

Kulübümüz tarafından Dr. Sadık Ahmet Ortaokulu ile Çorum Arkeoloji Müzesinde harika bir etkinlik gerçekleştirilmiştir. Müzede başta Hitit Uygarlığına ait eserler olmak üzere M.Ö. 6000 yıllarına ait Kalkolitik Dönem buluntularından başlayarak günümüze kadar her döneme ait eserler hakkında bilgi alan çocuklarımız sonrasında interaktif oyunumuzla müzedeki eserleri daha iyi tanıma fırsatı yakaladılar. Ayrıca çivi yazısı etkinliği gibi öğretici eğitimler ve kum havuzunda arkeolojik bir kazının simülasyonu ile birer arkeoloğa dönüştüler. Kulübümüzün en anlamlı etkinliklerinden biri olan “çocuk ve kültür mirasını” tema edinen bu sosyal sorumluluk etkinliklerimiz devam edecek olup bütün gününü bu etkinliğe harcayan kulüp üyesi arkadaşlarımıza sonsuz teşekkürler..

ÇOCUK

4


5

SOSYAL

# Temiz Kampüs – Temiz Çevre Etkinliği Gerçekleştirilmiştir 9 Nisan Çarşamba günü Hitit Üniversitesi İkbalkent Kampüsü bahçesinde “Temiz Kampüs, Temiz Çevre” bağlamında mıntıka temizliği gerçekleştirilmiştir. Bu sosyal sorumluluk projesinde yer alan, kampüsümüzün ve çevremizin temizliğine, hatta dünyamızın temizliğine katkı sağlayan tüm katılımcılara sonsuz teşekkür ederiz..

Kulüp üyemiz ve bölüm öğrencimiz Sezer DÜNDAR, 29 Nisanda Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde düzenlenen “VII. Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Öğrenci Sempozyumu”nda “Hititçe Metinler ve Arkeolojik Buluntular Arasındaki İlişkiler” başlıklı bir bildiri sunarak kulübümüzü temsil etmiştir. Sunumu için kendisine ve onu yalnız bırakmayan öğrenci arkadaşlarına teşekkür ederiz..

SEMPOZYUM

# VII. Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Sempozyumu


# Arkeolojik ve Antropolojik Saha Çalışmalarında İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi Arkeoloji ve Antropoloji Kulüplerimizin ortak etkinliği olarak düzenlenen “Arkeolojik ve Antropolojik Saha Çalışmalarında İş Sağlığı ve Güvenliği Paneli”miz 9 Mayıs Perşembe günü fakültemiz Abdülkadir Ozulu Konferans Salonunda gerçekleştirilmiştir. Kazılarda karşılaşılabilecek her türlü tehlikeye karşı gerekli tedbirlerin ve ilk yardım uygulamalarının anlatıldığı bu panel ile arazide çalışacak arkeolog ve antropolog öğrencilerinde farkındalık yaratılmaya çalışılmış ve gerekli eğitimler verilmiştir. Ortak etkinliğimizin gerçekleştirilmesini sağlayan Hitit Üniversitesi Antropoloji Kulübümüze ve panelist hocalarımıza teşekkür ederiz..

PANEL

6


KONFERANS

7

# Boğazköy/Hattuşa Kazılarının Son Durumu 22 Mayıs Çarşamba günü kampüsümüzde Boğazköy/Hattuşa kazı başkanı Prof. Dr. Andreas SCHACHNER kulübümüzün davetini kabul ederek “Boğazköy/Hattuşa Kazılarının Son Durumu” başlıklı konferans gerçekleştirmiştir. Bu güzel konferans için kendisine çok teşekkür ederiz..


BİR LİSANS ÖĞRENCİSİNİN GÖZÜNDEN

SANAT TARİHİ *Melis Aleyna ŞAHAN Sanat, insanoğlunun tarihöncesi çağlardan bu yana kendisini ifade etmekte kullandığı yaşama ve hayata ait en yaratıcı ve en etkin yollardan birisidir. Sanat, düş gücü, yaratıcılık ve estetik zevkin bir araya gelmesiyle oluşan insan etkinliğidir. Sanatçı ise bu koşullarda, güzel sanatların herhangi bir dalında yeteneğini ortaya koyan kişidir. “Sanat Tarihi” ise tarihsel akış içerisinde sanatın ortaya çıkışını, bu sanatların gelişimini kendi aralarında ve toplumla ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır. Sanat Tarihçisi, resim, minyatür, mimari gibi sanat eserlerini değerlendirir. Geçmiş dönemlerden kalma sanat eserlerinin çıkarılmasına katkıda bulunur ve çalıştığı ortama göre kendi işini şekillendirir. Sanat Tarihçisi, farkında olmadan birçok mesleği birlikte yürütür. Değinmek istediğim nokta, sanat tarihçisinin çok yönlü olmasıdır. Bunların başında arkeoloji gelir. İç-içe olan bu iki bilim, sürekli birbirine zorunlu olarak yardım etmek durumundadır. Hatta ülkemizde yakın geçmişe kadar Arkeoloji-Sanat Tarihi bölümleri tek bir bölüm olarak geçmekteydi. Bu durum, bir sanat tarihçisi “Arkeolog”, arkeoloğun ise “Sanat Tarihçisi” gibi çalışmasına neden olmaktadır. Sanat Tarihinin içinde bulunan diğer alanlar ise Tarih ve Coğrafyadır. Örneğin bir yapının hangi yıllarda yapıldığı, dönemin üslûbunun yapıya yansımasını, coğrafyaya bağlı olarak baca kullanımının nasıl geliştiğini bilebiliriz. Bunlar dışında Sanat Tarihçisi çoğu zaman bir fotoğrafçıdır. “Kesit alma”, “ölçek” ve “yön koyma” gibi jargonlar mimar kimliğini de göstermektedir. Sabırlı ya da sabırsız birer rehberdirler. Çalıştıkları koşullarda insan ilişkilerinde sosyolog-psikolog konumundadırlar. Kendini geliştirmiş bir Sanat Tarihçisi başarılı bir yazar ya da eleştirmendir de. Lâkin, bu kadar geniş kapsamlı ve önemli bir mesleğe ülkemizde verilen değer maalesef yeterli değildir. Sanat Tarihi toplumumuz tarafından yeterince bilinmemektedir. Ben Melis Aleyna ŞAHAN, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sanat Tarihi birinci sınıf öğrencisiyim. Çocukluğumdan beri çizim ile uğraşıyorum. Bu da beni en başından beri sanata itti. Bu bölümü keşfettiğimde üniversite sınavına girmeme aylar kalmıştı. Kafamda tam olarak belirlediğim bir meslek yoktu. Ortaokul ve ilkokul yıllarında arkeolog olacağımı söylerdim. Belgeseller izlerdim ve fosil görüntülerini incelerdim. Bu yöne olan ilgim gün geçtikçe çoğaldı. Bölümü kazandığımda ve okula başladığımda kendimi bulunduğum yere ait hissettim. Bu hissin daha da yoğunlaşması derslerden, resimlerden, görsellerden, mimariden, yapılardan daha fazla zevk almamı sağladı. Hayatım boyunca hep tablo incelemelerini sevmişimdir. Müzelere ya da antik kentlere gittiğimde Yunan üslûbundaki sütun başlıklarıyla karşılaşıp “işte bu Dor düzeni” veya “Korinth düzeni“ diye ayrımını yapmak gerçekten iyi hissettiriyor. Ben bu bölümde elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ezberci sistem kölesi olmayıp, kendimi geliştirmeye adadım. Okuyorum, çiziyorum, bakıyorum ve görüyorum. Beni besleyen şey ise, bildiklerimin de bilmediklerim kadar sınırsız olmasıdır.


ANTİK YUNAN’DA KANDİLİN TANIMI, BÖLÜMLERİ ve KÖKENİ *Merve BOLAT İnsanlık tarihi boyunca ateş her zaman önemini korumuştur. İnsanlar ateşi himayesi altına alıp, temel gereksinimleri olan ısınma, korunma, aydınlanma ve yemek pişirme ihtiyaçlarına cevap bulmuşlardır. Atalarımız, içinde bulunduğu doğal çevre ve yaşam ölçütlerini göz önüne alarak aydınlanmak için reçine, katran, bitkisel ve hayvansal yağlar, selüloz özü ve kolayca tutuşabilecek bitkilerin bir araya gelmesiyle ışık sorunlarına çözüm aramışlardır. Aydınlanma araçları olarak kullanılan meşale, mum ve kandilde de bu temel yanıcı özellikler görülmektedir. Antik çağdaki toplumlar bu araçlardan biri olan kandilleri, aydınlanma amacı ile günlük yaşamlarında, mezar hediyesi olarak mezarlıklarda ve tanrılara sunu amacıyla bazı dini tapınım alanlarında kullanmışlardır. 1.Kandil Tanımı ve Bölümleri Erken dönemlerde aydınlanmak için en çok kullanılan materyal, yapılan kazı ve araştırmalar sonucunda sıklıkla karşımıza çıkan kandillerdir. İçerisine bitkisel veya hayvansal yağ ile birlikte konan fitilin yakılmasıyla, tek ya da birden fazla buruna sahip olan genelde pişmiş topraktan ve taşınması kolay olsun diye küçük yapılan aydınlanma aracına kandil denir.1 Kandiller iki ana kısımdan oluşmaktadır. Birinci bölüm, yağın konduğu ana çanak kısmıdır ve bu bölüme Romalılarda “İnfudibulum” denmektedir. Bir de fitilin konduğu emzik kısmı vardır ki bu bölüme yine Romalılarda “Rostium” ismi verilmektedir. Bazı kandillerin üstü açık bazılarınınki ise kapalıydı. Üstü kapalı olan kandillerde kullanılan kapak kısmına ise “Discus” adı verilirdi. Sözü edilen Discus’da bir delik açılırdı. Bu delik hem yağın hazneye boşaltılması için hem de kandilin hava alması için gerekliydi. Bu iki ana kısım haricinde kandilleri detaylı bir biçimde incelenecek olursa, toplamda 14 bölüme ayırıp isimlendirilmektedir.2

Resim 1 Kandilin bölümleri.

