TİKE ŞİİRADAMI
MEHMET KOÇ
ÖNSÖZ Unuttuğumuz o kadar çok şey vardır ki, zaman zaman hatırladığımızda kendimize şaşırırız. Yaşanmışlıkların bizde bıraktığı izler, acısıyla tatlısıyla bize hep bir şeyler katar. Tüm bunlara rağmen, unuttuğumuz, unutmak istediğimiz yaşanmışlıklarımız vardır. İstemli ya da istemsiz hatırlamamayı seçeriz ama bir gün yine karşımıza çıkıverir bazı anılar. Sadece eskisi kadar acıtmazlar. İyi, güzel, çirkin, acı ne varsa “bize” dair, mısralara doluşur kimi zaman. Belki bir güzelliği hatırlatarak gülümsetir, belki de bir acının izlerini ortaya çıkartır, ağlatır. Bu noktada şiir’in gizemli gücü etkisi altına almıştır bizi. Geçmiş çizgimiz ne kadar gerilerde kalmış olsa da, yansıma ya da yanılsamayla şiir dizelerinde canlanıverir. Bir tutam yürek yangınından arta kalan, dile düşmüş sözcüklerle derlenmiş bu şiirler, sizlere ufak bir macera yaşatırlar umarım. Şiiradamı Mehmet Koç
SANAYİ ÇOCUKLARI elleri kirli, yüzleri kirli çocuklar tanıdım şehir sanayisinde, tamirci yanında soğuk demircide, kaportacıda, karosercide Egsozcuda, marangozda, matbaada yırtık pabuçlarına dolarken kar suyu yüzlerinde doğum sancısı gibi gülümsemeleri delik ceplerine doldurulmuş yaşamları vardı. sofraya konan çorbada tuzları, her lokmada alın terleri, bir de bilgelikleri mevsimine göre oynanan oyunlarda varsın uçurtması olmasındı kız kardeşinin yeni mintanı vardı ya Annesinin yeni yazması ne hoş olmuştu eskisinde bin yama pare pare yüreği gibi ağırdı sanayi çocuğu olmak, çalışmak dükkanı süpürmek, toz kaldırmamak müşteriye çay getirmek, tabure çekmek sabah uykularını yastık kılıfına tıkıp kırpık gözlerle, gecenin sarhoşu yollara düşmek varoşun çocukları, kentin avmleri gibi yürek taşır ağlamayı bilmez, ayıptır, adama yakışmaz küçük bedenlerinde bir devdir onlar hata yapmaya görsün, ustanın şamarı ensede şimşek çakar, yer yerinden oynar yine de en büyük mutluluktu o ustadan üç beş kuruş tayin paras haftalığı almak kirli çocuklar tanıdım yürekleri par-ı pak o kirli yüzler vatanın yarınlarını aydınlatacak.
YENİ YIL(D)IM sorgusuz sualsiz geçiyor ya zaman takvim yaprakları hiç aldırmıyor ya sana belirsiz bir sona, karşı konulmaz şekilde, biteviye çekiliyorsun ya; Ve yalnızlığın bir kat daha artıyor aynalarla arandaki mesafe büyüyor saçlarındaki beyazlar daha bir gözüne batıyor hissediyorsun, omuzlarından bedenine hunharca akıp gelen yorgunluğu insan yüzlerine yabancılaşıyorsun gülüşlerin daha derinlere itiliyor kalemin geçmişe yöneliyor her şeye rağmen yaşam diyorsun ya her günü yeni bir beyaz sayfa gibi görüyorsun aklına hep eksik eski dostlar yaşanmışlıklar takılıyor durmadan çevrendeki cıvıltılı coşku çekmiyor ilgini daha çok kendine dönüyorsun, soğukta olsa, evinde olmayı istiyorsun. Dün bebek dediklerin, bugün yaşamı yazıyor sözcüklerinin havada yitişini izliyorsun denize yabancılaşıyor, çekip gitmek istiyorsun bir planın var ama nereye nasıl bilmiyorsun yeniden yalnızlığını hissediyorsun derinden diline çentik atıyor, eskiye ait keşkeler. sana inat bir yeni yıl geliyor, kim olduğunu bilmiyor ne olduğunu bilmeden herkes sana iyi şeyler diliyor.
PROMETHEUS’UN OTAĞI ne kaygılı bir yersin sen dünya açınla tokun, bir kurnadan su içiyor ve tanrılar izliyor hepsini üç tanrı parasına aldıkları biletle çocuklara kıyılıyor, dondurmalar yeniyor balonlar uçuruluyor kimsesiz bir mutluluk yol kenarına düşüyor suskunluğunu bozuyor melekler şimdi insan beyni savaş meydanı tanrılar ve melekler düşmüş birbirine cennetle avutuluyor uyuşuk dudaklar bir cenin deveye hendek atlatıyor bir hendek deveyi yutuyor ne keşmekeş bir yersin sen dünya planı neydi seni yaratanın acaba kuşkuya müşkülpesent kargalar suya doymuş çiçekler güneş niye eskisi gibi parlamıyor bırakın yaralarımdan sızan kanı tutabilir misiniz hayatımdan akan ânı kırmızı kar yağıyor görüyor musunuz kollarımda can veriyor prematüreler ağlamak yersiz yurtsuz bir eylem melekler tanrılarla barışıyor insan yine kendi vahşetine batıyor felsefenin imanına teslim bir yaşam benimkisi.
ZAMAN küf kokusu sarmış her yanını güneşin kızıllığına bulanan denizler bile inkarında sokaklar kaldırımlar evler eller ayaklar yüzler geçmiş yatıyor mezarlıklarda sen en acımasız azrail silkiniyor koca çınar varlığına meydan okuyarak kaplumbağalara hapsoluyorsun ağır aksak akarak ölü nehirlerde avuçlarıma doluyorsun bir zaman ve bekliyorum kaleminden yaşamıma düşecek son aciz noktayı bir kız çocuğu doğuyor avuçlarına bir dam düşüyor acımasız ağına dokları saran kekri koku gibi doluyorsun iskeletin göz yuvarlarına bıçak işlemez, kurşun geçirmez tik takların çığlığında resmi geçidin zaman, ne bıaktın kendimi seveyim ne de bıraktın senden nefret edeyim şimdi seni nefesimde sayıyorum mevsimlerini bile önemsemiyorum kız çocuğu büyüyor ben ölüyorum sen, yine kendi tünelinde esiyorsun.
