Kasım '94'te 1
MERHABA
Merhaba
2
Bağcılar'da Bizimleydin/ Tavır
4
Faşizm Koşullarında Sanatsal Faaliyetler
6
Kayıp/ Tolga Karadeniz
11
Şiirsiz Yola Çıkılmaz/ İbrahim Karaca
14
Bir Çocuğun Umuduna Baskın/ Zafer Doruk
16
Ya Özgür Vatan Ya Ölüm!
17
Devrimci Sokak Tiyatrosu Deneyimleri/ Ayşe Gülen Halk Sahnesi
24
Merhaba Sevgili Nil/ Hazal Tunç
27 Filistin Sanatı
30
Öç/ Zeki Oğuz
32
Alacağın Olsun Eyfel Kulesi/ Onur Akman
34
Altın Yapraklı Sabır (Oyun)/ Merzifon Halk Sahnesi
42
Habcr-Yorum KAPAK: P.A. KRİV0N0G0V "BRESİSKAYA KULESİ
Uzun bir aradan sonra yine birlikteyiz. Bu zaman dilimini sayfalarımıza sığdırmak mümkün değil elbette. Eksiklerimize karşın eşit ve özgür bir dünya için savaşanların sesini taşımak için yine sizinleyiz. Sözcüklerimizi ateşlerden çekiyoruz...ve bizi en güzel günlere yakınlaştıran direnişlerden filizleniyor sanatımız. Halk Kurtuluş Savaşçılarının uzlaşmaz, kararlı direnişleri dizelerimize, ezgilerimize can katıyor. Onların canlarıdır anlatmaya doyamadığımız bayrağımızı şekillendiren. "Bir dirence yazılıyor adlan". Bağcılar'dan Dersim'e, Beşiktaş'tan Sultançiftliği'ne, Mersin'e ve ülkenin dörtbiryanına uzanan, kucaklayan bir sarmaşıkta açıyor direnç çiçekleri. "Her mevzi bir vatan toprağıdır" deniyor. Kurtuluş için, özgürlük için, kan ve zulüm altında bıktırılmış olan vatan toprağında sevinçler yeşersin diyedir bu mücadele. Sevinçle, itinayla salınıyor emekçilerin orak-çekiçli kızıl bayrağı mevzilerden ve onurla dalgalanıyor gökyüzünde. Ön kapakta resmedilen onurlu direniş, arka kapakta bize zafere bir adım kala yaşanacakların müjdesini veriyor. Bağcılar direnişçileri müjde verdi bize; "Onsekiz yılın birikimi bir volkan...patladı patlayacak." Ve Ankara'dan sarsıldı bozguncuların, insan kasaplarının sarayları. Ayağa kalkıyor acılı topraklar, Türkiye ve Ortadoğu halklarının iktidarı adına. Zorlu günlerin, yılların arasından sıyrılıp geliyor Parti-Cephe. Halkların kurtuluşu için verilen mücadele tüm duyguları olanca yoğunluğuyla yaşatıyor bize. Acı ve sevinç, hüzün ve zafer; içiçe. Acının içinden sevinç, hüznün içinden zafer doğacak, biliyoruz. Halkların önderinin, öğretmenimizin emperyalizmin elinde tutsak olması, düşen yiğitlerimiz; dışarı vurmaktan hiç çekinmediğimiz acımızı ve hüznümüzü yansıtırken onların ellerinden, emeklerinden doğan partiyi kucaklamanın coşkusunu, sevincini yaşıyoruz. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı öfkemiz bir kez daha bileniyor. Onur Akman öyküsünde "Alacağın Olsun Eyfel Kulesi" diyor. Bir sitem değil bu. Sevdamız dağları delmiş, öfkemizse çeliğini eritecek Eyfel'in... Eyfeller'in. Bir sınavdır yaşadığımız; sahiplenmenin, bağlılığın, öfkemizin ve geleceğe duyduğumuz güvenin. Devrime ve sosyalizme yani özgürlüğe olan inancımız her adımımızda bir kez daha sınanıyor. Her katliam, her infaz, her kayıp, yakılan köyler, bombalanan dağlar, işsiz ve aç insanlara her gün yenilerinin eklenmesi; özgürlüğe olan açlığımızı artırır ancak. Bu açlığın, bu inancın sorumluluğunu yerine getiren insan, bu manca sahip sanatçı; halkın insanıdır, halkın sanatçısı, aydınıdır. Halklara sırt çevirenlerin sanatsal üretimlerinde varacağı noktayı şair İbrahim Karaca "Şiirsiz Yola Çıkılmaz" başlıklı yazısında dile getiriyor. Tavır yaşanası bir dünya kurabilme özlemiyle mücadele eden ve emekçilerin safında yer alanların gücüyle çıkan bir dergidir. Bundan sonra da böyle olacaktır. Yayın düzenindeki aksamalar bir çok engele rağmen gene sizlerin desteğiyle giderilecektir. Yeni bir dünya, yeni bir insan yaratma mücadelesindeki işlevimiz, hepimizin katkılarıyla yerine gelecektir. Ürünlerinizi bekliyoruz.
SAVUNMASI"
Dostlukla!.. T A V I R
1
Bu gece hepsi yanıbaşımızda.. Bedreddinler, Pir Sultanlar, Baba İshaklar, Dadaloğlular, sonra Mustafa Suphiler... ve Mahir, Hüseyin, Ulaş... Niyazi, Sabo, Sinan... Ve sen... Bir de sen varsın yanımızda... öncümüz, önderimiz... Bilincimizde, inancımızda, kararlılığımızda, haykırışımızdasın. Onaltı yıllık tarihimizin her anında olduğu gibi, bugün halklarımıza sunduğumuz bu güzelliğin içinde de sen varsın. Nasıl ki 17 Nisan'da, Adana'da, Ankara'da, Bahçelievler'de, Malatya'da, Dersim'de, Sivas'ta, Ordu'da, Toroslar'da... her direniş destanının yaratılışında sen vardın, şimdi burada da bizimlesin. Bir kez daha onurla dalgalandırdığımız bayrağımızı seninle oluşturduk, duvara kanımızla yazdığımız halklarımızın umudunu, umudumuzun adını, şiirini seninle çıkardık mücadele tarihine... öngörünle, yol göstericiliğinle. Ve sesimiz, sloganlarımız, marşlarımız, zılgıtlarımız seninle anlamlı, seninle güçlü. "BİZ" de sen varsın, sen "BİZ" sin, sen halksın. Yalanı, iftirayı, alçaklık tohumlarını saçıyor kontrgerillanın ajansları... Sömürgenlerin dalkavukları, soytarıları. "Uyanın artık" diyorlar, kandırıldığımızı söylüyorlar. Uyarıyorlar bizi, bırakalım istiyorlar bu "macerayı". Peki beyler, efendiler, patronlar, tefeciler, tüccarlar, bırakalım bu işi. Size bırakalım bu dünyayı. Dokunmayalım korsan geminize. Talan edin, çalın, çırpın, sömürün. Korkmadan sömürün. Şişkin ceplerinizi... Korkmadan. Rahatça uyuyun, kapatın iki gözünüzü birden... Korkmadan. Cesetlerinizin ortasında kocaman bir delik olmadan, rahatça ölün. Yüzünüzde dehşet olmasın, tebessümle ölün. Açlar daha aç olsun, işsizler sesini çıkarmasın, kimse soru sormasın ve boyun eğsin saltanatınıza... Öyle mi? Korkudan saldırıyorlar. Korku kabus yaratır. Kabuslar içinde yaşıyorlar ve bitsin istiyorlar bu karabasan. İşte bu yüzden sana saldırıyorlar. Tarihimiz boyunca da karalamaya çalıştılar seni, daha da karalayacaklar. Çünkü umudumuzun, halkların umudu olduğunu görüyorlar. Geleceğin onun maharetli ellerinde şekilleneceğinin farkındalar. Bu yüzden çırpınıyorlar. Hayır! Çırpınmaları kar etmeyecek, kabusları bitmeyecek... "Asıl siz bizim adaletimize teslim olun!" Halk toplanmış, meraklı gözlerle izliyor. Şaşırıyorlar direncimize, inancımıza. İçlerinden biri "tarihi gün denilen bu olsa gerek" diyor. Bir başkası "Ben böyle direniş görmedim" diyor yanındakine. "Polisler cephane taşımaktan yoruldu, bunlar direnmekten, slogan atmaktan yorulmadılar" diyor bir diğeri. Faşist bir güruh ise alkış tutuyor cellat abilerine. Biz ise "Yaşasın" diyoruz halkımıza, "Yaşasın Mücadelemiz", "Yaşasın Önderimiz". Önderimiz... Seninleyiz, bizimlesin, son anımızda dahi. Sırtladık bu günü seninle, seninle varacağız yarma. Yorulmuyoruz, yorulmayacağız da. Sesimiz geleceği müjdeleyen bir haber. Zılgıtımız ise umudumuzun ezgisi... Bir çağrı; kavgayı ve zaferi anlatan. Haydi o zaman bir kez daha; titremeden, sakınmadan ve en berrak, en güçlü sesimizle... Seninle.
