.
Nisan 92'de
1
Mer h ab a
2
N ew r o z / H az al T un ç
4 Zo n gu ld ak G ü n ce si / H ayati A z i m
12 U m u t Y er al tı nd a K al m az S o n su z a D ek/ E n d er S el çu k
15
P atl ayan Y ür ek Y an ı yor H al a Zo n gu ld ak' ta/ S evi l Ü z r ek
16 G ö z l er Y an gı n Şi m d i / Ad n an Yü cel
19
Y ür eğ in in K ap ı l ar ı nı A ç/ O l cay Y ar ayı cı
20 Mü z i kte Ö z -B i çi m K o n u su n a G ü n cel B i r Y akl aşı m / G r u p Y or u m
24 A r ayı n B en i / B aki A l tı n
25 26
Ö z l em / P ı n ar A rd a
S en ar yo yu Ç eki yo r u z/ A h m et S er
28 S ah te So l cu lu k Ö r n eği / A ki f Ö z kal
30 S ö yl eşi : V eci h i T i m ur oğ l u
33
Y eter ki / R am az an Ö z b ek
34 D ü n yayı Mem l e keti m i ve S en i S evi yor u m / O H S
36 37
MERHABA
Ne kadar dibe bastırılsa da
gürleyerek gelen volkan patlayacak, buz eriyecek, toprağın koynuna düşen tohum baharda çatlayacak. Y eni sürgünler verecek bu topraklar, direniş... Her sürgün bir renk cümbüşü gibi patlayacak kırlarda. Her direniş alı-yeşilisarısıyla "bir bayram günü nümayişe çıkar gibi" dalgalanacak köylerde kasabalarda. Çünkü "BAHAR İSYANCIDIR" Bahar Sendromu siyasi iktidarı ne kadar saldırganlaştırsa da Kawa'nın 2600 y ıl önce y aktığı özgürlük ateşi dağlarda binlerce ateş olup çoğalıy or. Kürt ve Türk halklarının kardeşliği ve mücadelesi yeni anlamlar kazandırıyor ateşe, can veriyor, körükleyip gürleştiriyor. Cizre, Şırnak ve Silopi'de katledilenler gelecek bahara kalmadan yeniden açacak çiçeklerdir. Malatya'da toprağa düşenler, patlay ıp bire bin verecek tohumlardır. Dağlan saran yüzlerce metre fişekliğin muştucusudur onların son kurşunları. Ön v e arka kapaklarımızı kentlerde gürleyen volkanlara, çağlayarak çoğalıp gelen nehirlere ay ırıyoruz. Biriken gaz, bir kıvılcım, cehennem gibi bir patlama v e çöküveriyor madencinin üzerine kara elmas. Çığlıklar yüzlerce metre derinliklerde kalıyor. Yeryüzünde binlercesi çığlık bite atamıyor, düşüncede kalıy or. Ciğerlerine y ıllar y ılı birikip külçeleşen toz ya da böyle aniden ölüm. Kazma, asansör, ray ya da insan. Kapitalizmin kâr hırsı karşısında hiçbir değer farkı y ok. Giden insan olsun kâr geliyorsa. Ama madencinin yine böyle bir katliam sonrasında y arım kalan yürüyüşü v ar. Madenci yeraltında yatıp kalmayacak, silkeleyip toprağı üstünden billurlaştırıp akışını, yıkacak Gerede barikatlarını. Bu kez taşlara vurmadan başım tamamlayacak bu uzun yürüyüşü. Kızılay meydanına dolup oradan y eni bir dünyay a akacaklar. Hayati Azim'in "Zonguldak Güncesi", Ender Selçuk'un "Umut Yeralt ında Kalmaz Sonsuza Dek" ve Sevil Üzrek'in "Patlayan Yürek Yanıyor Hala Zonguldak'ta" adlı yazılarım, madencinin acısını ve öfkesini paylaşarak yay ınlıy oruz. "Değişen Dünya Düzeni" ve değişmeyen dünyayı değiştirme kavgası. Nazım Hikmet bu kavgaya yazılmış bir değer. Şiirlerinde savunduklarıyla hala insanlığa ve geleceğe dair söyleyecekleri var. Ortaköy Halk Sahnesi Nazım'dan derledikleri "Dünyayı, memleketimi Ve Seni Seviyorum* adlı oy unla y urtdışı turnesine hazırlanıy or. Coşkularını Tav ır okurlarıy la paylaşmak için bir yazıy la katılıy orlar sayımıza. Grup Y orum'un klip çalışmaları son aşamaya geldi. "Kamera!" dedik. Bundan sonra senaryo çalışmalarını "Senaryoyu Çekiyoruz" başlığıy la aktaracağız sizlere. Gelecek her say ının kendimizi y enilemenin y eni hedeflere ulaşmanın bir adımı olması dileğiy le. Dostlukla!
Y az ar l ar S end i kası / H ayati A z i m
H ab er / Y or u m A r ka K ap ak: M eh m et K ol çak, B er xw ed an (D i r en m e]
T
A V
I
R
1
NEWROZ
Güneş
uğulday arak doğuy or dağların tepesinden, eserek, sav rularak
yağan tipiyi dindirerek doğuy or, tepeleri y ırtarak inen çığı, çığın altındaki çığlıkları eriterek doğuyor.
Susuz
da kalsa toprak rahminde taşıy or binlerce y ıllık tohumları,
bereket y üklü tohumları. Buzlar çözüldü, dereler çağlay arak akıy or, ırmaklara karışıy or. Su yürüyor doğanın damarlarına, horlanmış, ezilmiş, yağmalanmış damarlarına.
Keskin ve yakıcı soğuk
gün ışığıy la
dalgalanıy or. Sislerin arasından rengarenk siluetleriy le insanlar şehirleri, kasabaları v e köyleriy le y ürümey e hazırlanıy or.
Hazal TUNÇ
Seher acıy ı y enmek için açıy or. Korkuya, y ılgınlığa v e boyun eğmey e ait ne v arsa sökülüp atılacak. Y ağmurlar günlerdir karları eritmek için yağıy or, toprak suları tohumu beslemek için emiyor. Kabuğunu çatlatan tohumun adı konmuş: Kardeşçe hayat... Kıraç topraklarda bekleşenler bolluğa, y oksul sofralarda oturanlar aşa ekmeğe... kör karanlık hayat sıcak sabahlarda ışığa doysun diy e.
Dumanlı dağlarda,
kayalıklarda,
dar sokaklarda, toprak damlarda toplandılar. Kurşunlar alevli izler bırakarak yalıyordu gökyüzünü. Çevirdiler gözlerini uzun boşlukları doldurmak için. Solurken taze havay ı, suskun göğüsleri öfkeyle inip kalkıy ordu.
Tanklar
geçiy ordu caddelerden, zırhlı araçlar, kariyerler. Caddeleri
eziy ordu paletlerin çeliği. Çeliğin acı ıslığı- zemherinin soğuğundan kalan bir esinti gibi y ankılanıy ordu çarparak ev lerin duv arlarına. Tank v e top ateşi altınday dı şehirlerle kasabalar.
Mey dan
yerlerine düşmüş ağır gölgesi panzerlerin. Siren sesleriyle
inliy or Kürdistan. Ev ler delik deşik, delik deşik alınları genç ölülerin.
Jetler
alçaktan uçuyor, isterik çığlıklarla sarsabileceğini sanarak
y ürekleri. Çatılar sallanıy or, alevlerle kav ruluyor yanık kiremitler.
2 T A V I R
V e bitik topraklar susuzluğu yeniyor, yumruklaşıyor, ışıldıy or. Ve y ürüyor kasabalarla şehirler.
Can can diriliyor direnmeye ıssız sokaklar. Erkekler, kadınlar ve çocuklar, bütün bir halk küme küme, dalga dalga... Barikatlar yeşil, sarı, kırmızı... Yenmişler korkuyu, "yeter" diyorlar, "biz ölmedik, ölmeyeceğiz".
Direnmeyi anlamlı kılan, yenilmez kılan insani duygulardır. Sorgusuz sualsiz sokak infazlarına, kaybedilmeye, işkencede öldürülmeye karşı tarihsel ve sınıfsal bir haklılıkla direnme hakkını kullanıyor Kürt halkı.
Zafer işareti yapıy or genç bir kız. Saçları dağılmış, göz bandının altından kan sızıyor. Zafer işareti yapıyor onuru bir çığ gibi büyüterek yüreğinde, binlerce kilometreye, yüzlerce yıla sığmayan öfkelerini çığlıklaştırarak zafer işareti y apıy or bütün bir halk.
Fehim Güler
Komel Ressamlar Birliği
Gove
Ha ya ti
AZİM
Mart 1992 Zonguldak'a gitmek üzere Topkapı garajında-y ım. Bu güne değin f otoğraflarından tanıdığım, kömür tozuna belenmiş zenci görünümlü madenci y üzleri dönüp duruy or etraf ımda. İçimde cehenneme gidiy orum gibi bir his. Bey nim ve y üreğim alev lere karışmış, ambulans sirenleriyle çığlıklar y ankılanıy or uzaktan uzağa. Madenci kadınlarının ağıtları, çocukların gözy aşları y ağmur olup ıslatıy or saçlarımı, alevlere dokunmadan. Ellerinde dümbelekleri, kendilerine özgü türküleriy le on kadar genç, içlerinden birini askere uğurluyor. "Düm be de düm, düm düm düm. En büyük asker bizim asker, en büyük asker...
4 T A V I R
Düm düm düm..." FOSEM'li bir arkadaşımla birliktey iz. Fotoğraf larla, gözlemlerle Zonguldak'ı İstanbul'a taşıy acağız. Otobüse biniy oruz. Zonguldak'a ilk adım bu. Dümbelek sesleri kesiliveriy or birden, ölü ev lerinin sessizliği sarmış otobüsü. Boş koltuk kalmamış; hemen hemen hepsi madenci y akını olmalı. Hüzün süzülüy or yüzlerinden. Otobüs hareket etmek üzerey ken Türkiy e gazetesi satan bir genç giriyor içeri. "Y azıy or! Y azıy ooor! Ermeni katliamını y azıy or! Bremen maçını y azıy or!" Y olculardan biri Zonguldak'ı yazmıy or mu diye sitem ediyor. "Y azıy ooor! Ermeni katliamını, Bremen maçını, Zonguldak faciasını yazıyoooor!..." Bu ara telev izy on kısa haber bülteni v eriy or. Ellibir madenci y aralı, Y üzonsekiz
madencinin ölü olarak ocaklardan çıkarıldığın ı, y üzkırksekiz madencinin de y er altında kaldığını, ocak girişlerinin kapatma işlemlerinin sürdüğünü söy lüy or. O an bunun bir f acia mı y oksa katliam mı olduğunu düşünüy orum. Facia sözcüğü y üzlerce madencinin ölümünü tanımlamaya y etmiy or. Çanakkale harbi şehitlerinin dramını anlatan türkünün iki dizesi asılı kalıy or dudaklarımda. Madencinin de böy le bir türküsü var mıdır? "Çanakkale içinde vurdular beni/Ölmeden mezara koydular beni/Of gençliğim aman..." Haberlerin ardından çığlığ ı boğazında düğümlenmiş birinin boşanıv ermesini bekliyorum. Y ok. Y ine o ölü ev lerinin sessizliği, y ine hüzün akıtan y üzler. Sadece arkamdaki koltukta oturan gençten biri y anındakine birşeyler anlatıy or:
"Girer miy im o ocaklara abi? Milyonları koysan önüme girmem. Bak benim şuramda da grizu izi var. Daha çocukken kömür toplamaya girerdik ocaklara. İki arkadaşım gitti abi. İki dağ gibi delikanlı, ikisinde de ikişer üçer çocuk. O arkadaşlarla birlikte girmiştik ocaklara. Ayrılalım dedim dinlemediler. Bak ben işimi kurmuşum şimdi." Sesinde madencilikten kurtulmanın, belki de hâlâ yaşıyor olmanın sevinci saklı, bu gence çeviriyorum başımı. Onlar öldüler, sen kurtuldun mu sözcüklerin i dudaklarımın ucunda hapsedip sessizce bakıy orum. Günün ilk ışıklarıyla birlikte Zonguldak'tayım. Karanlık hepten yok olmuş değil, bulutlara konmuş. Grilik kaplamış yeryüzünü. Dağların dorukları sis bulutlarına karışmış. Dumanlar tütüyor sanki herbir y andan. Karadeniz öfkeli, dalgalarından herbiri tokat olup şaklıyor kayalıklarda. Bir o kadar da bulanık: Açıklarda laciver-te çalan rengi, kıy ıya yaklaştıkça, çamurlara sarınmış kükreyip gelen nehirleri anımsatıy or. Sırtları dağa, yüzleri Karadeniz'e asılı yapılara bakarak şehir merkezine yürüyorum. Gözlerim tenha sokaklarda yakaladığı insan yüzlerini yalayıp geçiyor. Birşeyler arıyor gözlerinde. Yakalayabildiğiyse sabah mahmurluğu. Birden madenci anıtının karşısında buluyorum kendimi. Omuzunda kazması, elinde feneriyle ocaktan yürüyüp geliyor bir madenci. Zonguldaklının alışageldiği bu heykel, saygı ve hüzün karışımı duygulara götürüyor beni. Ocağın kıvrımlarında dolaşıyorum bir süre. Sonra, madencinin baretinden çizmelerine, çizmelerinden baretine kay ıyor gözlerim. Bir an çizmelerinin kıpırda-
dığı sanısına kapılıyorum. Evet, bana doğru geliyorl Merhaba diyorum. Peşinden diğer madencileri bekliyorum. Ocaktan çıkanları sayıyorum birer birer. Bir iki üç... Köylüsüyle kentlisiyle tüm Zonguldak'tılar orada. Çocuklar bacaklarına sarılıyor ocaktan gelenlerin, kadınlar boyunlarına. Sayıyoruz hep birlikte; yüzkırkaltı, yüzkırkyedi, y üzkırksekiz... Türküye duruyoruz hep bir ağızdan. "Gel ki geceler çatlasın/Gel ki şafaklar tutuşsun/Bizim olsun emeğimiz hey!.." Türkü bittiğinde madenci yerli yerine gidip dikiliyor. Sabah mahmuru yüzlerle göz-gözeyim yine. Ben de öyleyim aslında. Bir de yol yorgunu. Kahveye gidiyorum. Arkadaşım gazete okurken ben çay içip uzaktan uzağa haberlere göz atıyorum. Masanın öbür yanından uzanan bir el parmağını haberlerden birinin üzerine basıyor. "Cumhurbaşkanı Turgut Özal: Madenler kapatılsın, dedi" başlığın ı okuyup başımı kaldırıyorum. Az önce çay getiren garson bu. "Kapatamazlar" sözcüğü Karadeniz'in dalgalarından biri olup şaklıyor suratımda. Başımla onaylayıp onu, kapatamazlar diy orum. Az sonra kahveye, ne madenciye, ne esnafa, ne de memura benzetemediğim birkaç kişi daha geliyor. Kahvedekilerin ortak yan ı yoksullukları. Giysileri y ıpranmış. Birinin başındaki takkeye benzeyen şapka dikkat çekici. Şapkalı olanı; "İstanbul’dan gelen teröristler dün ocaklarda pankart açtı." diyor. Yanındaki heyecanla; "Amaçları neymiş?" diye soruy or. "Terörist bunlar, terörist. Milleti galeyana getirecekler" diyerek ellerini argoca birbiri-
ne vuruyor. "Öyle bi sopa attık." Hiç beklemediğim bir şey bu. Arkadaşım ve kendim adına korkular geziniyor yüreğimde. Bunu sözlere dökemiyorum o an. Fotoğrafçı arkadaşımın da aynı korkuları duyumsadığını sezinliyorum. Daha sonra aynı kişiler, Galatasaray maçına getiriyorlar sözü. Saat 10'da, Zonguldak Halk Kültür Araştırma Derneğinin (ZOHKAD) basın toplantısın-day ım. Onsekiz yaşlarında bir kız hazırladıkları metni okuyor. Onbeş yirmi kişiler. El yazılarıyla hazırladıkları dövizler anlattıklarının özeti. "Kaza değil katliam, sorumlular hesap v ersin" "Katliamın sorumluları siyasi iktidar+TTK+ Sendika ağalarıdır." "...Dün Kozlu'da pankart açarak basın toplantısı yapan, İstanbul'dan gelenler değil, demokratik kitle örgütü üyeleri ve madenci çocuklarıdır. Yine dün bize saldıranlar halk ve işçiler değil; polis, işbirlikçileri ve halk düşmanlarıdır. Pankart açıldıktan sonra onbir arkadaşımız gözaltına alınmıştır. Arkadaşlarımız serbest bırakılana değin burada açlık grevine başlıyoruz." Metnin okunmasından sonra birkaç basın çalışanı dernekten ayrılıyor. Dernektekilerin çoğu öğrenci, herbir i birbirinden heyecanlı. Bir önceki günün pankart olay ını enine boyuna anlatıyorlar. Kozlu Zonguldak'a birkaç km. Oraya kadar yürümeyi planlamışlar. Endüstri Meslek Lisesi'nin aşağı yukarı tüm öğrencileri katılmış yürüyüşe. Öğretmenler engel çıkarınca bocalamış çoğu ama tek bir söz yetmiş onlara. "Elinizi vicdanınıza koyun, ölenler bizim babalarımız." Ve yürüyüş başlamış. Polis yürüyüşe müdahale edince
T A VI R 5
Y Ü R Ü D E R LE R Y Ü R Ü D E R LE R
nakarat olmuş uzay ıp gidiy or. İçlerinden birine y aklaşıp, ocaklar neresi, diy e soruy orum. "Aha!" diy erek az ilerdeki demir kuley i gösteriy or. Beni oray a götürebilir misin diy orum. Birden hiddetleniy or. "Ne görecen orda, kapandı ocaklar." Sessizce bakıy orum y üzüne. "Gel götürey im" diy erek önüme düşüyor. Birkaç adam boyu demir bir kapının önünde "aha burası" diy or. Madencileri görüv erecekmişim hissiy le kapı aralığından bakıy orum. Birbirine eklenmiş kalın demir çubuklar v e sarı çamur... - Buradan mı giriy ordunuz? - Buradan kömür çıkar, biz kaf eslerle giriy oruz. Maden ocaklarını tren tünelleri gibi düşlemiştim hep. Y avaş y avaş y erin derinliğine uzanan bir tünel... Oysa madencileri ocağa indiren demir kaf esler, asansör sistemi gibi direkt inermiş toprağın derinliğine. Çeşitli derinlik kod'larında kaf esten inen madenciler oradan girerlermiş çalışacakları tünele. dağılmışlar. Y irmi kişi v arabilmiş Kozlu'y a. Açlık grev inde başarılar diley ip ay rılıy orum onlardan. Merdiv enlerden aşağı inerken, Grup Y orum'un bir parçasını çalıp söy lemey e başlıyorlar hep bir ağızdan. "Y azgıları kömür gibi/Kazar bitmez y erin dibi/Oooyy..." İlk bakışta Kozlu, hiç de y üzlerce ölü gömmüş bir kasabay a benzemiy or. Belediy e parkında durup birine ocakları soruyorum. Tarif ediyor. Karlı dorukları gri bulutlara karışmış iki dağın arasındaki asf alt bir yola v uruyorum kendimi. Her iki dağın eteklerinde, bir iki katlı betonarme y apılar ağaçlara tutunuy orlar sanki. Sağ y anımda ev lerin bittiği noktada başlayan me-
6 T A V I R
zarlık ocaklara ocaklara ocaklara bakıy or. Çok geçmeden yanımda siyah bir renault duruy or. İlk aklıma gelen polis mi sorusu. Polis değil, belediy eciler. Biniyorum. -Müesseseye mi? -Ocaklara. -İkisi aynı yerde zaten. Türkiy e Taş Kömürü İşletmeleri y azılı bir lev hanın altından geçiy oruz. Az sonra da müessese önünde bekleşen madencilerin içinde buluy orum kendimi. Herbiri baretli, sarı madenci ceketleriyle durgun ve hüzünlü... sorular akıtan bakışlarıy la dikilip kalmışlar. Sekiz on kadarı bir gazetecinin etraf ına kümelenmiş. O an en çok duyduğum söz "ihmal". Bu söz
Kilitli kapının y an taraf ına kıvrılıp daha küçük bir kapıdan içeri giriy oruz. Sarı çamurların üstüne basmaya ürküy or insan. Sanki madencilerin üstüne üstüne basıy orum. Müessese önünde temkinli konuşmaya özen gösteren madenciyse burada daha rahat. "Adam ölmüş kimsenin umrunda değil. Bir haftadır v ardı bu grizu, bir haf tadır! Günde kaç def a elektrikler kesiliyo, neden? Grizu v ar da ondan". Madencinin konuşmasından gaz tehlikeli boy utlara ulaştığında önlem olarak elektriklerin kesildiğini öğreniy orum. Bir başka madenci sözü kapıy or arkadaşının ağzından.
AÇLI Ğ A YÜ RÜ D ERL ER
soruyorum kendi kendime. "Kim inin diy or size?" "Kim diy ecek? Müessese müdürü." Eliy le y anındaki madencileri gösteriyor, "Aha bunlar da şahit. Bu adam ANAP'lı. Bundan önceki müdür olsay dı. Bu kaza olmazdı. Gidecekti bunlar zaten. TTK'y a DY P hükümetiy le birlikte y eni bir genel müdür ataması yapılmış. Bu arada üst y önetimde değişiklikler bekleniy ormuş. Madenciler, bu beklenti sürecinde y önetim boşluğu olduğu kanısındalar. "Y ani, bu adamlar gitmelerini beklerken bir yönetim boşluğu doğdu mu diyorsunuz?" "Var tabi abi. Gidecek adam çalışır mı? Macarlar uy armışlar kazadan iki saat önce. İki saat önce!" "Kaza saat kaçta oldu?" "Tam saat sekizi üç geçe (y irmi sıf ır üç.) "Fakat açıklamalarda yedi buçuk diy orlar. Sizin söy lediğinizle açıklamalar arasında "Nerey e baksan mühendis, y arım saat var?" nerey e baksan mühendis. "Kay bettiler abicim, bilgisaKazmacıdan çok mühendis var y arları kaybettiler. Şimdi de burada" Eliy le müessese işçilerin saati yanlış diy orlar. binasını gösteriy or." Hepsi Bizim değil onların saati y anlış." orada oturup çay içiyo; on-beş "Peki, nezaretçilerin y aptığı gündür ocağa giren y ok." ölçümler yok mu?" Bir başka madenci parmağını "Kime bağlı nezaretçiler? gözüme sokacak kadar kaldırıp Onlara bağlı. Değiştir dey ince sallıy or. napçek nezaretçi? Değiştircek. "Y az bak bunu iy i y az! Y az! İki yerine bir y azcek." Cumhurbaşkanı... Başbakan... İçerde kaç kişi kaldı diy e Nedir o? Y ardımcı İnönü... soruy orum. Madenci, birinci Bakan Ömer Barutçu... Hiçbiri, kartiy e, ikinci kartiy e diyerek her hiçbiri birşey bilmiyor. Bilmiyor." kartiy eden kalanların, çı"Pekala siz, bir haftadır karılanların hesabını tutmaya ocaklarda grizu v ar diy orsunuz. çalışıy or. Bense onun söylediği Neden iniy orsunuz ocağa? rakamları topluyorum. Üçyüz civ arında bir rakam çıkıy or. Bu inmeseniz y a!" "Nerey e inmecen be abi-cim. say ıdan çok emin değiller. bu rakam resmi İnin diy ala, inin diy ala, kömür Ancak açıklamaların iki katı. Biz bu çıkarın diyala!" Madenci bu sözleri söy lerken hesabı bitirir bitirmez bir başkası ben, Zonguldak insan değerinin alıy or sözü. "Y edek kafes olsa, y edek hiçlendiği vahşi kapitalizm jeneratör olsa, gaz maskeleri dönemini mi yaşıyor diy e
Türkiy e tarihinde belki de düny a tarihinde görülmemiş bir kaza bu. Önceden tek bir kartiy ede (çalışma birimi) olurdu patlama, sadece oray ı etkilerdi. Şimdi hep birden patladı, hep birden!.." "Bilgisay ar göstermiy or mu grizu olduğunu?" "Bilgisay ar f alan dinlediği y ok kimsenin." Nezaretçiler ölçüy o bunu. Sorarım size, neden ocaklardan mühendisler, nezaretçiler çıkmadı (ölü olarak). Girmiy orlar ki ocağa. Bir tane nezaretçi vardı o da öldü. Madenci bunları anlatırken ben ocağın girişinde y arım metre büy üklüğündeki harflerle "ÖNCE EMNİY ET UĞU-ROLA" y azısını okuy orum. Bu arada yanımıza birkaç madenci daha geliyor. "Oniki kartiye v ar burada. Bir kartiy ede en az sekiz nezaretçi olması lazım" Bir başkası söze giriy or hemen. "Biranede! Biranede!"
