1993 28 temmuz agustos

Page 1



TEMMUZ/AĞUSTOS 93'te

"Yolu yok yüreğim/ sağ

1

Merhaba

2

Yeni İnsan/ Baki Altın

6

Sizde Ölüm Bile Aydınlık/ Selçuk Demirci

12

Sivas'ta Zulmün Yangını

20

Biye Gelin Olmuş Dağlara/ Ender Selçuk

24

Hele Bir İste Yol mu Dayanır/ FOSEM

30

Bir Onur Çığlığı Yanan Bir Meşaleyiz Biz/ Hülya Kaya

33

Mektup/ Nû Jiyan

36

Kokuyu Yaşamak/ Sadık Çelik

38

Haber/Yorum Ön kapak: FOSEM Ön kapak İçi :Engin Kaban Arka kapak: FOSEM Arka kapak İçi: Tank Tolunay

çıkacağız bu acılardan/ Çünkü

MERHABA

umutsuzluk yasak/ Yılgın türküler söylemek de/ Çünkü yürüyor umudun ordusu/

Umutsuzluğu kurşuna dizerek" Düzen çepeçevre kuşatıp yok etmek istiyor halkın umudunu Kuşatıp düşkünlükle, onursuzlukla Kuşatıp sömürüyle, soygunculukta, rüşvetçilikte, çalmak istiyor halkın ekmeğini. Kuşatıp dejenere olmuş yozlaşmış kültürü gericiliği ve bu gericiliğin sahibi kara elleriyle çakıyor kibriti, tutuşturuyor sazı, sözü, dizesiyle 37 canı. Yok etmek istiyor halkın sevincini, yaşayan kültürünü. Kuşatıp kara maskelileri, çelik yeleklileri, ölüm kusan silahlarıyla basıyor tetiğe, hücrelerde, karanlık kör dehlizlerde vuruyor, vuruyor, çeviriyor manyetoyu katletmek istiyor halkın umudunu, geleceğe güvencesini yok etmek istiyor Can yoldaşlarımız, canımızdan çok sevdiğimiz Uğurlarımız, Songül'l erimiz, Mehmet'l erimiz, Hakan'larımız, Bakilerimiz düşüyor tek tek toprağın rahmine. Yine de yok edemiyor umudu Düştükleri yerden sabırsızca fışkırıyor umudun, direncin çiçekleri Kuşatıyor, koluna taktığı ihanetin, onursuzluğun kara çetem, tarıyor pusularda insanlarımızı. Yok etmek istiyor onuru, adaleti. Düştüğü yerde ışıldıyor Rıza'nın gözleri onurun adaletin simgesi iki kor parçası gibi. Kuşatsa da dört bir yandan tankı, topu, tüfeği, çürümüşlüğü, onursuzluğu, adaletsizliğiyle düzen, kuşatmayı yarmak, sağ çıkmak zorundayız bu acılardan. Çünkü eşitliğin, özgürlüğün, sömürüsüz bir dünyanın gerçek yüzüyüz biz. Biz insanlığın gelecek umuduyuz. Kendimizi yenilemek bizim ellerimizde. Çünkü yürüyor umudun ordusu, katliamcılığı, sömürücülüğü halk düşmanlığını kurşuna dizerek... Dostlukla..


yeni insan

ürünü olan bir gelişmeyi konu ediy oruz.

Baki ALTIN

Ev rimsel, ref ormist, kendiliğinden gelişimle süreç değişirken insanları da değişmeye zorlaması, bu şekilde sürecin bir kaç adım gerisinden "y enilenme", dev rimci bir y enilenme değildir. İnsan bilinç ve iradesini, inisiyatifini, dev rimci tecrübe ve bilimsel öngörüsünü dışlayarak, sürecin

Y eni insan olma çabası tek tek insanlar özgülünde, toplumun bir parçası olarak, yeni süreçlere yelken açmakla başlıy or. "Y eni insan", "y eni halk", "y eni demokrasi" ve benzeri kavramlar, eskilerinin başına bir "yeni" sıf atının eklenmesiy le ya da pratik yaşam ve mücadelede pek bir değeri olmay an "Ben dedim oldu" türünden y aklaşımla y enilenmiş olmuy or kuşkusuz. "Y eni", "eski"nin karşıtıdır v e bir özneye, kişiye, olay a, maddeye, topluma, kültüre, sanata, mücadeleye ilişkin olarak süreçteki nitel bir gelişmey i ve değişmeyi if ade eder. Biz, y eniden ve y enileşmeden söz ederken, her şeyden önce bir evrimsel gelişme ve değişim-dönüşümden değil, devrimci bilinç, irade ve etkinliğin

2 T A V I R

gelişimine yön vermeyi diğer toplumsal aktörlere bırakan yenilenme ev rimcidir. Ve insan unsuru da burada sürecin diğer aktörleri gibi sıradandır. Devrimci-yeni insan, sürecin bu şekilde onu zorunlu olarak "zamanla" değişmeye zorladığı insan olamaz; aksine, sürece devrimci iradesi, bilinci, inisiyatifiyle, inanç ve toplumsal hedef leri doğrultusunda hakim olan, mevcut süreç aşılırken kendisini de bir kaç adım önde aşan insan olmak durumundadır. Toplumsal hayat, y ine de hiçbir şekilde kendiliğinden, doğal olarak yenileşmez, burada onlarca, yüzlerce sosy al aktörün mücadelesi v ardır. Burjuvazinin toplumsal hayatın gidişatını ahmakça seyrettiğine hiçbir zaman tanık olunmamıştır. Toplumsal süreci kendi sınıf çıkarları doğrultusunda "yenilemek", değiştirmek, ezilen sınıf ve halklar bakımından "y enilenme"y i engellemeye çalışmak bakımından burjuvazi,

hala çağımızın en aktif sosyal sınıf larındandır. Toplumsal sürecin, geliştirilmesi için ortaya çıkarılan toplumsal iradeciliğin adı ise dev rimciliktir v e devrimciler de sürece dev rimin inisiy atif ini' hakim kılmaya çalışırlar. Sürece diğer aktörlerin de müdahalesiy le varılan aşamadaki "y enilik", sürecin tüm aktörlerini de şu vey a bu biçimde yenilenmey e zorlar. Varılan nokta, tam olarak hiçbir sosyal sınıf vey a temsilcilerinin varmak istediği nokta değildir. Zaten, kazanmak v e zaf er kavramları da, sürece müdahale eden diğer unsurları bertaraf ederek sürece hakim olmak anlamına gelmektedir. Y ani yenileşme hiç de kolay v e bedelsiz değildir. Gerçeğin bir başka yüzüne göre, "eski" "y eni"y e öyle kolay kolay teslim olmaz. Devrimciliğin yenileştirici rolü burada kendin) day atır. Dev rimciliğin temelinde, may asında ise gönüllülük vardır. Gönüllülük, bilinç, inanç, irade ve gerçekleri tersyüz etme cesaretinin gösterildiği y erde ise; eski alışkanlık, eski küttür, eski davranış v e yaşam biçimlerini eskide bırakacak tarzda; yeninin hey ecanı, ruhu, dinamizmi ve yaşam alışkanlıklarıyla donanmak, yeniyi içselleştirmek v e süreklileştirmek sanıldığı kadar zor değildir. Her yenilenme adımının bir sonraki süreçteki y enilenmenin de başlangıcı olduğu, dolay ısıy la ay nı coşku, kararlılık, sabır, öz- v eri v e cesaretle "y eni"liğin diri ve canlı tutulmaması halinde, bir sonraki süreçte yeniliğin eskiyeceği asla unutulmamalıdır. Somut, maddi ve manevi çelişkilerle bilinçli olarak yüz y üze gelineceğini bilmek, daima eskiye v urulan darbenin ilk adımı olacaktır. Y eni sürecin mücadele heyecanı, sevinci, mutluluğu, korkusu, cesareti ve pratik olarak karmaşıklığı ile karşı karşıy a kalındığında bizim en büyük y ardımcımız v e gücümüz, daha önceki mücadele süreçlerinden taşıy a geldiğimiz, besley ip büy üttüğümüz, diri v e canlı tutmasını bildiğimiz yeniliğin dinamizmi olacaktır. Bu bakımdan yenilenme aynı zamanda bir çatışmalar, hesaplaşmalar, kav galar ve bunlardan zaf erle


çıkma sürecidir. Bir kez, dev rimci-yeni insan olmay a karar verildiğinde, en azından bilinç olarak bu ilerleme düzey ine ulaşıldığında, insanın y üreğinde ve bey ninde "tanımadığı tatmadığı" f ırtınalar kopmay a başlar. İç hesaplaşmalar, iç kav galar, sorumluluk duy gusu v e vicdan muhasebesi, ahlaki değer süzgeçlerinde örse y atar. Adalet v e acımasızlık, hak v e haksızlık çatışması, sınıf sal güdülerle de sarmalanarak aynı bedende v e ruhta "maymunlar"la insanın kapışmasına dönüşür. Sıkıntı v e coşku, umut ve umutsuzluk, hey ecan ve ruhsuzluk, inanç v e inançsızlık, korku v e cesaretin müthiş kavgası, insan iradesinin hangi taraf tan yana ağırlığın ı koy duğuna göre belirli "son"lara, uzlaşmalara v ey a bir taraf ın zaf erine tanıklık eder. Devrimcilik öncesi "eski" kişiliği oluşturan öğeler, değerler, alışkanlıklar, bilinç durumu, özlem v e beklentiler, y enilerine karşı önce kapılarını kapar savunmaya geçerler. Bu "eski"nin, içerideki maymunların may ası elbette bireycilik, kişisel çıkar, acımasızlık, y alancılık, sahtekarlık, ikiyüzlülük, bedav acılık ve benzeri gibi, sınıf lı toplum ortay a çıktığından beri miras olarak taşına gelen, üzerine eklenen başka başka insanı kendisine y abancılaştıran v e sömürücü sınıf karakterini oluşturan gerçeklerden oluşmaktadır. Y eni İnsanın y eni kişiliği, karakteri, y aşam alışkanlıkları tüm bunlara darbe v ura v ura gelişir. İnsanların içindeki "eski düzenin biçimlendirdiği eski kişiliğin, bilinç ve iradey le darbe yemey e başlamasıy la, söz konusu kişiliğin kimi öğeleri yenileri ile yer değiştirir, kimisi uzlaşır, kimisi de ay ak diremeye devam eder. Bu bir anda olmaz (y enileşme). Bu süreci hızland ıran en büy ük toplumsal güç dev rimdir. "Eski insan" da bazen bireycilik yok olabilir v e y erini kolektivizmin, komünün çıkarlarına göre biçimlenen duy gu ve alışkanlığa bırakabilir. "Bir zaman sonra" eski insandaki örneğin acımasızlık ve haksızlık karşısındaki kay ıtsızlık duy gu ve alışkanlığı, ne y erini y enisine bırakır ne de öne çıkar,

aksine geriley ip pusuya y atabilir! Ve örneğin y alancılık, sözünde durmama v e buna aldırmama dav ranışı da, "bir zaman sonra" artık sadece "çok gerektikçe(!)" başv urulan bir davranış olma konumuna itilebilir, çekilebilir. Tüm bunlar eski kişiliğe kıy asla belki bir adımdır (gerçek ileri adımlar olmasa da) ama asla "y eni" değildirler. Y enilik, y enilenme, bu düny aya yelken açıldıktan sonra, ilk önce nitel bir dönüşümü, sonra her süreçte nihai hedefe varıncay a kadar sürekli bir dev rimci çabay ı şart koşar. İnsan iradesi dışında akıp giden hay at acımasızdır. Bir kere y enilenen insan bile, y enilendiği aşamada duramaz, "maymun" larına karşı sav aşı süreklileştirmediği zaman, bir süreç sonra hay atın, devrimci mücadelenin gerisinde kalır. "Demir" işlenmediği için paslanmaya başlar, İnsan ise "eskimeye"! Eskimeye y ol v erildiği zaman ise artık ilk başladığı noktanın bile çok çok gerisine kadar "eskimeye" dev am eder. Burası artık kapitalizmin insanı y utanöğüten bataklığıdır v e içerisinde her türlü asalak, solucan yaşar. Bu sonu önceden görüp engellemey i düşünen dev rimci, sürecin gerisinde de, içinde de kalamaz, ilerisinde olmak zorundadır. Çünkü süreç dediğimiz toplumsal hayat sahipsiz değildir v e başta da belirttiğimiz gibi bir çok aktöre sahiptir. Toplumsal hay atın süreci nicel ve nitel olarak değişmey e başlamasıy la ve değişmesiyle birlikte, aktörlerinden de y eni roller bekler. Devrimci-yeni insan bu rollerin Önceden aday ı olabilendir. Sürece hazırlanmay an insan ikinci, üçüncü, dördüncü aşamada v e belki de "y ıllar sonra" bocalamay a, tökezlemey e ve düşmey e başlar. Demek oluy or ki, "eski"y e karşı sav aşıp onu alt etmenin, sürekli yeni alternatif lerini y aratmanın, yeni insan olarak kalmanın ilk koşulu, yenilenmeyi önce kendi kişiliğinde İradi v e sürekli kılmak ve bununla birlikle "kendi dışındaki" sürece hakim olmak, onu yönetmek v e yönlendirmektir. Bu içiçe geçen iki kavga kesinlikle birbirinin dev rimci itenekleridir. "Eski" ancak böy le

"y eni"ye sürekli teslim olabilir. Aksi halde, toplumsal hay atın bugünkü egemen aktörleri, "eski"yi, biçimsel v e yüzey sel gelişmeleri "y eni" olarak topluma y utturarak daha da eskiye götürmede; y eni ite eskinin uzlaştırılarak, y anyanalığının dev am ettirilerek sınıfsal egemenliklerini koruy acak kadar siy asal, kültürel tecrübey e, sınıf kinine, acımasızlığına sahip olacaklarını unutmamalıy ız. Y eniyi göze alan insan, y eninin getirdiği katı gerçeklere de hazır olan insandır. Y enilik ve yenileşme, süreklilikle özdeştir. Y eni, değişim ve gelişimle anlam kazanan, birbiri ardından gelen v eya içiçe geçen süreçlerin renk değiştirdiği duraklardır ama asla bir son durak değildir. Y enilenme y eni uf uklara açılan y olda anlamlıdır. Bu nedenle, toplumsal süreçlere dev rimci müdahaley i ve ona hakim olmay ı toplumsal mücadelem odağına koy mak, y eniliğin süreklileştirilmesi açısından bir zorunluluktur. Nitel bir değişimle, mücadelenin belli evrelerine denk düşen sürecin ilk aşamasını katederek kendisine devrimciyim diy en bir insan, bu y eniliğini Y ENİLENEN İNSAN'a dönüştürmedikçe, bir sonraki aşamanın gerisine düşmesi kaçınılmaz hale gelir. Bu nedenle, ilk duraktaki yeniliğinin de bir anlamı kalmaz. Toplumun bütününe egemen olacak olan etkin, katılımcı, üretken, pay laşımcı v e mücadeleci insanları yaratmak, kuşku yok ki, bir halkı "y eniden yaratmakla" olanaklıdır. Bir halkı y eniden yaratmanın veya "Y eni bir halk"ı yaratmanın en örgütlü, en güçlü ve 20-30 yılı bir kaç güne sığdıracak tek y ol DEVRİM'dir. Dev rimin kendisi de yeni insanların öncülüğünde yapılacağından, yeni insanı yaratma sorunu bu anlamda y arının değil, bugünün sorunudur. Daha doğru bir dey işle bugünden başlay an bir sorundur. Toplumu köklerinden sarsarak ileri f ırlatan dev rim ona önderlik eden dev rimcileri de İlerilere sav urur, değiştirir, y eni insan olmay a daha f azla zorlar. Buna direnenlerin sonu ise malumdur! Y eni İnsanlaşma sürecinin, dev rim

T A V I R 3


öncesi de, dev rim sonrası da, az y a da çok sancılı olması, şiddetli-sarsıcı v eya daha az sarsıcı olması; ülkelerin tek tek sosyo-ekonomik tahlilinden kay naklanan mücadele araç y öntemleri ile, hangi mücadele biçimlerinin temel v e tali oluşuna göre değişir. Y eni insanlaşma ve y enileşme sürecinin uzunluğu v eya kısalığı da, bu anlamda y ürütülen mücadelenin karakteriy le, yöntem v e araçlarıyla doğrudan ilgilidir. Tüm bunlara rağmen, yeni insanlaşma sürecinde, insanların içinden çıka geldikleri veya üzerlerinde taşıdıktan sınıf kültürleri de, etkili v eya belirley ici olabilir. Bir devrimci bunları tahlil edip ona göre sürece adımını atan insandır. Y eni-y enilenen insanı v e süreçte önüne çıkan zorlukları, çelişkileri kav rayabilmek için, niy et v e iradi olarak dev rimciliğe başlay anların, bu adımlarından önceki y aşamını da irdelemek gerekiy or. Çünkü burada ele alınan insan, kapitalist düzenin sıradan insanıdır.

Bugün içinde y aşadığımız kapitalist toplumda insanlar, birbirine y abancılaştırılmış ilişkiler içerisinde, her y ol ve yöntemi deney erek ayakta kalma sav aşı vermektedir. Bunun araçları da o denli kapitalist ilişkilere özgüdür. Çıkarların birbirine pamuk İpliğiyle bağlandığı ölçüde, görünüşte bir arkadaşlık, dostluk bağı da oluşur. Fakat çıkarların farklılaş-masıy la birlikte düşmanlığa dönüşen bir ilişkidir bu. İnsanlar dostken bile düşmanlık potansiyelinin zehirli taşıy ıcısı haline getirilirler. Bu olgu, insansal duy guların, düşüncelerin ileri v e demokratik geleneklerin ötesinde, çarpık ekonomik ilişkilerin çarpık kültürel y aşamı doğurması sonucu, acımasız, katı v e bilimsel gerçeklerdir. Burjuv a özlemlerle y anıp tutuşan, kısa y oldan zengin olma, köşe dönme hay alleriyle y aşayan ve bu hay allerini pratikte gerçekleştirme doğrultusunda "Kurnaz", "Acımasız", “İşbilir" v e "Girişimci (I)" dav ranan bir insan, böy lesi bir y aşam mücadelesinin uzantısı olarak da "y eni"leşebilir! Hatta dün sırtında çulu bile y okken bugün "Y epy eni bir insan olmuş" olabilir! İçinde y aşadığımız sürecin bir anını sıf ır kabul ettiğimizde, İnsanlığın gelişim diy alektiği ve doğrultusu bakımından bu "Y epyenilik" kuşkusuz negatif (olumsuz) gelişmeyi if ade eder. Diğer bir deyişle çürüme ve y ozlaşmay a koşar adım gitmektir. Sınıf lar v e birey ler arasındaki uçurumların her düzey de daha da açılması v e derinleşmesi demek olan bu durum; kapitalizmin aslında "Ana kanunu" olan "Orman yasasının" (Siz bu na empery alist sömürü y a da çarpık sömürü ilişkilerinin de diy ebilirsiniz) işletilmesinin bir sonucudur. Sözgelimi bir işsiz mafyacı, bir kaçakçı "saygın" bir sanay ici, v eya bir genelev patroniçesi de pekala "Namus borcuna en sadık", tekelci burjuv alardan daha namuslu bir "Hanf endi" ola-

4 T A V I R

bilir. Kapitalizmin kendi kar mantığı İçerisinde burjuvazinin 'Y enileşmesi", demek oluy or ki emekçi sınıf ve üyelerinin üzerindeki toplumsal sınıf tahakkümünün, baskısının, haksızlığın ın, adaletsizliğinin, sömürünün, y ozlaştırmanın, yabancılaştırmanın; emeğin horlanması v e aşağılanmasının; kısacası, emekçi sınıf ların toplumsal olarak yenileşmesinin önündeki GERİCİLEŞMEDİR. Burjuv a düny asında maddi v e manev i tüm değerler kara ay arlanmıştır. Sermaye üzerine sermaye koymay an hiç bir değerin, gerçekte burjuv a katında bir değeri y oktur. Kapitalizmin egemen sınıf ı burjuv azinin kültürel y aşamı v e geleneği emekçi sınıfları da etkilemektedir. Burjuv a ideolojisinin, düşünme tarzının, değer y argılarının, y aşam biçimlerinin emekçi sınıf lar üzerindeki etkisi burjuv a düzeninin ömrünü uzatan bir f aktör olmaktadır* Emekçi sınıf ların gözlerini kör, kulaklarını sağır, dillerini tutsak, ellerini hareketsiz, y üreklerini hey ecansız v e ruhsuz, beyinlerini cahil bırakan bu tampondur; düzeni asıl olarak ay akta tutan militarizmden sonra en etkin düşman güçtür. Y eni v e y enilenmenin önüne kurulan barikatlar ideoloji, kültür, politika, hukuk, ahlak vb. her düzey deki v e kategorideki olguların içeriğine hakim olan biçimselliktir, ikiy üzlülüktür, yalanla çarpıtmadır. Dev rimciliğe karar veren insanlar işte böy lesi bir düny anın sisi v e dumanı, kiri ve pası içinden çıkıp gelmektedirler, anadan doğmuş olarak değil. Tüm sorun da burada y atıy or, bundan sonra başlıy or. Dev rimci yeni insan olmay a aday kişi, savaşının en şiddetlisini bu nedenle önce kendisine karşı v ermek zorundadır. Dahası bu sav aşı her aşamada kazanmalıdır. Dev rimci mücadelenin insanları yenileştirici etkisi altında bile, her dev rimcide, düzenin y ukarıda sıralamay a çalıştığımız bazı özellikleri tam olarak aşılmış kabul edilemez. Kimi burjuv a özellikler, mücadele sürecinde aşılır, kimisi bastırılır (Ve uygun ortamını bulduğunda toprağına kav uşmuş çiçek gibi açar), kimisi ile uzlaşılır, barışık y aşanılır (Bu kararsızlık ve


liberalizm, kopuşsuzluk bir devrimcinin elini kolunu bağlay an, dev rimci reflekslerini öldüren en kötü zaaf lardan biridir). Zaten yenilenmenin önündeki engeller olarak, burada belirttiğimiz zaaf ların, eksikliklerin bir devrimcide bulunmayacağını varsaymak kendi kendini kandırmaktır. (Ki bu "kendi kendini kandırma" tav rı da bir burjuv a kültürüdür.) Devrimcilikte, yenilenmede, kendini aşmada asıl olan, ruhumuzdaki, beynimizdeki ve kalbimizdeki "Düzen" e karşı sav aşı, içten, karartı v e süreklilik içinde y ürütmektir. insanların kendilerini y eniden v e y eniden yaratması anlamına gelen y enilenme; insanlığın gelişim diy alektiği doğrultusunda olumlu değerlerin y üceltilmesidir de. Ezilen sınıf ların insanlık onuruy la ayağa kaldırılması v e insanın her türlü sömürüsüne karşı mücadeleye çekilmesi büy ük bir adımdır. Bu nedenle dev rimci mücadele ve dev rimin kendisi hem bir araç hem de amaç olarak y enilenmenin, y eniliğin ta kendisidir. Dev rimciler, dev rimci mücadele İçerisinde, kapitalizmin İnsan ruhuna ve bey nine İşlediği "Kir ve Pas"ı y ıkıy orlar ve emekçileri de mücadele ile ay nı biçimde y ıkanmay a çağırıy orlar, bunun uğraşını v eriyorlar. Hay atın her alanında dev rim-cisaf ahlak İlişkilerinin egemen kılınması, insanların özgürlük, kardeşlik, yoldaşlık duygularıy la oluşturacaktan denizlerin, okyanusların yaratılması için, devrimciler, bugün nehirlerde v e göllerde kulaç atıy orlar. Özveriyle, gönüllülükle, day anışma v e yardımlaşmay la, emek v e kav ga kardeş ligiy le; yaşamı olduğu kadar ölümü de, sevinci olduğu kadar acıy ı da, umudu olduğu kadar umutsuzluğu da; özlemleri olduğu kadar onları gerçekleştirmek için ileri atılmay ı da mücadele içerisinde öğretiy or ve öğreniy orlar. Buradan her koşulda sırtını birbirine dayayabilen güven doğuy or. Ailesini, kendi canını v e geleceğini, her şeyini devrimci örgüt gibi büyük bir ailenin istikbalinde gören sınıf bilinci v e sınıf ının onurlu bir üy esi olma geleneği doğuyor. Burada İnsan ruhuna, bilincine yapışan bencillik, nemelazımcılık, korku, art niy etçilik,

öny argıcılık, f ırsatçılık, haksızlık, acımasızlık, zav allılık, aşağılanmak, horlanmak, itilip kakılmak, değerbilmezlik, v efasızlık v b. gibi daha da çoğaltabileceğimiz, gerçekte insan doğasına aykırı olan şeyler ölüyor, öldürülüyor. Burada emeğin, kardeşliğin, y aratıcılığın, üreticiliğin, onurun, kişiliğin kısacası güzel olan v e insan doğasında olması gereken şeylerin sof rası kuruluy or. İşte yenilenme v e yeni ile eskinin müthiş savaşı... Dev rimci mücadele ve devrim bir bütündürler ve y eninin, y enilenmenin başlangıcı v e kendisini de aşmak zorunda olan doruğudurlar. Y enilenmek, kendini aşmak bakımından dev rimci mücadelenin önemi ne İse, emekçi sınıfların y enilenmesi v e kendilerini aşması için de devrim odur. Bir halkın aşağıdan yukarı doğru Örgütlü kalkışması demek, kapitalizm ve burjuv a iktidarla tüm köprüleri y ıkmaya yönelmesi demektir. Dev rimin kendisi, emekçi sınıf lar açısından toplumsal y enilenmenin y egane dinamiği olarak ve nihai hedef e ulaşıncaya kadar sürdürülmesi gerekliliği kav ranmadıkça; emekçi sınıf ların daha önce y ıktığı tüm köprüleri, burjuv azi yüzy ıllara day anan tecrübesi ve sınıf kiniyle y eniden tamire y önelecek (Hiç kuşkusuz tüm rev izy onistler ve oportünistler "Tamiratı", acaba ne oluyor diye sey redeceklerdir), sonra da bir kez daha üzerinden geçmeyi ısrarla deney ecektir. Y enilenmenin motoru olan devrimcilik v e devrim, bu nedenle bütün kapsay ıcılığı ile kav ran-malıdır. Dünyadaki şu son 67 y ıllık gelişmeler de (Kapitalist geri dönüşler), burjuvazinin kendisini "Y enileme" sindeki politik ısrarına, sınıf çıkarlarına sahip çıkma ve koruma kararlılığına tanıklık etmiştir. Empery alist burjuv azinin dönemsel olarak atak y apması, yeni güç v e olanaklara kav uşması, ekonomik cephenin yanısıra, daha çok ideolojik ve kültürel cephede, siy asi cephede "yeni" (aslında eski) politikalar v e taktikler oluşturması; ezilen dünya halklarının bölünüp parçalanması, birbirine kırdırılması, milliy etçilik-

şov enizm gibi gericilik bataklık larında boğulmaya çalışılması İle ay nı anlama gelmiştir. Sosyaliz min sorunlarına çözüm yollarını dev rimci yenilenme hamlelerinde aray acakları yerde, kapitalizmin batakhanelerinde arayanların, tek tek uluslara, halklara v e bu halk ların sıradan insanlarına y an sıması korkunç olmuş; halkların onuru ayaklar altına serilmiştir. Bu bakımdan ülkemize şöyle bir bakıldığında "akın akın gelen" Rus, Bulgar, Romen, Macar, Polony alı, Azeri, Gürcü vd. halk lardan "Göçmen"lerin utanç v erici, onur kırıcı, aşağılanmış yaşamları hiç kimse için sır değil dir. En büyük ticari ilişkileri , em pery alizmin "Seks cenneti" Tay land'larını kıskandırırcasına cin sel alanda geliştirmeleri, halk ların düşürüldüğü düşkünlüğü göstermeye yetmektedir. Bun dan daha açık çürüme, y ozlaş ma, yabancılaşma; kısacası dev rim öncesi "Eskiye dönüş" olamaz. Burjuv azinin serpilip geliştiği her karış toprakta, her bey in v e y ürekte gericilik boyatmaktadır. Y ukarıda adlarını andığımız halklar, empery alist burjuv azinin en azgın iktidarı faşizme karşı savaşta 30 milyon kadar şehit vermiş halkların unsurlarıdır. Sosy alizm mücadelesinin, devrimin bütün kapsay ıcılığıy la, yenileştirici, dönüştürücü, geliştirici tarzda dev am ettirilmemesinin faturası; Lenin'in, Stalin'in, Mao'nun, Env er Hoca'nın, Rosa Lüksemburg'un v d. önderlerin halklarını bugünkü sefil duruma düşürmüştür. Komünist (aslında rev izy onist v e oportünist) partilerin, dev rimle halkları y erleştirmediği koşullarda, bu boşluğu karşıdev rimciler doldurmuş , toplum sal sürecin gidişatını dönemsel olarak geriy e çevirebilmişlerdir. Dev rim, devrimci mücadele, dev rimcilik arasındaki ilişki kadar, düşman (Egemen sınıflar), kapitalizm ve unsurlarına karşı sav aş ilişkisi de somuttur. Bu sav aş süreci y enilenme sürecidir, dev rimci-yeni insan ise bu sürecin baş aktörü, "egemeni" olmak zorundadır.

