Temmuz 92'de 1 Merhaba
2 Devrim ehitlerini Anarken/Hazal Tunç
4 Renkler ve Zevkler/ brahim Karaca
7 Karanlıktan Do an Yıldızlar/ Ertan Ya mur
8 A lamamayı Ö ren/Suna ipek
11 Solmayan Çiçekler/Pınar Arda
12 Resim Sanatımız/Avni Memedo lu
18 Beritan Göçebeleri/Zozan Evindar
21
MERHABA
Hayat, yürüdükçe büyük, geni
meydanlara açılan bir yol seriyor önümüze. Yürüdükçe çiçeklenen da lan, kırları getiriyor bize. Adım attıkça yıkılan her köhnemi duvann yerinde, tu laları, kavganın alevinde pi irilmi , harcına halkın öfkesi, co kusu ve alınterinin katıldı ı, yeni insanin ellerinde ekillenen bir yapı yükseliyor. Adım attıkça verimli topraklan, ovalan; vadilerinde mitralyöz seslerinin yankılandı ı da lan, da ların ardından kızararak beliren afa ı müjdeliyor hayat. Tünelin a zına, gün ı ı ına, e siz ve engin e itliklerin topra ına açılan yoldur yürünen. Ku kusuz bu en kestirme, en zahmetsiz yol de il. Bilinçle tercih edilmi "engebeli, dolambaçlı ve sarp" bir yoldur. En iyilerimizi veriyoruz tek tek topra ın rahmine. Bire bin veren tohumlar olup açsın ba ımsızlık, demokrasi ve sosyalizm kavgasında diye. Ya anan katliamların sonrasında gö e dikilip kusturulan kara namlular, amigo sloganları, "beynini da ıttık", "kökünü kazıdık" açıklamalarının ardından görülen; Eylül fırtınalarında sınanmı , Haziran'da Ölüm Oruçları'ndan geçmi , 12 Temmuz ve daha nice ate li sınavları a mı da ıtılamayacak bir beyin, ülke topraklannda derinliklere uzanan, yı ınların devinimini, yürek vuru larını damarlarında hisseden asla kazınamayacak köklerdir. Yediverenlerin, kardelenlerin, phoenix efsanelerinin cisimle ti i bir gelenektir bu. Bu gelenek, postal, mi fer, i kence tezgahı ve demagojiyle suskun ve karanlık bir ülke yaratmak isteyenlerin kar ısına beden beden, hücre hücre, mermi mermi dikilip dirençle aydınlı ı ço altanlar, "Karanlıktan Do an Yıldızlar"ca ta ındı.
Nisan/Sadun Can
27 Nasıl A larım Ardından/Hayati Azim
30 Röportaj: Susmak Onaylamaktır/ Tavır
34 Elazı Notlan/AGHS
36 Kurt ninde Kuzu Olmak-Öykü/ Özer Çetin
40 Direni .Ölüm,Ya am-Oyun/ stanbul Cezaevleri Devrimci Tutsakları
46 Haber/Yorum
Ön Kapak: Turan Kutlu Arka Kapak Foto rafı: FOSEM
Bu gelenek, stanbul'da tankıyla, topuyla, tüfe iyle saldıran karanlık güçlere meydan okurcasına kentin gökyüzüne salınan özgürlük sembolünü ülkenin dörtbir yanında dalgalandıran "Solmayan Çiçekler" ce ta ınıyor. Bu gelene i anlamak, hayatı anlamaktır. Bu gelene i ta ımak, hayatı co kuyla savunmak, zorun zorbalı ın kar ısında cesareti bayrakla tırmaktır. CESARET, eskimi , alı ılmı , tükenmi olanın yerine yeniyi, zor olanı, gelecek vaadedeni yaratmaktır. CESARET, ataklık ve atılganlıkla, "nerede bir do um sancısı, atları oraya sürebilmek" tir. CESARET, sabırlı, an ve yakıcı yeraltı sularını, co kun, parıltılı yeryüzü ça layanlarına -dönü türmektir. Gelecek, yalan ve demagojiden ba ka kendilerini ayakta tutacak dayanaktan kalmayanların de il, halkın güvenini ve umudunu ta ıyanların halkın adaletini simgeleyenlerin olacaktır. "Nisan, Bahar Serinli inde Sevdayı, Kavgayı ve Ölümü Güzeleyleyenlerin Adı Olacak". Baskının oldu u her yerde direnmek-her tür aracı kullanarak direnmekme rudur. Askı, falaka, elektrik tezgahlarının arasında çı lıkla an, onurun, direni in sesidir artık. Suna pek i kencehanelerden sıcaklı ını, sevecenli ini yitirmeden seslenen bir teyzenin diliyle yazıyor."A lamamayı Ö ren". Ö reniyor... Çocuklar, gençler, analar bütün bir halk nasıl ki i kence görenin katledilenin ardından a lamamayı ö reniyorsa; i kencenin, i birlikçinin, ihbarcının ardından da a lamamayı ö reniyor. "Nasıl A larım Ardından" Geçen sayıda yer alan bir çok dizgi hatası, sanıyoruz hepinizin dikkatini çekmi tir. Bu hatalann büyük bir bölümü bizim dı ımızdaki olgulardan kaynaklansa bile okuyucularla aramızda böyle bir gerekçenin geçerli olmadı ını dü ünüyoruz. Bu hatalar için okuyucularımızdan özür dileriz. Bu hataları a makla gerçek anlamda bir özele tiri verebilece imize inanıyoruz. Dostlukla! T A V I R
1
DEVR M yan ve hayat kavramları ekseninde yorum"layarak övüyormu gibi görünüp en önemli özelliklerini yok sayarak kendini avutmaya mı Çalı ıyor? 72'de Kızıldere'de, idam sehpalarında ba layan, i kencehanelerde, Ölüm Oruçları'nda, sava alanlarında süren Temmuzlar'da, Nisan Direni leri'nde bayrakla an devrimci kararlılı ı, devrim yapma azmini görmezden geliyorlar. Hem de egemen sınıfların amansızca saldırısına kar ı ya ayan Denizlerin sava haykırı larının yeri gö ü çınlattı ı bu günlerde... Devrim yorgunları kendi girdaplarında çalkalanıp dururken en içten sözlerle sevinçli bir gelecek için ölüyor bizimkiler.
EH TLER N ANARKEN Hazal TUNÇ
zgür, adil ve güzel bir dünya için ölenler bahar aylarında çe itli etkinliklerle anılır. ehitler, u runa can verdikleri mücadele içinde ya arlar. Ancak devrimciler devrim tarihindeki önemli dönemeçlerin, atılımların hazırlayıcısı olan günlerin yıldönümlerini egemen güçler için korku sendromlarına dönü türmekten de geri durmaz. Kızıldere'yi ya atan gelenek acılı ve yoksul hakın omuzlarında yeni mücadele günleri yaratarak ilerliyor. dam sehpalarına nice fidanlar veren emekçi sınıflar her eyin bitti inin sanıldı ı günlerde bile ı ıksız ve topraksız bir dünyaya kar ı karanfiller büyütmesini bilerek yılmadan, yorulmadan tırmanıyor bu
2 TA V I R
uzun yoku u. Deniz Gezmi , Hüseyin nan ve Yusuf Aslan'ın idam edilmesinden bu yana yirmi yıl geçti. Ba ımsızlık, demokrasi ve sosyalizm ve ulusal kurtulu mücadelesi önemli mevziler kazandı ı ehir ve kır gerilla sava ını sürdürüyor. Kürdistan'ın ve Karadeniz'in da ları mayalandı. Hayat kendinden yana olmayanları ayırıyor. Baskıya, sömürüye, onursuz ya amaya boyun e enler, edilgenli in, suskunlu un dipsiz kuyusunda susuzluklara gömüldüler. Ama böyle günlerde devrimci de erleri yozla tırmaya, anlamsızla tırmaya çalı an koroya da katılıyorlar. "Popüler" sanat yanlısı "Evrensel Kültür" dergisi Denizleri sadece "do ruluk, is-
ehitler sava anların gönlünde berekettir. E itli in, karde li in, özgürlü ün uzun yürüyü çülerinin ehitlerine "devrim" sözü var. Bu sözün co kusuyla, azmiyle ve sevgiyle anıyorlar onları. Belirsizlik içindekiler, bezginler, karamsarlar yakı mıyor Denizler'e "kaldırıyor ba ını bir çiçek bulantısını gö üslüyor yel altında bir o yana bir bu yana dönmenin" Ölenler topra a karı tılar, toprak oldular; çimene, çiçe e besin oldular. Ama gönülde ve bilinçte ya ıyorlar, yüre e co ku, bedene güç, dü ünceye kıvam oluyorlar... A ıza haykırı ; ele, aya a direnç oluyorlar. Sava anlarda korku Yönlerini a ıranlar; bir o
yok!
yana bir bu yana sallananlar yele kaptırdı kendilerini. "Cesaretiniz varsa gelin" diye sesleniyor halk topra ında yeraltındakiler. Gö e asılı onur, kararlılık ve kazanacak cesaret var yeraltında. Yeraltındakiier halkın parlayan yıldızını kanlarıyla yazıyor duvarlara. sallanıyor sa a sola kaldırıyor ba ını bir çiçek az ötesinde mermerin üç fidan açmı gömütün yanıba ında üç fidan savrulur yel altında savrulur durmadan
a ır bur sis aralanır sonradan sonraya
onca zamanın ardından .........."
Onları gömütlüklerde, toprak yı ınlarının altında, mermerlerle çevrilmi alanlarda aramayın. Onlar üniversite anfilerinde, Mayıs alanlarında... Güne vurmayan, çamurlu sokakların, dar kaldırımların, rutubetli duvarların ardında onlar; ter ırmaklarında, direnç pınarlarında. Karanlıkları yararak akan yıldızlarla solgun ovalardan, kuytuluklardan ı ıklar saçarak, sava arak geliyorlar. Mücadele bunca yıl süresince darbeler de yedi, zulmün kalelerini dö erken acılara da dü medik de il ancak sis dü medi hiç bir zaman gözlerimize. Sizler ellerinizle ördü ünüz a larla hapsetmi ken yüre inizi, gencecik bedenlerimizle direniyorduk fa izme kar ı. Gün geldi a ır duvarlar, par-
maklıklar ardında ölüme yattık; gün geldi yerin derinliklerinden özgürlü e ula tık. ehitlerimizin ölümü kararlılıkla kucaklayan gelecek güzel günlere olan inançları mücadelemizin zorlu yolunu geçilir kılıyor; çiçekliyor. Gittikçe silikle en ya antı nıza alet etmeye çalı mayın onları. Denizlerin inançtan u runa ölebilmelerinin anla mı yine inançlarındadır. Sos yalist inanç mücadeleyle canlı tutulabilir. Yorgun in sanların Denizler'e "....yi itlerin yi idi........... de erlile rin en de erlisi..." gibi övgü ler düzmesi adlarının arkası na saklanıp ".......... ya am tarz ları ve siyasi tercihleri ne olursa olsun, pek çok insanı bir yerde bulu turma" çaba sıyla; ilkesiz, gündelik çıkar çabasıyla açıklanabilir. De nizler onlara yakı mıyor.
T A V I R
3
RENKLER VE ZEVKLER
brahim
KARACA
ir toplumu tanıyabilmek, o toplumun kentlerini, gökdelenlerini, i lek caddelerini ve bu caddelerde dola an lüks otomobillerini seyretmekle olmuyor. Ba ta ekonomik ve siyasal sistemin i leyi ini, toplumsal sınıfları, devletin yapısını, kültürel biçimlenmeyi ve toplumsal çeli kilerini de gözden geçirmek gerekiyor. Bu da ancak, bilimden bilimsellikten yana taraf tutabilen insanların i idir... Önyargılardan yoksun veya önyargılarını en aza indirgemi bir insanın, ya adı ı toplumu ve ça ı gerçekten anlamaya yönelmesi, onu ister istemez, ya amın gerçekli i kar ısında sınıfsal bir tavır almaya zorlar. Ya amın gerçekli i bunu dayatır. Ama insan, toplumu ve ça ı anlamaya yönelirken yalnızca aklı ve ya amın çeli kileriyle ba ba a de ildir. Daha ba ından beri, dünyaya bakı ı ve onu algılayı ı etki altındadır. Bu etki önce ailede ba lar. Anne ve babalar çocuklarını büyütürken, toplumun kendilerine verdi i biçimle çıkarlar onların kar ısına. Toplumun aileye verdi i e itim ve kültürel biçim, yine aile tarafından çocuklara ta ınır. Bu biçim, toplumsal düzenin ço unlukla onayladı ı (kendine aykırı bulmadı ı) biçimdir.. Çocuk, aileden aldı ı bu "uysal" birikimle topluma karı ır, orada tekrar onaylanır. lk te-
4
TAVIR
mel atılmı tır artık... Toplumdaki ailelerin acaba yüzde kaçı, çocuklarının kendilerinden ayrı ve ba ımsız bir kimlik-ki ilik geli tirebilece ini dü ünür. kinci bir kültürel etki okul döneminde gelir. Daha nüfus kâ ıdının ne oldu unu bile bilmeyen çocuk, okumayı sökmeye ba ladı ında dinsel kimli ini de heceler... Bu daha önce aile tarafından sözlü olarak verilmi tir zaten.. lerki ya larında, diride baskının olmadı ı hep söylenecektir, hatta kendisi de belki bunu söylecektir, ama daha ba tan onun adına bir din seçilmi ve nüfus kâ ıdına yazılmı tır. Tıpkı anne-babasına yıllar önce yazıldı ı gibi.. Söylenmek istenen udur sanki: Bir dinsel kimli in olacak, ve o da, nüfus kâ ıdına yazdı ımızdır ancak.. Bunun yanında verilen her ey, toplumsal düzendeki egemen ideoloji ve onun yaydı ı kültürel, ahlaksal, dü ünsel yapıya ili kindir. Egemen ideoloji nasıl bireyler yeti tirmek istiyorsa, önce aile aracılı ıyla, sonra da e itim kurumlan ve kitle ileti im araçlarıyla "milli" adımlarla ilerler... lk kaygısı, kendini onların gözünde tek me ru kurum olarak benimsetmektir.. Öyle bir noktaya gelinir ki, bu genç insanların de er yargıları, anlayı ları ve davranı ları egemen ideolojinin yaratmak istedi i nsan tipiyle aynıla ır, topluma ve ça a bakı ları egemen ideolojinin açtı ı bu pencereden biçimlenir..
Ne de olsa, "a aç ya iken e ilir"... Sonra bir bakarsınız ki, toplumun yarısı e ilmi -bükülmü kırılmı fidanlarla dolu bir ormana dönü mü .. Çocukluktan itibaren ailede, yeti tirme yurtlarında, e itim kurumlarında ve askerde dayakla "e itilen" insan yı ınlarının demokrasi bilincinin ve duyarlılı ının, açık veya örtülü emir komuta zinciri içinde "elde sopa" yöntem ve yönetimlerinin boyunduru una bu kadar kolay (tepkisizce) girmesi, boyun e mesine de a ırıp kalmamak gerekir herhalde... Daha fazlasını söylemek sosyologların i i olsa gerek... Onaltı-yirmi ya arası, gençli in asi ve bunalımlı dönemi diye adlandırılır. Neden? Çünkü gençlik, az ya da çok, bu ya larda kendi kendine o zamana kadar sormadı ı soruları sormaya ba lar. Bakar ki, önce aileden sonra da e itim kurumlarından almı oldu u birikim, ya amın gerçe ini açıklamakta yetersiz kalıyor, yeni arayı lara yönelir. Aile ile bozu malar, okul veya çevre ile farklıla malar bu döneme rastlar ço unlukla. Farkında olmadan bilinç altında ki ilik olu turma depremleri ya ar. Duygusal düzeyde de olsa, ilk sınıfsal-siyasal yöneli ler bu dönemde uç verir. Din ile ili kisi olmayan dindar, dindar olan ise daha çok bu dönemlerde dinden uzakla ır... Bu deprem ne kadar sürer? Bilinç altında yeni bir denge kuruluncaya kadar.. Bu yeni kimlik arayı ı onu biçimlendiren topluma bir tepkidir.. Var olana (veya egemen olana) muhalif olmak, tek ba ına çok ey ifade etmiyor. Çünkü gericiler de bu düzene muhalif olduklarını söylüyorlar... Toplumların kültürel geli im seyrine baktı ımızda, bu konuda altı nokta göze çarpıyor: 1-) Bütün olumlu ya da olumsuz yönleriyle var olan yapıyı benimseyen, ondan yana dü ünen 2-) Var olanı benimsemekle birlikte, onu göze batan bazı
olumsuzluklarından arındırma (reformize etme), onu yutulur duruma getirme yönünde dü ünen 3-) Var olan yapıdan ho nut olmayan, ama yerine koyacak bir dü üncesi de olmayan, sonuçta var olan içinde eriyen 4-) Var olan yapıdan ho nut olmayan, ama yerine egemen olandan da geri bir yapıyı dü ünen 5-) Var olan yapıdan ho nut olmamaktan öte, onu tamamiyle inkâra yönelen, bütün de erlerini yok sayan (bir anlamda - füturist) ve olu turulacak yenide eskinin kırıntısının bile olmaması gerekti ini dü ünen. 6-) Var olan yapının en olumlu unsurlarını almak ko uluyla onu daha insani, ilerici-devrimci bir yapıya dönü türmeyi dü ünen.. Benimsenen her yol, yöntem ve dü ünce, kendi nesnel gerçekli ini yansıtmasa da benimseyen tarafından do ru kabul edilir.. Burada bir saptama yapmak zorundayız: Kendi nesnel gerçekli ini yansıtmasa da, benimsenen bir dü ünce veya yöntem nasıl do ru kabul edilir? Bu, olsa olsa, kabul edilen de il, kabul ettirilendir. Ve bu kabul ettirmek anlık bir olay de ildir, ya amın belli bir kesitini kapsar.. Sonuçta söylenen ey ki inin a zından çıksa da, söyleten kendi bilinci de ildir. Yabancıla tırma ve yanlı kültürlendirme (yanlı kültürü dayatma) söz konusudur.. Örne in, i ten atılan bir i çinin, i ini kaybetmesini artan maliyetlere ve sektördeki dönemsel durgunlu a ba laması, tepkisiz kalması, ve "kriz" atlatıldı ında yeniden i inin ba ına dönme dü ü kurması ba ka ne ile açıklanabilir? çinin böyle dü ünmesi de, i ini kaybetmesi de bir sonuçtur. Birincisi edinilen kültür ve sınıf bilinci eksikli inin, ikincisi ise
ekonomik sistemin do rudan sonucudur.. Bu tarz bir kültür ve bilinç, i çiyi, ekonomik sistemin i leyi inde bir vida somununa indirgemeye yarar.. Burada bir istisna akla geliyor: Burjuva aileden gelen bir insan i çiden yana tavır koyamaz mı? Böyle bir davranı onun üyesi bulundu u sınıfın nesnel gerçekli ini yansıtmıyor olabilir. Bu tamamiyle insanlık adına dürüstlük kavramıyla açıklanabilir... nsanı biçimlendirmenin çe itli araçları vardır ve bunların en etkilisi kültürel araçlardır.. Sınıflı toplumlarda her ey ikili bir karakter ta ır. Egemen sınıf veya sınıflar, kendi ideolojik veya kültürel de erlerini topluma egemen kılmaya, baskın
konuma getirmeye; sınıf bilincinde olan halk ise kendi kültürünü (dolayısıyla kendini) korumaya ve geli tir* meye çabalar.. Egemen sınıflar bunu yaparken, "milli kültür", "birlik ve beraberlik" paravanını sıkça kullanırlar.. Çünkü bu laflar yıllardan beri kutsal ve tılsımlı bir söylem eklinde insanların kafasına idealize edilmi tir.. Oysa milli kültürden anladıkları ey; toplumda egemen kılmaya çalı tıkları suskunluk, dura anlık, asimilasyon ve sınıf gerçeklerinden uzakla tırmaya yönelik çabalardır. Yunus, Pir Sultan, Karacao lan ve son zamanlarda Nazım Hikmet'i telaffuz etmeye ba lamaları, onları benimsediklerinden de il, içlerini bo altarak etkisizle tirmek, salt bazı "ho duygular" uyandırmalarına indirgemek içindir.. Her söylevde milli kültürden ve birlik-beraberlikten bahsedilmesi, dolaylı olarak sanki halk kültürüne sahip çıkmak, demokratik-devrimcionun insani özünü yakalamak, böyle bir Öz katmak ve geli tirmenin "yasadı ı" oldu u imajını da yerle tirmeye yöneliktir. Çünkü onların kalıplarına uymayan her ey yasadı ıdır... Bugün, kültür ile tekelci burjuvazi egemenli i arasında do rudan ba ıntılar vardır. Ba ta tekelci burjuvazi ve onun ittifakları, çe itli tahakküm araçlarıyla, kitleleri kendi çizdikleri çerçevenin içinde tutmaya çalı ırlar. Bu araçların kimisini kendileri üretmi , kimisini de. kendine zarar vermeyecek ekilde eritmi tir. Yabancıla tırma öyle bir yere vardırılmı tır ki, kültür denince "çok bilmi tik", arkı, türkü, sinema, tiyatro denince "e lence" anla ılır
T A V I R
5
olmu tur. Sonuçta kitleler, çevreye baktıklarında kültür ve sanat adamı olarak saatlerce anla ılmaz eyler konu an eli pipolu tipleri; arkı, türkü, müzik adına göbek havaları, taverna, arabesk ve en az onlar kadar yoz yerli ve yabancı disko; tiyatro ve sinema adına ya sululuk ya da vurdu kırdılı-porno oyun veya filmleri görürler.. "Okusunlar efendim, kendilerini ça da , modern insanlar gibi yeti tirsinler, kültürlerini geli tirsinler" türündeki söylevlere ise artık sadece gülüp geçmek gerekiyor... Basit bir soru soralım: Piyasaya çıkacak olan arabesk ya da benzeri bir müzik kasetine kaç milyon ki i "abone"dir, bu kasetler kaç adet satar ve kaç ki i tarafından dinlenir? Olu an kültür endüstrisine uygun kapitalist mantık geçerlidir burada. nsanları önce afyon ba ımlısı yapacaksın sonra da bu bir arz-talep sorunudur diyeceksin.. nsanlar bir kez çembere alınmı lardır.. Hem kendileri, hem de dü ünce (ve zevk)lerinin bu çemberi kırması zordur. Umut bile umutsuzca i lenir. Kültür adına uygulanan kültürsüzle tirme, tekelci sermaye aracılı ıyla kültür emperyalizminin etkisini de yo unla tırmı tır. Çünkü kültür emperyalizminin bir ülkede etkinlik sa layabilmesi, önce ulusal düzeyde bir kültür erozyonu yaratılmasını gerektirir. Bu erezyonla olu turulan bo luk, kültür emperyalizminin ayak basaca ı ilk zemin (ilk üs) dir ve ulusal motifler ta ımak zorundadır. Bu noktadan sonra tekelci burjuvazi, ülke içinde emperyalizmin i birlikçisi olarak çalı ır. Çünkü kültür, son çözümlemede tüketim kültürüne indirgenmi tir. Kültürel planda amaç, gerici ve yoz kültürel de erleri korumak, yenilerinin olu masına yardımcı olmak, bunu yaparken de bilinçli ve ilericidevrimci kültürel de erlerin etkisini azaltmak, gücünün yetti i yerde de bo mak, yoketmektir. Nerede sessiz bir ço unluk varsa, burjuvazi orada iyi çalı mı demektir. Laiklik ilkesinin bile içini bo altıp yozla tırarak hem
6
TA V I R
kendinin hem de toplumun aydınlanma atılımını ertelemi tir... Kültür emperyalizminin amacı, yöneldi i ülkeyi batılıla tırmak de il, onu kendine ba lamaktır. Kültür emperyalizmi, ekonomik ve siyasal emperyalizmin önünü açar.. Girdi i ülkenin egemen ve gerici kültürüyle uzla ır, onunla eklemle erek ülke insanlarının bilincine bir ideoloji olarak oturur, içselle ir, Öyle bir oturur ki, "milli" kültürden ya da "milli" çıkarlardan bahsedilince emperyalizm kar ıtı söylevler bile emperyalizmin a zıyla çekilir.. Tersinin olması zaten onun ve ülke içindeki uzantılarının do asına aykırıdır... Buraya kadar sözünü etti imiz ve toplumu yoz, dura an, statükodan yana tavır alan lümpen kalabalıklara dönü türmeye yarayan kültürün adı "kitle kültürü"dür.. Kültür bunalımı ve kültürel çürümeyi ifade eder. Bunalımın içinden çıkar, onun sonucudur, ama onu a maya de il me rula tırmaya, sürdürmeye ve onun çı ırtkanlı ını yapmaya yarar... Bu aslında burjuvazinin savundu u ya da savunmak zorunda oldu u kültür de ildir.. Olmamalıdır da.. Kendi öz (sınıfsal) kültürel de erlerini bile geli tirmekten aciz, cahil ve görgüsüz burjuvazi, öyle ya da böyle, uyutmak istedi i halk kitleler ile kitle kültürü zemi ninde bulu mu tur.. Belki böyle bir kültürle de il de tamamiyle burjuva özellikler ta ıyan bir kültüne kitleleri etkisi altına almayı ye lerdi, ama bu her zaman bir dü olarak kalacaktır.. Çünkü tek ba ına iktidara bile sahip olamayan; parlamentoyu bile, tasfiye etmesi gereken toprak a aları ve onun uzantılarıyla payla an burjuvazinin kendine has bir burjuva kültürünü kitlelere götürmesini, benimsetmesini dü ünmek hayal olurdu zaten.. Gönül rahatlı ıyla savundu u bir tek Osmanlı saray kültürü vardır bugün. Ona sı ınmı tır.. ttifaklarına dayanmadan ayakta duramayan burjuvazi, bu özelli iyle kendi kuyru unu da yemeye devam edecektir... Acılı-acısız arabeskle ve bin-
be eryüz bölümlük Brezilya dizileriyle uyu turulan; gazeteleri kupon yada bilezik da ıttıkları için alan; yılda bir kitap bile zor okuyan; televizyonda "birlik ve beraberlik" adına verilen yalan yanlı haber ve yorumlarla biçimlenen; daha ilkokula bile ba lamadan önce dinsel dayatmalar altına alınan; böyle insanlardan ve bu insanların seçtikleriyle dolan parlamentoda, parlamentonun ne oldu unu bilmeyen, bilenleri ve dü ünce üretebilenleri kürsülerden yaka paça indiren; demokrasiyi dört yılda bir oy vermeye indirgeyen; en demokratik istemleri iddetle bastıran; kâr hanesi milyarları a ıp trilyonlara varan bilançolarını gazete sayfalarında gö üs gere gere açıklayan, ama ücretli çalı an i çi ve memuruna "zırnık" koklatmayan; "paran kadar konu " diyen; önce aç, sa lıksız ve sonra dü kün bırakıp öldüren, daha sonra da bu yoksul ölüleri hastahane morglarında rehin tutan; asimilasyonun, korkunun, yargısız infazların ve gözaltında kaybolma olaylarının cirit attı ı ve daha saymakla bitmeyecek bir sürü olumsuzlu u içinde ta ıyan ve bu çeli kilere yönelik tespitler yapıp onları a maya yönelik sınıfsal çözümler üreten örgütlü-örgütsüz insanları "terörist" ya da "potansiyel terörist" olarak kabul eden; "kontra" lar besleyen çürük bir toplumsal düzenin hangi egemen de erlerine saygı duyacak insanlar ve hangi de erleri kendi ba ımsız iradeleriyle benimseyeceklerdir? Ya da bugün benimsedikleri de erlerin hangileri bu gerici ve yoz kültürel biçimlendirmelerden nasibini almamı tır acaba? Kültür, sanat, tiyatro, sinema, resim, türkü, arkı, bilim, moda, maç, evlilik, boyalı gazete, renkli TV, pembe dizi, kitap, iir, seçme, seçilme... Hepsi birbirine benzetilmi aynı kalıba dökülmü tür... Bo zamanları de erlendirme, tesettür, transparan milli aile, özel zevkler, hobiler... sonra da bir slogan: "Renkler maz..."
ve
zevkler
tartı ıl-
Sizinki öyle bir karanlık ki: politikacı askerin postalını giyer asker egemenin holdinginde müdür olur egemen polisin silahını ku anır polis sorgusuz sualsiz infaz eder. Üniforma giyip, silah ku anan egemenin zulmüyle sade ekmek parasına çalı maya ve ancak ba ını sokabilece i bir barınakta ya amaya mahkum edilen emekçi halkın böylesi bir karanlıktan do urttu u yıldızlardır devrimciler.
