1992 22 aralik

Page 1


A N A L A R Kıyısına gelip de bakıyorlar bir uçuruma başları dönmeden; soğumamış oysa açılan toprak, tabutun daha yeni örtülmüş kapağı, yeni değmiş körpe vücudlara kurşun,

dökülen kan dinmemiş daha, duydukları acı, büründükleri yas, yaktıkları daha yeni. Ve nerdeyse doğacak olan güneşe benzer bir dirim ışığı yüzlerinde; yeniden doğurmaya hazır cömertçe "yeni oğullar için mayalanmış yürekleri

Kemal ÖZER


Aralık 92'de 1 Merhaba

2 Hangi Şiddetin Sancağı / Selim Akdenizli

8 Çocuklar Umut Çocuklar Eylem, Çocuklar Özgür / Hayati Azim

14 Guernica - Şırnak / Utku Deniz

20 Gürkaynak Notları / Tavır

22 Yaşamn Sonsuz Derinliğinde Yaşayacaklar / Ertan Y ağmur

26 Gün Bizim / Grup Ekin

29 Sanatsal Yarışmalar / Tavır - Röportaj

35 Modern Edebiyatın Baş langıç Kıpırtıları II / Çev iri

40 Nota / Grup Ekin

44 Haber-Yorum

Ön kapak resmi : Bernhard HEISING

Chile, 12. September Ön kapak dizeleri : Nihat Behram'ın şiirlerinden derlenmiştir. Arka kapak fotoğrafı: Mehmet ÖZER Arka iç kapak resmi: Jewgeni JEWTUSCHENKO

T A V I R

1


Ariel Dorfman / ÖLÜM VE KIZ oynundan bir sahne

HANGİ ŞİDDETİN SANCAĞI! Selim AKDENİZLİ

izlerden birini öldür-sek ne kay bederiz?" Paulina soruyor tetikte... Parmakları tetikte. Y ıllardır beklediği f ırsatı kaçırmak istemezce-sine iki eliyle sıkıca sarılmış silahın kabzasına. Halka paletle, postalla saldıran, ardında her köşebaşında bir inf az, onbinlerce kay ıp ve say ısız işkence dosyası bırakan bir cuntay la hesaplaşıy or. İşkencedeki "sa-

"S 2 T A V I R

nık"a sağlık kontrolü yapmakla başlay ıp işi defalarca tecavüz etmeye vardıran Doktor Mengele'siyle hesaplaşıy or. Direncinin karşılığı olarak gördüğü işkencenin, y aşadığı tecav üzlerin hesabını soruyor. İşkencenin bir kalıntısı olarak içinde bir y umru gibi kalan, y ıllarca söküp atamadığı korkularıy la hesaplaşıyor. Bireysel bir öfke de var sıkılı y umruğunda. Fakat 17 y ıl süren cunta dönemini ölümleri, kay ıpları tüm bunların üzerine sünger çekerek, insanlık suçlularını y argıla-

madan, cezalandırmadan kurulacak olan "demokrasi"y i daha doğrusu demokrasi aldatmacasını sorgularken, tarihsel, toplumsal bir hesaplaşmaya dönüşüy or oy un. Paulina, 15 y ıl hiç eksiltmeden taşıdığı "bir gün gelecek biz yargılay acağız" umuduyla beklemiş. Rastlantı, sonucu ev ine gelen Dr. Miranda'y ı sesinden tanıy ınca eline geçen f ırsatı tereddütsüz kullanıy or. Sıkı sıkı sarılıy or silahının kabzasına, kendisine ve ülkesine y aşatılan acıların hesabını soruy or işkenceci-


sinden. Paulina Salas, Şilili, Arjan-tin'li de olabilir, Filipinler, Y u-nanistan y a da belki Türkiye'li. Dr. Roberto Miranda. Önce idealist duygularla katılıyor işkenceye. Gözaltındaki "sa-nık"ın sağlık durumunu kont-rol ediyor. İşkenceye daha ne kadar day anabilirler diye. Önceleri bir sınırda tutmay a çalışıyor işkenceyi. Hatta day anamaz diye gözaltı ndakini korumaya çalışıyor. Fakat zamanla o insanlık dışı sistem Dr. Miranda'daki hayvani duy guları açığa çıkartıp geliştiriyor. Sonuçlarını merak etme-ye başlıy or. Bir doktor gözüy-le (!). Hangi tutuklu, kaçıncı günde kaç volt elektriğe nasıl bir tepki verecek diye merak ediy or örneğin. Kadınlar üzerindeki f iziksel ve psikolojik etkileri gözlemlemey e başlıy or. Zamanla bu bir tutkuya dönüşüyor. Y ol yöntem göstermey e başlıy or. "Devam edin. Dev am edin!" İşkenceye katılan hiç kimse masum kalamaz... Kalamıyor. İşley en çark onu da bir dişli haline getiriyor. Paulina'ya def alarca tecavüz ediy or... 15 y ıl sonra kurbanının eline düştüğünde bu kez sorgulan-ma sırası ondadır. Bu kez onun elleri ay akları bağlıdır. Tıkaç onun ağzındadır. 15 y ıl önce sorguda konuşturama-dığı için acizlikle itham edi-y ordu: "Delirmiş! (Gerçekten Şili mi bu anlatılan ülke. Tür-kiye'de de sorguda direnenle-ri uyuşturucu müptelası diy e suçluy or işkenceci şef ler) Şimdi de onu y argılamay a kalktığı için delirmiş diyor. (Arjantin'de çocuklarını ara-y an analara diktatörlük Per-şembe'nin Delileri adını tak-mıştı.) Her yapı, tüm özellikle-rini, içinde barındırdığı tüm unsurlara kazandırıyor. Dr. Miranda'nın, onursuz, saldır-

gan f akat gerçekte özgüven-siz ve zavallı özellikleri kişisel özellikler değil. Cunta'nın Amerikan sermayesi pay an-dalı saldırganlığı, zorbalığı gerçekte özgüv ensiz y apısı şekillendirmiş onu. (Oy un bu temel özelliği atlamasa da yeterince vurgulamıyor.) Sonunda itiraf ediy or. Üste-lik y ıllarca gözaltındakilere uyguladığı işkence yöntemleri kendisine uy gulanmadan. Ancak, karşısında, baskının, zulmün yarattığı acının nasıl önüne geçilemez bir öfkeye dönüştüğünü görüyor. Tıpkı halk gibi. Suskunluk y erini hesap sormaya bırakıy or. 17 y ıl süren zorbalık kendisini de tüketmiş, y ıpratmış. Tıpkı cunta gibi. Sonu gelmek üze-re... Karşısındakinin kaybe-decek hiçbir şeyi y ok. Biriken acı, korkuyu da yenen bir öfkey e dönüşüyor. Arada tepki-yi yumuşatacak, yargılayanın gönlünü alacak, sancısız bir şekilde geçmişin üzerine sünger çekecek, uzlaştırmacı biri gerekiyor. Son çare olarak Paulina'nın eşi Gerardo Escobar'a sığınıy or. Roberto Miranda, Şili'li... 1973'te Şili'nin kapısında iş-tahla el oğuşturan ITT sermay esi v ardı. Çünkü ülkede zengin bakır v e güherçile ya-takları Şili sahillerinde 6. f ilo vardı. Darbeci ordunun elin-de USA damgalı silahlar, ülkede amansız bir katliam. Roberto Miranda, böyle bir düzeni temsil ediy or. Arjantin'li de olabilir. Filipinler, Y unanistan ya da belki Türki-ye'li... Gerardo Escobar, avukat. Paulina ile sınırdan darbeci-ler taraf ından arananları ka-çırma çalışmaları sırasında tanışıy or. Nişanlanıy orlar. Kaypak, kararsız yapısı ne-deniy le her küçük burjuv a gibi baskılar karşısında geri adım atıy or. Paulina işkence-

de, ülkede cunta var. İlişkisi-ne ve duyarlılıklarına ihanet ediyor. Daha sonra bir orta-yol buluyor. Paulina ile evle-niyorlar. "Demokratikleşme" programında yer alan Cunta dönemindeki ölümleri, kay ıp-ları araştırmakla, suçluları bulmakla görev li bir komisyona seçiliy or. Komisyonun asıl misyonu, birikmiş tepkileri, öfkey i bastırmak. Suçlular, ordunun izin v erdiği sınırlar içinde araştırılıp bulunacak f akat kamuoyuna açıklanma-

Pasifizm ve uzlaşmacılık bir tek yolla burjuva şiddeti enge lleyebilir. Zorbalığın karşısında direnilmiyorsa, zorbalık daha fazla ezmek ve sömürmek için daha fazla şiddet kullanmaya ihtiyaç duymaz. Çünkü önünde hiç bir engel yoktur. yacak. Y argı önüne çıkarılmay abilirler üstelik. Çünkü, Pinochet, hala silahlı kuvvet-lerin başındadır v e ordu ülke-nin tepesinde Demokles'in kı-lıcı gibi sallanmaktadır. Çünkü eski diktatörleri kızdırıp onların hükümeti devirmesine neden olmamak gerekmekte-dir. Çünkü sancısız bir biçim-de ulusal barış ve uzlaşmay ı sağlamak gerekmektedir. Çünkü Demokrasinin başına dert açılmamalıdır. Ama, so-kaklarda, fabrikalarda, okul-larda hesap sorulmasını bekTAVIR

3


ley en öfkeleri birikmiş bir halk v ardır. Her an taşkınlık yapabilirler v e onları y atıştıracak uzlaş-macı formüller bulmak gerek-mektedir. İşte bu araştırma komisy onu aranan f ormül, Gerardo Escobar da aranan kişidir. Escobar, Paulina'ya verdiği "Bir gün gelecek biz yargılayacağız" sözünü unut-muş, yeni hükümetin yargı or-ganlarından, mahkemelerin-den medet ummaya başla-mıştır. Paulina haykırır "kim y argılay acak? Çocuklarını aray an analara, gidin nerede kaybettiyseniz orada aray ın diy en y argıçlar mı?" Escobar sancıy la kıv ranmaktadır. Haklı da olsa Paulina'nın hesap sormasını engellemelidir. Ya büyü bozulur-sa, askerler kızıp geri gelirler-se? Böy le bir tehdit uslandırılma-sı gereken bir toplum için düşünülüyor. İşte Gerardo gibi-leri toplumsal rehabilitasyon için biçilmiş kaftandır. Bir uz-laştırıcı, bir aracıdır. Gerardo Escobar... Şili'li. Şiddete, sömürüy e day alı bir iktidarın kılık değiştirerek hal-ka day atılmasında, halkın he-sap sormasını, y argılamasını engellemede uzlaştırıcı bir misyon yükleniyor. Pasif izmi, zorbalığın çözümü olarak görmekle kalmay ıp bunu zorbalığın yeni politikalarıyla eklem-lenmiş bir biçimde devrimci muhalefete bir baskı aracı olarak da gündeme getiriyor. Demokrasicilik oyununda "havuç"u temsil ediyor. Arjantin'li olabilir. Filipinler, Y unanistan y a da belki Türkiye'li. Oy un, döktüğü kanların lekesini üzerinden sile-reky ıllarca halka çektirdiği acıların hesabını vermeden demokrasi görüntüsü verilmiş y eni sürece "y umuşak geçiş" yapmay a çalışan bir iktidarı, yaşadıklarının acısını y ıllarca 4 T A V I R

içinde taşıyan f ırsat buldu-ğunda bireysel de olsa hesap sormaktan kaçınmay acak denli, öf ke dolu bir kadını v e bunların arasında uzlaşmacı olarak rol oy nayan "y eni" dü-zene bel bağlayan bir "aydın"ı toplumsal olgular olarak ele alıp sorguluy or. Paulina'nın tavrı bireysel ve özgütsüz bir biçimde de olsa hesap sormaktaki kararlılığı, insanlık düşmanı şiddetin karşısına çıkışı ayrıca dikkate değer. Fakat, asıl tartışma sonusu, bugün yeniden güncellik kazanan çeşitli biçim v e ay gıtlarla şiddete dayalı bir düzenin hangi y öntemlerle ortadan kaldırılacağıdır. Çeşitli biçim ve aygıtlarla diyoruz çünkü kapitalist sömürünün v arlığı bile başlı başına sömürülen sınıf ların üzerine yüklenen bir şiddeti içerir. Burjuvazi bugünkü demogojilerinin aksine iktidara gelir-ken de şiddete dayalı bir dev -rim yapmış ve ilerici olduğu dönemlerde bile düzenini sürdürebilmek için azgınca bir şiddete başv urmaktan kaçınmamıştır. Bunun için serbest rekabet döneminde, küçük y aşta çocukların kar hırsı ne-deniyle sağlıksız koşullarda ve çok düşük ücretlerle çalış-tırıldığını ya da ilk sendikal örgütlenmelerin nasıl kanlı şiddetle bastırıldığını hatırla-mak y eterli. Burjuv a sömürü, tarih boy unca şiddeti gündeminden hiç çıkarmamış, tam tersine emperyalizm v e siyasal geri-cilik döneminde bu yöntemleri zenginleştirerek iktidarının te-mel day anağı haline getirmiş-tir. Üstelik uluslararası bir ni-telik kazanarak şiddet ve te-rör "ihraç" etmey e başlamış-tır. Emperyalizm, askeri-silahlı bir şiddetin yanısıra eğitim sistemi, basın-yay ın ve uluslararası planda kurduğu yay -

gın medy a ağı ile entellektüel şiddeti de temel hak v e özgürlüklerin bile kısıtlanmasın-da ustaca kullanabilmektedir. Geriy e, yalnızca üretim araçlarına sahip olanların özgürlü-ğü bırakılmaktadır. Burjuvazi, aynı özgürlüğü(!) emekçilere de sunmaktadır. "Dilediğin metaya sahip olabilirsin. Çünkü bizim varolabilmemiz için senin tüketmen gerekir". Ancak alım gücü sınırları içinde. Çünkü bundan ötesi sermay e sınıf ının mülki-yet ÖZGÜRLÜĞÜ'ne müda-hale olacaktır. Kapitalizm, özel mülkiyet özgürlüğü dışındaki tüm özgürlükleri sınırlamıştır. Bunu düzeninin sürmesi için ve şiddet araçları kullanarak y apar. Bu şiddet eşitsizliği ve sömürüyü sürdürmey e yarayan bir şiddet olduğundan insanlık dışı-dır ve iktidarın elinden gitme-sine neden olabilecek çelişki-ler yoğunlaştıkça şiddet de y oğunlaşır. Şili, Arjantin, Filipinler y a da Türkiye... Gerardo Escobar ti-pi uzlaşmacı v e pasifist ay-dınların anlayamadığı y a da anlamak istemediği de budur. Y eni sömürge ülkelerde ege-men sınıf ların çelişkisi ve krizi her zaman bir yoğunluk taşır. Bu yüzden de şiddeti sürekli-dir v e krizi derinleştikçe buna bağlı olarak ağırlaşır. Toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemlerde tüm demokratik aygıtların ortadan kaldırılmasına (bir cuntaya) buna tepkiler geliştiğinde, yıprandığında ise tepkileri y umuşatacak "demokratikleşme" gösterilerine ihtiy aç vardır. Gerardo Escobar tipi, bu noktada faşizmin ihtiyaç duyduğu önemli bir araçtır. Halkı rehabilite edecek, zorbalıkla halk arasında barışı sağlaya-cak bir misyon yüklenir. Pasifistler, bu özelliklerini bir erdem gibi gösterirler. Öyle


ya şiddet gibi kötü duygular-dan arınmışlardır. Tüm emek-çiler sürüp giden bir şiddetin altında ezilseler de, o bu tür işlere bulaşıp ruhunu kirlet-memiştir. Böy lesi bir bencillik v e subjektif y argıy la devrimci şiddeti de zorbalıkla eş tutarak lanet-ler v e karşısında y er alır. Oysa kapitalizmin şiddeti çok açıktır ki toplumsal dina-miklerin önüne kan insanlı-ğın gelişimini durdurmayı he-defley en sömürüy e dayalı bir şiddettir. Ve sömürüy e dayalı bir düzen oldukça bu şiddet süreğendir. Y ani kapitalizm, şiddeti kendi özünde barındı-rır. Proletaryanın-emekçi sınıfla-rın şiddeti kendi doğasından kay naklanan değil hak ara-may la birlikte zorunlu olarak gelişen v e şiddeti-savaşları düny a ölçeğinde ortadan kal-dıracak "tercih" edilmiş bir şiddettir. Tercih edilmiştir, çünkü emekçilerin en küçük hak talebinden, eşitlikçi ve özgür bir iktidar 'kurma mücadelesine kadar her yönelişi iktidar taraf ından şiddetle bastırılacaktır. Pasifizm v e uzlaşmacılık bir tek y olla burjuva şiddeti engelley ebilir. Zorbalığın karşısında direnilmiyorsa, zorbalık daha f azla ezmek v e sömür-mek için daha f azla şiddet kullanmaya ihtiyaç duymaz. Çünkü önünde hiç bir engel y oktur. Ancak bu bile özünde şiddete day alı bir ilişkidir. Çünkü zorbalığın saldığı kor-ku hükmedilenin üzerinde şiddeti temsil eden bir tehdit unsuru olarak durmaktadır. (Gerçekte toplumun doğasın-da zulmedene sonuna kadar boyun eğiş hiç bir zaman yoktur.) Bu mantık (-sız) zincirinin dışında pasif istin teorilerinde hiç bir meşruluk yoktur. "Ölüm v e Kız" da Gerardo Escobar işkence suçlusu Dr. T A V I R

5


Miranda ile hesap soran Paulina arasında arabuluculuk yapmaya, Paulina'y ı yatıştır-maya çalışmaktadır. Açık bir tehditi koz olarak kullanmak-tadır: "Kışkırtıp bu adamları geri gelmelerini mi istiy orsu-nuz?" Peki direnmezsek v e geri gelmezlerse? Emeğin, top-lumsal kimliğin ve benliğin sö-mürüsü tepkisizce sürüp gide-bilir ve muhalif unsurlar tepki-sizce ortadan kaldırılabilirler. İşte pasifistin evrensel mis-yonu burada belirginleşiyor. Toplumsal muhalefetin bastı-rılmasında kılık değiştiren burjuvazinin bir uzantısı v e onun şiddetinin gizlenmesin-de bir araçtır. Sonuç apaçık ortadadır: Bırakılsa sonsuza dek sürüp girecek bir zorbalı-ğın bay raktarlığı. Burada, ter-cih sorusunu Caudwell'den alarak soralım: "Hangi şiddet sancağının altında kabul ettirecektir kendisini? Burjuva ilişkilerinin şiddeti mi yoksa yalnızca onlara direnmekle kalmay ıp onlara son verecek olan şiddet mi? Burjuva toplumsal ilişkileri giderek üstüne kurulu oldukları sömürü ve mülksüzleştirmenin şiddetini daha fazla açığa vuruyorlar, giderek daha açıkça insanı baskı v e vahşetle bunaltıyor-lar. Eylemden kaçan pasifist kendini bu sancağın altına y azdırır, herşeyin olduğu gibi kalması ve kötüye gidişin sancağı, sahip olanların olmay an-lara uy guladıkları artan baskı v e şiddetin sancıları (...) Y a da kendini devrimci sancağın, geleceğin sancağının altına yazdırır." (!) Şiddete dayalı bir egemenliği tüm kurum v e kuruluşlarıyla nihai olarak ortadan kaldıracak sancağın... Bunu yaparken şiddete baş-vuruyor olması onu karşısına çıktığı düzenle ay nılaştırmaz ve kendisiy le ahlaki anlamda 6 T A V I R

da olsa çeliştirmez. Çünkü bu şiddet grevler, mitingler, f abri-ka işgalleri, üniversite boykot-ları, gecekondu direnişleri ka-dar meşrudur. Halkın adaleti-ni, öf kesini, umudunu özünde barındırdığı için meşrudur. Hayatın içinde olmaktan ge-len bir cüretkarlığı v ardır. "Biz görüşlerimizi zorla gerçekleştirme cesaretine sahip miyiz? Onların doğruluğuna dair ne garantimiz v ar? Tek gerçek garanti eylemdir. Bizim inançlarımızı fiziksel madde üstün-de zorlay acak, toplumun alt yapısını ev lerde, yollarda, köprülerde v e gemilerde in-san yaşamını tehlikeye atmak pahasına kuracak cesareti-miz var, çünkü teorilerimiz ey-lemle çıkmıştır v e ey lemle de-nenirler. Bırakınız köprü y ıkıl-sın, gemi batsın, ev çöksün eğer hatalıysak. Biz doğanın nedenselliğini inceledik, eğer y anlışsak bırakın üstümüzde kanıtlansın."(2) Paulina gibi bireysel v e inti-kam duy gularına dayalı bir şiddet değil hay atın içinde sı-nanan doğrulara dayalı, ör-gütlü ve yeni bir y apı kurmayı hedefleyen bir mücadelenin ürünüdür. Y ine de Paulina'nın sorusunu yenileyerek sorabili-riz: Ne kay bederiz? Daha dün y anıbaşımızda olan, bugün; işkencecile-rin,direncine tahammül ede-meyip kaybettiği insanlarımız olsa, Y usuf ların, Hüse-yin'lerin, Hüsamettin'lerin, Tuğrul'ların mezarlarını arıy or olsak, işkencede tecav üze uğray an Paulina Salas değil de Esma Polat olsa. Daha sonra onu da katlettikleri on-larca dev rimci gibi y argısız-sorgusuz kurşuna dizmiş olsa karanlığın bekçileri. Ve elle-rinde USA patentli M-16'larıy la aramızda dolaşıyor olsalar, kapımıza yanaşıyor

olsalar, ekmeğimize bulaşıy or olsalar... Ve onların ef endile-ri, topraklarımıza konuşlandı-rılmış çekiç güçleriyle Ortado-ğu'da y eni terör düzeni kur-mak için Genel Kurma'ya ka-rarlar aldırıp, Kürt halkını katlettiriyor olsalar... "Demok-rasinin direği" parlementodaki milletin vekillerine figüranlık yapıp görüntüyü kurtarmak düşüyor olsa, bunun da adı demokrasi olsa... Çünkü Ortadoğu'da bereket-li petrol y atakları olsa, çünkü memleketimizde demir, kö-mür, liny it yatakları ve de bembeyaz pamuk tarlaları olsa. Herşeyden önemlisi "ucuz emek cenneti" olsak. Emek hakkını ararken hep zorbalıkla karşılaşıy or olsa. İşçiler grev e gittiğinde grevler ertelenebiliyor olsa, memurlar grev li-toplu sözleşmeli sendi-kal hak için y ürüdüğünde coplanıy or olsalar, öğrenci gençlik toplumsal bir sorumlu-lukla, Y ÖK'e, ücretli eğitim sömürüsüne, devlet terörüne HAYIR diyerek boykota gittiğinde "Panzerler üzerlerine kalkıy or" olsa... Şiddete ve zorbalığa day alı sömürü düzeni böy lece sürüp gidiyor olsa. Tüm bunlara dur demek için halk kendi adaletini dikse düzenin karşısına. Zulme direnmenin ötesinde, onu zorla y ıkmak için, biraz rahatımız-dan vazgeçmey i, bedeller ödemey i göze alsak, bunun karşılığında kazanılacak kos-koca bir ülke v e yeniden y a-ratılacak bir düny a olsa ne kaybederiz? Daha doğrusu kaybeder mi-yiz, yoksa kazanır mıy ız? Not: 1) Ölen Bir Kültür Üzerine incelemeler / C. Caudwell/ C. 1 syf.127 2) A.g.e. syf. 125


