Mayıs 92'de 1 Merhaba
2 Son Sözler / Tavı r
4 Selamların En Sevinçlisiydi Yolladığın / Ekin Yılmaz
8 11
77 1 Mayıs'ı /Hazal Tun ç
Temmuzlarla Kırılaca k Zincir / Ender Selçu k
14 17 21
Söyleşi /Nihat Behram
Botan İzlenimleri /Zozan Evindar
Büyümek için Küçülmek mi Yoksa Özgünlükmü? / Vecihi Timuroğlu
28 Ayşe Gülen/ A.G. Halk Sahnesi
30 Aşkın ve Kavganın Yükü / Hayati Azim
32 Lümpen Kültür ve Sanatçılar/Selçuk Demirci
34 Üçüncü Zil /Suna İpek
35
Tükenişin Senfonisi / Grup E kin
39 "Bize Ölüm Yok" Kaseti AnketDeğe rlendirmesi/ Grup Ekin
42 Haber / Yorum
MERHABA
Seçimlerde vaatlerle yaratılan pembe sis bulutu dağılmay a başladı. Demokrasi, insan hakları, Özgürlük söylemleri artık inanırlığını yitirdi. Seçimlerle kan tazeleyen iktidarın demokrasi maskesi düştü, katliamcı, sömürücü yüzü açığa çıktı. Tüm gücüyle dev rimcilere, demokratik muhalefet odaklarına ve halka saldırıyor. Ancak karşısında sinikliği, ürkekliği, teslimiyeti değil, direniş ve atılganlığı buluyor. 16-17 Nisan'da "dağıttık, kökünü kazıdık" naralarıyla katlettikleri dev rimciler, yeni direnişlerle tüm Türkiye halklarına bir miras bıraktılar. Artık halklar saldırganlara, katliamcılara onların son sözleriyle seslenecek: "CESARETİNİZ VARSA GELİN!.." 16-17 Nisan katliamında OHS de bir şehit verdi. Ayşe Gülen, miting alanlarında, grevlerde, boykotlarda, gecekondu sokaklarında tiyatro adına, emekçilerin kavgasına, coşkusuna ortak olmay ı tercih ettiği için, halkına ve kavgasına sunduğu için, kendisini için gece yarısı zebanilerinin hedefi oldu. O şimdi devrimci sanatçıların oyunlarında, müziklerinde, resimlerinde, öykülerinde; inancında, bilincinde yaşıyor. Ayşe Gülen Halk Sahnesi'nde y aşıy or. Hep y aşay acak. 80 sonrasının ilk y asal 1 May ıs kutlaması y aşandı. Devrimcilerin yıllardır işkenceler, sakatlıklar, ölümler pahasına verdiği meşrulaştırma yasallaştırma mücadelesi bir mev zi daha kazandı. Egemenler bu y asallığı her ne kadar kendi sınırları içinde tutma çabasında olsa da bunu bir lütuf olarak göstermeye çalışsa da dişe diş verilmiş bir mücadelenin ürünüdür ve bugünkü sınırların da aşılacağı, meydanların emekçi yığınların sesleriyle sarsılacağı günler yakındır. Adnan Yücel'in "Ahmed Arif Şiirine Farklı Bir Y aklaşım" adlı yazısı çeşitli tartışmalara yol açtı. Dergimize olumlu ve olumsuz eleştiriler içeren birçok mektup geldi. Amacımız Ahmed Arif şiirine karşı bir kampanya başlatmak değil. Ancak geniş yığınlarca şiiri bugün hala okunan bir şairi tartışmak gerekliliğine inanıy oruz. Bu amaçla, her ne kadar görüşlerine katılmasak da Ahmed Arif şiirini savunan Vecihi Timuroğlu ile de söyleşi yapmay ı ve bunu y ay ınlamay ı düşündük. Şunu v urgulamak gerekiy or: Eleştirilerimiz, Ahmed Arifin kişiliğine değil, şiirlerinin taşıdığı öze v e bugünkü işlevine dairdir. Bu tartışmalar, Ahmed Arif in ölümünden çok daha önce Adnan Y ücel'le Tav ır Dergisi arasında başlamıştı. Değerlendirmelerin netleştiği bir süreçte Ahmed Arif'i yitirdik. Bir süre bekledik. Diğer dergilerde hakkında söyleşiler, dizi y azılar yay ınlanmaya başladığında Tav ır'ın da isteğiyle yazı hazırlandı. Bu konuda gelen eleştirileri doğru bulmuyoruz. V. Timuroğlu, A.Y ücel'in yazısındaki eleştiri noktalarını, bir öğretmen edasıyla ele alıp tartışıy or. Fakat bunu yaparken yer yer bu noktalardaki özü kaçırıy or ya da bir uca sav ruluyor. Örneğin politika adamlarının kültür ve sanatta söz hakkına sahip olamayacağını sav unması tümüy le tepkiciliktir y a da politikanın hayatı belirleyiciliğini gözden kaçırmaktır. Adnan Y ücel'in bu eleştirilere bir y anıtı olacak. Önümüzdeki say ılarda bu yanıtı da yay ınlay acağız. Y azarlarımız Kürdistan'da. Zozan Evindar, "Botan İzlenimleri" ile Newroz günlerini anlatıy or. Önümüzdeki say ılarda Kürtçe ürünlere daha çok yer vermek istiyoruz. Devrimci, demokrat ve yurtseverlerden Kürdistan üzerine ürünler bekliy oruz. Dostlukla!.
T A V I R
1
Sokaklar tutulmuş, yüksek bina dört bir yandan sarılmıştı. Hem ateş ediyor,
SON
hem de "teslim olun" diye bağırıyorlardı. Birden kızıl bir alev düştü gökyüzüne, rüzgâra verdi kendini, mağrur ve kahraman... asılı kaldı sav aşın ortasında.
H
ay atı, halkı v e yoldaşlarımızı sevdik. Davamıza hasretle inandık. Onun
için girdik savaş alanlarına. Bizi teslim alamazlar, kardeşçe bir hayat için direneceğiz. Herkes bilsin ki dilimizde sloganlar, ellerimizde mav zerlerle öleceğiz. Sadece polis anonslannda adı geçen yoldaşları için endişe ediyorlar, başka bir yerde, yüreklerimizin bir köşesinde yoldaşlarımız adım adım iniy or, iki kişi çıkıyor binadan dışarıya. Kazanacağımız günlere
SÖZLERİ
tereddütsüz bir kararlılıkla inanan yoldaş en derin soluğunu alıy or... Hepimize en sıcak güçleri armağan etmek için zorlu bir y ola girmiş savaşçıyla, gencecik bir anayla. Y ürüyorlar camdaki can yoldaşın koruyucu şemsiyesi altında... yürüyorlar... ansızın susuy or silahlarımız, ansızın bir sonsuzluk duygusu: Üçü birden kucaklıyor ölümü. Ölüm adın y enilmezlik olsun.
T A VI R
I
şıldatmak için fersiz gözleri yılgın omuzlara, suskun yüreklere yenilmezlik duy gusunu aşılamak için doldurduk mev zileri.
Çamurlu dar sokaklardan hayatı y aratan kolların damarlarına koşuyoruz, terli alınlara yağmur yüklü rüzgârlarla, aç ve acılı emekçilerle koşuyoruz... yeraltı kanallarından toprağı sarsan lavlara, özleme, sevince sarılıp koşuyoruz. Çatışma bütün hızıy la sürüyordu. Bizimkiler slogan atarak savaşıyor... "sıkıysa gelin, teslim alın sıkıysa"... bizimkiler sakin, zamanı iyi kullanıyorlar. Düşmana yarayacak herşeyi y okediyorlar.
2 TAVI R
D
üşmana hiç bir şey teslim etmeyeceğiz. Her evde, her siperde bir bidon gazımız var, sevinçlerini kursaklarında bırakmak için. Silahlarımız... sloganlarımız işkencecilerin, zalimlerin beyninde korku çığlarına dönecek. Siperlerden çıkış yok. Ölüm mutlak. Ancak onlar ölümsüzlük iksirinin sahibidirler. Uçsuz bucaksız denizlerden alıyorlar sonsuzluk duygusunu, denizleri besleyen nehirlerden. Ve onlar için, gelecek için sıkıyorlar mermilerini.
B
izi ağlayarak uğurlamayın. Bayraklarımıza sarın, marşlarla, türkülerle gömün. Bize Ölüm Yok: karanfil olup açacağız halkların bağrında. Akçadağ'da, Dersim'de... Kaçkarlar'daki gelinciklerle birlikte. Kayaların üstünden rüzgârı
arkasına alıp, şehrin yoksul mahallelerine ulaşmak için engin düzlüklere akacak milyonların içinde olacak gözbebeklerimiz. Tanık olacak bu uçsuz bucaksız gökyüzü, bereketli topraklar, ağaçlar, sular, yapılar-, tanık olacak özgürlüğün, eşitliğin, paylaşmanın rengiyle nasıl damar damar boyadığımıza yeryüzünü. Çatışma yedi saattir sürüyor. O büyük güne, emekçilerin zaferine ulaşmak için böyle acılar yaşanacak. Ölüm onları korkutmuyor. 12 Temmuz Şehitlerinin yanına gömülmek istiyorlar sadece.
S
avaşçıların bayrağımızı zafer marşlarıyla taşıyacağını biliyoruz. Canımızla yücelttiğimiz sembol ülkemizin her yanını süsleyecek... dalgalanan her yıldızla yeni bir hayata başlayarak dünyayı parıltılı
aydınlıklara doyuracağız... doyuracağız.
NİL'E...
SELAMLARIN
EN SEVINÇLİSİYDİ YOLLADIĞIN
4
Daha önce bir çok kez yazdım sana. Sen de aynı sıcaklıkla, içtenlikle yanıtladın beni. Dostluğumuzun başladığı ilk günlerde yeni bir dünya kurma coşkumuzu anlayan ama "bu sorunu başkaları çözer nasılsa" diyen bir gözlemciydin sanki. Seni zaman zaman bu duyarlıktan götüren özlemlerin de yok değildi. Ama onları da bizimle paylaşmaktan geri durmazdın. Birlikte geçirdiğimiz tatil süresinde seni daha yakından tanımıştık. İlk kez grup halinde tatil yapıyorduk. Bilirsin, insanlar en küçük tavırlarıyla, belki de önemsiz gibi görünen bir davranış, bir sözle gerçek kişiliklerini ortaya koyarlar. Bencillikler, kaprisler, seçici hareketler içerisinde, paylaşabilen, tartışabilen içten insanlar olarak yakınlaştık seninle. Mücadeleyi yeni yeni kavrayıp kendimizi daha fazla sunduğumuz, bu uğurda karşımıza çıkan doğal bedelleri bir bir göğüslediğimiz günlerde bizi dost sıcaklığınla sarmakta gecikmemiştin. Anla-
4 TA V I R
Ekin Y I L M A Z
maya çalışıyordun. Gözaltı günlerinin kiri pası üzerimizdeyken de sarıp sarmalayan sımsıcak gülüşün soyundurdu bizi tüm acılarımızdan. Kol kola yürüdüğümüz Ankara gecelerinde, senin için "yeni" olan yaşam biçimimizi, düşüncelerimizi kavramaya çalışırdın. Dürüstlüğün, açık yürekliliğin, doğru bildiğini inatla ve sabırla savunan kişiliğinle aramızdaki yerini almakta gecikmedin. Gün oldu İstanbul'da, gün oldu Ankara'da paylaştık bir çok coşkuyu, neşeyi... Düşünüyorum da, '89 1 Mayıs'ı öncesi İstanbul Açık-hava Tiyatrosu etkinliği benim de yaşadığım en güzel gecelerden biriydi. Birlikte coşup taştığımız, türkülere, marşlara sesimizi kattığımız o gecede, ne çok halay çektik. Ellerimizde, şimdi nereden bulup da yaktığımızı anımsayamadığım, kâğıt meşalelerle sanki geceyi tutuşturmuştuk. 29 Nisan gecesi alevler içindeydi İstanbul. Yanan, binlerce yürekti aslında. Hepsi '89 Mayıs'ını kucaklamaya hazır, 1 Mayıs heyecanıyla yanıp tutuşan binlerce yürek. Ve sen, kalın
kaşlarının altında sevinçten parlayan gözlerinde "belki" diyordun " 1 Mayıs'ta ben de..." Anımsıyorum, 30 Nisan gecesi sizde kalmıştım. İçin içine sığmıyordu ama ne ablana ne de eniştene anlatamıyordun kendini. Enişten 1 Mayıs'ı hiç de coşkuyla beklemiyordu. Ne de olsa eski tüfekti... Ununu elemiş, eleğini asmış, bulunduğu köşeden "Türkiye'de burjuva demokrasisi var" deyip sisteme övgüler yağdırıyordu. Hararetli bir tartışma olmuştu aramızda. "Burjuva demokrasisi değil, parlamenter demokrasi adı altında gizli faşizm var." diyordum ve ekliyordum " hatta 12 Eylül sonrası bu kurumlaşmıştır." Ama geçmişten gelen pişkinlik içerisinde tartışmamızı bitiren son sözleri söylüyordu enişten, "Olur mu canım, bir kadın ya hamiledir ya da değildir. Kimse ona az hamile, çok hamile diyemez"... Kalın kaşlarının altında gözlerin gülmüyordu bu kez. Öfkeli bakışlarla büyümüş gözlerinle, "Yeter, gerek yok" diyordun. O gece bir çok kez telefonla ai len aradı seni. Benimle kalmanı istemiyor "Eve gelsin" diyorlardı. Öylesine bir baskıydı ki bu, on dakikada bir yineleniyordu. Ve sen ablanın, eniştenin de yardımları olmadığını görünce hırsından nasıl da ağlamıştın.... Gittin... Sabah seni kucaklayıp; sıcağın tenimde gittim 89 1 Mayıs'ına. Arkamdan haykırıyordun "Bana mutlaka telefon açmalısın". Arkama dönmeden "tamam" dercesine el salladım s ana. O gün 1 Mayıs'ı, Tepebaşı civarında kutlayanlar arasındaydım. Çöp bidonlarını polis arabalarının önüne devire devire haykırıyorduk sloganları... Sonra ayrıldım Tepebaşı'ndan. Ve Ankara'ya dönmek üzere, trene binmeden önce aradım seni. Gelememenin verdiği öfke ve merakla sordun "Nasılsın?". İyiydim. "Hoşçakal" dedim sana... "Umarım sıcağınla sarıp sar-
maladığın, merak ettiğin, üzerine titrediğin bir dostun değil, mücadele arkadaşın olurum." Sonra duydum ki, Devrimci Mücadelede Mimar Müh. ler içinde çalışmaya başlamışsın. O sıra bir işim nedeniyle İstanbul'daydım. Oturmuş, çaylarımızı yudumlarken soluk almaksızın anlatıyordun. "Bu y ıl çok önemli. Seçimler v ar önümüzde. Daha programlı olmalı, alternatif lerimizi insanlara daha iy i kavratabilmeliyiz." Ne kalın kaşların, ne de o tok sesin perdeley emiyordu coşkunu, sevincini. Durmaksızın anlatıy ordun. Okulun, ailen, çalışmalardaki sorunlar.... ve ekliy ordun... "Huzurluy um..." Okul bitmek üzerey di ve sen bir türlü karar veremiyordun. Ailen işe girmeni dayatıy ordu ama sen sanatçı duyarlılığını ifade edebileceğin bir çalışmay ı istiyordun kendi adına. Sonra her ikisini de uy umla yapabileceğin bir y öntem bulunduğunda verimli bir ritme girdin. Zamanla, kendinde oluşan özgüv enle önüne çıkan engelleri aşmakta gecikmedin. Mücadele edildikçe özgürleşileceğini gördün. Nasıl da güzeldi değil mi, gecesini gündüzüne katıp da insanın ürününü eline alması?.. Dergimizin bu günkü haline gelmesinde önemli bir kilometre taşı oldun. Bir y andan da kendini politik olarak geliştirmeye çalışıy ordun. Her karşılaştığımızda, içinde mutlaka bir hinliğin olduğu sorular sorar, tartışma açardın. Kendimizi y enilediğimiz, inancımızı tazelediğimiz bu konuşmalarda, tatlı bir yarış olurdu aramızda. Bir soru, üzerinde emin olunan y eni bir soruyu doğururdu çünkü. İçinde gerçek kişiliğimizi, benliğimizi bulduğumuz, mücadelenin her y eni dönemecinde, birçok sav rulmalar, tökezlemeler olduğunda,sen daha f azla sarıldın kavgana. Halkımıza karşı y eni bir sav aşın açıldığı " Empery alist savaş" döneminde, böylesi bir süreci
yaşarken tutsak edildiğimde, y ine dost selamını y ollamada gecikmedin. "Yanında, omuz başınday ım" diyordun. Hala saklıy orum telgraf ını. Adım adım incelleştirerek yürüdüğün mücadele yolunda, yüreğinin günden güne büy üdüğünü gördüm. Artık, ne meslek, ne aile, ne kişisel özlemlerdi tartışılan. Türkiye halklarının sorunlarıy dı... Ezilmişliği, kurtuluşuy du. Tartışılan halkın umudu, gerçek ada-
sında bulunmamam ve son kez göremeyişim seni, böyle düşünmeme neden oluyor. Y argısız-sorgusuz-sualsiz y apılan bir inf azdır ölümün... Unutulmay acak, sorulacak hesabı. Son yargıy ı ceza v eren eller koyacak ortaya... elleri titremeden. Ve bir bir devrilirken zulmün kaleleri sen dost sıcaklığınla, y oldaşlarımdan biri oluv ereceksin. Hemen yanı başımda sen de hay kıracaksın zaf er türküleri-
letin simgesi olanlardı. Sonra selamın geldi bir gün...
ni. Kalın kaşlarının altında sıcak, sımsıcak gülen gözlerinle...
Selamların en büy üğüy dü yolladığın. Ve güldüğümü anımsıy orum dün gibi... O tatlı yarışta öy le bir adımdı ki attığın, sana kucak açanlara açmıştın yüreğini. İnanmışlığını, genceciktaze coşkularını, yeteneklerini yürekleri kavgada sınananlara sunmada tereddüt etmedin.
Ve bin def a haykıracağız zafere dek "CESARETİNİZ VARSA GELİN" diy e. Toprağın derinliklerine doğru akacak seslerimiz... Sen de duyacak, kalkıp onurla aramızdaki yerini alacaksın.