KARANLIKTAN DO AN YILDIZLAR
Bizimki öyle bir aydınlık ki:
E r t a n YA MUR
gelece e köprü atmanın onuru yüre imizde gün gelir yaramıza bastı ımız pu iyle alınterimizi sileriz gelece in kendisi olmanın bilinciyle gün gelir ehitlerimizi sardı ımız bayra ı dünyanın tepesine dikeriz. gelen direni ate inin Devrimciler meydanlarda larından gür sesine ses vererek silkindi haykıran yumruklarla, ölüm yılgınlıktan, direni ate ini gelenek oruçlarında çıplak bedenleriyle, eyleyerek sundu yüre ini mevzilerde silah sesleri arasından meydanlara. yükselen gür sesleriyle Meydanlar kalabalıktı. Meydanlar "Cesaretiniz varsa gelin" diye haykırarak kanıtlarlar türküleri alev alev. Çıplak yumruklarıyla ve yapanların yasaları yapanlardan topraktan söküp aldıkları ta larla sosyalizm duvarında tunçtan daha güçlü oldu unu. briketler oldular. O duvar, Mahpushaneyi direni in ilk i kencenin konu turamadı ı duvar mevzisi eyleyen devrimciler oldu. Kolluk kuvvetleri o duvarı bilinçlerini bedenlerinden arındırıp a amayacak. ölüme kafa tutarak durdular ölüm Biri kurak topraklardan çıktı yola orucuna. Ölümü haftalar öncesinden kurdukları sımsıcak uzun ve ta lı yamaçlardan ba da larla kar ıladılar, dimdik. yücelere do ru. afak sökmeden, Kafalarında sömürünün olmadı ı güri ı ımadan solgun evlerin toprak bir dünya, halk ve yolda ları... damlarının sıcaklı ını ta ıyarak ayYumdular gözlerini, yumdular birer rıklı köyden, son kez bakarak ırgatlık yaptı ı tarlaya. birer güne li günlere.. Yeraltında ya adı ı süre içinde emekçi bayramında halkı Öteki, öldürülen yolda larının kur unlayanları "en yüksek acısını topra a, umutlarını yüre ine mertebeye" eri tirdikten sonra, bir gömüp çoluk çocu a karı an bile ak amüstü uzanmı kitap ölüm oruçokurken di-
vanda, infazcı kolluk kuvvetleri çevirdiler hücre evini bir di erinin. O da teslim olmadı. Oda oda, kapı kapı savundu mevzisini son kur unu da bitene dek. Ölmeden önce gülümseyen gözlerinde üniversite koridorları, fabrika avluları, uzun bacalar ve omuz omuza, yürek yüre e çatı acakları zamanlar vardı kafasında, gelecek mutlu günler. Bahar Mayıs'ta gelirmi inanmayın dostlar Memleketimize bahar 17 Nisan'da kan tomurcuklarıyla geldi Ku lar bizim türkümüzü söyler oldu Çiçekler bize durdu en güzel renkleriyle oda oda kapı kapı savunulan mevzilerden gelen zafer sesleri bahar oldu açtı memleketime.
T A V I R
7
A LAMAMAYIÖ REN Suna PEK ebe im, Onbe gündür seni görmeye neden gelmedi imi sormu sun annene. Kaçamak yanıtlar vermek istemiyorum sana. Yalan söylemektense olup biteni yazmaya çalı aca ım. Üstelik bu devrimci bir sorumluluk da. imdi de devrimci sorumlulu un ne demek oldu unu soracaksın annene. Sana sevgiden söz etmek isterdim. Çıkarsız sevgilerden. nsan sevgisinden yani, emekten yana... Biraz daha büyüdü ünde hayal kırıklı ına u ramanı da istemem. Sevgiyi hiç tanımamı insanların var oldu unu da bilmelisin. O gün, Nuri amcanla birlikte evden alındıktan sonra siyasi ubeye götürüldük. Ah bebe im, adını bile hiç duymamı olsaydın i kencenin. Arabadan tek tek indirdiler bizi. Onlar ne derse ben tersini yapıyordum. nat olsun diye öyle davrandı ımı sanma sakın. Onlara boyun e memek için. "Elimize dü tünüz, artık size istedi imizi yaptırırız" diyerek yıldırmaya çalı tılar, rastgele vurdular. Sana yazmaya utandı ım küfürler dökülüyordu dillerinden. çlerinde iyilik mele i rolüne bürünenler de vardı: "Poliste devrimci tavır sökmez, burada bırakacaksın devrimci tavrı." "Devrimci tavır her yerde vardır. Siz i kencecisiniz. Size ifade vermiyorum. Susma hakkı kulla-
8
T AV I R
nıyorum. Avukatımı istiyorum." Bu konu malardan sonra sürükleyerek i kence odasına aldılar. "Soyun!" "Hayır!" Giysilerimi parçalayarak çıkarıp askıya aldılar. Küfürleri bitmeyecek kadar çoktu. nsanlık dı ı yaratıklardan insanlık beklemek, merhametli olmalarını beklemek mümkün mü?! "Or.... imdi görürsün sen. Bülbül gibi öttürücem seni" Askıda sürekli elektrik verdiler. Ne kadar kaldım orada hatırlamıyorum. Hatırladı ım tek ey, nefes almaya bile zaman bulamadı ım. Bir süre sonra falakaya yatırdılar. Sana uçurtmalardan söz etmek isterdim. Bilirim seversin onları. Çok sürmez, gelece im. Rüzgârlara bırakaca ız sarı kırmızı uçurtmaları. Ayaklarımda sopalar patlıyor pe isıra. "Konu , arkada ların her eyi anlattı. Biz her eyi biliyoruz. Ama sana da söyletece iz. Bu memleketi sen mi kurtaracaksın?" yilik mele im i kenceyi durdurmalarını söyledi: "Marksist-Leninist dü üncelere saygılıyım kızım. Herkes istedi i gibi dü ünmekte özgürdür. Fakat polise gelince konu mak lazım. Bildiklerini bize anlatmak senin dü üncelerini de i tirmez ki. Anlatacak mısın?" "Ben Marksist-Leninist'im, siz de i kencecisiniz. Size ifade vermem.
Nuri amcanı dü ündüm sonra. Ona da aynı i kenceleri yapmı lar. Soyma, askı, elektrik verme, falaka, so uk su dökme ve zıplatma gibi. Parma ına ve cinsel organına ba lamı lar kabloları. "Öldürece im seni, hadım edece im... Konu ! Sorumlun kim?" Nuri amcan tüm bunlara sloganlarla kar ılık veriyordu. " kence yapmak erefsizliktir!.. nsanlık onuru i kenceyi yenecek!.." Zıplatamayınca, so uk su döküp ayaklarının altındaki i likleri copla ezmeye ba lamı lar. Nuri amcanın erkeklik gururunu kırmak, benimse kadınlık onurumla oynayarak ihanet etmemizi sa lamaya çalı salar da daha buraya geldi imiz gün ba lamı tık açlık grevine. Çöl ortasında kalmı ca susuzluk çekerken "su ister misin?' dediklerinde bile hayır dedim. Tüm giysilerim sırılsıklam ıslaktı. "Kuru çama ır verelim ısınırsın" deyip kahkahalar attılar. O gece hücrede öylece yattım. Sana karanlık gecelerde yıldızlardan sözetmek isterdim. Sayılamayacak kadar çok.. Karanlıkların gücü yetmez onları söndürmeye. Karanlık yo unla tıkça daha bir kızılla ır yıldızlar. Ertesi gün yine i kence odasındaydım. i kenceciler çözme umudunu yitirmemi lerdi henüz. Ben de "bitti" deyip kendimi bırakıvermemi tim zaten. Bir insana gö üslerinden elektrik verilmesini anlatamıyorsun de il mi? Arada bir de elektri i durdurup vücudumu ezmeye çabalıyorlar. Tüm bunlara sizlerin gelece i, halkı bu i kenceci ve katiller sürüsünden kurtaracak olan kavgamızın güçlenmesi için dayandım. Ya bu tanımlaması güç alçaklıklara katlanacak ve direnecektim ya da bir anlık bir zaafla teslimiyete ilk adımı atacaktım. "Kahrolsun fa izm, ya asın mücadelemiz. Alçaklıklarınızın hesabını vereceksiniz" diye haykırdım yüzlerine. kenceciler tüm güçleriyle saldırırken arkada larıma okudu um dizeler geldi usuma. " imdi artık sava zamanıdır. Bırakıp sevdamızı kadife tenli zamanlara Ellerimiz ellerimizin sıcaklı ını
kaybetmeden Sarılıp so uk tenine silahın O kutsal ate in sıcaklı ını hissetmeliyiz tüm benli imizle..." "Biz kimleri çözmü adamız. Ama sana onlardan daha çok saygı duyuyoruz, onlar bu kadarına dayanamamı lardı. Ama konu acaksın. Öyle toplumsal olaylardaki gibi 'ifade vermiyorum' deyip çekip gitmek yok." imdi de arkada larıma olan inancımı sarsmak için yalan söylüyorlardı. Onların söylediklerini duymuyor, kendimi dı arıdaki yolda larımın mücadelesi içinde dü ünüyordum. Bizleri bekleyen daha nice zorlukları... Kendimi ve yolda larımı korumak için etten, kemikten bir duvardım küfürlerin ve i kencenin kar ısında. I kencehaneler de bir mücadele. alanıydı. Biliyorum burada ölebilirim. Aynı ey dı arıda da olamaz mı? Küfürdüler... coptular... elektriktiler. Güçlü bellemi lerdi kendilerini. "Konu !" Acizliklerini, zavallılıklarını vurdum yüzlerine. "Konu turamazsınız!" a ırdılar önce. Sonra hepbirden saldırıya geçtiler. Kudurmu lardı. "Ulan or.... sen kim oluyorsun
da burada meydan okuyorsun. "Sıradan üstünden geçeriz." Ellerindeki coplara saldırıp almak istedim. Ayak ökçeleri, coplar vücudumda patlıyorken parmakla cinselli ime saldırıyorlardı. " kencecilerden hesap soraca ız!" Sana namus, ahlak kavramlarını anlatmak isterdim. Direnmene kar ın ve iraden dı ında yapılan saldırılar kısanı küçültmüyor. Sadece saldırıları yapanın insan olmaktan ne kadar uzakta oldu unu kanıtlıyor. Benim için namussuzluk kendi halkına, sınıfına, yolda larına, kurtulu kavgasına yapılan ihanettir bebe im. "Bırakın beni ezeyim bu or...nun böbreklerini." "Karnına vurun, karnına! Çocu u varsa dü sün. Sonra da gazeteye çıkıp ikayet etsin." Bu saldırılar sürerken iyilik mele im geldi yine. "Tamam kızım sana saygı duyuyoruz. Artık senden hiçbir ey istemiyoruz. Sadece bizim bildiklerimizi kabul et yeter." kence kar ısında kazanılmı zaferin ilk mu tusuydu bu, yeniktiler. " fade vermeyece im."
"Ulan or... çocu u! Ben gidiyorum. E er bundan sonra konu ursan seni öldürürüm." Artık bir ço unun gözlerinde aynı korkuyu okuyabiliyorum. Yaptıklarının hesabının sorulaca ının korkusuydu bu. Ölümün so uklu u nefesleri kadar yakındı. "Beni dı arıda görsen ne yaparsın?" "Di erlerine ne yaptıysak." "Siz infaz edilecektiniz kızım, bana ükredin." Polemi e girmek istemiyordum. Sustum. Vücudum so udukça acıları daha bir depre iyordu. Kula ıma ula an sloganlarla birlikte duvarlara tutunarak sloganlara karı tım. Umut ye eriyor Yürekleri sarıyor Al silahını öfkeni ku an da gel Kavga seni ça ırıyor. te bebe im onbe günüm böyle geçti. Mahalleler, semtler, denizler var aramızda. Görüyorum yine de bunca uzaklardan gözya larını. Sana çocukların a lamadı ı bir dünyadan sözetmek isterdim. Atlıkarıncadan, salıncaklardan... A lamamayı ö ren bebe im, a lamamayı.
T AV IR
9
KU ATMA Soka ın bir yanında sa ır yüzlü adamlar Uzak bir kıtadan ferman buyurdular Ne varsa büyütülen insanlık adına Birer birer gülüm kırdılar Kaç bin yılın öfkesiydi bu kaç bin yılın hesabı Soka ın bir yanında sa ır yüzlü adamlar Su diye kanla ellerini yudular Kafesler yaptılar göklere sı mayan insana Bu a açlar bu da lar yalnızla tı Kurtlar uludu her yerde Çiçekler bahara varmadan Ve canlar halaya durmadan vuruldular Soka ın bir yanında sa ır yüzlü adamlar Korlanmı yüreklerdeki türküyü duydular Anlayamadılar topra ın do urganlı ını Suların nehirle ti ini bilemediler Söylenmi ti gülüm kaç bin kez Bu ezgiye kafesleriniz dayanmaz diye Soka ın bir yanında yok oluyor sa ır yüzlü adamlar Bir yanında gürül gürül nehirle en insanlar var imdi yürekler daha çok sınanıyor bıçak ucunda imdi sesler daha gür Botan'dan Küçükarmutlu'ya Parçalanıyor ihanet daha sık dokunuyor öfke Canlar daha bir halaya duruyor Ve çiçekler daha inat büyüyor bahara Soka ın bir yanında do uyor güne Bir yanında ço alıyor ölüm ya amak için... KENAN SENCER
10 T A V I R
eni tanıyan, anlatacak olan çok insan var, biliyorum. Dostların gibi dü manların da tanıyordu seni. Ama ben de anlatayım diyorum. Oysa ko. lay mı? Neyi, nasıl söylesem... Erdemlerini, inancını. lk görü te bile hemen ayırdedilebiliyordun. Davranı ların, konu man ve kıyafetlerin... Hep farklıydı. Bitmeyen gülü lerinle ifade ederdin dü üncelerini. Sorardın, sorgulardın. Kolay ikna olmaz, ikna edinceye kadar canımızı çıkarırdın. "Hanım kız" de ildin, tuttu unu koparırdın. Özverili dostlu unla çevrendeki insanların sevgisini kazanmı tın. Dı arıdan bakan için hep bir giz vardı ya amında. lkelerinden taviz vermezdin. Dostlukları dejenere edenlere kapardın kapılarını, "Adam olsun, öyle gelsin" derdin. Sonradan duyduk ki gelece i ku anmak için yola çıkanların safına katılmı sın. Oysa rüzgâr daha yeni esmeye ba lamı tı Ankara'da, yapraklar henüz kıpırdanmaya ba lamı tı. a ırmı "O da mı?" demi tik sadece. Hep yanıba ımızdaydın oysa. Ancak kurallar dostluklardan daha önemliydi. Ailene politika ile ilgilenece ini söyledi inde onların "Buraya gel, hem partilerde de tanıdıklarımız var" cevabına kar ılık mücadeleni, devrimci politikanı anlatıp bilinmeyen adresler için yola koyulmu tun. "Yeraltındakiler"in büyük haz duydu u garip tesadüflerden birinde son kez yüzyüze görü mü tük. "Sen ne arıyorsun burada?" sözcü ü sıcak sohbetlerle sürmü gecenin tadını çıkarmı tık. Ne kadar inatçıydın. giydi ini görmemi ti hiç kim-
Etek
SOLMAYAN Ç ÇEKLER P ı n a r ARDA
se ama "Etek giymezsen bir daha ki randevuya gelme" dendi inde en güzel bluzunla ve ete inle gelmi tin. Mücadele ya amının kurallarına ba lıydın.
mızda, çatırtılarla devrilip gübrele en fidanlardan biri oldu unu ö rendi imiz sabah yüre imiz daha hızlı çarpıyordu. Yanımdaki arkada a seni anlattım, Ö rencilerinin arasından koparılıp mücadelemizi... Anlattım, DAL'a alındı ında hücreden hücreye anlattıkça daha çok güçlendim. sesleniyorduk birbirimize. Gülü ün sürgülü kapılar, kalın duvarlar ardında da yankılanıyordu. Bilincimiz, inancımız gü lü leri miz, Tutsaklık sonrasında kaldı ı yerden sürdürdün mücadeleyi ve sava arak öldün. Ölümden sonrası için de geçerlidir andımız. Bayraklarımızın gö ü saran dalgalanı ındadır ismin, alanlarda, solu umuzdadır sesin. Fırtınalar içindeki ormanı-
inatçıIı ım ız yüreklerimiz, sloganlarımız halaylarımız, türkülerimiz Dü man üzerinde/ KARA BULUT gibi/ dola an adaletimiz Ve solmaz çiçeklerimizle Sürüyor kavgamız... T T A V I R 11
RES M SANATIMIZIN ACI GERÇE
VE
HORLANAN SOSYAL ST REAL ZM Avni MEMEDO LU "Sanat olmayan her eyle sava ım vermek SANAT ADAMLARINA dü er." Cengiz Aytmatov
vet 22 Kasım 1983 günlü CUMHUR YET gazetesinde kendi siyle yapılan bir söy le ide (Röportaj'da) böyle diyorduSovyetler Birli i yazarlarından-de erli Kırgız sanatçı. Bu tümcesiyle neyi belirtmek istiyordu? Kapitalizmin Bunalım Dönemini ya adı ımız u karanlık günlerde, Sanat adına Burjuvazinin tüm pisliklerini yansıtan, bir Veba yahut Aids Virüsü gibi insanlı a sayrılık a ılayan,Yoz ve Dejenere "MODA SANAT'a kar ı gelmeyi mi ö ütlüyordu gerçek sanatçılara? Yoksa toplumların ve bireylerin e itiminde, yani yücelme, yükselme ve geli mesinde çok büyük etkinli i olan SANAT'ın önemini mi belirtmek istiyordu? Bence Aytmatov her ikisini, her iki görü ü de dile getirmek istiyordu ve bu savında haklıydı. Kendisiyle tanı mak ve sanat söyle ilerinde (Sohbetlerinde) bulunmak üzere atölyeme ça ırmak için Marmara Etap Ote-
12 T A V I R
li'nde TÜYAP'ın düzenledi i Kitap Fuarı'na gitti imde, ça nlı oldu u halde bilinmez nedenlerden ötürü (!) imza günlerine katılamayaca ını ö renmi , çok üzülerek geri dönmü tüm. O günün ak amı daktilomun ba ına geçip kendisine aynı ça rı mı yineleyerek içteni bir mektup dö endim. Kalmı oldu u kesin adresi ö renemedi im için postaya veremedim. Birçok de eri yazarımız yanında, bir o kadar da öhret ve kariyer dü künü çömezlerin çöreklendi i YAZARLAR SEND KASI'na u radı ımda oradaki barajı a ıp Cengiz Aytmatov'a ula amadım. imdi gelelim ba lıktaki mesle im olan- resim sanatımıza ve onun Acı Gerçe ine veya gerçeklerine: Yıllardan beri gerek açtı ım sergilerde, halkımıza sundu um tablolarımın sosyal içeri inden, gerekse bazı dergi ve gazetelerde çıkan mesle e de gin yazılarımdan ötürü, BURJUVA SANAT ÇEVRELER 'nin ve onların çıkarlarını korumakla yükümlü tüzel kurulu ların boy oda ı olmaktan kendimi kurtaramadım. Bu, geri kalmı sınıflı bir toplumda, diya-
lekti in do al sonucu olmasa üzülmemek elde mi? Ne yazık ki Dünya Emperyalist Tekelleri'nin sultasından kurtaramadı ımız "Bu cennet, bu cehennem" ülkemizde, imdiye dek daha nice ve nice sanatçımız kutsal acılara tutsak edilmi lerdir. Kimileri mapuslara tıkılmı , kimileri de yaban ülkelere, yadellere göçe zorlanmı lardır, dün ve bugün oldu u gibi... Buna kar ın onlar yurdunun ve halkının sevgi ve özlemiyle, öfkelerinin gözya larını yüreklerine akıta akıta fırçalarından ve kalemlerinden ödün vermeden, sanat ya amlarını sürdürmü ler, sürdürüyorlar ve ürünler veriyorlar. Bunlar yurtsever, ilerici ve devrimci sanatçılardır. Yani gerçek sanatçılardır. Ça ımızın gelsen DÜNYA ÖLÇE NDE ba lı bulundukları EKOL'ün adı SOSYAL ST REAL ZM...