TA VI R 5


sunuz. Son operasyon hareket kabiliyetinizi zayıflatmış, sorunlarınız var. Yoldaşlarına ulaşman ve uyarman gerekiyor. Üstünüz başınız sırılsıklam, ayaklarınız su içinde. Bunca soğuğa rağmen hiç etkilenmemiş görünüyorsun. Rahatlığın yanındaki yoldaşına güç veriyor. Bu karda kıyamette işleri nasıl halledeceğiz diye düşünürken bir ayakkabıcıya sokuyorsun onu, dizlerinize kadar gelen iki çizme alıyorsun. "Sorun varsa çözümü de vardır." diyorsun aynı rahatlıkla, gülümseyerek. O hafta çizmelerle arşınlıyorsunuz İstanbul sokaklarını... Ne kadar da çok seviy ordun eşini, güzel ve akıllı kızını. Ve kavganın sıcaklığında tanışmıştınız. Birlikteliğinizin mayası mücadeleydi. Bir arama sırasında kızının resminin yırtılması karşısında duyduğun öfke bu sevginin kanıtıydı. "Bilinçli bir hareketti bu. Kızıma yapılması bu açıdan fazla önem taşımıyordu." demiştin öfkeni dile dökerken. "Bu, bana, bizlere, hepimize yönelik bir saldırı ve hakaretti. Aşağılık duygularını tatmin etmek için kızımın resmini hedef seçmişti o yüzbaşı. Resmin parçalarını görünce boğazına sarılmak istedim. Gülümseyişi paramparça edilmiş gibi geldi bir an için; güzelliğine, gülüşüne, bakışına saldırıldı sandım." Her anısında övünç duyduğun kızın, boy veriyor şimdi geleceğin güzelliğine senin gözlerin v e bakışınla...

SİZDE ÖLÜM BİLE AYDINLIK

Selçuk DEMİRCİ

N

e güzel şey hatırlamak sizi... kavganın onurlu yolunda. Gazetelere Hanlar verdik. Resimleriniz yanyana altalta... gülüyorsunuz. Gözleriniz yangın... sözümüzü hatırlatıyorlar, devrim sözümüzü. Gözleriniz güneş... her bakışımızda yaşadığımız ve sevgiyle, güvenle paylaştığımız değerli anlar, anılar canlanıyor, kanatlanıyor. Bugünümüzü anlamlı kılan, kavgamızı onurlandıran, bizi geleceğe taşıyan anılar... Bu zorlu dönemeçte ne güzel şey hatırlamak sizi.

6 T A V I R

87 kişiydi... Bir yoldaşınla y ürüyorsun İstanbul sokaklarında. Zaman zaman belinize kadar gömülerek karlara. Soğuk hava ve kar iliklerinize işlemiş, donuyor-

Birbirinin tıpatıp aynı 8 hücre... Yoldaşların ellerindeki güvercini merdivenin başına bırakıyor. Güvercin havalanıyor ve senin hücrene gelip konuyor hemen. Notlar çıkardığın, satırlarının altını çizdiğin kitapların arasından başını kaldırıyor, gülücüklerle karşılıy orsun onu. "Cevriye..." Cevriye diyorsun. Dünyanın tasasına da ortaksın, kıv ancına da.. Daaat... Daaat... Korna sesi çılgınca yankılanıyor cezaev inin dış duvarlarında. Askerler bakışlarını çeviriyorlar. Araba çoktan gitmiş. Bir düğün arabası mı bu? Hayır! Ama düğünümüzün habercisi. Cezaevinin önünden her geçişinde bir bayram havasında basıyorsun kornaya. "Ben çıkıyorum, yakında ski de alacağız dışarı" demiştin. Çaldığın her korna sözünü tutmak için uğraştığını iletiyor duvarların arkasına. Korna çalanlar şimdi o kadar çok ki... Tutsaksın... O an etrafın gardiyanlarla çevrili. Dışarıda yarım kalan işleri düşünüyorsun. İçin içini yiy or, kabına sığmıyorsun. Tutsaklığın en zor yanı bu. Ama gene de kısanı yanıltan sakin bir görünümün var. Karşında bir çift gözün sana baktığını farkediyorsun... gülümsüyor. Bir çift korkak göz... bir o kadar da sinsi. İtirafçı bu! Yarattığımız değerlere, sırlarımıza ihanet etmiş ve şimdi de pişkince sırıtıyor... dayanılacak gibi değil. Gardiyanların arasından sıy rılman, onu y akalaman, bir güzel dövmen, gardiyanların seni yakalamaları, hücreye atmaları... hepsi bir anda oluyor. Bu sefer sen gülümsü-yorsun hücrende, "iyi oldu, değdi o ihanet maskarası-na" diyorsun...


erinin içine çekiyor. Hırsla çalışıyorsun, yorgunluk dindirmiyor tüne .Tutsaksın... Ama özgürlüğün sesi çağırıyor seni, yanıyorsun ateşiyle. Bu yangın seni tüm özgürlük eylemi çalışmasını. Tüneldeki suyu boşaltırken yanındaki arkadaşının enerjisinin tükendiğini görüyorsun. Kıpır kıpır yüreğin ve DEVGENÇ'li ruhunla dökülüy or o unutulmaz espri dudaklarından; "Bir maşrapa su, bir maşrapa özgürlük." Tempo yükseliyor... Ülke dışındasın... Y üreğin kanatlanmış, "Burada daha fazla duramam, bana göre değil elim kolum bağlı beklemek." diye düşünüyorsun. "Benim yerim yükselen öfke selinin içidir." Kimi eksiklikleri kendi çabanla gideri-yorsun. Kanatların toprağına götürüyor seni, sevdalısı olduğun sav aşa... Üniv ersitedesin... Kantinde. Bir elinde makas, diğerinde kırmızılı sarılı kağıtlar. Oyalanıy or musun? Canın mı sıkkın? Yoo... hayır! Böyle düşünenler ne kadar da yanılmışlar. Boş durmak, oyalanmak sana göre değil. Bir kaç dakika sonra rektörlükte asılı duran DEV-GENÇ pankartını görenler, hey ecan ve mutluluk dolu gözlerinle de karşılaşıy orlar. Enerjin taşıy or gözlerinden, "Boş durmak yok. Hay di!" diy or... Tutsaksın... Y ıl 1984. Çanakkale Cezaevi. Oraya geldiğinde çok istemene rağmen seni yoldaşlarının yanına değil de "bağımsızlar" koğuşuna atmışlar. Haberleşme olanağı yok. Y oldaşların İstanbul'daki Ölüm Orucu'nu desteklemek için süresiz açlık grevine başlıyorlar. 43 kişiler. İdare köpürüyor, ama çabaları boşuna. Açlık grev ine gidenleri tecrite topluy orlar. Tecritte 51 kişi var... f azladan 8 kişi. Biri sensin. "Y oldaşlarım neredeyse ben de oradayım, ne yapıyorlarsa ben de yapa-

rım." diyorsun. Eylemin içeriğini ve programını bilmediğin halde tereddütsüz bir güvenle katılıyorsun onlara. İlkeliliğin ey lem ateşini yükseltiyor... "Tav rı nasıl?"... Sevdiğin insanın yakalandığını öğrenince yanındakilere heyecanla sordun bu soruyu. Tıpkı başka bir yoldaşını merak ettiğin gibi. "Ayrıyken bile yalnız kalmayacak bir ufka vardık." diyorsun. Kavganın güzelliği v e onuruyla, sevginin güzelliği eşdeğer olmalıydı sana göre. Sevgin kavganla birlikte büyüdü... Kızgınsın... "Hay ır!" diyorsun, "Üniversite bitirmek yetmez, meslek sahibi olmak yetmez. Doktor ol, mühendis ol, mimar ol, ne olursan ol! Ama yeteneğini kendinin ve düzenin çıkarları için kullanıyorsan eğer, neye yarar bu bilgiler." Acımasızca sorguluy orsun boşa giden yetenekleri. "Verdiğim mühendislik hizmetleri halkımın yararına olmalı, işte o zaman mutlu olabilirim." dediğinde kararını vermiştin bile devrim emekçisi olmaya... Mes lekt aşl ar ınlasın... Mütev azi bir ortam. Bulunduğunuz y erden kahkahalar y ükseliyor. Bakışlar s ende. R enk li kişiliğinle, siy asi tespitlerinle, mesleki birikimin, yete neklerin ve day anılmaz esprilerinle dost sohbet ortamlarının en aranılan kişisisin. Durağanlık senin için değil, taşıyorsun...Yaşam uzun v e sakin bir ırmak değildir. Coşkundur. Durmaksızın akar, engel tanımaz. Senin gibi... Sizin gibi... Zaf er günü birliktey diler. Nişantaşı'ndan, Beşiktaş'tan, Ankara'dan elleri kenetlendi birbirine. Uzattılar sev giyle, bağlılıkların ı sundular halklarına. Ve sözcükler gülümsey erek döküldü dudaklarından; BİZE ÖLÜM Y OK Y üreğimizde, bilincimizdesiniz... bir türkü gibi. Ve silahsınız ellerimizde. Not: Bu yazı "Bize Ölüm Yok" adlı kitaptan derlenmiştir.

T A V I R 7


T AV I R

T E M M U ZD A FIRTINA KUŞLARI Baki ALTIN

Çetin fırtınalarda kanat vur mak bize düşer Sisler dağılımlı, yalanlar yanmalı Korku vurmuş dolar ve zulüm tanr ısının avcılarını Kız ıl kanatlar ınız kente duru bir gökyüzü çizmeli İşte yaklaş ıyor f ırtına, vuran kana dar ınız ı kuşlarım Rüzgarlar ım çağır madı onu Çatlamadı toprağım hasretinden Alev soluyordu gecekondularım Ne kirli adını par lattık ağzımızda Ne gökyüzünü yıkadık dura bakış ımızla Anlayacağın Davetlisi değildi halkımın Ama o geldi Temmuz güzeli bir sabah Kent ayaklar ıyla yeri göğü döverken Dolar ve zulmün tanr ısı İstanbul'a indi Elini ateşe sokar gibi Yumruğu boğaza tıkar gibi Yarım asrın hükmünü keser gibi Çatıldı kaşları insanlar ımın darağaçları misali Cudi'de akan kan Te mmuz alevleriyle buluşarak Mar mara'ya kar ış ıyordu Temmuz sıcağında o gün Eminönü'ndeki tekne Dersim'deki örs Adana'daki tezgah Karadeniz'deki fener Paşabahçe'deki ter Yandı dondu yandı dondu

8 T A V I R


O gün ayaklarıyla yeri göğü döven kent Yüreğini yoklayarak doğruldu Ufka dönük yaşlı bağrından Uçurdu fırtına kuşlarını uçurdu uçurdu ve emretti Emekçi ve tarihsel onuruyla Tereddütsüz savaş durumunu Kanatlanan fırtına kuşları Dolar ve zulüm tanrısının Tuzakladı tüm yollarını Köşkleri kuyulaştı Köprüler sıratlaştı Ve fahişeleriyle ünlü otelleri Ve beş bin silaha yapışan elleri korkulandı Korkulandı Gümüşsuyu Sıraselviler İstiklal Metropol yollan Ve katil İnterkontinental pusulandı pusulandı O gün koca kentin tüm gülüşleri Dolar ve zulüm tanrısına korkunç bir tuzaktı Ve çatışma başladı

En çetin fırtınalarda bile kanat vurmak bize düşer İşte yaklaşıyor fırtına vurun kanatlarınızı kuşlarım Sisler dağıtmalı yalanlar yanmalı ölülerimiz gülmeli Dolar ve zulüm tanrısının avcılarını korku vurmuş Kanlanan kanatlarınız kente dupduru bir gökyüzü çizmeli


“Ezelde ve ebedde Hesap soruldu hesap verildi" Hükmü bugüneyse duruşmanın Çıkmak gerek kavga sahnesine Fırtına kuşları kanat vurdukça güçlenir Issız yuvalar savaşa savaşa ülkeleşir Dehak sarayında suçludur biliriz Çelebi Mehmet Ortaklar'da Dolar ve zulüm tanrısı ise her yerde Yılanlara emdirilen başımız Scerez'de ağaca asılan başımız Acılarımız sevdalarımız ve davamız Irmaklaştı taştı ırmaklaştı Kızıldere'de yuvamıza ulaştı Zulüm çürüdü yandı da İlk sözümüz hep bayraklaştı

"Yuvalarda yanmak değil sancımız Korku denizlerinde yüzmedik biz" Ama şu alnı lekeli ihanet Ki tanrılarla kolkola biliriz Gölgesi düşmesin diye yuvalarımıza Bin kez kanatlanır bin kez düşeriz Güneşe çok var daha, yolumuz uzun Tüm yeraltı yuvalarımızdan okyanuslara Daha çok nehirler taşıtırken Okyanuslardan güneşe daha çok Cesetlerimizle merdivenler kurmalıyız Yenilginin kısık gözleri bize göre değil Hızımızı kesebilirler belki fakat Durduramaz hiç bir güç kanatlanan akışımızı Ne dolar ve zulüm tanrısının ölümcül gücü Ne onun kara avcıları ve korku sürüsü


Biz ki şimdilik üçer beşer fırtına kuşlarıyız Karşınızda üçer beşer bin ölüm ordusu Belki kanımızla dolacak bombaların dipsiz kuyusu Ama asla teslim olmadılar yazacak Analarımızın ak alnında rüzgarlanan yağmur bulutu Dayandık dayanacağız Stalingradca Vietnamca ve Mahirce Direndik direneceğiz hücre hücre beden beden Metrisçe Savaşkan ve namuslu kanatlarınız adına Şart olsun ki Neresinde dünyanın bir avuç duman tütse Oradan kanat çırpacağız yine özgürlüğe

En çetin fırtınalara bile kanat vurmak bize düşer İşte yaklaşıyor fırtına vurun kanatlarınızı kuşlarım Sisler dağılmalı yalanlar yanmalı ölülerimiz gülmeli Kanlanan kanatlarınız kente dupduru bir gökyüzü çizmeli Direnişin içinde Dalgaların üzerinde Temmuz'un onikisindeyiz Ardarda kudurgunca kabarıyor dalgalar Fırtına kuşları kanat vurdukça yarılıyor fırtınalar Ve kanlanan kanatlarla koca bir yuvaya dönüşen kent Açarak ufka dönük yaşlı bağrını Uçuruyor binlerce yeni fırtına kuşlarını

T A V I R 11


SİVAS'TA ZULMÜN YANGINI Sivas'ta vahşet. Yaklaşık on saati bulan gerici gösteri ve saldırılar devlet ve hükümet yetkililerinin bilgilendirilmesine karşın güvenlik güçlerinin gözetiminde katliama dönüştü. Amaç aydınlara ders vermekti. 1980 öncesinde Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta vb. hatta sindirmeye yönelen devlet ve sivil faşist güçler yine Sivas'ta bu kez gerici propagandasıyla aydınların şahsında ilerici, demokrat ve devrimci güçlere gözdağı vermeye çalıştı. İşkenceyle, kaybetmeyle, infazlarla, yargı gücüyle sürdürülen baskı politikalarını katliam düzeyine sıçratarak yoksul halkın susturulabileceğini sananlar yanılıyor. Bu ülkenin varoşlarında ve dağlarında serpilen gerilla tohumu yeşeriyor artık. Kondular, fabrikalar, üniversite anfileri ve uçsuz bucaksız kırlar, ovalar kıpırdıyor, hareketleniyor. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın tarihe kara bir leke olarak düşen aydın-sanatçı katliamının hesabı sorulacak.Sivas olayları aydınlar arasında yeni tartışmalara ve birlikteliklere de yol açtı, ilkesiz birlikteliklere karşıyız. Burjuvazinin halktan yana güçleri yedeğine alması ve giderek etkisizleştirmesi artık açığa çıkmış biryöntem. Milliyet grubuyla, Hür Holding'le ne yapılabilir? Hedeflerin saptırılmasına, bulanıklaştırılmasına, mücadelenin pasifize edilmesine izin verilmemelidir.

12 T A V I R

Sivas olayının ardından katliama tanık olan sanatçıl arla görüştük. Katliam hakkında Pir Sultan Abdal Canl a r Derneği ve Türkiye Yazarlar Sendikası'nın da görüşlerini aldık.

CEVAT ÜSTÜN (Pir Sultan Abdal Kültür ve Dayanışma Derneği Gençlik Komisyonu'ndan) Pir Suttan Abdal etkinlikleri devlet v e onun uzantısı olan şeriat taraf ından engellendi. Bizler kitlelerden aldığımız devrimci ruhumuzla, Pir Sultan'ın sazıy la sözüy le, Şey h Bedreddin'in düşünceleriy le oray a gittik. Bizler oray a kan dökmeye v eya herhangi bir kültürü ya da dini y adırgamaya, aşağılamay a gitmedik. Bir takım yanlış anlaşılmaları halkın coşkusuyla kutlamaya gittik. Coşkudan korkmuş olacaklar ki ay lar öncesi planlanmış bir saldırıy ı düzenlediler. Bu coşkuy u parçalamak için gerici güçler önce Kültür Merkezi'ne saldırdılar. Daha sonra Türkiy e gazetesinin çağrısıy la Kültür Bakanlığı'nın kendisinin diktiği ozanlar heykelini y ıkmay a gittiler. Şu an ülkemizde maalesef dev let diy e bir olay y ok. Dev let içinde dev let v ar. Kültür Bakanlığı bize destek oluy or. Ama Kültür Bakanlığı içinde Kültür Bakanlığı v ar.Bu olay Aziz Nesin olay ı değildir. Bu tamamen dev letin y apmış olduğu bir katliamdır. Olayda y erel basının kışkırtması v ardır. Türkiy e'deki bütün büy ük say ılı basını da kınıy orum.

Olay lara polisin hiçbir müdahalesi olmadı. Birkaç insan oteli yakıy or ve polis izin veriy or. Saat 2'den itibaren bütün üst düzey bürokratları da aradık ama sonuçsuz kaldı. 37 insan otelde y anarak can verdi. Biz devletin yapmış olduğu bu olay ı kınıyoruz. Bu olay larda örgütlenme eksiğimiz v ar. Bizler örgütlenmediğimiz sürece de bu olay lar dev am edecektir. Bir taraftan haklarını almak için işçi v e memur ay aklanmaları y aşanırken, diğer taraf tan güney doğuda v erilen ulusal mücadeley e karşı; insanların kaf asına Alev i-Sünni ay rımını sokuy orlar. Bu dev rimci mücadeley i baltalamak içindir.

MEHMET ÖZER (Magma Sanatçılar Grubu'ndan Fotoğraf Sanatçısı) Şenliğin ilk günü oldukça coşkuluydu. Y alnız ilk gün y erel basından kay naklı bir prov akasyon olabileceği konusunda arkadaşlarla tartıştık. Özellikle


basından kaynaklı bir provakasyon olabileceği konusunda arkadaşlarla tartıştık. Özellikle cuma günü olmasından kaynaklı daha dikkatli olmamız gerektiği üzerinde durduk. 2. gün saat 11'de medresede Can Şenliği Oyuncuları'nın gösterisi, daha sonra da Arif Sağ'ın konseri olacaktı. Tiyatro erken bitti. Tiyatrocular Kültür Merkezi'ne gittiler. Daha sonra cuma namazından çıkan bir grup taşlarla sopalarla medreseye yöneldiler. Ardından faşistler "Allahü-ekber" nidalarıyla Pir Sultan'ı simgeleyen heykele yönetip ilk önce heykelin sazını parçaladılar. Sonra Kültür Merkezi'ne saldırmaya başladılar. Polis ve jandarma çok azdı. Polisler bize sürekli "İçeri girin, siz tahrik ediyorsunuz." diyorlardı. Biz barikatlarımızı kurduk ve sonra saldın oldu. En son saldırı polis ve jandarmanın himayesinde oldu. O arada polis "Siz sakin olun, biz göndeririz." diyordu. Oysa saldırganların orada gidişi polisin önlemi değildi. Şehre gittiler. Biz fırsattan yararlanarak çıktık. Otele gitmek istediğimizi söyledim bir polise. Bana kahkahalarla gülerek "Otele mi gidiyorsun? Bu pek mümkün değil." dedi alay edercesine. Otelde neler oldu, bilmiyorduk, evlere dağıldık. Evden oteli aradığımızda Olgun çıktı. "Kuşatıldık, yanıyoruz." dedi. Çeşitli yerleri arayarak haber vermemizi söyledi. Ben pek çok yeri aradım. Daha sonra oteli aradığımda Serkan çıktı ve "Biz birşey yapamıyoruz." dedi. Ben devamlı aramaya çalışıyordum. Yardım sağlayamıyorduk. En son aradığımda bir daha görüşemeyebileceğimizi söylüyordu. Gecenin geç saatlerinde ölüm haberlerini almaya başladık. Sabah dışarı çıktığımızda polisin sadece bizim bulunduğumuz bölgeleri sardığını gördük. Yalnız bizim bulunduğumuz yerlerde önlem alınmıştı. (Yani bize karşı.) Basın Aziz Nesin'e dayanarak Sivas'ta provakasyon oldu-

Senin de Dağların Vardır Sivas Savaş EZGİ Kara kupkuru bir haber antenlerin damarlarından televizyona akıyor. Duvarlar mı yürüyor, başım mı dolanıyor, bu nasıl haberdir. Ölüm muştu ister kara geceden, bu nasıl ateştir, ham demir cevheri gölgem düşse kül olur. Dayan yüreğim dayan hele, alev sarkıtları içimle tutuşmak varmış, onsekizinde hasret almadan düşmek varmış. Ben bende değilem, Sivas'taki ateşin içindeyem. Taş kesmişem, sağımdan soluma dönemem. Gözüm duvarla mı, betonla mı muhabbete durmuş farkında değilem. Günlerdir kirpiğim kirpiğimi kucaklamaz. Salgına uğramışlar sanki, acı sancıya, hüzün efkara terkedip kaçıyor beni. Ateş düşmüş canıma, hangi taşa, hangi dosta vurayım başımı. Bu kaçıncı kavruluşumuzdur Prometheus'tan bu yana, kaçıncı defadır koynumuzdaki gül dalına sulanır ateş. Hep bize nü yazılmıştır kahpece vurulmak, hep bize midir yanıp kavrulmak. Artık ağlamak yetmiyor, çırpınmak yetmiyor. Söz almaz içimi, yalandır ölümü beklemek, yalandır susmak, yalandır. Ateş koşulmuş dört yanıma, sancı ekilir canıma. Vururum kendimi duvardan duvara. Çabuk tükeniyor voltalar. Düşünceleri ayağına bağlı haberler konup kalkar başımdan. Biliyorum artık devranı bitti Zümrütü Anka'nın, kaldı hikaye kitaplarında. Sıra insandadır, sıra sendedir, ateş tutsun ayaklarım, sen bir akar çaysın, yüzyıldan yüzyıla devredilen. Ateş de sensin, dağ da sensin, Pir Sultan da sensin. Hele bir yürü, yatağındı akmasını bil, hedefin denizler olsun lo sana kim dizgin vurabilir. Lo sana hangi ateş dayanır. İşte ben kalktım beklemeyeceğim sıramı, sabahlar bizimdir, gece onların olsun. Zamanıdır, kavgaya varmasan neyleyim yüreğim seni. On sekizime yeni basmışam. Yüreğim dolanır başımda. Sevdalıyam, yere göğe koyamam sevdiğimi. Kaç gün kaç gecedir bir hal dolanır her yanımda. Düşüme ateş düşmüş, kaçına uykudur çığlık çığlığa uyandığım. Kaçıncı defadır elini aradığım. Sivas'ın orta yerinde kuşatmışlar ömrümüzü. Haraca kesilmiş bütün yollar, kanlı pusulara düşmüşem. Duvara dayamışım sırtımı. İpi sapı yok ateşin, nasıl tutam, pençesinde çırpınır gençliğim. Bana ördüğün kemik rengi tiftik kazak tutuştu önce, sonra parmaklarım, çığlığım, soluğum. Ölüm, ateşe binmiş dolu dizgin, ömrüm boyunca koşturur. On sekizimi aklı terkesine bir solukta, otuzumu, sonra bütün ömrümü. Gecenin koynuna bıraktı kül olmuş bedenimi. Yanaram, hasret almadığıma yanaram. Yollar kesik. Kirvem kirvem ben efkarımı kime verem. dört yanımı aldı kor ataş kimim var ki gideni kardaş ne sen beni unut ne de ben seni Sivas'ın dağlarına karşı Yumrukluyorum duvarları, yumrukluyorum kara gecenin bedenini. Ellerim kan içinde. Nehirler taşmış yanaklarımdan. Otuz yedi can, otuz yedi gül çatlamış susuzluktan Sivas'ın içinde. Nasıl uyku tutar gözlerimi. Döne döne semaha duranlar tutuştu önce, sonra türküler, sonra da şiir, çığlıksız düştü türkülerin yanıbaşına. Sivas Sivas yiğitlik midir emanet cana kıymak, yiğitlik midir bir tutam ışığı kör bıçakla güneşten koparıp karanlığa kurban etmek. Söyle hangi kitapta vardır elleri, kolları bağlıyı yakmak. Lo var mıdır kardelen akında bir avuç inciyi ateşte tutmak. Böyle garip düştüğüme bakmayın, böyle mahzun durduğuma. Varsın ateşin suskunlukla beslensin. Benim de yüreğim gençliğini almış yanına, yürür başı dik. SENİNDEDAĞLARIN VARDIR SİVAS,ONA DA SIRA GELİR ELBET!

