MERHABA Bültenimizin ikinci sayısı savaş tehlikesinin kapımıza dayandığı koşullarda çıkıyor. Hepimizin bildiği gibi Irak'ın Kuveyt'i işgalini bahane eden ABD emperyalizmi, Ortadoğu'yu kan gölüne çevirmeye hazırlanıyor. Dünya halklarına kargı işlediği suçlardan dolayı sicili b ozuk olan emperyalizm, b ugün, işgalden, ilhaktan ve kurtarıcılıktan söz ediyor. Halkanız, emperyalist tekellerin ve petrol şeyhlerinin çıkarları uğruna savaş ateşinin ortasına atılmak isteniyor. Böylesi bir savaşın dünya halklarına ve ülkemize neler getireceğini, nasıl yaralar açacağını görmemek olanaksız. Daha şimdiden, fazla mesai yaptırılması, izinlerin kaldırılması, grev ertelemeleri ve zamlarla savaşın faturalarını ödemeye başladık. Ülkesini seven, onurlu, namuslu insanlar, savaşa karşı tavır almak zorundadır. Ve biz diyoruz ki, emperyalizmin kiralık katilleri olmayı asla kabul etmemeliyiz... 1985 yılından bu yana toplatılan ilk sanat b ülteni-dergisi olduk. Bir karikatür ve şiirden yola çıkılarak bölücülük yaptığımız iddia edildi. Şiirimizde geçen "Özgür olacak yarınlarım'' cümlesi toplatmanın gerekçelerinden biriydi. "Özgür yarınlar' istemenin suç olduğunu böylece öğrenmiş olduk. Doğru bildiklerimizi söylemeye devam edeceğiz. Toplatmalar, yasaklamalar bizi susturamayacak. İlk sayımızda, yakınımızdaki ve uzağımızdaki bir çok dostun yoğun eleştiri yağmuruna tutulduk. Bülten, on yıllık b ir aradan sonra kültür ve sanat alanında yayınlanan ilk çalışmamızdı. Kesintiye uğrayan bu süreçte nesnel gerçekliğimiz
bizi çok fazla iddialı olmayı olanaklı kılmıyordu. Yeterlilik süreç ister ve biz henüz bunun başındayız. Anımsayacağınız gibi "Çıkarken" başlıklı yazımızda şöyle demiştik: "Bu b ülten, yayınlanacak sanat ve edebiyat dergisinin hazırlayıcısı olarak düşünülmelidir." Her ne kadar biz böyle yazdıysak da pek öyle algılanmadığı anlaşılıyor. Kendi gerçeğimizi göz ardı etmemeliyiz diyoruz. Her şeye rağmen eleştiriler bize güç kattı. İkinci sayımızı eleştirileri dikkate alarak daha az hata ve eksikle çıkardığımızı düşünüyoruz. Eleştiri, öneri ve uyarılarınızın devamını bekliyoruz. Bu sayımızda, Thomas Borge'nin "Devrimci Sanatın Kaynağı İnsan Sevgisi-dir" başlıklı çeviri yazısını yayınlıyoruz. Nikaragua'nın muzaffer devrimci önderinin sözleri mücadelemize ışık tutuyor. 12 Eylül; toplanan, yasaklanan, yakılan kitaplarıyla, filmleriyle, gözaltına alınan, tutuklanan aydınları, sanatçılarıyla her alanda olduğu gibi kültüre ve sanata da açılmış bir yok etme savaşı idi. Bu Eylül sayımızda, baskı ve işkence döneminin bir kesitini anlatan "Tahtaravalli" adlı tiyatro oyunumuzun tekstini yayınlıyoruz. 1980'den sonra devrimci mücadele yeni gelenekler yaratarak yükseliyor. Yaşamın her alanında direnmek gerekliliğinin b ilincine varan insanların, nasıl b ir mücadele gücüne ulaştığının en somut ifadesi olan Küçük Armutlu halkının b îr öyküsü var sırada. "Yalvararak Değil Direnerek" öyküden öte, gecekondu insanının gerçeği. Son olarak çağrımızı tekrarlıyoruz. Bültenimiz hepimizin kollektif ürünleriyle oluşmalı. Bu konuda duyarlı dostlarımızın ürünlerim beklemeye devam ediyoruz. TAVIR 1
DEVRİMCİ SANATIN KAYNAĞI İNSAN SEVGİSİDİR Thomas B O R G E Nikaragua'da, eski Somoza yönetimi altındaki toplumda sanatçılar köşeye sıkıştırıldıklarından şikayet ediyorlardı ve bu haklı bir şikayetti. Somoza yandaşları ve Ulusal Muhafızlar kendilerinde aptallık ve şiddetin nerede başlayıp, nerede bittiği belli olmayan yaratıklardı. Bunlar sıradan itaatkar bir sanat sergiliyorlardı. Şiir, duyulan lüzum üzerine kafiyeli, yapmacık, evlerin ve kışlaların bekleme odalarında havlayan bir süs köpekçiğiydi. Dağıtılan Ulusal Muhafızlardan cezaevinde konuşma fırsatı bulduklarında ise, Ernosto Cardenal'in şiirlerini "kafiyesiz nesir gibi" diye eleştirmişlerdi... Cardenal'in güzel şiiri onları hiç etkilemediği gibi, anlaşılmamıştı da. ö t e yandan Somoza'nın Nikaragua's ında kimi durumlarda sanatçıların reklam şirketlerinde, tabir yerindeyse, göstermelik figür olarak üretildiği oldu. Neyse ki, o sürekli perhiz döneminde, yani Somoza'nın neredeyse yarım yü zyıl süren yönetimi sırasında, sanat, türkü, şiir ulusal yaşamda kendisini göstermeyi ve toplumsal dönüşümlere katkıda bulunmayı başardı. TÜNELİN ÇIKIŞI Sanatçı bir yaratıcıdır ve o da tüm işçiler gibi sömürülüyordu. İşçiler ter döküyor, sanatçılar, özellikle de şairler,
alınteri gibi dizeler siliyorlardı alınlarından. Onlar da baskı alandaydılar ve kimi zaman alet olarak da kullanılıyorlardı. Nikaragualı şair, kendisini kıskıvrak bağlanmış hissetmenin yanında, güvensizdi de. Geleceğe tam olarak güvenmiyordu, yani bir ölçüde devrime güvenemiyordu. Şarap erbaplığı ve laf ebeliğinden haz duyan burjuvazinin kötü zevkiyle kuşatılmış bir şekilde, şairler önce modernizmin, avangardizmin ve nihayet formalizmin çabasıyla tünelin çıkışını arıyorlardı. Vitrinlerdeki teşhir eşyalarıyla ve yapay ışıklarla süslenmiş uzun bir tüneldir kapitalist uygarlık. O dünya ya, yani burjuvazinin dünyasına hiçbir zaman güneş ışığı girmemiştir. Onların renkleri gökyüzünün rengi değil; ipeğin, pırlanta yüzüğün rengidir. Çiçeğin kokusunu tanımaz onlar, kendilerini yalnızca deodorant kokusunu tanımakla sınırlandırmışlardır. Şairlerimizin güneş görmeleri ve ulusal köklerimizin araştırılmasına yönelmek üzere pencereyi aralamaları, gerçekten bir mucizeydi. Bu, yaşadığımız tarihsel koşullarla açıklanabilir. Bu tünel bugün elbette çatlamış ve yem toplumun ışığıyla zayıflatılmış durumda. Sanatçı ve yazar bugünün ışık saçan şafağını şarkılaştırmak, şiirleştirmek için belki
TAVIR 2
tereddütlü, bir parça solgun, kimi zaman da vitrin ve losyona özlemle, ama kesinlikle neşeyle çıkıyor ışığa. Onun bu çıkışta eski toplumdan kalanları da ardı sıra getirdiğini belirtmek istiyorum. O, eskiden ne ise ona son vermeksizin, bu mucizenin şiirini söylemek üzere öne çıkıyor. Arda kalanlardan kastım, sanatın yeni toplumdaki biçiminde ve içeriğinde, eski doğmalarla devrimin savaş halinde birlikte yaşadığıdır. Ve bu savaş, bu iç içe yaşam, her sanatçıda yansımaktadır. Toplumların temelini ekonomik üretimin oluşturduğu, yani toplumların dayandığı altyapıyı meydana getirdiği ve siyasetin, dinin, sanatın, şiirin bu altyapıya uygun düştüğü, yaşamını, gücünü, enerjisini onun gelişmesinden aldığı herkesçe bilinmektedir. ESKİYE KARŞI SAVAŞ Yalnızca devrimin var olduğu koşullar sanata yeni bir değer taşır. Bir başka deyişle, devrim onu, yarın belki de bir dogma olacak olan ama bugün için devrimci bir karşı çıkış anlatımına dönüştürür. O güne dek egemen olana bu karşı çıkış, yani sanatta devrim, devrim içinde kendini yeni bir sanatsal tekniğin keşfiyle sınırlayan bir sanat olamaz. Yeni teknik, yeni bir içerikle uyum içerisinde olduğu müddetçe yeni bir değer, yeni bir sanat kazanımı elde eder. Biz, tarihsel olarak ortaya çıkmış olan biçimlerin tümden reddinden değil, yeni bir içerik çerçevesinde uygulanmasına yarayacak yeni bir biçim olasılığından söz ediyoruz. Acıları ve burjuva aptallığını reddeden yeni bir biçimi. Eski toplumu canevinden ve amansızca vurmayı hedefleyen,
hem zorlarına katlanılan, hem de sevinçle taşınan bir sut çantasına yalnızca bir yaratıcının takdir edebileceği sevecenliği, okuma ya zma seferberliği ya da bir silah boyutlarında bir sevgiyi koymuş bir biçimden söz ediyoruz. O zorluklar ve sevinç ki, Che denilen ozan duyulmadık mısralarda söz etmişti. Nikaragua'da bugün yalnızca karşı-devrimci, sokak hırsızı çetelere karşı savaşılmıyor. Aynı zamanda, şu ya da bu biçim alıp mezara girmemekte direnen burjuva sanatının dekandansına karşı da veriliyor bu savaş. Biraz önce milis şairlere hitaben konuşurken ŞAİRLERİN ŞİİRLERLE SİLAH MIŞC ASIN A, SİLAHLARLA İSE ŞİİR MlŞCESİNE işe koyulmaları gerektiğini ifade etmek istedim. Yani sanatçıların ateş hattında anayurdun savunucuları olmaları gerektiğini ya da hayal gücünü yeniden kurmak için savaşmakla yükümlü olmaları gerektiğini anlatmak istedim. Onlar yeni efsanenin yaratıcıları olmalıdır, ama ütopya içinde kurulan herhangi bir efsanenin değil, yaşamlarını devrime verenlerin düşlerinden doğan efsanenin yaratıcıları olmalıdırlar. GERÇEK İÇİN DÜŞ KURMAK Carlos Fonseca Amador'un mavi gözlerinde kaç efsane alevlendi. Okuma yazma Öğretenler ordusuyla alfabenin yayıldığını düşlediğinde Carlos'un yüreğinde kıvılcımlar parladı. Somoza'nın yıkılışı ütopya değil, gerçekleşmesi mümkün bir düş, erişilebilecek bir efsaneydi Süt ve bal nehirleri de bir ütopya değildi, belki de vaktinden önce kurulmuş bir düştü ama asla söz oyunu değildi. Düş TAVIR 3
kurmayan insan ancak zavallı bir şeytandır; kısırdır. Devrimci, düş kurma ve onu gerçeğe dönüştürme yeteneğine sahip kişidir. Sevme yeteneği olmayan kişi ancak bir hayvandır, bir maymundur. (Latin Amerikanın üniformalı katillerinin "goriller" diye adlandırılması da rastlantı değildir.) Devrimci, sevmeye ve sevgiyi değişkenliğin bir aracı kılmaya yetenekli olan kişidir. Bir devrimci bu nedenle, hayalcidir, sevendir, şairdir çünkü gözlerde yaş, ellerde şefkat taşımadan devrimci olunamaz. ŞAİR OL MAK İÇİN SÖZCÜK MÜHENDİSİ OLMAYA GEREK YOK. Dekadansın şeklen üniversite bitirmiş ama meselenin özünü, en alttaki, sömürülen, mülksüz olanları, görme yeteneğine sahip olmayan bir takım baş aktörlerini tanıyoruz. Düş kurmayı sürdürmediğimiz takdirde, yeniden inşa mümkün olmayacaktır. Düş kurmaksızın inşa ettiğimiz şey ölü bir deniz olur ancak. Managua'nın yeniden inşa edilmesiyle ilgilenen bakan Samuel Santos'la iki büyük gölün birleştirilmesini, gölde şimdi belki de ölüm kalım savaşı veren balıklatın yeniden doğuşunu, verimli topraklar üzerindeki sulama tesislerini, kıyı boyunda meyve ağaçlarının yetiştiği, çocuklar, sevgililer ve çiçekler tarafından kuşatılmış tarlalar düşledik. YARININ MİMARLARI Bugünün gerçek şairleri yarını biçimlendirenlerdir. Sanatçılar kelimelerle, sesle, boyalarla geleceğin toplumunun temelini atmaya hizmet eden bir modeli oluştururlar. Sanatçılar rüzgarın
oğullarıdırlar. Ölü rüzgârlar vardır, yaşlı rüzgarlar vardır. Bugün yeni bir rüzgar esiyor, başka bir meltem. Bu nedenle sanatçı ne söz oyunları, ne de salt bir renk kombinasyonu yapıyor. O, yaşadığı tarihi anın çocuğudur. Sanatçı bir fıkra anlatıcısı değil, kökleri keşfedendir. Sanatını kitlelerin yaratıcılığından alan devrimci sanatçıyı kastediyorum. Devrimin sanatı bir resmin akseltirilmesi değildir, resmin ta kendisidir. O halka gitmez, halktan gelir. Kültür, yeni toplum değerlerinin sahnesi olmalıdır. Sanat, yeni insanın oluşmasına hizmet etmiyorsa, ne anlama gelebilir ki? Halk tarafından özümlenmeyen şiirin ne anlamı var? Özümlemeden kastettiğimiz, estetik anlamda, estetik hazda bir özümlemedir. Devrimci sanatın asıl kaynağı her defasında insan sevgisidir. Sonuç olarak yeni kültür, halktan yana bir içeriğe sahip olmalı. Halkın hizmetinde ve elit kültüre karşı bir silah olmalıdır. Yeni kültür, gıdasını hayattan ve kitlelerin gerçekliğinden almalıdır. Sanat, şiir, kültür bir bireycinin gerçek üzerine anlatımı olmalıdır. Tam tersine o, gerçeğin sanatının kollektif bir anlatımı olamaz, olmamalıdır. Birey ve toplum diyalektik bağımlılık içindedir. Ama gözyaşı, su ve tuzun bir bileşeni değildir yalnızca. O bir bez salgısı değil, büyük bir ciddiyetin bir paçasıdır. O (Göze kum kaçmadığı müddetçe), bir şefkat ifadesidir. O, gökkuşağının bir şeklidir, psikolojinin sınırlarını aşan öylesine mahrem bir şeydir. (Psikoloğun aynı zamanda bir entellektüel olduğuna inanıyorsam da, gözyaşının nasıl güzel olduğunu şair Mir.)
TAVIR 4
KÜLTÜR ÇEHRELERİ Şair yoldaşlar; yeni kültürü yaratmak kolay olmayacak. 19 Temmuz'da ilk taşı koyduk. O gün hapishanelerde, yeraltında, partizan savaşında, şehirlerdeki savaşta dokuduğumuz kollektif düşler gerçek oldu. Kültür evini kurmak üzere tuğlalar üretmeye devam ediyoruz. Bunu elbette İmar Bakanlığı değil, sevgi bakanlığı aracılığı ile yapıyoruz. Kültür evi çelik ve çimentodan oluşan b i r U n a d e ğ i l , devrim gibi anti-emperyalist ve demokratik bir halk kültürüdür. Evreni yadsımayan ama kendi kö klerini etkili kılmayı başaran; evrensel ve ulusal iki çehreyle kurulmuş bir kültür. Ne Beatles'i ne de Michelangelo'yu kopya eden, ama bu sanat üretimini Nikaragua gözleriyle kavramaya yetenekli; aynı zamanda kendi mısır buğdayından haz duyan, en önemli yapıtının, devrimin armonisini yaratma cesaretine sahip bir kültür, istismar edilen değerleri yeniden kazanan, Sandinist halk kültürü ile gericiliğin yozlaşmış ve çürümüş kültürü arasındaki ideolojik savaşı kazanmak üzere kılıç bileyen bir kültür. Yeni üretim araçlarını aydınlatan bir kültür. Ve nihayet şiarımız YA ÖZGÜR VATAN YA ÖLÜM için bir kültür.