nsanlı ın ve insanlık onurunun kurtulu u olan Sovyetler Birli i'nde gerçekle tirilen 1917 Ekim devrimiyle tüm toplumsal kurumlarda (Sosyal, çtimaî Müesseselerde) varılan olumlu (Pozitif) geli me ve a amalar gibi, Güzel Sanatlar Kurumunda da varılan en son, en iteri, en yeni ve en olumlu anlayı olan SOSYAL ST
Avni Memedo lu REAL ZM'i kısaca özetleyelim: Sosyalist Realizm çi Sınıfı deolojisinin ve Bilimsel Gözlemcili in ı ı ı altında, gerçekçi ve somut bir SÜJE (Konu) kavrayı ı ve algılayı ıyla (Idrakiyle) slogancılı a ve didaktizme kaçmadan, yaratıcı lı ı "Sanatta Temel Öge" olarak benimseyerek, ulusal ve yöresel tema, biçem (üslup) ve yöntemler içerisinde, iyimser bir dinamizmle EVRENSEL BOYUTLARA varmaktır. Sosyalist Realizm daha anla ılır bir deyi le: Sanatçının yurduna, halkına ve insanlı a, tüm " nsan karde li ine" kar ı yükümlülüklerini estetik uyum ve ölçüler içerisinde sunan, en dinç ve canlı bir sanat anlayı ıdır. Sonsuza dek i levin] sürdürecek, ku aktan ku a a vanp gidecek üretken ve yapıcı bir dünya görü ünün ESTET K EKOLÜDÜR. Cengiz Aytmatov'un yazımın ba ına aldı ım tümcesinde belirtmek istedi i dü ünceyi biraz daha açmak gerekirse öyle diyebiliriz: Ressam yalnızca övalesinin (Sehpası'nın), yazar daktilosunun, müzisyen piyanosunun ba ına oturup becerisini ortaya kor, ondan sonra görevi bitmi tir, diyemeyiz. Çünkü hiç bir ressam yaptı ı tabloyu herkese gösteremez, ancak sergisine gelen sınırlı bir kesime sunabilir. Bir ozan veya yazar iirini, kitabını herkese okutamaz, ancak kitabı alanlar okuyabilir. Müzi i konsere giden-
ler, yahut o parçanın plak ve bandını alabilenler dinleyebilirler. Radyo ve televizyon MÜZ daha geni kitlelere yayma olana ını getirmi ise de, radyo ve televizyon programları da belli amaçlarlasınırlıdır. özellikle sınıflı toplumlarda her ey GÜÇ'e ve ADAM KAYIRMA ilkelli ine dayandı ı sürece, olumlu ve haklı yolda olan sanatın, olumsuz ve yoz sanat dü üncesine kar ı sava ımını kim verecek? Dü ün alanında böyle bir sava ım gerekli de il midir? Ku kusuz gereklidir ve bu bir VAR OLMA gere idir. Kim yapacak bu sava ımı? Sanat teorisyenleri, Sanat tarihçileri, Estetikçiler ve Ele tirmenler yapar diyebilir miyiz? Hayır! Resimi en iyi bilen ve savunacak olan RESSAMDIR, iiri en yi bilen ve savunacak olan da OZANDIR, müzi i en iyi bilen ve savunacak olan MÜZ SYEND R Ku kusuz gerçek ressam, gerçek ozan ve gerçek müzisyenden söz ediyoruz.. Gerçek sanatçıdan yani.. öhret budalası, dengesiz, ki ili i saça-sakala ve moda giysilere takılmı , ço u burjuva ve Küçük burjuva kökenli, alkolik, sapık, egoist, bireyci, megaloman, sorumsuz, nemegerekçi kısacası sıradan ve niteliksiz, sözümona sanatçı geçinen ASALAK Ö ELERDEN (Unsurlardan) sözetmiyoruz. Yeni yeti en tertemiz ku aklara, (Sanat
kültürü öyle dursun) en ilkel bilgilerden bite Bilinçli olarak (Kasten)- yoksun bırakılmı suçsuz (Masum) halkımıza, her türlü be eniden (Zevkten) yoksun, baya ı ve olumsuz duygu ve dü ünceler a ılayan bu SANAT SÖMÜRGENLER NE ilk kar ı tepki ku kusuz gerçek sanatçılardan gelmelidir. Çöküntü dönemini ya arken her türlü koku mu lu u insanlı ın bünyesine a ılamaktan çekinmeyen acımasız BURJUVA EMPERYAL ZM
uyuyan Halk Kitlelerine kar ı, diktatoryasını, saltanat ve hegemonyasını biraz daha sürdürebilmek amacıyla: Yıpranmı , tükenmi bu tür kompleksi ki ilerin kusuntu ürünlerini, büyük paralarla finanse ederek, Dünya halklarını ve özellikle bizim gibi geri kalmı uydu ülkelerin halklarını hızla demoralize etme çabası içerisindedir. Kapitalist emperyalizm, bugün yüzyılımızın ba ında ele tirilip, bilimsel gerekçelerle çürütülmü ' ve ıskartaya çıkarılmı olan SANAT SANAT
Ç ND R zırvasını yeniden hortlatarak "Sanat ve Sanatçı Özgürlü ü" demagojisi ve aldatmacasıyla, bir yandan yukarıki satırlarımızda ki iliksiz ki iliklerini belirtmi oldu umuz Hâvarileri aracılı ıyla vurdum duymazlık tohumlarını ekerken, beri yandan da EVRENSELL K MASKES altında sanatta ÖYKÜNMEC L , Batı Aktarmacılı ını ve Kozmopolitizm'i yaygınla tırmaya çalı maktadır. Amaç apaçık ortada: Halkları kendi ulusal kültürlerinden koparmak, özkaynaklı kültürleri yok etmek, halk kitlelerini kendi köklerinden soyutlayarak sosyal karakterden yoksun, niteliksiz dangalaklar sürüsü düzeyine dü ürüp, istedi i yönde gütmek, gerekirse kolayca bölüp parçalayarak, evire çevire sömürmek.. Bu KÜLTÜR EMPERYAL ZM
T A V I R 13
POL T KASI günümüzde özellikte Amerika Birle ik Devletleri'nde üretilerek Siyonist tekerlerin deste i ile geli memi ülkelere paketlenip sürümlenmektedir (ihraç edilmektedir).. Gelelim Ülkemize: Kültür ya amımız slâm Skolasizm'inden "Tanzimat Hareketiyle" Batılıla mayı amaçlayarak- kurtulmayı planlarken; Batı kültürünü olu turan teknolojiyi ve o teknolojinin biçimlendirdi i Üretim li kilerini ve bu üretim ili kilerinin yarattı ı yeni toplumu, toplumsal ili kileri ve üretilen YEN KÜLTÜRÜ -nedensellikleriylekavrayamadıklarından Tanzimatçılar, Kültür üretme yerine, Batıdan Kültür Dı alımı (Kültür ithali) yoluna gitmi lerdir. Feodalizmin ideolojisi olan D N ve BA NAZLIK (Taassup) Batı kültürünü yaratan teknik ve
Özellikle sınıflı toplumlarda her ey GÜÇ'e ve ADAM KAYIRMA ilkelli ine dayandı ı sürece, olumlu ve haklı yolda olan sanatın, olumsuz ve yoz sanat dü üncesine kar ı sava ımını kim verecek? Dü ün alanında böyle bir sava ım gerekli de il midir? Ku kusuz gereklidir ve bu bir VAR OLMA gere idir. teknolojinin. Ülkeye girmesini yüzyıla yakın bir süre engellemi tir. Bu nedenledir ki Tanzimat Osmanlı ülkesinde küttür ve sanat sınırları içerisinde kalmak ko uluyla BATIYA ÖZENT Y
ancak ba arabilmi tir. Kültür ve Sanat ya amımızda özellikle ALAFRANGACILI IN ve KOZMOPOL T ZM'in ba langıcı olmu tur Tanzimat. Ku kusuz Ekonomik, Politik ve Sosyal yapısallı ın do al sonucu olarak... Bugün köklü bir TOPRAK REFORMU'nun yapılamadı ı YARI
14 T A V I R
FEODAL, yerli Komprador tekellerin kıskacında, KAP TAL ST EMPERYAL ZM'in güdümünde bir tür YARI SÖMÜRGE olan Türkiye Cumhuriyetinde de Kültür ve Sanat etkinlikleri Emperyalizm ve yerli i birlikçilerin denetiminde, onların ortak çabalarıyla, yürekler acısı bir YOZLU UN BATAKLI INA daha da yo un ve hızlı bir biçimde sürüklenip gitmektedir. Hele sekiz, on yıldan bu yana kendilerini ÇA DA TÜRK SANATÇILARI, ÖNCÜ TÜRK RESSAMLARI gibi adlarla nitelendiren bir yı ın aymaz, arlatanlıklarını, utanmazlık ( irretlik) düzeyine kadar vardırmı lardır. Bu zıpçıktılar, züppeler kimlerdir? RES M'in temel ö esi olan DESEN'i do ru dürüst çizemeyen, ortaya koydukları -klâsik ölçü ve disiplinden yoksun- çarpık ve çirkin (Estetik dı ı), kolay ve ucuz karalama ve boyamalarıyla insanlarımızı kandırmaya çalı an bu ANAR STLERE Ça da lık, Öncülük niteliklerini (Vasıflarını) kim yakı tırmı ? Hangi pozitif ölçütlere (Kıstaslara) göre? Sanat adına yapılan bu kötücülü ü ( haneti) Holdinglerimiz, Galeriler açarak, milyarlarca parayı bu tür KALP ürünlerine ne hakla yatırırlar? Kurmu oldukları SANAT VAKIFLARININ ve Sergi salonlarının Sanat Danı manları kimlerdir? Evet sanat adına yapılan bu spekülâsyonlara katılıp, göz yuman bu danı manlar, tüm yarı malarda jüri üyeliklerinde de er biçen de ersizler kimlerdir? En üstün ve kalıcı yapıtları yarı a bite sokmayan, kafaları ve yürekleri apı aralarında, Emperyalizmin ajanları kimlerdir? Bilmek gerekiri Ayrıca bu holding ve tekellerin korumacılı ı ve denetimi artında çıkan sözüm ona Sanat Dergilerine, bu dergilerde (Sen ben, Bizim o lan, ahbap çavu oyunlarıyla) yakınlarını, yanda larını sorumsuzca överek göklere yücelten kiralık kalemlere ne demeli? Sanat ya amımın en acı aymazlı ı (Gafleti) saydı ım, galerisinde 19851e Ondördüncü sergimi açmı oldu um (Tanınmı , sanat piyasamıza oldukça etkin biçimde egemen, holdinglerle ha na fi neli i, sanat simsarlı ı ile bilinen, ayrıca bazı ölmü ressamların tablolarını kopya ettirerek bazı ki ilere satan, bu nedenle mahkemelere verilen) Zatı na erif'e ser-
gi hazırlı ımız sırasında resim ele tirmeni olarak tanınan üç dört isimden söz ederek "Onları da sergi kokteyline getirebilir, resimlerim hakkında görü lerini yazdırabilirsen mutlu olurum" dedi imde bana: "Bu gün Dünyada ve Bizde resim piyasasına Mafia bile el atmı durumdadır, biz galeri sahipleri onlara da meram anlatmak zorundayız. Seni ve sergini yara ık oldu un biçimde duyurmak kolay i , tasalanmana gerek yok, o sözünü etti in ele tirmenlere yirmi erbin Iirayı sıkı tırdım mı istedi im yazıyı yazdırabiliyorum" dedi i an a kına dönmü , vazgeçmesini istemi tim. Aslında kendisi de bir Mafia olan bu galeri sahibiyle aramızda çok üzücü olaylar geçmi , adam benim do rulu umdan ve temiz amaçlılı ımdan (Hüsnü niyetimden) yararlanarak 14 tane yapıtıma elkoymu , binbir u ra tan sonra resimlerimi kurtarabilmi tim. Bu sergim apayrı ö renek (ibret) dolu bir olaydır. lerde RES M P YASAMIZ VE SANAT GALER LER M Z ba lı ı altında kaleme alaca ım yazımda ayrıntılarını sunaca ım. Gerçek bir sanatçı için en dayanılmaz ey, SANATA YAPILAN KÖTÜCÜLÜK'tür ve gene en olanaksız, istenç dı ı ( rade harici) ey bu kötücülük kar ısında susmak, haykırmamak, kar ı çıkmamak.. Gerçek sanatçı için bundan daha onur kırıcı bir tutum olmaz ve olamaz. Susmak, görmemezlikten gelmek suça katılmı olma eyleminden ba ka nedir? Dokuz köyden kovulma pahasına da olsa do ruları yazmak önce bizlere dü mektedir. Sonsuz bir sevi ile (A kta) ba lı bulundu um mesle imin sorunları üzerine, dost ve meslekda larımla söyle irken co kumu frenleyemedi im anlar olur. Onlar dü ünce ve inançlarımda ne kadar içtenli oldu umu bildikleri için yadırgamazlar. Ama u satırları okuyan ve beni tanımayanlar hakkımda: Benim "Sanat ve Yayın çevrelerinde fazla güleryüz ( ltifat) görmemi " bir Ressam oldu um yanılgısına kapılmı olabilirler. Hemen belirtmi olayım ki 6 yıllık Akademi ö rencilik süreciyle birlikte 51 yıllık sanat ya amım boyunca, ülkemizde gerçek sanatı savunan en tanınmı yazarlar ve ele tirmenlerce dergi ve gazetelerde övülmü , saygı
ila yüceltilip onurlandırılmı bir sanatçıyım. Bu konuda fazlasıyla doyumsamı (Tatmin olmu ) bir Ressamım ve de bugüne dek hakkımda çıkan olumlu övgü ve ele tiri yazılarının hiç bir meslekda ıma yönetilmedi ini, gö sümü gere gere söyleyebilirim. Ama tanıdıkların bildi i üzere her sergimde bir iki tablodan fazla yapıtım satılmaz. Sanat piyasamızı elinde tutan, üstelik kendi BURJUVA KÜLTÜRÜ'nden bile yoksun, be eni düzeyi dü ük bir egemen sınıfın sanat adına yaratmı oldu u simsarlar borsasında, ki ili inden ödün vermeyen devrimci sanatçıların payına kaç kuru dü er? Bu çirkin pazarın dı ında kalan bizler "Acıyı baleylemesini" biliriz. Gün olacak Sosyalist Türkiye'nin müzelerinde bizlerin yapıtları kendilerine yara ık onurlu yerlerine asılacaklardır. (O gün gelecek, vakit yakındır-Bulutlar pembe, pembe- Bak artık gün do mada...) 1986 Sanat Sezonuna kadar sergilerimi halkın, gençlerin ve üniversitelilerin gelip izleyebilecekleri galerilerde açmayı ye lerdim. Bu nedenle stanbul'da Taksim'den yukarılarda, sosyetinin yo un oldu u yörelerdeki galerilerde sergi açmamı tım. 1986'da alaca ım sonucu a a ı yukarı kestirdi im halde "Denemede yarar vardır" diyerek Maçka'da iki galeriyle ili kiye girdim ve Vali Kona ı Caddes'indeki bir galeride 16'ncı sergimi açtım. Günlerden bir gündü. Sergiye ık mı ık, orta ya larda, kürk mantolu iki hatuncuk geldi. Birisi IRGAT adlı tablomun önünde epeyce durdu, öbürü de YUVAYA HAZIRLIK adlı güvercinlerimin kar ısında uzun uzun bakakaldı. Sonra aralarında alçak sesle konu maya ba ladılar. Galeri küçük oldu undan söyle*
nen her konu ma kolayca i itilip anla ılıyordu. Bu ık bayanlardan Güvercinlerin önünde duran öbürüne: Güvercinler çok, çok güzel almak istiyorum ama salonun perdelerine pek gitmez, renkler uymuyor.Öbürü: Ben de u Orak biçen Irgat'ı alayım diyorum, çok güçlü bir tablo, ama mobilyalara ters dü üyor, onlarla uyum sa lamaz. Bu denli bilgisizlik ve ilkellik kar ısında o kadar öfkelendim ki, bu iki sosyete maskarası, eskin (Zavallı ) yaratı a kar ı sanatçı inceli ini (Centilmenli ini) a ıp, kabalık etmemek için kendimi galeriden dı arı zor attım. Onlar çekip gidene kadar pasajdaki Çayoca ında iki bardak çay içip oyalan-
dım. O anlarda çay içerken, bu tür ve böylesine ilkel insanların barınabildi i ve barındı ı bir toplumda, bir sanatçı olarak ya amanın a ısını (Zehirini) yudumluyordum sanki.. Sergimin üçüncü günüydü o gün.. Be inci günü sergim dolayısıyla ça rılmı oldu um stanbul Radyosu'nda "Resim Sanatı hanım efendilerin ve beyzadelerin lüks salonlarını Süsleyen bir mobilya aksesuvarı de ildir" diye sözüme ba lamı tım. Bu sergimde bir tek ya lı boya resim satılmadı. Yalnızca 50' er bin lira fiyat koydu um 4 tane Desenim satıldı. Galeri sahibesi 85 bin Ura galeri ücreti kestikten sonra bizi Güle-Güle etti. Mart
T A V I R 15
bir yazısını okumu tum: O dönemin varsıllarından bir i adamımız Bo aziçi'nde lüks bir KÖ K yaptırmı tır. Plân ve projesi bir talyan mimarına çizdirilmi . Kö kün açılı ı dolayısıyla verilen kokteyl ve resepsiyonuna o günün ünlü ki ileri (Ordu, Vilâyet ve Belediye erkânı), Basın büyükler), tanınmı Yazar-Çizerler ve do al olarak Falih Rıfkı bey de ba ça rılılardan.. Yazısında diyor ki Falih Rıfkı: Mimarîsi gerçekten güzeldi kö kün. Mobilya ve dekorasyonu gene öyle. Günün talyan sanat stiline göreydi. Tüm aksesuvar en güzel biçimde seçilmi ve yerle tirilmi idi.
ayının 17'sinde biten bu sergiden sonra da Nisan ayının 15'inde gene Maçka'nın oldukça SAV'lı ( ddialı), açılı larında hippi kılıklı ENTEL'lerle, sosyete KOKET'lerinin hava attıkları galeride düzenlenen kapsamlı bir KARMA SERG 'ye 4 tabloyla katıldım.
tanbul'da da o sene kı erken ve a ır bastırmı tı. Beyazıt'ta, Patrana Hamamı'nın yanında üç katlı, çok eski, ah ap bir evin tavanarasında kiracı olarak katıyordum. Bu evin yerinde imdi Elektrik Yönetimi'nin betonarme, kaba bir ünitesi oturtulmu . te Çukurova'da Sel adlı tablomu o ah ap evin, so uk rüzgârın a ulu ok gibi bedenime Bu sergide de bir tek tablom saplandı ı, sobasız tavan arasınsatılmadı. Galeri sahibesiyle bir- da, tam üç ayda bitirmi tim. likte 2 milyon be yüzbin lira fiat Do anın acımasızlı ı kar ısında koydu umuz 125x97 boyutundaki ÇUKUR OVADA SEL adlı köylülerimizin onurlu direni lerini tabloma kendisi istekli (Talipi simgelemeye çalı mı tım o tabloçıktı ve 250 bin lira veririm dedi, da. Renk müzikalitesi a ır basan hem de iki taksitle. Parasızlıktan ORKESTRA gibi bir yapıttır o tabçok bunalmı tım. ki aylık atölye lom. En iyi yapıtlarımdan birisidir kiram birikmi ti. Dünyalar kadar diyebilirim. sevdi im karım çok hastaydı, Böylece Ressam olarak benim gerekli besini ve ilâcı sa layabi- SOSYETE SERÜVEN M i te bu lecek gücüm kalmamı tı. Bir kadar. tencere YEMEKLE üç gün idare Komprador Burjuvazi'mizin buediyorduk. Umarsız (Çaresiz) bu öneriye (teklife) içim kan a - gün Ülke Gerçeklerini içerip yanlayarak EVET demek zorunda sıtan sanata kar ı nasıl ilgisiz, duyarsız ve yabancı kaldı ını, bu acı kaldım. serüvenimle do rudan ya ayarak 1952nin Aralık ayında Çuku- gözlemlemi oldum. rova'da korkunç bir SEL olmu Bundan çok yıllar öncesiydi, tu. Bir çok Çukurova köyünün büyük ve a ır yıkımına (Felâ- 1939-1940'lı yıllarda mıydı kesin ketine) neden olan bu do a olarak anımsayamıyorum. Ulus olayı, beni derinden sarmı tı. s- Gazetesi'nde Falih Rıfkı Atay'ın
16 T A V I R
Antika vazolar, avize ve biblolar, tütün tablalarına varana dek hepsi birer sanat ürünüydüler. Mutfak-Banyo araç ve gereçleri, büfeler, portmanto- laf, gardroplar, hepsi ve her ey eksiksiz (Mükemmel) denecek düzeyde dü ünülmü olan bu görkemli KÖ K te aradım taradım bir OKUMA ODASINA (Kütüphaneye), K TAPLI A ratlayamadım. Atay yazısını öyle bitiriyordu: te bizim varsılımız (Zenginimiz), i te yanlızca gösteri e önem veren varlıktı insanımız!!.. Aradan 50 yılı a kın bir süre geçti, bu gün bizim YERL BURJUVA'nın elli yıl öncekine göre tek ayrımı var: Artık kö klerinde Kitaplıklar da yok de il. Raflarında yaldız kaplamak kitaplar da dizi dizi... Ama bu kitapların tek bir tanesinin üzleri (sayfaları) kesilip açılmamı tır. Resim Sanatım, Holdinglerinin tecimsel çıkartan için bir Reklâm aracı olarak kullanan, ressam di ye bir takım kökü dı arda, hasta ruhtu ovmenleri öhret yapan yerli burjuvazimize söyleyecek tek sözüm yoktur. Yalnız çocuk lu umda bizim köyün acımasız a asına, Anamın ellerini dizlerine vurarak yaptı ı KARGI 'ı kendi lerine yönelterek yazımı bitirmek istiyorum: S Z K TAP ÇARPSIN emi??..
T A V I R 17
rtado u'nun dört parçaya bölünmü ülkesinde ya amın bilinmeyen yanlarından biri... Bahar güne leri dü meye ba ladı Diyarbakır'ın üstüne. Sabahın ilk saatlerinde foto raf makinelerimizi ve not defterlerimizi alarak uzakla ıyoruz ehirden. Ucu buca ı görünmeyen tarlalar boyunca gidiyoruz. Ergani'ye varmadan, epey beriden ayrılıyor yolumuz, ana yoldan. Ova boyunca uzanan toprak yola dü üyoruz. Ekinler so uk kı aylarının ardından yeni yeni çıkmaya ba lıyor. Ovanın tüm tarlalarını kaplayan Karacada 'dan fı kırmı ta larla sava halindeler adeta, yeryüzüne çıkabilmek için. Yerle gö ün birle mi gibi gözüktü ü yerde, tel; ba ına bir a aç gö sünü gere gere duruyor. O an Nazım ustanın dizeleri geliyor aklımıza. "Ya amak bir a aç gibi tek ve hür/ Ve bir orman gibi karde çesine" Unutulmu luk havası veren bir tren istasyonunun yanından geçtikten sonra bir köy
görüyoruz. Mavi önlüklü ilkokul ö rencileri ba ına toplanmı lar, ö retmenlerini, dinliyorlar. Alçak damlı evlerin duvarları, çamurla birbirine tutturulmu ta larla örülmü . Yolboyunca ba larında çobanları ve çoban köpekleri ile, ta ların arasından bir tadımlık ot koparmaya çalı an koyun sürüleri görüyoruz öbek öbek. Çobanlarla selamla ıyoruz. Çoban köpekleri ko turuyor ardımızdan. Çadırlar çıplak gözle görünmeye ba ladı. Yava yava yakla ıyoruz arabamızla. lk
BER TAN GÖÇEBELER Zozan
düklerimiz geride kalanlar. Ovanın ortasında etrafı ta larla çevrilmi , kendirlerle topra a çakılı kazıklara ba lanmı çadırların önünde çocukların ve kadınların ku kulu bakı larıyla kar ıla ıyoruz. Orta ya lı bir Beritan'lı yakla ıyor, el sıkı ıp çadırlara do ru yöneliyoruz. Çadırların örtüne bir keçe seriyorlar, yastıklar konuluyor. Kadınlar oca a çay bırakıyorlar, önümüze getirdikleri bir tahtanın üzerine kendi yapımları, peynirleri ve ekmeklerini koyuyorlar; kahvaltı yapmamızı is-
EV NDAR
tiyorlar. Yol yorgunlu umuzu giderdikten sonra önce birkaç tane kıl çadır, ardından kendimizi tanıtıyoruz. Ya amlarını birkaç naylon çadır li iyor belgelemek ve. di er insanlara gözümüze. Arkasını arıyoruz ama iki günümüzün yabancıla tı ı bu ya amı gün önce geleneksel göçleri anlatmak için gözlem ve inceleme ba lamı . Göryapmaya geldi imizi söylüyoruz. Belgelemek istiyoruz bu ya amı. Belgeleyip sunmak kısanlara. Ortaça ı çoktan geçip 21. yy.'a girdi imiz bir dönemde, Ortado u'nun dört parçaya bölünmü ülkesinde ya amın bilinmeyen yanlarından biri: Beritan'lılar... Çadırları geziyoruz. Girdi imiz bir kıl çadır ortasından ayrılmı . Bir tarafında kadınlar yemek yapıyorlar (ortada koca tepsinin içinde bulgur pilavı) ve üzeri kilimle örtülmü yataklar, kapkacak hepsi iç içe. Çadırın di er bir bölümü ise koyunların ahırı.