olsa... İlk kırkbeş dakika içinde kaf es iki def a inse aşağı, ikiyüz kişiy i alırdı dışarı." Madenci olsa olsa derken, bir kaç olsa da ben ekliy orum. Madencinin de nezaret-çinin de özgür çalışma ortamı olsa. İnsanlar y arın kaygısı gütmeden çalışsa. Nezaretçi ölçümlerini ekmek parası adına değiştirmese... Bütün bu eksikliklerin bir sistem sorunu olduğunu, önceki müdürden y eni müdürden kay naklanmadığını düşünüy orum. "Peki siz, çalışırken grizu oduğunu hissedebilir misiniz? "Hissederiz. Başdönmesi y apar, sıcak basar." "O zaman dışarı çıkma olanağınız y ok mu?" Bu sorum gülümsetiyor acı yüklü madencileri. "Nerey e çıkacan be abicim. Nezaretçi bırak işi diy ecek, bırakacan..." "Nezaretçiy i dinlemeseniz?" sorumu, soruy la yanıtlıy orlar "Kaf esi kim indirecek aşağı?" Bir indi mi madenci y erin altına, hapisliksin orada. Ölün mü çıkacak y ukarı, dirin mi, y oksa orada mı kalacaksın ay lar boy unca? Bir başkaları karar verecek senin adına. Alevlerin gazların kıy ıcığında, tozun dumanın, karanlığın orta y erinde kısılıp kalıv ermek çaresizlik y üklü. Hele bir de ocak çıkışı sarı çamurla örtü-lüyse. Tek umut, tırnaklamak toprağı v e uzatıv ermek elini yüzlerce metre derinlikten göky üzüne. Parçalanmış bir arkadaşının ılık kanını okşuy orsan o ara, beşikte bıraktığın bebeğin y anakları y erine... Artık kazanın nedenini, nasılını düşünemiy orum. En zor sorabildiğim ve yanıtından kendimin bile korktuğu soru, ağır ağır dökülüy or dudaklarımdan. "İçerde, canlı kalan olabilir mi?" Umutsuzluk lerinde
geziniy or
yüzT
A
V I
R
7
KAR A EL MA S TA BU T OL MU Ş
"Y ok be abicim, cayır cayır y anmış hepsi." Toprağın altında çaresizliklere sarınmaktansa alevlere sarınmak olumlulukmuş gibi geliyor insana. Ne garip! "Kimin kimsen var mı içerde?" "Olmaz mı? Dayım, eniştem... Olmasa da hepimiz bir. Arkadaşız." "Ocak girişinin kapatılmasıyla birlikte, ölülerinden bile umudunu kesen madenci aileleri birer ikişer evlerine çekilmişler ocakların önünden. Ölülerini alabilenler hiç değilse mezarı olacak diye şanslı saymışlar kendilerini. Vardiyesi olan madenci giysilerini giyip müesseseye geliyor şimdi. Diğerleri kahvelere tünemiş. Üç gün y as ilan edilen Zonguldak'ta, arabaların v e işyerlerinin camlarına siyah şerit çekili. Bir kaç yerde büyük boy siyah bayraklar dalgalanıyor rüzgârların yö-nünce. Üç gün değil, üç bin yıl geçse unutulabilir mi bunca acı? Sanki düşüncelerimi okuyorkarşımdaki madenci "Gözyaşı kalmadı artık millette" diy or. Madencilerden ayrılmak üzereyim. Birlikte müessesenin önüne geliyoruz. Birkaç arabanın peşpeşe gelmesiyle birlikte, bekleşen madencilerde belirgin bir kıpırdanma gözleniyor. Bir polis minübü-sü ise sürekli nöbette. Kim geldi diye meraklanıp sağı solu kolaçan ediyorum. Arabaların birinden Erbakan Hoca iniyor. Birkaç madenci peşi sıra Hoca'nın elini öpüyor. Hoca yetkililerle görüşmek için müessesenin ikinci katına çıkarken yanımdaki madenci: "Kuzuyu yiyen kurt, sen yine kurdu soruyorsun. Bize birşey soran y ok." Madencilerden ayrılıp geldiğim yoldan rampa aşağı Kozlu'ya bırakıyorum kendimi. 8 T A V I R
Gün ayaza kesmiş, arada bir boncuk boncuk dolu atıştırıyor. Ayaklarım daha ocaktayken sızıldamaya başlamıştı, günün ayazı y üzümü yakıyor. Yerin altı alevlerle boğuşuyor oysa. Boyun atkımı yüzüme çekiyorum. Ayaklarım yerin altını dinleye dinleye basıyor asfalt yola. Kozlu'da belediye parkının hemen yanında madenci kahvesindeyim. Sobaya yakın bir masaya oturuyorum. Yanımdaki masada konuşmalarından madenci olduğunu anladığım dört kişi var. "Bitti artık, bitti! Kozlu bitti! Zonguldak bitti! Kapatacam dedi durdu. Kapandı işte ocaklar." Ben de onların masasına dönüyorum yüzümü. Hangi gazetedensin. Başınız sağol-sun gib i konuşmalardan sonra sorunlarıyla başbaşayız yine. "Kozlu'da ocak kalmadı. En iy i kömür buradaydı. Bir tek burası kâr ediyordu. Katiy-yen zarar etmez burası, ama bitti." Çay getiren garson başını iki yana sallaya sallaya: "Esnaflık da bitti" diye ekliy or. "Bir tek oy çıkmazdı ANAP'a burdan. Bir tek oy! Ama ne oldu? Millet işe gire-cem diye malını, davarını, karısının bileziğini sattı. Bi'de işe giremediler mi?" "Nolcek şimdi?" Madencinin bu sorusu televizyonun kısa haber bültenin de yanıtını buluyor. Kahvedekilerin tümü pür dikkat. Spiker ikiyüzelli bin TL. ölüm y ardımı, ikibuçuk milyon avans verileceğini söyler söylemez kahvedekilerin tümünün ağzından aynı küfür patlıy or. "Tüüü! Allah belanızı versin." Bu ara da spiker Sendikanın yardım kampanyasından, banka numaralarından söz
ediyor. Kahvedekilerin yorumlar ı birbirine karışıyor. ""Bak, bak! İkiyüzellibin ölüm yardımı. Kefen parası bu, kefen! Madenci almaz bu paray ı." "İkibuçuk milyon vereceklermiş, avansmış, alacağımız-dan keseceklermiş." "Kimse para göndermesin! Kimse göndermesin! Bu sendika idam mahkumunun gönderdiği yirmibin liray ı bile yedi. Bu paraları da yer." Bir başına madenci! Ocaklar kapatılana değin eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin, hiç değilse ölüsüne sa-hiplenebilme umudu suskun çığlık olup patlamış yüreklerinde, gözyaşı olup akmış ılgıt ılgıt. Şimdiyse küfür olup dökülüyor dilinden. Ankara yürüyüşünde karlı dağları aşıp hükümete korku salan, işçi sınıfı bilincini belleklere kazıyan madenciler kendileri değil sanki. Yine Ankara yürüyüşünde tek bir sözle onbinleri hop oturtup hop kaldıran, "canlarım" diye kükreyen, basının Türkiye Valesa'sı dediği De-nizer hiçlere karışmış. Orgütsüzlük, örgütsüz tepkileri getiriyor elbet: Gözyaşı v e küfür. Ne olacak ne olacağız kaygıları sarıyor tüm bedenleri. Ocaklara ne zaman girilebileceğini soruyorum. Kimi "yangın sönünce" diyor. Kimi altı ay dan önce girilmez diy or. "Bu kadar can alan ocaklara tekrar girebilecek misiniz?" Birbirlerine bakınıyorlar, içlerinden ben girmem diyen çıkar m ı diye. Çıkmıyor. "Napçen başka? Girmeyip de napçen?" Ölümle madenci /sözcüğü eş anlamlı sanki. Ölüm korkutmuyor onları. Kanıksamışlar artık. "Ocakları tamamen kapata-
GEREKİRSE ÖLÜN DERLER
bilirler mi diyorum." İşte bu madencinin bam teline basmak. Hepsinin birden gözleri celâlleniy or. "Bunu yapamazlar diyorlar." Madenciden çok köylüye benzeyeni ağır ağır açıklamaya başlıy or. "Onbeş yirmi senelik olanları emekli etçeklermiş. (Kendisi de bu katagoriye giriyor olsa gerek.) Diğerlerine de izin mi verirleer?" diyerek ellerini iki yana açıy or. "Nereden öğrendiniz bunu, sendikadan mı?" "Y ok, sendikadan bir haber yok, ordan burdan öğreniyoruz." "Peki ölenler ne olacak?" Yine ellerini itti yana açıyor, alt dudağını iteri veriyor. "Giden gitti. Evin direği çöktü. Direksiz ev olur mu? Çöker o ev." "Bu böyle kalmaz, hesabı sorulur bunun diyen bir sesle irkiliyorum. Bir süre birbirimize bakıyoruz. Dün ocaklarda açılan pankartı anımsıyorum. "Dün açılan pankartta..."
derken onu suçladığımı sanarak sözümü kesiy or. "Biz pankart açmadık." "Pankart açmadınız biliyorum ama o pankartta da sizin söylediğiniz şeyler yazılıymış, neden sahip çıkmadınız?" "Benim haberim yok pankarttan ama dövmeyiz biz." Bu ara sendikanın iş yeri temsilcisi olduğunu söyleyen madenci söze giriyor. . "Biz öğrencilerin eylemini desteklemeyiz. Biz eylem yaparsak öğrenciler desteklesin." Akşam üstü hava kararmaya yüz tuttuğunda açlığımı ve yorgunluğumu duyumsuyorum. İlk rastladığım pastaneden birşeyler alıyorum. İşte o zaman ZOHKAD'da açlık grevindekilerini anımsıyorum. Onlara uğray ıp daha sonra da yatacak bir yer bulaca-ğım. Bu arada ertesi gün madenci anıtının olduğu meydanda mitinge çağrı yapan bildiriler ulaşıyor elime. Madenci heykelinin yanıbaşında sürekli bir polis otobüsü duruyor.
Dernektekilerin moralleri çok yüksek. Açlık grevinde değiller de düğündeler sanki. Üç sazları bir de dav ullan var. Çoğu bunları çalmayı biliy or. Sazlar ve davul elden ele dolaşıyor. Arada bir flüt üfleyen de oluyor ama beceremiyorlar onu. Sabahki basın toplantısından sonra başlayan türküler hiç susmamış, arada bir halaya duruyorlar. "Bir oğul büyütmelisin/ Kavgada yiğit olmalı/ Söylediğimiz türkülerde senin de sesin olmalı..." "Senin de sesin olmalı" sözü beynimde asılı kalıyor bir süre. Bu madencilere mi, yoksa bana bir çağrı mı? Madenciler eylem yapacak, kendileri dışında gelişen eylemleri destekleyecek örgütlülüğe sahip değil. Az sonra yaşca diğerlerinden daha büyük olan bir kız geliyor yanıma. "Bizi desteklemiyor musunuz?" diyor. Bu soruya hayır demek mümkün değil. Fotoğrafçı arkadaşımla birlikte, dayanışma için bir
T A
V I
R
9
günlük açlık grevine, başlıy oruz.Zaten sabahtan beri hiçbirşey. yememiştik, aç durmak değil ama benim için çay içmemek zor olacak. Açlık grevinde genellikle şekerli su içilir. Buna karşın bir, bir buçuk ay dan sonra geri dönüş zor, açlık grev i ölüm orucuna dönüşüyor. Bu açlık grevinin o boy utlara ulaşmamasın ı diliyorum içimden. Kızlardan biri çay bardaklarına ılık su doldurmuş,tepsiy le dolaştırıy or. Herkes şekerini kendisi katıp karıştırıyor. Ah bu bardaklarda çay olsaydı düşüncesini kovma-y a çalışıy orum.Daha sonra da çocuksu bir genç kız mi-nik bir poşetteki şekerleri göstererek açlık grevinde şeker y enir mi diy e soruy or. Öy lesine sıcak v e çocuksu ki kırmak istemiyorum onu. Y enir diy orum ve ekliy orum: Çay da içilir. Benim bu sözlerimden sonra şeker v e çay tartışması başlıy or. Y enmez diy enler çoğunlukta.Tartışma uzay ınca bir başka genç baklav a da yenir o zaman diyerek konuyu noktalıy or. Şekerci kız y iy emiy or şekerlerini. Türküler başlıy or y eniden. Fakat arada bir ritim bozuluyor v e susuyorlar. Müzik sabah ki kadar nitelikli değil. Türkülerde başı çeken ufak tefek kızı arıy or gözlerim. Gözaltına alınmış. Gözaltılara kısaca alınma diyorlar. Bildiri dağıttığı gerekçesiyle alınanların say ısı on beşi bulmuş. Dışardan gelen bir genç çevrede polislerin çoğaldığını söy lüy or. Derneğe baskın olasılığı y oğun sigara dumanlı odada gerginlik rüzgârları uçuşturuyor. Sessizlik çöküy or bir an. Çok geçmeden saz v e davul sesleri patlıy or sessizliğin içinden. "...Bize ölüm yok/Bize ölüm y ok/Bu y ürek hiç susmay acak."
10 T A V I R
Gecenin ilerleyen saatleriyle birlikte birkaç karton parçası bulan uzanıveriyor bir köşeye. Ertesi sabah y aralılarla konuşabilmek amacıyla hastaneye gitmek için dışarı çıkı-yorum. Sarp dağların eteklerine, oturmaya çalışan Zongulduk'ta yoldan çok merdiven var. Dağın eğimine uyumlu,sağa sola kıvrılan asfalt bir yoldan hastaneye ulaşıyorum. Hastane görevlileri güçlük çıkarmıyor. Ağır y aralıları Ankara'y a kaldırmışlar. Bunların çoğu yanık y aralısıymış. Görevli gençten, kısa boylu birini gösteri-yor. Yanına yaklaşıp geçmiş olsun diyorum. Y üzünde yanık yarasına benzeyen yaralar var. Yaralarına sürülen mersol, yüzünü kırmızıya bü-rümüş. Bir gözü hiç açılmıyor. Kaza anında yüz sinirlerinde zedelenme olduğunu düşündürüyor. "Bana kazay ı anlatabilir misin?" "Bir patlama oldu."Elini çorba katıştırıy or gibi yaparak: "Biz savrulduk böyle, döndürdü. Her taraf ı toz duman kapladı." Atom bombası gibi bir şey bu. Patlamayla birlikte sıkı-şan hava basınçla önce çevrey e doğru genişliyor. Daha sonraysa patlamanın olduğu yöne gerisin geri geliyor. İlk ölümler de bu arada savrulup bir yerlere çarpmayla meydana gelmiş. Patlama yerine çok y akın olanların durumu daha farkl ı elbet. "Y anımda bir arkadaşım tepişti tepişti... can verdi. Ben yüz metre kadar koştuğumu hatırlıyorum. Birinin kolları, bacakları, kafası hep kop--muştu. Ben emekliye ipekliye yürüdüm. Bacağı kopmuş biri, beni bırakmayın, diy e bağırıy ordu. Ben emekledim..." Biraz donuk ve metalik bir ses tonuyla konuşmasına
A GL A Ş A N A GÜ L Ü N D E R L E R D OS T
karşın konuştukça o patlama anını bir kez daha y aşıy ordu. Daha f azla soru sormadım ona. Morgun önünde bekley en askere yaklaşıp içerde madenci cesedi olup olmadığını soruyorum.Askerin gözleri y ağmur öncesi bulutlarından bir parça... bir dokunmak y etiy or ona. Peşisıra yüzlerce yanmış, parçalanmış, ceset görmekten y ıkılmış. Gözlerinden y aşlar süzülürken: "İçerde ölü y ok.Gelen gitti, gitti..." Gelen gitti sözcüklerini öyle-sine bir çabuklukla söylüy or ki Bektaşi'nin, akşamdaaan akşama içmesini,bayramdan bay rama namaz kılmasını anımsıy orum. Daha önceki grizu patlama-larında ölen madenciler için toplu olarak tören y apılırmış. Bu kez ölü v e y aralı say ısının y üzleri aşması karşısında, grizu patlamasının toplumsal bir patlamaya dönüşmesini engellemek için, yangından ölü kaçırılıy or. Ölüleri ailelere birer ikişer teslim etmenin yanında, Zonguldak'ta ölüsünü arayan bazı aileler, köy deki ev lerine cenezalerinin bırakıldığ ını söy lentileri dolaşıy or. Sinir krizleri geçirip hastaney e kaldırılan madenci y akınlarının, halk deyimiyle kaf ayı üşütenlerin öyküleri de ağızdan ağıza dolaşanlar arasında. Bakanların birkaçı birden Zonguldak'ta. Ocakların kapatılmay acağı, ölen madenci çocuklarının parasız okutulacağı gibi umutlar dağıtıy orlar. Saat ondörde doğru hasta-n eden ay rılıp mitingin yapılacağı madenci anıtına gidiy o-rum. Gergin bir bekley iş var alanda. İki polis otobüsü, bir de minibüs... Alanda v e yol-larda dolaşan resmi giysili polislerden başka, sivil polisler de göze batacak kadar y oğun. Her ne kadar halk tipi giy inseler de başlarında kas-
ketleri ve siy ah paltolarıy la hep bir örnek giyimleri, biz sivil görevliy iz diy e bağırıy or. Halk daha çok sey irci görünümünde. Binaların terasları, işy erlerinin camlan ve alanın çev resine birikmişler. Alanın ortası, yani madenci heykelinin etraf ı boş. Üç kişi gelip kısa bir an heykelin yanında saygı duru- şunda bulunuy or.Hemen ardından çev redekileri saygı duruşuna çağırıy orlar. Bu üç kişi-yaka paça götürülürken, olay ı görüntüley en gazetecilerle, de bir iki tartış-ma y aşanıy or.Görevlilerse y ine İstanbul'dan gelen teröristler edebiyatına başlıy or. Polisler alanın bir köşesinde, gazetecilerse bir başka köşesinde gelişebilecek bir olay ı beklerken, çev rede biriken halktan kişileri, siviller, "y ürüy ün, birşey yok, burada durmay ın" diy erek alandan uzaklaştırmay a çalışıy or. Bu arada alanın gerginliği-den uzak üç öğrencinin bir-birleriyle konuşarak madenci heykelinin y anına dikiliv ermeIeri herkesin yüreğini bir kez daha hoplatıy or ama gençler y ürüyüp gidiyor az sonra. Madenci heykeli buruk, ben de öy leyim. Tekrar derneğe gidiy orum. Kapıda sivil bir görev li v ar, giremiy orum içeri. Say gı duruşundan birkaç saat önce basılmış demek. İçerdekilerin tümünü almışlar. Şekerci kızı da. Şekerleri de almışlar mıdır? Minik bir poşet şeker alıy orum. Şekerci kızın şekerlerinden. Kendisini bir kez daha görebilirsem ona v ereceğim. Akşam karanlığı çöktüğünde gazetecilerin kaldığı Konak Hotel'in lobisinde, gözaltılar-dan bazılarının bırakıldığını ve SHP'de olduklarını öğreni-yorum. Şekerci kızı arıy or gözlerim. Y ok. Bir gün önce alınan, türkülerde başı çeken kız ora-
da. Oldukça bitkin, sesi kısıl-mış Bir de burnuna vurmuşlar. Kanamış. Pantolon ve kazağırda damla damla kan lekeleri v ar. Bitkin olsa da açlık grev ine devam ediy or. Kısılmış sesiyle türküler söylüy or yine. Bir gün önce Karadon ocağında bir buçuk, saat iş bırakma ey lemi y apan madencilerden dört gözaltı v armış. Onları daha çabuk bırakmışlar. Y ine de içerde altmış kadar kalan olmuş. Say gı duruşunda alınanlardan birinin annesiy le, babası da SHP'de. Önce kapılarını açmak istememiş SHP'liler ama bakmışlar ki y ukarı tü-kürsen bıy ık, aşağı tükürsen sakal... tükürememişler. Adam iki gün önce gömmüş kardeşini. Tahliy eciymiş madende.Kazay ı duyar duy-maz koşmuş ocağa, yukarı çekmiş birçok yaralı v e ölü-y ü.Gözleri dalıp dalıp gidiy or arada bir; "Bir madenci,y etmiş kilo kömür" Kadınsa bir taraftan bir taraftan da bu çıktı başımıza diy erek say gı duruşun-da alınan oğlu için hay ıflanıy or. Arada bir y anağına süzülen gözy aşlarını siliy or elinin tersiy le. Oğlunu almadan gitmemekte kararlı. Adam kazay ı,kardeşini,oğ-lunu anlatırken ilkokul çağındaki oğlu olanları çocuk dünyasıyla yorumlamaya çalışı-y or. Gülümsüy or bazen hüzünlü y üzüy le. "Sen de büy üdüğün de madenci mi olcaksın?" "Hay ır. Ben madenci olmam. Devrimci olacağım." Şekerci kız için aldığım şekerleri veriyorum ona. "Çok şeker ye bugünlerde. Belki yiyemezsin biraz daha büy üdüğünde"
TAVIR 11
YALANLARA ARTIK S ABRIM Y OK
i__________________________________
UMUT YERALTINDA KALMAZ SONSUZA DEK End er
ğaçlar kar altınday dı, toprak kar altında. Ay Karadeniz gecelerinin koy nunda bulutlara tutsak düşmeme savaşı v eriyordu. Mart gecelerinin kapkara, kocaman göky üzünün altında rüzgar, tuzlu suları köpük köpük kabartıyor, köy evlerinin sıcak kerpiç damlarında mav i dumanlar tütüyordu. Sıcak bir somunun kokusu dayanılmaz gibidir böy lesi anlarda. Bulutların ötesinden birşeyler, güzel birşey ler duyma isteğiy le dolar insan. Doğanın göğsüne başını day amış dev inen kardelenin, kılcal damarlarındaki titreşimi Hissetmek ister. Kulaklarımla değil, yüreğimle dinliy orum toprağın derinliklerini. Y eni bileğiden çıkmış gibi keskin ay azda; toprağın sıcaklığını hissediy orum. Gecedeki tek ışık gözlerim, tek' sıcaklık toprağın koy nu, tek tanık devinmekte olan y aşamdı. Y üzükoy un bıraktım bedenimi. Bedenimle toprağı, ruhumla derinliğini kucaklarcasına bütünleştim doğayla. Kol saatimin tik taklarından başkaca bir ses duymamacasına, sessizliğin koy nunday ım. Saniyelerle, dakikalarla ölçüy orum zamanı. Gözlerimi ay ıramıy orum saatin kad-
A 12 T A V I R
S EL ÇU K
kana llar aç ar k olla rı tünelle r aça r k olları yerin a ltında yerin a ltında şe hirler yerin üs tünde şe hirle r kurulur k olla rıyla yerin a ltında nehirle r yerin üs tünde ne hirle r durulur t erle riy le Oza n TE LLİ ranından. Zamanın saniy esini sektirirsem f elaketim olacak gibi. Saat 19.40. 19... Yaşam arkadaşım gibi, kov alamacasını sürdürüy or saatim; 19.40.41... Saat 20.00.00... Akrep her zamanki gibi ağır aksak hızıy la ilerliy or yelkovanın önünde. Son bir depar atışla geçiyor y elkov an. 20.03... Ve saat 20.05.00. Düşlerim buruklaştı. Bir çocuk yüzüstü salıncağından toprağa düştü. Çok uzak olsa da y üreğim sızladı. Boğulur gibi oldum f ırtınada. Sav aş tanrısı soluğunu üflemişti sanki. "Enola gay " değildi kutsal meşe ağacını paramparça y apan. Y aşanmış olanları silip süpüren; y aşanacakları, umuttan y erle bir eden zenginleştirilmiş
urany um parçası da değildi. Dağı taşı öfkey e boğan, ağıtları göklere çıkaran, ülkenin en canlı kentini ölü kente dönüştüren Grizu y angınından başka birşey değildi. Beşy üzaltmış metre y erin dibinde, "Enola gay" -gümbürtüsü, başlardaki baretleri parçalay ıp hav aya uçurdu, kuytuluklara doldurdu umut dolu bedenleri. Dört bir y an kömür tozuy la dolmuş, göz gözü görmüy ordu. Cay ır cay ır y angının kızıll ığında bedenler kapkara kömüre dönüşmüş, acılar çığlıklarda, öfkeler alev lerde boğulmuştu. Kozlu'nun üzerine kömür dumanı gibi bir hav a, Karadeniz üzerinden kalkan çiy bulutları yağıy or, ölüm y ürekleri dağlıyordu. Tek tek ve topluca; korkularla debelenen insanların y üzüne; kan hücrelerine, sinir uçlarına kadar bütün bedenine, ruhuna isy anın siy ah sessizliği y erleşmişti. Umutları y erin altına, isy anları göğün koynuna sinmişti. Tahlisiy e ekipleri, onar onar gruplar halinde; ellerinde kürekleri, bellerinde f enerleriyle çaresiz, üzgün, oradan oray a ne yapacağını şaşırmışçasına gidip geliy or, birbirlerine baktıklarında gözleri ay nı duy gu odağında kesişiy ordu: Ölüm. öfkey i gözlerine, isyanı y üreğine, elini şakağına gömmüş öbek öbek insanlar, çarelerini sigara dumanlarında 'tüketiy or, y ollarını kısa v oltalara v uruyordu. Keskin kılıçlı, sivri oklu, tunç battalı kralların gücü için değil; ama empery alizmin işbirlikçi sömürücülerinin doymak bilmez iştahı içindir bunca acı. Böylesini de y aratmıştı insan soy u. Oluk oluk kan akıtmay ı, sömürüyü, kar dürtüsüyle insan boğazlamay ı, faşizmi yaratmıştı. Ve y ine insan soy u; gayya kuy usu derinliğindeki umutsuzluk çukurundan umudu imbik imbik süzmesini, emeğin Stehanov'ca kahramanlığını; en soy lu v e onurlu görev bilerek üretmesini de öğrenmişti. Ölümün yokedici soğukluğuna karşı y aşamın sıcaklığını hissetmey i de. Ereğli'si, Gelik'i, Karadon'u, Kilimli'si, Çay damar'ı, Üzülmez'i, Armutçuk ve Kozlu'su ile Zonguldak; yaşamı, sıcacık y aşamı
üreten, ürettiği sıcaklığı dört bir yana, odal ara kadar yayan maden kentimiz di. Karael mas denilen maden kenti. Madene inip bir daha çı kmayan onlarca yüz lerce madenci ye göz yaşı dökmüştür. Maden dışında yarınına güvensiz ve kahkahasız; yerin yedi kat dibinde kaz ma sallarken çaresizdir ama c esurdur madenci. Ölüm kor kusunu bastırmanın ikircikli ruh halidir bu. Yıllardır bu insanları taşımaktan iyice yor gun düş müş as ans öre adım atıp yerin altına doğru süzüldüğün-de, loş tünellerin kömür kokulu esintisi hissedildiğinde ürkme- mek mümkün değildir. Yağlı siyah suların çıkardığı seslerin içinde, yürüyüşlerin bambaş ka bir sesi vardır; yüreklerin ç arpıntısını her adım atışta arttırır. Adımların "trak!", "trak!" sesleri yağlı siyah suların "şlap!", "şlap!" daml ayan seslerine karışıp duvarlarda yankılanınca ölümün sesini duyums ar. Ama hep, bir umut der içinden; bitmez tükenmez ekmek gibi sarılır ona.