ÖZGÜRLÜĞÜN MİLİTANI öldüğümü anımsıyorum bir sokak çatışmasında sloganlar dökülürken ağzımdan faşist bir kurşun parçalamıştı ciğerlerimi senin acıttığın kadar acıtmadı canımı ama kesti hayatla bütün bağlarımı öldüğümü anımsıyorum bir sokak arasında resmiyeti gizli resmi kıyafetli militanlarca özgürlüğe giden yolda özgür adımlar adına yüreklerimizi cesurca koyduğumuzda ortaya bir sen, bir kurşun içimde hissettiğin ince sızım.
UÇ KUŞUM sonuncuydu bu ilk olan habersiz birbirinden suskun kuşlar tünedi bulutlar tümden küstü sokaklara vurduk yüklemleri harf harf bir yoksulluktu açtık ama aşıktıkta tüm sefiliğiyle yaşadık kötü kokarak seviştik seviştikçe durulaştık başka bir kavgaydı bu insan olarak insan yaratmak sonra avuçlarımız terledi fırtınalar gizlenmişti içlerine kent bizi safra sanıyordu okuduğumuz romanların hiçbir karakteri biz değildik kimsesizliğe öykündük kimsesizleri anlamak adına canımızı yaktık van’ımızda yananlar için gözyaşlarımız bir aktı sırılsıklam olduk ihanetin vahasında uç şimdi kuşum, özgürlüğün sinesi seni bekliyor üç kırık kalem, gidişine coşkulu yaslar döşeniyor.
MİLİTAN ACILAR bir şey söyleme, öylece dur yanımda gitmek zor değil, zorunda değilsin karanlığımda kaybolmaya terketme acımı anlatacak cümle yok dilimde susalım birlikte ve sessizliğimize dalalım kurudukça dudaklarımız şarapla ıslatalım bitmesin bizsizliğin hazin şarkısı tam güneş doğarken sevişelim son kez buluşsun çıplaklıkta tenlerimiz sonra... sonra çek hançerini ve sök yüreğimi kapıya aldanma gıcırtısı sana ağlayışı değildir usulca arala, adımlayarak çık dışarıya ben suskunluğuna bulanmış halde kalayım masallar artık mutlu bitmiyor be sevgili tavşanın deliğinde militan acılar dolanıyor.
ÇALINAN MUTLULUK boşalttığım kaçıncı bira bilmiyorum yalnızım sanıyordum meğerse değilmişim etrafımda sayısız boş şişe ve ben gecenin hazin yolculuğundan çıkmışız, mahmuruz. Bir kahve olsa diyoruz boşluklarımızla onlar gibi benim de içim bomboş sanki gözlerim yanıyor, dilim pörsümüş bir et parçası darmadağın saçlarımla aynalar bile ürkmekte dağınık yataktan ayaklarım yere değiyor sigaram dudaklarımla ateşli öpüşlerde bir derin nefes alıyorum, dumanda boğuluyorum pencereden görünen manzara iğrenç ne bu her yerde mutlu insanlar dolaşıyor belediyeler de işini yapmıyor artık yasallaşmış mutsuzluğa rahmen mutluluk asın o suratları bulduğunuz boş meydanlara giydiğiniz tek pardesünüz yalnızlığınız olsun. insanlık bensem, ben mutsuzsam varlığınızla sizin mutluluğa hakkınız yok çaldığınız mutluluğumla.
KAVGAMIN GÜZELLİĞİ çirkinleştiğim her kavgadan sonra öpüşlerinle güzelleştirirdin sonra fütursuz bir yağmur başlardı bulutlar mıydı, gözlerim miydi yağmurun müsebbibi, bilemedim damlalar düşer, biz el ele yürürdük sabahı geceye kadar tatlandırır keyifle içerdik, kendimizden geçerdik. toplumcu bir aşktı bizimkisi topyekün kendimiz gibi sevdik diğerlerini diğerleri oldu en masum sevdalılığımız ve diğer türlü sevişirdik seninle kimsenin bilmediği karanlık akşamlarda birileri kan kusarken sloganlarımız susardı bir yerimizden yara alırdık yar uğruna yar hangimizdik, sen mi, ben mi, halkımız mı?
DÜŞ TRENLERİ trenler vardı oysa iç dünyamıza yol alan kaçırdığımız istasyonlarda molalayan bir düş boyu uzağındaydık birbirimizin kendi yazarını arayan hikayelerimizin kışlık kıran fırtınalar geçirdik tren camında unutulmuş çocukluğumuzda renkli özlemlerden yapılmıştı kolyelerimiz kuşlara inat uçmaya zorlardık kendimizi anlaşılmak gibi bir derdimiz olmazdı hep döndüğümüz unutulmuş çocukluklarımızda kaç ülke geçerdik hasada durmuş hazanlarda karma karışık karabasanları dağıtırdık bir kahraman edasıyla sabahlara çıkardık iç dünyamızın kara trenlerinde seyr-ü seferimiz kendimizden mütevellid naif düşlerimiz.