18 T A V I R
nsanların kaldı ı kısımda çadırı aydınlatmak için kullanılan ipregaz tüpüne uzun bir çubuk boruyla ba lanmı lüküs göze çarpıyor. Ve bu insanlar yaz kı bu çadırlarda ya ıyorlar. Yan yana aynı yataklarda yatıyorlar. Kı ın metrelerce karın altında bu çadırlarda tezekle ısınmaya çalı an bu insanların bütün ya amları bu çadırlarda geçiyor. Kıl çadırların yerini yava yava naylon çadırlar almaya ba lamı , nedeni ise daha ucuz olması. Oysa kıl çadırlar naylon çadırlara göre daha sa lıklı. Çadırlar bir köyün kenarına kurulmu . Su ihtiyaçlarını e eklerle köyden ta ıyarak gideriyorlar. Göçebe ya amlarının sonucu a irette okuma yazma biten yok. Konu mu oldukları Türkçeyi ise askerlikte ve devlet kapılarına gide gele ö renmi ler. Ancak ehirde akrabası olan, isterse çocuklarını okutabiliyormu . Beritan'lıların erkekleri a iret dı ından kimseyle evlenemiyor. Bu ya ama kim kız verir, diyorlar. Ama Beritan'lıların kızları dı arıdan evlenebiliyorlar. Sıcak ili kiler içinde sıcacık sohbetler kuruyoruz. Çadırların biraz ötesinde, önünde büyük kazanlar olan ufakça, bir çadır dikkatimizi çekiyor. Çadırın tüccarın çadırı oldu unu, kazanların ise kendi verdikleri sütleri kaynatmak için oldu unu söylüyor Beritan'lılar. "Kı ın biz tüccarlardan borç para alırız. Aldı ımız para bizim ve hayvanlarımızın beslenmesi için. Baharın ilk aylarıyla birlikte tüccar adamlarını yanımıza gönderir, çadırlarımızın yanına bir çadır kurar. Süt kaynatmak için kazanlarını da yanlarında getirirler. Tüccara borcumuz bitene kadar ürünlerimizi ba ka kimseye satamayız. Bizden aldı ı sütleri burada kaynatır, sonra ak a-
ma do ru ba ka birisi gelir arabayla ve sütleri alır gider. Mu taki mandıraya götürür. Orada peynir yapılır sonra stanbul'a götürürler. Tüccar ürünlerimizi istedi i fiyattan alır. Yani piyasadakinin yarısına." Beritan'lılar etil bine yakın nüfuslu bir göçebe a ireti. Bölgede tükenmeye yüz tutmu göçebeli i kendi ya amlarını sürdürmek için devam ettirirler. Geçimlerini göçebeli in do al sonucu hayvancılıkla ve bundan sa ladıkları ürünlerle sa lıyorlar. Yazı Bingöl'ün erafettin yaylalarında ve Erzurum yaylalarında, kı ı Elazı , Diyarbakır civan, Urfa tarafları ve Mardin ovasında geçirirler. Baharın ilk aylarıyla birlikte yaylalara göç ettiklerini söylüyor Beritan'lı. "Bu bölgede salgın sarılık hastalı ı olur. Göç etmezsek sürülerimiz kırılır" diyor. Her yıl devam eden geleneksel göçleri hakkında sorular yöneltiyoruz. "Çadırlarımızı, e yalarımızı atlara e eklere yüklüyor, çocuklarımızı da ortasına oturtuyoruz. Kadınlarımız ve atlar önden, sürüler ve çobanlar
arkadan 30-35 gün yaya olarak konaklaya konaklaya gidiyoruz yaylaya. Günde 10-12 saat yürüyoruz. Göç boyunca yollardan gidemeyiz. Tarlalar ise ekili, toprak sahipleri izin vermez ço u zaman. a ırmı ız ne yapaca ımızı... Genelde zaruri ihtiyaçlarımızdan ötürü köy kenarlarında konaklarız. Bazen a alar ve korucular izin vermez, o zaman da konaklamadan gitmek zorundayız. Attı ımız her adım paradır. Ayak bastı parası, ürün ezme parası vs... (yani göç boyunca geçtikleri her yer için para ödüyorlar.) Köylerdeki a alar koyun ba ı para alırlar. Bazen hazine malıdır konakladı ımız yer ama gene de para veririz." "Ya ölümleriniz, hastalarınız, do umlarınız bu durumlarda ne yapıyorsunuz otuz-be kırk gün boyunca?" diyoruz. "Yollarda konaklama izni vermedikten zamanlar oldu. Kadınlarımız atların üzerinde do um yapmak zorunda kaldı. Hastalarımız oldu u zaman da en yakın kasabaya ula tırmaya çalı ıyoruz atlarımızla. Bazen yolda ötenler
T A V I R 19
t
yorsunuz, onlara ekmek veriyorsunuz diyorlar. Birinde hepimizi çadırların önüne topladılar yaylada. Sıra daya ına çektiler, çadırlarımızı didik didik aradılar sonra gittiler." Gün ola devran döne umut yeti e Da larının da larının ardında De il öyle yoksulluklar hasretler He
Bir tek ba ak kalmayacak
bile
dargın
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...(2) canım oluyor. Oracıkta gömmek zorunda kalıyoruz. Ba ına da bir ta dikiyoruz. Ba ka bir ey gelmiyor elimizden. Böyle ya anmıyor ama... Tek iste imiz yerle ik hayata geçmek, devletten çok istedik, a ındırmadı ımız kapı kalmadı. Ama hep sözde kaldı. Zorunlu iskan yasası dediler, çok az bir kısmımıza ev yapıldı. Evler uzun sürmeden çatladı. Müteahhit çimentoyu yemi . Tekrar çıktılar çadırlara. Çok az bir kısmı da evlerde ya ıyor. (Bismil ve Molla-polat'ta ancak yüzde onluk bir kısmı yerle ik olarak ya ıyor.) Ama ço umuz böyleyiz." Dü ün, uzay ça ında bir aya ımız Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri Dü ün, olasılık, atom fizi i Ve bizi biz eden amansız sevda Atıp bir kıyıya iki zamanı Yarının çocukları gülleri için Herbirinin ayvatüyü çilleri için Koymu postasını Görmü restini
20 T A V I R
Sen getir üstünü. (1) "Çocukların bile evcilik oynarken ilk akıllarına gelen ev yapmak. Devlet yardım etmeden yerle ik hayata geçemez misiniz?" diye soruyoruz. "Mesela benim yüz koyunum var. Ortalama otuz kırk milyon yapar. Bu parayla ancak bir dönüm arazi alınabilir. Yüz koyunu olmayanlarımız da var. Tek geçim kayna ımız olan koyunlarımızı da satarsak aç kalırız." Yaylaların durumunu ö renmek istiyoruz. "Otuzbe -kırk günün ardından yaylalara varıyoruz. Yaylaları parayla kiralıyoruz. Örne in iki aylık yirmi, yirmi-be milyon civarında. Yaylalarda dört be ay kalıyoruz. Sonbaharın ikinci ayıyla birlikte geri döneriz. Biz, son otuz kırk yıldır buraya para ödüyoruz. Yaylaya vardı ımızda pazarlıklar ba lar. Koyun ba ına göre ücret öderiz. Son zamanlarda devlet bizi yaylalara bırakmıyor. Koruculu u kabul etmiyorsunuz, teröristlere yardım edi-
Anlatmaya devam ediyor. "Hırsızlar ba ımızın eksilmeyen belası. Hem yaylada, hem burada, hem yolda. Pusu kurarlar geceleri. Bir seferinde üç dört ki i silahlarıyla geldiler. Ben koyunların ba ında nöbetteydim. Sürüye daldılar. "Kim o" diye ba ırmamla birlikte silahlarını bana ate lediler. Canımı zor kurtardım. Bir de korucular aynı eyleri yapmaya ba ladı son dönemlerde." Daha önce de bizim gibi gelenler oldu unu anlatıyor Beritan'lı. Geldiler foto raf çektiler, onlara da anlattık diyor. Artık kalkmak için müsaade istiyoruz. Son sözleri ihtiyar bir Beritan'lı söylüyor: "Devlet kolumuzdan tutmazsa zorunlu olarak böyle devam ederiz. Biz bu devletin insanı de il miyiz? Askerlik ça ı gelen insanlarımız askere gider. Seçim zamanı olunca oy istemeye gelirler, sonra unuturlar." Ba ka bir Beritanlı'dan, dü ünlerinde çaktıkları kavallarıyla doldurup bize gönderece i bir kaset sözü aldıktan sonra ayrılıyoruz... (1),(2) Ahmed Arif.
N SAN; BAHAR SER NL NDE SEVDAYI, KAVGAYI VE ÖLÜMÜ GÜZEL EYLEYENLER N ADI OLACAK! Sadun
CAN
Hava kur un gibi a ır. Ba ır ba ır ba ırıyorlar. Ko un kur un eritmeye ça ırıyorlar... Onlar, ya murun ve güne in ve topra ın ve bu dayın türküsünde, hep en önde, en önce andıklarımız... Onlar, aramızda ve sıramızda omuz sıcaklıklarını sakladıklarımız... Onlar, yakalarımıza, çocuklarımızın saçlarına taktı ımız kızıl karanfillerimiz... Onlar, ya amı en güzel anında tekmeleyerek, insanımızın yüzyıllar süren hasretini, sessiz ve sakin ilk yaz gecelerinde, yıldızların ve ayın altında promete ate leriyle haykıranlar... Onlar, ya murun ve topra ın serinli inde hareketin sözleriyle, yüreklerimize, bilinçlerimize gömdüklerimiz... a mur çiseliyor. Kaldırımlar, sokaklar, duraklar ko ar adım yürüyen "sakıncalı yüzler" in türküsünü söylüyor. ki er-üçer-dörder-be er yürüyorlar, konu uyorlar: "saat tam dörtte, saat dörtte Karacaahmet'te..." Ya mur çiseliyor. Çevik otobüsleri, panzerler, siren lambaları yanan minibüsler, reno'lar, telsiz anonsları ve helikopter sesleri... Ya mur akırdıyor. "Sakıncalı yüzler" sırılsıklam kararlı ve inatçı, sokak so-
kak, durak durak, cadde cadde yürüyorlar hala. Yürüyorlar stanbul'dan, gecekondulardan, fabrikalardan, okullardan, demeklerden onlarca, yüzlerce, " üpheli ahıs"... Ayakkabıları yırtık bir i çi, kaldırımdan akan suya do ru atıyor adımlarını. Bıyıklarından su damlaları dü üyor ayaklarını ıslatan ya mur suyuna... Kaçamak bakı ları ye siyah saçları ıpıslak bir kız, sokak ba ında bekleyen panzerin önünden geçiyor... Ba örtüleri sırılsıklam olmu iki ana, mezarlı ın alt tarafındaki dura a do ru ilerliyor. Sonra durakta bekle-
yen kalabalı ın arasından sıyrılıp onlara do ru yürüyen ya lı bir adam beliriyor. Ya mur iddetini arttırıyor... Sokaklar, caddeler, kaldırımlar, duraklar ku atılıyor. Postalları, silahları, copları' ve kalkanları ile ko uyor la ım soluktular. Ara sokaklara çekiliyor ısrarlı ıslak ayaklar. Helikopter sesleri ara sokakların üzerinden geçiyor, alçalıyor, dönüyor, yükseliyor. Otomatik silahlar, telsiz anonsları, sirenler... Kimlik kontrolü... Yaka paça götürülen insanlar. Hızla geçen çevik otobüslerinde coplanan insanlar, insanlar,
T A V I R 21
insanlar... Namlu uçlarında, dipçik darbeleri ve postal, cop ve yumruklarla, itilekakıla karakollara, saklın koridorlarına, cop tünellerine, odalara, hücrelere almıyoruz. O büyük sevdanın ve kavganın ate yürekli çocuklarının bayrak bayrak dalgalanan barikatlarını, son sözlerini sesimizle haykırıyoruz güne i içenlerin türküsünü "cesaret cesaret daha fazla cesaret..." Saldırıyor karanlı ın bekçileri. Cop, tekme, tokla, hakaret, kan ve slogan... Bir an tereddüt sonra yeniden slogan, beden beden barikat... Karanlı ın bekçileri okta. Sloganlarımız ve kolkola barikatımız bir amar gibi iniyor suratlarına. Suratları suçlu, suratları korku ve panik içinde. Hücre kapılarımıza korku adımlarıyla yakla ıyorlar. Sonra alçalarak sahte iyiniyet rollerini oynamaya ba lıyorlar. Gülünç ve zavallı oluyorlar... Mar , slogan ve kanla geçiyor zaman.
22 T A V I R
AÇLI A YATIYOR, SUSMA HAKKIMIZI KULLANIYORUZ! Sarıyor, saldırıyorlar yine... Uzunkara coplar ve postallı zebaniler labirentinde ko turulan, vurulan, savrulan, çelme takılan yüreklerin çı lı ı, geceye, yıldızlara, sokaklara, ı ıkları yanan evlere, perde aralı ından bakan bir çocu un a kın ürkek gözlerine karı ıyor... Cop ve postal sa ana ında karakol kapısından karanlık soka a fırlıyor seslerimiz, bedenlerimiz. Kanayan yüzlerimiz, tutmayan kollarımız, sızlayan bacaklarımız, sırtlarımız ve hiç susmayan sloganlarımızla perdeleri kapalı bir i çi otobüsüne dolduruluyoruz sıkı -tıkı . Zebaniler kanlı coplarını ve postallarını siliyorlar.. Operasyon tamam. Otobüs kapılarını kapatıp yola çıkıyor... Zebanilerin la ım kokan sesleri, nefesleri duyuluyor yalnızca. "LA IM FARELER !" diye seslenen Sabo'nun
sesini duyuyor gibiyiz. Kulaklarımız yankılanıyor. Otobüs iniyor, çıkıyor, dönüyor, duruyor... Bekleyi ... Otobüsün kapıları tıslayarak açılıyor. "La ım fareleri"nin küfürleri ve tekmeleri e li inde teker teker indiri liyoruz. tilekakıla, tekmeleneyumruklana 2. ube koridorlarından geçiriliyoruz. Hücrelere ana kapıdan girdi imizde slo-. ganlarla kar ılanıyoruz. Sesimizi seslerine katıyoruz arkada larımızın... Sesler, yüzler, kenetlenen eller, dalgalanan yumruklar, sloganlar, sloganlar... KOLLEKT F TAVIR/ D REN MORAL DE ERLER... ki ayrı hücrede, beton üzerinde yüzdört ki i koyun koyuna payla ıyor açlı ı, acıyı, so u u ve uykuyu, uykusuzlu u... Bir sütun dibinde, parkasının üzerinde kıvrılmı yatıyor minik bir yüz. Adı Pir Ahmet. Pir Ahmet ondördünde henüz. "Ondörtlü" diyoruz ona. Hiç tereddütsüz ko up gelmi , acıların ve açlı ın ve so u un uykusuz koynuna yatıyor... Yüzü ne kadar da güzel! Gülümsüyor. Dü görüyor belki de. Direnen direndikçe güzelle en, güçlenen bir halkın kavga dü ünü... Ey acılar yurdunda, so u un ve açlı ın koynunda uyuyan yoksul çocuk yüzleri, bir gün, gece karanlıklarını yırtan Nisan direni çileri-.
mizin son sözleriyle kucaklayaca ız Sizleri. Sizleri ilkyaz çiçekleri gibi... Bir kargo i çisi volta atıyor usul usul. Gölgesi, sıra sıra, koyun koyuna yatan insanların üzerlerine, yüzlerine dü üyor usul usul. Bir ö renci. Kanlı gömle i ve sırtında postal iziyle duvara dayanmı uyumaya çalı ıyor. Ba ını, dizinin üzerinde birle tirdi i kollarına yaslanıyor. Bir ara yaralarının acısıyla inleyerek uyanıyor. Oturu unu de i tirip tekrar uyumaya çalı ıyor.
Gece so umaya ba lıyor, Üstlerindeki montları, kabanları yere serip, birle tirip uyumaya çabalıyor insanlar. Ancak kâr etmiyor. Açlık ve so uk uyu turuyor. Beton üzerinde yatan biri, bacaklarını o u turarak uyanıyor. Aya a kalkıp uyuyanlara bakıyor bir süre. Sonra üzerindeki montu çıkarıp yerde, ellerini bacaklarının arasına almı liseli bir gencin üzerine örtüyor. Acıyı, so u u, direnci payla manın o tarifsiz mutlulu uyla, ellerini ceplerine koyup voltaya çıkıyor. Sabah... Direni Komitesi, sabah temizli i ve ekerli su da ıtımı için harekete geçiyor... uyuyanları, uyu anları uyandırıyorlar. Gecekondulardan gelen esprili biri, uyu an ayaklarını hareket ettiremeyince a ıyor önce. Sonra "Yahu benim ayaklarım nerde? Ayaklarımı gören var mı?" diye sesleniyor. Herkes kahkahalarla yerinden do ruluyor. Elden ele dola ıyor çalı süpürge. Tuvalet, suyla iyice yıkanıyor. Çöp kutusu, nöbetçi ça rılıp dı arı çıkartılıyor.. ekerli su görevlileri, pet i elerde hazırladıktan ekerli suyu a ızdan a ıza,
yudum yudum dola tırıyorlar. "Omuzdan tutun beni/ Halaya katın beni..." diyerek halaya duruyor yürekler. Aynı anda bayanların bulundu u yan hücre de katılıyor sabah türküsüne, sabah halayına. Direni korosu.. Koroba ının ça rısıyla toplanıyor koro. Direni in co kusu ve disiplini, Grup Yorum'un ve Grup Ekin'in belki de en güzel ve en do al korosu olma ansını bile zorluyor. Co kun bir sel gibi akıyor, akıyor, yankılanıyor seslerimiz. Hücre kapısında duran bir arkada , yan hücredeki bayan arkada larla uyum sa lıyor. Bir tür Maestro'luk yapıyor. Koroba ının i areti ile susuyor koro. Komiteden bir arkada "seslerimizi fazla harcamayalım arkada lar. lerleyen günlerde daha gür söylemeliyiz arkılarımızı,mar larımızı." Her an omuzdan gücümüz olmalı..
tutacak
"Enerjimizin bir gramı bile bize lazım. Onu bo a harcamayalım. Buradan 17 Nisan direni çilerimizin onuruyla, dimdik çıkmalıyız." Sohbetler.. Voltalar.. Temsilci ve komiteden bir arkada yan hücredeki bayan arkada larla konu uyor. 17 Nisan direni inin etkilerini, ta ıdı ı anlamı konu uyorlar. Bayanların arasında iki de ya lı ana var. Sohbete onlar da katılıyor. Bayanların yan tarafındaki hücrelerde adliler var. Ço unlukla "çingeneler"... Neriman Papi 'in akrabaları var aralarında. Birkaçı tuvalet dönü ü gelip selam veriyor. Analardan birini (Tayad'lı) tanıyorlar. Saygılarını belirtip ba sa lı ında bulunuyorlar. Ancak gece krizleri ba layınca hiç çekil-
mez oluyorlar. Ba ırtıları, cayırtıları, küfürleri birbirine karı ıyor. Ço unlukla da nöbetçi polislerle sürtü üyorlar. Temsilci arkada bazen müdahale ediyor. Sessiz olmalarını, e er sorunları varsa kendilerine bizim yardımcı olabilece imizi vs. anlatıyor. Bazen "çingenelerle" nöbetçi polis arasında ilginç diyaloglar da ya anıyor. Bir gece yarısı kriz sonrası, hücrelerini açıp içeri giren polisle konu an bir kadın "Bana kabadayılık yaparsın tabi. Ama görüyoruz sizin gibi kabadayıların hergün köpek ölüleri gibi sokaklardan toplandı ını."
Nöbetçi polisle temsilcimiz arasında geçen ilginç diyaloglar da var. Bunlardan birinde "i kence ve i kenceci" üzerine yapılan konu mada, temsilci arkada ımızın sorularına "Ben i kenceye kar ıyım. kence yapmadım, yapmam da. Bir keresinde i kence yapılan birini gördüm. Midem bulandı. kence yapmak müslümanlı a aykırıdır. Ben bir karıncanın dahi ezilmesini günah sayıyorum. Ben nasıl i kence yaparım?" diyen nöbetçi polise temsilci arkada ımız "Madem i kenceye kar ısın ve hatta karıncanın dahi ezilmesini' günah sayıyorsun peki i kence yapılan mekanda nasıl duruyorsun? Bu da 'günah' de il mi?" Nöbetçi polis: "Ne yaparsın, ekmek parası." Temsilci arkada : "E er gerçekten samimiysen onurlu bir i bulabilirsin. Git çöpçülük yap, i portacılık yap." Nöbetçi polis: "Yapamam. Burdan çıkamam. Bizler çift ki ilikliyiz." Temsilci: "Yani hem iyisiniz hem kötüsünüz. Bu iki rolü de oynamak zorundasınız". Nöbetçi polis: "Evet oynamak zorundayız." Temsilci: "E er içinizde insanlık varsa kimse
T A V I R 23
sizi bu rolü oynamaya zorlayamaz. iddia edilen biri. Gözaltına Bu nedenle siz samimi de ilsiniz." alınırken ya adıklarının ve gördüklerinin etkisiyle, tutanakta iddia edilen suçlamalara tepki S GARA YASA I SIRADAN gösteriyor. Ve ifade vermiyor. lk NSAN TEPK LER YARATIYOR günler insanlara yabancılık çeken direni in ilerleyen Bir süre kantinden ve ailelerin Hasan, getirdi i sigaralarla idare eden günlerinde yo un ilgimizin de insanlardan bazıları (Bunların etkisiyle "Direni te ben de varım." arasında kendilerine 'siyasiyim' diyor ve son ana kadar da bizlerle diyen ve temsilci konumunda birlikte yer alıyor. "Size inanıyorum, olanlar da vardı) bu imkanların güveniyorum, sizlerin söyledi i ortadan kalkmasıyla birlikte her eyde varım. Bana da ö retin dengesiz ve basit e ilimlere dünyayı, ülkemizi. Devletin ve (ya adıklarından ve yönelmeye ba ladılar. Adlilerden ve polisin gördüklerinden çı karıyor polisten sigara istiyorlar, adliler tarafından hücre kapısına tek tek bunu) kendi insanlarına atılan sigaraları kapı ıyorlar vb. yaptıklarına a ıyorum. Kendilerine 'siyasiyim' diyenlerin Ben .böyle eyleri zaafa dü melerine müdahale edi- bilmezdim." yoruz. Temsilci arkada : "Bu olayın Amele Hasan'a adını koyalım. Bu bizce bir rezilliktir, vaad etti imiz alçalmadır. Oysa bizler siyasi dünyayı, a ı, ekmeinsanlarız. E er sigara kantinden i, karde li i, alınamıyorsa ve ba ka olana ı da daya nı mayı, yoksa sigarayı içmeyiz. Bu direni i, örgütlülü ü tavırların bir an önce son , anlatıyoruz.. Ame le bulmasını, kapıda temsilcinin dı ında Hasan voltalarımızda, kimsenin bulunmamasını, muhatap sohbetlerimizde, olmamasını aksi takdirde bu tür sloganlarımızda, tavırlara müdahale edece imizi açlı ımızda, ifade vermeme belirtmek istiyoruz. Kimsenin bizim tavrımızda, kısacası siyasi ahlakımızı lekelemeye hakkı direni imizde kazandı ımız yoktur." Bu konu malardan sonra "Bana insan oldu umu ö rettiniz." sigara sorunu komitede tartı ıldı. diyen bir emekçiydi. Kimi anlayı lar, sigaranın DOKTOR YER NE ele tirdi imiz biçimiyle alınmasını SORGUYA "alçalma" olarak görmediklerini, dolayısıyla ele tirimizin kendilerini Direni imizin ilerleyen günlerinde ba lamadı ını söylediler ve bazı arkada lar hastalanıyor. tavırlarını sürdürdüler. Bu olay Durumu ciddi olanları, gözaltındaki direni in olumsuz bir yanıydı diye- bir doktor arkada ın kontrolüyle biliriz. Direni in son günlerinde hastaneye gönderiyoruz. Ancak ilk ortaya çıkan olumsuzluklardan biri gidenleri hastane yerine sorguya de eker da ıtımıyla ilgiliydi. alan polis, onları ifade vermeye, açlık grevini bırakmaya ve direni in örgütleyicilerinin adlarını AMELE HASAN söylemeye zorluyor. Hasan bir antiye i çisi. Hasan, nsanların kararlı ve kesin tavrı polis tarafından bizimle aynı kar ısında gerileyen polis, bu defa nedenle alındı ı ba ka bir oyu-
24 T A V I R
na, tutanaklardaki suçlamaları dolaylı olarak kabul ettirmek için kelime oyunlarına ba lıyor. El yazısıyla "Yukarıda yazılı suçlarımı imzalamıyorum." diyen bir ibareyi yazdırmaya çalı ıyorlar. Ve maalesef bir kaç ki i bu oyuna geliyor.
Ancak komitenin müdahalesiyle bu oyun da bozuluyor. lk günler ifade almak' için her türlü yöntemi deneyen polis, direni imizin kararlı ve inatçı niteli inden ötürü gerilemeye, baskı yöntemini terk etmeye ba lıyor. Son günlerde ifadeye çıkan-
lara sorulan, "kimlik, adres ve ifade veriyor musun?"dan ba ka bir ey olmuyor. Bugünlerde, komitede olan ve daha önce gözaltına alınan ya da cezaevinde yatan arkada ların aynı anda ifadeye ça rılmaları dikkat çekiyor. Bu, belirli arkada ların aynı anda ça rılmaları, direni i kırmaya yönelik bir oyun olabilir denilerek, en ufak bir baskı, dayak ya da tecrit durumunda direnme ve slogan atma kararı alınıyor. Yukarı çıkarılan ve bekletilen bu arkada ların normalden (1 saat) fazla (4 saat) kalmaları, a a ıda bekleye nlerde kaygı yaratıyor. Hemen sonra a a a ıdaki ler sloganlarla me . saj iletiyor. Yukarıda bir hücrede topluolarak bekletilen ve tek tek sorgu odasına alınan arkada lar örnek bir tavır sergiliyorlar. A a ıya sloganlarla geliyorlar. Bu tavır direni i motive eden özel bir moral kayna ına dönü üyor. Mide kanaması geçiren arkada ımızın hastaneye götürülmesi engelleniyor. Nöbetçinin aldırmaz tavrına temsilci arkada ımız "Arkada ımıza bir ey olursa bunun birinci dereceden sorumlusu ve hesap sorulanı sen olacaksın" diyor. Nöbetçi polis, süt dökmü kedi gibi "zaten hergün soruyorsunuz" diye yanıtlıyor... Mide kanaması geçiren arkada ımız ancak sloganlarımız ve yumruklarımız kapıları döverken -istedi imiz hastane sevk belgesi gösterilerek-
hastaneye gönderiliyor. Hastaneye giden arkada ımız tedavi kabul etmeyerek geri dönüyor. Ve nöbetçi polisin "Zaten hergün soruyorsunuz" sözlerinin anlamını ö reniyoruz. Co kumuz, direncimiz bir anda doru a çıkıyor. 17 Nisan direni çilerinin sözleri kulaklarımızda yankılanıyor: "UNUTMAYIN K , TEK B R GED K DAH KALSA ORADAN G RECE Z... ADALET M ZDEN KAÇAMAYACAKSINIZ!" "Evet, kaçamadılar" diyerek halaya duruyoruz.
1 MAYIS'I D REN M ZLE SELAMLIYORUZ Ya amın bereketini nasırlı elleriyle yaratanların birlik ve mücadele günü olan 1 Mayıs 92'yi direni imizle kar ılıyoruz. Birgün öncesinden de hazırlıklara ba lıyoruz. Önce ortak bir metin yazıyoruz. Ardından, kantinden aldı ımız uhu ile yapı tırdı ımız ka ıt peçeteleri birle tirip pankart hazırlıyoruz. Gazetelerden düzgün bir ekilde kesti imiz harflerle "Ya asın 1 Mayıs" "Biji Yek Gulan" yazıyoruz. Peçeteden pankartımıza yapı tırıp sabahı bekliyoruz. Sabah erkenden uyanıyoruz. Temizlik ve ekerli su da ıtımından sonra toplanıyoruz. Anmaya, saygı duru u ve 1 Mayıs mar ı ile ba lıyoruz. Ardından ortak metni okuyoruz. Polis, metni okurken müdahale ediyor. Susmamızı ve pankartı indirip kendisine vermemizi söylüyor. Susturuyoruz. Çaresizler. Sloganlarımız, halaylarımız ve mar larımızla, anlamına uygun olarak kutluyoruz 1 Mayıs'ı. Ya amın onurunu savunan ve ona layık ya ayanların can bedeli sürdürdükleri mücadelenin, örnek alınacak geleneklerle devam ettirildi i bir süreçteyiz.