Sekiz saat karanlıkta, yerin altında ve sigarasızdır onca z aman. Bu z aman içinde yedi kat yerin altı evidir, mutfağıdır, tuvaletidir.
yaş am biçimi dir Zonguldak'ta madencili k. Kenti n kaderi madenle belirlenmiştir. Karael mas gibi bahtı da kapkaradır Zonguldak'ın, Zonguldaklı'nın. Uzun Mehmet bulup, bedbaht ellere devreder ken, kar aelmas diye anılacağını, bulduğu kömür damarının gayya kuyus u gibi on on, yüz yüz yutac ağını nereden bilebilirdi. Ya da devralanların bu kadar riyakâr ve gözü dönmüş olabileceğini. Yaşas aydı eğer, onurlanır mıydı hemş ehri lerine ekmek kapısı açtığı için, yoksa her ölümle kahrolur, pişmanlığın ezici baskısını mı duyardı, kimbilir... Yedi kat yerin dibinde, umutla ekmeği ve aşı ararken bulduğu her yol, madenci için pusuya yatmış bir öl ümdür. Yüreğinin her an pusuya düşec eği korkusuyl a, yarınsızlığın uykusuz gecel eriyle yaş ar madenci. Kabullenmiştir yazgısını... O kadar kabullenmiştir ki; i ki oğlunu birden canlı canlı toprağa ver en babanın, işsiz üçünc ü oğluna aynı madende iş istemesi zerrece yadırganmaz Zonguldak'ta. Bili nir ki; yaş am ölüm pahasınadır burda. Bir dostu kal kıp, bak üç tane daha aslan gibi oğlun var, diyebilmektedir çok rahatlıkla. Teselli olsun diye.
Altına al mamış, yakıp kavur-mamışsa eğer sekiz saatin içinde kar aelmas; en büyük özlemi imişcesine peş peş e cigara tellendirerek, bir armağan gibi gider evi ne. Eğer ayını doldur-muşs a, bir ay kor kudan uzaktır. Ya değilse; umut depolar yarın için. Yasalaş mıştır bir ay çalışıp bir ay dinl enme, ama rahata verirse çavuş u, şefi, müdürü. Yasal olmas a da her an istenebilir boş var diyada çalışması. Reddetmesi bir dert, kabul etmesi ayrı bir ızdıraptır. Yanlızca çalıştığı zaman para al ması, reddetmesinin yol unu tıkayan bir aç mazdır. Ucuz çalıştırmanın; ikrami ye, prim ve sos yal haklardan mahrum bırakmanın kurnazc a bir Gecesini gündüzünü, bedeni yle ve ruhuyla yol udur, yas alarda yoktur ama tıkır tıkır yüzl erce metre yerin dibinde geçirir; işleyen sömürünün gizli yas asıdır. esnafıyl a, memuruyl a, yediden yetmişe her insanıyla tüm Z onguldaklılar. Bir
Üzerindeki ağır elbiseler ve lambasıyla, sonsuzl uğa, bilinmezliğe yürür s ürünerek de ilerler çoğu zaman. Ayrı ayrı adları vardır hepsinin; ama hepsinin de görevleri aynıdır: kar aelması damarından kopar mak ve insanlığın hizmetine s unmak. Bir ç ok ins an ne ol duğunu bil mez ken domuzdamcıdır onun adı. Duyunca bile tiksi nirken bir çok insan; onun adı lağımcıdır. Kazmacıdır, kancacıdır, nezaretçidir, dinamitçidir, motorcudur adl arı. Başka ül kel erde adları nedir bilinmez ama bizde adları budur. Yenisömürge teknolojisinin yakıştırdığı isimler olduğu ş üphe götürmezdir.
Ani bir patlama diyorlar şimdi. Herşey, hemen öylesine, tes a- düfi ol uyormuş, ilahi ya da kara bir el tar afından yönetiliyor muş gibi. Yaşamın, doğanın çelişkilerini, sömürünün insan dışılığını idealizmin köhnemiş teorileriyle açıkl amaya kal kışıyorlar. Küstahç a, hoyratça ve buz gibi bakan gözlerle; işçilerin saati yanlış gösteriyordur, geri kal mıştır diyebiliyorlar. Kaderi ymişcesine, üç günlük yas ta Zonguldak. Yarım asırdır yeraltının dehlizlerinde yaş amı tüketmeyi ve bunu bir sonraki kuş ağa devretmeyi hayat tarzı olarak seçen ins anlar "merhumu nasıl bilirsiniz" sorulu törenlerle, yi ne yerin altına gön-
mad en o cakları sı caktı r eriyen b eyindi r ezil en bed en mad endi r çıkardı kl arı tükü rdü kl eri m ad en MADEN göçük olu r toprak kayar su b asar \ ve p atl ar g riz u kollar kop ar kör ot ur gö zler kul aklar sağı gözler kömü rün karasını ağl ar alınl ar köm ürü n karası nı terl er Ozan TELLİ
derilmeye hazırlanıyorlar. İnce ince çisel eyen yağmurun, ardından düşen kar'ın altında el den ele devredilen tabutun ar dında başları öne eği k; daha ne kadar sürec ek bu çile sorusuna c evap aradıklarını gösteren yüz ifadeleriyle yür üyorlar. Baş kac a yolu yokmuşcasına; mez ar soyguncularının umut ocakl arını söndürme çığlıklarına, yer altında s ons uza dek kal maz umut, göğün koynunda asılı dur maz is yan dercesine yürüyorlar. Şanlı yürüyüşlerinin hazzını duyumsayarak, babasının çerçeve li fotoğrafını taşıyan küçük Ufuk'un ışıldayan gözlerinin için dekilere, acıyla yoğrulan yüre ğinde sakladığı isyanın ufkuna dalarak, ağır ağır ilerliyorlar. Ya şamlarının burada s aklı olduğu nu hatırlatan Baş kent yürüyüşle rinin kıpırtıları depreşiyor içlerin de. Daha bir tavizsiz ve daha bir kararlı... Madenciye yaraşırcasına.
T A V I R 13 T A V I R 1 3
PATLAYAN YÜREK YANIYOR HALA eçen
yılın Kasım'ıydı:Zonguldak sokaklarında yürü düyüzl erce binlerce can. Ve yine geçen yılın Aralık'ıydı: Ankara yoluna düş tü canl ar. Hak istedi, ekmek parası, sabun parası istedi. Yemeğini yalnız kaşıkla değil, çatalla da yemek istedi, insan ol mak istedi. Kazmasını sallarken ki gücünü verdi nefesine. Günlerce yürüdü, bağırdı: önce Z onguldak sokaklarında, sonra Ankara yolunda. Emekten gelen gücü kullan-manın keyfini yaş adı. Yaşamak istedi, yal nızca insanc a yaşamak. Bir de istedi ki: artık analar-bacılar-eşler ağlamasın, istedi ki: artık Zonguldak'ta üzerine bayrak örtülü cenaz eler kal kmasın. İstedi ya; Zonguldak'ın yür eği patladı yine. Ve yi ne o oc aklar mez ar oldu madenci ye. Üç yüz -bel ki daha faz la -can yok oluverdi bir anda: Onları tanıyorum, hepimiz tanıyoruz onları. İl yas, Şaban, Memet, R amazan ve bir çoğu, saymakla tükenmezler, ölmekle tükenmezler.Bir isimleri sayıldı televiz yonda. Bir boy boy diziliverilmişlikleri gösterildi yer de. Derken unutuldu gittiler. Kolay mıydı bu kadar,unutuvermek. Üç yüz -bel ki daha fazla-can. Onl arı tanıyoruz : bedenleriyle bizi ısıtanları. Terleriyle, elleriyle, kara elleri, karar mış, umuts uz bakışlarıyla bizi ısıtanları: hep tanıyoruz. Onl ar, yüzl er-kar a yüzler, kar a eller, kara dünyanın insanl arı. Hep çıkma-
G
ZONGULDAK'TA Sevil Üz r e k
mac asına girenler ocağa. Hep de bir gün çıkamayanlar. Hep de bir faili meç hul cinayete kur ban gidenler. Yüreğinde bir patl ama Zongul dak'ın. Kalbi nde bir yangın. Al ev-al ev, gürülgürül. Onlar yanıyor. Yüzler, üç yüz -bel ki daha da fazlacan yanıyor, öl meden mezar, ölünc e mezar bu ocaklar. Çıksa da bir, çıkmas a da sanki. Kanadı Zonguldak'ın yür eği, üç yüz can kanadı yer altında. Hatta daha da fazla. Kimbilir! Sonra birşeyl er yavaş yavaş oldu. Herşey ağır çekime tutul-du. Yavaş yavaş döndü dünya.Onl ar ocakta kaz ma sallarken, onlar telefon başında beklerken, onlar asans ördeyken.... "G az yüksel miş usul usul, yükselmiş, yüksel miş, yüks elmiş. Durdur amamışlar yüks elen gazı, kimse - kaçındememiş, bilememişler ne yapsınlar, anlamamışlar, anlatamamışlar"... Durdu dünya, yürek patladı. Birden çığlıklar koptu, gözler den yaş aktı birden evlerde. Ağladı anal ar, çoc uklar, evl er. Ağladı köyl er. Ağıtlar yaktı gökyüzü: kimse duymadı. Kapandı yeraltına yüzl erce can, söndü nefesl er. Koşuverdi evlerden yanan yürekl er, eşarbını ağzına s okup, boğdu hıçkırığını bir ana. Boğduğunu sandı boğa-
madı, haykırdı gökyüz üne, is-, yan etti, küfretti. Sonra yine eğdi kafası önüne. Bir hıçkırık,bir düğüm, bir isyan. Çokça diz dövüldü yukarlarda, evl erde, köylerde. Üçyüz hatta daha da fazla c an yitti gitti, faili meçhul cinayette. Bir bir çıkarıp yeryüzüne diziver diler yan yana. Bir flas ter üz erine yazılan akü numar alarıyla fişlendiler. Sessiz sedasız kal ktı cenaz eler. Hep birlikte kazma sallayan eller, kara eller, ayrı ayrı, alelacele gömüverdiler. Bayrak örtülmedi cenazel ere, tören yapılmadı. Koş a koşa gönderildi köyl erine her biri, koşa koşa gömüldüler. Ki mse görmesin, kimse duymasın diye.
Birilerinden, kaz ma sallayan ellerden, güçlerden korkarcasına, kaç arcasına, numaralanıp yı kanıp, kefenlenip atılıverdiler toprağa. Bir ocak, bir tabut, bir ocak, bir mez ar. Birileri ocakta, i birileri mez arda. Ocaklar kapatıldı kalanların üzerine bir acele. Yüzlerce can kapatılıverdi yangının içine. Çıkarılanlar gömülüverdi bir acele. Kimdiler, öyl esine çok, öyl esine ölesi... Patlayan yürek yanıyor hala Zonguldak'ta, bir dolu gözden yaş akı yor hala... ZONGULDAK AĞLIYOR! TAVIR 15
GÖZLE R Y ANGIN ŞİMDİ Bunca yıl çığlıklar koşturulmuş bu yolda Deli taylar gibi ter içinde çığlıklar Sav rulan bir yanlışa vurulmak için mi Y oksa dağlan y ırta y ırta y ürüyen Bir ırmak diliyle durulmak için mi Gözler yangın şimdi -ufuklar duman Dünya değişiyor- masalı koca bir yalan Tam kırk yıl bulandırdılar suları Nilüferleri dağlara taşıdılar Kekikleri çaylara Uğrun uğrun -ince ince- gizlice Ve sinsice yürüdüler karanlıklara Pınarbaşlarında y arpuzlar utandı Ormanlarda köknarlar Sonra ley lak düşmanı bir akşam vakti Dünyanın değiştiğini buyurdular İhaneti kanlı bir gelinlik içinde Y eryüzünün yatağında doyurdular Durduk düşündük sularla birlikte Dağlarla -ormanlarla- bulutlarla birlikte Durduk düşündük Nergislerle -nevruzlarla- güllerle birlikte Y ok olan hiçbir çiçek yoktu yeryüzünde Durduk düşündük Martılarla -turnalarla- güvercinlerle birlikte Y ok olan hiçbir güzellik yoktu gökyüzünde Durduk düşündük Nehirlerle -denizlerle- okyanuslarla birlikte Y ok olan hiçbir dalga yoklu su yüzünde Tam da yunuslar sev işirken Arşipel'de Tam da gökkuşağı sevinçleşirken Özlenen renkler siliniyor dediler Tam da insanın insanlığına çeyrek kala Y arım metrelik cam bir savaş alanıy la Çıktılar karşımıza teknoloji yalanıyla Gözler yangın şimdi -ufuklar duman Dünya değişiyor masalıkoca bir yalan Çocuklar ölürken bütün ülkelerde Ey koca Nazım Ey ustamın ustam dediği Mily onlar içindeki vatansız yalnızım
Çocuklar güldü demiştin o büy ük ülkede Gel de gör şimdi O yüzlerde büyümüş yarınsız öfkeyi Gel de gör Gece gelen telgraftaki yüce değerin Nasıl bir körlüğe kurban verildiğini Y üreklerde y ükselen son anıtın da Gel de gör nasıl yerlere serildiğini Sonrası vurgun -soy gun v e talan Sonrası gözy aşı ve kan Çaykovski Harlem'de bir tepinme Tolstoy süty en boşluklarında pembe dizi May akovski bir papaz duası belki Puşkin çarlık özlemlerinin şiirsel gizi Gözler yangın şimdi -ufuklar duman Dünya değişiyor -masalı koca bir yalan Ne olur tunçtandı demirdendi demesey din Bir tabuttan korkan o şaire gönül vermesey dir Alsaydın Neruda'nın Şili kasımpatılarını Hasan Hüseyin'in kırmızı gül dallarını Howard Fast'ın fırtına sonrası, çığlıklarını Ölmeden önce mezarının başına koysaydın Burcu burcu -Gürcü Gürcü koksaydın Dünya değişiyor masalına kahkahalar atsaydır Son anda sokup ellerini kanayan kalbine Çocuk yüzlü yepyeni bir şiir çıkartsaydın Nasıl da severim seni Hiroşimalı bir kızın y aprak dudaklarında İşçi tutumuyla İstanbul'da Taksim alanında ve 1960 y azında Küba'da nasıl da severim Al şimdi ellerimi Y attığın o büyük ülkenin topraklarına uzat Y anar parmaklarım -yanar Ne Şolohovlar ne de Gorkiler var Y alnızca seni o topraklara tutsak edenler Ve Memed'in özlemiyle oraya gömenler var Y anardağlar mı patlıyor bilemiyorum Denizlerle karalar yer mi değiştiriyor Dinazorlar mı göçüyor yoksa Bir yanım tırpan yine-bir yanım gül bahçesi Bir yanım soygun yine-bir yanım ter ezgisi Söy ler misin ey ustaların ustası Nedir bu değişmenin yarınsız sonrası
Şimdi senin ceviz yaprağı kıv ıl kıv ıl ülkende Kimi düny a değişiyor masalının hay alinde Ki Orta Asya'nın kımız tadı hâlâ dilinde Kimi Zonguldak madenlerinde Paşabahçe'de v e Çukobirlik'te Y urtiçi Kargo'da ve Toros Gübre'de Direnen bütün yüreklerle birlikte Kimi dört bin yıllık bir güneş peşinde Adının özgürlüğü için döğüşmekte Değişen nedir söyler misin Alınterinin nehirleştiği bu yaşam içinde Bir tren penceresinde saman sarısı saçlar Rüzgârın yelesinde nasıl ülkeden ülkeye Bey inden yüreğe nasıl f ırtınalarla koşar o büy ük coşkular o sonsuz duy gular Uzansam her teline şimdi-ellerim y anar Her biri beş dolara bir masadan uçar Bir başka masay a konar Seninse bu körkütük gidiş içinde İnsanlık adına yüreğin bir başka kanar Dikersin gözlerini masmavi y arınlara İnsanlığın insanca yaşamını özlersin Ve söylenirsin kendi kendine Çağının tanığı her şair gibi sen de Ne açlık -ne zulüm- ne de kan Ancak biz kazandığımız zaman Ve bütün insanlık insanca yaşadığı zaman
ADNAN YÜCEL
18 T A V I R
YÜRE ĞİNİN KAP ILARINI AÇ Y üreğinin kapılarını aç büy ütme yalnızlığımı kızıla kestim soğukta yüreğine sığındım bekledim aysız gec elerdi yaşam sınırlanmıştı zulmün içinde. Y üreğinin kapılarını aç birazdan yüreği elinde türküsü dilinde yürüdüğün tutsak edilmiş sokaklarda hasretleri, acıları, sev daları ile akacak insanlar ve başlayacak yasaklı günleri delmey e yarınsı umutlar. Y üreğinin kapılarını aç inadına y ürüsün umut direnç büyüsün koy numuzda kendin burçlarına bayrak olsun öfkemiz. O güzel o yiğit insanları paslanmış çivilerle çakıldıkları yaşamdan halatlaşmış gövdelerimizle koparmalı
Yüreğinin kapılarını aç... OLCAY YARAYICI
MÜZİKTE; ÖZVEBİÇİM KONUSUNA GÜNCEL YAKLAŞIM Grup Y O R U M azen duyduğumuz bir şarkı içimizi ürpertir, yüreğimiz kabarır. Etkileyici bir marş kendi temposuna çeker, sarar bizi. Farkında olmadan o marşın ritmik yapısına elimizle, ayağımızla veya değişik hareketlerle eşlik ederiz. Marşın havası, dinamizmi, ister istemez karşı koy ma,- direnme, dürtülerimizi harekete geçirir. Kimi zaman yüzlerce insanın yüreği aynı marşların, türkülerin coşkusuyla bütünleşir. İnsanlar birbirlerine hiçbir söz söylemeden müziğin büyüsüne kapılıverir, müzik onları ortak bir coşkuyla kavrar. Başka yerlerde olsalar da, aynı türkü onları evde, sokakta, otobüste, işyerinde, okulda, kısacası heryerde birbirine bağlay abilir. Bir şarkının her insanda uyandırdığı duygular farklı olabilir. Aynı zamanda, müzik dinlemek insanlara haz verir. Fakat bir şarkıdan duyulacak haz ve çıkarılacak anlam ise, o şarkının içeriğiyle bütünleşmek, kavramak ve havasını bilincimize çıkarmakla doğru orantılıdır.
B
20 T A V I R
Yani, bir şarkı, bir duygu ve düşüncenin, dünya görüşünün müzik diliyle örgütlenmiş şekli olduğuna göre, dinleyen ile şark ı arasında, düzeyi dinleyenin bilgi birikimine de bağlı olan bir ortak bilinç oluşur. Şarkıların insanlarda doğru bir bilinç yaratması konusu ise, şarkının içeriği ile biçimi arasındaki bütünlük ilişkisine bağlıdır. İyi bir şarkının oluşması, ancak içeriğine uygun motiflerin, düzenlemeler ve uygun müzik cümlelerinin yakalanmasına bağlıdır. Bizim gibi, daha çok "sözlü müzik" geleneğinin geniş kitleler tarafından benimsendiği ülkelerde bu ilişki, yani içerik-biçim ilişkisi daha bir önem taşıy or. Müziğin sözlü ve çalgısal olarak iki yolla gerçekleştirildiğini düşünürsek, öz konusunu bu iki ifade tarzına göre ele alıp incelemek, daha sağlıklı olacaktır. Sözlü müzikte öz, sözlerin içeriğinde ifadesini bulur. Eğer sözlü müziğin ezgisiyle, konusu birbirini bütünleyemiyorsa ezginin sö-2ü, ya da sözün ezgiyi gölgelediğini söyleyebiliriz. Ezgi sözü karşılayamıyorsa öz anlamını yitirir. Bu noktada gerçek sanatsal yaratımdan bahsetmek olanaksızdır. Bu açılımı somut duruma bakarak örneklendirebiliriz. Ülkemizde her çeşit müzik yapılıyor. Fakat kendisine "devrimci", "demokrat" diyen sanatçılar acaba bu işi gerektiği gibi yapabiliyorlar, ürettikleri şarkılarda öz ve biçim arasındaki dengeyi, uyumu gözetiy orlar mı?
Mücadelenin içinde olmayan, bırakalım örgütlü sanatçılığı, sıradan demokrat tavrı Dile almaktan aciz, küpünü doldurmakla meşgul, küçük burjuva sanatçıların ürettiklerini tartışarak gerçekte sanatsal üretim yeteneğine sahip olmadıklarını da göreceğiz. "Somutlaşmış toplumsal yaşantıdır biçim" diyor E. Fischer. Bir sanatçı hayatın her alanında verilen "devrimci mücadelenin" dışında kalıyor ve mücadelenin hazzını duymuyorsa devrimci bir sanat yapıtı ortaya çıkarması nasıl mümkün olabilir? Ahmet Kaya, Ferhat Tunç ve kendisini "Özgün Müzik" adıyla tanımlayan sanatçılarıdinleyenlere sormak gerekir: Bu. müzikleri dinlediğinizde, sizlere bir direnme ruhu veya coşku veriyor mu? Hayatın dinamizmini, emekçi yığınların hak alma mücadelelerini bu şarkılarda bulabiliyor musunuz? Bir mücadele notası mı duyduğunuz? Yoksa kendi kısır döngülerinin, saplandıkları batağın makamları mı kulağınıza gelen? Ağlamaklı sesler, buram buram alkol kokan arabesk söyleyişler hiçbir devrimci duyguyu anlatamaz. Düzenin çürümüşlüğüne tavır alıp, iyiden, güzelden yana bir dünya kuranların seslerini de duyamazsınız onların müziklerinde. Ahmet Kaya ilerici-devrimci ozanların şiirlerinden de yararlanarak bunları arabesk formlarla müziklendirmekte-dir. Sözlerde var olan ilerici
özle, bu özün üzerine giydirilen arabesk biçim birbirleriyle çelişmektedir. Devrimci, demokrat ve insancıl niteliğe sahip şarkı sözleri ister A. Kaya, Orhan Gencebay'daki gibi kalın bir ses tonuyla, ister Bülent Ersoy'da olduğu gibi kimliksiz bir ses tonuyla, ya da Ferdi Tayfur v e Ceylan'da olduğu gibi aciz v e zavallı insan feryatları biçiminde olsun, yapılan müziğin insan ruhunda uyandırdığı ortak tepkilerde soysuzlaştırılmakta, içeriği boşaltılmaktadır. Sonuçta işlev farklılaşması ortaya çıkmaktadır. Zira sözün içeriği haykırırken ezgisi yalvarıyorsa yapılan müziğin işlevi, insanı güçsüzleştirme ile koşullanmıştır.
nn istenilen duygu ve düşünce birliğini daha iyi yakaladığını düşünüy oruz.
A. Kaya gibi, ilerici şairlerin şiirlerini besteleyerek yozlaştıran sanatçılar, öz v e biçim arasındaki çelişkinin verilebilecek en güzel örneklerini sergilediler. Bu örnekler içersinde A.Kaya'nın Arkadaş Z. Özger'den bestelediği "Alnını Dağ Ateşiyle (İsyan Olsun)" sayılabilir. Ferhat Tunç'un yine aynı şairden bestelediği "Ferhat" da örnek verilebilir.
Bu arkadaşlar, gözaltına alınma, işkence görme, tutuklanma pahasına mücadele vererek türkülerini inatla söyleyenleri, mücadelede saygın bir yer kazanan devrimci sanatçıların tüm uğraşlarını bir çırpıda silecek çabayla kamuoyunda yer alma-y a çalışıy orlardı.