BİR YAPRAKTA KAN DAMLASI mor dağların ucunda kızıllıklar çökmüş bir akşamdı parmaklıklarla bölündü alnım gözlerim ufuklarda kaldı gökyüzünde bulutlar gökyüzünde ay gökyüzünü kanayan bir şevkat gibi kapladılar ayakları prangalı baktım yıldızlara gülüm sana orda gözlerimle sarıldım ve avluya bir uzunbava gibi çöktü akşam yağmurlardan topladım yüzünü de gökkuşağında kaldı içerim şimdi ölüm denmez canıma od basmaya yaşam için boynumu pey sürmeye ölüm denmez madem ki özgürlüğe şifrelidir yenilgim madem ki insandır arklarda hasat edilen gözyaşıyla da bölüşülür ekmek

ölümle de bölüşülür gel kardeş adını sen koy bu akşamın gel kardeş birlikte sevelim dağlara diz vurmay ı biliyorum boynumda halkalanacak bu gece bu gece kara duvarları yırtarak susacagm namuslu bir yemin gibi vereceğim başımı bu gece gözlerimi kavuşmasz yumacağım alnımda veda serinliği rüzgarın bu gece ayın kardeş sessizliğine bakacağım sonra ülkemin kızlarına ve oğullarına kanla yazılmış bir sevda bırakacağım bu gece usul usul bitti gökyüzü usul usul küçüldü göğsümde acının yürek çatlatan büyüklüğü alın hayretinizi üzerimden korkunuzu ve ihanetinizi alın inançla yendim bu acıyı ben aç kızların aydınlık gülücüğünden öptüm yeryüzünü ve rüzgara yazıldım Asım GÖNEN

Christo Neikov T T AV I R

7


ÇOCUKLAR UMUT, ÇOCUKLAR EYLEM, ÇOCUKLAR ÖZGÜR Hayati AZİM

er y er kum v e mı-cır dökülmüş ça-murlu bir y olda y ürüyorum. Tedir-ginlik rüzgarları uçuşuyor biry erlerden. Bugüne değin gördüğüm gecekondulardan f arklı birşeyler arı-y or gözlerim. Küçük bir meydandan geçiy o-rum, öteberi sıralanmış ev ler v e bir de f ırın. K. Armutlu bu-rası mı diy orum. Az ilerisi, diy or arkadaşım. Y ürüy orum y ol biraz daha çamurlu şim-di.Evler biraz daha sey rek v e basık. Daha çok köy evlerini çağrıştırıy or.Birden bir tablo-nun karşısında buluy orum kendimi. Çev resinde ağaçla-rın,ev lerin olduğu kocaman bir göl. Hemen sağımda ikin-ci boğaz köprüsünün ay akla-rı uzanıy or. Boğaza y akın bir y erde olduğumu bilmesem gördüğümün bir göl olduğu-nu düşünmeye devam edebi-lirim. Sol taraf ımda tepedeki panzerler, polis otobüsü uzaklaştırıy or beni boğazın mav iliğinden. Tedirginliğimin nedenini soruyorum kendime. Bugüne 8 TA V I R

değin K.Armutlu, kim oturu-yor, nasıl bir y aşamları v ar, sorunları neler gibi bir y aklaşımla basında görülmedi pek. Seksensekizlerde ga-zetede gördüğüm bir f otoğ-raf gelip oturuy or gözlerimin önüne. Dozerler, yıkılan evler, bağırıp çağıran ağlayan kadın v e çocuk görüntüleri. İstanbul alışıktı bu görüntü-lere. Kamuoy unun pek alı-şık olmadığı Gülsuy u'nu, Bir May ıs Mahallesi'ni anımsatan görüntüler geldi bunun ardından. Beklenme-dik direnişlerin odağı oldu K.Armutlu. Birçok insan y aralandı. Bir de ölü. Polislerin dikkatini çekmeden y ürüme çabasındayız. Arkadaşımın fotoğraf maki-nası ceket altında. Y az bo-yunca K.Armutlu'yu ziy arete gelen, genelde; öğrenci, av ukat, öğretmen v e parla-menterden oluşan insan hakları hey etlerinin hemen hemen tümü en az birkaç saat polislerin zorunlu misa-firi oldular. Ev lerin çoğu briketten v e basık. Fakat arsa sıkıntıs ı çekilmediğinden büy ükçe. Y er y er kulübe benzeri ev -

ler de v ar. Az da olsa beto-narme yapılar da göze çarpı-yor. Polislerin olduğu tepenin uzağınday ız artık. Bir aile kö-mür taşıyor. Arkadaşım bir iki kare f otoğraf çekiyor uzak-tan. Onlara yaklaştığımızda kömür taşıyan kadın, kendile-rinin fotoğraf ını çektiğimizi düşünerek neden f otoğraf çektiğimizi soruy or. Sesinde bir karşı çıkış v ar. Konuşma-larından basına olumlu bak-madıkları belli. Bugüne değin ne söylerlerse söylesinler ga-zeteler kendi bildiklerini y azmış. Gazeteci olmadığımızı, f otoğraf sanatçısı olduğumu-zu söy lüyoruz. "Çekin, istedi-ğinizi de y azın, buradaki ger-çekleri değiştiremezsiniz" di-yor. TAY AD'lı bir ana camdan bakıp çaya çağırıy or bizi. Tepeden gözetlediklerini söy ley erek ev e tek tek girmemiz için uy arıy or. Önce arkadaşım giriy or ev e. Ben kapıy ı bulana kadar ev in çevresinde bir tur atıy orum. Ananın kızı cezaev inden y eni çıkmış. Eşi de y eni emekli olmuş. Maaşı bağlan-mamış daha. Ana'nın eşi ile


tanıştığımda bir eziklik duyu-yorum içimde. Kıskanıyorum belki de. Tüm devrimcilerin anasıyım diyen bir Ana'nın ailesi de olabileceğini düşün-memiştim hiç. Kömür alamamışlar daha. Ev buza kesil-miş. İyi giyinmiş olsam da so-ğuğun içime işlediğini du-yumsuy orum. insanlarsa sıcak mı sıcak. Gözünaydın diyorum Ana'ya. Kızı yanında olduğu için sevinçli ama bu sev inç y etmiy or ona. Ben tüm devrimcilerin anasıy ım diyor. Son dönemde verilen şehitler için üzgün. Makbu-le'nin cenaze törenine katılmış kısa bir süre önce. Çe-vikler saldırınca "Sizin ana-nız yok mu? Vurmayın" de-mişler çeviklere. Yok, yanıtı alınca."Ah oğlum sizi keraneden mi getirdiler buraya" diye sormuş analardan biri. Kıp-kırmızı kesilmiş yok diyen. Gülüşüyoruz. Ana da gülü-yor. Cenazede insan dövülür mü? Biz de polislerin cena-zesine gidip onları dövelim diyor sonra. Gülmemiz kahkahaya dönüşüyor bu kez.Bir kez de gözaltına alınmış.Onu eşi anlatıyor.Şube-y e gitmiş Ana'yı sormaya. "Alışık değiliz böyle şeye. Çekiniyorum da. Sarışın, gençten bir polis kapıda nö-bette. Ben yaklaşıp karıyı so-ruy orum. Demesin mi sen yatağındaki karıya söz geçi-remiyorsun da şubede karı mı arıy orsun diye. Amanasıl ol-dum? Beynime kaynar ka-zanlar..."

"Bildiri... havaya atıldığında sav rulup uçuy or y a, onun için kuşlama işte." Gün kararmak üzere. Bir başka eve geçiyoruz. Seve-cen, güleç yüzlü bir kadın Hatice. Yirmidokuz yaşında. Kocası simit fırınında çalışıyor. Evden yeni çıkmış. Az daha önce gelseydiniz onu da görürdünüz, diyor. Aç mı-sınız diye soruyor hemen. Aç değiliz, az önce birşeyler atıştırdık. Ev öyle bir yoksul-luk kokuyor ki insan aç olsa da açım diyemeyecek. İki çekyat var oturduğumuz odada. Birinin ortası göç-müş. İyice aşınmış bir halı var yerde. Kenarlarından betonun griliği sırıtıyor. Oturduğumuz odanın dışındaki yer-ler sıv asız v e kapıları yok. "Üç y ıl oldu daha toparlaya-madık evi" diyor. Y oksul utancını seziyorum Kız çayları getiriyor. Bizi ol-manın gördüğüne sevinçli. Biz Ar-mutlu'yu sözlerinden. Yoksul olmak onun soruyoruz o, hala içerdeymiş gibi bir kendi suçu değil oysa. hisle "İs-tanbul'da ne var ne yok" Tokat'ın köylerindenmişler. Yazın diyor. "Pek birşey yok, Armut-lu'da ekinle biçimle uğraşır-larmış. Hep geçenlerde kuşlama ya-pılmış" birlikmişler ka-yınlarıyla. Gelin, derken anlamadığımı sezinliyor kaynana, el-ti tartışmaları bakışlarımdan. yaşanırmış sık-lıkla. Biçtikleri buğday da ye-

melik kadarmış, satmaya kalmazmış. Bir kat yatakla ayrıl-mışlar babaevinden. Kapıcı olmuşlar Bahçelievler'de. Durumları iyiymiş o zaman-lar. Kocası ciğerlerinden rahatsızlanıp kaloriferi yaka-maz olunca kapıcılıktan ayrıl-mak zorunda kalmışlar. Bu kez bir fabrikada bekçi ol-muş. Bir odalı bir gecekondu kiralamışlar. Yağmur yağın-ca sular dolarmış içeri. O işten de atılınca fırında çalış-maya başlamış. K. Armut-lu'ya gelmişler sonra. İlkin kömür taşıyan ailenin fotoğraf çekmemize gösterdi-ği tepkiyi anlatıyorum Hati-ce'ye. Sözümü bitirmeden ağzımdan kapıyor ve "Y anlış yazıyorlar. Birçoğunu kovduk buradan. Sadece Özgür Gündem... onun muhabirleri-ni de tanıyoruz artık" diyor. Gülümsüyor o ara. "Mücade-le'y i benimsiyoruz, Gündem'e sempatiyle bakıyoruz" diye ekliyor. Armutlu insanı-nın yaşam öyküleri birbirine benziyor çoğunca. Genellikle toplumun en yoksul kesimin-den. Birkaç kondunun önün-de özel oto da var. Otolara

T AV I R

9


şaşmamak olası değil. Konuşmaları otolu kondulara çekiyorum. Ha! O mu? Satın aldı, diy or Hatice. Oranın esas sahibi kovulmuş Armut-lu'dan. Kırkbeşmilyon saymış adam. Kaybedecek hiçbirşe-yi olmayan insanların gece-kondu yaparak orayı ölümü-ne olsa bile savunmasın ı kavrayabiliyorum ama tapu-su ve güvencesi olmayan bir yere kırkbeşmilyon vermeyi kavrayamıyorum. Basit bir kumara benziyor daha çok. İki katlı bir inşaat yapmış adam, aldığı evin bahçesine. Y ıkılırsa kırkbeşmilyonu gi-decek. Yıkılmazsa boğazı kucaklayan iki katlı bir ev. Camcıymış adam. Yardım da etmiş konu komşuya! Oda karanlığa bürünüyor Hatice anlatırken. Bir ara 10 T A V I R

elektrikler yanıp sönüyor öl-günce. Armutlu'nun elektrik şebekesi yok. Evden eve ak-tararak yapılmış elektrik sis-temi felç olmuş. Çoğu odun kömür alamadığından elekt-rikli ısıtıcılar kullanılıyor. Aşı-rı yüklenmeyi kaldıramıyor tesisatlar. Karanlıkta ders ça-lışma çabasındaki çocuklara bakıyorum. Hatice'nin büyük kızı Şengül orta ikiye gidiyor. Az önce geldi, bir etamin ku-maş parçasıyla. Elişi dersi için desen işliyor. İlkokul dör-de giden Özgür'le Dilek kü-çük bir sehbada yapıştırma resim yapıyorlar. Renkli ka-ğıtları karanlıkta nasıl kesip yapıştırıyorlar kimbilir? Hatice büyük kızı Şengül'e sen-de para var mı, diye soruyor." Beşbinlirası var kızın. Etamin alışverişinden artmış. Mum

alınıyor o beşbin lirayla. Ço-cukların yaptkları çalışmala-ra bakıyorum. Gecekonduya benzeyen evlerin her iki ya-nına kavak ağaçları dikmiş-ler. K. Armutlu'da en çok di-kilen ağaç kavak. Biraz da erik ağacı... Çocuklardan biri sarı bir kağıttan güneş kesip yapıştırıyor resmin sol üst köşesine. Diğerine bakıyorum o da güneşi kesip yapış-tırmı karanlıkta. Hatice'nin dört çocuğu var, ikisi komşu-nunmuş. İsimlerini soruyo-rum teker teker. Anaları; Ayşe, Fatma... Çocuklarsa Öz-gür, Umut, Eylem... Eylem dört yaşında. K. Armutlu'da doğmuş. Annesin-den tabanca almasını istiyor-muş sürekli. Yolda yürürken aynı istemini tekrarlayınca polis de duymuş. Tabancası-


nı vermiş Eylem'e. Eylem tabancayı aldıktan sonra şapkasını da istemiş polisten. Ne ana ne polis anlayabilmiş şapkay ı neden istediğini. Şapkayı ne yapacağın ı sor-muş polis. "Seni vurucam" demiş Eylem. Şapkayla bütünleştirmiş saldırganlığı küçücük düny asında. Hatice kendilerine terörist denmesinden yakınıyor arada bir. Kendi anası bile terörist diyormuş ona. "Karakollara düşesin" diye de beddua okur dururmuş. Anasının du-aları, onyedi nisanın ardın-dan Armutlu'da gerçekleşen operasyonu protesto için ya-pılan açlık grevinde gerçek-leşmiş. Hatice "Ben terör de-ğil, dört çocuk anasıyım" diye açıklama yapmı basına. Daha sonra da gözaltına alın-mış. Götürülüşünü anlatıyor gülerek." Ben iki polisin arasındayım. Anamı gördüm o ara. Anam ellerini havaya kaldırıp kuş gibi çırpıyor. Bir taraftan böyle çırpınıyor, bir taraftan da "Oh olsun! Ben sana karışma demedim mi" diye söyleniyor. Oh olsun diye diye düşüp bayıldı." On gün sürmüş Hatice'nin gözaltı süresi. Çocuklara anası bakmış o günlerde. Hem bakmış hem de terörist diye söylenmiş. Çocuklar da sık sık anneanneye küsüp kendi ev lerine gelmişler. Şengül, yemek yapmayı bil-diğini,üç kardeşine bakabile-ce ğ in i söylüyor. Fakat onlar anneanneye küsüp kendi evlerine geldikçe anneanne de toparlay ıp geri götürmüş onları. Şengül'ün gözaltısı yok. Mahalleye gelen yabancı hey etlere yardım için postaneye kadar götürmüş, polisler alıp otolarına bindirmişler o zaman. Biraz nasihat edip bı-

rakmışlar. Şengül o anı anlatırken yanakları kızarıyor yine. "Çok korktum, hani kayıp oluy or ya insanlar". Fadime Ana'nın evine gitmek için dışarı çıkıyoruz. Boğazdan bir gem i geçiyor. Her taraf tam bir ışık seli. Kırmızı, sarı, mavi... Yeryüzünün tüm ışıklarının ortasında olduğumu düşünüyorum, K. Armutlu'nun karanlığında. Fadime Ana'nın evi diğerle-rine oranla daha özenli. Kapısı, çerçevesi üstünkörü değil. Beyaz yağlıboya ile boyanmış. Yerler marley. Ucuzundan da olsa koltuklar var salonda. Evinin öteki evler-den daha iyi olduğunu söylü-yorum. "Ben de dışını sıvatamadım. Dışı sıvalı evler daha sıcak" diyor. Fadime Ana köydeki tarlalarını satıp nesi varsa yatırmış bu eve. Çoğu yıkıma uğrama korkusuyla fazla masraf etmemiş evlerine. Fadime Ana daha çok çocukları okusun diye gelmiş İstanbul'a. Gelirken de "ben apartmanlarda oturamam, ayağım yere bassın ", diye tutturmuş. Bayrampaşa'da dört tarafı apartmanlarla çevrili bir gecekondu kiralamışlar. Başını kaldırdığında göky üzü görünüyormuş yine de. Üç oğlu var Fadime Ana'nın. Biri şehit düşmüş... Devrim şehidi. Ortanca olan da hapiste. Büyük oğlu Ankara'da okuyormuş. Bıraktırmış okulu. Şimdi eve o bakıyor. 'Başın sağolsun demek', kabuk tutmu yarayı kanırtmak gibi gelir bana. Gözlerinden süzülüverecek damlaları bekleyerek, başın sağolsun diyorum istemeden. Gözy aşı yok. Bir hüzün dalgası gelip geçiyor mavi gözlerinden. Oğlundan bir anı, bir fotoğraf arayan gözlerim duvarlarda geziniyor. Karakalem resim

çalışırmış, şiir yazarmış oğlu. Bir arkadaşıyla birlikte günlük tuttukları bir defterleri varmış. Che'yi ve kendisini resimlemiş ölmeden önce. Şu an eve bakan oğlunu gözaltına almışlar Bayrampaşa'daki kondularında. Onu gözaltına alırken resimleri de suç delili diye götürmüşler. Bir daha geri alamamışlar resimleri. Oğlunun ölümünden sonra arkada da gözaltına alınınca onların birlikte kullandıkları şiir ve anı defterini de yırtmak zorunda kalmışlar. Seksendokuz 1 Mayıs'ında Mehmet Dalcı'yla beraberlermiş Şişhane'de. Fadime Ana'nın büy ük oğlu, "bir tek bu kaldı kardeşimden", diyor. Mehmet'le anısını şiirleştirmiş ölümünden önce: "Yürüyoruz Beyoğlu'nda Bir Mayıs meydanına Yumruklar havada Sloganlarımız dalgalanıyor Kulaktan kulağa Yürüyoruz Beyoğlu'nda İşgal altındaki meydanımı-za" Armutlu' ya ne zaman geldiklerini soruyorum. Gülümsüyor Fadime Ana. "Büyük oğlum gözaltına alındıktan sonra geldik. Burada bulamazlar belki bizi dedik ama buldular" diyor. Armutlu'yu sorduğumda şöyle bir düşünüyor. Son operasyondan sonra insanlar sinmiş biraz, kendi kabuklanma çekilmişler. Anayı üzüyor bu. "Devrimciler bir kazık çaktı Armutlu'ya, kimse söküp atamaz onu. Buranın insanı da ne devrimci olur, ne devrimcilikten vazgeçer, diyor. Oğlu biraz daha iyimser. "Bakma sen öyle göründüğüne çok devrimci çıkar buradan" diyor. Ana atılıyor hemen: "Sadece K. Armutlu'dan değil heryerden yetişir devrimci.