KARAGÜN DOSTU
Biliyorum matarada su torbada ekmek ve kemerde kurşun değil şiir ama yine de matarasında su torbasında ekmek ve kemerinde kurşun kalmamışları ayakta tutabilir biliyorum şiirle şarkıyla olacak iş değil bu dalda narı tarlada ekini kızartmaz güvercinin gürültüsü ama yine de dişler arasında bıçak gibi parlar kavgada şiir doğrultusu göz gözü görmez olmuş tek bir ışık bile yok yürek bir yaralı şahindir döner boşlukta belki bir şiir belki bir şiir kırıntısı çalar kapımızı umutsuz karanlıkta yoklar yüreğimizi iğilir yaramıza dağıtır korkumuzu ve karşı tepelerden gürül gürül bir kalk borusu H. H ÜS EY İN
Çeviren: ÇETİN GÜREL (Yeni Düşün, Temmuz 1987)
TAVIR 5
MÜZİK
Arabeske Devrimci Seçenek: ÇAĞDAŞ HALK MÜZİĞİ – II Grup E K İ N
Müziğimizin biçimlenişinde, batı müziği çalgılarım, akorlama sistemlerini, çok sesliliği ve hatta batı müziği ezgi v e birikimlerinin y erini de açalım. Eline tek bağlama alıp sloganv ari üç beş türküy le insanları coşturarak müzik y apılamayacağı ortadadır. Böy lesi bir popülizmin kitlelere ne v ereceği, kitleleri nerey e ve ne kadar götüreceği de bellidir. Oy sa dev rimciler, kendi birikimlerini halka doğru biçimlerle aktararak halkın bilinçlenip, gelişmesini sağlamak görev iyle karşı karşıy adırlar. Halkın kültürel birikiminin ve beğeni düzey inin yükseltilmesi de bu görevin bir parçasıdır. Bunu y aparken, "Halktan kopmak" v e "Halkın bir adım önünde olmak" arasındaki sınıra çok dikkat etmemiz gerekir. Çünkü, özellikle, 80 sonrasında, 80 öncesinin sıcak pratiğini bulamayan geçmişin "Dev rimci sanatçıları" başlangıçta yaşadıkları büyük bir şaşkınlığın ardından toplu olarak sağa sav rulmuşlardır. Dev rimci olmayı içselleştiremeyen bu sanatçılar, düzene zarar v ermemek için akademik-teknik düzey ini y ükseltip, içeriğini boşalttıkları "sanatlarıy la halktan tümüyle kopuk duruma düşmüşlerdir. İşte bu halktan kopuk, elitist kafa y apısı, sol saf larda, özellikle de müzikte kendine y er y apma
çabası içindedir. Bu k a f a yapısı, h a l k müziği birikimini tümüyle y adsıy an, dev rimci içeriğini tümüy le bırakan, müzik biçimlenişi anlamıy la da, batı müziğine, hem çalgısal seçim, hem de f orm olarak çok daha y akın bir müzik v e sanat anlay ışım seçmiştir. Çağdaş Halk Müziği olarak adlandırdığımız müziğimizde, batı müziği çalgıların ın elbetteki bir y eri v ardır. Bu çalgılar doğru kullanıldığı v e abartılı işlev ler y üklenilmediği sürece, halkın kulağının y eni seslere açılmasını sağlayacaktır, özellikle, alty apıda kullanılan gitar, bass, piano v.d. gibi batı çalgıları hem kendini göze batmadan kitlelere gösterebilecek, hem de müziğimizin daha dinamik, daha güçlü olmasına y aray an sağlam v e gümbür gümbür bir alty apı oluşturacaktır. Ülkemizdeki popüler müziklerde de sıkça kullanılan bu çalgıların halka çok uzak gelmesi (y ukarıda belirttiğimiz çok abartılı işlev ler y üklenmediği durumlarda) az bir olasılıktır. Bu çalgıları müziğimize uy gun bir biçimde yedirerek kullanmalı v e bu temelde bunların kullanımında çeşitliliğe gitmeliy iz. Ezgiy i de batı müziği çalgılarına çaldırmak, bu çeşitliliği sağlamanın y ollarından birisidir. Örneğin, f lüt gibi bize hiç de yabancı
TAVIR 6
olmay an çalgıların müziğimizde y eri v ardır. Halkımızın y aşamını anlatan, içinde çok zengin özellikler taşıy an Çağdaş Halk Müziği'ni oluşturmada temel ve zengin bir kaynak olarak halk müziğimizi görmek zorunday ız. Çağdaş ola-bilmeksizin sanatta ev rensel v e ulusal boy utları y akalamak fakat, bunu yaparken halktan kopmamak, ona y abancılaşmamak gerekir. Uygulamada izlenecek yol ise, v ar olan geleneksel halk müziğimizi korumak v e belli oranlarda düzenleme çalışmaları sürdürmektir. Y ani, varolan halk müziği parçalarından uy gun olanların üzerlerinde çok seslendirme çalışmalarına gidilmelidir. Fakat bazı noktalan gözden kaçırmamak gerekir. Örneğin otantik durumda olan türkülerimizin tümü çoksesliliğe uy gun düşmey ebilir. Ay rıca, öz olarak evrensel olma niteliklerini içinde taşımay an türkülerimiz de v ar. Kısa bir sonuç olarak diy ebiliriz ki, böy le bir çalışma y apılırken y aptığımız iş, öz v e biçim olarak Çağdaş Halk Müziği aray ışında y eni bir adımı ortay a koymalıdır. Y aratımlarımızda ev rensel boy uttan y akalay abilmemiz için kendi değerlerimiz y anında ban müziği tekniklerini de kullanabilmeliy iz. Türkü formundaki üretimlerimizde önümüze çıkan önemli bir sorun ise halk müziğimizin teknik y apısının, batı sistemi dediğimiz "12 Ses Y öntemi"ne uygun olmay ışıdır. Bunun en önemli nedenlerinden biri halk müziğinde kullanılan "koma sesler"dir. Bu halk müziğinin armonize edilmesinde önemli bir engeldir. "Koma seslerin kul-
lanılmaması durumunda ise bir başka sorun gündeme gelmektedir. O da, günümüze değin komalı seslerin kullanılmasıy la söy lenen türkülerimizin, komasız çalınması durumunda y avanlaşması, y abancılaşması, eksik kalması... Bu y üzden belirttiğimiz özelliklerdeki geleneksel türkülerimizin otantik hallerini koruyup onlara sahip çıkmak, gelişmey e açık olanların ise üzerinde çalışmak, yeni y aratımlarımızda 12 Ses Y öntemi'ni belirley ici olarak kullanmak gerekmektedir. Böylelikle Türkiye halklarının ulusal müzikleri çağdaş müziğe açılan zemine oturmuş olacaklardır. Çok seslilik çalışmaları y apılırken, ulusal sazlarımızı ön planda tutarak, düşündüklerimizi if ade edebilen her türlü enstrümanı kullanabilmeliy iz. Orkestras-y onda aletler için y aptığımız iş bölümünün y anı sıra, v okal (ses)de de belli oranlarda çoksesliliğe gidilmelidir. Çoksesli müzik, ML'nin düny aya çok boy utlu ve bütünsel bakışına uy gun bir müziktir. Gelişmiş tekniğiy le v e günümüz y aşamının çok boy utluluğunu karşılay abilecek y önleriyle her zaman için tek sesli müziğe tercih nedeni olabilecek özellikler taşır. Fakat sorun, y aşamın çok boy utluluğunu v e içerdiklerini hafta, algılay abileceği bir şekilde anlatmaktır. Hatta, bunda çok f azla zorluk çekmeyeceğimiz bile söy lenebilir. Basit bir çokseslendirme yöntemi olsa bile, 5'li aralıktan bazı halk çalgılar ınca (bağlama v e kemençenin iki ay rı tellerine ay nı anda v urularak elde edilen çokseslilik) v erilebilen paralel ezgilerin v arlığı bizim için
TAVIR 7
olumlu bir başlangıç noktası. Buna, batı tekniğinde var olan 3'lü aralıkla v e temel ezgiy i çok karmaşıklaştırmadan farklı ezgilerle çokseslilik sağlama y olunu da eklemeliy iz. Ulusallıktan ev renselliğe uzanan y olda çoksesliliğin geliştirilmesi aşama aşama olacaktır. Sorun, bu aşamalarda bile ilk çoksesli adımların ulusal y önünü mümkün olduğunca ön planda tutabilmektir. Bu ise, bazı y örelerde var olan çokseslilik nüvelerinin geliştirilmesiyle ve gerekiy orsa batı müziğinin gelişmiş armoni sistemiy le harmanlanmasıy la müziğimizde y erini bulacaktır. Armonize etmekte temel ölçütümüz, ana ezginin, çok net v e fazla karışıklık olmadan duy ulabilmesidir. Halkımızın kulağı ilk anda böy le bir sade liği aramaktadır çünkü. Ezginin gerektirdiği bölümlerde, arka planda duyulan basit çokseslendirme, bugün için genellikle temel alınması gereken bir y oldur. Y ani, ana temay ı vermekle görevli ana ezgi, genellikle halk çalgılarıy la, çok net duy urulmalı; güçlü v e coşkulu, batı çalgılarına day alı bir alty apıy la desteklenip güçlendirilmeli; çok karmaşık olmay an armonik y öntemlerle zenginleştirilip geliştirilmelidir. Çok sesliliğin, bizim müziğimizde oturması için, ilerlemenin aşama aşama olması gerekliliğinden bahsettik. Bunun doğru bir y aklaşım olduğunu 1923lerde yaşanan, müzikte dev rim adına y apılmış örnekler kanıtlamaktadır 1923'lerde Türk Beş'leri taraf ından y apılan o çalışmalar, değil o zaman, şimdi bile halkımıza y abancı gelmektedir. Bu müzikler bugün
sadece senfoni orkestraların konser salonlarında, oldukça sınırlı say ıda olan bir kesime sunulmakta ve seslenebilmektedir. Ezgilerde de, kendimizi salt Türkiy e halklarının ezgileriy le sınırlamak y erine, dev rimci öze uy gun biçimlenmiş olan, diğer halkların ezgilerini de bize özg ü düzenlemelerle, bütünselliğimizi bozmay acak bir şekilde kullanabiliriz. Bu, aynı zamanda enternasyonalist dayanışmaya v e halklar arası kardeşliğe de olumlu etkilerde bulunacaktır. Ülkemiz dev rimci sav aşımında, yetkinleşmiş v e gelişkin bir dev rimci sanatın eksikliği sürekli hissedilmiştir. 80 öncesinde doğru dev rimci çizginin örgütlü çabalarıy la geliştirilmeye çalışılan kültür ve sanat da y etersiz kalmakla beraber, bugünkü gelişimin temellerini atmıştır. Bugün gerçekleştirmey e çalıştığımız dev rimci sanat, temelini oradan alarak gelişmektedir. Bu anlamda, belirli bir y ere gelinmiş, olumlu adımlar da atılmıştır. Ancak, yine de eksiklikler vardır. Daha etkin bir düzey e v arabilmek için, arayışlara, yeni düşüncelere gereksinimimiz olduğu da bir gerçektir. Bu bakımdan, Çağdaş Halk Müziği de tartışmaya ve geliştirilmey e açıktır. Bu yazıda v e daha önceki y azılarımızda kısaca öz noktalarını ortay a koymaya çalıştığımız; kaset, konser v e diğer çalışmalarımızla da pratiğe geçirmey e çabaladığımız "Çağdaş Halk Müziği"ni geliştirmek devrimci sanatçıların görevidir.
TAVIR 8
TOPLUMSAL MÜCADELEDE 7.SANAT Ş. ÇAĞLAR 1800'lü y ılların sonlarındaki doğuşundan başlay arak sermayenin denetimine giren v e burjuv azinin istemleri doğrultusunda ürünler vermeye zorlanan sinema, bu çarkın dışında kalmak v e sinemay ı sanat olarak sürdürmey e çalışan sanatçıların elinde, burjuv aziy e karşın ay akta durabilmek için sav aşım v eriyor. Burjuv azinin, para makinası ya da sindirme, özendirme aracı olarak gören zihniy etine karşın, sinema, nasıl oluyor da hâlâ sanat olarak v arlığını sürdürebiliy or? Sanatın tanımından y ola çıkarak açıklayalım bunu... Toplumsal bilincin biçimlerinden biri (f elsef e, ahlak, siy aset gibi) v e nesnel düny anın bir yansısı olan sanat, günümüze dek idealist ve maddeci düşünürlerce çeşitli biçimlerde y orumlandı. Felsef ede yenilgiy e mahkûm olan idealizm, sanatı, gerçeklikten, dışımızdaki düny adan tamamıy la y alıtarak-doğal olarak-sanatta da y enik düştü. Gerçekliğin reddiyle birlikte, içeriğin biçimden ayrılması ve sonuçta da, estetiğin değer-bilimsel yanının çarpıtılmasıy la, bu sonuç (y enilgi) zaten
kaçınılmazdı. Çünkü, nesnel düny ay ı özümsey ememiş bir sanatçının, gerçekleri doğru y a da en azından çarpıtmadan yansıtma olasılığı y oktur. Dışımızdaki düny ay ı özümsemenin y olu ise, sanatçının toplumsal pratiğe etkin katılımıy la gerçekleşebilir ancak... «"Y aşamı, dev rimci gelişimi içinde sezip kav ramak ve tasarımlamak" İşte Gorki için, dönemin y üklediği görev buy du. Bu görev lerin altından sanatçının kalkabilmesi için, sosyalist gerçekçilik yöntemi, ondan çağdaşlarının y aşamını derinden bilmesini, kitlelerce y aratılan tarihi kav ramasını i st er .» (1) Sosy alist gerçekçiliğin edebiy attaki öncülerinden biri olan Gorki, çağına v e halkına karşı sorumluluğunu, böy le y erine getiriyordu. Sanatta gerçekçiliğin işlevi, gerçekliğin yeniden üretilmesi ve kav gası v erilen bir gelecek için toplumsal dönüşümün sağlanabilmesi olduğuna göre, sanatçının da bu işlev i y erine getirecek bir misy onu üstlenmesi zorunluluğu v ardır. Özellikle de; suskunluğun, ürkekliğin yay gınlaştırılması için
(1) Estetik, Avner Ziss, Çev: Yakup Şahan, de yayınlan, s. 243, mart 1984
TAVIR 10
Sanatta gerçekçiliğin işlevi, gerçekliğin yeniden üretilmesi ve kavgası verilen bir gelecek için toplumsal dönüşümün sağlanabilmesi olduğuna göre, sanatçının da bu işlevi yerine getirecek bir misyonu üstlenmesi zorunluluğu vardır. olağanüstü çabaların harcandığı v e özgür düşüncenin her türlü if ade edilişinden korkulduğu ülkelerde, sanatçının bu suskunlar kerv anına katılması düşünülemez bile... Çünkü, faşist uy gulamaların sürdüğü ve sözde demokrasiy e bile y ukarıdan buy ruklarla geçildiği bir ülkede, uy utulan halkı uy anık tutmak, bilinçlendirmek v e egemen ideolojinin karşısında durabilecek cesareti vermek (ki bu cesaret, bilinçten kay naklanır), ay dın sanatçıların misy onudur ay nı zamanda... Çünkü, toplumla iletişim kurarken, çok zengin bir materyali, nesnel düny ay ı, yaşananları, görülenleri ve duyulanları araç olarak kullanmak durumundadırlar. Ama y aşay arak, görerek, duy arak, bilerek; yani çarpıtmadan, yüzey de kalmadan, burjuvazinin kokuşmuş gericiliğine teslim olmadan... Sinema... Film karelerinin ard arda akışındaki dev inimi ile insanları doğrudan (izlendiği anda) etkileyebilme gücüne (olumlu ya da olumsuz) sahip bir kitle iletişim aracı... Sanatçısının elinde gerçekliği y ansıtırken, içerik-biçim diyalektiğini, sanatın bilgilendirme-
bilinçlendirme misyonunu başat olarak ele alan bir görüntüler dizgesi... Y aşanan çarpıklıkları, diy alektik bir düny a anlay ışı ile özümsey erek y ansıtan v e yansıtmakla kalmay ıp, kendi öznelliği ile y oğurarak y orumlayan ay dın sanatçıların anlatım aracı... Ve Türk Sineması... Pek az örnek dışında, sözü edilen işlevleri yerine getiremey en sinemamız, sanatın nesnesini toplumsal y aşamda aramayan, pratiğe etkin olarak katılmay an, kendi iç düny alarının y oksulluklarını f ilmlerine y ansıtan ve y alnızca dirençsiz birey i anlatan (daha doğrusu, dirençsiz birey in, neden dilenmediğinin toplumsal koşullarına y ani, özüne inilmediği için, bunu bile başaramayan) y önetmen ve oy uncuların elinde gün geçtikçe biraz daha çöküy or, yok oluyor. Örneğin, Y ılmaz Güney'in, f ilmlerinde gerçekçiliği ele alış, kav ray ış ve y ansıtmasındaki ustalık, bugünün y önetmenlerinde y ok. Bu ustalık ise, kitlelerin, f ilmlerde kendilerinden birşey leri bulmasından bağımsız değil elbette. Çünkü sanatçının, halkı ile ay nı düzende aynı şeyleri yaşadığına, aynı haksızlıklara uğray ıp, ay nı biçimde mücadele ettiğine tanık olmak, onun gerçekle bütünleşmiş olmasının bir göstergesidir aynı zamanda... Bunun dışında kalan sanatçılannsa, konu olarak neleri seçebileceği v e bunu nasıl işley eceği de bellidir zaten. Bu sav ı kanıtlamak için, günümüz Türk f ilmlerine v e yönetmenlerine bakmak y eterlidir. TAVIR 11
Oğuz Adanır'ın "depresy on sineması" y akıştırmasını y aptığı bu f ilmler, gerçekten de y alnızlık, çaresizlik, pasiflik gibi depresif temalarını kullanarak bu tanımın dışına çıkamaz duruma gelmiş ve kendilerini tekrara düşmüşlerdir. Üçüncü Göz, Biri v e Diğerleri, Kara Sev dalı Bulut, Büy ük Y alnızlık, Film Bitti, Med Cezir Manzaralar ı, Dolunay, Sis son dönemde y apılan v e bu ortak temaları içeren f ilmlerden sadece birkaçı... Böylesine köklü bir umutsuzluğa (Kara Sev dalı Bulut, Sis) ve yaşanan gerçekleri başarısızca birey boy utunda ele alan bir umursamazlığa (Med Cezir Manzaralar ı, Dolunay, Film Bitti, Büyük Y alnızlık v e nicesi) nasıl düşülmüştür? Toplumun duy arlı bir kesimini oluşturması gereken sanatçılarımız, her türlü baskının büy ük bir keyfilik v e rahatlıkla y apıldığı şu günlerde haykıracakları y erde, nasıl bu suskunlar kervanına katılabilmişler ve burjuv azinin "şak şak"çıları olabilmişlerdir? Y avuz Özkan'a nasıl b i r duy arlılık, '80 öncesinde "Maden"i v e nasıl bir duy arsızlık '80 sonrasında "Film Bitti", "Büy ük Y alnızlık" gibi depresy on f ilmlerini y aptırabilmiştir? Tüm bu soruların y anıtını, "sanatçının, topluma karşı sorumluluklarını y adsımasında" bulmak, hiç de zor olmasa gerek... Eleştirel gerçekçiliğin, gerçekliğin evrimi içinde y ıllar, önce sosy alist gerçekçiliğe dönüştürüldüğü, ancak Türk ay dın-y önetmenlerin f ilmlerinde, eleştirel
Eleştirel gerçekçiliğin, gerçekliğin evrimi içinde yıllar önce sosyalist gerçekçiliğe dönüştürüldüğü, ancak Türk aydın-yönetmenlerin filmlerinde, eleştirel tavır bile takınmad ıkları düşünülürse, Türk Sine masının içinde bulunduğu duru m daha kolay değerlendirilebilecektir. tav ır bile takınmadıkları düşünülürse, Türk Sineması'nın içinde bulunduğu durum daha kolay değerlendirilebilecektir. " B i r avuç insan" diy e nitelendirdikleri direnen insanlardan umacı gibi korkan ve hür türlü insanlık dışı dav ranışlarla onları susturmay a çalışan egemen ideoloji, "bir avuç ihsana rağmen bu denli korku" çelişkisini ve ikiyüzlülüğünü örtemediğinden, artık iy ice teşhir olmuştur. Ortada böy lesine güncel v e dev let mekanizmalarının çarpık istey işine day anan bir durum söz konusuyken, bunun eleştiril-memesi, üzerinde bile konuşulmaması, korkaklık ve pasiflik dışında bir tanımlama ile açıklanamaz. Bir ay dın olarak eleştirel bir tav ır bile takınmay an sanatçılarımızın ele aldıkları konu v e temalara kısaca göz gezdirelim v e bu insanlar üzerinde, burjuv azinin zaf erine tanık olalım: Ankara 3. Film Şenliği Birincisi "Med Cezir Manzaralar ı"... Y önetmen Mahinur Ergun, halkının demokrasi için savaşım v erdiği günlerde misyonunu, "Amerika'da eğitim görmüş şımarık bir kızın, görev li olduğu bankada, -tek TAVIR 12
düşüncesi kân artırmak olan- bir üst düzey y etkilisi ile girdiği aşk ilişkisini, cinselliği şiddete dönüştüren f antezilerle anlatarak y erine getirmiş. Filmde birey , üstesinden gelemediği iç çelişkileriyle anlatılmak istenirken, topluma bağımlılığı gözard ı edilerek tamamıy la "bireyci" bir. anlatıma düşülüyor. Aslında y önelmenin y apmak istediği de bu...'Bu da, sinemayı, istenen hedef e ulaşmada bir araç olarak değil, kendi kişisel isteklerini tatmin etmede bir amaç olarak görmey e denk düşüyor. "Ben kendim için f ilm y apıy orum" düşüncesinin, farklı bir söy lem biçimi...
rumlamay a kalkan bir y önetmenin, bunu çarpıtadan y apması söz konusu olamayacağından f ilmde yanlış v e abartılı sahnelerle karşılaşmak da çabası... "Sanat, sınıf çıkarları prizmasından y ansıtır gerçekliği ve ay nı y olla da dile getirmey e çalışır, ideolojisinin işlev i de buradan gelir.(2) Sinemay a,
ancak
bu
perspektifle
bakan
sanatçılar (her şeye rağmen), sinemay ı sanat olarak sürdüre-bildiler. Çünkü asıl sorunun, "bu düny ay ı
değiştirmek
olduğunu"
biliyorlardı.