T A V I R

13


ğu yolunda haberler verdi. Oysa tamamıyla tersi. Olayı yönlendirenler arasında devlet güçleri vardı. Suçlu devlettir ve güvenlik güçleridir. Tek övünç kaynağımız arkadaşlarımızın direnmesiydi. Direnerek öldüler. Acımız dinmeyecek. Ölen arkadaşlarımızın önünde saygıyla eğiliyorum. OLGUN ŞENSOY (Tiyatro Sanatçısı) Ben Öğretmenevi'nde kalıyordum. Şenliğin ilk günü çok ılımlıydı. Yalnız ilgimi çeken bir-şey olmuştu. İmza günü için açılan standları çember sakallılar çevirmeye başlamıştı. Ona rağmen ilk gün güzel ve coşkuluydu. İkinci gün genel prova almak için Kültür Merkezi'ne gittik. "Vali bize şeriat verecek!" gibi sloganlar atan bir grup geldi. Oradan biz otele gittik. 10 kadar polis vardı. Bizim için güvence olacağını düşünüyorduk. Ama tam tersi oluyordu, polis sadece kendini savunmakla meşguldü. Otelin karşısında sivil polisler vardı. Halimize gülüyorlar, dalga geçiyorlardı. Çember gittikçe daralıyor, faşist güçler çoğalıyordu. Polis tepki göstermediği için de kurduğumuz barikatları aşıyorlardı. Ama öldürüleceğimiz aklımıza gelmiyordu. Polisler sürekli tahrik etmeyin diye bağırıyorlardı bize. Basından, partilerden arıyorlardı. Biz şu an konuşacak durumda değiliz deyince bize "terbiyesizlik etmeyin" diyorlardı. Bunlara moralimiz bozulsa bile kurtulacağız diyorduk. Ta ki ölüm çanları çalıncaya kadar. Ama güzel olan şeyleri canımızı versek bile savunacaktık. Savunduk da... Oradaki saldın düşünebilen, devrimci, demokrat, aydın tüm insanlaraydı..

İBRAHİM YIKILMAZ (Can Şenliği Oyuncuları'ndan) O gün Medrese'de oyunumuz oynanacaktı. Oyunumuzu yarıda kesmek zorunda kaldık. Medrese tam caminin karşısın

14 T A V I R

Pir Sultan gibi durur Gövdeleriniz Kör karanlığı yırtarken ne güzeldiniz Akü yağmur öfke göl yürek deniz Cenneti bu dünyada düşleyendiniz... İbrahim Karaca

daydı. Saldırı olacak ihtimaliyle Küttür Merkezi'ne gitmeye karar verdik. Yolda bizi götüren polisler yanımızdan kayboldular. Biz çıktıktan sonra Medrese'ye saldırı olmuş. Kültür Merkezi'ne ilk saldırı olduğunda ise daha varmamıştık. Saldıranlar çekildikten sonra içeri girdik. Diğer saldırıda polisler vardı ama müdahaleleri yoktu. Polisin üzerinden doğru atılıyordu taşlar. Sonra polis geri çekildi. Saldıranlarla biz başbaşa kaldık ve çatıştık. Kadın ve çocuk fazlaydı. Bu nedenle telaş vardı. Daha sonra çıkıldı. Otelin yandığını ise kaldığımız evin balkonundan bakarken farkettik. Zaten polis müdahale etmedi, telefonla aradığımız yerler ise sonuçsuz kaldı. ALİ BALKIZ (Pir Sultan Abdal Dergisi-Genel Yayın YönetmeniÖykü Yazarı) İlk gün herşey çok güzeldi. Saat 10.00'da açılışı yaptık. Öğleden sonra paneli 1500 kişi izledi. İmza töreninden sonra yemek yemek için otele toplandık. Bu sırada cuma namazından çıkanlar yürümeye başladı. İlk Kültür Merkezi'ne saldırı oluyor, oradaki arkadaşlar çatışıyor. Daha sonra sloganlarla Madımak Oteli'ne geliyorlar.

Taşlar, sloganlar. Israrla heykeli istiyorlar. Sol elinde saz sağ eliyle köpeği seven Pir Sultan heykelini. Vali izin veriyor. Uğur, Asaf savunma yapıyor kapıda. Valiyle olayın başlangıcından 1.5 saat sonra görüşülebiliyor. Belediye Başkanı saldırıyı yönetiyor, yönlendiriyor. Belediye anonsları bunun için çalışıyor. Bizim kaldığımız yerle diğer binanın arasında boşluklardı. Pencere vardı, bir umut ışığı vardı ama bizi içeri almadılar. Küfür de ediyorlardı. Sonra yaşlı biri dayanamadı ve içeri aldı. Öğrendik ki Büyük Birlik Partisiymiş. Asım Bezirci 70 yaşındaydı ama kapıdaki barikattaydı. Bu bizi çok etkiledi. HAYDAR ÜNAL (Şair) Pencereden en son ben çıktım. Daha sonda Olgun geri döndü diğerlerini kurtarabilmek için. Ama zehirlendiği için, fenalaştığı için duramadı. Bu değerli bir olaydır. CEVAT GERAY (Profesör) Moral çok yüksekti. Bu morali hiç kaybetmedik. Telefon konuşmalarında hep güzel sözlerle çıktık arkadaşların karşısına. Bu saldırı kendiliğinden oluşmuş değildir. Gerici güçlerin tertiplemesidir. Yerel basın da olayı çarpıttı. Devlet terörünü yaşatan güçler bunu önlemiyor. "Biz bitmişiz" diyor Cevat Geray. Bu arada olaydan kurtulan genç bir kız "BİZ YENİDEN DOĞARIZ ÖLÜMLERDEN" diye cevap veriyor.


MUHARREM COŞKUN ( Pir Sultan Abdal Canlar Derneği Başkanı) Cumhuriy etin ilk y ıllarında Hilafetin kaldırılmasından kaynaklı bir güv en olmuştur devlete. Fakat T.C. 38 Dersim olay larında büy ük bir katliam gerçekleştirdi. Herkes bu y ılların değişik y orumunu y apar. 1940’larda Alev iler köy yaşamından şehir yaşamına geçtiler. Şehir yaşamıyla birlikte Aleviler 68 kuşağının dinamizmi ve toplumsal muhalefet hareketinin içerisinde y er aldılar. Alevilik sınıfsal ağırlıklı bir oluşumdur. 75'lere gelindiğinde toplumsal muhalefetin kabarış dönemidir bu dönem, Alevilerin y üzde doksanı dev rimci-demokrat potansiy elin içerisinde yer almaktadır. İktidar bunun f arkında olduğu için bu gelişimin önüne geçme yolları arayarak MHP gibi siv il faşist güçleri dev reye sokmuştur. Alev ilerin yoğunluklu olduğu bölgelerde prov akasy onlar düzenley erek katliamlar gerçekleştirilmiştir. Bilinçli olarak; toplumsal muhalef etin karşısında Alev iSünni çatışması gündeme getirilmiştir. Amaç halk güçlerinin bölüp parçalanıp yokedilmesi taktiğinin hayata geçirilmesidir. 12 Eylül askeri faşist darbesi iş başına geldiğinde toplumsal muhalef etin erklerini y ok ederken bu muhalefet içerisinde y er alan Anadolu Aleviliği'ni de eritme y ok etme v e dev letleştirme hesaplan y aparak zorunlu din derslerini sırf Alev i inancına karşı yasallaştırmıştır. 83 anayasasının anti-demokratik uy gulamaları başta Alevi kesimi e tki lem işti r. Bu yüzden Anadolu Alev ileri kendi gibi düşünen Alevi olmayan kesimlerle demokrasi mücadelesi içersinde y er almıştır. 80 öncesi senary olarının değişik bir biçimi Sivas'ta tekrarlandı. Bu kez direk mahallere yönelik değil, etkinliğe gelen yazar, araştırmacı, bilim adamı, sanatçı, aydınlarımız ve gençlerimize yönelik oldu. Maraş katliamından biçim

olarak f arklı olmasına rağmen özde ay nı düşüncenin uygulandığın ı görüy oruz. Burada y apılmak istenen; Dünyada ve Türkiye'de gelişmekte olan özgürlükler hareketini bastırmak için kendinden olmayanlara "katli vaciptir" anlay ışıyla saldırarak şeriatçı örgütlenmeleri oluşturmak, güçlendirmek, kitlesellik kazandırmaktır. Bu olumsuzluklara v e çarpıklıklara rağmen Anadolu Alev iliği'nin teşkil eden kesim kendi gibi düşünenlerle birlikte toplumun demokratikleşme

mücadelesinde yerini alacaktır. Hiç bir güç buna engel olamay acaktır. Bilimden yana olan, çağdaşlıktan y ana olan, laiklikten yana olan, demokrasiden yana olan, insan hak ve özgürlüklerini en yüce değerler üzerinde tutan toplumun bütün kesimlerine "Gelin canlar bir olalım" diy oruz. Toplumsal tepkiler y ok. Bu toplumda DKÖ'ler ölçeğinde yapılanlar sınırlı kalıy or. Bunu çerçeveleyenler de yasalardır. Siyasal oluşumlar yeterli değil. Biz y apabileceklerimizi y apıy oruz. Toplumun önderliğine soy unan siy asi partiler sorunu çözümsüzleştiriyorlar. Dev let politikasından sıy rılarak alternatif bir yapı oluşturulamamıştır. Ay dın geçinen, devrimci-demokrat geçinen

ve bir şeyler yapma uğraşı içersinde olan bizim gibi derneklerin de etki alanlarının y etersizliği tepkilerin de y etersiz oluşunu beraberinde getiriyor. Ama dünyanın bir başka yerinde bu gibi olay larda demokrasiden bahsediliyorsa eğer, iktidarlar değişiy or, halk sokaklara dökülüy or, suçlular cezalandırılıyor. Türkiye'de ise bu gibi

olay lar çok doğal karşılandığından yüzler kızarmıyor ve gerekenler de yapılmıyor. Bu fotoğraflar birer hançer olsun sana, dünyanın acısından renk kapan birer hançer. Tükür bu fotoğraflara, içindeki inilti bir haykırış olarak yükselecek dudaklarından.

. Ülkü Ta mer

insanlarda, örgütlenmelerde tepki gösterecek cesaret y ok. Siv as katliamıy la ilgili tepkilerin y etersiz olduğunu görüyoruz. Çünkü bugün gerek toplumun örgütsüzlüğü gerek de hükümeti oluşturan koalisyon ortaklığının hiçbir şey olmamışçasına sorumsuzlukları

T A V I R 15

Fotoğraflar: FOSEM


HAŞMET ZEYBEK (TYS Genel Sekreteri) Dünya genelinde yaşanan yeni dünya düzeninde emperyalist baskı ve sömürünün sürdürülebilmesi bugünkü ortamda (demokratik ortamda) mümkün değil. Dünyaya baktığımızda; sömürücü güçlerin dışındaki 3. dünya ülkelerinde baskı, zulüm ve savaş görülüyor. Bu savaşlar da en ilkel biçimiyle ırkçılık, dincilik şeklinde kendini gösteriyor. Sivas olaylarında neyi görüyoruz: Pir Sultan'a saldırılıyor. Pir Sultan'a saldıranlar insanın özünde var olan isyanlaşmaya saldırıyor. Yalnızca bugüne değil 16.yy'dan bugüne biriken halk kültürüne saldırıyor. Pir Sultan'ın çağdaşı Shakespare Hamlet'e şöyle söyletir: "Olmak ya da olmamak" Şair Can Yücel bu sözü "Bir ihtimal daha var o da ötmek mi dersin?" diye çevirmiş. Bu sözcüğü Hamlet kurukafaya söylüyor. Ama bugün bu kurukafalar omuzlarda dolaşıyor ve cehalet olarak ayağa kalkıyor. Dünyanın en korkunç şeyi cehaletin kıyama kalkmasıdır. Bugün yurtseverler-demokratlar-sosyalistler ve komünistler için gün olmak ya da olmamak günüdür. İkinci olarak M. Kemal'e saldırılıyor, çok bilinçli yapılıyor. Ona saldıran Türkiye'nin bağımsızlığına, demokrasisine, laikliğine saldırıyor. Çünkü emperyalizmin bir kanadı kopkoyu bir şeriat istiyor. Bugün Almanların elinde kullandıkları bir şeyhülislam, bir halife var. Parlamento dışı bir emir var. Amerikan tipi Tansu Çiller var, dilinde bayrak, kitap, Kuran... Suudilerin her türlü desteğiyle parlamento içi ve dışı bir şeriat ayakta. Ve bunlar bugünün sorunu değil, 1950'den beri devleti çepeçevre çevirmiş durumdalar. Üçüncü olarak Aziz Nesin'e saldırılıyor. A. Nesin'in simgelediği özgür düşünceye, aydın ol-

16 T A V I R

ma bilincine saldırılıyor. (Çünkü şeriatın özgür düşünceye yaratıcılığa tahammülü yok) Bu üç olgunun bir araya gelmesi, saldırının hedefi olması, emekçilerin, aydınların, demokratların, sosyalistlerin, ne kadar büyük bir tehlike altında olduklarını gösterir. Bence Sivas'ta yanan bir otel değil, bir ülkedir. Bir avuç aydın değil, bir ulustur. Bu duman bir karabulut şeklinde ülkemizin üzerine çökmüştür. Tabi bu kara tabloda tek çözüm örgütlü mücadeledir. Herkes gücünü bu karanlık savaşa karşı kullanmak zorundadır. İşçi sınıfı üretimden gelen gücünü, yazarlar kalemlerini, gençlik bütün enerjisini, aydınlık bir Türkiye geleceği için kullanmalıdır. Çünkü bu olayların geçmişi de var. Eğer halkımız örgütlenmezse aydınlar bilinçlenmez ve bu olaylar dün olduğu gibi yarın da tekrarlanabilir. Bugün çağın sonu başından çok daha kötüdür. O gün Fransız emperyalistleri havagazı döşüyordu, aynı emperyalistler bugün doğalgaz hattı döşüyor. Ve bugünkü başbakan Düyun-u Umumiye'nin müdiresidir. Yurdumuzun toprakları, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, işgücü bu sömürgenlere peşke ş çekilmektedir. Çağ atlıyoruz denilerek. Ülkemizden 49-50 yıllığına toprak satın alanların güvence'si en tepeden en tabana kadar Sivas olaylarını yaratanladır. Rusya’daki değişiklikler emperyalistlerin sosyalizm öldü çığlıklarıyla özdeşleşti. Dünyada koparılan bu yaygara kültürel alana da yansıyıp kimini inandırdı, kiminde inanç yitimi oldu, kiminin güveni sarsıldı. Bu aydınları da etkiledi. TAVIR: miyiz? -Sanatçı diyelim.

Peki

aydın

diyelim,

diyebilir

entellektüel

Bu dönem bütün dünyayı karhaneye çevirdi. Herşey alınıp satılır hale geldi. Hiçbir zaman oturup kerhane patronlarıyla namus tartışılmayacağı gibi dünya onursuzluk yaşıyor.

Dünyanın onuru olan sosyalizm büyük saldırılara uğradı. Bu anda sosyalist sanatçılar, düşünürler, yazarlar, bu çürük kaba ağaçlar arasında filiz gibi kaldılar. Yok olmadılar ama içinde bir potansiyel taşıyan fide gibi göründülür. Ayşe Gülen arkadaşımızın da bu bağlamda savunduğu ilkeler ve sanatı toplumumuzda filiz halindedir. Sosyalist ruh geliştikçe A. Gülen'in de hayatı, mücadelesi gelişecektir. Çünkü toplum kendisi için verilen mücadeleyi unutmaz. Ama bir dönem üstü kapatılabilir. Bence bu dönemin kirleri, insan bilincindeki kirlenmeler artık yavaş yavaş aralanmaya başlıyor. İnsanlarda düşünmek, çalışmak, örgütlenmek isteği var. Bugünkü tabloya bakarsak hakim güçler iflas etmiş durumdadır. Tek dayanakları emperyalistlerin bastonları. Böyle dönemler çok tehlikeli dönemlerdir. Genel anlamda Sovyetlerde, dünyada ve ülkemizde bu kirlenmenin, ahlaksızlığın, bu vahşi sömürünün tek alternatifinin sosyalizm olduğu belirmeye başlıyor. Bugünkü kitle hareketleri, yürüyüşler, paneller bir silkinip toparlanıp örgütlü mücadelenin gerekliliğini acil sorun olarak önümüze koyuyor.

NOT: Röportaj yaptığımız kurumlar arasında Mezopotamya Kültür Merkezi de vardı. Yönetim Kurulu Üyesi Şefik Beyer: "...Bu tür infazlara, katliamlara karşı yeterli tepki gösterilmiyor... Bu katliamda DKÖ'ler sanatçılar, kültür kurumları da suçludur. Protesto etmek, karşı çıkmak için basın açıklamaları vb. yeterli değil. Kitlesellik sağlanmalı, tepkiler artık farklı yollarla da dile getirilmeli..." diye MKM'nin görüşlerini açıklamıştı. Ancak birkaç gün sonra MKM, başka bir katliamın tek görgü tanığı Ergül Uzundiz'e sahip çıkma çağrımıza olumsuz yanıt verdi. MKM adına yapılan açıklamaları samimi ve tutarlı bulmadığımız için bu röportajı yayınlamıyoruz.


O

tuzy edi can çekildi gözlerimizden. Vardı y er tuttu kendine tarihin sayf alarında. Kalem tutan eller, türkü söyley en diller y andı ateşler içinde. Otuzy edi can bu, otuzy edi aydın y ürek. Böyle bir solukta... Dile kolay .,. Kulak kabartıldı ajans haberlerine. İrkildi haberi duy anlar. Gözler çakmak oldu, birşeyler düğümlendi boğazlarda. Bir ateş y anıy or Siv as'ın bağrında. Sev da ateşi değil bu, özgürlük ateşi değil. Çığlık çığlığa insan y akan zulmün ateşi. Bir ateş y anıy or Siv as'ın bağrında, duy anın y üreğini y akıy or. Suskunluk beceri değil, çözülmeli bilmeceler. Gidenlerden geriy e kalanlara bırakılan y ürüyen bir öf ke seliy di katan. Umut her zaman diri katacak. Y ürünecek zulmün y akıp y ıkan f ırtınasına karşı. Çorum'da, Y ozgat'ta, Ma-raş'ta sarmadın y aralarımı daha. Y akılmış, y ıkılmıştı ev ler. Analar bebeler kucak kucağa düşmüştü caddelere. Kanlar içindey di ölüler. Acının sağanağına tutulmuştu halkım. Şimdi acının adı Siv as. Şimdi konuşan dile, üreten bey inedir düşmanlıkları. Halka uzanan düşüncey edir tahammülsüzlükleri.

Her acı haber geldiğinde y umruğumuzu sıkarız. Öfkemiz kabar kabar olur. İnsanlığın er-demiy le, eşitliğe v e özgürlüğe ulaşmak için düşeriz y ollara. Bre zalim, bre y üreksizi Elin titremedi mi çalarken ateşi. Ef endilerin de oraday dı. Onlar 'Y ak' dediler göz göre göre. O kadar rahattın y akarken ateşi. Beynini örümcekler bağlamış, gözleri ortaçağ karanlığında iken titrer mi el. Bre zalim, bre y üreksizi Sanma ki y aktığın onca beden küf oldu gitti. Sanma ki unutuldu v e herşey bitti. Unutulmaz insan güzeli, y aşar tarih boy u. Çünkü insan asırlardır direniy or zulme v e sömürüye karşı. Sen v e efendilerin anlay amazsınız Prometheus'un ateşi insanlığa niçin armağan ettiğini. Anlay amazsınız Demirci Kawa'nın dağlarda y aktığı özgürlük ateşini. Anlayamadan bunları alıp ateşi elinize güneşi yakmay a çalışırsınız. Bilmezsiniz ki güneş y anmaz, o zaten y akıcıdır. O güneş ki y akarken karanlığı kara düşünceleriniz bulamaz kendine sığınacak bir yer. Siv as'ta semahım durur Bir kınalı kuşum duru Can elimden tutamadan Ateşlerde kav rulur "Hey seni de hey seni insan güzeli, y akıldın da bittin mi sen.

BİR YÜREK YARASI

SİVAS Zoran EVİNDAR Türkülerde söy lenip y üreklerle atmaktasın." Bak, Şey h Bedreddin asılı olduğu çınarı kökünden sökmüş müritleri ardına katmış geliy or Serez'in Esnaf Çarşısı'ndan. Bak Pir Sultan geliyor, kaldırmış darağacını. Üstüne y ağan onca taş incitmiy or. Ateş değmiy or tenlerine. Şimdi ateşlerle sınanan canlar çoğalıy or meydanlarda. Y ürüy or, 'Y arin y anağından gayrı her y erde her şeyde hep beraber' diy enlerin ordusu. To r o s l a r' d a n, E g e' d e n, Karadeniz'den, Dersim'den tutulmuş ülkenin dağları. Y iğitler cenge durmuş düşmana karşı. Siv as'ın etraf ında sıralı dağlar. Dağlarında kartal bakışlı sev dalılar. Ülkem bozar kanında durgunluğu. Dağlarımda kor kor ateşler muştular geleceği. Ülkem y ürür alnı açık, insanın insanca yaşadığı yarınlara. Siv as dağlarında bir y el dolanır Eser Siv as'a Siv as'a...

Sivas'ta gerici-faşist odakların, kontrgerillanın organizasyonuyla gerçekleştirdiği faşist

DİYARBAKIR'DA SANATÇI VE AYDINLARDAN

KATLİAMA PROTESTO

katliam, Diy arbakır'da bulunan çeşitli sanatçı ve aydınlar tarafından bir basın açıklaması ile protesto edildi... Şair A. Hicri İzgören, fotoğraf sanatçısı Hüseyin Elçi, Koma Azad adına Turhan Yapıştıran, Şano Ya Denge Gel (Halkın Sesi Tiyatrosu) adına Emin Yalçınkaya, Dilan Yayınları adına Hasan Dağtekin, şair Veysel Öngeren, ressam Samet Aydan, Halk Kubur Derneği adına Yn. Kr. üyesi Metin Aytaç, Govend dergisi yazı işleri müdürü Mazhar Kara, yazar M. AS Ural, şair-yazar-gazeteci Yılmaz Odabaşı, tiyatro yazarı ve oyuncusu Cuma Boynukara tarafından imzalanan basın açıklaması metninde, ülkede yaşamın her geçen gön kana bulandığı, kaleminden, fırçasından ve sözünden başka hiçbir silahı olmayan sanatçı ve aydınların da artık gericilerin hedefi haline geldiği vurgulanarak, "Gerek yetkili organların yeterli önlemi almamasını, gerekse en küçük memur ve işçi mitingini joplarla dağıtan polisin gerici göstericilere neden 'şeffaf' dav randıklarını anlamak zor değildir. Sorumlular bellidir, yapılmak istenen, hedeflenen de bellidir. Uzun söze gerek yok. Biz onları 1980 öncesi Çorum'dan, Sivas'tan, Maraş'tan, Malatya'dan, Elazığ'dım tanıyoruz." denildi ve 37 kişinin ölümüne ve onlarca insanın y aralanmasına neden olan saldırı protesto edildi.