1 2

Saltuk, S., (1997), Arkeoloji Sözlüğü, İnkılâp Kitabevi, İstanbul: s.90-91. Bussiére, J., (2000), “Lampes Ant,ques d’Algérie”, Monographies İnstrumentum, S. 16, s. 5.


10

Kandil, Grekçede “Lykhnos” kelimesiyle ifade edilirken Latincede “Lychnus” veya “Lucerna” olarak adlandırılmıştır. Bir kandilin başlıca bölümleri; (Bkz. Resim 1) 1. Yağın konulduğu kısım, gövde veya kandil haznesi (İnfundibulum) 2. İçine fitilin konulduğu ve yakıldığı burun, fitil deliği (Yunanca Mukter, Latince Rostrum) 3. Süslemeli ya da süslemesiz ayna / yağ deliği (Diskus), 4. Diskusu çevreleyen süslemeli ya da süslemesiz omuz (Margu), 5. Burun karşısına yapılan kulp (Manubrium), 6. Kandilin zeminde düz bir şekilde durmasını sağlayan hafif yükseltilmiş bölüm kaide, 7. Fitil (Ellukion) Şeklinde sıralanabilmektedir. 1.1. Gövde: Latince “Infundibulum“ anlamına gelen, içerişine yağ konulan, kandile temel biçimini veren ve ilk şekillendirilen öğesidir. Daha sonra kandilin diğer uzuvları burun, kulp, kaide ve eserin özelliklerine göre farklı bölümler eklenmiştir. Aydınlanmak için kandil adı altında ilk kullanılan materyaller sığ çanak şeklindedir. 1.2. Burun: Latince, “Nostrum, Nasus“ veya “Myxus“ anlamına gelmektedir. Kandillerin olmazsa olmazı rolünde olup fitilin konulduğu uç kısımdır. Kandillerin sıklıkla tek burunlu yapılmalarının yanında iki veya daha fazla burunlu olarak da işlenmiş örnekleri mevcuttur. İki burunlu kandiller “Bilychnis“, ikiden fazla burunlular ise “Polymyxus“ olarak adlandırılmaktadır. 1.3. Diskus: Latincesi “Diskus“ olan kelime “Disk“ anlamından türemektedir. Helenistik dönemde omuz ile kesin bir çizgiyle ayrılan diskus, Roma Dönemi’nde önem kazanmış ve üzerinde süsleme ve kabartmalar yer almıştır. Burada tanrı ve tanrıça, günlük yaşantı, hayvanlarla ilgili sahneler ve bitkisel sahneler gibi konular işlenmektedir. 1.4. Omuz: Daha geç dönemlerde kandilin üst kısmının kapanmasıyla meydana gelen, latince “Margo“ anlamında olan kısma omuz denir. Klasik dönemde doldurma deliğine doğru hafifçe eğim yapan omuz gövdenin bir uzantısı şeklindedir. 1.5. Kaide: Diğer bölümlerde olduğu gibi kaideler de çeşitlilik göstermektedir. Düz tabanlı, alçak, yüksek, iç bükey, dış bükey, halka ve yarım halka şeklinde. Kaidenin etrafı bazen bir veya iki adet yivle sınırlandırılmıştır. 1.6. Başparmak tutamağı: Genellikle kulpsuz kandillerde görülen, kandili tutmada kolaylık sağlayan çoğunlukla gövdenin sol yanında yer alan küçük çıkıntı şeklinde olan kısımdır. 1.7. Kulakçık: Kandilin gövdesinin ortasında ya da her iki yanında bulunan kulak şeklindeki bu çıkıntılar hem kandilin kolaylıkla taşınmasını sağlamak için hem de dekoratif bir özellik katması için yapılmıştır. Kulakçıklar düğüm, yaprak hatta volüt şeklinde süsleme ile kandile aplike edilmiştir.


11

1.8. Fitil: Yağ haznesinden burnun iç kısmındaki boşluğa kadar uzanan fitil, gövdede bulunan yağı içine emer ve yakılarak kandilden ışık saçılmasını sağlamaktadır. Fitiller bez, papirüs, keten, kendir lifleri, saz, ot, meşe kabuğu, sığır kuyruğu, vb. maddelerden yapılmıştır. Kandillerde yakıt olarak ilk dönemlerde hayvansal yağlar daha sonraları ana yakıt olarak zeytinyağı onun yanında fındık yağı, susam yağı, hint yağı, ceviz yağı, balık yağı vb. de yakıt olarak kullanılmıştır. 2. Kandillerin Kullanım Alanları Antik dönemde, kandillerin esasen üç farklı kullanım amacı vardır. Bu kandiller evsel veya ticari amaçlı aydınlatma, cenaze fonksiyonu ve adak kullanımları şeklinde üç kısımda incelenmiştir3. Kandiller genelde pişmiş topraktan yapılmıştır(Bkz. Resim 2). Helenistik dönemde metalden yapılmış kandillere az sayıda rastlanırken, Roma Dönemi’nde özellikle bronz kandil yapımı artmıştır. Pompei ve Herculaneum’da çok sayıda bronz kandil ele geçmiştir. Demir madeninden yapılan kandil ise çok az sayıda bulunmuştur. Bronz kandil yapımı hem zahmetli hem de maliyetli bir işçiliktir. Bu nedenle, gelir seviyesi düşük olan halk pişmiş toprak kandilleri tercih etmiştir. Kandiller, masalar üzerine ya da nişlerin içine yerleştirilerek, tavandan sarkan bir ip ya da zincir yardımıyla duvara ya da yerleştirilen askıya asılarak da kullanılmıştır. Tapınak ve kutsal mekânların aydınlatılmasında, ışığın olabildiğince fazlalaşmasını istenmiştir ve bu nedenle kandillerin burun sayısı arttırılmıştır.4 Kutsal alanlarda kullanılmak üzere çok sayıda üretilen kandiller özellikle İtalya ve Yunanistan’daki tapınaklarda adak olarak yakılmışlardır. Lycia’da bulunmuş bir yazıtta kandile ithafen, “en yüksek tanrıya” ifadesi yer alır. Charles Newton, Knidos’da tanrıça Demether’e adanmış kandiller bulmuştur. Naukratis’te, Sicilya’da, Selinus ve Kartaca’da saturnus Balcaranensis Tapınağı’nın etrafında da adak kandilleri bulunmuştur.5 Troizen Demether Thesmophorus Tapınağı’nda iki binin üzerinde kandil bulunmuştur. Ayrıca Kıbrıs, Naukratis ve Atinada’da çok burunlu kandiller bulunmuştur. Sparta’da Artemis Orthia kutsal alanında da çok fitilli kandiller bulunmuştur6. Mezarlarda ölü hediyesi olarak kullanım görmüştür. Antik dönemde ölümden sonraki hayata inanç olduğu için mezar sahibinin ruhani dünyada ışıksız kalmaması için hediye olarak ölüyle birlikte gömülmesine karar verilmiştir. 3. Kandillerin Tarihçesi Mağara duvarlarına yapılan resimlerden kandilin Paleolitik Dönem’de aydınlanma aracı olarak kullanılmış olduğu kabul edilmektedir. Neolitik Dönem’de deniz kabuğu ve taştan yapılmış kandillerin yanı sıra çanak şekilli kandiller de görülmektedir. Filistin’de deniz kabuğundan yapılmış kandil olarak kullanıldığı düşünülen eşyalar bulunmuştur. Deniz kabuğu 3

Bailey, Donalt M., (1972), Greek and Roman Pottery Lamps, The Trystees of the British Museum, Oxford. ÇUR, Mazlum, (2011), “Pedasa Buluntusu Arkaik Dönem Kandilleri”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bitirme Tezi, Muğla. 5 Walters, H.B., (1914), Catalogue of the Grek and Roman Lamps in the British Museum, London, s. 15 6 Bailey, a.g.e., s. 12 4


12

içeresinde bulunan helozon fitilin kullanımını kolaylaştırmaktadır. Nablus yakınlarındaki Tell-el Far’ah’ta Geç Kalkolitik (M.Ö. 4. Binde) el yapımı kandiller bulunmuştur. İlk kandiller derin olmayan kase biçimlidir. Bu tip kandillerin İlk Tunç Çağı’nda Mezopotamya’da ortaya çıktığı kabul edilir. Burunlu kandile ilk örnek olarak Filstin’de Tell Taannek yerleşmesinde bulunmuş Tunç Çağı’na ait el yapımı kandil verilebilir. Sümer şehrinde yapılan kazı çalışmaları sırasında M.Ö. 2600’lere tarihlenen alabasterden yapılmış deniz kabuğu biçimli kandiller bulunmuştur.7 Bunlar gerçek deniz kabuğu kandilleri olmayıp taklidi şeklinde yapılmıştır. Bu tip uzun süre kullanım görmüştür. Anadolu’dan sonra Filistin, Suriye ve Kıbrıs’a diğer taraftan Mısır, Kuzey Afrika, Yunanistan oradan da Güney İtalya’ya kadar yayılmış olduğu kabul edilir. Ticaret sonrası yayılan sığ kase formlu kandiller sabit bir biçimde kalmadığı ve değişime uğradığı görülmektedir. M.Ö. 9. yy. sonlarında ortaya çıkan bu form bölgelere göre farklı biçimler alarak daha ince ve sığ yapılmaya başlanmıştır. Kandilin alt kısmı düzeltilerek oval şekilde, ağız kenarı geniş, burunda daralmış ve uzamış olarak işlenmiştir. M.Ö. 6. yy.’da Atina ile birlikte Küçük Asya’da bazı kentler çark üretimine geçerek yeni tipler ortaya koymuş ve kandil ticaretinde önemli merkezlerden biri haline gelmiştir. M.Ö. 3. yy ‘da kalıplama yöntemi ile kandil üretimi başlamıştır. Bu yöntemi kullanarak üretim yapan önemli merkezler Ephesos ve Knidos’tur. Ayın dönemde kalıpla yapılan, hayvan figürü, insan başlı birçok kandil Akdeniz Dünyası’nda çeşitli bölgelerde kullanım görmüştür44. M.Ö 1. yy. ile M.S. 1. yy’da İtalya’da yeni formlar üretilmeye başlanmış ve sevilerek antik dönem pazarlarındaki yerini almıştır. KAYNAKÇA BAİLEY, Donalt M., (1972), Greek and Roman Pottery Lamps, The Trystees of the British Museum, Oxford. BAİLEY, Donalt M., “Grek and Roman Pottery Lamps, London, 1963, s. 12 BUSSİERE, J., (2000), “Lampes Ant,ques d’Algérie”, Monographies İnstrumentum, S. 16. ÇUR, Mazlum, (2011), “Pedasa Buluntusu Arkaik Dönem Kandilleri”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bitirme Tezi, Muğla. KINAL, Füruzan, (1960), “Kaunos Adak Lambaları”, Belleten 33/130, Ankara. WALTERS, H.B., (1914), Catalogue of the Grek and Roman Lamps in the British Museum, London. SALTUK, Secda, (1997), Arkeoloji Sözlüğü, İnkılâp Kitabevi, İstanbul.