T AV I R

1 1


Siz burda mı büyüdünüz san-ki. Ama sizin dev rimci olaca-ğınız daha çocukken belliy di" Armutlu insanını kesin kalıplara koy up tanımlamak doğru değil elbet. Şurası da bir gerçek ki K. Armutlu'ya gelene değin köy lüydü, işsizdi, v eya sosyal güv encesi, çalışma güvencesi olmay an insanlardı çoğu. Suskundu-lar, eziktiler, bükülmüştü boyunları. Birlikteliğin gücünü kavradılar y ıkımlarda. Hak aramay ı, direnmey i öğrendiler. Sosyalist kültürü soludular az da olsa. Fadime Ana yatıya kalmamızı istiy or. Bir başkasına söz v ermemiş olmay ı, orada biraz daha kalabilmeyi ne çok isterdim. Muzaff er otuzüç yaşında, belediy e işçisi. Seksen önce-si Gültepe'de oturuy ormuş. Bekarmış o zamanlar. Şimdi onun da Özgür ad ında bir kı-zı var. O günlerde faşistlerin saldırısına uğramış. Önemli bir anı onun için. Dev rimcili-ğin ne olduğunu tam bilmez-miş o zamanlar. En güzel düny aları dev rimcilerin kura-cağına inanmış v e kendini devrimci diye tanımlamış. Faşistlerin saldırısını anlattık-tan sonra gözaltına alınışını anlatmaya başlıy or. Konuş-maları daha çok köy delikan-lısı ağzında. "Onyedi nisandan sonra... Biz mahallece toplandık, ce-nazey e gideceğiz. Şimdi po-lislerin olduğu tepede. Dolan otobüs kalkıy or. Birkaç oto-büs kalktı. Ben daha binme-miştim. Sonra bir molotof patladı. Hemen sonra saldır-dılar. Ama bir göreceksin. Y erde ne bulduysak kaldırıp atıy oruz. Y üz metre kadar püskürttük polisi. Bu kez ateş açmaya başladılar. Önce ha-v ay a atıy orlardı, sonra bel-

12 T A V I R

den aşağı atmaya başladılar. Bir taraf tan kurşunları gözlü-y oruz, bir taraf tan da taş atıyoruz. Kurşunlar sıy ırıp geçi-yor. Y ere bakamıy orum as-lında. Taş, çamur ne geldiy -se... Dağılma başladı kitlede. Bir siv il beni gözüne kestir-di... Yukarıdan bir helikopter kameray a alıy or..." Muzaff er çabuk davranıp ellerini y ıkamış y ağmur birikintisinde. Genelde elleri çamurlu olanları almışlar ama Muzaffer de kurtulamamış gözaltından. Üç ay kadar kal-mış içerde, "İstinye.... kara-kolu çok kötü. Çok kötü dö-vüyorlar orda." diy or sık sık. Daha otobüste başlamış so-pa. Dudaklarını sıkıca birleş-tirip gözlerini biraz daha aça-rak "Kaç cop kırıldı üstümüz-de bir bilsen" diy e soruy or. Dirensek bu kadar sopa y e-mezdik diye de ekliy or he-men. Karakolda suskun kalmış önce. Kızlar slogan atıyormuş. Slogan atan kızlar-dan birinin üstüne upuzun uzanmış bir polis görünce dayanamamış atlamış polisin üstüne. Bunu anlatırken kü-fürler dökülüyor dilinden. "Cinsel tacizlerin de bir iş-kence y öntemi olarak algılanması gerekmez mi" diy e soruy orum."Biliy orum" diye yanıtlıyor kafasını sallayarak. Operasy ona dönüyor y ine. "Kitle dağıldıktan sonra in-sanlar ev lere kaçıştı. Day ak ama ne day ak... Camdan ka-pıdan giriy orlar içeri. Gözleri hiçbirşey görmüy or, çoluk çocuk dinleyen y ok Çocukla-rı da komünisttir bunların di-y orlar." Muzaff erin karısı pek konuşmuyor. Ara sıra katılıy or söze. Operasyon anında K. Armutlu'da değilmiş. Otobüs-le Karacaahmet'e gitmiş. Mezarlığa giremeden de geri

gelmişler. "Orada da saldır-dılar" diy or. Konuşmalara az katılıy or olmasının, kocası-nın çok konuşuy or olmasın-dan kay naklandığını düşünü-yorum. Y aşamı eşiyle birlikte omuzlamış, cin gibi bir kadın aslında. Temizliğe gidiy or-muş. Muzaff er'in tutuklu olduğu günlerde iş arkadaşları biraz y ardım toplay ıp gön-dermişler ama y ük daha çok onun omuzlarına binmiş. Sabah, sis çökmüş Armutlu'y la uyanıy oruz. Muzaff er işe, eşi temizliğe, Özgür oku-la gidiy or. Bir sessizlik var Armutlu'da. Tanımlaması zor. Insansızlaşmış bir köy sanki. Birkaç köpek koşuy or ordan oray a. Evin önündeki taşlara y aşlıca bir adam ge-lip oturuy or. Polis mi diy e ba-kıy oruz. K. Armutlu'dan biri olmalı. Sessizliği bozmaktan kaçınıy or sanki. Düşünüy or. Sessizliğe karışıy oruz biz de. Az sonra ayrılacağız Ar mutlu'dan. Armutlu'luyu, insanlarını, y eterince tanıy amadığımı düşünüyorum. Orada daha çok kalmak, daha çok insanla konuşma iste-ğimi bastırmaya çalışarak yürüy orum çamurlu yollarda. Daha önce mahalle birimle-rinde görev almış biri geçiy or y anımızdan. Selam v eriy o-ruz. Kafasını öbür yana dön-dürüy or. Bir başkasıy la karşı-laşıy oruz az sonra. Ay aküstü laflarken iki kişi daha geliy or. Çay içmeye çağırıy orlar. Birkaç kişiy le daha konuşabilmenin sevinciyle giriyorum içeri. Gülsüm v e Nihat Armutlu'da tanışıp ev lenmişler. Pazarlamacılık y apıy orlar şimdi. Gülsüm'ün kulübe türü bir ev i v armış Armutlu'da. Daha çok oranın insanına y ardımcı olmak için gelmiş. Kulübekondu, örgüt ev i olarak bellenince boşaltmış ora-


yı. Oturdukları ev orada gör-düğüm evlerin en iyilerinden biri. Y ıkım olayının artık aşıl-dığına inanıyorlar. Ahmet be-lediye işçisi. Mustafa lokanta-da çalışıyor. Onlar da bu görüşte. Mustafa'nın eşi cezaevindeymiş daha. Son operasyonda alınmış. Bunu çok doğal bir olaymış gibi söylemesi şaşırtıyor insanı. Çocuklar?... "Alıştı artık onlar da" diyor. Tarn onüç kez yı-kılmış evi. Ondördüncüsünü kendisi yıkıp betonarme yapıy ormuş. Ahmet gecekondulaşmada deneyimli. Bir Mays mahal-lesinin kurulmasında da var-mış. Fakat orada evi yok. Gönüllüymüş o zaman. Bir Mays mahallesiyle Armut-lu'yu karşılaştırarak "Bir Mayıs'ta daha sağlam bir örgüt-lenme vardı, orada yiyeceği olmayan bir aile aç kalmazdı, burada kalabilir" diyor. Nihat Tokat'tan iki köyü boşaltıp gelenlerin Armutlu'ya alınma-sını hata olarak yorumlay ınca, Gülsüm kocasına uyarıda bulunarak bunları süreçle bir-likte degerlendirmek gerekti-ğini söylüyor. Seksensekiz-lerde, Ey lül'ün baskılarının yeni yeni kırılmaya başladığı günlerde birçok insan Armut-lu'ya yerleşmekten çekinmiş Gülsüm'ün düşüncesine gö-re. Tokat'tan gelenler için beş konduluk kontenjan ayrılmış olmasına karşın geri dönüşü düşünmeyen bu insanlar da kabul edilmiş Armutlu'ya. Sosyalist kültürün özümsen-mesi bir süreci gerektiri-yor... Köylüler hemşehrilik ilişkilerini de taşımışlar Armutlu'ya. Kendi aralarında hiç uyum sağlayamayan bu insanlar başkalarına karşı Tokat'lılık day anışmasıyla birlik oluv ermişler sürekli.

Hemşehrilik ili-kileri, birbirlerini kayırmalar veya birbirlerine ça-mur atmalarla mücadele ediliyor mahalleler-de. Sosyalist kültü-re göre yapılan-maya çalışan mahalli birimle-rin, kadının dö-vülmesini yasak-layan tavrına ve kadın erkek eşit-liği kavramlarfna sığınan bazı ka-dınların gereksiz çıkışları da hoş anlar olarak ha-tırlanıyor. Gülsüm bazı olum-suzluklara karşın sosyalist kültü-rün Armutlu'da kalıcı olacağını düşünüyor. Sözü çev ik kuvvete getiriy o-rum yine. "Onla-rın neden bura da oldukları belli", diy or. Geçenlerde bir kavga olmuş birkaç kişinin arasın-da. Kav gay ı çev iklere haber vermişler fakat onlar "bu bi-zim işimiz değil" demişler. Armutlu insanının kapıların ı devrimcilere kapadığında po-lisin mahallede kalmasının gereğinin de ortadan kalka-cağını söylüy or. Gülsüm, Nihat, Ahmet ve Mustafa yıkımların olmaya-cağı kanısında olsalar da her olasılığı tartıp biçiyorlar birer birer. "Burayı tankla topla yı-kabilirler de" diyorlar. Fakat bunun Armutlu insanını bir araya toplayacağını ve geç-mişte yaşanan direnişlerin yeniden yaşanması demek olacağını ileri sürüyorlar.

Önemli bir olasılık da Armut-lu'nun parça parça yıkılma-sı.Bir bebek ağlaması duyu-yorum. Gülsüm "Sinan uyan-dı" diy erek koşuyor. Grup Özgürlük Türküsü'nün ezgileri dolaşıyor düşlerimde. Ağlar aç bir çocuk çamurlu bir sokakta Şimdi Sinan uyanacak Sinan'ın gülücükleriyle ay-rılıyoruz oradan. Armutlu çı-kışında bir duvar. Kırmızı bo-y alarla iri iri yazılmış ve son-radan karalanmış bir duvar yazısı. Dikkatlice bakılırsa okunabiliyor yine de. POLİSLE İŞBİRLİĞİ YAPANLARDAN HESAP SORDUK,SORACAĞIZ. T A V I R 13


GUERNICA - ŞIRNAK

i

nsanlık tarihi sömürenlerin çıkmazlarının verdiği telaşla- yaptığı katliamlarla doludur. Bunlar, sonlarını yaşadığımız şu yüzyılda sürmekte. Bu katliamlardan, benzer özelliklerinden dolayı ikisi; Guernic a ve Şırnak'tır. Ortak yanları ise halklarının, ülkelerindeki etnik kökenleri ve bunlardan dolayı verdikleri mücadeledir. Guernic a İspanya Bask ülkesinde, Şırnak Türkiye Kürdis tan'ındadır. İspanya iç savaşı yıllarında General Franco, Almanya ve İtalya'nın desteğiy le İkinci Paylaşım Savaşı'nın ön hazırlıklarını İspanya'da ve Bask Ülkesinde denemiştir. ABD'nin Ortadoğu halklarının sahibolduğu petrol bölgesini denetimi altında tutmas ına yardımc ı olan TC ise ileri karakol işlevi görüyor; katliamcı geleneğini sınıyor Şırnak'ta. 1937 yılında bir bahar günü Guernic a halkı gökyüzünün uçaklarla dolu olduğunu görmüştü. "Kutsal Meşe" adlı ağaçtan dolayı Bask'ın kutsal zehir i kabul edilen Guer-

14 T A V I R

nica acımasızca bombalanmıştı. Olaya tanık olan bir kişi şöyle anlatmaktadır: "26 Nisan ikindi üstü... Harikulade açık bir gün. Hava yumuşak ve bulutsuzdu. Guernica'nın varoşlarına saat 5 ' e doğru vardık. Yollar çok iş lekti. Çünkü alışveriş günüydü. Aniden sirenler ötmeye başladı. Bizi bir korkudur aldı. Halk köşeye bucağa kaçıştı. Kendilerine korunacak yer aramak için herşeyi olduğu gibi bıraktılar. Hatta bazıları dağlara doğru koştu. Kısa bir süre sonra Guernica üzerinde yabancı bir uçak göründü... Ve kentin merkezine üç bomba attı. Bunun üzerinden çok geçmeden yedi uçak gördüm. Bunları altı tane daha izliy ordu ve sonra beş uçak daha geldi. Hepsi de Junkers uçaklarıydılar. Bu arada tüm Guernica panik içindeydi... Uçaklar çok alçaktan uçuyorlardı. Olsa olsa ikiy üz metre yüksekteydiler. Bu arada kadınlar, çocuklar ve yaşlı adamlar isabet alıp sinekler gibi yerlere dökülüyorlardı. Her yanda büyük kan birikintileri görüyorduk. Tarlada tek başına duran bir yaşlı çif tçi gördüm. Bir makineli tüfek yağmuru

öldürdü onu. Onsekiz uçak bir saatten çok Guernica üzerinde kaldılar ve bomba üzerine bomba yağdırdılar. Patlamaların ve yıkılan evlerin çıkard ığı sesler akıl almaz bir şeydi. Uçaklar caddeler üzerinde uçtular. Görülebilen her yere bomba yağdırdılar. Daha sonra kraterleri gördük, bunların onaltı metrelik çapları vardı. Uçaklar saat yediy e doğru gittiler. Bu sefer çok daha fazla yüksekten uçan yeni bir uçak dalgası geldi. İkinci filo, kentimizin üstüne yangın bombaları attı. Bu bombardıman otuzbeş dakika sürdü. Ama tüm bölgeyi yanan bir fırına benzetmeye yetti. Yangın bombaları ile yapılan bu saldırının hangi amacı güttüğünü hemen anlamıştım. Bunlar yangın bombaları kullanarak tüm dünyayı, Basklıların kenti kendilerinin yakmış olduğuna inandırmak istiyorlardı... "(1) 1992 yılı Ağustos ayında aynı faşis t oyun Şırnaklılara oynanıyordu. Bir Şırnaklı olayı şöyle yorumluyordu; "18 Ağustos akşamı 22.30 sıralarında silah sesleri duymaya başladık. Daha sonra


havan topları ve mermiler patlamaya başladı. Bu arada bizim eve bir roketatar mer-misi isabet etti. Sabah olun-ca şehri terk etmeye karar verdik, terketmeye çalışırken hala bombalar yağıyordu. Açılan ateş sonucu bir kadın öldü, yaşlılar ve çocuklar ya-ralandı. Bir mezraya geldik ve ölümüzü gömmeye çalıştık. Buradan geçerken bizi gören bir helikopter hemen bombaladı. Burada da bir kadın öldü ve bir çocuk yara-landı. 20 Agustos günü geri dönmeye çalıştık. Askerler ev leri yakıyorlardı. Askerle-rin bombardımanı sonucu bütün eşyalarımız yandı. Mahsullerimiz telef oldu. Bü-yükbaş hayvanlarımız öldü-rüldü. Daha sonra televizyoncular çekim yapıp, tüm dünyayı, şehri bizim yaktığı-mıza inandırmaya ça l ışt ı- lar..." (2)

hazır bir yumruk olarak göz-ler önüne serildi. Resmin ilk sergisi sırasın-da bir kadın yanında kızıyla gelip, Guernica'nın önünde durur. Yanındaki kızına şöy-le der; "İşte bu hepsinden korkun. Sırtımda bir örüm-ceğin gezindiğini duyar gibi oluyorum. Kuşkusuz burada ne yapılmak istendiğini anla-mıyorum. Fakat gerçekten çok ilginç, bedenimin parça-landığını hissediyorum."

Guernica resminin yaratı-mını, İspanyol Cumhuriyeti Hükümeti tarafından görev-lendirilen, Picasso'nun yakın arkadaşı Doris Maar aşama aşama kaydetmiştir. Pablo Picasso 28 Nisan 1937'de Guernica'nm bom-balandıgını gazetelerden okumuştu. Kısa bir süre önce de 1937 yılı Paris Guernica'da bu katliam re-simle Ulusla-rarası Sergisi'nde gösterilanlatıldı. Faşizmin bu kara mek üzere İspanyol Cumhuriyeti ona bir resim sayfalarından biri sa-natla, her Hükümeti ısmarlamıştı. Böylece Picasso, zaman atılmaya yapacağı resmin konu-sunu bulmu oldu. 1 Ma-

yıs'da da resmin ilk ön çalışmalarına başladı. Hemen temel figür olan At, Boğa ve Kadın'ı çizdi. Bu bir anda oluşmuş bir şey değildi. 1934'de yaptığı Y aralı Boğa, At ve Kadın adlı sürrealist çalışmasından ana im-geleri aldı. 1937'de yaptığı Franco'nun Düşleri ve Ya-lanları serisinde ise Guernica'da kullanılan olguları ka-fasında pişirdi. Uzun süredir kafasında olan bu imgeleri Guernica olayının patlama-sıyla doruğa ulaştırdı. Dene-me yanılma yöntemiyle yoğurarak, resmi oluşturdu. Bu ilk çalışmada, sol üst köşede, üstünde kuş duru-yormu izlenimini veren bir boğa, ortada boynu gerilmiş bir at başı, sağ köşede ise elinde bir şey tutan bir kadın vardır. Ön çalışmada sınırları belirfeyen çizgilerde bulunmaktadır. Bunlarsa, sağ köşede evin duvarı konu-mundaki çizgi ve resmin ka-rışıklığını odaklayan bir yarı çember v ardır.

Artık her yer Guernica Şırnak İstedikleri yeşermesin bir tek başak Sevdiğim; Sen dağında döğüşürken bugün Bebemize sarılıp öldüm. Yok, biliyorum ayrısı Hem kırın hem şehrin.

T A V I R 15

•-*&âm


Resmin ileride sürekli değişimine karşın boğa, at başı ve kadın hiç değişmemiş, re-sim bu imgelerin üzerine ge-liştirilmiştir. 2 Mayıs günü bir çalışma-da boğa sol üst köşede, boy-nu tamamen gerilmiş ve baş yukarıda, kadın köşesinde ve kolu uzayarak sof üstteki atın yanına geliyor. Işıkta ye-rini çatalımsı bir şekile bıra-kıyor. Kadının hemen altında karnı olmayan bir hayvan es-kizi v ar. Ancak aynı gün resim yine ilk çalışmaya dönüp gelişiyor. Kadın yine ışık tu-tuyor. Boğa ve at yerlerinde. Resimdeki yenilik ise atın altında; elinde bir mızrak tutan ve başından kanlar akmış bir erkeğin ölüsü... Ayaklarının altındaysa bir çocuk ölüsü olması. 9 May ıs günü Picasso son ön çalışmayı yapıyor. Bu ça-lışmada boğa ve kadının ko-numu ortalanıyor. Atla bir üç-gen oluşturuluyor. Çalışma-da Guernica pazar yerinin o günkü durumunu anlatan olaylar gelişiyor. En sağda yanan bir ev, onun yanında sıkılmış bir y umruk. Atla yumruk arasında gerilmiş bir insan. Atın solunda onunla bütünleşmiş bir tekerlek. En solda da parçalanmış insan-lar ve ev görülüy or. 11 Mayıs'ta resim tual aşamasına geliyor. Tualde ilk il-giyi çekenler; yumruğun or-taya alınması, kucağında ölmu bebeğini tutan annenin gökyüzüne haykırışı. Ve sağ taraftaki büyük karmaşa. Ortaya en belirgin yere alınan yumruk, ölmüş savaşçının sağ eli, sol eliyse kırılmış bir kılıç tutuyor. İkinci tual çalışması sıra-sında ise yumruğun görünü-mü değişmiş başak tutan bir 16 T A V I R

el olmuş. Onun arkasında, güneş ilk defa resime girmiş-tir. Bu resimdeki ikinci ışıktır. Üçüncü aşama ise artık resmin oturdugu aşamadır. Üçüncü tual çalışmasında Picasso yumruğu, gerilmiş at boynuna çevirmiş, güneşi de göz gibi betimlemiştir. Savaşçı ise kılıcı sağ eline almış, sol elini uzatmıştır. Bundan sonra ufak tefek değişiklikler olmuş ve resim ortaya çıkmıştır. Resim ha-vasız ve mekansızdır. Elekt-rik ışığı gaz lambası ve yan-gın, resme hemen hemen hiç ışık vermez gibidir. (3) Resmin üst yarısında içerik için en önemli olan şeyi, özellikle büyük ve göze çar-pıcı resmetmiştir. Alt kısım-da ise, insani acının küçük bölümler olarak resmedildi-ğini görürüz. (4) Guernica çok karışıkmış izlenimi uyandırmakta ise de bakanlara hemen kendini ta-nıtmakta ve anlatımını sun-maktadır. Reng i gümüş cıva rengidir. Bu da Bask maden-lerinden gelmektedir. Belki de resmin karışık görünme-sini sağlayan bu renklerdir. Tablonun değerlendirmesi-ni yapan Peter Weiss boğa-nın halkı, atın ise faşizmi simgelediğini söyler. Picasso ise bir soruya verdiği ya-nıtta boğanın doğrudan faşizmi değil fakat karanlık ve tehdit eden bir gücü simgelediğini söy ler. Gözlerden kaçan bir nokta ise atın ağızının içindeki uçaktır. Picasso'nun yanıtı-na dayanarak, bunun halkın sesini kesmek için gönderil-miş bir uçak olduğunu söyle-y ebiliriz. Ayrıca iki Mayıs'taki aşamasında erkeğin elinde tuttuğu mızrak, resimde atın sırtından girmiş, karnından

çıkmış olarak görülebilir. Guernica'ya bakanlar resimdek i karmaşadan dehşe-te düşmekte ama sebebi be-lirsiz bir umuda kapılmakta-dırlar. Korku teslim olmakta kendini yok etmektedir. Picasso, insanın bütün ya-rattığı değerleri resminde toplamakta, faşizme karşılı-ğın, en görkemli örneklerin-den birini vermektedir. Ki Guernica tartışmasız politik bir resimdir. Büyüklüğü de politik olduğu, y an tuttuğu kadar v e sanatla görkemli bir anlatımla yapılmasından gelmektedir. "Guernica'y ı diğer anma ve anıt resimlerinden f arklı kılan şey, bu resimden açı-ğa çıkan ve bugüne kadarki toplumsal eleştirel egilimli sanatçılar üzerinde görülen şaşırtıcı etkisidir. Böylece Guernica, uluslararası anti-faşist sanat dilinin yaratılma-sına bir katkı olmuştur. Bir resmin ancak sanatsal açı-dan etkili olabileceği v e onun siyasal ajitasyonun hizmetinde olması gibi bir paradoks Guernica'yı sanat tarihinin bir miti haline getir-miştir. Başka hiç bir yapıtta görülmez bu." diyor Wılfried Wiegand. Picasso'nun İspanya iç sa-v aşı ile kazandığı sosyalist duyarlılık, Guernica'ya yan-sımıştır. Onu örgütlülüğe gö-türen y olu açmıştır. Ancak hiç bir zaman için örgütle (FKP) çok sıkı ilişkileri olma-mış, daha sonra da kendi kendine yok olmuştur. O dö-nemden sonra y aptığı Kore'de Soykırım- tablosu da aynı konuyu işlemesine karşın hiç etki li olmamıştır. Sanat kitlelere ulaşmada en etkin görevlerden birini üstlenmiştir. Bir insana an-


'

latmak istediğimiz duy gularımız, resimle, müzikle, dansla güçlendirildiğinde daha iy i sonuç alınmakta, anlatım daha etkili olmaktadır. Küba'y ı görmediğimiz halde, Nazım'ın "Sen mutluluğun resmini y apabilir misin Abidin" dizelerinde o günü y aşar gibi oluruz. Brecht'in Mezbahalar ın Jan Dark'ı-adlı oy ununda bozuk düzen-de karşı şiddetin kullanımı-nın zorunluluğunu çoğumuz, insanlara o kadar güzel anlatamaz. Sanatla anlatım bir silahtır. Bunu bir yana bırakmaksa büy ük bir eksikliktir. Guernica yüzy ılımızın resmidir. 1987 y ılında Halepçe katliamını gösteren bir fotoğ-raf da y üzy ılın f otoğraf ı ola-rak değerlendirildi. Bunlar düny anın gözü önüne ger-çekleri serebiliy or ve insanla-ra artık birşey lerin y apılma-ması gerekliliğini hissettiri-yorsa, bugün Şırnak için de aynı şey gereklidir. Burada da sanatın etkisini, gücünü göstermesi gerekir. Resim, şiir, öykü, şarkı yapılmalıdır. Önümüzde onlarca örnek dururken bizler susamay ız. TC telev izy on kameraları-

na Şırnak'ı görüntüleme Ünlü Fransız Sair Paul E L U A R D 1937 yılında Guernica tablosu için GUERNlCA'N l'N U T K U S U izni v erirken, "minareyi şiirini yazmıştır. çalan, kılıf ını hazırlar" mantığını gütmüştür. Oysa GU E R N İ C A ' N I N UTKUSU izlediğimiz görün-tüler Tarlalarla maden ocaklarının yoksul ev lerindeki insanlar sadece bir belge Sıcaktaki güzel yüzler, soğuktaki güzel yüzler olmasına, sanatsal bir yanı gecenin, karanlığın, darbenin reddi için, olmamasına karışır her şey için güzel yüzler, y üzy ılın görüntüleri ol- Uzaya atılınca, Ölümün üz örnek olacak onlara. may a aday dır. Eh ne de Ölüm, dehşete d üşmüş bir yürekle olsa aralarına girmek için Ekmek, toprak, su, uyku v e masmav i gökyüzünün mu tluluğ u çırpındığımız Av ru-palılar v e kapkara yoksulluk Yaşamımızla ödetilecek "Dağlar asla sak-lanmaz" Ekmeğimizi elimizden alanlar, demiştir. Her şey Bizi yargılayan çılgınlar Meteliği b ölüşürüz de ortadadır. Gereksinim du yma yız sadakanıza Ve nasıl Guernica bir Saygımız v ar resim, Halepçe bir f o- Ölülerimizi selamlayacak kadar toğraf la anılıy orsa, türr Onlar bizim dün yanın insanları değildir sanatçılara, örgütlü y a da Kadınların, çocukların hep aynı hazinesi İlk yazın yeşil yapraklarından, saf ana sütü nden duy arlı olsun, "İşte v e pırıl pırıl gözlerindeki sürekliliğin Mey dan" diy oruz. Y eni Kadınların, çocukların hep aynı hazinesi Guernica'lara, yeni Şır- Gözlerde İnsanlar onu sav unuyor, elinden geldiğince nak'lara izin vermeye-lim. Kadınların, çocukların gülü hep a ynı KAYNAKLAR 1) Picasso, Wilfried Wiegand, Alan Yayıncılık, sf. 110 2) Mücadele Gazetesi, Sayı. 9, 6.sf. 3) Modern Sanatın Öyküsü, Norbert Lynton, Remzi Kitabevi, sf. 191 4) Picasso, Wilfried Wiegand, Alan Yayıncılık, sf. 112 5) Picasso'nun doğruları ve Yanlışları, John Berger (Referans)

kızıl gül: Gözlerinde yansı yan kanın Korkuyla yüreklilik, yaşamla ölüm gibi İnsanlar için bir türkü gibi sö ylenen, İnsanlar için gizlenen bu hazine Gerçek insanlar gelin Umutsuzluğu sö ndürü p umu t ateşlerini yakmak için Beraber açalım bir tomurcuk gibi geleceğin kapısını Paryalar, ölüm, toprak v e o iğrenç çirkinlik Düşmanlarımızın rengi gibi hep a ynı Gecemiz gibi karanlık Ama kuşku yok utku bizim artık. Çeviri: Aydın KARAHASAN Bu şiir 1937 yılı ParisUluslararası Sergisinde Guernica tablosunun yanında sergilenmiştir.