Ama ne yalan söy ley eyim, şaşırttın beni. Bu tatlı y arışta ipi daha önce göğüslemek var mıy dı?... "Şafaktan önce yola çıktığın" tabii ki sen de biliyordun, ama yine de ölüm haberine kolay alışabildiğimi söyleyemem. Belki de ölüm haberini aldığ ımda, senden çok uzakta oluşum, son yolculuğunda seni uğurlay anlar ara-
Y arını y aratma kavgasının eli omuzumuzda, sıcağı tenimizdeki tüm yoldaşlarımız gibi, sizden devralınan kızıl bayrağımız özgürce ülkemizin masmavi gökyüzünde dalgalanıncaya dek, kararlılığımızı y itirmeden daha çok sarılacağız kavgamıza. Çünkü unutmadığımız bir gerçeğimiz var... O da şehitlerimize v erdiğimiz DEVRİM sözüdür. T A
V I
R
5
O gün yüreğimizde mavzer Güneş alnımızı yakıyor Beşbin Mehmet koşuyor güneşe Mehmet kavgay ı öğretiyor Bakın bir sokak İşte Mehmet koşuyor Öbür sokaktan Yine Mehmet koşuyor Beşbin Mehmet koşuyor güneşe Mehmet kavgay ı öğretiyor
6
TA V I R
77 1MAYIS'I 1 MAYIS SOKAKL ARDA GÜÇLÜDÜR!.. 1 MAYIS ALANLARDA ONURLUDUR!... HAZAL TUNÇ Caddelere barikatlar kurulmuştu. Katı yüzler, solgun eller, kendilerine karşı bile kaba ve saldırgan davranışlarıyla üniformalılar kümelenmişti engellerin önünde, arkasında. Askeri birlikler, toplum polisleri, karakollar, gecekondu mahallelerini, köprü ağızlarını, kavşakları, bulvarları tutmuşlardı. Ancak her zaman olduğu gibi bütün önlemler boşunaydı. Bir yolu bulunmuştu; caddelere afiş ve bildiri yağıyordu. Duvarlar özenle ya da telaşla yazılmış sloganlarla donatılmıştı. Üniversite anfilerinde, küçük imalathanelerde, fabrikalarda işçiler, memurlar, öğrenciler arasında bir aydan fazla bir zamandır sürüyordu bu sevinçli faaliyet: her yıl daha çok yürekle kucaklaşabilmenin, daha sıcak ellere ulaşıp daha bilinçli ve kararlı bedenlere omuz verebilmenin heyecanı. Caddeler almayacak meydanlardan taşacak kalabalıklarımız; kızıl bir şalla örH an efi Y eter / M a yıs 197 7 Katli am ı
8
teceğiz sokaklarını şehrin. Rüzgâra vereceğiz ağızlarımızı, mayısın havasını doldurup ciğerlerimize, yüreklerimizle haykıracağız: bütün ülkelerin ezilen halkları ve işçileri birleşin. Derisi sertleşmiş ellerimiz, yorgun yüzlerimiz, bedenlerimiz gerilim içinde. Ama heyecanımıza ve coşkumuza rağmen yer yer tedirginliğe düşüyoruz. Uzlaşmac ı kimlikleriyle saflarımızın uzağında bekleşenler birbirlerine diş biley erek telaşlı bir sesle tempo tutuyor, "sosyal faşistler, maocu bozkurtlar" korosuna burjuva basını da alkışlarla katılıy or. Proletaryanın deneyimlerini hatırlatarak uyarıyorduk onları bıkmadan, yorulmadan: Alanlara taşınacak gücümüz bu oyunu bozmalı... Ancak ağır sonuçlar doğurabilecek provokasyon ortamın ı yaratanlar tarihsel yalnızlıklarına gömülürken, halka da hesap v erecekler. Kaynayan alevlerle vardiyalardan boşanacak emekçiler açlığın, yoksulluğun, karanlığın ortasından yeryüzü cennetine ulaşabileceğimizi dostlarımıza ve düşmanlarımıza kanıtlayacak... kazanmak için ellerimizi başka ellere kavuşturup yenilmez yumruklarla dünyayı sarsabileceğimizi göstereceğiz. Emekçiler arasında başlayan kıpırdanma burjuvaziyi telaşlandırmıştı. Biliyorduk onların meydanlara sığmayışımızı hazmedemeyeceğini. Sağır beyinler, duyarsız yürekler de biliyordu düşmanın hareketsiz kalmayacağını. Çünkü halkın sesi nerde gürlemişse boğmak için oraya çevirmişti gözünü düşman. Ülkemizin şehirlerinde açan çiçekler tohumlarını serpmemiş olsa da yalçın kayalıkla-
ra, korku düşürmüştük bir kere içlerine. Kendilerinden bile gizleyip yüzlerin i ışıksız odaların kalın duvarlarına çizmişlerdi ihanet planlarını. Sonradan bilecektik göğe doğru yükselen o otelde ve meydanın sular idaresi tarafında pusulara girdiklerini. Bizde ha zırlıklıydık. Koroma gruplarımız bütün yürüyüş süresin ce düzen içindeydi, mey danda da yeri mizi almıştık. Ancak onların ağır silahlarına karşı hava so ğutmalı tüfek-, lerine, bomba larına ve zırhlı araçlarına kar şı ateşli silah larımızdan çok hergün hayatı yeniden yarat manın onuruyla karşı koyacaktık. Sabahın erken saatlerinde toplanmaya başlamıştık. Bir kolumuz Beşiktaş'taydı. Yıldız Bulvarı kırmızı kırmızı bir emekçi ormanıydı. Saraçhane'den Şişli'den, dört bir yandan yürüyorduk meydana... rengarenk pankartlarla yeri göğü çınlatan sloganlarla: 1 Mayıs Birlik ve Dayanışma Günüdür, 1 Mayıs Mücadele Günüdür!... Birdenbire güneş indi, rüzgâr sustu. Günışığı körleşti birdenbire... Ve karanlığın
hükmü yürüdü meydana. Kuşlar, yapraklar asılı kaldı havaya, hasret yaraya, umut öfkeye, düştü. Yağmur gibi yağan mermilerin, bombaların, yırtıcı sirenlerin altında ezilen bizler yaralı ama birbirine kenetli milyonlarca avucu öfkeyle dayayıp asfalta muzaffer yüzlerle yükseleceğiz dizlerimizin üzerinde... bizimkiler meydanlara doğru akıyorken ordularla, akıyorken bizimkiler 1 Mayıs Meydanı'na doğru.
T A V I R 9
PUSU
Uzak bir iklimden çıkıp da geldim Uy anam Çok uzaklardan Boy numda zincir Bileğimde kelepçe yoktu elbet Gecenin bir vaktinde gövdem delik deşik Sabahlarım talan edilmemişti Öy leyse bu çığlık ne! Ne bu pazarlık. Bu gece, bu duman, Bu düşen yaprak Ne bu yarılan toprak Çocuğa sordum, Y üzündeki yaş izini gösterdi Bıçağa sordum, Sapındaki el izini gösterdi Dağa sordum, Y olundaki kan izini gösterdi Kuşa sordum, Kindeki diş izini gösterdi Uy anam Uy anam! Göğe baktım, Sökün etmiş turnalar Anladım ki yar yolunda pusu var...
İBRAHİM KARACA 10 T A V I R
Ö Y K öYKü
M
ay ıs'ta coşkuludur y ürekler, halay olur alanlarda. Haziran şanlıdır on-beş onaltısında. Temmuz'da doruktadır bulutsuzluk.
Ö gün de öyleydi. Masmaviydi gökyüzü ve bulutsuz. Üsküdar'da deniz motoruna bindiğinde bir saatine baktı, bir göğün maviliğini son sıcaklığıyla okşayan güneşe. Gün batımından önce ev de olmalıy dı. Denizin derinliklerine gömdü gözlerini. Dolmabahçe'den bir türkü ulaştı kulaklarına. Bağımsızlık şiarını haykıran bir türkü.... Halaya durmuştu onbinler. "Yankee go home" diye bağırdıkça halay dakiler. Boğuk bir vapur düdüğü çekip aldı onu düşlerinden. Beşiktaş'ta motordan indi. Barbaros Kafeterya'nın önünden üst geçide yürüdü. Etrafına bakındı. Her taraf insan kaynıyordu. Banklarda, ağaç diplerinde oturanlar, otobüs durağında bekleşenler, turnikeleri zorlay anlar, üst geçitte bulvar boyunca aşağı yukar ı koşuşturanlar... Kalabalığın arasından bir çocuk kolundan tutup, yalvarırcasına "tartayım mı?" diye sordu. Kırmak istemedi onu ama zamanı yoktu. Akşam olmadan evde olmalıydı.
End er
S E L ÇU K
TEMMUZLARLA KIRILACAK ZİNCİR Gün batmadan, karanlık çökmeden evde olmalıydı. Adımlarını biraz daha hızlandırdı. Boş bir sokağa girdi. Kimseler yoktu peşinde. Bir süre daha yürüdü, izlenip izlenmediğini kontrol etti yine. Artık emindi izlenmediğinden. Eve gidebilirdi. Ortak kullandıkları ve sadece evde-kilerin bildiği "Her şey normal" işaretini de gördükten sonra eve girdi. Somyaya uzanıv erdi hemen. N'oldu?
Çok mu yoruldun? Evet çok yoruldum,
ama değdi. Ekselansları çok memnun kalacak. Dolaştığım her yerde lanetler yağdırıyor herkes. "Yetmedi mi kanımızı emdikleri? Buraya gelmeden de y apıyorlar bunu. Bir de gelip her şeyi altüst ediyorlar" "İtibara bak, itibara" diye homurdanarak gazete okuyan birinin, "Goriller bizim başbakanı itelemişler, almamışlar" diye kahkaha atışını görecektiniz. "Ah, ah o gençler hep haklıydılar" diyenler... Bütün bunları y umruk yumruk dillendirmeyi düşündüm.
Bulvar boyunca yürüyor ve düşünüyordu. Hep bir lokma ekmek için mi bu koşuşturmaca? Hızla akıp giden zaman içinde insanlar da akıp gidiyor. Birileri yitip gidiyor aramızdan. Ama bu akış sürüp gidiyor yine de, bulvar bulvar, kondu kondu, köy köy... Ne zaman bitecek bir lokma ekmek özlemi? Başka bir şey özlemez mi insanoğlu? Karanfillenen şafağı ve ardından karanlığı tüketen güneşi örneğin.
T A V I R 11 "Kuş
uçurtmayacağız"
demi
Ö
Y
K
Ü
ekselansları. Buna inat kuş olup uçmak bile güzel olurdu göky üzünde. Gün batmamıştı henüz. Bulvardan sapan sokağın trafiği görülmedik bir biçimde yoğunlaştı. Değişik tipte otomobiller telaş içinde gidip geliyorlardı. Her otomobilde üç-dört kişi vardı. Yüzlerinden gerginlik, heyecan ve birşeylerin sabırsızlığı dökülüyordu. Planı bozuyor gibi davranan bir otobüsün şoförünü içlerinden biri "Yavaş olsana öküz, güneş batmadı daha" diye uy ardı. Güneş son kez baktı Temmuz'un 12'sinde. İncirlik'leriyle, Erhaç'larıyla tarlada başağı, fabrikada alınterini kuşatanlar şimdi de İstanbul'un kalabalık semtlerinden birinde dar bir sokağı kuşatmışlardı. Ancak karanlıklarla boğulamayan nice kuşatmaları "KAZANACAĞIZ" haykırışlarıy la yaranlar, ölümü hiçle-yenler de vardı bu toprakta. Yürek yürek coşku taşıyanlar vardı dört bir yana ve geleceğe. Bu yürekler kafeslerinden sökülüp alınmak istenmişti binlerce kez. Haklılık inancı, kazanma coşkusu dolu yüreği susturmanın formülünü bulamamışlardı henüz. Bulamayacaklardı da. Bedenler yok edilmişti de yürekler susturulamamıştı. Sayısız ölüm yağmurlarından bir sağanaktı vuran betona. Çelik giysili yarasalar ölüm makinalarıyla kuşattılar güneşin çocuklarını. "Taaaaart taaaaart taaarr... Gümmm" Bir anlık suskunluğun ardından HAK-LI-YIZ KA-ZA-NA-CA-ĞIZ şiarı yükseldi. Yayıldı dört bir yana marşlar. "Bas tetiğe" diyordu kalın kara bıy ıklı, kırkını aşmış bir adam. Nasırlı eller için, kade12 T A V I R
ri maden gibi kara olanlar için, kondularda umut arayanlar için... inim inim inleyip de haykıramayanlara umut olsun, bas tetiğe. Bas tetiğe. Zebaniler unutmasın bugünü. Bas tetiğe!" "Biz" diyordu bir başka ses: Ölümün koynundan geldik, yürek yürek ölümü hiç ederek geldik. Yaprak kıpırdamıyorken, kelebek uçuşuyla daldık ormana yıllar önce. Özsularından beslendik ormanın. Kanatlandık, şahin olduk bir bir. Gürül gürül hayata döndürdük çölleştirilen ormanı. Bas tetiğe! " Ölüm sefa gelir, hoş gelir" Somyasına uzanıp uyuyakalan yağız delikanlı zıpkın gibi fırlamıştı y erinden, toy bir kazak tayının çevikliğiyle, kafkas oynarcasına coşku dolu. "Heey delikanlı! Sana da bu yaraşır, bas tetiğe. Bas cellandın, cehennem zebanisinin üstüne üstüne. Siz ki onurusunuz bu ülkenin, umudusunuz yarının, bas" Sanki şiir okuyordu bir başkası. "Geçilmez sokakların koynunda büyüdük. Suyundan içtik, yoğurdunu yedik geçilmez toprakların. Hücre hücre dolduk, geceyi gündüz eyledik zindanlarda. Eller sıyrıldı kından, bas tetiğe!" "Biz varız. Biz kadınlar da varız kavgada" diye bağırıyordu kömür gözlü, aydınlık y ürekli bir kız. "Bedenimiz kadar yüreğimiz de doğurgan bizim. Türkü türkü direniş doğururuz. Biz kadınlar da varız, sür düşmanın üstüne namluy u." Biri sesleniyor ötekine. "Hey usta!" diyor, "bu y apı böyle yapılır. Türkü söyler gibi. Bas tetiğe, yapı yükseliyor, bas. Bas ki göğü delip güneşe ulaşsın yapımız."
"Gürbüz çocuk. Heey gürbüz çocuk! Sen hep böyle misin? Düğünde misin? Horon mu tepiyorsun? Bak 'ihtiyar makarenko' sesleniyor sana: Bas tetiğe! Bizim savaşımız düğüne, düğünümüz savaşa benzer. Bas!" "Bas tetiğe" diye haykırıyordu, görünen bedeninden beklenmey en bir sesle. "Bas. Geçilmez toprakların zindanlarında, hamam işkencelerinde haykıran, işkenceyi yenen insanlık onurunla bas! Bir kez daha sarıl o en vazgeçilmez onuruna. Bas!" Hele bakın, yapıya harç taşıyor dev rim hamalları. Taa Ankara'dan gümbür gümbür seslerle. Sustu İstanbul. Y ıldızlar vurulmuş, düştüler gökyüzünden. Sokaklar kanadı. "Hayat normale döndü" "Dostum preziden Buş, hoş-geldin" dedi uşak ruhlu biri. Hayır diye haykırdı binlerce ses, yeri göğü çınlatırcasına, karanlığı y ırtarcasına. Düşenlerin şiarıyla. Siz rahat uyuyun hey özgürlük savaşçıları! Şiranız şiarımız, kavganız kavgamızdır... "Gün batımıyla doğuyoruz yarınlara/ Rüzgarlar saçlarımızda/ Sevda mor dağlardan yüce/ Kartal bakışlı çocuklar taşıyorlar onu/ Yürüyoruz ilk yaza doğru/ Türküler omuzdaş /Y ıldızlar sorguluyor geceyi dolunaylar da/Döllendikçe bahar tohumları/ Kırkikindilerle göveririm/ Y üreğimde çınlayan ezgisiyle sevdanın / Döneceğim çiğdemlere ulanıp..." İşte bütün mesele burada... Buradan sonrasında. Bu ne ilk, ne de son olacak. Kavga hep vardı v e var olacak. Düşen de olacak kavgada.
TAVIR 13
S Ö Y L E Ş İ
Nihat Behram İle Söyleşi
"DEVRİMCİ KÜLTÜR DEVRİMCİ MÜCADELE İÇİNDE ÇİÇEKLENİR" T A V IR TAVIR: Türkiy e'de gelişen bir toplumsal muhalef et, yükselen bir mücadele v ar. Emekten v e halktan yana olan güçlerle, karşı-dev rimci güçler arasındaki sav aş, bütün y oğunluğu ve sıcaklığıy la sürerken, şiir y ani emekten v e halktan yana olan şairler sizce bu savaşta üstlerine düşeni y apıy orlar mı? İnsana mücadele azmi v eren şiirler y azılıy or mu? Y ani H. Hüseyin'in dey imiy le, "matarasında su, torbasında ekmek v e kemerinde kurşun kalmamışları" ay akta tutacak şiirler; soruyu biraz daha genişletecek olursak, ilerici, dev rimci sanat sizce bu mücadele içinde y eterince y erini alıy or mu? Bu açıdan siz kendinizi nasıl değerlendiriy orsunuz? (Bu çerçev ede TAVIR'a nasıl bakıy orsunuz?) N. BEHRAM: Eğer, "emekten, halktan y ana olan şairler (genelleştirirsek: ay dınlar) üstlerine düşeni yapmıy orlarsa, o zaman, artık onları da, bu tanımla, y ani," emekten v e halktan y ana olma" tanımıy la taçlandırmamak gereklidir. Adam, kendine y akıştırılan sıf atın gereğini y apmıy or, yani köşesine sinmiş, korkak, belki de böyle bir sorunu y ok, hatta dev rimci direnişe karşı burjuv azinin düdüğü olmuş, artık, "emekten ve halktan y ana bir ay dın" olarak tanımlanabilir mi? Halkın, emeğin, ezilen ulusların, mazlum insanların y anında olmak, onların sesi, dili, y üreği, direniş kıv ılcımları olmakla doğru orantılıdır, iç içedir. Onurlu, haysiy etli bir iştir. Acılar, acıların sesi olmak istey enlerde,kader birliğini de gerektiriy or. Y ani zorludur. Pusulası korku değil, başkaldırıdır, direniştir. Devrimci dire-
14 T A V I R
nişte ustalık ne ise, dev rimci sanattaki ustalığı da öy le değerlendirmek gereklidir. Y ani, bir dev rimci örgüt, dev rimciliğin en temel ölçülerine uymay an y an çizen, oportünist olan, burjuv aziy e y amanmış, susmuş, sinmiş birisiyle direniş eylemlerini inşa etmey i planlar mı? Öy leyse şarkılarını da kendi omuzdaşlarıy la söyley ecektir. Bu alanda omuzdaşları az ise burjuv aziden devşirme y erine kendi denizinde y etiştirme y olunu seçmelidir. Devrimci gerçekçi sanat böyle v ar oluyor, dev rimci gerçekçi kültürün çiçekleri devrimci mücadelenin içinde çiçekleniy or. Genel olarak daha işin başında birilerini tanımlarken hata y apıy oruz. "Ay dınlarımız f aşizme karşı esas olarak teslimiy eti seçmiştir. Kürt ulusuna v e direnişine karşı burjuv azinin güdümünde hareket etmiştir. Ay dın katlarda korku, teslimiyet, hatta direniş güçlerine karşı burjuv a lugatıy la saldırmacılık başat olmuştur. v.b. " sözler y anlışını bizzat kendi içinde taşıy or. Y ani, adamın kilosuna bakmadan "aydın" olarak tanımlarken y anlışa düşülüy or. Cezaev inde insanlar açlık direnişindeyken, köşesine çekilmiş, idarenin köftesiyle karın doy uranı, yalananı dev rimci direnişçi say ıy or muy uz? Gerçeğimiz, halktan, emekten ezilenden y ana ay dınların görev lerini y apmadığı değil, böy le aydınların az olduğudur. Ulusal kimliğini unutmuş, y a da bilinçli olarak kimliğini gözardı eden, burjuv azinin güdümünde hareket eden bir insana, "Kürt aydını" dememek gerektir. Fakat Kürt olmadığı halde, bu anlamda İ. Beşikçi
onurlu bir ay dındır. Burjuvazi, kendine başkaldıranın üstüne gidiy or. Ve sen, başkaldırında tutarlı v e inançlıysan, üstüne gelindiği an direniy orsun. Y ani, başkaldırının olduğu y erde ancak direnişten söz edilir. Direniş sanatını da bu ey lemlilik y apısı içinde değerlendirmek gereklidir. Bir başka sorun nedeniy le bu noktada biraz durmak istiy orum. Dev rimci gerçekçi kültürün "asalağı bir bela" da bu noktada semiriyor. Çünkü bi de "direniş tüccarları" v ar. Bunlar, burjuv azinin güdümünde köşesine sinmişlerden daha tehlikelidir. 80 darbesiyle birlikte, mantar gibi türediler. Arabesk şırıngalı sahte direniş duy arlılığıy la, geniş kesimleri afy onluyorlar. Y ozluğun köpürdüğü birşey ler, "dev rimci sanat" olarak sunuluyor. Devrimci kültür adına "İçerdeki düşman"dır. Üstlerine gidilmesi gerekir... Dev rimci gerçekçi kültürün, direniş duy arlılığının, y aratıcı sanat ey leminin, yeni y etişen kuşaklarla, her gün daha geniş boy utlarda filizleneceğini düşünüy orum. Sanatı değerlendirirken, ölçüyü, "büy ük kent dükalıkları" nın, bir av uçluk "sanatçı çev releri"y le sınırlı tutmamak gereklidir. Onlar her gün "Amerika'y ı y eniden keşf etmenin" kısır döngüsü içinde tartışıp dururlarken, dağ başlarında y akılan özgürlük ateşlerinin çevresinde binlerce insan, saf ını halkın y anında belirlemiş arkadaşların şarkılarını söy lüy or. Sanatın değişik dallarında, bir çok arkadaş, cezaev lerinin direnişleri içinde y etişip y etkinleşti. Sanatın genel anlamdaki önemi kadar, sanatın oluşmasındaki özgül sorunların önemi de kav randıkça, y eni kuşaklardan daha y etkin değerler çıkacağına inanıy orum. Tav ır'ın bu doğrultuda kendisi için belirlediği nitelik, önemlidir. Y ani bir y anıy la dev rimci gerçekçi kültürün gönüllüsü genç kuşakların sesini duyurmak, bir yanıy la dev rimci gerçekçi kültürün gönüllüsü genç kuşakların sesini duy urmak, bir y anıy la bu insanları, genel anlamıy la da kadroları, insanlığın zengin kültür mirasıy la eğitmek. Özellikle bu ikinci noktay a, kadroların, genç sanatçı arkadaşların, önemli bir
S Ö Y L E Ş İ
biçimde gereksinimleri var.