7

Kınal, Füruzan, (1960), “Kaunos Adak Lambaları”, Belleten, 33/130, Ankara, s. 155.


KLAZOMENAİ ANTİK KENTİ KAZISI Staj Notları *Sezer DÜNDAR Klazomenai, 2007 yılından itibaren Sn. Yaşar E. ERSOY1 başkanlığında kazısı yapılan, İzmir’in Urla ilçesinde bulunan 12 İon kentinden biridir. Kazıya dahil olmam bizzat Yaşar Hoca’nın daveti üzerine gerçekleşti. Açıkçası okuldaki en çekindiğim hocadan böyle bir davet almak beni biraz endişelendirmişti ilk başta. İlk senemde yazın, arkeoloji dışında başka bir işle uğraşacağımdan kazısına dahil olamadım. İkinci senemde kendimi daha kazıya hazır hissettiğim için daha rahattım. Urla’ya vardığımda beni ilk karşılayan okulumuz son sınıf öğrencisi Volkan oldu. Gelmeden önce de biraz fikir edinmiştim kendisinden kazı hakkında. Hem kazı süresince hem de kazı dışında birçok yardımı dokundu. Kazıda her şeyin bir saati ve disiplini olmak zorundaydı. Mesela sabahın 05.30’unda kalkmasaydık, henüz güneş tepemize çıkmadan birçok işi halledemezdik. Fakat her şeyin bir saatinin olması hem diyet sisteminizin düzelmesine

17

Fotoğraf:Polat ULUSOY, 2017

hem de sağlıklı kalmanıza yardımcı oluyordu. Bana göre kazıyı -kazı dışındaen cazip kılan şey sık yemek yenilmesidir. Günde 4 öğün hep aynı saatlerde yemek yiyorduk. Ve bu da gün boyu dinç kalmamıza yetiyordu. Pazar günleri çalışmıyorduk. Bu imkân çok güzel oluyordu. Çünkü Urla sahip olabileceğiniz en güzel cennetlerden bir tanesidir. Kazıda birçok pişmanlığım oldu. Bunların en büyüğü sanırım, staj süremin başlarında kazı evinde bulunduğumuz her akşamda yakalamış olduğum makale okuma fırsatımı iyi değerlendirememiş olmamdır. Çünkü sonraki süreçte kazıdaki bilgisayar destekli çizimlerle ilgilenen Polat Hoca2 sayesinde, (bu bir ironi değil) bilgisayar başında bir program (AutoCad) aracılığıyla arazide yapılmış olan mimari çizimlerin üzerinden geçerek kopyalarını oluşturmak durumunda kaldım. Ya da arazide elde ettiğimiz buluntuları belgelemekle uğraştığımdan kazı ile ilgili birçok makaleyi okuma fırsatı bulamadım.


14

Staj süremin son günlerinde kazı evindeki çalışma dilimlerimde birkaç makaleyi inceleme fırsatı bulmak oradan mutlu bir şekilde ayrılmamı yeterince sağladı. Gerçi başta Yaşar Hoca olmak üzere orada çalışan bütün hocaları bilgi açısından yeterince sömüremediğimi düşünüyorum. Tabi kazıdan ayrılmadan önce sorularımla bezdirdiğim Kudret Hoca3 hariç.

Ne Yapmalı? Kazıya stajyer olarak katılacaklara ilk tavsiyem, orada bilgi açısından faydalanabileceğiniz hiçbir kişiden çekinmemenizdir. Özellikle hocalardan. Kazıya ait ne kadar kaynakça varsa bakıp üzerine çalışacağınız veya okuyacağınız konuyu seçip ona yoğunlaşmalısınız. Her konuda uzman kişi olmanız beklenmez. Aksi takdirde en az benim kadar birçok şeyi öğrenemeden staj süreniz bitecektir. Alet edevat olarak en sık kullandığımız malzeme mala ve çapa idi. Toprak temizliği her gün stabil olarak yaptığımız günlük işlerden biriydi. Temizlik önemliydi, çünkü her gün kazdığımız toprak derinliğini -ki buna ‘seviye’ derizhem görsel olarak, hem de metin olarak

kayıt etmemiz gerekiyordu. Sanırım çoğu kazıda gerekli olan alet ve edevatı bir şekilde temin ediyorlar. Ama illa “kendime ait bir alet-edevatım olsa fena olmaz” diyorsanız ince işlerde kullanabileceğiniz sivri uçlu küçük bir malanızın olması epey işinize yarayacaktır. İnşaatta kullanılan malalardan söz etmiyorum.

Ne Öğrenebiliriz? Staj süreniz kısa olacağından başlar başlamaz öğrenmeye odaklanmalısınız. Klazomenai hakkındaki genel bilgileri kazıdan önce bir şekilde öğrendiğinizi varsaymazsak illa ki birine bunu sormanız gerekmektedir. Çünkü kazıdaki insanlar sizin bildiğinizi varsayacaklardır. Biliyormuş gibi yapan insanlar muhtemelen çoğu kazının olmazsa olmazıdır. Onlardan ziyade sorularınızla alakalı çalışmalar yapan insanlara sorularınızı yöneltmelisiniz. Mesela, restorasyon ya da seramikler ile ilgili sorunuz olacak ise Kozan UZUN’a4 sormalısınız. Genel bilgiyi zaten kazı başkanı olan Yaşar Ersoy’dan her türlü öğrenebilirsiniz. Okulda en çok işinize yarayacak olan ve kazıda edinebileceğiniz bilgi, antik yunan seramik formlarıdır. Özellikle seramik parçası tastamam elinize çoğu zaman geçmediğinden, parça üzerinden hangi forma ait olduğunu bilmeniz size oldukça fayda sağlayacaktır. -2017 Klazomenai Kazıları1

Klazomenai Kazı Sorumlusu Muğla Sıtkı Kocaman Üniversitesi Araştırma Görevlisi 3 Hitit Üniversitesi Öğretim Görevlisi 4 Ankara Üniversitesi Öğretim Görevlisi 2


Antik Yunan Sanatında

NİOBİD RESSAMI ’nın Değerlendirilmesi *Ercan BAY Antik Yunan’da kırmızı figür tekniği ile birçok vazo resmedilmiştir. Ressamların isimleri çoğu kez vazo üzerinde bulunmuştur. İsmi bulunmayan ressamlar da mevcuttur. Bu ressamların isimlendirilmeleri, başta üzerindeki tasvirlerden ve vazonun bulunduğu yerden ya da koleksiyondan sağlanmaktadır. Söz konusu “anonim” vazo ressamlarından biri de vazo üzerindeki mitolojik konudan adını alan Niobid Ressamı’dır. Niobid Ressamı, Klasik Dönem (M.Ö. 530-330) olarak adlandırılan sürecin en önemli ressamlarından biri olmalıdır. Andokides’in kırmızı figür tekniğini ortaya çıkardığı dönem (M.Ö. 520-500) düşünüldüğünde Niobid Ressamı’nın söz konusu tekniği üst seviyelere çıkardığı kuşkusuzdur1. Sanatçının geliştirmiş olduğu yenilikler muhtemelen bir anda ortaya çıkmış bir özellik değildir. Bu konuda Pan Ressamı’nın ona zemin hazırladığını düşündürmektir. Niobid Ressammı’nın en ünlü eseri (isim vazosu) Louvre Museum’da bulunan kalyks kraterdir2 (Bkz. Resim 1a, Resim 1b). Vazoyu iki yüze ayıracak olursak; A yüzünde (Resim 1a) Apollon ve Artemis’in Niobe’nin çocuklarını öldürmesi, B yüzünde Athena, Herakles ve marathon savaşçıları sahnelenmiştir. Klasik dönemin erken sürecinde görülen plastik eserlerdeki “Ciddi Stil” özellikleri bu vazodaki figürlerde de görülmektedir. Stilde muhtemelen Klasik Dönem’in başlangıcı olarak nitelendirilen pers işgallerinin etkisi ile yüzde tebessümden uzak, durgun bir bakış görülmektedir. Vazonun en çarpıcı özelliği ise, erken örneklerinden farklı olarak zemin algısının neredeyse tamamen değiştiğini göstermesidir. Şöyle ki, karakterler tek bir zemin üzerinde durmaktansa, beyaz çizgi ile verilen coğrafi engebe üzerinde farklı konumlarda verilmiştir.3 Daha önce ilişkilendirdiğimiz Pan Ressamı’nın da birkaç vazosunda benzer bir şekilde kayaların üzerinde figürleri resmettiği bilinmektedir. Ayrıca B yüzündeki (Resim 1b) Herakles’in “S” şeklindeki duruşu da Geç Arkaik heykeltıraşlık eseri olan “Kritios Oğlanı”nı4 (Resim 4) anımsatmaktadır. Niobid Ressamı’nın diğer eserlerine bakıldığında, zemin dışında getirmiş olduğu başka özellikler de görüyoruz. Özellikle J. Paul Getty Museum’da bulunan volütlü kraterdeki5 sahnede kalkanlarda üç boyutun (Bkz. kalkanları) gerçeğe yakın bir şekilde verildiği görülmektedir (Resim 2a, Resim 2b). Söz konusu eserin üzerinde Yunanların Amazonlara karşı mücadelesi konusu işlenmiştir (Resim 2b). Ressamın mitolojik konu bağlamında -daha önceki dönem vazolarındaki- sıradan konuların dışına çıktığı da görülmektedir. Metropolitan Museum’da bulunan hydria kalpis6 buna iyi bir örnek teşkil etmektedir. Vazo üzerinde, 1