Bunun dışındakiler ise, iç dünyalarının bataklarına saplanıp, ele aldıkları konuy a denk öz v e biçimi bulamadılar. Ticari kaygı, sansür
"Sanat, sınıf çıkarları pirizmasından yansıtır gerçekliği ve aynı yolla da dile getirmeye çalışır, ideolojisinin işlevi de buradan gelir.
korkusu ya da y aşam karşısında edilgenliği seçmek... Y önetmenin çelişkilerinin ürünü olan bu gerekçelerle, sinemanın sanattan, gerçeklikten ve sonuçta da kitlelerden kopması kaçınılmazdır.
"Tutuklanan f ilm" olarak adından sıkça söz ettiren
"Kara
Sev dalı
Bulut",
umutsuzluğa
görünse
de
mekanizmalarının
özünde çarpık
ay nı.
işley işini,
kurgusu
ile
işleyebiliy or.
bir
süreci
dev ralacak
kahraman-izley ici Süreci
arttığı
ve
kitleleri
özdeşleşmesini sağlayarak polis korkusunu birey bilincine
baskıların
yükseldiği
Toplum
bilinçlendirecek biçimde gösteremey en film, dramatik
dolay ısıy la
mücadelenin
yaşadığımız şu günlerde sosy alist gerçekçiliği y orumlay arak y ansıtmış yönetmenlerin mirasım
siy asal boy ut getirmesiyle, diğer filmlerden f arklı gibi
Toplumsal
yaşamadan
yansıtmay a, üstelik bir de yo-(2) A.g.e s. 260/62
y eni
y önetmenler
henüz
görünürlerde y ok. Oysa Türk Sineması'nın, tükenmiş
insanlardan v e
bunların y arattığı
bunalım f ilmlerinden kurtulması zorunluluğu v ar. Bu da ancak, gerçekliğin, barlarda içerek değil, sokaklarda yaşayarak aranmasıyla gerçekleşebilir.
TAVIR 13
ŞİİR
O SEVDA Kİ Onyedisinde yüreği sınananlara Sen alnı dağ çiçeklim Y ürek y akışlım Sev dalım Andımızı kollay asın, Mahir y üreklerdey i Kollay asın. En zor şaf ağında En onulmaz yerindeyken Day andık diyebilmek için
y aşamın
Acının zoruna Umudu kollay asın gülüm. Dört mevsim baharı Y ürekte sev day ı Sokakta kavgay ı Zulmün gergefinde direnci belleyesin. Biz ki, Aşklarla çoğalmışız |
Kav galarda sınanmışız Ey ölümüne intihar süsü veren gece Zulümlerde bilenmişiz O sevda ki Senin tutsaklığınadır Özgürlük türkülenir dilimde Gecenin karanlığında yanar ellerim Ellerine iy i bak kınalım, Ben hüznünü kuşanmışım bir kez Senden uzakta Ve dağlı sohbetlerde sen hep yanımdasın. S. KAY NAR TAVIR 14
ŞİİR
GELECEĞE
KAVGA
Kalkıp bir sabah Y üzünü şafakla y ıkayan Ölümsüz y olcu Bekleme gün doğumunu Adımla, Koş y olları. Kay gıları, Üzüntüleri Sonbahar yapraklan gibi Bırak ardında. Korkma! Sevdadan, İnancından Bir gelecek ki Gün boy u aydınlık Sev gilinin y üzü gibi
Y aşamın uçsuz bucaksız Körkuy usunda Bir ışık ay dınlık cantılsımı Açıp bir karanfil gibi Y üreğimin en derin köşesinde Alıp götüren ellerimi gözlerimi umutlarımı Y eşerten
ALEV ALEV
SEVDA
Gece tutuştu bir kez
Usul usul Kalleşçe yaklaşmadık o sev giliye Sağır gecelerde yatıp Umarsızlığa boğulmadık Umutları yarıy a indirip Karanlığı meskenlemedik Nehrin uzanıp Denize sarılması gibi Y iğitçe sevdalandık.
orta yerinden Y ok artık olmayacak Y ağma talan Sömürü zulüm işkenceler Gece tutuştu bir kez orta yerinden alev alev Y angın gecelerle
Ölümün sağır çığlığında Bir sessiz çığlık şimdi Kulaklarımda Ey yeşeren kavgam
Ş.METE
Güneşli günlere çıkılacak.
TAVIR 15
ÖYKÜ
YALVARARAK DEĞİL, DİRENEREK ... D. GÜLER
Vakit gece yarısıy dı. Gün boy u rüzgârla savrulan y ağmur bulutlan, akşam saatlerinde bütün y ükünü y eryüzüne bırakmış, göky üzünü pırıl pırıl bir berraklık kaplamıştı. Y ıldızlar parmakla say ılacak kadar nettiler. Haf iften y ükselmey e başlayan yarımay ın ışığı, boğazdan geçen gemilerin üzerine v uruy or, y akamozlar gemilerin v e sahil boy undaki villaların parlak ışıklarında gözle görülmez oluyordu. Y ağmur sonrası gelen toprak kokusu kaybolmuş, yerini boğazdan gelen deniz kokusuna bırakmıştı. Ay ışığı altında dizi dizi görülen gecekondular, tepeden aşağıy a doğru düşmanın saldırısına karşı mev zilenmiş askerleri andırıy ordu. Genç bir kadın y ağmurdan çamur haline gelmiş toprağa bata çıka hızlı adımlarla aşağıy a doğru iniyordu. Soluk soluğa idi . Üç-beş tahta parçasının çev relenip, önüne kapı görev i y apması için boş bir şeker çuvalının asılı olduğu tuv aleti geçince sağa kıvrıldı. Penceresinden ışık sızmakta olan gecekondunun önünde durdu. Kilit yerine bir ip v e bir çivinin kullanıldığı tahta kapıy ı üç kez tıklattı. İçeriden "geldim" diy e bir kadın sesi işitildi. Çiv iy e sarih ip çözüldü. Kapıda yaşlı denemey ecek kadar genç, genç denemey ecek kadar y aşlı bir kadın belirdi. Karşısında derin derin soluk alıp v eren, alnından terler süzülen kadım görünce meraklandı. — Hay rola kızım n'oldu, ne bu telaş? Hele geç içeri de olup biteni anlat Genç kadın içeri girdi. Çamurlu ay akkabılarını çıkardı. Duv arın kenarına y anaştırılmış iki div andan boş olanının üzerine oturdu. Dizlerini göğsüne y aslay ıp, kollarını bacaklarının üzerine sardı. Zaten ufacık olan bedeni daha da küçüldü. Birçok kez bu gecekonduya gelmesine rağmen ilk kez geliy ormuşçasına ev in içinde göz gezdirmeye başladı. Gecekondu yatak odasıyla, mutfağıy la, banyosuy la, salonuyla sadece bir oday dı. Toplasan yirmi metre kare ancak gelirdi. Hemen karşısındaki divanda ononüç y aşlarında iki çocuk birbirlerine sarılmış, mışıl mışıl uy uy orlardı. Tav andaki kirişte içinde ekmek v e diğer kuru yiy eceklerin bulunduğu naylon torbalar asılıy dı.
TAVIR 16
İçerisine böcek girmesin diy e yiy ecekler yukarı kaldırılmıştı. Kapının tam karşısında metal bir raf ın üzerinde üç dört tabak, biri büyük biri küçük olmak üzere iki tencere vardı. Metal raf ın y anında bir küçük tüp yer alıy ordu. Duvara dayalı olan kazma kürek, kendilerine iş düşecekmişçesine hazır bekliyorlardı . Kapının yanından dışa açılan d e l i k , bany o yaparken dökülen suyun dışarı akmasını sağlıy ordu. Deliğin kenarında mavi bir çamaşır leğeni ite telleri dökülmüş el süpürgesi yan y ana duruyorlardı. Divanların arasına eski bir İrilim atılmıştı. Zeminin kilimsiz olan bölümü, çiğnenmiş topraktı. Duv arlar sıv asızdı. Dışarıda esen rüzgâr biriketlerin arasından geçiyor, içeride olan biri rahatlıkla esintiyi duy abiliyordu. "Bizim kondunun ay nısı. Sanki komşularımızınki f arklıymış gibi. Onlar da böy le." diy e düşündü. Bir an geldiğinden beri ondan bir çift söz bekley en, merakla gözlerinin içine bakan Esma tey zenin sözleriy le irkildi. — Senin niy etin beni meraktan çatlatmak mı kız? Deyiv er derdini hele. Genç kadın dalıp gittiği için çok utandı. Y üzünü ateşler bastı. Y analdan al al olda — Şey ben... diye kekeledi. Seni de boş y ere telaşlandırdım. Kusura kalma. Halil az önce nöbet tutmay a gitti. Evde bir başıma kaldım. İçime bir sıkıntı çöktü. Bir de Halil'in başına bir şey gelirse diy e düşünmey e başlay ınca, yüreğim daha da ezildi. Korkmaya başladım. Bana bir yol göster tey zem. Y ay gibi ince kaşlarının altındaki iri siy ah gözlerinden büy ük bir endişe okunuy ordu. Esma tey ze "bunun içkimi telaşlısın" dercesine genç kadına bakıy ordu. Tadı sesiy le tane tane konuşmaya başladı. — Sanki Esma tey zen buray a gelmeden önce korkusuz bir cengav er miy di? Y ooo.. Cengav eri bırak ödlek bir f areden f arkım yoktu. Ev de bir başıma kal maktan korkardım. Karanlıktan, kediden, köpekten, polisten, zabıtadan kor kardım. Erkeğim, Hasan'ım bir gün gider de dönmezse iki yetimle n'aparım diy e korkardım. Y üreğim bir tav şan y üreği gibi güp güp atardı. Ben dahil diğer kadınlar da, erkeklerimizin çoğu da korkularını burada y endiler. Dikkat et er keklerimiz de diy orum. Şimdi bakma böyle göründüklerine. Geçmişte birisi höt dese ödleri kopardı, saklanacak delik ararlardı. Sabret bakalım, sen daha bu ray a gelin geleli bir hafta bile olmadı. Elbette korkarsın. Ama inan bana, bak bu duv ara yazıy orum, zamanla bu korku illetinden yakanı kurtaracaksın. Sana başımıza gelenleri anlatay ım da gör bak korkuy u nasıl yenmişiz.
TAVIR 17
Esma tey ze sözüne ara v erip, y avaşça oturduğu yerden ay ağa kalktı. Piknik tüpünün v anasını açıp bir kibrit çaktı. Tüp harlayarak alev aldı. Çay danlığı tüpün üzerine y erleştirdi. — Çay ı y eni demlemiştim. Soğumuş. Isınsın. Hem içer hem laflarız. Bir kaç dakika sonra, kaynay an suy un fokurdama sesleri işitilmey e başladı. Esma tey ze her ayağa kalkışında yaptığı gibi, bir buçuk insan boyu yüksekliğindeki tavandan sarkan e l e k t r i k ampulüne çarpmamaya özen göstererek çaydanlığı a l ı p g e r i g e l d i Genç kadın da ay ağa kalkmış, kırık bir plastik tepsi üzerine i k i çay bardağı v e bir kavanoz toz şeker hazırlamıştı. Çay bardaklarını doldurup eski y erlerine geçtiler. Y avaşça çaylarından yudumlamaya başladılar. Genç kadın Esma tey zenin içtenliği karşısında rahatlamış, y anaklarındaki allar kaybolmuştu. İri siyah gözlerindeki korku v e telaş eriy ip gitmişti. Sabırsızca Esma tey zenin anlatacaklarım bekledi. Esma tey ze, genç kadının sabırsızlığını görünce fazla oy alanmadan söze başladı. Çocuklarının uy anmaması için sesini alçaltmıştı. — Halil sana anlatmıştır y a, y ine de içinde yaşamadığın için burada neler çektik bilemezsin. Hesaplaşan buraya gelişimiz anca bir y ıl eder. Allah şahidimdir, koca
ömrüm
boy unca
bu
bir
y ıl
içinde
öğrendiklerimin
kırıntısını
öğrenemedim. Şunu i y i belle ki burada en büyük öğretmen, y a ş a m ı n ta k e n d i si. Esma teyze çay ından b i r yudum daha alıp, derin b i r iç geçirdi. — Buray a gelmeden önce başka bir semtteki gecekondumuzda kalırdık. Y an larındaki onlarca polisle birlikte günaşırı zabıtalar gelirdi. "Gecekondularınızdan çıkın" derlerdi. Biz kim devlete karşı gelmek kim , çaresiz çıkardık. Sonra elemeği göz nuru kondularamızı teker teker y ıkarlardı. Ağlaşıp sızlanırd ık. Kime ne f ayda... Döv ünmelerimizin hiç bir y ararı olmazdı. Y ıkımdan sonra borç harç malzemeleri denkleştirir, gecekondumuzu y eniden y apardık. Aradan biraz zaman geçer, leş kargaları y ine tepemize üşüşürlerdi. Onlar y ıkardı, biz y apardık. Gören de oy un oy nuyoruz sanır. Her y ıkımla bir likte durumumuz kötüleşiyordu. Borca batıy orduk. Bu ne zamana kadar sürecek diye kara kara düşündüğüm bir akşam, Hasan yüzünde tebessüm ile eve geldi . Şaştım kaldım. Bunca y ıldır ay nı y astığa baş koy duğumuz halde, onu hiç böy le neşeli görmemiştim. Sıkıntıdan, dertten bizde gülecek hal kalmamış k i . "Hay ırdır Hasan'ım, dedenden yüklüce miras kalmış gibi gevrek gev rek ne
TAVIR 18
gülüp duruy orsun?" diy e takıldım. "Taşınıy oruz hanım" dedi. Sedire oturdu, her şeyi bir bir anlattı. O gün uzun süredir görüşemediği bir arkadaşını görmüş. Adı Metin. Sohbet etmişler. Metin'i ben de tanırım. Bir ara başımız çok darday dı da biz istemediğimiz halde bize destek olmuştu. "İhtiy acınız vardır, sizde olduğunda ödersiniz" demişti. Genç, yaşam dolu bir delikanlıy dı. Konuştuğunda ağzından bal akardı. Söy lediklerinin hepsini anlamasam da sonuna kadar dinler ne demek istediğini anlamaya çalışırdım. Onun neler demek istediğini şimdi çok iy i anlıy orum y a neyse laf ı uzatmay ay ım. Hasan gecekondumuzu sürekli yıktıklarından söz etmiş. O da "bak Hasan senin durumunda olan bir sürü aile v ar. Y ıkımlara karşı örgütlü, bilinçli bir tav ır almadıkları için ev leri sürekli y ıkılıy or. Bizler de senin gibiy dik. Başımızı sokabilecek gecekondumuz y oktu. Olduğunda da y ıkım ekipleri taraf ından yıkılıyordu . Sonunda bu durumda olan arkadaşlarla b i r araya gelip , gözümüze kestirdiğimiz boş bir araziy e gecekondularımızı y aptık. Orası daha önce arazi mafy asının elindey di. Arazi mafy ası, kendisine ait olduğuna ileri sürdüğü bu araziy i y oksul, çaresiz insanlara mily onlarca liray a satıy ordu. Ay nı y eri üç-dört kişiy e sattığı da oluy ordu. Tahmin edebileceğin gibi kazanılan kara para, arazi mafyası, polis v e zabıta taraf ından kırışılıy ordu. Şu anda arazi mafyasını o bölgeden söküp atamasak da bizden çekiniy orlar. Bu y üzden bize pek ilişmiy orlar. Arazi y üzlerce gecekondu yapabilecek kadar geniş. Eğer istersen sen de gelip gecekondunu oraya kurabilirsin. Hep birarada olursak ortak bir tav ır alabilir, y ıkımları engelleyebiliriz" demiş. Bizim Hasan da hemen "olur" demiş. Kendisi Metin'i çok sever. Ondan "en güv endiğim insandır" diy e söz eder. Velhasıl i k i gün sonra bütün eşy alarımızı küçük bir kamyonete y ükledik. Eşy alarımız o küçücük kamyoneti doldurmaya bile y etmedi. Ben çocuklarla ön taraf a oturdum. Hasan da eşy aların y anına. Ağır ağır y ola koy ulduk. Güy a İstanbul'da y aşıy oruz ama gittiğimiz y oldan daha önce hiç ama hiç geçmemiştim. Boğazın, kıy ısındaki y ol boyunca ilerledik. Kıy ıy a bağlı bir sürü y at vardı. Biz kaf amızı sokacak bir dam bulamazken bazıları nispet yaparcasına y atlarda sef a sürüyor. Y olun bir y anında yatlar, bir y anında villalar. Villalar öy le büyük, öy le lüks ki birinin parasıy la rahatlıkla y üzlerce gecekondu y apılabilir. Bir süre daha gittikten sonra ana y oldan ay rıldık. On dakika y a gittik y a gitmedik, karşımıza kocaman bir tepe çıktı. Tepenin üzerine dağılmış v aziy ette on beşe y akın gecekondu vardı. Araba durdu. Şof ör "y ol dev am etme-
TAVIR 19
diği için sizi burada bırakmak zorunday ım, kusura kalmay ın" dedi. Arabadan indik. Bir tepey e, bir de eşy alarımıza baktım. Eşyaları y ukarı nasıl çıkaracağız diy e düşünürken, y ukarıdan on kadar adam geldi. "Hoşgeldiniz" dediler. Metin de aralarınday dı. Hep beraber eşyaları y ukarıy a taşıdık. O gün de böy le y ağmur y ağdığı için her y er çamur içindey di. Eğer bize y ardım etmeselerdi, eşyaları taşıy ana kadar vallaha turşumuz çıkardı. Eşy alarımızı o y erin kenarına y ığdık. Gecekondularda bulunan herkes y anımıza gelip "hoşgeldiniz" dediler. Sanki kırk y ıllık dostlarımızı ziy arete gelmiş gibiy dik. Biraz soluklanınca "aç ay ı oynamaz, önce yemek y iyelim, gece de işe koyuluruz" dediler. Herkes evinden y iyecek namına ne v arsa getirdi. Düğünlerde olduğu g i b i büy ük bir sofra kuruldu. Hep beraber karnımızı doy urduk. Doğrusu çok duygulandım. Hiç tanımadığım bu insanların bu kadar yardımsever ve içten olmaları beni çok sev indirdi. Akşam saatlerinde işten dönen kadın v e erkekler de "hoşgeldin"e geldiler. Gece oldu. E l i çekiç tutan, biriket taşıy abilen herkes y anımıza gelmişti. "Artık başlayalım" dedi birisi. Hep birlikte türkü söy ler gibi, bizim gecekonduy u bir çırpıda y apıp bitirdik. Bizim için çalışan bu insanlara baktıkça içim kıpır kıpır ediyordu. Doğrusu şimdiye kadar bunu ne çevremde, ne akrabamda, ne de öz kardeşimde görmüştüm. Sabah oldu. Hasan her sabah olduğu gibi simit satmak için ev den ay rıldı. Ben de eşyalarımızı tek göz ev imize yerleştirmeye başladım. Kısa sürede bitirdim . Bir çay demleyeyim de, komşu kadınlarla bir çift laf ederiz diy e düşündüm. Çay ı ocağa yeni sürdüm ki dışarıdan gürültüler gelmey e başladı. Dışarıy a çıkınca dondum kaldım. Elli altmış tane zabıta bir o kadar da polis yukarı doğru geliyorlardı . Korkudan titremey e başladım. İlk gün, daha ilk günde bu y apılmaz diy or, içimden beddualar ediyordum. Önce bizim eve geldiler. Polislerden elinde telsiz olanı , küfürler sav urarak evden çıkmamı söyledi. "Çıkmayacağım" dediysem de istemeye istemey e çıktım. Ev imiz bir anda y erle bir edildi. Emeğimiz, alınterimiz heba olmuştu. Komşumun evine y öneldiler. Komşu kadın direndi. Ev den çıkmadı. Döv erek çıkarttılar. Çamurun içine attılar. Buna rağmen ay ağa kalkıp, eline geçirdiği sopayla ev ini y ıkanların üzerine saldırdı. Bu sef er polisler daha acımasız dav ranıp, bay ıltana kadar döv düler. Kadın bay ıldıktan sonra onu öy lece ortada bıraktılar. Ben y ıkık evimin kenarına büzülmüş, olanları izliy ordum. Korkudan gidip y ardım edemiyordum. Zabıta ve polisler uzaklaşınca, elimde kolony a şişesi koşturarak komşumun yanma geldim. Başı y arılmıştı.