yaşamış bir şairdir. Y azık ki, yaşamı boyunca üstüne çöreklenmiş acılar nedeniyle, ancak TAVIR:Tav ır Dergisi'nin 14. bölük pörçük ulaşabilmiştir hesay ısında, buraya kadar ciddi bir def lediği şiire. Heba olmuş bir eleştirel değerlendirmeye tabi cevherdir. İlk Neruda çevrisini de tutulmamış Ahmed Arif şiirine, ondan okumuştuk, halk türküleriyle Adnan Yücel'in, eleştirel bir yoğrulmuş sözcüklerin işlediği yaklaşımı yer alıyor. Yani Tavır şiirleri de. Yani, bir yanı Dergisi, A. Arif şiiri üstüne ciddi bir ev renselde, bir y anı yerelde kolları tartışma başlatmış durumda. Bu vardı şiir duyarlığının. Ayrıca E. Gökçe'nin halk olgusuna konuda siz ne diyorsunuz? bakmadaki bilinç düzeyi de, sadece kendi kuşağı içinde değil, genel olarak yazınımız içinde ender bir yere sahiptir. Nice yıllar N. BEHRAM: Kuşkusuz ki, önce şunları y azıyordu: "Ve "eleştirilmezlik" diy e bir ölçü kim Kürtler/ Alev iler/ Çingeneler/ ya da ne olursa olsun yanlıştır. Y aşar/ Toprak/ Damlar/ Ve/ Düşünün ki insanlar uğurlarına Çadırlarda/ Külli/ Topraksız /Külli/ canlarını verdikleri örgütlerini, Arkasız/Ve/ Horlanmış." mücadele anlay ışlarını kıyasıya A. Arif-Enver Gökçe etkieleştiriyorlar. Eleştiri, gelişmenin bileği taşıdır. Önemli olan, lenmesine gelince, ben bunu fazla önemli görmüyorum. Aşikar ki, eleştirinin niteliğidir. Yani, hangi duygular ve hangi anlay ışlardan şiirlerinde büyük ses, biçim, kaynaklandığı. Karaçalma, saldır ı söyleyiş benzeşmeleri vardır. Bu noktay ı yazısında A. Yücel de anlayışlarından mı kaynaklandığı, geliştirme, ilerletme anlay ışından vurguluyor. Etkilenme söz konusu olunca, kopya ya da hırsızlık mı? Dost safında bir duyguyla mı, düşman saf ında bir duy guyla mı değilse, doğaldır. Söz gelimi, yapıldığı? Özelinde Ahmed Arif, bence, Tevfik Fikret olmaksızın, Nazım Hikmet düşünülemezdi. genelinde devrimci kültürün düşmanlarının eleştirilerine karşı ben kendi adıma A. Arifi kalkanım gibi savunurum. Şiiri doruklarda Ahmed Arifin, "Hasretinden yakalamış bilir şairdir. A. Y ücel'in de altını çizdiği gibi, "şiirinin çok Prangalar Eskittim" kitabındaki sağlam bir şiir yapısı " v ardır. şiirlerin, 1980'den sonraki basSanatı sanat yapan bu temel kısında, önceki baskılara oranla, ögenin y anısıra, toplumsal işleviyle "sansürden" geçirilmiş olması, de geniş kesimlerde, başkaldırıya benim için üzücü olmuştur. Birçok gebe duyarlıkları ateşlemiştir. şiirindeki, birçok dize, "günün boyun eğme Adnan Yücel'in eleştirisine gelince: koşullarına değiştirilmiştir. İlgiyle ve severek okudum. Bu biçiminde" yaklaşım A. Arif e karşı açılmış bir Sözgelimi, "Kürdün gelinini söyler kampanya değildir. Tam tersi, maltada biri" dizesi, "Gelinin dev rimci eleştirel bir yaklaşımdır. türküsünü söyler maltada biri" değiştirilmiştir. O Devrimci kadroların sadece A. olarak Arif e değil. Nazım Hikmetleri değişikliklerle basılacağına keşke basılmasaydı diye Y ılmaz Güney'e dek, kendi hiç dünyasının uç isimlerine de düşünüyorum. Üzücü olan da, eleştirel bakabilmelidir. Bu zararlı "sansür" ün, kendi kendini sansür" değil, yararlıdır. A. Arif'i, kendi olmasıydı. Y ani A. Arif taraf ından.. kuşağı içinde yakından tanıyanlar için, -ki bunlardan birisi de A. Y ücel'dir-A. Arifin şiirine sinmiş olan "feodal başkaldırı" duygusu TAVIR: Bilindiği gibi Avrupa, anlaşılır bir şeydir. Y ani bir ay ağını sağlam yere basmayan bakıma, şiirinde kendi kişiliği politik ilticacıları, kendi bireyci, yoz yoğrulmuştur. Bu bütünlük içinde kültürü ve yaşam tarzının içine görmek gerekir. Aynı eleştiri çekip, eritip bitiriyor. 80 Sonrası bir açısından yaklaşın, Y. Güne/in çok ilerici ve devrimci sanatçı v e filmlerinde de aynı sonuçlara yazarla, politik mülteciler, v aracaksınız. Avrupa'ya çıkmak zorunda kaldı. Bunlar açısından durum sizce Enver Gökçe, bence büyük bir şiirin gebesi olarak, gerçekten nedir? N. BEHRAM: Sorunun yabüy ük bir şiirin sancılarıyla
nıtı, sorunun içinde var. Y ani, düğüm, ayağını insanın yere sağlam basıp basmamasında yatıy or. Eğer insan ayağını sağlam yere basmıyorsa, gurbet ya da sıla, özgürlük ya da cezaevi farketmiyor. Dönen her yerde dönüy or, direnen her yerde direniyor. Biraz, insanın devrimci yapısını, nasıl bir anlay ış v e duy arlıkla mayalamış oluşuna bağlı. Kuşkusuz ki, değişik ortamlarda, bu mayanın niteliğini kolayca açığa çıkaran etkenler vardır. Diyelim ki, polis, işkence, cezaevi gibi etken-
DERSİM'İ UNUTMA Aştı, yeryüzünün kızartısı, günbatımı rengini... Akan kandır: oluk oluk bebelerden, yaşlılardan... Aştı, dağların uğultusu, gök gürültüsünü... Döven top mermileridir: göğüsleri, alınları. Akan kandır; döven top mer mileri O mazlum hal kı, o öksüz vatanı... Derinleşti Lâç deresi, Harçîk çayı, Zilan... Yükseldi Halis dağı, Haydaran, Munzur... Akan kandır, döven top sesleri, mahzun vatanı... Aks akallar, ölü c anlar, kundak bezleri İnim inim kan içinde kaynadı; Günlerce yaralan yaladı zulüm rüzgârı; Analar yavrular için, yavrular bacılar için Gökyüzünün yıldızınca ağladı... Akan kandır, Dersim'i unutma yoldaş; Bin kat daha akıtılsa, savun nazlı vatanı... Bımre koletî.... Bıji azadî....
ler kimilerini, teslimiyetin avuçlarına düşürür. Kimisi de aynı koşullarda, direniş şarkılarına konu olur. Diyelim ki kimisi için para, mal, mülk, şöhret dönekliğin oltalarıdır. Kimisi de varını, yoğunu inandığı dava uğruna harcar. Benzeri nedenlerle, hamuru çürük olanlar, sürgün yıllarında da döküldüler. Fakat, gurbetten gidip, sılada ön saflarda can verenler de az değil. Acı olan bence, Türkiye'de, cezaev lerine, işkencelere, sürgünlere insan üreten bir sistemin olmasıdır. O sistemin değişmesi için de, her zamankinden f azla, hayatın her alanında, duraksamaksızın çalışmak gerekir. T A V I R 15
HEVİ Şera şoreşê me roj nû bû ye Li Kûrdistanê vebû ye Roj bi roj zêde bu ye Şewqa wê tev belaw bû ye Cih û welat pê roni bû ye Karker û gûndi ra bû ye Li heqê xwe hişyar bû ye Canfidayê welatê xwe bû y e Çav li amanca xwe bû y e Li hêviy a rêçik î nû ye Destgirek bo çê bû ye Agırek nû bo vebû ye Ew agırê Medya nû ye Miletê tev gûh lê bû ye
UMUT Devrimci savaşımız yeni bir güne Kürdistan'da başlıyor Gün be gün coşkusu her yana Yayılarak artıyor Tüm ülke ve dünya aydınlanıyor İşçi ve köylü kalkmış Hakkına sahip çıkıyor Gözü davasında Feda ediyor canını ülkesine Umudu yeni bir günde Desteksiz kalmıyor Yeni bir ateş yanıyor O ateş ki, Medyanın ateşi Tüm halk dinlemekte Hasan Bakır
16 T A V I R
BOTAN İZLENİMLERİ NEWROZ NOTLARI Zozan
B
aharın sıcaklığını hissediyoruz ağır ağır yol alırken arabamız. İlk molay ı Mardin'de veriyoruz. Mardin'in mahalleleri dağların eteğine doğru yaslanmış ara sokakları basamak basamak yukarıya doğru uzanıyor. Çöp arabaları giremiyor bu sokaklara, yanlarına çöp bidonları asılmış eşeklerle topluy orlar çöpleri.
Nusaybin'den sonra yol boyunca tanklara, zırhlı araçlara, askeri otobüslere rastlıyoruz. Cizre'ye ve Şırnak'a gidiyorlar. Bu bölgede askeri araç görüntülerine alışılmış ancak sayılarındaki artış yine de dikkat çekici. Bu manzara içimizdeki endişeyi arttırıyor: Newroz 'da acımasızca saldırabilirler halka. Yol boyunca uzanan karakollar, onların elleri her an tetiğe dokunmaya hazır görevlileri bu topraklarla dargın. Açık arazilere kurulmuş barakalar adata halktan tecrit olmuş. Sıcak ve güneşli bir gündü. Otogar oldukça sakindi. Ancak o sabah iki köy korucusu asılmıştı Cizre'de. Yol kenarlarına terk edilmiş mazot tanklarının arasından şehir merkezine doğru gidiyoruz. Yurtdışına taşımacılık yapanların dönüşte kaçak benzin ve mazot getirdikleri bu tanklar kamyonlardan söktürülmüş bir süre önce. Şehir merkezine ürkütücü bir görüntü yerleşmiş. Sakallı, bıy ıklı, maskeli, rambo kılıklı adamlar ellerinde son model Amerikan silahlarıyla dolaşıyor. Tankların, panzerlerin, kariyerlerin namluları şehre çevrilmiş; parmaklar tetikte bekliyorlar. Bir işaret, bir emir ve silahın tetiğine bir dokunuş... Evet her şey tetiğe yapışmış parmağa bağlı. Bir
Evi ndar
anda boşanacak mermiler, kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden binlerce insanın ölümüne neden olabilir. Panzerlerin camlarında silahları, mehter marşı eşliğinde sokakları arşınlıyorlar. Panzerlerine astıkları bayraklar ı yeni bir ülke fethetmiş işgal ordusunun mağrur gururunu yansıtıyor. Ama bu görüntüler ilçede yaşayan insanların günlük yaşamının bir parçası olmuş gibi. İnsanlar sokaklarda tüm doğallıklarıyla günlük işlerini y apıy orlar. Yaşları onu geçmeyen ilkokul öğrencileri çevreden toplamış oldukları arkadaşlarıyla yürüyüş yapmaya çalışıyor. Ellerinde sarı, kırmızı, yeşil kendi yaptıkları kağıt bayrakları. Panzerler sinyal vererek çocuk kalabalığına doğru hareket ediyor. Çocuklar kurnaz dav ranışlarıyla adeta kök söktürüyorlar saldırganlara. Sabah daha kalabalık olan gruba özel tim saldırmış ve dağıtmış. Ama çocuklar bu kez daha kararlı, hedeflerine ulaşıyorlar. Mücadelenin yıllar içinde yaratmış olduğu sıcaklık, insanlar arasındaki ilişkilere de yansımış. İnsanlar birbirlerine daha yakın. Bölgedeki aşiretçi gruplar arasındaki kan davaları da aynı sıcaklıkla erimiş gitmiş. İnsanlar artık ölümü pay laşıy orlar. Yedi yaşındaki çocuktan, yetmiş yaşındaki ihtiyara kadar insanların eli zafer işareti artık sokaklarda. Mahallelerde kadınlar evlerinin önünde oturmuş, bir yandan baharın taze sıcağını karşılarken diğer yandan sarı, kırmızı, yeşil kazaklar örüyorlar; Filistin'li kadınların bayrak örüşü gibi. Çocuklar aynı çocuklar. Dışardan gelen insanlara meraklılar. Umut dolu, sevgi dolu bakışlarla arkamızdan koşturuyorlar. Fırsat buldukça da "abi bi fotoğrafımı çeksene" deyip ellerini hemen havaya kaldırıp zafer işareti yapıy orlar.
T A V I R 17
liyor. Ateşler gürleşiyor, şehrin her taraf ına yayılıyor. Ama hayıflanıyorsuz. Dağlar kuşatılmış, dağlarda Newroz ateşler i yanmıyor. Grup Y orum'un dizeleri geliyor aklımıza "Düşman Çizmesi Altında Y urdum" Gökyüzü alevlerin yaydığı dumanla simsiyah. Fırtına öncesini hatırlatan kısa bir sessizliğin ardından özgürlük istemini simgeleyen isyan yüklü silahlar ateşlenmeye başlıyor. Zılgıt sesleri silah seslerine karışıyor. Dağların eteklerindeki mahallelerden atılan zılgıtlar şehrin başka yerlerinden atılan zılgıtlarla destekleniyor, silah sesleriyle besleniy or. Topraklar kıraç ve verimsiz. Yine de halkın bu topraklara olan özlemine şaşırmıyoruz. Cizre yazın "Cehenneme ne gerek var" dedirtecek kadar sıcaktan kavruluyor, kışın ise karın altında aylarca tezekle ısınmaya çalışıyorlar. İlçe halkı geçimini genelde sın ır kaçakçılığından sağlıyor. Tarım ve hayvancılıkla uğraşılıyor olsa da halkın geçimini ayakta tutan kaçakçılık. İlçede kepenkler kapalıydı. Mahallelerde, evlerin önünde siperler kazılmıştı. Sanki top yekün bir savaşa hazırlanılıy ordu. Tanklar ormansız, ağaçsız dağları işgal etmiş. Her Cizre'li sabah kalktığında önce tepesindeki tankları görüyor. Bu hazırlık yeni bir Dersim için mi, yeni bir Halepçe için mi? Halk bayram coşkusuyla toplandı buğday pazarında. Bazıları da ev lerinin damın18 T A V I R
dan katılıyor aynı coşkuyla. Newroz'un tarihçesi anlatılıyor, şiirler okunuyor ve sonra kadınlı erkekli halaya duruluyor. Omuz omuza halaylar. Baharın coşkusuyla, baharın heyecanıyla dolu her yan. Y etmiş yaşında ak sakallı bir ihtiyar elinde bastonu ile halay başına duruyor; bastonunu havaya kaldırarak zaf er işareti yapan ihtiyarın etrafında devam ediyor halaylar. Bu coşkulu halay ı görüp de katılmamak olur mu? Herkesle kucaklaşıyoruz adeta. Özal tim elemanları Newroz kutlamalarına katılanları kinli gözlerle seyrediyor, insanlar yanlarından geçerken öfkeyle yere tükürüyorlar. Akşama doğru ateşler y akılmaya başlanıyor her yanda. Sokaklar, caddeler alev harmanlı kızıla boyanıyor. Kamyon tekerleklerini bulup getiriyor çocuklar. Ateşler körükleniyor. Hava kararmaya başlayınca güvenlik güçleri ortalıktan çeki-
"ezgili dizeler olduk hep bir ağızdan kor kor y anan Newroz ateşleri başında" Newroz ateşleri sabaha kadar yanmaya devam etti. Ve ateşlerin çevresinde çocuklar ellerinde bayraklar oradan oraya koştu durdu, kadınlar erkekler halaylarla sabaha ulaştırdı geceyi. 21 Mart sabahı güvenlik (!) güçleri telaş içindeydi. Damlardaki silahlı polisler, turlayan panzerler, zırhlı araçlar sanki birazdan olacakların habercisiydiler. Ama Cizre halkı çoluk-çocuk, yaşlı-genç sokaklardaydı. Zılgıtlar, sloganlar, türküler, halaylar aralıksız de-
vam ediyordu. Halkın bir kısmı geleneksel mezar ziyareti için mezarlığa henüz ulaşmıştı ki gelmekte olan Cudi Kurtuluş Mahalleleri halkına ateş açıldığı duyuldu. Ancak her türlü engellemeye karşın halk mazot tanklarını siper alarak, üzerine savrulan gaz bombalarını geri atarak, yaralı v e ölülerini ara sokaklara taşıyarak mezarlık ziyaretini sürdürdü. "Korku halkta değil, korku silah tutan elin titreyişinde, korku çelikten zırhların içine gizlenenlerde, korku tankları, panzerleri sürende." Mezarlık anmasının ardından Ebuliz ilkokulun ziyaret için yola çıkıldığında ikinci kez barut kokuları insan çığlıkları ortalığı kaplıyor... yaralıların ölülerin kanları caddeleri suluyor. Dehak öfkesini kusuyor. Daha iyi bilemeli Kawa'lar kılıçlarını, daha gür çıkmalı halkın sesi. Her türlü engele rağmen Ebulİz ilk okuluna gelmeyi başaran halk bu sefer de doğanın engeliyle karşılaşıyor. Doğa sanki özgürlük ateşini söndürmek, coşkuyu kararlılığı eritmek, yaşananı sona erdirmek istercesine bulutlarındaki yağmuru bırakıyor kanlı sokakların üstüne. Kin kusan silahlar devam ediyor, evler, işyerleri, caddeler taranıyor. Çığlık çığlığa evlerine kaçan insanlara rağmen amansızca sürüy or katliam.
ÎZZET KEZER ANILDI 23 Mart 1992'de Newroz olaylarını izlemek üzere Cizre'de bulunan Sabah Gazetesi Muhabiri İ.Kezer Kontrgerilla taraf ından katledildi. İlki İstanbul'da Basın Müzesi'nde, ikincisi Ankara'da Foto Muhabirleri Derneği Lokali'nde yapılan anma toplantısında Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Mustafa Ekmekci yaptığı konuşmada "Türkiye'yi cehenneme çevirmek isteyen yüzy ıllardır birlikte aynı acı ve sevinci paylaşan Anadolu insanlarını birbirlerine kırdırmaya y önelik bilinen evrensel oyunu sergileyenler bu kez başarılı olamay acak. Buna inanıy oruz. Bu inançla başta hükümet olmak üzere kamuoyunun duyarlı tüm kesimlerini senary osu önceden y azılmış oy unları bozmaya, bu amaçla cesur, namuslu, demokratik bir blokun oluşması için katkıda bulunmay a, insanların, gazetecilerin meydan okurcasına katledilmesine karşı çıkmaya ve evrensel değerlerin korunması mücadelesine omuz
v ermeye
çağırıy oruz"
dedi.
İzzet
Kezer
albümünden seçilen dia sunusundan sonra video gösteriminde; Alman Televizy onunun olay anında çektiği görüntüler, resmi ağızlardan söylendiği üzere çatışma arasında kalarak değil bilfiil hedef gözetilerek yapılan katliamı gözler önüne seriyordu.
yaşamın hareketinden kopmuş gitmişti. Hem de bir çırpıda, hem de savunmasızken... Tarafsızlığın simgesi beyaz bayrakla görev yapan bir basın emekçisi de panzerlerden gelen kurşunla oracıkta toprağa düşüyordu. Halklarımızın mücadele günü olan Newroz'da halka kin kusul-muştu.
Uzun süren kurşun yağmurunun ardından sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Evinden dışarıya adım atan insanlar taranıyor, kural tanımayan silahlar en ufak bir kıpırtıya kurşun yağdırıyor, helikopterler şehrin üzerinde inip inip Aynı gün ve saatlerde Botan'ın kalkıyor, arka mahallelerden insan her yerinde benzer saldırılar çığlıkları geliyor, dağlar üzerindeki y aşanıy ordu... tanklar atışa başlamış, evler Asker aramalarından geçerek, yıkılıyordu. Yüzlerce insan yüreğimiz buruk bir şekilde ayrıldık yaşamdan, Botan'dan...
"Düşlerin y erde
sonsuza koştuğu
Sabrın çiçeklerini açtığı y erde Asla kapanmaz yaşanan defter Çünkü tarihin en güzel yerinde Son sözü hep direnenler söy ler." (XX) (x) Efsanel ere göre 1200'lü yıllarda robot tas arımı yapan ilk i nsan. Kürt. (xx) "Yeryüz ü Aş kın Yüzü Oluncaya Dek" Adnan Yüc el
T T A V I R 19
BUGÜN "Vedat, Remzi ve yurdumun bütün şehitlerine" Bugün günlerden faşizm Sokağa çıkma Gölgen hain -işbirlikçi-olabilir Ne kadar yoğun bugün Alanları kaldırmak şehirlere düşer Cenazeler halklara Her ölüm biraz daha hırs ve biraz daha yaşamdır Bu şehirde Tarih bazen atlas sayfalara ya da mezar duvarlarına yazılır Düşme dost gölgenin pususuna Bugün günlerden faşizm Kavgadan kaçma dost Her nefes bir yumruktur Diren Ölme dost!...
Mehmet Sait Alpaslan
İRO "Ji W edat, Remzi an ji jı şehidê velatê minre" İro jı rojan faşizme Dernekeve kuçê Dibe ku Siy ate xain -hev kariti-be Çiqas guti ya iroderhêl Ragırtına mey dana jh bajaran re dikev e a cenazan ji gelan ra Her mırın hınekdın hêrs û hınek dın jiy an e Her wiha lı v i bajari Dirok carna lı rupelên atlas carna lı deriy ê zindanê an ji lı diwarê gonê tê nıvisandın Dost nekeve dafika siyê İro ji rojan f aşisizm e Jı cengêne rev e dost Her bihn kulmak e Berxwe bıde Nemre dost!...