Eserlerine bakıldığında M.Ö. 480-450 arasına tarihlendirmek mümkündür. [https://www.louvre.fr/en/oeuvre-notices/attic-red-figure-calyx-krater-known-niobid-krater] Erişim Tarihi: 16.05.2019 23.21 3 Boardman, J., (2017), Kırmızı Figürlü Atina Vazoları: Klasik Dönem, Homer Kitabevi, İstanbul: s. 13. 4 Boardman, J., (2001), Yunan Heykeli: Arkaik Dönem, Homer Kitabevi, İstanbul: s. 143. 5 [http://www.getty.edu/museum/programs/lectures/niobidpainter.html] Erişim Tarihi: 16.05.2019 23.25 6 [https://www.metmuseum.org/art/collection/search/254270] Erişim Tarihi: 16.05.2019 23.27 2


16

Demeter, Triptolemos ve Persephone tasvir edilmiştir. Mitolojik kaynaklarda Demeter’in Triptolemos’a çiftçiliği öğrettiği bilinmektedir. Triptolemos’un Demeter’den hediye olarak aldığı kanatlı arabası ile yine ondan aldığı buğdayı yeryüzüne dağıtarak insanlara tarımı öğrettiği varsayılmaktadır. Persephone ise ancak M.Ö. 4. yüzyıldan sonra Demeter’den ayrı bir şekilde tasvir edilmiştir.7 Niobid Ressamı çoğu farklı özelliği ile Arkaik Dönemin artık son bulduğunu ve Erken Klasik Döneme geçildiğini ifade etmektedir. Duvar resimlerinin de etkisinin net bir şekilde görüldüğü8 isim vazosu (Resim 1a) ile Atina vazo ressamlığının en ünlü sanatçılarından biri hâline gelmiştir. Heykelvari anatomik pozisyonlar ve sahnelerin işlenişi bakımından, kendi sanat dalı dışındaki örnekleri de takip ettiği ya da vazo ressamlığı dışında başka bir sanat dalı ile de ilgilendiğini düşündürmektedir. Antik Yunan dünyasında kuşkusuz Niobid’in yaratısı olan ressamlık özellikleri günümüze kadar süregelen sanat dünyamızda da görülmektedir.

KAYNAKÇA BOARDMAN, John, (2001), Yunan Heykeli: Arkaik Dönem, Homer Kitabevi, İstanbul. BOARDMAN, John, (2017), Kırmızı Figürlü Atina Vazoları: Klasik Dönem, Homer Kitabevi, İstanbul. CÖMERT, Bedrettin, (1999), Mitoloji ve İkonografi, Ayraç Yayınevi, İstanbul. McNIVEN, Timothy J., (1989), “Odysseus on the Niobid Krater”, The Journal of Hellenic Studies, Cambridge, S. 109, ss. 191-198. İNTERNET KAYNAKÇASI [http://www.getty.edu] Erişim Tarihi: 16.05.2019 [https://www.louvre.fr] Erişim Tarihi: 16.05.2019 [https://www.metmuseum.org] Erişim Tarihi: 16.05.2019 7

Cömert, B., (1999), Mitoloji ve İkonografi, Ayraç Yayınevi, Ankara: s. 40.

8

McNIVEN, Timothy J., (1989), “Odysseus on the Niobid Krater”, The Journal of Hellenic Studies,

Cambridge, S. 109, s. 198.


17

RESİMLER

Resim 1a


18

Resim 1b

Resim 2a


19

Resim 2b

Resim 3a


20

Resim 3b

Resim 4


SAGALASSOS ANTİK KENTİ Bir İmparatorluk Şehri SAGALASSOS’TAN ÖNCE SAGALASSOS

*Ayşenur ALTUN

[MÖ 10 000’den 546’ya]

Resim 1 MÖ 6000–5800’de Burdur’un 25 km batısında, Batı Anadolu’nun bilinen en eski yerleşim alanlarından birisi olan Hacılar’da üretilmiş kaseler. Burdur Müzesi.

Gelecekte Sagalassos olacak bölgede insana ait ilk izler MÖ 10 000’e kadar uzanır. Burada bilinen en eski yerleşik düzen ise MÖ 6500’e aittir. Bu tarihte seramik eşya yapımı da başlar. Ağlasun Vadisi’ndeki ilk tarım yerleşimi MÖ 4000’den hemen önceye tarihlenir. MÖ 3000’den önce yerleşimler arasında bir ağ oluştuğu ve her birinin kendi topraklarını kontrol ettiği bilinir. Bu gelişme MÖ 2300/2200 civarında duraklar. Bu sırada HintAvrupa kökenli insanlar (Hititler ve Luviler) Anadolu’ya yerleşir. Milattan önce on dördüncü yüzyıl civarında Sagalassos bölgesi Luvilerin etkisi altına girer; bu evrede Miken uygarlığı veya onun Anadolu kolonilerinden eşyaların bölgeye ithal edilip kullanılmış olduğuna dair izler vardır. MÖ 1200’den kısa süre sonra Tunç Çağı’nın büyük imparatorlukları tarihten silinir ve bunların yerini Frigler, Lidyalılar ve son olarak Persler alır. Eski Luvi devletlerinden farklı gruplar gelişir. Bunlardan birisi Sagalassos bölgesine yerleşen Pisidyalılardır.

HELLEN KÜLTÜRÜNÜN ETKİSİNDE SAGALASSOS [MÖ 6. Ve 1. yüzyıl arası]

Pisidya’da ve olasılıkla Sagalassos’ta Helenize olma sürecinin başlangıcı Pers hakimiyeti sıralarına dayanır. Bu dönüşüm Büyük İskender’in bölgeyi fethetmesi ile hızlanır ve güçlenir ve Roma Dönemi’nde İskender’den sonra gelen yönetimler altında devam eder. Sagalassos, Pisidya’daki başka bazı kentlerden çok daha hızlı şekilde antik Grek kent-devletlerine benzeyen bir polis haline gelir. Bu ilerici tutum, olasılıkla Sagalassos’un 1,5 kilometre güneybatısındaki büyük yerleşim Düzen Tepe’nin daha tutucu komşu yerleşimin sonunu getirir.

BİR KENTİN DÖNÜŞÜMÜ [Augustus ve 1. yüzyıl]

Sagalassos’un tarihinde en etkili isim büyük olasılıkla Roma’nın ilk imparatoru Augustus’tur. Kendisinin kente doğrudan müdahalesi yoktur ancak onun zamanında kurulan barış ortamı yatırımlara olanak sağlar; vergi sisteminde reforma gidilir; İmparatorun yaptırdığı yeni yol Sagalassos’u denzilere bağlar. İklim de bu dağlık bölgede bugün olduğundan daha ılık ve yağışlı hale gelir ve nüfus önemli ölçüde artar. Sagalassos’un seçkinleri bu ortamın sunduğu çeşitli olanakları ve ekonomik fırsatları görür. Pisidya’nın diğer kentlerinden farklı olarak Roma kimliğini benimserler. Birinci yüzyılda Sagalassos altın çağını yaşar.

Resim 2 MÖ 2.yy’a ait, ‘ev tipi’ kül kaplarının (ölü külleri ve kemikleri için) tipik bir örneği. Sagalassos güney nekropol alanında, halen yerindedir. Aslan başı bezemeli bir kalkan, arkasında çaprazlama yerleştirilmiş kınında bir kılıç ve bir mızrak yer alır. Bunlar ölen kişinin yiğitliğini vurgular. Sagalassoslular, askeri yetenekleri ile nam salmışlardır.


22

“PİSİDYA’NIN BİRİNCİ KENTİ”

[Hadrian ve ikinci ve üçüncü yüzyıllar] MS 124-132 yılları arasında İmparator Hadrian Anadolu’yu en az üç defa ziyaret eder. Olasılıkla bu ziyaretlerden önce, Sagalassos’un geleceği için çok önemli etkileri olacak bir karar alır: Kenti Galatya Eyaleti yönetiminden alır ve Likya-Pamfilya Eyaleti’ne katar.

Sagalassos, eyalete eklenen yeni bölge Pisidya’nın Resim 3 İmparator Caracalla için Yukarı Agora’ya imparatorluk kült merkezi olur. Ayrıca İmparator yerleştirilen heykel kaidesinden detay. Yazıtta Sagalassos kendisinden “Sagalassosluların kenti, tarafından “Pisidya’nın birinci kenti” ilan edilir. Pisidya’nın birinci kenti, Romalıların dostu ve Sagalassosluların İmparator Augustus zamanından beri müttefiki” olarak gururla bahseder. elde etmek istedikleri gerçekleşir. Hali hazırda Pisidya’nın birinci kenti olan Sagalassos’un konumu resmi olarak kabul edilir. Bu durum kentin yeni bir altın çağa adım atmasını sağlar. Yoğun ekonomik hareket ve büyük mimari projeler üçüncü yüzyıla dek sürer.