T AV I R

17


ŞIRNAK D ER İN Y ARA I Kurşuna tutuldu, ne varsa göğün altında Ekmeğim toprağım aşkım adına Evler sokaklar ölü hepsi Ekmeğim toprağım aşkım adına Şırnak derin yara Kan szar gözlerime Göçe vurmuş canlar Toprağında sürgün Bağında yabancı olmuş Gözlerde kan irin Gözlerde öfke suyu Yahu bu fermana El basmadık dolanır durur baş ımızda Vuruldular bir solukta kardeş dediklerim Aldılar bebelerin yaşanmamış ömrünü Ve dolu vurur gibi gecenin bir vaktinde bahçeme Y ıldızlar kovuldu bombalar yağdı Şırnak üstüne Yayıldı boşluğa sınır tanımadan havan sesi Ve dumanlar sildi, doğadan güneşin rengini II Bir değ il Şırnak İki deil üç değil Dersimler yanar içimde Kanı kurumadı Halepçe'de çocukların Tazedir daha Cizre'de toprağı ölülerin 18 T A V I R

Ve Kasaplar Deresi Ve Ağrı Ve Cudi Ve Zilan Ya otuzüç yaram Ya seni Dicle Nereme koyam Ete kemiğe doymadı Top tüf ek İcadından bu yana Yanar yüreğim yanar Acı sevdadlr Şırnak Her şeyim düşman şimdi Ahdim v ar Tarlada ekinim Döle durmuş bebem düşman Dalda narım Bahçemde gülüm Ayvam armudum Baharım yazım kışım Yolunmuş bostanım Bağ ım Y a zulüm Neyliyem sana Kenan SENCER


K A R İ K A T Ü

R

T A V I R

19


GÜRKAYNAK NOTLARI TAVIR

992 Mart'ı. Mart'ın 17'si, günlerden Sa lı. Kanadı Gürkay nak Dağları; beş karanfil daha özgürlük tohumu olarak düş tü toprağa. Emekçi lerin yağmalanmış emeğini, talan edil miş geleceğini sa vunarak düştüler Düştüler, eşitliğin hamurunu yoğururken cesaretin ve bil geliğin suyuyla; sarp yamaç larda çarpışarak düştüler Yerlerini yeni yüreklerin dol duracağını biliyorlardı. Bire bin verecek tohumları. Yola koyuluyoruz Gürkay-

20 T A V I R

nak'a doğru, içimizde kucaklaşma duygusu, gözlerimizde hüznü bastıran sevinç. Şehitlerimizin yeni yaptırılan mezarlarını ziyaret edip, köyde verilen yemeğe katılacağız. Baskı Kürdistan'da günlük yaşamın parçası. Köye on kilometre kala kurulan bariyerlerde durdurulmayı ve kimlik kontrolü yapılmasını yadırgamıyor hiçkimse. Gürkaynak tabelasının önünde, yüzlerimizi dağlara dönerek iniyoruz otobüsten. Başı sevdalı dağlar hey! Eliyle işaret ederek yiğitler durağını gösteriyor bir arkadaş ve anlatıyor Şerafettin'i, Sabit'i,

Tuncay'ı, Hasan'ı, Mustafa'yıYüreğinde umut saklı dağlar hey! Gürkaynak dört dağ arasında bir köy. Ankara yolu geçiyor ortasından köyü ikiye bölerek. Kaysı, elma ve armut ağaçlarının çevrelediği patika bir yolda yürümeye koyuluyoruz. İçi sıcak yüreklerle dolu evler ve kıpkızıl renkler arasında parlayan elma ağaçları. Evler birbirine uzak. Her ev kendi bahçesinin içinde kurulu. Bazı bahçelerin ortasına elmalar yığılmış. "Hava buz gibi. Ayaza kesmiş her yan. Karın boyu iki metre. Beş el, silahın soğuk teninde. Silah sesleri ve köpek ulumaları geliyor köyün orta yerinden. Telsizler sonuna kadar açık..." Enstrümanlarımız ve elimizde karanfillerimizle varacağımız eve yaklaşıyoruz. İki katlı ahşap evde can dostlarımız karşılıyor bizi. Kucaklaşıyo-ruz bir bir. Yılların özlemlisi insanların duygularını yaşıyoruz. Analarımız bağrına basıyor "yiğitlerim" diye. O toprak evde boy ölçülemeyecek bir sıcaklık ortasında diz çöküp sohbete başlıyoruz. Köy halkı da orada. Komşu köylerden de gelenler var. Biraz oturduktan sonra mezarlara gitmek için kalkıyoruz. Mustafa'nın mezarına varıyoruz ilkin. O, toprağın altında aramadığımız. O, ülkenin dört bir yanında dalgalanan bayraklarımızda parlayan. Yine de eline sağlık mezarcı ustası, özenerek yapmışsın. Sana belki daha çok iş düşecek. Kolay olmayacak çünkü bu, zalimler saltanatını yıkmak, yaşanır kılmak bu acılı memleketi. "Bitmez burda bitmez. Yürüyünce ölüme karşı yaşamak sonsuz." Türküler söylü-


yoruz mezar başında, kırmızı bantlar takıyoruz taşına. Suya zehir mi kattın Güle diken Açlığa parmak mı bastın Ekmeğ eküf Hay oğul Nettin Gürkaynak'a Gözlerin düşmüş yola Yüreğim beş parça. Hasan'ın mezarı ayrı yer-de. Ailesi kendi bahçelerinde yatsın istemiş. Oysa ne ka-dar isterlerdi tarlada çalışır gibi yürür gibi kol kola, aynı mevzide omuz omuza düş-mana kurşun atar gibi, yan y ana olmay ı. Anmadan sonra eve dönü-y oruz. Y emek hazırlıy oruz hep beraber, türküler söylü-yoruz hep beraber. Kavgamı-zı, değerlerimizi, düşenlerimi-zi anlatan türkülerimizi payla-şıy oruz coşkuyla. Telsizler sonuna kadar açık. Sesler geliyor. "Kaybet-tik" diyorlar. "Kaçırdık" diyor-lar. On yaşında bir çocuğu karlara yatırıyorlar. Evleri kurşunluyorlar. Deli gibi ora-

dan oraya saldırıyorlar. Hava çok soğuk..." Küçük dinletimizden sonra yemeğe oturuyoruz. Aynı kaptan yiyip aynı tastan içi-yoruz. Yemekten sonra Hasan' ın mezarına gidilecek. "Silah sesleri yükseliyor tekrar. Telsizlerden bağırtılar duyuluyor: Gidemiyoruz, di-ğer taraftan kuşatın..." Koca dağların arasında küçük bir tepede kuşatılıyorlar. Namlular kusarken zehrini üstünüze İhanete geçit yok dedi yürekleriniz Hay oğul Akmalı son damla kan da Şu güzelim baharda Toprağına Gürkaynak'ın... Bir çığlık kopuyor yüreğimi-zin derinliklerinden. Onlar ise zaf er kutlamada. Varsın yürüsün su da zehir olsun Varsın yürüsün Gülde diken olsun Varsın yürüsün Açlık da bizim

Küflü ekmek de Vurulmuş beş yürek Milyonlara gebe Gürkaynak da bizim. Hasan, ağaçlı bir bahçelikte uyuyor. Aşk olsun o teslim ol-maz yüreğe, aşk olsun. Malatya'ya dönüyoruz o ge-ce. Onca yorgunluğa rağmen dost sohbetleriyle yarılanıyor gecemiz. Gecenin ikisinde ancak farkına varabiliyoruz zamanın. Bir arkadaş esprile-riyle güldürüyor yorgun yüzlerimizi. "Bir akrabam vardı" di-yor. "Çok yalancıydı. Köyde bir tek insanı söylediği bir tek şeye bile inandıramazdı. Bir seferinde köye gelirken "Do-muz leşi" gibi yolun kenarın-da öylece yatan bir insan ölü-sü görüyor. Herkese anlatı-yor. Ama yine kimseyi inandı-ramıy or. Ancak o sabah köylüler, ihbarcılık ve işbirlikçilik suçlusu Kemal Kaplan'ın cezalandırıldığını öğreniyor-lar. Yaşar'ın gördüğü onun ölüsü..." T A V I R 21


uğrul. Özbek'in de gözaltında katledildiğini öğreniyorum. Soğuk bir kış günü aralıksız yağan kara inat en hoş kokuları en güzel renkleriyle harmanlayıp, baharı savunan bir yediverenin çağıltısını duyumsuyorum. Gözüm güneşin karşı tepelerden ır maklaş ıp akarak oyunlar oynadığı bir noktaya kenetleniyor. Yusuf Erişti'yi düşünüyorum, Hüseyin Toraman'ı... gözaltında katledilen dostlarımın seslerini duyuyorum. Gülen, yiğit yüzleri canlanıyor gözlerimde. Birden iç Anadolu'nun uçsuz bucaksız bozkırlarında buluyorum kendimi. Yaz güneşinin altında damar damar kavrulan tarlalarda alev olup göğe yükselmek istercesine başlarını havaya dikmiş ekini alel acele toplayan ırgatlar ı ayrımsıyoru m. Nas ırlı elleriy le nasıl da titiz ayır ıyorlar taneyi saptan. Bir başka yerinde yurdumun ekin bir hafta öncesinden kaldırılmış tarladan. Sırtlarında yüzyılların yüküyle bir likte ağır buğday çuvallarını taşıyor ırgatlar. Oflayıp pufla-yarak girdikleri değir menden una bulanmış yüzlerinde acı bir gülümsemeyle çıkıyorlar. Getirip un çuvallarını üç katlı, kalın duvarlarla çevrili bir evin önüne yığıyorlar. Çuvallar üst üste bir tepe gibi yığıldıktan sonra ağır ağır açılıyor oymalı tahta kapıs ı evin. Köyün ağası olduğu giysile-

T

YAŞAMIN SONSUZ DERİNLİĞİNDE YAŞAYACAKLAR Ertan YAĞMUR 22 T A V I R


rinden belli olan uf ak tefek bir adamla birlikte yedi kişi beliriyor kapının önünde. Ve çuvalların üçte ikisi içe-riye taşınıy or birkaç saat içerisinde. Oysa yabani otları temizlemek, tohumu toprağa serpmek, sulama için kanallar açmak ve kız-gın güneşin altında ekini kaldırmak tarladan... aylarını almıştı ırgatların ama şimdi de her haneye düşen birkaç çuval buğdayla kışı nasıl geçireceklerini düşün-mek zorundaydılar. Sabanın, orağın sapında onların teri vardı. Kızgın güneşin altında kanayan, çatlayan elleriy le onların kanı vardı tarlada. Ama işledikleri tar-la, ürettikleri ekin ve üretim araçları, orak, saban... onların değil. Mahrumlar elle-rinde tuttuklarından ve elleriyle ürettiklerinden.

ha keskin bakıyorum. Şehitlerimiz geçiy or önüm-den. Selamlıy orum onları. Ayhan Ef eoğlu bir koluma giriyor, Tuğrul Özbek diğer koluma. Y urdumun bir baş-ka yerine götürüy orlar beni. Madenlerden gelen tok kazma seslerini duyuy o-ruz. Alınlarında ırmaklaşıp akan tere her kazma dar-besiyle havalanan toz karışıy or madencilerin. Ama kirlenmiy or y üzleri. Emeğin ateşiyle, temiz ateşiyle pa-rıl parıl parlıy or yüzleri. Şa-fakla birlikte yerin yüzlerce metre altına inen madenci-ler güneş dağların ardına çekilirken ay ak basıy orlar yeryüzüne. Y üzleri güneş görmeyen bu emekçilerin ciğerleri de y ıllardır kara tozu eme eme bitirmişler kendilerini, ışıktan mahrum gözler iyi görmez olur bir süre içinde. Kulaklarda Hasan Gülünay'ı, Hüsatok kazma sesleri çınlar durur tek mettin Y aman'ı, Soner gözlü odalarda. Gül'ü görüy orum ırgatların arasında, gülümseyen gözAy han anlatmaya başlılerinde kurtuluş gününün yor Tuğrul katılıy or ona. emekçilerikıv ılcımı parlıy or Onlar to- "Madenciler, humun, toprağın, suyun v e miz... insanlar ısınsın diye, di güneşin bereketi müjdele- koca f abrikalar ısınsın diğini bilen toprak köleleri- ye, sallıy orlar kazmalarını. maden santrallerde ne sapına ter ve kan karı- Kara şan orağın kızıl bayrağı- elektrik olsun, aydınlansın yuv alar sallıy orlar. mızda çekiçe nasıl da y a- diy e kıştığını göstermek Ama madencilerimiz, mücadelesinde şehit düştü-ler. emekçilerimiz değil midir ki koca Onlar, şehitlerimiz... iş-kenceli fabrikalarda üretilen-lerden sorgulardan sağ çıkmamışlarsa mahrum olanlar, ya-kacak odun yüreklerin-de ve bilinçlerinde parası bulama-yanlar, toprak köleliğinin son bulması v e ödey emedikleri fa-turalarla orağın çekiçle yan y ana durması ışıktan mahrum olanlar." Tuğrul özlemi v ardır. atılıy or "bizler katledildiysek Y ediv erenin çağıltısını daha işken-celi sorgularda bu düzenin yakından duyuyorum şimdi. çaresizliğindendir ve yüreUf uktaki noktaya dağimizde kurtuluş mücade-

lesinin ateşinin işkencede bile alev ini y itirmemesin-dendir. Halkımız ki köylü-süyle, işçisiyle, memuruyla çelik bir yay gibi gerilen ve karanlıktan y ıldızlar doğurt-maya gebe. Bizki körükledikçe y üreğimizdeki ateşi ve saklamasını bildikçe ısı-mızı dosta güven düşmana savaş için yeryüzü cenneti ellerimizdedir." Şehitlerimiz hep bir ağız-dan "Biz dönüp yönümüzü emeğin haklı ateşine, yü-zümüzü terle ay dınlattık. Ve karanlıktan doğan y ıl-dızlarca çoğalmaya and iç-tik. Çünkü namlu gölgesin-de bir daha hain tel örgü-lerle parçalıy orlardı sev da-larımızı. Onlardı tohumu toprak-tan, sudan ve güneşten mahrum etmek istey enler ve dünya hepimizin derken bile kanlı, saly alı dişlerini gizleyemeyenler. Onlardı zaman sonsuz diyenler ve kök salıp toprağa, serpil-meye gebe körpecik f idan-ları kırıp dar ağaçlarında, sallandıranlar. Parçalanmasın diye sevdalar, sevdalımızı bırakıp ardımız sıra, vedasız, tuttuk dağların yolunu. Kırmasınlar diye körpecik fidanları, dallarda bahar konaklasın diye yaşamı haykırmasını bildik dar ağaçlarında. Başımızı dik tutmalıy ız, yürümeliyiz üs-tüne faşizmin. Y erle bir edeceğiz sömürüyü, yerle bir edeceğiz zulmü. Kura-cağız gülen gözleriyle ay-dınlıklar içinde bir düny a-y ı... dünyamızı. T A V I R 23


Jiri Mikula, Milada Mikulova

24 T A V I R


GÖÇMEN -Gözaltında kaybolanlaraAdını v erdim Durgun göllere Düşmeyesin diy e oğul Uzak y ollara Geceler oturunca Y eşil dallara Canalıcı iner oğul Serin yellere Sesini v erdim Akarsulara Dalmayasın diye oğul Kan uykulara Sabahlar oturunca Karanlıklara Göçmen kuşlar iner oğul Fidanlıklara Silinip de gitmiyor Y ürek acısı Kaybolan canların oğul Bu kaçıncısı -Bilinmezlere oğul Yazılan canların Bu kaçıncısıSevdanı verdim Dağlar başına Üfleyesin diye oğul Aşk ateşine Kuzgunlar dolanınca Turna peşine Çoban türküleri oğul Akar düşüne Silinip de gitmiyor Y ürek acısı Kaybolan canların oğul Bu kaçıncısı -Bilinmezlere oğul Yazılan canların Bu kaçıncısıİbrahim KARACA

T A V I R 25


lkenin her kar ış toprağında zulüm hükmünü sürerken "sözcüklerin kan pıhtıs ı" olduğu zindanlarda bedenlerini ölüme yatırarak karanlığı y ırtan bir şimşek gibi çaktılar. Tutuştu kavga, alevlendi yeniden. Gün kavgayı seçme günüydü... "Kavgayı Seç-tim"le türküledik... Anaların yüreklerinden koparılan parçaların acısıyla, bin yıllık cehalet, kölelik uykusundan uyanışları türkülendi. Pir Sultan'ın kavgasıyla, Serdari'nin "kısa çöp uzundan hakkını alacak" deyiş iy le bütünleşti. Kavganın haklı soluğu sardıkça gün gün sokak sokak emekçiyi, gecekonduluyu, öğrenciyi, Kürt halkını... zulmün hükmü kırılmaya yüz tuttu. Bedeller ödenmişti, ödenecekti. Zulüm ölümü dayattı, sorgusuz suals iz. Ölüm aşılacaktı, aşıldı destanlarda dir enişlerde. Toprağa karışan her beden, kavgada çoğalan soluk oldu, düştü yollara. Onlara ölüm yoktu. "Biz e Ölüm Yok" diye seslendik, ikinci kasetimiz-

Ü

de... İşkencede direniş i, gecekondulu çocukları, Baba İshak'ın tarihsel haklılığıyla buluşturarak. Karanlığın bekçileri çaresiz, soyundular "İnsan" elbiselerini, inançsızdılar, ahlaksızdılar, halksızdılar... Çirkeflik, namussuzluk batağında çırpınarak daha çok battılar. Ne yaslanacak bir duvar, ne tutunacak bir dal vardı... sıktıklar ı el değil, içtikleri su, yedikleri ekmek değildi art ık. "Onlar İçin Herşey Bitti". Gün Malatya dağlarından yankılanan gerillanın sesiy le sarmalandı, kopup geldi Çiftehavuzlar'a, Sabahat'lere, Eda'lara, "Varsa Cesaretiniz Gelin" ile marş oldu dillere. Gün halaylandı, halaybaşı çekenlerin coşkusuyla. "Gün Bizim, Çekilecek Halayımız Var" adını verdiğimiz yeni kasetimizle yürüyen işçiyi, direnen gecekonduluyu, sokakları sahiplenen memuru, uyanan Kürt Halkını... halaybaşını çekenlerin seslenişiy le halaya güç katan tüm ezilenleri türkülemek istedik. Türkülemek istedik, çünkü Çağdaş Halk Müziği,

halkın herşeye rağmen yaşattığı özgürlükçü demokratik kültürel değerlerini bugünkü mücadeleye taşımalıydı. Halk Müziğini temel almalıydık. Çünkü halkların en güzel, en dirençli, en onurlu, en acılı gerçeğini anlattığı, yüzyıllar içinde şekillenerek bugüne gelen müzik buydu ve bu topraklarda yaşayan insanlara gerçeği en iyi, en güzel anlatmak, bir de bu insanları dünya halklarına anlatmak ancak böyle mümkündü. Yaşam temel oiarak iki tarafın savaşımından ibarettir ama bu savaş öyle çok yönlü ve öyle karmaşık sürüyor ki, artık ülkenin en ücra köşesinde bile on kanaldan beyinlerine saldırılan insanlarımız bir yanda elleriyle tarlada çalışırken öte yandan bilimkurgu filmlerini izliyorlar. Saldırı çok boyutlu direniş de çok boyutlu. Öyleyse müzik de çok sesli. Ama yine de nasıl? "İstanbul Şafakları" silah sesleriyle kızıllandı bir sabah. Halkının en yiğit evlatları zulme direncin doruklarını yaşattılar silah elde çarpışarak. Halklarına seslenirken huzur dolu, özlem

GÜN BİZİM Grup EKİN

26 T A V I R


dolu, kaygısız, tertemiz v e duy guluydular. Gümbürdeyen silah ve bomba sesleri arasında bir kemanın, bir viyolanın, bir viyolonselin süzülüp giden ezgisi gibi... Düşmana karşı kanatlanmış zey bek hey betli öfkeleri, o en coşkun kararlılıklarıyla kucakladılar ölümü. Zeybek türküsü gibi dirençli, inatçı ve duygulu...Ve Sabahat'ler, Eda'lardı tarihi yazanlar. Yepyeni bir değer kazıdılar kavganın mihenk taşına. Artık yalnızca korunmak değildi dert. Y alnızca susmak da de n ildi işkenceye acıya karşın. Artk haykırmak zamanıdır zulme. "Silahınız bombanızla gelin. Varsa cesaretiniz gelin." diyebilmek zamanıdır. Umudu perçinlediler, zaferi, inancı... Şahlanan kızıl yeleli kavga atlarına binerek süzüldüler düşman mevzilerine kurşun kurşun. Böylece marş olma-lıy dı yaşanan tarih. Senfoni gibiy diler bükülmez kararlı-lıkta sav aşırlarken.

ler vardı. Ve milyonların ortaklaşa ezgisiy di marşla-şan. Analar o çok sevdikleri evlatlarına seslendiler. "Zulüm sarmış dört yanını. Durma-sana bre oğul." dediler ana şefkatiyle glen bir halk ez-gisiyle. Ayrılığa karşı duvar germiş, zulme karşı biley -lenmiş yürekleriy le sevdalı. Anadolu anasıy dı, Latin ül-kesinin anasıydı, aynı acıla-rın, aynı özlemlerin insanı. Kurulacak yeni bir dünya özleminin insanı çağırdı kav gay a dostları. Önümüz kış ise, bahara v armak için gidilecek y ollar, yapılacak işler, yorulacak insanlar vardı. Gerçek dostluğu kavga dostluğunu, sıcak bir türkü gibi yaşamak geldi coşkuyla içimizden. Davul çalarak ça-ğırdık kavgaya, dostluğa.