BÜYÜMEDİM BABA Ben daha büyümedim baba sevgiye öyle muhtacım ki bir gülen yüz çalıyor kalbimi acımasızlığın ortasındayım yapayalnız, çırılçıplak, korumasız. Hayat üstüme geliyor, insanlar ne korkunç delik sandalla deniz ortasındayım. Ellerini uzat baba, güvensizliğimi silip at batmayan güneşlerin yakıcılığındayım Ayaklarım kanıyor, kanım akmıyor kuzgunlar dönüyor tepemde ve ben serseri yaralı bir serçe gibi gözlerindeyim ağır uğultulu uykular sarıyor gözlerimi ve yumuşak bir dizde sıcak bir el özlemi
susuzum baba, bir damla sevgi için şimdi koşmak zamanı biliyorum lakin koşamıyorum, dizlerim yaralı ayaklarım yaralı, sırtımda sırma saplı hançerler Etlerim soyuluyor kemiklerimden yaşamak ağır bir ağrı gibi omuzlarımda kamburumda ilahi adaletin adaletsizliğiyle Ölümüm elinden olsun istedim baba beni dünya cehennemine mahkum eden sürtük bir hayatın neferi olmaktansa müphem bir cezanın mahkumu olayım Yabanın yerine konmasın aciz cesedim naaşım yunmasın, namazım kılınmasın sırma saçlı anamın sinesine gömüleyim şiirlerimi doldurun koynuma hissettirmeden soğuk bakışların tabutum olsun baba-m mezar taşı icat edilmişse eğer üzerinde çağ atlamış çocukluğumun yanağındaki kızarıklık anlatsın acıklı yitik sübyan çağlarımı ve baba sakın yüzüne hüzün düşürme toprağımda bir şiir kitabında iki sayfa arasına defnedin gitsin.
AŞKIN BOLEROSU Boleroları öğrenirken öğrendim dudaklarında dans etmenin büyüsünü. her ritmde sekmekti öpüşlerim kentin sokaklarında tek başıma basit sözcüklerle sarmaş dolaş her hüznü sevince çevirmekti Yıkıl şimdi kollarıma olanca vefasızlığınla yağmurlar yıkasın yüzüne bulaşan nefretini.
KESKİN Sustun, sadece sustun Bunu hep yaptın sen Susuşların kimi zaman Kaçamak noktandı Kimi zaman da, en keskin yanıtın... Oysa, konuşsaydın, her cümlede gizli ne gezegenler keşfedecektik.
RAKININ BÜYÜSÜ Rakı içmek, Sevdiğin bir kadınla sevişmek gibidir. Önce küçük yudumlarla başlarsın; Sonra yudumlar büyür ama Yutkunma yavaşlar...şiiradamı Mevsimler Gibi Kadınlar Kadınlar sevdim, bahardılar; Gönlümde çiçeklerle açtılar. Kadınlar sevdim kıştılar; Kar tufan estirdiler yüreğimde. Kadınlar sevdim hazandılar; Sarı sırma yapraklar döktürdüler. Kadınlar sevdim yazdılar; Hikayelerimin kahramanı oldular.
ŞAİRİN İDAMI Her şair kendi idamını yazar aslında tarihine Kalemine kan düşer iktidarın kazanından Kemirir cehalet körpe beyinleri Tarih yandaşların egolarını okşar Şair kurban şeçilir isyanın bayrağında Milletin şiarıdır, geçmişin hafızasıdır Keskin palalarla ağırca kazınır Nehirler kusar, dağlar haykırır Bir cenin düşer vatanın rahmine Şair kör pusulanın yitik yönünde kalır. Bir şair ağlar, millet susar, millilik düşer vasiyeti seneden seneye geçer Haykırmak zamanıdır ey halkım Toprağın bağrını yırtmak tırnaklarınla Bir şair ölür bütün sehpalar idam olur.
HINZIR herkes gider sen kalırsın suskunluğumun arkasında yüzünde çocuksu, hınzır gülümsemeyle yalnızlığım. kentin sokaklarını arşınlar bakışlarım, yağmur taneleri peşi sıra deli maceraya atılırım. körkütük sana kesildiğim anlarda, bir çığlıktır terkedilişlerim, patlar kulak zarımda. irkilerek uyanırım intihar uykularından ve karşımda yine sen; yalnızlığım...
ASİ İSYAN
vuruyorum sensizliği gecenin gizemiyle gözlerinin ortasından. seni alan karanlığı siliyorum dünyadan gözler artık karanlığa gömülmeyecek benki ayrılıkların yıkamadığı sevda yıldızlarının amansız fedaisi gömeceğim artık ayrılıkları geceyle aynı mezara kimse ağlamayacak sevdiğinin ardından kimsenin dili yanmayacak sonuna nokta konmamış aşklardan. ve kimse umursamayacak gündüzlerinde geceleri
KALDIRIMLAR ah şu kaldırımlar, dedikoducular riyakar taşların toplamı vurdum duymaz adımlar bencil gidişlerin yönünde her biri günün sırat köprüsüdür
ÖĞRETİ Bil ki sen yediğin her darbede biraz daha insanlaşacaksın daha dik durmayı öğrenecek diğerlerine güvenini yitireceksin Bileceksin, kurtlar sofrasında ya yenilen, ya yiyen olursun.
PARANTEZ ne zaman gözlerim dalsa yaprağa düşen çiğ gibi düşüveriyorsun düşümün kıyısına ve tutup zamanı hançer gibi saplayasım geliyor yüreğime. (sabaha selam verdiğin yerde, kızıl bir sızı olup, göğünü boyayacağım)
SÖZGE Zaman geçiyor, biliyorum bu basamaklar da tükenecek elimde bir demet yasemen yaşam dar koridorlarda tutsak nereye gittiğimi bilmeden bir sigara içimi kaybolacağım belki öldü diyecekler belki de yitik ışığın yolunda yürüdüğümü hiç mi hiç bilmeyecekler bir adam geçecek yaşamlarından kendi karmaşalarını bile hissetmeyecekler.