YENİ BİR KÜLTÜR: SAGALASSOS HIRİSTİYAN OLUYOR [4. ve 5. yüzyıllar]

Yüzyıllar süren Hellenleşme sürecinden ve Roma Dönemi’nden sonra, Sagalassos dördüncü yüzyıl itibarıyla üçüncü büyük değişikliğe uğrar. Kent Hıristiyanlığı kabul eder. Buna bağlı olarak önemli idari değişiklikler meydana gelir. Neredeyse 235 yıl ara verilen inşaat işleri MS dördüncü yüzyılda yeniden başlar. Kentin seçkinleri bu süreçte eskiye göre daha az etkindir. MS beşinci yüzyıldan itibaren Sagalassos’ta Hıristiyanlaşma süreci kendini iyice belli eder.

ARALIKLARLA YAKLAŞAN SON [6. yüzyıl ve ötesi]

Altıncı ve yedinci yüzyıllarda meydana gelen üç olay, Sagalassos’un giderek zayıf düşmesine neden olur. Her iki yüzyılın başında birer deprem yaşanır. MS 541542’de ise kenti veba salgını sarar. Bundan sonra kentte yaşam on üçüncü yüzyıla kadar tarıma dayalı olarak devam eder. On üçüncü yüzyıla gelindiğinde Sagalassos’ta İskender Tepesi’ndeki son kale de Selçuklular tarafından yıkılır. Bunun yerine Selçuklu Türklerinin ovadaki yerleşimi Ağlasun gelişir.

Resim 4 MS 120-125 yılları arasında Titus Flavius Severianus Neon, kendi adıyla anılan kütüphaneyi yaptırır. Kütüphane olasılıkla İmparator Julianus zamanında (MS 361-363) yenilenmiştir. Bu imparator, pagan tanrılarına yeniden itibar kazandırmak için çabalar. Kütüphanenin bugün görülen taban mozaiği bu evreye aittir. Mekrezinde yer alan renkli panelde Achilles’in Truva’ya gitmek üzere yola çıkışı ve annesi Tanrıça Thetis’e veda edişi betimlenir. Bu pano, üzerinde yer alan tanrıça ve yarı tanrı oğlunun betimlemelerini yok etmek isteyen Hıristiyanlar tarafından MS 4. yüzyılın sonunda tahrip edilir.


23

HAYRET VE SEVİNÇ

[Sagalassos’un keşfi (1706-1982)] Sagalassos’un on üçüncü yüzyılda terk edilmesinin ardından, kentin harabeleri 1706 yılına kadar keşfedilmeden kalır. Bunları yeniden keşfetme onuru XIV. Louis’nin görevlendirdiği bir Fransız diplomatın olur. Harabelerin Sagalassos kentine ait olduğu ise ancak 1824’te bir yazıt okunduğunda

belirlenir. 1884-1885’te, Kont Lanckoroński kentteki ilk bilimsel araştırmaları yürütür. 19. yüzyıla gelindiğinde artık “Sagalassos” bilinen bir antik kenttir. Ancak kısa sürede kent bir kez daha unutulmaya yüz tutar ve o sıralarda Türkiye’nin deniz kıyılarındaki büyük antik kentlerde başlayan kazıların gölgesinde kalır. Yirminci yüzyıla gelindiğinde arkeologların yalnızca belirli yönlerini incelediği kentte, 1983 yılında Stephen Mitchell idaresinde bir geniş araştırma başlatılır. 1986’da Marc Waelkens’ın da katıldığı ve sonradan başkanlığını yürüttüğü yüzey araştırması dört yıl sürer. 1990 yılında Marc Waelkens’a Sagalassos’ta kazı yapma ve kent topraklarında araştırma yürütme izni verilir.

Resim 5 İskender Tepesi’nin Sagalassos’tan görünümü. Arrianos, MÖ 333’te Sagalassosluların Büyük İskender’in ordusuna karşı kaybettikleri savaşı anlattığı kısa tasvirde şöyle yazar: “Sagalassoslular Makedonların gelişini kentlerinin önündeki tepede beklediler; çünkü burası en az kent duvarı kadar güçlü bir savunma konumundaydı.” Tepede 12.-13. yüzyıllarda yer almış olan son Bizans kalesi de olasılıkla Selçuklu Türkleri tarafından yıkılmıştır.

İSKENDER TEPESİ

[Tarih yüklü bir tepe] MÖ 333’te Büyük İskender ordusuyla Sagalassos’a geldiğinde, Sagalassoslular kentlerini bu tepe üzerinde savunur. Sagalassos o zaman da Pisidya bölgesinin önemli bir kentidir. Kentin güney girişini kontrol eden bu üstü düz, konik tepe, coğrafi şekli ve konumu bakımından stratejik olarak önemlidir. Çatışmanın sonunda Büyük İskender’in ordusu Sagalassosluları yener ve kenti ele geçirir. Bu tarihten sonra Sagalassos Hellenistik dünyanın bir parçası haline gelir Bu tepede büyük olasılıkla hiçbir zaman mahalle gibi bir yerleşim olmamıştır. Tepenin eteklerinde Sagalassos’un dört mezarlığının en eski ve en büyüklerinden birisi yer alır. Nekropol (mezarlık) 15,7 hektarlık bir alan kaplar. 6 İmparatorluk kültü tapınağı ön cephesinin restitüsyonu (MS Önceleri tepenin üstünde büyük olasılıkla bir Resim 125-145, çizim G. Niemann, 1884). ‘Tanrılaşmış Hadrian ve tapınak yer almıştır. MS 5. veya 6. yüzyılda ise Antoninus Pius’a ithaf edilmiştir. buraya bir kilise yapılır. Kazılar, bu kilisenin MS 1000 yılı civarında yenilendiğini göstermiştir. İskender Tepesi’ndeki en son kullanıma ait kalıntılar MS 12. yüzyılın sonlarına aittir. O tarihlerde burada sur duvarları ile çevrili bir askeri garnizon yer almış olmalıdır. Bu ‘kale’ 1204 yılında, olasılıkla bir çatışma sonucu yanarak, yerle bir olur. Bu tarihten sonra da işlevini yitirir.


24

HADRİAN VE ANTONİNUS PİUS TAPINAĞI [İmparatorluk kültüne yeni bir tapınak]

İmparator Hadrian (MS 117-138), Sagalassos’u tüm bölgenin (Pisidya, bugünkü Göller Bölgesi) resmi din merkezi ilan eder. Bu sayede kent yeni bir gelişim dönemine girer ve çok sayıda yeni anıt inşa edilmeye başlanır. İmparator aynı zamanda, Sagalassos’a ‘Pisidya’nın birinci kenti, Romalıların dostu ve müttefiki’ ünvanını verir. Bunun üzerine, kentte İmparator Hadrian için bir tapınak yapılmaya başlanır. İmparatorluğun ve Sagalassos’un itibarını yansıtan bu önemli anıt, kentin güneyindeki yüksek bir tepeye inşa edilir. Böylece her yerden görülebilir. Ancak tapınak Hadrian öldükten sonra, İmparator Antoninus Pius döneminde (MS 138-161) tamamlanabilir. Tapınak, kentin en özenli yapılarından birisidir. Önünde yetmiş metre uzunluğunda bir avlu yer alır. Tepenin etrafı portikolarla çevrilidir. Arkeologlar anıtın yazıtını (kitabesi) bulmuştur. Yazıt, tapınağın Hadrian ve Antoninus Pius’a ithaf edildiğinden ve Hadrian’ın Sagalassos’a verdiği ünvandan ilk defa bahseder.

Bu tapınağa her yıl tüm Pisidya kentlerinden, imparatoru adaklarla onurlandırmak, törenlere ve festivallere katılmak üzere temsilciler gelir ve Sütunlu Cadde’de yapılan törensel yürüyüşe katılır. MS 4. yüzyılın sonuna kadar tapınak, bu imparatorluk kutlamalarının merkezi olarak kalır. Tapınağın geniş avlusu imparatorları, rahipleri ve festivallerdeki spor oyunlarını kazananları onurlandıran anıt ve heykellerle süslenir. MS 4. yüzyılın sonundan itibaren işlevini yitiren anıtın kutsal alanı, adeta gecekondulaşarak başka yapılarla dolmaya başlar. Bu tepe, Sagalassos’un en uzun süre yerleşim görmüş kısmıdır. MS 11. yüzyılın sonunda terk edilip, yerleşim Ağlasun’a inene kadar Hadrian ve Antoninus Pius Tapınağı alanında yaşam devam eder.

GÜNEY KAPI VE SUR DUVARI [Darboğaz kuleleri]

Sagalassos’un Roma Dönemi’nden önceki güney giriş kapısı burasıdır. Özgün kapının iki kulesi vardır. Kuleler daha sonra kent büyüyüp, ana cadde yapıldığında temellerine kadar sökülür. MS 7. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, kuleler eski temeller üzerine civar yapılardan toplama taşlarla yeniden inşa edilir; bir de aralarına ana caddeyi kapatacak şekilde duvar örülür.

Kuzeye doğru çıkıntı yapan kuleler ve aralarındaki duvar, dağ tarafından gelecek saldırılarda (olasılıkla o dönemin Arap istilalarına karşı), düşmanı engellemek üzere yapılır. Bu savunma sisteminin amacı, o zamanlar aşağıdaki tepede oluşmuş yerleşimi korumaktır. Eskiden bu tepede Hadrian ve Antoninus Pius Tapınağı’nın yer almıştır. Tapınak MS 4. yüzyılın sonunda kullanımdan çıkar; MS 5. yüzyılın sonundan itibaren burada bir yerleşim gelişir. Bu önemli tepede, salgın hastalıklar ve depremlerden sonra dahi, Sagalassos’un son evresine kadar yaşam devam eder.