İki şarkının ezgileri de, parçanın içeriğindeki duygu ve düşünceleri yansıtamayacak denli hüzünlüdür. Mücadelede şehit düşen yoldaşına sesleniş, onun anısına mücadelesiyle sahip çıkan bir devrimcinin içine sığmaz öfkesi yok Ahmet Kaya'nın bestelediği "İsyan Olsun" şarkısında, Aksine, isyanı alttan alta bir kabullenişe, yazgıya dönüştüren arabesk bir hüzün hakim. Ferhat Tunç'un bestesi de benzer biçim yetersizlikle-riyle örülmüş, Bu parçaları besteleme hakkı, gerçek anlamda mücadeleyi soluklayan sanatçılarındır. İki şarkıy ı da Çağdaş Halk Müziğine bu kaygılarla kazandırdık. İki şiir üzerinde bizim çalıştığımız versiyonla-
Biçimin deforme edilmesine ilişkin birkaç örnek verelim. Geçtiğimiz günlerde bir kaset çıktı piyasaya: "Adalılar" Kasetin gazeteye verilen reklamlarında "Mahkeme Kararıyla" ibaresi de unutulmamıştı. Bilinçli konulmuş bu ibare' belli bir kitleyi kasetin içeriğinden çok reklamıyla yakalamayı hedefliyordu. Böylesi kurnaz yöntemlere az başvurulmuyordu: Kasetlerinin çok satmasını isteyenler ilanlara "Mahkeme Kararıyla" anonsunu da ekleyerek dev rimci çevrenin ilgisini çekr meye çalışıy or.
Kasetteki şarkıların yeni olmadığını görüyoruz. Sonuç aynı; bazılarının yaptığı gibi, 80 öncesi devrimci mücadelenin ortaya çıkardığı değerleri işleyen marş ve türküleri, onların anısına yakışmayacak denli yozlaştırarak söylemek.
Zaten bugünlerde, devrimci bir anlayışa sahip olmadıkları halde müziklerinde devrimcileri anlatmak "Gidenlere" türküler yakmak moda haline geldi. "Adalılar" kaseti ise devrimci türkü ve marşların nasıl arabeskleştirildiğinin, popülizmin, ticari bir hedefle devrimci duygular ı sömürmenin tipik bir örneği. Bu anlamda öz v e biçim ilişkisinde facialar yaratan kasetlerin başında geliy or.
HALK MÜZİĞİNDE ÖZ- BİÇİM Halk müziği gerek prozodi (sözleri oluşturan kelime ve hecelerle müzik cümleleri arasındaki ses uyumu), gerekse de öz-biçim ilişkisi açısından olağanüstü bir yapıya sahiptir. Halk müziğini üreten ozanlar ve insanlarımız, teknik bilgi birikimine sahip olmadıkları halde, türkülerin sözlerini sanki konuşur gibi müzikledikleri için, prozodi hatalar ı yok denecek kadar azdır. Bu mükemmellik yüzyıllarca nakış nak ış işlenerek, halk müziğinde doğru bir söyleniş tarzı ve müzikal yapı oluşturmuştur. Halk türkülerinin yorumlanması ise, öz-biçim sorununun ayrı bir yanını oluşturuyor. Halk türküleri yorumlayan sanatçıların pek çoğu bu bağlantıy ı kaçırıyorlar. Örneğin, ağıtları anlatan türküler oyun havasına dünüşüverebiliyor. Veya, mücadeleci yanıy la bugünün içeriğiyle paralellik kuran bir çok türkü de içeriğine uygun düşmeyen sönük ve yetersiz söyleyişle y orumlanabiliy or. Ancak, olumlu örnekler de yok değil. Bazı halk müziği yorumcular ı günlük yaşamın gerisine düşmüş türküleri düzenleyerek zenginleştirdiler. Fuat Saka'nın Ruhi Su'nun da yorumladığı "Atladım Girdim Bağa" ve "Şu Karşı Y aylada" düzenlemeleri olumlu örneklerdendir. Yine bazı sanatçılar halk türkülerinin müziği üzerine devrimci içerikte sözler yazdılar. Bizim çalışmalarımızdan "Berivan" böyle bir türkü say ılabilir. Bu anlay ış bir yanıy la geri içerikteki türküleri yeniden üretmek, işlevli kılmak açısından olumluluksa da yöntem, Çağdaş Halk Müziğini yaratmada temel alınamaz. Yeni türkülerimizin yapı
T A V I R 21
taşları da her y anıy la yeni olmalıdır. "Cemo", "Bir Oğul Büy ütmelisin", "Madenciden" Türkülerimiz" bu türden temel çalışmalarımızdandır. Ürettiğimiz türkülerin devrimci hayatın aynası olabilmesi için, öz ve biçimin ay nı anda planlanması gerekiyor. Böyle bir parça, kendiliğin-denci biçimde üretilemez, doğru bir hedefi yakalar ve insanlarda doğru bir bilinçle sanatsal etkilenme yaratabilir. Bir ezgiden yola çıkıp, uygun bir sözü sonradan eklemek mi daha doğrudur, yoksa şiirden yola çıkıp, onu müziklemek mi? Y ani, başarılı bir bestenin, türkünün yaratılmasının y olu nedir? Bu konuda en sağlıklı çalışma yöntemi, ikisini de aynı anda, bir arada oluşturabilmektir. Bunun gerçekleşmediği durumlarda; önceden müzik düşünüldüğünde, bu müziğe uy gun söz bulmakta güçlük çekileceğinden sözden y ola çıkmayı tercih etmek en doğru olanıdır. Tesadüf lerle uygunluk aramamak, sözün ifade ettiği ezgiy i yaratmak ve düzenlemek gerekir. Böy lelikle şiirin iç ritmine uygun yükselen, alçalan, li-rik, coşkulu, ezik, ironik, hey betli, narin, isy ancı v b. her türden duygular, imgelerin ortaya çıkarılması sağlanacak, ezgi söze sadık kalacaktır. Bu ilkeleri bütünüy le uy gulayan parça başarılı bir bestedir. Ülkü Tamer'in "Düşenlere" şiiri tam dört grup ve sanatçı tarafından bestelenmiştir. İlki Grup Merhaba'nın versiyonu. İkincisi "Cemo" kasetimizde bizim yorumumuz, üçüncüsü Adil Arslan'ın son kasetindeki biçim ve son beste ise Hüsnü Arkan'ın. Elbette ki bir sanatçının ürünlerinde; onun düny a görüşünü, y orumlay ışını v e hayata katkısını görmek mümkündür. Bu anlam-
22 T A V I R
da, dört beste hangi bakışla bestelenmiş ve nasıl bir ruh halini ortaya koyuyor? Grup Y orum olarak konserlerimizde "Düşenlere, farklı, coşkulu bir ağıt. Çünkü biz diy oruz ki, Türkiy e halkları için mücadele edenlere, vurulup düşenlere can olsun türkülerimiz. İşkencelerde, darağaçlarında, dağlarda, sokakta şehit düşenler için söylüyoruz Düşenlere'yi." derken, parçayı yorumlay ışımızı da ortaya koyuyoruz. Bestelerimizde, böylesi bir karakteristik özellik v ar. Y orumlayış tarzımız marş ile türkünün buluştuğu bir çizgi. İstiyoruz ki türkülerimiz hayatı değiştirip dönüştürme mücadelesinde soluklansın. Edilgenliği, ezilmişliği dev inime, haykırışa dönüştürebilsin. Bu anlay ışımız türküleri ele alışımıza, notalarımıza da yansıy or. "Seher Y eli-Desmal" adlı kasetteki "Rüzgar Ol" şarkısı da bu bağlamda edilgen kalmış: İçeriğin coşkunluğu sönmüş, yerini, dinlence müziğine bırakmış. Ahmed Arif'in "De Be Aslan Karam" şiiri hem Rahmi Saltuk tarafından hem de Grup Ekin tarafından bestelenmişti. Fakat Rahmi Saltuk'un yorumu parçanın gerektirdiği duygusallıktan y oksun olduğu gibi, düz ve mekanik söyleyişle de monotonlaşmış. Grup Baran'ın bestesi olan "33 Kurşun"da, şiirle tam bir duygu tezatlığı içinde.. Esin Afşar'ın yorumuyla gereken ustalık verilirken, Baran'daki duygu mekanik bir sesle ve oyun havasını andıracak bir bestelemeyle şiiri kendi kimliğinden sıy ırmış. Grup Baran'ın "Atlılar" adlı şarkısı da akıcılık, şiirsellik v e destansı anlatımdan yoksun. Son kasetleri "Kuytuda Başak" da yine başarısız beste örnekleri ile dolu.
DEV RİMCİ MÜZİKTE BİÇİM Biçimle içeriğin ay rılmaz birlik oluşturduğunu ifade etmek gerekir. Diyalektik, biçimle içeriğin bir v e ay nı f enomenin birbirinden ayrılmaz iki yanı olduğunu öngörür. Y ani içeriğin doğal y apısı içinde duy gusuyla, anlatımıyla belli bir biçimlenişi vardır. Bu noktada v ar olan doğal biçimlenişi estetik bir bakışla ortaya çıkartmak en doğru olanıdır. En doğru biçim bu bakışla y akalanır. Marksizim bu bütünlük içerisinde başat rolün içeriğe düştüğünü, çünkü onun sanatsal olay ın öz yapısını ortaya koyduğunu ve özünü temsil ettiğini vurgular. Bunun yanında maddeci diyalektik, biçimin etkin karakterini de kabul eder. E. Fischer "Bütün dikkatimizi öz üzerinde toplay ıp, biçime ikinci derecede bir yer vermemiz de aptallık olur. Sanat biçim vermektir. Bir y apıta ancak biçim sanat niteliği kazandırabilir. Rastgele, gelişigüzel, gereksiz bir şey değildir biçim!" diyor. Av ner Ziss "içeriğin en büy ük zenginlikle kendini gösterebileceği yalnız bir tek belli bir biçim v ardır" diy or. Bunun y akalanması, anlatılan özü sanatçının yaşantısında somutlamış olmasından geçiyor. İçerikte y ansıtılan yaşam, nesnel gerçekliktir. Sanatsal y apıtın içeriği yaşamın yansımasıdır. Nesnel gerçekliğin birebir kendisi değil, sanatçının kendisinin görmüş olduğu ideolojik düzlemde yeniden yaratıp yorumladığı gerçekliktir. Kısaca bir sanat yapıtının içeriği, sanatçı tarafından estetik açıdan yorumlanmış v e değerlendirilmiş gerçeklikteki olayların
sanatsal imgelerle sıdırdiy ebiliriz.
y ansıma-
Müzikte melodi tek başına çalındığında içeriği hakkında bilgi vermelidir. Nitekim enstrümantal yapıtlar, tek başına enstrüman kullanımı olmayıp belli bir konuyu anlatmalıdır. Böyle olduğunda özbiçim uygunluğundan söz etmek doğru olur. Öz ve biçim uygunluğunu anlayabilmek için besteleme yöntemlerini incelemek de gerekiyor. Şiirsel bir biçimde okunan bir sözün, konuşma dilinin kendi içinde bir ezgisi vardır. İnsanın normal konuşma tonunda dahi çıkan sesler ezgi-sel bir grafik çizer. Bu grafik, konunun özüne uygun şekillenir. Örneğin direnişi anlatan bir dizede ses tonu daha güçlü, coşkulu, kararlı ve ton olarak (tiz) ince seslere tırmanan biçimde şekillenirken, sevday ı anlatan bir dizede daha yumuşak v e pes (kalın) tonlarda şekillenir. Okuyuştaki bu tonalite besteye y ansımalıdır. Kısaca her söz, kendi içinde bir ezgiyi de barındırdığı için, bu ezgiy i, müziğe taşımak gerekir. Bir müzik yapıtını oluştururken, ezginin ritmsel y apısını da düşünmek gerekir. Ritmsel biçim, kendini konuşmanın y apısında gösterir. Konuşurken her heceyi aynı uzunlukta (kısalıkta) söylemeyiz. Bazı heceleri uzun tutarken, bazı heceleri de belli oranlarda kısa tutarız. Bu doğal ritmik yapı da ezgiye taşınmalıdır. Üst yapı dediğimiz melodiy i desteklemek için alt yapının da öze uygun olarak seçilmesi gerekmektedir. Bu unsurlar ise ritm v e armonidir. Bunu da şöyle örneklen-direbiliriz: Marşlara uygun düşen ton Major tonlardır. Örnek olarak Çağrı v e Ven-seremos marşını verebiliriz. Çünkü Major tonlar tını ola-
rak sert bir duygu y aratır. Marşlardaki kararlı özü ifade etmenin bir yolu ise lat yapıy ı minör dizilerle desteklemek daha doğru olanıdır. Çünkü minör akorlar ve diziler daha yumuşak duyum uyandırır. Biçimin oluşumunu besteleme, düzenleme gibi özelliklerle açıklarker, müzikte enstrüman seçiminin önemini de belirtmek gerekir. Nasıl ki ressam ölüm temasını tuali-ne aktarırken siyah ve tonlarını kullanıy orsa, müzikte de öze ilişkin enstrüman seçimi önemlidir. Örneğin piyano çoksesli, geniş volümlü, aktarılması gereken duygulanımlar için zengin bir yapısı olan enstrümandır. Bu bağlamda piyano, devrimci marşların karakter ve etkisini ortaya çıkarmaya elv erişli enstrümanlardan birisidir. Eğer şöyle düşünürsek daha iyi somutlamış oluruz: Herhangi bir devrimci marşın ezgisi kaval, kemane vb. enstrümanlarla çalındığında, marştaki o kararlı hava canlandırılamaz. Fakat marş piyano, trompet gibi enstrümanlarla çalındığında, öze daha uygun olduğunu görürüz. Besteci müzik yoluyla istediği bölümü ön plana, istediği bölümü ve kelimeyi ikinci plana itebilir. Bu da direkt olarak düzenlemeyle ilintilidir.Buna örnek olarak Grup Ekin'in "Kavgayı Seçtim" adlı parçasını v erebiliriz. Bu parçada öz, kavgay ı seçmenin coşkusu v e direnme ruhu iken, besteci tarafından ön plana çıkarılan da budur. Direnmenin coşkusu parçanın sonunda dinamik bir ezgiyle somutlanmıştır. Eğer son bölümdeki ezgi patlayan v e ritmik bir ezgi olmasaydı, konunun özü kaçırılmış, öz-biçim çelişkisi yaratılmış olurdu. Bir besteci herhangi bir motifi, düzenlemeye verdiği şekille istenilen duy guya soka-
bilir. Yani düzenleme önem taşıyor. Fakat asıl önemlisi özgün, akılda kalabilen, melodik yapısı olan eserler yaratmaktır. Bu tip parçalar iy i düzenlendiğinde kalıcılığı sağlayabilir. Örneğin bugüne kadar bir çok gitar konçertosu dinlemişizdir belki de. Fakat bunlar içerisinden Rodrigo'nun gitar konçertosu bizi neden özellikle cezbetmektedir. Klasik müzik, Afrika müziği, Latin Amerika Müziği, Doğu müziği olduğu halde aklımızda kalabilen bir çok ezgiy i de hatırlayabiliriz. Bunun nedeni, melodik tarzda, etkileyici ve evrensel nitelikte parçaların üretilmesidir. Geçmiş dönemden, mücadeleci müziğe miras bırakılan belli başlı olumlu örnekler arasında, evrensel özellikleriyle, öz-biçim uyumu ve kalıcılıklarıy la dünya halklarının ortak ezgileri haline gelen "Çav Bella", "Venseremos" gibi marşlar da v ar. Bunlara bizim topraklarımızda oluşan, emekçi halkların birlik ve dayanışma gününü simgeleyen "1 Mayıs" marşı eklenebilir. Örneklediğimiz türden biçim yanlışlıklarına ve eksikliklere düşmemek, kültür birikimlerinin üzerinde yeni açılımlar sağlamak, sanatsal zenginleşmeyi başarabilmek bir bilgi ve deneytecrübe bi-rikiminide gerektiriyor. Sanatsal üretimin birinci ko şulu keşfedebilmek, imgeyi yakalayabilmektir. Bu ise, teknik bilgiy i de gerektirir. Fakat hiç kimse bu binitim ve özelliklere doğuştan sahip ol madığına göre, disiplinliprogramlı bir çalışma ile, ya ratacağımız kollektif çalışma biçimi içinde sorgulayıcı şe kilde üretmek, devrimci sa natı üretmenin y oludur. En temel tikemiz ise hayatın için de olmaktır. Y eni mücadele ezgileri yaratmak bizim eli mizde.
T A V I R 23
ARAYIN BENİ Muzaffer yaralanma, yürek ağrımın zor günlerine Y eni ve büyük heyecanlara sorun, güzel buluşlara Y eraltı sarsıntılarına gidin, burgaçlarına hareketin Dev rim şehitliğinde içilen andlarda aray ın beni Toprağın en güzel y urdudur emekçi bağırlarım Güneş dostum dağ yoldaşım seher v akti buluşurum Kurşun geçmez düşlere y atan insanlarımızın Korkusuz gülüşlerinde mutlu ağlay ışlarında aray ın beni Doğu rüzgarlarının kabaran öfkesinde meşaley im Soğumay a terkedilen namlular ateş alır harımdan Gönlünde Latin sıcaklığında CHE'ler dolaşan Halkların derin kardeşlik denizlerinde aray ın beni Sarp y olları madencinin f eneriyle ay dınlatarak aşın Ay ak seslerine katılın tüm uğulday an kentlerin Dağlarda patlay ıp ov alara inen nehirlerin Zaf eri kuşatan kollarının hızında aray ın beni Açlığa ve köleliğe savrulan siyah taşlarda Ortadoğu'nun damarlarından çekilen kanım Irkçılık, işgal v e kâr cennetlerinde vatansız yaşayan Kürt ve Filistin halklarının adaletinde aray ın beni
Kızıldere'nin bilge y olunda mahirce konuşurum Karanf il kokarım Haziran'ın hücre savaşlarında Temmuz'da ellerini yüzüne kapayan İstanbul'un Utancını y ırtan y iğitlerin inancında aray ın beni İhanet f ırtınalarında kanat süzüp şaşırmadım da Kızılmey dan'da ölürken Bükreş'te kurşuna dizildim Py ong Y ong'ta öfkelendim Hav ana'da kükredim Savaşan sosyalizmin kızılbayrağında aray ın beni Baki ALTIN
24 T A V I R
S ENA RY O Y U Ç E Kİ Y O R UZ
İNATLA, SABIRLA VE HEYECANLA Ahmet
SER
Y
aklaşık 25 kişiyiz. Y önetmen, yönetmen yardımcıları, kameraman, ışıkçılar, OKM'li set işçileri v e Y orum'un dostları; kuaf ör ve ulaştırma işini üstlenen arkadaşlar. Karıncalar gibiy iz, herkes bir işle meşgul. OKM'nin arka sokağında Gül-
tekin Sokakta tahta bir evin önündey iz. Şary o döşüy oruz, ışıkları kuruy oruz. Evin sahibi sev imli bir amca, ev inin alt katını siy ah bir bezle kaplayacağız. Grup idam ilmiklerinin arasında onlara karşı çıkan tav rıy la söy ley ecek şarkısını. Henüz çekim başlamadı ancak kameramız da hazır. Et raf ımız kalabalık. Y aklaşık üç aydan bu y ana y orucu bir çalışma sürdürüyorduk. Özellikle Grup Y orum elemanları direnişlerden, konserlere y oğun bir maratonun hızlı koşucuları değilmiş gibi sabırla katılıy orlardı bu çalışmalara. Tiy atro müziği, dia müziği, video f ilm müziği v e yeni besteler arasında y epyeni v e hey ecanlı bir üretim. Saniy eler içinde, karelerle üretmey e, y azmaya başlamıştık görselliği. 12 senary o y azdık. Müthiş bir düşün ilk ve temel adımların ı atmıştık. Düşleri gerçeğe dönüştürmek için istek ve heyecan y eterli değildi. Burjuvazinin gelişmiş medya gücüne, iletişim ağına v e TV kanallarına karşı yüreğimizi, bilincimizi v e başarma azmimizi birleştirerek olanaklarımızı sef erber etmeliy dik. Sabırla, inatla v e coşkuyla koy ulduk y olumuza. Bir şarkının klibini çekecektik önce. "Haziranda Ölmek Zor" Bu örnek çalışma bütün programın ateşley icisi olacaktı. Tav ır dergisinde "Senary oy u Y azıyoruz" ana başlığıy la y ay ınlanan y azılarla kamuoyunu bilgilendiriy orduk. Klibimiz de
diğer çalışmalarımız gibi senary o yazım aşamasından çekim v e dağıtım aşamasına kadar kollektif çabaların ürünü olacak. Grup Y orum siyah perdey le kapladığımız ev in merdivenlerinde...Evin penceresi perdeyle kaplı değil; içerden yansıy an ley lak rengi ışıkların aydınlattığı iki yeşil saksı var pervazında. Ancak tak diye sigortalar atıy or, tam da bütün hazırlıklar bitmişken. Sigortay ı takıy orlar, atıy or; tekrar takıyorlar, ama y ine atıy or...
Eski ev in, eski ve zay ıf hatları onca kilov at gücü çekemey ecek. Gültekin Sokaktaki başka bir apartmandan da ışık almak istiy oruz. Meral Hanım kızıy or, y öneticiler olmazlanıy or. Çaresi y ok, bu ilk sahnemiz de olsa ertelemek zorunday ız. . "Motor" diy emeden OKM'y e dönüy oruz. Sahne çekimleri y apmay a...
Sabırla v e inatla... ve hey ecanla mekan tespitleri yatmıştık. Casting dosy aları hazırlamıştık. Dosy alar, dosyalar... Oy uncular seçilmişti. Y apım sorumlumuz v e y ardımcısı gereksinim duyduğumuz eşyaları v e araçları birer birer edinmişlerdi. Profesyonel düzey de bir çalışma y ürütüyorduk; deney imsiz olsak bile. Set kadromuzun y arısı profesyoneldi. Si-nemkoop'un y öneticisi sinema emekçisi Mev lüt Ekinci de bizimle çalışıy ordu. Y önetmenimiz v e yardımcıları, kameramanımız prof esy oneldi. Çalış maların başından beri bizimle birlikte olan bu kadronun dışında da çeşitli y ardımlar alıy orduk. "İmece" çağrımıza v erilen cev aplar hey ecanımızı artırıy ordu.
Grup Y orum sahnede. Fonda Nazım Hikmet'in fotoğrafları; Grup Y orum Nazım'ın f otoğrafları önünde. Büyük kavgamızın y orulmak bilmez sanatçıları coşkuyla söy lüy or y ine ay nı şarkıları. "Ümitli bir
alem kurmak için" şarkılar söylüyoruz, spotlar y akıy oruz; şary onun üstünde gidip geliyor kamera. Birkaç saniyelik görüntü için bile saatlerce çalışıyoruz. Deniy oruz, deniy oruz... oluyor. Kaset dönüyor, sarılıy or. Çay molaları, yemek molaları v e y ine çekim. Saat sabah 6 suları. İçimizdeki sıkıntı huzura dönüşüyor yav aş y avaş. Ancak gözlerimizde zorlay an bir y orgunluk. Saat 9'a kadar ara v eriyoruz. O gün 9'dan sonra OKM sahnesinde v e matbaada gece 23.30'a kadar çalışmaları sürdürüyoruz. Ay dınlar matbaasında Tav ır'ın y eni say ısı basılıy or biz seti hazırlarken. Tav ır'ın 14. say ısı y eni biçimiy le basılıy or. İşçilerle kaynaşıy oruz. Ay dınlar matbaası evimiz gibi, makinaların sesini bastırıy or türkülerimiz.
Bir gün sonra Grup Y o-rum'un Denizli konseri v ar. Geceli gündüzlü çalışmay a saat 21 'de ara vermek zorunda kalıy orlar. Koştura koştu-ra, gözlerinden uyku aka aka otobüse y etişiyorlar. 24 saat durmadan, dinlenmeden çalıştıktan sonra konser için yola çıkacaklar. Ve dinlenme fırsatı bulamadan geri dönecekler. Düşlerimizdeki sıcacık odalarda çiçekten y ataklara yatırıy oruz onları. Ay dınlık içindeler, uy kuda bile. Biz geride aynı tempoyla çalışıy oruz saatler gece y arısına yaklaşana dek. Birkaç gün sonra 18 Mart Çarşamba günü çekimlere devam edecektik. Kar, sulusepken y ağan kar. programımızı aksattı. Ancak matla, sabırla, hey ecanla sürdürdüğümüz bu çalışmayı bitireceğiz.