FİRARİ bana bir gezegen bulun bir başınalığımı sözcüklerimi bir de insanlığımı alıp gideyim utanmak zorunda kalmayayım ezilmek nedir bilmeyeyim canımı candan can bileyim bir gezegen bulun şiddeti olmayan cinsiyeti olmayan cinnetleri olmayan ağır ağrılarla kıvranmasın ruhum ve özge canım aslan gibi olsun köhnemiş beyinlerin tanrısı yerine tanrısızlığın yeni çiçekleri açsın yıldırımlar içiyorum durmadan ağaran saçlar ağlayan gözler travmatik haller bir gezegen bulun canın cana kıymadığı canın can diye suçlanmadığı
ÖĞRETİ unutma çocuk büyüklerin dostluk diye bir şey öğretecekler keyif sanacaksın can diyeceksin candan seveceksin sana çelme takıp dizlerini yolduruncaya kadar hayat diyecekler zaman diyecekler tecrübe diyecekler bilmediklerini beynine dolduracaklar büyüyeceksin acıyacaksın ağlayacaksın kendinden utanıp, fıtratından tiksineceksin seveceksin sevişeceksin yalnızlaşacaksın kimsesizliğin diline düşecek bir türkü gibi unutma çocuk çocuk olarak doğacak büyüyüp söveceksin ihtiyarlayıp öleceksin çetelende iki çiziğin olacak biri doğum diğeri ölüm yazacak
TİRYAKİ uzun zaman sigara içmeyen tiryakinin sarhoşluğu vardır ve uzun zaman sonra o dumanın ciğerlerine yayılışı başının hafiften dönmesi ve o mutluluk anıdır ya seni tanımak benim için böylesi kutsal bir andı
SANDIK Ah sen, nasıl sevildiğini bilmeyen sen nasıl sevdiğimden bihaber sen hepten habersiz yürek yürekten yasakların dikenli telleri arkasında adı duyulmamış şarkılarda büyümeden ölen baharlardayım aklım firara düştükçe senin yolun açılır yüreğim yüreğine attıkça idama mahkum kalır
AĞIR SON En güzel baharımda, kendi ölümüme ağıtlar yakıyorum. Mutluluğu hakettiğimi düşünürken, onun sözlerine asılıyorum. Bırakın cesedim sözlerinin darlığında asılı kalsın. Kimse nasıl bildiğini söylemesin. Sadece bilinsin, bir baharın gecikmiş gücü, vefasızlığa yenik düştü
SİZ VE YALNIZLIK bazı insanlar tek başına devasa bir kalabalıktır, bazılarıysa yüzlerce kişilik yalnızlıktır. “duaları askıya aldım, ruhuma karanlık saplandığından beri, insanları sevmeyi bıraktım, küçük menfatlerine sattıklarından beri”
HİÇSİZ Nefesin kokmaya başlamışsa açlıktan Herkes çekilir bir bir etrafından dem vururken birileri dostluktan (çıkarı olmayınca) Esirger seni selamından, sabahından
İSYAN sıralı küfürler birikti dilimde hangi yana savursam bilmiyorum ahkam keser birileri gramlık beyniyle kan akıtır başkası insan gözleriyle çivisi çıkmış dünyanın pazara düşürmüşüm avradını hayatın sus beynim, roma değil ki burası yakayım hele ben hain değilim ki neron olayım
EZBER gülünce öyle güzel gülerdi ki kız kulesi çatlardı hasedinden deniz, yakamozuyla danseder gökyüzü renkleriyle katılırdı gülünce büyü saçardı gözleri çırpınırdı hummalı hüzünler dudağına tüneyen gülüşün azametinde kaybolmaktan gülünce titrerdi avuçlarımda dizeler kıpırtısız bir suya dönerdi zaman uzak diyarların sucu çıngırakları en güzel namede anlatırdı onu
YARATMA Hep mi hüzün kokar tenin unutulmuş kaç sonbaharsın dili lal çocuklar söyler türkülerini hırçın sevişmelerde bıraktığın eldeğmemiş ilkyazlarını anlat körpe duygularda boğuluşlarını nergis endamının nazlılığı soyun bütün düşlerini gerçekliğimde bekliyorum seni az yıllı yaşamının çok yıllı aşığıyım sırf sende yeni dünya yaratma arzusundayım
RAKILIK bana kadını anlat dersin kadın rakıya benzer derim yavaş yavaş sızar kanına sevmede aceleye gelmez kadın. söze dem vurulur, kadın yazılmaz yaşanır. Noktaya gerek yok, bu şiir daha da uzatılır
ŞİİRİN KADINI şiir gibi kadın vardır şiir yazılan kadın vardır şiir yazdıran kadın vardır şiirsiz olmayan kadın vardır kadınsız olmayan şiir vardır ama illede şair yüreği olmayan ne kadın vardır, ne şiir vardır
GERÇEKLİK ölümü öğreneceksin kadın hayatına adamlar girecek herbiri başka başka olacak aykırı ölümler öğretecekler yaşarken ölmeyi öğreneceksin ve yaşam literatürün ölümün bin türüyle dolacak olacak kadınım, bileceksin ölmeyi deli dolu yaşamayı arzuladıkça
LİLA SÖZLER o günlerden bir gün bir çırpıda kayıp gitti çocukluğum gözyaşının gerçekliği nedir ne kadar nesneldir hüzün yalnızlık kimden miras Damıtsak yaşamı rakı yapar mıyız hangi hayatın içinde sarhoş oluruz ver elini, o günlerden bir gün yüreğim sıcaklığına hasret