Mıhemed Seid Alpaslan 20 T A V I R
D
ostumuz Adnan Y ücel, Ahmet Arifin (Ahmet, adını ısrarla "Ahmed" yazmasına karşın ben "Ahmet" yazıyorum. Çünkü, Türkçe'ye ay kırıdır "Ahmed".) şiirine farklı bir y aklaşımda bulunmuştu. "Bulunmuş" diyorum, çünkü, böyle yaklaşımlar çok yapıldı. Gülten Akın da, öyle yaklaşımları bilgili bir yazın insanı olarak yanıtladı. Sanıy orum, Y aşar Kemal dostumuz da karşıladı bu sav ları. Adnan Y ücel dostumuza, y azım boy unca "Adnan" diye sesleneceğim. Kardeşim, hemşehrim, yoldaşım olarak, kendisine böyle seslenme hakkım olduğunu sanıy orum. Bir itirazı olursa, senli benliliğimi geri alırım. Çünkü, ben, Ataç'ın aksine, senli benli konuşmay ı sev erim. Sev gili Adnan, Ahmet Arif in şiirinin 'çarpıcı imgeler, akıp giden bir lirizm, güçlü ve tok bir söyley iş" gibi özelliklerin tümünü bir arada 2 bulundurduğunu söylüy or.' ' Bu sözlerden anladığıma göre, "Şiir, çarpıcı imgelerle örülmüş, akıp giden bir lirizm taşıyan, güçlü ve tok sesli söz sanatıdır." "Tümünü" sözcüğünden başka bir anlam çıkaramıy orum. Sözün şiirleşmesini sağlayan başka öğelere yer vermiy or "tümü" sözcüğü. Bir de, böyle sözlere tutuluyorum doğrusu. Nedir bu "çarpıcı imge", "akıp giden lirizm", "güçlü ve tok söyley iş" tanımlamaları? Çok soy ut terimler. Okura hiçbir şey öğretmiy or. Adnan, bunları öy lesine benimsemiş ki, "Konu, Ahmet Arif şiirinin biçim özellikleri ise, aynı görüşe katılmamak olası değil, ama konu Ahmed Arif şiirinin özü ise, başka seslere de kulak vermekte yarar olduğu ka3 nısınday ım." diyor.' ' Y ani, "çarpıcı imge, akıp gider lirizm, güçlü ve tok söyleyiş" şiirin bi-çim özellikleriymiş. Bir kez,
BÜYÜMEK İÇİN KÜÇÜLMEK Mİ, YOKSA ÖZGÜNLÜK MÜ? Ve ci hi
T İMUR O Ğ LU
"Ahmet Arif şiir olamaz. Ancak, Ahmet Arif in şiiri olabilir, söze böy le başlarsak, kavramlar üzerinde anlaşmak daha kolay laşır. Adnan bilir ki, şiirleri temalarına y a da ele aldıkları sorunlara göre sınıf landırmak olmaz. "Sorunları ele almak" terimini kullanıy orum, çünkü şiirin herhangi bir sorunu çözümleme işlevi y oktur. Şiiri açıklamak y erine (bir y azın öğretmeni olarak Adnan'ın şiir açıklama terimine karşı olduğunu biliyorum), şiirin anlamını karmaşık yapısıy la özdeşleştirmek daha sağlıklıdır gibime geliyor. Böy le düşünürsek, imgenin, eğretilemenin, simgenin ve mitin, şiirin v azgeçilmez, öze ilişkin öğeleri olduğunu kolayca görürüz. İmge, eğretileme (istiare) ve simge, hiç biçimsel özelliklerden say ılır mı? Öz diy ince, salt "tema"y ı mı anlayacağız? Max Eastman, Bilim Çağında Y azımsal Düşünüş adlı y apıtında, "şiirin iki köklü düzenley icisinin ölçü ve eğretileme" olduğunu ısrarla vurgular. 4 ' ' Max Eastman, kuşkusuz, "ölçü" terimiyle, duyumsal tikellik, müziksel söylem ve resimsel coşku arasındaki uy umu amaçlıy or. Ünlü sanat kuramcısının sık sık sözünü ettiği şiir öğesi "mind's ey e"dir.
Adnan da bilir ki, "mind"s ey e" terimi "ak lın gözüsü" değildir. "imgelem"dir mind's ey e. Şiiri, f elsef eden v e bilimden ay ıran, imgelen f arkıdır. Y ani, sanatsal imgelem, bilimsel imgelemden çok ay rıdır. Çok basit olarak söylemek isterim: Bilimsel imge gösterime, ölçmeye ve somutlamay a dayandığı halde, sanatsal imgelem coşkusaldır, bireyseldir v e duyumsaldır. En önemli özelliği, Adnan'ın da y adsımay acağı gibi duyumsal ve estetik sürekliliktir. Duy umsal ve estetik sürekliliği, biçim özellikleri arasında saymak olanağı yoktur. Adnan, bunca y ıllık öğretmenliğinde, öğrencilerine, sanatsal imgeyi bilimsel v e felsefi imgeden ay ıran özellikleri anlatırken, şiir dilinin f elsef e ve bilim dilinden ay rı olduğunu da ısrarla belirtmiştir. Şiirsel söylem, söz sanatı kullanmaya v e eğretlemey e day anır. Bu iki özellik, felsefe ve bilim dilinden, sanatsal söy lemi ay ıran kesin çizgilerdir. Şair olan Adnan Y ücel, bunları bilmez olur mu? Şair, şiirini yinelenemez sözcükler örgüsüyle örer. Üstelik, sözcük örgüsü, başka hiçbir yerde yinelenerek kullanılamaz.
T A V I R 21
Sanatsal imgenin ruhbilimsel bir değeri de v ardır. Ruhbilim açısından, imge, y aşay ıp bitirdiğimiz bir durumun duy umsal y a da algısal, ama kesinlikle görsel olmayan biçimde, zihinde y eniden canlandırılmasıdır, bir bakıma y eniden yaşatılmasıdır. Burada, hem Adnan'ı hem de okuy ucuy u sıkacak biçimde renk, ses, tat, koku gibi duy umsal imgelerden, onların özelliklerinden söz edecek değilim. Hatta, durağan v e devingen imgelerden de söz etmeyeceğim. Ama, bir cümleyle, "bileşik imge"y e değireceğim. Bileşik imgelerde, duy um değiştirmesi doğaldır. Şair, yanılsamadan y a da y azımsal gelenekten dolayı, renk duyumunu ses duyumuna, ses duyumunu tat duy umuna itat duy umunu koku duy umuna dönüştürebilir. Abdülhak Hamit'i öğretirken, bileşik imgelere değinmezsek, Şair-i Âzam'ı, çocuğa sezdiremeyiz. Bileşik imgelemlemede, tarihselin çağdaş'a getirilmesi de söz konusudur. Doğrusu, bu y ola başv uramayan y azarların ve şairlerin toplumsal bilinçte sürekli y aşamaları da zor oluy or. Unutmay alım ki, imgeler, yadsınmayacak biçimde duy umlarla ilgilidir. Ancak, onların zihinsel bir olgu oldukları, zihin taraf ından üretildikleri unutulmamalıdır. Sev gili Adnan, bütün bun ları y akından bildiği halde, Ah met Arifi, iki ay rı biçimde de ğerlendirmek gereğini duy u(5) yor. Üstelik, bu iki ay rı de ğerlendirme, kendisi taraf ından y apılmıy or. Ad nan, bu değerlendirmelere sadece katılıy or. Bunlardan birisi, Env er Gökçe'nin değer lendirmesidir. Env er Gökçe, Suphi Kenan Demirci ile y ap tığı söy leşide, Ahmet Arifle il gili soruy u yanıtlarken, "Ben, hay atta kimseye hocalık, akıldanelik etmedim. Ustalık sat madım. Ahmet Arif, bugünkü y erine bilinen yetenekleriy le
22 T A V I R
oturmuştur. Hiçbir şey bu gerçeği örtbas edemez. Y alnız, kendi göbeğimi kendim kestim, kasaba minnet etmedim dediğine göre, kendini aşiret töresine bu kadar bağlı sayan v e bunu ballandıra ballandıra bir marif etmiş gibi söy leyen Ahmet Arif'e kendi yiğitlik zagonu adına sorarım: Aç zulanı, göster restini. Gökten zembille mi indin? He canım sen 6' getir üstünü. " demiş.' Doğrusu, şu "zagon" sözcüğü, beni çok tedirgin etmiştir. Env er ağabeyim, böyle bir sözcük kullandımı acaba Kendisine sorduğumda güldü. Ben sözlüklerde böy le bir sözcüğe rastlamadım. Halk dilinde söyleniyorsa, kullanılış biçimini bilmiy orum. Env er Gökçede, birçok Türk lehçesini incelemiş bir şairdi. Türkçeyi, eksiksiz bilenlerden birisiy di. Suphi Kenan Demirci, Env er Gökçe'ye, kışkırtıcı bir soru soruyor. O y ıllarda, devrimci şiirimizi, Nazım Hikmet'in ve Env er Gökçe'nin çev resinde boyutlamaya kalkanlar, Ahmet Arifi Gökçe Paracılığıy la vurmak istemişlerdi. Bu soru, bu amaçla yöneltilmişti Enver Gökçe'y e. Soruda, tam bir y önlendirme amaçlanıy or: "Soyut ve Y ansıma dergilerinde şiirlerinizi ve kişiliğinizi y ücelten yazılar y ay ımlandı. (....)
Bu y azıların y azarları, yazılarından anladığımca sizi yakından tanıyan ve bundan da büy ük kıvanç duy an kişiler. (....) Şiirlerinizi biliy orlar. Dahası, 1969 y ılında yay ımlanan kitabındaki şiirlerinin büyük çoğunluğunu zihnimize kay dettiğimiz Ahmet Arif 'e ustalık y aptığınızı bile biliy orlar. (....) Kimseyi suçlamak istemem ama, adınız etraf ında aşağı y ukarı 30 küsur y ıl süren suskunluğun bugün birdenbire açık bir ilgiy e dönüşmesini nasıl 17 açıklarsınız?" ' ' Env er Gökçe'nin yanıtındaki ilk sözler, ona y akışır niteliktedir. Ama, son cümleleri,
onun adına zorlanmış gibime geliy or. Ben, bu y azının y ay ımlandığı günlerde, çok acı bir tabloy la da karşılaşmıştım. Say gıdeğer Mete Tuğcu'nun Doğa Kitabev i'nde, Ahmet Arif , Env er ağabey ine küf ür bile etmişti. İşte bu olay a üzülüp Env er Gökçe'nin portresini çıkarmıştım. Ay dın Doğan, portrey i kendisine okuduğunda, "Çok namuslu bir değerlendirme." demiş. Bu "zagon" sözcüğü, herhalde Fransızca disiplin, töreli, y asalı, kurallı, kural anlamına gelen "regle" sözcüğünün argoda aldığı bizimden türemiş "racon" olmalı. Y ani, Env er Gökçe,"Onun aşiret töresi gereğince" demek istemiştir. Sev gili Adnan, bu tartışmanın kay nağı olan şiirleri de 8 biliy or. Örneklerini almış.' ' "Bir şairin diğer şairlerden etkilenmesinden daha doğal bir şey olamaz." diy e de, Ahmet Arif in "kan gülleri" imgesini, Env er Gökçe'den aşırdığını söy lüy or. Oy sa, Env er Gökçe'nin "Ne Fay da" adlı şiirindeki "kızıl gül" betimlemesiy le, "kan gülleri" imgesinin hiçbir ilgisi y oktur. Bunları bir (9) kaç kez y azdım. Bunları y azdığımda, Env er Gökçe de sağdı, Ahmet Arif de. Sev gili Adnan bilir ki, "kızıl gül, kırmı zı gül, kan gülü" v e buna ben zer örgeler, kamusal (ano nim) halk şiirimizde çok kulla nılmıştır. Env er Gökçe, Türkçenin tüm lehçeleriy le v e kamusal halk edebiy atıy la y akından ilgilenmiş bir şair olarak, "kızıl güller takay ım" dizesini, halkın dilinden v e söy le(10) minden süzmüştür. Anadolu halkının sözel hazinesine Ahmet Arif de y a bancı değildir. Ama, bir gerçeği unutmamamız gerekiy or. İki önemli şairimizin söy ley işleri çok f arklıdır. "kızıl gül", bir tamlama öbeğidir. Betimleme öğesi olarak kullanılmıştır. Tamlama y oluy la imgele y apılabilir. Ne ki, eğretileme içermesi gerekir. Burada, bir
eğretileme y ok. Belki, devrimci bir ima taşıy or. "Kan gülleri bir imgedir. Çağrışımlı imgelem y oluyla yapılmıştır. Eğretileme içerdiği için, "kan gülleri" tamlama öbeği, imge olmuştur. Bu kapalı eğretilemeyi, zihin, renk duy umundan y ararlanarak yeniden yaratmıştır, belli bir amaç uğruna ölmüş ya da öldürülmüş insanları y ansıtıy or. Dey işte de önemli fark var. Enver Gökçe'nin şiirinde "Bir o yana-Bir bu yana" diye betimlenen hareket, yakasına gül takılan kişinin yürüy üşüyle ilgilidir. Oy sa, Ahmet Arif in "Bir oy ana'sı "bir bu y ana"sı güllerin takıldığı y er ile ilişkilidir. Adnan Y ücel dostumuzun day andığı ikinci bakış açısı Abdullah Öcalan'ın değerlendirmesine 1' day anıy or.' Apo, Ahmet Arif'in, Kürt gençliğini yanlış y önlendirdiğini I2' söy lemiş.' Apo, Ahmet Arif'in şiirini, Kürt halkına karşı oportünistçe bir yaklaşık olarak görüy ormuş. Adnan da, buna katılıy or. Bunca y ıldır, yazın dünyasının içinde bulunan, şiir y azan, devrimci örgütleri tanımış bir Adnan, Ahmet Arif 'in şiirinin oportünist bir şiir olmadığını, gerçek şiirin bütün öğelerini taşıdığını bilir herhalde. Eğer yeni bir güdülemey e inanmışsa, ona diy eceğim yok. Apo, ne zamandan beri, bir şairin değeri üzerinde söz sahibidir? Bundan sonra, şairleri, Apo'y a göre değerlendirecekse, Adnan, çok düşüncesini yitirmiş demektir. Apaçık bir şiirdir Ahmet Arif in şiiri. Hangi dizesinde, Kürt gençliğine bir bildiride bulunmuş. Ahmet Arif, yaşadığı bölgenin insanını, o insanın y aşadığı y önetsel baskıy ı, o yöredeki sömürüy ü y ansıtmış. Bildiği sesi y akalamış. Diyarbakır ağzının türküsel ezgisini dizeleştirmiştir. Onun tek bildirisi marksist bildiridir. Ne Kürt, ne Türk gençliğine yön v ermemiştir. Şiir y azmıştır Ahmet.
Ancak, şiiri ideolojiden yoksun bir şiir değildir. Adnan, Ahmet Arif 'in y iğitliğiyle de eğleniy or. Ağırıma gitti doğrusu. Ben, öyle yiğitliklerden bir şey anlamamışımdır. Adnan, bunu en iy i bilenlerdendir. Ancak, Ahmet Arif, onca işkencey i mazoşist olduğundan çekmemiştir. Adnan, çok dev rimci dey işlerle, Aristo mantığını kullanıy or. Pir Sultan Abdal'ın, bugün kalkıp da, Düldül ey erlendi zülf ikar kuşan Ali'm ne y atarsın günlerin geldi 13' demesine gülermiş.' Oysa, ben, kitlesel bir devrimci ey lemi coşturmak için, bu ve bunun gibi dizeleri sürekli söylerim. Aristo mantığıy la, "Düldüle" ve "Zülf ikara" (bu sözcük de, "zülf ikâr" değil, zülf ekar'dır, halk dilinde "zülfikar" olmuştur) bugün kimseyi inandıramazmışız. Bu dizelerde, amaç, Düldül ile Zülfikar'a y a da Ali'y e, birilerini inandırmak mıdır? Pir Sultan Abdal da, Hazreti Ali'yi çağırmamış zaten. Simgedir işte bunlar. Devrimci, zulme karşı çıkan, mazluma yoldaş kahramanı simgeliyor. Ali imgesi, bu toplumun zihninde y aşıy orsa, ben, her durumda, her zaman o dizeleri okurum, gerekirse, Ali simgesini, kendi şiirimde de kullanırım. Adnan, büy ük bir savda daha bulunuy or: "Şey hülislâm, fetva, katlin vacip görülmesi, saray, ferman, kaltak vurma, tatar ağası" gibi sözcükler, 1908'den bu y ana kullanılmıyormuş! Sevgili Adnan, hiç, öğünmek amacıy la atan kişiy e, "Y apma tatar ağası!" demez mi? Halkı dinsel y alanlarla kandıran y a da Tanrı adına ahkâm kesen kimsey i, "Şeyhü'l İslâm Ebu's Sûûd Ef endi'nin torunu." Diy e tiye almaz mı? Meclis kürsüsünü, Hacı Bay ram kürsüsüne çevi-
ren Erbakan gibileri için "Fetvacı hoca!" tamlamasını uygun bulmaz mı? Halkımız, söz arasında, ahkâm kesenleri "f etva buyurdu" diye kınamaz mı? Sevgili Adnan'ın atı olsaydı, kaltak vurmaz mıydı? Ayrıca, ben, "1908'den beri bu sözcükler kullanılmıyor." diyen sevgili dostum için, "f erman buyurmuş" dersem, devrimci kişiliğimi yitirir miyim? Sınıf sallık kavramına gelince, o çok başka. Sev gili Adnan'a şunu söy lemek istiy orum: Sorun, sözcüklerin eskimişliğinde değildir. O şiirdeki devrimci öze bakmak gerekir. Böy le basit bir Aristo mantığına kaptırırsak kendimizi, Nazım Hikmet'in Şey h Bedrettin'de devrimci öz bulmasına da karşı çıkarız, ama çok yanılırız. Ahmet Arif, bulunduğu yere, kuşkusuz, bilinen y etenekleriy le gelmiştir. Şu sözcükleri kullandı, bunlar f eodal yiğitlikleri y ansıtır, gibi sözlerle, bu y etenek küçültülemez. Sonra, ben, "Soframda Kav al Sesi"nin şairini, tek sesli, perdesiz, ilkel diy e tanımlay abilirim v e kuşku y ok ki, ay ıp ederim. 1. Adnan Y ücel, Ahmet Arif şiirine f arklı Bir Y aklaşım, Tav ır Mart 1992 S.14 2. Adnan Y ücel agd. s.6 3. Adnan Y ücel, agd.s.6 4.Max Eastman, The Literary Mind in an Age of Science, New Y ork, 1931. 5. Adnan Y ücel, agd. s.6 6. Suphi Kenan Demirci, Dost Dost İlle Kav ga'nın Önsözü,, Y ücel Y ay ınları,1973 7. Suphhi Kenan Demirci, agy. 8. Adnan Y ücel, agd, s.6 9.Vecihi Timuroğlu, Y azın Dergisi 5.7. ,Ey lül 1981. 10. Vecihi Timuroğlu, Y azınımız dan Portreler, Başak Y ay ınları, s.54. 11. Adnan Y ücel, agd, s. 7. 12. Muhsin Kızılkay a-Halil Nebiler, Dünden Y arına Kürtler, Yurt Yay ınları, 1991 Ankara, s. 165. 13. Adnan Y ücel, agd, s.7.
T A V I R 23
DÜNYAYI MEMLEKETİMİZİ VE "SENİ" SEVİYORUZ "Sevgilim yine aramıza deniz, tren yolu ve m ektuplar girdi. Hasretin bende en tez ve en ateşle beliren histir." Oyunda di a perdesine yansı yan mektubun bu ilk bölümünü ezberle diyorduk Ayşe'ye, senin için bu sözler... Özverili insanl ar mütevazi olur. Yüzünde sevecen bi r m ahsunluk oyununu sürdürürdü: "Duuuuuuuurduuu... baş parmağı t ele dokundurdu Ayşe Gülen devrimci bir sanatçıydı. Oynadığı "Dünyayı, Memleketimi amel e" ve seni seviyorum” adlı son oyunun aşağıda yayınladığımız iki Oyunun son sahnesinde hayatı saran mücadeleyi büyük bir coşkuyla ve ust alıkla akt arırken sahnesi onun devrimciliği bir yaşam biçimi olarak algılayışını da grevl erden, yansıtıyor. Ayşe üç aydır sahne çalışmasını sürdürdüğü- Mayıs ayın meydanlarda, dağl arda yakıl an at eşlerden kesitler da Avrupa turnesine çıkacak -bu oyunda kendisini oynuyordu. sunarken oyuncu arkadaşı: - Şarkılar, türküler, mat em m arşı; ent ernasyonal , diyor. Oyun boyunca parmaklık ve sıra kırmızı kimi zaman yeşil ışıkla renklendirilir. Ayşe ve erkek oyun her bölümde uyumlu bir biçimde Ayşe'nin arkasından söylüyoruz şimdi m atem sahneyi dolaşır. Seyirci her boyunca sadece parmaklığı görürler marşlarımızı: ve o sınırda oynarlar. Diğer çevre sahnede erkeği farklı perspektif düzeni öğeleri sessizdir.) "Zulme karşı hıncımız volkan" açılarından görür. Sahne arHasretin o büyük güne savaşarak varacağız Zaptettiğimiz alanl ara adını taşıyacağız.