T A V I R 27
V I R 2 7
G
ene İstanbul'da... Şimdilik yasaksız, Mahkemesiz" Ankara Birlik Tiy atrosu'nun bu reklam spotu Cumhuriyet Gazetesi sütunlarında günlerce yay ınlandı. Ana adlı oyunun duy urusu ilginç v e düşündürücüy dü. Maksim Gorki'nin Ana adlı romanından uyarlanan oyunun ABT y orumu 1992 Türkiye'sinden kesitlerle oğulları Ölen anaların görüntüleriyle başlıyor. Acılı analar oğullarının insanları sevdiğini, insanların mutluluğu için öldüklerini söy lüy orlar. - Oğlum adam öldürmedi,
Hüseyin İnan'ın, ve Mahir Ça-y an'ın fotoğraflarını anaların görüntüleri arasına serpiştirerek çeşitli sol çev relerde ilgi uyandırabileceklerini sanıyorlar. Hem de 2000'e Doğru Dergisi'nin y ıllarca kendisine ve mücadelesine küfrettikten sonra Deniz Gezmiş'i kapak yaptığı mantıkla, içini boşaltıp faydalanma mantığıyla. Bunun için mi, Türkiye dev riminin yolunu çizen Mahir Çay an'ı "protesto" bazında andıkları için mi oyunları yasaklanacak. Diaların alt köşelerinde konuşmaların bir kaç ay önce yapıldığını gösteren tarihler var. Soykırıma ve asimilasy ona karşı
BİR SAHTE SOLCULUK ÖRNEĞİ: ABT A ki f ÖZK A L Amerika'lıları bile öldürmediler. (Sinan Cemgil'in annesi) - Bir tek burun bile kanatmadılar... Y usuf "bekçi seni vuracağına sen onu vursaydın" diyen babasına adam öldürmek kolay mı dedi. (Yusuf Aslan'ın annesi) - Onlar Amerika'y ı protesto ediy ordu (S.C.'nin annesi)
yürüttükleri mücadeley le resmi ideolojinin de artık "realite" olarak kabul ettiği Kürt Halkı'nı 1992 y ılında bile görmezden geldikleri; Cizre'nin tutuşan sularını, Kürt
Oy un bunun için mi y asaklanacak; burjuv a düzenini y ıkmak için silahlı mücadeleyi seçen ilericileri, dev rimcileri v e yurtseverleri burjuva hüma-nistleriyle bir tuttuğu için mi y asaklanacak.
1992 Rusya'sına göndermeler yaparak sosyalizmi savunmak iyi ama tehlikesiz. Ancak sosyalizmi önce ülkemizde kuracağımıza göre bolşevik Örgütün bu ülkedeki kuruluş mücadelesini de kavramak gerekir. Türkiye gerçeğini, Türkiye halklarının dev rimci mücadelesini çarpıtarak sahneledikleri için mi oy uniarı yasaklanacak?
Farklı y aklaşımlarla da olsa 1970'lerde statükoları y ıkarak silahlı mücadeleyi başlatan Deniz Gezmiş'in, İbrahim Kaypakkaya'nın, Y usuf Aslan'ın,
Kadınlarını yok say dıkları için mi oy unları yasaklanacak?
Zeki Göker neden y asaklama ve mahkeme sözcüklerini bu kadar sık ve y erli yersiz kullanıy or? Dev rimci sanatçılar bağım-
28 T A V I R
sızlık, demokrasi, sosyalizm mücadelesini sürdürdükleri kültür ve sanat alarmda burjuva ideolojisine alternatif olan dünya görüşüyle, biçimle ve araçlarla üretip v e yine alternatif say ılacak yöntemlerle emekçi halka ulaştırır. Sanatsal üretim ve f aaliy etler emekçilerin hay atı kavray ışlarını v e yorumlama biçimini etkiley ecek, yeni insanın yaratılmasında kalıcı sonuçlar doğurabilecektir. Onun için sanatçılar sanatın kendine özgü özellikleri v e bilimsel bilgi v e değer kuramları dışında hiç bir sınır tanımazlar. Toplumsal gelişme dinamiklerinin etkileyicisi olmaya soyunmuş sanatçılar hayatı sosyalist biçimle y eniden kuracak örgütlenmenin y aratıcı ideolojisiyle donanmıştır. Burjuva değerlerine v e yasalarına uymay ı gözetmez; halkın mücadelesini bir nabız atışı gibi hisseder v e y ükseltirler. Kokuşmuş düzenin sahipleri de kendilerini tarih sahnesinden silecek bu anlay ışı yoketmek için baskı altında tutar. Y asaklar, gözaltılar, tutuklamalar siştemleşmiştir. Ancak ABT'nin Ana adlı oy unu hakkında soruşturma yürütülmemektedir. Burjuvazinin demokrasicilik oy unu oynadığı günlerde yasakların kalkacağı vaadinin bir aldatmaca olduğunu vurgulayan herhangi bir açıklama yapılmaksızın böyle ilan vermek niy e. ABT'nin geçmişini bilenler için bu sorunun cevabı hiç de sır değil. Bu if ade, bu pazarlama sloganı, satış için reklam spotu. Zeki Göker'de oy unun en azından bu süreçte y asaklanmayacağını tahmin ediyor. Sadece bu reklam tavrı bile ABT'y i ve Zeki Göker'i tanıtmay a y eter. Kimdir Zeki Göker? "Politik tiyatro yapıyoruz. Üstelik (20) y ıldır sürdürüy oruz
bu işi" diyen ABT y öneticisinin "politik tiy atro" kavramıy la kafasındaki karmaşık ilişkileri kastettiği, bu kavrama farklı bir içerik, "piyasa" içeriği yüklediği bir gerçek. "Bu işi amaçladıkları kitlenin öğrencisi otarak onlardan öğrenerek, onlar için" yapıyorlarmış. Onlarda "kiminin hallerinden dertlenip, lüks barlarda içtiği , kiminin mitinglerine saldırıp dövmey e kalktığı" insanlarmış. Zeki Göker kendisiyle konuşurken yeğlediği y aklaşımla, kullandığı sözcüklerle emekçileri anlatmaya çalışıyor. Sınıflar arası çelişkilerin belirginleştiği, saf ların netleştiği, yükseliş sürecinde eskimiş bir edebiy atı piy asaya sürmesinin nedeni mücadelenin dışında olduğu için hissetmemesidir.
"Bu işi halkın v ergisiy le y apılan ama bugüne değin halkın giremediği lüks salonlara halkı getirerek" başarıy orlarmış. Kültür ve sanat yapıları, tiyatro salonları siy asi iktidar emekçi sınıfların eline geçtikten sonra kalıcı olarak dev rimci sanatçıların v e halkın kullanımına sunulacak. Sanat alanında kalıcı anlamda kurumlaşma ancak devrimci iktidarımızla mümkün olacak. İstisna say ılacak alternatif salonlar dışında bu salonları kullanmak için ne fedakârlıklar y aptıklarını herkes biliyor. Sosyalizmi yaşam biçimi olarak kavramadıkları için ticari amaç güdüy or, "sor satmay a, programladıkları ticari sürkülasyonu sürdürmeye çalışıy orlar. Duyurularının, açıklamalarının temelini özenle seçtikleri reklam ve pazarlama sözcüklerinin oluşturması bundan. Devrimci sanatçıların bedeller ödeyerek kazandıkları onuru bile ticaretlerine alet ediyorlar.
ğa gömmüştür. Bir atımlık baruttan başka cephanesi de hiç olmamıştır. Halka niçin yaklaştığının bilincindedir. Onun ticarethanesi ve düzeysiz uğraşı halkın duy gularını sömürüyor, estetik değerlerini gelişme seyrinden saptırmaktan başka işe yaramıyor. Onun estetiği halkın gerçek çıkarlarına zarar veriy or. Oy un'a siyasi iktidar mücadelesinde etkin bir rol yükleyebilmek için her şeyden önce örgütlü siyasi mücadele için çakışan bir sanatsal faaliyeti sürdürmek gerekir. Hayatın bütün alanlarında mücadeleyi örgütley en yapının dişlilerinden biri olmadan devrimci tiy atro y apılamaz. Aksi halde ne kadar iyi niy etli olunursa olunsun sanatın gücü ve etkisi gerçek değerine ulaşamaz. Zeki Göker ve benzerleri de gerici bir ayrım olan mezhep farklılıklarından, kaba sloganlardan vb.den medet umarak biraz para kazanabilir ancak;
rebilmek için her turneden, her semtten bakkal borcu bile "takmaya" sıkılmadığı için. Gö ker ilkesizdir. Söv dükleriyle ertesi gün birlikte olabilir. Çı karları çakışınca Hasan Hüse yin için toplanan paraları "y e diği" için küf rettiği Erol Toy la herhangi bir açıklama yapma ya gerek duymadan birlikte olabilmiştir. Oyununu sahneye koymuş, gazetesinde y azmış tır. Ana oy ununun sonunda y er alan "Düny anın Bütün Anaları Birleşin" sloganı politik bilinçten yoksun oluşuna v e il kesizliğine tipik bir örnek değil mi? Emekçilerin içinde omuzbaşında y aşamayan, onların dev rimci hareketinin' bilincini ve gelişme seyrini nabızların da hissedemeyenler mütevazi olup boylarını aşan iddialar dan vazgeçmelidir.
"Biz ülkemizde ki tek politik tiyatroyuz. Devlet yardımına başvurmayan tek tiyatroyuz." diyor Zeki Göker. Göker devlet y ardımı alabilecek koşulları taşımadıklarını iy i bildiği için zaten alamayacağı yardımı ağzına sakız ederek, düzeysiz böbürlenme örneğiyle yine pa-zarlamacılık yapıy or. Zeki Göker sahne dışında da iddia ettiğinden farklı bir y aşam sürmektedir. Tiyatrosunda çalışan genç insanları sömürmekledir. "Oy nadığı oyunlardan ötürü ilerici bir tiyatro olarak görülen Ankara Birlik Tiyatrosu, özünde çalışan insanların alın terinden sömüren, burjuva yaşam özlemi duyan, çifte Standard uy gulayan, çelişkili y aşam sergiley en bir y önetime sahiptir. (ABT'den Ayrılan Bir Grup Demokrat; 6.9.1990 İstanbul). Zeki Göker bir devrimci gibi yaşamıy or. Hep birilerinin peşinde ama yaşam standardını sürdü-
"Politik tiy atroları halka dönük" bir tiyatroymuş; "tiyatroyu tüfek, bilinçlerini mermi y apmış'larmış. Zeki Göker tüfeğini iğnesini kırdıktan sonra topraT A V I R 29
S Ö Y L E Ş İ
"DÜNYAYI DEĞİŞTİRME | DÜŞÜNCESİ ÖLMEZ" Vecihi Timuroğlu yla: "İnançlar ı Uğruna Öldürülenler" kitabı, edebi yat ve Türkiye'nin siyasaltoplumsal sorunları üzerine yaptığımız sö yleşiyi yayınlıyo ruz: TAVIR : İnanç kavramından ne anlıyorsunuz ? Kitabınızda (İnançları Uğruna Öldürülenler) inanç kavramını hangi açılımıyla değerlendirdiniz? V.T. : inanç felsefe dilinde insanın ideallerine düş ünc e sistemi olarak bağlanmasıdır. İnsanın irdelenmiş, eleştirilmiş düşünc esinin yaş ama geçirilmesi uğruna verdiği savaşımıdır. Dinsel açıdan baktığımızda hiç düşünmeden eleştirmeden bir inanma söz konus udur. 8u dogmadır. Ben bu kitapta di nsel inançları uğruna öldürülenleri anlatmadım. Böyle bir amacımda olmayacak. İdeal olarak bellediği gerçekleri yaşama geçirme savaşımını vermiş insanları düşündüm. TAVIR : T ürki ye tarihi nde önemli yer tutan hem s anatı hem de inancı uğruna öldür ülen insanlardan Pir Sultan hakkında neler söyl eyec eksiniz? V.T. Pir Sultan hal k şiirimize yeni bir dinamizm ve kalıp getirmiş. Yeni bir ışık getirmiştir. Kendisine kadar kullanılmayan 11'li ölçüyü tür kü formunu doğrudan aşı k edebi yatına getirmiştir. Bir bakıma Pir Sultan Abdal'la Aşık Edebi yatı başlamıştır. 16. yy'da PSA bir baş kal dırı şiiri yar atıyor. Bu şiir tekke etkisinden kurtulmuş bir şiirdir. Çünkü Al evi kesi min şiiridir. Bir çok yanlış vars ayımlarla PSA edebi yatımızda da is yan başlatan, bu is yana önderlik eden, dolayısıyla aşılan bir insan olar ak geçer. Onu inc elemeye bu yönü di kkatimi ç ektiği için başlamıştım. Anc ak belge-
30 T A V I R
leri incelediğimde dur umun böyle olmadığını gördüm. O s adece hal kı vergi vermemesi için uyarıyor ve onları teşvik ediyor. Ancak böyle bir isyan olmuyor. O isyan baş lattığı için değil Bedrettinci olduğu için asılıyor. PSA siyasal işlevi olan ilk şiiri yazdığı için, şiirinde toplumsal başkaldırıyı vurguladığı için önem taşıyor. TAVIR : Şeyh Bedrettin'in Anadolu Halk Ayaklanması açısından önemi nedir? V.T. : Anadolu'da halk ayaklanmaları olduğunu yadsımıyorum. Ama doğrudan siyasal iktidara karşı herhangi bir ayaklanma olduğu kanısında da değilim. Kuşkusuz yedi bin yıllık belgesel kültürü elimizde olan Anadolu'da si yas al i ktidara karşı hareketler olmuştur. İonya'da, Millet ve Efes'te ayaklanmalar olmuştur. Örn; Baba İshak Ayaklanması siyasal iktidara karşı değildir. Padişah olmaya aday şehzadelerden Musa Çelebi'nin tahta geçmesi için ayakl anmıştır. TAVIR : Tarihsel değeri hakkında ne düşünüyorsunuz? V.T.: Nazım Hikmet'in yasaklanmış bir yapıtı vardır. "Milli Gurur." Bu terim aslında Le-nin'in 18 yy .da yaşamış olan bir Rus şairine Radiçev'e yakıştırdığı bir terimdir. Radiçev "Liberta" adında bir şiir yazıyor ve halka özgürlük verilmesini istiyor ancak Çarlık tarafından öldürülüyor. Lenin Radiçev'i "Milli Gurur", "Ulusal Onur" olarak nitelendiriyor. Nazım Hikmet ise bunu okumuş olmalı ki bir "Milli Gurur" arıyor. Mehmet Şerafettin'in bir kitabı eline geçiyor. Orada, Şeyh Bedrettin'in islam mantı-
ğına göre bir ayakl anma yaptığını, ulûl emre karşı gelmiş bir hai n gibi gösterildiğini görünce di yal ekti k ve materyalist mantı ğı derhal harekete geçiyor ve Şeyh Bedretti n'e "Milli Gurur" di yor. Şeyh Bedrettin hareketini n mantığı ileriye doğrudur. Ama bu harekete ille de sınıfsal bir alan biçemeyiz. Peki bu hareketin öz ü nedir? Bu hareket Tür k halkının köylüsünün bir devri mci öz taşıdığını gösteriyor. TAVIR : Tarihte inançl arı uğruna ölenleri kategorilere ayırmak mümkün mü? V.T.:Evet.... Dinsel i nancı uğruna (hiçbir işe yaramadan) öldürül en insanlar vardır. Kral Agis gibi kendi mallarını ortaya koyar ak toplumsal üretim yapılmasını öner enler kendi siyas al i ktidarlarını doğrudan doğruya toplums al amaçla kullanmak istediğinde egemen sınıfların saldırısı veya kararıyla öldürülüyorlar. İsa gibi ol anlar vardır. Ülkesi istila altındadır. Bağımsızlık, kurtuluş savaşı anl amında dö- vüş müyordur ama ül ke kaynaklarının yanlış kullanıldığı kanısındadır. İstilacılara karşı bir devrim tal ep etmemekle birlikte haklarından da vazgeç miyor. Pir Sultan da, Bedrettin de inandıkları düşüncel eri savundukl arı için öldürülenlerdendir. Varolan bir hareketin önüne geçip i nancını belirttiği için öldürülenler de vardır. Örneğin Hallacı Mans ur "E nel H ak" dediği için öldürülmüş denir, oys a Bağdat'ta buğday kıtlığı başla-
ması üzerine fiyatların artmasına karşı geldiği ve bir halk hareketini doğrulaması üzerine zindana atılıyor ve asılıyor. Ba-bek gibiler de istilacılara karşı halkı örgütleyince öldürülüyor. TAVIR : Devrimci mücadele tarihimizde inançları uğruna öldürülen Deniz Gezmiş'ler, Mahir Çayan'lar var. Bunun yanısıra 12 Ey lül f aşist cuntasından sonra gerçekleştirilen infazlar, idamlar var. En dikkat çekeni 1984’te M. Fatih Öktülmüş, Haydar Başbağ, Abdullah Meral-Hasan Telci'nin yer aldığı ölüm orucu olay ı var, yanısıra Diyarbakır Askeri Cezaevinde Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Y ılmaz, Ali Çiçek yapılan baskıları tüm insanlığa duy urmak için kendilerini yakarak ölümsüzleşen insanlarımızdan. Daha sonraki yapıtınızda bunlara yer v ermeyi düşünüyor musunuz? V.T. : Bunlar toplumumuzun devrimci hareketinde çok namuslu insanlardır. İşçi sınıf ının öncüleridirler. İleride inançları uğruna öldürülenler ansiklopedisi biçiminde bir y apıt çıkarılabilir. Herşey bir kenara benim içimin y andığı Erdal Eren... Onu da yazacağım. Bir insan inancı uğruna yaşamını yitirmişse onu dürüst bir şekilde değerlendirmek gerekir. TAVIR : Son dönemde yapılan propaganda Marksizmin öldüğü üzerine... İdeolojik anlamda Marksizm ölür mü? V.T. : Eflatun, Thales, Şpinoza, Decart, Sokrat ölmüş müdür? Bu idealist filozoflar ölmüş mü ki Marks ölsün, Marks da bir filozof dur. Materyalizm ilkçağdan beri v ardır v e maddi koşullara dayanır. İdealizm ise varsayımlara tasarımlara dayanır, metafiziğe dayanır. Felsefe'de 3 önemli akım vardır; İdealizm evreni yorumlamaya çalışır, Agnostisizim evreni çözümleme y olunu arar. Materyalistler; dünyayı ne y orumlamakla ne de çözümlemekle meşguldürler. Doğru teşhisi onlar koymuştur ve "dünya-
yı değiştirmek" demişlerdir. Ve dünyada ölmeyecek tek düşünce değiştirme düşüncesidir yani Marksizm'dir. Ben Sovyetlere deney olarak bakıyorum. Silahlı mücadeleyle bu tarihi dev letin y ıkılacağını, y etki düzeninin yok olacağını yerine de y eni bir düzenin kurulacağını kanıtlamıştır. TAVIR : Küba'ya nasıl bakıy orsunuz? V.T. : Küba'ya sevecenlikle bakıyorum. Y alnız bu kadar dengesi bozulmuş bir dünyada bu insanlar düzenlerini nasıl koruyacaklardır diye düşünüyorum. TAVIR : Bizce şöyle bir farklılığı v ar. Lenin ve Stalin döneminden sonra SSCB'de Komünist Parti revizy onist bir önderlikle hareket etti. Hem dış politikada hem iç politikada yanlışlıklar oldu. Ama Küba'da farklı bir gelişim arz etti. Küba'nın sosyalist demokrasiyi mümkün olduğu kadar iyi işlettiği gözleniy or. V.T. : Durum öyle bir noktaya geldi ki ne kadar dayanacaklar. "Kolombiya Marksistleri direniyor. Peru'da da ordu bunalım içinde. Ancak Latin Amerika'da direniş geleneği sürüyor. Çünkü sömürü dev am ediyor." Bunları gazeteler yazıy or. Yani kimse Çetin Altan y a da Mehmet Barlas gibi düşünmüyor. TAVIR : 12 Mart sonrası ya da 12 Ey lül sonrası dönemlerde ay dınlar özelinde bir baskı süreci yaşanıyor. Birçok aydın öldürülüyor. Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Turan Dursun gibi ay dınlar devrimci sürecin muğlaklaştırılması adına kontrgerilla tarafından katlediliyor. Bu durumda dev rimci sanatçılarımızın, ay dınlarımızın tavrı, ne olmalıdır? V.T. : Her süreçte aydınların ana görevi demokratik çevrelere bilinç taşımaktır. Ay dının işlev i de bilinç taşımadır. İşçilerin güneydoğunun, memurun, emeklinin, köylünün durumu bellidir. Bu durumun nedeni aydınların bu işlevini görmemesidir. İşçiler neden böyle sokaklar niy e boş bunları anlayabili-
yor musunuz? Bir başbakan çıkıy or, "benim köylüm, dulum, benim yetimim" diy or, halkın tapusunu kendi üstüne kesiyor. Ülke bunlara teslim ediliyor. Meclis görevini yapmıyor, Türk işçisi, köylüsü, emeklisi susuyor. Niye? Çünkü örgütsüzdür. Çünkü biz onlara bilinç götüre-memişiz. Çok kökten de inkar etmiyorum ama yeterli değil diyorum. TAVIR : Sizin de belirttiğiniz gibi örgütsüz demek yanlıştır. Devrimci hareketin kitleleri tam anlamıyla motive ettiğini söylemek safdillilik olur diyoruz. Ancak kitleselleşmek için çalışmalar yapılıyor. Aydınlar da bu konuda halka sahip çıkmıyor. Gerekli tavrı almıyor. V.T. : Çünkü bu bilince kendileri de sahip değiller. Öyle olsaydı 12 Eylül'den sonra "herşey bitti" denmezdi. Son günlerde okuduğum bir yazı beni çok yaraladı. Dev-Yol davasından idamla yargılanan ve ülke dışına kaçan Taner Akçam'ın yazısında "Marksizmin öldüğü" iddia ediliy or. TAVIR : Demek ki toplumsal koşular hem inançlı insanlar yaratıyor hem de inancını yitiren... V.T.: Benim gibi Anadolu'dan gelmiş yatılı okumuş insanlar bir örgütten gelmedik. Biz Kemalist ideolojiyle yetiştik. Gönlümüz hep yoksuldan ezilmişten yana olduğu için Kemalizminde sola açık kapısından girdik, dişimizle tırnağımızla y oğrulduk. Bu seviyeye kendim geldim. Ve gördüm ki Kemalizm de kurtuluş yolu değildir. Kemalizmle bu ülke hiçbir yere varamaz. Şu da var ki bu kuşağı iyi tanıy orum. Ad vermeyi düzeysizlik olarak görüyorum onun için ad vermeyeceğim. Partilerdeki büy ük iktisatçı geçinenlere bile Kapitali okutamadım. Ben felsefeci olduğum halde 4-5 kez okuyorum oysa "büyük ekonomistler" okumuyorlar. İşte bu ülkenin meclisinde öyle ekonomi uzmanları var ki ya kıv ırtıyorlar ya da Lenin'i Stalin'i okudukları halde kıpırdanmıy orlar.
T A V I R 31
S Ö Y L E Ş İ
TAVIR : Kemalizm bizce bitti. Marksist solun üzerindeki olumsuz etkisi de v ardır.
kümeti döneminde sadece Tunceli v e Silopi'den iskan ettirildi. Diğer bölgeler doğal göç halindedir. TAVIR : Kürt ulusunun v arlığıV.T.: Olumsuz et- na inanıy ormusunuz? kileri oldu. BağımV.T. : Hay ır inanmıy orum. sızlıkçı y önüy le Türk ulusunun olduğuna inanDüny a Toplum Bilim mıy orum ki Kürt ulusu olsun. Tarihine katkısı Ancak Kürt halkının v arlığına v ardır. Bu y önüne inanıy orum. Herkes ulus olsa say gı duy uy orum. bu kötü durum olmazdı. Eğer kurtuluş saHalkların kaderini tay in hakkı v aşlarında emeği empery alizme karşıdır. T.C. değil sermayey i planlarsanız em- empery alist değildir. Biz söpery alizmin kucağı- mürgeci değiliz. Bunlar Markna düşersiniz. Lo- sizmi bilmeyen insanların laf ları. zan Antlaşmasını Kürt emekçisi ile Türk emekçisi imzalamay an tek arasında f ark y oktur. T.C. zaten T.C. burjuv azisi ülke ABDdir. T.C. bağımlıdır. Türklerden çok onun kucağına (lumpen) Kürtlerden oluşur. T.C. özerk düşmüştür. M.K. iy i bir liderdir. Saygındır. Bu haliyle olarak kültürünü geliştirmelidir. Uniter dev letin bağnazlığı içeriülkesini iyi görmedi. sinde o halkı kimsenin mutsuz TAVIR : Kürt halkına şov enist etmey e hakkı y oktur. Oradaki y aklaşma gibi bir olumsuz y önü insanlar üzerinde kültür baskısı daha v ar. Örneğin; Dersim olay ı v ardır. Sanırım 15 milyon Kürt v ar. v ardır orada v e asimilasy ona V.T. : Devletin resmi belgele- tabi tutuluyorlar. T.C. bu sorunu rinde katliam olduğu ortaya çı- çözerse demokratikleşecek, kıy or. Bu katliamda M.K. değil- ancak çözemiy or. Çünkü faşist se meclisteki burjuv azi v e Kürt geleneklere sahiptir. eşraf ının etkisi vardır. M.K.'nın TAVIR : Emperyalizm 12 Eylül hasta olmasından dolay ı insiy a- sonrasında Ortadoğuda Türk tif koy amıy or. ordusuna bir misyon yükledi v e TAVIR : Rejim olarak değer- temelleri de çok eski. lendirmek lazım. V.T. : Anap, iktidarından sonra V.T. : Rejimin ipleri M.K.'nin Çekiç Güç Silopi'de konuşelindedir. Bu hareket 1935'e landırıld ı. Bu Kemalist bir Türkirastlasaydı bu olay çıkmazdı. y e'nin geleneğine tümüy le ayM.K. Nahşeti Uluğ adındaki bir kırıdır. Bu açıkça gösteriyor ki sosy ologu oray a gönderir. M.K. Türk ordusu ABD'nin y önlenbu insanların neden eşkıy alık dirdiği bir ordudur. Ve İsra-il'den çok önem taşıy or. y aptığına dair inceleme yaptırı- daha Bağımsız Dev letler Topluluğu y or. Neden? Çünkü ilkel klan düzey inde bir topluluk, sadece da gündemde. İsrail o taraf ı hayvan beslemey i biliyorlar v e y önlendiremez ancak T.C. yönüretim sıf ır düzey de. Elbette ki lendirebilir. Demirel çok büy ük eşkiy alık yapacaklar. M.K.'ın güç kazandı. Öldürülen gazetesosy oloğa y azdırdığı "Derebey i cinin kasti öldürüldüğüne inanv e Dersim" kitabının uy gulan- mıy orum. Devlet kurşunu olduması isteniy or. Ancak Celal Ba- ğunu biliy orum. Newroz'dan doy ar meclise hakim olunca her- lay ı ABD T.C. 'y i kutluy or. Bence Demirel acımadan bu şey kötüye gidiyor. meselenin üzerine gidecek. TAVIR : 40'lı y ıllarda zorunlu Türkiy e'de meclis v ar, demokiskan yasası çıkarılıy or. Özellik- rasi v ar diy e halka deli gömleği le Kürt ulusuna yönelik. giy dirilecek. V.T. : Aslında iskan Osmanlı TAVIR : Türkiy e'de son 10 y ıldöneminden başladı. T.C. Hüda şiirin durumu nedir?