T A V I R 17


GÖZLERDEKİ YANGIN Fatma ÇİÇEK Sivas katliamından hemen sonra Marmara Özgür-Der, OKM, İyöDer, Sağlık-Sen ve 68'liler Birliği Vakfı'ndan gözlemcilerin yer aldığı bir heyet katliamın olduğu yerde incelemeler yapmak ve Meclis 'e sunmak özere bir rapor hazırlamak için Sivas'a gitti. Sivas gözlemheyetinin dört şehit vermiş Saraç Köyü'ndeki izlenimlerini yayınlıyoruz.

S

ivas'ta katliam. Aydın, sanatçı, düşünür. Tam otuz yedi insan Madımak Oteli'nde diri diri yakıldı. Sönmez diyorum bu yangın. Sönmez. Öfke olup yanar gözlerde yıllar boyu. Olaylardan on beş gün sonra Sivas'tayız. Şehirdeki aşırı sakinlik şaşırtıyor insanı. Sanki otuz yedi insan yakılmamış bu şehirde. Caddeler, sokaklar durgun. Günlük bir yaşam. Çeşitli kurumlarla görüşmek için şehir merkezine gidiyoruz. Buralarda da göze çarpan herhangi bir hareketlilik yok. İnsanlarla dolup taştığını düşündüğüm kurumların kapıları kilitli. Bu bizleri şaşırtıyor. Nedenini soruyoruz. "Herhangi bir tepki gösterdiğimizde, olumsuz sonuçlarla karşılaşmaktan çekiniyoruz" gibi yanıtlar geliyor. Şehir merkezinden ayrılıp, hem dinlenmek hem de sohbet etmek için Alevilerin oturduğu Ahbaba mahallesinde bir eve gidiyoruz. Evde sıcak bir karşılama. Yemeğimizi yiyip, sohbete koyuluyoruz. Hepimizde şehre indiğimizde karşılaştığımız görünümün etkileri var. Bu arada telefon çalıyor. Heyecanlı titrek bir ses! "Saraç köyünden arıyorum. Hala orada mısınız? Üç gündür sizin yolunuzu gözlüyoruz. Mutlaka buraya gelin. Hepimiz gelmenizi istiyoruz" Bu sesin heyecanı bizleri de sarıyor. Saraç'tan arayan köylü dört yeğenini yitirmiş otel yangınında. Evde bir telaş... Ayakkabısını giyen, çantasını alan kendini dışarı atıyor. Hepimizde heyecan dorukta. Hızlı adımlarla otogara yürüyoruz. Hatta bu hızlı adımlar yer yer koşmaya bırakıyor kendini. Sivas'tan Saraç Köyü'ne otobüs yok. Önce Şarkışla, sonra Saraç Köyü. Şarkışla girişinde otobüsümüz polislerce durduruldu. Sadece kimliklerimizi alıp isimlerimizi not ettiler. Otobüs tekrar yola koyulduğunda Deniz Gezmiş'i düşündüm. O da Şarkışla'da çevrilmişti. Yolculuğun yorgunluğuyla gözlerimi kapatıyorum. Uyandığımda Şarkışla'daydık. Saat 12:00 Saraç Köyü'ne saat 3:00' e kadar

18 T A V I R

minibüs olmadığını öğrendik. Bizim Şarkışla'da olduğumuzu duyan bir aile bize yardımcı olabileceğini söyledi ve bizi evine davet etti. Eve girdiğimizde ev sakinleri bize yemek hazırlama telaşı içindeydiler. Sofradan kalkıyorduk ki kapıda kırmızı bir minibüs durdu. Evdeki çocukların kahkahaları, çığlıkları, konuşmaları birden kesildi. Hepsinin yüzünde bizden ayrılmanın verdiği bir burukluk vardı. Aynı burukluğu biz de yaşıyorduk. Bu kadar kısa bir sürede araç bulunacağı hiç birimizin aklına gelmemişti. Vedalaştık. Bu kez yalnız değildik. Peşimizdeki iki "sivil" araç bizi takip ediyordu. Asfalt yoldan sonra dağların arasında kıvrılan taşlı topraklı bir yola girdik. Bizi takip edenler sivil olsa da kim olduklarını biliyorduk. Onlar da bizi. Hatta nereye gittiğimizi bile. Amaçları takipten çok rahatsız etmek olmalı. Varsın takip etsinler... Türkülerimizi söyledik dağların doruklarına. Bre Sivas dağları da dağları / Kucak açar dosta giden yolları. Yaştı minibüs taşlı yolda ilerlemek için diretiyordu sanki. Zirveye ulaştığımızda aşağıda, vadinin oltasında akıp giden ve toprağın kırmızılığını suyunda yansıtan Kızılırmak') izledim bir süre. Saraç köyüne yaklaşmıştık artık. Kerpiç evler bizi bekliyordu. Az sonra Madımak Oteli'nde dört can vermiş insanlarla kucaklaşacak, acılarını paylaşacaktık. Paylaşılabilir mi ölümün acısı? Yoksa ateş düştüğü yeri mi yakar? Yalnız olmadığını bilmek acıyı hafifletir mi? Ateş sadece Madımak Oteli'ne değil hepimizin içine düşmüştü. Peşimizdeki araç köye hakim bir tepede durdu. Onlar köye girmek istemediler nedense. Köye girdiğimizde her evin camından el sallıyorlardı. Çocukların bir kısmı heyecanla etrafımızda koşuşturup dururken, bazıları da ev ev dolaşıp geldiğimizi haber veriyordu. Çok geçmeden köy meydanında toplandılar. Sanki çok önceden tanıyorlardı bizleri. Hasretle kucaklaştık. Elleri yürekleri dost sıcaklığında. Gözlerindeyse yakıcı öfke. Şehit ailesi ötekilerden izin isteyip bizi evine götürdü. Bu ev köyün en eski eviymiş. Yüzyıllık olmasına rağmen diğer evlerden daha sağlam görünüyordu. Oturur oturmaz yayık ayranları geldi. Evde herkes etrafımızda pervane olmuş bir-şey isteyip istemediğimizi soruyordu. Hemen hepsi bir şeyler söylüyor, duygularını bize aktarmak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Bu arada evin en büyüğü İsmail Amca konuşmaya başladı. "Otuz yedi şehit verdik içimiz yanıyor" Ahizer Ana sözü alıyor. "Otuz yedi Pir Sultan verdik toprağa. Ama daha can lazımsa onu da veririz. Pir-Sultan'lar bitmez" İsmail Amca'ya bunun bir mezhep çatışması olup olmadığını soruyoruz. "Bu olay devlet destekti terördür" diye söze başlıyor. "Bu gün memleketin her yerinde gencecik fidanları öldürüp 'terörist' diyenler en büyük teröristtir. Bundan sonra sinmeyeceğiz. Bunca yıl kız alıp


verdik birbirimize. Kardeşçe yaşadık. Bundan sonra da yaşayacağız. Bizi birbirimize düşüremeyecekler." Bize konuşma fırsatı bırakmıyorlardı. Zaten ne konuşacaktık ki? Onlar herşeyi görmüş, yaşamışlardı. Suçlunun kim olduğunu biliyorlardı. Ahizer Ana yine alıyor sözü "Değil otuzyedi şehit, üçyüzotuzyedi şehit versek de yılmayacağız, mücadele edeceğiz." Ve bize dönüp, "Mücadele edenlerin yanında olacağız." diyor. Bu söz sevindirmişti bizleri. Bir ana heyecanla kapıdan içeri girdi. Yüzündeki o mutlu ifadeyi tarif edemediğim bu ana "Seher'in arkadaşları sizler misiniz?" deyip, boynumuza atıldı. Şaşırmıştım. Seher'in Saraç Köyü'nden olduğunu bilmiyordum. Bu arada köylüler yavaş yavaş evde toplanmaya başladı. Onlara İstanbul'u anlattık. Yaşadığımız olayları, zorlukları, sevinçleri... Verdiğimiz mücadeleyi. Anlattıklarımız onları çok etkilemiş olacak ki ananın biri ayağa kalkıp bağırmaya başladı. "Bundan sonra biz de mücadele edeceğiz." Akşamüstü yine köy meydanında toplandık. Tarladan dönen, hayvanları otlaktan getiren köylüler de aramıza katılmıştı. Bütün köy halkı meydandaydı. Az sonra semah oyunu başladı. Gençler bilmiyorlar semahı. Kimse semah oynamayacaksınız dememiş onlara ama onüç yıldır ilk kez oynuyorlarmış. Başka mezheplerden insanlarla aralarındaki çelişkileri ortadan kaldırma isteğine yoruyorum semah oynamayışlarını. Şimdi hem biz geldiğimiz için hem de Madımak Oteli yangınındaki şehit semah grubu için dönüyor semahlar. Köyün gençleri gibi biz de bilmiyoruz semah oynamayı. Yine de katılıyoruz onlara. Köyün ozanı da orada türküler söylüyor. Semah halaylarla sonlanıyor. Yemek hazırlamışlar bizim için. Köydeki gençler de davetli yemeğe. Yemek sonrasında Kızılırmak'a götürecekler bizi. Yemekten sonra gençlerle Kızılırmak'a yürüyoruz; kızlı erkekli. Hava kararmış. Köyün ışıkları görünüyor uzaktan. Halaylarımız ve türkülerimiz ırmağın üstünde taş köprüde devam ediyor. Bu insanlarla olmak, halaylar çekmek, türküler söylemek... Bu güzelliklerin bitmesini istemiyorum. Bitmesini İstemiyorum hiçbir şeyin. Böylesi sıcak böylesi dost insanlarla beraber olmak... Bu kez köyün mezarlığındayız. Seksen öncesinde de iki şehit vermiş bu köy. Saygı duruşunda bulunuyoruz. Köylüler mezarın başına mum yakıp bırakıyorlar. Gelenekmiş. Mumlar sadece şehitlerin başına bırakılırmış. Mezarlıktan ayrılıp köye gidiyoruz. Sivas'ın durgun sokaklarından sonra, yedi şehitti bu köy hüzünlendiriyor da insanı. Köy evinin hayat denen avlusunda toplandık. Hayat köy halkıyla dolup taşıyordu. Sazlar çalınıp türküler söyleniyordu. Pir Sultan'dan, Aşık Veysel'den. Saatler iyice ilerlemişti. Yorgun ve uykusuzduk. Sabah yedide kalkıp, köy kadınla-

rıyla tandır ekmeği pişireceğiz. Sabah erken saatlerde tarlaya gidecek insanlar da var aramızda. Daha da geç olmadan yattık. Sabah kalktığımızda olumsuz birşeyler olduğunu hissettik. Bize belli etmek istemiyorlardı ama anlamıştık. Sorduğumuzda sabaha karşı polislerin geldiğini, bizleri sorduğunu öğrendik. Başımıza birşey gelmesini istemediklerini söylüyorlardı. Bu arada muhtar eve geldi. Polis arabasının tepede beklediğini söyledi. Köylüler bizi sağ salim çıkarmanın yollarını tartışıyorlardı. Alınmamızın önemli olmadığını söyledik. Tartışma, traktörle komşu bir köye götürülme önerisiyle sonlandı. Polisin bizi orada alamayacağını düşünüyorlardı. Bir iki günlük dostluklar, unutulmayacak dostluklar ama ayrılığın hüznü oturmuş tüm gözlere. Sarılıp kucaklaşıyoruz. "Yine bekleriz, bizi unutmayın!" sözleri arasında biniyoruz traktöre. Bütün köy halkı el sallıyor, bağırıyordu "Sizin yanınızdayız!". Azığımızı bile unutmamışlardı. Köyden yavaş yavaş uzaklaşıp taşlı topraklı yola yeniden girmiştik. Dağların arasından komşu köye doğru ilerliyor, türkü söylüyorduk. Bre Sivas dağları da dağları/ Kucak açar dosta giden yolları/ Sarsam seni savaş diye aşk diye/ Ana diye diye yar diye diye. İstanbul'a döndüğümüzde, köyden ayrıldığımız gün, aradan birkaç saat bile geçmeden Saraç Köyü'nün jandarmalar tarafından basıklığını, jandarmaların başında bulunan başçavuşun kaldığımız evi talan edercesine arattırdığını öğrendik. Üzülmüştük. Saraç köylülerinin verdiği yanıt silebilirdi ancak bu üzüntüyü: "Onlar katledilen evlatlarımız için başsağlığ ına geldiler. Onlar da bizim evlatlarımız. Ne yaparsanız yapın ? Yine gelsinler, yine konuk ederiz!" Biz de sizi konuk ederiz Saraç'lı dostlar. Biz de sizi.

T A V I R 19


BİYE GELİN OLMUŞ DAĞLARA Hiiiiy! Şimdi bu ses sana ne anlatıyor desem, omuz si l ke rsin.Ya bir ipucu versem, bulabilir misin? Bazen insan arkadaşını uzun süre göremez, bir tesadüf sonucu onunla karşılaşır ya... İşte öylesi zamanlarda koyverilen bir çığlık mıdır? Ya da, "eyvah, ben ne yaptım" gibisinden bir pişmanlık mı? Her iki durumda da atılabilir bu çığlık. Hem de yerli yerine oturur pekala. Benim delişmen oğlum. Oturmasına oturur da herkes yapmaz, yapamaz. Hatırlar mısın? Ama nereden hatırlayacaksın; sen daha çok küçüktün. "Hiiiy! Benim koçuma bak! Koçum benim." dedikçe tombul yanakların öpmeden, sıkmadan mosmor olurdu.

20 T A V I R

Ender SELÇUK Haa bak, şunu unutmamışsındır belki; o zaman biraz büyümüştün çünkü, inadına yaramazlıklara aklın eriyordu. Hani, salonun bir köşesine kütüphane kurmuştuk, hemen yanıbaşına da saksıları dizmiştik. Sen çiçeklerin yanına gider, koparacakmış gibi yapardın. Koparmayacak kadar da akıllıydın. Ama sırf yaramazlık olsun diye yapardın. O kadar inadına yapardın ki; "Biye baak!" diyerek gözlerinin içine baka baka koparıyormuş gibi yapardın. O, seni böyle görünce işte o çığlığı koyverir, peşinden koşturur, yakalamaya çalışırdı. Yakalayamazdı tabii. Mümkün müydü seni yakalamak? Ele avuca gelmezdin, peşinden değme tazılar bile yetişemezdi. Nefes nefese bırakırdın zavallıyı. En yorgun olduğu anında bu kez kitaplarda tekrarlardın aynı

oyunu. "Biye baak!" Her şeye aklın eriyordu da bir türlü adını söylemiyordun. Hiiy! Onun can damarına bastığının işaretiydi bu çığlık. İşin bitikti o zaman. Evin altı üstüne gelirdi. Kahkahalı, gıdıklamalı çığlıklardan ağır işiten babaannenin bile kulak zarları patlayacak gibi olurdu. Dedim ya, o "hiiiıy"leri herkes yapmazdı, yapamazdı. Evde de hiç kimse yapmazdı O'ndan başka. O çığlığı duyan ya bir yerler cayır cayır yanıyor, veya ne bileyim, Yemen'de kaybolan dedemiz çıka gelmiş sanırdı. A delişmen çocuk, hala hatırlamadın mı? Diline dolamıştın hani... Her gördüğün yerde kızdırmak için koyverirdin o çığlığı. Yayvanlaşan ağzın aralanır, sıkılı dişlerin görünür, boyun damarların şişerdi. Kızdırmayı da başarırdın doğrusu. Hem O'da seninle oynamak için bahane arardı zaten. O'ndaki bu dizginsiz heyecan çoğu insanı şaşırtır, telaşlandırırdı. "Yapma be kızım, aklımızı


başımızdan alıyorsun." Vazgeçmiyordu, geçemiyordu bir türlü. Gittikçe büyüyen, hiç bitmeyecek heyecanların başlangıcındaymış gibiydi her an. Belki de ateşi bulan ilk insanın alazın ahenginde dans etmesi gibi doyumsuz sevinci belki de, vahşi hayvanlara, yıldırımlara karşı korkusuzluğu anlatırdı onun heyecanı. Yaşamın her kesitinde böyleydi, güzellikler heyecanlandırırdı O'nu. Eskidendi, çok eskiden. Senin yaşlarındaydık. Çocukluğumuz birlikte geçti sayılır. Karadeniz'in Taşova'sının bir köyü vardır. Nazım, "Taşova'nın tütünü" der ya hani; işte orası. Halkı çiftçilik ve hayvancılıkla geçinirdi çoğunluk. Ben de tütün tarlasında doğmuşum. Köy bir tepenin üstündeydi. Etrafı dağlarla çevriliydi: Canik Dağları... yazın toz, kışın kar savrulurdu tepelerden... Yüksek, bir yanı hep yeşil çam, bir yanı boz meşe, pelit, gürgen ormanıydı. Köyün tarlaları iki sala ayrılmıştı. Bir yaz aşağı sal denilen köyaltı ekilir, yukarı salın tarlaları nadasa bırakılırdı. Diğer yaz tersi olurdu. Daha verimli olurdu tarlalar böylelikle. Dinlendirilen tarlalar da otlak olarak kullanılırdı. O sene yukarı sal ekiliydi. Erenler Tekke-si'nin yanındaki bostanın kıyısını çitle çevirmiş, eve dönüyordum. Yağmur kovadan boşalı rca sına yağıyordu. Teyzem, telaşla beni çağırmış; "Bizim kız Köyaltı'nda koyun güdüyordu. Islanmıştır, acıkmıştır. Üşür, hasta olur. O'na şu yiyeceklerle çukayı götür. Köyaltı'nda bulamazsan Ayalar'dadır, oraya bakarsın" demişti. Hiç ikirciklenmeden dediğini yapmıştım. Onu görünce teyzemin boşuna telaşlandığını düşünmüştüm. Bodur, meşe ve pelit bükleriyle kaplı Ayalar Tepesi'nin yamacında sayılı pelit ağaçlarından birinin dibine oturmuş, dağların derinliğine doğru dalıp gitmişti. Yağmur sel olup

yamaçlardan aşağıya akıyor, Ayalar Tepesi ile Palan Tepesi'nin arasındaki derenin sularına karışıyor, daha da çoğaltıyordu derenin suyunu. O kadar dalmıştı ki beni bile farketmemişti. Dikkulak havlayıp bana doğru koşmaya başlayınca farkedebildi. Doğruca yanına gidip yemeğini vermiş, çukasını sırtına takmıştım. Koyunlar şiddeti azalan yağmurun altında otlamaya devam ediyorlardı. Dikkulak da yalına koyulmuş, keyifli sesler çıkarıyordu. Dağlara bakakalmıştın. "Ne düşünüyordun?" diye sordum. Ekmeğini ısırarak: "Ne bileyim işte... çok şey döşündüm. Şu dağları düşündüm. Uzayıp gidiyor upuzun. Sonu nerede diye düşündüm. Dağların hemen arkasında gökyüzü görünüyor. Masmavi. Oraları düşündüm bir de. Yoksa bu dağlardan sonra hemen gökyüzüne mi varılıyor? Bitişik gibi görünüyor da." O zamanlar ben de bilmiyordum doğrusu. Ama birinden duymuştum. Samsun şehri varmış o dağların ardında. Bir de Karadeniz. Kocaman bir göl gibiymiş. Ordu, Trabzon, Rize sonra İstanbul, Ankara, İzmir... Daha neler varmış neler... kızlar güzel güzel elbiseler giyermiş oralarda. Oğlanlarla elele gezermiş. Hükümet varmış Ankara'da. Büyük adamlar otururmuş orada. Ama gurbetmiş oralar. Dağlar, şehirler gurbet üzerine söyleşmekten yemeğini de bitirememişti. "Beni lafa tuttun, sana da ye demeyi unuttum. Hadi sen de ye." dedi. İştahım gelmişti sanki. Birlikte yemeye devam ettik. Beni dinlerken gözlerindeki çocuksu heyecan kıvılcımlarını görmeliydin. Yokluk, yoksulluk canından bezdirmeye görsün insanı. Üstüne üstlük sınır kavgaları, çekememezlikler, dedikodular bıktırıcı derecedeydi. Köy olur da bunlar eksik olur mu... Ama yine de insan umutsuz umarsız

kalmaz. Bir kapı kapandığında başka kapılar açılır. Umut arayışı bitmez insanda. Adına acılı türküler de yakılsa gurbete bile uzanır umut arayışları. Gurbette de bitmez. Ama arayıştır işte. Çünkü yaşam öyle anlam kazanır. Evdeki şu sarmaşıklar nasıl tavana tırmanabildi, ya bu çiçekler nasıl böyle büyüdü rengarenk açıverdi bir bilsen. Ah çocuğum, dedim ya, umut arayışı bitmez insanda. Umuda düşmanlık da bitmez bir türlü. Yerle bir etmişlerdi ilk kondumuzu. O çığlığı duyacaktın o zaman. İşte onu taklit edemezdin. Sen değil, değme oyuncular bile yapamazdı. Çünkü o ta yürekten kopup geliyordu. Umutla, heyecanla çarpan yürekten. Artık bir isyanın habercisiydi o çığlık. Ev ev yankılandı, belediye önlerinde birikti! Birleşti, örgütlendi. Kuş-lamasına uçtu so kaklarda; bilinç yaydı ölü toprağı serpilmiş varoşlara. Pankart oldu, bayrak oldu sokak sokak. Grev oldu, fabrika fabrika dolaştı. İnsan yeri geldiğinde susmasını da bilmeli değil mi çocuğum? Oynaşırken, sevinirken, şaşırırken avaz avaz haykırmak ne kadar insansı ise bazen susmak da odur, erdemdir hatta. Yosun tutmuş hücrelerde yaralı bedenlerden yükselen direniş çığlıkları erdem göstergesidir. Sorguda susmak insanı savunmaktır... Yüreği özgürlükçü, eşitlikçi yarınlar için çarpan kişinin haykırışı diyorlar bu suskunluğa. O da öyle düşündü çocuğum. Ve dağları, deryaları düşündü, yoldaşlarının öğütlerine uyarak. Düşündü ve sevdalandı dağlara. Vefasızlığa yüreğini kapatarak, dağların doruklarına sevdalandı. Alazlandı sevda ateşleri. Dersim koyaklarında büyüdü. Hiiiiy! Bozkırla birlikte yanıp tutuşmuş. Bozkırın Eda'sı olmuş Biye. Herkese haber ver, Biye dağlara gelin olmuş. T A V I R 21


Gittiler, çoktan gittiler Uzak ve ayrı k entlerden gelip Sevdalarını kızıl bir ırmağa v erip Tok, özgür ve mutlu bir ülke için Sessizce veda edip Gittiler Dağlara gittiler Şimdi dağ rüzgarları okşuyor saçlarını Şimdi ırmaklar yıkıyor yüzlerini Şimdi hınca hınç, çakmak çakmak y anıyor gözleri Ve yıldız ışıltıları altında, belki en güzel türkü sözleri Gittiler, çoktan gittiler Sarp yamaçtan aştılar çoktan Dağlarda bayrak açtılar Ve pusuya düştüler ansızın Mermileri bitincey e kadar "Güneşi içinceye" kadar Döğüştüler Tutsak düştüler Uzandılar boylu boyunca Üzerlerine çevri ldi kalleş namlular Düştüler, sevdalı oldukları toprağa düştüler Ve kucakladı toprak onları Kucakladı insanlar Ve bir kez daha kanadı yür eği Dersim'in Kapatıldı kepenkler birer birer Ve onlar, ne düştüler Ne masal Onlar an bir su kadar Sarı bir toprak kadar Gökyüzü kadar, bin yaprak kadar Gerçektiler Şimdi analar silsin yaşlarını Şimdi dağlılar çatsın kaşlarını Şimdi sevdalılar çevirsin başlarını Adım adım türkü türkü ırmak ırmak geliyorlar Dağlara kazıdıkları umudu Gökyüzüne yazmak için...

Erdoğan EKİNER

22 T A V I R

GİDENLERE...


ELLERİNİZ Hayriye ERSÖZ elleriniz nasırlı değil ezik değil yaralı kesik ve taşlanmış değil elleriniz üreten yaratan ve yıkan ellerinizde şekillenir emek ellerinizde oluşur gelecek elleriniz gelin çeyizi gibi işler toprağı elleriniz döver kan sıcağı demiri elleriniz nasırlı değil ezik değil yaralı kesik ve taşlanmış değil üreten yaratan ve yıkandır elleriniz ellerinizde kurtuluş düşü ellerinizde bin umut umudumuz!..

T A V I R 23


HELE BİR İSTE YOL MU DAYANIR FOT OĞR AF VE SİNEMA EMEKÇİLERİ

Ve telkinler, tehditler arkasından başlıyor direniş. Yürüyüş balayı, kolkola, sımsıcak... sarıyor canları. Coşku; davul-zurna, zılgıt-ıslık, slogan olup, taşıyor. Gün akıyor, yakıyor genç-yaşlt alınlarım, adımlarını emekçilerin... Yumruklarında öfke, gözlerinde umut emekçilerin.

24 T A V I R


93 Temmuz sıcağında, ülkenin gündemine, bir anda sarsıcı bir kalabalık bakim oluyor. Sesler seslere, yürekler yüreklere karışıp, akıyor sokaklara, yollara... Kağıthane emekçilerinin sürdürdüğü yürüyüş geleneği, yeni soluklarla gürleşiyor. Kamu emekçileri, baskı-korku yıllarıyla biriken öfkelerini kuşanıp çıkıyorlar alanlara. Pankartları ve bayraklarıyla dalgalanarak ve çınlatarak sağır kulakları coşarak, koşarak yürüyorlar. Yürüyorlar Ankara'ya doğru... Sendika hakkı, grev hakkı, toplu sözleşme hakkı için...