Hemen yanıbaşımızda, içimizde, kardeş kardeş y ü-rek atışlarımız olan bir halk ve onun ezilmişliğine baş-kaldıran yiğit kadınları, Berivanlar... Kawa'nın yaktığı özgürlük ateşini bugüne ta-şıyarak Newroz'ları yaratan gerillaları... Öy le sıcak öyle bizden ki, öylece Savaşırlarken ülkenin kır-larında, yetti türkü-lemeye yüreklerimizi çiçek olup açanlar, Malatya ortak coşkuyla, ortak kavga sıcadağlarında düşen gerillalar ğıy la. Ve en yerel olandan en muştuladılar gün-dönümünü gecekondulu-dan, emekçiden, ev rensele uzanır bu kaygı-lar, bu ezilen halklardan yana. Halayladı- özlemler, bu coşkulu günler. lar günü "Gün Bizim" diye, mendil İtaly a'da sanayi işçi-lerinin kavga salladılar, halaybaşı oldular. türküsü, Kürt halkının diline uzanıp Halkının halayıyla coşkulamalıy dı gelir, işçiy e İstanbul'da, Adana'da... "İleri işçiler" zaf ere doğru onları. Ha-lay oldu "Gün Bizim". adım adım, umut umut... Geldi Yani, değil mi ki kırdılar bu Anadolu'ya İtalya'dan bağlama fidanları, değil mi ki ağlattı-lar bu oldu gi-tar, daha bir bizim kıldık. anaları, onlar için her-şey bitti. Yargılandı düşünceler ve onun Kaşlar indi öfkeyle, kuşandı kini, ey lemleri. Ölümhaykırdı insan-lık dışı olanların iğrençliğini, halklarına, dostlarına... bu seste analar vardı, gençler vardı, milyon ayaklı emekçi-

darağacı dediler. Y avuklular beklemede... Çünkü geline-cek bazen, bakılacak yüzle-re, doyasıya sarmalanacak kollar kavga gerçeğinde hasretle. Ölümler bizi ayıra-mıyor, ay ıramayacak. En olanaksız koşullarda, en kuşatılmış yerlerde ya-şamı devrim gibi seven in-sanların üretkenliğini, azmi-ni ve coşkusunu kişileştir-mişti Nazım. Mapusluk yılla-rı y aşamı sev menin sınandığı y ıllardı. Kendisini anlattı. Devrime inanmışlığı-nı yaşatanlara miras oldu, gelenekler yaratıldı cezaevlerinde. Bursa Kalesi'nde yüreğinde coşku ve hasret-le hergün yeniden kök saldı memleket toprağına. Cen-netini kaybetmeden yaşadı. Analar sarıldı bebeklerine, kav ga için emzirdi onları. Gün gelecek bebek dillene-cek kavgalara yollanacaktı. Kavganın ortasında doğma-ya başladı bebekler, kavgayla dillenmeye o küçücük ellerini yumruk yapıp haykırmay a başladılar. Bu bir tarihtir, kanla yazı-lan bir tarih. Bu toprakların insanlarının yarattığı tüm bir insanlık tarihine katkıdır. Salt y erel olanla anlatıla-maz. Batı müziğinin geliştir-diği, teknolojinin ürettiklerini ellerimizde ezilen halklar için kullanmak zorunlu. Kendi sesini kaybetmeden tüm ezilen insanların sesine katılmanın zorunluluğu. Böyle d ü n d ü k "Gün Bizim"de, böylece ürettik, türkülerimizi, marşlarımızı. Kollektif üretime eleştiri ve önerileriyle katılanlarla ve katılacaklarla sevincimizi, sevdamızı, coşkumuzu pay-laşıy oruz. T A V I R 27


YAŞAM İLE ÖLÜM ARASINDAKİ Metin YILMAZ Fi tarihinden beri Hep başlangıçlardı gerye dönüşlerimiz Böy le düşülmüştür kitabına yüreğimizin O y ürek ki Dürülmedi daha 2 Kav ga yangınıdır y ürüyor zaman Y ürüyor düş Acıların hasetmişliği bundandır yalnızlığımıza O y alnızlık ki Can damıtımı oldu En çocuksu gülüşümüze 3 Ve Her kavgada Gece çığırtkanı oldu masalcı Çoğaldı Kerbela'lar hay atımızda Unuttu Kaf, kendi adını Anka'larca parçaladı tenimizi 4 Y ürürken zaman Gecede emzirdi öyküsünü, öykücü Bulanık sular akıttı, küçük bir kızın göğsüne Tezgahlar kurdu can damarımız üstüne 5 Ve Ley lak kokularını unuttuk gün atımlarında May ınlar döşendi kanadına martıların uzay arak büyüdü yol Büy üdü kavga

Dalgalı gözlerine coğrafyamın Leş kargaları üşüştü her durakta Karabasan girdi sevdamıza Bundandır sırdaşlığı acıların En hırçın sözlerimize 7 Ve Dostlarımız düşerken boy lu boyunca Ölmey i görendik varoşlarında kentlerin Güneşin göv desinde filizlendi onur Y ürüdü umudun bir adım ötesine Y ürüdü kav ga 8 Şimdi Sancılarla gelmektedir beklenen çocuk İmgelerinde şaşkınlık Y aşamak kadar çoğul Coşkulu mürekkebi ile yüreğimiz Y azılmak üzeredir BEKLENEN GÜN 9 Ve işte Düşlemleyemediğimiz kadar İçimizde y ankılanan Kendi sesimizdir "O", tarihleri y azan Faşizmin kudurmuşluğu bundan 10 Şimdi kav ga Demir atıy or Che'nin emeği suda Y aşam ile ölüm arasında KAVGA Y ANGINIDIR ZAFER MUŞTULARIY LA Y ÜRÜY OR ZAMAN

28 T A V I R


SANATSAL YARIŞMALAR

TAVIR

Kitap Fuarı nedeniyle sanatın, edebiyatın öne çıktığı bir ayı geride bıraktık. Sanata ve sanatçıya uygulanan baskılar devam ediyor. Tüyap kitap fuarını basan polis kitaplara el koymak isterken okuyucuların yayınevi sahiplerinin, yazarların çeşitli protestolarıyla geri çekilmek zorunda kaldı. Bir önceki sayımızda y er alan sanatsal yarışmalara ilişkin sorularımızı bu kez fotoğraf sanatçılarına yöneltiyoruz: Sorularımızı yanıtlayan sanatçılar İbrahim Akyürek, Sevil Üzrek, Mehmet Özer, Hüseyin Elçi, Aynur Köymen ve Karay Olşen. "ÖDÜLLER YÖNLENDİRMENİN AR ACIDIR" "Günümüzde ödüller tüketim ve gösteri toplumunun sıkça kullandığı yönlendirme araçlarından biridir. Yaratıcılığı kaynağında koşullandırmakla yetinmeyip sanat yapıtının tüketim aşamasında "Çok satan listeleri" düzenleyip koşullandırmayı bu aşamada da sürdürmektedir. Eğer ödül; sıkça yinelendiği gibi onurlan-dırma, yüreklendirme, sanatçıy ı tanıtma aracı ise, sistemin sanatçıy ı onurlandırma-sında, yüreklendirmesinde, tanıtmasında açıklar var demektir. Y aratıcılar, seçicilerden ödüller bekleye-rek bu açıkları kapatmak yerine daha çok kişiye ulaşmanın yollarını açmaya, eleştiri ortamı yaratmaya, kime v e niçin ürettiklerini sorgulamay a ağırlık v ermeli. Ödüllerin önemsendiği topluluklarda yarış-malar v e ödülleri saptayacak seçicilerde vardır. En tehlikelisi kendi değerlerine ve ideolojilerine göre seçicileri (jürileri) sapta-yan grupların, kurumların varlığının onay-lanmasıdır. Öyle ki, koşullandırma ve yönlendirme daha başından ödülleri seçecek seçicileri seçmekle başlamaktadır. Uğraş alanımız olan sanat fotoğrafında yarışmalar başlangıçta iyi niyetlerle düzen-lenmiş (Fotoğrafın tanıtılmasına, yaygınlaş-

tırılmasına yönelik) sonraları çıkar ilişkileri-nin belirginleştiği ortamlara dönüşmüştür." diyen İbrahim Akyürek, yarışmalara alter-natif öneriler getiriy or; "Y amalı bohça görünüşlü yarışma sergileri/gösterileri yerine bir fotoğraf projesini gerçekleştirecek çalışma gruplarının özendiril-mesidir. "Demiryolu ve İnsan", "Madenci", "Suya Özlem", "Atlar", "Dökümcüler", "Pa-şabahçe Türküsü", "Maga'da 24 Saat" baş-lıklı çalışmalar örnek sayılabilecek grup ya da kişisel etkinliklerdir. Örneğin, günümüzün moda konusu "çev-re kirlenmesi"ni yarışmalarla geçiştirmek yerine bir fotoğraf grubunun, sistemin yarat-tığı bu sorunu yakından yaşayan insanlarla ve uzmanlarla yapacağı ortak çalışma daha kalıcı olacaktır. Çalışılan konuda ayrıca albüm, afiş ve kartlar hazırlanabilirse herhan-gi bir ödülün günübirlik sevinci, yerini gele-ceğe yayılmış ortak sevinçlere bırakacaktır. Daha da güzeli ödüllendirmelere ve ceza-landırmalara gereksinim duyulmayan bir y aşam tarzının ön denemeleri yaşanacak-tır." "S AN AT HİÇBİRŞEYLE SINIRLANDIRILAMAZ" "Günümüz toplumunda pek çok alanda artık önüne geçilemeyen bir yozlaşma çeT AV I R

29


şitlilik ve karmaşıklık yaşanmaktadır. Ülke-miz insanı da bu çeşitlilik ve yozlaşmadan farklı yollarla pay ını almaktadır. Geçmişte yapılan sanat ve sanatçı tanımları belki ar-tık günümüz ve ülkemiz insanını tanımla-may a y etmemektedir." Sanatsal yarışmalar yapılmalı mı sorumu-za "Eğer sanatçılık, sanatını toplumsal ya-pıda olup bitenleri aktarmak için aracı ola-rak kullanmaksa sanat yarıştırılmamalıdır. Yarışmalar uyulması gereken normları olan yapılardır. Oysa sanat hiçbirşeyle sınırlan-dırılamaz. Sanatçı, yaratıcı olabilmesi için normlarla yönlendirilmemelidir." diye yanıt veren Sevil Üzrek sanatsal yarışmaların yaratıcılığı engellediğini düşünüyor. "Birşeyleri 'doğru aktarabilen' olunabilir. Ama ne yazık ki artık ülkemizde yarışmalar-la 'doğru aktarabilen' olmak değil, hastalık haline gelen 'en büyük' olmak isteyen in-sanlar yaratılmaktadır. Yarışmalarda jüri üyelerinin bilinen yaklaşımlarına ve seçilen konuya göre üreten sanatçıların (!) çoğal-

ması tehlikesi bulunmaktadır. Bu tehlikelerj dikkate alarak kendi özgün yapısını bozma-dan üreten sanatç ı olmayı ve bu doğrultuda yarışmayı başarabilmek gerekli." "BİNLERCE İNSANIN ORTAK DUYGUSUNUN BEDELİ NEDİR?" Bugüne kadar hiçbir yarışmaya katılmadı-ğını söyleyen Mehmet Özer, fotoğraflarına da bir fiyat koyarak satmamış." Fotoğrafımı satmak istemeyişim mülkiyet duygusundan kaynaklanmıyor. Ne de yarışmalardan kork-tuğum için yarışmaları reddediyorum. Çekti-ğim her kare fotoğraf ımda düşüncelerim-den, duygularımdan kısaca dünyayı algıla-yış biçimimden bir parça var..Ayrıca çoğun-lukla işçileri v e emekçileri çekiy orum. Filmimin her karesinde onların öfkeleri, se-vinçleri, dirençleri v ar. Yaşamlarından bir anı f otoğraf olarak üretip sunduğumda o fo-toğraf artık benim olmaktan çıkıp binlerce insanın ortak duygusu ve düşüncesinin görüntüsü haline geliyor. Şimdi nasıl olur da bir sanatçı tüm bunların toplamına 'şu kadar eder' diye bir fiyat koyar? Ya da bir ödül için o eserini yarışmaya sokar. Aynı heyecanı paylaşmadığı insanların yargılayacağı bir yarışmaya katılır. Buna şiddetle karşıyım. Bizim alanımızda yarışmalara büyük para ödülünü kazanmak için katılırlar. Gerekçesi

GAP 1. ULUSAL FOTOĞRAF YARIŞMASI SORUNLARI Ü ZERİNE

30 T A V I R


de 'yeniden üretmek için kazanmak gerek', 'yaşamı devam ettirmek için kapitalizmin kurallarıyla oynamak gerek' gibi yanlış düşüncedir. Bir sanatçının kaynağı eserine biçeceği bedel değildir. İnsan nasıl inançlarını paralaştırır. Bunu yapması için ruhunu şeytana satması gerekir ki onlar da kapitalizmin yarattığı para denilen tanrıya satmışlardır. Sonsuz özveride bulunmaktan kaçınmayan işçiler ve emekçi halktır. Bunun tek yolu sanatçının eserlerinin işçilerin bilincinde, eyleminde maddi bir güç haline gelmesidir." Mehmet Özer ürünlerinin bir mal gibi piyasaya sunulmasından rahatsız olan, kapitalizmin medya dünyasından kurtulmak isteyen sanatçıların, kendilerinin ve sanatlarının özgür olacağı geleceğin toplumunun yaratılması için özgürlük ve sosyalizm kavgasına katılmalarını savunuyor. "Bunun başka yolu yok." diyor. "Sanatçı ya küçük, mutlu bir azınlığın sahte alkışları arasında kaybolacak, eserlerinin ve kendisinin fiyatını bu ücretli kölelik düzeninin belirleyeceği bir mal olacak, ya da bu kavgada yerini alacaktır. "Bakanlıkların, valiliklerin, özel şirketlerin gazetelerden duyurularda bulunarak fotoğraf yarışması açtıklarını, bunu da fotoğraf sanatını özendirmek, geliştirmek adına yap-

tıklarını söylerler. Büyük bir yalan. Yarışmalar sanatçı yaratıcılığının cellatlarıdır." derken sanatsal yarışmaların düzenlenmesine kesinlikle karşı olduğunu vurguluyor. "Yarışmalardaki yaratıcılık, bedeli önceden saptanmış bir malın üretilmesidir. Koydukları kurallarla sanatçının neyi çizeceğinin sınırlarını çiziyorlar. Sonra da buna ne kadar ödeyeceklerini söylüyorlar. Yarışmaya katılacak ödül avcıları öncelikle yarışmanın büyük ödülü olan para miktarı kadar edecek fotoğrafı nasıl çekeceklerini düşünüyorlar ya da arşivlerinde varsa temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp yarışmalara katıyorlar. Dahası seçici kurulda evlere şenlik kimler yok ki. Müdürler, şirket temsilcileri, seçici kurulda birer sanat uzmanı kesiliyorlar. Yarışmalara katılanlar da, birkaç yeni fotoğrafçının dışında hepsi abone hep aynı isimler. Yarışma sonuçları da şaşırtmıyor bizi. Hemen hemen aynı isimler. Böylelikle yarışma sonunda sanatımız biraz daha gelişiyor".

değerlendirme s o n u c u 73 kişinin toplam 95 siy a h - b e y a z ve 2 0 8 renkli b a skı ile katıldığı y a r ı şm a d a çeşitli ödüller verildi. Böylesine seçici bir kurulun yaptığı değerlendirmeye gelince değerlendirmede fotoğraflara objektifd e ğ e rl e n d i r m e n i n yapılmadığını g ö z l e m e k mümkündü, sergilenen yapıtlarda kendi ke n d i m i ze kimbilir e l e n e n y a p ıt l a r d a n e fotoğraflar varmış diye d ü ş ü n d ü k . Değerlendirme sonuçlarını iki açıdan eleştirme gereğini duyuyoruz. İlki yarışmaların amacı, ikincisi konulu yarışmaların içeriğine ilişkin. Yarışmalar niçin yapılır? G e n e l d e kültür ve s a nat dünyamıza, özelde ise fotoğraf s a n a t ı n a kan t a ş ı m a kamacıyla değil mi? Bu a l a n d a yeni yetiş e n g e n ç sanatçıları teşvik etmek, onların ürünlerine d e ğ e rb i çm e könceliğini ta n ım a kg e re km i yor m u ? O y sa s i y a h - b e y a z (sb) dalda ikincilik a l a n Tuğrul Ç a k a r ' ı n "Anı" isimli yapıtı geçtiğimiz yıllarda Abdi İpekçi fotoğraf y a r ı ş m a s ı n d a birincilikö d ü l ü n ü almıştı. Hadi y a n şm a n ın şa r t n a m e si n d e " d a h a ö n c e herhangi bir yarışmaya ka t ı l m a m ı şo l m a k" şartı y o kdiyelim. Hadi Tuğ-

rul Ç a ka r fotoğrafına g ü v e n e r e kbu şartın olmayışından da yararlanarak y a n ş m a y a katıldı. H e m yarışmanın konusuyla ilgisi olmayan h e m de d a ha ö n c e ödül a l m ı ş bir fotoğrafın konulu bir y a -r ı ş m a d a ö d ü l e layıkgörülmesinin a n l a m ı n e ki? Hadi, Ş a h i n Bey Belediyesi'nden Coşkun Özdil ve GAFSAD başkanı Özalp D ü n d a r böyle bir yarışmayı ilk kez düzenlediklerinden bazı a m a törlükleri olur diye d ü ş ü n e l i m . Bunu, yıllarını fotoğrafa vermiş bir Mehmet Bayhan'ın, Aclan Uraz'ın, Dursun Ali Sarıkoç 'un ve Sefa Ulu-kan'ın bilmemeleri mümkün m ü ? ikincisine gelince: Konu bellidir. "GAP'ın g e tirdikleri ve götürdüklerinin sorgulanması " a m a -cıyla d ü z e n l e n e n (Bu a n l a m d a bizce ö n e m taşıyan bir yarışmadır) yarışmanın içeriğine uygun yapıtlar ödüllendirilmemiştir. Tuğrul Ç a k a r ' ı n "Anı" isimli fotoğrafı bu içeriğe d e n k d ü ş m e d i ğ i gibi birinciliği a l a n Aynur Köymen'in " B e k l e -yiş" isimli fotoğrafı da d e n kd ü ş m e m e k t e d i r . S ö z k o n u s u fotoğrafta " h a y a t t a e n hakiki mürşit ilimdir" ne a n l a tı y o r ? G A P ' ı n getirdikleri, g ö t ü r düklerini mi? Bizce hiç ilgisi yok. Kaldı ki bu

"FOTOĞRAF EZİLEN SINIFI HİZMETİNE SUNULMALIDIR" Öğretmen ve fotoğraf sanatçısı Hüseyin Elçi yarışmaların gerekli ve yararlı olduğunu düşünüyor. "Ancak kim ve ne adına" diyerek devam ediyor. "Yarışmaların mantığı günümüzde birçok sınava birden hazırla-

T A V I R 31


32 T A V I R

nan öğrencinin koşturduğu sınav maratonuna dönüştürülüyorsa burada yarışmanın ödülüne yani para miktarına bakarak yarışmaya katılan veya fotoğraf çekmeye başlayan 'fotoğraf sanatçılarını' görmek olası. Çokça da böyle. Ülkemizde son yıllarda fotoğraf yarışmalarında bir düşüş olmasına karşın özellikle 1985-90 yılları arasında büyük bir yarışma furyası gözlendi. Y arışmalara ilişkin tartışmalar da '80'li yılların sonlarına doğru yoğunlaştı. Kimileri de yarışma kurallarının farklılıkları üzerinde tartıştı. Bunlardan bazıları 'fotoğrafın çekilmesi bile başlı başına bir ödüldür.' görüşünü savunarak yarışmaların sıkça düzenlenmesine karşı çıktı."

fin yanında olmak demek değildir. Dün madencileri çalışanlar bugün İzmir-Ankara 'ölüm yürüyüşünü' ve Cizre-Newroz gösterilerini de çalışabilmedirler. Ay nı fotogeziyi Newroz'da da yapabilmelidirler." diyerek sorularımızı yanıtlamaya! devam eden sanatçı "Toplumsal, ekonomik, siyasal gelişme ve değişmelerin paralelinde bu gelişme ve değişmelere olumlu katkıda bulunuy orsa yarışmaların yararlı olacagına inanıyorum. Ancak toplumsal ve siyasal çelişkilerin uzağında, yalnızca 'ülkenin güzelliklerini' yansıtan fotoğraflar ile ilgili yarışmaların bir fonksiyonu olmadığı gibi kitlelere fotoğraf sanatının ulaştırılmasını da güçleştiriyorlar." diyor.