T A V I R 25
SYAN Ç ÇE Analar bilgisizliktir Babalar baskı Çocuklarsa bir isyan çiçe i benim ülkemde Güne e do ru ı ıl ı ıl yanan Umutlu bir isyan çiçe i Bir korkulu bakı çakar Sonsuz yürekleri sezince "Sinmek gerek" diyen gözlerde Ürkünç bir kasırgadır artık Savrulup giden sözlerimiz Küçücük düzenlerinde Bilmezler ki yücedir bizim a kımız Güzeldir her devinim Ve her direni Yeni ve sonsuz bir sevinçtir. LAYDA ARKUN
26 T A V I R
Ö
Y
K
Ü
ü üm dü üm, ilmek ilmek, çiçek çiçek dantel dokurum ben. Genç kızlı a adım attı ımdan beri, tı
elimden hiç dü medi. Bir de her sabah kahvaltı hazırlarım sana evlendi imiz günden beri. lkokulu yen) bitirdi imiz, kara önlü ün yerini alvara, beyaz yakalı ın yerini ba ımı belime de in kapatan ba örtüsüne bıraktı ı günleri anımsar mısın? Hocaya kuran okumaya giderdik... Bir fırsatını bulur tenekeli Ay e'lerin samanlı ına gizlenirdik ikimiz. Hâlâ özlerim o günleri. Sarma ıklar gibi dolanırdın belime... Nasıl da mıncıklardın "Kadifem... Kadife yüzlüm... Kadife gözlüm... Kadife saçlım..." derdin bana. Bu ulu bir ı ık saçardı gözlerin. Nicedir görmedim o ı ı ı gözlerinde. Sonra büyüdük. ehire gelin gitmek, memur karısı olmak senden de önemliydi benim için. ehire gelin gitmenin ne demek oldu unu bilir misin? Kınkın Nazif'in o lu de il misin, bilirsin elbet. Daha baharın solu u duyulmadan ba lar bakla çapaları. Ardından günebakan, domates, pancar, fasulye... Senenin sekiz ayı, ekimi dikimi, çapası hasadı. ehire gelin gitmeye, biz "çapadan kurtulma" derdik, amcamın o lu: "sınıf de i tirme..." Kahvaltı sinisini kasna ın üzerine, yere koymu tu Kadife. Masa örtüsü kirlenmesin diye... lmek ilmek, çiçek çiçek açana de in, bir yıl emek vermi ti o örtüye. Kadife çayını yudumladı, göz ucuyla kocasına baktı. — Bu ak am da geç mî gelecek sin?, diye sordu. — Nöbete kalaca ım, sabaha gelirim. — Ne çok nöbetin var. Sekiz de
il de yirmidört saat çalı ıyorsun. Ama olsun, ben de uyumam, dan tel dokurum. Sabah beraber yata rız. Kapının zili öttü, her zamanki gibi... Yalnız, sabahın alaca karanlı ında gelip giden olmazdı evlerine. Karı koca, kim olabilir diye sorarcasına bakındılar birbirlerine. Kadife kapıya gitti. — Kim o, diye seslendi. — Necip'in arkada ıyız ubeden geliyoruz dedi bir ses. Kadife kocasının arkada larına
kapıyı açtı. Alnına dayanan namlunun so uklu u vücudunun her noktasında gezindi. Nefesinin durdu u sanısıyla yutkunmak istedi. Ba aramadı. Gözleri çukurlarından f ıriayacakmı casına açıldı. ikinci bir adam hızla içeri girdi. Kadife biraz önce çay yudumladı ı odaya güçlükle yürüdü, dizlerinin ba ı çözülmü tü sanki. Patlayan bir balon gibi savrularak yı ıldı. ri iri açılmı gözleri, titreyen bir tabancada dü ümlenmi ti. Dü ünceler sustu. Tabancalar; sessiz, çı lıksız kur unlar kustu. Sarı duvarlar, beyaz danteller kırmızıya büründü. Necip'in: — Yandııııımm! diye haykıran çı lı ı odayı doldurdu. Yankılanıp kaybolan bir ses gibi' uçup gitti. Yandıııımm! Yandıııımm! Yan dım!... Yan!. Tok bir ses: — kencecilerden hesap sor duk soraca ız, dedi. Di eri aynı
lonunun bir paçası bo lukta sallanıyordu. — Bir önceki taksidi de benim baca ımla ödemi tiniz, dedi deli kanlı. Meyvelerin arasına gizlenmi bir genç, korku, ku ku dolu bakı larıyla kaldırdı ba ını. — Ben pi mancıyım, pi mana ' oldu uma da pi manım, her eye pi manım. Daha önceki taksidi de benim ki ili imle mi ödemi tiniz? — Hadi gidin evimden, hesabınız soruldu i te, dedi dolaptakilere. Dolabı kapadı. Tekrar oturma odasına geldi. Duvara yaslandı. Donuk bakı ları nasıl, neden diye soruyordu. Kocası ölü gözlerini araladı. — Önce i ten atılır, aç kalırım diye ba larsın. Ardından emir, görev dersin. Beyninde yankılanan çı lıkları söküp atmak istersin günlerce... alkol de il, esrar çeksen de mümkün mü? Senin-
NASIL A LARIM ARDINDAN Hayati
AZ M
tümceyle dolu bir kâ ıt bıraktı. Gittiler. Kadife'nin donuk bakı ları yemek masasına yı ılan kocasında dü ümlendi. Ba ırmak istiyordu çı lık çı lı a, "kocamı vurdular!" diye. Yolmak istiyordu kadifemsi saçlarını, yumak yumak... Ve tırnaklarını geçirip yüzünün her çizgisine; acıya, kana bo ulmak... ölmek. Fakat görünmeyen bir el, var gücüyle sıkıyordu bo azını.,. Ba ırmak de il, nefeslenmesini bile engelliyordu. Bir yudum su dü üncesiyle buzdolabının kapa ını açtı. Dolaptan gencecik çıplak bir kız çıktı, vücudundaki yanık izlerini gösterdi Kadife'ye. Yanık izleri acı olup çöreklenmi ti yüzünün her çizgisine. — Geçen ay dolabın taksidini yanık izlerimle ödemi tiniz, dedi çıplak kız. Çıplak kızın ardından tek bacaklı bir delikanlı göründü, de ne in yardımıyla ayakta duruyor, panta-
ledir o çı lıklar. Nasıl duymazsın o çı lıkların beyninin kıvrımlarında yankılandı ını... Analar sevgisiz bebek do urur mu hiç..? Ben de sana Kadife'm, kadife saçlım, kadife gözlüm deyip sarılmadım mı? O çı lıklardan kurtulmanın tek bir yolu var, öldürmek tüm sevgileri. O zaman öylesine kolaydı ki her eyi, dü man bellersin kar ındakini. Dü man. Parçalamak istersin. Kadife telefona uzandı. Ezbere bildi i telefon numarasını anımsamaya çalı tı bir süre, kırmızıya bürünmü beyaz dantel masa örtüsünde dü ümlenmi ti bakı ları. Nasıl a larım ardından, nasıl ba ırırım çı lık çı lı a... Nasıl dökerim seller gibi gözya ımı... Titreyen parmaklan tu larda gezindi. Telefon dü tü. Ba ırmak istiyordu Kadife. Ba ırmak ve bo azını sıkan elleri söküp atmak. — Da- dan- dan. Dantellerim kanlandıııııı....
TAV I R
27
BERBANGÊN STANBOLÊ Jı bo biranina yanzde ehidan) Tu pır mezıni stanbol! Tu belabuyi
Rabe serxwe
lı ser heft gıran Tu car iyari ü car
Rabe stanbol!
dı xewdayi Lı mılên te danine
Jı serxwe çeke vê westanê
zîncîr ü merbendên gıran
dı siperên berxwedanê da denge Sebahatê tê ye Wekî dengê êrane
Lı dıbıstanên teda xwendevan Lı
dengê keçıka Kurdistanê
kardıstanên te da karker Ü dı nava teda zana hene stanbol!
Gûl in dıbın denge we ra Azadi dıbisım bı dengê we ra
dı nava evanda, Ew
Ew kulilka mısebinê ye ore ê dibinım dı rengê we da
evên te yi tari even te yi ru re da Lı hemberê sistema fa ist berxwedanek te ye danin
Nezikın bıharên Azadiyê stanbol ew roja ne dure, zanım Jı bona wa rojen sor Wa rojen delal Wa rojen ronayi Ser dıkın ü berxwedıdın gerilla Ü bı
Lı nava göztepe da berxwedaneki bı gazi ya ore ê
dengê Sebahat ê Gazî te dıkın stanbol Ü dıbêjın bese
berxwedaneki bı çekdari
bese êdi rabe serxwe Pe ta were,
Ü berxwedaneki bı bir ü baweri Dengên
nava er ü berxwedanê stanbol!
orıncan ü çekan tê ye stanbol! bı denge sioganên xu ka Sebahat ra Dengen berxwedana yanzdeh ehidan" dı evên te yi re ü tari da dı evên te yi ru re ü zengari da banga berxwedana ehidan te ye hey stanbol! er mezıne er gırane er jiyane Va era, ere kuvvetên ore keri çepa ne Jı kozıka berxwedanê da dengê Sinan te ye Weki bahozan beladıbê Lı çar haliye te dıbızdê Ü dıtırsê sistema fa ist ü xunxwar
28 T A V I R
SALEHÊ HESEN
Sava büyüktür a ırdır STANBUL AFAKLARI (Onbir ehidin anısına)
sava ya amaktır bu sava , devrimci sol güçlerin sava ıdır. Direni in oda ından Sinan'ın sesi geliyor fırtınalar gibi da ılıyor dört yanına fa ist ve kan emici sistem ürküyor korkuyor,
Aya a kalk kalk stanbul! Çok büyüksün stanbul Yayılmı sın yedi tepeye Bazen uykuda, bazen uyanık omuzlarında a ır prangalar ve zincirlerle ö rencilerin çilerin ve aydınların var stanbul
at üzerindeki bu yorgunlu u direni in mevzisinden Sabahat'ın sesi geliyor Aslanların sesi gibidir, Kürt kızının sesi Onun sesiyle güller açılıyor Özgürlü ü duyuyorum onun sesinde O Nusaybin'in çiçe idir Devrimi görüyorum onun renginde
Karanlık gecelerde o karanlık gecelerinde senin karanlık yüzlü gecelerinde fa izme kar ı direniliyor Göztepe'de devrim ça rılı direni nançlı ve kararlı bir direni silah ve solgan sesleri geliyor stanbul Sabahat'ın slogan sesleriyle birlikte
Özgürlü ün baharları yakındır stanbul O gün uzak de ildir biliyorum O kızıl gün için O güzel gün için O aydınlık günler için Sava ıp direniyor gerillalar Sabahat'ın sesiyle seni ça ırıyorlar stanbul
Ve diyorlar ki, yeter! Onbir ehidin direni inin sesi Senin
yeter artık
karanlık ve siyah gecelerinde senin
Aya a kalk
kara yüzlü ve paslı gecelerinde... ehitlerin direni ça rısı geliyor hey stanbul
Öne çık, kavgaya ve sava a gir stanbul! SALEHÊ HESEN T A V I R 29
R Ö P O R T A J TAVIR
SUSMAK ONAYLAMAKTIR Ikemiz gerçe i yı ınların düzene kar ı memnuniyetsizli inin de i ik boyutlarda toplumsal tepkilere dönü tü ü bir dönem ya ıyor. Düzenin bu kendi do asından kaynaklı tepkileri nötralize etmek için ba vurdu u kirli sava oyunları tıpkı Latin Amerika'da ya andı ı gibi "ölüm mangaları"nın, kontrgerillanın provakasyonları ve katliamlarıyla sürdürülüyor. 16-17 Nisan gecesi 11 devrimci devlet güçleri tarafından katledildi. Yargısız, sorgusuz bir infazdı ya anan. Ay e Gülen'in de katledilenlerin arasında olu u bu konudaki tartı malara farklı bir boyut getirdi: Türkiye 'de ilk kez
30 T A V I R
bir sanatçı öldürülüyordu. Ay e Gülen devrimci bir sanatçıydı. Halkını yüzlerce kez selamlamı bir tiyatrocuydu. Sanat çevrelerinin ve aydınların duyarsız kaldı ı bu olayı yazarlar ve sanatçılarla tartı mak istedik. " nfazları nasıl kavrıyorlardı?", "Aydınlar ve sanatçılar bu konuya yeterince duyarlılık göstermi ler miydi?", "Varolan örgütlülükler tepkilerin örgütlenmesi konusunda neler yapıyorlardı?" Tüm bu soruları bu sayımızda Avni Memedo lu, Orhan yiler, Deniz Türkali, brahim Karaca, Hayati Azim, Selda Ba can ve Arif Damar yanıtladılar. "BEN M DE LEB L R!"
BA IMA
GE-
nfazlara yönelik ne dü ündü ünü sordu umuzda "benim de ba ıma gelebilir" di-
yor Selda Ba can ve ekliyor "Ba ladı ı zaman nerede duraca ı belli olmaz böyle eylerin. Böyle eylerin olmasını kimse istemez. Onun için biraz daha demokrasiye davet ediyoruz insanları. 2000 yılında böyle olmayaca ına inanıyorum. Acılı ku a ız biz aslında." Peki acılarıyla yetiniyor mu? Yanıtlıyor: "Benim üstüme dü en, arkı söyleyip beste yapmak. Elimden geldi ince söz yazabilmek. Tabii ki bu arkılar mesaj veren arkılar. Ben üstüme dü eni yapıyorum zaten, bunun dı ında aktif olarak yapabilece im bir ey yok. Varolan mesleki örgütlülükler havanda su dövmekteler. Böyle bir birliktelik için profesyonellerin biraraya gelmesi önemli. Ama sanatçıları biraraya getiremezsin, dünyada hiçbir örgüt getiremedi."
R Ö P O R T A J
TOPLUMA YÖNEL K BASKILARI de il, burada gerçekten devletin OMUZLARIMDA yarattı ı terörü bir biçimde protesto H SSED YORUM" etmek gerekiyor. Yalnız protesto etmek de yetmez, bir biçim, engelleyici güç olu turmak lazım." "Devrimci sanatçıların ya amın ve diyen Türkali sosyalist bloktaki getoplumun içinde olmaları gerekti ine li melerin ve 12 Eylül'ün aydınlarda inanıyorum. Bu ba lamda topluma bir ideolojik bo luk yarattı ına yönelik baskıları omuzlarımda his- yönelik görü lere katılmıyor: sediyorum. Kitap hâlâ suç unsuru "Aman ne yaratmı bu 12 Eylül? olmaktan çıkmı de il. Çantanızda Ben sadece 12 Eylül'e bir iki kitap ve dergi bulundurmak ba lamıyorum. Biraz dünyanın bile o geceyi ubelerde geçirmeye yetiyor." diye giriyor söze Hayati gidi atıyla da ilgili. Bence insanlar Azim. " nfazlar günümüzün bir bu kadar da yatkın de il, bir ey gerçe i. Bir insanın "suçlu" olması olsa da biz de korksak diye Dünyanın bile infazların gerekçesi olamaz, beklemiyorlar. olamıyor... Yıllardır kurulmaya gidi atından da son derece çalı ılan demokrasinin gerçek memnun kaldılar. Eski marksistler yüzünü ortaya koyuyor sadece. Her olsun, komünistler, solcular olsun duydu um infaz haberinde bir kez daha güzel bir dünyada ya adı ıdaha öldü ümü duyumsuyorum. mızı ifade eden bildiriler yazıp duruyorlar. Nerede bu daha güzel Tiyatrocu bir arkada ımın infazı ise beni çok dünya, ben göremiyorum? daha derinden etkiledi."
Yani Sovyetler kale gibi duruyor olsa bunlar tepki mi göstereceklerdi? nsan yüre i bu. Bacak kadar çocuklar öldürülüyor. Yani onların daha önce ne yaptıkları beni hiç ilgilendirmiyor. Bence rahatına dü künlük bir, ikincisi öyle bir gerçek var: Bu infazların uygulandı ı insanların politikalarından uzak hissetmek. E er böyle bir ey yaparsam sanki o Bu kez sorularımızı Deniz politikalara yakınlık hissediyormu Türkali'ye yöneltiyoruz. gibi kendimi ifade edece imi zan"Bu tür infazlar kime yapılırsa nediyorlar. Bunu anlamıyorum yapılsın ben bunu iddetle protesto ben." ediyorum ve kar ı duruyorum. Ama "SAVA TAN KORKMAK i te bu kadar, bunun dı ında bir ey SAVA MAKTAN DAHA yapamıyorum. E er bir örgütlerime TEHL KEL D R" biçimi olsaydı sanatçıların kendilerini ifade edebilecekleri bir örgütlenme, "Ay e Gülen olayı ve bunun gibi bu gibi durumlarda ba ka bir ey insanlık suçu olan nice olay olurdu. kar ısında sanatçıların susması ve Hangi yaratık böyle bir infaza kar ı pısması sözkonusu olay kadar a ır çıkmaz. Ama bu nasıl gerçekle ir? ve utanç vericidir." diyor Avni Dedi im gibi bir örgütünüz olur, o Memedo lu. Aydınların suskunluörgütle tavır koyarsanız gerçekle ir. unun nedeninin mesleklerinin Burada önemli olan u ya da bu yükümlülü ünü önce yapıtlarıyla, yazılarıyla, tavır ve politik görü e kar ı olmak
Hayati Azim tüm sanatçıların bu gibi olayların ya anma ması için tavır almasından yana. nfazların tüm toplumun sorunu oldu unu dü ünüyor ve herkesi bir biçimde infazlara kar ı tepkilerini dillendirmeye ça ırıyor. "HANG YARATIK BÖYLE B R NFAZA KAR I ÇIKMA?'
eylemleriyle somutla tırma bilinçlerinin eksikli ine ba lıyor. "Çare: önce sanatçıların kendi dallarında örgütlenmesi. Birliktelik içerisinde sava ıma girmesi, dayanı masıyla olur. Birbirinin kuyusunu kazmayı, kitabını bastırmak için Babıali patronlarına, kasetini doldurmak için Tahtakale simsarlarına, tablosunu satabilmek için resim kolleksiyoneri simsarlara yaltaklanan sanatçıların (!) yapaca ı i de il ku kusuz bu i ! Her türlü acılara, yoksulluklara ve yoksunluklara kar ın namuslu aydınlar, ödün vermeyen namuslu tüm sanatçılar birle iniz derim." A. Memedo lu ile konu mamız sanatçının yöneltti i bir soru ile noktalanıyor: "Tarih ve uygarlık çizgisinde bilerek geri bırakılmı , i birlikçiler aracılı ıyla emperyalizmin 'uydusu durumuna dü ürülmü bu güzel ülkemizde halkına ı ık tutan Ay e Gülen gibi devrimci sanatçılar kaç yılda bir dünyaya gelir?" "ÖLÜ DEN LEB L R M MD O'NA?" "Eskiden "gözaltında kayıp" ve "ölü ele geçirme" olayları bana Latin Diktatörlüklerini ça rı tırırdı. imdi aynı olaylar dünyalılara ülkemizi ça rı tırıyor ve bu ça rı tırma sosyal demokrat yamalı bir "ortaklık" döneminde "hukuk" ve "demokrasi" sınırları içinde meydana geliyor. Gözaltında kayıp ve ölü ele geçirmeler biçim olarak yargısız infaz kavramını tartı maya açsa da, özünde tartı ılan devlet ve iktidardır. Bu infazlar aslında gizli bir yargının da varlı ına paraleldir. Daha güzel bir dünya özlemiyle yola çıkan ve buna yönelik çözümler öneren devrimciler bu niteliklerinden dolayı düzen tarafından yargılıdırlar.
T A V I R 31
R Ö P O R T A J
nfazlar bu yargının bir sonucudur. Her bakımdan ku atılmı olan nalca bu ku atmanın yarılmasında sanatıyla yol gösteren Ay e Gülen'e yapılan saldırı da bu çerçevede de erlendirilmelidir. Çünkü o hem sanatçı hem de bir devrimciydi. "Ölü mü denir imdi onlara" diye yazmı tı M.Çetin. Evet, ölü denilebilir mi imdi ona?"
brahim Karaca infazların bir daha ya anmamasını örgüttü bir toplumun varlı ına ve ya amın örgütlenmesine ba lıyor. Ve ekliyor: " nfazlar kar ısında en büyük tepkinin üretim bölgelerinden, fabrikalardan, üniversitelerden, gecekondulardan gür bir biçimde gelmesi daha anlamlı olurdu. Ama Ay e'nin bir sanatçı olması gerçe i, ister istemez ilgiyi sanat çevrelerinden gelecek tepkilerin neler olaca ı konusunda yo unla tırdı. Sonuçta kar ımıza çıkan tepkisizlik, bu çevrelerin düzenle nasıl barı ık olduklarını da gösterdi. Halkının sevgisiyle dolu Ay e Gülen'e yapılan bu saldırıyla ilgili olarak toplumun her kesiminden tepkilerin gelmemesi bir yana, kendisine demokratilerici diyen pek çok sanatçının suskun katması daha da dü ündürücüdür. Herhalde bu "aydın" sanatçılarımız devrimci sanılmaktan çekinmi lerdir. "GÖZE ALACA IZ" Orhan yiler " nsanlar kesin olarak öldürülmenin kar ısına tüm güçleriyle dizilebilmelidirler. Ama gerçekçi olursak, kapitalizmin ve emperyalizmin bünyesinde bu olay var. Bu sistem yıkılmadı ı sürece bu tür olayların her zaman, hele Türkiye ve ona benzer ülkelerde geli mesi kaçınılmaz bir gerçektir." diyor. Aydınların soruna duyarsız yakla malarını toplumsal bir hastalı ın çok ciddi bir bi-
32 T A V I R
çimde toplumun bilincine yerle tirilmesi olarak yorumlayan
yiler, aydınların bugünkü konumlarının tartı ılması gerekti ini dü ünüyor: "Sanatçı kendi ideolojik yapılanmasıyla siyaseti arasında bir ba lantı kurulmasının kaçınılmazlı ına inanmı durumda. Böyle bir konum nereden kaynaklandı? Sanıyorum özellikle Sovyet rejiminden sonra Sovyetler'deki büyük yenilgiden, çökülü ten ve çözülü ten sonra ideolojik bo lu un yarattı ı bir çalkantının sonucu. Dolayısıyla eskiden sadece sosyalizmin ilkeleri do rultusunda bir bakıma global bir mücadelenin içinde kendini bulabilen yazar ve sanatçı dostlarımızın ço u imdi bu da ınıklı ın ve parçalanmı lı ın yanında yeni dünyayı nasıl kavramak isteyen bir örgütle birlikte olabilece ini dü ünme konumunda." Soruna oldukça iyimser yakla an
yiler "iyimser olmak istiyorum" diyor ve ekliyor: "Ama aydınlar yine de aydın dü üncenin sorumlulu u içinde bu olayları umursamaz bir tavırla izlememektedirler. Bir süre sonra, büyük bir olasılıkla ideolojik netliklerini tamamladıkları zaman dünyanın içinde, Türkiye genelinde ve Ortado u'da kendilerine ait, yönelik görevlerini yerine getirmekten kaçınmayacaklardır. Çünkü Türkiye gibi bir ülkede aydınları bu tür bir göreve zorlayan yeterince ey var ve alabildi ine bol." " KORKUYORUM " Arif Daman TYS'nin düzenledi i " iirin Toplumsalla ması" adlı söyle inin bitiminde yakaladık. Ay e ile ilgili kısa bir röportaj yapmak istedi imizi söyledi imizde "Bu konuda söylenecek pek
fazla, bir ey yok. Bu ülkede can güvenli i kalmadı. Kontr gerilla kol geziyor." diyen A. Damar teybimizi almak için hareketlendi imizi görünce engel olmaya çalı tı. "Beni affedin. Tavır'ın tirajı kaç? Tavır'da falan yazmakla olmaz bu i ler. Ben açıkçası korkuyorum" diyerek tam bir küçük burjuva aydın örne i sergileyen A. Damar'a sanatçıların katledilmesine kar ı çıkılmadıkça, (kendisi her ne kadar küçümsese de) Tavır gibi dergiler varolmadıkça bir gece kendisinin de kapısının çalınabilece ini hatırlatmak istiyoruz.
"Sizi seviyorum" diyor A. Damar. Biz Arif Damar'ı ve onun gibileri sevmiyoruz. Türkiye halkları da sevmiyor. Devrimcilik-demokratlık laflarını dillerinden dü ürmeyenleri, "Nazım Pazarı"nda yer kapma yarı ında kimselerden geri kalmayanları, ama i bir sanatçının katledilmesine kar ı tavır almaya gelince korkaklıklarını ilan edenleri bu halk çok yakından tanıyor. Arif Damar u sıralar Bodrum'da. lerici, demokrat nitelikli iirler yazma savıyla yaz aylarını geçirmek üzere Bodrum'a gitti. Kendisine ba arılar diliyoruz. Ancak bilsin ki onun iirleri de ya amı gibi ne halklara ne de devrimci, demokrat, ilerici ve yurtsever unsurlara hiçbir ey veremeyecek! Konuyla ilgili tartı malar burada son bulmuyor. Gelecek sayılarımızda da ula abildi imiz kadar çok sayıda sanatçı ve aydınlarla yaptı ımız röportajları yayınlamayı sürdürece iz. Diledi imiz bunun bir "aydın soru turması"nın belgesi olarak tarihe malolması. Yaptı ımız çalı manın aydınların kendilerini sorgulamalarına da yolaçmasını umuyoruz.
