Ekim 92'de 1 Merhaba
2 Geleceğim Birgün Sana Şı rnak/ Zozan Evindar
4 Estetik ve Slogan / Ekin Yılmaz
7 Değişecek Yazgıları/Sadun Can
9 Politik Zikzaklarla Dolu Bir Yaşantı: Gorki / Mehmet Yaşar
16 Sı ğmazsın ki Düşlerime / Hayati Azim
18 Çağdaş Halk Müziğinde Çağdaşlı k Üzerine / Grup Ekin
20 Enstîtuya Kurdî /T avı r -röportaj -
24 Merhaba Ayşe / T avı r
28 Memet'den Kontra Anılar / Selçuk Güven
42 Halkoyunları ve Yarışmalar / Seda Karlı
MERHABA
Y üzy ılların birikimi, öfke, bağımsızlık özlemi ve toplumsal başkaldırıyı açığa çıkarıyor. Toplumsal başkaldırı da y üzy ılların birikimini. Kürt halkı, serhıldanları, cenazeleri, bir bütün olarak ulusal mücadelesiy-le tarih sahnesinde önemli bir yer tutarken, kimliğini iktidara, inkar edilemez bir biçimde day aty or. Siy asi iktidar çaresiz bir biçimde, Kürt halkının kimliğini tanıy or f akat tanıdığı kimliği yoketmek için de kontrgerilla faaliyetlerine, kirli savaşa başvuruy or. Yüzden fazla insanın katledildiği Newroz'un üzerinden çok zaman geç-medi. Demokrat maskeli koalisyon hükümetinin bilançosuna Şırnak katliamı eklendi. Şırnak... Ağır silahlarla yapılan saldırının, yalanın demagojinin yarattığı fozduman dağılıyor ve her şey çok daha net görülüyor. Savunmasız ko numdaki siv il halka yönelmiş katliam provası... Şırnak halkı göç ediyor. Sessiz bir protesto. Ancak bu sonsuz bir sessiz-lik anlamına gelmiyor. Kürt halkının yüreğinde, yumruklarında artık önüne geçilemez bir öfke büyüyor. Tıpkı babasının şalvarına sarılmış, yaşananları iri gözlerle izleyen çocuk gibi. Gözlerindeki ürkeklik, yumruğundaki öfkeyle tamamlanıy or. Göç kafileleri yükleriyle birlikte, yüzlerce y ılın sürgünlerden, katliamlardan biriktirilmiş acısını taşıyorlar içlerinde. Göç kafilelerinde yüzlerce çocuk... Çocuklar, acının öfkeye döndüğü yerde yüzlerce göçün umudunu taşıyor yumruklarında. Geleceğim Birgün Sana Şırnak. Siyasi iktidarın, terörist yüzünü gizlemek için başvurduğu "gizli" güç: Kontrgerilla. "Kimilerinin" yanıldığı gibi siyasi iktidardan "bağımsız" bir olgu değil. Siyasi iktidar tarafından kurumlaştırılan, demokrasicilik oyununun bir parçası olarak sürekli işlevsel tutulan bir katliam aygıtı. Y aşanmış bir kontrgerilla öyküsü yayınlıyoruz bu sayımızda. Asker "Memet"in yıllar öncesinden belleğinde kalanlar bir devrimci tutsak tarafından kaleme alınmış. Zaman ve mekan üzerinde "Memet"in güvenliği için oynanmış. Zaman, mekan ve isimlerden bağımsız, yaşanmış ya da yaşanacak kontrgerilla katliamlarının nasıl tertiplendiğine bir örnek: Memet'den Kontra Anılar: Köşeye sıkışan son çare olarak azgınca saldırır. Zorbalık düzeni, en insani talepleri, en temel demokratik hakları kanlı oyunlarla bastınyorsa, meşru zeminde önerebileceği, geliştirebileceği politikası kalmadığındandır. Çürüyen, yozlaşan kapitalist düzende-dünyada, devrimciler, pırıl pırıl gelecek müjdecisi ilişkiler, kurumlar y aratıyorlar. Bu ilişkilerin orta yerindeki yeni insan, yeni bir dünyayı anlatıyor bize. Elinde proletaryanın kızıl bayrağı, evrensel değerleri taşıyor kıtalar arasında. Emperyalizmin kirlettiği, yozlaştırdığı dünyada yeni insan, devrimci iradenin temsilcisi, yaşanan sancının ebesidir. Dostlukla...
43 Haber-Yorum
Ön Kapak: İlker Biran Arka Kapak: Victor Bacher
T AV I R
1
GELECEĞİM BİRGÜN SANA, ŞIRNAK ZOZAN EVİNDAR
ıcak bir Ağustos günü. Güne gün boy unca ortalığı kav urduktan sonra dağların ardına çekiliy or. Cudi'den esen y eller Şırnak şehrini y alay ıp geçiy or. Gençler, ihtiyarlar kahv elerde oturmuş bir y andan çaylarını y udumlarken diğer y andan keyif li key ifli tav la atıy orlar. Çocuklar inişli çıkışlı sokaklarda bir aşağı bir y ukarı koşturup duruyorlar. Mintanının bir taraf ını kuşağına sokuşturmuş, bir elinde değnek, bir eli belinde y aşlı bir kadın önüne kattığı eşeği habire dehliy or. E ş e i n sırtında un çuv alı, belli ki değirmenden geliy or. Çarşı esnaf ı her zamanki gibi aralarında şakalaşıy or. Gülüşler y ay ılıy or dört bir yana. Polis arabaları turluyor sokaklarda.. Bir Land-Rower jipte y edi-sekiz kişilik özel tim. Bir ağa gölgesinde konaklamışlar. Göz göze gelsen boğazın ı kesecek bir kinle süzüy orlar insanı. Güneş kızıllığın ı y itirip parça parça kay bolmay a başlıy or, Şırnak'ta. Ak sakallı, şapkalı bir ihtiy ar elini alnına
2
T A V I
R
koy muş, y önünü batan güne dönmüş. Aşağıdan kıv rım kıvrım gelen y ola bakıy or. Belli birini beklediği. İnsanlar sokaklardan, kahv elerden bir bir ev lerine çekiliy or. Şehri tedirginlik sarmay a başlıy or y avaş yav aş. Dükkanların darabaları gürültülü sesler çıkararak kapanıy or. Burada artık böy le, gün karardığı zamanlar sokaklar ıssızlaşıy or. Ama bugün biraz daha farklı sanki. Biraz daha f arklı... Karanlık sarıy or bütün şehri. Fırtına öncesini andıran bir ölüm sessizliği yaşanıy or. Zulüm doğum sancısında, kabına sığmıy or; ha patladı ha patlay acak. Ağustos'un derelerde kurbağa sesleriy le süslenen, kekik, reyhan kokularıy la beslenen bu güzelliği birazdan kana bulanacak. Kudurmuş bir köpek gibi gözleri, ağzından saly aları akıy or zulmün... Ve boşanıy or ipinden, kendinden başka tek hareket bırakmamay a yemin etmişcesine... O gece sabaha kadar halka y öneldi namlular, sabaha
kadar kustu kinini. O gece sabaha kadar nerey e atıldığı bilinmeden binlerce mermi y akıldı. Gece karanlığında sesler duy uluyordu, bir de namluların ucundaki y alımlar görülüy ordu. Nereye gittiğini, ney i y ıktığını, kimin y aşamına son v e r d i ğ i bilinemedi. Ta ki tan atıncaya kadar... Tan atmay a baladı y av aş y avaş. Bu sabah, cocukların ağlamaları uy andırmadı anaları uykudan. Çünkü çocuklar akşamdan bu y ana ağladı v e analar akşamdan bu y ana uy anıktı. Ne horozlar öttü bu sabah, ne ezan okundu. Ne eşekler anırdı, ne inekler buzağısın ı emzirdi, ne de katırlar kömür ocaklarına gitti. Toprak damlar çöktü, evler y ıkıldı. Ev inden dışarı bir tek insan atamadı adımını. Sağanak bir y ağmur gibi y ağıy or kurşunlar... Gün v uruyor Şırnak üstüne... Açıldıkça karanlık seriliy or her şey gözler önüne. Dükkanlar açılmadı. Kahv elerde kimse tavla oy namadı. Sokaklarda koşturan olmadı. Elini alnına koy up da kimse bakmadı kıv rım kıv rım gelen Şırnak y oluna. Zulüm kudurdukça kudurdu. Hareket eden herşeyi y ok etmey e çalıştı. Fişekliklerini omuzundan göğsüne, oradan karnına sarıp sarmalamış yeşil atletti, insana benzey en ama insandan yana birşey taşımay an, gözleri kan çanağına dönmüş y aratıklar arşınlıy or sokakları. "Mehmetçik v atan kurtarıy or". Şırnaklılara sokağa çıkma y asağı konuldu. Şırnak'ta postal sesleri, Şırnak'ta palet gıcırtıları. Şırnak y asak kent... Şırnaklılara y asak koy anlar dükkanların darabalarını kırıp, çalmay a çırpmaya başladılar. Hoşlarına gideni aldı-
Kadınlar saçlarını yoldu, çocuklar şaşkın şaşkın baktı, erkekler düşündü düşündü sövdü. Herkes birbirini aramaya koyuldu. Şehre yayılmış koku burun direklerini kırdı. Yara çoktu, sargı isterdi... Zulüm kana doymadı. Daha açılan yaralar sarılmadan bir daha saldırdı. Saldırdı, geride kalan ve insanca olan ne v arsa y aktı, yıktı, döktü. Sonra, öv ündü. Şırnaklılar, yıllardır ekip biçtikleri, ölülerini gömdükleri, ata, dede topraklarını bırakıp gitmeyi düşündüler. Ve gün ışır ışımaz, kim ne bulduysa aldı yanına. Sağlam kalan arabalara, sağ kalan eşek ve katırlara yükleyip götürdüler. Nereye gidiyorlardı, kendileri de bilemedi. Canını kurtaran kendini Şırnak'tan dışarı attı. Cudi'ye doğru, Cizre'ye doğru akın akın bir göç başladı. Savaş alanından kaçarcasına. Katar katar bir göç başlad ı Şırnak'tan. Uğultular yükseld i yürüyen insan kalabalığından. Kimse konuşmadı, başlar öne eğik, Ağustos'un kızgın güneş i yaktı ense köklerini. Bir uğultular duyuldu, bir de yükselen toz bulutu görüldü kalabalık üzerinden Geri dönmek mi... hiç düşünmediler. Hem, ne kalmıştı ki geride... lar, taşıyamadıklannı kırdılar. Ve o günden başlayarak günlerce ev aramaları yapıldı. İtiraz edenler oracıkta kurşunlandı. Kadınların boğazlarındaki kolyeler koparılıp alındı. Bir Şırnaklı bir timi komşusunun ev inden Isparta halısını sırtlamış giderken gördü. Başka bir Şırnaklı bir polisi Tekel bayiinden bir karton Marlboro sigarası çalarken. Polis, önce kırık camdan içeri elini daldırdı, olmadı. Ayaklarının ucuna basarak bir daha denedi, yine olmadı. Kendisini izleyen gözlere rağmen kapıya bir tekme attı, içeri girdi, istediğini aldı. Binlerce insan dövülerek gözaltına alındı. Tugay doldu doldu taştı. Gözaltına alınanlar bağdaş kurup oturtuldu, başları öne eğdirildi. Başını kaldıranın öldürüleceği söy-
lendi. Kimse başını kaldırıp gökyüzünü göremedi. İçmek için güneşte bekletilmiş ve sidik karıştırılmış su verildi. Bir çeyrek ekmeği beş kişi bölüştü. Kimse tuvalete gönderilmedi. İşi olan orada gördü. Sonra yedi kişiye serbestsi-niz denildi. Giderken arkalarından kurşunlandılar. Arkasından kurşunlananlar televizyonda terörist diye gösterildi. Ağustos'un dayanılmaz sıcağı kavurdukça kenti sokaklarda hayvan ve insan ölüleri kurtlandı, koktu. Rüzgar estikçe koku dört bir yana yayıldı. Burun deliklerini kırarcasına... Sokağa çıkma yasağı sona erdi Evlerinden dışarı çı kan insanlar gözlerine inanamadılar. Hayvanları ölmüş, y anları yönleri y ıkılmış, her tarafta zulmün ayak izleri.
Cizre tarafına gidenler yol boylarının sulak, yeşil yerlerinde konakladılar Buldukları iki üç ağaç parçasından güneşlik yaptılar. Taşlardan ocaklık yapıp çay pişirdi-ler.Yardım diye gelen ekmekleri bölüştüler. Dost eller uzandı dörtbir yandan, yürekler ortak oldu acıy a. Şırnak tarihe yazıldı kanla. Bekle, bekle Şırnak geleceğim birgün sana...
T AV I R 3
ESTETİK VE SLOGAN
EKİN YILMAZ
anatta slogancı yaklaşımı ya da slogancı sanatı değerlendirebilmek için öncelikle sanatı ve sloganı tanımlamak gerekiyor. Devrimci sanat nesnel gerçekliğin tarihsel materyalist bakış açısı ve sosyalist gerçekçi anlayışla yeniden yaratılmasıdır. "Nesnel gerçeklik" yaşamın bütününe ilişkin herşeyi kapsar. Sosyalist gerçekçi sanat bir yandan yaşamın bütününü, algılama yoluyla yansıtırken diğer yan dan ideolojikpolitik olarak da yorumlar . İşte bu ideolojik-politik yorumlayış sanatın ve sanatçının niteliğini belirler. Ve bütün sorunda burada başlar... Yaşamı değişim, dönüşüm ve bir hareketler bütünü olarak düşününce onu algılayış, yorumlayış ve yansıtış biçimi önem kazanmaktadır. Sanat sınıfsaldır ve bu anlamıyla da taraflıdır. Sanatçı taraf olduğu yönü, kullandığı biçimlerle geniş kitlelere sahiplendirmeye çalışır. Bu noktada sanatın işlevi tartışılmalıdır. Kimi sanatçılar salt sanatsal üretim yaptıklarını iddia ederler. Onlar keşfettikleri biçimsel yenilikleri önemserler; sanatı, biçim estetiği ola r a k değerlendirirler. Karşıt bir tutumda "sol" b i r yo-rumlayışla sanatın ke n d i n e özgü yapısını ve olanaklarını gör mezden gelmektir. Sanatsal olmayan, sıradan, estetik beğeninin geliştirilmesi sorunu yok sayan ürü n ler d e estetikle
4 TAVI R
bütünleşmiş yaratıcılık ve "sanat dili" yoktur. Kaygı, biçim v e biçimin niteliği ne olursa olsun verilmek istenen mesajda yoğunlaşmıştır. Sanatsal ürün de salt bir araç olma işlevselliği taşımaktadır. Slogan bir soyutlamadır. Yaşamın gerçekliğini, kısa ve çarpıcı bir biçimde ifade edebilmektir. Sanat ürünlerinde sıkça rastladığımız imgeler de kısa ve çarpıcı ifadelerdir. Herbiri yaşamda karşılığını bulan ifadeler olduğunda anlamlıdır ve sanatsal bir üretimin, yaratımın gereği olarak ortaya çıkmalıdır. Buradan sadece "sözü" içeren sanat böylesi kısa ve çarpıcı imge l e r kullanır sonucuna varılmamalıdır. B i r resim ya da bir heykel de yalın ve çarpıcı bir figür ve motifle, yaşamın karmaşık ilişkilerini soyutlayabilir. Bu radan varmak istediğimiz yer, en özlü ifadesiyle " slogansız " ve "politika dışı" sanat yapılamayacağıdır. Ancak böylesi b i r n o k t a bizim "slogancı sanatın ne olduğu" sorusuna doğru bir yanıt bulmamızı sağlayabilir. Yaşamdan kopuk ve soyutlamalarla bezenmiş, estetik değer taşımayan, sıradan üretimler kaba ve mekanik olacak, aynı zamanda estetik gelişime hiçbir katkı sağlamayacaktır. L e n i n ' i n dediği gibi sorun " bir bildirinin uyaklı okunuşu" sorunu değildir. Bö- ylesi bir yaklaşımla üretilen sanat ürünleri saman alevi gibi yanıp sönecek, kalıcı olmayacaklar. Gerçekliğin y eniden
üretilmemiş olması bu tür ürünler için bir açmazdır. Çünkü gerçeklik saf, yalın v e çıpl a k bir biçimde müziğe, şiire, romana ya da herhangi bir görsel yaratıma monte edilmiştir. Düşünsel bir süzgeçten geçirilip, estetik bir boyutta yeniden yaratılmamıştır. Başarılması gereken sloganlaştırılan somutluğun müzik dili anlamında bir şarkı ya da türküde, şiir dili anlamında bir şiirde, tiyatro dili anlamında bir oyunda vb. gibi çarpıcı kılınmasıdır. Şimdi şu soru yanıt bekliyor; biz neye ve nasıl karşı çıkıyoruz? Slogancı sanat mıdır karşı çıkılan yoksa sanatta sloganın kullanılması mı ? Onayladığımız, kabullendiğimiz ve devrimci sanatımızda somutlam a y a çalıştığımız "sanatta sloganın kullanılabileceği" olgusudur. Karşı çıktığımız ise slogancı sanattır. Ç ü n kü "slogancı sanat"günlük propaganda işiniki bu politik mücadelenin başka alanlarının görevidir sanata (salt) yükler. Bu kabullenilir bir yaklaşım değildir. Örneğin; sokak tiyatrosu hep "slogancı" yargısıyla karşı karşıya kalmıştır. Ama özünde öyle değildir. B u bir yaklaşım ve ele alış sorunudur. Eğer soka k tiyatrosundan, herhangi bir zamanda ve yerde, belirli bir kitleye, "bir bildirinin uyaklı sunuluşu" algılanıyorsa, bu slogancılıktır. Ya da bir ozanı düşünelim, eline bağlamayı alıp "Yaşasın Amerikan emperyalizmine karşı sa vaşanlar " diyorsa b u slogancılıktır. Burada hiç kimse bir sanat dilinden söz edemez. "Hoşt Amerika, puşt Amerika" diyenlerde de "Taban uyanıyor taban, durduramaz onu baban" diyenlerde de aynı yaklaşım vardı. Ama ne kaldı onlar dan bugüne? Koskocaman bir boşluk... 1 2 Eylül öncesini karekterize eden anti-faşist mücadele ve devrimci yükselişin yoğunlaştığı günlerde, "kendilerince olması gerekeni " rahatl ıkla yaşama geçirebilen, bu "sanatsal" üretimlerin sahipleri baskı ve depolitizasyonun ay-
yuka çıktığı 12 Eylül sonrasında unutur görünmüşlerdir, o da ayrı bir tartışma konusu... Slogancı sanatın bu en önde giden "cengav erleri" nedense (?!) o döneme sünger çekmiş, sözde sanatı politikaya kurban etmeme adına "y eni" biçim arayışlarına yönelmişlerdir. Arabesk tavrın bilinçli politika olarak geliştirilmeye çalışıldığı bu dönem meyvelerini sadece müzikte değil, şiirde, edebiyatta, görsel sanatlarda da verdi. Birçoğu "sanatsal üretim yapıyorum" iddiasıyla ortay a çıkan ama biçimci, elitist, gizemci bu ürünler sanat tarihimize birer düzeysizlik örneği olarak geçtiler bile... Korkulan "Aman!! politika y aparız..."dı. Biraz önce yaşamda karşılığını bulan, herbiri sanatsal bir üretimin, yaratımın gereği olarak ortaya çıkan kısa v e çarpıcı, yine bir somutluğa denk düşen ifadeler olarak söz ettik imgelerden. Şiirler v e şarkı sözleri işte böylesi anlamların yüklendiği imgeler bütünü olma özelliği taşır. Sanat diliyle bütünleşen bu şiir v e şarkı sözleri yeri geldiğinde güzel bir müzik parçasında kalıcı bir yapıt olma niteliğine kavuşabilir. Sanatta slogan ya da olumsuzladığımız slogancı sanata bir örnek oluşturması anlamında; içeri ile hiçbir somutluğa denk düşmey en, tepeden inme "subjektif" soyutlamalarla
bezenmiş, yaratıcısının niteliğiyle de hiç mi hiç çakışmayan bazı ürünler verilebilir. Örneğin, yaşamı birçok ahlaksal düşkünlük içeren, lümpen tavırları kanıksamış ve kabullendirmeye çalışan, örgütsüz bir sanatçının "Başkaldırıyorum" demesi abestir. Bu nitelikte bir sanatçının ancak ve ancak "kurusıkılığından" söz edilebilir. Çünkü, "bu hangi somutluğun (hem ürün hem de yaratıcısı açısından) soyutlamasıdır?" sorusu yanıtsızdır. Sanatta slogancılığa düştüğü, slogancı sanat yaptığı suçlamalarıyla en çok karşılaşan sanatçılarsa devrimci sanatçılardır. Yaşamın her alanında süren karşı olma, savaşarak, dövüşerek hakkını alma bilincini, uğrunda savaşılan geleceğin yaşanılası, ölünesi bir gelecek olduğunu, güzelliğini ve ancak kendi ellerinde somutlanabileceği gerçekliğini sanatında ortaya koyan sanatçılar, aynı zamanda dünyanın değiştirilmesine fiilen katkıda da bulunmaktadırlar. Böylesi bir somutluğu, kendi gerçekliği olarak da sanatında soyutlamak kadar doğal bir yan olamaz. Kavga somutluğunu kendi düny asıy la da bütünleştirebilmiş, seçeneğini netleştirebilmiş bir sanatçı için ürününde"Kavgayı Seçtim" soyutlamasını yapması doğaldır. Olay ları tarihsel-materyalist
bakış açısıyla, sınıfsallığı gözardı etmeyen geleceğin haklı olan emekçi yığınların ellerinde olduğunu görebilen bir sanatçı için "Haklıyız Kazanacağız" soyutlamasını yapması doğaldır. Geniş kitlelerce sahiplenilmiş, estetik anlamda yeniden yaratılmış olması, müzik dili anlamında çarpıcı kılınması başarılmıştır. Aynı durum Venceremos (Zafer bizimdir) marşı ve yine Şili'li grup İnti lllimani'nin "El pueblo unido camas sera vencido" (Halkın örgütlü gücü yenilmez) adlı parçası için de geçerlidir. Hiçbiri saman alevi gibi yanıp sönmemiş, somutluklara denk düşerek kalıcılaşmalardır. "Slogancılık" suçlaması, eğer salt "mesaj v erme" kaygısıyla hareket ediliyor ve sanat dili gözardı edilip düzeysiz, sıradan, yavan üretimler yapılıy orsa yerindedir... Ama öy le değilse HAYIR... "Sanat yeri geldiğinde parka da giy er, postal da Y eri geldiğinde en cüretli sloganlar da atar. Bunu, atılacak slogandan başka herşeyin yetersiz kaldığı yerde y apar Ama, öy le kuru sıkı değil, sosyalist gerçekçilik adına en güzel estetiği de yakalar. Bu estetik ve sanatsal emek, onun etkisini daha da vurucu kılar..." (1) (1) "Dünden İleri Yarından Geri" İ. Karaca, Tavır Sayı 13 Syf. 10
TA V I R
5
GÖZLERiMDE Gözlerimde dalgalar denizlere sığmıy or Biliy orum ay ı da kovarlar geceden Sabahı kuşatırlar güne kan katarlar Ama bilirim umut eksilmez yüreğimden
Gözlerimde eritirim ihanetin pasını Varırlar bahçeme ayak basarlar Sürüme kurt dalaşır aş ıma soysuz Ama bilirim bizdedir sevginin en hası
Gözlerimde eritirim ihanetin pasını Her adımda bir gülüş gider-gelir y anıma Ulu çınarlar devrilir gül dikilir yarına Ama bilirim seviye ölüm vermeden yürünmez... Kenan Sencer
6 T AV I R
arı sıcak bir gün ortasında adımlarım beni yoksul baraka evlerinin bulunduğu Balkayası'na doğru götürüyor. Omuzumda f otoğraf makinası, elimde not def terim yürüy orum on binlerin terli ayak izlerine basa basa... O, caddeleri, mey danları, sokakları inleten haykırışlarını düşünüyorum maden emekçilerinin ve kadınlarının ve çocuklarının pankart pankart dalgalanışını yollarda... Sonra, ağır aksak, tık nefes adımlarla yaklaşıp "Zonguldak Zonguldak olalı böyle günler görmedi. Günlerdir bütün Zonguldak ayaktay ız. Y olları sokakları aşa aşa, basa basa inatçı ay aklarımızın altında ezilen kömür toprağa, öyle varacağız Ankara'ya ve kazanacağız." diyen yaşlı bir madenci emeklisinin sözlerini duyar gibiyim... Hemen ardından aynı y aşlı adamın y enik dönen adımlarla bir trajedi kahramanı olup ağlay a ağlay a geçip gitmesini hatırlıyorum. Bugün hala devam ediyor bu trajedi... Madenci emeklisi, tık nef es adımlarını, Balkayası'nın romatizmal ağrılarıyla buluşturup çalışıyor hala aynı yolları adımlaya, adımlaya.. Onları görebilmek için önce hızla akıp giden kömür bandını takip etmek gerekiyor. Bant döne dolaşa uzayıp gidiyor tepeye doğru. Adımlarımı bantın süreğen akışına katıp yürüyorum, kömür atıklarının döküldüğü tepey e doğru... Bant devasa bir kulede bitiyor. Bantın üzerinden suyla karışık gelen kömür atıkları tıpkı bir şelale gibi, büyük bir şarıltıy la akıyor aşağıya doğru... Kulenin altına y aklaşıp şelale gibi akan kömür atıkların fotoğraf lıyorum. Derken objektif imdeki görüntü, yani şe-
DEĞİŞECEK YAZGILAR SADUN CAN -Sağol yavrum, buyur otur. Fatma tey zenin buyur, otur dediği sofrasında domates ekmek v e peynir vardı. Y anına oturduğumda bu zay ıf haliyle bu işi nasıl yapıyor inanamadım. Y abancılığı attıktan, zararsız olduğumu anladıktan sonra açıldı. -Fatma teyze kaç senedir buradasın? lale gibi akan kömür atıklarının -İki senedir Balkayası bizim oluşturduğu perde birden açılıyor. ekmek teknemiz. Geçim şartları Bant duruyor... İnsanlar karınca sürüleri gibi... Balçık içindeler. zorladı beni bu işe. -Y aşın epey var. Nasıl çalıSırılsıklam, ter içinde ve nefes şabiliyorsun? Hasta olmuyor nef ese, kürek ve çapa sallamaktalar. Bantın gürültülü musun? akışı durduğunda ortalığı çığlık -Y az kış çalışırım burada. 60 çığlığa insan sesleri kaplıy or; y aşınday ım. Kocam TTK'dan konuşmalar, bağrışmalar, emekli. Çalışmıy or. Nefes darlığı gülüşmeler birbirine karışıy or. var. Aldığı maaş 800 bin. Zam Birkaç kare fotoğraf çekip y aptık diyorlar. 1 milyonla geçinilir aşağıy a, onların arasına gidimi? Evde çoluk çocuk onlara yorum. Kömür atığından oluşmuş bey im bakıy or. yumuşak tepeciklere bata çıka, -Peki buradan taşlardan arada bir kay a kaya varıy orum ay ıkladığınız kömürleri kaça onlara... satabiliy orsunuz? Ay da kaç ton Bazıları hemen oracıkta, kukömür yapabiliyorsunuz? rumuş kömür balçıklarının üze-Kömürün tonuna 350-400 rinde sofra kurup yanlarında binden müşteri bulabiliyoruz. getirdikleri yiyecekleri yiyorlar. Ay da 1-1,5 ton topluyorum. Ne Kömür atıklarından oluşmuş diy eyim oğul, beni altmışından kömür tepeciklerinin üzerinde sonra buralarda çalıştıranlara bağdaş kurmuş oturan y aşlı bir lanet olsun. Biz burada 150'y e kadın, yönünü kömür balçıklarını yakın insan aha şu gördüğün işi dalgalarıyla kucaklay ıp götüren yapmak zorunday ız. Geçim Karadeniz'e çevirmiş, birşey ler şartları zor. atıştırıy or .Ona doğru Fotoğrafını çekmek istediğimi y aklaşıy orum. söylediğimde üzerine başına aldırmadan alabildiğince güze l FATMA TEYZE poz vermeye çalıştı. Yü-Af iyet olsun tey zeciğim. TAVIR
7
zündeki y ılların y orgunluğunu hemencecik sildi. Şirin, sempatik bir nine oluvermişti. Teşekkür edip yanından ay rıldım. Kömür diyarı Zonguldak'ta hiçkimse kömür karasına bulaşmadan yaşayamaz. Babadan oğula. . 7'den 77'ye herkes bu zahmetli, can bedeli topraktan alır gıdasını... Alırda yaşayamaz bir ömür boy u. Kömür öldürür erkenden. Ciğerleri tozlanır, yaşlanır daha otuzuna gelmeden Mehmetler, Ahmetler, Bayramlar. İşte genç bir toplayıcı. Alnında biriken kömür balçığıy la karışık terini silerek yaslanıy or elindeki küreğin sapına. BAYRAM -Merhaba, ben gazeteciy im, konuşabilir miyiz? -Y ok, olmaz dediğinde, genç oluşunun avantajıy la Bayram'ı ikiüç soruda yumuşattım. Y inede yabancılık çektiği belliy di. Bay ram Kayseri'de İlahiyat Fakültesi öğrencisi. Y az tatilinde annesi, kardeşleri kömür topluyorlar Balkayası'nda. "Neden Bay ram?" dedim. -Geçim sıkıntısı bizi çalışmaya zorluyor. Annem yazkış burada. Yazın ona yardım ediy orum. -Peki Bayram, bu insanların bu zor şartlarda çalışması ile kaderi nasıl bağdaştırabiliy orsun?diy e sordum. -Herşey Allah'tan. Kadere inanıy orum. Zaten şart olmuş. Daha sonra sohbeti genişletiyoruz. Kayseri'de okul yaşamını anlatıy or. Öğretmen veya müftü olmak var idealinde. -Peki Bayram kader dedin de 80 grev ini hatırlarsın. İşçiler haklarını vermey enlerin üzerine yürüdüler.Her gün yasaları çiğnediler. Buna ne diy orsun? -Haklı olduğun yerde mücadele edeceksin. O günleri unutmak mümkün değil, işçiler haklıydı. Bugün de haklılar. TRT'de belediye işçileri grev ini izliy orsun, onlar da haklı.