Hüsey in Elçi genelde sanatın özelde fo toğrafın da metalaştırıldığı günümüz kapitalist ekonomik ilişkileri içinde fotoğraf ın ezilen sınıfın hizmetine sunulmasında yetersiz kalındıgın ı söy lerken FOSEM ve AFOG'u olumlu örnekler olarak değerlendiriyor. "Günümüzde hala fotoğraf piyasasını deneysel fotoğraf denilen akım çokça meşgul etmektedir. Son y ıllarda madencileri çalışan gruplar bite ezilen sınıf ların her zaman yanında olamamaktadırlar. Sık sık Doğu ve Güneydoğu'yafoto-gezi turları düzenlemek, bir halkın kültürel değerlerini fotoğraf yarışmaları piyasasında pazarlamak ezilen sını-

"SEÇİCİ KURUL BELLİ, AMAÇLAR BELLİ, ÖDÜLLER BELLİ" Bu kez sorularımızı Aynur Köymen'e yö-' neltiy oruz; "Ülkemiz insanı uzun süren bir baskı dönemiyle günlük yaşam biçiminde olsun, çeşitli sanat dallarına bakışında olsun belirsizliklerle değerlerini kaybetmiş veya kaybettirilmiş bir toplum görüntüsünü veriyor. İçimizden birileri toplumu bu belirsizlikten kurtarmanın y olunu insanları her konuda yarıştırarak ödüllendirmeyi uygun görmüşler. Y arışma-yarıştırma furyasının ardında


saklı kalan gerçek olarak uzun süren baskı döneminin politikalarını görüy orum. Sanat-çıy a sahip çıkılması v e toplumdaki yerinin belirlenmesini toplumun görev i olarak görü-y or, y anlış değerlendirmelerin gerçek sa-natçının kimliğini zedelediğini düşünüy o-rum. "Y arışma şartnamesindeki koşulların sa-natçıy ı belli konuy a bağlaması, şartlı olarak istedikleri doğrultuda eserler üretmesi sa-natçının ekonomik çıkmazı ile y aratım gücü arasında gelgitler y aşamasına neden ol-maktadır. Sanatçının eserinin güv encesi eser başına konan para ödülü olmay ıp y a-salarla belirlenmelidir. Bilindiği gibi seçici kurullar yarışmaya açı-lan sanat dalının uzman kişilerinden oluşturulmaktadır. Şartnamede s e ç i c i kurul belli, amaçlar belli, ödüller belli. Ergin sanatçı 'şartnamey i' eline alıp okuduğunda seçici kuruldaki isimler kendine uy gunsa, amaçlar kişiliğine ters düşmemişse ödüllerde yeşil ışık yanıy orsa vallahi kendi bileceği iş. Ge-lelim y arışma-y arıştırma gününe. Seçici kurul v e 'şartlı' eserler kapalı kapılar ardına kapanırlar. Amaçlar, ödüller şartlı olursa geriy e kalan 'ti'ler sanatçıy ı belirler." Ay nur Köymen, toplumun, sanatçısına sahip çıkacağı günleri selamlayarak sözlerini bitirdi.

"AMAÇ ÖDÜL KAZANMAK DEĞİL EN İYİYİ YAP ABİLMEKTİR" "Bir sergi çağrısına çok fazla ilgi gösterilmezken yarışmalar ilgi çekebilmektedir. Y arışmaya bakış açısı ödül kazanmak vs. şek-linde değil de sanatçının kendini geliştirme-si, en iyisini y apabilmesi doğrultusunda ol-malıdır. Sanatçı kolay kolay sergi açıp eserlerini sergileyemiyor." diy en Koray 0l-şen y arışmaları, ürünlerin sergilenmesi için bir olanak olarak görüy or. Y ine y arışmala-rın teşv ik görev i gördüğünü de ekley erek sanatsal y arışmaların düzenlenmesine olumlu y aklaşıy or. "Seçici kurulun kıstası oldukça önemlidir. İlk önce seçici kuruldakiler birbirlerinden hiç etkilenmemelidir. Oysa çoğu kez böyle olu-y or. Bir kişi seçiyor, diğerleri de bakıp onay -lıy or. Biri diğerinin seçtiğinden çok etkileni-y or. Bence y arışmay a gelen tüm fotoğraf la-rı değerlendirmeli, herbirine puan v ermeli. İlkeler, kurallar iy i saptanmalı." Koray Olşen, sanatsal duy arlılıklar y arıştırılabilir mi sorumuzu " Fotoğraf ın da kıstas-ları v ardır. Estetik kay gılar, kompozisy on vs. önemlidir. Anlatmak istediği düşüncey i, biçimi iyi v erebiliyorsa daha iyi anlatabilir." diyerek y anıtlıy or.

Fotoğraflar Hüseyin Elçi

T A V I R 33


Okyanus gözlü kardeşim kabarınca dalgalarca dövmedi ğin kaya erişmediğin doruk bereket dağıtmadığın toprak var mı?

Bir çift zeytin karası inançlı, cüretkar gözlerin korlanırlar cıv ıl cıvıl, özlem özlem ok da sensin yay da. yüzyıllardır dehlizlerde yol bulan da içimizi saracak ormanlar f ırtınası serin yeli gözlerinin ekmeğime katık edeceğim ezgilerini türkü türkü akacak dillerde ela gözlerinin balı Hasreti yüreğinin Kararlı, atak yüreğinin süslesin karadenizi namlularla karadenizi dalga dalga hırçın hırçın güneşsin Dersim'de y ankılansın sesin ZEYNEP BAŞAR

34 T A V I R


MODERN EDEBİYATIN BAŞLANGIÇ KIPIRTILARI II Vietnam Demokratik Halk Cephesi'nden Yazarlarla konuşmalar Çeviri: Melek ULAGAY anoi'deki yazarlar birliği binası çoğu kez boş oluy or bu günlerde. Y azarlar y a y aşamak üzere uzak köy lere gitmiş-ler y a da cephede göreve. Fabrikalarda ve kooperatiflerde işçilere, mev zilerde askerlere ve sav unma birliklerine, bombardımana uğramış bölgelerdeki sığınaklarda, halka okuyorlar şiirlerini. Bombalanmış yollarda ve barajlarda çalışan gençlik tugay ları, silah taşıy an kadınlar v e askeri sıhhiye birlikleri nasıl kendilerine düşen görev leri yerine getiriyor, levazım kamyonları nasıl sürekli mal taşıyorlarsa, yazarlar da bu ortak savunma çabasına aynı şekilde katkıda bulunuy orlar. Bazıları bugünkü konuşmaya katılabilmek için çok uzak mesafelerden gelmişler; ve bu gece konuşmalarımız bittikten sonra şehri y ine hemen terk edecekler Deneylerinden, özellikle kendi gelişmelerini etkilemiş deneylerden söz ederlerken,her zaman çoğul konuşuy orlar. Kendi çalışmalarını birey sel başarıları açısından değil, kolektif katkıları açısından ele alıyorlar. Başlarından geçenleri anlatırken kendi özelliklerini y a da üstün yeteneklerini ön plana çıkarıp, kendilerini diğer y oldaşlarından soyutlayacak yerde, herkesin pay laştığı ortak tav ırları v e tutumları ortay a koymay a çalışıyorlar. XUAN DIEU: Ben şimdi burada bulunma-

gularımızın anlatılması yeterli olmuyordu artık. Geniş halk y ığınlarını görüy orduk. Askerlere yiy ecek ve silah taşıy orlardı. Bir yandan hasadı kaldırıyorlar, bir yandan da düşmanın sürekli saldırılarına uğruy orlardı. Düşman, halkın devrimle elde ettiklerini geri almak istiyordu. Köylüleri özgür insanlar olmaktan çıkarıp, tutsak y apmay ı amaçlıyordu. Bir kara bulut gibi üzerlerinde dolaşan ve onları tehdit eden bu tehlikey i nasıl anlatabilirdik halkımıza? Onların her gün her gece yarattıklarını nasıl dile getirecektik? O güne değin bütün yazdıklarım çok iddialı görünmeye başladı bana. Köy lülerle yanyana, omuz omuza çarpışıy ordum, ama onları gerçekten tanıy ıp tanımadığımı, küçük burjuv a kökenimin beni onlardan ay ırıp ay ırmadığını soruyordum kendime. Y azı y azma çabalarım bir y ere geldi durdu ve y ıllarca da öy le kaldı. 1953 y ılında, askerlerle v e işçilerle v ahşi ormanlarda uzun 1945 y ılında direniş savaşının süre birlikte kaldıktan sonra, yeilk aşamasına girdik. Bir y ıl son- ni birşey ler y azabilmenin umura y eniden, bu kez de Fransızla- du belirmişti içimde. Arkadaşım ra karşı sav aşıy orduk. Bu dö- şöy le diyordu bana; «Bireyin sınemde, dev rimi izley en y eniden nırlarından kurtulup, çoğulun doğuşu ve özgürlük savaşımızın uf uklarına doğru yürüyelim». amaçlarını anlatan şiirler y azBizim içimizde bu gelişmeler may a zaman ve olanak bulabili- olurken, şiirlerimizi okuyan v e y ordum. Böyle olmasına rağ- dinley enlerde de değişmeler men, birkaç y ıl sonra y azı y az- oluy ordu. Daha önceleri kim için makta gittikçe daha fazla zorluk yazıyorduk? Köylerde oturan ve çekmeye başladım. Savaş ilerle- okuma yazma bile bilmey enler dikçe, y azmam da güçleşiy ordu. için mi? Hay ır. Oysa şimdi onlar Ulusal kurtuluş mücadelesiyle için yazıy orduk; onlar da okuma day anışma içinde olduğumuzu y azma öğrenmişlerdi. söy lememiz v e y urtseverlik duy Ülkemizde yepy eni bir okuyu-

y an en y akın arkadaşım Huy Can'ın adına da konuşuyorum. Biz, otuz y ılı aşkın bir süredir birbirimizi tanıy or ve birlikte çalışıy oruz. Arkadaşımın edebiyatçı olarak gelişmesiyle kendi gelişmem, birbirine ok benziy or. Dev rimden önce, ikimiz de şiir yazıy orduk. Alışılagelmiş konuları işley en şiirlerdi bunlar; hayat, ölüm, aşk v e umut üzerine. Halkta meydana gelen büyük değişmeler ancak ay aklanmalardan sonra belirginleşmey e başladı. Bütün gücümüzle atıldık devrime. May akovski nasıl kendi dev riminden söz ediy orsa, biz de kendi dev rimimizi anlatıyorduk. Köylüler v e işçiler gibi, y azarlar da tutsaklıktan kurtulup, özgürlüğe kavuştular, ölü değil, canlı insanlar haline geldiler. Devrim v e kurulmakta olan y eni toplumdu artık şiirlerimizin konuları. Kızıl bay rak üzerine bir öv gü, ulusal meclisin seçimiy le ilgili bir şiir yazdım. Oysa daha önceleri siy asal sorunları konu alan şiirler y azılamayacağına inanıy orduk.

T A V I R 35


cu kitlesi doğmuştu. Müzikli tiyatronun klasik şiirleri ve şarkıları hiç bir zaman okulu olmamış köy lerde bile biliniy ordu artık. Y aşlı köy lüler uy aklı destanları ezbere okuy orlardı. Şimdi bizim şiirlerimizi v e hikay elerimizi de öğreniy orlar. Her ay köylere gidiy oruz; y aptığımız toplantılarda en azından 200-300 dinley icimiz bulunur her zaman. Edebiyatımızın amaçları v e özellikleri nedir? Partiye bağlılık herşey den önemlidir. Edebiyatımız, çoğunluğun günlük mücadelelerini, istek ve çabalarını y ansıtmay ı başarabilmelidir. Bu y eni okuy ucu kitlesi bizden yeni şeyler istemektedir. Özellikle gençler; doy umsuz bir öğrenme isteği var onlarda. Halk, kendi deney lerini tezelden değerlendirmemizi diliy or. Bütün yanlışları ay ıklayarak okumay ı bilen okurlarımız v ar. Kahramanlık gündelik bir olay dır onlar için. Çoğu bunun bilincinde olmasalar bile; her biri bir kahramandır. Herkes kavganın içinde olduğu için gerek y oktur büyük sözlere. Mutluy uz diyebiliriz Eski bireyciliğimizi y ıkma çabalarından sonra Y eni baştan y arattık kendimizi Y alnız iy i olanı tuttuk Ve kullanamayacağımız herşey i attık Mutluyuz diyebiliriz Işığı görüyoruz Karanlığı da Geçmişte olanları görüy oruz Ve de geleceği

Bütün geleneklerden kopmay ı amaçlıy orduk; bizim için şiir, yaşama karşı yeni bir tavrı ortaya koy abilmek için bir araçtı. O günlerde ben bu okulun en genç olanlarından biriy dim. Kendimizi öncü olarak görüy orduk. Ama kısa bir süre sonra y aşadığımız sürecin gerisine düştüğümüzü gördük. Bizim y eni dediğimiz, çoktan eskimiş, devrini doldurmuştu. Edebiy atımızın kendi ay akları üzerinde durabilmesi için uzun bir zamana gerek v ardı; tıpkı sömürgeciliğin pençesi altında olan toplumumuzun feodalizmin kalıtımından kopabilmesi gibi. Büyük değişmeler oldu. Ama şimdi geriy e dönüp baktığımızda Eluard'dan öteye geçemediğimizi görüyoruz. Biçim sorununu bir y ana bırakıp, y eni bir öz aramay a giriştik. Şimdiy e dek şiirlerimiz çoğunlukla lirik olmuştu, duy gusal y aşantıyla uğraşmıştık. Şimdi düşünce süreci ile ilgileniy orduk ve düşünsellik duygusallığı aşıy ordu. Brechtten öğrendik. Ayakta durmamızı sağlay acak bir temel olmadan, sadece öykünmeciliğin y eterli olamayacağını kabul etmek zorunday dık. Klasik şiirimiz aşırı sürekliliği içeren bir biçim yaratmıştı. Şiirsel ses uy umu bir sözcükten diğerine, bir satırdan ötekine geçiyordu. Benzetmeler ve zıtlaşmalar her zaman belli bir ölçü ve uy ak içinde, dilin müzikselliğinden y ararlanılarak birbirlerine karşı kullanılıyordu. Bu şiirler yapılarına uygun olarak ezbere okunurdu. Biz bunlarla, «köpek TE HANH: Klasik şiir 18'inci yüzy ılın son- geldi-kedi gitti» şiirleri diy e alay larında doruğuna erişmişti. Y a- ediy orduk. Söy levler yazmıy orsalar v e yöntemlerle (!) sınırlan- duk; olağan konuşmalar ve gündırılmış bir şiirdi bu. Y önetici lük y aşamdı konumuz. Oysa aday ları (mandarin) sınav larını yaşlı kişiler hala uyaklı ve mübaşarabilmek için değişik şiir bi- ziksel şiirleri y eğliy or, genç kuçimlerini bilmek zorunday dılar. şak ise serbest v e esnek bir biŞiirimiz Fransız edebiy atının et- çim arıy ordu. kisiyle bilgelikten ve biçimsellikten kurtuldu. 20'nci y üzy ılın ilk BUI HIEN: y arısına kadar şiirimiz LamartiY azı y azmaya f azla zamanıne, Alf red de Musset, Baudelaire v e Mallarme'nin etkisi altın- mız olmuy or. Devrimden önce day dı. II. Dünya Savasindan ön- birkaç hikay em yay ınlanmıştı. ceki y ıllarda biz kendi şiir okulu- Fransa'ya karşı sav aşırken romana y er y oktu y aşamımızda. muza «y eni şiir» adını vermiştik. O zaman da şimdi olduğu gibi

36 T A V I R

çoğunlukla cephedey dim. Ancak not tutabiliy ordum. Bu notlar 100 sayfay ı bulabilirse ne ala. Ben şair değilim. Kısa düz y azılar yazıy orum. Her zaman gerçekçi bir şekilde y azarım. Arkadaşlarım eleştirici gerçekçilik diy orlar buna. Ülkemizi kendimiz yönetmiy orken, yazarlar sürgün ediliy or, işkencelere uğruy or ve y azı y azdıkları için ipe gidiy orlardı. Biz nefret v e sevgiyle yazdık. Ezilen insanları anlatıy orduk. Başlangıçta sınıfsal tav rımız çok belirginleşmemişti. Biz yazarların büy ük çoğunluğu küçük-burjuvaziden geliy orduk. Eğitimimiz azdı. Sömürge ülkelerde küçük-burjuv azi y oksullara y akındır; hem y oksulluklarına hem de dirençlerine. Böy le olmasına rağmen y oksulluğun temel nedenlerini anlayabilmiş değildik. Ülkemizde uy gulanan vahşetin gerçek boy utlarını ancak devrimden sonra anlayabildik. Haklarını elde etme mücadelesini sürdüren kitlelerin içinde yaşıy orduk. Hepimiz için or-tak olan bir y an v ardı: konularımızı köy lülerin, işçilerin, balıkçıların ve askerlerin günlük yaşantılarından alıyorduk. Önceleri olayları y alın v e sistemsiz bir şekilde anlatıy orduk. Herşey yüzeyseldi. Birlikte yaşadığımız insanların düşüncelerini y eterince bilmiy orduk henüz. Bizim çocukluk hastalığımızdı bu; dev rimin alev leri köreltmişti gözlerimizi. Bir gece yanımdaki insanların gerçek yüzlerini gördüm. Düşman işgali altında olan bir bölgedey dik. Düşmanın sürekli top ateşi altınday dık. Y ollar v e bombardımandan delik deşik olmuş tarlalar topların ateşinden çıkan beyaz bir ışıkla aydınlanmıştı. O zaman gördüm y üzlerini. Asker, kadın, kız, çocuk y üzleri... Sırtlarında ağır y ükler, iki büklüm, silah, cephane ve yiy ecek taşıy orlardı. Başları dimdikti. Onların y üzleri bir daha hiç çıkmamacasına girmişti belleğime. Önceleri izlenimlerimizi küçük, kısa yazılarla anlatırdık. Şimdi olay ların ötesine geçebiliy oruz. Ana hatlarıy la mücadeleyi anlatıy oruz. Dik v e mağrur


y üzlerin ardında y atanı, sav aşın amacını görüy oruz. CAM THAN: Biz kadın y azarlar için savaş iki y önlü bir kurtuluşu if ade ediyordu. Bizim için devrim sadece genel toplumsal koşulların bir değişimi değildi; eski ataerkil düzenin y ıkılışı ile birlikte kendi kurtuluşumuzu da görüyorduk. Kadına ana olarak say gı duy ulsa bile, yine de erkeğin boyunduruğu altınday dı; erkekler bir aray a gelip konuştuklarında kadınlar kapının ucundan bile bakamazlardı. Ben bir kadın yazar olarak iki yönlü ezildim; bir kadın yazar, yani y ıkıcı bir unsur olduğum gerekçesiy le polisin baskısı altınday dım; kendi köyümde ise, köy lüler benim okumuş kişilerle ilişkili olduğumu sandıkları için kuşku ve nef retle bakıy orlardı bana. Bir kadın olarak ikinci sınıf insan işlemi görüyordum. Bütün öny argılarla mücadele ederek gizli çalışmak zorunday dım. Y azdıklarımızı saklıy orduk; yay ınlamak ise söz konusu bile değildi. Eski toplumda kadınlara verilen ikincil rolle edebiyat eserlerinde y aratılan kadınlar arasında bir çelişki v ardı. Edebiy atta kadın her zaman ana konuydu. Sev ilen kişi olarak yüceltiliyordu kadın, sempati ve acıma duygularının karışımıy dı bu duy gu. Klasik yapıtların en önemlilerinden biri olan v e Nguy en Du taraf ından y azılan Kien'de kadın akla gelebilecek her türlü küçük düşürücü dav ranışla karşılaşıyordu. Kadınların kuşaklar boy unca çektikleri bütün acılar dile getiriliy ordu bu kitapta. Edebiyat, kadınların kaderine y as tut-maya hazırdı; ama bizim tutsak-lıktan kurtulmamız için dev rim gerekliy di. Eski Vietnam edebiy atında önemli şiirler v e destanlar yazmış olan kadın yazarların yapıtlarında y arattıkları kadın tiplerinin bile temel özellikleri kocay a karşı sonsuz bağlılık ve o olmadığı anda çaresizlik olarak tanımlanabilir. Prenses Ngoc Han'ın kocasının ölümü üzerine yazdığı ağıt v e Doan Thi Diem'in

SAVAŞÇILARIN TÜRKÜSÜ

THANH HAI

Aldılar topraklarımızı, sürüy orlar bizi topraklarımızdan. Kuruy orlar y ıkılmış ev lerimizin üstüne karakollarını. Ağlamak, öfkemizi dindirmey e y etmez, y akarmak, açmaz kurtuluşun y olunu. Direnelim, elde tüf ek, koruyalım topraklarımızı, ırmaklarımızı, çarşılarımızı. Düşman zalim v e y ırtıcı. Başlarımızı koparırlar, kopacak başları. Hindistancev izi ağaçları altında dinliy oruz geceden geceye uğultulu y urdumuzun toprağını, saldırıy a hazırlanan. Parladı savaşçıların gözleri gecede, göky üzünü, y ıldızları kucaklıy oruz. Y ürüy elim, y ürüyelim, çınlasın y erle gök şarkımızla, dökelim kanımızı, kurtulsun toprağımız v e ocağımız.

kan olabilmekte, Ulusal Mecliste görev almaktadırlar. Eğitim v e halk sağlığı ile ilgili görev lerde, şehir v e köylerin y önetiminde önde gelen y erleri kadınlar tutuyor. Y aşlı kadınlar bir ordu kurmuşlar. «Asker Anneler» diy orlar kendilerine v e say ıları da 400 bini buluy or bugün. Bu kadınlar, doktorlar v e hemşirelerle birlikte yaralıları tedavi ediyorlar. Şehit ailelerine, bombardımana uğramış ailelere yardım ediy orlar; ölülerimizi y ıkay ıp gömüyorlar. Kadınlarımızın hiç biri; tutsaklıktan kurtulup bağımsız meslekler seçmiş olanlar, okullarda kadınların bağımsızlığı üzerine tartışanlar, devrimle kazanmış oldukları hakları elden çıkarmay a niy etli değiller. Hiç kuşkusuz, bugün de eski aile düzeninin geri gelmesini istey en bir çok erkek vardır, ama o günler artık çoktan geride kaldı. Biz nasıl kendimizi Çocuk yuv alarının kuruluşu yeniden eğitiyorsak, onlar da y ebüy ük bir yükü almıştı omuzları- ni baştan eğitmelidirler. Y eni dümızdan. Biz de erkeklerle birlikte zen geliştikçe kadınların sanatdoktor, öğretmen ya da tek- sal çabalarını ailesel nedenlernisy en olmak için eğitim görü- den ötürü geri bırakmaları gibi y orduk. Bugün erkeklerin çoğu bir durum da ortadan kalkacakcephede sav aşırken, fabrikalar- tır. da v e atölyelerde üretimi kadınlar y ürütüy or. Bilim v e siyaset PHAM HO: de sadece erkeklere özgü bir Biz hepimiz çocuklar için yazaşey değildir artık. Kadınlar ba-

bir askerin karısının y asını anlatan şiiri hep bu anlay ışın birer if adesidir. Kadınların şiirlerinde ele alınan konular, beklemek, umut, umutsuzluk, özveriydi. Hikay elerde kadınlar v ardı, çektikleri acılardan taşlaşmışlardı. Ezik v e y ılgındılar. Eski düzenin 1000 y ıllık alışkanlıkları 20 y ıl gibi bir zaman süreci içinde sökülüp atıldı. Kolay olmadı bu. Direnmeler oldu, biz de ödünler v erdik. Erkeklerin birden fazla kadın almalarını y asaklayan yasa ancak 1960'larda yürürlüğe girdi. Sav aş, kadınların mücadelesini hızlandırıy ordu. Erkeklerle omuz omuza çarpışıy orduk. Eski toplumda emeğin bölünü kadınları ev işlerinin tutsağı yapmıştı. Amerika'ya karşı sav aş ve sosyalizmin kuruluş y ıllarında bu iş bölümü ortadan kalktı.