TAVIR 20
Kolony ay ı koklay ınca kendine geldi, ağlay ıp sızlamadı. Sürekli lanetler y ağdırdı. Aksam v akti çalışanlar iş dönüşü evlerini göremeyince moralman çöktüler. O gece bir toplantı y aptık. Kadın, erkek, çoluk çocuk biraray a geldik . Söze ilk giren Metin'di: "Bildiğiniz gibi ev lerimiz ilk kez y ıkılmıy or. Bu, egemen güçlerin, biz yoksul halka ne i l k ne de son saldırısı. B i z i m y apmamız gereken, bu saldırılan boşa çıkaracak doğru taktikler izlemek v e tav ır almaktır. Bugüne kadar gücümüz, say ımızın azl ığından dolay ı sınırlıy dı. Dirensek de y ıkımları engelley emiy orduk. Y akında yeni aileler gelecek. Gücümüz artacak. Bizler de artık pasif direnişi bırakıp aktif olarak direnmeliy iz. Madem ki onlar kadın, çocuk demeden bizleri çamur içinde bay ıltana kadar dövüy orlar, biz de onlara taşla, sopayla karşı koy acağız. Ev lerimizi y ıktırmay acağız." Sözlerini bitirdiğinde büy ük bir alkış koptu. Daha sonra söz alanlar, direnmenin kazanmay a giden tek çıkar y ol olduğu üzerine konuşmalar y aptılar. Ben de o gün y aşadıklarımı, korkumu, sessiz kalışımı, sonra nasıl utandığımı anlattım. Bu utancı bir daha y aşamak istemediğimi söylediğimde herkesi büy ük bir sev inç kapladı. Artık ev lerimizin y ıkılmasını beklemeyecek, taşla, sopayla karşı koy acaktık. Üç gece içinde, y ıkılan gecekondularımızı y emden yaptık. Day anışma içinde olmak, paylaşmak en büy ük özelliğimiz haline geldi. Gün geçtikçe gecekondularımızın say ısı artıy ordu. Sonra bir sabah, zabıta v e polisin yeniden y ıkıma geldiklerini gördük. Daha önceden hazırladığımla! taş ve sopaları elimize aldık. Bize y aklaştıklarında, onları taş y ağmuruna tutuk. Bir kaçıştan vardı ki görecektin. Onları kov alamanın sev incini y aşarken y eniden saldırdılar. Bazılar ımızı karga tulumba polis otosuna bindirdiler. İf ademizi almak için karakola götürdüler. Ben hay atımda daha önce hiç karakola düşmemiştim. Korkmadım desem y alan olur. Hani geçenlerde bizi kadın derneğine götüren Nazan v ar y a, işte o sıkmamı anlamış olacak ki y anıma gelip "sakın korkma. Onların istediği bizi korkutabilmek. Korkuy la bizi y ıldırıp gecekondularımızı terketmemizi sağlamak. Burada korkması gereken biz değiliz onlar. Çünkü eşkiy alık y apan, zorbaca bizleri buray a getir en, evlerimizi y ıkan hep onlar" dedi. Daha önceden karar aldığımız gibi hiçbirimiz if ade v ermedik. Bu durum polisleri çılgına çev irdi. Kızdılar, köpürdüler. Sonuçta bizi bırakmak zorunda kaldılar. Bu bizim için ilk zaferdi. Güçlerimizi
TAVIR 21
birleştirmemizin, aktif olarak karşı koymamızın mey vasini almıştık. Metin haklı çıkmıştı. Bizlere y ardım eden bu insanlara karşı göv emin bir kat daha arttı. Onlarla karşılaşana kadar, dev rimci laf ım çok duymuştum. Onları görünce etiyle , tırnağıyla, aldıkları doğru kararlarla "devrimci dedikleri bunlardan başkası olamaz" dedim. Genç kadın düz, siy ah saçlarından gözünün önüne düşen perçemi kulağının arkasına atmak için elini uzattığında, çay bardağının hâlâ dolu olduğunu gördü. Esma tey zey e kendini öyle kaptırmıştı ki çay ını bile içmeyi unutmuştu. Esma tey ze anlatmay a dev am ediyordu. — Bizi hep 'kadın kısmı ev inin işine bakar, erkeğin işine karışmaz' diy e y etiştirmişlerdi. Buray a gelince bir insan olduğumu, ev işlerinin dışında da bazı şey ler yapabileceğimi anladım. Kendime güvenim geldi. Hasan da buraya geleli pek değişti. Eskiden üç-beş laf konuşur, susardık. B i r karar alınması ge rektiğinde, Hasan aldığı kararı Köy lerdi. Ben de uyardım. Şimdi herşey i oturup tartışıy oruz. Benim düşüncemi almadan kendi başına birşey ler yapmaya kalkışmıy or. Bunlar hep devrimcilerin say esinde. Karşılık beklemeden verm e y i , sadece kendimizi değil , herkesi düşünmeyi, paylaşmayı, mücadele et mey i devrimcilerden öğrendik. Onlar hiç bir zaman "biz sizi koruruz" dey ip bizi bir kenara itmediler. Aksine, "kendi haklarınızı en iy i sizler sav unursu nuz" diy erek bize yol gösterdiler. Bizlere ellerinden gelen y ardımı y aptılar, yapıyorlarda.
Bugün
devrimciler
bize
öncülük
etmeseydi,
burada
değil
gece
kondumuz, bir çöpümüz bile olmazdı. Genç kadın söze katıldı: — Doğru söylersin Esma tey ze. Anlattığın şey leri ilk burada gördüm ben de. Halil tanıdığım en dürüst, en içten, en yiğit insan. Hakkını aramasını bilir, kimseye yedirtmez. Bu yüzden ona tutkundum. Buraya geldiğimde Halil gibi bir sürü insanla tanıştım. Kendimi çok şanslı say ıy orum. Bir de içimdeki sıkıntıy ı tamamen atabilsem. Esma tey ze: — Atacaksın kızım. Her şey in bir zamanı v ar. Zamanla sen de kurtulacaksın bu musibetten. Neyse ben sözüme dev am edey im. Kazandığımız zaf erle birlikte y erimizi iyice sağlamlaştırmıştık. Artık, mahalle olarak yaşadığımız eksiklik-
TAVIR 22
leri halletmenin zamanı gelmişti. Başlangıçta, y ıkılacak korkusuyla sekiz dokuz metrekare genişliğinde y aptığımız gecekondularımızı daha büy ük yapmay a başladık. Esma tey zenin gözü bir ara y erdeki kilimin desenlerine daldı gitti. Geçmişi düşünmey e başladı. Elektrikleri y oktu. Hav a karardığında mum y a da güz lambasıy la ay dınlanıy orlardı. Loş ışıkta hemen uykuları geliy or, erkenden y atıy orlardı. Sulan y oktu. Su alabilecekleri en yakın yer bir kilometre uzaktaki caminin şadırv anıy dı. Herkes suyunu buradan sağladığı için çeşmenin önünde uzun bir kuy ruk oluşuyor, bazan sabaha kadar beklemek zorunda kalabiliyorlardı. O dönemde kuyrukta zaman harcamay ı en aza indirgemek için bir çözüm düşünmüşler, çeşme nöbeti sistemini oturtmuşlardı.Herkes sıray la çeşmenin başında nöbet tutuy or, gelenlere eşit miktarda su vererek, kuy ruk oluşmasını önlüy orlardı. Su kuy ruğunda harcanan zaman, dolu su kaplarının ev lere taşınması, yemek, çamaşır, bulaşık, banyo, temizlik v e içmek için su gerektiği düşünüldüğünde, su konusu en büy ük sorun olarak karşılarına çıkıy ordu. Y olları y oktu. Bu y üzden tarlaların, taşların, otların arasından y ürümek zorunda kalıy orlardı. Özellikle y ağmurlu hav alarda çamurun içinden ilerley ip anay ola ulaşabilmek başlı başına sorun haline geliy ordu. Hele ilkokul öğrencileri, o küçücük bedenlerine kadar çamura batmış durumda, okula gidip gelene kadar canlan çıkıyordu. Genç kadın elini Esma tey zenin gözlerinin önünde gezdirdi — Daldın gittin Esma tey ze. Esma tey ze irkildi. — Bağışla. Eski halimizi, çektiğimiz zorluklan düşünüy ordum da. Geldiğimizde y ol yok demiştim. Y aptığımız bir toplantıda y ol sorununu çözümlemek için bir gray der kiralamaya karar v erdik. Aramızda para topladık. Gray derin geldiği gece biz de kazma küreklerimizi kuşanmıştık. Grayder toprağı harman y eri gibi düzledi. Onun giremediği y erleri biz düzelttik. Sabah olduğunda y ollarımız hazırdı. Diğer önemli sorunumuz da suy du. Susuzluk y üzünden sağlığımız tehlikedey di. Bulaşıkları, çamaşırları bırak, kendimiz dahi doğru dürüst y ıkanamıy orduk. Belediye, gecekondularımız y asallık kazanır korkusuy la mahallemize su bağlamıy ordu. Biz de aramızda topladığımız paray la suboruları satın aldık. Y ine gece y arıları herkesin katılımıy la su borularını döşeyip mahallemize su getirdik. Sularımız akmaya başladığında bizlerdeki sevinci görecektin. Mutluluktan uçuy orduk. Elektrik sorununu da kendimiz
TAVIR 23
hallettik. Bunlar hep day anışmamızın, örgütlülüğümüzün sonucuydu. Bizler bu çalışmalarımızı hızla sürdürürken, her an yeni bir saldırı bekliyorduk. Kendi özgücümüze güvenerek, aramızdaki day anışma ve güvenle güzel bir eser ortaya koy muştuk. Üstelik arazi mafyasının para musluklarını kapamış, polisleri, zabıtay ı rüşv etlerinden etmiştik. Tabii bu durum hiçbirinin işine gelmiy ordu. Her an sıradan sebeplerle bize saldırabilirlerdi. Bu konuy u toplantılarımızda tartışıp, y apılacak herhangi bir saldırıy ı boşa çıkartabilmek için neler yapmamız gerektiğini karara bağladık. Ne olursa olsun, büyük özv erilerle y arattığımız bu eserin yok edilmesine izin v ermey ecektik. Bir saldın olasılığına karşı , mahallenin giriş ve çıkışlarına nöbetçiler diktik . Geceleri erkekler, gündüzleri kadınlar nöbet tutuyordu. Nöbetçiler, üzerlerine düşen sorumluluğu biliyor , görevlerini büyük bir ciddiyetle yerine getiriyorlardı . Her şey bir gece yansı başladı. Nöbetçiler mahalle girişine yalan yerlerde bir takım kıpırdanmalar olduğunu, polislerin y ığınak yaptığını ilettiler. Gece vakti geldiklerine göre niy etleri gerçekten kötüy dü. Saldıracaklardı. Hemen zirv enin tepesinde toplanmaya karar v erdik Zirve direniş açısından en elv erişli y erdi. Evlerimizden ay rılıp, alın terimizin damladığı y ollardan yukarı doğru y ürümey e başladık. Zirvey e vardığımızda kararımız kesindi. Gecekondularımız y ıkılsa bile içimizden birilerini götürmelerine asla izin vermeyecektik. Binlerce polis etraf ımızı sardı. Ablukay a alındık. Bu kadar çok polisi ilk kez bir arada görüy ordum. Geçmişte olsa korkardım. Ama korkmadım. Aksine içimde büyük bir nef ret uyandı. Polislerin çokluğu bizi biran şaşkınlığa uğrattı. Bocalamamızdan yararlanan polisler bazı arkadaştan tartaklayarak bizden ay ırdılar, taşların üzerine y atırıp dövmey e başladılar. Bunun üzerine slogan atmaya başladık. Sloganlarla birlikte moralimiz düzeldi. Y erden topladığımız taşlan polislere y ağdırmay a başladık. Polisler şaşkına uğradı. Y ere y atırılanlar da ay ağa kalkıp bize karıştılar. Coşku daha da arttı. Polisler paniğe kapıldı. Silahlarını çekip, pervasızca üzerimize ateş etmeye başladılar. Ben ömrümde ilk kez silah sesi duydum. Ve ömrümde ilk kez yanı başımda polise taş atarken aldığı kurşun yaralarıy la kanlar içinde yere y ıkılıp ölen birine tanık oldum. Esma tey zenin sesi titremeye başladı. Gözlerinde belli belirsiz yaşlar oluştu. —
O anki duygularımı tarif edebilmem o kadar zor k i . Bir yanda yaşam, bir yanda ölüm. Her an ölebileceğin halde, ölümü düşünmüy orsun bile. Düşmanın
TAVIR 24
üstüne üstüne gidiyorsun. Polislerin sıktığı kurşuna, taşla, sopay la, canınla karşılık v eriyorsun. Polisler çil yav rusu gibi dağıldılar. Bozguna uğramışlardı. Aradan bir süre geçtikten sonra takv iye kuvvet getirdiler. Panzerlerin say ışı arttı. Sanki düşman bir ülkey e saldırı hazırlığ ı içinde gibiy diler. Telsiz konuşmalarını duy an basın, olay y erine gelmişti. Basının geldiğini görünce, y eni bir saldın girişiminden v azgeçtiler. Basım arabulucu olarak kullanıp kimsey i gözaltına almay acaklarını, bazı ev leri aray ıp ay rılacaklarını söy lediler. Niyetleri evleri aramak değil, açtıkları ateş sonucunda sağa sola savrulan boş kov anları toplamaktı. Böylece, "polis ateş etmedi. Halkın içinden biri ateş edip ölüme sebebiy et v erdi" diy erek kamuoy unun kaf asını bulandıracaklardı. O kadar boş kov an topladıktan halde, sabah biz de bir sürü kov ana rastladık. Çatışmanın olduğu bölgedeki gecekondular kurşunlarla delik deşik olmuştu. Gözaltına alınan arkadaştan doğrudan işkencey e götürdüler. Hatta ölen arkadaşın karısına psikolojik baskı y apıp, kocasının polis taraf ından öldürülmediğine dair bir kağıt imzalatmaya çalışmışlar. Kadın kabul etmeyip kağıdı parçalamış v e polislerin suratına atmış. B izler ortaya koy duğumuz direnişle can pahasına da olsa gecekonduların y alv ararak, rüşvet vererek değil, direnerek y apılabileceğini ve ay akta kalabileceğini kanıtladık. Genç kadın heyecanla söze girdi: — Gazetelerden polisle çatışmanızı okumuştum tey ze. Hatta babamın evindeyken oturduğumuz mahallemizde, herkes sizden övgüy le bahsediyordu. "Biz de işte böy le direnmeliyiz gecekondularımızı y ıktırmamalıy ız" diy orlardı. Esma tey ze: — Ev et kızım bütün gecekondu y aşayanlarına direnişimiz güzel bir örnek oktu. Bu y üzden de bize y eni taktiklerle saldırıy ı gündeme getirdiler. Polis, saldırısıy la teşhir olunca, arazi mafy asının güdümündeki sivil f aşistleri devrey e soktu. Metin anlatmıştı. Geçmişte de benzer olay lar oluyormuş. Polis arka plandan f aşistlere
destek verip, dev rimcilere saldırılar düzenlemelerini
sağlarmış. Böy lece kamuoy unu y anıltıp olay ların sağ sol çatışması olarak değerlendirilmesine neden olurmuş. Metin "y akında bize de bu eski oy unu oynamay a kalkabilirler,
dikkatli olalım" demişti.