ELAZI NOTLARI AY E GÜLEN HALK SAHNES
o kuyla ve inançla çıkıyoruz yollara. Otobüsün penceresinden geçen görüntülerin süre enli inde da ların, ovaların, ırmakların arasına serpi tirilmi açlı ın ve yoksullu un kol gezdi i alçak damlı evlerin, sö ütlerin, kayısı a açlarının ve adını kavgamızda, yüre imizde ta ıdı ımız yamaçlarında kızıl gelincikler salınan "Akçada 'ı gösteren tabelaların yanından, ardından geçiyoruz. Yollar, da lar, ovalar, ırmaklar... serin, sıcak, ıslak ve karlı, mahzun... U runa canlar adadı ımız, a ıtlar, arkılar, oyunlar yazdı ımız, kızıl, sarı, ye il yollar, da lar, ovalar, ırmaklar... Yani memleketimiz; sancılı hasretimiz, erafettin'lerimiz, Sabit'lerimiz, Hayri'lerimiz yani. Malatya dolaylarında yol alıyoruz. Tarta dönü ü yol kenarında a ır a ır ilerleyen bir kervan var Önümüzde. Önde sı ırları, arkada allı ye illi alvarları ve ba larında pu ileriyle yürüyen kadınlar... kadınlarımız... Kayısı a açlarının altında çalı an iki ya lı adam, nemli topra a saplıyorlar küreklerini. Sonra yaslanıp saplarına kü-
34 T A V I R
reklerin, bakıyorlar terli alınlarını silerek. "Gel dinle havalan. Vaatlerimiz var havada, verilmi sözlerle yüklü toprak." Malatya ile Elazı 'ı-birbirinden ayıranbirbirine ba layan köprüden geni , mavi bir suyu geçerek varıyoruz Elazı 'ın kuru, çıplak topraklarına. lk defa görü tü ümüz dostlar kar ılıyor bizi sarılarak. "Dostlar ki bir kere bite olsun selamla madık, aynı hürriyet, aynı kavga, aynı ekmek için ölebiliriz." Onlarla daha uzun görü ebilmek için bir gün önceden geldik. lk gün "Elazı Halkıyla Dayanı ma ve Kültür Derne i"nce (EHADKAD) evlere misafir ediyoruz. Sohbetlerimizin her anını "devrimci sanatçı" ki ili imizin özelli iyle renklendiriyor, devrimci sanatın amacı ve politik i levlerini anlatıyoruz. Ayrıca, siyasi geli meler üzerine tartı malar açıyoruz. Bu yanıyla sanat-sanatçı-politika ili kisinin ayrılmaz bir bütün halinde saflarımızda nasıl biçimlendi ini de görüyoruz. Örgütlülü ün basit ama insana bamba ka hazlar veren özelliklerini, evlere da ılırken gösterilen titizli i, disiplini ya arken daha iyi anlıyoruz. Yol ve sahne masraflarını in aatlarda çalı arak ve borca girerek sa lamaları özverinin,
dayanı manın en güzel örneklerinden birini olu turuyor. Oyun zamanı gelmi ti. zleyiciler içeri alınıyor ve son hazırlıklar gözden geçiriliyor. Fakat cyunun ba lamasına on dakika kala polis, önce kulis bölümünü arayarak, arka çıkı kapısını açtırıp, önüne nöbetçi koymak istiyor. Bu keyfi tutuma müdahale ediyoruz. Oyuncuların soyunma odasına girilemeyece ini, nöbetçi konulamayaca ını anlatıyoruz. Israrlı tavrımız kar ısında kulisi terk ediyorlar. Aynı anda sahne üzerinde de ba ka bir tartı ma ya anıyor. Polis sahneye kamera yerle tirmeye çalı ıyor. Kameranın sahne üzerine konulması, oyunu izleyecek insanları psikolojik baskı altında tutmak, onların dikkatlerini oyundan uzakla tırmak ve dahası oyunumuzu sabote etmek anlamına geliyordu. Buna izin vermemeliydik. Israrlı ve tavizsiz tavrımız kar ısında polis kamerasını ba ka bir yere ta ımak zorunda kaldı. Fakat engelleme çabaları ve tehditleri son bulmuyor. Oyunda gösterece imiz dialarda suç unsuru bulurlarsa bizleri gözaltına alacaklarını arkada larımız vasıtasıyla iletiyorlar. Kararımız kesin: Gösterece iz. Salon dolmaya ba lıyor. Kadın, erkek, genç, ya lı, çocuk. Onlarca yüzlerce insan dolu uyor salona. Dolu uyorlar açlı ın ve yoksullu un soluk alı larıyla; yanyana, dizdize, gözgöze oturuyorlar. Baskıların yasaklamaların hüküm sürdü ü hiçbir eye tahammül edemedi i, ola anüstü halin sanatsal etkinlikleri bile engelledi i bu bölgede oyuna olan ilgi öylesine yo un ki, bilet alamayıp, de i ik yöntemlerle salona girmeye çalı anlar oldu unu ö reniyoruz. Oyun öncesi EHADKAD'lı bir arkada açılı konu masını yapıyor. Grevdeki tarım i çileri ve çe itli kitle örgütlerinden gelen mesajları okuyor. Oyuna geçmeden önce sokak tiyatro-
su da yaptı ımızı ve sokak oyunlarımızdan öç kısa örnek sunaca ımızı belirtmemiz sevinçle kar ılanıyor. Ve oyun ba lıyor... Ve gerçek sahneye dü üyor. Salonda çıt yok. Burun kıvrılarak söz edilen "kültürden, sanattan anlamaz" diye nitelendirilen bu insanların böylesine yargıları bo a çıkartan ilgisi bizleri sevindiriyor. Oyun olanca akı ıyla izleyiciyi kucaklıyor. Müzik, efekt ve diaların deste iyle izleyiciyi ku atıyoruz. Kendi gerçekleriyle kar ıla an izleyici her bölüm sonunda tepkilerini yo un alkı larla dile getiriyor. Oyun aralarında izleyicilerin oyunlara ili kin tartı maları bizleri daha da heyecanlandırıyor. kinci bölüm: "Dünyayı, Memleketimi ve Seni Seviyorum" N.Hikmet'in güçlü sözleri ve imgeleri ve oyunumuzun dekorunu olu turan, siyah fon bezlerinin altından çatlayarak çıkan kızıl bezler bir ı ık gibi sahneyi a arak sarıp sarmalıyor izleyiciyi. Sık sık alkı larla kesiliyor oyun. Oyunun sonunda Ay e'nin diası önünde yaptı ımız konu ma ve pe i sıra gelen "Ay e Gülen'ler Ölmez", "Devrim ehitleri Ölümsüzdür* sloganları Ay e'ye ve tüm ehitlerimize verdi imiz sözlerin kararlılı ını ifade ediyor. Ve polis... Kendi gerçekleriyle oyunu sürdürüyor... saldırıyor. Oyunla gerçek birbirine karı ıyor. Sahne sınırlarını a ıp geni liyor. zleyiciler de kendi gerçekleriyle oyuna katılıyor. Ve analar çıkıyor sahneye. Oyun boyunca kızıl bir elale gibi akan fon bezleri anaları sahneye çekip alıyor. Oynuyor analar... gerçe i, zulme kar ı direnci... "Hayır! Götüremezsiniz onları, buna hakkınız yok"... "Onlar da bizim çocuklarımız, çocuklarımızı alamazsınız"... diye ba ıran analarımızın toprak kokan nasırlı elleri inatçı bir yumru a dönü üyor. Bizimle saldırganca tartı an polislerin üstüne üstüne gidiyorlar. Koruyan yürekleriyle
araya girip, yüzyılların hasre tiyle kucaklıyor, kolluyorlar biz leri. Polisler a kın, ürkek, ça resiz... Sakin rollerini oynama ya ba lıyorlar. Tartı malar sü rerken, arkada larımız e yalarımızı toparlıyor. Onlara bir tek çöp dahi vermek istemi yoruz. Ellerine geçen birkaç diayı da ısrarla, ba ıra ça ıra geri alıyoruz. Oyun sinema salonunun dı ında da devam ediyor. Etrafa toplanan halkın meraklı sorularına bizler gerekli yanıtı verirken polisler haksız tutumlarını onlara da yansıtıyorlar. Da ılmalarını istiyorlar. yiyi oynayan polis sürdürüyor ikiyüzlü tavrını. Kasılmı yüzüyle sesleniyor kalabalı a "Hiç böyle bir ey gördünüz mü? Bakın tutana ı herkesin gözü önünde tutuyoruz." Demokrasicilik oyunun bir parçası olarak herkesin önünde yazılan bu tutanak effaflık olarak sunulmaya çalı-
ıyorlar. Ama önceden ayarlanmı ak akçı amigoları olmayınca halk hiç de polisin yanında yer almıyor. Kimse desteklemiyor onları. Tutanak sonrası bizler giderken bir polis sırıtarak arkamızdan sesleniyor: "En güzel günler sizin olsun." Yanıt bir anadan geliyor: "En güzel günler elbette ki bizim olacak, sizin de il ya..." Dönmeden önce dernek tarafından programlanan söyle iye katılıyoruz. Devrimci sanat ba ta olmak üzere oyun ve genel olarak içinde bulundu umuz süreci tartı ıyoruz. Ve dönü te tıpkı kar ılandı ımız gibi ı ıl ı ıl gülen gözler ve zafer i aretleriyle u urlanıyoruz. Yolumuz gene Akçada 'dan geçiyor. Ya mur ya ıyor... delicesine. Bir kez daha görüyoruz kızıl gelincikleri... boyun e miyorlar, ba lan dik...
T A V I R 35
KURT N NDE KUZU OLMAK Özer Ç E T N eri kalmı ülkelerin kaderi midir; akıl almayacak olayları do al kar ılamaya alı mı tır insanlar. Bir ülke dü ünün; koca karısını allanın günü döver de kadın her dayaktan sonra kocasına daha çok ba lanır, daha bir sever. Talebe hocasından olur olmaz, durduk yerde dayak yer de sonradan "Ne kadar iyi hocaydı be" der. nsanlar askerde yedikleri dayakları ballandıra ballandıra anlatırlar, ne dayak yemi lerdir ama, katır olsa dayanmazmı . Futbolcu taraftarlarından iyi oynamadı diye bir araba sopa yer, beni ne çok seviyorlarmı der. Adam siyasi polisin eline dö er, görmedi i i kence kalmaz, ardından polisle can ci er kuzu sarması olur. Daha ileri gidip eski arkada larına, eski dü üncelerine olmadık iftiralar atar, polisle ir. te böyle bir ülkede birtakım karanlık göçler, birtakım yerlere yuvalanmı lar, adına kontrgerilla yahut ba ka çe it isimler de veriyorlar. Kendileri yasaların içinde, fakat yasaları kendileri için geçersiz gören bu takım, halkın düzenle olan bütün çatı malarını düzen lehine çevirmek özere her türlü provakasyonu tezgahlamakla yükümlüdürler. Bu takım, sık sık ortalı ı bulandırmak, yı ınlar üzerinde korku bulutlarını dolandırmak, kendi iddet yöntemlerine me ruiyet kazandırmak özere neler yapabileceklerine dair oturup dü ünürler.
36 T A V I R
Bunların nerelerde toplandıkları bilinmez; filmlerde oldu u gibi ıssız plajlarda mı biraraya gelirler, militer resmi daireleri mi kullanırlar yoksa Florya'da, Ye ilköy'de, Levent'te, Bebek'te yahut Kozyata ı'nda kiraladıktan villalar, kö kler mi olur; belki de, Be ikta , Aksaray gibi semtlerde i yeri diye kurdukları yuvaları mı vardır? te oralarda bir yerlerde üç ki i biraraya gelir. Sonrası, kapalı kapılar ardında Pentagon. Bunların ço u Pentagon artı CIA tezgahlarında selde emale erdirilmi uzman oluyorlar. lla hepsi resmi olacak diye bir kayıt kural yok elbette. Bu öç ki iden daha ya lıca olanı, "Etkili bir olay olmalı. öyle herkesi allak bullak edecek bir olay" dedi. Gazetelerin lotaryadan verdi i derme çatma bir stanbul haritası vardı önlerinde. stanbul anla ılmayan bir mantıkla kırmızı çizgilerle bölünmü , kimi yerlerinde çarpı i aretleriyle, serili duruyordu masada. Biri oturmu ona bakıyor, kafa sallıyordu: "Olur" dedi, "Eski plana bir daha bakalım o zaman." Ya lıca olanı okeyledi. Durmadan sigara içen üçüncüsü: "O zaman i i ben alıyorum." dedi. "Nasıl olsa plan senindi, yalnız devamlı kontak halinde ol. Haberimiz olsun." diye cevapladı öbürü. Durmadan sigara içen uzun kırık burunlu ko ntrgerilla efi ertesi gön kendisine ba lı timi biraraya getirdi. sterse geni leme ve parçalanma esnekli ine sahip on ki ilik bir timdi bu. Çe itli marifetlere sahipti-
ler ve a ababaları gibi onlar da Pentagon e itimliydiler. Yine de bazıları do rudan ABD sınırları içinde bu e itimini yapmı ken, bazısı talya'da, bazısı da Panama'da e itim görmü tü. Son yıllarda bunları bir Rambo hastalı ı sarmı tı, her i i yapabiliriz havalarındaydılar; onlara göre Türkiye'deki en yetenekli ki iler onlardı, nereye giderlerse dümdüz ederlerdi. O kadar araç-gereç ve olana a, elinin altında binlerce adama sahip olsa, babam da dümdüz eder ya, bu onlar için pek bir ey ifade etmiyordu. " i" ö rendiklerinde ço unun gözleri parladı, cıvık bir keyif içersinde, "Üf bel", "Vay anam!", "Müthi bir ey", Amerikan dizilerindeki "Heeey" sesleri yükseldi. Onları böyle keyiflendiren "i ", ülkenin en çok satan gazetesinin mezarlıkta yapaca ı anma töreninde bomba patlatmaktı. iddetli bir ey olsun istiyorlardı ve ansına artık kimler ve kaç ki i ölürse. Halk tam bir korku ve galeyan içinde olacak; mezarları, ölüleri bile rahat bırakmıyorlar, dirilerdense kim ölürse. Biri, "Bombayı, geçen yaz ele geçirip kamuoyuna açıklamadı ımız patlayıcılardan yaparız ef." dedi. ef gülümsedi, "Aferin o lum, yalnız alırken ba kası görmesin" dedi, öbürü, "Sen merak etme ef cevabını verdi. Bu ekilde imal edilecek bomba için devrimci örgütler "delilli" suçlanacaktı. Tören yapılmasına bir hafta vardı, nasıl olsa rahat rahat hazırlanırlardı. Havaların giderek kötüle mesine üzülmü lerdi, katılım azalırdı çünkü. Hafta arasında timden biri gazetenin çalı anlarından biriyle gece kulübünde "kafayı demliyordu". Gazetecinin kendileriyle oldukça sıkı-fıkı ili kileri vardı: Ona kadrolu gözüyle bakıyorlardı; üstelik gazetedeki yeri de önemliydi. stedikleri haberi, mesajı onun sayesinde geçiriyorlar-
di. Gazete ile ba ka ba lantıları da vardı ancak herkesin i i ayrıydı. Tim mensubu, gazeteci-ajana laf arasında törene gitmemesini söyledi. Böyle durumlarda kokunun ne taraftan geldi ini iyi anlayan gazeteci daha çok "geyik muhabbeti" tarzında süren sohbetin içinde ikide bir lafı döndürüp buraya getirdi ve meseleyi az-çok ö rendi. Ondan sonra iki dakika yerinde duramadı, çivi vardı sanki atlında, bir bahane uydurup tim mensubunun "Ne oldu lan g.. o lanı", "Korktun mu", "Yemedi mi" gibi sözlerinden zar zor kurtarıp kalktı. "Anam anam" deyip duruyordu kendi kendine. Bir kurt kemirip duruyordu içini, böyle ey ba kasına da söylenmezdi ki, duman ederlerdi adamı.
Yine de dayanamadı, kendisinden daha üst kademede ama kendi gibi i birli i halinde olan ba ka gazeteciye açtı "i i". "Ben gitmiyorum, hatta hemen imdi ortadan kayboluyorum" dedi. Öbürkü, anası üzerine bir küfürlü yemin etti, "Manyak bunlar, tamamen manyak. Sapık herifler. Ulan arada olan bize olacak be!" diye söylenip duruyordu. Tören günü gelip çatmı tı. Di eri toz olmu tu ama o olamadı, ne yapıp edip ta koyması lazımdı, hem de hiçkimseye sezdirmeden. Kar ya ıyordu, bu iyiydi, yollar tıkanık olur geç giderlerdi; birde kendisi biraz geciktirebilse. Onun da yolunu yordamını buldu. oförü alıkoydu, patronunu lafa tuttu vs. derken gazetecilerin çok küçük bir kısmı olay yerine henüz ula mı lardı ki "Bomba" haberi geldi. Herkes ok halindeydi, o ise rahatlamı tı.
büyük bir gazetenin seçilmesinin nedenlerinden biri buydu. Olayın ardından "emniyet yetkili ve uzmanlarının yaptı ı tetkikler sonucu", bombaların daha önce devrimci bir örgütün kullandı ı bombalara benzedi i, aynı tür oldu u açıklandı. üpheler bu örgütün üzerine yönlendirildi. Ankara'dan çi leri Bakanı ve Emniyet Genel Müdürü hemen uça a atlayıp gazeteye geldiler, bir çok emniyet üst-düzey yetkilisiyle birlikte olay yerini gezdiler. Olayı iddetle kınadıklarını ve faillerinin mutlaka bulunaca ını televizyon kameralarının, objektiflerin önünde son derece üzgün ve ciddi ifadelerle açıkladılar. Ba bakan, Cumhurba kanı, siyasi parti temsilcileri, Meclis Ba kanı, Genel Kurmay Ba kanı, bakanlar, Danı tay, Sayı tay, Anayasa Mahkemesi ba kanları, gazeteci cemiyet, birlik ve dernek ba kanları, gazete sahipleri, yazarlar, sendika, i veren dernek ve birlikleri, oda ba kanları vs. vs. pek yüksek zevat olayı kınayan, teröristleri lanetleyen, teröristlerin hain emellerine ula amayacaklarını, devletin ve milletin bölünmezli ini hiç kimsenin sarsamayaca ını, devletin duruma hakim oldu unu belirten bildiriler yayınladılar.