8
TA V I R
Biz ailece burada çalışıyoruz. Babam yok. Sorumluluk zor. Burada çalışıp geçinmek zorunday ız. Bay ram bu sohbetimizin yayınlanmayacağı sanısıyla annesinin çağrısı üzerine küfeyi yüklemek için tepeye tırmanmay a başladı. Emekli olduğunda bile kopamaz kömür kapısından. Balkayası'nda kömür atıkları toplar y az kış demeden buralara koşar yoksullar. Madenden arıtılarak gelen kömür atıklarını toplarlar Aracıy a, tefeciye, mafyacıy a satarlar. Son derece sabırla ama kahırla çalışırlar. Tıpkı Amerika'daki altın aray ıcılarını andırırlar. Karınca sürüleri gibi, toz toprak, y ağmur çamur demeden çalışırlar. Kömür atıklarını getiren bant ağzında... Kuleden suyla karışık dökülen taş, toprak ve kömür tanelerine korkusuzca atılırlar. Kimi zaman üzerlerine inen balçıklı suya bile aldırmazlar.Korunmak için binbir kat naylonlara sarınırlar. Ama yine de sırılsıklamdır bedenleri... ter, balçık ve su... Balçık ve suyla karışık gelen kömür atıklarının ilkel ama verimli balçıklardan geçirilip eleklerde nasıl arıtıldığını görüyorum. Ve şaşırıy orum bu hummalı ve itinalı çalışma ortamına. İlkel elek sisteminin başında kömür eley en genç bir adama doğru yaklaşıp selam veriy orum. Sonra derin bir sohbete dalıy oruz. RESUL 18 y aşında. Ordu'dan gelmişler 80'den beri Balkayası'nda kömür topluyor. O da işsizlikten, yaşam zorluklarından yakınıy or. 18 y aşında emekle yoğrulmuş bir vücut. Resul gece 3'te kalkmak zorunda. Kozlu, Kılıç mahallede oturuyor. Oturduğu yer ile Balkayası 1,5 saatlik yol. Resul bu yolu her gece yürümek zorunda. Resul çalışanları göstererek;
-Bak şu ihtiyara. Saatlerdir bıkmadan, yorulmadan çalışıy or. -Hiç tatil yapmayı düşündün mü? Resul basıyor kahkahay ı. Çok komiksin der gibi yüzüme bakıy or. Daha sonra Ankara'ya iş bulmak amacıyla gidip orada 15 saat karşılığı 40 bin lira ücretle çalıştığını söylüyor. Bu paranın yol masraf ı olduğunu belirtip hemen Zonguldak'a dönmüş. -Resul, kömürden ne kadar kazanıy orsunuz? -Biz 4 kişi çalışıyoruz. Ayda 5 ton kadar toplayabiliyoruz. Eskiden buradan 400-500 kişi ekmek yerdi. Şimdi 70-80 kişi kaldı. 10 senedir burada çalışıy orum. Tasarrufum hiç yok. Ancak y etiyor işte. Geçinip gidiy oruz -Peki Kozlu'daki katliam hakkında ne düşünüyorsun? Biliy orsun işçilerin cesetleri yeni çıkarılıy or. Çoğu boğularak ölmüş diyorlar. -Bu konuda bir şey diy emem, dey ip susup kalıy or Resul. -Hükümeti nasıl değerlendiriy orsun? -İşe almak için söz v ermişlerdi. Aradan 6 ay geçti ses yok. Aracılar çok para istiyorlar. Biz o kadar paray ı nereden bulalım. Resul'un fotoğrafını çektikten sonra y eniden görüşmek üzere yoksul insanların geçim kapısı olan Balkayası'ndan anayola çıkmak üzere ayrıldım. Yürürken Grup Y orum'un madencileri anlatan bir ezgisini mırıldanıy orum. "...Birgün gelir ocaklardanKazma kürek ellerinde y ürüyünce y eryüzüne değişecek y azgıları. " Değişecek!.. O gün geldiğinde Zonguldak toprağının derinliklerinden gelenler y eni bir hay atın önlenemez coşkusuyla yürüyecekler y eryüzüne.
MEHMET YAŞ AR n y ıllardır ilgiy le okunan v e devrim süreçlerinde kitlelerin bilinçlendirilmesinde etkisi olan romanların y azarı Gorki hakkında birçoğumuzun kaf asında mutlaka bazı y argılar oluşmuştur. Çoğumuzun dev rimci duy arlılığının gelişmesinde O'nun romanlarının pay ı v ardır. Özellikle "Ana" (1906) romanı Rusy a sınırlarını aşarak düny a emekçilerinin bir el kitabı haline gelmiştir. (1)
Düny a çapında böy lesi büy ük etkiler y aratmış romanların y azarı hakkında şimdiye dek birçok şey y azıldı. Gerici
y azarlar O'nu anti-marksist bir y apıda göstermey e çalıştılar. Y akın tarihte y aşananlar görmezlikten gelinerek açık açık sayf alar dolusu y alan y azıldı. 1945'te Kanada'daki Sovyet Büy ükelçiliğinde çalışırken Kanada hükümetine teslim olan Igor Gouzenko gibi hainler y azdıkları "romanlarda", Gorki'nin çok y umuşak kalpli olduğu için Sovyet "diktatörlüğünü" hiç bir zaman desteklemediğini bu yüzden Stalin'in kendisini öldürme girişimlerinde dahi bulunduğunu söy lüy orlardı. Bu hainin kitabını Türkçey e çev iren f aşist Agasi Şen ise kendisinin de Gorki hakkında ne kadar "f ikir" sahibi olduğunu "kanıtlamak" için boy unu aşan sözler söy lemekten geri durmamış. Şöyle
diy or Agasi Şen: "Eğer birgün tarihçiler 1917 Sovyet ihtilalini hazırlay anlar arasında en çok kimin rolü olmuştur diye bir araştırma y aparlarsa mutlaka Maksim Gorki'yi bulacaklardır. Lenin gibi kimseler bu saf Dev 'in dehası v e çocuksu kalbiy le ektiklerini biçmişlerdir. Fakat Maksim Gorki'nin son y ılları, ne umup ne bulduğu konusunda ibretle okunmalıdır." "Genç v e masum beyinler y urdumuzun geriliği öne sürülerek zehirleniy or" diy ebilecek bir kaf a y apısına sahip olan Agasi Şen'in y alanlarını y anıtlama gereği duy muyoruz elbetteki. Bizim asıl amacımız, Gorki'y i eksikleriy le, yanlışları v e doğrularıy la y ani her y önüy le ele almaktır. Bugüne
T AV I R
9
Gorki, Capri'de BogdanovMalinovski'yle satranç oynayan Lenin'i izliyor.
kadar yay ımlanan kaynakların çoğunda Gorki'nin ne kadar yumuşak kalpli olduğu, ne kadar güzel romanlar yazdığı (ki bazen sosy alist-gerçekçi y önünden de soyutlanarak), Lenin'in kendisini ne kadar sev diği gibi konuların ötesine geçmey en bilgiler yeraldı. Oysa bütün bunlar obektif olarak Gorki'nin içinin boşaltılması anlamına geliyor ve sosyalist-gerçekçiliğin önemli bir temsil-cisi olma özelliğini çoğu za-man gölgeliyordu. Bu noktada Gorki'nin olumlu-olumsuz, her yönüyle ele alınması, y eni kuşaklara tanıtılması gerekiyor. Gorki 1868'de, ölümünden sonra kendi ismini alan NijniNovgorod'da doğar. Asıl adı Aleksey Maksimoviç Peşkov'dur Daha çok küçükken öksüz kalır v e y edi yaşında verildiği sanat okulundan f a-kirliği yüzünden çıkarılır. Uzun y ıllar dedesi ve ninesinin ya-nında kalır ve bu sürede bir-çok işte çalışır. Çok ağır çalış-ma koşullarında bile okumay ı sürdürür. 1884'te üniv ersiteye
10
T AV I
R
girmek için Kazan şehrine gider f akat üniv ersiteye giremez. Bu dönemde de yine her türlü işte çalışarak hayatın bütün zorluklarıy la karşı karşıya gelir. (Gorki adı da buradan gelmektedir.) Hayatının bu bölümünü y ıllar sonra yazdığı "Çocukluğum" (1913), "Ekmeğimi Kazanırken" (1916) ve "Benim Üniv ersitelerim" (1923) adlı kitaplarında anla-tır. Gorki, 1888'de Kazan'da bir Narodnik'le tanışarak dev-rimci düşüncelere sempati du-yar ve köylülerin içinde çalış-maya başlar. 1889'da Nijni-Nov gorod'da dev rimci çalışmalarından dolayı ilk kez tutuklanır. 1891'den sonra Don Kazaklarının yaşadığı yerlerden Ukrayna'ya, Kırım kıyılarından Kuban'a kadar yürüye-rek Rusya'nın dört bir yanını dolaşır. 1892'de Tif lis'e gelir v e burada y ay ımlanmakta olan "Kafkas" adlı bir gazete-de ilk öyküsü olan "Makar Çudra" yayımlanır. Bu hikaye, Gorki'nin edebiyat çalışmaları-
na başlamasını if ade eder. Gorki ismi ilk kez bu öyküde kullanılır. Gorki, 20. yüzy ılda, toplum-cu gerçekçiliğin oluşturulması sürecinde en çok Tolstoy'la ilişkide olmuştur. Tolstoy, gerçekçiliğin y ozlaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde, kendisinden sonraki gerçekçi edebiyatın yani toplumcu gerçekçiliğin kuruluşu-nu etkileyen ancak eleştirel gerçekçiliği aşamamış bir edebiyatçıdır. O'nun kahramanları çoğunlukla romanlarının sonunda tek başlarına kalır, kapitalizmden kurtuluş anlatılsa da, bu kurtuluşun sonuç olarak nerey e vardığı sorusu yanıtsız kalır. Lenin'in dediği gibi, "bir yanda kapita-list sömürünün acımasızca eleştirisi, hükümet rezaletleri-nin, gülünç haldeki mahkeme v e devlet y önetiminin sergile-nişi, servet artışı ve uy garlığın gelişmesi ile emekçi kitleler arasında y oksulluk, düşme ve sefaletin artması arasındaki derin çelişkilerin açığa konu-şu. Öte yanda, boyun eğmeyi, kötülüğe karşı şiddetle karşı koymamay ı vaazeden çatlak bir ses. Bir y anda en aklıbaşında gerçekçilik,... Öte yanda dinin v aazedilişi." (2) Gorki, Tolstoy'un eleştirel gerçekçiliğinin yetmeyeceğinin f arkındadır Toplumsal olayları kavrama açısından Tolstoy'un dehasından yararlanan Gorki, Dostoyevski'nin y anlış ideolojisine tav ır almıştır. Bilgi ve dil zenginliği bakımından ise "Rus y aşantısını çok y akından görmüş, yansıtmış ama edebiyatımızda hakettiği yeri alamamış bir sa-natçıdır" dediği Nikolay Seme-noviç Leskov (1831-1895)'dan döneminin en büy ük eleştirel gerçekçi yazarlarından olması anlamında da A.P. Çehov'dan (1860-1904) etkilenmiştir. Gorki'nin yaşadığı, eserleri-nin elden ele dolaştığı ve ünü-nün tüm dünyaya yay ıldığı y ıl-larda Rus edebiyatının en bü-y ük isimlerinden Tolstoy ve
Çehov da yaşamaktadır. Ayrı-ca Turgenyev, Dostoyevski gi-bi isimlerin etkisi de normal olarak Gorki'yi gölgeleyebile-cek durumdadır Fakat O, kısa sürede bu y azarların arasın-dan sıy rılarak kendini edebi-yat düny asına kabul ettirebil-miştir. Bunun nedeni Gorki'nin kapitalizmin hakim olduğu bir süreçte emperyalist kapitalizmin çöküşünü de görebilmesi, sosy alizmin savunucusu, işçi sınıf ının edebiyat alanındaki temsilcisi olmasıdır. Gorki, 1902'de Petersburg'da Bilim Ve Sanat Akademisi üyeliğine seçilir. Fakat daha sonra Çarlık taraf ından üy eliği geri alınır. Geniş protestolara yolaçan bu durum Korolenko ve Çehov'un da Akademi'den istifasını sağlar v e bu y azarlarla ilişkisi daha da gelişir. 1905 Devrimi'ne önemli katkıları olan Gorki, devrimin başarısızlığa uğraması sonu-cu 1906'da tutuklanır. Birçok ülkeden aydın ve yazar çevrelerinin protestoları sonucu bir y ıl sonra serbest bırakılır v e aynı y ıl İtalya'nın Kapri adası-na giderek orada 1913'e ka-dar kalır. 1905 Devrimi'nin yenilgisinden sonra Rusya'daki birçok ay dın devrime sırt çevirmiş, yoğun bir yozlaşma başgöstermiştir. Fakat Gorki, y enilgi-nin nedenlerinin farkındadır ve bunun geçici bir süreç olduğu-nu bilmektedir. Bu y üzden Rus entelektüelliğinin tarihin-de en utanç v erici devre dedi-ği dönemde karamsarlığa kapılmadan ,gelişen güçleri biraray a toplamaya ve burjuv azi-nin ideolojik propagandasına karşı durmaya çalışır. Örneğin "Ana" bu dönemde yazılmıştır. Gorki'nin RSDİP'in 1907'de Londra'da yapılan 5. Kongre-si'ne delege olarak katılması Bolşevik'lerle daha da y akınlaşmasına yolaçmıştır. Menşevikler sadece konuk olarak katılmasını isteyerek bu kong-reye delege olarak katılması-na karşı çıkmışlar fakat Bolşe-
Dev rimci işçi hümanizması açık, dürüst v e samimidir. Başkalarına sevgi besleme ve yararlı olma hakkında cafcaflı v e şeker akan laf lar etmez. Bu hümanizmanın güttüğü hedef, bütün dünyadaki halkı kapitalistlerin kanlı, iğrenç v e anlamsız boyunduruğundan kurtarmak, kendilerine alınıp satılan bir mal, burjuvalar için altın ve lüks yaratmakta kullanılan bir hammadde gözü ile bakmamalarını insanlara öğretmektir. Kapitalizm düny anın ırzına geçer, tıpkı çocuk doğurtamadığı sıhhatli v e genç kadna ihtiyarlığın bütün hastalıklarını aşılamak için tecav üz eden sarsak ihtiyar gibi. İşçi hümanizmasının görevi şiir dolu ilanı aşklarda bulunmay ı gerektirmez. İster ki, her işçi tarihi ödevinin ne olduğunu, iktidarı almak hakkına sahip bulunduğunu, kapitalistlerin eninde sonunda başına örecekle-ri çorap (yeni bir savaş) arifesinde lüzumlu olan dev rimci eyleminin ne olduğunu anlasın. İşçi hümanizması burjuvaziy e kapitalistlerin ve uşaklarının asalaklara, faşistlere, işçilerin cellatlarına, işçilerin dav asına ihanet eden hainlere karşı sönmez bir kin v e nef ret beslenmesini, yüzmilyonlarca insanı ızdırap çekmeye zorlayanlara karşı derin bir kin ve nef ret beslenmesini ister. Maksim Gorki
vik'lerin v e diğer delegelerin day atmalarına boy un eğmişlerdir. Bu kongrede Gorki, Lenin'i ve Bolşevik delegeleri daha yakından tanıma olana - ı bulmuş, Plehanov partinin ku rucularından olmasına karşın O'nu benimsememiştir.(3) Menşevik'lerle ise arasına ka-lın bir çizgi çekmiştir. Gorki her ne kadar iyi niyetle Rusya'daki devrimci dinamikleri biraraya toparlama çabası içine girmişse de bunu başaramamıştır. 1907'den sonra Gorki Kapri'de kaldığı süre içinde Bogdanov, Baza-rov vetunaçarski v b.'nin geliş-tirdiği "tanrı y aratma" adlı marksizmden sapma bir akıma yakınlaşır. Fakat Bolşevik'lere de tam anlamıyla sırtını döne-mediğinden sürekli Lenin'le Bogdanov'u uzlaştırma çabala-rı içerisine girer.Bogdanov ve Bazarov da Kapri'deyken Gorki ısrarla Lenin'i de Kapri'ye davet eder. Fakat Lenin bu da-v eti reddederek şöy le der: "Benim gelmem yararsız ve üstelik zararlı olurdu. Çünkü
bilimsel sosyalizmin dinle birleşmesini vaazeden kimseler-le konuşmam ve konuşmaya-cağım da. Din kitaplarının dev-ri artık geçti. Gereksiz yere si-nirleri yormak akılsızlık olur." (4)
Lenin, Gorki'nin ısrarları sonucu May ıs ay ında Kapri'ye gider. Bogdanov'larla çok faz-la tartışmaya girmeyen Lenin orada birkaç gün kalır. Balık tutmanın, satranç oynamanın dışında pek bir şey yapılmaz. Ve herhangi bir görüş birliği de sağlanamaz. Bu dönemde Lenin, Gorki'nin marksizmden sapma bir akımdan etkilenmesine üzülür fakat O'nu en ağır biçimde eleştirmekten de geri durmaz. 1908 Mart'ında yazdığı mek-tupta da şunları dile getirir: "Ne gibi bir uzlaşma olabilir ki onlarla aramızda, sev gili A.M.? Bunu düşünmek bile gülünç. Mutlak bir çatışma ka-çınılmaz hale gelmiştir. Ve bu durumda parti üyelerine dü-şen de, f ikir ay rılıklarını gizle-
T AV I R
11
meye çalışmak ya da mesele-yi erteleyip unutturmaya çalış-mak değil, pratik parti çalış-malarının zarar görmemesini sağlamaktır. (...) Bunu nasıl başarmalı. 'Nötr' tarafsız kalarak mı? Ha-yır, böyle bir meselede taraf-sızlık sözkonusu olamaz, olmay acaktır da."(5) Lenin'in de etkisiyle Gorki, süreç içinde marksist bilince ulaşmaya, sosyalist gerçekçi-liği geliştiren en güzel eserle-rini vermeye başlar. Matvey-ko Şemyalin (1910-1911) adlı romanı ve "Çocukluğum", "Ekmeğimi Kazanırken" "Be-nim Üniv ersitelerim" adlı otobiy ografik üçlemesi bu döne-min ürünleridir. Gorki'nin sa-natsal yaratıcılığındaki bu atı-lım, politik mücadele ile bütünleşmenin sanatçının ya-ratıcılığını körelteceğini savu-nan burjuva yazarlanna da iyi bir cevaptır. Gorki, Lenin'in bir devrimin şartlarının neler olması gerektiği konusunda söylediklerini desteklercesine, burjuva sınıf ının, küçük burjuvazinin devrimden önce, neden artık eskisi gibi yaşamak istemediklerini bir devrimi olanaklı kılan çözülmez çelişkilerin, ezen sınıf ların yaşamlarında nasıl somutlandığını göstermiştir eserlerinde. Fakat edebiyat
alanında gerçekleştirdiği bu büyük başarısına karşın Ekim Devrimi'ne karşı gelmiş, Bol-şevik'lerin "baskıcı" bir rejim kurduklarını ileri sürmüştür. Zaten Şubat Dev rimi'nden sonra Kerenski hükümetinde Güzel Sanatlar Bakanlığı yap-mıştır. Ekim Dev rimi'nden sonra Bolşevizm'i "kültür"ün bir tehdidi olarak gören "solcu radikal" aydınların kümelen-dikleri Novoya Jizn (Yeni Ha-yat) adlı gazetede yeni Sovyet iktidarını hedef alan yazılar yay ımlayarak bir süre antipropaganda faaliyeti y ürütmüştür. Sovyetik iktidarı tehdit eden hiçbir karşı devrimci f aaliy ete izin verilmemesini iste-yen Lenin, Gorki'yle olan tüm dostluk ilişkilerine rağmen ga-zetenin kapatılması yönünde kesin tavrını ortaya koymuş-tur. Bu süreçte Lenin'in Gorki hakkında söyledikleri, bize önemli ipuçları veriyor: "Novoy a Jizn tabii kapatılmalıdır. Tüm ülkeyi savunmasına se-ferber etmenin gerekli olduğu bugünün şartlarında her türlü entellektüei pesimizm zararlı-dır. Fakat Gorki bizdendir... İş-çi sınıf ıyla v e işçi hareketiyle sıkı sıkıy a bağlıdır, kendi de halkın 'mayasından' çıkmadır. Mutlaka bize geri dönecektir... 1908'de otsovistler dev rinde de böy le olmuştu. Onda bazı
Burjuvazi hiçbir zaman işçi sınıfına emekçi-ler in haysiyetlerine dokunan sadakalardan başka bir yardımda bulunmamıştır. Burjuva hümanizmas ı pratik olarak "İnsan severlik"te, yani soyulana sadaka vermekle ifadesini bul-muştur. Budalaca ve aldatıcı bir "emr" uydu-rulmuş ve uygulanmıştır: "Sol elinin yaptığın-dan sağ elinin haberi olmamalı". Hayatın efen-dileri, milyonlarca ve milyarlarca lira çaldıktan sonra okul, hastane, düşkünevler i yaptırmak için üç beş kuruş harcıyorlar. Burjuva edebi-yatı "düşmüş olan kimselere yardım etmeyi" vaaz eder, ama, bu düşmüş olan kimseler ihti-kar düşkünlerinin soydukları, yere serdikleri ve çamura batırdıkları kimselerdi. Maksim Gorki
12 T A V I R
böy le politik zikzaklar oluyor." (6) Gorki'nin Bolşevik'lerle ilişkilerinin bu dönemde çok olumsuz bir noktaya gelmiş olmasının nedeni özellikle küçük burjuva çevrelerle yakınlaşmasıdır. Burjuva entelektüelliğinin v e aydınlarının tarihi rolünü abartarak v e özellikle de köylülüğün rolünü küçüm-seyerek Rusya'nın durumunu y anlış tesbit etmiştir. Bolşevik'lerin aydınların tarihsel misyonlarını küçümsedikleri önyargısı Gorki'de çok öncelerden beri vardır. Daha 1908'de Lenin'in Gorki'ye y az-dığı mektupta bu konuya deği-niliy or v e şöyle deniliyor: "Ara-mızdaki fikir ay rılıkları üzerine ortaya koyduğunuz bir takım sorunların sırf bir yanlış anlaş-ma olduğunu sanıyorum. Çün-kü ben hiç bir zaman, budala sendikacıların yaptığı gibi, "ay-dınları kovalamayı" ya da aydınların işçi hareketi içinde ge-rekliliğini y adsımay ı aklımın ucundan bile geçirmedim. Bu sorunlar üzerinde aramızda hiçbir ayrılık olamaz; bundan eminim..."(7) Lenin, 1908'de böyle söylemesine karşın y anılmıştır. Çünkü Gorki'nin bu önyargısı çok uzun y ıllar sürmüş, dev-rimden sonra da bu öny argı kendisini Bolşevik iktidardan çok uzaklara sav urmuştur. Ayrılık öylesine derinleşmiştir ki Lenin 1919'da Gorki'y e çok ağır eleştiriler getirerek şunları söylemiştir:"... Kapri'de, daha sonra da sık sık söy ledim: En kötü burjuv a aydın unsurların çevrenizi sarmasına izin v eri-yorsunuz. Bir iki haftalık bir "korkunç" tutuklanma için y üzlerle aydının yaygarısına kulak verip dinliyorsunuz, ama, De-nikin, Kolçak, Lianozov, Rod-zianko, Krasnaya, Gorka (ve öbür Kadet) isyancıların tehdit ettiği milyonlarca işçi ve köy-lünn sesini, bu sesi hiç dinle-miyor, kulaklarınızı tıkıyorsu-nuz. Anlıy orum, çok iyi anlıy o-rum, bu gidişle insan şunları da y azar: "Kızıllar da bey azlar
kadar halk düşmanıdır. (Kapitalistlerle toprak sahiplerini devirmek için savaşan da kapitalistlerle toprak sahipleri kadar halkın düşmanıdırlar) Bununla kalmay ıp, merhamet dolu tan-rıyla Çar Babamıza inanca kadar vardırabilirler işi.Çok iyi anlı-yorum bunu. Bu burjuva ay dın çevresinden kendinizi söküp almazsa-nız mahv olursunuz Bunu bi-ran önce yapmanızı bütün kal-bimle dilerim" (8) Lenin, özellikle burjuva aydınların y aşadıkları Petograd'dan biran önce ayrılması-nı, fabrikalardaki, köy lerdeki değişiklikleri gözlemlemesini önermiştir Gorki'ye. Fakat o bunu reddeder. 1930'da son eklini verdiği "Lenin Eskizi"nde Gorki yaşa-dığı bütün bu sürecin özeleşti-risi say ılabilecek ay rıntılı değerlendirmeler yapıy or. Bu değerlendirmeler Lenin'in yoğun çabaları sonucu Gorki'nin Bolşevik'lerin saf ına yakınlaşma-sını gözler önüne seriy or. İn-sanın yüreğine su serpercesi-ne şöyle diy or Gorki: "Komü-nistlerin, ay dınların Rus devrimindeki rolü ile ilgili gö-rüşlerini pay laşmıy ordum, çünkü dev rimi hazırlay an ay -dınlardı v e bunlara yüzlerce iş-çiy i eğitmiş olan Bolşev ik'ler de dahildi. Rus entellektüelliği, gerek bilimsel yönden gerek-se işçi entellektüelliği Rus tari-hinin o ağır arabasına koşulu y egane attı v e daha uzun müddet öyle kalacaktır. Geçirdiği tüm sarsıntılara ve hey ecanlara rağmen halk yığınlarının hiçliği dışarıdan yönetilmeye muhtaç bir güç ola-rak kalacaktır. 13 y ıl önce işte böyle düşünüy ordum v e yanılıyordum... Okuyucular bu hatamı rahat-lıkla öğrenebilirler. Eğer bu gözlemlerimden hemen so-nuçlar çıkarmaya kalkan me-raklılara bir ders olabilirse çok iyi. Spesialistlerin bir kısmı bir müddet sonra zararlı ve çirkin girişimlerde bulununca bilim
adamları hakkındaki fikrimi değiştirmek zorunda kaldım. Görüşlerini değiştirmek bir insan için pek kolay olmuyor, hele y aşlılıkta."(9) 1919'un sonlarında Gorki, Sovyet hükümetiyle içice kültürel alanlarda aktif bir biçimde çalışmaya başlar.Leningrad'da etraf ına bir çok ay dın ve bilim adamını da toplay an Gorki, dev rimi izle-yen y ıllarda yazarların daya-nışmasını sağlamak için "Miro-vaya Literatura" (Dünya Ede-biyatı) adlı kültür kurumunu oluşturur. O süreçte özellikle aydın ve bilimadamlarının dev-rime katılması yönünde büyük zorluklar çekilmektedir. Aydınların çoğu dev rime sırt çevir-miş v e karşı dev rimci faaliyet yürütmeye başlamışlardır. Lenin bu konudaki sıkıntıları, kendisine karşı düzenlenen suikast girişiminden sonra, Gorki'ye şöyle dile getirir: "Aydınların bize gerekli olduğunu inkar mı ediyorum? Ama işte nasıl düşmanca bir tutum için-de olduklarını, şu anın gerektirdiklerini nasıl kötü anladıkla-rını siz de görüyorsunuz. Biz-siz güçsüz olduklarını, kitlelere ulaşamayacaklarını da göremiyorlar Eğer çok gürültü koparsa, bu onların suçu olacaktır."(10)
ratura gibi bir oluşuma gitme- Anton Çehov'la si, Lenin'in teklifiy le yazar re- Gorki -1900 daksiyon birliğinin edebiyat bölümüne alınması ve "Bilim Adamlarının v e Y azarların Durumunu Düzeltme Özel Komisyonu'nun başına geçmesi, aydınların Sovyet hükümetiyle birlikte çalışmalarını sağlama açısından çok büyük önem taşır.