Tililililililililiilliliiiiiii...
T A V I R 3
FAŞİZM KOŞULLARINDA SANATSAL FAALİYETLER Elif Sumru GÜREL
gemen sınıflar ül kenin içinde bu lunduğu yapısal krizin giderek de rinleşmesi karşı sında toplumsal muhalefeti önleye bilmek için çare sizce düzene muhalif olan her düşünceye ve eyleme saldırı yor. Kendi yasalarını ve imzala dığı uluslararası anlaşmaları (AGİK Sözleşmesi, İnsan Hak ları Bildirgesi, Helsinki Sözleş mesi v.b.) hiçe sayarak açıkça terör uyguluyor. Emekçi sınıfla ra ve onların örgütlü mücadele sine yönelik bu saldırıların he deflerinden biri de devrimci kültür-sanat cephesidir.
E
Halkların yüreği ve sesi ol ma misyonuyla yaşama müda hale eden devrimci sanatçılar emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele ettikleri için çe şitli baskı ve yasaklarla karşıla şıyorlar. Artık daha sık ve ağır bedeller ödüyorlar. Hemen her sayısı toplatılan sosyalist dergi ve gazeteler, milyonları aşan para, kapatma ve ağır hapis ce zalarıyla susturulmaya çalışılı yor. Oyunlar koğuşturmaya uğ ruyor, konserler yasaklanıyor, kasetler kurşunlanıyor, kültür merkezleri mühürlenip aydınlar ve sanatçılar düzmece iddialar la gözaltına, işkence altına alı nıp cezaevlerine dolduruluyor ya da kaybediliyor, katlediliyor. Bu gerçekler gösteriyor ki devrimci kültür ve sanat faali yetlerinin tümden engellendiği yeni bir sürece giriyoruz. Halk tan yana sanat faaliyetleri akla gelebilecek her türlü baskıyla karşılaşacaktır. Ancak faşizmin dizginsiz zulmü emekçi halkı sanatsal faaliyetlerden kopara rak önemli bir besinden yoksun bırakıp durgunlaştırmayı başa rabilecek mi? Yaratıcı yetenek körleşecek, devrimci sanatçılar yaşamdan savrulup etkisizleşe cek mi? Devrimci sanatçıların halkla olan tek bağı yasaların izin ver diği oranda gerçekleşen kon serler, yine onların "çıkabilir" dediği an yayınlanacak dergiler değildir elbette. İzin verme ya da yasaklama kıskacının dışın da da konser verilebilir, oyunlar
4
T A V I R
sergilenir, sinema ve yayın fa aliyeti bütün engelleri aşarak sürdürülebilir. Savaşın sanatı savaş koşullarına göre yeni yöntemler geliştirerek üretim ve kitlelere ulaşma imkanına sahip olabilir. Moral değerlerin sava şa katkısının bilincinde olan devrimci sanatçılar, en uygun ve en işlevli yolları bularak fa aliyetlerini kesintiye uğratmaya caktır. Kültür emekçileri yasakla malar karşısında düzenin belir lediği platformda düşünmemek, bağımsız politikalar geliştirmek, fakat düşmanın attığı adımları iyi izleyip yeni yöntemler bul mak zorundadır. Yani gündemi belirleyen; koyduğu baskı yasa larıyla sanatı susturmaya çalı şan oligarşi değil, bizler olmalı yız. Egemen sınıflar bütün ola nakları; silahlı ve silahsız güçle ri; bankaları, kasaları, karakol ları, kışlaları, mahkemeleri, meclisleri ve hapishaneleriyle bu savaşın içindeyse, bizler de emekçi sınıfların olanaklarını; yaratıcı yeteneğini ve enerjisini seferber ederek dimdik ayakta durmayı başarmalıyız. Devrimciler faaliyetlerini hiçbir zaman halk düşmanları nın uyguladığı yasalarla sınırla mazlar. Kültür merkezlerinin defalarca basılıp, talan edilerek mühürlenmesine rağmen, Kül tür Bakanlığı'nın kapısına kendi mühürlerini vurmaktan çekin mediler, keyfi tutuklamalara, yağdırılan cezalara karşı "biz sadece halka hesap veririz" di yerek teslim olmayı reddettiler. Ama asıl önemlisi hiçbir koşul da sanatsal üretimi ve faaliyeti sürdürmekten vazgeçmezler. Evet, faşizmin valileri ve po lis gücü, konser salonlarını bize kapatabilir, hatta kültür merke zimiz de elimizden alınabilir. İş te o zaman her emekçi evini, emekçilerin olduğu her kurumu birer kültür merkezi haline geti rebilmeliyiz. Her akşam bir baş ka evde, gecekondularda, fabri kalarda, okullarda, ulaşım araç larında oyunlarımızı oynayabi-
lir, türkülerimizi söyleyebilmeliyiz. Ancak bu koşullarda yürü teceğimiz faaliyeti, amatörlük ten kurtarıp uzmanlaşmalıyız. İzin alınmaksızın gerçekleş tirilen bir konserde, hangi so runların üstesinden gelmek zo runda kalırız? Kitlelere duyur ma, ses düzeni hazırlama, gü venlik önlemleri alma ve daha bir çok teknik meseleyi çözebi lecek düzeyde yetkinleşmeliyiz. Kendinden sonra gelenler için engelleri ortadan kaldıran bir kar makinası işlevi gören Grup Yorum'un deneyimleri bu süreç için yol göserici olacaktır. Grup Yorum bunca yasağa karşın, ortbinlerce dinleyiciye seslen meyi başarmıştır. Bir gün bir kamyonetin kasasında, başka bir gün bir fabrikada grevdeki işçilerin arasında söylediler di reniş türkülerini. Mersin tutuklu luğu döneminde ise "yeni Grup Yorum" omuzladı bu bayrağı ve türküler susmadı, halaylar sür dü. Elbette bu örnekler kültür ve sanat alanını da savaşın bir cephesi olarak gören ve saldı ran faşizm karşısında yeterli ol mayacaktır, "her koşulda kültürsanat cephesinin mücadelesi içinde yer alacağız" diyorsak, kadrolar, yöntemler, araçlar konusunda bugünden somut adımlar atabilmeliyiz. Para ve hapis cezaları, bü rokrasi ve yaşamı düzenin sı-