Bu düşünce
bana çok
uzak
gelmişti. Ama onun söy lediği doğru çıktı. Polisle y aşanan çatışmadan kısa bir süre sonra gecekondularımıza y akın yerlerde, faşistler de gecekondu y apmay ı
TAVIR 25
denediler. Bizler için tehdit unsuru olduklarından, buna izin v eremezdik. Bir gece erkeklerimiz, onlara evlerini başka bir y ere y apmaları gerektiğini söylemeye gittiklerinde, av tüf eğiyle üzerlerine ateş açmışlar. Bir sürü insan' y aralandı. İkiy üz metre ileride polis otosu olmasına rağmen polisler, ateş edenleri engellemek gibi bir çaba içerisine girmemişler. Bu açıkça arazi mafyasının siv il faşistleriyle polisin işbirliğini kanıtlıy or. Burada biz emeğimizle, alın terimizle, döktüğümüz kanlar, v erdiğimiz canlar bedeli y eni bir dünya kurduk. Polisi de gelse, mafyası da gelse, faşisti de gelse bizi buradan söküp atamaz. İşte kızım bütün bunları y aşay ıp gördükten sonra Esma tey zende korkunun eseri kalmadı. Bambaşka bir insan olup çıktım. Esma tey ze tam sözünü bitirmişti ki kapı çalındı. Gelen Hasan'dı. İçeri girdi. Genç kadım görünce: — Hoşgeldin gelin kızım. Halil'le nöbette birlikteydik. Oturalım, sohbet edelim diy eceğim ama, Halil de şimdi eve gitti. Seni evde göremeyince merak eder. Genç kadın doğruldu. —Zaten ben de kalkıyordum Hasan amca. Başka bir zaman sohbet ederiz. Esma tey zeye dönerek: — Dillerin dert görmesin Esma tey ze. Beni rahatlattın. Bana güv en v erdin sağolasın. Tam kapıdan çıkarken Hasan amca seslendi: — Kızım biliy orsun okulların açılmasına az bir zaman kaldı. Çocuklarımız civ ar okullara gidip gelene kadar çok zahmet çekiyorlar. Buray a bir okul yapalım diy oruz. Y arın toplantımız v ar. Bu konuda sen de düşün, öneriler getir. Top lantıda tartışalım. Genç kadın çıkıp, geldiği y öne doğru ilerledi. Kafasında bir sürü düşünce dolaşıy ordu. — Okul y apmalıy ız. Çocuklarımızın geleceği bize bağlı. Ancak korkmadığımız, mücadele ettiğimiz sürece güzel günlere "merhaba'' diyebiliriz.
TAVIR
26
KOMÜN'ÜN KARARI Gücünüz güçsüzlüğümüzdendir bizim Y asalarınız bizi köleleştirmek içindir Köle olmay a niy etlenmedik Irgalamaz kanunlarınız bizi Toplar v e tüfeklerle üzerimize geldiğinizde Ölümden değil Hay atın zilletinden korkmay ı y eğledik Aç bırakılmışız bir kez Bu han-ı y ağmaya nasıl day anmışız mübarek Ekmek nedir, canımız ne? Bir namus borcumuz kalmış bitelim Bundan böy le Toplar v e tüfeklerle üzerimize geldiğinizde ölümden değil Hay atından zilletinden korkmay ı y eğledik Bundan böy le. Üst üste ve dike dike han hamam Y urtsuz bıraktığınız bizi v e düşünüldüğünde Bizleri y ersiz bıraktığınız Ve kov uklarımız dar geldiğinde bize Verdik kararım, şu han, apartman dediklerine Bir kez de biz oturalım dedik. Toplar v e tüfeklerle üzerimize geldiğinizde ölümden değil Hay atın zilletinden korkmay ı y eğledik.
TAVIR
27
Ve kömürsüz dona dona gördük biz Kömürü sizlerde tepeleme gördük Y ok ısınacağımız böy le giderse Ve el koymaksa kömüre Karan toptan v erdik. Toplar v e tüfeklerle üzerimize geldiğinizde Ölümden değil Hay atın zilletinden korkmay ı y eğledik. Ve düşündük kahredecek Ücretimizi helâlinden ödemek sizi kahredecek Ve düşündük f abrikaları Fabrikaları üstlensek Emeğimiz değil size, hepimize y etecek. Toplar v e tüfeklerle üzerimize geldiğinizde ölümden değil Hay atın zilletinden korkmay ı y eğledik. Ve gördük ki döneklerin Dediklerinden dönenlerinmiş hükümet Ve dedik, hay atı kendi ellerimizle kurmaya Ahdetmeliy dik. Ve düşündük ki akıllanmadınız Top güllesi tüfek mermisinden gay ri laf tanımadınız Toplan üstünüze helâlinden Bu kez biz çevirmeyi yeğledik. B.BRECHT
TAVIR 28
TİYATRO
SOKAK TİYATROSU ÜZERİNE (2) ORTAKÖY HALK SAHNESİ İlk y azımızda, sokak tiyatrolarının önemini v e gerekliliğini, sürdürülen demokrasi mücadelesi içerisindeki y erini açıklamıştık. İkinci y azıda, ürünlerini, "sokak oyunlarını" sergilemek isteyen dev rimci-demokrat tiyatro gruplarına bu tür oy unculuk ve sahneleme yönünü açıklamay a çalışacağız. Sokak oy unlarının sokakta, alanda, işy erinde.... önyargısız v e hazırlıksız y akaladığı insanlara y önelik olması, oy unların kısa v e yoğun olmasını gerektirir. Sokak oy unları metnin kısa ve y oğun olması, v e oy nandığı mekandan dolay ı oy unculuk v e sahnelemede sahne oy unlarına göre f arklılıklar gösteriyor. Bu özellikleri şu şekilde sıralay abiliriz. 1- H A R E K E T : Konuşmaları müm kün olduğunca en aza indirerek, sözü harekete dönüştürme y oluna gidilmelidir. (Hareketin anlatım gücü söze göre daha etkilidir.) Ancak hareket göv desel ağırlıklıd ır, dramatik oy unlardaki karakterlerle karıştırılmamalıdır. 2- BİRLİKTE OYNAY IŞ: Göv desel hareketlerin en etkili biçimi, toplu v e birlikte olanıdır. Bu tek oy uncunun gövdesel hareketinden çok daha etkilidir. Özellikle dinsel y önü ağır basan ritüel oy un larında birlikte hareketin etkiley icilik gücünü görürüz.(Örneğin:
Hasan-Hüsey in töreni, Mev levi ay inleri..) 3- KORO VE MASK: Koro, tiy atroda uzun anlamı kısaltan, oy unu y oğunlaştıran, etkiy i arttıran başlıca öğelerden biridir. Koro nun etkiley ici, kısaltıcı, y oğunlaştırıcı görev lerinden başka dik siy on ve diy alekt eksiklik ve y anlışlıklarını örten bir y anı da v ardır. Ayrıca ilgiy i oy un üzerine toplama açısından, oyunun örgüsü içerisinde ölçülü kullanılmalıdır. Hem etkiyi arttırması, hem az oy uncuyla çok say ıda rolün oy nanmasına yardımcı olduğu için, masklardan da y ararlanılmalıdır. Mask, bir abartma v e soy utlayarak genelleme aracı ola rak, sokak oyunlarında önemli bir y er tutar. Hareketin, oy nay ışın, koro v e maskın; salt sokak oyunlarına özgü olduğu anlaşılmamalıdır. Bu öğeler, sokak oyunlarında oy unun yoğunluğunu v e etkiley iciliğini arttırmak için kullanılmalıdır. 3- OY UNUN KURULABİLİRLİĞİ: Sokak tiyatrosu oy unları her ortamı kendine sahne olarak seçer. Bu özellik oynanacak ortamın olanaklarına bağlı olarak TAVIR 29
(grev, eğlence, geceler) oyunlar, birbirlerine kolay ca monte edilmelidir. Her parça bir bütün olarak bağımsız oy nanabilmeli, hem de birbirlerine eklenerek bir "kurulabilirlik" sağlanabilmelidir. Üç dört parça birbirine eklenince y eni, özgün v e bütünselliği olan bir oy un oluşmalıdır. Parçaların kurulabilirliğini sağlamak için y a bir konunun değişik aşamalarını her parçada anlatmalı y a da konu birliği, y akınlığı olan olay lardan bir oy un zinciri y apılmalıdır. 5- DEĞİŞEBİLİRLİK: Oy unların konuları, günlük olay ların çerçev esinde değişebilmelidir. Oy unun ana iskeleti üzerine y eni bir konu yerleştirilebilmelidir. Örneğin bir dönem, grev konusu işlenirken başka bir dönem, burjuv a parlamentosunun seçimleri işlenebilmelidir. Oyunun iskeleti değişmeden kalmalı ama çıkarma v e eklemelerle y eni bir oy un oluşturulmalıdır. 6- TARTIŞMA-OY UNA KATMA: Öncelikle oy un metninden v e y azımından kay naklanan bu tutum, oy unun prov alarında denenmeli v e örgü içersine, sey irci ile tartışma, soru sorma, oy una katma y erleştirilmelidir. Ancak bu durum beraberinde bir takım sakıncaları da getirebilir. Oy una katma, tartıştırma isteği pratikte gerçekleşmezse, sey irci ve oy un arasında kopukluk v e mesaf e oluşur. Sokak tiy atrosu oyunları, gündelik sorunları dev rimci bir
düny a görüşüyle sey irciy e aktarıp bilinçlendirirken, kesin sonuç, çözüm v e y argılan mekanik bîr biçimde aktarmamalıdır. Sonuç, çözüm v e yargıları, tartışma, oy una katma öğesini kullanarak sey irciy e öncülük yapmalıdır. Bu özellik, oy unculuk ve sahnelemede asık suratlı, kuru, sert söylemli oy unculuk v e sahneleme, sokak oy ununu tıkar v e ilgiy i dağıtır. 7- OY UNCULUK: Oyunculukta kalın çizgili, kaba olmay angroteks öğelerin kullanılma zorunluluğu v ardır. Karakter değil, tipler üzerinde y ükselmelidir. Oy un yazımında anlatılması gereken bir düşünceden hareket edilmesi, oyunculukta tiplemey i beraberinde getirir. Sokak oy unlarında bu Üçüncü boyutun olmaması bir eksiklik değildir, oy unun özünden kaynaklanan bir durumdur. 8- BELGE-İNCELEME: Oyun yazımı, oy unculuk v e sahneleme, konunun gerektirdiği özelliklere sahip olmalıdır. Örneğin oy unda patronu Oy nay an kişi, tiplemesi ni bir belge-inceleme çalışması sonucu oluşturmalıdır ki onu sey reden işçi kendi patronu ile benzerlikler bulsun. Bu benzerlikten f iziksel görünümü kastetmiy oruz. Y aşanan gerçekliği somut olarak if ade etmek belge v e incelemey e bağlıdır. Oy unda sık sık belgelere başv urulmalıdır. İş kazalarının say ısı, milli gelir, v ergileri kimin ödediği... gibi belgeler gerek sözle gerek yazılı olarak izley iciye sunulmalıdır.
TAVIR 30
OYUN METNİ
TAHT ARAVALLİ ORTAKÖY HALK SAHNESİ Bir y ükselti üzerinde egemen sınıf ı simgeley en beş adam (Patro Ağa, politikacı.. v b), üretim araçlarını elleriy le kav ramış keyif li bir ifade ile durmaktadırlar. Aşağıda halkı simgeleyen kalabalık, sanki ellerinde çalışma aletleri v armış gibi üretim pozisy onlarındadırlar (İşçi, köy lü, memur, öğrenci...) Sahnede herkes donmuştur. Anlatıcı konuşması boyunca sahnede dolaşmaktadır. ANLATICI - (Girer) Şimdi izley eceğiniz oy un, bir tarihte, ağası bol, paşasından geçilmez, istikrarlı, huzurlu, vatanı ve milletiyle bölünmez, gelişen, geliştikçe semiren, semirdikçe hırçınlaşan, hırçınlaştıkça on y ılda bir huzur güv enlik aray an bir y ok ülkede geçiy or. İnsanı v ar dili y ok, dili v ar kulağı y ok. Zengini v ar korku gecelerinde eğlenir, düğünlerde dansözlere asgari ücret y apıştırır. İnsanları v ar ki duv ar diplerinde dilenir. Kadınlık v e analık kutsaldır, her mahallede bir f uhuş yuv ası v ardır. K i m i y ok ülkey i beğenmez, Amerikalarda yaşar gençliğini, kimi her gün intihara y ellenir bilmez bu toprağın kadrini. Bu yok ülkenin toprağı v erimli iken varsılı az y oksulu çok imiş. Diy eceksiniz ki çalışmaz mı bu y ok ülkenin insanları. Çalışmasına çok çalışırlarmış ama kanları değilmiş tok. (Anlatıcı beş adamın elinden topladığı çalışma aletlerini aşağıdaki insanların eline yerleştirir.) Ef endim bu yok ülkenin insanları buğday ı eker biçerlermiş, taşıy ıp öğütürlermiş alın terleriyle. Y ok ülkenin üst katta oturan bey leri de büyük bir emek sarf ederek adilane bir biçimde bölüştürürlermiş halkın ekmeğini v e derlermiş ki (Aşağıdan biri y ukarıy a ekmek uzatır. Ekmeği alan yükseltideki adam arkasından kocaman bir bıçak çıkartır v e ekmeği diğer adamların yardımıy la kesmey e başlar. Dilimleri kendi aralarında paşlaşırlar. Aşağıy a da küçük bir d i l i m atarlar. Aşağıdaki oyuncular y erdeki tek dilimin etraf ına toplanırlar. Bunlar olurken yukardaki adamlardan biri konuşur.) 1. ADAM - Eyyyy! Bu ekmeği y apan, damarında tertemiz y ok ülke kanı dolaşan çilekeş f edakar, cef akar v atandaş, bu ekmek senindir ancak v e lakin ekmeği kesen bıçak bizimdir. HALK KOROSU- HALKIN EKMEĞİ TÜRKÜSÜNÜ VEY A ŞİİRİNİ OKURLAR Bilin halkın ekmeğidir adalet
TAVIR 31
Bakarsın bol olur bu ekmek Bakarsın kıt Bakarsın doyum olmaz tadına Bakarsın berbat Azaldı mı ekmek başlar açlık Bozuldu mu tadı başlar (Koro hınçla y ükseltiy e doğru döner. Y ükseltinin üstündekiler korkuy la bir adım gerilerler v e donarlar) ANLATICI - (Halk korosuna katılarak) Derken bu y ok ülkenin insanları arasında bir türkü dolaşmay a başlamış ağızdan ağıza. Y OK ÜLKENİN TAHTARAVALLİ ŞİİRİ-TÜRKÜSÜ (Y ukardakilerle aşağıdakiler arasında simgesel bir çekişme başlar. Şiir olarak okunacaksa bir davul ritmiyle desteklenebilir) HALK KOROSU: İyice görüy orum arak düzeni Orda bir avuç insan oturuyor yukarda (Beş adama ilerlerler) Aşağıda bir çok kişi 2. ADAM -
Bağırıy or y ukardakiler aşağıy a Çıkın buray a gelin ki hepimiz olalım yukarda
HALK KOROSU- Ama iyice gözlediğinde görüy orsun neyin saklı olduğunu. (Y ukardakiler sırtlarını dönerler. Sırtlarında ITT, Coca COLA, Play boy Arabesk... vb yazılar görülür.) Bütün düzen bir tahtarav alli aslında İki ucu birbirine bağımlı Y ukardakiler durabiliyorlar orda sırf ötekiler oturduğundan aşağıda Y ukardakiler isterler ki hep orada kalsınlar Çıkmasın aşağıdakiler yukarı. (Şiir-Türkü boy unca halk korosu yukardakilerin üstüne gider. Y ukardakilerde şiir boy unca bir panik görülür, şiir bitiminde y ukarda-kiler y ükseltinin aşağısına korkuy la atlarlar v e basit aksesuarlarla general kılığına girerler) ANLATICI- Bu yok ülke insanları huzurlu yaşarlarken, bir zaman sonra beş asker çıkar içlerinden derlerki. (Beş general davul ritmiyle yükseltiye çıkarlar)
TAVIR 32
l.PAŞA-
Biz sizleri kurtarmaya...
2. PAŞA3. PAŞA4. PAŞA5. PAŞAl.PAŞA2.PAŞAHEPSI2. PAŞAl.PAŞA-
Ve de kollamaya geldik. (Satıcı edasıyla) Haşarattan, salgın hastalıktan, selden... Hepinizi koruma ve devlet güvencesi, gözetim altına almakisteriz. Sizin için asar, sizin için keser... Sizin için gelir gideriz. Ve sizin için eyy benim sevgili vatandaşlarım Darrrrr-beler... Maaşalllahh tu tu tu Allah-yer depreminden korusun Sizin için hapishaneler. (Paşaların konuşmaları esnasında halk korosu parmaklık arkasında görülür) - Derler ve gelir paşalar kendi usullerince. (Halk korosu davul ritmiyle dağılıp her biri işkence pozisyonu alır) - Herke s uyurken bir sabah çöküverdik kabus gibi... (Müdahale eder) Şiiişt! Doğuverdik güneş gibi. - İpleri aldık elimize Diyecek yok hiç keyfîmize. Herke s uyacak emrimize (Bu esnada halk korosu parmaklığın arkasına geçmiştir) (Paşalar cezaevi denetliyorlarmış gibi dolaşırlar) (Başkan) - Nasıl buldunuz, cezaevini? Çok güzel, harika, kuş olsa uçamazlar. Neydi o bizden önceki ceza evleri, yol geçen hanına dönmüştü. (Sinirle) Pencereler... çok büyük değil mi? Evet evet, fazla ışık çocukların gözlerini bozabilir. Hem çok cereyan yapar. Yabancı cereyanlardan korumak gerekir bu çocuklan. Albay! bu camlar küçültülsün. Bu çocuklara yüksek ırkımızın üstünlük esasları aşılanmalı. Hem cam ihracını arttınp döviz kazanmak için küçük camlar kullanılmalı. Tasarruf, tasarruf. Parmaklık aralan pek geniş değil mi? Bana da öyle geldi sivrisinekler geçip sıtma yapabilir. Şunlar daralsın tel de gerin.
ANLATICI PAŞALAR 3. PAŞAPAŞALAR
l.PAŞA2. PAŞAl.PAŞA3. PAŞA4. PAŞA3. PAŞA-
5. PAŞA4.PAŞA3. PAŞA-
TAVIR 33
ALBAY -
(Hav lar) Hav, Hav, Hav.
3. PAŞA- Albay , yemeğe koyduğunuz etleri kıyma olarak v erin ki her tabağa eşit olarak dağılsın; aksi taktirde birbirleriyle kav ga edip Avrupalı dostlarımıza işkence v ar diy e şikay et ederler. 1. PAŞA- Brav o paşam brav o çok iy i bir noktay a temas ettiniz. Çok ince düşünüy orsunuz doğrusu. 3. PAŞAÇocuklara kültürel f aaliyet alanı açın. Marşlarımızı y arım ses bile kay madan ezbere okuyabilmeliler. En az elli marşı ezbere bilsinler. ALBAY - Hav, Hav, hav... 3. PAŞA-
Bugün açacağımız dört otel, üç kumarhane, sekiz kerha...