Ay rıca Gorki bu süreçte Lenin'le daha yakından ilişki-lere girer. Moskov a'da kaldığı günler boy unca Lenin'e toplu-mun zaten day anıksız bir ke-simi olan kültürlü kişilerin yaşadıkları zorlukları, aydınların, bilim adamlarının bir lokma ekmeğe muhtaç olduklarını anlatır Lenin de kendisine ül-kenin çeşitli yerlerindeki ağa-lar v e zengin çiftlik sahipleri-nin zalimliklerini, işkencelerini anlatır v e şunları söyler: "Hele şu müdahaleleri ağaları, çiftlik sahiplerini, burjuv aların ayaklanmalarını bir bastıralım, ondan sonra bilim adamları-mızı, kültür yaratıcılarını, sa-natçıları v e yazarları dünyanın hiçbir y erinde olmadığı gibi gözeteceğiz. Dünyanın her yerinden bilimadamları her alanda araştırmalar yapmak, en iy i laboratuarları kurmak ve aktüel ve bilimsel konular-da Dev rimden sonraki bu hazırlay acakları eserleri için en olumsuz durum düşünüldü-ğünde iy i çalışma koşullarını bulmak için ülkemize gele-cekler." (11) Gorki'nin Mirovaya Lite-
T A V I R 13
GORKİ İÇİN YAZIT Burada yatıyor kenar mahallelerin elçisi, halka zulmedenleri ve onlarla savaşanları anlatan adam. Yol üniversitelerinde okumuş, yukarı tabaka, aşağı tabaka düzenini yok etmeye yardım eden aşağı tabakadan adam. Halktan öğrenen, öğretmeni halkın. B. BRECHT
Bütün bu konuşmalardan Gorki de Lenin de çok hoş-nut kalmışlardır. Lenin bu du-rumu şöyle ifade eder: "O bi-ze katılacaktır. Bundan hiç şüphem y ok." Lenin söylediklerinde yanılmamıştır. Gorki'nin çalışmalarını takdirle karşılar. O'nun hazırladığı bir edebiyat kataloğunu okuduğunda, böy lesi önemli çalışmaların okuy ucular için çok gerekli olduğunu söyler ve Gorki'nin bütn olanaklarla desteklen-mesi gerektiğini ifade eder. Gorki, bütün bu çalışmala-rını sürdürürken aniden has-talanır. Lenin'in ısrarları ve Parti'nin bu konuda aldığı ka-rar üzerine tedav i için 1921'de Avrupa'ya yollanır. (12) 1928'de yine Parti'nin çağrısına uy arak y urda dö-nen Gorki, koşulların zorlaşmış olmasına karşın Bolşevik iktidarı destekleyen yazarla-rın başında gelir 1934'te ise yeni kurulan Sovyet Yazarlar Birliği'nin başkanı seçilir. Ba-zı gerici-faşist yazarların iddi-alarının tersine y aşamının son y ıllarında Stalih'in en önemli destekley icilerinden-dir. 1936'da tedavi gördüğü bir sırada aniden ölür Ana (1906), Y ararsız Bir Adamın Yaşamı (1907), Klim Samgin'in Hayatı (1927),
14 T A V I R
Günlüğümden Notlar (1924) gibi nemli eserleri başta ol-mak üzere Gorki'nin roman, öykü, tiy atro oyunu, edebiy at tarihi ve eleştiri alanlarında toplam 1250 kadar eseri bulu-nuyor. Gorki, y ıllar boy u dev rim için, hem de bu konuda hiçbir şey yapmamış kadar müteva-zi bir biçimde çalışan fakat ya-şantısı politik zikzaklarla dolu bir yazardır. Bütün bu zikzaklı yaşamına rağmen yazdıkları tüm dünya emekçilerinin el ki-tabı haline gelmiş, milyonlarca insanın dev rimci düşünceler edinmesinde etkili olmuşsa, bu O'nun bizzat Parti f aaliyet-leri içinde yer almasından, tüm Rusya halklarının yaşantı-sını yakından tanımasıhdan, kendini sosyalizme adamasın-dan kaynaklanmaktadır. Eser-lerinin hepsi de devrim süreç-lerinde yaşanan somut olay-lardan yola çıkılarak yazılmıştır. Gorki, yaşadığı çağın sade-ce tanığı olmamış, aynı za-manda yeni bir dünya yarat-ma mücadelesinde eksikleriy-le de olsa yer almıştır. Gör-düklerini sadece eleştirmekle kalmamış, ay nı zamanda kur-tuluşun sosy alizmde olduğu bilinciyle hareket ederek sos-yalist gerçekçiliğin kurucusu ve en büy ük temsilcilerinden biri olmayı başarmıştır. Fakat herşeye rağmen Gorki, Bolşev izm'i, Lenin'i çok geç anlayan yazarlardan biri olmuştur. Nazım'ın şu dizeleri de bunu if ade ediy or aslında: Biliriz Lenin'i sevdiğini biliriz Biliriz bunu ihtiyar usta Bak bu hususta hemfikiriz Fakat sevmek anlamak demek değil Şuurun çok uzun bir köprüsü v ar duymakla anlamak arasında.." (13) Gorki, gerici yazarların ifa-
de ettiği gibi anti-marksist değildir. Zaman zaman Bolşevik'lerle sorunlar yaşay an ve sonradan Parti üyesi olan Marksist-Leninist bir yazardır. Gorki, eksikleriyle, y anlış ve doğrularıy la birlikte ele alın-ması gereken, "yanılabilen, fakat yanılgılarını düzeltebilen bir proleter yazardır." O ancak böyle ele alındığında olması gereken yere oturtulmuş ola-cak ve Parti'li sanatçılık açısın-dan ancak bu biçimde yolu-muzu ay dınlatacaktır. DİPNOTLAR (1) Sosyalist gerçekçiliğin en önemli yapı tları ndan biri olan "Ana" da Gorki, kapitalizm koşulları nda işçi sını fı nı n mücadelesinin içinden proleter devrimcilerin, "yeni insan"ın nasıl yetiştiğini anlatı r. Ülkemizde de Gorki, uzun bir süre "Ana" romanı yla anılmıştı r. "Ana" aslında, eleştirel gerçekçilik döneminden, sosyalist gerçekçiliğe geçişin en belirgin romanları ndandı r. (2) Sanat Ve Edebiyat syf. 244 (3) "Lenin Eskizi"nde Plehanov ve Lenin için şöyle yazı yor Gorki; "... Parti'nin kurucusu olarak bende derin bir saygı uyandı rdı fakat ona sempati duymazdı m. Onda çok fazla aristokrasi vardı... G.V. Plehanov ve V.Lenin gibi birbirinden bu denli fark-lı iki insana daha rastlamadım. Aslı nda bu da tabii. Biri eski dünyanı n yı kı lması olan görevini bitirirken diğeri yeni dünyayı kurmaya başlı yordu." (Gor ki Lenin'i Anlatı yor syf. 47) (4) Gorki Lenin'i Anlatı yor syf. 83 (5) 24 Mart 1908 de Cenevre'den Kapri'deki Gorki'ye Mektup'tan (Çağdaş Kültür Ansiklopedisi Cilt 2 syf. 930) (6) Gorki Lenin'i Anlatı yor syf. 109110 (7) Sanat Ve Edebiyat syf. 332 (8) Sanat Ve Edebiyat syf. 347 (9) Gorki Lenin'i Anlatı yor syf. 51 (10) Gorki Lenin'i Anlatı yor syf. 57 (11) Gorki Lenin'i Anlatı yor syf. 119 (12) Gorki bazı gerici yazarları n iddia ettiği gibi Parti tarafı ndan yurtdı şına sürülmemiş, tam tersine Parti'nin onay ve desteği ile tedavi için gönderilmiştir. Bu gerçeği yine Lenin'in mektupları çok açı k bir biçimde gösteriyor. (13) Sonuna Kadar Kavga syf. 86-87
TOHUM GİBİ DÜŞMEK TOPRAĞ A ölümlüy düler ve kör ve zalim asacak kadar güçsüzdüler ve korkak kimliğin dediler ben bütün halkı gösterdim senindir dediler bu inf az ayaklarımı ölüm değil ölümü çiğniyordu ayaklarım uçurum derinliğinde bir tabloy a y üzümle çizdim zulmün resmini y ıldızlara verdim gözlerimi de y eşil karanlığından topladım yaprakların sana acıy ı yakıştırdılar ve korkuyu emzirdiler kükresin dy e o büyük susuşun sev dim ölümü v e asi bir at gibi şahlandım alın dedim sesimi kuş kanatlar ı kirpiklerine takın kızların merhametli uzaklığına annemin kuşsuz bir yuv a gibi gömün
yitik bir oğulun figan yüreğidir şimdi o mezarımı bağrına kazan çığlık çığlığa bir susuştur o susuşu getir şimdi bana kuş kanatları gözlerimi yüreğine dağlayan o bakışı getir kıpkızıl batan bir güneş v e bir türküyle ört üzerimi böy le uy guladılar hükümlerini halkım bitti an ve ben tarih oldum sana bıraktım öpüşmeyi kısır bir ağacı aşılamanın meyvelerini sana bıraktım artık varsın bensiz ballansın incirler varsın bensiz y akışsın dallara ilkbahar
Asım Gönen
T A V I R 15
SIĞMAZSIN Kİ DÜ ŞLERİME
HAYATİ AZİM lleriniz kelepçeli. Az sonra penceresiz bir polis arabasıy la getirecekler sizi Belki g ünler sonra ilk kez öreceksin gökyüzü-nü. Saçlarının arasın-da gezinecek rüzgar. Lepiska saçlım, görebilecek miy im ay parçası y üzünü? Gözlerin gülümsüy or mu yine y eşilin koy usundan? Y oksa işkencenin acısı mı çöktü uçuk pembe dudaklarına? Bu sabah gazete ald ım y ine. Senden bir haber v ey a bir fotoğraf bulur muy um diy e. Ellerim titrey erek uzandı inan. Bebeğim, ne zaman seni düşünsem hep o ezgi dolaşıy or tüm hücrelerimde.. ıslık ıslık Senin ıslığın. "Sen kav gamın içinde bir insansın sevgilim/ Seni sev iyorum/Kav gamı, kav gamı sev iyorum..." Çık git diy orum hücrelerimde asılı kalmış ıslığına. Çık git. Islığını, dizelerini sıcaklığın ı kov mak hücrelerimden v e unut-mak seni. Söz geçiremiy orum hücrelerime, kapatamıy orum kapılarını. Biliy or musun nişanlandım da ben. Senin adını kazımışken geleceğime, ne kadar güç. Bir bilsen. Bir bilsen gözlerimdeki her damlanın sen olup kanadığını. Bir bilsen... Bi-zim için çalsaydı orkestra komparsitay ı. Senin gülümsemelerini alkışlasaydı konuklarımız. Az sonra getirecekler seni küçük pencereleri olan bir arabay la. Görebilecek miy im son bir kez? Öy le de çelimsizsin ki kay boluv erirsin bu polis kalabalığında. Me zarlıkta da kay boluv ermiştin. Anımsadın mı? 16 T A V I R
Bir arkadaşımızın cenazesindey iz. "Bize ölüm yok" diyen türkümüzle mezarlığa y ürüyoruz. Bize ölüm y ok. bize ölüm y ok... Analar da bizimle. Y üz kişi kadar v arız. Önlerde bir y erlerdeyiz. Mezarlıkların arasında siperlenmiş siviller dikiliy or karşımıza. Gözlerinde kin, ellerinde tabancalar. Ayaklarımızın dibinde patlıy or mermiler. Mezarlar ın arasına atıy oruz kendimizi. Silah sesleriyse susmak bilmiyor. Sürünüyoruz... sürünüy oruz... sürünüyoruz... Silah sesleri, çığlıklar v e sıy ırıp geçen kurşunlar Az sonra molotof patlamaları karışıy or bu seslere. Bir mezar üstündey im. Seni anımsıy orum birden. Y oksun. Ne zaman koptuk birbirimizden? Ölümün soğukluğu sarmış, terden ıslanan soluk soluğa bedenleri. Pıtıraklar y apışmış saçlarıma. Kurumuş otların v e dikenlerin ay ırımında değiliz hiçbirimiz. Sürünüy oruz... sürünüy oruz... sürünüy oruz... Ayrı ay rı soluklansak da hep bir canız ora da. Birbirimizin üstüne basarak ezip geçmiy oruz. Ne ölümün soğukluğu ne de susmak bilmey en silah sesleri y aptıramıy or böy le bir şeyi. Boy lu boy unca uzandığım mezarın üstünden sıy rılıp düşüy orum y an taraf a. İşte o an birinin üstüne düştüğümü duyumsuy o-rum. Y erdeki kanlar ilişiyor gözlerime. Tamam diy orum, v uruldum. Bir acının siny allerini bekliy orum bedenimin herhan-gi bir y erinden. O an sen uçuşuy orsun gözlerimin içinden. Güneş tam tepede. Y usy uvarlak değil, dağınık. Büy ük bir ışık yumağı. Saçlarının sarısı karışıy or güneşin ışıklarına. Pıtıraklı v e dağınık. Bir y anın dağ, bir
y anın tepe. Bocalıy orsun kısa bir an. Dağa mı, tepeye mi? Dağın doruğundan da silah seslen geliy or. Sen bilmiy orsun onların bizimkilerin ihtiram atışları olduğunu. Derey e y öneliy orsun. Orası uçurum. Düşeceksin diy e bağırıy orum. Çalılıkların, böğürtlenlerin ve kayaların arasından kanatlanıp iniy orsun. Derenin şırıltılarını duymadığını biliy orum. Silah sesleri örty or onu. Hangi yöne gideceğini kestiremedin daha. Sular aşağı akıy or. Sen yukarı koşuy orsun. İleride pusu v ar diy or biri. Bu kez aşağı doğru koşuy orsunuz. Uzağındasın artık mezarlığın. Silah sesleriy se hala kulaklarında. Soluklanamıy orsun. Y üreğini tutup iki büklüm çömeliy orsun bir ev in merdivenlerine Y üzün yok! Saçların örtmüş. Kot pantolonunu görebiliy orum sadece. O kadar uf ak tef eksin ki pantolonunun üstü ne bir demet saç bırakılmış sanki. Y ok bu değil, güneş üstüne konup saklamış seni/ Bir başkası geliy or yanına. Omuzlay ıp uzaklaştırmak istiy or seni oradan. Başını kaldırıy orsun. Y üzünü görüy orum o zaman. Göğsün de inip inip kalkıy or. Gülümsüy or gözleri-nin y eşili. İyiy im, sen git" di-yorsun. Y ürüy orsun sonra. Y ürüy orsun... yürüy orsun... yürüy orsun... Saçlarındaki pıtırakları koparıy orsun bir de. Bense mezarlığın y anınday ım hâlâ. Kurşun yarasından sızan bir sıcaklık arıy orum Annem çıkıp gelmiş o ara. Ağlıy or. Söy leniyor bir de. "Bütün düny ada sosy alizm çöktü, siz hâlâ ney in kav gasını Vapıy orsunuz? Y azık, günah değil mi size?" Annem y oklara karışırken birdenbire, sürünmeye başlıy o-rum yine. Pıtıraklar, kurumuş otlar, çalılar... İşte getirdiler seni. Ellerinde telsizleriy le oradan oray a koşuy or siviller. Arabanın çevresi sarılı. Y eşil giysiler, coplar, kasklar... Arabadan iniy orsun. Bir tutam sarı saç görünüp kay boluy or görev lilerin arasında Bebeğim çok işkence ettiler mi sana? Derinlerine mi çekildi gü-
len gözlerinin y eşili? Kimbilir ne kadar zayıflardın? Elmacık kemiklerin fırlamış, yüzün kaşık kadar kalmıştır şimdi. Karnın aç mı, açlık grevinde misin? Y ürüyebiliyorsun ya hiç değilse. Beni deli eden ıslığın dolaşı-y or yine hücrelerimde "...Sen kavgamın içinde bir insansın sevgilim/Seni seviyo-rum/ Kavgamı, kavgamı seviyo-rum..." Neden böyle oldu, neden iki-miz için çalmadı komparsita? NedeN gülen gözlerini alkışla-madı konuklarımız? Dünyayı güzele dönüştürme kavgası, sömürüsüz bir toplum, payla-şım, herkesin emeğine göre, herkesin ihtiyacına göre... Hep-si, hepsi gençlik hey ecanıy dı. Öyle değil mi? Dünya değişti artık. Emek değişti! Yarışacak-sın, yarışacaksın! Paylaşmak yok pay kapmak var. Okuya-bildiğin en iyi okulda okuyacak-sın. Y eterli mi? Değil elbet. Dil öğreneceksin, dil! İngilizce, Fransızca, Almanca... Ah bebeğim. Küçük bir evimiz olacaktı, bir odası saçlarının sarısından, salonu gözlerinin yeşilinden... Dudaklarının pembesinden yatak odası. Çalışmana bile gerek yoktu ki bebeğim. Belki yükseği bitirene kadar. Bir dokunuşunun sıcaklığı, bir gülümsemen yeterdi bana. He-le bir de yükseği bitirdim mi. Neden küçük oliun ki evimiz? Say ısız odaları olan bir ev . Ama yine senin kokunda. Du-varlara gizlenmiş sarı ve yeşil ışıklar... senin saçlarını ve gözlerini üfüren ve nereden geldiği belli olmayan. Bir tarafta şark köşesi. Nostaljik. Sen seversin. Y erde minderler, duv arda el emeği binbir çeşit halı desenle-ri. Hamur açma tahtası, kabak-lar, susaklar... Diğer tarafta bar amerikan. Y eryüzünün tüm içkileri sıralanmış. Maun koltuk-lar birkaç takım. Biri şöyle ra-hat sere serpe uzanılabilecek bir şey. Diğeri şık ve zarif. İtal-yan kitaplık tabii ki. Ansiklope-diler, tüm dünya klasikleri. Çi-çekler... Çoğunca da sarmaşık Duv arları tmden kaplayan. Seninle ben gibi sarmaş dolaş. Bahçede bir ceviz ağacı. Sadece tek bir ağaç. İkimizin el
ele verip ancak kucaklayabileceğimiz kalınlıkta. Dal dal, yap-rak yaprak göğün maviliğine uzanan Nasıl anlatsam? Öz-gürlük gibi. O zamanlar düş gi-bi gelmişti bunlar sana. Öyle olsa bile güzel değil mi? Yarış bu yarış! Dönüp bakmayacak-sın arkana. Ah bebeğim, şu kavgadan biraz uzak durabil-seydin. Hep bir adım öndeydin benden. Ben durdukça sen koştun, ben durdukça sen koştun. Polis kalabalığını aştım şim-di. İki kez üstüm arandı. Mahkemenin kapısındayım. Kapıda dikilen iki silahlı askerle bir kaç görevliyi de geçtiğimde açılıverecek bu kapı ve seni görece-ğim. Bir bilsen nasıl çarpıy or yüreğim. Üçüncü kez üstüm aranıyor. Görevlilerin buraya neden geldiğimi sorgulayan ba-kışlarından uzaklaşacağım şim-di. "Kimlik" diy or görev lilerden biri. Çıkarıp gösteriyorum. Alı-yor ve "Çıkışta alırsınız" diyor. Fişlenme korkusu duyumsuyo-rum bir an. Kapı açıldı. Yapa-cak bir şey de yok artık. İçerisi sıcak mı sıcak. Terliyorum. Ara-da bir gazetecilerin flaşları patlıy or. İzleyicilerin arkasından mahkeme heyetinin oturduğu kürsüye doğru ilerliyorum. Sen mahkeme heyetinin karşısında oturmuşsun. Solgunsun. Bur-nun biraz daha sivrilmiş gibi. Gözlerini, gözlerini görmek isti-yorum kendimi sana gösterme-den. Ya görürse diye soru do-laşıyor düşüncelerimde. Korku-yorum. Senin adına bir korku bu. Daha bir ezileceğini düşü-nüyorum nedense. Belki de be-nimle birlikte kavgadan uzak-laşmadığına pişmanlık duyaca-ğını. Bilemezsin. Bir o kadar da kin doluyum sana. Herşeyin sorumlusu sensin aslında. Düş-lerim kısır kaldı sensiz. Dudaklarını büzüştür ve şimdi de çal o ıslığın ı. "Sen kavgamın içinde bir insansın sevgilim/Seni seviyo-rum/ Kavgamı seviy orum..." Sen bittin. Kav ga da bitti. Tıpkı benim gibi. Hadi çal ıslığı-nı Çalsana! En son nerede dinlemiştim ıslığını. Bir karakolda. İkimiz birden gözaltında ve açlık gre-
vindeyiz. Hücrelerimiz karşılık-lı. Arada bir gözlerini görür müyüm diye bakıyorum maz-galdan. Sezinliyordun içimdeki yılgınlığı. Islığını gönderiyor-dun. Şekerli su da v erilmiyor-du. Süt için, diy orlardı. Maz-galdan baktıkça sıra sıra dizil-miş süt kutularını görüyordum. Açlık grevi; bir yanda süt kutu-ları bir yanda sen ve ıslığın. Is-lığın hiç susmasın istemiştim o zaman. Bir de yemeksiz düş-ler kurmuştum. Ev deyiz. Hani o benim küçük ev imde. Bir odası saçlarının sarısından... Kanepede oturmuş şekerli su içiyoruz. Sen ıslık çalıyorsun yine. Annem geliyor sonra. Şaşıyor şekerli su içmemize. Mutfa a a gidiyor hemen mutfa-ğın kapısını kilitlemiştim. An-nemde başka anahtar mı var, açılıveriyor hemen. Kuskus bi-lir misin? Hani şu ufacık ufacık ve yuvarlak kurutulmuş hamur taneleri. Makarna gibi birşey. İşte onlardan tepsi tepsi pişir-miş. Bol kaşarlı. O güne değin birkaç kez ya yedim ya yeme-dim. Pek de sevmem Nerden girmiş yemeksiz düşlerime? Yanında bir de kızılcık kom-postosu. Kırmızı şarap rengi. Ekşi ve tatlı. Annemi kovuyo-rum yemeksiz düşlerimden. Bu kez boşlukta uçuşuyor kuskus tepsileriyle komposto bar-dakları.
Mahkeme salonu çok sıcak. Terliyorum. Saçlarım yapış ya-pış. Sen ayağa kalktın şimdi. Hadi çalsana ıslığını. Çalsana! "Ben bir devrim savaşçısı-yım. Şu an tutsağım..." O sıska vücudundan mı çıkıyor bu ses! Saçların dalgalanıyor mu ne? Konuşuyorsun... konuşuyorsun... konuşuyorsun. Yargılanan değil yargıla-yansın. Konuştukça büyüyor o sıska bedenin. Biraz daha bü-yüdün şimdi. Biraz daha. "...Günlerce işkenceli sorgularda kaldım.Buna karşın polise ifade vermedim. Mahkemenizin vereceği ceza..." Sus! Sus, sen konuştukça küçülüyor düşlerim. Biliyorum ikimiz için çalmayacak komparsita. Sığmazsın ki düşlerime.
T AV I R
17
ÇAĞDAŞ HALK MÜZİĞİ'NDE ÇAĞDAŞLIK ÜZERİNE GRUP EKİN rup Y orum, Grup Ekin, Özgürlük Tür-küsü v e diğer dev rim-ci müzik grupları, Çağdaş Halk Müzi-ği'nde y eni ürünler v ermey e dev am edi-yor. Giderek daha geniş halk kesimleri müziğimizi dinliy or, benimsiyor. Ancak son dönemlerde de, arabesk müziği çeşit-lendiren Fatih Kısa-parmak ve benzeri sanatçılar ta-raf ından kullanılıy or olması, Çağ-daş Halk Müziği kav ramının bula-nıklaşmasına neden oluy or. "Siz Çağdaş Halk Müziği y aptığınızı söy lyorsunuz. Fatih K ısaparmak da müziğine ay nı adı v eriy or. Bunun ay rımını nasıl y apacağız" diy e sorulmaktadır. Fatih Kısaparmak'ın müzik anlay ışını ay ıran temel özellik arabesk unsurlarla y oğrulmuş olmasıdır. Biçimsel olarak (çalgı, düzenleme, söy ley iş) ve içerik açısından nesnel gerçekliği, toplumsal sorunları v e gelişme dinamiklerini y ansıtmıy or. Ne toplumun gerçek sorunlarını işliy or ne de düny a halklarını ev rensel bir noktada buluşturuy or onun müziği. Y ozluğa çeşit olmaktan öte gidemiy or. Bu açıdan Fatih Kısaparmak'ın müziğiy le Çağdaş Halk Müziği'ni karşılaştırmak y a da aynılaştırmak anlamsız olur. " Çağdaşlık çağı dile getirmek ancak çağın sorunlarını bilimsel özle v e devrimci yöntemle y orumlay abilmektir. Bu açıdan üretimlerimizi çağın sorunlarını ele alışı v e ileriye ışık tutabilmesi açısından sorgulay abilmeliy iz. Çağ kav ramı,toplumların y aşama biçimini belirleyen üretim iliş-
18 T A V I R
kileri ile üretici güçler arasındaki ilişki v e çelişkilerin genelleşmiş if adesidir. Y aşadığımız çağın belirley ici y önü, emperyalizm ile ezilen halklar arasındaki çelişkilerdir. Ve çağdaşlık sosy alist toplumu kurmay ı, her türlü sınıf farkını v e sömürüy ü ortadan kaldırmay ı gerektirir. Çağdaş insan, sınıf sız toplum oluşturma sürecine müdahale edebilen, bu inancın mücadelesini v erebilen insandır. Sorun doğru tespit edilmeli, doğru çözümler üretilmelidir. Sanat alanında da bu başarıld ığı ölçüde çağdaşlıktan söz edilebilir. Tav ır Dergisi'nin birinci v e ikinci say ılarında Çağdaş Halk Müziği konusunda düşüncelerimizi aktarmay a çalışmıştık. Aldığımız mektuplarda v e y aptığımız söy leşilerde "çağdaşlığı sadece biçimde y akalamak y eterli mi?" sorusuyla karşılaşıy oruz. Y aptığımız müzikte halklarımızın duy arlılıklarını temel alan v e bu duy arlılıklara denk düşen biçim aray ışlarına girdik. Halk müziğinin y apısını geliştirici deney lerle ulusal sazları bilimsel y öntemlerle kullanarak, batı müziği tekniğini v e çok seslilik yöntemlerini müziğimize y edirerek bu müzik biçimini geliştirmeye çalıştık. Bu biçim anlay ışında da belirley ici olan içeriktir Biçimsel anlamda müziğimizin gelişimi, içerikle paralel olarak y ürümektedir. Müzik, gıdasını geniş halk y ığınların ın gerçekliğinden alıy orsa, y eni toplumun değerlerini sav unarak yeni insanın oluşmasına hizmet ediyorsa çağın müziğidir. Müziğimiz saydığımız özelliklere doğru adımlar atabil-
diği için çıkış noktası "Türkiy e Halklarının Gerçekliği" olduğu için çağdaştır. Bu nedenle çağdaşlığa atılacak ilk adım "halk sanatı"nın geliştirilmesidir. Jdanov "Enternasy onalist sanat ulusal sanatın gerilemesi ve sönükleşmesinden kay naklanmaz. Tam tersine enternasyonalizm ulusal kültürün geliştiği y erde boy verir. Y alnız y üksek düzey de gelişmiş kendi müzik kültürüne sahip olan bir halk diğer ulusların müzik zenginliğini değerlendirebilir"diy or. Ulusal sazları ön planda kullanışımızın, halk müziği motif v e ezgilerinden y ararlanışımızın, Türkiy e halklarının sorunlarını öncelikli görmemizin nedenlerinin temelinde dev rimci sanatın, dev rimci müziğin geliştirilmesi y atmaktadır. "Çağdaşlık" çağdaş burjuv a sanatla karıştırılmamalıdır. Çağdaş burjuv a sanat tamamen biçimciliğe saplanmış, anlaşılma sorunu olmay an, temelinde halktan uzaklaşmay ı if ade eden bir akımdır. Bu akımın yaratıcılarının kimin için y aşadıkları, ne için çalıştıklarının cev abını bulmak da zor değildir. Bizler Çağdaş Halk Müziği'ni y aratmaya çalışırken bu topraklar üzerinde senf onileriy le, operalarıy la, konservatuarlarıy la akademik boy utta müzik çalışmaları da sürmektedir. Öteden beri söy lediğimiz gibi bu müzik türü Türkiy e halklarına ulaşmamış, kendi sınırları içerisinde sıkışıp kalmıştır. Konserv atuar arşiv lerinde derlenmiş ve çürümey e terkedilmiş binlerce türkü v arken bunlara el atmay ı düşünmey enler, istedikleri kadar müzik kongreleri düzenlesinler, müziğimizin gelişmesi sağlanamay acaktır. Akademik çalışmaları olumsuzlamadığımızı bir kere daha söy lemeliy iz. Sorun, doğru sonuca ulaabilmektir. Bunun y olu halkla birlikte o noktay a y ürümekten geçer. Bu nedenle halk müziği çıkış noktamızdır. Halk müziği "Saf lığın harikulade giysisine bürünmüş bir zambak nasıl mücev herlerin pırıltısını sönükleştirirse, halk müziği de o çocuksu basitliğiy le bilgiçlerin konserv atuarlarda v e müzik akademilerinde öğrettikleri cansız bilgi y ığınının karmaşıklığından bin kez daha zengin v e güçlüdür." (1) diy e düşünüy oruz. (1)Şerov
ADIN KALDI Kar altında y ürürdün S ıcak yaz geceleri Koltuğunun altında iki ürkek kitap Y üreğinde bir çift y aralı güv ercin Düşlerini eşkiy alar basardı Ilık ilkyaz geceleri Alıp götürülürdün adressiz yalnızlıklara Bey ninde boğuşan bir çift örümcek
Oysa yeni patlamıştı tomurcuk Komşu kadın her dem sulardı fesleğenleri Bahar şarkısı çocuklardı sokaklarda çığrışan Lakin türküyü hiç düşürmedin dilinden Dy arbakırlı kızın okul dönüşünü bekledin her v akit Gözlerin uzak bir mavi, ellerin dostluğunu çoğaltan Onaran ayrılıkları, kırgınlıkları sağaltan
Sen gittin, adın kaldı çocuk künyelerinde Nusret Gürgöz T A V I R 19
R Ö P O R T A J
ENSTÎTUYA KURDÎ KÜRT ENSTİTÜSÜ TAVIR AVIR: Röportaja klasik sorulardan birisiyle başlamak istiyorum. Kürt Ens-titüsü ne zaman ve nasıl kuruldu açıklarmısınz?