Grup Yorum Küçükarmutlu gecekondu bölgesinde nırları içerisinde etkisizleştiren günlük koşuşturmanın girdabı aşılmaya çalışılırken, devrimci sanatçılar daha geniş bir ufka sahip olmak; bu doğrultuda po litikalar üretip yeni yöntem ve biçimler yaratabilmelidirler. Ön celikle kalıplarla düşünen, her şeyi mevcut yasaların sınırla rıyla çözmeye çalışan kafa ya pısı kırılmalıdır. Demokratik platform ve le gal faaliyet doğru kavranmalıdır. Çünkü düşmanın tüm saldı rılarını göğüsleyip, demokratik mevzileri sonuna kadar savun mak, yasal hakları kullanmak gerekir. Ancak her türlü engelle karşı karşıya gelecek olan kültür-sanat faaliyetlerinin yarı ya sal ve yasa dışı biçimleri de dü şünülmelidir. Bu noktada, kül-
tür-sanat faaliyetlerinin devrim ci mücadeledeki Önemi ve etkisi bir kez daha hatırlanmalıdır. Fransız sömürgeciliğine karşı sürdürülen Vietnam Ulusal Kur tuluş Savaşı sırasında köy köy dolaşarak halk ayaklanmasını ateşleyen ve dalga dalga yayıl masında rol oynayan devrimci tiyatro topluluğu çarpıcı bir ör nektir. Dünya devrimlerinin zengin örnekleri, de gösteriyor ki, yaratıcı olunursa başarılı ol mak zor değildir. Siyasi iktidar bu savaşta elinde tuttuğu medyanın ola naklarını kullanarak kitlelere ulaşıyor. Bu etki gücünü kırabil mek için en geniş kitleye ulaşı labilecek araçları bulmalı ve kullanmalıyız. Duyarlı-devrimci-demokrat tüm aydın ve sanatçılar sözünü ettiğimiz sorunlarla karşı karşı yadır. Dolayısıyla çözüm nokta sında herkese sorumluluk dü şüyor. Örnekler çoğaltılabilir ancak önemli olan bu sorunları tespit etmek değil, somut adım lar atmaktır. Yasallık bittiği an devrimci kültür-sanat faaliyetle rinin aksamadan devam etmesi için, şimdiden hazırlanmalı, ge rekli olanaklar yaratılmalıdır. Atılacak adımlar bu faaliyetlerin kendini somutlamasını, ses ge tirmesini ve her süreçte savaşın gereklerini yerine getirmesini sağlayacaktır.
Ayşe Gülen Halk Sahnesi bir sokak oyununda
T A V I R
5
KAYIP Tolga KARADENİZ
Heykel: Fevzi Bilge rken gelen kışın ol gunlaşmamış ayazın da, hızla geçiyorum gecekondu sokakla rından; çoğu kez dar, kenarlarda solmuş sardunya tenekeleri. Pencerelerdeki zayıf ve güvensiz yüzlere hep yaban cıyım, kapalı hep solmuş per deler. Tüten bacadan ciğerime dek inen kömürün acı kokusu ise yabancılığı sıcak özlemiyle kıskanılır hale getirmekte. Ayaz, birkaç günden kalan
E 6
T A V I R
buzları canlandırmış yeniden, çamuru yatıştırarak. Sekiz daki ka sürüyor yürüyüşüm, göz ka palı geçebileceğim bu aralıklar işyerime götürüyor beni. Metro polün kıyısına ilişmiş bu kondu semtin ortasındaki sağlık oca ğıma ulaştığımda, tanıdık ve savrukça hareketli sıcaklığıma ben de kavuşuyorum sonunda. Ellerim çözülmeden kapıyı ça lana sertçe "Gel!" diye sesleni yorum. Çocuk ürkekliği ile orta yaşlı bir kadın açıyor kapıyı, ya nında umursamaz bir oğlan.
Sabahın kızgınlığında "Ne var?" diye soruyorum, daha da sert. Sessizliği dengelemek is tercesine yanıtlıyor. "Muayene olmaya geldik de". Ne söylersem kabullenme ye ve yapmaya hazır ifadesinin rahatlığında saati gösteriyorum: "Daha mesai bile başlamadı hanım, muayene saat onda başlıyor. Bekleyeceksin." Emrimi çaresiz saygıyla ka bul ediyor. Dar koridordaki sıra ya ilişiyor, oğlan da yanına. Ar kalarındaki duvarda sağlık ista tistikleri ve iyi beslenmeye iliş kin tablolar. İlgilenmiyor. Kapıyı ise açık bıraktı, sıcak odamın ısısını koridora taşırmak ister cesine. Yavaşça kapıyorum, belki de duymuyor. Geçen zamanla birlikte so ğuk koridordan odama sarkan yoksul sesler, önümde açık du ran gazetemdeki yüzyıllar ön cesinden kopmuş haberleri ta mamlıyor. Az sonra sıcak ça yım, ardından çalışma arkadaş larım gelecek. Çaydaki buruk luk diğerlerinin gündelik sorun ları ile tadını yitirecek, dışarısı unutulacak ve oda kaba bir gü rültü ile dolacak. Ekonomideki çöküşün anlamsızlığı tartışıla cak ya da dağda ve dost oda cıklarında "ölü ele geçirilen te röristlerden" bahsedilecek, ak şam yemeklerinden ve yeni it hal edilen markalardan. Bu ara da gazete okumam sonlanacak. "Doktor bey, hastalar ve defter hazır, fişler de kesildi." Hergeçen gün daha fazla sö mürüldüğünü bilinç düzeyinde duyumsayamayan hemşiremin sesi bu. Saat on ve muayene saatini anımsatıyor bana. Ar dından cin gibi bir bebe bakıyor içeriye, çok bilen ve acıya alı şacak gözleriyle, annesinin ku cağından. Genç anne yıllardır yabancısı olmadığım bir tedir ginlikle, "ne var" demeden kapı dan içeriye sıyrılıp derdini söy lüyor: "Param yok doktor bey, bakar mısınız?"