24 T A V I R
kasından öne doğru akan siyah fonlar her sahne geçişinde yerini kızıl fonlara bırakır; son bölümde siyah perdeler yerine sahneyi kızıla boyayan, hayatı eşitliğe, paylaşmaya ve özgürlüğe doyuran imgeler, kızıl renkler hakimdir. Dia perdeleri kimi zaman
1. SAHNE (Oyun boyunca birbirlerini görmezler ama korkunç derecede hissederler. "Seni Seviyorum" türküsünün enstrümantal bölümüyle oyun açılır. Ayşe ve erkek giderek açılan loş bir ışıkta belli belirsiz görünürler.) AYŞE -ERKEK- (Seni Seviyorum türküsü)
ADIMIZ AYŞE GÜLEN HALK SAHNESİ Tiyatromuz bugüne kadar toplumsal mücadeleye katkıda bulunan, dünya değiştirme bilincini geliştiren oyunlar üreterek, oynadı. Her repliğimiz, her hareketimiz baskı ve zulüm politikalarına, açlığa, yoksulluğa, kimliksizliğe bir karşı çıkıştır. Devrimci tiyatronun kendine özgü diliyle yaşanası bir hayatın emekçi sınıfların elleriyle kurulabileceğini anlatan çözümler sunduk halkımıza. "Ortaköy Halk Sahnesi" adı altında grev yerlerine, fabrika önlerine, sendika şubelerine, pazar yerlerine, gecekondu mahallelerine ve tiyatro salonlarına götürdük oyunlarımızı. Oyunlarımızın hepsinde Ayşe'nin inancı ve katkısı vardı. Bu günden sonra da yine sınıfsız ve sömürüşüz bir dünya özlemiyle yanarak ama "Ayşe Gülen Halk Sahnesi" adı altında ulaşacağız insanlarımıza. Onun ilkeleri, inancı ve her zaman gülen yüzüyle oluşacak oyunlarımız ve bu oyunlar "Ayşe'ye bu kadar yakın doğdukları için daha güzel ve anlamlı olacak" Ayşe Gülen Halk Sahnesi
İnsanların içindeyim/ Seviyorum insanları/Hareketi seviyorum/ Düşünceyi seviyorum/ Kavgamı seviyorum/ Sen kavgamın içinde bir insansın sevgilim/Seni Seviyorum ERKEK- Rüzgar akar gider, ağaçlarda kuşlar cıvıldaşır, kanatlar uçmak ister; Ben seni isterim. Senin gibi güzel, dost ve sevgili olsun hayat... AYŞEGörmek, işitmek, duymak, düşünmek ve konuşmak... ERKEKSonra koşmak alabildiğine... başı boş, başı
dolu koşmak. AYŞE-ERKEK- Yaşamak ne güzel şey. ERKEK- Düşün sıcak, düşün kara bir taşa damlayan çırıbçıplak bir su sesini... AYŞE- İstediğin yemişin rengini, etini, adını düşün... gözdeki tadını düşün... Kıpkırmızı güneşin, yemyeşil otun ve koskocaman, masmavi bir çiçek gibi açan ay ışığının... ERKEK-İnsanoğlunun yüreği, kafası, kolu.. kara toprağı bir yumrukta yere serebilir, yılda bir veren nar bin verebilir. Ve dünya öyle güzel, öyle
sonsuz ki deniz kıyıları, her gece hepimiz uzanıp yaldızlı kumlara, yıldızlı suların türküsünü dinleyebiliriz. AYŞE- Yaşamak ne güzel şey... Anlayarak... bir usta kitap gibi. Bir sevda şarkısı gibi duyup, bir çocuk gibi şaşarak yaşamak. ERKEK- Yaşamak. AYŞE- Birer birer ERKEK- ve hep beraber, AYŞE- İpekli bir kumaş dokur gibi, ERKEK- hep bir ağızdan, AYŞE- sevinçli bir destan okur gibi TAVIR 25
ERKEK-AYŞE- YAŞAMAK (Ayşe sahne önüne gelir. Erkek parmaklığın arkasına yürür.) AYŞE- Yaşamak ne acayip iştir ki; bugün bu inanılmayacak kadar güzel, bu anlatılmayacak kadar sevinçli şey; böyle zor, bu kadar dar,böyle kanlı, bu denli kepaze. ( Bu sözlerle "Sevdalınız Hapistir" türküsü çalmaya başlar. Aşye son sözünden sonra türküyü söyler)
AYŞE- Sevdalınız hapistir
Yüreği delinip batmadan
On yıldan beridir yatar
Şarkısı tükenip bitmeden
Yüreğinde hasret, yüreğinde coşku Yatar Bursa Kalesi'nde
Cennetini kaybetmeden
Hapis ama zincirini kırmış-da yatar En güzel mertebeye ermiş de yatar Memleket toprağındadır kökü Bedrettin gibi taşır yükü On yıldan beridir yatar Yatar Bursa Kalesi'nde
AYŞE GÜLEN 2 Aralık 1964'te Rize'nin Fındıklı ilçesine bağlı Çınarlı köyünde doğdu. Yüksek öğrenimini 1980 faşist cuntasının yarattığı baskı ortamında Manisa'da tama mladı. 12 Eylül'le yaratılmaya çalışılan çürüme ve yozlaşmaya karşın duyarlılığını kaybetmeden de mokrat bir insan ol manın zorun luluklarını yerine getir mekten geri dur madı. Yüksek öğrenimini tama mladıktan sonra evlenip Kuşadası'na yerleşti. Mücadelenin ivme kazandığ ı VE şehitler ver meye başladığı bir süreçte susup sinmek yerine örgütlü mücadeleye katıldı. Sevecenliği, cana yakınlığı, açık sözlülüğüyle her za man sevilen bir insandı Ayşe. Sorgulayıcılığı ve müdahaleciliği Ayşe'nin belirgin özelliklerindendi. Kendini yenileme, devrimciliği ve sanatçılığı kendi içinde bütünleştirme çabası içerisinde oldu her zaman. Kendisini ve olanaklarını sunma konusunda tereddüt yaşamadığı gibi, mücadeleyi terkedip gidenler karşısında da tereddüt göstermedi. OHS ile yeni bir oyuna hazırlanıyordu. Na zı m Hikmet'in şiirlerinden derlenen bir oyunla sosyalizmin tü m değerlerini savunacak, "Dünyayı, Memleketi mi ve Seni Seviyoru m" diye seslenecekti halkına sahneden. Ayşe, katledilmeden önce bu ülkede devrimci sanatçılığın bedellerinden birinin de "ölü m" olabileceğinin bilincindeydi. En güzel mertebeye ulaşan dostlarımız, canlarımız arasında Ayşe de bulunuyordu. Kısa süren devrimci yaşamı içine; devrimci değerleri, devrimci sanatı ve anlayışı sığdıran Ayşe, geride bıraktığı arkadaşlarına Coşku, kararlılık, u mut ve gelecek bıraktı.
26 T A V I R
Yatar Bursa Kalesi'nde (Sahne kararır, dia perdesinde parmaklık görüntüsü oluşur, cezaevine ilişkin efekt devreye girer, erkeğin bulunduğu bölümde yavaş yavaş ışık yanar.)
8. SAHNE
ERKEK- Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım... (Davul ritmiyle bölüm başlar. Sahne sonuna kadar ritim deva m eder.) AYŞE- Durdu... Baş parma ğı tele dokundurdu amele. Akümülatör, dinamo, motor, buhar, benzin, elektrik, elektronik... DURDU. Yüksek tuğla bacalarında dona kaldı dumanlar... koptu kayışlar. (Dış ses- : Çevik kuvvet, coplar, silahlar, helikopterler, tank ne bulursanız yetiştirin, yetiştirin.)
ERKEK: Birden bisiklet, motosiklet, otomobil, minibüs tozu dumana kattılar, dumanı toza. Fakat yine birden ne ileri, ne geri... patladı lastikleri. Geçkaldılar geç. AYŞE - İlan edildi... Genel grev. ERKEK- İlan edildi... Genel grev. (Efekt : Zonguldak grevdedir. Maga Deri, Paşa-bahçe grevde.) Siren Sesi. (Dia : Çeşitli grevlerden kitlesel görüntüler) AYŞE- Hep beraber grevdeyiz. Geçiyoruz haykırışlarla sokaklardan. Tek başlı, tek yürekli, milyon ayaklı e mekçiler. ERKEK - Adımm, adım.. adım-lar adım-ları... kal-dı-rım.. kal-dı-rımlar kal-
dı-rım-lar ı... Cadde... cad-de-ler cad-de-leri... ka-la-ba-lık... ka-laba-lık... itiyor iki yana apartmanları. AYŞE - (Meydanı seyreder gibi) Meydanlar kalabalıktı. Rüzgarlı bir orman gibi uğulduyordu bu kalabalık Tornacılar doku ma cılar madenciler, cam işçileri... Kum gibi insan. ERKEK - Ku m gibi in san... Sokaktan tek bir insan sesi yükseliyordu. Bağırıyordu bir devrimci ka myonun üstünden kalabalığa.
BASIN AÇIKLAMASI
17 Nisan'da "terörist" diye ilan edilerek katledilen Ayşe Gülen Ortaköy Kültür Merkezi'nde çalışmalarını sürdüren tiyatromuz Ortaköy Halk Sahnesi'nin bir oyuncusuydu. Gerek sokak oyunları gerek sahne oyunlarıyla yüzlerce kez izleyici karşısına çıkan ve son güne kadar da tiyatro çalışmalarına katılan, yeri yurdu belli, tanınan bir arkadaşımızdı. Polisin "Ölü ele
AYŞE - (Yükseltiye çıkar) Arkadaşları aylardır kadın larımız u zun aç dişleriyle dişlediler kendi me meleri ni... Arkadaşlar çıplak aç karnını kurşunlara vermek, kıvranarak gebermek...HAYIR... ERKEK HAYIR... AYŞE -Tek yol var arkadaşlar. Patiska bir gömlek gibi yırtarak etimi zi, kanlı ke mikleri mizl e savaşacağız... önümü zde onlar, kalın enselerini kırıp, boynuzların ı saplayıncaya kadar toprağa ERKEK - Hep bir ağızdan şarkılar söylüyoruz. Kuvvetli dinî bir ağızdan gelen delice bir sevinç. Yürüyoruz iyiye, haklıya, doğruya. Zaptedeceğiz iyiyi, haklıyı, doğruyu. AYŞE - Yürüyor dimdik, pırılpırıl aklımız, yüreğimiz, yumruğu mu z.
geçirmesi" bir kimsenin suçlu sayılmasına yetiyor. Polis mermisinin, bombasının yarın hangi birimizin gövdesini parçalayacağı, hangi birimizin terörist ilan edileceğinin belirsiz olduğu, yargısız infazların yarın halkımızdan kime rastlayacağının bilinmediği günler yaşıyoruz. Bu olay bir komplodur. Arkadaşımızın suçu neydi? Kanıtlansın! Eğer halkının mutlu, özgür, sınıfsız, sömürüsüz bir dünyada yaşamasını istemek ve bunun için tiyatro yapmak suçsa ve terörizmle adlandırılıyorsa biz OHS oyuncuları bu suçu işlemeye devam edeceğiz.
kaya... Bomba, (Ayşe Dağlarda ve erkek ateşler. dia panoları mavzer, gazete, yanındadır. Panolarda kaset kitap... kitlesel eylemlilikler vardır.) AYŞE - Gel dinle havaları. Havalar seslerin yoludur, havalar seslerle doludur. Toprağın, suyun, yıldızlar ın ve bizim sesimi zle.Vaatlerimiz var havada, verilmiş sözlerle yüklü toprak... Sevgilim ERKEK - Ateş... Devrimci gelebilirsin bana. Olgun ve ıslak, birliklerimiz. ERKEK - Şarkılar, olgun ve kuru topraklan aşarak. türküler, matem marşı EnternasGelebilirsin bana. Şehrin yonal. damarlar ı üzerinAYŞE - Dar sokaklarda her kapıyı çalıyoruz. Meydanlarda miting, sendikalar kırmızı, grevler arka ar-
den, yerin derinliklerini oyarak. Bahtiyar olacağımız bir gelecek için toprakta, havada ve suda her şey var sevgilim, her şey hazır, her şey var ... Gel dinle havalan, dinle bir. Seslerimiz yanındadır, sesleri miz seninledir. ERKEK - Sevgilim, bu ayak sesleri, bu katliamda hürriyeti mi, ekmeği mi, seni kaybettiğim oldu. Fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden güneşli el leriyle kapımızı çalacak olan gelecek güzel günlere güvenimi kaybetmedi m hiç bir zaman.
T A V I R 27
KAVGA ADAMI
Kav ga adamı kavga adamı dediler sana güv endiğimiz dağ pınarımızda su sarıldığımız dal
En sanatkarane eylemlerimizin genç hey ecanı yoksul diyarında zengin gönlümüz yüreğimizin dermanı kavga adamı dediler sana... Korku büyütülmüş günlerin kan sıçratılmış gecelerin aşkla umudu inançla yıkanmış sevdalarımızın yiğit oğlu dediler sana Ey kavga adamı dar sokakları ve meydanlarında varlığımızı ateşle sınadığımız büy ük ve hızlı koşunun süresiz yarışında İnsanlıktan yana ne varsa Can bedeli sev daya durduğumuz İstanbul'umuz su v erdi sana İstanbul ki kanlı may ıslar tanımış şanlı haziranlar görmüştür ve savaşmıştır bayraklarla Ey kavga adamı Bey azıtların barut kokuyor hala
28 T A V I R
Ey kavga adamı Umutlanmaya bile hasret kalan Y urdunu y urdunda arayıp bulamayan Ve gençkızlarının saçlarını Y eraltı sarsıntılarının rüzgarında tarayan Ortadoğulu halkların oğlu Ateşli sevdalardan damıttık seni Halkların alev li rüzgarlarında arıttık İzbe kuytularda yaralarımıza ilaçtın
75 günde Zindanları senin gülüşlerine boyadık 75 kere 75 milyon hücrey e güneş sağdığını gördük inancından Seninle öldük seninle dirildik hey y eni insan Y arattık kavga adamlannı yarattık Ömre sığmaz yaşam f ırtınalarımızdan...
Kavga adamı Kav ga adamı dedi halkın sana Y ürüdü ardından yana yakıla "Böy lesi bir ölüme... Y ani gözlerin yan açıkken... Gönlümüz razı değil Böy le..." Ölebileceğine inanamayarak Y ürüdü halkın ardından Zorunluluğun rastlantısına lanetler okuyarak... Baki ALTIN T A V I R 29
Ö
Y
K
Ü
AŞKIN VE KAVGANIN YÜKÜ
paylaşmalıy ız. Devrimcilerin duygu arkadaşlığı fedakarlık ve bağlılık ister. Emekle güçlenir. Sadece hülyalı gözlerle başlayan aşk, sırtımızda bir kambur oluverir çok geçmeden.
Ha ya ti
N
AZİM
e zaman seni düşünsem, yüreğim bir serçenin kanat çırpışlarında. Nas ıl başlamıştı bu bilemiyorum. Uzun bir süre aynı birimde çalışmıştık seninle. Önceleri Mahçupluklar, çekingenlikler vardı. Aşkı tanımlayabilir misin, diye soruverişin sonra. Kıpkırmızı oluvermiştin önce. Dilin döndüğünce anlatmaya başlamıştın sonra. Yaşamı tüm yönleriyle ve her anını paylaşmaktır aşk. Böyle derken birbirinin kopyası iki insandan sözetmiyorum elbet. Yaşamımızdaki en önemli değer kavgamızsa, kavgayı ve düşüncelerimizi
30 T A V I R
Sen de aynı şeyleri düşünüyordun ve biliyorduk örgütsel ilişkilerde yapılması gereken değişikliklerin duygu arkadaşlığımıza da yansıyabileceğini. Farklı birimlerde, farklı illerde görev alabileceğimizi veya tutsaklık koşulları nedeniyle uzun süre görüşemeyeceğimizi. Belki haberleşemeyeceğimizi bile. Biliyorduk. Bilmekle yaşamak ne kadar farklıymış oysa. Alıkoyamıyorum kendimi seni düşünmekten. Yüreğim ve beynim seninle dolu. Sensizlik acı olup çörekleniyor tüm hücrelerime. Ardından, kavgadan bir an olsun uzaklaşmanın acısı... Reflekslerim, hareketlerim yavaşlamıştı sanki son günlerde. Dalgın ve unutkandım. Daha önceden tanıdığım in-
sanları ilk kez gördüğümü sanıyordum çoğu kez. Öylesine büyük bir çaba harcamam gerekiyordu ki onları anımsayabilmem için. Sen bunlar ı bilseydin devrimci çalışmalarım ı aksattığımı düşünürdün. Ben de düşünmüyor değilim aslında. Ama illegal yaşamının nesnelliğine bağladım sonra.
Sensizlik cehennem ateşi olduğunda; bir görebilmek seni, bir dokunabilmek... Bu bir zaaf biliyorum. Tutsaklıklar, şehitler ve yenilen darbeler adına kazanılmış deneyimleri, y ılların birikimini ve ilkeleri bir anda yok sayıp nasıl gelirdim sana.
Zaafların sadece bu değildi ki. Bir kitle gösterisine gideceğimizde, beni koruma içgüdüsüyle sen gelme istersen demiştin. Toplumsal değerlerin koşullamasıyla oluşan, kadınlara karşı korumacı yaklaşımınla yapmıştın bunu. Hem benim mücadeleye katılımımı, hem de daha aktif görev almamı engelleyebilmiştin az da olsa.
Fakat bu bir çok arkadaşta vardı. Evet. Erkeklerde daha çok olsa da bu kadın arkadaşlar da bile vardı. Aslında sende biliyordun yanlış olduğunu. Devrimci bir kişide olması gereken korumacılığın, en hassas bir biçimde örgüte yönelik olması gerektiğini. Kadın olsun, erkek olsun yoldaşların birbirini korumaları örgütü koruma anlayışının bir sonucu olarak zaten olmak zorunda. Duygu arkadaşını koruma mantığı, kavga adamı niteliğini içselleştirememek değil mi? Herhangi bir yoldaşın tüm enerjisini kavgaya katma çabasındaysak, duygusal ilişkilerde de aynı açıdan bakmak gerekmiyor mu? Duygu arkadaşını koruma mantığını biraz eşelersen altından kendini koruma mantığının çıktığın; riskten uzak tutma istediğinin, kendini mücadeleye yeterince vermemenin çıktığını göreceksin. Eğer ben tavrımı koymasaydım bu sende kronikleşecek, zor koşullarda ilk kopacak en zayıf halkayı oluşturacaktık birlikte. Ne olur suçlama beni yine. Bazen ben bile şaşıyorum bu kadar zaafla ben nasıl varım diye. Bir anlatabilsem sana sessizliğimi bir anlatabilsem özlemimi. Karanlık duvarlarda gölgesin. Köşelere çekilirken sen, yalvardım sana in duvarlardan konuş diye. Uyudum uykum yokken, rüyamda seni bekledim. Hiç değilse nerede olduğunu bilsem. Geçenlerde ne yaptım biliyor musun? Yüzüm kızardı utançtan, sesim titredi. Ama yaptım. Seninle uzun zamandır görüşemediğimi söyledim
sorumluma. "Meraklanma sın, iyi olduğumu bilsin diye kısa bir mektup yazsam, cevabını ne kadar zamanda alırım" dedim. Kurnazlık ettim aklımca. Onun vereceği zaman boyutuna göre senin nerede olduğunu tahmin edecektim. Gözlerime bak şimdi, bana da yalan söyleme. Yüzün kızardı utançtan, sesin titredi ama böyle basit şeylerle başladı yoldaşlarına iki yüzlü davranman. Bencilliğin yol şifre olmuş o iş yerinin yolunu açtığı bu çürüme devam etti tuttun. Beni bir kez olsun sonraları. Yine yalan söyledin. görebilme adına yaptığın hatanın kavgamıza verdiği zararı Görmeliyim seni. Görmeli- düşünebiliyor musun? Çok yim diyordum. Başkaca bir şey daha kötüsüyle de kardüşünemiyordum inan. şılaşabilirdik değil mi? Sen, Yakalanabileceğimi, hatta daha ben ve başka yoldaşlarımız... da kötüsünü düşünmedim değil. İlişkimizi yeni baştan gözden İçimde başaramadığım bir ses geçirme zamanı geldi, hatta bir şey olmaz, atlatırsın dedi biraz geciktik bile. durdu. Gidilmemesi gereken yer İki tutsak sevgilinin gözlekalmamıştı artık benim için. riyle konuşmalarını sorgucuKalmamıştı ve sen günlerce nun sesi kesti. düşündün beni nerede bu- Tanıyorsun değil mi labileceğini. Geçmiş tüm iliş- bu kileri tartıp biçtin birer birer. adamı. T anıyorsun! Benim yeteneklerimi bile hesaba Kadının gözleri duygu ve kattın. Benim uğrayabileceğimi veya telefon edebileceğimi kavga arkadaşının gözlerindeydi hala. Seni senden daha düşünerek, artık deçok... diyordu ona. Sorgucuya döndü sonra - Tanımıyorum. Hiç görme dim, dedi.