HEPSİ3. PAŞA-
öho,öhö... Haaa... zaman olsaydı Fizan'lı hemşehr4ilerimle bir konuşma y apardım. (Hepsi halka konuşuyormuş gibi toplanırlar. 3. Paşa nutuk atar)
3. PAŞA- Hemşehrim diyorum çünkü ben Amerikan üssünde y üzbaşı olarak görevliyken burdan bir kaç kez geçmiştim. Biz bu darbey i ne içün • yaptık haa? Ne içün huzur için, güvenlik için. Kimin huzuru, kimin güv enliği içün? Tabi ki işadamı dostlarımız için. (Diğer paşalar öksürürler)... yapmadık. Halk için y aptık netekim. Niçin halk içün... şunun içün... halk sokaklara dökülmüş hak istiy ordu arkasına bir kaç sosy alist takıp... ne oluy ordu netekim anarşi oluy ordu... Biz ne yaptık sokaklara çıkıp hak aray acağım diyenleri sokaktan alıp cezaev lerine koy duk, olmadı sallandırdık bir ikisini. Çocuk mocuk ama ibret oldu bakın sokaklar ne kadar tenha. Herkes işinde gücünde. Ne grev, ne boykot ne anarşi. Kulağıma geliy or f iatlar y ükselmiş, işsizlik artmış, özgürlükler kısıtlanmış diye dedikodu y apıy orlar, öy leyse öyledir ama huzur v ar netekim, güvenlik v ar, özgürlük y ok mu ha. Y ok mu? Niçin susuy orsunuz? Söy ley in söy leyin, özgürlük v ar diye bağırın. Korkmay ın korkmay ın özgürlük var diy e bağırın. Gerekirse özgürlük yok demenin y asak olduğu bir refarandum bile yaparız netekim. PAŞALARIN TÜRKÜSÜ Anarşi terörü önleriz sermay eye huzur için BAŞKAN-
(Müdahale eden) Şüşşşt! Milletin huzuru için.
PAŞALAR- Beslemeyip te asarız 146 lık kusur için
TAVIR 34
Sam amcay a kurban için. ANLATICI- (Parmaklık arkasından çıkar) Dünyanın bir yerinde böylesi şeyler olurken, y ok ülkede durmadan yeni cezaev leri kurulur. OY UNCULAR- (Hepsi ortada toplanmışlardır) Vatanperv er işadamlarımızın y ardımıy la -E tipi -L tipi -A tipi -U tipi -S tipi - k tipi
ANLATICI- Cezaev leri y apıldı. Cezaev lerini adlandırmaya alfabedeki harf ler y et mey ince, çeşidi dillerden ödünç harfler alındı. Eeee bu kadar cezaevi boş duracak değildi y a. KORODışardaki evsiz barksızlar toplanıp dolduruldu... ANLATICI- Zindanlardaki işkenceler... POLİTİKACI- (Koşarak girer) Bakınız böy le işkence iddiaları ve bir sürü şey uyduruluy or. Bunlar doğrudur vey a y anlıştır demiyoruz. Bunlar uy durulduğuna göre sistematik bir işkence bahis konusu olamaz.. Olsa olsa... ANLATICI- Tek tük işkenceler POLİTİKACI- Saçma ef endim saçma, uy durma ANLATICIBelgeler, raporlar, iddialar POLİTİKACI- Y alan efendim y alan... Pencereden atlıy orlar, suç bize kalıy or, dur diy e ihtar ediy oruz durmuy orlar biz de arkalarından kurşun göndermek zorunda kalıy oruz, kurşun gidip onları öldürüy or suç k i m i n oluy or? Y ine bizim. Çarşaf la kendilerini asıy orlar, suç bize atılıy or. Karakolda çarşaf ne ararmış. Koy arız ef endim çarşaf ta koy arız şimendif er de koy arız... O da kendini astırmasay dı... yani kendini asmasay dı. Çarşaf ın suçu günahı ne... Sizler böy le bölücü sözlerle bizi bölmey e kalkışıy orsunuz... ama asla beceremiyeceksiniz. Çünkü milletimiz kay naşmış bir millettir o kadar. (oy uncular sey irciy e dönerler) ANLATICI-
Bu y ok ülke neresi dersiniz?
TAVIR 35
ŞİİR
DÜŞMANLAR Barut dolu tüf ekleriy le geldiler Ateş buyruğu v erdiler acımadan Şarkı söy leyen bir halkla karşılaştılar Sev giyle ve görev aşkıy la birleşmiş bir halk Ve bay rağıy la birlikte düştü İncecik genç kız Ve köşede vuruldu Y aralı genç adam Ve halkın şaşkınlığı içinde ölülerin öfke ve acıy la düştüğünü gördü O zaman bu yerde Halkın düştüğü bu y erde Bay raklar kanı emmek üzere alçaldılar Ve y eniden katiller anlacında yüceldiler ölüler adına Bizim ölülerimiz adına Bir ceza istiy orum Vatana kan sıçratanlara Bir ceza istiy orum Bu ateş emri v eren celladlar için Bir ceza istiy orum Bu suçla İktidara gelen hay ın için Bir ceza istiy orum Can çekişmey i başlatanlar için Bir ceza istiy orum Bu suçu savunanlar için Bir ceza istiy orum Kanımızı emmiş ellerini Bana uzatsınlar istemiyorum Bir ceza istiy orum Onları ev lerinde rahat ve elçi olsunlar diye değil Onları burda, bu yerde, suçlu ve hüküm giymiş olarak Görmek istiyorum Bir ceza istiy orum PABLO NERUDA
TAVIR
36
ŞİİR
YAŞAMIN BİZDEN İS TEDİĞİ Ve soy undu özel giysilerinden cellât, elektrik telini körpe v ücutlar üstünde gezdiren o değilmiş gibi, kıran o değilmiş gibi parmakların kemiklerini, o değilmiş gibi bırakan al kanlar içinde, y alıtmak için insanı onurundan ne v arsa aklın aldığı almadığı hepsini tasarlay an o değilmiş gibi, o değilmiş gibi buyuran ve yalanlay an, göz y uman o değilmiş gibi bütün bunlara, | karıştı aramıza. Otobüse biniyoruz ay nı duraktan belki, belki karşılaşıy oruz bir köşey i dönerken, ilerlese göz tanışıklığı biraz daha selamlamak zorunda duyacağız kendimizi. Ve ne kadar unutkan olursak biz kurtulacak o kadar hesap vermekten, huzurla bekley ecek y eni görev lerini. Oysa titiz olmak, yaşamın bizden istediği, hakkımız yok v azgeçmeye adaletten, bağışlamay a hakkımız y ok geçmiş günleri. Sabrımız ne kadar y ol açarsa acımaya, ne kadar bağışlay ıcı olursak bilelim ki, o kadar elinden tutuy oruz zorbalığın, hizmetine koşuy oruz yüreğimizi. KEMAL ÖZER
TAVIR 37
ŞİİR MÜLTECİ Bütün özgürlüklerimi bir solukta tükettim Mülteci bir sancıy ım artık Bütün aşklarımı y anlış y aşadım sanki Paslı bir hançerim, yurtsuzum Durmadan kanıy or ekmeğim ve sev incim İçime dağlar gömdüm, sesime f ırtınalar Her anım bir sızıdır, harcına katliam karışmış Halepçe gecelerinin artığıdır bedenim Girdiğim y ataklar ısıtmaz beni artık Gecikmiş gurbetlerde geceler benim değil Bey nimin kılcalında çığlıklar hiç susmuy or Beni sığınakların bir bağışı say Y a da daralan vaktin pusatsız bir dilimi Her gün yeni bir göç başlar içimde Sökülür çadırlar ve atlar eyerlenir Adına y emin verdiğim o çocuklar Sınanan birer ılgardır, y ollara yorgun düşer Y eni iskanlara ulanırlar Şimdi terkedilmiş bir kışlağım y alnızım Töresini çiğneyen bir suçlu gibi Kimlik diy e bir y angın taşıy orum koy numda Bu künyenin altına bir gül kazımalıy ım Bir gün bir çocuk okumak isterse geçmişini Adımı bilmese de olur, beni duymalı ama Bir çakılın bir çakıla işlediği ses gibi Bu benim sesim, bu benim diyebilmeli Y ine kanınım alazında çalıy or çengi Y oruldum bozgunlar ezberlemekten Artık y eni şarkılar bulmalıy ım kendime Y eni aşklar y eni y olculuklar başlatmalıy ım Y oksa tarih hep y enik say acak beni A.
Hicri İZGÖREN TAVIR 38
TV'DE SİNEMA
YER SARSILIYOR Y önetmen
: Luchino Visconti
Orjinal Adı : La Terra Trema Oy nayan'
Sicily a v e Katany a'daki balıkçılar. Y apım y ılı :
1974-48 (Siy ah-Bey az) Y er Sarsılıy or, Luchino Visconti'nin, Giov anni Verga'nın "I Malav og-lia" (Unwillingness) adlı romanından uy arladığı, İtalyan Y eni Gerçekçiliği döneminin f ilmlerinden biri ... Film, İtaly a'nın sahil köy lerinden Aci Tereza'da, Sicilya ve Katanya'daki balıkçılarla, genç kız v e erkeklerle, yani -halkla çekilmiş. İşlenen konunun gerçekliğinin gerçek y aşamdaki insanlarla canlandırılması v e amatör oyuncuların doğaçlama konuşmaları, f ilmin önemli özelliklerinden... Feodal ilişkilerin henüz tasf iye edilemediği Aci Tereza'da, balıkçıların toptancılara karşı örgütlenememesinin y arattığı y ıkımlar anlatılıy or filmde. Tereza'da y aşıy an öteki aileler gibi balıkçılıkla geçinen y oksul bir aile, Valastro ailesi. 8 nüf uslu... Kocasını denize v ermiş b i r ana, 6 çocuk ve b i r dede... Ev in geçimi, erkeklerin y ükümlülüğünde Ev in büy ük oğlu Ntoni, kardeş Cola'nın dey işiy le, askerden döndükten sonra, onlardan f arklı düşünmey e başlar. Tuttukları balıklardan ele geçen para "ölmeyip de y aşay acakları kadardır. Oy sa ağları balık doludur. Tehlike v e risk ise, sadece kendileri için v ardır. O halde bir şey ler y apılmalıdır. Y ok pahasına mal
" ...... B e n i film yapmaya iiten, herşeyden önce, yaşayan insanlarla ilgili, olaylar aracılığıyla değil, olayların tam ortasında yaşayan insanlarla ilgili öyküler anlatmak ihtiyacıdır Yönetmen sıfatıyla üstlenmek zorunda olduğum bütün görevler arasında b e n i en heyecanlandıranı, oyuncu~ larla çalışmaktır; Benim elimde yeni insanlara dönüşecek, y a ş a m a y a atandıkları yeni hayatlarla yeni bir g e r ç e k ç i l i k , sanatın gerçekçiliğini yaratacak insan malzemesi" Luchino Visconti(1) kapatan tüccarları allah göndermemiştir ya ... Artık rıhtıma toptancılarla pazarlığa y aşlıları göndermemeliler, çünkü onlar ulaşıy orlar hemen". Pazarlığ ın ilk gününde, toptancılarla uzlaşmay ı kabul etmey en öfkeli genç balıkçılar, önce balık tartılarını, sonra balıklan ve ardından da toptancıları denize attıkları için tutuklanırlar. Toptancılarsa cezaevinde işe yaramay an iş gücü yerine, şikay etlerinden v az geçerek, çalışan üreten iş gücünü tercih ederler. Çünkü kârları, yan yarıy a azalmıştır. Ntoni'nin çelişkileri ise derinleşmiştir. Kendilerini kurtarmak için toptancılar kadar uğraşmay an balıkçılardır buna neden ... Ancak Ntoni bilir ki; "toptancıların kendilerine ihtiyaçları v ardır. Onları y alnız bırakmak gerektir." "Ben kaf amla düşünüy orum, ay aklarımla değil. Hepimiz bunu anlarsak, kanımızı emdirmeyiz" Ne v ar ki, Ntoni'nin gücü tüm balıkçıları, toptancıların sömürüsüne karşı örgütlemey e y etmez ve kendi hesabına çalışmay a karar v erir. Ev ipoteklenip parası bankay a yatınla; topluluktan bağımsız her koşulda balığa çıkılır v e günün birinde deniz, herşey lerini alır
TAVIR 39
götürür. Kısa bir dönem süresince, zenginlikleriy le saygınlık gören Valastro ailesi, artık her şeyini y itirmiştir. Ev e de haciz gelmiştir. "Bireysel kurtuluşun", gerçekleşemey eceği kendini göstermekte fazla gecikmemiştir. Bu durumu keyif le izley en toptancılara, mal v ermektense açıklamay ı yeğley en Ntoni v e Cola f azla direnemezler. Çünkü başkaldırıy ı başlatan asi gözüy le baktıkları Ntoni v e ailesine karşı herkes tav ır almıştır. İş yoktur ve Ntoni'nin boy nu büküktür. Örgütsüzlük, açlığa v e sömürü düzenine yenilmiştir. Ntoni gene denizlerdedir artık... "Çözümleme v e eleştiri, şiirsellik ve dram; Visconti'nin sanatındaki öğeleri toparlay an iki kav ram çiftidir. Y apısal alarak öteki ikisini temellendiren bir üçüncü öge ise, tarihi matery alizmin diy alektiğidir. Bu kav ray ış, y aşanılan an açısından Visconti'nin sanatına belli bir kötümserlik damgası v urur. Doğası gereği sağlıklı v e iy i olan işçi, kapitalist sistemin sömürüsünün kurbanıdır. Ancak işçi, y alnızca kurban değildir. Artık başkaldırma süreci işin içine girmiştir. Viscoti'nin kahramanları, bu tür bir arka plan önünde yenilgiy e uğrarlar. Kahramanların y enilgiy e uğramaları gereklidir, çünkü y a onların dev ri sona ermiştir y a da içinde y aşadıkları çağı, henüz kav ray amamışlardır. Y enilgiye uğramış insanın karşısına Visconti , toplumsal bilinçlenme sürecine girmiş insanı çıkartır. Bu, kendi koşullarını y aratma iradesiy le donanmasını sağlay an doğru bir sosy o-politik kavray ışa day anarak, bu düny adaki insanları kurtarmak k i n çalışan, tek doğrusu bu olan insandır."(2) Film, Ntoni'nin yenilgisiyle biter. Y enilgiy e mâhkumdur çünkü, birlikte hareket etme düşüncesinin sağlam bir
day anağı y oktu;. Boy un eğmemesi, sömürüy e karşı çıkmasından kay naklanmakla beraber, kişisel bir onur sorununa dönüşür. Bu yüzden de örgütlenme gereğini diğer balıkçılara benimsetemez. Ntoni ve onun gibilerinin dev ri sona ermediğine göre, y enilgi, y aşanan çağın henüz (y eterli) kav ranamamış olmasıy la açıklanabilir ancak. Kaynağını doğru noktadan alıp (daha iyi bir yaşam), doğru yöne kanalize edilemey en bu tepki, doğal olarak doğru sonuçlara v aramaz. Ve Ntoni zengin olma hay alleriyle yaşamay a başlar. Bireysel kurtuluşu amaçlay an v e başarıy a ulaşamadığında da kaçınılmaz son olan y ılgınlığa, çaresizliğe tutsak düşen her insan gibi o da bu bataklığa saplanır. Çaresiz y eniden denizlere döndüğünde ise, çok i y i bildiği ancak dışa v uramadığı bir gerçek vardın "Herkesin, haklı olduğumu göreceği günü göreceğim." "VE TEK BİR VÜCUT GİBİ DAVRANANA DEK KİMSE ONA Y AR-D I M EDEMEY ECEKTİR." (Dış ses) Film, Sicilya'daki bir balıkçı köyünün y aşamını y ansıtmakla kalmıy or, "örgütlenme okunaksızın hak alınamaz" mesajını, Ntoni'nin ağzından çıkan hemen her sözcükte vererek çözüm y olunu da gösteriyor. — Görmememiz için çabaladılar, tehlike ve risk b i z i m için v ar... — Çıkış y ok, tıpkı sepetin içindeki balıkların dönüp durduğu gibi... Kısaca boy un mu eğeceğiz? — ("Bu hep böy le oldu" diy en dede sine) ama böy le olmamalı, bu böy le git mez. — Karşılıklı birbirimizi sevmey i öğrenmeli v e birlikte hareket etmeliy iz. Filmde kullanılan dış ses, filme
TAVIR 40
y orum getirmekle birlikte, dinlerken düşündüren bir işlev e de sahip... Örneğin, Ntoni'nin elinin para görmey e başladığı sıralarda, görüntülükte, sevgilisi Nedda'-nın halen naz y apıy or olması; dış ses taraf ından şöyle y orumlanıy or: "Nedda'-nın naz y apmasının bir sebebi v ardı. Te-reza'da, gönül işleri de haline v aktine ve y aptığın işe bağlıdır." Sö z daha sonra, Ntoni'nin yoksullaşması ile doğrulanıy or ve Ntoni terkediliy or. Film sanki, Sicilya'nın bir köy ünde değil de, Türkiy e'nin bir köy ünde y a da bir gecekondu mahallesinde çekilmiş g i -bi... Y aşanan iç v e dış mekanların benzerliği y anında, oyuncuların halktan insanlar olmasının etkisi büyük... Sokakta, ev ler arasına gerilmiş iplerde çamaşırlar, pey nir, mandalina satan uf ak çocuklar, "v akit geçirmek için, geçen güzel kızlara bakan, beldenin otoritesi polisler (dış ses buna ek olarak şunu da söy lüyor: O v e onun gibileri Aci Tereza'da bol bol v akitleri v ardı.), toptancıların, balıkçıların y üzüne biz herkesin çalışıp ekmek yemesini isteriz, öy le değil mi?', arkalarından da 'bana zaman v er seni oy ay ım' sözleri v e pis sırıtışları. Her şey ne kadar da benziy or birbirine... Ne de olsa faşizm her yerde ay nı yöntemleri kullanıy or. "TAŞA, SOLUCANIN DEDİĞİ GİBİ: BANA ZAMAN VER, SENİ OY AY IM"(Dışses) Filmde, görsel anlatım zenginliğine sahip sahneler de vardı. Pazarlık sırasındaki tartışmada, Ntoni'nin elindeki tartıy ı hav aya kaldırıp, yüksekçe bir y ere çıkarak sömürücülere karşı, tartıları denize atma çağrısı v e "y eter demek için ne bekliyoruz?" sözleri, Potemkin Zırhlısı'nda ge micileri isyana çağıran Vakulinçuk'u
andırmakta... Görülmeye değer bir sahne... Denizden dönmeyen erkeklerini bekley en kadınların uzak çekimde, siy ah çarşaf larıy la denizin ortasındaki kay alıklardan ay ırt edilmeksizin duruşlarındaki şiirsellik v e anlatımdaki güzellik, y ufka y üreklerinin taşlaştığının simgeleri belki de. Y er Sarsılıy or, 1948 Venedik Film Festivali'nde en iyi film ödülünü kazanır ancak uzunluğu (3 saat) ve halkın Sicily alı ağzı nedeniy le beklenen ilgiyi görmez. Bunun üzerine f ilm kısaltılır v e bazı y erlerinde de düzeltmeler yapılır. LUCHINO VISCONTI VE Y ENİ GERÇEKÇİLİK 2 Kasım 1906 doğumlu Visconti, güzel sanatlar ağırlıklı bir eğitim görür. Otuz y aşlarında Paris'e giderek, Jcan Re-noir'in "Bir Kır Eğlencesi" f ilminde, y önetmen y ardımcısı olarak çalışmay a başlar. Halk Cephesinin kurulması döneminde, kendisini derinden etkiley en Fransız soloy la tanışır. 1937'de Holly wood'a gider, ancak oradaki çalışma tarzını beklediği gibi bulamaz v e İtalya'ya geri döner. 1936 y ılındaki kuruluşundan başlay arak, diktatörün oğlu Vittorio Mussolini taraf ından y önetilen, ancak sav aş sırasında yavaş yav aş görece genç muhalif aydın kuşağının f ikir dergisine dönüşen "Cinema" adlı dergiye katılır. 1942'de çektiği Obbessione (Tutku) çok kısa bir süre gösterimde kalır, sonra sansüre uğrar. Tutku, f aşizme karşı bir başkaldırıdır. Aslı imha edilen f ilmin, bir kopy ası kurtarılır. İkinci f ilmi La Terra Trema'y ı (Y er Sarsılıy or), 1947-48'dc gerçekleştirir. Bu arada tiyatro çalışmalarını da y ürüten Visconti, 1954'den 1964'e kadar çektiği beş filmin her biriy le, Venedik'te, ya da Cannes'de
TAVIR 41
ödüller kazanır. 1972'de bozula n sağlığı, çalışmalarını bir süre engeller. 17 Mart 1976'da Roma'da ölür. Y ENİ GERÇEKÇİLİĞİN DOĞUŞU Sav aş ve sonrasının y ol açtığı y ıkımlar, yaşamı demokratik temeller Üzerine oturtmada y apılan kararlı girişimler ve geçmişe karşı takınılan eleştirel tav ır, özellikle sinema sanatı açısından son derece y aratıcı bir ortam hazırlad ı. Bu ortamda y apılan hesaplaşmalarda, önceleri y alnızca f aşizm eleştirisi ön plana çıktı. Daha sonraları ise bu eleştirel tav ır, düny a görüşü v e sanat anlay ışı açılarından çeşitlilik kazandı. Gerçekçilik anlay ışı, daha eski bir gerçeklik anlay ışının y enilenmesini de içinde barındırıy ordu. Y eni Gerçekçilik kav ramını ilk kez 1942 y ılında Barbaro ortaya attı. Barbara, Pudovkin'e ait y azıların çev irileri ile tanınmış bir denemeci ve senaristti. Visconti'nin aynı y ıl çektiği, ilk f ilmi olan Tutku', bu gelişmenin doğuşunu haber v eriyordu. Çıkış noktasını f aşizmden alan yeni gerçekçilik, gözlerini İtaly an halkına çev irdiği için belgeleştirmenin sanatı oldu. Y eni Gerçekçiliğin malzemesi, burjuv azinin siyasal ve toplumsal ilişkileridir . Yeni Gerçekçilik, bu malzemenin y aşanılan dönem için taşıdığı tarihsel v e diy alektik öneminin taranmasıy la ortay a çıkan gerçekliği kavray ış perspektif idir. Y alnızca olduğu gibi vermekle y etinmeyip; insanlar, eşy alar ve olaylar arasındaki karşılıklı ilişki ağını da
görünür kılan bu gerçekliği kavray ış biçimidir. Zamanın belgelenmesinde v e hem ulusal, hem de birey sel portrelerin canlandırılmasındaki gerçekliği kav ray ıştır. Y eni Gerçekçi sinema, v icdan muhasebesinin ve samimiyetin soğukkanlı coşkusu ile belirlenir. Bu coşkuyu v ermek açısından sinemanıneğer söz konusu olan, sanatı, toplumun bilinçlendirilmesinde en etkin araç haline getirmeksebütün diğer sanatlardan üstün olduğu kesindir. Amaçlarım, sosy alist devrimin toplumsal dönüşümü olarak gösteren sanatçılar, bu görüşler etraf ında yekvücut toplanmışlardır. Onlara göre y eni gerçekçi sinema, burjuv a toplumuna karşı eleştirel bir gerçekliğin sinemasıdır; insanları, devrimci olması istenen yeni düzene y akınlaştırmanın aracıdır. Y eni gerçekçi sinema, ortaklaşmacı bir hareket olarak ortay a çıkmıştır, ancak Vittorio de Sica'nın da belirttiği gibi, Y eni Gerçekçi sinemanın hiçbir zaman ortak bir cepheye sahip olamadığı, herkesin kendince y aşadığı, umduğu v e düşündüğü de ay nı şekilde doğrudur. (Af a Sinema dizisinin Lcuhino Visconti adlı kitabından derlenmiştir.) Kay nakça: 1. Af a Sinema, Luchino Visconti, Mar tin Schlappner'in "Savaş Sonrası İtaly an Sineması'nda Gerçekçiliğin Ana Hatları" başlıklı y azısından, s. 7 Af a Y ay ınları, Ey lül 1988. 2. a.g.e, Martin Schlappner'in "Visconti'nin Sosy al Gerçekçiliği" başlıklı y azısından. s. 31.