Evet anlamında başımı sal lıyorum. Sırasını bekleyecek. Mutlu mu? İlaçsız yalnızca mu ayene olmayla yetinecek. Yan odaya geçtiğimde, çok tan unuttuğum sabahki kadını görüyorum. Çocuk ise sobanın yanında yerini almış bile. "Oturabilir miyim?" diye so ruyor. Yanıtımla beraber sandal yeye ilişiyor. Anlık suskunluğu muz, "ne şikayetin var?" sorum la bozuluyor. Sağ kolunu göstererek "ko lum uyuştu... tutmuyor..." Bir ta raftan da söylediklerini desteklercesine yavaş yavaş kolunu ovuşturuyor. Birlikte hastalığı nın öyküsünü araştırırken, ani den, daha fazla uzatmanın ge reksizliğini de vurgulamak ister cesine "Kızım kayboldu", diye rek sesizce gözlerini boşaltıyor. Ara veriyor ve ekliyor: "Ondan sonra başladı." "Nasıl?" diye soruyorum. Nasıl sorulacağını bitmiyorum. "Geçen Temmuz'da" diyor -dört ay geçmiş aradan- ve ekli yor "Sınav sonuçlarına bakmak için okuluna gitti, bir daha geri dönmedi." "Hiç aramadı mı?" ikinci bir soruyla devam ediyorum, "siz ne yaptınız?" "Okuluna sorduk, üç arka daşı ile beraber gitmiş" Gözleri yaşarmıyor artık. Yeniden sor maya hazırlanırken anlamadı ğımı sabırsız ve azarlar ses to nu ile yüzüme vuruyor. Çelişik bir gururla ekliyor: "Dağa çık mışlar... gerilla" Yalnızca aranamamaktan doğan üzüntü, annelik kavramı içinde doğal karşılıyorum. Ve biraz da konuşma istemi belki de, sır tutmakla yükümlü bir ya bancıyla. "Bilmiyorum son zamanlar da çok düşünür olmuştu... çok okurdu da üstelik... bir gün arar biliyorum ama yine de analık iş te... kararsız kaldık... polise gi delim dedik önce, ne gereği var ki... düşündük "olmaz" dedik... "kayıp" dedimse de kendi isteği
ile gitti, bu söz de yerleşti dilimi ze doğru veya yanlış, o televiz yonlardaki kayıplarla bir değil tabi ama kim bilir belki onlar da hani o hiç bulunamayanlar da... çaresiz bekleyeceğiz..." "Çaresiz"i de "kayıp" gibi kullandığı artık iyice belli olu yordu. Yalnızca "analık"tı onu karşıma getiren, kolundaki uyuşma... konuşma istemi değil yalnızca, beraberinde bir acıyı ve bir onuru paylaşma kayıp dünyamızda. Neler anlattı? Yalnızca ula şılması zor uzaklıkların açtığı derin bir yaradan başka bir ya bancıda... Ayrılırken merak et memesini söyledim. "Önemli' değil, kolunun uyuşması çok yakında geçecektir, eminim" "Yorucu bir gün" diye dö şündü, sonra da sadece düşün mekle kalmamış olmak için yal nızca kendisinin duyabileceği bir sesle söyledi aynı şeyi. Ko lay değildi, bir günü onlarca hastanın yoksul dertlerini dinle yerek geçirmek. İş bu kadarla da bitmiyordu üstelik, asıl yoru cu olan onu hiyerarşide buraya dek yükselten -uygun şartlarda daha da yükseltecek- düzene hizmetti kuşkusuz. Gözünde bu kurumlaşmayı simgeleyen, git gide değerli olduğuna karar verdiği ve hergeçen gün daha çok benzediği hocalarına hiz met etmek! Yalnızca düşünür dü bu "düzen" kelimesini. Onu, bedensel yorgunluğunun çok ötesinde, getiremezdi dile, ken disinin duyabileceği sözcüklerle bile olsa. Mal varlığını ve kari yerini koruma tutkusuydu ka lan, sınıf atlama başarılarının tatmini sınırsızdı. Böyle olunca da, her geçen gün önünde yeni hedefler beliriyordu. Unutuyor du ve bu unutkanlık içinde her günün sonunda evinin kapısını açarken sahip oldukları ile gu rur duyuyordu. "Hoşgeldin" dedi eşi. Geç kaldığı için sarfedilmiş bir söz cüktü, duygusuz. Kimbilir, dün yanın diğer köşelerinde nasıl dillerde hangi duygularla söyle-
T A V I R
7
nirdi? Sormazdı, sormayı unut muştu. "Klinikte iş uzadı... Bakanın bir hastası..." Daha fazla konuşmasına gerek yoktu, aynı kaygılara sa hip olan eşi anlayışla karşılaya bilirdi bu durumu. "Haa... unutmadan"diye de vam etti sahte bir telaşla, her akşam yinelenen oyunların us ta bir oyuncusu olarak, en son teknolojiyle üretilmiş televizyon larına ayarlı yemek masasına yönelirken. "Yarın akşam ye meğe gitmemiz gerekiyor." "Kimlerle" diye sormadı ka rısı, biliyordu. "Kadro için söz verdi mi?" "Verdi sayılır". Kuşkuyla ek lemekten de geri kalmadı. "Yine de belli olmaz... Hergün denge ler değişiyor." "Denge" en sevdiği ve doğal olarak en çok kullandığı sözcük olmuştu son günlerde. Çalışma ortamındaki çıkar ilişkilerini, .bu na bağlı olarak da sürekli deği şen gruplaşmaları anlatacak başka tanımlama bulamamıştı. Farkına varmadan yaşadıkları na, yaptıklarına ve alışkanlıkla rına saygın bir konum kazandı rıyordu bu sözcükle: "Denge" Artan sessizlikleri içinde ye meğe başladıklarında ikisinin de kafasını yarınki yemek meş gul ediyordu. Kaçıncıydı bu? Sıkıntıyla gazetesine uzandı. Sıkıntıların yakında aşılacağın dan söz ediyordu başbakan. Birşeyler de "ya bitecek ya bite cekti. Rengahenk zenginlikler le süslü gazetesine hızla gözatıyordu. Patronlar yine birşeyleri destekliyordu, yine hükümetin mücadelesine destek vermiş lerdi, işten atılan binlerce işçi yürümüş, polisle çatışmışlardı. Güvencesi olmadığı için mil yonlarca liralık tedavisini yap tıramayan ölümcül hastasını anımsayınca hızla arka sayfa lara geçti ve unuttu. Televizyonu açsana." Ses sizlikten sıkıldıkları için spontan gelen bu teklifi kabul edip, içgü düsel, bir devinimle kumanda
8
T A V I R
aletine yöneldi. Karanlık sokaklarda koşa rak, kaybolmuş insanları ara yan garip giyimli bir adam oda larında konuk oldu önce, ilgisiz seyrettiler. Ardından milyonlar ca liraya transfer olan bir spiker hiç kaybetmediği alaycı ifade siyle "haberlere kaldıkları yer den devam edileceğini" söyledi. "Haberleri yakaladığımız iyi oldu." "İyi oldu" diyerek destekledi eşini. İkisini de fazlasıyla ilgi lendiren, yatırımlarının günlük rantıydı. "Kolay değil, bunca emeğin birikimi" dedi içinden. Gazete, televizyon ve yemek üçgeninde bu akşamı da mutlu bir şekilde tamamlayabilirdi. "... Ankara Emniyet Müdürlüğü'nce yapılan bir açıklamaya göre yasadışı sol bir örgüt üye si-üç kişi ölü olarak.." "Ölüm haberleri başladığına göre haberlerin sonu geldi." Umarsızca söylenirken, kliniğindeki ölümleri anımsadı kısa biran. "... ilinde yapılan operas yonlarda..." İrkildi, peşpeşe gelen ha berlerden. Yıllardır didinerek binbir ödünle kurduğu dünyası nın, düşlediği geleceğinin, he deflediği zirvelerin ve kendisine ait ne varsa hepsinin yıkılabile ceğini düşündü. Lise yılarından beri unuttuğu "devrim" sözcü ğünün, bir sözcük olarak bile artık kendisinin karşısında ol duğunun ayrımına vardı. "Ya...?" Yemeği sesli ko nuşmasını engelledi. "... biri kadın olmak üzere yedi bölücü terörist ölü olarak ele geçirildi. Olağanüstü Hal Bölge Valili'ğinden yapılan açıklamaya göre... vatanın ve milletin herzamankinden daha çok birliğe ve bütünlüğe... kan dırılmış..." Başını kaldırıp, gittikçe uza yan bildirgeyi destekleyen gö rüntüleri izlemeye koyuldu. Kanları hala sızmakta olan genç vücutlar gözünün önün deydi. Parçalanmış canlar. Ya