Ertesi günkü gazetelerde kö e yazılarının ço unlu u bu konuya ayrıldı. Teröristlerin neler yapabileceklerinden dem vuruldu; dı devletlerle olan ili kileri ortaya serildi; bu canilerin bir an önce bulunup ortaya çıkarılması için devletin ne yapması gerekiyorsa onu yapması gerekti i, basın, kamuoyu ve bütün Türk milleti olarak devletin yanında olduklarını, hükümetin konuya olan ilgi Olay basın çevrelerinde bir ve dikkatinin son derece takdire bomba gibi patladı. Kontrgerilla de er oldu unu, bir tesadüf eseri medyanın gücünün farkındaydı. can kaybının olmamasının tek Tatlı canının kıymetini çok iyi tesellileri oldu unu belirten bilen basın, kendine yönelik en yazılar yazıldı. Ardısıra bomba ufak saldırılarda büyük gürültü çelenklerle beraber getirilmi koparıyordu. Bu kontrgerillanın olabilir, si ine gelecekti;
tanbul'daki bütün çiçekçileri sorgulamak gerekir, mezarlık bekçisiyle i birli i olabilir, bomba pimi iyi ara tırılması lazım, Amerikan yapısı mı, Rus yapısı mı, iyi tesbit edilmeli diyerek hafiyeli e soyunan kö e yazarları da oldu. Bu kadarla da kalmayıp, teröristlerin halkın dini duygularını rencide etmek istediklerini, bunun da onların, ASALA ya da Rumlarla i birli i halinde olduklarını gösterdi ini, yahut teröristlerin ülkeyi kendi aralarında bölü tükleri, birinin Do u'yu, di erinin Batı'yı aldı ı eklinde, hem de ismini açıklamayan yüksek bir emniyet yetkilisine dayanarak çok akıllı, derin çözümlemeler yapanlar da oldu. Kimileri dünyanın farkında olmadan önüne gelen yere balta sallıyordu; fakat meseleleri az çok kestirebilecek, görebilecek tecrübede gazeteciler de vardı aralarında. Bunların bir kısmı bildikleri halde domuzuna gidiyorlardı, halka ve devrimcilere olan dü manlıkları, çıkar hesapları yaptırıyordu bunu onlara. Bir kısmı ise sessiz kalmayı yahut suyun akı ına gitmeyi tercih ediyordu; bunlarla u ra maya gelmezdi, adamın aya ını kaydırırlardı sonra. Aradan günler geçti, olay unutulmaya yüz tuttu, her zamanki gibi fail mail ortada yoktu. Derken birgün bir ihbar geldi gazeteye, bomba konuldu una dair. Gazetede bir tela ba lamı tı, polise haber verdiler. hbar malum ki ilerce yapılmı tı, belki tuhaf bir eydi ama gazetedekiler canlarını onlara emanet ediyorlardı. Gazetenin etrafı sarıldı, sivil ve resmi ekipler doldu; gazete bo altılsın mı, bo altılmasın mı tartı ması ba ladı; güya gazete sahibi, çalı maların aksamaması i in bo altılmasın demi ; bunun üzerine Emniyet Müdürü arandı, yerinde bulunamayınca oraya telefon, buraya telefon nihayet bulundu. Emniyet Müdürü
T A V I R 37
"ben gazete sahibiyle görü ürüm" dedi; sonuç olarak gazetenin bo altılmamasına karar verildi i zaman saat, bombanın patlayaca ı saat oldu u bildirilen 14.30'u 20 dakika geçmi i. Gazeteye giren çıkan sıkı bir atamaya tabi tutuldu, bölümler arası geçi ler yasaklandı, ancak özel izin alabilenler geçebildiler; güvenlik görevlileri gazetenin her kö esine girip çıkmaya, istedikleri her yeri ve her eyi aramaya, tiplerini be enmedikleri ya da haklarında ho bilgilere sahip olmadıklarını sorgulamaya ba ladılar. Yoldan geçenlerin kimini yere yatırarak, kimini duvara dayayarak aradılar, bazılarını gözaltına aldılar. Biri i çi, biri ö renci, üzerinde sosyalist dergilerden çıktı ı için iki ki inin "üzerinde durdular", bunlardan biri sonradan ba ka bir sebep bulunarak tutuklandı. O gün herhangi bir ey olmadan geceye do ru çekildiler. Aradan bir hafta geçmedi ki, gazeteye yeni bir ihbar yapılmı tı, benzer eyler ya andı. Ak amüstü ortalı ın kararmaya ba ladı ı sırada, gazetenin önünden geçen çantalı ve apkalı biri dur ihtarına uymadı ı gerekçesiyle vuruldu. Bu kula ı a ır i iten bir milli piyango satıcısıydı ve hastaneye kaldırılırken yolda öldü. O hafta içinde o büyük gazetede, teröristlerin milli piyangocu kılı ında dola tıkları yazılmı tı; malum yollarla gazeteye geçmi ti haber. Piyangocu bilerek mi, yoksa gerilim ortamının yarattı ı irade dı ı bir hareketle mi öldürüldü, orası belli de il.Yalnız adamın yanıba ına bir silah bırakılması da ihmal edilmedi. Ertesi gün gazeteler, o büyük gazeteye bomba koymaya gelen bir teröristin "ölü olarak ele geçirildi ini" man etlerden verdiler; güvenlik güçlerinin büyük ba arısını kutladılar; teröristin mezarlı a bomba koyanlardan biri oldu unun sanıldı ı yazıldı. Büyük gazete te ek-
38 T A V I R
kürlerini yazıyordu, o sırada gazete patronu, "Bu aralar iyi reklamımız oldu" eklinde dü ünmekteydi. Gazeteler o kadar çok gürültü koparmı tı ki, garip piyangocunun, garip ve zavallı karısının dünyası allak bullak olmu tu. ki küçük çocukla ortada kaldı ına mı, yoksa kocasının böyle biri oldu una mı yansındı. Gerçi kocası kendi halinde, etliye sütlüye karı mayan, kimseye zarar vermeyecek biriydi ama koca koca gazeteler yalan mı söylüyordu yani. Bir türlü akıl sır erdirememi ti. Ertesi günkü gazetelerde karısının, çocuklarının foto rafları ve röportajı çıktı, "Hain herif beni de kandırdı. Eve para getirmiyordu zaten. Çocuklarımı aç bırakıyordu." eklinde söyleyip söylemedi i belli olmayan sözleri yayınlandı. ki gün sonra gazeteler " te bombacılar", "Terörist tim açı a çıkartıldı", "Bomba timi ortaya çıkarıldı" vb. man etlerini attılar. Hepsinde de aynı foto raf yer alıyordu: çki masasında biri piyangocu olmak üzere iki kadın, iki erkek bulunan bir foto raf. Söylendi ine göre ilk aramada gözden kaçmı olan foto raf, ikinci aramada teröristin çantasının gizli bir bölmesinden çıkmı . Teröristler soygunlardan elde ettikleri paraları böyle e lence alemlerinde harcıyorlarmı . Ya antıları apartman dairelerinde, e lence yerlerinde lüks içinde geçiyormu . Ayrıca bir emniyet yetkilisinin açıkladı ına göre, mezarlı ın bombalanmasını da bu m gerçekle tirmi , timin ele geçirilmesi an meselesiymi . Astında piyangocu, arkada ının ısrarıyla felekten bir gece çalma babından ilk defa bir pavyona gitmi ti. Foto raftaki erkek olan arkada ıydı. Di er iki kadın ise pavyonda çalı an konsomatrislerdendi. Foto rafı, onun için önemli olan böyle bir günün anısına,
üzerinde fazla dü ünmeden fakat karısı görmesin diye çantasının uzak bir kö esine saklamı tı. Foto rafın gazetelerde yayınlanmasından sonra piyangocunun erkek arkada ı korkup, zmir'e eski bir dostunun yanına kaçtı. Konsomatrisler ise Allah'a ükür gazete falan okuma diye bir dertleri olmadı ından, olaydan ancak dört be gün sonra haberleri oldu. Bu süre zarfında herkes onları konu urken onlar dünyadan bi haber herzamanki ya antılarına devam ediyorlardı. Ne bilsinlerdi, iki mü teriyle çektirdikleri bir foto rafın ba larına bu i leri açaca ını. Onları tanıyıp da gazeteleri arasıra okuyanların hiç aklına bunların olaca ı gelmedi i ve ayrıca bu tür meselelerle ilgilenmediklerinden öyle bakıp geçmi lerdi. Neden sonra orada çalı an genç komilerden biri bu iki konsomatrise "Abla gazetede resimleriniz çıkmı " dedi. Onlar önce me hur olduklarından dolayı sevindiler, keyifle, "Nasıl çıkmı ız?" diye sordular; komi, "Bir ey anlamadım ama olaylara karı mı sınız galiba, bomba mı ne diyorlar. Gazete içerde masanın orda, Ahmet Usta havuçları sarmı ." deyince yüzleri asıldı, biko u mutfa a girdiler, gazeteyi düzeltip okudular. lkönce ne diyeceklerini a ırdılar: Nasıl olur, böyle bir ey gazetelerin uydurmasıdır; daha iki gün önce pavyona gelen polislerin masasına konuk olmu lardı, öyle olsa polisler onları yaka paça götürmez miydi? Bombayla ne ili kileri olabilirdi, silahtan çok korkarlardı zaten, bir yı ın lafı orda iki dakikada arka arkaya, birbirlerinin a zından lafı çalarak sıraladılar. Sonra ne yapacaklarını birbirlerine sormaya ba ladılar. Bir tanesi korkudan titriyordu, öbürü, "Ne korkak kansın, çok polis dostumuz var hallederiz elbet" dedi. Patrona çıkmaya karar verdiler ve çıkıp meseleyi an-
lattılar, gazeteyi gösterdiler. Patron meseleye vakıf bir havayla "Ha o meseleyi biliyorum; yani siz imdi onlar mısınız?" diye sordu. Kadınlar, biz onlarız ama onlar de iliz gibisinden kekelediler. Patron önce kadınları uzun uzun sorguya çekti, çok derin sorular sordu, kadınları hamamdan çıkmı gibi bir güzel terletti, sonunda zar zor onların onlar olmadı ına karar verdi, onları teselli etti, yüksek yerlerde ahbapları oldu unu, meseleyi hemen halledece ini, e er olayla ilgileri yoksa içlerinin rahat olması gerekti ini söyledi, meseleyi bir sonuca ba lamadan odadan çıkmamalarını bir güzel tembih etti. Kendisi çıktı, kapıya da oradakilerden birini dikti. "Ba ımıza ne i ler geliyor, Allah vere de dedikleri gibi olsa, yoksa bizi de oyarlar vallahi" türünden söylene söylene telefona gitti. Kadınların yanında konu mak olmazdı. Emniyet yetkililerinden birine telefon etti, çok önemli bir meseleyi konu mak üzere' yazıhanesine davet etti. Yetkili hemen gelece ini belirterek telefonu kapattı. Bir saat sonra bürodaydı. Meseleyi ö renince gözleri falta ı gibi açıldı, memleketin her tarafında aranan teröristleri o bulmu tu i te, vay be görüyor musun u i i, pavyon karılı ı yapıyorlarmı , dünyada aklına gelmezmi . " imdi o odada oturuyorlar mı?" diye sordu; "Evet beyim, kapıya da kapı gibi bir adam diktim, iyi yapmı mıyım?" diye cevapladı patron. Yetkili "Benim geldi imden sakın haberleri olma'* sın" dedi ve telefona sarıldı, talimatlar verdi ve on dakika sonra pavyon etrafı çelik yeleklisi, dürbünlü tüfeklisi, bombacısı, normali, sivili bir yı ın polis resmi ve sivil otolarıyla dolmu tu, panzerleri de unutmamı lardı. Pavyondaki mü teri ve çalı anlar ne oldu unu anlamadan, a kınlıktan donup kalmı lardı. Polisler sa a-
sola çok dikkatli bir ekilde ya- bacı tanımazlar, bütün ahlakyılarak, bütün tedbirleri alıp, sızlıkları memlekete bunlar takadınların bulundu u odaya gelip ıdılar. Onlar bu havadayken, dayandılar. Teslim ol ça rıları liberal sa basın olayın önemine yapıldı; neredeyse bombalı tüfekli dikkat çekiyor, bu olayın saldırıya geçeceklerdi ki içerden, teröristlerin ne kadar profes"Yapmayın teslim oluyoruz" diye yonel çalı tıklarını, devletin, cılız bir ses geldi. Kadınlardan biri milletin bu konuda ne kadar korkudan bayılmı tı zaten, di eri dikkatli ve uyanık olması gebembeyaz bir suratla çıktı, hemen rekti ini uzun uzun yazdılar; bu yere yatırarak aradılar, apartopar yollarla kimbilir ne paralar elleri üzerinde polis otosuna götürmü lerdir, dediler. Solcu ta ıdılar. Di eri numara yapıyor geçinen gazeteler ise, pavyon olabilirdi, onu da özel tedbirlerle meselesini pek kurcalamak derdest ettiler. Ayrıca pavyonun istemediler, teröristlerin vah eti bütün kö e buca ını arayıp birkaç ve cüreti üzerinde durdular. silah da bularak, yanlarında Gazetelerin ço u patron ve "ifadelerine ba vurulmak üzere" gözaltına alınan di er patronu ve birkaç çalı anı da çalı anlardan harekette çetenin alarak büyük bir tantana ve daha geni oldu unu, bunların gürültüyle çıkıp gittiler. Gazete ve pavyonu bir terör yuvası haline televizyonlar olayın her dakikasını getirmi olabilece inden de bir bir tesbit ettiter. Geride kalan bahsettiler. pavyon çalı anları, "Kimler Bu arada emniyete alınan çalı ıyormu da yanımızda ru- konsomatrislerden biri ikide bir humuz duymamı , bu zamanda bayılıyor, kova kova so uk su kimseye güven olmuyor" dediler. döküyorlar ayılıyor, kar ısında polisleri görünce yeniden Ertesi gün gazete man etleri bayılıyordu. Di erinin ise dili belliydi: "Di i teröristler inlerinde tutulmu , konu amıyordu. Bu basıldı", "Mezarlık bombacıları durumda sorgu falan yapamayan konsomatris çıktı", "Di i polis habire yükleniyor ama teröristler yakalandı." "Terör sonuç elde edemiyordu. Haber yuvası pavyon", "Bombacılar gazetelere, "Di i teröristler pavyondan çıktı." Her gazete konu mamakta direniyorlar" kendi tarzına göre yorum yapı eklinde geçti. Kahvehanelerde yordu. Renkli magazin basını "Helal olsun, erkek karılarmı " tam kendine göre bir haber benzeri yorumlar yapıldı. yakalamı tı. Hafif üslupla imalı, Yetkili ve etkili emniyet mensa a sola çekilecek, her anlama gelebilecek tarzda yorumlar, supları, gazete ve televizyonyazılar, haberler yer aldı; larda, "Olayı çözdük sayılır, uydurma yı ınla ey yazdılar, dördüncü ki inin yakalanması an polisin genelev, bar, pavyon gibi meselesi, operasyon geyerlerde istihbarat çalı malarına ni leyerek sürüyor" diyerek a ırlık vermesi gerekti ini, ancak yüksek perdeden demeçler bu arada da "kendilerine de bir veriyorlardı. miktar dikkat etmeleri" gerekti ini O sırada üç kont/gerilla efi belirttiler. aynı yerde ve aynı masanın Gerici gazeteler, bombacılıktan, teröristlikten çok onların pavyonda çalı malarına takmı tır i te biz diyoruz zaten, bu komünistlerde ahlak namına bir ey kalmamı , onlar eskiden beri böyleydiler, ana,
etrafında toplanmı lardı. Masada bu kez, stanbul haritası yerine günlük gazeteler vardı. Büyük ef öyle dedi: "Vay anasına, pavyonda çalı ıyorlarmı demek. Biz adamları nerelerde arıyoruz, onlar nerelerde yuvalanmı lar. Daha çook gerilerdeyiz çoook."
T A V I R 39
OYUN
D REN ,ÖLÜM, YA AM STANBUL CEZAEVLER DEVR MC TUTSAKLARI
A a ıda metnini yayınladı ımız oyun, stanbul cezaevlerindeki devrimci tutsaklar tarafından siyasi ve adli mahkumlara oynanmı tır. Ölüm Orucu direni i ya anırken Haydarpa a Askeri Hastanesi'nde "Handan" adlı hem ire dı ında hiç kimse direni çilere insanca yakla ım göstermemi tir. Direni çiler Handan Hem irenin üzüldü ünü, zaman zaman a ladı ını aktarmaktadırlar. Handan Hem ireyi anlatıyor bu oyun. Çiçek gelmesi, kırmızı masa örtüsü operasyonu vb. gerçektir. Olaylar oyun için tekrar kurgulanmı tır. Oyunun di er ki ilikleri gerçekten ya amı ki ilerdir. "Üste men" aslında o dönemde orada görev yapan aste men ve üste menin karı ımı bir tiptir. "Hasan Efendi" adı gerçek de ildir. Ve "Hasan Efendi" o dönemde geli i güzel i yapan, tembel, uyu uk bir temizlikçidir. SAHNE-I (Hasan Efendi elinde süpürge ile yerleri süpürmekte, bir yandan da türkü söylemektedir.) HASAN EFEND - Ulan ne insanlar var u memlekette. Bunlar da bir ba ka deli, tımarhanelik, tımarhanelik... Bu memleketi biz kurtaraca ız diyorlar. Herkes kurtarıcı kesildi ba ımıza. Ne i yahu? En çok da u i e gülüyorum... Kadınların eti satılmayacakmı . Sanki parça parça kesip de kasapta satan varmı gibi... (Sırıtır, güler). Herkes eme inin kar ılı ını alacakmı , hiç kimse aç açık kalmayacakmı . Yahu ben de aynı eyleri istiyorum ama.. Ama vermiyorlar ki... Aha burda süpür babam süpür. Memleket pisli i süpürmekle biter mi?.. Yahu karde im Allah'ın i i bu, kimisi zengin do ar, kimisi fakir... Zaten bizde ans olsaydı kadın do ardık be.. (Dü ünür güler) Kasaptaki et gibi nasıl da satardım kendimi ha... sizlik olmayacakmı , gençler meyhane, kahve kö elerinde sürtmeyeceklermi ... Size ne yahu gençlerden. Aha benim o lan bal gibi ho lanıyor, sabah ak am kahvede okey atmaktan. Hıyara ası kazanaca ına, ütülüp de geliyor eve. (Öykünerek) "Baba biraz para versene!... Utan darphanemiyiz biz... (Dü ünür) Devletin verdi i elbiseyi giymek istemiyorlarmı ... (Durur, dü ünür, kaygılı) Canım devlet bu, ham sever hem döver... Adam gibi otursan yerinde kim sana eziyet eder ki o zaman?.. Kimbilir ne haltlar karı tırıyorlar mapusta... Ha bir de neydi o?.. (Bir eyler hatırlamaya çalı ır gibi) Siyaset tutuklu nalda mı ne.. Öyle bir ey istiyorlarmı . Anlamadım ya... önemli bir ey de il herhalde. Yoksa duyardım.. O zaman versinler gitsin onu da...
40 T A V I R
OYUN
(Türküsüne devam eder. I ık kapanır.) SAHNE-II (Sahnede Handan Hem ire vardır. Sa ı solu düzeltmekte, ilaçları hazırlamaktadır. Sahneye tela la onba ı girer.) • Komutanı gördün mü?.. Geldiler.
ONBA I
( a kın) Kimler geldi?
HEM RE ONBA I
Kimler olacak, hani u ölüm orucu yapanlar var ya, i te onlar.
HEM RE
Yaa... (Hemen pencereye gidip dı arıya bakar.)
ONBA I
Yahu komutanı görmedin mi?
HEM RE
(Onba ıya bakar) Hem ire odasına baktın mı? Ordadır... Nerde olacak ki..
ONBA I
Sahi ya ordadır.. Ordadır... (Sahneden yine tela la çıkar. Hem ire pencereden dı an bakmaktadır. Hasan Efendi girer.)
HASAN EFEND
(Bir eyler almaktadır.) Duydun mu gelmi ler.
HEM RE
(Pencereden ayrılarak) Ko u u temizledin mi? Di er tutuklular ikayet, etmi ler, ona göre.
HASAN EFEND -
Yoo... Kimse bana bir ey demedi ki...
HEM RE
Demeleri mi gerekiyor? Görmedin mi ko u un halini?
HASAN EFEND HEM RE
yi
HASAN EFEND HEM RE
DOKTOR HEM RE DOKTOR HEM RE
Gördüm, gördüm. O zaman elini tez tut. Gelenler doktor muayenesinden geçinceye kadar hiç olmazsa bir eye benzesin. (Çıkarken) Amaan.. Burda da her ey acele do rusu. Aklınız nerdeydi imdiye kadar? Bir iki toz alırım, çıkarım bana ne.. Amma vurdum duymaz adam. Bunu nasıl almı lar göreve... Herhalde torpili var... (Pencereden bakar) Ooo.. ne kadar da çok asker gelmi . Yine bizim üste menin i i bu... Hay Allah (Ba ırır) Hasan Efendi... Hasan Efendi... (Kimse gelmez) Tüh... Hasan Efendi'yi ko u a göndermi tim. Nasıl da dalgın oldum son günlerde. Doktoru arayayım. (Sahneden çıkar. Arkasından doktor girer.) Handan Hanım... (Kimse olmadı ını görür) Nereye gitti bu yahu? (Sahneye hem ire girer) Doktor bey ben de sizi arıyordum. Tutuklular gelmi , muayene için haber verecektim. (Elini pencereye uzatır) Arabadan indiriyorlardı.. Tamam, tamam biliyorum. Seni iyi dinle, gelenlerin tansiyonunu ve nabzını hergün sen alacaksın. Ba ka da hiç bir eylerine karı mayacaksın. Yanlarına biz hiç u ramayaca ız. Aaaa, siz niye u ramıyorsunuz?.. Durumları kötüle ince ben ne yapaca ım?
DOKTOR
Handan Hanım, sen denileni yapsana! Gerisi seni ilgilendirmez.
HEM RE
Ama doktor bey... (Kızar) Her eye burnunu sokma demedim mi ben sana? Emir böyle Allah Allah... Ne laf anlamaz kadınsın sen. (Hı ımla dı an çıkarken döner) Onlarla fazla ili kiye de geçmeyeceksin. leri geri de konu mak yok. En fazla be dakika oyalan, yeter de artar bile. (Sahneden çıkar, hem ire bir süre arkasından bakar, konu maya ba lar)
DOKTOR
HEM RE
Bu ne böyle?.. Artık doktorlar da hastalarına bakmaz oldu.
ÜSTE MEN
Nerden çattım bunlara?.. Babalarının çiftli i mi burası?
(Sahneye üste men girer. Kızgındır. Kendi kendine konu maktadır.) Adamı deli ederler do rusu.. HEM RE ÜSTE MEN HEM RE ÜSTE MEN HEM RE ÜSTE MEN HEM RE ÜSTE MEN
Ne bu hı ım komutan?.. Sen de üstüme gelme... Hazır çayın var mı? (Demlikten çay koymaya ba lar) Bana ne kızıyorsun? Yukardan fırça yiyip gelip hıncını benden alıyorsun..'. Üstümden fırça falan yedi im yok... u yeni gelen tutuklular var ya, i te onlar... Onlarla kavga ettim. ( a kın) Sen mi kavga ettin? Sen kavga etmesini biliyor musun? (Kızar) Sen ne diyorsun yahu? Tamam tamam... kızma, aka yaptım. Neymi dertleri tutukluların? Ko u ların niye pis oldu unu, niye temizlikçinin olmadı ını, sorup duruyorlar. Temizlensin deyip duruyorlar.
T A V I R 41
OYUN
HEM REE
Allah Allah, bir yanlı lık olmasın... (Sahne arkasına ba ınr) Hasan Efendi, Hasan Efendi... (Hasan Efendi ko arak gelir.)
HAS AN EFEND - Ne var ne ba ırıyorsun Handan Hanım? (Üste meni görmemi tir. Sırtı ona dönüktür.) (Hı ımla) Ben sana tutukluların ko u unu temizle demedim mi? Ha demedim mi?
HEM RE
HASAN EFEND - (Korkulu) Dedin... Dedin de olmadı ki.
(Üzerine yürür) Nasıl olmazmı ?
HEM RE
HASAN EFEND - Dur dür... Bir dakika beni dinle.. Sen dedikten sonra temizlemek için ko u a gittik. Tam temizlemeye ba layacakken, hani u pısırık üste men var ya... neydi adı? Neyse, i te o geldi ko u a (taklit ederek) "Sen ne yapıyorsun burda" dedi. Ben de, temizlik yaptı ımı, biraz sonra tutukluların gelece ini söyledim. Güldü pis pis. "Demek o her eye burnunu sokan mıymıntı garı söyledi hal.. Temizlemeyeceksin burayı. Hatta hiç u ramayacaksın ko u a. Emir böyle. Yukarıdakiler söyledi" dedi. Beni de ko u tan attı. Ne yapayım, ben de emirse emir deyip vazgeçtim. (Kızgın) u pısırık mı söyledi bütün bunları? HEM RE HASAN EFEND - (Korkulu) Aaa, komutan burdaymı !.. Vatla komutan tam böyle söylemedi tabii.. Beni bilirsin, biraz abartırım da.. Biraz abartırsın ha?.. Bari çok abartsaydın da tam olsaydı. (Aya a kalkıp Hasan Efendi'nin üstüne yürür.) ÜSTE MEN • una bak una, hem arsız hem yüzsüz.. Sen kendini ne sanıyorsun da bizim isterimize burnunu sokup arkamdan konu uyorsun? Sana ne ko u ların, hastaların temizli inden? O bizim i imiz, bizimi..
HEM RE ÜSTE MEN
HEM RE ÜSTE MEN
- Valla Handan Hanım, bu serserinin dediklerine inanma, yalan söylüyor. Ben öyle ey söyler miyim? Beni tanırsın... Valla benim bir suçum yok, yukardan söylediler. O ko u temizlenmeyecek, doktor u ramayacak. Bunları yapmak isteyenleri de engelleme görevi benim. Öyle ey mi olur?.. Kim verdi o emri sana? Ba hekim... Ba hekim mi? (Kendi kendine) Niye acaba? (Hasan Efendi'ye dönerek) Tamam Hasan Efendi sen ine' bak istersen... N'apalım emir bu, demiri de kesiyormu yemini de. (Hasan Efendi sahneden çıkarken sahneye giren askerle çarpı ır. Onba ının elinde bir ka ıt vardır.) (Selam verir) Komutanım tutuklular bir dilekçe verdiler. (Üste men dilekçeyi alır, okumaya ba lar.)
HEM RE
ONBA I
"Birinci Ordu stanbul Sıkıyönetim Komutanlı ı Adli Mü avirli ine".. Vay vay vay Adli Mü avirli' e ikayet ediyor bunlar bizi. Dur bakalım neler yumurtlamı lar... Okuyayım mı Handan Hanım? (Umursamaz) Oku...
ÜSTE MEN HEM RE
(Okumaya ba lar) "Bilindi i gibi, bulundu umuz cezaevlerinde nsanlık dı ı uygulamaları protesto etmek, insanca ya am ko ullarına kavu mak, siyasi tutsaklık haklarımızı resmen kabul ettirmek için a a ıda imzası bulunanlar olarak ölüm orucundayız.(Alaylı bir ifadeyle hem ireye bakar) Eee isterler. steyenin bir yüzü kara, vermeyen zenciymi .
ÜSTE MEN
HEM RE
(Okumaya devem eder) "Bulundu umuz ko u bir hastane ko u undan çok pislik içinde yüzen cezaevi hücrelerine, Gayrettepe ve müteferrikadaki gözetim odalarına benzemektedir. Nasıl olur da bir hastane ko u unun bu ölçüde pislik içinde bırakılmasına göz yumulabilmektedir? Hipokrat andı, doktorluk ilkeleri, en azından koruyucu hekimlik gerekleri, bizler ölümle kar ı kar ıyayken nasıl olur da göz göre göre tam te ekküllü hastanede açıktan çi nenmektedir." (Hem ireye dönerek) Vaaay.. Bunların a ızlan da tam laf yapıyor do rusu! Neler neler biliyorlarmı unlara bak...
smi üstünde hastane burası.. Hasta bakılan yer... Eee daha ba ka?..
ÜSTE MEN
HEM RE ÜSTE MEN
-
HEM RE
Bak, bak size seslenmi ler. (Gülerek) Vicdanınıza türkü söylüyorlar. Dur okuyayım.. "Görünen bunca pisli e bu kadar doktor ve sa lık görevlileri kar ı çıkmamaktadır. Bu durum nasıl oluyor da günlerdir vicdanlarını biraz olsun sızlatmıyor?" (Gülerek) Yahu bunlar emir nedir bilmiyorlar herhalde. Pis olacak diye emir verildi be. Vicdan sorulur mu artık? (Kinayeli) imdi Handan Hanım vicdanım sızlıyor dese de emre kar ı mı gelecek? Tabi ki gelemez. Öyle de il mi Handan hanım? (Kaygılı ve yakalanmı gibi) Herhalde öyle... Bilmem ki...
ÜSTE MEN
(Dilekçeye bakar) Temiz bir yerde ölmek istiyorlarmı . nsan olan hiç kimsenin reddedemeyece i haklarıymı bu... Yok deve... Ölün diyen biz miyiz be?.. Temiz yerde ölmek istiyorlar... Ulan biz sava ta, da da, bayırda, çamurda, karda kı ta ölüyoruz da temiz mi olsun diyoruz?
HEM RE
Ne yapalım yad, onlar da öyle istiyormu ... Neyse, neyse, hadi bir an önce dilekçeyi gönder de, sonra dilekçelerimizi oyalıyorlar diye hakkında ikayette bulunmasınlar... Sahi ya.. Benim elimden çıksın da ne olursa olsun...
ÜSTE MEN
42 T A V I R
-
O
Y
U
N
(Üste men dilekçeyle çıkar. Müzikle birlikte ı ık kapanır) SAHNE-III (Hem ire, elinde tansiyon aleti, kendi kendine konu maktadır.) HEM RE
- Amaaann, ben de kendi dertlerimi bırakıp ba kalarını dü ünüyorum. Bana ne canım... Kendileri istediler böyle olmasını. (Biraz oyalanır, bir eyleri yerle tirir.) Acaba ne zaman bırakacaklar? u Apo dedikleri çocu un durumu iyice kötüle iyor. Kulakları da yi duymuyor artık. Hele bakı ları; canlılı ını yitirmi , kay bolup gitmi . Geldi i gün ne kadar canlı gözleri vardı... (Sessizce dola ır) Bir de kızı varmı ... Babasını görse ne kadar da üzülürdü. (Dola ır) Tamam tamam imdi anladım, benim kızı niye yanlarına istedikle rini. Apo'ya gösterip sevecekler. Yooo olmaz, kızımı yanlarına götüremem. O hallerini görmelerini iste mem. (Bu anda fondan slogan sesleri gelmeye ba lar: "KAHROLSUN FA ZM", " NSANLIK ONURU KENCEY YENECEK".)
HEM RE
- ( a ırır) Ne oluyor?.. Bu ne böyle, herhalde kavga çıktı. (Tam sahneden çıkarken Üste men gelir) Ne oluyor dı arda? Bu ne gürültü?
ÜSTE MEN
- (Lakayt bir ekilde) Önemli bir ey yok canım... Onba ıyı gördün mü?
HEM RE
- Ne demek bir ey yok? Baksana u gürültüye...
ÜSTE MEN
- kinci ko u u bo altıyoruz. Onlar da kabul etmediler. Biz de zorla bo altıyoruz.
HEM RE
- ( a kın) Niye bo altıyorsunuz?.. O ko u ta günü doldu u için açlık grevini bırakanlar kalmıyor mu?
ÜSTE MEN
- Bir ülkücü tutuklu geldi. Onu koyaca ız bo altılan yere...
HEM RE
- Anlamadım... Yani o yeni gelen için di erlerini döverek mi çıkarıyorsunuz?
ÜSTE MEN
- Senin aklın ermez Handan Hanım. Böyle olacak o kadar... Hem onların aç olduklarına bakma, keçi gibi inatla ıyorlardır imdi. - Peki sen niye ba larında de ilsin? Asker milleti bu, vur desen öldürür, sakatlarlar falan çocukları.
HEM RE ÜSTE MEN
- Çocukları mı? Hey, sen onları seviyorsun galiba. Baksana kırk yıllık ahbapları gibi çocuklar demeye ba ladın.
HEM RE
- (Yakalanmı gibi) Yok canım, sen de her eyde bir bit yeni i ararsın zaten. Ban herkese çocuklar diyorum. Ya lı hastalara bile.
ÜSTE MEN
- Öyle olsun bakalım... Ha! Onba ıyı gördün mü?
HEM RE
- Valla ne zamandır u ramıyor buraya.