T A V I R 37


rız. Ta eski günlerden bu y ana, Vietnam'da çocuklar, mutluluğun ve zenginliğin kaynağı olmuşlardır. Ekonomik nedenleri de v ardır bu olgunun; her çocuk çalışabilecek bir çift el daha demektir. Çocuklar çok küçük yaşta çalışmaya başlarlar. Köy halkının gücünü v e day anışmay ı sağlayan her zaman büy ük aileler olmuştur. Bugün köylüler her türlü eğitim olanağından y ararlanabilmektedirler. Bundan sonraki araştırıcı mühendis, teknisyen v e sanatkarlarımız köy lü çocukları arasından çıkacaktır.

dize: önce gri bir gövde gelir Sonra iki kalın ön ayak Sonra iki kalın arka ayak En sonda da kuyruk gelir «Bu nedir» sorusunu yanıtlamak için şiir ters çevrilir ve dev am eder: Önce kuy ruk gelir Sonra iki kalın arka bacak Sonra iki kalın ön ayak Peki göv de nerede? Devrimden sonra böyle söyleniy ordu bu şarkı. Büy ük fil paramparça olmuştu. Eski toplum y ıkılmış, herşey y eniden kuruluy ordu.

En iy i okurlarımız çocuklardır. Öny argıları y oktur onların. Büy ük bir iştahla okurlar. Gençler için bir edebiy at doğabilir. Herhangi bir konu üstüne konuşabiliriz onlarla. Bütün sorunlarla ilgilidirler. Niy e mücadele ettiğimizi çok iyi bilirler. 7-8 y aşlarında olanlar şimdiden öncü müfrezelerine y ardım ediy orlar. İki kolunu y itirmiş, ayaklarıy la y azı y azan çocuklar v ar. Ayaklarından aldıkları y aralardan dolay ı kötürüm kalmış arkadaşlarını y ıllarca sırtlarında taşımış çocuklar bilirim ben. Y üreklidir çocuklar. Korku nedir bilmezler. Küçük oğlum soruyordu bana; «Bu Amerikalılar çok mu kalabalık?» «Y arım milyondan fazla burada v ar» dedim. O zaman niye burada olduklarını ö ğrenmek istedi v e sordu «Nerede gizleniy orlar?» Anlattım ona. «Onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar biz daha çoğuz. Ve nerede gizlenirlerse gizlensinler biz bulacağız onları» dedi.

NGUY EN DINH THI: Okuma y azmay ı y etişkin insanlar olduktan sonra öğrenen ve yabancı sözcüklere tanıdık olmay an pek çok kimse «bireyci» sözcüğünü duyduklarında bunun «y amyam» anlamına geldiğini sanıy orlardı, için* den çıkamadıkları 'birey cilik' kav ramını tehlikeli bir şey le, y amy amlıkla özdeşleştiriyorlardı, birlikte oturuyor ve kendilerini bildiklerinden bu yana doğa'y a v e düşmana karşı ortak bir mücadeley i sürdürüyorlardı. Mutluluğun, acının y a da zorlukların tek başına y aşanması alışılagelmiş bir olay değildi onlar için. Herkes pay laşırdı y aşamı; pay laşmay ı herkes çok iy i bilirdi v e f azla söz konusu edilmezdi bu aralarında. Bitmek tükenmek bilmey en çalışma, bir sevilenin ölümü, özv eri, her biri yaşamıştı bütün bunları. Ay rılıklar v e beklemek; y aşay abilmek için birbirimizi beklemey e alışmalıy ız.

Küçüklerin bir kısmı şimdiden şiir, hikay e v e tiyatro y apıtları y azıy orlar. On y aşındaki Tran Dang Khoa, köyünü, okulunu, pirincin ay ıklandığı sahanlığı, nilüf erlerin açtığı hav uzu, bambu tarlalarını, ilk y ardım çantasını anlatıy or şiirlerinde. Bizim çok zengin bir çocuk şiirleri geleneğimiz v ar.Ninniler, uy aklı şiirler, halk masalları. Bu geleneksel yapıtlar çoğunlukla lirik, büy ük bir hay al gücünü y ansıtan, toplumsal ve f elsef i içerikleri olan y apıtlardır. Kahkaha Ormanı'ndan bir kaç 38 T A V I R

Y alnızlık, çıkmazlar içinde oluş, yitmişlik, kişisel düş kırıklıkları, bütün bunların bir anlamı yoktur. Sorun, «güç bir durumda olan şu insana nasıl y ardımcı olabiliriz?» ya da «korkuyu nasıl yendik, bu çalışmay ı nasıl başarabildik» diy e konabilir. Y a da insan sorabilir, «Tehlikeler karşısında dayanabildi mi». Bir kişinin durumu ele alınırken sorulacak soru, "Örnek olabildi mi" y a da «kendisinden beklenileni y erine getirebildi mi» olabilir. Başarısızlık olmuşsa, «Bu başarı-

sızlığ ın nedenleri ney di v e ileride ay nı hatanın tekrarını nasıl önley ebiliriz» diyebiliriz. Tehlike üstümüzde dolaşıy or hala. Düşmanın korkunç bir teknik üstünlüğü v ar. Atılan bombaların tonu her ay yükseliy or. Son kalan iki şehrin, Hanoi ve Haiphong'un da y ıkılması her an beklenebilir. Bu y ıkıcı v e mahv edici araçlara karşı onlardan daha güçlü değerler v ar elimizde. Askeri mücadelenin y anısıra -ki düşmanın tek anladığı y ol budur v e bunda y enilgiy e uğratılmalıdır- diğer bir mücadele y ürütülmektedir; gerçekler uğruna, eğitim v e toplumsal ref ormlar için mücadele. Eğer biz hiç y orgunluk duymuyorsak ve morallerimiz bozulmuy orsa, bu, ay nı y ükü taşıy an bunca insan oluşumuzdandır. Düşmanın inançsızlığına karşı yanıtımız; kendimize güv enmektir. Onlar yıkıyorlar, biz ise kuruy oruz. Kendi çalışmalarıma gelince, bir süre önce bir köyde karşılaştığım bir kadının y aptıklarıy la boy ölçüşemez hiç bir zaman. Japon işgali sırasındaki büy ük kıtlıkta iki çocuğunu y itirmişti. Dev rim başladığında sadece haf ifçe içini geçirdi. Geriy e kalan çocukları Fransızlara karşı sav aştılar, bir oğlu daha öldü. Güney'de v e Kuzey de çocukları var. Şimdi en büyük torunu cephede sav aşıy or. Çocuklar v e torunlar y etiştirmiş. Artık pirinç tarlalarında çalışamayacak kadar y aşlı. Y ine de evinde çalışıy or; torunlarına bakıyor, yemek y apıyor. Çalışmadığı bir tek gün bile olmamış y aşamında. İşte bizim okuy ucularımız. Biz ne verebiliriz ki onlara? Bize güç v erenler onlardır. Bu y aşlı kadınlara «Ana» y a da «Nine» deriz biz, onlar da bize «oğul» y a da «kardeş». Bölge başkanı, hatta Hanoi'den gelen bir bakan da köy leri gezerken «Ana» ya da «Nine» derler onlara. Bizde yaşlılara karşı say gılı olmay an herkes nef retle karşılanır. Güney'de düşmanın en korkunç silahlarından biri aileleri parçalamaktır; çocukları analarından,


kadınları kocalarından zorla koparıp almak. Bu y ollarla kültürümüzü y ok etmey e çabalıy orlar. Mesleklerimiz üzerine konuşuruz birbirimizle. Ay larca y ıllarca vahşi ormanlarda y aşadık; her patatesi, her meyvay ı pay laşarak. Edebiy atı da ay nı şekilde pay laşıy oruz. Kişisel anlatım y olları, y eni biçimler aramak vs. bütün bunlar en y alın ve en kısa yoldan anlatmanın gerekliliğine bağımlı kılınmalıdır. Kuvvet kitlelerdedir. Köylüler ve endüstri işçileri yazdıklarımızı yargılıy orlar. Sözcüklerimizi nasıl seçtiğimiz üzerinde dikkatle duruyorlar. Yapıtlarımız gerçekse, olay ları doğru anlatıy orsa, köydeki yaşama koşullarını dile getiriyorsa, ortak çabamızı iy i örnekliyorsa, direnmey i ifade etmenin y ollarını buluy orsa, gelecek için herkesin içinde y atan umutları, kaygıları ve tasarımları ortay a koyuyarsa; o zaman halk hiç bir okurun yapmadığı gibi bizi okuyacak v e dinley ecektir. Ve eğer biz böy le bir dil bulamıy orsak; dilsiz olmamız çok daha y eğdir. 1954 antlaşmasından sonra askerlere sav aşla ilgili anılarını yazmaları için çağrıda bulunduk. Anlatım yeteneklerinin gelişmesini istiyorduk. 10.000'den f azla y anıt aldık. Y azanların bir çoğu o kadar yetenekliydi ki bu çalışmalarını sürdürebilmeleri için yardımcı olduk onlara. O zaman yazmaya başlay anların bir kısmı bugün tanınmış yazarlardır. Bugün, herzamankinden f azla kısa hikayeler yazılıy or. Dev rim sürecini çok y önlü bir bakış açısıy la yansıtacak büyük roman henüz sahneye çıkmadı. Düny a edebiy atıy la kıy aslayabileceğimiz cesaretli y apıtlarımız y ok henüz. Kendi kendilerini eğiten halkımız, köy lüler ve askerler dil üzerinde y eni denemelere girişerek edebiy atı değiştirme çabası içinde değiller. Onlar kendi düny alarını v e okurlarını değiştirmeyi amaçlıy orlar. Bizim için kitap bir silahtır. Okurlarımız bıçak kullanmay ı bilirler, el bombasını da. Silahlarına karşı duy dukları güv eni, bir kitabın y azdıklarına karşı da

duy mak isterler. Y azılanlar onları desteklemeli v e güçlendirmelidir; onlara bir bakış açısı önermeli ve açıklamalar y apabilmelidir. Biz bir edebiyat okulu kurmadık. Biçimsel deneylere girecek bir ortamda y aşamıy oruz. Edebiy atı kolay anlaşılır yapma çabamız v e çalışmalarımızı gündelik sorunlar ve alışılagelenle sınırlandırmamız y aratıcılığı ortadan kaldırıy or mu diye sorduk kendi kendimize? Y aratıcılığı sınırlandırmanın bilinçlenmey i geriletebileceğim göz önünde tutuyorduk. Bugün için elimizde sadece sav aş alanları v ar. Bizim için herşey gerçeklerden doğar. Şu anda herşey den önce, durumu olduğu gibi anlatacak insanlara gerek v ar. Olay ları incelemeye çalışıy oruz. İnsanların içinde olanları açıklığa kav uşturup, onların dirençlerini ve başarılarını anlatabilirsek, halkın direnme gücüne hizmet etmiş olacağız. Sürekli çaba, y ıkıntının doğurduğu baskı, bir sevilenin ölümü bazı anlarda umuttan daha ağır basabilir. Y ıllarca süren y okluğun insanlar üzerinde hiç bir iz bırakmaması düşünülemez. Şu anda halk savaşının amaçlarını anlatmak yetiyor bize. Sömürgecilerin aşağılay ıcı davranışlarını, dev rimi başlatmak için gösterilen çabaları, sosyalizmin kuruluş y ıllarında elde ettiğimiz başarıları anımsatıy oruz halka. Sağlam ve açıklay ıcıdır edebiyatımız. Bombardımanlar başladıktan sonra elde ettiğimiz deney leri özümlüyoruz. Halkın düşünce gücüy le v e kendi kendini denetley erek elde ettiklerini. Halkımız çağdaş sanatın değişik sorunlarını öğrenmek olanağından y oksun olduğu için, biz herkesin anlayabileceği bir anlatım tarzı kullanıy oruz. Özenli bir y apının önemini ya da sanatsal y aratıcılığı bir kıy ıy a itmiş değiliz. Çünkü bunlar her zaman beğenilebilir. Y ne de biçimi salt biçim olarak ele almıy oruz. Estetik, konulara açıklık getirmeye hizmet ettiği sürece y ararlıdır bizim için. Edebiy atımız siy asaldır, pratiğe uygulanabilmelidir. Nerede olursak olalım, cephenin neresindeysek orada yazarız. Küçük kağıt parçaları halin-

de olan metinlerimiz, üniformalarımızın ceplerinde durur. Karıncalar, köstebekler gibiy iz. Kitaplarımız çok çabuk satılıyor. Okurlarımızın gereksinimlerini karşılayamıyoruz. Kitaplarımızın 10.000, 20.000 kopy esi bir haftada satılıy or. Kağıt darlığı y üzünden daha f azla say ıda basmamız olanaksız. Ancak bazı kitapları, örneğin Nguyen Van Troi'nin hay at hikay esini v ey a To Hui'nin şiirlerini 50.000 adet basabildik. Biz y azarlar, çeşitli sanatsal yapıtların ulusalcı içeriğinin ne olması üzerinde çok düşündük. Ulusal Kurtuluş savaşına egemen olan Ulusalcılığın proleter enternasy onalizmini ortadan kaldırıp kaldırmayacağını tartışıy orduk. Ben bu soruyu şöyle yanıtlamak istiyorum: Vietnam büy ük kuvvetlerin arasında küçük bir ülkedir. Bizim ulusal kurtuluş hareketimiz binlerce y ıllık geçmişiy le tanıtlamıştır kendini. Y urtsev erlik olmadan tutsaklıktan kurtaramazdık kendimizi. Ülkemizin y arısı halen düşmanın elindedir. Sosyalist ülkelerin say gısına v e yardımlarına sahibiz. Bugün sosyalist blok içinde ideolojik ayrılıklar var. Dünya dev riminin nasıl sürdürüleceği konusunda değişik düşünceler ileri sürülüyor. Av rupa, Latin Amerika, Af rika, Asy a ve ABD'deki sınıf mücadelesinin nasıl y apılacağı konusunda değişik teoriler v e pratikler geliştiriliy or. Tarihin bu döneminde ortak bir stratejiden söz edilemez. Biz kendi ülkemizdeki deney imleri özümleyerek buluy oruz y olumuzu. Devrim hareketimizi dışarıdan hi bir y ardım almadan kendimiz başlattık. Y rmibeş y ıllık dev rimci mücadelenin zaferlerinden sonra, sosyalist dev letimizin temellerini y ıkmay a çalışanlara karşı halk koruyor devrimi.

Not Bu yazı Militan Dergisi' nin 2. sayısından alın mıştır.

T AV I R

39


HERŞEY BİTTİ ONLAR İÇİN

SÖZ: HASAN HÜSEYİN MÜZ İ K ; DÜZENLEME : GRUP EKİN

40 T A V I R

Onlar için herşey bitti Herşey bitti onlar için Su değil içtikleri El değil sıktıkları Ekmek değil yedikleri Onlar için herşey bitti herşey Anaları yok onların Aşkları özlemleri Bekledikleri yoktur yoktur Kime diyecekler güzelim diye Kime diyecekler gözümün nuru Kime diyecekler bir tanem diye Kime diyecekler ömrümün varı Bitti bitti artık herşey bitti Onlar için artık herşey bitti Bu törenler bu cayırtı Bu altınlar , bu yaldız Bu koşum saltanatı yalan Yalan, yalan, yalan, hepsi yalan Korkudur bayrakları korku Ne y aslanacak duvar Ne tutunacak bir dal var Değil mi ki kırdılar bu fidanları Değil mi ki ağlattılar bu anaları Bitti bitti artık herşey bitti Onlar için artık herşey bitti


T A V I R

41


42 T A V I R


KAR ADENİZ KIZI Rüzgarla savrulan polenlerin Toprakta hayat bulması gibi Şafak düşer gözlerine Hasretin bağrımda ağılaşırken Açtım ardına kadar sabah kapılarını Gönlüm bir dostluk çemberi Kulak verdim seslenişine martı kanadının Çılgınca titreşir saçların Başucumda masmavi bakışların Bir sevda ışığı yayıldı Dayadı köknü adın Birbirini yadsıyan günlere Binbir çeşit açtı bahçelerde Dört mevsim aynasında Damarları fındık, tütün, çay kokan Bir yaprak ol, gel Ağaçların yeşili açsın gözlerinde Kurtaralım katışıksız gülüşlerimizi Makina dişlerinden Dalarak kavgalı anaforlara Haksızlıklara karşı ölümü kucaklayanlarla

Olcay Yarayıcı

T A V I R 43


H A B E R

YORUM

DEVLETİN KÜLTÜR POLİTİKASINDA BİR ARAÇ:

"İÇERDEKİLER" İÇERDEKİLER

ev let Tiy atroları 1992-93 mevsimine doksan oyunla başladı. Bu oy unlardan otuzu geçen sezon sergilenen oyunlar olurken diğerleri bu sezon uy arlanan y erli ve yabancı oyunlar. Y erli oyunlar arasında dikkatimizi çeken oyunlar, Nazım'ın "Ferhat ile Şirin", M.Cev det Anday'ın "İçerdekiler", Aziz Ne-sin'in "Hadi Öldürsene Cani-kom", Haşmet Zeybek'in "Dü-ğün y a da Dav ul", Necati Cu-malı'nın "Susuz Y az". Y abancı oy unlardan ise John Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar", Tolstoy 'un "Sav aş v e Barış", H.İbsen'in "Bir Halk Düşmanı" v b. Bu oy unların da dahil olduğu bir listey le perdelerini açan Dev let Tiy atroları'nın kültürel anlamda olduğu gibi siy asal düzlemde de incelenmesi gerekiy or. Öz olarak tartışılması gereken nokta oynanan oy unların nasıl ele alındığ ı, bu oy unları oy namalarının nedenselliğidir. Bu y azıda ise ilk olarak inceley eceğimiz oy un M.Cev det Anday'ın 'İçerdekiler'i. Öncelikle Ankara Devlet Tiy atroları Müdürü Tansu Ay tar'ın düşüncelerini aktaralım: "İkibinli y ıllara girerken düny a ile toplululuğumuzda değişiklikler y aşanıy or. Hızla değişen şartlar içerisinde belirsizlikler, uy umsuzluklar v e yerleşik değerlerin sorgulanması gündemi işgal etmektedir. Böy le bir ortamda tiy atro sanatı toplumun v e çağın

44 T A V I R

ay nası konumundadır. Dev let Tiy atroları'nın ilk tur bölümüne aldığı 'İçerdekiler' oy ununda siy asi nedenlerden dolay ı gözaltına alınan bir öğretmenin "365 gün sorgulandığı" halde komserin istediği if adey i vermemesi ve çeşitli "baskılara maruz kalması" anlatılıy or. 365 günlük süre içinde tutuklu öğretmen dayanılmaz biçimde cinsel rahatsızlıklar çekiy or. Bundan yararlanmak istey en komiser hemen tutuklu öğretmenin karısıy la buluşmasını sağlıy or. Elbette istediği cev abı almak şartıy la. So-nuçta komiser amacına rahat-ça kav uşuyor. Fakat bir aksilik oluy or. Karısının rahatsızlanmasından dolay ı o gün görüşe baldızı geliy or. İşte bundan sonrası, tutuklu öğretmenin baldızına kendisiy le y atması-nın gerekliliğini anlatmasıy la geçiy or. Tutuklu öğretmen "acılar içinde kıv randığı cinsel arzularının" önüne bir türlü geçemediği için gözü hiçbirşey görmüy ordu. Bunun için ideallerin-den, düşüncelerinden, ahlaki değer y argılarından bile v azgeçebilirdi. Onun için de karısı y a da bir başka kadın, önemli değil. Önemli olan 'ihtiyacının' karşılanmasıy dı. Herhalde Devlet Tiy atroları Müdürü Ay tar "değişiklik" derken, cinselliğin, cinsel arzula-rın tüm ahlaksal v e toplumsal değer y argılarını alt üst edebil-diğini v e her şey i belirlediğini anlatmak istiy ordu. Çünkü

oy undan çıkan sonuçlar bun-lar. Oy unda özellikle öğretmenin cinsel 'ihtiy acından' dolay ı çektiği acılar, 'sıkıntılar' öy lesine üst boy utlara çıkıy or ki, öğretmen artık yaşam karşısında day anamaz y aşay amaz hale geliy ordu. Düşüncelerinden dolay ı gözaltına alınan öğretmen bundan böy le komiserin karşısında bir dediğini iki ettirmey en askerdi. "Otur" diy or oturuy ordu, "sus" diy or susuy ordu. Ay dın kimliği hi umurunda değil, tek derdi v ar bir kadın. Kim olursa olsun bir kadın. Komiserin "bak if ade vermezsen imzalamazsan, söylediklerimi y apmazsan seni karınla görüştürmem." tehditleri-ne de asla ses çıkarmıy ordu ve buluşturulması için bütün gücüy le komisere yalv arıy or-du, elini ay ağını öpüy ordu. Sonunda karısıy la buluşma saati geldi. Fakat baldızı gelmişti. Olsun... Farketmez. O da kadın. Baldızına derdini anlatabilirdi. Baldızı kesinlikle kabul etmeliy di. Bunun için baldızına "ihtiy acının " karşılanmasının bir teorisini yapmalıy dı. Onu da y aptı. Baldızı cinsel açlık çeken bu teorisy enle başede-mezdi v e durumu kabullendi. Tansu Aytar v e bu oy unuy la M.Cev det Anday yaşamın, toplumun, çağın ay nası gördüğü tiy atroy u "İçerdekiler" ile nasıl bütünleştiriyor? Böy lesi bir ahlaki dejenerasyonun sa-nat olarak biçimlendiği, bencil-liğin meşrulaştırıldığı "İçerdekiler" oy unu hangi toplumsal, kültürel, sanatsal gelişmeyi sağlay acaktır? Aytar ay nı zamanda şunu söy lemektedir: "Sanatçı y aratıcı gücü v e dünya g ö r ü n de n hareketle gerçekliğin yorumunu ve eleştirisi-ni y apar ki bu eleştiri antik bir tragedy anın bile doğru y orumlanmasıy la günümüzün sorgulanmasını y a da olumlanmasını sağlay abilir". Samimi ve gerçekçi değilsiniz Ay tar. Cinsel bunalım çeken birinin kırk dereden su getirip teori üretmesi-