TAVIR 42
BİR
KİTAP
Y I L M A Z G Ü N E Y ... "Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz" S. KAY NAR Y ılmaz Güney...
"Ben
Kısa ama onurlu y aşamına sığdırdığı u zun tutsaklık y ıllarında, kendini halkına adamış bir dev rimci. Y ılmaz Güney... Sömürülen insanımızın y aşam mücadelesini, y oksulluğunu, acılarını, amutlarını, sevdalarını alışılagelmiş Y eşilçam kuralları dışında, ulusal ve evrensel anlatım dilini yakalamış, dünya halklarının gözleri önüne sermiş sinema ustası. Y ılmaz Güney... Halktan yana romanlarına, öykülerine y azın adamı. Y ılmaz Güney...
sanatını, taşımış bir
Her şeyden öte, insanımızı tanıy an, sorunlarını irdeley en, sorgulay an ve çözüm üreten devrimci b i r sanatçı. Topu topu 47 y ıl yaşadı düny amızda. Bunun da 11 y ılı cezaev lerinde, yarım y ılı sürgünde, 2 y ılı askerde (sürgün bölüğünde), 3 y ılı da y adellerde yersiz y urtsuz geçti. Ama O, inanılmaz bir çalışma temposuy la, 53 f ilme senaryo y azdı, 110 f ilmde oy nadı, 17 f ilm y önetti. Dört roman, y üzlerce öykü yazdı. Y aşasa, kim bilir daha neler y aratacaktı? "Ben sanatı, genel olarak sınıf
sanatı,
savaşımın ın
bir
görüyorum. sanatlar
genel
öğesi
Sine ma, gibi,
olarak
sınıf olarak
tıpkı
öbü r
bu
savaşın sürdürücüsü olmalıdır. Bu an lamda, bütün
devrimci
sanatçılar
savaşçıdırlar."
sav aşımının bir öğesi olarak görüy orum. Sinema, tıpkı öbür sanatlar gibi, bu savaşın sürdürücüsü olmalıdır. Bu anlamda, bütün dev rimci sanatçılar sav aşçıdırlar. Kendimi de böyle görüy orum ben. Ben de f ilmlerim de sav aşçıy ız." (1)• Y ılmaz Güney , kendini v e sanatını böy le tanımlıy or. 1961 y ılında "Boy nu bükük öldüler" adlı romanını iki ay rı kitapmış gibi y ay ımlay an yay ıncı dostu için de şu sözü söy lemiş: "Bir ülkede büyük hırsızlar, sahtekarlar, dolandırıcılar varsa, bunların küçükleri de olacaktır. Biz, hay atın her alanında, burjuv a ideolojisine sahip her sınıftan insana kuşkuyla bakıy oruz, onların her konudaki ahlak ve değer anlay ışlarına, sözlerine kesinlikle güven duymuyoruz.
TAVIR 43
Arkadaşların bana bir ticaret aracı gözüyle bakmalarına göz yumamam, binbir sıkıntıyı içeren 16 aylık emeğimin onurunu korumam gerekirdi. (2) Yılmaz Güney'in sürgün yıllarında Fransa'da çektiği "Duvar" filmine konu olmuş "Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz" adlı romanı, başkent Ankara'nın en büyük, en yoksul gecekondu semtlerinden birini, polis kayıtlarında özel bir yeri, özel bir önemi olan kanunsuzluk yatağı Çinçin Bağları'nı anlatıyor. Çinçin'i, Çinçin insanını, Çinçin'li Çocuktan romanın akışı içerisinde şöyle tanımlıyor: Çinçin içlerine girildikçe, yoksulluk, bakımsızlık, pislik, ilkellik, çaresizlik
belirtileri... Daha doğrusu, Çinçin'in acı gerçeği bütün sarsıcılığıyla her adımda, her kıpırtıda, en belirgin özellik olarak kendini gösterir. Kerpiç yapılı, çorak damlı, duvarları kirli, derme-çatma evler, ne sevinçleri, ne de tatsızlıkları gizleyebilirler. Evlerin önünde iplere, dallara serili, herbiri ayrı ayrı yoksulluğu belgeleyen rengarenk eski çamaşırlar, çocukların kararmış, çatlamış çıplak ayaklan, ahırlar, at arabaları, burun direklerini sızlatan çöp kokusu, lağım kokusu .... yıkık bir duvar, duvar dipleri önünde kümelenmiş yaşlı kadınlar, kahve önlerinde, bakkal önlerinde şarap içen, esrar içen yaşlı Kürtler, çingeneler... Çinçin'li çocuk, ekmeğini, zengin
Bilinmeli ki, Türkiye halkları ne zaman özgür olursa, Yılmaz Güney ve O'nun sanatı da, işte o zaman özgür olacaktır.
TA VI R 44
çev relerin çöplüğünde arar. Ağaç ya da ince demir bir çubukla çöp bidonlarını karıştırır, y ararlı gördüklerini alır. Ekmek bulursa y er, hele jelatinlere sanlı bay at tost ekmeğine bay ılır. Kemik bulursa et kalıntılarının kokusuna, ekşimiş tadına bakmaksızın kemirir.'' Roman, günümüz insanının, bu sömürü ve talan düzeninde nasıl y oksulluğa, ezilmişliğe, acılara mahkum edildiğini belgeley en önemli bir yazın ürünü. Ve Çinçin'li Mustafa'nın sonu gelmey en hırsızlıkları, karakol v e cezaev i. Cezaev i koşullarının alabildiğince olumsuz olduğu o dönemde ay akta kalabilme savaşımı. Cezaev inde devrimci tutsakları tanıması, kaf asında y er eden birçok açmazın y erini zamanla, düşünen, sorgulay an bir Mustafa'y a bırakması. Ve Ankara Merkez Kapalı Cezaev i'nde dördüncü koğuşun (sübyanlar koğuşu) öncülüğünde, en temel insancıl talepleri içeren direnişin önder Mustafa'sı... Direnişin yaşandığı y ıllarda Y ılmaz Güney Merkez Kapalı Cezaev inde siy asi tutukluydu. Direnişe tanıklığını v e o dönemi şöy le anlatıy or "Sustular... dördüncü koğuştan gelen bilinçsiz bir öfkey i, kararsızlığı, dağınıklığ ı düşündüren sesleri dinlediler. Y üksek sesli tartışmalar.. Dolap kapaklarının birbirine çarpması... Belli ki dolaplar y er değiştiriy or... Gardiy anların ay ak sesleri... Bir takım çocuk sesleri. Adaletin bu mu dünya" türküsünü söyley en bir çocuk sesi.
Çocuklar bit, pire v e pislik içinde idiler. Ve bir gece, çoğu yataksız, y organsız, çıplak olan çocuklar, cezaev i idaresine karşı, "Pencere camı, soba v e günde iki ekmek istiy oruz" diy erek direnişe geçtiler. Ranzaları v e dolapları y ığdılar kapı arkasına. Adalet Bakanını istediler. "Soba istiyoruz!" "Pencere camı istiy oruz!" "İki ekmek istiy oruz!" haykırışları, hep bir ağızdan tek bir ses gibi, insanın içini ürperten bir hal alıy or romanda... Ve " Bağımsız Türkiy e" sloganıy la bütünleşen Mustaf a'nın sesi zamanla, yine hep bir ağızdan, bilinçleri kuşatırcasına nice özlemleri, nice acılan barındır ıy or yüreklerde. Biz halktan y ana sanatın sav unucuları olarak biliy oruz ki; sınıf v e hak alma mücadelesi sürdükçe, "Soba, Pencere Camı v e İki Ekmek İstiyoruz" diy en nice Mustafa'lar y aratacağız v e nice Y ılmaz'lar büy ütecek analarımız.
Kay nakça: (1) HÜSEYİNOV, Abdul Anbiy eviç (Y ılmaz Güney , y aşamı v e sanatı), Gölge Y ay ınları 1990,sayfa 62. (2) 25. Kare Dergisi, Umut Ticareti" başlıklı y azıdan s. 60, Değişim Ajans, 1990.
TAVIR 45
K O Ç AK L AM A Çıktım dağın başına da Adım kazdım taşına Ölüm namert belalımdır Bakmaz gözüm yaşına Bu dağların rüzgârından Hoştur aman benim başım hey Ölüm düşme peşime Gençtir daha benim yaşım Düz ov ay a inilir mi Ölüm y ıldı sanılır mı Düşman sinmiş y olun güzler Bile bile yanılır mı Bu dağların rüzgârından Hoştur aman benim başım hey Ölüm düşme peşime Gençtir daha benim yaşım Günü gelince onar y üzer Biner biner ölürüz Vuruşmaktır aslımız bizim Döner döner ölürüz Bu dağların rüzgârından Hoştur aman benim başım hey Ölüm düşme peşime Gençtir daha benim yaşım İSMAİL UY AROĞLU Düzenleme: G. Y orum
TAVIR 47
Ö Z G ÜR L ÜK
AT E Ş İ Söz-Mü zik: Grup Ekin
Öy le bir ateş y anar İnsanlar yürür sokakta türküler söy ler Emeğim, ekmeğim, hakkım der özgürlük ister Ateş sıcacıktır çeker insanı Y an aç yan tok y orgun uykusundan Silkinip uy andığı sabah Çakmak çakmak gözlerini Dikip te dalgaların doruklarına Öfkey le kabaran y üreğinin sesinde Bir görkemli off çektiğinde Dağdaki ateş büy ür Özgürlük ellerimizde bir kırmızı gül Dağlarda sokakta zindanda bilenir öfke Kav ga amansızdır sarar düny ay ı
TAVIR 48
HABERLER
SAVAŞA KARŞI KAMPANYA "Sanatçılardan "Körfez
müdahaleye tepki"
savaşına
"Sen kurşun yağmurları altında
karşı kampanya"
Güneşin delik deşik edildiği bir
(Güneş) "Hukukçu
ve
söylediği;
(Cu mhuriyet)
Sanatçılardan
Savaşa Hayır" {Hürriyet) Grup Yorum, Ortaköy Halk Sahnesi Oyuncuları, Ortaköy Kültür Merkezi Fotoğraf ve Sinema Emekçileri (FOSEM) ve Ortaköy Kültür Merkezi E mekçileri'nin organizasyonunu yaptığı; Rıfat İlgaz, Rahmi Saltuk, Musa Anter, Bilgesu Erenus, Ömer Özgeç, Ünol Büyükgönenç'in konuşmacı olarak katıldığı basın toplantısının ertesi günü, gazete başlıkları böyleydi. ABD'nin kendi çıkarları için Ortadoğu'daki krize müdahale edip, ülkemizi de aynı krize sürüklemek istemesine karşı yapılan basın toplantısı, Grup Yoru m'un
ülkede doğdun'' sözleriyle başlayan "Kuşatma" adlı parçayla açıldı. Grup Yorum, Grup Ekin, Ortaköy Halk Sahnesi, Tan Cemal Genç, Semih Poroy, Turhan Selçuk, Kandemir Konduk, Musa Anter, İsmail Gülgeç, Ortaköy Kültür Merkezi Fotoğraf ve Sinema E mekçileri, Anadolu Kültür Müzik Topluluğu, Edip Akbay-ram, De mirtaş Ceyhun, Rahmi Saltuk, Müjdat Gezen, Rıfat Ilgaz, Bilgesu Erenus, Aytaç Arman, Ömer Özgeç,Ünol Büyükgönenç ve Metin Üstündağ'ın imzaladığı ve Ortaköy Halk Sahnesi oyuncusu bir arkadaşın okuduğu bildiride; "Ortadoğu'daki son gelişmelerle birlikte, ülkemiz sıcak bir savaşa sürüklenmektedir. Bölge halklarının kendi
TAVIR 49
aralaındaki sorunlarını kendilerinin çözmesi gerekirken başta ABD ve batılı ülkelerin Ortadoğu'ya müdahelesini kabul etmiyoruz. Daha dün Libya'yı bo mbalayan, Granada'ya, Liberya'ya, Pana ma'ya asker çıkaran ABD, hangi barış, de mokrasi, bağımsızl ıktan söz ediyor? Tü m bu geliş meler karşısında Özal ve ANAP iktidarı ABD'nin isteği ile halkımın savaş âteşinin ortasına atmaya çalış maktadır. Böylesi bir savaştan, ülkemiz insanlarının hiçbir çıkarı ol mayacaktır. Uluslararası tekeller ve petrol şeyhleri için akıtılacak kanımız yoktur. Haksız savaşlara karşı çıkmak her sanatçının görevi olmalıd ır. Ortadoğu Ortadoğu Halklarınındır ve Sorunlarım Kendileri Çözmelidir.'' deniliyordu. Terazinin ağır kefesinde dolar keseleri, petrol rafinerileri ve varillerin, hafif gelen kısmında ise insan ölülerinin bulunduğu ye üzerinde "BİZ SANATÇILAR OLARAK DİYORUZ Kİ; ABD DOLARLA RI VE PETROL ŞEYHLERİ İÇİN CA N VERMEYE HAYIR !" yazıl ı pankartın önünde konuşma yapan sanatçılardan, 80 yaşındaki Rıfat Ilgaz; bazı sanatçılarımız gibi "savaşın sanatla ne gibi bir ilgisi olabilir Uf" ya da "benim savaşa dair hiçbir bilgim yok" demeden ne yaşlılık, ne yorgunluk, ne de birçok sanatçı gibi hastalık bahane etmeden, sanatçı sorumluluğuyla gelmiş ve kürsünün arkasında, dimdik ayakta şunları söylüyordu: — "Adnan Menderes yönetimi, NATO'ya girmek için, Kore'ye asker yolladı. Şimdiki ANAP iktidarı da Türkiye'yi
AT'ye sokmak için Ortadoğu'ya asker gönderebilir. AT'ye girmek için, insan haklarına saygı yerine, bu tip oyunlara başvurmak yanlıştır. Biz, Ortadoğu petrolünün bekçisi değiliz, jandarması hiç olamayız." Rıfat Ilgaz'dan sonra konuşan, yine 70 yaşındaki Kürdolog Musa Anter de Türkiye'nin savaşa girmesinin bir yıkım olacağın ı belirtti. Bilgesu Erenus; — "Körfez krizi konusunda, muhalefet partileri, iktidarın tutumunu eleştir mede geri kalıyorlar. BM ve TBMM paravanası arkasına sığınarak, kendilerine güvensizliklerini gösteriyorlar. İktidardan hiçbir farkları yok. Ayrıca Sadda m'ı da Halepçe'de 5000 Kürdü öldüren bir kasap olarak tanımlıyoru m'' dedi. İzleyenlerin sürekli alkışladığı, basının da sık sık fotoğraf çektiği toplantıda Rah mi Saltuk da şunları söyledi: —"Türkiye'nin savaşagirmesi, "çok açıkça haksızlık" olacaktır.Irak’ la böyle bir olaya girme miz, Türkhalkı için bir yıkım, Kürt'ler için farklı bir felaket olur." Son olarak, besteci Ünol Büyükgönenç, Halepçe katliamından söz etti. Ayrıca Türkiye'de savaşa karşı gerekli ve yeterli tepkinin gösterilmediğini öne sürdü ve: — "Şu anda, idamların infazı günde me gelse, birçok aydın, sanatçı tepki gösterecek, oysa, binlerce insanın öleceği böylesi bir savaşta aynı duyarlılığı göre miyoruz. Türkiye savaşa girmez diye yaygın bir kanaat var halk arasında, ama Türkiye savaşa girmeye 1. Dünya savaşında
TAVIR 50
olduğu kadar yakındır. 1. Dünya Savaşı'na üç kişi karar verdi. Bu seferki savaşa 1,5 kişi karar veriyor" dedi. Sanatçıların konuşmalarından sonra Ortaköy Kültür Merkezi Fotoğraf ve Sinema Emekçilerinin hazırladığı ve savaş sonrasında, savaşa giren halkın durumunu ve yitirilen güzelliklerin, kaybedilen hakların ve savaşın doğurduğu sefalet ve baskı ortamlarının anlatıldığı dia gösterisi sunulurken fonda da Grup Yorum'un Bertolt Brecht'den bestelediği parça; "Tankınız tankınız ne güçlü generalimi Siler süpürür bir ormanı, Y üz insanı ezer geçer, Ama bir kusurcuğu v ar; Bir sürecek insan ister.