İSTANBUL ÜŞÜR birini severim, İstanbul üşür taş plakta İstanbul şarkıları tırmalıyor içimizi bu hiçlik üzüntümüz boğaza çöküyor bilmediğimiz diyarın türküleri çörekleniyor dilimize ölçekli sevmeğe yelteniyoruz her durakta tatlı naiflik beden işçiliği kalem işçiliğine karışıyor feodal bir ekmek buluyoruz yüzlerimiz yabancılaşıyor ellerin, ellerin nerede? Hergün biraz daha pahalılaşıyor rıhtımlarda sevdalı bakışmalar bir devrimin haritası çiziliyor yüzün eşkiyalığımın coğrafyası nefesinde ısıt beni aşk mermilerim su aldı sirenler düştü peşime sinende saklansam biraz vur başımı canım yanmaz bültenlerde geçmesin adım ki işkenceli saatlere ram olmayayım Birini severim, İstanbul düşer plaklar kırılır, sevdalar tarumar
TELVE umarsız bırakırsın kendini kahvenin köpüğüne ve yakarsın ateşinde kederleri acı bir sigaranın yine de ararsın bilinmezde kendini
NEFRET SÖYLEMİ dur demeğe gücüm yetmedi ya da yüzüm olmadı yoluna çıkmaya. Bir mevsimdin sen hayatımda vaktinle geldin, vakitsiz gittin ardında binlerce yanıtsız soru yaşlı ağıtlar bıraktın yarım ağız söylenen sözcüklerle nasıl anlatılırdı bu işkence bir adamın kolunu keserken bağırmamasını söylemek ya da onsuz da olursun demek mümkün mü kalpsiz yaşamak bulduğun yerde bırak benden aldıklarını anma adımı sil benli bütün hatıralarını
DÜŞLEM Ne zaman bir düş düşlesem gözlerin düşer içine be çocuk utanırım insanlık yaftamdan dudaklarım haykırır özgürlüğünü çırpınır uykularım yatağında bedenim çileye vurur kendini uzak bir köşede sen kıvranırken haram eder kendine rahatlığı bakma o derin gözlerinle bana acıların yüreğimi deşiyor
ŞARAP DEMDE neden hep şarap yakıcılığında geliyorsun bana unuttuğum yerden başlıyor histerilerim neşter atıyorum el değmemiş yaralarıma kadeh kadeh içiyorum gözlerini karanlığımda yine sarhoşum, yine güneşe düşman düşsem, bir tekmede yokluğun atar eminim
KENDİNE GELEN kırgınsam, kanıyorsam ve baharları terkeylemişsem gözlerindeki çocuktan firardayımdır gittiğim uzaklar ne kadar sen olsa da her seste kendimi bırakırım haydi toparla beni hayatı kusuyorum ölümüne rüzgarlar yutmuşum üşüyorum saçlarının rüzgarında ölüyorum
ACI-YAN bir süprizdin belki, belki belirsiz bir sınav ben ağlamaya alışmışken uzandın içime güven veren bir sıcaklıktı hissettiğim. bilmezdim ki gizlinde taşıdığın yıkıcı tufanlarını. Beni acıtanlar kadar acıtacağını
ÇOCUKÇA ne zaman bir ay carpsa yuzume isik olur yayilirim semaya isyanin doruklarinda operim dudaklarini kuzgunlar alir yakami bir tipi bir tufan yakar boslugumu dusersin aklima cocuk olurum sinerim korkunun eteklerine
HİÇ KİM(SEZ)İM Hiç mi deme bana; hiç işte. gönlü vefadan yana olan, avuçlarında sevgiyle koşan adadığım ömrüme ömürle kollarını açan hiç kimsem olmadı işte. bir çölün ortasındaki susuzluğa, güneşe yalnızlığa direnen tek ağaç gibiyim. Bir tepenin başında yağmura, kara, rüzgara hele de, kötürüm yalnızlığa meydan okuyan kaya gibiyim. Hiç mi deme bana; hiç işte. ruhumdaki fırtınaya dur diyecek uykularımı deşen karabasanlara beynimi kemiren çığlıklara ille de şu yalnızlığa varlığıyla meydan okuyacak hiç kimsem olmadı işte
KİMSE-SİZ şimdi ben kendi içime akıyorum. kimsesizliklerinizden sıyrılıyorum hiç kimseniz olup kendimin kimsezliğine gömülüyorum
İHANET Bir sensizlik var bu işte düşüncelerimin arasına sıkışmış artık hatıralar sızlatıyor beynirmi boş sokağa dalan gözlerim bana ihanet eden sigara dumanım anlam veremediğim gülümsemem hatta sokak kedilerinin mutluluğu bedenim bile irademden biat etmiş sana. kurtulmalıyım dedikçe batıyorum yalnızlığıma istemesem de can veriyorum kendi bataklığıma
NEFESİMİ SENDE UNUTTUM Sensizliğimin adını çizdim Nefes almayı yasakladım ciğerlerime Güllerime açmayı Çaresizliğin kollarında biçare Sefil bir adamım. Yorgun bedenimi gözlerini gölgesine gömüyorum. Git şimdi, Şafaklar sensizliği aydınlatırken Nefesime nokta koymalıyım. Dudakların fısıldamasın sakın İçinde ben olan cümleleri kırgınlıkları bir kenara bırak düşün kan akıtan ağlayışlarımı Sessiz şehirlerin, sessiz sokaklarına terkettim bütün hatıralarımı. Git şimdi! Yorgun cümlelerim usandı anlatmaktan hırçın sevişmelerimizi. Her gecenin sabahına kan revan içinde uyanan yüreğim ıssızlığın ortasına düştü sensiz. Ağlatma, anlatma yeter. Git şimdi! Ölü bir çınarın gölgesine gömerek benli tarafını. Git!