32 T A V I R
V.T. : Benim Türk şiiri üzerinde her zaman gözlemlerim olumlu olmuştur. Son on y ılda Türk şiiri çuv allamadı. İçlerinde Hilmi Y av uz'u büy ük görüy orum. Şimdi başka işlerle uğraşıy or. Şükrü Erbaş Türk Edebiy atında iy i bir y er alacak. Ama daha Cahit Külebi ustalığına v aramamış. Ahmet Erhan da iy idir. Ama y aşamında olumsuzluklar v ar. Y aşar Miraç'ın da dev rimci bir özü v ar. TAVIR : Tav ırdaki şiirleri okuy or musunuz? V.T. : Pırıltılar v ar. Gelişeceklerine inanıy orum, olumluyorum. T.C. her 25 senede bir üçdört şairi y akalayabiliy or. Şiirde toplumsal kavga y oksa sesini duy uramazsın. Şiirimiz 80'den az sonra sustu ama çökmedi. Ay rıca Nev zat Çelik gibileri de şair değildir. Bir de beni sevindiren diğer birşey 75 y aşına geldiği halde Cahit Külebi şiir yazıy or. Melih Cev det hala pırıl p ırıl şiirler y azabiliy or. Türkçe'nin şiir açısından üretken bir dil olduğunu da unutmay alım. TAVIR: Romanın olmamasını ney e day andırabiliriz? T.V. : Roman zordur. Araştırma, kurgu v b. çok şey gerekir. 12 Ey lül sonrası Türkiy e y anlış y önlendirildi. Türk Edebiy at dergileri çöktü. O dönem biz "Y azın" dergisini çıkarırdık. Çok sağlam bir çizgisi v ardı. Devrimci toplumcu gerçekliliğe uygundu. "Soy ut" iy iydi. Sanat Emeği v ardı. Sanat çizgisi çok sağlamdı. 12 Ey lül'le birlikte herşey çöküv erdi. Son-raları dev rimci edebiyat dergileri çöksün diye renkli-süslü hem Kemalist hem de sağcıları barındıran dergiler çıktı. Şiir gelişecek zaman bulamadı. Seks ön plana çıktı. Ondan sonra Pınar Kür aptallıkları, Mehmet Eroğlu soytarılıkları başladı. Beni umutlandıran Orhan Pamuk vardı o da saçmaladı. Düzen onu eğitti. Selim İleri dar kalıplarda seks bunalım. Roman toplumun y apısını, ekonomisini toplumun tarihini y eterli düzey de incelemeden yazılamaz.
YETER Ki İşte yazıyorum belkiki göğün bulutsuz maviliğinden bahsedeceğim uzun tarih kitaplarındaki upuzun yazılışlardan bir.sinema afişine takılan minicik düşleri imgeleri boğazlayan Kenyalı bir bebeğin gözleriyle beslediği sinekleri yazacağım... bir çarktaki çürük dişi dolduracak şiirim belki başka çarktan yeni bir diş koparacak o köy deki abdo çobana bir martının çığlığınca gülümse diyeceğim biliyorum yazarsam konuşacağım kendimi aşıp dallanacağım belki kanatacağım benliğimi özgür gözler dökecek kalemim yazacağım... kenetle kirpiklerini.
RAMAZAN ÖZBEK
T A V I R 33
DÜNYAYI MEMLEKETİMİ VE SENİ
SEVİYORUM Eser: Nazım HİKMET Oyunlaştıran ve Sahneye Koyan: Ortaköy Halk Sahnesi
azım Hikmet Tiy atro salonlarında. Kenterler, Dostlar Tiy atrosu, AST, Tiyatro Ayna, İzmir Sanat Tiy atrosu ve bazı amatör topluluklar bu sezon Nazım'ın oy unlarını, çoğunluklâröa onun eserlerinden düzenlenen oyunları sahneliyor. Şairin sanatı ve düşünceleri konusunda sürdürülen tartışmalar tiyatro sahnelerine de y ansıyor. Nazım'ı kendi düşünsel kulvarından saptırarak devletle buluşturmak için oyunun olanaklarını da kullanıyorlar. Şairi komünist kimliğinden soymak için eserlerini değişen dinamikler doğrultusunda y eniden y orumladıklarını ileri sürüyorlar.
Ancak sosyalistlerin Nazım'ı halk düşmanlarına terk etmeyeceği bir gerçek. "Olanaklarımızı, gücümüzü, omuz başlarımızı onlara terk etmeyeceğiz (Tav ır Dergisi Sayı 14)" Nazım'ın üzerine toprak atmalarına da, onu sisler arasında kaybetmele-
34 T A V I R
rine de izin vermeyeceğiz. Nazım Hikmet sosyalist kimliğinden soyundurula-maz. Yaşamı ve düşüncelerini ancak devrimciler anlayabilir, değerlendirip eleştirir, inancını yaşatabilir. Nazım Hikmet'in şiirlerinden, mektuplarından derlediğimiz "Dünyayı, Memleketimi ve Seni Seviyorum" adlı oy unu bu amaçla hazırladık. Nazım'ı mücadele insanlarıyla yaşatıyor, "mücadele" kimliğiyle sahneliy oruz.
cak yeni bir rüzgâr yelkenleri şişiriy or: "Y ıldız poyrazdır esen. Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır, taş çatlasa batacak." Sokaklarını, dağlarını alevli bir parıltının sardığı bu topraklarda nice sevinçler yaratacağız, insana has nice değerler... Onlardan bir kesit bu oyun. Mücadele insanlarının dünyaya, memleketlerine, insanlarına ve birbirlerine İnsanların içindeyim seviy orum insanları
"Dünyayı, Memleketimi ve Seni Sev iyorum" iki kişilik bir oyun. İki dev rimci, biri erkek, biri kadın... Erkek tutsak, mücadeley i demir kapıların, taş duv arların arkasında sürdürüyor. Kadın dağları, ovaları, meydan yerlerini, sokakları sulayan o ırmağın içinde. Yaşadığımız dönemi, günümüzü anlatıyoruz. İnançsızlık dalgasının dünyay ı kapladığını sanıyorlar. An-
hareketi seviy orum düşünceyiseviyorum kavgamıseviy orum sen kavgamın içinde bir insansın sevgilim seni seviy orum
duy duğu aşkı anlatmak istiyoruz. Sosyalistlerin aşkını... Bugüne, yarına ve geleceğe ilişkin söyleyecek ne çok sözümüz varmış meğer... İstiyoruz ki sahne hareketli olsun; sözlerin büyüsüyle buluşsun. Sahne, dekor, müzik, efektler v b. y eni v e
etkili olsun. Sahne ve oyunculuk seyirciyi çeksin; seyirci müthiş bir sevdanın sihrine kapılmasın, o müthiş sevdanın coşkusuyla sarsılsın. Nazım'ın en çok eleştirdiğimiz konulardan biridir "sevda". Düşünceleri, duyguları değil ama y aşadıkları. Buna karşın bir sevda adamı o, bir kavga adamı. Bizim, ansevdalınız komünisttir on yıldan beri hapistir ... ....... ... yüreği delinip batmadan şarkısı tükenip bitmeden cennetini kaybetmeden yatar Bursa kalesinde cak bizim nabzımızda yaşayabilir, yaşıyor. "Mücadele insanı".........hayatın devam lılığının adı bu. Y a mücadele sırasında tutsak düşmüş dev rimcilerin eşleri. Tutuklu erkek, tutuklu kadın... Tutuklanma gem vurabilir mi sevdamıza? Na-sıl dışarda şahlanan atlar gibiyse, içerde de öyle. Kadın v e erkek her yerde, her şeyde hep beraber, coşkun bir duygu seliyle sulayarak, sarsarak gönüllerimizi. Oy unumuz Nazım'ı anlatma kaygısı taşımıy or. Bir sosyalist kişiliği oynuyoruz. Nazım" dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa sen içerde ürpermelisin" diyen bir tutsak. Oy unun ilk sözcüğünden son sözcüğüne dek bunu unutmadık. Bu duyguyu hep canlı tuttuk. Bu duygu oyunumuzu her zaman güncel kılacak;o gerçekçi aşk bu oy unu her zaman güncel kılacak. Oy unumuzu birbirlerine ve kavgamıza "hudutsuz derecede" sevdalı beraberliklere ithaf ediyoruz. T
T A V I R 35
Y S'nin ana tüzüğü, geçimini y azarak sağlayanları y azar olarak tanımlıyor. Ancak ben yazarı, söyley ecek sözü olan diye düşünmüşümdür. Y azarak geçimini sağlayan yazarlarımızın y ok denecek kadar azaldığı günümüzde, yazarlar bir başka işte çalışmak zorunda kalıyor. Bunun olumlu-
YAZAR VE TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI H a y a t i A Zİ M
lukları v e olumsuzlukları ay rı bir konu olmakla birlikte, yazarın sınıfsal konumunu daha çok ikinci işi belirliy or. Yazarın sınıfsal konumu onun . örgütlenme karmaşasını da beraberinde getiriyor. Yazar kendini sınıf sal konumda nereye yakın hissediyorsa o doğrultudaki örgütlenmenin içinde yer alabilir elbet. Bununla birlikte yazınla ilgili sorunları için ikinci bir örgütlülük gerekiyor. Sanatın bireysel bir üretim olması, y azarın örgütlü olmasını da güçlendiriyor. Genç yazarlar için ilk kitabını çıkarabilmek çoğu kez bir şans. Telif hakkı olarak eline tutuşturulan birkaç kitap, telif hakkından çok sanki bir lütuf. Bu durum sadece genç yazarlarla da sınırlı değil üstelik. Kitabın girdilerini yazara karşılatan yayınevleriyse ayrı bir acı.
36 T A V I R
Y azarın çok, okuyanın az olduğu ülkemizde; kendi kendiyle yarışması, daha iyiyi üretmesi gereken yazar, kendisini başkalarıy la y arışma konumunda hissettiğinde, ya küçük çıkar grupları oluşturmakta ya da ona buna çamur atma yarışına girmekte. Y azarlar Bab-ı Ali dükalığının sömürü ağı v e çürümüşlüğü içinde eriy ip giderken, amacını "yazarlığın hukuki, sosy al, kültürel, ekonomik temel hak v e özgürlüklerini korumak,saptamak ve geliştirmek; tam bir söz ve yazı özgürlüğünün gerçekleşti rilmesi ve korunması için her türlü yasal mücadeleyi yürütmek" diye belirleyen TYS ne yapıyor? Bir kenarda ucuz emek gücü olarak bekleyen işsizler ordusu karşısında emekçi sendikaların bile çözümsüzlüğe düştüğü günümüzde, sendikadan çok kulüp anlay ışındaki TY S, üyelerinin haklarını savunması bir y ana, söy leyecek sözüm var diyen genç yazarlara kapısını kapatarak; sizin yazmanıza gerek yok, biz sizin yerinize düşünür ve yazarız mı demek istiyor? Y oksa yönetim koltuklarında oturanlar, yeni üyelerle birlikte TYS'nin kulüp anlayışının biraz olsun değişebileceği, bu arada kendi koltuklarının da sarsılabileceği endişesini mi duyuyorlar?
TY S'nin etkinlikerinde de kulüp anlay ışını gözlemlemek mümkün. Kitlelerle bağ kurulmamış, "ustalara sayg"ı için üç beş kişi ancak gelmiş, Demir-
taş çalar, Oktay oy narmış ne gam! Ustalara saygı toplantısı yapıldı mı, yapıldı. Dostlar alışv erişte görsün... TY S'nin ekonomik istemlerini ise kısaca şöyle özetlemek olası: Y ayın girdileri devletçe desteklenmeli, ivedilikle ucuzlatılmalı, yay ınevlerine belirli koşullarda % 50 daha ucuz kâğıt verilmeli, kitap fiyatları içindeki KDV kaldırılmalı, kitap ve dergi paketleri için PTT ücretlerinde en az % 50 indirim sağlanmalı, yay ıncılık ve kitapçılıkta gelir v ergisi oranlarında indirimler sağlanmalı, kitaplıkların arttırılması ve telif kitaplarının tümünün bütün kitaplıklara alınması. Bunun y anında sarı basın kartı için de Kültür Bakanı Fikri Sağlar'dan sözlü istemleri var. Bu istemlerle birlikte amacın, "resmi yazar", "resmi edebiyat" y aratmak olmadığı vurgulanıyor. Bütün bunlar olumlu istemler ancak, hak alma bilinciy le istenirse. Aksi halde TY S ve onun paralelinde y azarlar sistemin stepnesi konumuna gelmez mi? Parayı v eren düdüğü üfler. Güneydoğuda iç savaş çanları çalarken, Zonguldak Madenleri yüzlerce işçiye mezar olurken, Kabataş Setüstü'nden boğazı seyretmek güzel (!) birşey olsa gerek!? İnsan düşünmeden edemiyor, TY S gerçekten Türkiye'de mi diye. Bütün bunlar sistemin stepnesi olmanın mantığı olmasın sakın? Y aşamın dinamiği içnde Pir Sultan'ı, Nazım'ı, Y ılmaz Gü-neyy'i, Env er Gökçe'yi, Hasan Hüseyin'i, Ahmed Arif'i doğuran halk, sistemin stepnesi değil, alternatifi dergiler ve örgütlenmelerle daha nice yazarı ve şairi doğuracaktır. Y azarlık sorumluluğunun bilincinde, onurunu koruyabilen kalemlere Merhaba!...
HABE R Y OR U M
ısa metrajlı f ilm alanında çalışan yeni insanların v e diğer çalışanların ürünlerini geçtiğimiz günlerde gördük. İF-SAK 4.Uluslararası kısa film günlerinde, güzel, iy i niy etli ve umut verici çalışmaların varlığı bizleri mutlu etti. Geçtiğimiz y ılların sakat mantığını bırakan bir jüri anlay ışını gördük. "Ödüle değer y apıt y ok" yanılgısı nihayet bu y ıl yaşanılmadı. Yarışmalarda bir jüri oluşturuyor. «Jüri üyeleri kendilerini ne bazla yetkili kıldılarsa, o y ıl hiç bir yapı ve yaratıcısını ödüle layık görmüyordu. Y ıllardır bu konuda ısrarlı bir tutumu-
A kir a Kur o saw a
Y O R U M
FİLMLE DÜNYA
DÜNYAMIZDA SİNEMA A hm et
Y ÜZÜAK
muz olmuştur. Her y ıl domates üretir. O yılın rekoltesinde hangi domates diğerlerinden daha vasıf lı ise O YILIN en iyi ürünü ünv anını alır. Tüm zamanların en iy i filminin seçimi yapılmıyor. Büy ük özv eriyle üretilmiş,
alınteri, göz nuru sinema ürünlerinin teşviki yapılıyor. Hem de filme yapılan harcamaların asla geri gelmeyeceği gözönüne alınırsa, y apımcısını cesaretlendirmek için ödül verilir. Verilmelidir. Bu yıl ki İFSAK jü-
TAVIR 37
HABE R
Y O R U M
risini kutluy oruz. Geçmişteki jürilerin y apısının ne kadar geri olduğu bu v esile ile gündeme gelmiş oluyor. Tarih silgi kullanmaz. 1992 Ankara film f estivali jürisinide de bu y ıl ÖDÜLE DEĞER BULMAMA komikliği y aşandı. Sinemamızın radikal kurum v e kişilerinin tepkisine neden olan bu zihniy etin perde arkasının gericilik ve cahillik olduğu da gün gibi aşikardır. Bundan Böy le sinsi gericilerin egemenlik kurmay a çalıştıkları hiç bir jüri artık 'açıkça' y ol alamay acaklardır. Deşifre olmuşlardır. Olacaklardır da. 4. İFSAK y arışmasında, Mustaf a Altınoklar'ın "Ay ak Sesleri" isimli y apıtı sinema'da en iyi f ilm ödülünü aldı. Video'da "sıf ır" isimli filmiyle Füsun Kay ay birinciliği sağladı. Oktay Güzeloğlu'nun "İnsan" isimli bir çalışması dikkatleri üstünde topladı. Ay rıca, Gecenin Tılsımı, Mat, Ot, Zifaf Doğrular ve Naklen Y ay ın Arabaları, Sinemay a Sev giyle, Beni Aşk Y üceltir, İnsan olan İnsanlığa, Mıssıng, Fare, Gece Çıplak Hücre, Fare Kapanı, Y ön isimli çalışmaların y anısıra Nur Akalın'ın 3. Mustaf a Altıoklar'ın 4. f ilmini izledik. Şenliğe bu y ıl; İspany a, Japony a, Macaristan, Fransa, İsv eç, İsv içre,İngiltere, Hollanda, Almany a ve Av usturya kısa günlerinin katılmış olması f ilm günlerinin tam bir coşku ile y apılmasını sağladı. Y abancı ülkelerden katılan, EFSANE VE ÖPÜCÜK (Fransız) f ilmleriyle AY LİN (İsv içre) f ilmi oldukça düzey li v e ev renselliği y akalamış çağdaş yapıtlar olarak dikkatleri üstünde topladı. Ancak, f estival sırasında izlediğimiz, kaşarlanmış Amerikancı şımarık tiplerin f ilmlerinden de tiksinti duyduk. Jeneriklerini bile İngilizce y azan bu güruha söy lenecek çok şey v ar. Zor şartlarda f ilm y apan sinemacılarımıza say gı duymamak elde değil. Lakin illa özentide v e y amama da ısrar, buna ev et demek mümkün değil. Hele ülkemiz y oksulluğun ba-
38 T A V I R
taklığında iken, temel hak v e özgürlükler konusunda ortaçağ karanlığında y ol alırken, böylesi bir tutum hiç onay lanmay acak bir lükstür. Bireyselliği göklere çıkartan, benim filmim, benim müziğim, ben oynadım, v b eğilimleriy le kendini tatmin filmi y aparak oyun oynuy orlar. Y abancı ulusların dillerinde kaf a göz çıkartarak senary o y azanlara ancak gülünç ünv anı v erilebilir. Önce bu ülkenin insanı gibi düşünerek, duy arak, y azılar. Sonra ev rensel boy uta ulaşılabilir. Temel ilkey i atlamak mümkün müdür? EFSANE VE AY İN isimli iki çalışma ne kadar güzel v e somut bir örnek olarak bu sav ı realize ediy ordu. Şu iy i bilinmelidir ki; AMAÇ NE PAHASINA OLURSA OLSUN BİR FİLM Y APMAK DEĞİLDİR.Amaç, ne için, kime v e nasıl götürüleceğini bilerek f ilm yapmaktır. Bencil duy gularla, 5-10 kişilik "kah, kidi, koh" gruplarıy la ve sey irci ile dalga geçerek aslında kendi hiçliklerini ispatlama eylemi=film y apmay ı (!) ciddiy e almamak gereklidir. Biz de ciddiy e almıy oruz. Y alnız, TEŞHİS VE TEŞHİR HAKKIMIZI KULLANIY ORUZ.