TAVIR 31
"H
adi bakalımÜretimlerinde kolay gelsin/ amaAmaçladığı nedir? Bir acaip zor y arış/ Sizi izleyenlere bakarken bana ne aman ben gördüğünüz yalnızca para. anlamam/ Pek hesaplı Karşılığında onlara verdiği-nizse ince iş." kocaman bir "HİÇ". Ve o "HİÇ"in "Aboneyim abone/ içinde on y ıllardır ülkemizde Biletleri cebimde/ uygulanan yoz-kültür politikaları Ballı lokma tatlısı/Aman var; değersizliği, anlamsızlığı, kofluğu. hadi hay ırlısı." Emperyalizme bağımlı bir "Hey Corc versene borç/ Olmaz May kıl bende de yok." ülkeyiz. Y eni sömürgecilik ilişkileri içinde belirlenmiş bir yaşam biçimi vs. vs. hakim. Y aşanan çelişki ve Yukarıdaki ya da benzeri sözleri yabancılaşmadır. Bir zamanlar yazan, söyleyen, oynayan taşla, kürekle kovulan düşman artık sanatçılara sormak gerekir. Bu yaşayan parçamızdır. Makisözleri oluştururken zorlanıyor
LÜMPEN KÜLTÜR VE SANATÇILAR Sel çu k
DE M İ RCİ
musunuz? Kasetleriniz çok satarken, oyunlarınız müşteri toplarken ne düşünüyorsunuz? İyi şeyler yaptığınızı mı? Çok kişi dinliyor, izliyor diye halka ulaştığınızı mı yoksa? Kendinizi halka mal olmuş sanatçılar olarak görüyorsunuz. Peki ama sanat nedir? Sanatçı kimdir? Kime hizmet eder?
32 TAVIR
nasıyla, sermayesiyle, işbirlikçileriyle içimizdedir. Hayallerdir yaşanan, gerçekler alınyazısı Milliyetçilik en büyük ruh, onur eşekliktir. Mülkiyet hakkı kutsaldır, hak aramak suç. Herkes zengin olabilir. Vaatler ülkesidir ülkemiz. Her mahalley e bir milyoner ve küçük Amerika vaatlerinin ve ucuz işgücünün en yetenekli pazarlamacılarının ülkesidir. Çelişkiler görülmemeli, herkes haddini bilmelidir.
Emperyalizm ve işbirlikçi-leri egemenliklerini kalıcı kılmak için bir yandan baskılara, işkencelere, katliamlara başvururken, diğer yandan kültürel yaşam ı yönlendirmek y eni bir kültür, lümpen bir kültür yaratmak istiyor. Nasıl bir kültür bu? Kaderciliğin, karamsarlığın, umutsuzluğun egemen olduğu, insan ilişki-lerinin bireysel çıkarlarla sınırlandığı, susan, hep susan, hakkını aramayan, boyun eğen, direnmeyen insan tipinin egemen olduğu bir kültür. Kendi öz kültürüne yabancılaşmış, sınıfsal gerçeğinin farkında olmayan, yaşam biçiminin çarpık yapılanmaya koşut belirlendiği lümpen insan nasıl yaratılır? Sizin ürünlerinizle sevgi li sanatçılarımız. Y orgun bedenlerin sahte yiyecekleri, terli yüzlerin sahte parfümleri, aç nefeslerin sahte gülücükleri sizlersiniz. "On, kırmızı don" deyip, pantolonu yere düşürünce gülmeliler örneğin insanlar. Elinden hiç düşmeyen sigarasıyla etrafına emirler yağdıran bir "ANA" onları güldürmeli. Güzel bir kadın görünce gözleri şaşı oluve-ren ve elleri titreyen bir garsona kahkahalar atabilmeli-ler. "Şey ini şeettiğimin şeyi", "Uşak ne gördü" "Şahane Züğürtler" ....... gibi oyunlar yurdun en ücra köşelerinde bile izlenilebilmeli, çok satan kasetlerin başında "Abone'li, "Kolay gelsin"li şarkılar yer almalı. Özel klipler hazırlan-
malı, teknolojik olanakları bunların yaygınlaşmasında kullanılmalı. Kapitalizmin böylesi( komedi boyutuna varmış) çarpıklığı, bir yandan halkların kültürel direnişin i ortadan kaldırmaya programlanmışken, diğer yandan siz lümpen sanatçılarla birlikte sanatta tahribatı da yaratıyor. İnsanla birlikte sanat da lümpenleşiy or.
Sanat gelişmedir, toplumsal gelişime katkıdır. Eğitir, öğretir, dönüştürür. Sanat eğlencedir ama asla vakit geçirtmez sevgili patlamış mısır ve içki sanatçıları. İçi boş, kof ürünlerinizle devletin yoz kültür politikalarına alet olmaktan, kültürel çöküşü hızlandırmaktan, toplumsal gelişimin ve mücadelenin önünü tıkamaktan başka bir işe yaramıy orsunuz.
Sanat yaşamı gözlemdir. Onu kavramak, içinde yer almaktır. 24 saat kavgadır sanat. 24 saati 1 dakikada, 1 dakikayı 24'te yaşamaktır. Bunun içinde ne sizlerin yaşadığı çarpık ilişkiler, eğlendirmek ve güldürmek adına belden aşağı budala şeyler vardır, ne de politiklik adına kabalık Estetiklik diye vücutlarını sergileyen, üretimsizliklerini içkide, başlarda ve karşı cinste çözmeye çalışan, bir oy unu yüzlerce kez oynayıp böbürlenen ama hala halktan uzak kalmayı başaran marjinal sanatçılarımız, sanat kendini ve ürününü satmamak, kapitalist pazarın ürünü olmamaktır. Meta değildir sanat. Alabildiğine koşak, durmadan koşmak, içi dolu koşmaktır, sevgili içi boş, içerik yoksunu sanatçılarımız. Yaşam öğreticidir. Sizlerin de öğreneceği çok şey var daha yaşama dair. Yaşamak gibi, ama grevlerin içinde, gazinolarda değil; kondularla
birlikte, parlak ışıklı sahte ne onlarda değil; mitinglerde, ac ı dolu öfkeli yüz lerde, aptal gülüşlerin yarıştığı kokteylerde değil; nasırlı ellerde, yorgun gözlerdedir yaşamak, mani kürlü parmaklarda, gerdirilmiş yüzlerde, sivritilmiş bu runlarda, has talıklı slikonlarda değildir. Is lak dudaklarıyla teşhirciliğin ürünü giysileriyle yaşayan isterik bakışlı, at kuyruk, "dazlak" sanatçılarımız; y aşamak Kahv ecilerin icazetinde etraf ınıza örülen karanlık duv arlarda değil, ışığın tüketilemeyeceği aydın bakışlarda, engin yüreklerdedir; Patlamaya hazır yüreklerde. Kalemi silaha dönüştürme ustalığıdır yaşamak, sözünü esirgememektir, laf ebeliği değil. Evet! Sevgili yaşamdan öğreneceğiniz daha çok şey v ar.... çok. "Devlet bize yardım etmiyor ki", "Salon bile bulamıyoruz","Açız edebiyatını bırakın. Bırakın kendinizi ağlama duvarına çevirmeyi Geçin aynanın karşısına; Anlamsız şarkılarınız ve oyunlarınızın şekillendirdiği sahte y üzlerinizde-ki rujları, allıkları, pudraları silin. Elinizdeki kadehi de fırlatın duvara. Parçalayıp çıkın örümcek kapl ı kapıdan dışarı. Sahneyi göreceksiniz orada. Ellerindeki taşlarla y ıkım
ekiplerine direnen gecekondu halkının hemen yanındadır sahne. Üniversitelerde forumların, boykotların içinde göreceksiniz sahneyi. Sahne, işyerlerinde grevlerin, meydanlarda mitinglerin ortasında kurulmuştur bile. Görebilirsiniz. Sahne sokakta, halkın, yanı başındadır. Örgütlü mücadelenin bağrında tohumlaşan, filizlenen, yeşeren yeni insanların, yeni kültürün içindedir. Geliştirmek için, y eniden yaratmak için boy veren ürünler sergilenir orada. Kuvvetli ve anlamlı, yaşanmay a v e y aşatmay a değer, sınıfsız, sömürüsüz, özgür bir geleceğin ışıkl ı yolu üzerindedir sahne. Sanatçı ise; ezilen, sömürülen, direnen halkın omuz başında, mücadelesinde, yüreğiyle, beyniy le yer alandır.
TAVIR 33
T A V I R
••
••
••
UCUNCU
ZİL Suna İPEK
O
yunun başlamasına 20 dakika kalmasına rağmen salon hala dolmamıştı. Perdedeki ufak yırttığı, işaret parmağıyla daha da büyüterek gözünü dayadı. Seyircileri saymaya başladı. - Çocukları saymazsak 35 kişi. Gözlerini kıstı ve çabucak hesapladı. Çıkan sonuç içaçı-cı değildi. Yüzünü buruşturdu. - Bu salonun dolması la zı m. Oyun ünlü bir romandan uyarlanmıştı. Kendini öne çıkaran değişiklikler de yapmış olsa text güzeldi. - Konu güncel, yürüyüş sahneleri de işi sırtlamalı. Kürdistan'la ilgili bir bölüm de koysamıydı? Daha çok seyirci çekebilirdi. Hem her ilde bu bölümü oynaması da gerekmezdi. "Namaza göre Şerbet mi?" " yok canım" diye düşündü "zamana ve mekana göre uyarlama"
34 T A V I R
Peki, ya oyun yasaklanırsa? Birden bir şimşek çaktı beyninde. Tabi ya... yasaklama daha çok dikkat çekerdi. Tekrar delikten salona baktı. Seyirci sayısı elliye yakındı. Bu kadar az seyirciye oynamaktan "keyif" almazdı. Bu durumda oyunun bazı bölümlerini çıkarıyor, daha kısa oynuyordu. İç cebinden çıkardığı konyaktan bir kaç yudum aldıktan sonra kulise döndü, bezgin adımlarla. Oyuncularla arasındaki sorunları da çözememişti. İnsanlar gelip gelip gidiyordu. Hiçbir zaman uzun süreli oyuncu kadrosu olmamıştı tiyatrosunun. 19 yılda sayısını hatırlayamadığı oyuncular... Çoğunlukla rol dağılımından şikayetçi oluyorlardı. Kendisinin ve karısının baş rolleri almalarından daha doğal ne olabilirdi? - Eh sorumluluklara göre ihtiyaçlar artacak, pay da artacak. Oyuncuların ücretlerini
ödeyemiyorlardı. Zaman zaman para için tepki gösterenler de oluyordu. "Devrimciliğin zor zanaat" olduğunun farkında değildi bu acemiler. Ama 19 yıllık "politik tiyatro" deneyiminden yararlanıyor, bu tip ufak tefek sorunların üstesinden geliyordu karısıyla birlikte. Oyuncuların paraları bir yana esnafa da bir hayli borçlanmışlardı. Bu tip sorunlarda karısının güçlü edebiyat yeteneğine güvenirdi. Ama telefonlara yanıt veremeyecek, sokağa çıkamayacak kadar sıkıştıkları da olurdu. Bir yandan her akşam içmek zorunda olduğu içkis -içmeden yazmakta zorlanırdı-bir yandan da 4 çocuğun giyimi, kuşamı, okulu... Bir de TV, video, bulaşık makinesi taksitleri... Bu durumlarda tebdili mekan çözümüne başvururlardı. Birinci zil verilmişti. Daha iyi bir text bulmalıyım diye düşündü yeniden. Her kesimin ilgisini çekebilecek bir konu. Aslında birkaç konu vardı aklında. Alevilik üstüne bir oyun düşünüyordu. Böylesi bir oyun iş yapardı. Çok işlenmişti bu konu "ama olsun yine de güncel" Bir yerlere Deniz Gezmiş'i, Kızıldere'yi oturtabilirdi. Kimbilir belki de en radikal oyunu olurdu. İkinci zil verildiğinde konyak şişesini bitirmişti. Alelacele bir sigara daha yaktı. Karısı da perdedeki aynı yırtıktan seyircileri sayıyordu. Yine hamileydi. Karnını bezlerle sıkı sıkı sararak hamileliğini belli etmemeye çalışıyordu. Çocuğa verilecek zarar mı: Yaşamı sürdürmek aşkına... Herkes kostümünü giymiş, perde arkasında sırasını bekliyordu. Ve üçüncü zil de çaldı. Sigarasını yere attı, üzerinde bir yarım daire çizdi ayağıyla. Sanki bu zille birlikte bütün hesaplaşması da bitmişti. "Devrimci" maskesini taktı yüzüne... sahneye, kitlelerin karşısına çıkmaya hazırdı artık.
TÜKENİŞİN SENFONİSİ "CROSS ROADS" VE "YENİ ŞARKILAR" GRUP EKİN bir süre sonra Livaneli'nin bir çok parçasını arabesk yapan sanatçıların diline düşürdü. En ünlülerinden, piyasaya yeni adım atanlarına kadar bir çoğu Livaneli çalıp söylemeyi moda bir tavır haline getirdi. Böylesi bir gelişme beraberinde Z. Livaneli'ye şu tür açıklamalar yapma gereğini dayattı: "Artık sözlü müzik değil, senfonik müzik yapacağım..."... Koral seslerin kullanıldığı bir müzik olacaktı bu... Hatta uzun bir dönemdir üzerinde çalıştığı böyle bir söz ediyordu "Gökyüzü Herkesindir adlı kaset uğraşından açıklamalarında. çalışmasıyla değişik bir Z. Livaneli örneği sergileyen, sorgulamadan kullanılan batı ve halk müziği Ve Z. Livaneli ilk adımını, çalgılarıyla, Çağdaş Halk "senfonik" olmakta ve "kendini Müziği'nden uzaklaşan Livaneli için, aşmakla iddialara hiç denk kitlelere kendini aşacağını düşündürecek yeni bir hedef göstermek bir düşmeyen "Cross Roads"la attı. anlamda zorunluydu. Üslupta "Cross Roads" bu günkü teknoloji ile bir klavyeden basitçe elde ediarabeskleşme, lebilecek türden "buluşlar büzun bir sessizlik döneminden sonra, birbiri ardına çıkan iki kaset... "Cross Roads", "Yeni Şarkılar"... Her ikisi de Zülfü Livaneli'ye ait olan bu kasetler iddialı söylemlerle bir dönemi kapattığını, senfonik müziğe yöneleceğini söyleyen Livaneli için, hiç de hedeflediği biçime ulaşamadığını gösteren iki örnek oldu.
tünü" olmaktan öteye gidemiyor. Senfonik müzik sözlü yada sözsüz, duyulanı, düşünüleni çok sesli bir biçimde ifade edebilen büyük orkestra yapıtıdır. Kasetin bazı bölümlerindeki tasavvuf müziği esintileri (nefesler) ile neyin anlatılmaya çalışıldığı bir soru işareti. En önemlisi de "Cross Roads" çalışmasının ne için ve kim için yapılmış olduğudur. Gittikçe batağına daha fazla saplanılan elitizm, Livaneli'yi dibi görünmeyen bir kuyuya çoktan düşürmüştür. Ve dibi görünmeyen kuyudan çıkma arayışları... "Yeni Şarkılar... "Saat 00:04 ve Belki" ... Gazetelerde özgün müziğin büyük sesi-ustası Z.Livaneli'nin yeni kaseti olarak lanse edilen bu çalışma ile ne y azık ki kendini tekrar
TAVIR 35
etmekten de uzak, poplaşan bir müzik sunuyor Livaneli. "Atlının Türküsü", "Nazım'ın Türküsü" vb. gibi çalışmalarında halk müziği motiflerini işleyen, batı ve halk müziği çalgılarını kaynaştırabilmiş örnekleri olan Livaneli'nin yeni çalışmasının bir pop müziği çeşitlemesi olduğunu görüy oruz. Bas gitar, bateri v e klavyeli çalgılar y oğun olarak kullanılırken, halk müziğinin temel sazlarından bağlamanın,
Akıl ise mercimek (...) Uzun uzun elleri Kararmış yürekleri
Çok laf yapar dilleri" diyen Livaneli bu tür ürünleriyle halka, çok laf yapmaktan başka ne veriyor?... Toplumsal bir altüst oluş yaşayan sosyalist ülke insanlarının içinde bulunduğu olumsuz durumu anlatan "Her şey Satılık" En önemlisi de "CrossRoads" adlı parçası duran bir saatin günde iki kez doğru zaman ı çalışmasının ne için ve kim için göstermesi örneğine benziyor sadece. yapılmış olduğudur. Gittikçe "Ben hiçbir zaman politik bir şarkıcı olmadım" diyen Z. Livaneli batağına daha fazla saplanılan "Y eni Şarkılar" adlı kasetinde de "... sevdalınız komünisttir..." diye elitizm, Livaneli'yi dibi açıkça tavrını ve kimliğini ortaya koyan Nazım Hikmet'in şiirlerini görünmeyen bir kuyuya çoktan kullanmaktan da geri durmuyor. Bu durum Nazım'a duyulan saygıdan düşürmüştür. değil, son dönem genişleyen kav alın, curanın hatta vurmalı, otantik "Nazım Pazarı"nın bir parçası olma çalgıların sesini duy amıy orsunuz bile. gayretinden olsa gerek. Biçimde böy lesi bir y abancılaşmaya Sonuç olarak kendini sürek li giden Z. Livaneli, içerikte de aynı yenileyebileceği, üretimlerini y abancılaşmay ı y aşıy or. zenginleştirebileceği, öz olarak "Boyları f idan gibi gıdasını alabileceği
36 T A V I R
toplumsal mücadeleyle bütünleşme olmadıkça, savrulmaktan kurtulamayacak olan Z. Livaneli yok olmama adına yeni arayışlara yönelmek durumunda kalacaktır. Yaşanan ülke gerçeklerini görmemekte ısrar ettikçe, halktan yana sanat yapmadıkça, sanatın gücünü görebilen burjuvazi tarafından alkışlanacak, depolitizasyon aracı olarak kullanılmaya da devam edecektir. Gerçi Z.Livaneli tercihini çoktan yapmıştır. Burjuva-liberal bir kafa yapısıyla Livaneli, tarihin ona uygun gördüğü yerde gittikçe içi daha da boşalan ürünler vermeye devam edecek, "halkın sorunlarına duyarlığı!" ürünleriyle burjuvazinin saflarından halka karşı olma tavrın ı sürdürecektir. Bir yandan yenilik adına iyice yozlaşırken öte yandan geçmişte yarattığı olumlu örnekleri arabeskleşmeye açık tutarak sürdürdüğü sürece Z. Livaneli'den geriye "anılar" dahi kalmay acaktır.
BECERİKLİ VE GÜZEL BİR ELİN HAZİN MACERASI
T A V I R 37
SEVDAYI ÖĞRENMEK Kaç y ıl geçti aradan bilmem Dünün çocuk gözüy le görmüştüm Ölümün kanlı ay ak izlerini İkinci katında Korkuy la o evin Y edisi de ellerinde silahlaRI Dimdik koşuy orlardı Meydan okurcasına ölüme Parkaları Ve parıldayan gözleriyle Kanlarını gördüm O yaşam dolu y edi gencin Gözleri parıldıyordu Ve hala gülüyordu yüzleri Orda öğrenmiştim ben gülümsemeyi Ölmeyi İnsanlar uğruna Ve kendi ellerimle toplamıştım Gözlerinin kanlı parıltısını Dönüşürken gün geceye
Ahmet Harbali
38 T A V I R
"BİZE ÖLÜM YOK"
T
av ır Dergisi'nin 11. sayısında dinleyicilerin " Bize Ölüm Yok" kasetimizi değerlendirmesi için 14 soruluk bir anket yayınlamıştık. Anketimizde özellikle "Bize Ölüm Yok" kasetine yönelik sorulara yer vermiş olmamıza karşın Grup Ekin'in gelişimini de anlamak istemiştik. Üretimlerimizin daha verimli olması için dinleyicinin bizi eleştirmesi, önerilerde bulunması ve bunların en geniş katılımla gerçekleşmesi gerekiyor.