HABE R

ni, bu işin doğru olduğunu anlatmasını, üstelik -asıl önemli olanDevlet Tiyatrolarında oy-nanmasını sağlamanızı, sözü-nü ettiğiniz gerekliğin yorumu ve eleştirisi ile bağdaştıramaz-sınız. Normal, doğalmış gibi cinselliğin bu derece ahlaksız-lık boyutuna getirilmesini toplu-mu geliştirmek adına yapa-mazsınız. Gerçeklik diy orsu-nuz. Bugün hangi karakola gi-derseniz gidin her türlü ahlaksızlığın namussuzluğun yaşam biçimi haline geldiğini görebilirsiniz. İşkencenin, iş-kence yapmanın doğal bir şey olduğunu bunun için kadınlara, hatta çocuklara bile tecavüz edildiğini görebilirsiniz. Gerçekliğin alabildiğine çarpıtıldığı, yozluğun sergilendiği "İçerdeki-ler" oyununun yazarı ve aynı bakış açısıyla sanat yapanlar, seçtiğiniz tip olan öğretmen gibi onursuz kişilikleri değil, onu-runa, namusuna, inançlarına ihanet etmeyen direnen insan-ları da görebilirsiniz. Gelelim cinselliği, cinsel ihtiyacın gerekliliğini onun tüm ihtiy açların üstünde y er alabileceğini gösteren v e Devlet Tiyatrolarında oynatan anlayışa. Bu anlayışın ortaya çıkışını as-la dev letin kültür politikasından bağımsız tutamayız. Bu oyunu oynamak, oynatmak kültür politikasıdır. Seyreden insanı düşünsel anlamda silikleştiren, etkisizleştiren bir sonucu olma-sı, bugün geliştirilmeye çalışı-lan "tutti furitti, lahmacun, Mc Donalds" kültürünün bir uzantı-

sıdır. Bu burjuvazinin elinin altında olan her sanat dalında farklı şekilleniyor. Asıl konumuz olan cinselliğin bugün dejenere edilmesinin özünü koymak gerekirse şunları söyleyebiliriz.Üretim araçlarına egemen olanlar ve bu ege-menliği sürdürmek isteyenler, ezilen sınıf ı ideolojik, politik, kültürel anlamda da baskı al-tında tutarlar.Toplumsal bir gerileme, toplumsal bir sus-kunluk ve tepkisizlik asıl amaçtır. Kültür politikalarını bu düzlemde görebilmek gere-kiy or. Cinselliğin bu derece ahlaksızlık boyutuna gelmesi bilinçli olarak uygulanan siste-matik bir politikadır. M.Cevdet Anday ise bu politikaların gö-nüllü uy gulayıcısıdır. Bu veya buna benzer oyunlarıy la Anday, devletin kültür politikaları-na hizmet etmiştir. Bu anlamda devlet Anday gibilere her zaman kucak açmıştır. Anday, "İçerdekiler" oy ununda toplumsal olayları çarpıtmasının yanında dolaylı olarak devrim-ci, ilerici insanları karalamıştır. Bu gibi çalışmalarla kendisini tatmin etmeye çalışması bo-şunadır. Çünkü Anday gibileri hergün halkın gözünde biraz daha silinmişlerdir. Anday ve Anday'ın oy unlarına kucak açanlar karalamalarla, çarpıt-malarla hiçbir yere varamaz-lar. Karşılarında halkı ile elele yarınları aralayan devrimci sa-natçılar v ar.

Y O R UM

MKM' DE KARMA RESİM SERGİSİ Mezapotamya Kültür Merkezi'nin düzenlediği 'Kültür Haftası' kapsamında Avni Memedoğlu, Fevzi Bilge, Süleyman Danışman ve Mahmut Nayır'ın katıldığı karma resim sergisinin açılışı 14/11/92 tarihinde MKM sergi salonunda yapıldı. Bir hafta boyunca devam edecek olan resim sergisinde Kürdistan'daki mücadelenin Kürt motifleriyle ifade edildiği 21 tablo sergilenecek.

TÜYAP KİTAP FUARI BASILDI Bu yıl 11.si yapılan TÜYAP Kitap Fuarı yine okuyucuların yoğun ilgisini çekti. 11. TÜYAP Kitap Fuarı'nda yazarlar okurlarıyla söyleşilerde bulundular, kitaplarını imzaladılar. Emekçilerin aydınlanmasını, gerçekleri gör mesini istemeyenler, aralarında Dr. İsmail Beşikçi'nin de bulunduğu birçok yazarın kitaplarına el koydular, stand görevlilerini gözaltına almaya çalıştılar. Ancak yayınevlerinin ve sergiyi izleyen kitapseverlerin alkışlı ve sloganlı protestosuyla

YUSUFDOĞAR RESİM

karşılaşan polis geri adım atmak zorunda kaldı ve kimseyi gözaltına alamadan geri çekildi.

SERGİSİ 30 KASIM - 11 ARALIK 1992 Boğaziçi Üniversitesi Merkez Kütüphanesi HİSARÜSTÜ - İSTANBUL

T A V I R 45


HA BE R

Y O RUM

BRECHT'İN OYUNLARI DİYARBAKIR'DA... iyarbakır Belediye-si Orhan Asena Şehir Tiy atrosu 10 Ekim 1992 tarihin-de y eni sezonu açtı. Bertolt Brecht'in iki oy unu "Kuralla Kuraldışı" v e "Carrar Ana'nın Silahlan" ile başlayan sezon y eni oyun-larla dev am edecek. Brecht'in yaşadığı dönem-de oy unlaştırdığı olay larla günümüzde de karşılaşıy oruz. Çev remizde olup bitenleri olağan karşılamamak gerekti-ği ortaya konuy or "Kuralla Kuraldışı" oy ununda. Top-lumdaki sınıf f arkını, bir ha-mal ile satıcı arasındaki ilişki-de somutluy or. Day anışma, pay laşım gibi insansal değer-lere yabancılaşmış satıcının y olculuk sırasında kendisiy le suyunu pay laşmak için elinde matara ile gelen hamalın elin-deki mataray ı taş zannedip, kendisini öldürmey e geldiğini düşünerek silahını çekip vur-ması, bu ay rılığı daha net ortay a koyuy or. Satıcının bu ruh hali, günümüzdeki ege-men sınıf ların ruh halini yan-sıtıy or: Korkak, kendine gü-v ensiz... Mahkeme sahnesi de, günümüzle ördeşleşen bir sah-ne. Kural, gerçeği y utar ve satıcı aklanır. "Kuralla Kuraldışı" oy unu, Türkiy e'de ikinci kez sahnele-nen bir oy un. Amatör koşul-larda ve olanaksızlıklar içinde var olan bu çaba, kuşkusuz bir takım teknik eksiklikleri de 46 T A V I R

taşıyor. Ülkenin içinde bulunduğu sürece denk düşen bir çalışma... "Carrar Ananın "Silahları" ise, İspanya İç Savaş'ında, kocası sav aşta öldükten sonra oğullarını cephey e göndermek istemeyen bir ananın dönüşümünü anlatı-y or. Sav aş sırasında taraf -sız olana bir zarar gelmey e-ceğini düşünen ananın balık tutmay a giden oğlunun, savaş gemilerince taranarak öldürülmesinin ardından sa-v aşa katılışını anlatıy or. Oy unda "tarafsızlığın" güç-lüden y ana taraf olmak anla-mına geldiği işleniy or. İç sa-v aşın y aşandığı, ülkede eli silah tutan herkesin savaşa katıldığı bir dönemde, oğulların ı cephey e göndermek istemeyen ananın y aklaşımı mahkum ediliy or. Oyunda göze çarpan en belirgin ek-siklik ananın, oğlunun ölüsü geldikten sonraki dönüşüm sürecinin y üzeysel işlenmiş olmasıy dı. Oğullarına o de-rece kanat geren ananın, oğlunun ölüsü geldikten sonraki dav ranışları alabildi-ğine y üzeysel ve dönüşümü seyirciye y ansıtmayan dav-ranışlardı. Bu arada, oy unların y önetmeni Vey sel Öngören ile oy unlar hakkında görüştük: TAVIR: Bu y ıl sezonu Brecht ile açtınız. Neden Brecht?

ÖNGÖREN: Geçen y ıl, 27 Mart tiy atro günlerinde bü-yük tiy atro adamı Brecht'in "Carrar Ananın Tüf ekleri" adlı oy ununu gösterime çı-karmıştık. O dönemden eli-mizde olan bir oy undu. "Kuralla Kuraldışı" oy unu ise, Türkiye'de ikinci kez oy na-nan bir oy un. Sahne tav ırla-rını bilmediğimizden ötürü oy unları sahney e koy arken biraz zorlandık. Ay rıca, "Carrar Ana'nın Tüf ekleri" oy ununun adını, y erel olma-sı anlamında "Carrar Ananın Silahları" olarak değiştir-dik. Oy unda olmadığı halde "Anlatıcı" kısmını ekley erek oy unu zenginleştirdik. TAVIR: İlgi nasıl? ÖNGÖREN: Cumartesi-Pazar günleri dışında pek iy i olduğu söy lenemez. Neden-lerini bilmiy oruz. Ama, gelen seyirci az olmasına rağmen, oy unlardan apay rı bir tat alı-y or. İnsanları tartıştırabiliy o-ruz. TAVIR: Brecht tiy atrosu-nun en belirgin özelliği ne-dir? ÖNGÖREN: Sey reden, oy unda kendisini göremez. Kendisini, sahnedeki kişiler gibi hissetmez. Olgu olarak görür ve öy le sey reder. Sah-nede olup bitenin f arkına v a-rır. Etkilenmez. TAVIR: Gündemde başka oy unlarınız v ar mı? ÖNGÖREN: Var... "Ölüm, Y aşamak İçin" adlı Orhan Asena'nın oy unu. Curzio Malaparte'nin "Kadınlar da Sav aşı Y itirdi" adlı oy unu, gündemdeki oy unlarımızdan. Y ine komedi oy unları v ar gündemde. Çocuk oy unlarından ise "Ay ının Fendi Avcıy ı Y endi" v e "Gülen Torba" düşündüğümüz oy unlar arasında.


HABER

GECELERDE GEZİLERDE SEN VARSIN AMA... endinden müstakil Kültür Bakanımız Fikri Bey , 1 . İstanbul Kitap Fuarı'nın onur yazarı Y aşar Kemal için AKM'de düzenlenen bir gecey e katıl-mış. Y azarın sağ y anına kuru-luvermiş. Baskılara karşı bir bakan olarak bilindiğinden ol-sa gerek, "dönemin çilesini çekmiş" bu y azarın heykelini istediği yere dikeceğini söy le-miş. Biz de senin heykelini dikme karar verdik sayın bakan. "Dönemin çilesini sineye çekmiş" bir bakan olarak mutlaka hey-kelinin dikilerek ibret-i alem ölümsüzleştirilmen gerektiğini düşünüy oruz. Senin gibisini bir daha bulmak zor. Y erini sen seçeceksin. En mutena semtlerden biri olabilir. Biçimi-ni biz bulduk bile. Hani şu demokrasiy i simgeleyen kadın hey keli var y a. Gözleri bağlı, bir elinde kılıç, bir elinde tera-zi olan. İşte öyle. Elindeki te-razinin bir kefesinde y akılan, toplatılan y üzlerce kitap, ka-set; baskıy a uğray an, kapatı-lan kültür merkezleri; soruştu-rulan, tutuklanan, katledilen sanatçılar olacak. Terazinin diğer kefesinde senin ünv anı-nın y azılı olduğu bir plaket olacak: "Kültür Bakanı". Pla-ketin olduğu kefe hay li ağır basıy or olacak. Diğer elinde, bir kılıç yerine, pırıltılı bir "altın makas" olacak. Sansür için.Senin de gözlerin bağlı olacak. Ama demokrasi sembolündeki gibi tarafsızlığı değil olan biteni görmezlikten gelişi-ni simgeleyecek. Eh bu kadar f ark da bizim kattığımız y o-rum. Ne de olsa bu "SİZİN

DEMOKRASİNİZ"in olacak.

Y O R UM

MADENCİ FOTOĞRAFLARI ZONGULDAKTA

sembolü

Heykelinin altındaki kaideye bir plaket çakacağız. En başa emin olamayanlara inat büy ük harflerle yazacağız: "GOEBELS DEĞİL FİKRİ" Ve ekleyeceğiz:"Kendisi, Grup Y orum'un konser verdi-ği bir geceden dolay ı hakkın-da tutuklama kararı çıkartıldı-ğı günlerde büy ük bir görev bilinciyle 'Bakanlığımızı ilgilindirmez' demişti. İsmail Beşikçi'nin kitaplarının üst üste toplatıldığı bir dönemde ola-ya sessiz kalıp daha tarihsel bir sorumlulukla tarihi kitapla-rın korunması ve bakımı için özel bir kütüphanenin açılışı-nı y apmıştı. Sultanahmet Kültür Merkezi'nin polisler ta-raf ından basılıp kapatıldığ ı bir zamanda kültür merkezi-nin y anından geçerken "cık, cık, cık," diy erek tepkilerini dile getirerek İstanbul'un tari-hi türbelerini gezmişti. "TÜY AP Kitap Fuarı'na baskın düzenlenerek kimi yay ınevlerinin kitaplarının v e çalışanlarının gözaltına alın-dığı günlerin ertesinde artık bu kadarına tahammül ede-meyip ay nı kitap f uarının dü-zenlediği bir gecede aynı kitap f uarının onur y azarı-na"dönemin çilesini çekmiş" payesini v ererek olay a atıf ta bulunmuş v e temsilen yazarın heykelini dikmey e karar v ermiştir."

30 Kasım 1990'da, ülkemizin toplumsal y aşamını etkiley en büy ük greve çıkan maden işçilerinin çalışma koşullarını v e Zonguldak-Ankara y ürüyüşü ile süren grevlerini konu alan fotoğraflar Zonguldak'ta izlenime sunulacak. Zonguldak Fotoğraf Grubu'nun katkısı ile Tekel Dev let Güzel Sanatlar Galerisi'nde düzenlenecek e tki nl ikl e r içinde 50 renkli baskı f otoğraf ın yer aldığı bir f otoğraf sergisi de açılacak. Ay nı gün "Madenci" ve "Zonguldak Grevi" başlıklı iki ay rı say dam (dia) gösterisi y apılacak. Daha önce Zonguldak, Ankara, Dev rek, Antalya, İzmit, Adana ve Bursa'da izlenen sergi v e gösterilerde şu f otoğrafçıların y apıtları y er alıy or: Emine Kart, Aynur Köymen, Ersin Güngör, Birol Üzme z, İsmail Ofluoğlu, Mustafa Eğriboyun, Faruk Akbaş, İbrahim Akyürek, Yusuf Darıyerli,Gül Derbent, Celal Deniz, Şirin Küçüktabak, Hatice Tuncer, Sevil Üzrek ve Günsel Yıldır ım.

Senin heykelini görenler hay retten gözleri büy ümüş bir şekilde bakacaklar bir y er-lerde yanlış aray acaklar. Bu-lacaklar: Y anlış, elindeki tera-zidedir. T AV I R

47


H A BE R

Y OR UM

"KİTAP OKUMAYI SEVMİYORUZ"

G

ündem gazetesi-nin 11. TÜY AP Uluslararası Kitap Fuarı nedeniy le yay ınev leriy le yaptığı dizi röportajlar-da, y ay ınevlerinin halkın kitap okuma alışkanlığı v e ki-taba talepleri konusuna y aklaşımlarında bir özgüv ensizlik ve sorunun temellerine inmeme gözleniy or. Ata y ay ınları adına konu-şan Atıl Ant, "Devletin kuru-luşları on günlük bir okuma bay ramı y apsın. Kitapla okuru y akınlatırırsak, okuma alışkanlığı kazandırabili-riz" diy or. Kitap okuma alışkanlığının olmaması kimin suçu acaba? "Türk halkı kitap okumay ı sevmiyor" saptaması y apmak yetmiy or. Bir olguy u ortay a koymak sorunu çözmek için yeterli değil. Ay nı zamanda o sorunun kökenlerine inmek v arlık nedenlerini de saptamak gerekiy or. Ancak Ant'ın sığ v e icazetçi y aklaşımı sanki halkın kitap okuma alışkanlığın ın asıl sorumlusu Devlet v e onun dejenerasyon ve kimliksizleştirmey e dönük politikaları değilmiş gibi umut devletin ilan edeceği bay ramlara, sey ranlara bağlanıy or. Oysa bir y an-dan eğitim politikalarındaki tekdüzelik v e araştırmacılık-tan uzak ezberci içerik ta ilk

48 T A V I R

öğretim y ıllarından itibaren insanların kitap okumay a gereksinim duymasını, kitap okumay a y önelmesini engellediği gibi; öte y andan da kitabın sürekli suç unsuru olarak gösterilmesi, toplat-malarla, y asaklamalarla, para cezalarıy la kitabın okura y a da okurun kitaba ulaş-masında cay dırıcı bir rol oy -nuyor. Ant'a 12 Mart v e 12 Eylül dönemlerinde toplatı-lan, yakılan, depolarda çü-rümeye bırakılan y a da SEKA'y a hamur y apılmay a gönderilen y üzbinlerce kita-bı anımsatmak istiy oruz. Bu devlet mi bay ramlarla sey -ranlarla y a da para y ardım-larıy la okura kitabı sev dire-cek? Önce kitap okuma alışkanlığını kıran koşulları ortadan kaldırmak, eğitim, y ay ıncılık v e benzeri konu-larda halktan y ana kurumlar y aratmak gerekmiy or mu? Armoni Y ay ıncılık'tan Ad-nan Özer ise halkın kitap okuma alışkanlığı ile ilgili benzer saptamaları yaptık-tan sonra olay ın bir başka boy utuna değiniy or. Av rupa planında y ay ıncılık alanın-daki edilgen konumumuzu v urguluyor. "Y erli y azarlar" uluslararası bir fuarda başa-rılı olamay acaklar, diy e kay -gılarını dile getiriy or. Peki neden edilgen? Bu edilgen-liği kitap okuma oranlarına bağlıy or. Oysa gerçek ne-

denin ipuçlarını kendi gö zleminde y akalıy or. "Misyoner-lik y apıy oruz. Batı pazarı oluşturuy oruz." Evet, ülkesi-nin halklarına v e onun so-runlarına sırtını dönen ay -dınlarımız(!) yüzünü v e tüm duy argalarını batıy a, gerici-lemiş, biçime indirgemiş burjuv a sanatına çev iriy or. Taklitçiliği de y üzüne gözü-ne bulaştırınca batı y ay ıncı-lığı karşısında edilgenlik gündeme geliy or. Çünkü empery alist burjuv a sanatı-nın y anında taklitçilikten tekrarcılıktan ötey e gidilemiyor. Özgün, güçlü v e içerikte de y enilikler yaratacak sanat dev rimin sanatı olacaktır. Tıpkı Ekim Dev rimi, Küba Dev rimi v e Vietnam Halk Sav aşı süreçlerinde y aratı-lan y eni sanat gibi, ülkemiz-de de kendini tekrara düş-meden, sürekli y enilenecek sanatçı, ay dın tipi de y üzü Türkiy e halklarının mücade-lesine dönük hay atın içinde öğrenip halkın kay gılarını, sev inçlerini, öfkesini, umu-dunu içinde y aşayanların arasından çıkacaktır. Ve bu y eni kültür yaratma mücadelesi, halkın kitaplarla arasındaki mesafey i ortadan kaldıracak aygıtları da şimdiden y aratacaktır. Y oksa tüm bu sorunların asıl kay -nağı olan düzen v e onun ku-rumları değil.


ÖYKÜ,

DE NEME,

D U Y D U N U Z

Ş İ İR MU?

İnsanlar katlediliyor sokaklarda İnsanlar kaybediliyor işkencelerde ANALAR BİR ŞİŞE KAN FIRLATMIŞLAR KATİLLERİN SURATINA "ALIN ÇOCUKLARIMIZIN KANI Y ERİNE BU KANI İÇİN !" Şişenin içine yüreklerinden parçalar koydular belki de Sz ne zaman kafeslerinden Çıkarıp yüreklerinizi Koyacaksınız Anaların yüreklerinin Yanına ? "SUSMAK ONAY LAMAKTIR. ONAY LAMIY ORUM !" Diyorsanız öykülerinizi, denemelerinizi, şiirlerinizi, halk muhalefetinin bir parçası haline getirin. Sarılın kalemlerini ze, ürünlerimizi bir belge gibi fırlatıp atalım katillerin suratına.

Kültür ve Sanatta Tavır dergisi katılan ürünleri değerlendirerek kitap haline getirip yayınlayacak. Katılımcılar ürünlerini isim ve açık adresle , K ü ltü r ve Sanatta T avır Dereboyu cad. No:110 Ortaköy/ İstanbul adresine gönderebilirler. Tel: 258 69 87

K A M P A N Y A S I



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.