müzik grupları, anlı şanlı bir sinema adamımız, Arkadaş f ilminin müziği, vb. 1992 Nisan'ı bizlere kimlerin nerelerde olduğunun eşsiz bir örneğini y aşatıy or. Düny a dönüyor. 70 y ıllık T.C.'de çelişkiler Sinema Günleri’ne gelen insan y üzlerini ve tav ırlarını etkiliy or.Y oksulluk y ol alıy or.Çorak insanlarda İslami eğitim artıy or.Kafa y oksulluğu artıy or. Oruç tutanların sayısı kabarıyor, adil düzen savı ile hareket eden radikal islamcıların sol cenahın mevzilerine doğru hızla yol aldıklarını görüyoruz. Barlarda, oradoks solculara, radikal sav aşımcılara bıy ık büken y eni ay dınımsı tipler,günü birlik zev klerin entrikalarıy la sarmaş dolaşlar. Ne doğuda Kürdistan olgusu, ne 'de ülkedeki day anılmaz boy utlu sömürü, ne düny a geneli, onları ilgilendiriy or. Sinema günleri’ni yaşıy orlar. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ
3. Düny a ülkelerinin sesi soluğu f ilmleri izley enlerin say ısı bir av uç insanı aşmıy or, f rigolar Buna benzer bir örneği de Bergman f ilmleri dolup taşıy or. uzun metrajda gördük. Korkak, Üçüncü kez görenler, TV4’te her pısırık, seksin ve cinselliğin ne ay bir tanesi oy nayan bu olduğunu bilmey en Robert Kolej f ilmlerigörmede yarışıy orlar. hay ranı, Robertler arasında “Alias’la Gringa” (Peru-Kübay aşamış, döl v ermiş, f ikrindeki İspany a-İngiltere Y apımı)isimli Robert'i tapılacak kadar güçlü, önemli bir f ilmi ne yazık ki 30-40 süper, her şey e kadir biri olarak kişi izliy or.Filmde Peru adlandıran bir f ilmi izledik.. cezaev lerindeki dev remci Gördük ki Y ılmaz Güney'in ke- tutsakların ülkemize mikleri sızlıy or. Asistanlarından benzercezaev i direnişleri birisi v e mesai arkadaşı, İstan- izleniy or. bul'da son tango diy e isimlen"Arkadaşımın ev i Nerede?" dirdikleri bir f ilmi y apmışlar. Ve (İran,y önetmen: Abbas de bu y olla uluslararası olmuşlar Kiarostami)isimli film çocuk (!) Filmde; düny asının dürüst ilişkilerini Marjinallik aşkına, ülkemiz in- İran’ın y oksulluk atmosferindi sanıy la fazla ilgisi olmay an bir ülkesinde zor gösterime girecek oy uncu var. USA bay rağını çı- şekilde anlatıy or. kartana itiraz ediy or. Tıpkı y aşPier Paolo Passolini komünizm landıkça dindarlığa daha f azla v e cinsellik gözlüğünü takarak sarılan f ahişeler gibi. Daha neler f ilmlerini çeken öldürülen bir v ar neler. İthal eşcinseller, İtaly an yönetmeni ilk kez Holding patronunun f inans- sansürsüz yapıtları izleniyor. manlığı, ithal espriler, ABD VVerner Herzog, "Tanrı'nın müziğine y amanmay a çalışan Gazabında", sömürgeciliğe v e
H AB E R
YO R U M
insanın üzerine ö zgürlük bir f ilm "Özgürlük Sineması'ndan "Sinema salonlarında ve TV gaspı uy gulama isteğine kanallarında tüm ulusların filmKaçış" bu filmi izlemek istiyorsanız, Şamar atıyor. Seçkin "Kahire'nin Mor Gülü"ne gidin. lerini görmek hakkımızdır." görüntüleriy le hikay esini Bu talebin gözardı edilmesi, Böylece kötü bir taklidini izlemek tıkır tıkır işliy or. "İkarus'un ıstırabından kurtulur, kaba bir anti- sav saklanmasıSUÇTUR. İ'si," Henri Verneul'in bu sosy alizm rezilliğini izlememiş Unutulmamalıdır ki, bu insanlık güzel y apıtıy la politik sinesuçunu işley enlerden elbet bir olursunuz. manın olmazsa olmaz gün hesap sorulur. Hele bir de Bulgar filmi var ki v arlığı y eniden göz önüne Akira Kurosawa, 4 filmiyle ev lere şenlik. "Sessizlik" ismini seriliy or. taşıy an f ilm, kötü sosy alistlerin (!) Japon ulusunun y aşamını, tariSinemanın gücü bu film y erine geçecek tipleri bize lanse hini sorgulay an, kendi üslubuy la say esinde y eniden göz ediy or. Durmadan dağda bay ırda olay ları deşen bir güneş olarak önüne serili y or. gezen,içen, hep haksızlığa uğray an f estivalde yer aldı. Toplumumuzda "Demokbu masum, lümpen insanların Bir belgesel, siyasal sinema rasi, Demokrasi" diy e sanatları, işleri güçleri bu alana ürünü, "Hem de tam zamanlagırtlak y ırtanlara "Ne tip v e kay mış kötü marksist y öneticileri may la" izledik. kimlerin icazetiyle?" önleniy or. O da faşizmin kartlallarını Harlan Country, USA-Y ön: sorusunu defalarca çağırıştıran y apıtını bir dağın Barbara Kopple sorduracak bir çalışma. tepesine monte ediy or. İŞTE SlZE Ve… Bir gün… ÖZGÜRLÜK? İşte özgürlük DİKKAT; USA, JVK Proletery anın bir kesimi… sav unucuları. Filmin tekni-ği berbat, aslında bu f ilmin 13 y ıl Dipten gelen bir dalgayla... mantık hataları had sonra y apılmış bir taklidi. Kömür madeni işçileri AmeriTAKLİTLERDEN SAKININIZ? KANIT: Jocelyne Moor Hou4. u l u s l a r a r a s ı saf hada.Konu büse isimli Avustraly a'lı bir q u a t r İ m e s j o u r n e es tünlüğü, dramatik y önetmenin çalışması. i s tan b u l kısa film. y apı tam bir ilkokul Kör bir insan durmadan f o- müsameresi boy uinternationales d u " c o u r t - m e t r a g e " toğraf çeker v e annesine tunda HAYDİ ANTİ g ü n le r i 2-7 mart daha sonra da y akın SOSY ALİSTLER arkadaşına bunları anlatarak 19 almanya, av usturya, fransa, hollanda, GÖREV BAŞINA (!) ingiltere, ispanya, isv eç, isv içre, j aponya, güv enli bir dünyay a doğru Y eni ürünlerinizi macaristan, türkiye "ivmeli"y ol almay a çalışır. bekliy oruz. İhaneti affetmez. Güv eni hep 92 FESTİVALE DEarar. Dünyamızın değişik VAMLA... y örelerindeki ay nı dili, rengi, Firlandiy a'nın sesi v e dileği y aşayan dostların bir ev rensel mesajını izledik. temsilcisi bir ürün Keşke daha çok Av ustralya, olan, "Zombi Ve Kongo, Alaska, Peru çalışma- Hay alet Tren" v e y önetmeni M. larını gündeme getirecek Kaurismaki bizlere kültür politikamız olsa... Sav aşımımızın bu boy utunu Fin v e Türkiy e halkhiç ihmal et-meden larının ortak y aşam zincirlerini gösterdi. sürdüreceğiz. Talebimiz tüm Sahi iki ülkenin indüny a insanlarının talebidir. "HAYDİ ANTİ-KOMÜNİST sanlarının ne kadar FİLMLER Y APIN" MODASIN- çok ortak y önleri v ar. DAN Y a… Sırp-Hırv at Empery alizmin korku rüyasıdüny asının emek v e dır Marksizm, Sosy alizm. sev gi kokan filmi Vatikan'ın da, ClA'nın da, "Kadınlı Manzara". MOS-SAD'ın da v e diğer irili Y önetmen: İvica uf aklı, Bizans entrikacıları Matic. Bu film, düny a 13. ifsak ulusal kısa film yarışması f r a n s ı z ekibinin de karabasanıdır. O uluslarının bitmez halde, y ıllarca sistematik tükenmez kül- k ül t ür merkezi s a lo nu saldırı, sav aşımda yol alarak saat 15:30'dan itibaren "(giriş serbest ) türlerinin bir y ansıgörece zaf er kazanıldı y a, ması. Bu film vesileŞimdi moda eğilim eski siy le Türkiy e kasosy alist ülkelerde antimuoy una bir talebimarksist f ilmler y apmak ve bu mizi y ineliy oruz. T A V I R 39 y olla da MUTEBER SANATÇI olmak. Başta Polonyalılar bu işin isterikli gönüllüleri olarak y er alıy orlar. Şablon olarak yola çıktığı taklitte de "en kötü" ünvanını alan
H A B E R
Y O R U M
ka'da sendikalaşınca patron cenahı köpürüv erir. GREV. Hollyvvood'un görmezlikten gelmey i klasikleştirdiği bir düny ay ı "PROLETARY A'y ı" gündeme getiriv erir. Şimşekler, tecritler, küçümsemelere rağmen başarılı v e cesaretli bir çalışmay ı TÜRKİY E'ye bile taşımay ı bilmiştir. Bravo Barbara Kopple... İkinci bir çalışması oldu bittiyle v e tam zamanlamay la "iptal" ediliv erdi. Brav o f estival y öneticilerine... Ne olur, ne olmaz! Her şey tam kıv amında giderken, siy asi, politik, belgesel hem de ABD'de işçi sınıf ı sav aşımını anlatan bir f ilm bu mazlum, iy i niy etli hatta v e hatta terörist olmay an sey irciye aktarılır mı? "Amerikan Rüy ası" isimli 2. Barbara Kopple çalışması gösterime sokulmay ıverdi. Film, ABD'de Austin Fabrikası'ndaki işçi sınıf ının DİRENİŞİ'ni verirken, ABD rüy asının balonuna bir iğne sokup patlatıv eriyor. Bu belgeseller çok tehlikeli çok. Hem BORUSAN Holding'in parasıy la gelir. Hem de empery alizm aley htarı olsun, OLMAZ... OLMAZ... Kapalı kapılar ardında her şey olur, f ilm ne kadar ABD'li olursa olsun, Y ASAK Y ASAKTIR v esselam. Ey sev gili sinemaseverler, kamuoy u; basının v e şakşakçı y azarların "görmey in, duymay ın, söy lemeyin, sakın ola sakın y azmay ın" ilkesini çiğneyen bir duy uruları v eya haberleri, y orumları oldu da görmedik mi? DANİ LEVY , Berlin'in bu sevimli, genç y önetmeni sinemanın görsel ziy af eti v e anlatımda konu alışını dinamik tutarak, "sürrealist beğeni" y önüne çekilmey e çalışılan sey ircilere f arklı v e key ifli bir boy utu gösteriy or. İyi bir sinema dili v e güzel konularıy la "Ben Merih'teyken", "Bu Gün Bana, Y arın Sana" gibi f ilmlerini izledik. Lars Von Trier 3 f ilmiy le festiv aldeydi. "Av rupa" isimli y apıtının teknik y apısı, akademik olarak tüm sinema üreticisi ve tüketicisi taraf ından doğrusu incelemey e değer durumda.
40 T A V I R
"ŞARKÜTERİ" isimli Fransız f ilmi, oldukça farklı v e fantastik bir çalışma örneği olarak adından çok sözettirdi. Dürüst bir anlay ışın, SOVY ETLERDEKİ ÇÖZÜLMENİNMARKSİZMİN v e ülkesinin insanlarının aktüel durumunu, 1991 y ılı içinde v e de MOSKOVA'da sorgulay an bir filmden söz edeceğim. "Vaadedilmiş Cennet" y önetmeni Eldar Rasanov 'u, duy arlı bir kalp olarak görüy oruz. TÜRKİYE SİNEMASI Muhsin Ertuğrul ürünü 3 f ilm, "sinema eğitimi" v e geçmişe, gelecek için bakışta mutlaka görülmesi gereken isabetli gösteri seçimleriy di. "Bataklı Damın Kızı Aysel" Bir Millet Uyanıy or v e Şehv et Kurbanı... Y arışma f ilmleri tanıtımı, önceleri ANAP ve İnanoğlu uzantılarınca y apılmaya başlandı. Tepki görünce "nitelikleri" kendilerince taktir edilen" bu güruh hemen geleneksel kay pak tav ırla siniverdiler. "Raziy e" iyi bir çalışma. Y . Kurçenli gitgide olgunlaşan sinemasıy la "kaypak olmayan, hav anda su dövmey en" bir y önetmen. Gönül, eksik planlarının da tamamlandığı bir f ilmi istiy or. "Suy un Öte Y anı" nihay et "uzlaşmay an, sınıf çelişkilerinin, hay atın day attığı olguların gündeme geldiği -bir çalışma. Bu f ilm, siy asi v e politik sinemadan kaçırılmay a çalışılan, reklamcılığı bir şey sanan, sürrealizmi y ücelten bir kesime cev aptır. Ev et, dünyamızın tüm uluslarının, bu arada Türkiy eY unanistan halklarının marksistlerinin duy arlı insanlarının y aşamlarındaki ortak bir çizgiy i görmemek elde değil... Ve İrf an Tözüm "Dev lerin Ölümü" ile Ersin Pertan "Kurt Kanunu" ile Işıl Özgentürk "Seni Sev iyorum Rosa" ile Ö. Kav ur "Gizli Y üz", T. Başaran "Uzun İnce Bir Y ol" ile, E. Ayça "Soğuktu Ve Y ağmur Çiseliy ordu" O. Aksoy "Hasan Boğuldu", M. Gülgen "Tatar Ra-
mazan" ile f estiv aldeydi. Y. Özkan "Ateş Üstünde Y ürümek" f ilmiyle f estivaldey di. İşin garip bir yanı da ülkemizin acınılacak tablosunun sinemada kendini göstermesiy di. "BİZ TÜRKİY E İNSANLARI, Kendi ülkemizin f imlerini, Peru'nun, Av ustralya'nın, Finlandiy a'nın ürünleri gibi senede bir kez v e 15 günlük f estiv al çerçev esinde ancak görebiliy oruz. SALONLARIMIZIN İŞGALİ SÜRÜY OR KÜLTÜRÜMÜZ İPOTEKLİ. Bu sonuçtan dolay ı sağ iktidarlara, 12 Eylül'ün kef ilci generallerine v e MİLLİY ETÇİİSLAMCI sağcılara Bravo. Festivalde uluslararası ödülü "Telin Ucundaki Y aşam" kazandı. Y önetmeni Chen Kaige kendi halkını v e "ÇİN"İ" başarıy la anlattığı y apıtı görmelerini halkımıza salık v eriyorum. "Gizli Y üz" Türkiy e sinemasına v erilen ödülü kazandı. Festival çerçevesinde düzenlenen bir toplantıdan da kısaca bahsederek yazımızı kapatıy oruz. Dev let-sinema ilişkilerinin tanıtıldığı AKM toplantısında tamı tamına 23 kişi vardı. Dav etli konuklar kültürümüzün korunması ve geliştirilmesinin ne kadar can yakıcı olduğunu kendi öz deney lerine dayanarak anlattılar. ABD kültür y ay ılmacılığına karşı ortak tav ır almada kararlılıklarını belirttiler. Kültürümüzün y aşaması, biz insanlık içinde hay ati önem taşımaktadır denildi. Alman konuğa soru soran bir ay dınımızın (!) tav rı salondaki bizler kadar konuklarımızı da şaşkınlığa uğrattı. Sorusunu İngilizce soruyordu. Ve Alman konuğa soruy ordu. Biz izley iciler ise TÜRKİY E'DEN v e kültürümüzün y aşaması için asgari müşterekler peşinde idik. Tepki doğdu, geri adım attırıldı. Kültürümüzü koruy acak olan işçi sınıf ı onun gelişmesi içinde olmazsa olmaz tav rını kararlı olarak sürdürmeye dev am etmektedir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
HAB ER
YO R U M
Ankara Uluslararası Film Festivali 28 Şubat - 8 Mart tarihleri arasında gerçekleşti. Festivali Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı düzenledi. Ankara U.F.F.'nin ilki 1988 tarihinde yapılmıştı. Bundan sonraki süreçte 1989-90 yıllarında yapıldı. 1991 yılında körfez krizi seçim ve festival yürütme kurulunun belirttiği üzere parasızlık sonucu gerçekleştirilememişti. 4. A.U.F.F. bünyesinde; açılış filmi "Robert's Movie". Uzun metrajlı film yarışması bölümünde 16 yerli film gösterildi. Festivalin kısa film ve belgesel yarışması ise; video dalı, 1635 mm. dalı, canlandırma dalı ve belgesel dalında yapıldı. Festivalin diğer etkinlikleri arasında Türk sinema tarihinden en iyi 10 Türk filmi gösteriminde : Adı Vasfiye, Anayurt Oteli, Gelin, Hakkari'de Bir Mevsim, Muhsin Bey, Susuz Yaz, Sürü, Uçurtmayı Vurmasınlar, Umut filmleri vardı. Bu filmler, festival yönetimince, 02.07.1990 ve 02.11.1990 tarihleri arasında düzenlenen bütün zamanların en iyi 10 Türk filminin saptanması istenen,
4. ANKARA ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ (içlerinde sinema ile ilgili kişi ve kuruluşların da yer aldığı) anket sonucunda belirlenmiştir. Bu filmlerin arasında Yılmaz Güney'in yasaklı filmi "YOL" da vardı. Fakat festival yönetiminden öğrendiğimize göre halen kuruluş çalışmaları süren Yılmaz Güney vakfı yetkililerinin isteği üzerine gösterilemediğini anladık. Y. Güney'in yasaklar ve engellemeler yüzünden (Türkiye'de) yıllarca gösterilmemiş olan "Sürü" filmi için özel bir gösteri yapıldı. Bununda nedenini festival yürütme kurulu başkanı M.Tali Öngören şöyle açıklıyor: "Filmin şimdiye kadar yasaklı olmasının yanı sıra anket sonucunda 10 film içinde en çok oyu alan
film de Sürü oldu. Hem bu noktadan hareket ederek hem de Sürü'"de oynamış bazı sanatçıları Ankara'da sizlerin huzuruna getirebilmekti." Dünya Sinemalarından Örnekler'in gösterimlerinde İngiltere, İtalya, Macaristan, Rusya, Fransa, ABD, Almanya, Japonya, Çin, Yunanistan, Hollanda sinemalarından filmler gösterildi. Bu filmlerden bizim dikkatimizi çeken izleyebildiğimiz ve genel olarak izleyicilerin de ilgisini çeken İtalyan siyasal sinemasından Elio P etri'nin İşçi Sınıfı Cennete Gider ve diğer İtalyan-yönetmenlerin Sacco ve Vanzetti vd. filmleri. Bunlann yanı sıra ilgi gören İngiliz yönetmen Lındsay Ender-
T A V I R 41
HA BER
Y OR U M
4.
AN KA RA U LU S LA RA RASI F İ M F E ST İV AL İ
son'un 68 kuşağını anlatan "Eğer", Fransız yönetmen François Truffaut toplu gösteri-sindeki Son Metro (1942 işgal altındaki P aris'te geçer), 400 Darbe filmleri ve yine Fransız filmi Avantacılar, Çin filmi Sarı Nehrin Türküsü ilgi gören filmler arasında görülebilir. Festival süresince gösterilen yabancı filmlerin sansürsüz olması bir olumluluk olmakla birlikte organizasyon eksikliğinden kaynaklı filmlerin çevirilerinin çok kötü olması ve bazı teknik hataları belirtmek gerekiyor. Bu yüzden filmlerdeki diyalogların çevrilememesi (doğru ve yeterli olarak) filmleri anlaşılmaz hale getirebiliyordu. Umarız bu tür aksaklıklarla, özensizliklerle bir daha karşılaşmayız. Festivalin diğer etkinlikleri arasında Dünya Kısa Filmlerinden örnekler, sergiler, açık oturum ve söyleşiler yapıldı. 7 Mart'ta bazı sinema sanatçılarının da katıldığı Yüksel Caddesinde (Kızılay) yürüyüş düzenlendi. Söyleşilerin bazıları yoğun ilgi çekti. Siyasal nedenlerden dolayı yıllardır yurt dışında yaşamak zorunda kalmış ve Sürü filminde oynamış olan sa-
SACCO VE VANZETTİ
42 T A V I R
natçılar Melike Demirağ, Tuncel Kurtiz'le yapılan söyleşiye kalabalık bir izleyici topluluğu katıldı. Sanatçılar Türkiye'nin şu anki toplumsal ve siyasal yapısına ilişkin" bazı sorulara çekinceli davranıp muğlak yanıtlar verdiler. Ama bunun yanı sıra Tuncel Kurtiz'in sinema ve oyunculuk hakkında söyledikleri dikkate değerdi. "En İyi 10 Türk filmi yönetmenleri açısından sinemamız" konulu açık oturum izleyiciler-tarafından belli bir ilgi oluşturulmasına (salon doluydu) rağmen açık oturuma katılacak olan film yönetmenlerinin (ilgisizliği) gelmemeleri sonucunda yapılamadı. Sanırız yönetmenlerin izleyici ile iletişim kurmalarının hiç bir önemi yoktu! Festival yönetim kurulunun eleştirileri dinleyip yanıtladığı söyleşide ise organizasyon eksikliklerinin kendilerini aşan bazı teknik nedenlerden kaynaklandığını belirttiler. Ayrıca kısa film yarışmasına ilişkin sorunlar tartışıldı. Festivali yürüten insanların ücret karşılığı çalışmadıklarını dile getirdiler. Aksaklıkların nedenlerinin de belli ölçülerde buna bağlı olduğu söylendi.
DÜNYA | SİNEMASINDAN ÖRNEKLER İtalyan Politik Sin eması Festivalde İtalyan politik sinemasının öne çıkan isimlerinden Elio P etri'nin iki filmi gösterildi. İlk önce Elio P etri'yi ilişkin festival yönetimince hazırlanan katalogdan biraz bilgi aktaralım: Elio P etri İtalyan politik sinemasının özellikle 70'li yıllarla birlikte parlayan ve toplumsal gerçeği özünden yakalayan yapıtlarıyla İtalya'yı İtalya yapan sosyal değişimleri ortaya koyan bir görsel yaratıcı... Do-ğum yeri 1929'un Roma'sı (ölüm, 10 Kasım 1982) Roma Universitesi'nden mezun olduğunda 1949'dan beri yazdığı L'Unita'nın en tanınan yazarlarından biriydi. Kominizm yanlısı günlük bir yayın olan L'Unita için yazdığı film eleştirileri P etri'nin gelecekteki sinema yaşamını karakteristik çizgilerini belirledi. P etri o yıllarda ilgisini
HA B E R Y OR U M
4. ANKARA ULUSLARARASI FİM FESTİVALİ İŞÇİ S I N I FI C E N N E T E G İ DE R
dökümanter sinema üzerinde yoğunlaştıran amatör bir yönetmendi (Sf. 94) ... ve 70'li yıllar "Tüm Kuşkuların Üstünde Bir Yurttaş Hakkında Soruşturma" 1970 P etri düşünün yeni bir anlayışa yöneldiğini gösteren bu film, İtalyan politik ve sosyal yaşamının tutucu kesimlerine yöneltilmiş keskin eleştiriler demetiydi. Ön planda faşist bir polis şefi ile metresinin yaşamını veren, fonda otoriter bir baskı sistemi altında bocalayan bir toplumu gerçekçi bir dille anlatan "Tüm Kuşkuların Üstünde Bir Yurttaş Hakkında Soruşturma" yürütme gücünü elinde bulunduran üst sınıfların içinde boğulduğu saplantılar, pisikolojik bozulmayı ve bunun ardısıra gelen çözülmeyi sert ve acımasız bir dille anlatıyor. (...) Film P etri'ye 1970 en iyi yabancı film oscarı ile Cannes jüri özel ödülünü kazandırırken başrol oyuncusu Gian Maria Volonte'yi günümüzdeki saygın konumuna yükselten basamakların ilki olmuştur. Sinema dünyası daha bu filmin şokundan kendini kur-
taramamışken İŞÇİ SINIFI CENNETE GİDER 1971 ile bir fırtına daha koparttı. Film yine Cannes 72'nin altın palmiyesini Francesco Rasi'nin "Mattei Olayı" adlı filmi ile paylaştı (Sf. 95) Festival'in Türk Sinema Tarihinden En İyi 10 Türk Film" gösteriminde Yılmaz GÜNEY'in UMUT (1970) ve SÜRÜ (1978) filmleri de yeraldı. Devrimci sanatçı Y. Güney'in son mahpusluk döneminin en önemli yapıtlarından olan SÜRÜ filmi izleyici tarafından büyük ilgi gördü. Filmin gösterimini yapan sinemada tek seans gösterileceği bilinen film yoğun ilgi üzerine ikinci ek seans düzenlendi. Coşkulu bir kalabalık tarafından izlenen filmin gösterimi öncesinde festival yönetimi çağrılısı olarak filmde rol alan bazı sanatçılar da vardı: Tuncel Kurtiz, Melike Demirağ, Savaş Yurttaş, Meral Niron, Şenel Kökkaya, Yaman Okay, Güney Filmcilikten bir yetkili, Fatoş Güney ve oğlu Yılmaz Güney.
Filmde önemli bir rolü olan sinema sanatçısı Tarık Akan ve SÜRÜ'nün yönetmeni Zeki Ök-ten çağrılı olmalarına rağmen zahmet edip te gelmemişlerdi! Fatoş Güney'in yaptığı konuşmayı aynen yayınlıyoruz: Yaşanan, yaşanılan ve yaşanacak olan tüm acılara rağmen iyilik ve güzelliklere olan tutkumuzu yüreğimizde en nadide çiçekler gibi taptaze ve diri tutuyoruz. Filmlerini ve kitaplarını yok ederek yasaklayarak sinema ve edebiyat tarihinden silinmeye kalkışılan Yılmaz'ı her şeye rağmen Türkiye ve dünya halklarının yüreklerinden ve bilinçlerinden silinmeyeceklerini hep birlikte bu gece bir kez daha kanıtladık (alkışlar). İnsan hak ve özgürlükleri üzerindeki baskılara işkence ve zulme halklar üzerindeki asimilasyon ve kıyıma karşı insan olmanın onuruyla direnenler asla yenilmeyecekler, asla unutulmayacaklar. T A V I R 43
HA BER
YORU M
4. ANKARA ULUSLARARASI FİM FESTİVALİ
Birazdan seyredeceğimiz film ülke gerçeklerine ayna tutarak sanatçılık görevini çağının ve döneminin tanıklığına adayan bir sinemacının taş duvarlar ve demir parmaklıkları delerek yaşama uzanan hayat damarlarından birisidir. Betonun ve demirin acımasızlığına karşın amansız bir direnişin yeşeren bir ürünüdür (alkışlar). Yine bu akşam seyredeceği-miz SÜRÜ filmi: Venedik Film Festivalinde en iyi film ödülünü almıştır ve bu film yaratıcısından çok önce dünya'ya açılarak değişik ülke insanlarına Kürt halkının ağıtını dinleterek... (alkışlar) (Yılmaz Güney) direnç ve umutla bir gün yeniden mutlaka ülkesine döneceğine olan inancını da asla yitirmemiştir. Sevgi ve saygılarla (alkışlar)
SÖYLEŞİ SÖYLEŞİ: MELİKE DEMİRAĞ-TUNCEL KURTİZ YÖNETEN: MAHMUT TALİ ÖNGÖREN TARİH: 6 MART CUMARTESİ 1992
SORU :Duvar filmi hakkında. genel düşüncelerinizi ve Avrupa'da beğenilmeyişinin nedenini açıklar mısınız? T.K. : Şimdi Avrupa'da "Midnight Express"ini çok beğendi de "Duvar"ı neden beğenmedi. Çok açıktır, bu aynada kendini gören maymunun kendisinden korkması gibi bir olaydır. Birisinde racism (ırkçılık) vardır, diğerinde ise gerçekçilik vardır. "Duvar" filmi çok büyük filmdir, değildir bunun tartışmasına girme m. Ama "Duvar" filmi gerçekçi ve kendi estetiğini arayan bir filmdir. "Duvar" filmini çok severim. Beğenilmemesinin sebebini söyledim. Yani aynada yüzünü gören bir kıllı maymunun kendisinden korkması gibi bir olaydır. Çocukların dövülme sahnesi büyük eleştiri aldı. Oysa Avrupa'da çocuklarını döven insan çoktur, 44 T A V I R
Yüzdesi belki bizden de çoktur. Bu yüzden ölenler de vardır. Ama bizi hep aşağıda, barbar bir millet olarak görmek istediklerinden o filme de tahammül edemediler. (...) Filmi gördüğünüzde kendiniz de değerlendireceksiniz, film nasıl olsa gösterilecek. Demokrasi ya olacaktır, ya olmayacaktır, demokrasi olursa da film gösterilecektir. SORU : 12 Eylül 'den sonra belli aydınlarımız yurt dışına gitme ihtiyacını duyarken, bazı aydınlarımız yurt içinde kalıp, burada mücadele verme ihtiyacını duydular. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? T.K. : Benim için bir sanatçının kendine verdiği görev önemlidir. Aziz Nesin'le en son "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz" oyununda karşılaştığımızda "Nasılsın" dedi! Kendime verdiğim görevi kendimce yerine getirip, kendi mutluluğumu ve mutsuzluğumu içiçe yaşamak istiyorum." dedim. Burada kalan arkadaşları saygıyla kutlarım. Ben geri dönemezdim. Çünkü geri döndüğüm zaman hiçbir şey yapmadığım halde başıma ne geleceğini bilmiyordum. Ben kortuğum için geri gelmedim. Açıkça söyleyeyim. Ama hayatımı sürdürdüm. M.D. : Biz Şanar'la birlikte yurtdışına kaçmadık. Türkiye'de hiçbirşey olmadan yaşayabilirdik. Ama çok fazla bir şey yapmayarak, susarak belki de.(...) Yurtdışında bir sanatçı olarak kalıp ülkemizin sorunlarını, yapılan haksızlıkları yurtdışındaki kamuoyuna duyurmak istedik. Ama yurt içinde kalan bir sürü insan aynı mücadeleyi verdi, çok daha zor şartlar altında.(...) SORU : Türk Sinemasında gördüğümüz kadarıyla önemli bir dar boğaz var. Bir finansman sorunu, iki oyuncu ya da star sorunu. Tabii, filmin finansmanı bir sermaye çevresinde yapıldığında o kişi ya da kuruluşun istediği biçimde hareket etmek durumundasınız. Bir yandan da sinema oyuncu-
luğu konusunda eğitim kriter olarak alınmaması sorunu var. Sizce bu sorunlar nasıl çözülür?