E.KURDÎ : Kürt Ens-titüsü 18 Nisan'da açıldı, biliy orsunuz. Nasıl kuruldu der-ken, çalışmalara ta-bii ki daha önceden başlandı, 3-4 ay öncesinden. Mezopotamya Kültür Merke-zi'nin önderliğinde, öncülüğün-de Kürt bilim adamları, yazar-ları, tarihçileri, edebiy atçıları önce biraraya getirildi. Onlarla, resmi devlet ideolojisinin dışın-da bir Kürt Enstitüsü'nün kurul-ması gerektiği düşüncesi öne-rildi. Ve söz konusu Kürt ya-zar, ay dın ve bilim adamları böy le bir Enstitü'nün gerektiği-ne karar kıldılar. Sonuçta o ilk toplantıda Enstitü'nün kurulması kararlaştırıldı v e 9 kişilik bir girişim komisyo-nu oluşturuldu Bu 9 kişilik giri-şim komisyonu birçok Kürt aydınıy la ilişkiler geliştirecek bir enstitünün kurulması için pratik adımlar attı, yapılan hazırlık ve çalışmaların sonunda Mezopotamy a Kültür Merkezi'ne bağlı Kürt Enstitüsü 18 Nisan'da kuruldu. TAVIR: Kürt ulusal kültürü konusunda Türkiye'de çok önem-li bir y azınsal kaynak yok bildi-ğimiz kadarıy la. Elbette bunun belirley ici nedenleri var. Kürt ulusuna uy gulanan baskı ve asimilasyon politikaları. Kürtle-rin ulusal kültürlerini geliştirme-
20 T A V I R
lerine, kendi dillerinde e n itim yapmalarına, basın yayın faaliy etlerinde bulunmalarına izin verilmemiş hatta kültürün içi sürekli boşaltılmaya çalışıl-mıştır. Bu da çalışmalarda (kültürel gelişimde) bir takım boşluklar y aratmıştır tabii. Kürt Enstitüsü böy le bir boş-luğu doldurabilecek v e Kürt kültürünü geliştirebilecek bir işleve sahip olabilecek mi bu koşullarda? E.KURDÎ: Biliyorsunuz Kürt halkı, Kürt ulusu, Mezopotamya uy garlığının mirasçısı ve Mezopotamya uygarlığının y aratıcısı Dolay ısıy la Kürt halkı, yüzy ıllardır Arap, Fars ve Türk dev letlerinin ege-menliği altında. Bütün kültü-rel-tarihsel zenginliği talan edildi. Asimilasyona uğratıldı. Katliamlara uğratıldı. Şimdi Kürt Enstitüsü'nü kuran Kürt ay dınları bu tahrip edilmiş, dağılmış, parçalanmış Kürt kültürünü, Kürt değerlerini gün ışığına çıkarmay ı ona bi-limsel bir içerik kazandırarak Kürt ulusuna sunmayı önüne koymuştur. Kuşkusuz bu ko-lay olmayacaktır. Özellikle medreselerde yetişen Kürt Mele (Molla)leri Kürt kültürü, tarihi, edebiyatı konusunda derin bir duyuya sahip. Biz Enstitü aracılığıyla bütün bu değerlerimize ulaşmayı hedef liyoruz. Medreselerde yetişen bu değerli insanlarımıza ulaşıp, tahrip edilmiş, y ok edilmey e çalışılmış bütün eserleri bulmay ı ve onları y a-yınlamay ı önümüze koyduk. Bunun süreç içerisinde başa-
rılacağına inanıyoruz. Zaten bu Krt Enstitüsü y erel bir Kürt Enstitüsü değil Sadece Türkiy e Kürdistanı'ndaki Kürt aydınlarını, Kürt tarihçilerini kapsayan bir enstitü değil. Ay-nı zamanda Irak, İran ve Suri-ye Kürdistanı'ndaki ay dınları hatta Av rupa'y a dağılmış, Amerika'ya dağılmış, Sovyet-ler Birliği'ne dağılmış bütün Kürt değerlerini, bilim adamla-rını merkezileştirmeyi önüne koydu v e sürecin şu aşama-sında gerek Sovyetler Birli-ği'nde gerekse Avrupa'da bir çok Kürt tarihçisi, Kürt edebiyatçısı Enstitü'de şu andan itibiren görev almay ı, orada üretmeyi kabullenmiş durumdalar. TAVIR: Y anyana yaşayan halklar, pek çok açıdan birbirleriy le etkileşim içindedir.Ve bu etkileşim alışverişi de beraberinde getirir. Türk v e Kürt halklarının yaşantısında ve kültürlerinde benzerlikler var-dır. Ve iki halkın kültürel ilişki-lerinde belirleyici olan ezilen ulus kültürünün baskı altına alınması, gelişiminin engellen-mesidir. Bu anlamda Türk ve Kürt halklarının kültürlerinin gelişmesine engel olan şeyle-ri ortadan kaldırabilmek için nasıl bir programı önünüze koydunuz? Böy le bir programınız v ar mı? E.KURDÎ: Şimdi biz şu aşa-mada esas olarak 3 dalda ör-gütlenmeyi önümüze koyduk. Birincisi, Kürt dili üzerinde ça-lışmaları yoğunlaştırmak, ikin-cisi Kürt tarihi, üçüncüsü Kürt edebiyatı. Bunun y anısıra et-nografya, müzik ve folklor üzerine araştırma ve incele-meler üretmek. Sanat tarihi, arkeoloji gibi dallarda bilahare örgütlenecek. İlk etapta bu dalların, bu bölümlerin organize edilmesi sağlanacak Bu bölümlere bağlı komisyonlar örgütlenecek. 2 y a da 3 ay lık bir yay ın organı planlanacak. Artı eski klasik Kürt eserleri-nin, edebi eserlerin, tarihsel değere haiz olan eserlerin ya-y ınlanması gerçekleştirilecek. Elbette Enstitü, halkların kar-
R Ö P O R T A J
Elbette Enstitü, halkların kardeşliğine inanan bir kurum. Kürt halkının Türk halkıy la hatta diğer komşu halklar olan Arap ve Fars halklarıy la kültürel day anışmasını da önüne koymuştur. Çünkü bu halklar uzun y ıllardır, asırlardır birlikte, beraberler. Bu kültürel alışverişleri sözkonusu. Bizim kültürel olarak kendi değerle-rimizi geliştirmemiz, ay nı za-manda Türk halkının da kültürel değerlerine bir katkı olarak değerlendirilmeli. Hatta insanlığın kültürel değerlerine bir katkı olarak değerlendirilmeli-dir. Bu anlamda Türk halkıyla kültür alışverişi, dayanışması bizim programımızın içerisin-de yeralacaktır. İlk etapta gerçekleştireceğimiz başta belirttiğim bölümlerin organizasyo-nu olacak. TAVIR: Kürt kültürünün gelişmesi, onun bir bütün olarak bağımsız gelişimine bağlıdır. Kürt kimliğinin, onun dilinin y asaklandıı y erde, kültürü-nün gelişme olanakları ve bu-nun yaygınlaşması son dere-ce sınırlıdır. Bu koşullarda gelişme sağlıklı temellere otura-bilecek mi? E.KURDÎ:Şimdi meşruiy et temelinde kurulan bütün kurum-lar, Kürt halkının y arattığı bütün kurumlar, örneğin MKM, Kürt Enstitüsü bilahare çok kı-sa süre sonra oluşturulacak Kürt Kültür Vakf ı ve daha bir dizi oluşturulacak Kürt halkı-nın kurumları, Kürt halkının son y ıllarda verdiği özgürlük mücadelesinin bir sonucudur. Özgürlük mücadelesi gerçek-ten büy ük bir zenginlik y arat-mıştır. Büy ük bir potansiyel yaratmıştır Kürt halkının bu soylu direnişi, büy ük mater-yaller sunmuştur Kürt aydınla-rına, Kürt yazarlarına, tarihçi-lerine. Şimd i biz bu zenginliği kültürel alanda, bilimsel alan-da örgütlemeye çalışacağız. Bizim bu alandak i uğraşımız, bilimsel, kültürel ve sanatsal çalışmalarımız, Kürt halkının mücadelesiyle ilintilidir. Bu-gün bu kurumlar, Türk devleti
tarafından y asal olarak, resmi olarak kabullenilmiş değil. Türk yöneticileri Kürt realite-sinden bahsetmekte, Kürt halkının kültürel değerlerinden bahsetmekte, onları kabul ettiklerinden bahsetmekte. Tabii bunu söyleyenler, basın alanlarında söy lüyorlar. Ancak resmi alanda y asalarında, anay asalarında bunları kabullenmiş değiller. Y ani Kürt kimliğini, Kürt gerçeğini kendi y asalarında kabullenmiş değiller. Kürt halkının mücadelesine bağlı olarak, şu an bu kurum-lara yönelmiyorlar. Y önelme-meleri Kürt halkının v erdiği özgürlük mücadelesinin boyu-tundan kaynaklanmakta. Eger bu mücadele şu veya bu şe-kilde geriletilebilirse ya da bastırılabilirse, devlet yasallaştırmadığı, resmileştirmediği bu kurumlara da yönelebilir. Biz ise bu zorluklar içinde bunu yaratacağız. Nitekim Ensti-tü'nün açılışı sırasında tabela-mıza bile dev let müdahale et-ti, polisler taraf ından iki kez tabelamız indirildi. Bu da onla-rın Kürt halkına karşı ne kadar samimi olduklarını ortay a açıkça koymakta, ezilen Kürt halkına yönelik çifte standart uy guladıklarını ortaya koy-
makta. Bu kurumların geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi, kurumlaştırılması mücadeleye bağlı. Mücadele eğer daha ileri bir boy uta ulaşırsa, bizim bu kurumları hızla örgütleme olanağımız daha da fazla olacak. Ona bağlı olarak düşünü-y oruz. TAVIR: Son günlerde günde-mi belirleyen hatta tartışmala-ra yol açan olaylardan biri de GAP TVde Kürtçe yayın yapı-lıp yapılmay acağına ilişkin. Özellikle Özal çağdaş bir dünyada yaşayan zihniyetin Kürt-çe yayına karşı çıkamayacağı-nı yani böyle bir yayının sakın-calı olmadığını vurgularken, diğer görüşler Başbakan ve Bakanlar dahil bunun tam ter-si bir görüşü savunmakta. Bu konuda siz ne düşünüyorsu-nuz? TV'de böyle bir Kürtçe y ayın olabilir mi? Ve bu Kürtçe y ay ın gerçekleşirse Kürt kültürünün gelişimine katkıda bulunabilecek mi? E.KURDÎ: Şimdi Türk yönetimlerinde, Kürt meselesine y aklaşımda çeşitli eğilimler v ar. Bunlardan biri, Özal'ın temsil ettiği eğilim ki basın alanında bunu savunan bazı yazarlar da var. Bunlar artık mücadelenin geliştiği şu evre-de bir takım kültürel hakların
TA V I R
21
R Ö P O R T A J
Enstitüsü'nün tasarıları arasında.
verilmesinden yanalar. Bir diğer eğilim, Demirel ve İnönü'nün temsil ettiği eğilim: Onlar, şu an bir takım kültürel haklardan ya da TV gibi açılımlardan yana değiller. Mücadeley i şu veya bu ekilde bastırdıktan sonra bir takım hakla-rın verilmesinden yanalar. Bir diğer eğilim de tamamen ırk Ecevit ve genel kurmayın bazı y etkilileri taraf ından sav unu-lan eğilim: Hiç bir surette Kürt halkına en ufak bir kültürel hakkın tanınmaması eğilimi. Bunlar kendi aralarında Kürt ulusunun ulusal çıkarlarının zedelenmesi noktasında hep-si ulusal bir birlik çerçev esin-de Kürt halkına karşı birleşebiliy orlar. Fakat mücadelenin seyrine bağlı olarak, bir takım hakların verilmesi noktasında görüş ayrılıkları da v ar kendi aralarında. Bence Özal'ın temsil ettiği eğilim, Türk dev letinin çı-karlarını çok uzun vadede dü-şünen uzak görüşlü bir eğilim. Onlar GAP TV'sini Kürtçe ya-yına sokarak Kürt halkının öz-gürlük mücadelesini kendi ro-talarına çekmey i, pasifize et-mey i, nötralize etmeyi hedef li-yorlar. Olumsuz yanı budur, olumlu y anı ise, onun resmi-leşmesi olacaktır. Böyle bir açılım, Kürt halkının elbette yasalarda kimliğinin kabulü anlamına gelecektir, bu olumlu yanıdır. Kürt halkı, kendi te-
22 T A V I R
lev izyonunu, kendi radyosunu da kurma olanağına sahip olacaktır. Bu anlamda bir olumlu-luk görüy oruz. Olumsuz yanı da demin de belirttiğim gibi Kürt halkının özgürlük mücadelesini uzun v adede devletin rotasına sokmak, onu pasifize etmek, yozlaştırmaktır. TAVIR: Bundan sonraki çalışmalarda ney i amaçlıy orsu-nuz? Y a da şimdiden başla-yan ileriki süreçte uzun vadede çalışmalarda hedefleriniz neler, kısaca açıklar mısınız? E.KURDÎ: Kürt Enstitüsü, demin de belirttiğim gibi önce bu bölümleri organize edecek. Bu bölümlere, hem Türkiy e Kürdistanı'ndan hem de Irak, İran ve Suriye Kürdistanı'ndan ay dınları v e yurtdışında, Avrupa'da kalan Kürt ay dınlarını organize edecek, örgütleye-cek Ve bu bölümlerin içerisin-de dil, Enstitü'nün temel direği olacak. Kürt dili konusunda, ulusal dilin yaratılması konusunda derin çalışmalar sürdü-recek, tarih alanında derin çalışmalar sürdürecek. Edebiyat alanında derin çalışmalar sür-dürecek, bunun y anı sıra bir ansiklopedi çalışması tasarıla-rımız arasında. Türklerin v e her halkın bir ansiklopedisi var, bizim de bir ansiklopedi-miz olmalı diyorum, bunun yanı sıra bugüne kadar çıkan sözlüklerin dışında herşeyi kapsayacak bir sözlük de Kürt
Fransa'da bu alanda çeşitli yazarlar tarafından yapılmış sözlükler var. Fakat bizim oluşturacağımız Enstitü Temsil Komisyonu gelecekteki Kürt Dil Kurumu işlevine sahip olacaktır ve bir otorite olmasını tasar-lıy oruz. Herkesin kendi özgül gücüyle yarattığı bir sözlük ye-terli değil. Ama kollektif bir ça-lışmanın sonucu, bir ekip çalış-masının sonucu oluşacak olan bir sözlük bir çok ihtiy aca ce-v ap v erecektir. Bu anlamda Kürt halkının dilini de şu vey a bu şekilde y ozlaştıran y ayın-ların, kitapların da önüne ge-çilmi olacak. Tarih alanında bu böy le olacak. Dilde, tarih-te, edebiyatta otorite işlev ine sahip çeşitli komisyonlar ör-gütlenecek. Ay rıca 2-3 ayda bir Enstitü'nün yay ın organı çıkarılacak. Artı, ilk etapta Kürt klasikleri, önemli Kürt edebiy atçılarının eserleri gün ışığına çıkarılıp yay ınlanma-mış olanların da yay ınlanması sağlanacak. Bir kültür kütüphanesi tasarılarımızın arasında. Ay rıca bir etnografya mü-zesi oluşturma da tasarıları-mız arasında. Tabii, bu kolay olmay acak. Bu finansman darlığı içerisinde yav aş olabi-lir ama biz bütün gücümüzle, enerjimizle bunun üstünden gelmey e çalışacağız. TAVIR: Bunun dışında sizin eklemek istediğiniz şeyier var mı? E.KÜRDİ: Türk ay dınlarından Kürt halkının kültürel alandaki uğraşısına omuz v ermelerini istiyoruz. Bizim bilimsel, kültürel ve sanatsal alandaki bu uğraşımız insanlığın kültür hazinesine bir katkı olarak düşünülmeli. Bu anlamda ezi-len, sömürge Kürt halkının bu alandaki uğraşısına, mücadelesine güç vermelerini, des-tek v ermelerini, omuz v ermelerini istiy oruz.
MUSA ANTER HALKLARIMIZIN KARDEŞLİĞİNDE YAŞAYACAK TAVIR emleketimin hay-rına olacağına inandığım bir ha-reket için verme-y eceğim şey yok-tur". Dergimize yolladığı "Kürt Edebiyatı" başlıklı yazısında böyle diy ordu Musa An-ter. Katledildiği son ana kadar da olanca gücünü halkının kurtu-luş mücadelesine adadı. Musa Anter gazeteciydi, Kürdo-Iogdu, yazardı. Yurtsever ay -dınların ülkemizdeki onurlu, mücadeleci örneklerindendi. Onun için ay dın olmak, sanat-çı olmak halkının üzerinde iki-yüzlülükle oy nanan asimilas-yon v e baskı politikaları karşı-sında sinerek susmak değil, direnmekle, mücadelenin bir
parçası olmakla özdeşti. Ve son nef esine kadar da bu uğurda yılmadan, yorulmadan ürnleriy le, düşünceleriy le, kalemiyle mücadele etti. Halkın Emek Partisi'nin kuru-cu üy esi, Kürt Enstitüsü'nün başkanıy dı. "Hatıralarım", "Bi-rina Reş", "Vakainame" v e "Kımıl" adlı kitapları, Kürt dili v e edebiyatı üzerine araştır-maları v ardı. Dicle Kay nağı, Şark Postası, İleri, Y urt, Barış Dünyası, Deng, Y eni Ülke ve Gündem gazeteleri, Rewşen ve Welat dergilerinde yazıları yay ımlanıy ordu. Yaratılan her güzelliğin v e bu uğurda mücadelenin bedelleri vardır ödenecek. Musa Anter de düşünceleri ve yarattıklarıy la ölümü de dahil def alarca bedel ödedi. 1959'da 49'lar v e Dev rimci Doğu Kültür Ocakla-
rı davalarından yargılandı. 27 May ıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde def alarca gözal-tına alındı. Kürdistan'da bugün devletin izlediği politika sistemleşmiş kontrgerilla operasy onlarıy la açıktan halka, gazetecilere ve ay dınlara da yönelmiştir. Bu da düzenin çaresizliğinin ürünüdür. Ve halkların y ükse-len mücadelesi karşısındaki çırpınışlarıdır. Musa Anter'e sıkılan kurşunlar halkların kardeşliğine karşı sıkılmıştır ay nı zamanda. Baskı ve katliamlar ancak bir-likte iktidar ve sosyalizm için ay nı kaderi paylaşan Kürt ve Türk halklarının ortak müca-delesiyle aşılır. Ve bu müca-delede Musa Anter kişiliği v e onurlu ay dın kimliğiy le her zaman yaşayacak.
T A V I R 23
eni görmeyeli uzun za-man oldu. Kahkahalarla çınlatarak süzüldüğün o odada şimdi çerçeveli bir fotoğraf ın duruyor. Elini sürekli oy nadığın saçından hiç çekmeden oturmayı tercih ettiğin o eski, ama alabildiğine rahat koltuğun tam kar-şısında duruyor fotoğraf ın. Hemen yanında o fotoğraftan esinlenerek yapılmış yağlı boya bir tablo yer alıyor. Her zamanki o sıcak tebessümünle dolu bakışların, herşeyini, aşını, giysini ve ölümü paylaştığın sevgili Nil'in ışıltılı bakışlarıyla buluşuyor ve oday ı baş-tan başa sarıy or. Bir çocuk neşesiyle koşarak çıkıp gittiğin bu odada aldık ha-berini Daha kendimizi toparlaya-madan senin rolünü paylaştık. Ne kadar da çok istiyordun o rolü oynamayı... Büyük bir coşkuyla, bitmek bilmez bir enerjiyle çalışıyordun. Rolünü kişiliğinle nasıl da bütünleştirmiştin... Makinaları durdurup, genel grev ilan eden devrimcinin coşkusuna karışan duygusallığınla "kendini" oynuyordun. Şimdi ise aynı duygular-la biz "seni" oynuyoruz. Hem de Ayşe Gülen Halk Sahnesi olarak. Evet adımızı değiştirdik. Biliyor-sun, Ortaköy Halk Sahnesi adını hep tartışır, y eterli bir isim değil derdik de, bir türlü değiştiremez-dik. Onu değiştirmeyi sen başar-dın. Ayşe Gülen Halk Sahnesi adı-nı aldıktan sonra bu adın yükledi-ği sorumluluklarla daha sıkı sarıl-dık çalışmalara. Başarmamız ge-reken çok şey vardı. Bu doğrultu-da öncelikle bıraktığın yerden yurtdışı turnesinin hazırlıklarına devam ettik. Ancak, herşeyin tamamlandığı son hafta turneyi iptal ettik. Kaşlarını kaldırıp öyle kızgın kızgın bakma Ay şe. Biliyorum, y urtdışına gitmeyi içimizde en çok isteyen sendin Yolculuk günü yaklaştıkça daha bir coşku ve heyecanla sarılıyordun çalışmalara. Bir y andan nasıl heyecanla planlar kuruyordun. Hatırlıyor musun, bir gün bana "Yurtdışına gidiyoruz,sen hiç heyecanlanmıyorsun." diyerek sitem etmiştin? Hiçbirimizin heyecanı seninkine ulaşamıyordu. Ama,
24 T A V I R
MERHABA AYŞE Duy gu yüklü, buğulu sesin y anıtlıy or bizi. Karadeniz'in hırçın dalgaları eşliğinde dağlara çarpıp y ankılanıy or. böyle bir karar aldığımız için bize kızma! Bak, aldığımız bu kararın nedenlerini düşündüğün-de bize hak verdin bile. Yurtdı-ş ı turnesini iptal ettikten sonra AGHS adıy la ilk kez 1 Mayıs öncesi işçi ve memurların karşısına çıktık. 1 Mayıs'ta ise miting alanındaydık. Sen de ora-daydın. Yanıbaşımızdaydın. Sonra koşup kortejin önüne geçiyordun, elini bir işçinin omuzuna koyup onunla birlikte haykırıyordun, sonra da dönüp bize gülümsüy ordun. İlerleyen günlerde yurtdışı programımızı y urtiçine yayma çalışmalarına başladık. Ve ilk kez Çorlu'dan "Dünyayı, Memleketimi ve Seni Seviy orum" di-ye seslendik. Sahnelediğimiz oyunun birinci bölümünü yani, sokak oy unlarını Çorlu'da oynamadık Ama oyunun sonun-da aldığımız tepkiler bunun ha-ta olduğunu gösterdi bize. Çünkü Nazım Hikmet'in şiirlerinden derlenen bölüm süreci anlatmakta tek başına yetersiz kalıyordu. Gösteri sokak oyunlarıyla zenginleştirilince daha bir bütünlük kazanıyordu.