ROTASIZ hangi Kasım’a uzansa sesim, bir özlem ateşi düşer semaya boş inanışlarımla bakarım gözlerine uzağımda olduğun kadar yakınımdasındır ve bilmediğim duygu titretir kemiklerimi hangi Kasım’a uzansa yalnızlığım keser etlerimi yokluğun belası özlemek midir yalnızlık sensizlik mi hangi soruya demir atsam yanıtsız kalırım ve kendimi bilinmedik suların rüzgarına bırakırım
UMARSIZ bıraktı kendini sonsuzluğun girdabına çingene anason kokusunda kayboldu zeytin gözlü kız duyarsız aşk ters bedenlerde kötürüm kör gözler, sağır kulaklar bütün ilişkilerde umarsızlık
RAKI GİDİŞİ Kırılmış bir dal gibiyim gözlerinin hazanında gidilmemiş yollar bekliyor acıyan canımı hangi rakı masasına otursam, hayalinleyim bir gülüşün devaydı, devasız ölüme amadeyim ey be kadınım, koyu gecelere gark edip gittin ya neyleyim sazı sözü, serkeşliğime terkeyledim kendimi gelen hiç bir bahar yeşermiyor dağlarımda süzme bir yokoluş geziniz durur vahalarımda
SAĞRI kırgın sözcüklerim vardı yaşama dargın evsiz şımartılmış kitaplara inat kitapsız takılırlardı Ağlamazlardı vakurlardı dinginliklerinden dirliklerinden taviz vermez asi gözlerinin yıldırımlarına çarpılana kadar
BİR NEBZE Ne zaman sana sarılsam bütün hasretimle donar kalırım dudağındaki acı sözcüklerle ana avrat küfürler savururum aşk denilene yine hüsranı layık görür kırık dolu yüreğime Karanlığı boğan ay gibi vicdansız vefasızlığın anladım senin de bu kadarmış insanlığın
ZAMAN KIRIKLARI Suskun bir çocuk olurdum ellerinin arasında tarihini şaşırmış mektuplar gibi hüzünlü bir serçe çırpınırdı küçük sinemde alıp giderdin ne varsa yaşanmışlığıma dair. yaşlanırdın yavaşça süzülen yaşlarında yanağının deltasında kururdum sol gözümden sol yüreğine süzülen sıcak bir damla olmaktı umduğum yanlış taraflarda unuttuk birbirimizi kayıp istasyonlarda terkettik kendimizi
SENLİ ŞİİR sırrıma sirayet etti zaman yıkıldı hayaller, yerle yeksan saklımda kaldı güzel gözlerin belki okuduğum en güzel soneydiler. çalakalem yazıyorum herşeyi donuk bir ayna gibi hayat insanlığım ayaklarıma dolanıyor bak yine sinmiş bir çocuk ağlıyor. hüznümün gözyaşlarını biriktiriyorum tarih kitaplarımın sayfalarında Sen’i tutuyorum geçmişime şahit zaman eteklerinde oynaşıyor buz tutuyor güneşimin ışıkları yakamozlarım topyekün isyandalar yaralı kadınların ağıtları oluyorum kan damlayan küçük notalarda saklım dökülüyor ıslak sokaklara ölmek yasak, bilmek yasak buralarda tüm hakları elinden alınmış insanların hayat bir zulümle başlıyor bir nidayla son buluyor nedenli-nedensiz. kırlangıçları sallandırıyorlar dar ağaçlarında Sen’i buluyorum ölmüş göz bebeklerinde sıralı bir infaza şahit oluyor sokak köpekleri henüz yaşanmamış bir gelecekle geliyorlar rengini unutmuş kral kelebekleri. uyut şimdi çocukluğumu yaslı annem damlayan her yaşta ben yeniden ölüyorum çaresizliğimin prangasında senli şiirler yazıyorum.
YOKLUĞUNUN İDAMINDAYIM hayalin oynar odamın duvarlarında bıraktığın acılar göz pınarlarımda hangi yana dönsöm dört yanımda aşkının ızdırap ateşi kavurur beni. mevsimleri sildim tek yokluğundayım hiddetinin yarattığı yazında kışındayım Erenlere baş vurdum senin yasındayım İlençlerinin kahrı kıvrandırır beni suskunluk düştü dilime söz biçaredir kalemimin yazdığı sineme yaredir kime baksam yüzün yarenimdir gittiğin yollar idamda salandırır beni
İSTEM Ben sende kalmak istedim; hayatında vazgeçilmez bir “ben” olarak. Teninde açan gül misali bir “ben”. Vazgeçilmezin olarak ya da sezilmezin. Sürgit bir “ben”kolikliğin olmak. Sırf senin, “ben”im diyebilmen için, bir ömür sende kalmak istedim
ANLAM sende bir şey var biliyorum, ya bir tarafıma batan ya da beni rahatlatan. Bir şey var ya beni eksilten, ya da tamamlayan. Adını koyamadığım bir şey bu. Anlatmamda imkansız olan. Bakışlarında gizli, teninde buram buram, saçlarında ifil ifil, senin karşında işte bu adam gerçek sefil
KIRIK Şimdi bu şehri yakmak mı lazım, her sokağında ayak izin var diye. Talan mı etmeli bütün çiçeklerine kokun sinmiş diye? Yoksa, terk mi etmeli, yenilgiyi kabullenipte? BAZEN BİR ŞEHİRDEN, SIRF O YAŞIYOR DİYE NEFRET EDER İNSAN
BENCİL Neden bu kadar bencilleşir insanlar Neden severken yıpratmayı seçer Neden hep bir yerlere yetişmek istercesine sever, sevişirler sonra gecenin karanlığını arkalarına alıp seni kendi loşluğunda bırakırlar
BİR DOZ Dudaklarından dökülenler yalan olsun Yokluğunda var olduğuna inanayım. Süslü cümlelerle kandır kulaklarımı senden kalan boşluğa inanmasın Tırmalarken geceler ruhumu senden artakalan ilacım olsun Bilindik bir şarkı bırak komidinime Uyku arası birer dozla sana varayım. Usulca çık kapıdan, kapı tedirgin olmasın Varlığına alışmış her şey, Yokluğunda kara yasına düşmesin.
DOKUNMA Sessizce git, geceyi uyandırma karanlığında intihar edeceğim soyunup yaşam elbisemi giyeceğim ölüm kıyafetimi sessizce git, düşlerime dokunma
GELİŞ Yüzyıllık bir yalnızlıktan geliyorum Çıktığım binlerce basamak vardır Her birinde bir ömür leşi bıraktığım. Nice çocukların elinde elma şekeri olan Gözyaşlarımı dökerek geliyorum.
YA DA Konuşsan, hiç susmasan Mısralar boyu Nefes almadan anlatsan Sessiz sözcüklerle dışındakileri Ya da hiç konuşmasan, Güller sulansa suskunluğunda Her yaprağında bir nida Ya da senli bir imge Canlansam çiğ tanesinin göbeğinde Bir lahza ışıldasam Koşsam Konuşsam Sussam Ve parmak ucundan Ebediyete uçsam
SERKEŞ haydi dök bana içindekileri, karanlığa dolayalım tüm acıları. kör bir ışıkla sarhoş olalım. aklımız firara yeltensin. gözlerinin fırtınasında kaybolalım rotasız.
ŞARAP VE EZRA Sen Ezra, şarabın sıcaklığını teninde taşırken; beni kokunda kaybedersin. Teninde ben’inim...
DÜŞLER VE EZRA Dinle Ezra; Sözcüklerim uçurum olur düşerim ansız zamanlarda. Bir morgun soğukluğunda bulurum can vermemiş cesedimi Ağzım, burnum zifiri gece dolar karabasanların tek faili olurum..