T A V I R 25


ONURLU AYDIN, SANATÇI, DOST,

RIFAT ILGAZ

TAVIR

atılır. Ardından gözaltılarla, sevk zincirleriyle tanışır. Altı ay da hüküm giyer. Bunlar son değil başlangıçtır Ilgaz için. Değişik tarihlerde toplam olarak altı y ıla kadar hapislik yaşamı olur Ilgaz'ın. Hapishane, hastane ve otellerin önemli bir y eri v ardır y aşamında. "Görülen lüzum üzerine" diye başlayan sürgünlükleri de eklemek gerek.

"S

essiz sedasız göçtün aramızdan/ Ne ölümün geçti gazeteye/ Ne dokuz göbek soyadın"

Bir usta daha göçtü. Bu dizelerdeki kadar sessiz sedasız değil elbette. Bir kitaplık dolusu kitap yazmış Rıfat Ilgaz için yine de biraz buruk. Rıfat Ilgaz 1910 doğumlu. Kitapların, gazetelerin çok okunduğu bir evde büyüyen Rıfat Ilgaz; yazarlığı, şairliği daha çocukluğunda hedefleyen biri. Ortaokul yıllarında yazdığı şiirleri yerel gazetelerde y ay ımlanır. 1930 y ıl ınd a öğretmen okulunu bitirip öğretmenliğe başlayan Ilgaz, Gerede, Akça koca, GÖmüşova'da çalışır. Bu arada dönemin edebiyat dergi lerinde şiirleriy le y er almaya devam eder. 1938'de Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiy at bölümünü bitiren lgaz ay nı y ıl tüberküloz hastalığına yakalanır. Bu has-

talık yaşamı boyunca aralıklarla, özellikle de zor günlerinde rahatsız eder onu. İkinci Paylaşım Savaşı Rıf at Ilgaz için bir dönüm noktasıdır. Savaşın getirdiği sıkıntılar Ilgaz'ın hem yaşamını, hem de şiirini etkiler. O güne değin yazdığı şiirlere sünger çeker Ilgaz, toplumcu, gerçekçi şiire yönelir. Bir matbaacı arkadaşının y ardımıyla 1943'de yayımladığı ilk şiir kitabı "Yarenlik" Ilgaz'ın sosyalist- gerçekçi çizgisinin netleştiği bir yapıt. Bu konudaki düşüncelerini "Edebiyat insanın y aşamıdır, yaşamı içtenlikle dile getirmektir. 1939'a kadar y azdığım şiirlerimin emekçileri, memleketini seven halkımızı, işçimizi, aydınımızı, gerçek aydınımızı ama, ilgilendirmediğini gördüm." diy erek açıklıy or. 1944'de y ayımladığı ikinci kitabı toplatılan Ilgaz, ikibuçuk ay kaçak olarak yaşar. Okula gidemediği için öğretmenlikten

"Fincancı katırlarını ürkütme" dey işine inat, arada bir ürkütenler de çıkıyor. Baskıcı dö-nemlerde korkular dağlaşır. Korkulara korku eklenir. Böylesi dönemin birinde Rıf at İlgaz'a gazete, dergi kapıları kapandığında y azdığı dizeler, gecenin karanlığına bırakılmış bir ıslığı çağrıştırır. "Düştükse itibardan Ölmedik ya yaşıyoruz işte Y aşıyoruz dedik yaşıyoruz be Heeeey fincancı katırları" Tüm y apıtlarında y atın bir dil kullanan Ilgaz şiire dair yazısında sanat anlay ışını,"... sanatkar her şeyden önce muhitini, cemiy etini kav rayabilecek ileri bir düşünce sistemine sahip olmalıdır." diy erek ortay a koyuyor. (Yürüyüş, 9.9.1945) "Y eni toplumcu kuşaklar Nazım'ın etkisinden sıy rılıp y epyeni, taptaze seslerle biçimlerle, hatta biçemlerle durmadan oluşmakta, gelişmektedir. Sosyalist gerçekçi şiirin amacı y apay sesler, tempolar aramak değil, çağın, uy garlığın, geniş anlamda demokrasinin gereklerini yerine getirmek, ona insanca katkılarda bulunmaktır. Eğer şiirin bireyselliği söz konusu ise ileri topluma yakışır birey lerin şiirini yaratmaktır çağın sanatçısına yakışan." diyen Ilgaz'dan genç kuşakların alacağı çok şey var. Ilgaz toplumda daha çok mizah yönüyle tanınsa da önce bir şair. Ilgaz'ın mizaha y önelmesinde baskıcı dönemlerin

26 T A V I R


"SEN ÇOK YAŞA" BİLSEM Kİ... Bu ayaklar benden hesap soracak, Bir düşüncenin peşinde dolaştırdım Sokak sokak. Bu baş, bu eğilmez baş da öyle... Bazı sarhoş, bazı yorgun Her zaman bir yastığa hasret! Bu ciğer de hesap soracak, Esirgedim, güneşini, havasını. Bu ağız, bu dişler, bu mide... Ne ikram edebildim ki bol keseden! Bu bilekler de hesap soracak. Göz yumdum çektikleri eziyete Bilsem ki kimsenin parmağı yok Bu sürüp giden işkencede; Kılım bile kıpırdamadan bir sabah Çekerdim darağacına k endimi. Bilsem ki suç bende!..

veya başka etmenlerin etkisi olsa da, Ilgaz yapıtlarını mizahöykü, mizah-roman olarak tanımlamıyor. Daha doğrusu mizahı ayrı bir tarz olarak görmüyor. İçinde mizah unsurları kullanılmış olsa da öykü tekniğine göre yazılmış eser öyküdür anlayışında. Mizah bir bakış açısı Ilgaz için. Güldürmekten öte, yaşamdaki çelişkileri İrdeleyen bir bakış açısı. Kendini yazıya ve topluma adamış, seksen üç yıllık yaşamına yetmiş kadar kitap sığdırmış şair, öykücü, romancı, oyun, anı, köşe yazarı ve eğitimci Rıfat Ilgaz'ın direncini; yine kendisinin seksen yaşında söylediği bir söz anlatabilir ancak: "Seksen yaşındayım. Gözlerim de sağlığım da gönlümce okumama elvermiyor artık. Buna üzülüyorum." Direnciyle, mücadelesiyle, yapıtlarıyla aramızda olacak.

O ülkemiz onurlu aydın sanatçı tipinin olumlu örneklerinden biridir. Yaşamının son anına kadar üretmede, tavır almadı, doğru bildiğini söylemede inatla bu özelliğini korudu. Devlet politikalarıyla kösesine çekilen, suya sabuna dokunmayan, giderek duyarsızlaşıp kendini emekçilerden, toplumsal gelişimden soyutlayan bir aydın kimliği yaratılırken Rıfat ILGAZ, "Kaldır taşım kan uykulardan Böyle yürek, böyle atardamar Atmaz olsun Ses ol, ışık ol, yumruk ol" diyordu "Aydın mısın?" adlı şiirinde. Ve ısrarla aydının mücadelesi olması gerektiğini, karşı durması gerektiğini savunuyordu. 1991 Emperyalist Savaş döneminde oluşturduğumuz "Emperyalist Savaşa Hayır Sanatçılar Komitesi"nde hasta yatağından kalkıp hiç tereddütsüz yer aldı. Kendisine "aydınım" diyen pek çok insanın bu duyarlılığın çok uzağında olduğu bir dönemde 0, tarihinde tanıklığı önünde aydın sorumluluğu ile haklıdan yana onurlu yerini almasını bildi. 17 Nisan 1992'de 10 devrimciyle birlikte katledilen devrimci sanatçı Ayşe Gülen için açtığımız tüm kampanyalarda korkusuzca ve cesaretle yer aldı. "Düzene karşı olan herkese bu uygulanıyor. Bir gün benim de kapım çalınabilir ama bunun genç kuşaklardı korku yaratmaması gerekir diyordu. O, 82 yıllık Çınar Rıfat Ilgaz, devrimci sanatçılara yapılın tüm baskılarda da yanımızda yer almasını bildi. Kendi şiiinde dediği gibi O, ömrünün hep baharını yaşadı. YAZ'ı, GÜZ'ü gitti karlı, tipili Kış'ı aitti diyordu ve ekliyordu "Yemyeşil bir bahar kaldı." Om ömrünün hep baharındaymışcasına yaşatacağız. O'nu soyut bir biçimde anarak değil, duyarlı, mücadeleci onurlu aydın olarak yaşatacağız. İki kotunu iki yanma açıp korkuluk olmayı dahi başaramayanlara inat, "Bizden geçti..." demeyeceğiz. Yollar kesilmiş, alanlar sarılmış olsa da yöremizi tel örgüler çevirmiş, alıcı kuşlar fırıl fırıl dönüyor olsa da tepemizde geleceğe, onurlu ve özgür geleceğimize olan umudumuzu yitirmeyeceğiz. SEN ÇOK YAŞA RIFAT ILGAZ... Grup Yorum, Grup Ekin, Grup Özgürlük Türküsü, Koma Bertin, Ayşe Gülen Halk Sahnesi, Fotoğraf ve Sinema Emekçileri, Ortaköy Kültür Merkezi, Kültür ve Sanatta Tavır Dergisi

T A V I R 27


AYDIN ILGAZ, RIFAT ILGAZ'I ANLATIYOR zaman kendi nin onlarla birlikte olduğunu düş ünmemelidir. Hal kımız bunun farkında" di yordu. Aydınların gittikçe hal ktan uz aklaş makta ol duğu kanısındaydı.

"Ilgaz soyadı benim için sakıncalıydı. Ve bir o kadar da onur verici. . Sakıncalı Rıfat Ilgaz'ın oğlu olmak beni biç bir zaman ürkütmedi..."

İnatçı ydı babam. Son Bartın konuş masında; "A nnem yedi tane çocuk büyüttüğü için sütü kesil mişti. Ben de komş unun keçisini n sütünü İçtiğim için inatçıyım." demişti. Fı rsatları kaçırmama kaygısı taşımamış, ödün ver memişti hiç. Acele etmemekten yanaydı. Bir sanatçının çağının insanı olması için çağını bilmesi ve ür etken ol ması gerektiği kanısındaydı. "Bir eğitmen olarak birinci görevim okuduklarımı çocuklara öğretmek, ikinci görevi m ise yazdı klarımı okutmak" diyordu... Halkına her zaman güvenirdi. "Halkım bir s üre için kandırılabilir, yanlış yola s okul abilir ama hal kımın er geç doğruyu bulac ağına İnanıyorum" derdi. Devri min hal ktan kopuk gerçekleş meyeceğini, anc ak hal kın kültürünü geliştirerek, eğitimini artı rarak devrim yapılacağına inanırdı. Özgürlük gereksi nimdir. H aklarımız da bir gereksini mdir. Toplumun bu haklardan uz aklaştırılmasının tepkilere sebebi yet vereceği kanısındaydı... Bütün kültürel akti vitelerde halkın içinden Üretmenin daha yararlı olacağını savunuyordu. "G erçek bir sanatçının (aydın bir kişini n) gözü toplumda, kulağı hal kta ol malıdır. Halkından kopuk bir aydın, hiç bir

"Ben ş airim" demesine rağmen, medyanın onun diğer özelliklerini öne çı karmasını ve şairliğinin geri planda kalmasını hazmedemi yor-du. Pijamalılar, Hababam Sınıfı gibi yapıtlarının bir gün gerçek değerlerinin ortaya çıkarılarak sahneleneceğine inanıyordu. Ertem Eğilmezi n yaptığı Hababam Sınıfı'nı sevmez di. Çünkü bu filmler esas temanın olması gereken " kötü öğrenci yoktur, kötü Öğretmen var dır" yerine kötü öğrenci ve veli imajını vermeye çalışmıştı. Ayrıca en büyük amacı sürekli bir tiyatro edinebilmekti. Elde edilen gelirin de hiç bir yer e gitmeden ti yatronun İçi nde kal masını isterdi. Bu, tiyatronun metalaştırılmasına bir tepki ydi... Bazı tiyatro eserlerine, TV dizilerine, hatta kendini ş air, söz yaz arı ilan edenlerin ipe sapa gelmez şarkılarının piyas aya sunulmasına ve haki ki edebi yatın yok edilmesine tepki duyuyordu. Hem dilin kullanımı, hem de konul arı açısından bulduğu yanlışlar yüz ünden TV izlemeyi sevmi yordu. Bazen sunuc ulara, spikerlere "Dilini eşek arısı soksun" di ye bağırırdı. "Bunlar toplumu ne kadar boş zannedi yorlar. Yanılıyorlar. Yavaş yavaş dinl eyici ve izleyici bulamayacaklar" diyordu. Rıfat Ilgaz'ın oğlu olarak onunla yeterince ber aber olamadım. 4,5 yaşında cez aevi zi yaretl erini hatırlıyor um. Evimiz gözaltında tutuluyordu. Çoc ukluk yaşamım bu yanı yla pek renkli değildi. Onu ya cezaevinde, ya hastanede ya da kaçış dönemlerinde dost evleri ile otellerde görüyor dum. İlk uz un süreli beraberliğimiz yetmişiki yaşında oldu. Cide'ye çekilişinden s onra 12 Eylül'ün gelmesi yle birlikte bir tutukluluk yaşadı. O yaşında karşılaştığı acımasız bas kılardan sonr a ilk kez iki ar kadaş ol duk. "B ana şimdiye kadar babalık fırsatı vermediler. Neden böyle sürdürelim ki. Arkadaş olalım." demişti... Gençliğin hiç bir z aman pısırık

28 T A V I R

olmayacağını ve geri bırakılamayacağını düşünürdü. "Çağın gelişimini gençler çok daha iyi anlatabiliyorlar. Özümü gençlerden alay ım ki çağın içinde kalayım" derdi. Sık sık kendine dert y anan gençlere, açmaza düşmeye gerek olmadığını ve örgütlenmelerini söylerdi. "İşte o zaman sesinizi duyurabilirsiniz. Bu hakkı gözardı etmeyin." derdi... Y aşamımı iki dönemde değerlendiriyorum: Rıf at Ilgaz'ın oğlu olmak benim İçin bir dönem saklanılması gereken bir kural gibi empoze ediliy ordu. İkinci y anı İse Rıf at Ilgaz'ın oğlu olmanın v erdiği mutluluk devresi. Öğrencilik yıllarımda Ilgaz soyadı benim için sakıncalıydı. Ama bir zaman dilimi içinde de onur verici. Sakıncalı Rıf at Ilgaz'ın oğlu olmak beni hiçbir zaman ürkütmedi. "Sınıf adlı şiir kitabının y azarının suçu neydi diy e düşünürdüm. Yay ıncılığa başladıktan sonra (1986) babamın uy arılarına rağmen yasak olan bu kitabı yay ımladım. Ve bir sanatçının Ömrünün baskılarla geçmesine neden olan bu kitabının hiç ses getirmediğini (soruşturma, toplatma vs.) gördüğümde maksadın üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğunu anladım... "Ben bir öğretmen olarak yola çıktım. Sonra da gazeteci-y azar olarak" demişti. Ben bugün yayınevi olarak onun eserlerini çoğaltmakla, göz ardı edilmiş yapıtlarını gündeme getirmekle, gazete-dergi köşelerinde kalmış, onun felsefesini yansıtan yazılarını kitap haline getirmekle sorumluyum. Y akında açılacak olan "Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi"ni gençliğin küftür ve sanatla olan ilişkilerinde toplumcu ve gerçekçi bir bakış açısıyla gelişmesinde önayak olacak ulusal ve evrensel boy utlar da bir kültür merkezi haline getirebilmeyi hedef liyoruz. Burada ulusal sanatımızın ve kültürümüzün önde tutulması amacını gözardı etmemey e çalışacağız. Zaman içinde topluma nasıl malolacağı gençlerin onu algılamasına bağlı. Asıl y argıy ı onu okuyan gençlere bırakıy orum. . (Rıfat Ilgaz'ın oğlu Aydın Ilgaz'la yaptığımız söyleşiden.)


1. omuzbaşlarında kaldı ellerimin sıcaklığı sıktıkça yaşanan güven duygusu 2. bastırdıkça bastırıyordu akşamın ilk karanlığında teslim olmayan bir ölüm yüreğimin üstüne sabahı koyuyordum gökyüzünde kurşun izleri kan lekeleri . ellerini tutar gibi yapıyordum ellerini bastırır gibi yüreğime 3. ateşlenmemiş bir fitilin sessizliği balkonlardan sarkan kan kokuyor zulmün gözleri çelik yelekler kan kokuyor düşleri anlatmaktan geliyordum ben aralamıştım balkonlara açılan kapılarını odaların 4. biraz önce öldürüldü beynimdeki

S. EREK

türküler omuzbaşlarında ellerimin sıcaklığı ölümle seni yanyana koydum sarıldım tutkularına sarmaşıklar yeni sürgün verdi uzattılar kollarını

5. omuzbaşlarında kaldı ellerimin

HEP AĞUSTOS

Halim ŞAFAK

sıcaklığı sıktıkça yaşanan güven duygusu.

T A V I R

29


Sadabad'a" diye yazıyorsa biri ziyaretçi defterimize; demek ki yaşadıklarımız geleceğe akacak... Deryaya akan bir ırmak oluyoruz biz de...

BİR ONUR ÇIĞLIĞI, YANAN BİR MEŞALEYİZ BİZ... Hülya KAYA

K

avel direnişi varmış bir zamanlar, şiirlerde okuduğumuz... Dest an sı bir havada... Sisli, çok uzaklarda kalan, bebekliğimizde...

Sonra 15-16 Haziranlar varmış, 70'lerde... Aynı destansılıkta... Çocukluğumuza denk düşmüş biz farkında olmadan... Daha yakın, daha somut...

Şimdi biz varız...Kağıthane'de.. Kavel'i Hasan Hüseyin'de okuduğumuzda hiç düşünür müydük benzeri bir destanı zamanı gelince bizim de yaratacağımızı. Başkaları da şiirlerden bizi okuyacak ileride bir gün, türkülerden bizi dinleyecek... Devir şair Nedim'in sefa devri değil, işçilerin direniş devri... "Yörü serv-i revanim gidelim

"Bu geri bilinçli işçiyle 20 günde dağılırsınız" diyenler vardı başlangıçta... Kitleler adına laf ebeliği yapıp da kitlelere dolayısıyla kendine güvenmeyenler "% 5 bile şansınız yok, boşuna zorlamayın" demişti. Ama küçümsenen Kağıthane işçisi, bu ukalalıklara karşın fedakarlık ve kararlılıkla direndi. Her şeye direndi. Kendisini işten atanlara direndi. Hükümete direndi... Siyasi partilere direndi... Sendikasına direndi... Kendisine karşı direndi... Direnerek öğrendi... Emek harcadı, yarattı... Acı çekti yaratırken gözyaşı döktü... Kan döktü... Yeri geldi yaşadığı komikliklere kahkahalarla güldü... Hiç tanımadığı, bilmediği insanları kilometrelerce uzakta direnişe destek için yanında bulunca dayanışmanın kıvancını yaşadı... Dağların arasında yağmurdan sırılsı klam olmuşken çocukça gülüyordu gözleri o an... İşte buydu yakalanması gereken... O an... O kıvanç... Orada artık ne söze gerek vardı ne de başka bir şeye... Her şey bir anda gözlerde anlatılıyordu çünkü... Aylarca harcanan emek o anı gözlerde yaratmak için değil miydi zaten... Kendisinden başka herkesin küçümsediği 340 Kağıthane işçisi, kitlesel protesto gösterilerinde 10 binleri topladı Sadabad'a... Kadınlarıyla birlikte boş tencereleri çalarken Kağıthane meydanında " Vur vur inlesin, adil düzen dinlesin" diye haykırdı... Hamile kadınlarıyla çocuklarıyla birlikte joplandı... Çocuklarının kulaklardan gitmeyen çığlıklarına söz verdiler: "Direneceğiz" dediler... Herkesin kendilerini arkadan hançerlediği koşutlardı bunlar... Karar aynı karardı... Ve hükmü yerine getirildi.

30 T A V I R


ne başlamasını getirdi. " 15-20 kişi kaldı, bağıran, af iş asan... onlar da yevmiy e alarak bu işi y apıy or" dendiği koşullarda 120 kişiy le Ankara'ya yürümeye başladı Kağıthane işçisi... " Bekle Ankara Geliyoruz" diye inleyen yer-gök, davulzurna ile birlikte 340 yüreğin ayak seslerine de tanık oluyordu o gün... 2000 destekçisi de vardı uğurlamada... Gözyaşlarıy la uğurlanan yürüyüşçüler "Ölmek Var Dönmek Yok" dediler y ol boyu... Üzerlerine y ağmur yağdı, dolu yağdı... Ayakları patladı yollarda... Dağları taşları aştılar... Rüzgara karşı uyudular... Ateşe karşı halay çektiler... Aralarında bazılar ı baba oldu y ollardayken... İsimler "Y oldaş" konuyordu hep birlikte... "Diren" konuyordu... "Umut Can" konuy ordu... 23 günde Ankara'ya ulaşan 120 yürek, "Kar, Soğuk, Fırtına İşte Geldik Ankara" pankartıyla yüzleri soğuktan yanmış, sırtlarında direniş gömlekleri vakur girdiler şehre... Onlar zaptetme duygusu yaşarken, İstanbul'daki direnişçi arkadaşları ise süresiz açlık grevine başlamışlardı. Direniş iki boy utlu olarak sürüy ordu. Bütün bunlar olurken birileri şaşıyordu. "Geri bilinçli" denilen işçiler mi başarıy ordu bunca işi... Nasıl olurdu? İşçi sınıf ına bilinci kendileri götürmeyecekler miydi? Sınıf niye kendilerini beklemiy ordu?!

Herşeye direndi. Kendisini işten atanlara dire ndi. Hükümete dire ni... Siyas i partilere direndi... Sendikasına direndi... Kendisine karşı direndi... Direnerek öğrendi... Emek harca dı, yaratt ı... za düştüler... Y aptıkları dönüp kendilerini v uruy ordu çünkü... Hesap tutmamıştı... Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuşlardı. Aynı şey leri tekrarlamaktan başka bir şey yapamaz duruma düştüler... Ankara'da yerleşen 120 kişi ise bir görüşme komitesi kurarak hükümet ve siyasi partilerle temaslara başladı. Diğer y andan ise "AÇLIK ORDUSU YÜRÜY OR" isimli bir f otoğraf sergisi açıldı. Güv en Park'ta bir çadır kurularak... Ankara'nın göbeğine oturan direniş çadırı her gün yüzlerce insanın ziy aretine tanık oluy ordu. Direnişçiler fotoğraflarını satıy or, imza topluyordu. Diğer y andan bürokrasiyle süren görüşmelerin giderek ru-tinleşmesi Ankara'daki arkadaşların da süresiz açlık grevi-

15-16 Haziran anmalarının Kağıthane'de yapılması çağrısı yay ıldı direnişçilerden... Süresiz açlık grev inin 45. gününe denk düşen 16 Haziran günü Kağıthane 5 bine yakın insanla doldu. Bir o kadarını ise polis, ilçeye gelen yolları keserek engelledi. Öfke ve kararlılık ifade eden sloganlar, işçilerin hem tarihine, hem bugününe sahip çıktığının if adesi oldu. Ankara'da ise açlık grevlerinin giderek kritik günlere girmesine rağmen hükümetteki duy arsızlığı protesto için 42. gün açlık grevindeki arkadaşlarımız T.B.M.M. kapısının önüne sedy elerle bırakıldı. Kısa bir açıklama sonrası sedy elerle arkadaşları meclis kapısına terk ederek giden (eylemin esprisi buy du) direnişçiler, y olda gözy aşlarını gizley emiy ordu. Şimdi 8. ay day ız. Çok emek harcadık... Çok acı çektik... Ama bir çok şey yarattık... Herkesin her taraftan çok şey söy lediği bu 8 ay da her şey e rağmen boykotu y apmalı... Kendi örgütlülüklerinizle para v e erzak toplayın... Tek elden komiteye ulaştırılması y eterli bunların... Biz Kağıthane'deyiz ... Biz Necatibey'deyiz... Buyrun...