TAVIR On gün sonra aynı ses Elazığ'dan geliyordu. Bu kez sokak oy unlarıy la güçlendirilen gösteri izleyicilerin ilgisini daha çok çekiyordu. Daha oyun başlamadan önce çeşitli bahan-lerle bizi engellemeye çalışan güvenlik güçlerini ise aşırı derecede rahatsız ediyordu. Bu rahatsızlıkla oyun biter bitmez saldırarak oy unda gösterdiğimiz dialarımıza el koymak iste-diler. Ancak bunu başaramadı-ar. Bütün aramaları sonucun-da bir tane dia bulabildiler: Her oyunun sonunda, izleyenleri bizimle birlikte selamladığın dia. Masanın yanında otururken çekilen. ilk kez duvara yansıyan solgun ışıkta gördüğünde sevinçle ellerini çırpıp "ölümsüzleştiriyor musunuz beni?" demiştin hani. İşte o diayı buldular. Seni bir Nisan gecesi aramızdan çekip koparan o çürümüş beyinlerin hükmettiği çirkin eller bu kez de Elazığ'da seni bizden almaya çalıştı. O gülen yüzün bir anda bulutlan-dı o çirkin ellerde. Gözlerin buğulanmasın Ayşe, seni bizden koparmalarına izin verir miyiz hiç? Seni o çirkin ellerden çekip alırken, sahnede oynanan bu oyunlara başından beri ses-siz kalmayan izleyiciler de bizi korumaya çalışıyorlardı. Bunun karşısında geri çekilmek zorun-da kalan polisin şaşkın ve ça-resiz bakışları altında v e bir sevgi yumağı içinde salondan ay rıldık. Elazığ'dan dönerken oyunlarımızın amacına ulaşmış olmasının rahatlığı ve onuruyla kıpırkıpırdı yüreklerimiz. Bize Elazığ'da saldıranlar bununla da yetinmediler. Bu, devrimci sanat ve devrimci sanatçılar üzerindeki baskıların sadece bir parçasıy dı. Türkülerden, tiyatro oyunlarından korkanlar, daha bir azgınlaşarak saldırırken, onlarca sanatçıyı, dia makinalarını, ka-
rikatürleri tutuklarken, devrimci sanatçıları susturabileceklerini sanıy orlar. Oysa bütün bu baskıların, yasaklamaların karşısında çalışmalarımız daha büyük bir inanç-la, kararlılıkla sürüyor ve gelişiyor. Tiy atromuza yeni katılan arkadaşlarımızın yüreklerinden gelen sesi duyuyor musun? Ayşe Gülen'in coşkusu, inancı, kararlılığı ve umutlarıy la dolu bu y üreklerin aramıza katılmasından sonra Çorlu ve Elazığ deneyimlerinden yola çıkarak oy unumuzu geliştirme çalışmalarına başladık "Giderek aynı akış içerisinde durağanlaşabiliyor" diye düşündüğümüz oyunda senin rolün arttırıldı. Y eni iki bö-lümde kadın ve erkek birlikte oy-nuyor. "Genel grev" bölümünün hareketliliğini taşıyan bu bölümler-de "Güzel canlı ne v arsa bizimle-dir. İnsanın yurdu bir kat daha kendinin olur toprağına, suyuna karıştıkça kanı. Yaşamış sayılmaz zaten y urdu için ölmesini bilme-yen" diye sesleniyorsun sahnede, kızıllığın içinden. İdam sahnesi de yeni eklenen bölümle şimdi çok daha etkili. Y azımı tamamlanan bu bölümlerin sahneleme çalışmaları sürüyor. Ayrıca yeni sokak oyunları çalışmalarımız da var. Geçtiğimiz günlerde baskı ve saldırılardan payına düşeni alan, yapılan operasyonda gözaltına alınan, döv ülen evleri mühürlenen, evinde oturamaz, sokağa çıkamaz hale getirilmeye çalışılan ve her an y ıkımla karşı karşıya olan Küçükarmutlu halkının yaşadığı sorunlardan y ola çıkarak gecekondu halkının sorunlarını işleyen bir oyun hazırlamay ı kararlaştırdık ve çalışmalara başladık. Öte yandan 1617 Nisan'da kurşun yağmurları altında kanlarıyla destan yazanların yaptıkları telefon konuşmalarından yola çıkarak hazırladığımız bir oyun daha var. Elinde silahı, dilinde sloganıyla, köpüren çılgın dalgaların arasından sıyrılıp durgun bir suyun sakinliğiyle konuşan bu dev rimcinin o
anki duygularını yakalamak oldukça zor. Bu yüzden ilk çalışmamız başarısız oldu. Hatalarımızdan yola çıkarak bu oyunu y eniden ele aldık. Haklarında çıkarılan tutuklama kararıyla susturulmaya çalışılan Grup Yorum'un sesi dört bir yanda yankılanırken AGHS de tüm OKM emekçileri gibi 12 Ağustos'taki mahkeme için ha-zırlanıyordu. Bu çerçevede yüzlerce gazeteci, sanatçı ve Y orumsever'le görüşüldü. Grup Yorum'un savunmasını hep bir likte hazırladık. Herşeyde olduğu gibi kollektivizm burada da vardı. Sumru kürsüde savunmayı okurken bu hepimizin savunmasıy dı. Ve aslında "DGM'ye Sorgu"muzdu. Tahliye kararı çıktığında olanca sevincimizle mücadele arkadaşlarımızı kucaklarken sen de v ardın aramızda ağız dolusu kahkahanla. Grev yerlerinde, miting alanlarında, pikniklerde, konserler-
de, gecelerde emekçilerle, öğrencilerle, gecekondu halkıy la kay naşan Özgürlük Türküsü ise büyük bir atılım içinde. Her konserde önlerine koydukları kaset hedefine biraz daha yaklaşırken ışıl ışıl yanan gözlerle haykırıyorlar örümcek kafalara türkülerin susturulmayacağını. Tav ır'ın y eni biçimiyle çıkan 14. sayısını sen çok beğenmiştin. Her say ıda daha iyiyi, yeniyi yakalamaya çalışan Tav ır'ın tirajı 5000'lere ulaştı. Bizi sindirmeye, bastırmaya çalı-şanlara inat gelişiyoruz Bundan sonra çalışmalarımı-zı, etkinliklerimizi, gelişmeleri sana bu sayfalardan ulaştırma-ya devam edeceğiz. Karadeniz'in serin esen rüzgarlarına salıp göndereceğiz onları sana. Gel dinle hav aları. Duygu yüklü, buğulu sesin yanıtlıyor bizi. Karadeniz'in hır-çın dalgaları eşliğinde dağlara çarpıp yankılanıyor. Bulutlarla y arışarak süzülüp girdiği bu odada çerçeveli fotoğrafını çevreleyip sevgili Nil'in tok kahkahalarıyla kucaklaşıyor. Seslerimiz yanındadır, seslerimiz seninledir Ayşe. Hoşçakal
Ölümün ürktüğü yerde O vardı. T A V I R 25
BÜYÜK YÜRÜYÜŞ Seni bir y erlerden tanıy orum uzun sancılar ülkesinden duvar diplerinden izsiz bir gölge gibi sessiz ve kaçamaklı yürüyüşünden işlek v e çentikli ellerinden tanıyorum seni Ateşin salgın v e çıplak kanı umuda kor katınca ansızın ölümcül uykularından uyanıp ansızın günün kuşötümü saatinde gelip geçiyorsunuz dağ rüzgarları gibi ardınızda uçurumlar bırakarak Ve acıları katayarak bir mendil gibi göğsünüzde büyük uğultularla böy le nerey e Bir deprem fırtınası sarm ış yolları maviler inmiş sokaklara çarklar durmuş örülecek acısı kalmamış zamann çim y anaklı bebeleriyle analar akın akın ellerinde kehribar bakışlı kızların birer kırmızı karanf il tüm karagömlekliler panik içinde Seni bir yerlerden tanıy orum Deniz öfkenden kav ga ikliminden kelepçeli şaf aklarda kadife renkli sesinden tanıy orum Sen misin o Mahir y ıldız bakışlı sarnıcına sığmay an arı suların çıplak aynasında acıları damıtıp f ırtınalar y aratan başöğretmen dağlarda, meydanlarda ve kitaplarda bırakmıştın bilincin altın sesini demek yarıp ta o çığlık anılarını kanaviçe bir dantel gibi yay ılıp toprağa damar damar v e derinden demek filizler verdiniz yeniden uzanıp da gecenin sayrı Seni bir yerlerden tanıy orum yüreğine emeğin intihar bekçisi bir demet kangülü bırakır gibi emekçi kardeş kaçak bir av uç yıldızla belki Çetekten, Halepçe'den ansızın meydanlara inen hapis vakterince ansızın arkadaşım
26 T A V I R
hani ayazın yaralı poyrazını koğuş dolusu hüzünleri özlemi işkenceyi v e küflenmiş nohutları pay laşmıştık seninle Seni bir yerlerden tanıy orum ov aların sonsuzluğuna iz kana gül suya ateş
ateşe kül bırakan Şey h Bedrettin Usta gün haki akşamara açarken kepenklerini Serez Çarşısı'nda müritlerin dağlardaydı ak libasın sırtında hani sözün dantelini kılıcın duasını o v olkan yüreğini kav ganın diyeti olarak bırakmıştın bizlere
Spartaküslerden dev raldığın isyan bayrağını ya sen sevdanın uzun çöl gecelerinde kıstırılmış bir baharın mav iye boyarken eşkalini gözlerinden silerek uyku duasını susuzluğumu emziren umut tomurcuğum Şakayık kırıp ta korkunun betonlaşan kabuğunu
çılgın sular gibi akarak böy le nereye Y a sizler ünsüz kimliksiz gözlerinde sigortasız ışıklar çakan umuda sevdalı işsizler ordusu böy le candan sımsıkı kolkola böy le başı dik gong vurunca anfide dudaklarınızda alevden türkülerle nereye Süleyman Okay
T A V I R 27
MEMET'DEN KONTRA ANILAR SELÇUK GÜVEN
ıcak bir bahar akşamı, nöbetçilerin dışındaki bütün askerler çoktan uy kuya dalmıştı. Y atakhanede tam bir sessizlik hüküm sürüy ordu. Kimseleri uy andırmak istemediği her hareketinden belli olan bölük komutanı, sessiz ve ağır adımlarla koğuşa girdi. Komutanını birden karşısında bulan koğuş nöbetçisi, tekmil v ermek için oturduğu sandaly eden ayağa f ırladı. Komutan askeri, "sus" işareti y aparak yerine oturttu. Arama gereği duymadan dosdoğru bir ranzanın başına gidip şöyle bir baktıktan sonra "Vahit, Vahit" diy e seslenerek uy andırdı. Gözlerini açan asker, bölük komutanını karşısında "sus" işaretini y apar vaziyette görünce, şaşkın bir yüz if adesiyle doğrul-may a çalıştı. Bölüğün baskına
28 T A V I R
uğradığını v e kargaşalık çıkmaması için bu şekilde uyandırıldıklarını sanarak, yastığın altındaki silahına elini attı. Bölük komutanı askerin elini tu-tarak; - Bir şey y ok, telalanma. Hemen kalk, kimseyi uyandırmadan sessiz bir şekilde aşağıdaki kamely aya gidip beni bekle. Silahını da al, diy erek askerin y anından ay rıldı. Vahit, şaşkınlık içindey di. Yavaşça ranzasından kalkıp, neredeyse ayaklarının ucuna basarak aşağıy a indi. İçinde merak duy gusu kabarmıştı. Neler oluy ordu? Neden gecenin bu vaktinde sessizce uyandırılmıştı? Son bir kaç gün içinde her hangi bir v uku-atının olup olmadığını kafasından geçirdi. Hatırlay amadı. Birer ikişer dakika aray la dört asker daha geldi. Askerler merakla neler olduğunu soruyorlardı birbirlerine. Fakat hiç kimse bir tahminde bile bulu-
namıy ordu. Çok geçmeden bölük komutanı da geldi. Hiç konuşmadan ilerde duran jipe işaret etti. Kamely aya y ana-şan jipe bindiler. Jip sahil boyunca yola koy uldu. Bir çay bahçesinin önünde duran jip-ten inerek uzak bir köşedeki masay a oturdular. Saat henüz on olmasına karşın bahçede kimse yoktu. Belki de bu nedenle buraya gelinmişti. Bölük komutanının dışında herkes y ataktan kalktığı gibi eşofmanlıy dı. Dışardan bakanların onların asker olduğunu anlaması güçtü. Çünkü as-kerlerin saçları normalden daha uzundu. Görev leri bazen siv il gibi görünmeyi gerektirdiği için belli uzunlukta saç uzatmalarına izin verilmekteydi. Bölük komutanı askerlere rahat olmalarını, isterlerse sigara içebileceklerini söy ledi. Askerler de sanki böyle bir f ırsat arıy orlardı. İçlerinden birinin masay a bıraktığı paketten sigara alıp içmeye başladılar. Sessizliği bölük komutanı bozdu; - Çocuklar şimdi beni can kulağıyla dinleyin. Herhangi
olağanüstü bir durum yok. Sizleri İstanbul'a göreve yollayacağım. Ne olduğunu ben de bilmiyorum. Şimdi bir resim göstereceğim o resme çok iyi bakın ve tanımaya çalışın. İstanbul'a indiğinizde bu şahısla buluşacaksınız, sizi o karşılayacak. Askerler bölük komutanının cebinden çıkardığı fotoğrafı elden ele gezdirerek inceledi. Sanki fotoğraf beyinlere yeniden tabedilmişti. Gözler, saçlar, burun ve ağız olduğu gibi hafızalara yerleştirildi. Askerler fotoğraflara göz atarken dikkatleri dağıtmamak için sessizce onları izleyen bölük komutanı, inceleme işi biter bitmez fotoğrafı geri alarak şahısla ilgili eşgal tarifinde bulundu. Şahısın üzerinde bulunacak kıyafetler renklerine kadar anlatıldı. İçlerinden en kıdemlisi Vahit olduğundan grubun sorumluluğu ona verildi ve emirlerine uyulması söylendi. "Silahlarınız çalışır vaziyette mi?" sorusuna "çalışır" cevabını alan bölük komutanı "iyi" anlamında başını salladıktan sonra elini kaldırarak ilerde bekleyen şoförü yanına çağırdı ve sandığın arabada olup olmadığını sordu. Sandık arabadaydı. Masaya dönerek; - Bülent, arabanın arkasın da bir kasa olacak, git onu getir, dedi. Bülent arabanın arkasındaki kasayı alarak, komutanın yanına bıraktı ve yerine oturdu. Bu esnada az ötelerindeki masaya bir çift oturdu. Göz ucuyla onları süzen bölük komutanının canı sıkılmıştı. Birilerinin gelmesinden rahatsız olduğu belli oluyordu. Bir sü re sonra komutan "kalkalım" dedi. Tekrar jipe binip ilçe dışına doğru hareket ettiler. Bu arada komutan bazı açıklamalar yapıyordu: - Birazdan bir araç sizi bu radan alıp İstanbul'a götüre-
cek. Topkapı'da ineceksiniz. Size az önce gösterdiğim resmi hatırlıyorsunuz değil mi? Askerler hep bir ağızdan yanıtladı. - Evet komutanım. - İşte o resimdeki şahısla buluşacaksınız, o sizi gideceğiniz yere götürecek. Sabah saat 7 ile 7.30 arası bir buluşma noktasından sizi alacak, fakat buluşma noktasın-
da hep beraber bulunmayın. Vahit, buluşma işini sen organize edersin. Komutan bir şey hatırlamaya çalışır gibi bir kaç saniye duraladı ve arkada bulunan ka sayı istedi. Askerler merak içindeydiler. Ne olup bittiğinden hâlâ haberleri yoktu. Ara sıra sivil görevlere çıkarlardı ama hiç biri bu şekilde olmamıştı. Hepsinin gözü komutanların-
T A V I R 29
da, y aptığı işi takipte idi. Komutan yanına aldığı kasay ı açıp içinden Smith Wesson çıkardı. Askerlerin şaşkınlığı iy ice artmıştı. Komutan silahı Vahit'e uzatarak; - Bak bakay ım silah çalışır v aziy ette mi? Şaşkınlıktan sıy rılan Vahit, seri hareketlerle silahı kontrol etti v e; - Ev et komutanım çalışır durumda, ama mermileri yok, diy e yanıtladı komutanını. - Biliy orum, onları da v ereceğim. 30-35 tane mermiyi de v erdikten sonra kasanın içersin-den bir kağıt çıkartarak sila-hın seri numarasını kaydedip Vahit'e imzalattı. Bu şekilde bütün askerlere silahları v e mermileri dağıttı. - Şimdi dikkatlice silahlara mermileri koy un. Askerler hepbirlikte emri yerine getirmeye çalışırken o da onların hareketlerini takip etmektey di. -Tamam mı? - Tamam komutanım. - Bu v erdiğim silahları görünmey ecek ve ele çabuk gelecek bir şekilde sırt taraf ınıza, belinize takın. Bu silahlardan kimsenin haberi olmayacak anladınız mı? Ne sizi götürecek olana ne de İstanbul'dakilere hiç bir şekilde bu silahtan bahsetmey eceksiniz. Eğer silahınızın olup olmadı-ğını soracak olurlarsa önceki-leri gösterirsiniz. Bu silahları ek güv enlik olsun diye veri-yorum. Komutan kısa bir süre soluklandı, - Bölükten alacağınız bir şey var mı? Askerler son iki saat içersinde kaç kez şaşkınlığa uğradıklarını hesap edemez olmuşlardı. İkinci bir silah tamamdı da neden bunu kendilerine görev verecek insanlardan saklamak zorun-day dılar anlaşılmamıştı. Hem bu v aziy ette mi gideceklerdi? Askerler anlamsız gözlerle
30 T A V I R
birbirlerine baktılar. Vahit, bir sorunu varmış da açmaktan sıkıntı duyuy ormuş gibi yarı mırıldanır bir sesle; - Komutanım, eşofmanlar iki silahı birden taşımıy or, ağır geldi. Bu şekilde düşebi-lir. - Ne yapmamı istiyorsu-nuz? - Bölükte dolapta bulunan sivil eşyalarımızı giy ebilir mi-yiz? Silahlar daha sağlam durur belimizde. Mümknse sivil elbiselerimizi giy elim. Komutan kısa bir süre düşündü ve şoföre aracı bölüğe sürmesini emretti. Y olda da askerlere ikazlarda bulunma-ya başladı; - Çocuklar, burada konuştuklarımız kendi aramızda kalmıştır. Kimseye bir şey anlatılmayacak anlaşıldı mı? Askerler; - Emredersiniz komutanım diy e y anıtladı hep bir ağızdan. Bütün bölük y atmakta olduğu için anlatmaları zaten mmkün değildi. Siv il elbise-lerini giy ip araca geri geldiler. Araç bölükten ayrılarak tekrar kasaba dışına doğru hareket etti. Kasabanın çıkışında, yo-lun kenarına park etmiş açık mavi renkte renault station marka bir araç onları bekli-yordu. Jip aracı geçip üçyüz metre ilerde durdu. Komutan; - Çocuklar gideceğiniz bu görev bir v atan görevi de olabilir, toplum y ararına başka bir iş de olabilir. Sizleri bu görev in hakkından gelebileceğinize inanarak seçtim. Ben sizi zorla yollamıy orum. Dosyalarınızı daha önceden üst makamlara göndermiştim, onlar sizi uygun görmüşler. Kısa bir süre durduktan sonra tekrar devam etti: - Eğer önceden saptanmasaydınız gene gitmek istermiydiniz? Bakın görevin ne olduğunu bilmiyorum. Askerler ne anlatılmak istendiğini anlamışlardı. Tümü
birden olumlu y anıt v ermey e hazırlanırken arkalardan biri; - Komutanım ben gitmesem olmaz mı? diye sordu. Komutanın rengi atmıştı. Uy gun bir y anıt verebilmek amacıy la kelime aradı. Gül-meye çalışarak; - Oğlum, biz kimseyi zo-runlu olmadığı müddetçe gö-reve göndermey iz. Üstelik sizleri daha önceden seçmiş-tik. Bir asker ölümcül derece-de hasta olmadığı müddetçe her görevi y erine getirecek durumda olmalıdır. - Komutanım, ben görev i anlay abilmek için öy lesine sormuştum. Y oksa, değil mi ki silahlı kuvvetlerim bana bu elbiseyi vermiş, öyleyse vata-nım için her görevi seve seve y aparım. Bu def a diğerleri de söy lenenleri onaylayarak görevin seçilemey eceğini söylediler. Komutanın y üzü gülmeye başladı. - Ondan hiç şüphem yok çocuklar. - Komutanım, buluşacağımız kişi bizi nasıl tanıyacak? diy e sordu bir başka asker. - Merak etmey in. Sizin resimleriniz ve eşgalleriniz onlarda bulunuyor. O işleri Vahit'le konuşacaksınız. Ay rıca İstanbul'da bir tanıdığınıza rastlasanız bile konuşmak ve selamlaşmak yok. Hatta onlara görünmey in. Kimse sizin orada olduğunuzu bilmemeli. Anlay abildiğim kadarıy la bu iş gizlidir. Askerler yeniden derin düşüncelere dalmışlardı. Ne olabilirdi bu gizli görev . Başlarına bir iş gelmezdi inşal-lah. Bölük komutanı şof öre arabay ı geri döndürmesini ve ilçey e sürmesini emretti. Az önce yanından geçtikleri sivil aracın y anında jipi durdurdu. Hep birlikte aşağıya indiler. O sırada siv il aratan da kırkkırkbeş yaşlarında, orta boy-lu, kumral tenli ve makyajsız
bir bay an indi. Dalgalı, açık kestane rengi saçları omuzlarına dökülüyordu. Komutan bay anla gay et nazik bir biçimde tokalaştıktan sonra te-ker teker askerleri tanıtarak askerlere döndü: - Çocuklar siz bu hamfendiy le beraber İstanbul'a gideceksiniz. Sizleri en kısa zamanda, ay nen böyle olduğu gibi, toplu bir şekilde bekliy orum. Toplu bir şekilde geri bekleme temennisi mi? O da nereden çıkmıştı şimdi? Ne o, yoksa bazıları geri dönmeye-bilir miy di? Askerlerin kafa-sından şimşek hızıy la bunlar geçiv erdi birden. Fakat bir şey farkettirmemey e çalıştı-lar. Ne de olsa askerlik göre-vi yapıy orlardı. Vatanı savu-nurken her şey olabilirdi... Gizli görev, geri dönmeme ihtimali... Görev le ilgili Va-hit'in ilk aklına gelen mah-kum sevkiy di. Selimiye'ye gi-diliyorduysa siyasi mahkum sevkedilecek olabilirdi. Bu düşünceye hemen adapte oldu. Diğer askerler aracın arkasına bindiği halde, Vahit bir süre daha dışarda komu-tanıy la konuştu. Komutanının kendisine verdiği ağzı kapalı bir zarf ı alarak, öndeki boş koltuğa oturdu. Y ola çıkıldı-ğında gece yarılanmıştı. Y olculuk boyunca askerler kendi aralarında çeşitli konularda sohbet edip birbirlerine f ıkra anlattılar. Zaman zaman bay an da f ıkra anlatarak on-lara katıldı. Bir kaç yerde mo-la v erip y emek yediler. Mola esnasında topluca bir arada bulunmamaya özen gösteri-y orlardı. Vahit bay anla bir masada otururken diğerleri de ikişer ikişer v e birbirlerini görebilecek bir biçimde çev -re masalara oturuy orlardı. Dikkat çekmemek gerekiy or-du. Çünkü önemli bir siy asi mahkum götürülecekse dışa-rıy a bilgi sızmasına neden olabilecek her türlü davranış-tan kaçınmalıy dılar.
Sabah saat altı civarında Topkapı'day dılar. Bay an; - Topkapı'ya geldik, siz nerede ineceksiniz? - Bizi Zeytinburnu durağın-da indirin,diye y anıtladı. Öy le kararlaştırılmıştı. Bay an askerleri durakta indirdikten sonra iy i günler dile-yip yoluna devam etti. Buluşmaya daha 1 saatten fazla v ardı. Bu zamanı dikkat çekmeyecek biçimde geçir-me düşüncesiyle otogar için-deki bir kahvehanede kağıt oy nadılar. Bir ara askerler-den biri y alvarır bir ses to-nuyla; - Vahit abi, ben şu telef on kulübesinden bir arkadaşıma telefon edebilir miyim? Fazla uzun sürmez, en çok iki jeton kullanacağım. Diğer askerlerin gözleri Vahit'in üzerine kaydı. Kopartılacak bir izin sanki onlar için de pay laşılması gereken bir ganimet olacaktı. Üzerinde ağır bir sorumluluk taşıdığına inanan Vahit, komutanının ikazlarını hatırlayarak; - Hislerini anlıy orum. Ay nısı bende de v ar. Ben de isterim şu iki adımlık yerde bulunan ailemi aray ıp, sesini duyay ım. Fakat y apacak bir şeyim y ok. Y ola çıktığımız andan itibaren bizi izley enler olabilir. Hem bu konudaki emirlerin de ne kadar açık olduğunu biliy orsunuz. Bu nedenle bana v erilen emirlere harf iyen uymak zorunday ız. Masay a hüzün çökmüş, moraller bozulmuştu ama y apacak bir şey y oktu. Y a izleniy orlarsa? Yanlış bir hare-kette başlarına olmadık dert-ler açılabilirdi. Buluşma vakti y aklaşınca, topluca kahv ehaneden çıktı-lar. Vahit, içlerinden birini ya-nına alırken, diğerlerine on-beş-yirmi metre aralıklarla kendisini takip etmelerini söyledi v e buluşma y erine doğru yürüdüler. Güvenlik açısından böyle bir dağılım yapmıştı. Askerlikten önce
motorlarla kaçak mal taşımış olduğu için, güv enlik tedbirle-ri konusunda tecrübeli say ılır-dı. Henüz buluşma noktasına gelmemişlerdi ki yanındaki Vahit'i dürterek; - Buluşacağımız insan bu olabilir, ona çok benziy or, diy e Vahit'i uyardı. Vahit tarif edilen şahsı dikkatlice inceledi. Ev et o olabilirdi. Fotoğraf ı gösterilen in-sana çok benziy ordu. Fakat buluşma yerinde durmuy or-du. Üstelik kendilerine y apı-lan tariften daha f arklı bir gi-yimi vardı. Pantolon ve göm-lek yapılan tarif e uyuy ordu ama mont olması gerekirken ceket v ardı üzerinde. Şüphe içersinde kalmıştı. Onun ya-nına yaklaşmadan buluşma noktasına yürümey e dev am ettiler. Durakta beklemeye başlay alı on dakika olmuştu. Beyaz bir renault önlerinde durdu. Aracın içindeki biri ön camı açarak Vahit'e doğru; - Selimiye Kışlasına nereden gidebilirim? diy e seslendi. Aracın içindeki şahıs az önce gördükleri insandı ve kararlaştırılan if rey i söy le-mişti. Şif rey i yola çıkmadan önce kendisi tespit edip ko-mutanına bildirmişti. Komuta-nı şif renin unutulmaması için Vahit'e tespit ettirmişti. Şifre tamamdı. Demek ki kendileri y oldayken buraya bildirilmişti. Vahit araçtaki adama: - Biz de o tarafa gideceğiz ama şu anda sizin kıy afetiniz uy gun değil diyerek yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu anlatmaya çalıştı. Aldığı talimatlara göre eğer kararlaştırılanların dışında bir şeyle karşılaşılırsa buluşmay ı gerçekleştirmeyeceklerVe irtibat kurularak, y eni emirler alacaklardı. Araçtaki şahıs; - Sizin de say ınız tam değil. - Araban kaç kişi alıyor? - Beş kişi. T AV I R
31
Adamın v erdiği bilgiler doğruy du. Buluşacakları kişi o olmalıydı ama emirleri harfi-yen yerine getirmek istiyordu. - Tamam onbeş dakika sonra gel beni buradan a l ama önce kıy af etini düzeltmen gerek. Adam durumu düzeltmeye çalışarak; - Biliy orum ceket bana yakışmıyor, montumu giymem gerekirdi. Fakat bizim hanım montu nerey e koyduğunu unutmuş. O nedenle mont y erine ceket giy dim. Vahit ikna olmuştu. - Tamam farketmez artık, anlaştık. Y alnız onbeş dakika sonra gel beni buradan al. Araç duraktan ay rıldı. Va-hit diğer arkadaşlarını y anına çağırdı. Arkadaşlarına Zeytinburnu'na giden bir minibüse binmelerini ve teker teker birer durak aray la inmelerini, durakta beklemelerini söy le-di. Arkadaşlarını minibüse bindirip gönderdikten sonra yerinden ay rılmadan aracı beklemeye başladı. On dakika sonra araç y eniden geldi. Vahit hiç konuşmadan ön ta-raf a oturdu. - Günaydın. - Günay dın. Diğer arkadaşlarını nereden alacağız? - Bu şekilde dev am ede-lim. Minibüs güzergahında hareket ederek ilk durakta bekley en askeri aldılar. Adam "eee ne y apıy oruz" der gibi Vahit'in yüzüne baktı. O da devam edilmesini söyledi. Bu şekilde bütün askerler durak-lardan toplandıktan sonra Selimiy e'y e doğru y ola koyul-dular. Selimiye'ye geldiklerin-de Harem'e bakan nizamiy e kapısının önünde durdular. Şof ör araçtan inerek nizami-y eye girdi. Bir dakika sonra geri döndü. - Arkadaşlar kimlikleri niza miye kapısıha bırakmak gerekiyor ama hepinizin inmesine gerek y ok. Bir kişi kimlikleri toplay ıp götürsün.