ÜSTE MEN
Hay adi herif... Kimbilir hangi deliktedir imdi. Ben onu arattırayım en iyisi. (Sahneden çıkar)
HEM RE
Ne demek istiyor bu komutan?.. Yoksa çok mu samimi oldum son zamanlarda tutuklularla. Hadi canım, benim görevim de il mi hastaya insanca yakla mak? nsanca konu mak... (Masanın üstünde duran Hürriyet gazetesini alır, birinci sayfadaki haberde takılır. a ırır) Allah Allah ne biçim haber bu? (Okumaya ba lar.) "Genelkurmay Ba kanlı ından yapılan açıklamada stanbul cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevindeki tutukluların gizli gizli yemek aldıkları belirtildi." (Hem ire gazeteyi hı ımla atar. Fondan o dönemde ölüm oruçlarındakilerin verdi i dilekçeden sözler duyulmaya ba lar.) "Bilinmelidir ki, biz devrimciler tarih ve halk önünde hiç bir zaman dü üncelerimizi ve yaptıklarımızı gizlemedik, gizlemeyiz de. Kimsenin gıda almadan ya ayamayaca ı raporunu hangi bilim adamı verdiyse, hemen belirtelim ki, bu ki i bilimden zerre kadar nasibini atmamı biridir. Ve gerçekten böyle bir bilim adamı varsa, onu bu iddiasını kanıtlamaya davet ediyoruz..."
HEM RE
(Sese do ru) Yok yok, valla billa öyle rapor veren yok... (Kendi kendine) Var mı yoksa?.. (Dı sese) Varsa bile ben bilmiyor muyum, sizlerin hiç bir ey atmadı ınızı?.. Yalan söylüyorlar. (Fondaki ses devam eder) " u her zaman iyi bilinmelidir; inançlı olmayan, insanlık onurunun de erini bilmeyenler aç kalamaz."
HEM RE
Öyle... öyle de... herkes sizin gibi de il ki... (Fondaki ses) "Bir kez daha diyoruz, bir doktor veya bilim adamı gönderilsin ki, bizim gıda almadan, inancımızla nasıl ya adı ımızı ve direndi imizi görsün".
HEM RE
(Sahneye elinde karavanalarla arabesk bir arkı mırıldanarak Onba ı girer. Kö eye gidip oturur ve karavanadan bir eyler yeme e ba lar.) Onba ı nerden buldun onları?
ONBA I
(A zında yemekle) Tutukluların... T A V I R 43
OYUN
HEM RE
Yani hırsızlık yaptın ha... Tüh Allah belanı versin. Senin bu yaptı ını çocuklar duyarsa fena yaparlar ona göre.
B NBA I
Karde im, onlara da ne oluyor anlamadım. Hem kendileri yemiyorlar, hem de ba kasının karavanasından tırtıklıyoruz diye bizden hesap mı soracaklar? (Üste men girer, kendi kendine söylenmektedir.)
Ulan burda amar o lanına döndük be.. Hey Onba ı, u ülkücüyü koydu umuz ko u u bo alt. Di erleri eski ÜSTE MEN yerine konacakmı . (Hazırolda) Ülkücü tutukluyu nereye koyaca ız komutanım? ONBA I Ba ıma... Nereye olacak, geldi i yere götürülecek. Hadi hadi oyalanma. ÜSTE MEN (Onba ı elindeki karavanadan bir adet patates alıp ko arak çıkar. Arkasından Üste men çıkarken hem ire ona do ru konu ur.) HEM RE
Yanlı duymadıysam tutukluları eski yerlerine vermekten söz ettin de il mi?
ÜSTE MEN (Döner) öyle öyle... HEM RE Niye fikir de i tirdiniz hemen böyle? ÜSTE MEN Bana kalırsa di er ko u u da bo altırım ya... Emir böyle, iyi olmazmı . Görüyorsun, bu itlerden korkuyor yukardakiler. (Çıkar. Hem irenin yüzünde sevinçle karı ık bir gülümseme belirir. Bir eyler alıp sahneden çıkacakken, elinde saksı, kurdelalı ve kartu u olan karanfiller ve telgraf ka ıdı ile Hasan Efendi girer. Yaranda ilaçlar davardır. laçları masaya koyar, telgraf ka ıdına bakar ve okumaya ba lar.) HASAN EFEND - Hımmm. Apo dedikleri tutukluya gelmi ... "Sevgin yavrum, sizler ölmemelisiniz, ya amalısınız. Annen..." (Ka ıdı masaya koyar) Aaa çiçekte de yazı var. "Ya amayı çok sevenlere sevgi ve saygılarımla. Sevgi.." Hadi canım, ya amayı seviyorlarmı . Sevseler ölmek istemezlerdi. HEM RE - (Sözünü keser) Yok yok, gerçekten seviyorlar ya amayı. HASAN EFEND - ( a kın) Yok ya!... Ya amayı seven adam, ölümün çevresinde bile gezinmez. - (Mutlu ve sevinçli bir ekilde, orada de ilmi gibi anlatmaya ba lar) Sen onlann gözlerine baktın mı hiç?
çin için eriyip kaybolurken, anlamını bir türlü çözemedi im bir eylerin oldu unu sezdim o gözlerde.. Biraz önce pencere kenarına toplanmı lar, kendi aralarında konu uyorlar ve dı arıyı seyrediyorlardı. çlerinden biri, hangisi oldu unu bilmiyorum, yanındakilere diyordu ki: "Bak u çocu un afacanlı ında, u simitçinin ba ırı ında, ne bileyim u güne in do u unda, denizin co kusunda, bak u a layan kadının gözya larında ya ayaca ız." Bir ba kası da "Evet evet ya amak. Böylesi, ya amaktan daha anlamlı" diyordu. Garipsemi tim. Ama bir kez daha baktım gözlerine. Bunlar ya amı seviyorlardı. Hem de tahmin edemeyece imiz kadar. O ölü gözlerde ya ama olan tutkunun parıltısı var. Ne bileyim Hasan Efendi ölürken ya amak gibi bir ey bu... Bilmiyorum anlatabildim mi? HASAN EFEND - Hiç bir ey anlamadım dediklerinden. Basbaya ı ölüyorlar i te. Hem de isteyerek... HEM RE - (Durgunla ır) çime sinmeyen ey de bu ya... Ölüyorlar, ince ince eriyip kayboluyorlar. Neyse, sen bu çiçekleri ve telgrafları askerlere ver, onlar da versinler bir an önce. Dur bir dakika, gazeteleri verildi mi? HASAN EFEND - Valla ben Onba ıya verdim. Ama vermemi , kendisi okuyordu biraz önce. HEM RE
HEM RE
- Nasıl vermezmi ?... O yüzden kavga etmediler mi tutuklularla, gazeteleri zamanında getirin diye? Sen Onba ıya söyle, tutuklular yine ba ırıp ça ıracaklar ha, diye uyar istersen. (Hasan Efendi çıkar. Hem ire orada bulanan bir gazeteyi alır, okumaya ba lar.) "19 Mayıs günü Taksim Alanı'na üzerinde 'Cezaevleri Düzeltilsin, Ölüm Orucuna Son' yazan siyah çelengi bırakan tutuklu yakınları serbest bırakıldı."... (Müzikle birlikte ı ık söner.)
SAHNE- IV (Sahnede Ba hekim (General), Üste men, Hasan Efendi ve Hem ire vardır.) BA HEK M - (Kızgın) Gebersin ito lu itler.. Serseri güruhu... (Üste mene) Bunlar hasta mı, saldırgan mı?.. Bana bak bunlar çok olmaya ba ladı. Kendilerini ne sanıyor bu itler?.. Ö leden sonraki avukat ziyareti yapılmayacak, anladın mı? ÜSTE MEN - Emredersiniz komutanım. BA HEK M
- (Dola ır) Biraz burunları sürtsün. Ha..o kırmızı masa örtüsünü de alın. Kırmızı örtü de yasak. (Sahneden çıkar)
ÜSTE MEN
- Emredersiniz komutanım.
HEM RE
- Komutan, ba hekim iyi yaptı mı acaba?
ÜSTE MEN
- Tabi iyi yaptı. Görmedin mi ba hekimin haini? Kar ılarında koskoca general var, onlarsa sanki çocuk
44 T A V I R
OYUN
azarlar gibi ba ırdılar, hakaret ettiler. Bana kalsaydı... (Onba ı girer.) ONBA I
- Komutanım, tutuklular ko u un ı ıklarını söndürmek istiyorlarmı .
ÜSTE MEN
- Neden?
ONBA I
- I ık gözlerini a rıtıyormu ...
ÜSTE MEN
- Yaa, bahane, bahane... Git onlara yasak oldu unu söyle. (Onba ı çıkar)
HEM RE
- Dedikleri do ru komutan. Gözleri iyice zayıfladı. I ık imdi onlara eziyet veriyordur. Bunun bahane neresinde?
ÜSTE MEN
- Sen onları bilmezsin Handan Hanım. Kaçarlar, kaçarlar anladın mı?
HEM RE
- Kaçarlar mı?.. Bu halleriyle mi?
(Üste men çıkar.) HASAN EFEND - (Ba hekimi taklit ederek ve öykünerek) Bizim Ba hekim öyle gerine gerine bir girdi ki içeri... Içerdekiler a ırdı. Herhalde "bu da kim?" dediler... Sonra öyle bir tur attı. Hani bir kalp hastası tutuklu var ya, i te o bizim Ba hekimin yanına ko tu, öyle, öyle diye diye tutukluların durumunu anlattı. Bizimki öyle ka larını bir kaldırdı, ters ters ona baktı. Yatanlardan birini göstererek "bıraksın açlık grevini ki konu ayım, yoksa gebersin" dedi. Vay anamm... Sen misin onu diyen. Her bir yandan ba ırtılar gelmeye ba ladı. "Adi herif", neydi o ha?.. "Fa ist köpek", "satılmı "... daha bir sürü küfür... Bizim ba hekim öyle bir sıçradı ki (tarif eder) dü ecek sandım... Ama dü medi. O hı ımla ve korkuyla beni bile devirecek ekilde fırladı ko u tan. Üste men bile a ırmı tı. Onu böyle korkarken hiç görmemi tik do rusu. Hepimiz için için güldük... Tabii ki kahkaha atmadık... Eee n'olur n'olmaz, kula ına falan gider de. Gerçekten Handan Hanım sen de orada olsaydın da bir görseydin halini. HEM RE
- Öyle bir anlattın ki, görmü kadar oldum... Sert kayaya çarptı desene bizim Ba hekim. Amma korktu ha... Kendini ne sanıyor. Adamlar koskoca devlete kafa tutmu , bir Ba hekime mi pabuç bırakacaklar?... De il mi Hasan Efendi?.. (I ıklar söner.)
SAHNE-V (I ık yandı ında Hem ire ve Hasan Efendi oturmaktadır. Üste men içeri girer. Hem ire elindeki dilekçeyi okumaktadır.) HEM RE - "Bugün Nazi Almanyası'yla a ık atarcasına, masa örtüsünün renginin kırmızı olması neden gösterilerek alınmak istenmektedir. Unutmayın tarihe masa örtüsü operasyonu nedeniyle katliam yapanlar olarak geçeceksiniz. Ve lanetle anılacaksınız..." ÜSTE MEN
- (Kızgın) Bizim tepemizdekiler resmen korkuyor onlardan.
HASAN EFEND - Yok ya... Nerden çıkardın bunu? ÜSTE MEN
- Yukardakiler... Masa örtüsünü almayın dediler.
HEM RE - Niye? ÜSTE MEN - Operasyona hazırlanmı lar. Ben de durumu komutana söyledim, askerleri alıp operasyon yapayım diye... Dilekçe vermi ler; gerekirse ölümüne alırsınız örtüyü diye... HEM RE - (Gülümseyerek) Komutan idare kısmına gidecekseniz u dilekçeyi de götürüverin. ÜSTE MEN
-
Neymi o?
HEM RE
-
Hani u kızdı ın dilekçenin aynısı. Ba tabipli e de yazmı lar.
ÜSTE MEN
- (Kızgın) Hasan Efendi götürsün. (Sahneden hı ımla çıkar.)
HASAN EFEND - Bu ne böyle yahu? Dinamit gibi... Ne söylenirse kızıyor son zamanlarda. HEM RE
HEM RE
-
Vatla sert kayaya çarptı ya, herhalde ondan... (I ıklar söner. Karanlıktan giderek hızlanan bir davul sesi gelmeye ba lar. Bu sese saz veya yapılabilirse zılgıt sesleri de e lik eder. Daha sonra Apo'nun öldü ünü belirten sesler gelir.) - "Ölümü yendik yolda lar. Apo onurların en büyü üyle sahiplendirdi bizi. Sevincimiz büyük; çünkü insanlık onurunu, siyasi kimli imizi can bedeli; ne zulme, ne ölüme teslim etmedik... - Diken içindeler ama gül gibiler... Hapisteler ama arap gibiler... Gece içindeler ama sabah gibiler. Bu büyük insanların sırtarına sevinçlerine ortak oldum burada. Ama yine de övünemiyorum. urama bir ey takılıyor. (Masada duran bir karanfili alır, yakasına takar ve sahneden çıkar. I ıklar söner.)
T A V I R 45
HABER YORUM
MÜCADELE NOTALARI HALKLARINYÜREKLER N BESL YOR • Grup Yorum'un yurtdı ı konserleri kapsamında, Nisan ve Mayıs ayları içinde verdikleri konserler: Basel- sviçre, ViyanaAvusturya, Zürich- sviçre, Gelsenkirchen-Almanya, Berlin, München, Frankfurt, Rotter-damHollanda, Colmar-Fransa, Bem sviçre Grup Yorum ve Grup Ekin'in elemanları yurtdı ı turnelerinden dönerlerken havaalanında gözaltına alındılar. 1 gün gözaltında kalan grup elemanları poliste dayak yediklerini ve kendilerine küfür ve hakaretlerde bulunuldu unu belirterek, bu tür sıradanla an gözaltıların kendilerini hiçbir ko ulda susturamayaca ını belirttiler. 17 Nisan'da Eski ehir ARI sinemasında 1200 ki iye seslenen Grup Yorum Mayıs ayı içinde u konserleri sürdürdü:
8 Mayıs-Antalya, 9 Mayıs skenderun, Gaziantep, 19 Mayıs- zmir, 22 Mayıs-Osmaniye, 23 Mayıs-Adana, 26 Mayıs-Belediye- pikni i Bu konserlerde toplam 12.000 ki iye seslenen Grup Yorum'un daha önce zmir'de vermi oldu u konser için soru turma açıldı. Grup Yorum savcılıkta, konserle ilgili ifade verdi. Ayrıca 24 Mayısta verecekleri Mersin Konseri, valili in keyfi uygulamalarıyla yasaklandı. Olay Grup Yorum tarafından protesto edildi. Mersin'deki sendikalar ve demokratik kurulu lar ise valili in önüne siyah çelenk, koyarak tepkilerini dile getirdiler. • Elemanlarının keyfi tutuklanmalarına ra men eksiklikleriyle de olsa "Bu Ses Hiç Susmayacak" diyen Grup Ekin 9 Mayıs 1992'de Yozgat'ta efahatli hal-
KE KESOR (GÖKKU A I) 17-24 Mayıs tarihleri arasında Mezopotamya Kültür Merkezi'nde "KE KESOR" (Gökku a ı) adlı bir resim sergisi açan Cemalettin Çinkılıç, 46 portreden olu an çalı malarını halka sundu. Daha çok Kürdistan'la ilgili haber foto raflarından esinlenilerek ya da do rudan bakılarak çizilen (kara kalem/renkli) portrelerin hemen hepsi, Cemalettin Çinkılıç'ın cezaevi günlerinde ortaya çıkan çatı maları. Bu yanıyla belli özgünlükler (cezaevi, i kence vb.)de ta ıyor. Cemalettin Çinkılıç'a daha özgün, daha hayatın içinden çalı malar dile iyle...
46 T A V I R
kına türkülerindeki, mar larındaki umudu götürdü. • Grup Ekin 15 Mayıs 1992'de AYÖ-DER'in katkılarıyla ODTÜ 6. Uluslararası Bahar enli i'ne bir dinletiyle katıldı. Dinletiden sonra düzenlenen söyle ide Grup Ekin'in sanat anlayı ı tartı ıldı. • 16 Mayıs 1992 tarihinde gerçekle en gecede "Sesler yükseliyor. Bu sesleri yükseltmede bedensel özürlülerin üzerine de büyük sorumluluklar dü üyor" diyerek konserine ba layan Grup Ekin Altınokta Körler Derne i'nin onurlu mücadelesinde omuzba larında oldu unu co kulu türküleriyle haykırdı. 10 Mayıs• Sesini Karadeniz'e de ta ıyan Grup Ekin 23 Mayıs 1992'de Samsun'un Çar amba ilçesine gitti. Konser elektriklerin kasten kesilmesiyle gecikmeli ba lasa da türküler, mar lar bütün güzelli iyle Çar amba halkına sunuldu. • Grup Ekin 30 Mayıs 1992'de Adıyaman'daydı. nsan Hakları Derne i'nin düzenledi i bu etkinlikte bütün engelleme çabalarına ra men kavga dolu nefesler, sevda yüklü sesler susturulamadı ve halkların birlikteli inin engellenemeyece i bir kez daha görüldü. • Bilkent Üniversitesi'nde ilk kez düzenlenen enli e AYODER'li ö rencilerin çalı malarına destek amacıyla, katılan Grup Ekin açık havada bir dinleti ver di. • 24 Mayıs 1992 günü Ankara ÖZGÜR-DER'in katkılarıyla or ganizasyon komitesinin düzen ledi i pikni e, Gazi Üniversitesi iir Grubu, Ankara Halk Sahne si ve Grup Ekin katıldı. "CESA RET N Z VARSA GEL N" diyen AHS büyük ilgiyle izlendi. Grup Ekin konserinden sonra toplu olarak halaylar çekildi.
. 3 Haziran 1992'de A.Ü.Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin düzenledi i inek bayramına alternatif olarak AYÖ-DER'li ö rencilerin düzenledi i etkinlikte AHS "CESARET N Z VARSA GEL N" adlı oyununu sergiledi. Oyundan sonra yapılan söyle ide AHS'li oyuncular "GÜZELD LER GÜLÜMSÜYORLARDI" adlı bir oyunun çalı malarına ba ladıklarını söylediler.
H AB ER YO R U M
S NEMA EMEKÇ LER N N HAK ALMA MÜCADELES isk'e ba lı S NESEN (Sinema Emekçileri Sendi kası) yöneticilerinin TRTnin Kurtulu Kemal'in Askerleri adlı dizisinde çalı an sinema emek çilerini sigortasız çalı tırdı ı ba vuru su üzerine Bakanlık müfetti leri 20-5-1992 de Eski ehir'in nönü ilçesindeki film setinde tesbitte bulundular. Aynı gün SSK müfetti leri de tesbit yaptılar. Tesbitte çalı anların kimlik kontrolü, isimleri, aldıkları ücret, ne zamandır çalı tıkları belirlendi.
veren TRTnin temsilcileri olan Metin en ve Sinan Yaka adlı yapımcılar, müfetti lerin film setine gelip tesbit yapaca ını ö renmeleri üzerine 20-5-1992 günü yapılması gereken çekimi dahi iptal edip film setine gelmediler.
nönü'deki film setinde basın açıklaması yapan S NE-SEN yöneticileri ve üyeleri TRTnin yüzlerce insanı sigortasız çalı tırdı ını, çalı anları i e alırken "istisna akdi" adlı bir akdi imzalattıklarını, i çilerin bu akdi bilmeyerek imzaladıklarını ancak kendilerinin bu akde de il "hizmet akdine" tabi olmalarını istedikleri-
ni belirttiler. Ayrıca "Kurtulu Filmin çekimlerine 1-2 ay ara Kemal'in Askerleri Mi, TRT'nin verildi, daha sonra dizinin yine devam Köleleri Mi?" "Ya asın Sinema- çekimlerine Kültür, Yasası istiyoruz D SK edilece i açıklandı. S NE-SEN yöneticileri ve çalı anlar aynı S NE-SEN" pankartları açtılar. gün ilimizden ayrıldı.
BASIN AÇIKLAMASI Ülkemizde yıllardır ya anmakta olan çalı ma ya amı karma ası, kültürel üretim alanında çok daha Beri boyutlardadır. Gerek çatı anların örgütsüzlü ü, gerek devletin geleneksel bakı ı gerekse yasaların eksikli i karma ayı vahim boyutlara ula tırmaktadır. Bu karma a özelde sinema genelde ise sanat emekçileri için insanlık dı ı bir durum arzetmektedir. nsanlı ın bütün temel de erlerini yeniden üreten, duyarlılıklannı biçimlendiren bir i kolunun üyesi olan bizler ne yazdı d yasalar kar ısında mesleki kimlikten yoksun, uluslararası sözle melerin, ILO kararların, Türkiye'de kazanılmı çalı ma haklannın, ve bütün yasalann sundu u sosyal güvencelerin dı ında çalı mak zorunda bırakılmaktayız. Biz D SK Sine-Sen üyesi sinema emekçileri olarak ömrümüzün, çalı ma ya amımızın bir yılını da bütün bu haklardan yoksun olarak geride bıraktık. Bu gayri insanî durum bu kez TRT nin en pahalı yapım olup Türkiye Cumhuriyet Destanı'nı anlatan "Kurtulu -Kemal'in Askerleri" filminin setlerinde gerçekle ti. Bizlere esnaf muamelesi yapan TRT yönetimi bizi bir yıldır i çi olarak çalı tınp, Sigorta ve Vergi yasalan nezdinde de suç i ledi. Bizler esnaf, zanaatkar de il, emekçiyiz, yaratıcı emek sahipleriyiz. Bugün dünden farklı olarak çok daha bilinçli, örgütlü ve kararlı biçimde haklanmızı geçmi e do ru ve gelecek için elde etme mücadelesi verece jz. Ekte sundu unuz dökümanlar bu özelde geli tirdi imiz mücadelenin bir kesitinin belgeleridir. Olanı biteni anlatma yetene ine fazlasıyla sahiptirler. Gerekli deste i verece inizi umuyor basın çalı anlarım ve tüm emekçileri selamlıyoruz. YA ASIN S NEMA! YA ASIN SANAT! BA IMSIZ B R KOLU, KÜLTÜR. YASASI
ST YORUZ!
T A V I R 47
H AB ER Y OR U M
N DE KÜLTÜR VE SANAT ETK NL KLER MERKEZ KAPATILDI Kültür ve sanat alanına de gin de bir çok vaatle iktidara gelen SHP-DYP koalisyonu her türlü demokratik açılıma ne kadar tahammülsüz oldu unu bir kez daha gösterdi. Ni de Kültür Ve Sanat Merkezi Mayıs ayında Ni de Belediyesi tarafından kapatıldı. Bu olayı kınıyor ve tüm kamuoyunu duyarlı olmaya davet ediyoruz.
TÜRKÜLENS N YÜREKLER YARINLARA... Da arcık Halk Bilim Ara tırma Derne i yıl boyunca sürdürdü ü etkinliklerine Halk Müzi i Korosu'nun dinletisini ekledi. Otantik Halk Müzi i ile Ça da Halk Müzi i örneklerinin birbirleriyle ili kileri kurularak hazırlanan gösteri izleyicilerin be enisini kazandı. Yapılan dia gösterisinde sanatın halkların haklı mücadelelerinin yanında yerelması gere i vurgulandı.
OZAN VEYSEL' N KASET NE YASAK Kültür Bakanı Fikri Sa lar ve Müste ar Emre Kongar'la yaptı ı görü melerden sonra yasaklı kasetini tekrar denetime gönderen Ça da Ozan Veysel yeni bir yasaklamayla kar ıla tı. Sanatçı kamuoyuna sundu u açık mektupta "Kendilerini hukukun da üstünde gören denetim kurulunu protesto ediyorum" dedi. Ozan Veysel bu nedenle iki sazına kilit vurup birini Kültür Bakanlı ı'na, di erini Ba bakanlık'a bırakaca ını, temel hak ve özgürlükleri garanti altına alınmazsa vatanda lıktan çıkarılmak için gerekli i lemlere ba vuraca ını söyledi.
T YATRO FOTO RAFLARI SERG S 20-30 Mayıs tarihleri arasında Uluslararası stanbul Tiyatro Festivali çerçevesinde Atatürk Kültür Merkezi Sanat Galerisi'nde "Theater Heute" dergisi tarafından düzenlenen "Son 10 yılın Tiyatro Foto rafları Sergisi açıldı. Alman Tiyatro'sunun önemli ba yapıtlarından örnekler içeren siyahbeyaz foto rafları içerik olarak önemli ve anlamlı oyunlara ait olmasına ra men izleyici açısından "geni kesimlere'' hitap etmiyorlardı. AKM geleneksel i leviyle yine burjuva aydınlarına, elit, marjinal kesimlere sesleniyordu.
48 T A V I R
Grup Yorum'un 8. kaseti çıkıyor. Yeni türkülerin ve mar ların
-Cesaret, Kömür Gözlü
Kız, Karadeniz, Da lara Gel,
Sevdanın zni Olmaz, Seni Seviyorum, Re o, Neslim, Haye,
Diberi vb. -yer aldı ı kaset Temmuz ayı için-
de satı a sunulmu olacak. Yayılıyor
halaylarımız.... yankılanıyor da larda.
Cemo'nun
türküsüne zindanda destansı direni iyle dü manı
direnç a kınına döndüren Mısri Kız'ın türküsü
karı ıyor.
a kını.
Mısri
Ve
stanbul'dan
dü mana
bayraklar
zmir'e,
direniyor,
dola ıyor
Adana'dan
satmıyor
elden
ele.
Ankara'ya....
doruklara ula ıyor. Ve daha güçlü, daha hırçın
dalgalanıyor.
YEN
K A S E T
Ç I K T I