Diğer y andan bizleri işten atanlar "5-10 gün bağırır çağırır giderler." beklentisinin boşa çıktığını görünce tam bir açma-

T A V I R 31



G

ün toplamış tasını, tarağını, çekilmiş yuvasına. Rüzgar hafif serin, şehrin saçlarında dolaşıyor. Gece düşmüş soka klara. Uyku hangi taşın, hangi ağacın üstüne tünemiş bilinmiyor her yana ölüm sinmiş bu şehirde. Uzun, çok uzun zaman oldu, kucağından, sıcaklığından ayrı düştüğüm, 12 yaşın güzelliğini seninle tadamadım. Bir sürgüne vuruldu ömrüm. Beyaz, çok ince bir gömlek, ince siyah bir etek ve beyaz bir lastik ayakkabıydı görülen. Bilemezsin anne, köküm senin toprağında kalmıştı. Ömrümü bir apartman dairesinde betona gömdüler. Direndim anne, direndim. Günler, geceler boyu yaş mıydı yanaklarımdan akan, hasret miydi, yüreğim miydi bilemezsin o uzak şehirde. Sekiz yıl, sekiz kez ölünmüş, sekiz yıl yabanda kalmış küçük, kıvırcık saçlı kızın. Sekiz yıl, kaç gün, kaç gece uzattım elimi, dokunamadım tenine. Karanlık, saçlarını vururdu elime, okşardım beton duvarı, okşardım dağımı, taşımı, pamuğun inciden ak başlarını. Günler düzenlenirdi, pastalar, çaylar, tatlılar, tuzlular... salkım salkım sunarlardı birbirlerine. Bir yarış vardı aralarında daha fazla çeşit sunmak için. Yemezdim, geçmezdi boğazımdan. Özledim anne, tarladan gelirken tandırın başına geçişini. O yorgunluğuna bakmadan incir ağacına çıkıp incir toplamanı nasıl da özledim. Eve hizmetçiler gelirdi belleri iki büklüm, yaşlı, genç. Gün boyu ortalığı temizlerlerdi. Haberleri olmadan eteklerini tutardım. İçim parça parça yanaklarıma akardı. Yirmibirindeyim şimdi. Sen, yurdumun çok uzak bir köyünde, çocukluğumu çalmış aile bir kıyı kentin en lüks semtinde. Ben coğrafyası paramparça,

tarlalarına kar ekilmiş, ölüm biçilen ülkede. Zalimler anaları ağlatıyorlar anne, analar dönmüş dağlara. Sen de bilirsin ya anne, eskiden beri insanları düşünüp dururdum. Yaşam kavgasında ezilenleri... Var gücüyle çalıştığı halde alınterinin karşılığı sadece bir tas çorba olan insanları, yoksul, çıplak ayaklarıyla oraya buraya koşuşan kirli çocukları... Hastane kapılarında çaresiz, kıvrılmış kadınlar, çocuklar, babalar... Bir tutam sancıdır canlarına düşmüş, her bir sancı bir kurşun, bir bıçak yarası. Yoksulluklar yanaklarında patlamış, yalnızlıkları başlarına bağlanmış. Ama sadece acırdım. Bazen de insanların hep birlikte refah içinde yaşadığını düşlerdim. Biliyorum artık. Bütün bunların nedenini biliyorum. Demirin ustasını, kaçak tütün satıcılarını, işportacıları biliyorum Sizin yoksulluğunuzun nedenini de öğrendim anne. Hatta inanamayacaksın, hani eskiden neden bu kadar anlayışsız, zalim, ikiyüzlü diye kızdığım insanlar var ya onları anlayabiliyorum artık. Biliyorum ki kendi istekleriyle değil, düzenin çarkına kapıldıkları için böyleler. Düşün biraz, etrafına şöyle bir bak anne. Köyün en güzel yerinde oturan, dönümlerce arazisi olan Zengin Hasan'ı düşün. Hem de hiç çalışmadan, başkalarının emeğiyle ne kadar rahat yaşıyor. Ve siz... Yoksulluk çeken hep biz mi olacağız anne? Bu coğrafyanın çocukları dağların lacivert kayalarına ekilmiş bir tutam güneş, bir tutam bahar. He demişler, durmak yok demişler. Düşmüşler yollara, düşmüşler zulümle kavgaya.. İnsan boyun kırmak için değildir. İnsan tepeden tırnağa kucaklamaktır sevgiyi. Anladın mı anne? Sonuçta sıradan bir insan olmamaya karar verdim. Anlıyorsun değil mi? Anaların yıkılmaması içindir, anaların gülleri içindir bu

coğrafyada toprağa düşüldüğü... Beni anlıyorsun değil mi? Durmak yok artık, ömrüm yarayı diken, iğneye geçmiş bir tutam iplik. Zulmün açtığı yaraya bir tutam sevgi. Dünyayı pençesine almış haksızlıklar, iğrençlikler varken, çıkarcılık, zalimlik dururken, insanlar acıdan, açlıktan kıvranırken, susmamı nasıl beklersin? Ben onurlu yaşamayı seçtim anne. Ben bataklık içinde çürüyüp

Merhaba Anne, NÛ JİYAN

gitmeyi değil, yaprak vermeye uğraşan çiçek olmayı seçtim. Köydeki tarlamızın biraz ötesinde, kayalıklar arasında yükselip boy atan bir ağaç vardı. Sen bu ağacın azmine bak demiştin. Kayalıkların arasından nasıl da sıyrılıp çıkmış, nasıl da hançer olup yarmış kayalıkları. Evet annem, ben de bu ağaç gibi yarmak istiyorum bu coğrafyanın üzerine konmuş çelikten ağır bulutları. Anlayacaksın beni, anlayacaksın. Su çiçeğe yürümüş, dağlara şehirlere, bütün yapraklara. Yüreğimiz ekilmiş dal dal, pırıl pırıl gökyüzü açmış. O gün tüm gücüyle sevgi aydınlatacak dünyamızı. Her şeyin halaya durduğu, zafer çığlıklarının atıldığı gün. Ve o gün kucaklayacağım seni, yirmibir yılın hasretiyle, yirmibirinci yüzyılın şafağıyla. Göz göze geleceğiz seninle, ben senin adını, sen benim adımı, haykıracağız gökyüzüne. Annem, güzel annem.

T A V I R 33


ÜLKEM YÜRÜYOR BAŞI DİK NÛ PELDA

Bin yıldır kara bir bulut dolanır ülkemin saçlarında Ağır ağır Beş parmağının izi al yanağımızda Düşmüşüz bu yağmur karanlığına Yaaaar Şimdi yangını kucaklamış vatanım Anlıyor Ak bulutların meyveye durduğunu Güneş ışığına konmuş tozu silmek gerektiğini Anlıyor artık Yaaaar Sevda teknesinin gelin gibi deryalara süzülmesini Hasret kokan yeni kır çiçeklerinin çoğalmasını Hissediyor Hissediyor artık iki gözüm Sevdanın eti kemiği kurşunu delip yüreğe dolmasını Ilık ılık Toprağın kökünden alevler kopup geliyor şimdi Ülkem yürüyor başı dik Kan damlaları ışıldıyor Dağlardan coşkuyla akıp gelen ırmaklarda Ve herşey senin için yüreğine yandığım yar Sen gelince ballardan Kanat çırpan kuşların uğultusu içime işler Sevinirim Hasat edilememiş yüreğim yolunu gözler Yaaaar Yaşamın bu zemheri soğuğunda gel Don vurmuş gözlerime ateş olasın diye Yüreğime pençe atan hasret uçsun diye Gel artık Umudu aştık Dağlara düştük Yaaaar

34 T A V I R



İ

stanbul'un Anadolu yakasında, uçsuz bucak-sız yeşil alanlara doğru sokulmuş gecekondu ve çöplük tepelerinin arasında. ÜmraniyeHekimbaşı Çöplüğü'ndeyim.

KOKUYU YAŞAMAK

Koku... h avad a, toprakla, ağaçla, yapıda... gö kte, yerde ve derede. Tonlarca çöpün ağırlığı işliyor içime. dan, kolera ve ishalden ötürü düşer hastane kapılarına. Has-taneler Yazın sıcağa karışır bu koku, dispanserler dolup taşar yoksullarla. toza toprağa: kışın soğuğa, kara, çamura... Her yere ve her şeye Bu düşüncelerle toprak yolda sinmiştir. Uyurken, otururken, yürümeye devam ediyorum. Güneş yürürken duyarsın... yerken alnımı, koku genzimi yakıyor. (çerken, yersin içersin bu kokuyu. Yolun sağ taralından sırtında Uzak yoksul diyarlardan ağır yağlı bir çuval, ayaklagelmişler buralara. Anne, baba,

kardeş, hısım, akraba, yoksulFOSEM

luk başa bela deyip taşını toprağını altın bilip gelmiş dayan mışlar çöp dağlarına. Sonrası yine işsizlik, yine açlık. Ser sefil düşürür salgın hastalık ve artık ölüm kader diye yazılır alınlarına. Hergün yüzlerce insan, üst solunum yolları rahatsızlıklarından, bağırsak enfeksiyonların-

36 T A V I R

rında uzun naylon çizmelerle bir adam yaklaşıyor, terden sırılsıklam. Yanımdan geçerken merakla selam veriyor... Selamlıyo rum onu. Geçip gidiyor, sırtındaki çuvalın içinde, milyonlarca yoksulun kahrı. Biraz ilerde çadırlar görünüyor. Çadırların gerisinde tüt-

Sadık ÇELİK meye devam ediyor Hekimbaşı Çöplüğü. Çadırlara yaklaşıyorum. Yalın ayak koşarak gelen yüzleri kirli gözleri parıldayan çocuklar sarıyor etrafımı. Sonra kadın lar... Yüzlerini başörtüleriyle gizleyip merak ve kaygı dolu gözleriyle ağır ağır yaklaşıyorlar. Arkada ise, çadırlard an başlarını uzatan yaşlı erkekler... Çadı rların önünde de bir çöp varili. Bu traji-komik görüntüyü fotoğraflarken koşarak gelen bir çocuk kadraja giriyor. Objektife doğru yaklaşan şişman bir kadın gözlerinde öfke dolu bir ifadeyle konuşmaya başlıyor: "Çekin çekin de görsünler, duysunlar halimizi. Aylardır kokuyla ve korkuyla nasıl yaşadığımızı, nasıl bir anda unutulduğumuzu yazın. Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Değilsek alsınlar nüfus cüzdanlarımızı. Adımız gavura çıksın." Başka bir kadın devam ediyor: "Gavurların gönderdikleri yardımlar var di yorlard ı. Bu yardımların hiçbiri bize verilmedi. Elin gavuru bile bizi düşünüyor da ya bizim bu devlete ne olmuş? Ölülerimizi çöpün toprağın içinde kodular. 12 canımızı yerin altında bıraktılar. Bu mu insanlık? Bu mu vatandaşın yanında olmak?" Kadınların öfke dolu sözlerini dinlerken bir kaç kare daha çekiyorum. İnsan yaşamın ı böylesine hiçe sayanların ikiyüzlülüklerini anlatıp tekrar görüşmek üzere" diyerek "afet bölgesine doğru hızlı adımlarla ilerliyorum.


lan bir insanın ayağından mı tutuyorum diye. Ayakkabıya tutunup yukarıya çıktığımda bunun yalnızca bir ayakkabı olduğunu görüyorum. Sıcaktan ve kokudan başım dönmeye başlıyor. Çöp dağının eteklerindeyim. Kendi eksenim etrafında dönüyorum. Çöp tepeciklerinden savrulan dumanlar arasında, insanı ürperten bir se ssizlik var.

Konduların, baraka evlerin arasından geçip, aşağılara, Hekimbaşı Çöplüğü'nün dere yatağına doğru iniyorum... Ve, koku bütün hücrelerime işliyor. Bayılacak gibi oluyorum. Bir an geri dönmek istiyorum. Ama hemen sonra da çöp yığınları altında kalan onlarca insanın çığlıklarını duyar gibi oluyorum. Vazgeçiyorum... Ayaklarım dere yatağında sıcak, vıcık vıcık çöp yığınlarına bata çıka ilerliyor. Tepeye, daha yukarılara, çöp dağının kopup geldiği yere doğru ilerlerken, çöp toprağının altında kalmış bir evin beton kalıntılarını görüyorum.

FOSEM

arada sürüyor bu ülkede. Sevinçler, acılar ve umutlar da hep bir arada... Oysa yoksulluk ve ölüm yazgı değil bir sonuç. Yaşamı böylesine acılarla donatanların yarattıkları bir sonuç. Gözlerimi ve genzimi yakan dumanlar arasında çöp tepeciklerine basarak, bata çıka yürüyorum. Bir an ayağım kayıyor. Düşerken bir çöp tepeciğine tutunmaya çalışıyorum. Tutunduğum yerde elim, toprağa batmış bir ayakkabıyı kavrıyor. Bir an irkiliyorum. Toprak altında ka-

Tam tepeye, düzlüğe vardığımda, yüzlerce karga bir anda, çığlık çığlığa uçuşup, dönmeye başlıyorlar başımın üstünde. Az ötede bir sokak köpeği, çöp birikintilerini eşeliyor. Çöp dağının son bulduğu uçuruma yaklaşıyorum. Yer hemen ayağımın altından kayıp gidecekmiş gibi hissediyorum. Ve biraz sonra... O, büyük çatlakları gördüğümde başka patlamaların da olabileceğini daha iyi kavrıyorum. Çatlakları fotoğraflarken aşağılara bakıyorum. Dere yatağının kenarındaki derme çatma evleri, kapı önlerinde, salınan çamaşırlar arasında oynaşan çocukları görüyorum.

Elimde fotoğraf makinası, çöp yığınları arasında, değişik açılar yakalamaya çalışıyorum. Çöp yığınları gerisinde flulaşan kondular giriyor kadraja. Belki bugün, belki yarın ansızın kopup gelecek çöp dağları, onları da yutacak, akıp gelen çöp yığınları arasında yeni canlar kokacak. Kanlı Nisan gününden bugüne 2 ay geçti. 28 yoksulun cesediyle son bulan "kurtarma çalışmaları", çöp yığınları altında kalan 12 cana rağmen alelacele tamamlandı. Geride kalanlar "afet bölgesi"nde kurulan Kızılay çadırlarına yerleştirildi. "Büyük utanç"ın karşılığı 12 gün süren yemekten ibaretti. Yoksulluk ve ölüm hep bir

T A V I R 37


HA BE R Y ORUM

İSTANBUL TİYATR O FES TİVALİ'NDEN BİR OYUN:

ŞEYH BEDREDDİN DESTANI AYŞE GÜLEN HALK SAHNESİ

"B

en yu m u ş ak, en s er t en tu tu m lu , en cö m er t,

edreddin oyunu ile başlayan ve gelecek yıllarda gid erek başka o yunlar la büyü yecek bir olay" yeraldı gazetelerin sanat sayfalarında. Bahsed ilen "sanat olayı" geçtiğimiz günlerde beşincisi sona eren, Uluslar arası İstan bul Tiyatro Festivali kapsamında su nulan, Tuncel Kurtiz'in Nazım Hikmet'in eserlerin den sahneye ko yduğu "Şeyh Bedreddin Destan ı". Böyle bir oyunun öyküsü barda başlayıp barda biterse ne olur? Tabii ki gerçeklerin bulanıklaştığı, bozulduğu hatta tersyüz edildiği bir o yun çıkar ortaya

en

"Olay"ın öyküsü ilginç; tiyatro ve sinema o yuncusu, özellikle Yılmaz Güney'in "Sürü" ve "Umut" gibi filmlerinden t anıdığımız Tuncel Kurtiz bir gün "Arif'in Barı'nda Bedreddin'i yorumlamış. İçkisever "toplumcu" sanatçıların önemli uğrak yerlerinden biri olan Arifin Barı'ndaki eskinin sol cusu yeninin başıbozuk kimi "aydın" ve "sanatçıları da pek beğenmişler, deyim yerindeyse bu yudumlamayı. "Sanat çılgınlığı" demişler adına. Kültür Bakanı Fikri Sağlar da Alman ya'da izlem iş ve herhalde "tam da bize layık" di ye düşünmüş olacak ki, festivale davet etmiş bu oyunu. Davet sevinçle kabul edilmiş, festival günü sevinçle oynanmış ve oyun sonrası gitarlar eşliğinde Beyoğlu'nun o "vazgeçilmez sokakların a" yayılmışlar , şar kılar sö yleyerek, dan s eder ek Ar ifin Barı'na dönmüşler sevinçle. Böylece olay ger çekleşmişi

N er ed e ys e tatlı b ir sö z g ib i ilk d a m l a d ü şe c ekti yer e

Ne güzel bir sanat çılgınlığı değil mi? Artık bö ylesi bir sanat ortamı ve sarhoş kafalar da "Şeyh Bedreddin Destan"nın sahne üzerinde ne haller e düştüğünü tahmin etmek çok zor değil. Sahnede Tuncel Kurtiz ve kar a p eçeler içinde diğ er oyuncular... 1,5 saat boyunca daire şeklinde elele tutuşup etraflarında dönü yorlar ve koreogr afik h areketler yapı yorlar. Am a bu hareketlere, o yunun içeriği ve sözlerle bir bütünlüğü olmadığı için tepinmeler demek d aha doğru olacak. Sonradan kavrıyoruz ki bunlar çeşitli dinsel ayinlermiş... Ortodoks, Katolik, Kızılderili ayinler i, Hitit, Frig, Urartu tapınm alar ıymış... ve aniden ro ck dan sların a geçişler... İşte evrensellik, işte dünü bugüne taşımak. Ve yeni bir modanın öncülüğü; kara peçeler altında rock! Onca tepinmede insan yorulabilir, doğaldır. Bu nedenle arasıra dinlenme ve soluklanma seansları ekleni yor tapınmalara. Şiirler de ya bu soluklanm alar sırasında ya da onca gürültü patırtı arasında okunu yo r, am a hiç anl aşılmıyor . Çünkü ö yle bir yorumlama ki, an-

A yd ın ' ın T ür k kö ylü ler i,

38 T A V I R

sev ecen , en b ü yü k en g ü z el kad ın : T OP R A K n er ed ey se d o ğ u r aca k d o ğu r aca ktı S ıca ktı B u lu tlar d olu yd u lar . B ird en b ir e ka yal ar d an d ö kü lü r g ö kten yağ ar yer d en b it er g ibi b u top r ağ ın ver d iğ i en so n e ser g ib i B ed r ettin yiğ itleri şeh z ad e o r d u su n un kar şısın a çıktılar D ikişsiz a k lib aslı yaln ay ak ve yalın kılıçlılar b aş açık Mü b alağ a cen k o lu n d u S a kız ' lı r u m g e m iciler Y ah u d i esn aflar ı o n bin m ü r id yo ld aşı B ö r klü c e Mu st afan ın d ü şm an o r m an ın a o n b in b alta g ib i d ald ı. B a yr a klar ı al, ye şil,


cak anl aşılmazlığa yeni bir bo yut getirmesi açısından dikkate alınabilir, o da bir avuç marjinalin estetetiği. Oyunda bir yan daha var ki, bu da Tuncel Kurtiz estetiği olsa g erek; oyuncul ar peçeler içinde hopl ayıp zıpl arken gi ysiler buna dayan amıyor ve aşağı doğru dökülüveriyor. İzleyiciye de Bedreddin ve zulme, sömürü ye karşı, verilen mü cad ele değil, yarı çıplak vücutlar izlettiriliyor. Ve oyundan arta kalan da so ytarılıktan öteye gitmiyor. Bö yle bir o yun ancak yozl aşmış kafaların işi olabilir ve ancak barlarda, kadehlerin içinde yaşayanl ara sunul abilir . Ama konu Nazım Hikm et ve Şeyh Bedreddin o lunca b ilinci yitirip ehlileşenl erin vardığı bo yut daha somut olarak görülebiliyor . Tuncel Kurtiz bir sö yleşide demiş ki; "Etna Yanardağı'na yaklaştığım kadar yaklaştım Şeyh Bedreddin'e. Kain atın sesini du ydum... Bir bakıyoruz ki binlerce yıl önce Şamanl ar bir yaban i kazın sırtın a binip uçabiliyorlar, ruhlarla ilişki kuru yorlar. Bir bakıyorum Şaman'ı görüyorum. Sonra onu değiştirip rocker yapı yorum. O da nirvanaya doğru gidiyor çünkü. "Bir bakıyorum balinaların sesini duyu yorum... Bu kitap beni uzaya doğru götürdü. Einstein'le yeniden tanıştırdı... Çarptı beni şiir..." Tuncel Kurtiz'i çarpanın şiir değil kad ehindeki içki olduğu kesin. Yoksa Şeyh Bedreddin Destanı insanın ayaklarını yerden kesmez, kavradığ ı vakit olsa olsa daha sağlam yer e basmasını sağl ar. Çünkü Şeyh Bedreddin d aha 1300-1400 yıllar ı arasında, Osmanlı İmparatorluğu döneminde baskıcı düzene karşı mürid leriyle birlikte isyan ederek, Nazım Hikmetin deyişiyle "Yarin yanağından gayrı/ her şeyd e/ her yerd e/ hep beraber d iyeb ilmek..." sözleriyle ifadesini bulan bir yaşamı savunmuştur. Nazım Hikmet ise döneminde yürütülen sosyalizm mücadelesini temellendir mek için ütopik bir yaklaşımla da olsa- dizeleriyle Bedreddin'i so syalizm e du yulan inancın semboller inden biri halin e getirmiştir . Ve Şeyh B edreddin bugün infaz edilmeler e , kaybedilmeler e, katliamlara, işkencelere, işten atılmalar a, hak gasplar ına rağmen, en ağır bedellerle yürütülen bağımsızlık, demo krasi, sosyalizm mü cadelesi içinde yaşatılabilir ve geleceğe taşınabilir. Ve ancak mücadele içind e yeşer en, yetkinleşen bir sanat anl ayışıyla yorumlanıp, oyn anabilir. Yoksa bö ylesi bir gerçeği uzayda ruh ani ayinl erde aram ak Naz ım'a, Türkiye halklarına, verilen bir mücadeleye saygı sızlıktır. Emeğe saygısızlıktır, inançsızlıktır, in karcılıktır. Devletin kimliksizleştirmeye ve kişiliksizleştirmeye yönelik yoz ve baskıcı politikalarıyla oluşmuş işte böylesi kişiliklerle Nazımlar, Bedreddinl er, Yılm az Güneyler... bırakın bugünün gerçekleriyle buluşturulmasını kendi dönem lerind en bile geriye taşını yorsa, ilerici devrimci olduğunu iddia eden aydın-sanatçıların demokrasi adına anlamsız hoşgörülerinin duyarsızlıklarının ve üretimsizliklerinin de bir payı yok mu acaba?

kal kan l ar ı ka k m a, to lg a sı tu n ç safl ar p ar e p ar e ed ild i a m a, b o şan an y ağ m u r kin d e g ö n in er k en a kş a m a o n b in ler iki b in k ald ı. H ep b ir ağ ız d an tü r kü sö yle yip h ep b ir ağ ız d an çe k m e k ağ ı, d em ir i o ya g ib i işle yip h ep b er ab er . h ep b er ab er sü r eb ilm e k to p r ağ ı, b allı in cir ler i h ep b er ab er yiy eb ilm ek, yar in y an ağ ın d an g a yr ı h er ş eyd e h er yer d e h ep b er ab er ! d iyeb il m e k için o n b inler v er d i se kiz bin in i.. Y en ild iler . Y en en l er , yen ilen l er in d ikişsiz , ak g ö m leğ in d e sildiler kılıçlar ın ın kan ı m . V e h ep b er ab er sö ylen en b ir tü r kü g ib i h ep b er ab er k ar d eş eller iyle işl en en to p r a k E d ir n e sar a yın d a d am ız l an m ı ş allar ın e şild i n o tlar ıyla. T arih sel, so s yal, eko n o m ik şar tlar ın z ar u r i n etic esi b u l d e m e, b ilir im ! 0 d ed iğ in n esn en in ö n ü n d e k afa m l a eğ ilir im . A m a b u yü r ek 0, d ild en an l a m a z p e k. 0, " h e y g id i kan b u r f ele k, h e y g id i kah b e d e vr an h ey " , d er . V e tek er te k er , b ir an kin d e, o m u z lar ın d a d ilim d ilim kır b a ç iz ler i, yü z ler i k an için d e g eç er çıp la k a y akl ar ıyla yü r eğ i m e b a sar a k g e çer ayd ın eller in d en K ar ab u r u n m ağ lu p lar ı.. N A ZI M H İ K ME T 'i n Ş eyh B edr edd in D estanı 'nd an

"Nazım Baba görse çok sever beni." demiş Tuncel Kurtiz olanca ukalalığ ıyla. Nazım Hikmet görseydi döver mi sever mi, bilinm ez am a, em ekçi halklar bir zaman sonra bu tipleri gördüğünde ne yapacağını kestirmek zor değil.

T A V I R 39


H A BE R Y ORU M

9

.6.1993 Çarşamba günü Ortaköy Kültür Merkezi'nde sanatçıların katıldı ğı, infazları, katliamları p rotesto eden bir basın toplantısı düzenlendi. Basın toplantısına Grup Yorum, Ayşe Gülen Halk Sahnesi, Özgürlük Türküsü, Kültür ve Sanatta TAVIR Dergisi, FOSEM (Fotoğraf ve Sinema Emekçileri), sinema sanatçısı Menderes Samancılar, tiyatro sanatçısı Jülide Kural, yazar Hasan Kıyafet ve Hayati Azim, müzisyen Ali Ek-ber Eren, karikatüris t Tarık To-lunay, Soner Demirciler, Halil İncesu, Zeynep Durusu, OKM ve MKM çalışanları katıldı. Basın toplantısı Ayşe Gülen Halk Sahnesi'nin 30 Nisan günü kaldıkları öğrenci evinde

SANATÇILARDAN YARGISIZ İNFAZLARA TEPKİ

katledilen Uğur Yaşar Kılıç ve Şengül Yıldıran için hazırladıkları "Umudu Katledemezsiniz" adlı sokak oyunuyla başladı . Grup Yorum ise gözaltında kayıplar ve yargısız infazlarla ilgili yeni bir çalışmasını seslendirdi. Okunan ortak imzalı basın açıklamasında sanatçılar. İktidar 'Sıra hepinize gelebilir' mesajını veriyor halka. Katliamlara sessiz ve tepkis iz kalmak, yayılan karanlığa

destek olmaktır. Tüm aydınları, sanatçıları, duyarlı kamuoyunu, insan hakları ihlallerine ve infazlara karşı mücadele etmeye çağırıyoruz. Tarihe düşülen not susarak onaylamanın belgesi olmasın." dediler. Sanatçılar basın toplantısını "YARGISIZ İNFAZLAR A SON * yazılı pankartı açarak bitirdiler.

tarihe düşülen not susarak onaylamanın belgesi olmasın! KARİKATÜRLERDE YARGISIZ İNFAZ:

SIRA SENDE Karikatüristler yargısız infazlara ve katliamlara karşı tepkilerini açtıkları sergi ile dile getirdiler. Marmara Öz-gür-Der'in katkılarıyla Tarık Tolunay, Halil İncesu, Doğan Güzel ve Sefer Selvi'nin hazırladıkları 'Karikatürlerde Yargısız İnfaz; Sıra Sende" adlı karikatür sergisi Ortaköy Kültür Merkezi'nde açıldı. Çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanan 52 karikatürden oluşan sergi 27 Mayıs-17 Haziran tarihleri arasında açık kaldı. Aynı tarihlerde Tavır Dergisi Diyarbakır Bürosu'nda da açık kalan sergi 29 Haziran'da da Ankara'd a Ekin Sanat Mer-

40 T A V I R

kezi'nde açıldı. Sergiye katılan sanatçılar: "Sergimize 'Sıra Sizde' adını verdik. Eğer karşı çıkmazsak, sesimizi yükseltmezsek ve katledilenlere sahip çıkmazsak, sıranın bir gün hepimize geleceğini vurgulamak için ; Acılarını öfkeye dönüştürüp meydanlara çıkan, yollara düşen ve sorumluların yakalarına yapışan anaların sesine katalım sesimizi diye. Evet, sıra bizde. Ya bekleyeceğiz sıranın bize gelmesini, ya da haklarımızı sonuna kadar savunarak 'U mudu Katledemezsiniz' diye sesleneceğiz" diyorlar.