32 T A V I R
Vahit: - Siv il kimlikleri mi y oksa askerileri mi? Şof ör "f arketmez" diye y anıtladı. Vahit, arkadaşlarının siv il ve askeri kimliklerini toplaya-rak nizamiy eden içeri girdi. Önce siv il kimlikleri uzattı. Astsubay askeri kimlikleri de isteyince yalnızca birini bıra-kabileceğini belirtti. Astsubay ikisinin de bırakılmasında ıs-rar ediyordu. Aralarında tar-tışma başladı. Tartışmaları duy an şoför durumu öğrendi-ğinde Vahit'e dönerek; - İkisini birden bırak istersen, farketmez. Vahit bırakmamakta karar-lılık gösteriyordu. Tartışma dev am ederken nizamiy e kapısına bir jip yanaştı. Jipin ön tamponundaki bay rak dire-ğinde, y üksek rütbeli bir su-bay ın taşındığını belirten bir f lama asılıy dı. Astsubay jipin yanına çağrıldı, yarım dakika konuşmamıştı ki geri döndü v e; - Kimliklere gerek kalmadı. Bir kişi ismini bildirsin yeter, dedi. Vahit kendi ismini deftere yazdırdı. Aracı kışla ii n d e bir y ere parkettikten sonra bir kapıdan bina içine girdiler. Şoför bina içinde bir kapı önünde duran v e kolluğun-dan nöbetçi olduğu anlaşılan bir astsubay ın y anına gide-rek bir şey ler konuştu. Aradı-ğı şahsın gelmemiş olduğunu ogrenince, onbeş metre geri-de bıraktığı askerlerin yanına dönerek; - Buluşacağımız kişi henüz gelmemiş. Geldiği zaman görev li bize haber verecek... Sizin karnınız aç mı? Teklif ten memnun olmuşlardı: - Mümkünse bir şeyler atıştıralım, dedi Vahit. Şof ör askerleri bir yemekhaney e götürdü. Kahv altı et-tiler. Y emekhanedeki masa-larda birer ikişer dağınık şekilde oturmuş on kadar resmi
giy imli asker daha v ardı. Ama yeni gelenlerle pek ilgilenmemişlerdi. Grup y arım saat kadar yemekhanede oturmuştu ki çay ocağının oradaki telefonla konuşan bir askerin yemekhaneye doğru; "Bnb. ...'nin ziy aretçileri burada mı?" diy e seslendiği-ni duy dular. Şof ör masadan doğrularak burada dercesine elini kaldır-dı ve telef ona gitti. Bir-iki dakika konuştuktan sonra tek-rar masay a döndü. - Arkadaşlar, beklediğimiz kişi gelmiş, haydi kalkalım. Şof ör beraberindeki asker-leri bir brifing salonuna götürdü. İçeri girildiğinde ilk dikka-ti çeken, üzerinde maket (bir arazi parçasının rölyefi) ve haritaların bulunduğu masa-lar olmuştu. Salonun içindeki bir kapıdan başka bir odaya geçildi. Bu oda ilk girdiklerin-den biraz daha uzuncay dı. Arka arkaya dizilmiş üzeri v inleks kaplı sıralara oturdu-lar. Kendilerinden başka kim-se yoktu odada. Odayı gözden geçirmey e başladılar. Tam karşılarındaki duv arda bir karatahta v e her iki y anın-da da bey az perde duruyor-du. Pencereler kalın tül per-delerle örtülüydü. Kadif e per-deler ise toparlanmıştı. Pen-cerelerin dış taraf ındaki pancurlarsa y arı açıktı. Sıra-larla karatahta arasında ka-lan bölümde duvara day an-mış beş-altı kadar koltuk v ar dı. Sessiz bir bekleyiş başladı. Herkes ne olup biteceğini düşünüyor gibiy di. On dakika sonra askerlerle ay nı yaşlar-da olan, siv il giy imli üç kişi daha oday a girdi. Selam v e-rip boştaki sıralardan birine oturdular. Odada bulunan iki grup birbirlerini süzüy or ve kendi aralarında fısıldaşıy or-lardı. Vahit yeni gelenlerin kendileri gibi asker olduğunu sezmişti. Karşısındakiler de onlar için aynı şey i düşünü-yor olmalıy dılar. Vahit y erine
getirilecek işin büyük olabileceğini düşünmey e başladı. Demek ki bir kaç kişiden f az-la mahkum sev eceğiz o nedenle yeni bir ekip geldi di-ye geçirdi içinden. Ama birbi-rinin peşi sıra üçer beşer yeni gruplar gelmeye başlay ınca iş gözünde iyice büy üdü. Y ir-mi-y irmibeş dakika içinde odada 30'a y akın insan top-lanmıştı. Gelenlerin hepsinin asker olduğu belliy di f akat hiç biri de resmi elbise giy -memişti. Kadro tamamlanmış ola-caktı ki "dikkat" komutuy la birlikte içeri y üksek rütbeli subaylar giriverdi. Odada bu-lunanlar, hazırol vaziy etinde ay ağa kalktılar. Belki bir oğu böylesi yüksek rütbeli subayı bir arada ve kendilerine bu kadar y akın durumda görmemişlerdi. Beş y üksek rütbeli subay içeri girdikten sonra, saçları tamamen kırlaşmış olan biri, gayet y umuşak ve babacan bir ses tonuyla "otu-run yav rularım" diyerek as-kerleri oturttu. Vahit kendileri-ni getiren şof örün yanların-dan y ok olduğunu f arketti ama ilgilenmedi. Odadakilere oturmalarını söy leyen kır saçlı adamın se-si Vahit'i öy lesine etkilemişti ki dikkati ister istemez onda toplandı. Bir babanın ev ladı-na karşı gösterdiği sevginin yansıy ışı gibi ge lmişt i "y avrularım" dey işi. O anda ölüme gitmesini istese hiç tereddüt göstermeden canını v erebileceğini duy umsadı. Adamın y üz hatları bey nine öyle işle-mişti ki o subay ı y ıllar sonra bile hemen hatırlay ıvermişti. Y ıllar geçtiği halde, subay ın resmini bir gazetede görünce tanıy ıvermiş ve onunla ilgili haberi özel olarak okumuştu. Subay ın bir grup militan tara-f ından öldürüldüğünü ve adı-nın... olduğunu öğrenmişti. Haberi okuduğunda içinden bir şeylerin koptuğunu sandı. Y üksek rütbeli subaylar henüz yerlerini almamışlardı. Kapıda dikkat çeken emir su-
bay ı askerlere, eliyle bir ara-ya toplanmalarını işaret etti. Saçları tamamen kırlaşmış olanı emir subayına müdaha-le etti. - Onlar uzak yerlerden geldiler. Bırak nasıl rahat ediyorlarsa öyle otursunlar. Gösterilen y akın ilgi asker-leri etkilemişti. Omuzlardaki y ıldızların kalabalıklığının y anında, göğüs ceplerinin üzerinde bile nişanlar taşıy an böy lesi insanların; hiy erarşi-nin en alt kesiminde bulunan bu askerlere, pek alışık olun-mayan bir ilgi göstermesi, askerleri mest etmey e yet-mişti. Hele koltuklarını çeker-lerken y ardıma gitmeye çalı-şan bir askeri "otur oğlum biz yaparız"diy e durdurmaları y okmuydu... Subay lar daha saniy esinde askerlerin gö-zünde büyümüş de büy ümüş-tü. Y üksek rütbeli subaylar-dan biri; - Belgeleriniz y anınızda mı? Belgesi y anında olan elini kaldırsın. İçinde Vahit'in de olduğu y edi kişi elini kaldırdı. Soruyu soran,emir subay ına belge-leri toplamasını emretti. Top-lanan belgeler subay ın önün-deki sehpaya bırakıldı. Dos-y aları tek tek açmay a başla-yan y üksek rütbeli, içinden çıkan belgelere göz attıktan sonra, hangi bölgenin dosya-sını açmışsa, o bölgeden gelenlerin grup başlarının öne çıkmasını emretti. Y edi kişi sıra ile çağrıldıkça öne çıktı. Ön sıray a oturtuldular. Grup başlarına y akalarına takma-ları için kokart dağıtıldı. Diğer askerlere kendi grup başlarının arkalarında oturmaları söy lendi. Gruplar halinde oturma işleri tamamlandıktan sonra y üksek rütbeli subay; - Y ola çıktığınız andan itibaren nelerle karşılaştıy sanız, atlamadan tek tek y azın. Nerelerde mola v erdiniz, mola v erdiğiniz y erlerde hangi tür şahıslarla karşılaştınız, dikkatinizi çeken bir şey oldu
mu? Mümkün olduğu kadar çabuk bir şekilde yazın. Emir subay ına dönerek; - Çocuklara kağıt dağıtılsın. Emir subay ı kağıt almak için dışarı çıktığında, yüksek rütbeli, y eni bir şey hatırla-mışcasına; - Buray a hangi amaçla gelindiğini bilen var mı? Hi kimse parmak kaldırmay ınca bu sefer; - Peki, kendi kafasından f ikir y ürüten olduysa bunun ne olduğunu da o kağıda y azsın. Askerler kendilerine dağıtı-lan kağıtlara istenenleri yazıp emir subay ına v erdiler. Subay topladıgı kağıtları y üksek rütbelinin önündeki sehpay a bıraktı. Askerlerle muhatap olan, kağıtlara kısa bir göz gezdirdikten sonra hepsini bir zarf ın içine koy du. Emir subay ına perdeleri kapatma-sını işaret etti. Perdeler kapa-tılıp, elektrik lambaları yakıldı. Emir subay ı dışarı çıktı v e beş dakika sonra yanında iki astsubay la geri döndü. Ast-subay lar getirdikleri f ilm ma-kinasını bir masaya monte ettikten sonra çıktılar. Askerler tüm gelişmeleri merakla takip ediyorlardı. Y üksek rütbeli subay konuşmay a başladı; - Çocuklar birazdan bir f ilm gösterilecek. Filmi çok dikkatli bir şekilde izleyin. Filmin sonunda hepinizin duy gu v e düşüncelerini öğrenmek istiyorum. Sey rederken neler hissettiğinizi abinizle konuşuyormu gibi anlatın. Orada geçen olay ları siz y aşasanız, imkanlarınızın da ol duğunu düşünerek, ne yapmak isterdiniz. Y ani ne düşünüy orsanız onları söyley in. Işıklar söndürülüp f ilm gösterilmeye başlandı. Vahit'in kaf asında pek çok soru dolaşmaya başladı. Onları oray a niçin çagVmış olabilirlerdi? Neden daha alt seviy eli subay lar değil de üst sev iyeli subay larla direkt muT A V I R 33
hatap oluyorlardı? Gösterilen toleransın v e sıcak y aklaşı-mın anlamı ne olabilirdi? Bu-ray a film sey retmek için gel-miş olamazlardı. Bir görev için geldiklerini biliyordu ama filmin görev le ilişkisi neydi? Kaf asında bu sorular şimşek hızıy la gelip gitti. Dikkatini fil-me verdi. Film, bazı görüntüler üzeri-ne yapılan anlatımla sürmek-tey di. Dialogsuz bir anlatımda bulunulmaktaydı. İlk sahne-ler; bir köy ün v e orada y aa-yan insanların geçim müca-deleleri üzeriney di. Hemen ardından dev let ve köylülerin el birliğiy le y apılan ulaşım y olları ile ilgili çalışmalar anla-tılıy ordu. Odadakiler, herhan-gi bir tepki göstermeden filmi sey rediyordu. Bir müddet sonra perdeye silahlı bir grup
34 T A V I R
insanın görüntüsü yansıdı. Senary oya göre dağlardan inen silahlı grup köylünün ürünlerine el koyarken kendi-lerine karşı koyan bir köy lüyü öldürüy ordu. Filmi seyreden-lerden hala bir tepki gelme-mişti. Dramatik bir sahnede salondakilerden, ufak sesli tepkiler gelmeye v e kprdan-malar olmaya başladı. Dramatik sahne: y ıllarca çocuk hasretiyle yanıp tutuşan bir köy lü, ailesinin tam çocuk sahibi olacağı sırada, silahlı bir grubun yolları imha etme-siyle anne aday ının hastane-ye yetiştirilememesini ve ka-dının karnındaki çocukla bir-likte ölmesini anlatmaktaydı. Bu sahnenin peşi sıra salondakilerden rahatlıkla duyulabilecek bir tonda, küf ürler y ükseldi.
- Vicdansızlar! -O... çocukları! - Hadi köyü hallettiniz, peki bu kadından ve doğacak çocuğundan ne istediniz? Tepkiler sakınmasız açıkça dile getiriliy ordu. Odada y ük-sek rütbeli subaylar olduğunu halde ,kimse onların v a r l ğ ı n ı bile anımsamadan, küfür edi-y ordu. Tepkilerin yüksek ses-le gösterilmesine karşın hiç bir subay bu duruma müda-halede bulunmadı. Film benzer anlatımlarla dev am ediyordu. Bir askerin başından geçenler anlatılma-ya başlandığında, salondaki-lerin hey ecanı doruğa çıkmış-tı. Y eni ev li birinin askere uğurlanışı, ailesinin bundan duyduğu mutluluğu, askerin görev y aparken, doğuda te-röristler taraf ından öldürülüşü v e haberin ailesine ulaşması üzerine ailenin y ıkıma uğra-ması, dramatize edilerek an-latılmaktaydı. Kıpırdanmalar v e laf atmalar artmıştı. Hele askerin hamile karısının üzüntüden kendini asma sahnesi işi çığırından çıkarmıştı. Birden peş peşe mekanizma sesi duyuldu. Kimileri bellerindeki silahları çekerek ay ağa kalkmış bağıra bağıra küf ür ediy ordu: "O... çocukla-rı", "katiller", "vatan hainleri", "sizin ananızı, bacınızı ...ey im" türünden akla gelen her çeşit küf ür ortalığı kapla-mış ve salonda homurtulu bir karışıklık başgöstermişti. Tam o sırada ışıklar y akıl-dı. Y üksek rütbelilerden biri lambay ı yakarak f ilme son vermişti. Pek çok kişi ay akta v e elinde silah ateş püskürür durumda y akalanmıştı. Hızlı v e kesik kesik soluyorlardı. Salondakilerin mimikleri, hiç de uy gunsuz vaziy ette yaka-lanmış, itaatsizlik y apmış as-ker psikolojisini yansıtmıyor-du. Ağlamaktan kimilerinin gözleri kızarmıştı. Birer ikişer yerlerine oturdular. Herkes gibi Vahit de oldukça etkilenmişti filmden. Asker ve ailesiy le ilgili sahne
onun tüm bey nini esir almış v e altüst etmişti. Çünkü o sahnede anlatılanları kendi yaşamıy la özdeşleştirmişti. Onun da bir ailesi vardı v e bir çocuk bekliy ordu. Sanki f ilm-deki asker kendisiy di. Askerler y erlerine oturup ,hiç bir şey olmamı gibi ses-sizce beklemeye koyuldukla-rında, yüksek rütbelilerden bi-ri; - Çocuklar filmi seyrettiniz, duy gularınızı anlıy oruz. Şimdi siz orada olsaydınız ne y apardınız? Askerler soruyu önlerine konmuş bir av gibi kaptılar. Elini kaldıran konuşmay a başladı. Subay lar oluşan ha-vay ı kırmak istemedikleri için anlatılanlara müdahale etme-den dinliy orlardı. Öy le ki elini her kaldıranın, izin bile bekle-meden söze girmesine hoş-görü gösterilmektey di. Kimisi silahlı saldırganların yaptıklarının kat kat fazlasını onlara y apacağını anlatırken, kimisi de eline geçirmesi ha-linde vahşice eziy et ederek öldüreceğini,gözlerinden ateş saçarak söylüy ordu. Hemen herkes bu gibi sözler söyledi. Y üksek rütbelilerin y üzleri-ni bir gülümseme kaplamıştı. Aldıkları tepkiden son derece memnun kaldıkları her hallerinden belli oluy ordu. Biri sö-ze girdi; - Çocuklar bu şahısların çoğu elimizde. Bir kısmı Met ris cezaev inde. Askerlerden biri ay ağa f ır-ladı; - Komutanım Metris neresi, nasıl bir y er? Askerin sorusu, intikam v e öldürme histerisinin hav asını taşımaktaydı. Sanki o an eli-nin altında olsa içindekilerle birlikte taş taş üstünde kal-mamacasına y ıkacak, yaka-cak ve öldürecekti. Subay lar gülmeye devam ettiler; - Metris, o gibi canilerin hesap v erdikleri yerlerden sadece birisi çocuklar. - Komutanım Metris deni-
len y ere bizi götürme imkanı-nız v ar mı? - Çocuklar, oray a gitmemize gerek yok. Şu anda onlardan bir kısmı burada, gözetim altında sorguları alınıy or. Eğer isterseniz y emek yedikten sonra onları hep birlikte görebiliriz. Daha sözünü yeni bitirmişken, salondakilerin çoğu aynı anda; - Komutanım y emeği sonra yesek de olur. Şimdi göre-bilir miy iz? - Çocuklar siz şimdi y emeğinizi y iy in, ortam şu an mü-sait değil. Yemekten sonra, dedi ve emir subay ına döne-rek, askerleri y emekhaneye götürmesini söyledi. Askerlerin götürüldüğü y emekhane özel bir yerdi. Subay ların yemekhanesi olabi-lirdi. Düzenli ve temiz olmak-la birlikte pencerelerde per-deler v ardı. Askerler masalara oturdular. Y emekler geldi. Bir yandan y emek yerlerken, diğer yandan televizy onda gösterilen f ilmi seyrediyorlardı. Y etmişdört'teki Kıbrıs harekatıyla ilgili tatbikatlar ekrana y ansırken, askeriy eyi övücü anlatımlarda bulunulmaktaydı. Bazıları kimi zaman y emeğini bile bırakıp hay ranlıkla tatbikatları izliyor ve "helal olsun", "aslanım benim" gibi bağırtılarla, duygularını dışa v uruy ordu. TVden v erilen görüntüler askerlerin gururlarını okşuy or, sanki oradakilerin kendileri olduğu hissini uy andırıy ordu. Y emekler y endikten bir müddet sonra y emekhaneye giren emir subay ı; - Arkadaşlar, (üsteğmen olduğu halde askerlere bu şekilde hitap etmekteydi) başka bir isteğiniz var mı? Herhangi bir istekte bulu-nan olmay ınca; - Beni takip edin o zaman, diy erek, askerleri bir odaya götürdü. - Burada rahatınıza bakın. Askerler çocuk bahçesine
girdiklerini düşündüler. "Vay be, böy le şey ler de mi v ar-mış" diye söy lenenler çıktı. Odada mini bir golf sahasıyla birkaç elektronik oy un masa-sı bulunuy ordu. Oy un masa-larına dağılıp oyuna daldılar. Kendilerini oy nadıkları oy unların hey ecanına kaptı-ran askerler, içeri giren üs-teğmeni ancak "arkadaşlar hazır mıy ız?" diy e seslendi-ğinde f arkedebilmişlerdi. Üs-teğmen askerleri brifing salo-nunun önüne getirdiğinde, onları içeri almadan; Arkadaşlar silahlarınızı burada bırakın. Silahları içeri sokmayalım, diye uyarıda bulundu. Kapının hemen y anındaki masanın üzerine, içinde isim yazılı plastik kaplar bırakılmış-tı. İsimlerin yazılı olduğu kaba silahların bırakılması isteni-y ordu. Sıranın en başında Vahit olduğundan işleme on-dan başlanacaktı ama o sila-hını bırakamayacağını söyle-di. Zimmetinde olan bir silahı yabancı bir y erde ortada bırakmak istemiyordu. Bu ne-denle itirazda bulunmuştu. Üsteğmenin "bırakırsanız si-zin iin iyi olur" ikazı üzerine y alnızca şarjörü bırakabilece-ğini belirterek, çözüm y olu bulmayı denedi. Üsteğmenin razı gelmesi üzerine askerler, şarjörleri isimlerinin yazılı ol duğu kaplara bıraktılar. Vahit ve grubundaki diğer arkadaş-ları Smith Wesson'larına hiç dokunmadılar. Sabah, silahlara ilişkin böyle bir uyarıda bulunulmamasına karşın, öğleden sonra dışarda bıraktırılmak istenmesinin sebebi, f ilm sey redilirken y aşanan olay-lardı. Filmin etkisinde kalan pek çok kişi en uf ak bir şeyde silahını kullanacak hav aya girmişti v e bu nedenle isten-meyen durumlarla karşılaş-mamak için silahlar dışarda bıraktırılmak istenmişti. Askerler y erlerini aldıktan bir süre sonra subaylar içeri girip, y erlerine oturdular. Kendi aralarında f ısıldaşırlar-
T A V I R 35
ken askerlerden biri el kaldırarak söz istedi. - Komutanım bize söz v ermiştiniz, aşağıda sorgulamada olanların y anına götürecektiniz bizi. Subay lardan biri yanıtladı askeri; - Biz buradayken onları sorgulamak için başka bir yere nakletmişler. O y üzden onları görmek mümkün olamıy or. Hem bu o kadar önemli değil, belki başka bir f ırsat çıkar. Şimdi tekrar f ilm sey redeceğiz. Dikkatle izleyin. Film sabah gösterilene çok benziy ordu ama anlatımı değişikti. Sabahki f ilm insanlar-da kin, nefret ve saldırganlık duy gusu uy andırmışken bu sef erki askerlerin gururunu okşamaktaydı. Başarılı operasy onlar gösterilerek, asker-lere öv ücü telkinlerde bulunuluy ordu. Askerler bu sef er sakin bir şekilde izlemektey-diler. Filmin sonunda askerler yan oday a alındılar. Askerlerin peşi sıra subaylar gir-di. Doğruca bir bölgenin coğ-raf i yapısını gösteren maketin bulunduğu masay a yöneldi-ler. Elinde ince bir sopa tuta-nı, askerleri masanın etraf ına topladı v e maket üzerinde bazı bilgiler vermeye başladı. Askerler kendilerini, savaş içindeki bir ordunun, savaş planlarını y apan komutanları olarak düşlediler bir ara. İlk defa, içine girecekleri bir işin masabaşı tatbikatını y apıy or olduklarından, hepsi hey e-canla dinlemekteydi. Görevle ilgili anlatımlar bittikten son-ra, detay ların, başlarında bulunacak olan komutanları taraf ından verileceği bildirildi. O ana kadar geliş nedeni-ni çıkartamayan Vahit, göre-vin ne olduğunu çıkartmıştı. Daha dogrusu araziye gide-ceklerini öğrenmişti, ama ni-çin gidecekleri hala aydınlığa kav uşmamıştı. Makette gösterilen y er gidilecek yerse, dağlık bir araziy di demek ki.
36 T A V I R
Peki işleri neydi o arazide? Büy ük bir ihtimalle arama v e yakalama operasyonu olabi-lirdi. İşte burası anlatılmamış-tı. Bir y er gösterilmiş, orada inileceği söy lenmiş v e bir gü-zergah çizilerek gidilecek nokta belirtilmişti. Baştan beri mahkum sevkedileceğini dü-şünürken yanılmış olduğunu anlamıştı. Y apılacak işle ilgili geniş bilgiy i kim v erecekti? Vahit, bunları düşünürken: - Bundan sonrasında artık komutanınızla birliktesiniz, diy erek, üsteğmeni gösterdi masa başında bilgi veren su-bay. Üsteğmen askerleri, oda-dan çıkardı.Şarjörlerini geri alan askerleri içinde hiç eşya bulunmayan bir oday a götür-dü. Grup başlarına birer kağıt uzatarak, kendi gruplarındaki askerlerin ayakkabı ve beden numaralarını y azmalarını iste-di. Listelerle birlikte ay rılan üsteğmen;15 dakikia sonra mont, pantolon ve bottan olu-şan malzeme y ığınıy la geri döndü. Siv il elbiseler çıkartı-lıp getirilen malzemeler kuşa-nıldı. Malzemeler askerlerin çok hoşuna gitmişti. Kendi kullandıkları v e bildikleri malzeme-lere benzemiy ordu. Botların burun kısımları çelikten y apıl-mış gibi sertti. Rengi ise açık kahv erengiy di v e altlarında çivi gibi sert çıkıntılar v ardı. Arazi ay akkabısı olduğu bel-liydi. Pantolonlar ise esnek bir maddeden yapılmış olup vücudu kalıp gibi sarmaktay -dı. Montlar ise bir harikay dı. Filmlerde gördükleri Ameri-kan pilotlarının kullandıklarına benziy ordu. En çok hoşa gi-den montlar olmuştu. Büy ük bir hayranlıkla, baştan aşağı kendilerini süzmey e başladı-lar. Bundan zev k aldıkları her hallerinden belli oluy ordu. Manken olduğunu düşünen bile v ardı. Ama çoğu bir kah-ramanın kimliğiy le özdeşleş-tirmey e çalışıy ordu kendini. Askerlerin yaptıkları hare-
ketleri gözley en üsteğmen, oluşan havadan memnundu. -Arkadaşlar, filmde gördüğünüz olay lar v e f ırsatlar şimdi elinizde say ılır, dedi. Çocuksu v e hırçın bir se-vinç dalgası sarmıştı oday ı. Kimisi yumruklarını sıkıp ha-vay ı döv erken, kimileri de tokalaşmakta ve birbirlerine cesaret v erici sözler söylemekteydi. Kafalarından belki daha düne kadar geçmemiş olan düşünceler geçmeye ve y eni duy gular oluşmaya baş-lamıştı. Sonunda görevin ne olduğu her şeyiyle açığa çıkmıştı. Filmde sey rettikleri operasyonlara gideceklerdi demek-ki. Vahit bir y andan sevinir-ken, diğer y andan da için için sıkıntı duy uyordu. Filmde gösterilen askeri ve ailesini düşündükçe onun intikamını alma olanağı çıktığı için sevi-nirken, görev başında kendi-sine de bir şey olabileceği kaygısını y aşıyordu. Birden ailesi aklına geldi. Fakat ne olursa olsun beynine hakim olan düşünce istediği f ırsatın eline geçmiş olduğuydu. Siv il elbiseler odada bırakılarak, akşam yemeğine gi-dildi. Y emekten sonra geri dönülerek siv il elbiseler alın-dı v e başka bir oday a geçildi. Sabahtan beri turist kaf ilesi gibi, üsteğmenin nezaretin-de, bir y erden başka yere ta-şınan askerlerin, başka in-sanlarla karşılaşmamalarını sağlamak için özel çaba gösteriliyordu. Bütün işlemler ku-rulu saat gibi işletilerek, hiç-bir aksama olmasına mey-dan verilmiyordu. Üsteğmen y anına beş asker alarak, odadan ay rıldı. Gidenler on dakika içinde bir takım mal-zemelerle geri döndüler. Getirilen M-16 marka silahlar, komando bıçakları, çelik miğ-ferler ve surat kesimi dışında başı tümden örtecek şekilde yapılmış başlıklar zimmetli olarak dağıtıldı. Sivil elbisele-rin dolaplara konacağı v e bı-
çakların dışında tüm eşyaların koğuşta bırakılıp dışarı çıkılacağı söy lendiğinde, saat akşamın 9'u olmuştu. Selimi-y e'y e geldikleri günden beri ilk def a bina dışına çıkıy orlar-dı. Üsteğmen askerleri bir helikopter pistinin yanına götür-dü ama çevrede bulunan ağaçlar görmelerini engelli-y ordu. Sesini duy abiliy orlardı sadece. Subay: - İçinizde uçağa binen v ar mı? diy e sordu. Kimseden olumlu bir y anıt almay ınca 3-4 kişiy i alarak, piste doğru hareket etti. Beş-on dakika sonra gidenler geri geldiğinde, y üzlerinde korku v e heyecan karışımı bir if âde v ardı. Biri kusmaya başladı. Subay 4-5 kişi daha alarak tekrar piste y öneldi. Bir tabip asteğmen gelerek, midesi bu-lananlara hap dağıttı. Piste götürülen askerler helikopter-lere bindirilip tepkileri ölçül-mekteydi. Bütün askerler bu şekilde testten geçirildikten sonra revire götürülerek muayene edilip, sağlıklarıy la ilgili f ormlar dolduruldu. Burada herkese bir kutu hap dağıtıldı ve kullanılma biçiminin daha sonra yapılacağı söylendi.
yacak şekilde masanın üzeri-ne bırakıldı. Elindeki zarf ı açarak, içinden bir tomar kim-lik çıkartan subay, bir elinde-kine, bir de masadakilere göz gezdirip, kimlik sahiplerine yeni kimliklerini dağıttı. Kendi isimlerinden daha farklı bir ad üzerine düzenlenmiş olan sahte kimlikleri alan askerler, devlet gibi büy ük bir güce sır-tını day ayarak gizli bir iş ya-pacak olmalarının y arattığı özel bir konuma sahip olma sanısına kapılarak kendilerini daha önemli hissetmey e baş-lamışlardı. Bu nedenle pek çoğu kimliğine göz atar at-maz gülümseyerek, yeni ko-numunu kendi kendine kutlamıştı. Tesisatlar kuşanılıp bina-dan çıkıldığında;saat 11 olmuştu. Helikopter pistine ulaştıklarında, iki astsubay ı kendilerini bekler buldular. Bir süre üsteğmenle astsu-baylar kendi aralarında konuştuktan sonra askerleri beş ay r ı gruba bölerek, pistte çalı-şır vaziy ette bekley en helikopterlere bindirdiler. Grup-tan sorumlu olan ve askerler-le ay n ı tesisatı kuşanmış bulunan astsubaylar da helikopterlere Üsteğmen, hareket saatine az bindikten sonra, hav alandılar. bir zaman kaldığını, bu süre içinde istirahat edileceğini Bütün gün boyu oradan oraya belirterek, askerleri y emekha- koşturan v e stresli sa-atler ney e götürdü ve dışarı çıktı. yaşayan askerlerin uy -kusu Y arım saat sonra geri geldiğinde gelmeye başlay ınca, astsubay, hareket saatinin geldi-ğini rev irde kendilerine v erilen söy ley erek, grubu silah ve kutudan bir hap alma-larını malzemelerin bırakıldıgı odaya belirtti. Hapı kullanan askerlerin götürdü. Odanın bir kö-şesinde iki dakika içinde uykusundan hiç bulunan masanın ya-nında; sırt bir eser kal-mıy ordu. Sanki çantaları, erzaklar ve kasalardan saatlerce uyumuşcasına dinç oluşan bir kü-me v ardı. Kasalar hissedi-yorlardı kendilerini. mermilerle doldurulmuş Y olculuk bütün gece sürdü. şarjörlerle doluy-du. Sırt çantaları Sabah erken saatlerde heve erzaklar yalnızca grup başlarına veril-mesine karşın, likopterler alçalarak, bir arazi-nin herkese ayrı-ca matara dağıtıldı. üzerinde tur atmay a baş-ladı. Malzeme dağıtım işi bitince Astsubay helikopterin her iki yanındaki kapıları açarak, y erde subay: duran ağır makina-lı silahı, - Üzerinizdeki sivil ve resmi namlusu dışarı baka-cak şekilde kimlikleri masaya koy un, diye tav anda duran bir çengele astı. emretti. Arazi güvenli Kimlikler birbirine karışma-
bulununca helikopterler y ere 510 metre kalana kadar al-çaldı. Kapıların üstlerine monte edilmiş halatlardan sarkarak aşağıy a inen her asker, seri hareketlerle silahı-nın namlusuna mermi sürüp, 10 metre ilerde diz çöküyor-du. Yolcularını boşaltan helikopterler hızla bölgeden ay rıldılar. Astsubaylar grupları bir aray a topladılar. Kışlada anlatılanlara benzer bilgiler v erdikten sonra detaylara geçtiler. - Gideceğimiz yerde pusu atacağız. Bir grup caninin oradan geçeceği haber alınmış. Pusu ile ilgili bilgileri v aracağımız y erde anlatacağız. Şimdi y ürüyüşle ilgili bazı şey ler söy leyeceğim... Ardınızda hiçbir zaman ayak izi bırakmay acaksınız. Oluşan izler dev amlı silinecek. Kuru otlara basmamay a çalışın, taze otlara basmanızda bir sakınca y ok, çünkü ezeceğiniz kuru otların üzerinde iz bırakırsınız. Toprak zeminde ay ak izi belirgin olur, aklınızda bulunsun. Toprak zeminden kay alık zemine geçti ü inizde, hemen kayanın üstne basmay ın. Bu sefer ayaklarınızdaki topraklar kayaların üstünde iz bırakır. Ayaklarınızı kay anın kenarına v urarak topraktan arındırın v e dökülen çamurları ya gömün ya da başka türlü yok edin. Y emek artıklarınızı da kesinlikle açıkta bırakmay ın, toprağa gömün v e gömdüğünüz y er dışardan farkedilmesin. Birkaç saniy e durduktan sonra " anladınız değil mi?" diy e askerlere sordu. Biraz y üksekçe bir sesle "anladık komutanım" diy e yanıt gelin-ce: - Hoop! Bu ne ses böy le, çığlık atın bir de isterseniz. Bakın işin en önemli kısmı sessizliktir. Ses, sizin göremediğiniz y erlere bile izinizi taşır, ona göre. Bütün hareketler azami bir sessizlikte olmalı. Anladınız mı?