ÖLÜYORUM Parmaklarının arasından sızıyor ölüm Toprak gibi gülüşünde çürüyorum Anlatılmaz bir sızı çöküyor ufkuma Annem ağlıyor gizlice Güllerim tek tek hasat ediliyor Aşkın bir tek ölüm sebebim oluyor. Uzaklardan bir türkü çalınıyor cesedime Sarhoşların kadehi ahım ile doluyor Vuruyor bıçağı şah damarına hayatın Bir kadın çığlıklara boğuluyor istiklalde Kan revan küfürler süzülüyor damarlarından söylenti sevdalısına kaçışın cezasıymış. Fırtınanda savruluyorum deli kadınım/adamım Bir öpüşün güneşler doğuracakken Bir küsüşün dünyama kıyameti getiriyor Suskunluğun çöktüğü yollarda yürüyorum Gölgeni arıyorum kötü şarap şişelerinde Ve sana hep yeniden vuruluyorum. Ölüyorum.
İKSİRİM Kadınım, Tenimde doğan güneşim akla düşmeyen cennetim sen rakısız sarhoşluğum anasonun kokusunda bulduğum Sen, ezelden ebede diğer yarım korkularımın güvenli limanı Sevdamın mavi kokulu çiçeği Kadınım, insanlık hastalığımın şifasısın.
SUSKUNLUK PRANGASI “Acı çekiyorsun!” dedi bana “olduğun yeri biliyorsun” dedim boşluğa bıraktık gözlerimizi bir orospunun heybesinde bir çift duaya satıldık. pusuların fedaileriydik unutulmuşlukların yenikleri sen dediğiniz bizdik umut umut baharlarınızda yeşerdik. “aşk acı” dedi “baş tacı” dedim. Suskunluğu prangaladık dillerimize.
ARAZ aynı günün ayrı vakitleriyiz biz seninle kiminin hiç geçmesini istemediği kiminin de hiç geçmiyor diye şikayet ettiği. Bizimse bilinen tek gerçeğimizin olduğu Aynı saat üzerinde hasreti haykırmamız.
YÜRÜ GİT sus ve yürü git hayatımdan siktir çekiyorum sana ve senin olan her şeye bendeki. Yüreğimin bohçasındaki duygularımı hoyrat bacak arası histerilere bir solukta kurban edip gittin. diğer kaybettiklerin gibi beni de sonunda kaybettin. Şimdi vajinal devrimlerini rüyalarının soğukluğuna sakla.
VURULDU MİLLET Sürgü vuruldu bütün beyinlere Artık düşünmek yasak Tanrının arabasına bindi birisi diğeri ipleri eline geçirdi savurganlık enjekte edildi insanlığa Bir din akşam öğünü kurtlar sofrasında bilindik bilgelikler tek tek sallandırıldı sahte bilgeler yetişti cehalet tarlasında yalanlar mayalandı milletimin suyunda tatlı bir uyku bıçağın keskin ağzında Toplum olmak yasak, toplanmak Fikir beyanı düşünce iznine dayalı Koyun sürüsü bile halimize gülmekte.
ACILI KADIN PUSTU kırgın bir baharda doğuruyor kadınlar Zamanın tecavüz ettiği kadınlar Piçler diziliyor hayat çizgisine binlerce umut düşüyor kucaklara Hepsi kötürüm, hepsi yarım yamalak. * Kürtaja yeltenmeyin acılarınız dinmez Boşuna yırtınmayın kimse dinlemez Satılık bedenlere sahip olmak suçunuz cennetlik tecavüzcü puşltlar bilmez sistemin çarkında olmadınız, yoksunuz * (A)rtık (K)ahpeler (P)uştlar zulasına düşmüşüz Hayal kurmak yasak, sözcükleri öldürmüşüz Dağlara çıkıp yaslanmak çare değil Gemimizi çoktan çapulculara kaptırmışız Engin insanlık denizimize mahkumuz.
HANİ GİTMEK YOKTU Hani gitmek yoktu böyle vefasızca verilmiş sözlere mühürümüz aşkımızdı bir ömür için yola çıkmışken aynı palette boyalarla düşlerimizi boyamışken birbirimize bizsizliği bırakıp umarsız vedalara kul olmayacaktık. * Aynı uykulara yatıp, Aynı rüyada buluşacaktık. Pazar sabahlarında Birbirimizin gözlerini özlemeyecektik Hasret türküleri ezilecekti Sevdamızın haşmeti altında Hani gitmek yoktu böyle sessizce * Hani bir tohumun iki çeneği gibiydik Yeni bir canda can olacaktık Hiçbir doğan güneşi kaçırmayacak Hayatı birbirimizin yüreğinden tadacaktık Kem söze meyil vermeyip mutluluklar bezeli sözcüklerle Kendi hikayemizi kendimiz yazacaktık * Küskün şehirlere terkettim kendimizi Hiçbir fırtına coşturamaz bu denizimizi Hangi ateş tutuşturur fitilimizi kelepir yaşamlara döndük ikimizde Sığ şehirlerin arka sokaklarında Bir şişe köpek öldüren parasına Hangi kokuşmuş mahzende çürüyeceğiz.