T.K.: Teknik olanaklar önemlidir. Avrupa'da teknik olanakların hepsi var ama iyi film çıkmıyor; kimden çıkıyor, yine uzlaşmaz rejisörlerden. Uzlaşmazlık birinci unsurdur. Star sinemasıymış, bilmem ne sinemasıymış umurumda değil. Ben de sinema oyuncusu değilim, aktör de değilim. Ben sadece uzlaşmaz bir insanım diye bakıyorum kendime (...) Şimdi bizim sistemimiz star sistemi ama bu star sistemi çökmüştür. Böyle gidiyor, nasıl değişecektir, onu bilemem. Ama ben sokakta sinemamı ve tiyatromu yapmaya devam ederim. Ben Nazım Hikmet’i 1958 yılında babamın mahzeninde buldum. Şimdi (yıkılan) atılan köprüye bakın. Benim şiirimde Nazım Hikmet yoktu. Sizde ise Yılmaz Güney yok. Yılmaz Güney'in filmleri yasaklandı, bir köprü daha atıldı. Şimdi uzlaşmaz insanlar nasıl çıkacak ortaya? Bu eşik nerede ki, bu eşiğin üzerine ayağını basıp başka bir eşik bulabi-lesin kendine? Tabii ki bu özgürlüğe bağlı bir olaydır. Ama Avrupa'da özgürlük var mıdır acaba? Amerika'da özgürlük var mıdır acaba? (...) Bir Yılmaz Güney çıkar, demiştir ki son röpartajında "Ben gökten zembille inmedim, benim ustalarım vardı. Atıf Yılmaz, Lütfü Akad vardı. Daha nice abilerimiz vardı." Kendi halkının, halklarının kültür kökenlerini sağlam bir şekilde öğrendiği zaman uzlaşmaz insanlar gerçekleri bularak ancak uzlaşmazlıklarını sürdürebilirler. (...) Bireyler olmadan beraberlikler kurutabilir mi? O zaman ordular doğar ancak. P eki birey nasıl çıkacak ortaya? Sinema da bireysel bir olaydır ama ayrıca da birlikteliktir. Işıkçı, teknisyen, aktör, rejisör, senarist olmadan nasıl sinema yapabiliriz? Yaparız, gene de yapılır. İş ki bu uzlaşmazlığı, bu sıkıntıyı, bu ileri itmeyi sonuna kadar içinde hissetsin insan.
HABER
elimiye üçlüsünü oluşturan Salpa, Sanık ve Hücrem Yılmaz Güney'in 2. hapishane dönemi ürünleridir. Yılmaz Güney bu ürünleriyle bir anlamda sanatçı konumunun bilincine varışının hesaplaşmasını yapar. Gerçek yaşamdan yazılmış bu roman Yılmaz Güney'in Selimiye'de yatarken tanıştığı bir insanın öyküsü. Romanda dile getirilen pek çok konu içinde -ki oyunda ön plandaen ilgi çeken nokta Mehmet Salpa'nın kimlik arayışıdır. Romanda köyündeyken kendisine "kimim ben? Neyim? Yarın ne olacağım? " sorusunu soran boşluktaki Salpa kimliğinin evrilmesi ve sonunda kendisine "sosyalistim" diyebilmesi görülüyor. Oyunun bitiminde ise Mehmet. Salpa hala kimlik arayışı içinde gösterilmesi uyarlama açısından tipik bir çarpıtma. Evrilme döneminde Mehmet Salpa kendi kendini, toplumu, hukuksal-siyasal vb. yapıyı sorguluyor. Aslında sorgulamanın temeline indiğimizde Salpa'nın en iyi dostu, onun "öncüsü" Kıvırcık'ı görürüz. Kıvırcık Salpayla tanıştığı anda kendisine yapılan bazı haksızlıkları, bunların çözümüyle birlikte de kimliğini ortaya koyuyor. "Aşağılık duygusunu yenmenin tek yolu burjuvaziyi yenmektir." diyordu.
İstanbul'a geldiklerinde düş yorgunudur Salpa ve Kıvırcık. Kendilerini koruyacak, onlara iş bulacak kişiyi (Feramus efendi) bulamamaları düş kırıklığı yaratır, üstüne üstlük paraları da kalmamıştır ama ikisinde de azim ve kararlılık vardır. "Adalet" mekanizmasını sorgulamalarını sağlayacak olay ise hırsızlık iddiasıyla gözaltına alınıp işkence görmeleridir. Bu olay Salpa'da içselleşen korkuların dışavurumunu da beraberinde getirir. Artık Salpa kendi deyimiyle "leblebi, çekirdekten bile "korkmaktadır. Salpa korkularıyla sorgulayamaz kendini oysa korkularının içinde bir kimlik bulabilmesi imkansızdır. Kendisini sadece babasının "kimsin sen burnu boklu oğlan" betimlemesiyle sorgular.
Buna verdiği yanıt romanda "sosyalistim" iken oyunda bu özün çıkarılıp yerine boşlukta bir birey imajının verildiği görülüyor. İstanbul'da bireyin ön plana çıkması, feodal değer yargılarının yıkılması ile karşılanır Salpa. Gözaltına alındığında kendisini işkenceden "kurtaran" polisin İstanbul'da kimse kimsenin gözünün yaşına bakmaz,. istese de bakamaz. Ancak kendi başının çaresine bakarsın" demesi doğduğu, büyüdüğü ortamdan ne kadar farklı ortamda olduğunu kavratır Salpa'ya.
YORUM
SALPA Kitabın Y azan :
Yılm az Gü ne y O yun laşt ır an . Yön ete n: Met in Balay Müz ik:
Ce m İ d iz Çe vr e- Kostü m: Sert el Çet ine l
ve ondaki gelişimi hiç olmamış gibi göstermek olarak çıkıyor karşımıza. Aynı zamanda oyun kendi içinde bazı sorulan ortaya çıkarıyor karşımıza: Halktan sosyalist kimlikli bir insan olan hamal İsmail oyunda neden esrarengiz bir insanmış gibi ters ışıkla gösterilmiştir? Başından beri söylediğimiz gibi kimlik arayışı romanda bir dünya görüşüne ev-
Oyunda Salpa'nın korkularıyla örülen yaşamda birey olabilme sorununa verdiği çözüm oyununda çözümü "Toplum çözülüyor, usul usul, derinden derine... susun ve sessizliği dinleyin. Sessizlikte bir sestir aslında. Çünkü hareket varsa seste vardır" denilirken toplumsal yaşama duyarsız yığın teorisi yapılmaya çalışılmakla rilirken neden oyunda dramatize edilmiş kalmıyor Egemen sınıfların "susun yoksa ezerim" söylemine objektif olarak destek verilmiş oluyor. Oysa Salpa için kendi iç çelişkilerinin çözümü susmak değil aksine toplum hareketi içinde yer almaktır. Salpa romanda buna yönelmiş bir insan izlenimi verirken, oyunda, romanda olan son birkaç bölümün olmayışı veya yanlış yorumlanışı oyunu mesajsızlaştırmakla kalmıyor, seyirciye yorum hakkı da bırakmıyor. Romanda Salpa bir zamanlar Kıvırcık'ın söylediği her şeye evet dediği için kendisini süs köpeğine benzetirdi. Ancak daha sonraları Salpa Kıvırcık rolüne evrilir. Artık bir "yardımcısı" vardır. KADİR? Salpa Kadir'i Kıvırcık'ın arkasındaki Salpa'ya benzetir. Ama oyunda ne Salpa bu konumdadır, ne de yardımcısı olan Kadir vardır. Romanda ki birçok bölümün oyunla ilgisiz karakterlere ilgisiz biçimlerde yaptırılması ise ayrı bir eleştiri konusu. Örneklersek; Kalfanın Salpa'ya anlattığı, ormandaki falcı kadınların kendilerini ve 10-12 yaşlarındaki küçük kızlarını pazarlamaları olayı oyunda sanki Salpa bu olayları yaşamışçasına anlatılıyor. Bu ise Salpa'nın son andaki kimliğini reddetmek
ve kimlik arayışı sanki bir yaşam biçimiymiş gibi gösterilmeye çalışılmıştır? Bu ve benzeri soruların cevabını Metin Balay'ın sözlerinde aramak gerekiyor. "İkibinli yıllara doğru yaklaşırken dünyada ve ülkemizde, tanımlar ve konumların, dünyada ve ülkemizde, alışageldiğimiz anlam ve değerlerini yitirmeye başladığını görüyoruz. Artık ne sosyalizm eski sosyalizm, ne kapitalizm eski kapitalizm" söylemi ikibinli yılların yamacında esen gericilik rüzgarlarının etkisinde Salpa'nın "sosyalist" kimliğini reddetmesini getiriyor herhalde. Oyun ne kadar Salpa'yı ve onun nezdinde Yılmaz Güney'i silikleştirmeye çalışsa da Yılmaz Güney'i ve eserlerinin içeriğini boşaltamayacaktır. T A V I R 45
\
H AB E R Y O R U M
A.H.S. ETKİNLİKLERİ -1 Mart 1992'de Harb İşçileri Kültür ve Dayanışma Derneğinin düzenlediği geceye daha önce sergilediğimiz de beğenilen, yeni sömürgecilik ilişkilerini anlatan "...MUŞ GİBİ" adlı oyunla katıldık. Oyundan sonra Harb işçileriyle konuştuğumuzda oyunu anladıklarını ve kavradıklarını gördük. Bu gelişimimiz açısından olumlu bir pratikti.
destek vermek amacıyla A.H.S. işçilere "...MUŞ GİBİ" adlı oyunu sergiledi. İşçiler tarafından beğeniyle izlenen oyunun belli bölümlerinde seyrettikleri durumu kendileriyle özdeşleştirmeleri halkın ve haklının sanatını yapan A.H.S. için mutluluk kaynağıydı.
-5 Mart 1992'de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde Kadınlar platformunun düzenlediği gecede ve Ankara Özgür-Der'de, kapitalizmin kadına bakışını espirili bir tarzda eleştirdiğimiz ve kadının ancak sınıfsal perspektifle sorunlarına çözüm bulabileceğini anlatan oyunumuzu sergiledik . Oyunu Nazım Hik-met'in Kadınlarımız adlı şiirini Grup EKİN'in bestesiyle söyleyerek bitirdik.
• 27 Mart 1992'de Keçiören Belediyesi'nin düzenlediği 2. Amatör Tiyatrolar Şenliğinde "...MUŞ GİBİ" adlı oyunu sergiledi. Keçiören halkı oyunu severek ve ilgiyle izledi.
-14 Mart 1992'de KAM-SEN, BEMSEN, SAĞLIK-SEN'li memurların ortak düzenlediği çayda yeni düzenlemesiyle "...MUŞ GİBİ" adlı oyunu sergiledik. Oyundan sonra memurlarla konuştuğumuzda oyunu çok beğendiklerini gördük. • 15 Mart 1992'de Yapı İşçileri ve Teknik Elemanları Dayanışma Derneğinin düzenlediği geceye inşaat işçilerinin, çalışma koşullarının olumsuzluğunu anlatan "YÜRÜYORUZ BUGÜNDEN YARINA" adlı oyunla katıldık. İşçiler oyunun bazı yerlerini gülerek, bazı yerlerini de alkışlayarak seyrettiler. • • "Ölüm Yürüyüşçülerinin" eylemlerinin ileri bir safhası olan süresiz açlık grevlerine
46 T A V I R
• 20 Mart'ta Ege Mahallesi'nde yapılan NEWROZ kutlamalarında A.H.S. New-roz için yazdığı oyunu sergiledi. Oyunu halaylarla bitirdi.
FOSEM ZONGULDAK ' TA Katliam haberi tez ulaştı. Bir kez daha düşüyoruz Zonguldak yollarına. Öfkeyle, acıyla... Madencileri görüntüleyeceğiz yeni bir katliam sonrası. Ezilenlerin safındaki objektiflerimiz baskı ve zulüm ve katliam görüntülerinin yabancısı değil. Ancak içimiz titriyor. Dile kolay, yüzlerce ölü. Toprağın derinliklerinde yangınlara terk edilen yüzlerce emekçi. Hayat yavaşlamış gibi. Yüzler dingin, gözler sessiz, ağızlar suskun. Yerin yedi kat altında ışık hasretiyle öle-
siye kazma sallayanların şehri elsiz, ayaksız sanki. İnsanları, sokakları, tartışmaları görüntülüyoruz. ZOH-KAD'taki toplantıyı görüntülüyoruz. Kozlu'yu, kapatılan ocakları görüntülüyoruz. Kozlu'da 1 ve 2 nolu ocakların kapatılma işlemi bitmek üzere. Çaresizliği görüntülüyor fotoğraf makinamız ve video kamera. Karanlık delhizler de alevlere terk edilen arkadaşlarının üzerini, ocak ağızlarını kapatmak zorunda kalan kahır yüktü gözleri çekiyoruz. Katliamı protesto edenler gözaltına alınıyor. ZOH-KAD'ta gözaltıları protesto etmek için açlık grevi yapılıyor. FOSEM olarak bu açlık grevine bir günlük destek grevle katılıyoruz.
Madenci anıtında bir grup işçi ölen arkadaşları için saygı duruşunda bulundu. Polis grubu zor kullanarak arabalara bindirirken kameralarımızla görüntülüyoruz.
Zonguldak'a bu 3. gelişimiz. Daha önce de madencileri görüntülemiştik. Eksik olan çekimleri bu arada tamamlamaya çalışıyoruz. İstanbul'dan gelen tüm Öz-gür-Der'li aileler, Demkad'lı kadınlar, TÖDEF'li öğrenciler ve Mücadele dergisiyle birlikte Devrek Adatepe köyüne dayanışma ziyareti yaptık. 4 gün boyunca acı. Ancak farklı bakan, yürüyen, hesap soran, yüreğindeki öfkeyle konuşan insanlarla birlikte Kozlu'yu, madencileri, ailele-rini ve çocuklarını görüntüledik; yaşanan katliamın, verilen mücadelenin tanığı olduk.
HAB E R YO R U M
"KÜRDİSTAN ZOZANLARINDA BİR ATEŞ DE BİZ YAKTIK..." • 16 Şubat 92 tarihinde Ankara Batıkent Halkevi'nde DLMK'ların düzenlediği çaya katıldı. Çayda DLMK tiyatro topluluğu gerici eğitim ve polis-idare işbirliğini anlatan bir oyun sergilerken yine liselilerin oluşturduğu Grup Temmuz da kendi bestelerinden oluşan bir dinleti sundu. • 1 Mart 92 tarihinde SHP Al tındağ Gençlik Komisyonu'nun düzenlemiş olduğu şenlik, Yunus Emre Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Grup Ekin mesajında, "Türlü vaatlerle iktidar olanlar, halkları analarından doğduklarına pişman edecek kadar yiğit ve sözünün eriyse, önce ortaya attıkları vaatleri hatırlamalılar, çünkü artık 'istiyoruz, vermezseniz zorla alacağız' diyor insanlar" derken, SHP 'lilerin bu durumdan etkilenmiyormuş gibi görünmeleri dikkat çekiciydi. • 1 Mart 92 tarihinde yeni bir oluşum olan HİKDER (Harp Sanayi İşçileri Kültür ve Dayanışma Derneği) nin düzenlediği şenlik Altındağ Yunus Emre Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Grup Ekin'in yanısıra, Dağarcık Halk bilim Araştırma Derneği de halkoyunları ve Çağdaş Halk Müziği topluluğuyla geceye katılanlar arasındaydı. • 5 Mart 92 tarihinde Ankara ÖZGÜR-DER'de "Kadın ve Mücadele" konulu seminer kapsamında Grup Ekin ailelere yönelik bir dinleti verdi. • 5 Mart 92 tarihinde Grup Ekin Ankara Kadın P latformu'nun düzenlemiş olduğu ge cede bir konser verdi. Yaklaşık 1700 kişinin katılımıyla Gölbaşı
Sineması'nda gerçekleştirilen geceye Dağarcık Çağdaş Halk Müziği topluluğu ve AHS katildi. • 8 Mart 92 tarihinde Malatya'da Şark ÖZGÜR-DER'in katkılarıyla iki seans biçiminde Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlaması yapıldı. Kürdistan zozanIarında bir ateş daha yaktı. • 14 Mart 92 günü Ankara'da KAMSEN-BEMSEN ve SAĞLIKSEN'li memurların "Gel ki geceler çatlasın" diyerek düzenledikleri Memur Çay'ına coşkulu türküleriyle katıldı. • 15 Mart 92 günü Grup Ekin Ankara'da Yapı İşçileri Ve Teknik Elemanları Dayanışma Derneği'nin (YİTED) düzenle diği dostluk ve dayanışma ge cesinde bir konser verdi.
• Grup Ekin 20 Mart 92 tarihinde Ankara-Mamak'ta 21 Mart 92 tarihinde de İstanbul-Bağcılar'daki Newroz kutlamalarına katıldı. Mamak'ta mahalle halkının yoğun ilgi ve katılımıyla gerçekleşen kutlamaya AHS de katıldı. Kutlama Newroz halayı ve "Bıjı Newroz" sloganlarıyla bitirildi. • Grup Ekin 27 Mart Cuma günü Hacettepe Üniversitesi Beytepe kampüsünde oldukça ilginç bir konser verdi. Aslında bir gün önce yapılması düşünülen konser, bazı öğrencilerin ve Grup Ekin'in bir elemanının ses düzeniyle birlikte gözaltına alınmasından dolayı gerçekleştirilemedi. Fakat bütün bunlar konserin yapılmasına engel olamadı. Ertesi gün tamamen kendi olanaklarıyla ses düzeniyle birlikte kuşatma altındaki kampüse giren Grup Ekin ele-
manları 1500 kişinin karşısında jandarmanın şaşkın bakışları arasındacoşkulu bir konser veriyordu. • 28 Mart 92 tarihinde Elazığ'da yaklaşık 1200 kişinin katıldığı ve Elazığ halkıyla Dayanışma Kültür Araştırma Derneği (EHADKAD) dan ve SHP Merkez İlçe Gençlik Komisyonu'ndan oluşan tertip komitesinin düzenlediği gece, Zonguldak-Kozlu ve Erzincan'da yaşanan katliamlara, demokrasi ve insan hakları mücadelesinde düşenlere ve tüm devrim şehitlerine yönelik yapılan saygı duruşuyla başladı. Konuşmaların ardından EHADKAD halkoyunları ve tiyatro gruplarının gösterileri beğeniyle izlendi. Ardından "İdil'den, Nusaybin'den, Cizre'den, Newroz ateşiyle Cudi'ye koşanlara, Dicle'nin tutuşan sularına, Kürdistan dağlarının yakıcı rüzgarına merhaba...." diyerek Grup Ekin sahnedeki yerini alıyordu. Devrimci, yurtseverler adına gelen ve" 21 Mart Newroz Bayramımız'da özellikle Botan bölgesinde Kürt halkına yönelik katliamlar ve yoğun baskılar yaşanmıştır. Bu nedenle 28 Mart 1992 (gecenin yapıldığı gün) günü ulusal yas ilan edilmiştir. Böylesi güzel bir şenliğin bir gün sonraya ertelenmesini istiyoruz" denilen mesaja yönelik konserimizde şu açıklamayı yapıyorduk, "Konserimizin, ulusal yas olarak itan edilen günle çakışması elimizde olmayan nedenlerden kaynaklanmıştır. Elazığ'ın Olağanüstü Hal kapsamında olmasından dolayı gece için izin başvurusu 15 gün önceden yapılmış olup bir gün sonraya erteleyebilmek mümkün değildir. Bu somut durum sonrasında diyoruz ki konserimiz bir eğlence, bir şenlik değildir. Türkülerimiz kavganın, halaylarımız dayanışmanın simgesidir. Türkiye halklarının kardeşliğine, Türk ve Kürt emekçi halklarının kurtuluş mücadelesindeki birlikteliklere, dayanışmalara olan sonsuz saygı ve inancımızla, dağlarda katledi-
T A V I R 47
len gerillalarımızla, katledilen halklarımızla ve tüm devrim şehitlerimizle birlikte yüreklerimiz hiç susmayacaktır. Ve şimdi de Botan bölgesinde katledilen Kürt halkının, Kürdistan'da, dağlarda ateşler yakan "Cemo"ların türküsünü söylüyoruz."
ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ MALATYA'DA "Nakış nakış öreceğiz Yarını ellerimizle Ezilen bütün kadınlar Son verelim sömürüye Uzatın uzatın ellerinizi Katalım kavgaya hünerimizi" 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde Şark Özgür-Der'in düzenlediği gecede, ilk defa İstanbul dışında, Malatya'da, konser veren Özgürlük Türküsü konseri izlemeye gelen yaklaşık 1500 kişiye böyle sesleniyordu. Gerek Özgürlük Türküsü için gerekse Malatya halkı için sıcak, içten bir kucaklaşmanı sağlayan gece, marşlar, türküler ve halaylarla sürdü. Kürdistan halkının coşkusu, Özgürlük Türküsü'nü kabulle-nişi ve kucak açması bu alandaki çalışmaların ve verilen emeklerin bir ürünüydü. İki seanstan oluşan konserde Özgürlük Türküsü yaklaşık bir saat sahnede kaldı. Ve bu konser daha iyiyi, daha güzeli başarmanın ilk ateşi oldu. TÖDEF'in birinci kurultayında Özgürlük Türküsü de türküleriyle yer aldı. 2 Mart'ta Boğaziçi Üniversitesi'nde kutlanan şenlik polisin tüm engelleme çabalarına rağmen başarıyla gerçekleşti. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle 15 Mart'ta Küçükarmutlu'da büyük bir
48 T A V I R
şenlik düzenlendi. Şenliğe Özgürlük Türküsü de şarkıları ve halaylarıyla katıldı. Küçükarmutlu halkı da yaktıkları New-roz ateşinin etrafında türküleri hep bir ağızdan söyleyip, coşkulu halaylar çektiler.
çük olması nedeniyle üç seansta 1800 kişiye konser vererek Ankaralıların konser özlemlerini giderdi. Grup Yorum ve Grup Ekin'in pasaport alabilen elemanları Avrupa'da Devrim Şehitlerini Anma gecesine katılmak için yola çıktılar. P asaport alamayan elemanları ise; GRUP YORUM KONSERLERİ yaklaşık bir ay boyunca ortaklaşa verecekleri 27 Şubatta Balıkesir SHP Gençlik konserlerinin ilkini 28 Martta Elazığ'da Komisyonunun düzenlediği konsere katılan gerçekleştirdiler. Grup Yorum, 1500 kişiye seslendi. Üniversite öğrencilerinin Balıkesir'de YÖK 'ü ve polisMart ayı Ortaköy idare işbirliğini protesto için yaptıkları boykot Halk Sahnesi Etkinlikleri sürerken gerçekleşen konser, gençliğin mücadelesinde bir basamak oluşturdu. Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle Grup Yorum, Karabük Halkevinin 29 Şubat İstanbul Belediyesi Bakım Onarım Fabrikası günü düzenlediği geceye katıldı. 1000'e yakın (İSBAK) işçilerinin fabrika yemekhanesinde kişinin izlediği gecede grup, sevenleriyle düzenledikleri şenliğe "İşkence Güncesi" birlikte halaylar çekti, türküler söyledi. oyunumuzla katıldık. Oyunumuz yaşamın her Yüksek fırınların- içinde madeni demir alanında olduğu gibi işkencehanelerde de aynı yapanların ateşini türküleriyle körükleyen ruh ve mücadele azmiyle ve insanlığa karşı Grup Yorum, ma denci türküsünü söylerken sorumluluğunun bilinciyle "Hayata, halka ihanet etmem/ Adımdan gayrisini kitlenin coşkusu doruktaydı. bilmiyorum" diyen bir kadın ve bir erkeği Mersin Likat-İş'in 8 Mart Dünya Emekçi anlatıyordu. Kadınlar Günü kutlamasına katılan Grup 8 Martta Mersin'deydik. Likat-lş'in Yorum, 2000 kişiye seslendi. düzenlediği, 2000 kişinin izlediği şenliğe TÖDEF'in birinci kuruluş yıldönümü Grup Yo-rum'la birlikte katıldık ve "1 Mayıs" Boğaziçi Üniversitesi'nde yapıldı. 2 Mart günü oyunumuzu sergiledik. Oyunun sonunda gerçekleşen şenlik polis ablukası altında herkesle "Kadın, erkek hep beraber/ 1 Mayıs yapıldı. Elektriğin okul idaresi tarafından alanlarındayız" diyorduk. kesilmesine rağmen türkülerini söyleyen Grup Nevvroz; Kürt halkının zulme ve sömürüye Yorum ve Özgürlük Türküsü yaklaşık 1000 başkaldırış günü. "Adı Yasak Ülke" kişiye sestendi. oyunumuzla 19 Mart'ta Eminönü Belediyesi Grup Yorum'un 1300 kişiye seslendiği önünde ve 21 Martta Bağcılarda Newroz ateşinin etrafında, halayların içinde yer aldık. Denizli konseri 15 Mart'ta gerçekleşti. Oyunumuzla ateşin ve güneşin çocuklarını ve 21 Mart Newroz gününde Grup Yorum yüzyıllardır "zulmün karanlığını yakıp yükAnkara'da Resim-Heykel müzesinde salonun selen/ özgürlüğün rengini çiçekleyen ateşi küanlatıyorduk.