T A V I R 37
Bu sefer askerler çok daha sessiz bir şekilde "anladık komutanım" diye yanıtladılar. - Hah! İşte böy le. Af erin! Astsubay, gidilecek nokta üzerinde bilgi v erdikten sonra grubu kama düzeni denen özel bir dağılım şekline uy -gun olarak y erleştirip, hare-ket ettirdi. Kimi zaman alçak sürünme, kimi zaman çömelerek, kimi zaman da normal bir yürüy üşle dört-beş saat kadar yol aldılar. Gözler ve kulaklar çev reyi bir radar gibi tarıy ordu. Askerler böyle bir operasyona ilk def a katıldık-ları için oldukça hey ecanlıy dı-lar. Hiç kimsenin böyle bir operasyon için tecrübesi y ok-tu. Bir baskına uğrasalar ne yapacaklarını bile bilemezler-di. Her hareketleri astsubay-lar taraf ından y önlendiriliyor, askerler de ona göre hareket ediy orlardı. Askerlerin tecrübelerinin olmamasına karşın seçilmelerinin nedeni, hepsi-nin çok iy i nişancı, çevik v e hareketli olmalarıy dı. Dışar-dan görünen buy du. Bunun dışında başka sebepler olabi-lir miydi onu grubu oluşturan-lar bilebilirdi. Öğle üzeri bodur ağaçları-nın sey rek bulunduğu bir böl-gede mola v erildi. Beraberle-rinde getirdikleri kumanyalar-dan öğle yemeği yediler. Bir kaç kişinin y emek artıklarını ağaç diplerine gömmeye ça-lıştığını gören astsubay, artık-ların ağaç diplerine değil iki metre uzağına gömülmesini emretti. Bu, askerlerden biri-nin merakını uy andırmıştı; - Komutanım, neden ağaçların dibine değil de iki metre uzağına gömdürdünüz. Ağaç dipleri daha iy i olmaz mı, hem bir süre sonra dökülen yapraklar da üzerini örter. - Ağaç dipleri güvenilir değildir. Böylesi durumlarda iyi görünür ama yağmur yağdı-ğında ağaçtan s ü zü l e n sular gömülenlerin dışarı çıkması-na neden olur. Onun için ağaç diplerine atık gömülme-
38 T A V I R
meli. Mola bittikten sonra gene ay nı düzende bir saat kadar daha y ürüdüler. Aşağı doğru daralan boğaz gibi bir y ere gelindiğinde astsubay grubu toplayarak, orada görev yapılacağını belirtti. Pusu burada kurulacaktı. Grup ikiye bölünerek her iki tepenin y amaçlarına y erleştirildikten sonra astsubay lardan biri tepeye çıkarak grubun dizilişini kontrol etti. Askerler düz bir hat üzerinde beşer metre arayla yerleştirilmişti. Geri dönen astsubay tek tek her askere atış noktalarını v e açılarını izah etti. Sonra grubu toplayarak operasy onla ilgili son uyarıları y aptı. - Ateş başladığında kimse kafasını mev zisinden dışarı çıkarmay acak. Size v erdiğim noktalara, gösterilen açılarda taramalarda bulunacaksınız. Ateş edilecek zamanı ben size bildireceğim. (Keçi gibi meledi). Bu sesi bir def a duy -duğunuzda hazırlan ın ama hi hey ecanlanmadan soğukkanlılıkla silahlarınızı atış menzilinize doğru y öneltin. İki def a meleme sesi duyduğunuzda ateş emrine hazır olun ama ateş etmek y ok. Üçüncüde ise hiç bir şey den etkilenmeden daha önceden saptandığı şekliyle ateş edin. İşaretleri sakın unutmay ın, üçüncüde ateş edilecek. Aşağıdan ne tür ses gelirse gelsin durmak yok. Ateşe de-v am edeceksiniz ta ki ben dur diyene kadar. Teslim oluyorum seslenişlerine kanma-y ın sakın. Buralardan caniler-den başka kimse geçmez. O nedenle onların imdat v eya teslim oluy orum çağrılarına hiç bir zaman inanmay ın ve etkilenmeyin. Bizim görev i-miz, o gibi insanları, masum kişileri daha f azla katletme-den tamamen y oketmektir... Dediklerim iyi anlaşıldı mı? Askerler anladıklarını belir-terek kaf alarını salladılar. Astsubay gülerek; - Size de iy i ki bir sessiz
konuşun dedik. Tamamen dilinize kilit vurdunuz bu sefer. Anlaşılıp anlaşılmadığını duyalım bir, diyeceğiniz bir şey var mı onu bilelim. Askerler yine kısık bir ses-le: - Anlaşıldı komutanım, di-y e yanıtladılar. İçlerinden biri; - Komutanım iş gece mi olacak? - Gece olması gerekiyor. Ama siz gene de boşta bulunmayacaksınız. Birazdan yerlerinize gidip bekley eceksiniz. - Komutanım sigara içebilir miy iz, diy e soru y öneltti bir başkası. - İçebilirsiniz, yalnız çok dikkatli olmak şartıy la. Bir kere kesinlikle sigaranın ateşini göstermek y ok. Y alnızca ateşin saklanması bile yetmez. Dumanını da montlarınızın içine üf lemelisiniz. Çünkü duman kokusu uzaklara yayılıp yerlerin açığa çıkmasına ne den olabilir. Bir süre durduktan sonra konuşmay a devam etti: - Birazdan y erlerinize döndüğünüzde silah ve teçhizatlarınızın son bakımların ı y aparsınız. Sırt çantanızda bir şarjör kılıf ı olacak, onu silahın üzerindeki şarjöre takın ki şarjörü sağa sola çarptığınızda ses çıkmasın. İlk şarjörden sonrakilerde kılıf ı kullanmanıza gerek yok. Ateşe başlandığı zaman, ateşi kesintiy e uğratmamak için kimileri şarjör değiştirirken diğerlerinin ateşe devam ediyor olması gerek. Onun için yanınızda bulunan kasalardan çok seri hareketlerle şarjörü alıp silaha takmanız şart. Astsubay gerekli talimatla-rın hepsini v erdikten sonra askerleri mev zilerine y erleş-tirdi. Askerlerde hey ecanlı bir bekley iş başladı. Hava he-nüz kararmakta olduğu halde tüm konsantrasyon kulaklara v erilmişti. Son iki gündür y aşadıkları şey ler onları o kadar yormuştu ki hareketsizlik hemen uykularını getirmek-
tey di. Uyuyup kalmamak için sık sık hap kullanıy orlardı. Uyumak ölümleri demek olabilirdi. Gece yarısına doğru bir meleme sesi duyuldu. Ses çıkarmadan oldukça dikkatli bir şekilde, namlular gündüzden ay arlanmış noktaya doğrultu-lup beklemey e baladılar. Dikkatler daha bir y ogiinlaştı. Fakat askerler tüm dikkatleri-ni v ermelerine rağmen hiç ses duy muyorlardı. Heyecan-dan her taraflarını ter basmış-tı. Başlığın kenarlarından sü-zülen ter damlacıkları boy un-larından içeri giriy ordu. Kun-dağı tutan eller sanki yağlıymışcasına kay ıyordu. İşaret gelmişti ama hiç bir ses yoktu ortada. İkinci işaret geldiğinde henüz on dakika bile geçmemiş olmasına kar-şın bu süre askerlere saatler-ce uzamış gibi gelmişti. İkinci işaretten üç dakika sonra üçüncüsü geldi. Ortalığı bir anda silah sesleri kapladı. İki yakadan aşağı doğru nef es aldırmay an bir ate baladı. Askerler boşalan şarjörleri süratle çıkartıp y anlarında duran kasadan bir yenisini alıy or ve ateşe tekrar devam ediy orlardı. Askerlerin seri atışlarına karşın aşağıdan hiç karşılık gelmiyordu. Bir ara "y andım anam" diy e bir bağır-ma duyar gibi oldular ama kimse oralı olmadı. Bu şekilde yirmi dakikay a yakın ateş edildikten sonra "ateş kes" komutuyla silahlar sustu. Ortalığa tam bir sessizlik hakim-di. Kaf aların siperden çıkarılmaması emredildiği için kimse yerinden bile kıpırdamıyor ve aşağıda neler olup bittiğini merak ettikleri halde bakma-ya cesaret edemiyordu. Ger-gin bir bekley iş balamıştı. Askerler ne ateşten önce ne de ateş esnasında hiç ses duymadıkları için meraktan çatlıy orlardı. Kaf alarda soru-lar dolaşmaya başladı. Niye bir ses duymamışlardı? Aşağıda birileri vardıy sa kurşunu yediği anda bağırması gerek-
mez miy di? Hiç olmazsa bir "ah" sesi duymalıy dılar. Belki de bağırmışlardı da silah se-sinden dolay ı onlar duyma-mıştı. Olabilir miy di? Bir ara bir ses duy ulmuştu ama ateşe başlandıktan çok sonray dı ve üstelik nereden geldiği belli olmamıştı. Kimse aşağı-da birilerinin olduğundan emin olamıy ordu. Boşa kur-şun mu yakılmıştı yoksa. Sa-kın onları deniy or olmasınlar-dı? Belki de bu bir sınav dı, nasıl dav ranılacağını öğren-mek istiy orlardı. Mutlaka esas operasyon y arın olacak-tı!... Görünüşte operasyon bitmişti ama y eni bir olayla karşılaşmayacaklarının ga-rantisi olmadığı için sabaha kadar y erlerinden kprdama-dan beklemek zorundaydılar. Ortalık ışımaya başladığın-da meraklı kaf alar birer birer siperden dışarı çıkıp neler olup bittiğini öğrenmek istedi. Aşağıda y ığınla insan ve yük-lü" hayvan ölüleri göze çarpı-y ordu. Askerlerden gelen ilk tepki: - Bakın kazandık. İsteğimiz gerçekleşti. Hepsi tamam, ol-du. Askerler kazanmıştı ama neyi kazandıklarından haber-sizdiler. Kendilerine hayali bir hedef gösterilmiş, onlar da hedefin ne olduğunu anlama-dan rastgele ateş etmişlerdi. Olanın tamamı buy du. Gün ışıdığı halde emir verilmediği için kimse siperler-den dışarı çıkmamaktaydı. Bu arada gece duydukları sesin nedeni belli oldu. Astsubay-lardan biri karnından vurul-masına karşın bütün gece ya-ralı durumda kımıldamadan kalmış. Karşı taraf ın ateş etti-ğini duymadıkları halde nasıl v urulduğu anlaşılamamıştı. Karnından vurulmuş olması-na rağmen durumu ağır değil-di. Siperlerden çıkmadan bekleyiş bir saatten fazla devam etti. Diğer astsubay aşa-ğıy a kontrole ineceğini belirterek grubun güv enlik alması-nı emretti. Eller y ine tetiklere
gitti. Görünürde tehlike y ok gibiy di. Y erde yatanların öl-düğü belliy di ama yine de namlular ölülere çev rilip her an ateşe hazır halde beklen-di. Aşağıya inenler dikkatli bir şekilde yerde y atanları kont-rol etmeye başladı. Astsubay namlunun ucuyla cesetleri dürterken, askerlere y erdeki silahları toplay arak üç-dört metre açığa yığmalarını emretti. Tek tek btün cesetlerin kontrol işini bitirdikten sonra denkleri çözmeden hayvan-ların y üklerine göz attılar. Astsubay montunun içinden bir telsiz çıkararak bir yere mesaj yolladı. Telsiz konuşmasının üzerinden onbeş dakika geçmişti ki çift pervaneli bir helikopter geldi. Tepede düzlük bir y er bularak kondu. Her iki yandan ikişer kişi atla-yarak hızlı adımlarla siperler-deki askerlerin yanlarından geçip aşağıya indiler. Y eni gelenlerin üzerinde tulum, başlarında askerlerinkinin ay -nısından bir başlık ve gözlük vardı. Tek parçadan oluşan, şerit gibi gözü kapatan gözlükler, bu insanlara uzay lı ha-vası veriyordu. Helikopterden inen beşinci kişi askerlerin y anına gelerek; - Gazanız mübarek olsun. Tamam artık. Bundan sonra-sı bizim görevimiz, rahata çekilebilirsiniz, dedi. Askerlerde bir rahatlama oldu. Sanki özgürlüklerine kav uşmuşlardı. Bütün gece süren gerginlik yerini erince bırakmıştı. Silahları hedef le-rin üzerinden çekip emniy ete alarak rahat bir oturma şekli-ne geçtiler. Aşağıda ise astsubay , yeni gelenlere bir şey ler anlatıyordu. Y erde y atanları tek tek dolaşıp yüklere de baktıktan sonra iç cebin-den kağıt çıkaran biri bazı şey ler yazıp kağıdı astsuba-ya imzalattı. Astsubay ve beraberindeki iki asker, yeni gelenleri aşağıda bırakarak yamaçtaki dier askerlerin yanına çıktı. Askerler bir ara-
T A V I R 39
y a toplanırken y aralı astsubay a da ilk yardım yapıldı. Herkes büy ük bir merak içerisindeydi. Aşağıdaki durumu daha iy i öğrenebilmek için astsubay a sorular soruyorlardı. Astsubay da sakınca görmediğinden olsa gerek olanı anlatıy ordu. - Çocuklar buray a kadar gelmeniz boşa gitmedi. - Komutanım hepsi ölmüş mü? - Bu kadar kurşunu yesem ben de zıbarırdım, diy e gülerek karşılık v erdi. - Komutanım hayvanlarda ne v armış? Astsubay bir süre sustu. Söy leyip söy lememe konusunda karar v eremiy ordu. Kararsızlığı y üz if adelerine yansımaktaydı. Sanki sıkışmış da ne y apması gerektiğini sorarmış gibi çevresindekilere bakındı. Askerlerin merak dolu bakışlarla cev ap beklediğini hissetti. - Haşhaş, altın ve mermiler v ardı, dedi. Altın laf ını duyunca biri hey ecanla atıldı: - Komutanım altın takı şeklinde miydi? Böyle bir soru yöneltmesinin sebebi, seyret-tiği f ilmde silahlı saldırganla-rın köylülerin altın takılarını aldığını hatırlamasıydı. - Hay ır kalıp halindeydi. - Komutanım, birşey sormak istiyorum. O kadar dikkatli dinlediğim halde hiçbir ses duymadım. Siz nasıl anladınız o sıra orada olduklarını? Soruy u birkaç kişi daha destekledi. Astsubay müstehzi bir şekilde gülümsedi. Kendini na-za çeker hali v ardı ama day anamadı. - Çocuklar bu özel bir y öntemdir. Birkaç kilometre ötedeki birini nasıl tespit edersiniz size onu anlatay ım. Y ere 5 cm. çapında 35-40 cm derinliğinde açılan çukurun içine üst üste gelecek şekilde çakıl taşları doldurun ama aralarına toprak kaçmamalı, çakıllar birbirleriyle temas ha-
40 T A V I R
linde olmalı. Sonra çukuru toprakla kapatın. Kulağınızı en üstteki çakıla dayadığınız-da çev renizdeki ayak sesleri-ni duy arsınız... Astsubay ın mucit öv ün-cüyle anlattığı bu yöntemin gece kullanılıp kullanılmadığı belli değildi. Buna karşın askerler gsterilen y aratıcılığa inanarak hay ran kalmışlardı. Astsubay sorulara bir son v ermek amacıy la; - Ney se çocuklar, şimdi yemek y iyelim. Dağılmadan, serbestsiniz. Bir saat sonra tek pervaneli bir helikopter daha geldi. İçinden yedi-sekiz jandarma komando f ırladı v e çevreye y ay ılarak güv enlik kuşağı oluşturdu. Askerler gayet ra-hat bir şekilde otururken ko-mandoların böy le dav ranma-sı gördükleri eğitimin v erdiği alışkanlıktan olmalıy dı. Aşağıda bulunan özel giysili adamlar, hayvanları çırıl-çıplak bırakacak şekilde tüm yüklerinden ve koşum takımlarından arındırarak ele geçen malzemeleri parça parça helikoptere taşımaya başladılar. Haşhaşlar yüklenirken içlerinden biri askerlere üçer-dörder tane Koza dağıtarak, isterlerse yiy ebileceklerini y a da kesip sütünü içebilecekle-rini söyledi ve zararı olmaya-cağını belirtmeyi de ihmal et-medi. Y üklerin taşınması işi bittikten sonra insanlar taşın-maya başlandı. Onüç kişinin cesedi teker teker taşınarak boş bir çuv al gibi üst üste atıldı. Y ükleme işini bitiren çift perv aneli helikopter yaralı astsubay ı da alarak bölge-den ay rıldı. Hiç bir şey yapmadan oturulunca askerlerin üzerine rehav et çöktü. Herkesin uyku-su geliy ordu ama uy umak y asak olduğundan sürekli hap kullanarak uyanık kalma-ya çalıştılar. Akşam y emeği yendikten sonra astsubay helikopterin y anına giderek bir subay la konuştu. Y arım saat içerisinde gelen beş
adet helikopter topluca konacak yer bulamadıklarından havada beklemey e başladılar. Astsubay askerleri gruplara bölerek helikopteri işaret etti. Teker teker y ere konarak grupları alan helikopterler konvoy halinde yola koyuldular. Y olculuk esnasında askerlerin uyumasına izin v erildiğinden herkes deliksiz bir uyku çekti. Sabah şafak sökmeden İstanbul varılmıştı. Askerler uy andırılarak hazır olmaları söy lendi. Selimiye'ye inildiğinde grubu y ine üsteğmen karşılamıştı. - Hoşgeldiniz çocuklar. Uyku mahmurluğunu üzerlerinden atamamış olduklarından çatallaşmış bir sesle "sağolun komutanım" diy e karşılık verdi askerler. Üsteğmen askerleri bir araya topladıktan sonra; - Çocuklar kusura bakmay ın, bir f ormalitey i yerine getirmek amacıy la arama y apmak zorunday ım. Aklınıza f arklı bir şey gelmesin tamamen f ormalitedir. Subay askerleri tek tek aramaya başladı. Aramada Vahit'in belinde bulunan ve onca zaman kimsenin v arlığından haberdar olmadığı Smith Wesson ortay a çıkınca işler karışmaya başladı. Şaşı-ran üsteğmen bir silaha bir de Vahit'e bakarak; - Bu ne? N'oluyoruz, bunu nerden aldın? diye bağırmadan f akat pek nazik say ılmay acak üslupla sordu. Vahit bir gizinin ortay a çıkmasına karşın, sağlam olduğuna inandığı dayanağına güvenerek gay et sakin şekilde ce v ap v erdi. - Bunlar bölük komutanımız taraf ından zimmetli olarak v erildi. Bizim gruptaki bütün arkadaşlarda bulunuy or. Üsteğmen diğerlerinden de silahları topladıktan sonra seri numaralarını bir kağıda kay dedip sahiplerine geri v erdi v e başka bir ey sor-madı. Askerler topluca daha
önce malzemelerin dağıtıldığı oday a götürülüp tesisat ve silahları geri alınd ı. Askerler si-vil giy imli olmalarına rağmen kahv altı y apmay a götürüldü. Ve ardından da rev ire. Bütün gece uy umalarına karşın hala bitkin vaziy etteydiler. Ufak bir muay enenin ardından, içine üçdört çeşit ilaç katılmış serum takıldı herkese. Rahatla-manın etkisiyle uykuya dalan askerler ancak ertesi gün öğle üzeri uy anabildiler. Askerler uyandıklarında üzerlerinden tonlarca yük kalkmışçasına rahat hissetti-ler kendilerini. İşin ilginci ne-ler olduğunu ilk anda kestirememişlerdi. Bir takım şeyleri hay al mey al hatırlıy orlardı ama rüy a mı y oksa gerçek mi olduğundan emin olamıy orlar-dı. Kışlay a gelmişlerdi... Film sey retmişlerdi... sonra bir bölgede çatışmışlardı. Gerçekten çatışmışlar mıy dı y oksa hatırladıkları, f ilmden bir sahne miydi ay ırdında değillerdi. Öğle y emeğine götürülen askerler ardından birif ing salonuna alındılar. İçerde oturan yüksek rütbeli subaylardan bi-ri hemen söze girdi; - Çocuklar sizler şimdi geldiğiniz birliklere geri döneceksiniz. Askerlerden biri söz alarak; - Komutanım benim ev im burada y akında, ben eve gidebilir miy im? Subay kaşlarını kaldırarak kesin bir if adeyle; - Hay ır! Bu sakıncalı olur. Sizin y apacağınız tek şey bağlı olduğunuz birliklere bir an önce ulaşmanızdır. Red cev abı alan asker bi-raz bozulmuştu ama f arkettirmemey e çalıştı. Aynı subay; - Bizim buradan verdiğimiz kimlikler üzerinizde mi? Şimdi onları bize v erin. Tek tek çağrılan askerler üsteğmenden aldıkları kimlik-leri verip kendi kimliklerini al-dılar. Grup başlarına y ol mas-raflarını karşılaması için para dağıtıldı. Askerlerle muhatap olan y üksek rütbeli subay tek-
rar konuşmay a başladı. - Çocuklar bu olanlar bura da kapanmıştır. Hiç kimsey e bir şey anlatılmayacak. Bura dan çıkıp direkt bölüklerinize gideceksiniz. Hiçbir yere uğramak ve telefon etmek y ok. Anlaşıldı mı? Göreviniz tamamlanmıştır. Sağolun, dedikten sonra askerleri dışarı alması için üsteğmene emir v erdi. Akşam saat 6-7 sırasında Selimiye'den ayrılan Vahit'in grubu gece 3.30'da bölükleri-ne ulaştılar. Sabah kahvaltısı-nın ardından bölük komutan-larının makamına çıktılar. - Çocuklar ne oldu, neler yaptınız? sorusu üzerine Vahit gelişmeleri baştan sona anlattı. Şüphelerini aktarmayı da ihmal etmedi; - Komutanım serumdan sonra kendimi bomboş hissettim. Olaylar bey nimden f ilm şeridi gibi geçiy or ama ne kadarının gerçek olduğunu bilemiy orum. Anlatılanlara diğer askerler de katılmıştı. Onlarda da ay nı durum sözkonusuy du. Bölük komutanı telaşlanmıştı. Askerlerin beyinlerinin y ıkanmış olabileceğini düşünmeye başladı. Haf ızalarının yerinde olup olmadığını anlamak için bazı sorular sordu. Aldığı cevaplar bölük komutanını biraz rahatlattı. - Tamam çocuklar siz çıkabilirsiniz, diy erek askerleri yolladı. Vahit, y aşananlar gerçekse mutlaka basına yansıyacaktır diye düşünüyordu. Bu nedenle gazeteleri ve TV. haberlerini merakla takip etti. Üç gün sonra TV'de akşam haberlerini izlerken yerinden f ırlay ıverdi. Haberlerde; seyyar jandarma birliklerince Tunceli civarında y apılan olağan kontrol çalışmaları sırasında bir grup silahlı insanla karşılaşıldığı, yapılan dur ihtarlarına uyulmay arak ateşle karşılık v erildiği, çıkan çatışma sonucu dokuz kişinin ölü ele geçirildiği v e pek çok malzemenin y akalandığı bildi-
riliy ordu. Tüm dikkatini v ere-rek sey rediy ordu. Yerde ya-tan dokuz cesedi tanımıştı. Bunlar kendi öldürdükleri in-sanlardı. Elbiselerinden tanımıştı. Ay rıca yakalandığı be-lirtilen mallar da ay nılarıy dı. Y alnız silah say ısında büy ük bir f ark vardı. Ölen adamların y anında daha az silah bulu-nuy ordu. Haberlerde anlatı-lanları düşünmeye koy uldu. Açıklamada dur ihtarından bahsediliy ordu ama gerçekte öyle birşey olmamış, sessiz sedasız basıv ermişlerdi kur-şunu v e karşı taratan tek bir el bile ateş edilmemişti. Adamlar buna f ırsat bile bula-mamışlardı çünkü. Ayrıca onüç kişi olması gerekirken neden dokuz kişi gösterilmişti bunu bilemedi.Onüç kişi olduğundan emindi çünkü adamları taşıy anlar teker te-ker yanlarından geçirmişlerdi. İy ice emin olmak için ertesi gün bir gazete aldı. Gaze-tede de ay nı haberleri oku-yunca bölük komutanının y a-nına çıkıp düşüncelerini ak-tardı. - Tamam Vahit, yaptığınız görev bununla ilgili olabilir, diy erek askerin kaf asında oluşan şüpheleri gidermek istedi. Üç-dört gün sonra ise, görev e gidenleri yanına çağırarak; - Çocuklar sizin anlattığınız olay Tunceli'de geçmi v e gerçekmiş, diyerek olay ı doğruladı. Askerler bölükten ayrı oldukları üç gün boyunca nere-de oldukları v e ne y aptıkları konusunda kimselere bir şey anlatmadılar. Soranlara bir y ere mahkum sevkettiklerini belirtip konuyu kapattılar. Bir ay sonra görev e gidenlere dörtyüzer bin lira prim dağıtıldı. Askerlerin olay la ilgili son bağı, aldıkları para oldu. On-dan sonra böyle birşey yaşa-mamış olduklarına kendilerini inandırmaya çalıştılar.