kın çekimde, boynundan vurul muş genç bir kıza takıldı gözle ri, dudakları nasıl da kırmızıydı hala ve gözleri açık. Birkaç gün önce izlediği bir soykırım filmin deki kırmızılı küçük kızı anım sadı... . Yutkundu önce, sonra hızla yemeğinin kalan kısmını bitirdi. Hipokrat yeminini edip, dev letine kayıtsız şartsız bağlılığını gösteren sözleşmeyi imzaladık tan sonra, sıra görev yerinin belirlenmesine gelmişti. Hiçbir sorun olmayacağına inanıyor du, devleti güven veriyordu ona. İşler umduğu gibi gitmedi ve ne yazık ki, daha kendi deyi miyle "yarışın başında" devleti nin yaptığı "seçimi" kaybedip yi ne kendi deyimi ile "sıradanlığa" mahkum edilmişti. Ona ka lan ise "Güneydoğu'nun bir kö yünde bir sağlık ocağı olmuş tu... Sağlık ocaklarının karakola çevrildiğini duyup umutlanmıştı ama, şanssızlığı burada da ya kasını bırakmamıştı. Birçok kürt arkadaşının bile, "buralara" gelmemek için "mad di ve manevi nüfuzlarını" kulla nıp, sahte kuralarla batının metropollerine ya da sahil ka sabalarına gitmesi, devletine karşı hafif bir kırgınlık yaratma mış da değildi. Ne yapacaktı? "Kürt" kelimesini bile yeni yeni söylemekten korkmaz olmuştu ki, tam bu sırada savaşın orta sına düşmüştü. Elbette o da di ğer dostları gibi, vatanın savu nulmasını ve bu yolda yapılan herşeyi haklı buluyordu. Yemin ler unutulabilirdi. Ama ona ney di? Ve çaresizdi. İşte bu şartlarla geldiği gö rev yerinde çevresinde gelişen herşeye direnerek yaşamaya devam etti. Halkın gözünde "devletin temsilcisi" olmasının yarattığı sıkıntılı mesafeden de çok fazla rahatsızlık duymuyor du. Ne var ki devlet de ona, halkla yakın, ilişkide olan bir memur gözüyle bakıyor, bu da onda "güvenlik" sorunu yaratı yordu. Hekimliğini insana ulaş tırma yolunda önüne çıkan en-
gelleri kolaylıkla kabulleniyor du. Başlıca düşüncesi, buradan "kurtulmaktı". Bu durum da onu, aradan gecen aylar sonunda mutlak bir yalnızlığa itmişti. Öy le ki zaman zaman devletinin kendisini burada unuttuğunu düşünür, "kaybolmuşluk" duy gusunu yaşardı. Hastalar çoğu kez yanların da çeviri yapacak birisiyle gelir, uzun uzun dertlerini anlatırlardı. Ölümcül bir sorunlarının olma dığını öğrenmekle yetinirlerdi. Her geçen gün ağırlığını arttı ran yoksulluk ilaç almalarına engeldi çoğu kez. Köydeki bir çok ailenin oğullarının, kızları nın, kocalarının "dağ"da olma sının bu yoksulluğu, "sıradan hastalıkları" unutturduğunu söylemişti yaşlı tercüman birkez. Anlaması çok güçtü. Sahip oldukları bir avuç yağı, unu, şe keri de oğullarının, kızlarının, kocalarının arkadaşlarıyla pay laşmasını öğrenmişlerdi, Anlayamamak, bazen ona cehaletini duyumsatıyor bile ol sa bunu fazla önemsemiyor an cak, karı hiç eksilmeyen gri dağlara bakan odasına çekildi ğinde uyuşuk yorgunluğu sorguluyordu kendisini. Böylesine uykuya daldığı bir gecenin sa bahında kapısı gürültüyle çalın dı. "Yüzbaşım sizi istiyor." Çatışmalara ve sonrasında ölüm raporu ve otopsilere çağırmazlardı kendisini. Bu, tek rahatlılığın da bozulmasının verdiği telaştı şaşkınlıkla "Ne ol du?" diyebildi. "Bizim doktorlar başka bir bölgeye gitti de, rapor yazacakmışsınız" Gün ışımasına rağmen köy sessizdi. Bir saati aşan "koru malı" bir jip yolculuğundan son ra "savaş alanına" ulaştı. Gözü ne ilk çarpan, film çeken asker lerdi. Yüzbaşının aşşağılayıcı ve emredici sesiyle irkildi. "Dok tor... şunlara bir bak bakalım... birşeyler yazılacak... imza..." Yavaşça az ilerdeki ölülerin
yanına gitti, yanındaki iki er ise yardımcıdan çok, kendisine du yulan güvensizliğin gösterge siydi. Ve yerde yatan yedi ölü. Parçalanmış yüzler, genç be denler. Yanlarına çömeldi, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Hiç unutmayacağı yüzlerine bakmaya başladı, sonra kork madan yaralarını ellemeye baş ladı. Soğumuş bedenleri, eli ve kanı hala sıcaktı. Yüzbaşı kah kaha atarak seslendi uzaktan. "Doktor... bütün kurşunları isterim... hatıra.... anlarsın!" Okulu anımsadı. Kurşun yaralarını aradı gözleri. Kiminin ensesinde, sırtında, alnında, göğsünde, boynunda... Boy nunda... Gözleriyle kendisine bakıyordu kız, gözlerinin içiyle çok ötelere gülerek. Eline gitti elleri. "Yaşıyor" dedi fısırtıyla duymaktan ve duyulmasından korkarak. Ve kızın ellerinde tozla lekelenmiş kanlı bir kağıt par çası. "Ne oldu" diye seslendi yüzbaşı, kağıt parçasını "kana aldırmadan" cebine itekleyip ölülerin yanından hızla uzaklaş tı. "Yaraları saptayabilmek için elbiseleri çıkarmamız..." "Boşver boşver" dedi yüz başı gülerek "O işi biz yaparız. Sen "gel hele de şu kağıdı bir imzala, ne derler işte... Adet yerini bulsun" Gülmesi devam ediyordu. İsimsiz ölüm tutanaklarını sırayla imzaladı. Bu kağıt par çalarında sorumsuz birer im zaydı şimdi yemini. Aklı ise cebindeydi. Ayrılmadan önce, "terörist lere" son birkez baktığında, as ker doktorların geldiğini ve ölülerin soyulmaya başladığını gördü. Sessiz bir yolculuktan sonra köye girerken her zamankinden daha yorgun ol duğunu ve buradan ayrılma çabalarını hızlandırması gerek tiğini düşündü. Birisiyle karşılaşmayı umarak evinin kapısını açtı,
boştu. Erkenden uyumak istedi, bu gece köyden hasta gel meyeceğini biliyordu. Günler süren törenler olduğunu duy muştu ölülerin ardından. Halay çekilerek toprağa veriyorlardı ölülerini. Uyudu. Sabah, bir daha bir çatışma alanına gitmemeyi dileyerek uyandı. Ne olursa olsun bu "olup bitenlerin" dışında kal malıydı. Bu onun yaşamı için bir alışkanlık olmalıydı. Mesleği önemliydi. Büyük bir hekim ol malıydı, büyük bir kurtarıcı. Niçin olmasındı? Şimdiye kadar şansı yaver gitmemişti ama önünde yine çeşitli olasılıklar durmaktaydı. Kahvaltısını yaparken ölüm takıldı aklına. Ölenler ve kendi geleceği. İstemeden anımsadı cebine sıkıştırdığı kağıt par çasını, oysa dün ne kadar önemsemişti onu. Okumakla okumamak arasında direndi usu. Kanın hala sıcak olmasın dan korkarak açtı kağıdı: "... anneme, biliyorum!., yalan söyleyerek evden çık tığım için seni kırmış olmalıyım. Direneceğini biliyordum ama inan anneciğim, sen de burada olmalısın, babam da... kısa bir süre sonra... yaptıklarımızla bu yürüyüşümüzle övünç duyacaksınız... siz de oralardan katılacaksınız bizlere... birgün özgür olacağımıza inancımız... anlayacağınıza eminim ancak özgürlük mücadelesi veren in san..." Dışardan gelen gürültü, rad yosunun haberini verdiği operasyonun olmalıydı. Cama gidip, alçaktan uçan savaş araçlarını izledi. Gri dağların üstündeki gri ölüm bulutlarını gördü. Korktu. Korktu ve bulunduğu taktir de başının derde gireceğini düşünerek, az önce masasına bıraktığı mektubu okumadan yaktı. Unuttuğu ve düşünmediği sürece kendisini güvenlikte his sedecekti.