HA BE R

ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ ELEMANI

YUSUF KARADAŞ

Ö

TUTUKLANDI zgürlük Türküsü elemanı

Yusuf Karadaş 4 Temmuz 1993 günü Grup Yorum'la birlikte çıktığı Gemlik konseri dönüşünde jandarma tarafından gözaltına alındı ve çıkar ıldığı mah kem ede tutuklandı. Yusuf Karadaş, Özgürlük Türküsü'nün daha önce Eskişehir ve Kütahya'da verdiği konserlerin fotoğraflarını ve Grup Ekin'in "Bize Ölüm Yok" ad lı kasetini üzerind e bulundurduğu için gözaltına alındı. Çıkarıldığı mahkemede bamb aşka gerekçelerle tutuklandı. Savcıya göre Yusuf Karadaş "konserde slogan atmış" ve "jandarmaya mukavemet etmiş"ti. Özgürlük Türküsü bu keyfi tutuklama kararını ve devrimci sanatçılar üzerindeki baskıları protesto etmek için 20 Temmuz 1993 tarihinde Sirkeci Büyük Postane önünde bir gösteri yaptı. Adalet Bakanlığı'na çekilen protesto telgrafından sonra "Özgürlük Türküsü Solisti Yusuf Karadaş Serbest Bırakılsın" yazılı pankartın önünde basın açıklaması okundu. Gösteri sonunda polis, Özgürlük Türküsü elemanlarından İrşad Aydın, İlkay Çal ile olayı görüntülemekte olan FOSEM (Fotoğraf ve Sinema Emekçileri) elem anı Sadı k Çelik ve Özgür Gündem gazetesi muhabiri Bayram Yapıcı' yı göz altına aldı. Bayr am Yapıcı filmler ine el konulduktan sonra aynı gün serbest bırakılırken, İrşad Aydın, İlkay Çal ve Sadık Çelik Eminönü Merkez Kar akolu'nda 24 saat boyunca işkenceye maruz kaldılar. Sanatçılar karakolda bulundukları süre içinde kaba dayak, falaka, jop, elektrik verme gibi işkencelerden geçtiler. Ayrıca polis, İlkay Çal'ı tecavüz etmek ve öldürmekle tehdit etti. Sanatçılar d aha sonra çıkarıldıkları savcılık tarafından izinsiz basın bildirisi dağıttıkları gerekçesiyle kişi başına 40.000 T.L. para cezasına çarptırılarak serbest bırakıldı lar. Bu gelişmelerden sonr a 24 Temmuz 1993 günü Tabipler Oda-

sı'nda düzenlenen basın toplantısında, Özgürlük Türküsü, Grup Yorum, Ayşe Gülen Halk Sahnesi, Fotoğraf ve Sinema Emekçileri, T AVIR Dergisi, İ.H.D. Kültür Komisyonu, İ.H.D. İşkenceyi İzleme Komisyonu. K arikatürist Tarık Tolunay, Karikatürist Ahmet Erkanlı tarafından imzalanan basın açıklam asında şö yle d enildi: Bu baskı ve engellemelere ya-

Y O R UM

Ayşe Gül en 17 Nisan 1992de kaldığı evde kurşunlanarak katledildi. Senar yo hazırdı: "Çatışmada ölü ele geçirilmiştir." Oysa Ayşe'nin silahı yoktu. Sivas'ta devrimcidemokrat sanatçılar Türkiye'nin gözleri önünde yakıldılar. Halktan yana sanat yapmanın bedellerinin ağır olduğu bilincindeyiz. Halkın türkülerini sö ylem eye devam edeceğiz. Kamuoyunu bu haksız tutuklamaya karşı du yar lı olmaya çağıran ve Yusuf Karadaş'ın serbest bırakılm asını isteyen açıklamanın yanı sır a Özgürlü k Türküsü, dinleyicilerini Bayramp aşa Cezaevi C-15 Koğuşu'nda kalan Yusuf Karadaş'a mektup yazmaya ve 9 Eylül'de İstanbul DGM'de yapılacak duruşm aya katılmaya çağırdı. 13.8.1993

tarihinde

Nuran

AYŞE GÜLEN HALK SAHNESİ OYUNCUSU

FATMA ÇİÇEK GÖZALTINA ALINDI bancı değ iliz. D evrimci tiyatrocu

yşe Gül en H alk Sahnesi oyunc ularından Fatma Çiçek evini bas an polisler tarafından gözaltına alındı. 11.8.1993 tarihinde eve gelen polisler, kapı yı Fatma Çiçek'in annesi Nuran Gökçimen'in açması üzerine yanlış eve geldiğini zanneder ek tel aşla kapıyı kapattırıp karşı dairenin kapısına yüklendiler. Karşılarında orta yaşlı bir ev hanımını görünce paniğe kapılan otomati k sil ahlı özel ti m elemanl arının süratle tekrar karşı daireye yönelmesi infaz için geldiklerinin bir göstergesidir.

A

Daha sonr a evde bulunan Tansel Şahi noğlu, Hakan Çiçek, Ercan Çiçek ve i ki misafiri gözaltına alan polisler Nuran Gökçi men'i kendi evi nde gözaltında tutarak karakol kur dular. Savcılık izni olmadığı halde arama bahanesi yle evi talan ettiler. Bir gün sonra Erc an Çiçek'i eve getirerek bu kez Nuran Gökçimen'i gözaltına aldılar. Aynı gün eve gelen Fatma Çiçek ve Ufuk Şahinoğlu da, Ercan Çiçekl e birlikte si yasi şubeye alındılar.

Gökçim en, Er can Çiçek. Tan sel Şahinoğlu serbest bırakıldı. Gözaltından çıkan Nuran Gökçim en yaptığı açıklamad a gözaltında bulunanların Gayrettepe Terörle Mücadele Şubesi'nde ağır işkence gördüklerini söyledi. Fatma Çiçek bundan önce de defalarca gözaltına alınmış, işken celi sorgulardan geçirildikten sonr a suçsuz bulunarak serb est bırakılmıştı. Her şeyin bir bedeli var. Devrimci sanatçılar halktan yana sanat yapmanın bedeller ini ödüyorlar ve ödeyecekler . Egemenl erin h er türden baskı, gözdağı ve terör politikası sonucuna ulaşamayacaktır. Ortaköy Kültür Merkezi ve Ayşe Gülen Halk Sahnesi 14.8.1993 tarihinde yaptıkları basın açıklam asınd a Ti yatromuz oyuncu su Fatma Çiçek ile Hakan Çiçek ve Ufuk Şahinoğlu'nun hiçbir neden gösterilmeksizin gözaltına alınmasını protesto ediyor ve bir an önce serbest bırakılm asını istiyoruz" dedi ler.

T A V I R 41


HABE R

Y O RUM

AYDINCILIK OYUNU Arda GÖÇMEZ

A

21-22 May ıs günleri, Ankara Belediyesinin katkısıy la, Edebiy atçılar Derneği'nin hazırladığ ı "Y aşar Kemal Günler"ni Şinasi Sahnesi'nde izledik. Oturumun ilk gününden başlay arak söz alan her y azar, ressam, şair, müzisy en v b. Y aşar Kemal'in sosyalist bir y azar olduğunu, Nobel Edebiy at ödülüne hemen her sene aday olduğunu, bu ödülü artık alma sırasının geldiğini uzun uzadıy a anlattılar. Kendisi de nereden nerey e geldiğini anlatırken ilk zamanlarda halktan dinleyerek derlediği bin ağıtının o zamanın polisi taraf ından y ok edildiğini o za manın polislerine ağıtlar y aktı-

ğını ama şimdikiler için böyle düşünmediğini söy ledi. Oturumun ikinci günündeyse "Soru Y ağmuru" adı altında izley enlere de söz hakkı verildi. Biz de söz alarak E.S.M'y e y önelik baskını, insanlarımızın gözaltına alınmasını, işkence görmesini, tutuklanmasını, aynı zamanda İsmail Beşikçi gibi y azarların hakkında açılan dav aları v e bu gelişmeler karşısında ay dınlarımızın gösterdiği tavrı anlattık. Gelişen bu olay lar karşısında destek alamay ışımızı nasıl değerlendirdiğini sorduk. Y aşar Kemal de "Hepimizin gençliği -burada konuşan, konuşmay an herkes hatta Anay asa Mahkemesi Başkanı'nın bile - çok büy ük maceralarla geç-

miştir. Biz de bu maceralar içinde y oğrulduk. Tuhaf birşeyler oluy or Türkiye'de. Örneğin ben, Türkiy e'de y azı y azacak gazete bulamıy orum hala. Gençliğimde öy le bir özgürlüğüm vardı. Şimdi y ok. Ama bir yolunu bulmalıy ız. Gerçekten düşünecek durumda değilim bunu. Eksikliğimiz v ar, bunu biliy orum. Çocukları y alnız bıraktık. Ne kadar ay dın olursak olalım, çok büy ük bir namus doğuşu v erdik. Bunlara y ardım etmeliyiz. Niy e olmuy or, bilmiy orum. Bütün olanaklarımız elimizden alındı, sesimiz soluğumuz kesildi. Bu da çok büy ük bir sorun. Bu demokrasi denilen uydurma şey de niye yazacak bir gazete bulamıy orum. Burada benim kişisel günahım da v ardır. Ama benim kişisel günahımdan çok, demokrasi oyununun içinde bazı şey ler dönüy or. Bir bakıma basın özgür değil. Birtakım kapitalistlerin elinde, onların istediği gibi y azıy or. Felçli bir dönem geçirdik. Çok iy i bir mücadele adamı değildim, ama elimden geleni y aptım. Ben mücadelemi y azılarımla v erdim. Benim savaşım oydu. Ama karınca kararınca bu sav aşıma katılmak istedim. İyi, kötü katılabildim. Fakat bütün haklarımın elimden alındığ ını sanıy orum. İnşallah birgün kendimizi toplar, sizin gibi döğüşen gençlere y ardım olanağını buluruz." dedi. Söy ledikleriy le kendini tanımlıy ordu. Bizi sakin bir şekilde y anıtlamıştı. Birkaç soru sonra, Y urt Y ay ınev i sahibi Ünsal Öztürk de söz aldı: "Say ın Y aşar Kemal, Sizin dev let ve hükümet y etkililerinden ödüller almanızla, bizim kitaplarımızın toplatılması ve akıl almaz cezalara çarptırılmamız arasında nasıl bir ilişki v ardır; düşüncenin y asak olduğu, 'terörle' eşdeğer tutulduğu bir y erde, bizim y azarlarımız cezaev lerine gönderilirken, sizin, "yazarlar için y eni bir dönem başlıy or' açıklamanız arasında nasıl bir ilişki v ardır? ANAP hükümeti de size

42 T A V I R


HA B ER

ödül v ermek istemişti; f akat siz kabul etmemiştiniz. DY P-SHP hükümetinden, Kültür Bakanı Fikri Sağlar'ın elinden ödüller alıy orsunuz. Halbuki bize, bu hükümet zamanında 40 mily ar liray ı bulan ağır para v e hapis cezaları isteniy or. Y azarımız İsmail Beşikçi'y e şimdilik 42 ay ağır hapis, 100 mily on liray a y akın da para cezaları v erildi. Böy lesi bir durumda, bu ödülleri nasıl alabiliy orsunuz, vicdanınız hiç sızlamıy or mu? Ortada çok çarpıcı bir durum v ar. Gazetenin birinde önünüzde bir masa, masanın üzerinde kitaplar, oturuyorsunuz... Kitaplar üstüste konulmuş... Kitaplardan biri de açık, gülümsey erek birşey ler anlatıy orsunuz. Halbuki biz, kitaplarımızı üstüste koy amıy oruz. Çünkü kitaplarımız y asak... Bu durumu nasıl açıklıy orsunuz? Bu durumda nasıl gülümsey ebiliyorsunuz?" Ünsal Öztürk sorusunu y öneltirken, sunucu Jülide Gülizar sık sık soruyu keserek, acele bitirmesini istiy ordu. Y aşar Kemal de Jülide Gülizar'a dönerek "Konuşsun zararı y ok, ben bir kelimey le karşılık v eririm, anlatın anlatın, okuy un." diy ordu. Daha sonra ise önceden söz alanlara gösterdiği sakin tav rı kay bediy or ve bağırarak konuşmay a başlıy ordu. "Siz bana nutuk çekiyorsunuz. Onu bana y az gönder, y ahut gazetende yaz. Sen beni itham ediyorsun, istemiyorum. Bana bak, sana birşey daha söyley eceğim. İşte böy le böyle demokrasiyi y okediy orsunuz sizler. Y ürü be sana söy lüy orum. Ben konuşacağım. Senin hakkın yok beni böy le itham etmeye. Bak ben niçin kabul ettim. ANAP'ta devlet sanatçılığını kabul etmedim. Y alnız bu plaketi Fikri Sağlar'dan alırken 15 arkadaşımdan v e benim gibi demokrasiy e, sosy alizme inanan arkadaşıma anket y aptım. Y asaklara y asak koyacağım, diy en bir insana bir darbe de sen v uramazsın dediler.

Benim için demokrasiy e azıcık bulaşmış, azıcık f edakarlık etmiş adam adamdır. Sen burada Y aşar Kemal'i itham ediy orsun. Dinle, bırak otur y erine ben de konuşacağım. Ben başarımı almışsam insan haklarından aldım. 40 y ıldır dövüşüyorum. Ben öy le tenezzül edecek adam değilim beş paralık ödüle. Benim ödülümü insan hakları v ermiş, namusum vermiş. İşte böy le aşırılıklarınızla bu halkın önüne engel oluy orsunuz bazen. Bugün sabahtan beri 'Türkiy e 70 y ıllık f aşizmi y aşıy or'u kim söy ledi. Biraz önce kulağın duymadı mı beni itham etmey e kalkarsın? Hadi hadi gidin." Düny ada çeşitli örneklerini gördüğümüz bir durumla mı karşı karşıy aydık y oksa? Y aşar Kemal de mi ay dıncılık oyunu oy nuyordu? Türkiye'de v e düny ada gerçekten halkın nabzını tutabilen, onunla bir olabilen, her türlü baskıy a karşı durabilen ay dınlar v ar. Y aşar Kemal'i de böy le görmek isterdik. Faşizmden haberdar, ancak bu çarkın neresinde olduğundan habersiz bir aydın mı Y aşar Kemal? Hergün artan baskılara, yargısız inf azlara, Hitler dönemi mantığıy la işley en kültür politikasına karşı y aptığı, bir romandan bir bölüm okumak kadar bir emek mi? Y aşar Kemal aydıncılık oy namamalı, halkın ay dını olmalı v e bunun bedelini bugün de ödemeli. Evet, bu her yiğidin harcı değil.

YO R UM

çukurova çeşitlemesi ŞİİR ADNAN YÜCEL Bir tek kaya doruklaşmıştı o gün Al bir mendil sancaklaşmıştı o gün Elinde yüreği silah bir adam Halk burcunda bayraklaşmıştı o gün

YURT KİTAP-YAYIN

ÇIKTI! DÜZELTME Dergimizin 25. say ısında yayınladığımız Hayriye Ersöz'ün "Geliyoruz" adlı şiirinde dizgi hataları var. Şiirin 4. mısrasını "y üreklerimiz öfke" değil "y üreklerimizde öfke; 22 mısrasını ise "geleceğini kurmaya" değil, "geleceği kurmaya" şeklinde düzeltiriz. Bu y anlışlıktan dolay ı okuyucularımızdan ve Hayriye Ersöz'den özür dileriz.

hayrat öyküler

zeki oğuz Kavram Ajans Yayıncılık Ltd. Şti

T A V I R 43


YETER ARTIK!

1

2 Ağustos 1992'de çıka rıldığ ımız DGM'deki sav unmamız da şu sözleri söy lemiştik; "... Bu salonda mücadele nin sanatı ve sanatsal fa aliy etleri yargılanmakta dır... Sanatımız büy ük insanlık dav asına sahip çıkmaya devam edecek. Emekçi y ığınların özgür, eşit ve kardeşçe bir dünya kurma mücadelesine; bağımsızlık, de mokrasi v e sosyalizm mücadele sine katılmay a dev am edecek türkülerimiz... Bu ülkede sanatçı ların da çağdışı karanlıklara v e y asakçı y asalara karşı direnme geleneğini yaratabileceğini kanıt lay acağız. Bunun için burada y ız..." Bizlere bu sözleri söyleten, mahkeme kürsülerini mücadele mev ziine dönüştürmemize y ol açan inancımızdır; sosyalizme ve halka bağlılığımızdır. Emekten ve halktan yana sanat yapabilmenin gereği, ay nı zamanda baskılara v e yasaklara karşı direnmek ve bu uğurda bedeller ödemekse bizler bu bedelleri göğüsledik ve yolumuza devam ediyoruz. Y ıllardır egemenler taraf ından susturulmaya çalışıldık. Sesimizi boğmak istediler. Ama bunlara rağmen "Grup Y orumlar Tükenmez" sözü; mücadeley le filizlenmiş bir sanatın bu mücadele devam ettiği sürece bitmeyeceğini göstermektedir. Ve bizler mücadelenin her aşamasında devrimci sanatçı kimliğimizle yerimizi aldık, doğru bildiklerimizi söylemekten çekinmedik. Grevlerde, mitinglerde, direnişlerde emekçilerin omuzbaşında yerimizi alarak, engellemenin olduğu y erde sokaklara, alanlara çıkarak "Bu Ses Hiç Susmay acak" şiarını kitlelerle pay laştık. İlerici, devrimci sanata v e sanatçılara, emeğinin hakkı için, bağımsızlık için mücadele eden halklara y apılan baskılar, yasaklamalar, saldırılar karşısında suskun kalmadık, direnişi sahiplendik. Bu uğurda def alarca gözaltına alındık, işkencelerden geçirildik, tutuklandık, aranır du-

T A V I R 44

GRUP YORUM rumlara düştük. Ama biliy orduk güzel olan Kony a hiçbir şeyin kolay elde edilemey eceğini. Ve bizim için onurlu olan tek şey in, inancımızı yitirmeden yürümek, durmaksızın yürümek olduğunu da biliyoruz. Ancak bu y ürüyüşümüzde sesimizden, türkülerimizden rahatsız olanların y alnızca egemenler olmadığını da görüy oruz. Dostudüşmanı yürüdükçe tanıy oruz... Y ürüdükçe bizi y ıpratmaya çalışanların önümüze y asaklarıy la dikilen oligarşinin dışında, devrimci kimliğe sahip olduğunu söyley enler olduğunu da görüyoruz, öy le haberler, öyle spekülasy onlarla karşılaşıy oruz ki, düşmanın başaramadığından daha f azla yaralıy or bizi... üzülüy oruz. Gün geldi "Y orum dağıldı" dendi, gün geldi birileri çıkıp "Asıl Y orum biziz." dediler. Gülüp geçmedik bunlara. Bitmeyeceğimizi türkülerimizle hay kırdık düşmana da, dosta da. Bizi geliştirmek, halklara daha f azla mal olabilmek için yapılan her eleştiriye açık olduk. Ancak bu tür spekülasyonlara bugün bir yenisi daha eklenmiş durumda. Haftalık Gerçek dergisinin 26 Haziran tarihli 13. say ısında "DK'cılar Y ine Saldırdı" başlıklı y azıda Grup Y orum'un Siv as konserine ilişkin değerlendirmeler de yer alıy or. Haberde 18 Ha-ziran'da yaklaşık 1500 kişinin katıldığı konserin adeta bir slogan yarışına dönüştüğü ve Grup Y orum'un da "... gerek ses cihazlarıy la gürültü yaparak, gerek müziği başlatarak ortamı 'tek y anlı' değiştirmeye çalıştığı" söyleniyor. (Tek y anlı' sözü Gerçekle yaptığımız telefon görüşmesinde belirtildi.) Siy asi olgunluk dev rimciliği yaşam biçimi haline getirmiş kişilerin attığı her ad ımda kendini göstermelidir. Ancak Gerçek dergisi böy lesi haberlerle devrimci anlay ışa, olgunluğa v e objektif habercilik anlay ışına gölge düşürüy or. Evet bu haberde tamamıyla subjektif değerlendirmeler ha-

H A BE RY O R U M kimdir. Peki ama neden? Böy lesi yalanlara başvurmak neden? Devrimci sanatçı kişiliğini her y erde sergilemeye çalışan, bu konuda örnek tav ırlar geliştirenlere karşı bu tür spekülatif haberlere, dedikodulara başv urmakla ne elde edilmek isteniyor? Kimi konserlerimizde polisten farksız çalışarak, ev ev dolaşıp "Grup Y orum'un konserine gitmeyin." demekle ne kazanılıy or? Ve atılan sloganlardan tek y anlı rahatsızlık duy up ses cihazlarıy la gürültü çıkaracak denli bir basitliğe ihtiyaç duy acağımıza inanılabilir mi? Ancak bu tür "haberlerin spekülasyon y anıy la birlikte oportünist bir f ırsatçılığı da içerdiğini görüyoruz. Devrimci hareket içindeki gelişmeler karşısında sosyalizme, onun tarihine ve bu uğurda yürütülen mücadeleye sahip çıkmak, onu lekelemeye çalışan küçük-burjuva ideolojisine karşı yaratılan değerlere ve onu yaratanlara sıkı sıkıy a sarılmak devrimci kişiliğin ve onurun gereğidir. Bizler de siy asi kimliğimizle tereddütsüz sosyalizmin y anınday ız. Ahlaksızlıkla, yalanla siyaseti ilke edinmiş, adeta kontrgerilla taktikleriyle bir mücadeleyi y ıpratmaya çalışanların sözcülüğünü, av ukatlığını y apan siyasi anlay ışların da bu y aklaşımlarından dolay ı devrimcilikleri sorgulanır hale gelmiştir. Ama bir kez daha diy oruz; sorgulamak, eleştirmek, mahkum etmek y a da böylesi bir y aklaşıma tepki göstermek için bizim ses cihazlarıy la oy nay ıp gürültü çıkarmak gibi yollara başvurmaya hiç ihtiyacımız y ok. Bizler tav rımızı gizli kapaklı y a da imalı yollarla değil türkülerimizle, mesajlarımızla v e siyasi kimliğimizle açık ve net gösteriyoruz. Bizim tek amacımız y eni bir dünya için mücadele etmek ve bu mücadele ile sanatımızı geliştiremektir. Sizlere önerimiz de budur. Kalemlerinizi, dillerinizi düşmana çevirin, dedikodulardan v e önyargılardan uzak durun. Y aşanası bir düny a için mücadele etmeyi dert edinin, mücadele edenleri y ıpratmay ı değil. Onları sahiplenin, engel olmay ın. Ama aksini yapacaksanız bizden uzak durun. Yeter artık!


KARİKATÜR ÜZERİNE Aşkın AYRANCIOĞLU Mizah, insanlara belletil-diği gibi; şakalar, takılmalar y oluy la hoşça vakit geçirme aracı değildir. Eğer öy le olsaydı, karikatür; baskının, eşitsizliğin, sömürünün olduğu bir düzende tehlikesiz bir "şey " olurdu. Oysa tarihsel v e toplumsal süreç karikatürün (sanatın) -her türlü baskıy a, engele rağmenhaksızlıklara karşı halkın y anında bir "silah" olduğunu göstermiştir. Y aşadığımız kapitalist sistemde, insan da dahil herşey "para için" ... Böy le bir ortamda insan için" olması gereken mizah (sanat) medy a aracılığıy la "para için" bir "şey " oldu.

Toplumsal y aşamdaki sorunları ortay a çıkarmak v e bu sorunların çözümüne öneriler getirmek işlev inden soy utlanan mizah; pek çok çizer taraf ından cinsel sömürünün yapıldığı, halktan insanlarla dalga geçildiği "gülmece" konumuna düşürüldü. Bazı çizerler "para için" mizah dergilerine niteliksiz karikatürler çizerken y ine "para için" y arışmalara nitelikli karikatürler çizme çelişkisini y aşadılar, y aşıy orlar... Böylece "Y arışma Karikatürü" v e "Dergi Karikatürü" gibi karikatür türleri oluşturuldu. Oysa karikatür; ister dergi, gazete, ister sergi ve yarışma için y apılsın belli bir sanatsal nitelik

ONDÖRTLÜ Karikatür Sergisi-2 maçlarını; "Toplumsal yaşamdaki sorunları, çarpıklıkları, çeliş kileri açığa çıkarmak, aynı zamanda günümüz mizah dergilerinde tükeniş sürecini yaşayan, kadının ve erkeğin cinsel birer eşya olarak kullanıldığı, halktan kiş ilerle dalga geçildiği, parasal amaçla binbir niteliksiz liğin ortaya konduğu, insanları uyutan anlayışa karşı alternatif bir "Dil"le insancıl bir dünyanın kurulmasına katkıda bulunmak" olarak açıklayan Ondörtlü grubu 21-2223 Temmuz tarihlerinde Sinop'ta, 24-25-26 Temmuz tarihlerinde de Ayancıkla karikatür sergis i açtılar. Sergiy e; Aşkın AYRANCIOĞLU, B. Yalç ın AYRANCIOĞLU, E. Yaşar BABALIK, Hüseyin ÇAKMAK, Halis DOKGÖZ, Ahmet ERKANLI, Mehmet GÖLEBATMAZ, Murat İLHAN, Yılmaz MUSLU, Mecit ÖZBEK, Erol ÖZDEMİR, Seyit SAATÇİ, Engin SELÇUK ve Seçkin TEMUR katıldı. Necmi Rıza Ayça'nın onur konuğu olduğu sergiye Rum çizer "XPIS" Kıbrıs da konuk sanatçı olarak katıldı.