SÜTUNLU CADDE

[Görkemli bir ana cadde] Sagalassos’un taş döşeli Sütunlu Cadde’si MS 1. yüzyılın ilk yarısında yapılmıştır. Bu tür sütunlu ve iki yanı dükkan sıralı taş kaplı caddelerin Küçük Asya'daki (Anadolu) en erken örneklerindendir. Yapımı oldukça zorlu ve pahalı olmuş olmalıdır. Caddenin inşası için iki tepe arasındaki derin çukurluğun taş, kaya ve toprakla doldurulması gerekmiş; yani insan eliyle binlerce metreküplük bir dolgu yapılmıştır.


25 Cadde yaklaşık 300 metre uzunluğunda ve 10 metre genişliğindedir. İki kenarı boyunca sütunlu birer galeri (portiko) yer alır. Üstü örtülü 3,5 metre genişliğindeki bu sütunlu koridorların ardında dükkanlar, lokantalar ve işlikler yer alır. İmparator Tiberius zamanında, güney ve kuzeyde caddenin iki ucuna birer anıtsal kapı inşa edilmiştir.

Resim 7 Sütunlu cadde üzerindeki iki kule ve bunların arasına, caddeyi kapatacak şekilde yapılmış sur duvarının hava fotoğrafı; güneye doğru bakış (MS 7. yüzyıl). Doğudaki kulenin kazısı yapılmıştır.

Sagalassos’a gelenler, aşağıdan, İskender Tepesi’nin eteğinden dolaşıp bu caddenin güney kapısından kente girerdi. Kentin bu ana caddesi, MS 6. yüzyıla kadar hep kullanımda kalmış ve bakım görmüştür.

TİBERİUS KAPISI

[Bir imparatorluk kapısı] Sütunlu Cadde yapıldığında, başına ve sonuna birer anıtsal kapı inşa edilir. İmparator Tiberius zamanında (MS 14-37) yapılmış olan bu kapılardan kuzeydekine ait taşlar kazılarda ele geçmiştir. Bu anıt Sagalassos’un en ince işçiliğe sahip yapılarından birisidir. Kapı yalnızca sembolik anlam taşır; kentin savunmasında bir rolü yoktur. Korint başlıklı sütunlar üzerinde yer alan Resim 8-9 Cadde kazılarında bulunmuş küçük heykeller. tanrı Apollo ve sağda tanrıça Hygieia. Heykeller, çok taş sırası (friz), zengin meyve kabartmalarıyla Solda, tanrılı dönem kapandıktan sonra ve kentin hakim dini bezelidir. Bu mimari süsleme İmparator Augustus’un Hıristiyanlıkken (MS 6. yüzyıl), caddede sütunlara yapılmış hakimiyetinde başlayan uzun barış dönemini, ‘altın konsollar üzerine konarak kullanılmıştır. yüzyıl’ı temsil eder.

Sütunlu Cadde’den kapıya basamaklarla çıkılır. Caddenin güney başındaki anıtsal kapının önünde de merdiven vardır. Yani bu önemli caddede tekerlekli araç işlememiştir. Sadece yaya ve yük hayvanı trafiğine açıktır. Sagalassos’taki sokakların çoğunda yokuş ve merdivenler yüzünden kağnı gibi tekerlekli araçlar değil, daha çok eşek ve katır gibi yük hayvanları kullanılmıştır.

Anıtsal kapı olasılıkla MS 500 civarında meydana gelmiş olan bir depremde yıkılır. Basamaklar da bu depremden sonra kabaca onarılır; hatta onarımda anıtsal kapıya ait taşlar kullanılır.

AŞAĞI AGORA [Kent meydanı]

Bu meydan, İmparator Augustus döneminde düzenlenmiştir (MÖ 27-MS 14). Aşağı Agora, Yukarı Agora’ya kıyasla daha ticari bir özelliğe sahiptir. Yine de, burada da pek çok onursal anıt ve heykel yer alır. Heykel kaidelerinden bazıları halen meydanın doğu Resim 10 Çeşmenin sırasında kenarında görülebilir. Agora’nın doğusu boyunca bir sütun sırası ve bunun ardında kazıları bulunmuş tanrıça bir seri dükkan yer almıştır. Benzer bir sütun sırası agoranın batı kenarı boyunca da Nike heykellerinden

biri. Heykeller Burdur Müzesi’nde sergilenmektedir.


26 yapılır, ama ilk başta bu tarafta dükkan yoktur. Meydanın iki yanındaki üstü çatı ile kapalı bu sütun sıraları (portikolar) yayaları güneşten ve yağıştan korur. MS 6. yüzyılın ortalarında Batı Portiko’nun içi küçük lokanta ve barlar yapmak üzere duvarlarla bölünür. Bu sırada Doğu Portiko’nun ardına ise büyük bir restoran kurulur; içinde bar, mutfak, depo ve bir yatak odası dahi vardır.

Bugün Agora’nın kuzeybatısında, anıtsal bir çeşmenin kalıntıları yer alır. Çeşmenin arka duvarında heykeller için yapılmış sekiz niş vardır. Özgün halinde ön cephesi boyunca kaideler üzerine konmuş bir sıra sütun bulunur. Arka duvardan akan kaynak suyu, önündeki uzun hazneye toplanır. Severuslar Dönemi başlarında çeşmenin sütunlar üzerinde kalan üst kısmı yenilenir. Kalıntılar arasında iki adet Nike heykeli de yer alır. Aslında bu, Agora’ya yapılmış ilk çeşme değildir. 40 cm arkasında, olasılıkla MS 80-100 arasında yapılmış daha erken bir çeşmenin duvarı yer alır. Milet ve Efes gibi Ege kentlerinden sadece on yıl sonra Sagalassos’ta ilk defa burada tuğla kaplı, iç dolgusu ‘Roma betonu’ duvar tekniği görülür. MS 120 civarında, Agora’nın kuzeydoğusu yeniden düzenlenir. Yukarıya çıkışa kavisli bir teras duvarı ve merdiven inşa edilir. Duvarın üzerinde Sagalassos’un başlıca tanrılarının kabartmaları bulunur. Herakles ve Ares kabartmaları, hala yerindedir. Diğer dört tanrının kabartmaları Burdur Müzesi koleksiyonundadır.

APOLLO KLARİOS TAPINAĞI

[Apollo’dan İmparator Augustus’a]

Resim 11 MS 103-104 civarındaki yenileme sonrası Apollo Klarios Tapınağının ön cephesinin restitüsyonu.

Kentin bu önemli noktasına İmparator Augustus zamanında (MÖ 27–MS 14), tanrı Apollo Klarios’a adanmış bir tapınak inşa edilir (Klarios, Efes yakınlarında bir kehanet mabedidir). Sütunlu Cadde’nin sonunda, Aşağı Agora’ya hakim bir tepeye kurulan İyonik düzendeki bu küçük tapınağın ilk halinde yalnızca ön ve arka cephelerinde yarım sütunlar vardır. Apollo aslında o zamana dek Sagalassos’un en önemli tanrılarından birisi değildir. Ama İmparator Augustus’un kendine en yakın bulduğu tanrıdır. Augustus, Apollo’nun kendisini seçtiğine ve koruduğuna inanır. Bu bakımdan, Sagalassos’taki Apollo tapınağı aynı zamanda Augustus’u onurlandırmak için de yapılmıştır.

İmparator Vespasianus’tan (MS 69-79) itibaren, tapınak resmi olarak imparatorluk kültüne hizmet verir. MS 103-104 yıllarında yapı yenilenir; dört kenarına İyonik düzende sütunlar yapılır (kısa kenarlara altı, uzun kenarlara 11 adet), içi mermer kaplanır. İmparatorluk kültünün Sagalassos’un imarı ve kalkınmasına önemli etkisi vardır. MS 2. yüzyılda Hadrian ve Antoninus Pius Tapınağı’nın yapımıyla, Apollo Tapınağı imparatorluk kültünde ikinci derece bir role düşer. MS 400 civarına gelindiğinde artık kullanımdan çıkar. Pagan (çok tanrılı) inancının yerini Hıristiyanlığın almasıyla, MS 450’de bir bazilikaya (kilise) dönüştürülür. Kilisenin yapımında tapınağın taşları yeniden kullanılır. MS 10.-13. yüzyıllar arasında kilisenin etrafında bir Hıristiyan mezarlığı gelişir. Kilise işlevini yitirdikten sonra içine uzun süre çöp yığıldığı kazılardan anlaşılmıştır.

Resim 12 Eski hamamın, uçları apsisli (yarım daire formunda) duvarları; duvar örgüsünde çok kenarlı taşlar kullanılmıştır. MS 10-30 yıllarına tarihlenir.


27

SAGALASSOS’UN İLK HAMAMI [İtalyan usulü bir hamam]

Sagalassos’ta İmparator Augustus döneminde bir hamam yapılır (MS 10-MS 30). Bu hamam Anadolu’da bilinen Roma tarzı hamamların en eskisidir. Daha sonra, MS 2. yüzyılda bu ilk hamamın üzerine bugün görülen devasa hamam kompleksi inşa edilir. Roma Hamamı kazılarında, bu ilk hamama ait bazı duvarlar da açığa çıkmıştır.

İlk hamam birbirine paralel, sıcaklık, ılıklık ve soğukluk salonlarına sahiptir. Uçları apsisli (yarım daire biçimli) yanyana dikdörtgen salonlardan oluşan bu tür hamamların örnekleri İtalya’nın Campania bölgesindeki Pompei kentinde vardır. Sagalassos’ta böyle İtalyan tipi bir hamamın neden inşa edildiği, belki İmparator Augustus zamanında yöreye yerleştirilen güney İtalyalı savaş gazilerinin etkisiyle açıklanabilir.

HADRİAN ÇEŞMESİ [Edikula Mimarisi]

Resim 13 MS 129-132 yıllarında inşa edilmiş Hadrian Çeşmesi’nin restitüsyonu.