T A V I R
9
BİR DİRENCE YAZILSIN ADIN Erdoğan Ekiner Dağlardan süzülüp gelen bu ırmak gibi Yarınlara akarken insanlar kentin ortasından Ve yıldızlan ve pusulan taşırken bu uçsuz geceler Sen uzaktaydın; özgürlük türkü olmuş halay çekiyordu Ellerine bayraklar yakışacak genç, güzel umutlar vardı Bitmek bilmezken gece, sabahlar geç kaldı Şafakla kente taşan sevdalı insanlar vardı Ve göç yollarından dönüyordu kuşlar; sen yoktun... Şimdi, o mavi kentte, dört duvar arasında Akşamlar çökerken sevgilerine Günbatımlarında solmasın gülüşün Bir gülün adını taşıyorsun çünkü Cesaret türkü olsun dudaklarında Bir dirence yazılsın adın Çünkü gün gelip hesabı sorulacaktır Toprağından kopartılan her gülün, her sürgünün ve her infazın Mevsimlerin hangisinde bilemem, bir sabah çıkar gelirsin Umutların sevdalara koştuğu bir sabah Ve takılır gözlerin ansızın, bu kentin eski sokaklarma Sonra kollarım alabildiğine açıp kucaklarsın arkadaşlarım Ve geceleri yıldızlara bakarsın, ola ki bir yıldız kayar Kendini anımsa o zaman, yüdızlann içinden bir yıldız gibi Geçen günleri anımsa şimdi Kaç şafağın sıyrılıp geçtiğini tel örgülerden Örneğin beni anımsa, bir zamanlar yalnızca dostlarımın bildiği Düne, bugüne ve yarına yazdığım tutsak şiirlerimi Bir karanlıkta ışıyıp size ulaşıyorlar Beklerken gecenin derinliklerinde Güzel günlerden yana haberleri...
10
T A V I R
aşamın kıpırtılarını yoğun olarak yaşa yan genç bir insansın. Düşünüyorsun, kendini oluşturma ya, anlamaya çalışı yorsun. Edebiyatla okur olarak ilgilisin. Yazarları ve şairleri gözünde büyütüyorsun, yüceltiyorsun, ayrı bir yere koyuyorsun. Kitap larda, dergi sayfalarında, kart postallarda rastladığın güzel dörtlükler seni kendinden geçi riyor. Bu büyülü dizeleri defteri nin bir kenarına not etmek, bir kağıda yazıp cebinde gezdir mek hoşuna gidiyor. Şiir, senin duygu dünyanı okşayan güzel bir alan. Okuyup anlayamadı ğın şiirleri, "kültür düzeyini" yük selttikten sonra tekrar okumak ve "anlamak" üzere kitaplığın üst raflarından birine yerleştiri yorsun. Şiirdeki "imge"lerle kontak kuramadığın zaman, şa irin "uçukluğu" değil, kendi "toy"luğun üzerine kafa yoru yorsun. Diyelim ki öğrencisin. Okulda gönlünü kaptırdığın biri var, ama sen ona açılamıyor sun. Birden aklına, duygularına tercüman olacak bir şiir bulup onun kitabının arasına koymak geldi. Akşam eve dönerken oto büste okumak için bir edebiyat dergisi aldın. Derginin bir yerin deki şiir çözümlemesi ilgini çek ti. Anlamla yola çıkılamayaca ğını öğrenmiş oldun yazıyı oku yunca. Şiirin anlaşılmak için ol madığını da. Dergiyi kapadığın da, "büyüyünce" tekrar okuyup "anlamak" üzere kitaplığa kal dırdığın şiirler geçti gözünün önünden. Ertesi gün okula gitti ğinde, şiir olsa da olmasa da, yüreğinden gelen anlamlı sesi mırıldandın onun kulağına: "Kız ben seni seviyorum."
Y
Adam sanat dergisinde il han Berk imzasıyla yayınlanan "Poetika, 2 - Anlamla yola çıkıl maz" başlıklı yazıyı okuduğum da, kafamda böyle tek perdelik bir sahne oluşta. (Bütün suç o
İbrahim KARACA
ŞİİRSİZ YOLA ÇIKILMAZ
hınzır yazının. Amacım şaire "bulaşmak" değil. Bunu baştan söylemiş olayım.) Abuk sabuk şiirlere o kadar çok rastlıyoruz ki, insanın onla ra ağzının açıp da bir çift laf edesi bile gelmiyor, İlhan
çıkıp o konuda o atın o şekilde oynatılmasının atı çatlatacağını söyleyebilir. Bu da onların bile ceği iştir. Atı oynatan kendini iyi bir binici sanıyor olabilir. Hiç önemli değil. Ama en iyisi, şiirin at gibi oynatılmamasını söyle mek olsa gerek. Şimdi senin aşkın büyür, uzak, bungun Şiir, süslü sözler öğleme düşer. Karanlık, gelirim ben (Belinski'nin deyi Vurur surlarıma aydınlığın. Uzun. miyle "uyaklı tıngırtı Şimdi bir beyaza ağmak artık sen lar") yazma sanatı Ve, değildir. Şairin yaşa kapanık bir gülünü koymak sessizce ma ilişkin söyleye yanına ihtiyarımızın. Bir sıkın ceği ama şiirle söy tıya bir göğe durmak sonra gizlice leyeceği sözleri ve Eskil. düşsel bir gerçeği İlhan Berk... "Aşıkane" adlı kitaptan vardır; bu gerçeği "Ülke" şiiri. yaşamın gerçeğine bağlayabileceğini düşündüğü Berkin sözleri bu şiirleri bir an anda onun doğum sancıları lamda teorileştirdiği için, onun başlar. "Hayatın ve doğanın "gaz vermesiyle" kaleme alma benden geçen şiirlerini yazıyo ya çalıştığım bu yazıyı kendi rum" diyordu Gülten Akın, bir adıma bir istisna olarak değer söyleşisinde. Şairi bundan da lendiriyorum. ha iyi özetlemek mümkün mü? İsteyen istediği konuda iste Şiir, bir katkıdır... Her şeye. diği atı istediği gibi oynatsın. Aşka, toplumsal olanın değişik Bu, onun bileceği iştir. Birileri
T A V I R
1 1
bir boyutta algılanmasına, yani insanı ve insani olanı daha an lamlı kılmakta duygu yüklü bir araçtır. İnsanı diğer canlılardan farklı kılan temel ayrıntı, akıllı ve akılcı davranabilme yetene ğidir. O, belli bir gerçeği yaşar, algılar, algıladığı bu gerçekten çıkardığı dersler ışığında henüz yaşamadığı yarın için birikim oluşturur. Yaşadığı gerçek ve bu gerçeğe ilişkin oluşturduğu birikimin içeriği ne olursa olsun, 1. Düzüş kentleri diye geçer kutsal Betik'de o batmış büyük kentler. 2. Taşın düşme hızını inceliyordu ininde ve unnap ağacı dikenliydi 3. Biz yaşlı kakmacılardık, ben arap fıstığı getirdim ve oğulotu 4. Kuşdiliçayırı'na yakın bir yerdeydik ve ben belki de öldüm! dedi 5. Fuhuş Limanlıktır, dedik, Kaide'de rastlanan fuhuş 6. Şafakta oldu bunlar ve bozkır yeli getiriyordu. İlhan Berk... "Delta ve Çocuk" adlı kitaptan "Yaşlı Kakmacılar"şiiri.