A

taşımalıdır. "Para için" "duruma göre" karikatür çizmek; sanatta ikiyüzlülüğün, ilkesizliğin v e ödün vermenin göstergesidir. Tüm bunlar y aşanırken, ilkelerinden ödün v ermey en, direngen karikatürcülerin eserleri sergilerden toplatılıy or, haklarında dav alar açılıy ordu. Karikatürcüler Derneği ise Ahmet Erkanlı, Mehmet Aslan v e Caf er Zorlu gibi çizerlerin karikatürleri y üzünden yargılanmalarına haber bülteninde küçük bir köşede birkaç cümlecikle değinirken, Kültür Bakanlığı'nın, derneğe v erdiği Kültür Sanat Büy ük Ödülü'nün haberine çok geniş y er v ererek kimin y anında y er aldığını gösteriy ordu... İnsancıl bir düny ay ı, ilkesiz, ikiyüzlü, kaçkın karikatürcülerle (sanatçılarla) değil, ilkeli, direngen, ürünleri ceplerde değil y üreklerde yer eden karikatürcülerle (sanatçılarla) kuracağız...

ABONELERE ÇAĞRI Ekin Sanat Merkezi baskını sırasında Ankara büromuzun abone defterlerine polis tarafından el konulduğu için birçok abonemize ulaşamıyoruz. Abonelerimizin bize adreslerini tekrar bildirmelerini rica ediyoruz.

T A V I R 45


H A B E R

Y O R U M

KAS ET

DEĞERL EN D İRM EL ER İ

Murat CEYHAN

KUTUP YILDIZI: "ONURUMUZ"

M

üzik de diğer sanat dalları gibi devrimci mücadelenin bir parçası olmalıdır. Toplumsal muhalefetin du yarlı, tutarlı ve örgütlü sanatçıları ürünleriyle kitleler e mal olabilir ve tavırlarıyla yeni gelenekler yaratabilirler. Müzik alanında ilk olarak Grup Yorum bunun adımlarını attı. "Bir Kar Makinası" yolları açarken, ardında yeni müzik grupları da oluştu. Ekin, Özgürlük Türküsü gibi gruplar devrimci müziğin mimarları olarak bir yandan Grup Yorum'u izlerken, diğer yandan kendi yar atıcılıklarıyla beslediler kavgayı. Fabrikalarda, üniversitelerde, kondularda, kısaca "emekçilerin olduğu her yerde biz de varız türkülerimizle" diyen bir anlayış, nicel ve nitel birikimlerin önünü açtı. Ortaya konulan ürünlerden, geleneklerden etkilenen, fakat hayata ideolojik olarak farklı bakan diğer müzik grupları doğdu bu süreçte. Politik anlayışları tartışılıyor olsa d a, direniş m evziler inde yer aldılar. Fakat, bu alanda kalıcı olabilmek, kendini yenileyerek üretken, yaratıcı çalışmalar yapabilmek, tek başına halk denizinde olmakla değil; her yönüyle onu kucaklayabilen bir anlayışa sahip olmakla mümkün olsa gerek. Grup Kutup Yıldızı da özellikle öğrenci gençliğin mücadelesinden tanıdığımız ve kendilerini devrimci bir yapının ifadesi olarak kavrayan müzik gruplarından biri. "Onurumuz" adlı ilk kasetleri geçtiğimiz günlerde çıktı. Müzikal yenilik adına anlamsızlığın, uçukluğun ve savrulmaların yaşandığı bir süreçte sıcaklığı, kitleler tarafından anlaşılır olanı tercih etme çabaları Kutup Yıldızı'nın olumlu yanı. Canlı, dinamik bir müzik tarzını ve söyleyişini temel almaları da kasetlerini anlamlı kılan diğer bir özelliktir ki, bu da mücadele içinde olmaların dan, kavgayı soluma çabalalarından kaynaklanı yor. "Onurumuz", üzerinde çaba harcanmış bir çalışma. Fakat ağırlıkta kendi ürünlerine yer veren grup, beste ve şiirlerini kendi oluştururken, düzenlemeleri aranjöre bırakmış görünü yor.

türküleri çekici hale getirmek, üzerinde düşünülmüş müzikal bulu şlard an geçiyor. İlk stüdyo deneyimi "acemiliğinden" olsa gerek, müzikal hatalardan da söz etmek mümkün; bazı enstrüman ve vokaller altyapı ve ritm aletleriyle çakışmıyor, ritm sallanı yor. Kaset repertuarlarının büyük bölümü kendi bestelerinden oluşuyor. Tüm dünya işçi ve emekçi sınıfının ortak marşı "Enternasyonal", yetmişli yıllardan beri söylenen "Kürdün Gelini" ve müziğini daha önce bir çok sanatçı ve grubun kasetinden tanıdığımız Kürt ezgisi "Bi-rindarım" gruba ait olmayan üç parça. Devrimci değer ve birikimlerin sahiplenilmesi çabaları "Enternasyonal" ve "Kürdün Gelini"ni anlamlı kılmış. "Birindarım" ve "Kürdün Gelini" düzenlemeleriyle başarılı olurken; coşkusuz ve tekdüze söylenen vokalleriyle, sözlerle uyuşmayan ritmiyle ve yaratılamayan çoksesliliği yle "Enternasyonal" adet a "söndürülmüş". Kendi ürünlerinden "Sevdadır" sıcaklığı ve sadeliğiyle öne çıkan türkülerden. Bu türkünün oluşturulmasında OKM kolektif müzik çalışmalarının katkısını da belirtmek gerekir. Oysa biz kasette buna ilişkin bir ifadeye rastlayamadı k. Diğer türkülerin sözleri A. Zeki Özger, Adnan Yücel, H. Hüseyin Korkmazgil, Nihat Behram, Arif Damar ve Kutup Yıldızı'na ait. Kasette olumsuz diğer bir nokta ise düzenlemelerde çoğunlukla org ve benzeri aletlerin kullanılması. Bu tür aletler, türkülerin monotonlaştırılmasında ve seslerin kulağı tırmalamasında bizce en önemli etken. Halk sazları ise nadiren duyabildiğimiz enstrümanlardan. Müziklerde yer yer Ahmet Kaya, Ferhat Tunç'u andıran bölümler de yok değil (Örneğin, "Gün Gelecek" parçasının giriş kısm ında olduğu gibi). Buna bir de bayan solistler kadar başarı gösteremeyen erkek solistin yer yer Ferhat Tunç'laşan söyleyiş tarzını eklemek gerek. Kaset kapaklarında belirttikleri gibi "tüm eksikliklerine karşın devrimci anlayışı savunmaları", örgütlü anlayışın gereklerini yerine getirmelerini zorunlu kılıyor. Daha çok eksikleri vurguladığımız bu eleştriler, devrimci müzik gruplarıyla dayanı şma tavrımızın bi r ifadesi olar ak ele alınmalıd ır. Kutup Yıldızı'na çalışmalarında başarılar diliyoruz.

EZGİNİN GÜNLÜĞÜ "İSTAVRİT"

E

zginin Günlüğü 80'li yılların ortalarında 12 Eylül'ün dayattığı yoz kültüre alternatif bir arayışla ortaya çıkmış ve özellikle gençlik tarafından sahiplenilmişti. Çıkardıkları kasetlerden sonra dağılan grup sessiz kaldı. Ve uzunca bir aradan sonra yeni bir kadroyla, yeni bir kaset çıkardı: "İstavrit". Özellikle "Alagözlü Yar" ve "Sabah Türküsü" kasetlerinde Halk Müziği çalgılar ını Batı enstrümanları ile kaynaştırma ve çok seslilik konusunda Ruhi Su'dan al-

46 T A V I R

dıkları birikimi ileriye taşımada olumlu çalışmalarını izlediğimiz Ezginin Günlüğü, yeni kasetinde kendini tekrarın da ötesinde, ger ilem iş. "İstavrit", adından da anlaşılacağı üzere ülkemizin toplumsal-siyasal gelişmelerinin yansıtıldığı bir çalışma değil. Kaset, genelde odağına bireyin dünyasının oturtulduğu, umutsuzluk ve boşvermişliği erdem sayan sözler ve bunu tamamlayan müzikal bir yapıyla örülü. Ezginin Günlüğü çıkışından itibaren politik bir anla-


yış taşımadı. Fakat 80 sonrası cuntanın kimliksizleştirme, yabancılaştırma politikalarıyla kitlelerin üzerin e geldiği bir süreçte, hümanist bir yaklaşım la da olsa, tepkileriyle onlar da ses olma çabasındaydılar. Bu anlamda ilk kasetlerinde insan ilişkilerindeki ar ayışlar ı görmek müm kündü. Fakat sosyalizme olan inancın kaybolduğu bir süreçte, değerlerin erezyona uğramasının kaçınılmaz sonunu Ezginin Günlüğü'nde de gördük; tıpkı Yeni Türkü gibi, değerlere ve toplumsal gerçeklere dah a da yabancılaşmışlardı. Yunan halkının en alt tabakasının yaşamlarını , kavgalarını, acılarını, sevinçlerini anlatan ama özellikle son dönemde ülkemizde tavernalarda, sosyete toplantılarında iyice yozlaştırılarak sunulan "Rebetiko" bu kaseti de etkilemiş, ama Ezginin Günlüğü Yeni Türküye öykünmekten öteye geçem emiş. "İstavrit"te, daha önce solo çalışmalarından tanıdı-

B

ildiğimiz kadar ıyla üç senedir çalışm alar ını sürdüren, çoğunlukla da katıldıkları festivaller, dayanı şma g eceler i ve konserler inden tanıdığımız Grup Günola "Metronun SahipleriDeniz'in Türküsü" kasetini çıkardı. Kaseti grubun geçmişinden farklı kılan en belirgin özellik şudur; önceden ulusal alet ve formları temel alan grup, kasetler inde bunu ter ketmiş görünü yor. Kapakta "Notalarımızı porteye dizerken, sanatın mücadelenin bir unsuru olduğunu ve sanat üretilerinin, sanatçıların sınıfsal konumundan, üretim ve yaşamın gerçek sahipleri proleter yadan so yutlanamayacağını düşünüyoruz" diyorlar ve ekliyorlar: "...Biz sokaklardan ve sahneden bu çığlığı yolluyoruz sizlere..." Doğrusu, yaşadığımız gerçeklere ilişkin anlatımlara pek rastlayamadı k. Ne infazlar yer alıyor kasette, ne de bir işçi direnişi... Ne gecekondular anlatılıyor, ne de Kürdistan'da yaşanan savaş gerçeği... Denebilir ki, bu kasetin işlevini siyasi bir dergi gibi düşünemeyiz ki, tüm bunlar geniş bir biçimde yeralsın? Elbette değil. Fakat ülkemiz emekçilerinin yaşadığı yoksulluğun, baskıların ve acılar ın geldiği aşam a sizi bir devrimci sanat çı olarak rahatsız edi yorsa ve kendinize kaset içinde yazdığınız gibi bir misyon da yüklü yorsanız (hem de proleterya adına), genel geçer şarkı sözleri yerine daha anlamlı gerçekleri dile getirebilmeliydiniz. "Proleterya" adına yola çıktığını sö yleyenl erin, hayata daha ir adi müdahale etmeler inin önemi göz önüne alındığında, ürünlerimizde ülkemiz ger çeklerinin yer alması zorunluluğunun yanısıra, somut, yalın ve anlaşılabilir olması gerektiği de açıktır. Gerçekliğin nasıl anlatıldığı, sanatsal bir dil haline nasıl dönüştürüldüğü de tartışma konusuyken, bizim öncelikle değinmeye çalıştığımız, hangi gerçeğin ifade edilmesi g erektiğidir. Günola'nın müziği de, düzenlemeleri ve üslubu da edilgen bir tarz içeriyor . "Proleter yanın" hak alma mücadelesini işleyen ve bunu estetik bi çime dönüştüren, onların mücadele dürtülerini körükleyen bir müzik tarzı yo k; aksine "işçi direnişlerine davul-zurna yerin e pi ano yla gidilm eli" di yen sanat anl ayışıyla neredeyse özdeş. Kaset ad eta "orta kalit e pop tarzı" bir çalışm a. "Halaylar" bile din lence müziğine dönüştürülmüş. Altyapı ve ritmler yer yer taverna müziklerinde olduğu

ğımız Hüsnü Arkan da yer alıyor. Sofistin sıcak olmayan ve abartılı sö ylem tarzı hemen hemen her parçada kendini hi ssettiriyor. Kasette göze çarpan bir başka nokta da enstrümanların sığ kullanılışı. Ulusal çalgıları duymak bir yana, daha önce ustaca kullandıkları gitarı bile duyamadık bu kasette. Davul ritmleriyle birlikte alt yapıd aki monotonlaşma da parçaları sıkıcı kılıyor. Hem müzik hem de içerik olarak eski çizgisinin çok uzağında bulduk Ezginin Günlüğü'nü. Değişim(!) rüzgarlarına ayak uyduranlar çoğalıyor şu günlerde. Kasette yer alan bir parçanın sözleri "yeni" Ezginin Günlüğü'nü sanıyoruz yeterince anlatıyor: Çık yollara şarkı söyle/ Ne hale geldi dünya böyle/ Unut olanı ver elini oyna/ Ceketini, bakışını, gülüşünü topla/Geriye kalan acın ası dün ya..."

GRUP GÜNOLA: "METRONUN SAHİPLERİ" gibi kullanılm ış. Solistlerd e ise, elit ve sıcaklaştırılam ayan sö yleyişin örnekler ini görmek mümkün. Bestesinin Necmi Bektaşoğlu'na ait olduğu yazılan "Turnam" tipik bir Kürt ezg isi. Bizce bu türkü için "uyarlam a" yazılm alıydı. Diğer bir nokta ise, bugünlerde moda haline gelen, gerekli olup olmadığına bakılmaksızın bir çok kasette "prestij" enstrüman olarak kullanılan saksafonun, bu grup tarafından da bir parçad a kullanılması. Adeta, "saksafon olmasayd ı, kalite olmazdı" der cesine kutlanılan bu enstrüman şarkının havasını dağıtmaktan öte bir işlev taşımamış. Haftalık bir d er g ini n "Mini Yorum" köşesini hazırlayan grup elemanı Bahadır Sade, devrimci müzik gruplarını kasteder ek yön elttiğini sandığımız bir eleştrisinde, onları "İstanbul şivesiyle Kürtçe türkü söylemekle" eleştiriyordu. Hayır eleştirmiyordu, yazının üslubuna bakılırsa verip veriştiriyordu. Doğrusu, Kürt halkının ortak sesi olan ve bunun için bedeller ödeyen grup ve sanatçıların sam imi çabalarını eleştireceğ i yerde, bu kasetlerinde "düzgün bir şiveyle" bir tane olsun Kürtçe türkü sö ylemelerin i isterdik. Bö ylece onlardan doğru bir Kürtçe'nin nasıl sö ylenm esi gerektiğini öğrenmiş olurduk( !). Bahadır Sade'nin "yandaşlarına 'Cesaret' türküleri" söylü yor diye devrimci müzik gruplarını eleştirmesine karşın, Grup Günola'nın "Erdal'a Türkü" ve "Deniz'in Türküsü'nü" sö ylemelerini olumlu yoruz. Ancak Deniz'in Türküsü, onu mücadele içind e yaşatmak yerine, "nostaljik" ele alm ak isteyen anlayışlar ın beklentilerine u ygun tarzda sö ylenmiş; adeta "ruhunu şad etmek" istercesin e...

T A V I R 47


H TA B E R

• ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ Özgürlük Türküsü 3 Mayısla Eminönü Beledi yesi'ne ait kreş açılışına, 6 Ma yıs' ta Çorlu'da, Çorlu Halkev i'nin düzenlediği yaklaşık 200 kişinin izlediği şenliğe, 12 Mayısla "Hemşireler Gönü" nedeni yle Sağlık-Sen'lilerin Bakırköy Ruh v e Sinir Hastalıkları Hastanesinde düzenledikleri şenliğe, 28 Mayısta İ TÜ A yazağa'da yaklaşık 500 kişinin izlediği geleneksel İTÜ Şenliği'ne katıldı. 19 Ma yısla Marmara Üniv ersitesi öğrencilerinin, 22 Mayıs'ta BemSen'in, 6 Haziran'da Marmara ÖzgürDer'in düzenledikleri gezilere de katılan Özgürlük Türküsü "Yargısız infazlara Hayır" kampan yası çerçev esinde 8 Ma yts'da Uğur Yaşar Kılıç'ın mezar anmasına, 12 Ma yısla Mimar Sinan Üniv ersitesi Fen Edebiyat Fakültesi'ndeki etkinliğe, 15 Mayısla Eğit-Sen 3 Nolu şubede düzenlenen panele, 27 Ma yıs'ta İstanb ul Üniv ersitesi Av cılar Kampüsû'nde düzenlenen "Um udu Katledemezsiniz" adı v erilen etkinliğe katıldı. Av cılar'daki bu etkinlik sırasında elektrikleri kesen idare v e polis dinletinin verilmesini engelleyemedi. Özgürlük Türküsü'n ün 5 Mayıs ta Afyon'da, 8 Ma yısta Adana'da v ereceği konserler bu illerin v aliliklerince yasaklanırken Özgürlük Türküsü 29 Haziran'da Eskişehir'de, 30 Haziran'da Kütahya'da birer konser v erdi. Eskişehir'deki konseri yaklaşık 600 kişi izlerken polisin olağanüstü güvenlik önlemleri aldığı görüldü. Bir gün sonra Kütah ya'da gerçekleşen konseri ise yaklaşık 350 kişi izledi. Özgürlük Türküsü, Küçükarmutlu halkının düzenlediği "12 Temmuz Şehitlerini Anma Şenliği"ne katıldı. Memurların grev li toplu sözleşmeli hak alma mücadelelerinde bir kilometre taşı olan 15 Temmuz'da memurların iş bırakma eylemlerine türküleriyle destek olan Özgürlük Türküsü, Bakırköy Ruh v e Sinir Hastalıkları, Şişli Etfal v e Cerahpaşa Hastanesi ile Kadıköy Belediyesi'nde dinleti v erdi. Grup, 22 Te mmuz g ünü ise sağlık emekçilerinin Şişli Etfal Hastanesi'ndeki iş bırakma eylemine türküleriyle katıldı. 17 Temmuz'da Sakatlar Derneği'nin düzenlediği geziye katılan Özgürlük Türküsü gezide, düzenin sakatları kendi kaderine terkeden bir anlayı

k ü l t ü r v e s a n a ll a

or t ak öy

y a z ı i şl e ri

TA VI R a y lı k s a n a l

kül t ür ve san at b ili m s e l a r a ş t ı r m a

m üd ür ü:

der gi si

yay. o r g . fil m ti c . s a n . It d . şti â d ı n a s a h i b i: e lif s u m r u g ü r e l

eli f s u m r u gür el

T EM M U ZA Ğ U S TO S' 9 3 sayı 28

şa sahip olduğunu, bu anla yışı yıkmanın ancak örgütlü m ücadeleyle gerçekleşeceğini belirten bir konuşma yaptı. Dinleti daha sonra halaylarla sona erdi. Özgürlük Türküsü 7 Ağustos'ta Kuşadası İşçiler Birleşme v e Dayanışma Derneği'nin düzenlediği "Dostluk v e Dayanışma Gecesi"nde bir konser v erdi. Konsere yaklaşık 500 kişi katıldı. İzmir v e ilçelerinden gelen dinle yicilerden 50 kişi konser sonrasında gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan 21'i daha sonra tutuklandı. Özgürlük Türküsü, 9 Ağustosta, Demokrasi Partisi Kocaeli İl Örgütü'nün düzenlediği şenliğe katıldı v e burada yaklaşık 1000 kişiye seslendi. Polisin yoğun önlemine v e DEP İl Başkanı'nın engellemelerine rağmen konser gerçekleşti.

GRUP YORUM

Grup Yorum 23 Mayıs tarihinde Tokat'da, 24 Ma yıs tarihinde de Niğde'de birer konser v erdi. Her iki konseri de yaklaşık 2000 kişi izledi. 12 Haziran'da Selçuk Halkevi'nin düzenlediği konserde Grup Yorum yaklaşık 1000 kişiye seslendi. Grup Yorum 18 Haziran' da Siv as'ta bir konser v erdi. Yoğun g üv enlik önlemleri altında başlayan konserin sonunda polis, Mü cadele Gazetesi Siv as muhabirini v e bir üniv ersite öğrencisini gözaltına aldı. 18 Haziran'da Demokratik Kitle Örgütleri'nin düzenlediği Ölüm Orucu Şehitlerini Anma Gezisi'ne katılan Grup Yorum türküleriyle geziyi renklendirdi. Kamu Çalışanları Platformu'nun 20 Haziran'da düzenlediği v e yaklaşık 3000 kişinin katıldığı Demokrasi v e Sendikal Haklar Mitingi'n de Gru p Yorum üç parça seslendirdi. "Haklıyız Ka zanacağız" marşından sonra "Memuruz Haklıyız Kazanacağız" sloganı atıldı. Grup Yorum Haziran ayı içerisinde Karasu'da bir konser v erdi. Grup Yorum konser sırasında pankart asarak propaganda yapmak isteyen CHP'lilere izin vermedi. 7 Temmuz günü geçirdiği kalp krizi sonucunda yaşamını yitiren Rıfat Ilgaz, 10 Tem muz'da toprağa v erildi. Birçok sanatçı ve aydının katıldığı cenazede Grup Yorum da v ardı. Cenaze AKM'de yapılan an madan sonra Zi ncirlikuyu Mezarlığı'nda gömüldü. Gru p Yorum mezar başında yaptığı konuşma da "Bizler Rıfat Ilgaz'ı so yut bir biçim de anarak değil, dev rimci sanatçı sorumy a z ı ş m a a d r e s i:

an kar a

o rt a k ö y k ü tt ü r m e r k e z i

ci h a n s o k a k

der eb oy u cad. no: 110 o rt a k ö y /i s t a n b u l 161: 2 58 69 87 f ax: 25 8 698 7

21/ 10 sı hhi ye/ ankar a t el : 2 3 1 3 3 0 7

di yar bakı r

luluğumuzla mücadelemizde yaşata cağız" diyerek "Bize Ölüm Yok" adlı parçayı seslendirdi. Aynı gü n Bem-Sen'in düzenlediği yemeğe katılan Yorum türkülerini memurlarla birlikte söyledi. AGHS de bir şiir dinletisi sundu. Grup Yorum 4 Temmuz'da Gemlik'teydi. Yaklaşık 1500 kişinin izlediği konserde Ölüm Orucu şehitlerinden Abdullah Meral'in ailesi de v ardı. Konserden sonra yoğun güv enlik önlemleri alan j andarma, Özgürlük Türküsü elemanı Yusuf Karadaş'ı gözaltına aldı. Yusuf Karadaş daha so nra tu tuklandı. Grup Yoru m da Gemlik Emni yet Müd ürlüğü tarafında n 2 saat gözaltında tutuldukta n sonra serbest bırakıldı. 23 Temmuz'da düzenlenen Av v e Balık Festiv ali'ne katılmak için KeşanEnez'e giden Grup Yorum'un sahneye çıkması Belediye Başkanı tarafından engellendi. Kürtçe türkü söylenmesini engelleme çabasında olan Beledi ye Başkanı'nın bu tu tumu izleyiciler v e Grup Yorum tarafından protesto edildi. Grup Yorum v e Grup Özgürlük Türküsü 1 Ağustosta Altı Nokta Körler Derneği'nin Ankara'da Gençlik Parkı'nda düzenlediği konsere katıldı. İki seans halinde yapılan konseri yaklaşık 2000 kişi izledi. Grup Yorum 2 Ağustosta da İzmit Fuarı'nda bir konser v erdi. Konser öncesi grup elemanlarının kimliklerini alan polis konser sonrasında da 30 kişiyi gözaltına aldı.

AYŞE GÜLEN HALK SAHNESİ Ayşe Gülen Halk Sahnesi ( AGHS) 27 Ma yısta İ.Ü. Av cılar Kampüsü'nde düzenlenen v e bu yıl U ğur Yaşar Kılıç ile Şengül Yıldıran'a adanan şenliğe v e 28 Mayısta İ TÜ Ayazağa Kampüsü'nde düzenlenen geleneksel İTÜ Şenliği'ne katıldı. Şenliklerde İşkence Güncesi, 20. Asrın Macerası, Genel Grev v e Umut Katledilemez adlı sokak oyu nları sergilendi. 20 Haziran'da Ölüm Orucu Şehitlerini Anma Gezisi'ne bir şiir mizanseni ile katılan AGHS ayrıca 8 Ma yısta; Uğur Yaşar Kılıç v e Şengül Yıldıran'ın mezar anmalarında şiirleriyle yer aldı.

m al at y a

ab on e ko şul l an

al m a ny ai çi n

of set

i nön ü

in ö n ü c a d .

( 6 ayl ı k) y u r t i çi 6 0 0 0 0 - T L

he sa p n o:

h a z ı r lı k : t a v ır

ca d. t em i z ap. kal : 6 no: 5 di yar bakı r

le b l e b i ci a p . 36/ 6 m al at ya

1 yıll ık y u r ti çi 1 2 0 0 0 0 - T L yur t dı şı 45. - D M e lif s u m r u g ü r e l

ba nk ası 300 46 46- 6

a k b a n k o r t a k ö y -i s t. ş b . he sa p n o: 858 3

48 T A V I R

Y O RU M

ya pı kr e di

yayı nl ar ı ba skı : y a l çı n o l s e t




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.