1) "Bize Ölüm Y ok kaseti içerik, biçim ve müzikalite olarak daha önceki kaseti Siz olan 'Kavgayı Seçtim' e göre daha ileri bir aşama mı?" sorusunda gelen yanıtların büyük çoğunluğu, hayatın zenginliğini kavrayan bir kaset olduğu, içerik olarak iyi, biçim ve müzikalite olarak daha iyi bir aşama olduğu görüşünde idi. Yanısıra kasetlerimiz arasında fark göremeyen" Kavgayı Seçtim" kasetini daha iyi
KASETİ ANKET DEĞERLENDİRMESİ bulan, içerik olarak güçlü fakat müzikalite olarak seviyenin daha düşük olduğu değerlendirmesini yapan dinleyicilerimiz de vardı. Eleştirileri alıntılarla ayrıntılandırmak gerekirse "Çoğunluk Coşku ve dinamizm var. Fakat Gecekondu sokakları, Direnç Çiçeği parçalarında coşku ve dinamizm daha az "Kavgayı Seçtim" e göre enstrümanların kullanılmasında zenginlik yakalanmış", "Kendi ürünlerinizin fazla olması, müziklen-
dirmenizin daha başarılı olması olumlu.", "Solist olarak denge sağlanmalı", "bazı parçalarda sözlerin uzun olması, akılda kalıcı olmasını engellemiş.", "Kaset günceli yakalamış" şeklindeydi... Kasetteki parçaların tek tek değerlendirmesi de şöyle oldu: BİZE ÖLÜM YOK: Yaşamın gerçekliğini yansıtması ve dinamizmiyle gecelerin, konserlerin, ve anmaların en çok sevilen ve istenen parça-
T A V I R 39
sı haline geldi. Mücadele içerisinde ölümsüzleşen devrimcilerin düşüncelerini v e duygularını yansıtan bu parça içeriğine uygun bir coşkuyla, izleyicilerin de katılımıyla söyleniyor. Ölümsüzlük halaylarla adeta bayraklaşıyor" deniliyordu. Söz ve müziği, dinamizmi, coşkusuyla süreci iyi yakaladığı, akılda kalıcı bir yapısının olduğu, evrensel mesajlar verdiği şeklinde olumlu eleştiriler aldı. GECEKONDU SOKAKLARI: Gecekondu halkının yaşadıklarını, umutlarını, sevdasını, direnişini anlattığımız bu çalışmaya ilişkin değerlendirmeler, sözlerin gecekondu insanını anlattığı, fakat ezgide hüznün ön plana çıktığı şeklinde idi. Ezginin, gecekondu direnişlerini ifade etmekten çok tasvir niteliği taşıması eleştirilirken melodik ve ritmik yapının daha coşkulu olması gerektiği gibi önerilere y er verildi. DİRENÇ ÇİÇEĞİ : İnsan onurunu çiğnemek için, tutsaklara işkence yapılan koşullarda düşmana karşı ortak tavır alanların ve ölüme yatarak direnç çiçeklerini yeşer-tenlerin öyküsü olan şarkımıza gelen eleştirilerde, bu çalışmanın şiir düzenlemesi ve çokseslilik açısından olumlu bir çalışma olduğu, sözlerin ise süreci anlatma açısından yetersiz olduğu görüşlerine yer verildi. ATEŞLİYOR DİRENİŞ : söz ve müziği bize ait olan bu parçanın siyasi şubeyi, işkenceyi anlatması olumlu karşılanıyordu. Ezgisel yapısının hüzün içerdiği, bazı bölümlerde ise coşkunun haykırışın arttığı ve bu havanın parçanın geneline hakim olması gerektiği düşünülüyordu. Parçadaki "daba day" bölümleri, şarkıların havasından kopuk bir bölüm olarak değerlendirildi. EVİN (Seyda) : Biz ulusun
40 T A V I R
varlığına diline, kültürüne, adına yönelik baskı ve engellemelere karşı çıkmanın yanında, Kürt müziğini yaratma çabasına bir katkıydı "Evin." Halkların kardeşliği ilkesini müziğimize taşıdık. Adı yasak ülkenin halkının sevdasın ı anlattık. Yapılan değerlendirmelerde ise çalışmamızı olumlayan görüşlere yer verildi. Kürtçe türkü olması, melodik yapısının sıcak ve akılda kalıcı olması. Kürtçe sözlerin bestelenmiş olması, işlenen temanın Kürt halkını kucaklayabilecek nitelikte olması, parçanın beğenilmesine neden olarak gösterildi. Dikkat çekilen bir başka nokta ise, bayan vokalin kullanılmasıy dı.
lerin uzun olmasının parçanın söylenebilmesini engellediği şeklinde idi. DÖĞÜŞ HALAYI : Y eni bir halay yaratılması, kullanılan enstrümanların zenginliği hemen saran bir ezgi olması, olumlu düşünceler arasındaydı. Fakat temponun ağır olması, halay türü bir parça için olumsuzluk olarak değerlendirildi. 2) "Kasette en çok sevdiği niz parçalar hangileridir?" so rusuna verilen yanıtlarda, "Bize Ölüm Yok" ilk sıraday dı. "Bize Ölüm Yok" parçasının ardından, şu sıralama y apıldı:
DE BE ASLAN KARAM: Bizim türkülerimiz "ekmekten aşka kadar" herşeyi anlatmalıdır diyoruz, bunun güzel bir örneği olan bu çalışmada bir insanın sevgisini ve yaşadığı ihaneti şiirin özüne uygun, başarılı olduğuna inandığımız bir müziklendirme ile anlatmaya çalıştık. Halk müziği forrmuna yakın olduğu, öz-biçim ilişkisinin çok iyi kurulduğu, enstrüman seçiminin ve düzenlemelerininin anlamını daha da güçlendirdiği if ade edildi.
Grev Ateşi Döğüş Halayı Gecekondu Sokakları Ateşliyor Direnişi Direnç Çiçeği Bu değerlendirmenin yanı sıra, parçalar arasında ayırım yapmayanlar da vardı. 3) "Hoşunuza gitmeyen parçalar hangileri?" sorusu na ise, çoğunlukla, "Hoşu muza gitmeyen parça yok" yanıtı verildi. Genel katılım, beğenilmeyen parçaları, şu şekilde sıraladı: Gecekondu Sokakları
GREV ATEŞİ : Söz-müzik bütünüğü olarak beğenilen bu parçanın dinamik olmasına rağmen dillere dolanabilecek bir yapısının olmadığı, bu nedenle kalıcı olmayacağı belirtildi.
İSHAKÇA : Tarihe "Baba ishak Ayaklanması" olarak geçen bu olayı, günümüze ışık tutması açısından, mü-ziklendirmeye çalıştık. Dinleyici tarafından yapılan değerlendirmelerde ise, halk müziğine yakın bir havasının olduğu, bu anlamda sözlerle çok iyi uyum gösterdiği ifade edildi. Bir isyan coşkusunun finaldeki hareket li yapıyla daha iyi somutlandığı fakat söz-
De Be Aslan Karam Evin
Direnç Çiçeği Ateşliyor Direnişi 4) "Kasetimiz, ishakçı iç olarak süreci, mücadeleyi ve ekmekten aşka kadar günümüzün yaşantısını yorumlayabilmede sizce ne kadar başarılı olabilmiş?" sorusuna ise genel katılın. "İçerik olarak süreci aktarıyorsa da, genel olarak temposu düşük bir kaset" y anıtını v erdi. 5) "İlk dinleyişte sözler akılda kalıcı mı?" sorusuna yanıt olarak belli parçaların dışında ancak ikinci, üçüncü dinleyişlerde eşlik edilebildiği yanıtı verildi. Dinleyicilerimi-
zin bir bölümü ise, sözlerin uzun olduğu, bu yüzden de akılda kalıcı olmadığını vurguladı. 6) "Kaset, teypte çalarken eşlik edebiliyor musunuz?" sorusuna, bütün parçalara eşlik edilebildiği yanıtı verildi. "Hangilerini daha kolay söyleyebiliyorsunuz?" sorusuna ise, sırayla şu yanıtlar verildi: Bize Ölüm Yok De Be Aslan Karam Evin 7) "Parçalarımız içinde, 'İşte bu parça beni anlatıyor" dediğiniz var mı?" sorusuna gelen yanıtlar da şöyle: "Kaset süreci yakalamış, bu anlamda bütün parçalar bizi anlatıyor" Yanısıra, Bize Ölüm Yok, Dögüş Halayı . Gecekondu Sokakları parçaları özellikle belirtilenlerdi. 8) "Kasette yeterince coşku ve dinamizm var mı?" sorusuna genelde "Evet" yanıtı verilirken, Gecekondu Sokakları ve Ateşliyor Direnişi parçalarında yeterli coşku ve dinamizm olmadığı yanıtları verildi. 9/ "Kulağınızı, rahatsız eden enstrüman vokal vs. var mı?" "Solistlerin seslerine gitmeyen parça var mı? Önerileriniz neler?" sorusuna çoğunluğun yanıtı, rahatsız eden seslerin olmadığı, ifade edildi. Öneriler arasında, Direnç Çiçeği, De Be Aslan Karam, Gecekondu Sokakları parçalarında bayan vokalinini kullanılmasının daha iyi olacağı görüşleri vardı. 10) "Kaset dinlerken yoruluyor musunuz?" sorusuna yaklaşık %100 oranında "Hayır" yanıtı verildi. Ayrıca dingin bulduklarını söyleyenler de vardı. 11) "Aileniz ya da çevreniz kaseti beğeniyor mu?" sorusuna yanıt olarak, aile çevrelerinin kaseti genel olarak
dinledikleri, bir kısım anne ve babanın kaseti dinlemeyip, halk müziğini tercih ettikleri, bir kısmının da, bu tür müziklere tamamen karşı oldukları, bu yüzden de dinleme tarafları olmadıkları belirtildi. 12) "Bu kaseti çevrenize önerebilir misiniz?" "Çevrenizde, minibüste, kahvehanelerde, kafelerde, kantinlerde, köylerde vb.... yerlerde kas etin çaldığını duyuyor musunuz?" sorusuna gelen yanıtlardan, kaseti çevredekilere mutlaka önerdikleri, anlaşılıyordu. Genel katılımın %10'u kantin, sinema, tiyatro salonlarında, kitap fuarları gibi yerlerde kasetin çalındığını, bunun dışında çevrede duymadıklarını ifade etti. 13) "Müzikle ne kadar ilgileniyorsunuz? Herhangi bir enstrüman çalıyor musunuz? Parçalarımızda kullanım olarak hoşumuza giden enstrümanlar hangileri?" sorusuna: %20 oranında bağlama; flüt çalıyorum, %80 oranında ise sadece dinleyiciyim şeklinde yanıt verildi. Parçalarımızda kullanım olarak hoşa giren enstrümanlar, bağlama, nefesli sazlar ve gitar olarak yanıtlandı. 14) Son soruda ise, Grup Ekin hakkındaki düşünceler istenmişti. "Sanatın işlevini iyi kavramayı ve halk için
üretmeyi ciddi bir görev biliyor Grup Ekin. Gündemi yakalayıp, daha iyi yorumlamaya başlaması, Grup Ekin'in bu kasetlerde ve hergün verdiği konserlerde daha da kitleselleşmesi, sevindirici. "Mücadelemizin müziğini başarıyla yapan bir grup olarak niteliyorum" "Grup Ekin, her zaman gelişen, günümüz sürecine denk düşen Çağdaş Halk müziğini başarıyla uygulayan Coşkulu, kararlı bir grup olmuştur." Getirilen eleştiri ve önerilerime, biz bir adım daha attığımızı ve Çağdaş Halk Müziği'nde böylesi bir kolektiflikle, yeni bir halka yakaladığımızı gördük. Ankette katılan tüm dostlarımıza teşekkür ediyor ve yeni kasetlerimizde daha geniş katılımlarla eleştirilerini bekliyoruz.
TAVIR 41
TA VI R HA B E R
YOR UM
"ÖLÜM BENİ ÇAĞIRIYOR" YILMAZ GÜNEY GENÇLİK ÖYKÜLERİ Ikemizde y ıllardır uy gulanmakta olan (genelde düşünsel üretim olan) kitaplara-sanat eserlerine y önelik 12 Ey lül y asakçı mantığı v e TRT, Basın Y ay ın gibi kitle iletişim araçlarıy la uy gulanan kültür politikalarının olumsuz etkileri halen sürmektedir. İnsanlar zamanlarını hoşça v e boşça geçirebilecekleri TV programlarını sey retmey i kitap okumaya tercih eder duruma geldiler y ada yeni y ay ınlarda "day anılmaz bir haf iflik" ağır basmay a başladı. Edebiy at alanında "estetik" kay gılardan y ola çıkarak bir y ığın şarlatanlık y apılmay a başlandı. Bu arada altı çizilmesi gereken bir gerçek de şudur: edebiy atın işlev lerinden biri olan hay atın tüm alanlarındaki değerleri v e gelişmeleri gelecek kuşaklara aktarmanın önü tıkanmay a çalışılıy or. Genç kuşaklar şiirde Nazım Hikmet, romanda Orhan Kemal, öyküde Sabahattin Ali v e sinemacıedebiy atçı (Öykü, roman) y anıy la Y ılmaz Güney 'i ne kadar tanıy orlar!?.. Geçmişle gelecek arasında bağ kurulmalıdır. Aksi takdirde toplumda sağlıklı gelişmeler olası görünmüy or. Sanat alanında da geçmişte üretilen y apıtların ve sanatçıların sahiplenilip geleceğin basamakları haline dönüştürülmeleri gerekiy or. Genelde ülkemizde sinema alanında toplumun sorunlarını
42 T A V I R
çekliği henüz siy asal düşünceleri netleşmediği halde, insani bir duy arlılık v e kendine has edebi bir dil y akalay arak okura aktarabilmiştir. Kitapta toplanan öykülerde toplum-birey ilişkisi irdelenirken anlatımda tipik öykü kalıplarının kullanıl ması yerine değişik bir anlatım biçimi kullanıy or. Güney anlatımda iç diy aloglara baş v uruyor, bireyin toplumdaki durumunu özgün bir anlatım tarzıyla dile getiriy or. Y ine Y ılmaz Güney 'in "Ölüm Beni Çağırıy or" adlı kitapta toplanmış öykülerinden senaryo tekniğini de hissedebiliy orsunuz. Kitabın basımını y apan y ay ınevinin girişteki değerlendirme y azısında da belirtildiği üzere y azarın gençlik öyküleri ilk döneminin üslubunu taşır. Güney toplumsal A.DORSAY: Ama Türkigerçeklikleri içselleştirir yada ye'nin gerçeğinin sınıfsal çeliş- "Ezilen insanın y aşantısı v e kiyle ilgisini hissetmişsin önemli psikolojisini kendi yaşantı v e olan bu. psikolojisi ile özdeşleştirir". Tema olarak toplumsal bozuklukları ele Y.GÜNEY: İçimde yaşamı- düzendeki şım ben bunu. Adana'da iken alırken karşı çıkış sezilir ve "bihikayeler yazmaya başladım. rey in toplum içindeki durumu v e Ara mızda toplanarak Varlık insan ilişkileri temel alınır ken Dergisi'ni, Yeni Ufuklar'ı, Pazar anlatımda f antastik gerçekçiliğin Postası'nı izlemeye başladık. olanaklarından y ararlanılır". Daha önce boş bir adam Kitapta giriş olarak Y ılmaz sayıyordum kendi mi. Oysa artık Güney'in ilk öy külerine ilişkin koltuğunun altında Yeni y ay ınevinin değerlendirme yaUfuklar'ı taşıyan ve bundan zısı, y azarın 1955 v e 1957 y ılgurur duyan bir adamdım. larında bazı dergilerde y ay ınSonra hikayelerim yayınlandı. lanmış öy küleri, Güney Dergiİlk kez kendime güven duydu m. si'nde 1978'de çıkmış bir öyküHikayeci Yılmaz'dım. sü, Kasım 1970'de Cumhuriy et (G.Öyküleri S. 60-61)" Sanat Edebiy at ekinde yay ınY ılmaz Güney - Gençlik lanmış bir söy leşi yer alıy or. Öyküleri "Ölüm Beni Çağırıyor" adlı kitapta y er alan (Cumhuriy et Sanat ve Edebiyat Y .Güney edebiyat serüveeki Kasım-1970) Hüsey in Baş, nine "Boy nu Bükük Öldüler" Atilla Dorsay, Onat Kutlar v e romanıy la dev am etmiş, bu roY .Güney'le birlikte y apılan manda da anlatıcılıkta kabalığa sinema ağırlıklı söy leşiden akdüşmeden güçlü roman tipletardığımız bölümden de anlaşımeleri y aratabilmiştir. İşlediği lacağı üzere Güney on sekiz yirmi y aşlarında edebiy atla il- tema yine ezilen insanlar, onların iç düny aları, sevgileri, gilenmey e başlıy or. Y azdığı umutları, aray ışları, başkaldırıöyküler güncelliğinden ve güları... Ardından Selimiy e Üçlezelliğinden f azlacak bir şey y imesi, Selpa, Sanık, Hücrem. tirmemiş. Güney 'in Gençlik Artık bu y apıtlarında düny a göÖyküleri; Emekçi-y oksul inrüşü belirginleşmiş anlatış biçisanların içinde yaşamış onların minde değişmeler olmasına y aşam tarzlarını içselleştirmiş rağmen kaba-slogancılığa düşbiri olarak toplumsal germemiştir. irdelemeleriy le tanınan Y . Güney'in edebiyatçı y anı da gözden kaçırılacak gibi değil. 1937'de Adana'nın Y enice köy ünde doğan Y.Güney (Y ılmaz Pütün) edebiy atla olan somut ilişkisinin ne zaman başladığı üzerine sorulan soruya şöy le y anıt v eriyor: "Y.GÜNEY: Lisenin ikinci sınıfındayken okul duvar gazetesine hikayeler yazma mera kı. Belki bir kişilik ispatından gelen birşey. İlk hikayemi okulda gazeteye basmadılar. Hasta olan karısını şehre getiren, parası pulu olmayan, bu yüzden doktora tavuk vermek isteyen bir köylünün öyküsüydü bu. Ben o za man, sosyalistlik nedir, sol cephe nedir, solculuk nedir bil miyordu m.
H A B E R TAVIR: Neden bu içerikte bir gecenin yapılmasına gerek duy uldu? DAĞARCIK: Halkların birbirlerine düşman edilmek istendiği bir süreçte bizlere düşen görev halkların kardeşliğini dile getirmek, ortak düşmana karşı ortak mücadeleyi vurgulamaktı. Newroz'dan önce başlayan ve hala devam eden baskı ve katliamlara sessiz kalmamalıydık. Bir halk bilimi derneği olarak, alanımızdan türkülerimiz, halaylarımız, şiirlerimizle, tüm olanaklarımızla kokan, katledilen bir halkla, halkların kardeşliğine omuz vermek omuzdaşı bir halkı yani kondusu yıkılan, Kozlu'da, Yeni-çeltek'te zorunday dık. madene gömülen bir halkı anlatıy oruz. TAVIR: Gösteriye değinir "Ama artık susturmalılar binlerce misiniz? çığlığı birlikte. Çünkü gelecek pırıl pırıl onların ellerinde" diy oruz. DAĞARCIK: Gösteri Kürdistan Kürdistan manzaraları, manzaraları ve halkın yaşamından Kürdistan'daki katliamları, savaş alınan dia gösterimiyle başladı. Bu görüntülerini, Serhıldan'ları, sırada, "çıkrığı çeken, demiri büken, Halepçe'leri, Grizu'ları, 3 Ocak suyla güreşip rüzgarla yarışan, içeren dialarla düşmanın üstüne yürüyen, direnişi, yürüyüşlerini bütünleştiriyoruz gösteriy i. dirilişi, dayanışmayı yaratan "Kürt TAVIR: Böylece bir gösterinin halkı anlatıyordu. Halkoyunları ekibi hazırlık çave ÇHM grubu, kimi yerde halkın oluşmasında acısına kimi y erde coşkusuna lışmalarınız nasıldı? ağıtlarıyla, halaylarıyla ve DAĞARCIK: Öncelikle süreci iyi türküleriyle omuz veriyordu. Aradan takip etmek gerekiyordu. Newro z binlerce yıl geçiyor, günümüze öncesinden katliamların, toplu geliyoruz. Yani yeni Dehak'ların kıy ımların daha da yoğunlaşacağ ın ı gününe, kanlıların, kuklaların göz-lemlemiştik. Bunun için zamanına, Dersim'lere, Halepçe'lere, "Halkların Kardeşliği" gösterinin ana Newroz kıyımlarına... Diaları-mızla, teması oldu. Text hazırlıkları iç in türkülerimizle geliyoruz. kaymar taraması y apıldı. Bu arada çalışması sürüyordu. Kimi zaman halkları ko- kolların Provalar başladı, kollektif üretim ve nuşturuyoruz. Diyoruz ki: Biz kardeş halklarız... Yazgımız çalışmanın sonunda gösteri hazırd ı. ve düşmanımızı bir seninle... Omuz Teknik sorumlu arkadaşların, ışıkç ı ve diacılann çalışmaları sonucunda omuza olsun kav gamız. da gösteri başarılı oldu. Sürdüğü toprağı, öğüttüğü unu, TAVIR: ÇHM'nin toplumsal buğday ı, ekmeği talan edilen, çığlara gömülen, köyü y akılan, sorunları ifade eder bir biçime girdiğine, daha çok çadağları-yolları ölük
Y O R U M
"ELELE YARINLARA"
ÜZERİNE DAĞARCIKLA SÖYLEŞİ lışması gerektiğine inanıyoruz. Daha yoğun üretimler gerekiyor. DKO'lerin düzenledikleri gecelere katılıyoruz. Grubun teknik düzeyini yükseltmemiz gerekiyor. Halkoyunları şu an eski biçimleriyle ancak mizansenlerle sunuluyor. Çağdaş yaratımlar düşünüyoruz. Halkoyunları da izlendiğinde izleyiciye bugünü verebilmeli. TAVIR: Değişen süreçlerde derneğinizin yüklendiği görevler nasıl şekilleniyor? DAĞARCIK: Toplumsal sorunları kendi alanımızdan if ade etmemiz ve sürece müdahale edebilmemiz gerikoyur. Tavrımızı açıkça ortaya koymalıyız. Eskişehir sürecinde açlık grevine katılanlarımız olduğu gibi olay ı Eskişehir'de sıcağı sıcağına yaşayanlarımız da oldu. Diğer DKÖ'lerle platform oluşturup beraber tavır koymak sürecir dayattığı görevlerimizdi. Bugün de Kürt halkına ve halkların kardeşliğine yönelik saldırılara duyarlı olmak, mücadele etmek önemli bir görev. En önemlisi de çevremizi duyarlı kılmak ve onları sürece katmak. Bizler mücadeleye alanımızdan omuz vermek ve alanımızın sınırlarını genişletmek için çabalıyoruz.