Aşağı Agora’nın hemen yukarısında yer alan Hadrian Çeşmesi, MS 129-132 yıllarında inşa edilir. Sekiz basamak, sizi bu anıtsal çeşmenin haznesine ulaştırır. Haznenin ardında, anıtın arka duvarı kısmen ayaktadır. Bu çeşme Sagalassos’un yegane iki katlı anıtsal çeşmesidir; özgün yüksekliği yaklaşık 17 metredir. Hem çeşme olarak işlevseldir, hem de bir prestij binasıdır. Anıt sütunlu caddenin tam aksında yer alır; kente girenlerin çeşmenin üst katını sütunlu caddeden görebilecekleri şekilde yapılmıştır.

Hadrian Çeşmesi Sagalassos’un ilk Roma şövalyesi Tiberius Claudius Piso’nun ölümünden sonra, vasiyeti üzerine yaptırılır. Piso, anıtı İmparator Hadrian’a ithaf eder. Roma İmparatorluğuna bağlı Sagalassos benzeri eyalet kentlerinde, şehrin ileri gelenleri ve hayırseverleri imparatorlara ithaf edilmiş pek çok büyük, küçük anıt yaptırarak ‘Roma’ya yakınlıklarını göstermek istemişlerdir. Bu yapı ‘edikula mimarisi’nin bir örneğidir. Bu tür yapılar aslında bir arka duvar üzerine ve önüne yapılan düzenlemelerden oluşur. Duvarın içinde nişler yer alır; önünde, ileri çıkan podyumlar ve kaideler üstünde bir veya iki çift sütun dizilidir. Podyum üzerinde yükselen ve kendi çatısını taşıyan bu sütun gruplarına ‘edikula’ denir. Hem nişlerin içine, hem de sütunlar arasına heykeller yerleştirilir. Bu anıtta orta nişte, üç metre yüksekliğinde devasa bir Apollo heykeli yer almıştır. Çeşme Apollo Klarios Tapınağı’na çok yakındır ve aynı zamanda bu tanrıya da ithaf edilmiştir.

Apollo heykelinin üzerindeki nişte altın kaplı bronz bir Hadrian heykeli yer almış olmalıdır. Hadrian heykelinin iki yanında, anıtı yaptıran Piso’nun kendi heykelleri konmuştur. Ayrıca Piso’nun vasiyetini yerine getiren mirasçılarının ve tanrı ve yarıtanrı mitolojik varlıkların da heykellerine anıtta yer verilmiştir. Anıtın podyumu üzerindeki yarım kaidelerde dokuz ‘müz’den (su perisi) altısının kabartması görülür. Anıtın heykellerinin üstün yontu işçiliği üç ayrı heykel atölyesinin eseridir. Bu iki katlı çeşme olasılıkla MS 500’den hemen sonra yıkılmış ve bir daha onarılmamıştır.

Resim 14 Apollo’nun 4,5 ton ağırlığında devasa heykeli çeşmenin aşağı katında merkez nişte yer almıştır. Kazılarda pek çok parçaya kırılmış olarak ele geçmiştir. Onarılmış heykel bugün Burdur Müzesi’nde sergilenmektedir.


28

YUKARI AGORA

[Politik merkez, heykel galerisi ve pazaryeri] Hellenistik Dönem’de bu meydan kentin politik merkezidir. Kentin erkekleri politika konuşmak üzere burada toplanır. Kent meclis binası da bu nedenle Yukarı Agora’ya hakim bir konuma inşa edilir. İmparator Augustus zamanında meydan yeniden düzenlenir ve taş döşenir. O dönemden itibaren agoranın üç tarafı sütunlu galerilerle (portiko) çevrilidir. Bu kentsel düzenleme, kentin seçkinleri tarafından yaptırılır. Meydanın dört köşesine, Sagalassos’un bu dört önemli kişisinin bronz heykelini taşıyan yaklaşık 14 metrelik birer onursal sütun inşa edilir. Bu yüksek tek sütunlar kentin her yerinden görülmek üzere yapılır. Kazılar sonrasında kuzey köşelerdeki iki sütun yeniden ayağa kaldırılmıştır. Yazıtlarından, kuzeybatı ve güneybatıdaki iki sütunun Eilagoas ve Krateros adlı Sagalassoslu iki kardeşe ithaf edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Roma idaresi, imparatorluğa bağlı eyalet kentlerinde ileri gelen ailelerin şehrin imarına yatırım yapmasını bekler. Kenti altyapı ve anıtlarla donatanlar bunun karşılığında Roma Vatandaşlığı kazanır. Bazıları şövalye ünvanı alır, hatta senatör olur. Bu sayede bazı aileler Sagalassos’ta kentin yönetimini ele geçirip ve bunu kuşaklar boyu sürdürmüşlerdir. M.S. 1. yüzyıldan itibaren bu meydan giderek onursal anıtlarla dolmaya başlar. İmparatorlar, valiler ve yerel seçkinler için yapılmış heykel kaideleri, yazıtlar ve küçük anıtlarla agora adeta bir galeriye dönüşür. MS 500 civarında meydana gelen depremde bunların çoğu devrilir. M.S. 6. yüzyılda kent halkı meydana yeniden sahip çıkar. Taş heykeller yakılarak kireç yapılır, metal olanlar eritilir. Heykel kaideleri kaldırılır veya başka yerlerde kullanılır. Kullanıma açılan meydanda pazar yerleri belirlenir ve agora politik kimliğinden çıkıp bir pazar yerine dönüşür. Bugün halen agoranın zemininde, döşeme taşları üzerinde satış tezgahlarının ayakları için açılmış yuvalar ve kişilere verilmiş tezgah yeri yazıtları görülebilmektedir.

ANTONİNLER ÇEŞMESİ

[Zengin bir çeşme, süslemeler, heykeller] MS 160-180 yıllarında Yukarı Agora’nın kuzeyine görkemli bir çeşme inşa edilir. Yapımında yedi farklı renkli taş kullanılmış olan çeşme zengin şekilde bezelidir. Anıtsal çeşme, Yukarı Agora’nın kuzeyi boyunca uzanan teras duvarın önüne, Augustus döneminde yer almış bir başka basit çeşmenin yerine inşa edilir.

Tek katlı çeşme 28 metre uzunluğunda ve yaklaşık 9 Resim 15 Çeşmenin iki ucundaki alınlıklarında sarmal metre yüksekliğindedir. Her iki ucunda dışarıya edikulaların süsler kullanılmıştır. Diğer alınlıklar doğru çıkıntı yapan sütunlu birer podyum (edikula) yarım daire veya üçgen biçimlidir. yer alır. İki dış edikula arasında, cephe boyunca dört Ortalarında Medusa başı kabartmaları Resim 16 Yedi farklı taştan yapılmış Antoninler Çeşmesi’nin suyu 2010 adet daha edikula vardır. Su merkez nişte bulunan Claudius Kemeri’nin özgün taşların yerleri belirlenerek yapılmış Ağustos’undan beri tekrar 4,5 metre yüksekteki şelaleden akar ve önündeki 81 restitüsyon çizimleri. çağlayarak akmaktadır. Bu anıtta su, mimari bezemenin bir parçası olarak metreküp kapasiteye sahip havuzu doldurur. 1998kullanılmıştır. Haznede toplanan su, 2010 yılları arasında onarılarak ayağa kaldırılmış ve kaynak suyu çeşmenin görkemli cephesini ve yeniden bağlanarak, özgün işlevine de kavuşmuştur. Kazılar sırasında heykellerini yansıtır. çeşmenin haznesi içinde bulunmuş heykellerin döküm kopyaları restore edilen anıta 2011 yılında konulmuştur. Heykellerin asılları Burdur Müzesi’nde sergilenmektedir. Büyük olasılıkla bu çeşmeyi yaptıran, Sagalassos’un en önemli hayırseveri,


29 Titus Flavius Severianus Neon ve eşidir. Neon, Sagalassos’un en önemli sülalesine mensuptur; bu aile kentteki nüfuz ve önemini yüzyıllar boyu korur. Sagalassos’ta Neon için yaptırılmış çok sayıda onursal anıt yer alır. Arkeologlar bugüne kadar kendisinin heykelini taşımış bir düzineden fazla kaide bulmuştur. Bunlardan bazıları ölümünden çok sonra yaptırılmıştır. Antoninler Çeşmesi MS 500’den sonra onarılır ve bu sırada Neon’un ailesine ait, kentin başka yerlerden gelen heykel kaideleri çeşmenin içine ve en üstüne yerleştirilir. Kaidelerdeki yazıtlarda isimler halen okunmaktadır. Böylece son kullanım evresinde çeşme bir aile anıtına dönüşür. Sagalassos’taki pek çok başka anıt gibi, çeşme zengin şekilde süslenmiştir. Anıtlarda süsleme kullanımı İmparator Augustus döneminden başlar; onun devrinde başlayan barış ve refah yıllarını ‘altın çağı’ simgelemek için kullanılır.

Bu çeşmede süsleme hem ‘su’ temasını işler, hem de şarap ve keyif tanrısı Dionysos kültünün simgelerini kullanır. Dionysos kültü ile ilgili olarak, tiyatro maskeleri, üzümler ve sarhoş edici bitkiler kabartma olarak yer alır. Çeşmenin iki başında yer alan, devasa heykeller ‘sarhoş Dionysos ve ona destek olan Satyr’ grubudur. Bunlar Afrodisias kentinde yapılmış çok pahalı eserlerdir ve en başından beri çeşmede yer almış heykellerdir.

Resim 17 Bir Satyr’e yaslanmış sarhoş Dionysos heykeli. Çeşmenin iki ucunda yer alan birbirinin neredeyse aynı iki heykel grubundan biraz daha küçük olanıdır. Anıtta en sol uçta yer alır. Bu heykel grubu teması, Sagalassos kent sikkelerinde, yerel üretim seramik kaplarda ve pişmiş toprak heykelciklerde de kullanılmıştır.