alıyordu. Karamizahıyla; izleyenlere birkez daha ABD emperyalizminin gerçek yüzünü, böylesi bir savaşın getirip götüreceklerini anlatan sergi, Ortaköy Kültür Merkezi 'nde yeniden izlenebilir. Ortaköy Kültür Merkezi Emekçileri 'nin hazırladığı basın toplantısı programı bununla bitmiyor ve Ortaköy Halk Sahnesi Oyuncuları, bir yandan Özal-Sam amca arasındaki ilişkiyi, bir yandan da Ortadoğu halklarının kardeşliğini anlatan, kısa bir oyun sergiliyorlardı. Oyun sonunda Türkiye ve Ortadoğu halklarının giymiş olduğu kefenler parçalanarak çıkarılıyor, toplamı çıkışına konuluyor ve izleyicilerle basın mensupları, bu kefenleri çiğneyerek geçiyorlardı. Sanatçılar;
Bombardıman uçağınız ne güçlü generalim, Fırtınadan tez gider, filden zorlu, Ama bir kusurcuğu v ar; Usta ister y apacak. İnsan dediğin n i c e işler görür, generalim. Bilir uçmasını, öldürmesini, insan dediğin. Ama bir kusurcuğu var Bilir düşünmesini de." söylendi. Amasya Cezaevindeki tutsakların, tutsaklık koşularında da mücadeleyi sürdürdüklerim, dışarıdaki bir çok özgür insandan daha duyarlı ve daha aktif olduklarım gösterdikleri karikatür çalışmaları da, toplantı salonunun büyük bir bölümünde yer
"SANATÇI HER ZAMAN SANATINI İCRA ETMEYEBİLİR. BAZEN BARIŞ GETİRECEK SAVAŞLARDA, BARİKAT ARDINDAN ATEŞ DE AÇABİLMELİDİR! FAKAT, ABD DOLARLARI VE PETROL ŞEYHLERİ İÇİN, SOKAKLARDA AKITILACAK KANLARIMIZ YOK!" diyor. Sanatçılar; YAŞASIN ORTADOĞU HALKLARININ KARDEŞLİĞİ!" diyor. Ve sanatçılar; "ARTIK AĞITLAR YAKMAK İSTEMİYORUZ!" diyor.
TAVIR 51
ORTAKÖY KÜLTÜR MERKEZÎ Günlük yaşantımızda içiçe bulunduğu muz fotoğraf olgusunun pratikte kul lanımının d ışında bir özelliği daha vardır ki; en önemlisi; sanat dalı olmasıdır. Gaze telerin kültür-sanat sayfalarına kabaca gözattığımızda, fotoğrafla ya da açılan fotoğraf sergileriyle ilgili bir yazıya rastlama mak i mkansız hale gel miştir. Ne yazık ki sanat fotoğraflarının üretimindeki artışa rağ men e mekçi halkımız fotoğraf sanatına yabancıdır. Yabancılığının temelinde fotoğraf sanatçılarının yapıtlarını dar bir grubun tüketimine sunmalar ı, ortaya konan yapıtların içeriğinin boşluğu yatmaktadır. Bu alandaki yoz yaklaşımlar ı kur mak, alternatif ürünler ortaya koymak için fotoğrafve sinema sanatına duyarlı olan bizler OKM-FOSEM çatısı altında bir araya geldik. Çalışmalar ımızda ülke mi z gerçeklerim ve çelişkilerini kaba saptamacılığa kaç madan, öz-biçi m dengesini gözardı etmeden, tek nik olanaklardan mü mkün olduğunca yararlanarak, estetik değerlerle bütünleştirerek belgelemeye çalışıyoruz. Ayrıca; artan toplumsal muhalefetin ve yükselen mücadelenin belgelen mesinin, gelecek kuşaklara aktarılmasın ın soru mluluğunu duyuyoruz. Bu bilinçle ilk çalışma mızı Küçükarmutlu gecekondu mahallesinde gerçekleştirdik. Verdikleri mücadele ile bir destan yaratan Küçükarmutlu halkını direniş öncesi ve sonrası yaşantılarıyla belgele dik. Çalışma mız dia ve video çekimleri ol mak üzere iki ayrı bölü mden oluşuyordu. Dia çekimlerini çalış ma tama mlandıktan sonra kurgulayarak, müzik ve efektler eşliğinde Küçükarmutlu'da gösterine sunduk. İkinci çalışma mız Yeni Çeltek'de meydana gelen grizu faciasıyla kamuoyunda
FOTOĞRAF VE SİNEMA EMEKÇİLERİ kendini hissettiren maden gerçeğinin belgelen mesine yönelik oldu. Başından beri madenlere ve maden işçilerine duyarsız kalan kamuoyunu daha duyarlı hale getirmek amacıyla bu çalış mayı yap maya gerek duyduk. Çalışma mızı gerçekleştirmek üzere Zonguldak'a gittik. (Yeni Çeltek'e gidebilme koşullarımız yoktu) Madenlerde çekim yapma mızı engelle mek için çıkartılan bütün bürokratik zorluklara ve maden güvenlik görevlilerinin üdahalesine rağ men çekimizi ta ma mla mayı başardık.Maden işletmecileri olağanüstü bir olay ol madıkça madenlerin içler acısı duru munu ka muoyundan gizle meye yönelik bir tavır sergiliyor. Bundan önce biri sendika (yıllar önce yapılan eğitim a maçlı bir fil m), diğeri TRT (Can kanar'ın yüzeysel bir yaklaşımla Çeltek faciası sonrası çektiği) olmak üzere sadece iki kurumun madenlere inip çekim yapmış olması yaptığımız işin önemini ortaya koyuyor. Maden dışında yaptığıma çekimlerde maden işçilerinin aile içi yaşantılarını, madenlere gidiş gelişlerini, karşılaştıkları zorlukları görüntülemeye, saptamaya çalıştık. Madenciler konusundaki dia çalışma mızı EMEKAD tarafından düzenlenen "Sendikalaşma ve Sendikal Haklar" konulu söyleşide izleyiciye sunduk.Bütün bu alışmalarımızdan aldığımız olu mlu eleştiriler yeni çalışmalara başla mada bizi motive edici güç oldu. Irak'ın Kuveyt'i ilhakı ve ABD e mpe ryalizminin bu duru mu bahane ederek insan hakları savunuculuğu maskesi altında Irak'a ve diğer Ortadoğu halklarına karşı başlattığı haksız savaş hazırlıkları üzerine "Haksız Savaşlar" konulu bir dia gösterisi
TAVIR 52
hazırladık. Bu çalışma mü zik ve efektlerle desteklenmiştir. Çalışma mız ABD e mperyalizminin işgal ettiği, terör estirdiği ülkelerdeki görüntülerle (Hiroşima, Vietna m, Kore, Panama, Liberya, Granada), ikinci paylaşım savaşı sırasında Alman faşizminin toplama ka mplar ı ve Halepçe katliamındaki görüntülerden oluşuyordu. Başından beri "fotoğraf yapıtlarının yeri sanat galerileri değil, fabrikalar, kahveler, sokaklar, kısaca emekçi halkımızın bulunduğu ortamlar olmal ıdır." düşüncesini savunan bizler Belediye-İş 1 No'lu şubesi
ile Beyoğlu şubesinin teklifleri üzerine "Haksız Savaşa Hayır" ka mpanyası doğrultusunda birlikte çalışmaya başladık. Sabah saat altıda başlayıp akşam saatlerinde biten gösterilerimizi ortalama 25 ayrı işyerinde gösterime sunduk. Bir hafta boyunca ortalama 5000 belediye işçisi gösterimizi i zle me olanağı buldu. Bununla yetinmeyip gittiğimiz her işyerinde ABD e mperyalizminin işgallerini kınayan, e mperyalistler ve petrol şeyhleri için dökülecek kanımızın ol madığ ını belirten konuşmalar yaptık. Tartışma ortamı yaratarak, ekonomik sorunlardan başını
kaldıramayan işçilerimize haksız savaşlar konusunda daha duyarlı ol maları gerektiğini, herhangi bur savaş durumuyla birlikte on yıldır büyük güçlüklerle kazandıkları haklarının bir çırpıda ellerinden alınabileceğini aktardık. Ayrıca; aynı çalışma mızı iki ayrı basın toplantısında da sunduk. İlki, duyarlı sanatçıların katılımıyla gerçekleştirilen haksız savaşları kınamaya yönelik toplantıydı. İkincisi, Belediye-lş 1 No'lu şubesi ile Beyoğlu Şubesinin ortaklaşa düzenledikleri haksız savaşı protesto etmek
için iki saatlik iş bırakma eylemi yapacaklarını duyurdukları basın toplantısıydı. "Haksız Savaşlara Hayır" konulu çalışma FOSEM'in en yoğun çalışması olup halen sürmektedir. Bütün bunlar yürürken, çalışan çocuklar üzerine de bir dia çalışması yaptık. Küçükarmutlu ve madenciler konusundaki video çekimlerini kurgulama çalışmaları deva m etmektedir. Kurgulama işlemi tama mlandığ ında izleni me sunulacaktır. OKM-FOSEM
TAVIR 53
HALKTAN YANA KÜLTÜR-SANATIN, EGEMEN GÜÇLERCE TEHLİKELİ GÖRÜLÜP, Gülhan Tabak Tutuklandı... 17 Ağustos'ta, İskenderun'da, bir demokratik kitle örgütünün düzenlediği gecede, Kürtçe türkü söylediği için tutuklanan Gülhan Tabak hakkında, Kürt olmadığ ı halde, "Ben Kürt'üm. Kürtleri kışkırtmak için Kürtçe söyledim" şeklinde bir ifade yazılarak, tutuklanıp, Malatya Cezaevi'ne gönderildi. Ara mahke mede tahliye edildi.
Ozan Çağdaş'ın Kaseti Yasaklandı... Denetleme Kurulu'nda, sanatçının kasetinin tümü sakıncalı bulunup, kasete izin verilmedi.
Ferhat Tunç'un Konseri Engellendi... 4-5 Ağustos tarihlerinde, Açıkhava Tiyatrosu'nda yapılacak olan Ferhat Tunç konserlerinin ilk gününde, konser sırasında sloganlar atıldığı gerekçesiyle, Şişli Em niyet Amiri, konseri durdurup, Ferhat Tunç'a "konserin iptal edildiğini" söylemesini istedi. Bu müdahaleden sonra, "insanlık onuru"na, "zindanların boşalması"na, "keyfi baskılar"a yönelik sloganlar,"polisin dışarıya çıkarılması"na dönüştü.
BASKILARIN ARTMASINA SON ÖRNEKLER... Konser iptal edildikten sonra, Ferhat. Tunç'un bağlamasının içinde pankart arayan polis, ikinci gün yapılacak olan konseri de yasaklayıp, Ferhat Tunç'u gözaltına aldı. Bu olaydan sonra basına açıklama yapan Ferhat Tunç, " bu tür olayların bireysel ol maktan çıktığını ve kendisine devrimci-demokrat diyen bütün sanatçıların bir araya gelerek, ortak tavır al maları gerektiğini söyledi. Bu isteği, özünde doğru olsa da, başka sanatçıların resmi güçler tarafından karşılaştığı baskılara sessiz kalıp, yamaca kendine yönelik haksız uygulamalarda, diğer sanatçılarla ortak tavır olma istemi, ne yazık ki pek inandırıcı ve samimi değil. "Pir Sultan"a Yasaklama... Ege men sınıflar, ilerici-demokrat oyunları yasaklamaya devam ediyorlar. Ankara Birlik Tiyatrosu'nun "Pir Sultan Abdal" oyunu da yasaklandı. Grup Ekin'e Gözaltı... Mersin'e konser vermek için giden grubun solisti Metin Turan, konserden yarım saat önce "siyasi polis tarafından arandığı" gerekçesiyle gözaltına alındı. Gözaltının a macının, Metin Turan'ın aranması değil,
TAVIR 54
konserin
engellenmesi
doğrultusunda
olduğunu s öyleyen Grup Ekin, konserlerini iki gün üstüste başarılı bir şekilde v erdiler. Böylece polisin, bir kez daha halktan y ana sanatçıların
kitl elerle
kuc aklaş masını
en-
gellemeye yönelik oy unları, sonuçs uz kaldı.
SA V AŞ A K A R Ş I
Devrimci s anat, hal kı kolayc a etki leyen, müc adel eye katan önemli bir araçtır. Bunu i yi bilen ve yakından takip eden egemen sınıflar, sanatçılar üzerinde, çeşitli bas kı yöntemlerini denemeye devam ediyor. Fakat hal ktan yana sanatçılar varol dukça ve müc adeleyi sürdürdükçe, bu bas kı yöntemleri sonuçs uz kal acaktır.
SO KA K T İ Y A T R O S U
Ortaköy Halk Sahnesi oyuncul arı, gerçek anlamda ilk sokak tiyatros u deneyi mini Merter'de atölyelerin bul unduğu bir s okakta yaş adılar. Sürüklenmeye çalıştırıl dığımız haks ız s avaşın gerçek y üzünü anl atan oyun, tekstil isçileri tarafından coşk u ve hey ecanla izlendi. TAVIR 55
BASIN
A Ç I KL A M A SI
Bundan 6 y ıl önce 9 Eylül 1984'de, sinemamızın y aşam mücadelesini, y oksulluğunu, acılarını, umutlarını al ışılagelmiş, y oz, Y eşilçam kuralları dışında, ulusal v e ev rensel bir anlatım diliy le düny a halklarının gözleri önüne sermiş bir sinema ustası, Y ılmaz Güney 'i yitirdik. İnsanımızı tanıy an, sorunlarını irdeley en v e çözümler üreten bir dev rimci sanatçıy dı. Halktan y ana sanatı romanlarına, öykülerine de taşıy arak, yazın alanında da ürünler v ermiş bir sanat adamı. Oligarşinin, kendisine karşı, halkın y anında tav ır alan her ilerici, dev rimci unsura y önelik tahammülsüzlüğü, baskılan v e y oketme politikaları, Y ılmaz Güney 'in filmlerinin kendi
ülkesinde,
kendi
halkına
y asaklanmasıy la
somutlanmış,
unutturulmay a
çalışılmıştır. Y urt dışında çıkmasını engelley erek ölüme mahkum ettiği Ruhi Su, bugün artık tüm çıplaklığıy la reddedilemey en Kürt Ulusu gerçeğini sav unup y azdığı için tutsak edilen İsmail
Beşikçi;
kitapları toplatılan, y asaklanan y azarlarımız,
şairlerimiz,
karikatürcülerimiz, konserleri engellenerek halkla bağlan kopartılmaya çalışılan Grup Y orum, Grup Ekin, kısaca halktan y ana olanlar bu baskılardan paylarına düşeni aldılar, alıy orlar. Unutulmamalıdır k i , hiçbir engelleme v e baskı politikası, halktan yana olanı, halkın sesini susturamayacak aksine daha da gürleştirecektir. Ve halkın özgürlük mücadelesi sürdükçe Y ılmaz Güney ler çoğalarak, gürleşerek varolacaktır.
—
HALKTAN Y ANA KÜLTÜR VE SANAT SUSTURULAMAZ!
—
SANATÇININ EMEĞİNİN DÜŞMANLARI HALKIN EKMEĞİNİN DÜŞMANLARIDIR!
DEVRİMCİ
MÜCADELEDE
SANATÇILAR
TAVIR 56
TÜRKÜLER SUSMAZ HALAYLAR SÜRER
A 1- Gel ki Şafaklar Tutuşsun 2- Ferhat
B 1- Haydar'ın Türküsü, Apo'nun Türküsü
2- Koçaklama 4- Direnişçilerin Cevabı
Hasan'ın Türküsü 2- Dağlara Doğru
5- Umut (Enstrümantal)
3- Madenciye Ağıt
6- Halay
4- 16 Mart 5- Sasa Horonu (Enstrümantal)
V I R 5 5
n a k ı z ı y o r u m ö ğ r e t m e n i m Sana kızıyorum öğretmenim Elimde değil Kızıyorum işte Bana dünyanın döndüğünü öğrettin Teşekkür ediyorum İçinde dönen dolaptan öğretmedin Pamuğu öğrettin Tohumunu, toprağım ve de çiçeğini Ve onu toplayan Nasırlı ellerin yoksulluklarını Ama sırtüstü yatıp Hazır yiyenleri Niçin öğretmedin öğretmenim? Madenleri öğrettin. Bizde ve tüm dünyadakilerini Ne kadar çıkarıldığım öğrettin Teşekkür ediyorum Kimin çıkardığını Ondan aslan payını alan Elin gâvurunu
Onun işbirlikçilerini Ve de vatan hainlerini Neden öğretmedin, neden? Hayvanları öğrettin Sivrisineği, tahtakurusunu Tüm kan emici hayvanları öğrettin Kendimi korumaya çalışıyorum Ve sana teşekkür ediyorum Bir de insanlar kan emermiş V a m p i r örneği, keneden beter Evet öğretmenim Bizi iliklerimize dek soyan Vampir gibi üzerimize çullanan Amerikan gâvurunu diyorum Gözümle görüyorum öğretmenim Dumanlarımıza girmişler Soluk alışlarımızda duyuyorum İşte bunları diyorum , öğretmenim bunları Neden öğretmedin, neden? Bir Öğrenci