TAVIR 43
HA B ER
TA V I R
Y ORUM
KÜRT TİYATROSUNA DOĞRU BİR ADIM
Y
üzyıllardır siy asal alanda olduğu gibi kültürel alanda da sömürü altında yaşayan Kürt ulusu, yükselen mücadelesiy le her alanda kendini var etmeye başlamıştır . İş te bu çabaların en önemlilerinden biri de Kürt ulusunun kendini sanat alanında var etme çabasıdır. Bu çabayı kendine hedef alan Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) bünyesinde çalışan MKM Tiyatrosu da Kürt Tiyatrosunu yaratma konusunda bir adım atmış ve "MIŞKO" adlı Kürtçe oyunu çıkar mıştır. Üç perdeden oluşan oyunumuz, fabl türü bir Kürt öyküsünden uyarlanmıstır. Bu
44 T A V I R
Dolar beynine ve yüreğine ozanın Ozan devam eder: Ama ben inanıyorum ki, Kötü ve zalim olan bitecektir . Güzel ve iyi olan yaşayacak, Hem de en genç ve en diri.
Ozan, inançlarına olan güveninin nedenini, kedi ve fareler arasında geçen uzun bir kavganın öyküsüyle anlatMKM T İ Y A T RO S U maya başlar. Kediler, umuöykü ilk olarak "Şivan Per- dun ve yaşam güzelliklerinin ver" tarafından radyo tiy atro- katili, fareler is e nedere ve su tarzında teyp kasetinde hangi zulümle biteceği belli olmay an bir y aşamın çaresiz sunulmuştur. MKM Tiyatrosu söz konu- liğine mahkum olmuş kursu kasetteki diy alogların ço- banlar ıdır. Bir gün ince, keskin, çığlık ğunu almakla birlikte korgu, içerik ve düzey olarak öykü- çığlığa bir ses yayılır dört bir yü yeni baştan yazmıştır de- yanda. Bu ses çareyi müjdenilebilir. Sunacağımız "MIŞ- ler, çare kedilerin boynuna KO" oyununun yazımı, MKM çan takmaktır. Yaklaşınca Tiy atrosu oyuncularının ortak kediler, fareler duyup çan seçalışmalarıy la gerçekleştiril- sini, çekilecekler tarihin çöplüğünün bir yerine... miştir. Bundan sonra fareler çaOyunumuz bir Kürt ozanının, halkına duyduğu sevgiy i reyi bulanı ağa yapmak isteranlatıp, çekilen acıların sona ler. Ancak o bunu kabul etereceği inancını sunmasıy la mez, ve onlara şunu söyler: "Hevalno, hogırno, ez mitlibaşlar. ye, X Axatiye Paşatiye naxOzan derki: vvazım. Jı tıştâ usa heznakım. E me xelas kır, ne mir Acılar ve sevinçler bu, ne amir bu. Me Xwe bıxVede çığlıklar we xelas kır. Xelasbuname, Halkın yüreklerinden akıp bı yekitiy ame çebu. Eğer em yek bin tu kes nıkare pış tame bine erde. Jı ire peve edi herkes mira malaxweye..." NOT: Bu bölümün Türkçesi şöyledir; "Arkadaşları ben mirlik, ağlık paşalık istemiyorum. Ben böyle şeyleri sevmem. Bizi kurtaran ne mirdi ne ağaydı. Biz kendikendimizi kurtardık. Kurtuluşumuz biz im birliğimizle gerçekleşti. Eğer kendi kendimizi kurtardık. Kurtuluşumuz bizim birliğimizle gerçekleşti. Eğer biz birlik olursak, hiçkimse bizim sırtımızı yere getiremez. Artık bundan sonra herkes kendi kendinin miridir..."
"BALKAYASI FOTOĞRAF SERGİSİ"
İ
FSAK üyesi İbrahim Akyürek'in "BALKAYASI" başlıklı fotoğraf sergisi 1 -15 Mayıs tarihleri arasında Zonguldak Belediy esi Sergi Salonu'nda açıldı. Zonguldak'a, Kozlu sahil yolu üzerinden gelirseniz, kente 3-4 kilometre kala sol alt tarafında kömür artıklarından oluşan bir tepe dikkatinizi çeker. Tepenin denize bakan yanında karınca gibi çalışan insanlar vardır. Yaptıkları iş, lavuar denilen tesiste yıka-
nıp eleklerden geçen kömürün Balkayası'nda toplanan artıklarını ay ıklamaktır. Çünkü, içlerinde eleklerden kaçan kömür parçalar ı vardır. Memuru, emeklisi, öğretmeni, öğrencisi, çocuğu, kadını, yaşlısı ile onlarca insan ellerinde elekleri, sırtlarında çuvalları bir karınca düzenliliği içinde koşuşturur. Kimi topladıkları kömürü evinde kullanır, kimi aracılara satar. Ancak, çalışma koşulları ağırdır. Yakın zaman kadar, eskimiş elekler bahane edilerek milyonlarca liralık kömür TTK
zararına buralara gelmiş, Balkayası insanları tarafından geriye kazanılmıştır. Geçen y ıl yapılan yeni lavuar ve Kozlu'daki büyük grizu patlamasından sonra o bölgede üretimin durması nedeniyle Balkayıs'nı geçıim kaynağı yapan insanların say ısı iyice azalmıştır. Balkayası Fotoğraf Sergisi; kentin ayrılmaz bir parçası, kendine özgür yaşam biçimi olan bir bölgesinin küçük bir kesitini sunmaktadır ve 1980 yılında yitirdiğimiz fotoğrafçı Halil KIYAK'ın anısına adanmıştır.
"YÜREĞİNİ SEVDAYA KUŞANANLARA GECESİ" Nisan 1992 günü Ankara ÖZ-GÜRDER'in katkılarıyla tertip komitesinin Devrim Şehitleri'ni anmak için düzenlediği gecey e Grup Temmuz, Dağarcık Halk Bilim Derneği Çağdaş Halk Müziği Grubu ve Halkoyunları ekibi, halk ozanı Y ılmaz Şahin, Ankara Halk Sahnesi ve Grup Ekin-Y orum katıldı.
13
tı'dan dönerken geçirdikleri küçük bir kaza nedeniy le (ses düzeniyle birlikte) geç başladı. Buna rağmen geceyi izlemeye gelenlerin türküler söyleyerek programı beklemesi ilginin göstergesiydi.
Gece Grup Yorum'un "Direnişçilerin Cevabı" adlı parçasıyla başladı. Ardından halkoyunları, Çağdaş Halk Müziği grubunun ve Y ılmaz Şa-hin'in coşkulu türküleriyle izleyicilerle bütünleşen sıcak bir ortam oluştu. Çarpık eğitim sistemiyle kişiliksizleştirilmeye çalışılan liseli Halktan ve özellikle gençlerden gençlik gerici, yoz eğitime karş ı yoğun ilgi gören gece, Grup Ekin- durmada ve alternatif, demokratik Yorum'un Aybaseğitim için mü-
cadele etmede sanatı da işlev lendirecek Grup Tem-muz'u yarattı. Grup Temmuz kendi besteleriyle gecede yerini aldı. Devrim mücadelesine şehit düşenlere yönelik besteleriyle Grup Ekin-Yorum ölüm oruçlarında, sokaklarda, dağlarda şehit düşenlerin ölümsüzlüğünü, 1 Mayıs'ların engellenemeyeceğini, tüm zorluklara karşı mücadelenin yükseleceğini, bunun için "daha fazla cesaret" gerektiğini vurguladılar. İzleyicilerin "Madenci" parçasını ısrarla istemeleri sonucu parça hep birlikte söylenerek gece son buldu.
TAVIR 45
HA BER Y O RUM
UYDURMA TİYATROYA BİR ÖRNEK
"UYDUR UYDUR DUR" ANKARA HALK S A H N E S İ
aşlama, Taşla-ma-İki Perde Kahkaha" Çan Tiyatrosu oyununa böyle başlıyor. Oyunun konusu adından da anlaşılacağı gibi son derece uy durma. Öyle ki yazarın dışında oyuncular da oyun süresince bir şeyler uydurma çabasında. Konusu "aşk". Zengin ve Çirkin bir kızın etrafında parası için dolanın Canavar Ahmet'in bir anda Pakize'yle başlayan aşkını anlatıyor. Pakize'yle bir araya gelememeleri ve en sonunda her şe-y i göze alan Ahmet'in Pakize'yi kaçırmasıyla oyun sona eriyor. Oyun süresince karşımıza çok değişik tiplemeler çıkıyor. Kırgın Ozan ve Politikacı gibi. Başrol oyuncusu Murat Y ener Y ıldırım (bu söylemi oyun boyunca sık sık yineleyerek) bir y andan oy ununu
46 T A V I R
oynuyor, bir yandan da uydurmaya devam ediyor. Aynı zamanda oyuncular da son derece başarısız. Modern bir kıza aşık 'Kıro"yu canlandıran oyuncunun birçok yerde tiplemeyi yeterince veremediğini görüyoruz. Seyirciye bir şeyler anlattıktan sonra role girmeden, aynı tavırlarla Canavar Ahmet'i oynamaya dev am ediy or.
sık sık tekrarlandığı görülüy or. Oy unu Canavar Ahmet ve Pakize'nin mutlu sonuyla bitiren oyuncular salondan şımarık konuşmalarla beraber sey ircilerle çıkıy orlar. Evet, Çan Sanatevi çalışanları ve genellikle bu kişilerin arkadaşlarının izlediği son derece uydurma oyunda sanatsal hiçbir özellik yok. Y azılmış olmak için yazılan bu oyuna seyirci çekebilmek İzleyiciler arasındaki Çan için elinden geleni yapan Çan TiSanatevi çalışanları oyun gereği her yatrosu daha kaç perde açacak fırsatta oyuna müdahalede merak konusu. bulunuyorlar. Bu kişiler bazen oyuncularla, seyirciyi hesaba Öyle ki, bizim yaptığımız katmadan, çok şımarıkça tiyatroyu hiçbir estetik yanı olmayan konuşuyorlar. Birkaç gülümsemenin "kaba slogancı" tiyatro olarak dışında kahkahaya boğulamayan se- niteleyen ve kendileri sadece yirciyi biraz güldürebilmek için güldürme üzerine "anlık eğlence"ye başrol oyuncusu oyunu güncel yönelik (bunu bile becerebildikleri esprilerle kurtarmaya çalışıyor, söylenemez) tiyatro yapmaya (oyunun metninden çok 'espri' çalışan Çan Tiyatrosu ve onun yapıldığı her halinden belli oluyor) benzeri tiyatrolar, oyunlarını sanat Oyuncular bazen seyircilerle de yüklü olarak düşünüyorlar. Oysa bu diyaloğa giriyorlar. Düzeysiz espri- yaptıkları kendi egolarını tatmin ve leriyle seyirciye sataşıyorlar. kazanç sağlamaktan başka birşey Belden aşağı esprilerin de ifade etmiyor.
A
nadolu Sanat Merkezi'nde u ay 11, 26 Nisan günleri arasında Hüseyin ELÇİ'nin 4.Kişisel Fotoğraf sergisi açıldı. "Işıkveren'den Dünyaya" isimli sergi Körfez Savaşı sonrası Irak'tan ülkemize göç eden Kürt'leri konu alıyor. Daha önce G.Antep'de bir karma sergiye katılan Elçi profesyonel çalışmalarına 1988'de başlamış, Ayrıca Ankara, Bodrum ve Diyarbakır'da birer kişisel sergi açmıştır. İki günlük bir çalışmanın ürünü diye nitelediği sergisini söyleyen Elçi, çalışmalarının-da insan öğesini öne çıkardı-
IŞIKVEREN’DEN DÜNYAYA ğını; Göç'ün trajik yanını ele alarak, bunun hafızalarda kalıcılaşmasına çalıştığını belirtiyor. Adıyaman'da öğretmenlik yapan şair, fotoğraf sanatçısı Elçi, yaşadıklarını, gördüklerini hissedip sanatıyla bütünleştiriyor. Kürt halkının yaşa-
mını anlatan, sorunlarını ele alıp bunları fotoğraflarıyla dile getiriyor. Elçi hakların kardeşliği konusunda da çalışmalar gerçekleştiriyor. Bu çalışmalar halklarımızın yürüttüğü kurtuluş mücadelesine sanatıyla gösterdiği bu duyarlılık gelişen ilerici sanat için destekleyici olacaktır.
GRUP EKİN ÜYELERİNE ÖZGÜRLÜK Grup Ekin üyesi Dalga Yüces an ve Murat Özdemir, devrimci sanatçılığın sorumluluğuyla katıldıkları Önder Özdoğan'ın cenazesinden ayrılırken 24 Nisan 1992'de Sivas'ta polis tarafından gözaltına alındılar. Daha son ra s evkedildikleri Kayseri DGM'nce tutuklanan Ekin üyeleri, Kayseri E Tipi Cezaevinde tutsaklar. Toplumun tüm muhalefet odakl arına yönelen, devrimci demokrat sanat çıları da hedefleyen bu saldırgan tutumu kınıyor, okuyucularımızı, tüm devrimci demokratları, Grup Ekin Üyeleriyle dayanışma için mektup kampanyasına çağırıyoruz. Dalga Yücesan Murat Özdemir E Tipi C.Evi E Tipi C.Evi Kadın Koğuşu Siyasi Koğuş KAYSERİ KAYSERİ
T A V I R 47
"DAMARLARI FINDIK, TÜTÜN, ÇAY KOKAN BİR YAPRAK OL, GEL"
* 11 Nisan 1992 günü Grup Yorum'un Aksaray Yıldız Sineması'nda vereceği iki konser Valilik tarafından, y ine keyfi gerekçelerle yasaklandı. Bundan üç ay kadar önce Kartal'da "olaysız" bir konser veren Grup Y orum için, özgürlüklerinin ve yasaklarının nerede başlay ıp nerede bittiği belli olmayan özel yasalar uygulanıyor.
* Aybaskı'da (ORDU), on yıl sonra "devrimci" türküler söylendi. Konser günü kasabada terör estirmeye çalışan özel tim, çevik kuvvet, polis ve jandarmanın çabalarını görenler, o gün kasabada bir çatışma yaşandığını sanabi lirlerdi. Ama, hayır; Grup Y o rum konser için Aybastı'ya gelmişti. 80'ler sürecinde bir çok şehit vermiş, mücadele bayrağını elden düşürmemiş ve Karadeniz'de simgeleşmiş Aybastı halkının özlemleri, duyguları Grup Yorum ve Ekin'in mücadele türküleriyle dile geldi. Ozan Hüseyin Yıl-
48 T A V I R
25.4.1992'de Trabzon ÖZGÜRDER'in girişimleriyle 19 May ıs Kapalı Spor Salo-nu'nda gerçekleşen Grup Y orum konserine 1800 kişi katıldı.
Grup Yorum'un Trabzon'daki ilk seslenişiydi bu. Sanatta emekten ve halktan yşana bir tavrı benimseyerek özgürlük mücadelesini meydanlara taşıyan Grup Yorum'un, yarınları, özgür geleceği yaratma kavgasındaki sesi sivil faşistler taraf ından boğulmaya çalışıldı. Konser sonrasında salondan çıkmaya çalışan kitlelerin üzerine taşlı ve sopalı bir şekilde saldırıldı v e birçok insan yaralandı. Olayın ilginç yönlerinden birisi de "Can güvenliğinizi sağlamaya geldik" diyen polisin bu saldırı dız da Pir Sultan ve kavga karşısında seyirci kalması, hatta türküleriyle geceyi renklendirdi. "Bu olay bizi ilgilendirmez" deme* 19 Nisan'da İzmit'te iki siy di. konser veren Grup Yorum ve Ekin 600 kişiye seslendi. "Y asaklanma" kaygısı bu konserde de katılımı düşürSon günlerde demokrat ve dü. Buna rağmen İzmit halkı, ilerici unsurlara yönelik bu saldırılar, daha önce 7 kez başvuru yoğunlaşmakta ve buna alkış yaptığı halde her defasında tutulmaktadır. "Tepki gösteren yasaklanan Grup Yorum ve halk" diye lanse edilen bir avuç Ekin'e özlemlerini dile getirdi serseri güruhudur. Konserden bir ler. gün sonra "Bölücüler slogan attı, dışarıda bulunan halk da tepki gsterdi" şeklinde açıklama yapıp * Dört mevsim aynasın olayı çarpıtan Trabzon Emniyet da Müdürü ve televizyon saldırıları Damarları fındık, tütün, çay desteklemiştir. Halkın coşkun kokan katılımı ve sevgi gösterileriyle sinen çapulcular ve destekçileri hak Bir yaprak ol, gel ettikleri yanıtı almış oldular. Ağaçların yeşili açsın gözlerinde Kurtaralım katışıksız gülüşlerimizi Makina dişlerinden Dalarak kavgalı anaforlara Haksızlıklara karşı ölümü kucaklayanlarla.
* Grup Y orum 1 May ıs 1992 kutlamalarına Bursa'da katıldı. Düzenlenen mitinge türküleriyle destek veren Grup Y orum'u 1000 kişi izledi.
AYŞE GÜLEN UNUTULMAYACAK
Seninle biz büyük insanlık ve memleket davamızı sevdik dövüşüyoruz onun uğruna yaşadık diy ebiliriz." Ayşe Gülen... Ortaköy Halk Sahnesi oyuncularındandı. Y üzlerce kez izleyici karşısına çıktı. Son güne dek provalara katıldı. Her gün y enilenen bir coşkuyla, inançla hazırlanıy ordu o çok sevdiği ve "kendimi oynuyorum" dediği role. "Durdu... başparmağı tele dokundurdu amele." Genel grev in ihtişamını anlatıyordu sahnede. 15 gün sonra "Dünyayı, Memleketimi ve Seni Seviyorum" diye seslenecekti sahneden halkına. 16-17 Nisan gecesi öldürülen 11 insanın arasınday dı. Y aşanan, sorgusuzyargısız inf azların y eni bir örneğidir. Polis mermisinin, bombasının y arın hangi birimizin göv desini parçalayacağı, hangi birimizin terörist ilan edileceğinin belirsiz olduğu inf azların y arın halkımızdan kime rastlay acağının bilinmediği günler y aşıy oruz.
Bu olay bir katliamdır! Sorumluları bulunmalı ve yargılanmalıdır! Ortaköy Kültür Merkezi,Mezopotamy a Kültür Merkezi, Anadolu Sanat Merkezi, Dağarcık Halk Bilim Araştırma Eğitim Derneği, İstanbul Sahnesi, Çağdaş Oy uncular, Ankara Can Şenliği Tiy atrosu, Ankara Halk Sahnesi, Ayşe Gülen Halk Sahnesi, Y eni Mey dan Sahnesi, İbrahim Karaca (şair), Adnan Y ücel (şair), Rıfat Ilgaz (Y azar), Aydın Ilgaz (y ayımcı), Demirtaş Ceyhun (yazar), Oktay Akbal (y azar), Hasan Kıy afet (y azar), Erdoğan Alkan (yazar), Lütf i Kaleli (y azar), Hayati Asıly azıcı (y azar), Mehmet Bay rak (y azar), Soner Kay nar (şair), Ozan Telli(şair), Mehmet Kolçak (ressam), Gülcan Zirek (ressam), Tekin Fırat (ressam), Hayati Azim (yazar), Serv er Tanilli (y azar), Nihat Behram (yazar), Şanar Y urdatapan (müzisy en), Vecihi Timuroğlu (y azar), Ay dın Doğan (yazar), Y aşar Sayman (y azar), Ay dın Sayman (yazar), Çorlu Halkev i, Ay nur Karaaslan (sendikacı), Kamber Çakır, Fev zi Argun (gazeteci), Mustaf a Hoş, Y akup Umur (işçi), Filiz Tarakçı, Ali Armutlu (işsiz), Metin Turan (halkbilimci), Serdar Ay gün, Şükrü Kartal (Belediy e İş I No'lu Şb. Bşk.), Batı Berlin Filistin Grubu, PDS (Demokrat Sosyalist Alman Partisi) Komünist Platform, Grup Y orum, Grup Ekin, Kültür ve Sanatta Tav ır Dergisi, FOSEM, Damar Dergisi, DENG, Kurtuluş, Devrimci Proletarya, Devrimci Gençlik Dergisi, Mücadele, KAM-SEN, BEM-SEN, SAĞLIK-SEN, Tüm Sağlık-Sen Ankara İl Temsilciliği, ÇHD Ankara Şubesi, Tüm Özgür-Der, Tüm-Bel-Sen, Y urt Kitap Dağıtım Tic. Ltd. Şti. , Av. Zey nel Temizkan, Av. Murat Demir, Av. Engül Büyükdağ, Av. Şehsuv ar Koçar,Av. Vedat Batgi, Av. Hüsnü Öndül, Av. Hasan Aşkın, Fatma Mazmanoğlu (mak. müh.) Erhan Mısırlı (Elek. Müh.) Erdinç Özkan (mak. müh.) Nejdet Ekiz (inş. müh.) Suna Y aman (elek.müh), Alp aslan Ertürk (TMMOB Maden Müh. Odası Gen. Sek), Remzi Gedikoğlu, Y ılmaz Tan (Mülkiy eliler Birliği Y ön. Kur. Üy.)