her zaman kendini yansıtmaz. Sosyal bir varlık olan insan, ya şadığı toplumsal çevre içerisin de bir çok koldan etki (kuşat' ma) altındadır. Edindiği izlenim, birikim ve görüş açısı yanlızca doğrudan kendinin değil, ileri ya da geri yönleriyle insanlığın oluşturup aktardığı ideolojikkültürel mirasın bireyde cisimleşmiş biçimidir. İnsan başını kaldırıp dünyaya baktığında, bir anlamda bir kültürel-ideolojik birikim ve ilişkilerin kendini et ve kemik dışında yeniden ya ratmış olduğunu görür. İnsanı, bu birikim ve ilişkilerin bir topla mı olarak tanımlarsak yanlış yapmış olmayız sanırım. Peki bu birikim nasıl oluşmaktadır? Bu birikimin mirası önce aile, sonra okul, sosyal çevre, med ya ve sistem tarafından bütün yaşamın üzerine bir sos gibi gezdirilen egemen ideolojinin
12
T A V I R
kendisiyle birlikte onayladı ğı/onaylattığı her şeydir... Bu etki ve yönlendirmenin neleri korumak, nelerin sürekliliğini sağlamak için gerçekleştirildiği ni söylemeye gerek bile yoktur. Bu faaliyet, egemen ideolojiyi yeniden üreten ve onu yaşa mında içselleştiren insanı ya ratmaya yöneliktir. İşin bir yönü budur ve sistemin penceresin den bakıldığında son derece akıllı, anlamlıdır. İnsanı oluştu ran birikimin bir de karşı yönü vardır. Bizi asıl ilgilendirmesi gereken şey, insanı fiziksel var lığıyla birlikte beyin olarak da tutsak alan ve egemenlerin elinde onun sınıfsal-ulusal bir köleliğe girmesini sağlayan, onu değersizleştiren kültürel hegomonyanın eleştirilmesi, halk açısından açmazlarının ortaya serilmesi ve bunun kar şısına duygu, düşünce, estetik beğeni olarak geliştirici yeni bir birikim çıkarmaktır. Bu birikimi hangi araçlarla, nasıl ve kimler le çıkaracağız? Asıl sorun ve zorluk buradaki düğümdedir. Eğer böyle kültürel katkılar sunulmuyorsa, böyle kaygılar ta şınmıyorsa ve daha ileri gidile rek böyle bir çabanın gereksizli ğine "parmak basılıyorsa", söy leyecek birşey yoktur. O za man, bunu söylemekle insanı dengesizleştiren, kendine yabancılaştıran ve oligarşik kar gaşa düzeninin sürdürülmesine onay veren, düşünemeyen (sis temin istediği gibi düşünen) de folu kalabalıkları (ürünleri) bir başka boyutta yaratan mevcut kültür ortamıyla hiçbir alacak, vereceğimizin olmadığını kabul ediyoruz demektir. Bu kabulleniş, insana nereden baktığımız ve yaşamın neresinde konum landığımız konusunda bizi ele verir. Bütün bunlar anlaşılır şeylerdir. O nedenle, yaşamı insan için daha anlamlı kılmak üzere çıkılan yolculukta kullanı lacak araçlar, yaklaşımlar, kay gılar ve varılmak istenen sonu cun kendisi anlaşılır olmalıdır. Bütün bunlar, kültür ve sanat
alanına yapılacak müdahalenin ön koşuludur. "Müdahale'' söz cüğünün burada yersiz kullanıl dığını düşünenler olabilir. An cak, insana daha beşikten baş layarak önce aile, sonra okul, çevre ve siyasal ortam tarafın dan hergün, her dakika siste matik olarak yapılan müdahale nin içeriği düşünüldüğünde, an titez olarak sunacağımız etkinli ğin de bir karşı müdahale ola cağını kabul etmemiz gerekir. Adına ne dersek diyelim, bu bir müdahaledir ve en önemli olan larından birisi sanat ve kültüre yeni anlamlar yükleyerek yapı lan müdahaledir. Bu müdahale nin doğrudan politik içerik taşı ması gerektiğini mutlaklaştıramayız belki ama ona kapalı ol ması gerektiğini de söylememiz mümkün değildir. İnsan, doğa, sevgi, çevre, umut, özlem, kav ga... Yeter ki içinde hem insani olanı ve hem de insanı barın dırsın, onun iç dünyasında kı pırtılar yaratabilsin. Sanatçı ile aydın sanatçı arasındaki fark, sanata yüklediği işlevde cisimleşir. "İyi bir şiir birşey anlatmak şöyle dursun, ona uzaktan ya kından yanaşmaz; arkasını dö ner." diyor İlhan Berk Söyledik lerini de Kafka, Joyce, Paul Va.lery, Umberto Eco gibi şair, ya zarlara göndermeler yaparak, onları yedeğine alarak doğru latmak istiyor. İyi ama ille de "us"tan ve mantıktan (Berk'in deyimiyle, o canavardan) uzak; ne dediğini, ne anlattığını bil meyen, anlamdan sıkılan ma razlı sözcükler sıralamak ve böyle şiirlerin övgüsünü yap mak için sınır ötelerine uzan maya, sığınacak denizaşırı li manlar aramaya ne gerek var? Biraz da çağın ruhunu okumak gerekmiyor mu? Sonra, "büyük şiir" veya "orta halli"-şiir ne de mektir? Hiç birşey anlatmayan; anlaşılmak için yola çıkmayan bir büyük (veya orta halli) şiir örneği versin bakalım İlhan Berk. "Şiir birşey anlatmaz, anla-
şılmak için de değil"se eğer, o zaman, şair birşey anlatmaz ve anlaşılmak gibi bir derdi yoktur. Peki, niye var? Şiir, dilin zirvedeki güzelliği dir. Hiç birşey anlatamayan, an latmaya uzaktan yakından yanaşmayan dil olabilir mi? Şiir birşey anlatmak gibi kaygılar ta şımıyorsa, şair de taşımıyor de mektir. Çünkü şiir, şairin anadi lidir. O halde hem şiir hem de şair ortalıkta neden dolanıyor lar? Varlık nedenleri "eveleyip geveleme" midir? Şiirin anlamı anlamsızlıksa (İlhan Berk buna çok anlamlılık diyor) şiir yazma nın ne anlamı var? Anlamı var
olarak sunacaktır. Goethe, "şair, esinlenme gücüne sahip olduğu için, baş kalarının' duyup da açıklayama dığı, büyük acı ve sevinçleri on lar adına dile getirebilir" diyor. Peki İlhan Berk ne diyor? "İyi bir şiir bir yalvaç sözü gibi çok bo yutlu ve bütün yorumlara açık tır. Bu yüzden çok anlamlılık her iyi şiirin kodudur. Nesneye gerçeklik duygusu veren, nes neyi daha gerçekçi kılan çokanlamlılıktır. Ne söylediğine, ne dediğine bakmaktan, anlamak tan çok, nasıl söylediğinin vur gusunu yapar. Belirsizlik, an lam yoksunluğu değildir. Tam
Kalıyordum artık ölümden konuşacaktık / kalıyordu bir siyah bir 3 Bir beyaza girdim. (işittim bir vadiye rüzgar iniyordu/bir bedevi hisarlarım ateşe veriyordu / sen gökleri sağ elin yapıyordun Ey Bayan F, -ve kasabalarda ses yoktu bir körfez ölümü büyütürdü) Sen geçiyordun, nalınlarında denizsuyu bir ormanın saçlarını uzatıyordun/ Gökyüzüne indim. İlhan Berk. "Galile Denizi" adlı kitaptan, "ihtiyarintiharırmak" şiiri.