T A V I R 41
HALKOYUNLARI VE YARIŞMALAR SEDA KARLI Ikemizde yıllardır halkoyunları yarışmaları düzenlenir. Birbirinden farklı yörelerin oyunla-rını oynayan halkoyun-ları ekipleri çok f arklı ürünleri sunmalarına rağmen birinci ikinci vs. ilan edilirler. Öy le bir hal alır ki, "Bu y ıl yarışmada Bitlis birinci oldu, Karadeniz ikinci Ege yöresi üçüncü" gi-bi ifadelendirilir. Y arışmaların amacı, halkın yöresel kültür ürünlerini derleyip ortaya çıkarmak, estetize edp günümüze aktarmak, unutulup gitmesini engellemektir. (Sanki bunun tek yolu yarışmaymış gibi) Yarışmalar, sonuçta bir rekabet ve hedefe ulaşmayı içinde barındırırken, yöntemde ya da ölçütlerde ortaklık, teklik ve gerçeklik taşımak zorundadır. "Deşifre neye göre?" sorusu muğlaklaşacak ve anlamsız sonuçlara varılacaktır. Teknik olan yarışmalarda, örneğin spor karşılaşmalarında ölçütler uluslararası standartarla belirlenmiş, konunun uzmanı hakemlerce değerlendirilmekte, bazı sporlarda se zaman ve elektronk ölçütler belirley ici olmaktadır. Halkoyunları yarışmalarında ise standart ölçütler koymann olanağı yoktur. Genellkle ölçüt olarak figürlerde, kostümde, müzikte "aslna uy gunuk" sunuştaki kareografinin zenginliği, estetik gözönüne alınır. Hata bu konuda öyle ilginç kriterler konuy or ki, bunlara denmeden geçemeyeceğiz. "Sıkıcılıktan ve monotonluktan kurtulmak için oyunlar tempolarına göre oluşturulmuş (hızlı-hızlı-yavaş-yavaş, ya da (hızlıyavaş-hzlı-yavaş) gibi kalıplara uygun sıralanmalıdır." (1) "Oyun seçiminde ritmik ve este42 T A V I R
tik olanlara, sağa-soa-öne-arkaya işler admlara sahip olanlara öncelik v erilmelidr." (2) "Sahnenin bir merkezi ve merkezin iki yarısında yeralan eşit uzaklıktaki bir takım alanlar ve noktalar bulunmaktadır. Bu alan ve noktaların eşit ağırlıklı ve simetrik bir biçimde kullanılması, fziksel açıdan sahnenin dengeli kullanıldığı gerçeğini ortay a koyuy or." (3) "Sahnenin güçlü noktaları boş bırakılmamalı, dengeli bir biçimde kalabalıklaştırılmalıdır."(4) "Sahnenin önünde (güçlü bölge) hareketler daha canlı ve akif olmalıdır."(5) "Aslna uygunluk" hakoyunları gibi, halkın yaşayan kültürü içinde yaşamın değişkenliği ile sürekli biçimsel değişikliğe uğray an, sürecini tamamladığı koşullarda ise özünde de farklılaşan (ya yeni anlamlar ye-ni biçimler yüklenerek sürdürülen ya da giderek yokolan özellikler gösteren) "anonim" ürünlerde ayak-ları havada bir kavram olarak kalır. Örneğin bir türkü aynı zaman dilimi içinde bir köyde belirli bir biçimde çalınıp söylenirken bir başka köyde sözlerinde bazı değişikliklerle müzik yapısında çeşitli nüanslara hatta ritmsel değişikliklerle yaşayabiliy or. Y ine bir oy un ay nı y örede f arklı farklı özellikler gösterebilyor. Bir başka belirleyici öğe ise zaman". Örneğin derlemelerin yapıldığı zamandan çok sonra da aynı y örede oyunlann, türkülerin aynı kaldığını düşünmek safdillik olur Giysilerde de durum aynı. Öyleyse "aslına uygunluk" kriteri bir süreklilik arzetmediği için sağlıklı olmaz. Kareografik zenginlik ölçütüne gelince, asıl olarak kareografi anlatılmak , istenen özün figürlerle, insan bedeninin hareketleriyle tek tek vey a toplu olarak uyumu biçimde sahnelenmesidir. Halkoyunlarında
se kareografi figürlerin, içeriğinden soyut olarak bir ritm eslignde sahnede grup olarak çizdiği görüntüye indirgenip yalnızca göze hoş gelmesi biçiminde algılanyor. Burada da jüri üyelerinin oyunu salonun neresnden izlediğinin belirleyici olması gibi saçma sapan etkiler ön plana çıkabiliy or. En önemli soruna gelince, farklı farklı yöresel kültür ürünlerinin nasıl birbirleriyle yarıştırılabileceğidir. Örneğin bir y örede ağıtlar ve yav aş oy unlar (Ege gibi) hakm ise v e diğer yörede ise çok daha hareketli oy unlar var ise, ya da bunun gibi bir yörede oynanan oyunların figürleri daha yalın, kolayca yapılabilirken bir başka y örede daha karmaşık ise hangisi daha yi, daha güzel, daha becerikli v.s.'dr. Her bir oy unun her bir fgürü o yörede insanların yaşamlarına belirleyici anlamda etki eden coğrafi koşullardan tutun da üretm ilişkileri, üretici güçlerin nesnel durumu ve gelişimi tarihsel, kültürel miras, geenek, inanç vs.. kadar herbiri bir diğer yöreden farklılıklar taşryan özelliklerin ürünüdür. Dolayısıy la yarıştırılamazlar. Birer kültür kalıtı olarak yaşamın ilerleyişi içinde yeniye, gelişene ayak uydur duğu, geliştirici olduğu sürece vardırlar. Ve öylece kabulenmek gerekir. Değerlendiren merci jüri ise çok önemli bir başka sorundur yarışmalarda. Y ıllardır bu işlerle uğraşan, is-minden söz ettirmiş insanlar yeralır genellikle bu jürilerde. Ancak tüm yörelerde oynanan oy unlara onların gelişim sürecinde aldıkları biçime ve içeriğe hakim olmak olanaksız-dır. Bu konuda jürilerde yeralan in-sanlar olabileceğinden de çok ye-tersizler. Dolay ısıyla değerlendrme-leri asla sağlıklı olmayacaktır. Tüm bu sorunların ötesinde bizlerin farklı kültürleri birbirleriyle yarış-tırmak diye bir derdmiz de olamaz. Bizler halkların farklı kültürel zengin-liklerini açığa çıkarıp insanlık kültü-rüne ilerletici katkılar sağlamanın önünü açıcı, halklar arası kardeşliği geliştirici tarzda ele alırız, kültür so-rununu. Bunun için ulusal, yöresel kültür ürünlerinin birbirleriyle yarış-masını değil, kollektif bir paylaşımı ifade eden "şenlikler" öneririz Dipnot: 1. 2, Folklora Doğru Sayı: 59 Syf: 61 3, 4, 5 Folklora Doğru Sayı: 59 Syf: 62
NOTA
DAĞLARA GEL
Başına bir hal gelirse canım Dağlara gel dağlara Seni saklar v ermez ele canım Dağlara gel dağlara Bu canım aşka düşeli canım Aşk odu ile pişeli Y eşil dağlar menekşeli canım Dağlara gel dağlara Gev heri düştüm dillere canım Diy arı gurbet ellere Billahi v ermem ellere canım Dağlara gel dağlara
SÖZ: GEVHERİ MÜZİK: GRUP YORUM
T A V I R 43
H AB E R
Y OR U M
ZONGULDAKTA BÜYÜK
OPERASYON! ir elinde Grup Y orum'un "Cesaret" kaseti, diğer elinde 17 Nisan direnişiyle ilgili olarak hazırlanan Sabahat Karataş'ın TAY AD başkanıy la yaptığı telef on konuşmasının bant kaydı. Boş kalan ay aklarıy la bir y andan tekmelerken bir y andan bağırıy or: "Sizin oy unlarınız, türküleriniz silahtan daha tehlikeli." Sanatçı olduğumuzu kabul etmiy orlar. Oy unlarımızla, türkülerimizle yüzlerce kez ve onbinlerce izley icinin karşısına çıkmış olmamız ise onları y alnızca şaşırtıy or. Tatil mi? Olmaz öy le şey!... Bunlar olsa olsa gerilla eğitimi yapmaya gelirler. Karadeniz, deniz v e dağın buluştuğu bir yer. Ama onları ilgilendiren y alnızca dağ.Hem o dağda terkedilmiş bir kamp v ar. Kamp çadırının içinde de un, y ağ, şeker, bisküit. Bir tek gerillası v e silahı eksik. Onlar da bulunursa operasy on tamam. Çalışmalarını Ortaköy Kültür Merkezi'nde sürdüren Grup Y orum, Grup Özgürlük Türküsü, Ayşe Gülen Halk Sahnesi, FOSEM ve Tav ır Dergisi çalışanları Zonguldak Alaplı'daki Belediy e dinlenme tesislerinde tatil y apıy orlar. Bulunan kamp ise oranın birkaç kilometre
44 T A V I R
y akınında. Bu bir tesadüf olamaz. İşte teröristler de bulundu. Y a silahlar? Onlar da tamam. Oy un metinleri, Y orum'un kasetleri, Vivaldi'nin "4 Mevsim" v e Ravel'in "Bolero" kaseti, Nazım'ın "835 satır", N.Ostrovski'nin "Ve Çeliğe Su Verildi" v e "Selam Y aşam Ateşi" kitapları... Bunlardan iy i silah mı olur?Ve sonra 8 gün süren işkenceler. "Konuş! Bu makarna paketleri sizin mi?", "Madem y üzme bilmiyorsun, neden tatil y apıy orsun?", "Açlık grevi y apıy orsun, sen teröristsin", "İf ade imzalamıy orsun, sen teröristsin", "Gel şu yemekleri y e, kimseye söylemeyiz. Y emiyor musun, size su bile y ok." Ve y alnızca tuvalet suy uyla geçirilen 5 gün. 1x1 metrelik hücrelerde geçirilen toplam 8 gün. Sonra Ankara DGM'y e kelepçeli sevk ve ardından "Demek hala böy le y anlışlıklar oluy ormuş" diy en bir savcı v e salıv erilme. Bir de geride bırakılan, sorgular boy unca suratlar tükürük y ağmuruna tutan şaşkın v e telaşlı bir başkomiser. Halkın sesi, soluğu olan sanatçıların tatillerine bile tahammüleri yok. ama tüm bunlar onların özgür y arınlar için emekten, halktan y ana üretimlerini engeller mi? Hay ır!
HAB ER
mperyalizmin köle-ce bağımlılaştırdığı bir av u işbirlikçinin halkı baskı ve zu-lümle yönettiği bir ülkede y oksulluğun ve acının y enilmesi için ay dınların da tu-tarlılık ve özveriyle halkın yanında yer alması gerekir. Örgütlü bir mücadele halkı sömürü ve zor-balıktan kurtaracaktır. Çağımızı geleceğin yaratılmasında rolü olduğuna inanarak çürüyene karşı doğmakta olanın yanında yeralan yeni insanlar aydınlatı-yor. Aydınlar ve sanatçılar ikti-dar perspektifiyle yürüyen bu mücadeleye bütün olanaklarını seferber ederek katılmalıdır, katkıda bulunmalıdır. Aydın so-rumluluğu yeni toplum inşa et-me sürecinin her aşamasında faaliyet gösterebilmeyi gerekti-rir. Sanatçılar ancak devrimci sınıf ın öncüsü ve mücadelenin önderi olan örgütün perspektifiyle çağdaş ve evrensel olanı y aratabilirler. İlginin merkezi olan mücadele hayatın her ala-nında sürmektedir ve sanatsal üretimde hayatın bütününü kapsayacaktır Ancak bu yeni, zengin v e v erimli toplumsal akışın sanat alanına ve sanat-saf faaliyetlere y ansımasıy la ayrıcalıklı olduğunu sanan bu zümrenin kendini tatmin için çocukça ey lemlere kalkışması-nı birbirine karıştırmamalıyız. "Y eni v e gerçekten ev rensel bir kültür için yol arkadaşları" seçmede usta Evrensel Kültür dergisi okyanuslar yolcusu, ef sanev i kahraman, en zeki, en yaratıcı, en üretken ve herhalde daha bir çok benzeri "en" Sunay Akın'ı çıkarıyor kar-şımıza. (I) Sunay Akın' da sanki mey dan boşmuş gibi bilgisini ve kültürünü aşan sözler söy-lemekten çekinmiyor. Devrimci söylemi diline dolamasa, savaş ve ticaret gemilerine karşı kağıt gemilerle savaştığını iddia eden bu şaşkına cevap verme gereğini bile duymazdık. Tav ır Dergisi'nin 18. sayısın-
YOR U M
AYDINLAR VE ŞARLATANLAR HAZAL TUNÇ
da y eralan "Şenlikçi Şairlere" adlı yazıy a verdiği cevap sıra-dan demagojik ifadelerin yanında yeni keşiflerle de süslü. Havanın yarın nasıl olacağı-nı duyurmak için hep ileri bakan Beyazıt Kulesi'nin devrimci bir kule olduğunu öğreniyoruz bu yazıdan. İlginç ve hazin bir aşk yaşanırmış bu şehirde de haberimiz yokmuş. Beyazıt Kulesi meydanı gericilere bırakmamak için sevgilisinin yanına gitmeyecek kadar özveriliymiş. Kız Kulesi sevdalısı tarafından bir kez ol-sun dudaklarından öpülme-mişmiş. Tav ır Dergisi de Şiir Cumhuriy eti'ni eleştirirken çok önemli bir şeyi gözden kaçırmış. Eğer bu bey ler Şiir Cumhuriy eti'ni ilan etmeselermiş Kız Kulesi ile Beyazıt Kulesi Selimiye Kışlası'nın kuleleri arasına hapsedilip işkence görecekmiş. Acaba diyorum Sunay Akın tedavi edilse ufku geniş-ler Selimiye Kışlası'nın kulele-rini de kurtarmaya girişir miy-di? Bu bireyci çıkışların, gizemli dav ranışların, atak v e savruk hareketlerin, bu popüler olma hevesinin içinde burjuva düze-niyle uzlaşmanın tohumu var. Mangalda kül bırakmayan iddi-aların ötesinde söylenen de yapılan da sistemin burjuva demokrat eleştirisinin ötesine geçmiyor. Onun anlayışıy la ve eylemleriyle emekçi sınıflar
arasında güçlü bağlar kurula-bilir mi? Galata Kulesi'nden at-tığı şiir yazılı uçaklar sınıf mü-cadelesinin neresine oturtula-bilir? Sunay Akın faşizme karşı böyle de ANTİK ACILAR'la da mücadele edilebileceğini (2) sanabilir. Ama şaklabanlık-larını devrimci eylemlerle aynı-laştırmasına ne demeli: "... Ama şiir okumak için birara-ya gelenlerin 'vatan haini' ilan edileceğini hepimiz bili-yoruz. Hele de Nazım Hik-met'in kitapları var ise!.. Şanslı iseniz ölü ele geçiril-mezsiniz ve en büyük "suç" unsuru olan kitaplarınız önünüze dizilerek "yazıdışı" insanlar tarafından "yasadı-şı" olarak televizyonda lan-se edilebilirsiniz!" Hangi aynay a bakıp böyle havalara giriy or, kendini savaşanlarla, umudu ve geleceği bayraklaştıranlarla bir tutuyorsun Sunay Akın? Haddini bil! Nazım Hikmet'in "tam okka dörtyüz dirhemse" dediği gibi yürek taşımıyorsun sen Senin kaf anla böy le bir y ürek nasıl bağdaşsın? Bu söz düşmanın karşısında ölümü hiçleyen cesaret için söylenmiştir ve onla-ra y akışır ancak. Faşizmin yıllardır süren ge-rilla savaşına karşı Kürt halkını acımasızca katletmeye yönel-diği koşullarda Şiir Günleri'ne kızılderili kıyafetiyle katılmakla Kürt halkının mücaledesinin desteklenebileceğini iddia etT A V I R 45
HABE R
Y O RUM
mek soytarılık değil midir? Y a o bay ağı böbürlenmeler. "Bir kaç devrimcinin katıldığı ko-laycı toplantılarda değil üniversitelerde yüzlerce insana karşı söylemiş kovboy kılığındaki canavarların şimdi de Kürt halkını 'köle' etmek lstediklerini."Devrimciler toplantılarını Kız Kulesi'nde, Köp-rü altında yapmıy orlar ki kaç kişi olduklarını bilesin.Nasıl zırvalanabilir diye düşünmeyi bıraksan, gözünü şehirlerin varoşlarına çevirsen korlanan emekçi ateşini göreceksin. Gecekonduların, fabrikaların, yoksul tarlaların istemi, hare-ketini görmezden geldiği için kulelerin aşkından dem vuru-yorsun. Devrimci savaşçıları geleceği duv arlara kanlarıy la yazanları görmezden geldiğin iin ya da onlardan söz etmeyi tehlikeli bulduğun için inançla-rı uğruna ölümü göze alanlara örnek verirken Hazerfan Ahmet Çelebi'ye takıldın kaldın. "Özgürlüğe, barışa, insan haklarına, emeğin sömürülmediği, infazların, işkencelerin olmadığı bir dünyaya doğru yelkenlerini rüzgara açtığı" nı söylüyorsun. Yeni okyanuslara, yeni kıy ılara yol alan şiirin Kristof Kolomb'u ze-ki, yaratıcı ve üretken Sunay Akın dev rimci insanın en önemli erdemlerinden biri alçak gönüllülüktür. Kendinden başka kaç kişinin gözünü bo-
SULTANAHMET
yayabilirsin? Emekçi yığınlar kendisi için olmayanı kolayca ay ırtediyor, dışlıyor, kendinin olanı ise kabul ederek sanatsal f aaliyete katılıy or. Yaşadığın çağı ve toplumsal gerçeklii bilimsel bilgi v e değer kuramlarının yönlendirdiği dünya görüşüyle değerlendire miyorsan özgürlüğe değil uzlaşmaya doğru yol alırsın. İnsanlık tarihini ve yaşanan tarihsel dönemin somut gerçeklerini, özgün görünümlerini tanımadan devrimci şair olunmaz. Devrimci şair olmak için sosyalizmden etkilenmek yetmiyor artık Ancak örgütlü mücadelenin içinde olanların hakkıdır bu sıfat. Devrimci bir şai-rin dev rimci yanı şairlik y anın-dan daha önde olmalıdır her zaman. Sandığın gibi şairin eylemi sadece şiir değildir. Devrimci sanatçılar esnektir ancak dengelerini kaybetmezler. Güzel bir dünya duygusunun beslediği ideolojilerle gerçeklere ve hayata sıkı sıkıya bağlıdırlar çünkü. Yarışmalardan yana değil, halayların kuruldugu, özgr-lük şarkılarının söylendiği şenliklerden yana değil miyiz? diye soruyorsun. Halkın sizinle birlikte türküler söyleyerek Kız Kulesi'ne çıktığını, Galata Kulesi'nden kağıttan uçaklar atışınızı halaylar çekerek izlediğini bilmediğimiz için Eminönü araba vapurunun
VE
ğil mi? Yıllarca sanatçıların, aydınların, devrimcilerin yattıkları, soğuk mahzenerinde özgürlüklerinden mahrum edildikleri, sorgu odaların-da aklaşık 1 ay önceki ga- işkenceer gördükleri o meşhur zeteleri açıp okuyan ki-mi cezaevi artık bir kültür evi olacaktı. ilerici aydınlarımız, İlerleyen demokrasmiz için önemli bir sanatçılarımız o mehur adımdı bu. Peki bu işin öncülü-ğünü ciddyetlerini bo ş up şöyle yapan kim? Kültür Bakanı Fikri düşünmüşlerdir Sağlar. İşte bu çok daha gü-zel ve önemli. Bu gelişme, gömül-düğü ve alt kısmıyla sırtının şeklini alan yordu gazetelerde? Se- koltuklarında gazetedeki başlı-ğ ı vinçli fotoğrafların altın-da, tebessümle karşılayan demok"Sultanahmet Cezaevi ratlarımızın ruh hallerini kıpır kıpır şimdi sinema". Ne güzel yapmaya yetmiştir. Beyinlerini faz-la bir haber dezorlamadan şu kelimeler döküle-bilir ağızlarından; "Heyy... bekledi-ğimiz günler geliyor mu ne?" Öz-gür günlere olan sabırlı bekleyişleri-
GOEBELS ' İN RUHU
46 T A V I R
dumanı kadar olamadık doğrusu. Celile Hanım'ın dilekçesine y ıllar sonra imza atmanın çok etkili bir ey lem say ılmayacağı-nı bilmek için zeki olmaya ge-rek yok. Sunay Akın'a cezaevi direnişlerini, ölüm oruçlarını hatırlatırken artık herkesin bil-diği bir gerçeği de vurgulamış-tık. Bu ülkede her gün yüzler-ce insan gözaltına alınıyor. Devrimciler onurlu demokrat-lar gözaltına alındığı andan iti-baren açlık grevine başlaya-rak, işkenceli sorgularda sus-ma hakkını kullanıyor. 40 yıl geriye dönmenin anlamı ne? Dünde geçen dünde kalmadı elbet. Ama bugünü yaşamak gerek. Cesaret! Şair, haVdi si-yasi şubelerin, MİT binaları-nın, özel tim yuvalarının önü-ne! Cesaret! Şair, haydi insanlık düşmanı işkencecilerin ya-kasına yapışmaya!
(1) Yel Değirmenleriyle Dövüşülecek, Sunay Akın. Evrensel Kültür Dergisi Eylül 92 (2) 1991 y ılında Cem Yay ınevi'nden yayınlanan kitabına adını v eren şiir: ANTİK ACILAR. Geçim parası için/ nice yaşlının/ eski İstanbul evlerinden/getirdiği eşyalar/üstüne kâr konulup/satılıy or antik/ acılar çarşısında.
nin sona ermesi için haberin deva-mını okumaları yeterli. Çünkü Kül-tür Bakanı bütün dişlerini en sami-mi duygularıyla göstererek şöyle ba yinyodu kürsüden; "Acısıyla, tat-lısıyla bu mekana geldik.. Sulta-nahmet Cezaevi hüzünü acı gün-leri bırakarak yaşamında yeni bir sayfa açmaktadır . Bu sayfada dü-şünceleri nedeniyle tutuklanan in-sanlara barınak olmak yerine kültür ve sanat gibi soylu uğraşların coş-kusuna ortak olmak vardır. Tebessümle başlayan ağıza ya-yılan gülücük dalgasının sevinç çığ-lıklarına dönüşmemesi için hiç bir neden yoktur artık Hatta o güne kadarki sıkıntıl ı kadehlere artık ne-şeli bir şişe açılabilir, bununla da yetinilmez özgürce şiirler, roman-
GRUP YORUM'UN TÜRKÜLERİNİN GERÇEK SAHİBİ HALKLARIMIZDIR. GRUP YORUM ir eleştiri y azısı, gerçekliğin sınırla-rı içinde, bir olgu-y u olumlu olumsuz yanlarıy-la tahlil eden v e bir olumsuzluğun aşılmasını amaçlay an nitelikte ol-malı. Böy le oldu-ğunda, karşıt gö-rüşte bile olsa bir eleştiri yazısının tartışılabilir bir y anı v ardır. Oysa yalnızca karalamak ve teşhir etmek amacıy la y ola çıkılıy orsa, böy le bir "amaç" uğruna gerçeklere sadık kalmak zorunlu değildir v e hakaretlerle, küf ürlerle, çarpıtmalarla dolu sev iyesiz bir yazı y azılabilir. 10 Ey lül 1992 tarihli Özgür Gündem gazetesinin KültürSanat sayfasında y ayınlanan
lar,öyküler bile yazılabilir. Hayattaki yeni sayfaya merhaba Y aşasın özgürlük, artık ortağımız Fikri Sağlar Demek "yasaklar yasaklanacak" derken dogru söylüy ormuş, demek "hiçbir sanatçı düşüncelerinden dolay ı tutuklanmayacak" derken samimiymiş. Tiy atrocu Ay -şe Gülen katledilmiş, Ortaköy Kül-tür Merkezi kapatılmış, sanataçılar gözaltına alınmış, karikatürcüler tu-tuklanmış, Grup Yorum hakkında tutuklama kararı çıkartılmış, İsmail Beşikçi'nin yapıtlarıgene yasaklan-mış ne gam... Hem zaten onlar da aşırıya kaçıyorlardı. Üstelik yaptıkla rı da ne sanata benziyor ne de bilime. Ne demek "emekten, halktan yana olmak"? Kabalık bu.
Metin Celal imzalı "Grup Y o-rum Kürt Halkının Telif Hakkı-nı Ödedi Mi?" başlıklı y azı da eleştiri adına hakaret ve ka-ralamalarla dolu bir yazı. Bugüne kadar hiç kimse ve hiçbir çev re Grup Y o-rum'un mücadele içindeki y e-ri v e say gınlığı konusunda spekülasyon, demagoji ve karalamalarla bir yere vara-madı. Bugün ay nı seviyesizli-ği gösteren v e bu konuda hiçbir söz söy lemeye hakkı olmay an Metin Celal gibileri de bunu başaramayacak. Kendisini ciddiye aldığımız düşünülmesin. Ancak üretti - i yalan v e spekülasyon konu sunda kamuoyunu aydınlat-ma gereği duy duk. Metin Celal, 29 Ağustos'ta yine Özgür Gündem'de Okuyucu Mektupları köşesinde Ve tarihler 2 Eylül 1992'yi gösteriyor. Gazetelerde bir haber daha; "Sultanahmet Kültür Evi kapatıldı, sanatçılar gözaltında". Hay Allah! Bu da neden çıktı şimdi? Ne de güzel başlamıştı herşey . Üstelik Kültür Bakanığı'ndan da hiçbir açıklama yok Bir Kültür Evi Bakan-lık tarafından törenlerle, nutuklarla ve "Sultanahmet şimdi özgür" slo-ganlarıy la y apılan bir açılıştan kısa bir süre sonra polis tarafından ka-patılıyorsa ve gerekçesi ise ancak 1 hafta sonra mektupla iletiliyorsa v e aynı bakanlık sanki hiçbir ilgisi y okmuş gibi herhangi bir açıklama yapma gereği duymuyorsa, bu durum sırtını baskılara sömürüye, hak gasplarına, katliamlara daya-mış bir iktidarın iki yüzlü demokrasi
bir süre önce Cizre'li bir okuyucunun gönderdiği mektuba cev ap niteliği taşıy an mektubumuza karşılık olarak kale-me almış bu yazıy ı. Ciz-re'den yazan M. Kızılbayrak, Kemal Burkay'ın "Em Ne Bın-keti Ne" şiirini bestelemiş ol-mamızı eleştiriy or v e Kemal Burkay'ın siy asi kimliği nede-niy le bu şiirin bestelenmesini Grup Y orum'a yakıştıramadı-ğını söy lüyordu. Metin Celal herşey den önce, bu kadar somut bir gereği çarpıtmak-tan kaçınmıy or v e gönderdi-ğimiz cevabı, "... keyf ince besteleyip, telif hakkı ödeme-den kasetinde kullanırken suç üstü yakalanmanın pani-ğiy le..." v erilmiş bir cev ap olarak niteliy or.Oysa ortada "Suç üstü y akalanmak" gibi bir sorun olmadığı açık. M. Kızılbay rak, mektubunda, K. Burkay'ın şiirinin telif hakkını değil, politik kimligini sorgulu-yordu. Bizim gönderdiğimiz y anıt da bu temeldey di. Fakat sanıyoruz ki asıl so-run Metin Celal'in kafasında. Tartışmay ı çekmek istediği "telif hakları" konusuna sap-landığı için eleştirimizin özü-nü ve K. Burkay'ın özgün du-rumunu gözardı ediy or. "Bir sanatçı sizinle ay nı politik çizgide değilse, onun eserini istediğiniz gibi kullanmak özanlayışının bir ürünüdür. Ve tabii ki özgürlük çığlıklarının kesilip yeniden yumuşak koltuklara göçün başladı-ğını söylemeye gerek yokHem de yayları batarcasına,ama gık çıkar-madan. Sevgili aydınlarımız, sanatçılarımız, devrimci sanatçılardan başlayıp gittikçe kendilerine doğru yakla-şan ayak seslerini duy uyorlar mı, bilinmez ama ağız ve kulağın bu-luştuğu ve bir o kadar da ikiyüzlü, sahte şovların ardındaki gerçeği anlasınlar artık Kültür Bakanı'nın sözleri çoktan mizah antolojisindeki yerini aldı. Goebels'in ruhu rahattır şimdi.Çünkü bıraktığı mirası başarıyla devralıp sürdüren bir sistem ve temsilcisi bir bakanlık v ar ortada. T A V I R 47
gürlüğünü kendinize hak olarak görebiliy orsunuz" di-y or. Oy sa asıl sorun ay nı politik çizgiy i pay laşıp, pay-laşmamak değil. Metin Ce-lal'in örnek olarak verdiği Ni-hat Behram, İsmail Beikçi v e daha birçok sanatçı v e aydınla da ay nı görüşü pay laşmıy or olabiliriz. Hatta K. Burkay 'ın "terörizm" olarak nitelediği politik çizgiy e yö-nelik eleştirilerimiz de olabi-lir. Fakat burada sorun siya-si ahlak sorunudur. Biz, aynı düny a görüşünü sav unma-sak bile, bedeller ödemiş, ödeyen, dürüstlüğünü koru-yan tüm sanatçılara, ödedik-leri bedellere v e emeklere saygı duy uy oruz. Ancak be-deli kanla, canla ödenen bir savaşı, prov ake olmuş, terö-rün taraflarından biri (DENG dergisinin K Burkay 'la y aptı-ğı bir röportajdan) olarak nitelemek, ödenen bedellere say gısızlıktır.
nın artık özdeşleşemeyeceğiydi.
Metin Celal, telif hakları konusuna öy lesine saplanı-y or ki, bizim y aklaşımımızın özünü çarpıttığı gibi, Grup Y orum'un haketmediği haka-retlere v e sulamalara v ardı-rıyor yazısını."Minareyi çalan kılıf ını hazırlar", "Çaktırma-dan yürütme", "üstüne otur-ma" gibi seviy esiz hakaretle-re yanıt verecek ya da tartı-şacak değiliz. Ancak Grup Y orum'un Ahmet Kay a, Fer-hat Tunç, TRT gibi sanatçı v e kurumlarla ay nı y ere ko-nulmasının tam anlamıy la bir "densizlik" olduğunu belirt-mek istiyoruz. Metin Celal ahkam kesmeden önce öğ-renmelidir. Gerekiy orsa, bir eleştiri yazısı yazmaya y el-tenmeden önce araştırmalı-dır. Grup Y orum'un; yazıda örnek olarak v erilen Nihat Behram'la telif hakları, şiirle-rinin yağmalanması, özünün çarpıtılması konusunda hiç bir Böy lesi y aklaşımlarından sorunu olmadı.Kaldı ki Nihat dolay ı K. Burkay, çok daha ayrı Behram M. Celal gibi düele alınmalıdır. Mektu-bumuzda şünmüyor. Şiirlerinin müca-dele anlatmay a çalıştı-ğımız asıl eden, bedeller ödey en-lerce sorun, sanatsal 'ürünleriy le kullanılabileceğini v ur-guluyor. çelişen ve bu ürünlerinin çok Grup Y orum, bugüne dek gerisine düş-müş bir sanatçıy la bestelediği şiirley apıtları-
48 T A V I R
rin tümünde hem kimi söz-cüklerin besteye uy um ama-cıy la değiştirilmesi konusunda, hem de yapılan bestenin şiire uygunluğu konusunda şiirin özünü saptırmamak, tam tersine özü desteklemek noktasında alabildiğince has-sasiyet gösterdi. Örnek olarak v erilen unsurlar gibi ta-lana bir zihniyet asla taşımadı.Emeğe saygısızlık ağır bir suçlamadır. M. Celal, Grup Y orum'un tarihini, y aşadıkla-rını, ödediği bedelleri s u b j e k - tif bir yargıy la gözardı ederek saldırırken, asıl olarak kendi-sinin emeğe say gısızlık ettiği-nin f arkında mı? Emeğe saygı sorununu telif ücreti ödemey e indirgeyen bakış açısı, y aratılan değerle-ri mücadeleyle değil, ticari bir mantıkla değerlendirecek ka-dar basitletiriyor M. Celal'i. Bu basitleşmeyi daha da ile-riy e götürerek hiç hakkı ol-madan şu soruy u soruy or bizlere; "Peki, Kürt halkının telif hakkını ödediniz mi?" Grup Y orum, türküleri, marşları, halay ları v e bir bü-tün olarak mücadelesiyle Kürt halkının sesi, soluğu ol-ma sorumluluğunu y erine ge-tirmeye çalışıy or. Devrimci sanatçılığın sorumluluğudur bu. Bunun doğal bir sonucu olarak, gözaltılarla, tutsaklık-larla, soruşturmalarla bedeller ödedi v e ödemey i sürdü-rüy or. Türkiy e halkları Grup Y orum'a gereken değeri tür-külerini sahiplenerek veriy or. Ve eğer bir sanatçının ürün-leri bir halk tarafından sahipleniy orsa, yazıda iddia edil-diği gibi sahipsiz kalmış ol-maz, gerçek sahibine ulaş-mış olur.Biz türkülerimizin Türkiye halklarına malolma-sından sıkıntı değil, onur duy uyoruz.