Arkeologların çeşmenin haznesi içinde buldukları diğer heykeller, anıta 4. ve 5. yüzyıllarda kentin başka alanlarından getirilip yerleştirilir. Bunlar soldan başlayarak Nemesis, Apollo, Asklepios ve Koronis heykelleridir. Hıristiyanlık döneminde, çok tanrılı dinin simgesi oldukları için bu heykeller Hıristiyanlar tarafından kırılıp çeşmenin haznesine atılır. Yalnızca adalet ve intikam tanrıçası Nemesis ellenmez; bu heykel 600-620 yılları arasında gerçekleşen ağır depremde kendisi yıkılır. Çeşmede kopyaları yer alan heykellerin asılları Burdur Müzesi’nde sergilenmektedir.

BOULEUTERİON

[Seçilmişlerin meclisi]

Resim 18 Çeşmeye MS 4-5. yüzyılda getirilmiş Nemesis heykeli aslında büyük olasılıkla Tiyatro’nun sahne cephesine aittir. MS 180 civarında Afrodisyas mermerinden yontulmuştur. Heykelin aslı Burdur Müzesi’nde sergilenmektedir.

Kent meclisi binası MÖ 100’den hemen sonra inşa edilir. Yukarı Agora’nın batısında yer alan doğal bir teras üzerine kurulur ve önünde (kuzeyinde) bir avlu yer alır. Bu bina, o dönemde Sagalassos’ta seçimle gelen bir kent meclisi (boulè) olduğunun kanıtıdır. Sagalassos olasılıkla çok daha erkenden, MÖ 4. yüzyıldan itibaren bir kent (polis) niteliğine sahiptir.

Resim 19 Bouleuterion’un ve kuzeyindeki (resimde sağ üstte) avlusunun hava fotoğrafı. bu avluya MS 5. yüzyılda bir kilise inşa edilir.

Antik Grek modeli kentlerde olduğu gibi seçilmiş vekiller ve değişen hakimler tarafından yönetilir; hatta yazıtlardan bildiğimiz yazılı kanunları vardır. Roma Dönemi’ne gelindiğinde, kentin yönetimine Sagalassos’un ileri gelen, seçkin kimseleri hakim olur. Demokrasi yerini oligarşiye bırakır.


30 Bouleuterion’un Sagalassoslular için anlamı büyüktür. Kentin yukarı kısmına daha sonra inşa edilen başka yapı ve anıtlar, meclis binasının yerleşim yönünde kurulur. Kireçtaşından yapılmış anıtın kendisi oldukça sadedir. İçinde 220 meclis üyesi için oturma yeri bulunur. Binanın dışında yer alan frizde askeri temalı kabartamalar ve savaş tanrıları Ares ve Athena’nın büstleri yer alır. Sagalassoslular bu askeri süslemeyle, güçlü savaşçı kimliklerini göstermek ister. Binada kullanılmış Korint düzende yarım sütun başlıkları kazılarda ele geçmiştir. Bu mimari bezeme o zaman Pisidya bölgesi için oldukça yeni bir tarzdır. MS 200’den itibaren, meclis salonu olarak bu bina değil, olasılıkla Odeon (kapalı tiyatro) kullanılmıştır.

YENİ BİR KİTAPLIK [Neon Kütüphanesi]

Sagalassos’ta kentin ileri gelenlerinin yaptırdığı pek çok anıt vardır. MS 120 civarında inşa edilmiş kütüphane de bu yapılardan biridir. Kentin seçkinleri, bu tür anıtlarla hem kendi zenginliklerini göstermek, hem de geriye eserler bırakmak istemişlerdir.

Kütüphaneyi Titus Flavius Severianus Neon, ölen babası için yaptırır. Neon, Sagalassos’un en önemli ailelerinden birinden gelir ve Sagalassos’un başlıca hayırseveri, aynı zamanda kentin oyunlarının (spor ve eğlence) da hamisi ve sponsorudur. Kütüphane pek çok bakımdan Efes’te yer alan Celsus Kütüphanesi’ne benzer. MS 114-117 yıllarına yapılmış olan Efes’teki kütüphane de bir oğul tarafından ölen babasına ithafen inşa edilmiştir. İki kütüphanenin mimarileri de benzerlik gösterir.

Resim 20 İlk yapıldığında kütüphanenin içini gösteren tahmini restitüsyon.

Resim 21 Çatı açıklığını küçülten onarımdan sonra iç mekanı gösteren restitüsyon.

Neon Kütüphanesi’nin bugünkü halinde, yalnızca arka duvarın alt kısmı, özgün yapım evresine aittir. Bu taş podyumda küçük heykeller için nişler ve üzerinde bir sıra yazıt yer alır. Yazıtlarda, kent konseyi ve halk konseyi Neon’u ve onun ailesinden önemli kişileri onurlandırır. Kütüphane yüzyıllar içinde çeşitli değişiklikler geçirir. Arka duvarda taş podyum üzerinde yer alan tuğla duvar, ikinci yapım evresine (MS 200 civarı) aittir. Binanın çatısı yapısal sorunlar gösterdiği için MS 200’de salon küçültülür. Bugün görülen yan duvarlar bu onarıma aittir. Yerde görülen siyah beyaz mozaik döşeme ise ikinci bir onarım evresine aittir; İmparator Julianus zamanına tarihlenir (MS 361-363). Mozaik tabanın ortasında, bugün bozulmuş durumdaki panelde Truva Savaşı destanından bir sahne yer alır. Panelde, Achilles Truva Savaşı’na gitmek üzere Yunanistan’dan ayrılırken annesi Thetis’e veda eder. MS 4. yüzyılın sonuna doğru Hıristiyanlar tarafından çok tanrılı kültürün sembolü kütüphane ve yine o kültüre ait bir destanı anlatan mozaik panel tahrip edilir. Tabanda görülen yarıklar ise antik kentten geçen fay hattının MS 610 civarında yarattığı depremin izleridir.


31

TİYATRO

[Manzaralı bir sahne] “Yükselen tepenin yamacında, bugüne dek gördüğüm veya duyduğum tiyatroların en zarifi ve en güzeli yer alır…” Sagalassos’un erken ziyaretçilerinden Charles Fellows yazdığı ‘1839 Küçük Asya’da bir Seyahatin Güncesi’nde Sagalassos tiyatrosunu bu şekilde tasvir eder. Tiyatro’nun iyi korunmuş durumu, konumu ve İskender Tepesi’ne doğru sunduğu manzara etkileyicidir.

Resim 22 Sagalassos Tiyatrosu’nun 28 Nisan 1907’de Gertrude Bell tarafından çekilmiş bir fotoğrafı. İlerideki zirve Düzen Tepe’nin akropolü Zincirli Tepe’dir.

Resim 23 Bugün Sagalassos Tiyatrosu Anadolu’nun en etkileyici antik harabelerinden birisidir. İskender Tepesi sahne binasının tam arkasında kalır.

Tiyatro’nun yapımına olasılıkla MS 120 civarında başlanır. Bu dönemde İmparator Hadrian, Sagalassos kentini Pisidya bölgesinin imparatorluk kült merkezi ilan eder. Bu da Sagalassos’ta her sene tüm Pisidya halkı için kutlamalar düzenlenmesini gerektirir; hemen ardından kentte buna uygun yapılar inşa edilmeye başlanır. Bölgenin kült kutlamalarına ev sahipliği yapabilmek için, Sagalassos’un kendi nüfusu en fazla 5000 iken, tiyatrosu yaklaşık 9000 izleyici kapasitesinde inşa edilir. Ancak Tiyatro’nun yapımı, olasılıkla para sıkıntısı nedeniyle MS 180-190 civarında durur. Sagalassos kenti o yıllarda bu tür anıtlara fazlasıyla para harcamış olmalıdır. Bu nedenle sahne binası iki değil, tek katlıdır. Güneybatı girişin üzerinde devam etmesi gereken oturma sıraları ise yapılmamıştır. 2011’de burada yer alan daha eski bir tiyatroya ait oturma sıraları tespit edilmiştir.

Tiyatro’nun izleyicilerin kolay giriş çıkışını sağlayan üzeri tonozlu koridoru ve çıkışları (vomitoria) da korunmuş durumdadır. Arkeologlar tiyatroda gladyatör ve hayvan avları kabartmaları bulmuşlardır. Gösterilerin yanı sıra burada gladyatör dövüşleri de sahnelenmiş olmalıdır. Bu gösterilerle yöneticiler halkın sempatisini kazanmayı hedeflemişlerdir.

KAYNAKÇA

Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı. (2004). Sagalassos Ziyaretçi Kılavuzu [Broşür]. Waelkens, M: Yazar.


YAZARLAR

Merve BOLAT Hitit Üniversitesi Arkeoloji Lisans Öğrencisi mervebolat943@gmail.com

Ercan BAY Hitit Üniversitesi Arkeoloji Lisans Öğrencisi ercn.bay47@gmail.com

Sezer DÜNDAR Hitit Üniversitesi Arkeoloji Lisans Öğrencisi szr.dndr@yahoo.com

Melis Aleyna SAHAN

(Misafir Yazar)

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sanat Tarihi Lisans Öğrencisi melisaleynasahan@gmail.com

Ayşenur ALTUN Sakarya Üniversitesi Sanat Tarihi Lisans Mezunu aysnraltn5@gmail.com

Siz de “Yazar” olmak istiyorsanız arkeohitit@hotmail.com e‐posta adresine yazılarınızı gönderebilirsiniz.

(Misafir Yazar)


KÜTÜPHANEMİZDEN KİTAP ÖNERİLERİ

Temel Sualtı Arkeolojisi Hakan Öniz Arkeoloji ve Sanat Yayınları 2009 Yer Bilgisi Hitit Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Kitap Salonu CC 77 O55T46

Müzebilimin ABC’si Haz. Nevra Ertürk & Hanzade Uralman Ege Yayınları 2012

Yer Bilgisi Hitit Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Kitap Salonu AM 79.T9 M89

Mimarlığın Klasik Dili John Summerson Homer Kitabevi 2005

Yer Bilgisi Hitit Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Kitap Salonu NA 31 S86M56


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.