OL(A)MADIK Kaybettik her şeyi bir hiç uğruna Ne sen bende olabildin Ne de ben sana varabildim. Bir sokak çocuğunun yüzünde iki leke olduk seninle Hem kendimizi kirlettik Hem de bir masumiyeti. Tarihe mal olamadık seninle Şiirlere konu, dize bile. Yağmur damlasının alıp gittiği İki kötü toz zerresiydik aşkın bedeninde
ÖZÜRLÜ Seni sevdiğim için özür dilerim Bir darbede senden gelsin ne çıkar, Her doğan güne adını yazsam ne yazar? Her doğrunun yalanına kurban olayım kime ne? Sonuç, yüreğimden sızan kan içime akıyor. Görmüyorsun ya Sen yüzünü güneşe dön Aydınlıklar yakışır gözlerine Karanlıkları bana bırak
ARINMA Hangi ihanetin şafağına Daldıysa gözlerin Oranın karanlığına mahkumsun Benim güneşimin ışığında Günahkar ruhunu yıkamaya kalkma
KORKU YORUM Baba korkuyorum Gece doldu ceplerime Yıldızlar nereye gitti Gölgeni kaybettim İnsanlar acımasız Durdukça dibe batırıyorum Baba sevgin nerede? Orada mısın anne? Kara karanlığın içinde Ellerini doyasıya öpemediğim Çiçeklerle bezeyemediğim Yabancı kucaklarda özlediğim Kırgın aşklarımı adadığım Ağlıyor musun anne? Yürüyorum, fani varlığımla kol kola Yolumuz nereye gider bilinmez Yabancılığımız adımlarımızdan okunuyor Bastığımız toprak nefret kokuyor Tut çocuk düşlerimin ellerinden Onlar seni tanıyor, sen güvensin Ağlamalarımı tek tek musallaya yatırıyorum Bırak yaşanılmamış yarınlarımı, kitabımın ayracına
UNUTULMUŞ DELİLİK unutulmuş bir delilik, salya sümük düşüncelerin sidik kokan sokaklarında. yalan bürünmüş gözlerin süslü takısı kolyelerinde tesadüfi rastlantıdır ölü aşk. sen, yitirdiğin kendini ararken bulanık bir resim çıkar karşına ne zaman çekilmiş belirsizliğinde hatıralarını katledersin birbir. Unutulmuş bir delilik, façalı fahişenin dilinde küfür tinercinin elide jilet kan revan her taraf unuttuğun acını hatırlatır sözlerim senin acımasızlığının üstünde sen, hedefsiz yolculuklarda bıraktığın kalbini ararsın beni kayıp bürosumu sanıyorsun? karadul misali yüreğine değeni katledersin. unutulmuş bir delilk, iki satır şiirde intihara yelteniyorum senin uçurumunda arsız sevişmelerde bitiyorum memelerinin arasında leşim bulunuyor sen umarsızlığınla romantik duş alıp unutuyorsun yeni cesetlere yol alıyorsun
MİLİTAN ŞİİR ben sözcüklerin dağına çıkmış aykırı sözlerin militanıyım. söz cephaneliğim tıka basa döküldü dökülecek şiirlerim yobaz beyin taşıyanlara. aldırma.. gün doğmadan, şiirin zaferidir doğacak. ağlama kitap, ağlama kalem hiç bir mahpusluk tutamaz düşüncemizi bileklerimize demir parçası geçsede mısralarımız ebediyetin evladı. kendimizceyiz, bencileyinceyiz söz söyleriz, isyana yelteniriz dağlarımıza salarız türkülerimizi duyan bir kulak bulunur elbet biliriz hangi gücün çevikliği yeter vaveyliğine sözün biz, direnişin aşkında hüküm giymiş gecenin sesiyiz
NEFESİMİ SENDE UNUTTUM Sensizliğimin adını çizdim Nefes almayı yasakladım ciğerlerime Güllerime açmayı. Çaresizliğin kollarında biçare Sefil bir adamım Yorgun bedenimi Gözlerinin gölgesine gömüyorum Git şimdi, Şafaklar sensizliği aydınlatırken Nefesime nokta koymalıyım Dudakların fısıldamasın sakın İçinde ben olan cümleleri Kırgınlıkları bir kenara bırak Düşün kan akıtan ağlayışlarımı Sessiz şehirlerin sessiz sokaklarına Terkettim bütün hatıralarımı Git şimdi! Yorgun cümlelerim usandı anlatmaktan Hırçın sevişmelerimizi Her gecenin sabahına Kan revan içinde uyanan yüreğim Issızlığın ortasına düştü sensiz Ağlatma, anlatma. Yeter Git şimdi! Ölü bir çınarın gölgesine gömerek Benli tarafını Git!
ÇİNGENE KADIN Eski bir çuval bir heybe Yırtık, pırtık bir battaniye Sarmış yavrusunu sırtına Acılara sarınmış çingene kadın Öyle lüksü bilmez elleri Ne manikür ne de ojeleri Dudaklarına değmemiş ruj Yanaklarına allık, saçına fön Hüzünler yerleşmiş gözlerine Sokaklar onlara dost Kolunda bohça kapı kapı Ardında önünde yokluklar Bulursa tok, bulamazsa aç Fakirliği küpe etmiş kulaklarına Ama yine de işve naz onda Kadınlık bu çıkmaz ruhunda Tek farkı çingene kadının Zerafeti yerleştirmiş yüreğine
GÜZELLEME Ne güzel şey sevmek seni adı konulmamış yalnızlıkta bir kentin sisli semasında camdan dışarı bakan gözlerde umursamamak sen dışındaki gerçeği düşlerin tavafına bırakmak derin hiçliği
İNTİHARIMI İÇİYORUM yine intiharıma yatıyorum karanlığın koynunda piç sevişmelerden arta kalan tortular tenimde kaç fahişenin tecavüzüne uğradı düşlerim hala köhne evlerde şımarık çocuktur yüreğim algısı başka albenisi başka yaşamaktır aşk ya da Ağır Şafakların Koruyucusu yüreğim Unutun size söylediklerimi, söylemediklerim var bilinmeyen yolun, bilinmeyen felsefesi siz sızlanırken yüreğim kırıldı mızıldanmalarıyla kalp kırmanın yeni keşiflerine yelken açıyorum anlıyorum ki, her kırılış, bir sertliğin ertesine rastlıyor yani cancağızım, kalbini kırana değil kendine serzenişin gelin birlikte içelim intiharı kadın vücudu biçimli şişeden yanına meze olsun posası çıkmış salak ruhlar çatı katında düzüşen kelimeleri infaz edelim ateşe verelim cenabet çatı katlarını gök aydınlansın sonra çekip altı patlarlarımızı belimizden sıkalım birbirimizin yarım yamalak gölgelerimize sırrı döküldü bak aynanın, anasız çocuklar devriminde ne yana dönsen sevda sıkışmış iskelet torbası bedenlerde