elbet... "Şiir üreticisi" için, şiirini ulaştırdığı "kitle'nin şiir gerek sinmesini anlamsız ve saçma dizelerle "geçiştirmesi" anlamlı olabilir. Ama bu kitlenin, kendi sine şiir olarak sunulan sözcük ler yığınını önüne koyup "bu ne diyor" diye sormaya da hakkı vardır. Bu soruya doyurucu ya nıt alamayan okuyucu, okudu ğu şiirin etkisiyle kafasında bir sahne yaratamıyorsa, bu onun değil, anlamlı yola çıkmayan ve birşey anlatma derdi olmayan "büyük" veya "orta h a l " şiir sa-yesindedir. Bu noktada okurun yapacağı iki şey var: Ya kitabı bir daha hiç açmamak üzere ki taplığa terkedecek, ya da gü nün birinde şiir üzerine bir soh bete daldığında onu anlamsız şiire ve katledilen dile belge
tersine, çok anlamlılıktır, sınırsızlıktır. Şiir orada boy göster mek ister. Gerektiğinde değil anlamsızlığa, saçmaya da uzanmalıdır, (saçma anlamsız lık değil, ikinci anlamdır)." Hayır, Şair İlhan Berk. Şiirin nasıl söylediği önemlidir. Ne söylediği ise enaz onun kadar önemlidir. Biçim ve içerik üzeri ne ahkam kesmeyeceğiz ama okuduğumuz şiirden bilincimiz' de, yüreğimizde, beyin kıvrım larımızda bir ferahlama ve duy gularımızda tatlı bir dalgalanma yaratmasını beklemek de hak kımız olsa gerek... "Artık düğü mü atmanın sırasıdır: Şiir bir şey anlatmaz demek, anlamı yoktur, anlamsızdır demek de ğildir. Anlamla yola çıkılmaz de mektir." Yazı, bu satırlarla biti
yor. Ona da şunu söyleyelim: Şiir birşey anlatmaz demek, şiirden hiçbir anlam beklemeyin demektir. Türkçe bilen bir in san, bu cümleyi okuduğunda başka birşey anlamaz. Burada düğüm atılmıyor, düğümlenili yor, kilitleniliyor, baştan beri sa vunulan anlamsızlığın kafası gözü yarılıyor. İster şiir birşey anlatmaz denilsin, isterse an lamla yola çıkılmaz denilsin, ay nı kapıya çıkılıyor. Yazmadan önce kafanda hiçbir anlam ol mayacak, o kötü niyetli "us"un güdümüne girmeyeceksin. Çünkü, adına "us" denilen o hınzır örgütleyici, çaktırmadan biraz sonra yazacağınız o na rin, o gözalıcı, o ışıl ışıl parla yan, o dünyalar güzeli, o çıtkı rıldım, o anlamdan sıkılan şiiri nizi; ayaklarını yere basmaya ve içinde biraz insan, biraz ter, biraz toprak, biraz çiçek, biraz ekmek kokusu taşımaya ikna edilebilir, zorlayabilir. Ya da ne bileyim, yazıyormuş gibi yap manızı telkin ederek anlamlı et kilerde bulunabilir. Öyleyse, Kahrolsun Us!.. Siz uslu uslu oturup, dilinizin ve kaleminizin ucuna geleni rastgele yazın. Si zi anlamsızlığın engin denizin de anlayacak gerçek şiirseverler mutlaka vardır. Herkes kendini yazar. Ha yata neresinden tutunmuşsa onu yazar. Hayatın kendi bilin cine yansıdığı kadarını yazar. Ve nihayet, hayatın neresinde saf tutmuşsa ona göre yazar. Bazen de yazıyormuş gibi yapar. Yazıyormuş gibi yapan, aslında gerçek yaşamda da öyle davranır. Yani yaşıyormuş gibi yapar. Son olarak, Ali Püsküllüoğlu'na ait olan "İlhan Berk'e bıraktım balık adlarını ve midyelerin şiirini" dizelerini buraya alalım ve "an lamlı" bir iş yaparak sözümüzü bitirelim...
T A V I R
13
dişisi; yani kaplanın, yani onun eşi. Nesli azalmış 68. alay erle rinin en dirileri. Anne ve baba... Bir dağ kovuğu değil burası, İstanbul'un göbeğinde bir beto narme ev. Portakal kokusu, oyuncak gitarın solosu ve tahta masada bir avuç zeytin, beş altı dilim domates, iki kuru soğan, bir çay tabağı tuz, toz biber. Çocuğu saymazsak beş ki şi. Neden çocuğu saymayalım ki? Bu bir gönül işi. Kavganın
BİR ÇOCUĞUN UMUDUNA BASKIN Zafer DORUK
G
ünbatımı göz leri durgun ve dingin. Saçla rında yağmur öncesinin ko kusu, elinde bir bardak portakal suyu var; turuncunun en koyusu... Babası oyuncak bir gitar al mış. Bırakmadan portakal su yunu, bu kez de alıyor onu. Tın gır mıngır. Oysa, oyuncak değil hüzün bu. Ne o? Çocuk birden büyüdü, yalnızlıkla tanıştığı o an. Çocuk ve yalnızlık. Bir bö lük askerin özlem türküsü gibi, yüreğe ve yüreğe yüreğe çar pan. Küçük bir serçeyle, karta lın döğüş öyküsü. Baba bir kaplan, anne onun
14
T A V I R
buğusundan oluşmuş, pırıl pırıl bir damlanın coşkusu. Yaşama ya durmuş bilmeden. Ne bilsin? Üstelik, boş arsalarda payını da almamış ki bilyeden. Beş kişi. Çocuğu da saya lım mı? Yok yok olmaz beş kişi. Biri kadın, beş kişi. Okuyorlar biteviye. Yaşamı ilmek ilmek dokuyorlar sevmeye. Biraz zeytin ekmek, bir iki dilim domates, soğan... tamam, doyuyor karınları. Sonra yeni den okuyorlar; okuyup tartışı yorlar. Dünya güzel. Yaşamak en güzel. Ekmek güzel, zeytin gü zel, domates, soğan, tuz, biber, portakal suyu, bilye güzel. Gitar güzel, solosu güzel, onları üre tenler en güzel. Onları, acıdır, kandır, terdir, gözyaşıdır, tutsaklıktır, ayrılık tır, tütülen bir cigaradır, savru lan bir özlemdir, koklanan bir karanfil,; avluda tutsak bir gü neş, bir parça yeşil, bir yudum mavi, bir uçumluk kanattır gü zelleştiren. Bu güzelleri kazan ma kavgasını geliştiren, sevda larıdır.
Güzelliklerin yağmalanma sına atılan çığlıklardır ki, onla rın önüne çekilen duvarlara çar pan; ama kolu kanadı kırık, yi ne da sarkan onun ötesine, o dünyanın dağlarına, oradan yankılanan bu kentin sokakları na, içerilere, taa içerilere doğru; bu betonarme eve kadar... Portakal kokusu, oyuncak gitarın solosu... Çocuğu saymazsak beş ki şi. Neden çocuğu saymayalım? Direncin betonlarında güvermiş bir çiçeğin filizi. Bir yavru 'tibili', daha öğrenmeden uçmayı, kör pe kanadı kırık. Beş kişi. Çocuğu sayalım mı? Yok yok olmaz beş kişi. Biri kadın, beş kişi. Söyleşiyorlar bi teviye. Cepleri dolu dolu yıldız. Gece toplamışlar. Serpiyorlar denize. Deniz yıldız açıyor. Kö pükler yıldızlaşıyor. Bir martı vuruluyor. Çocuğun gözlerinde martı. Kanadı kırık, çırpınıyor. Kırlarda tibili, denizde mar tı... Söz, bir inci dizimi. Söz ya lın ve gerçek. Söyleştikten son ra, sözleşiyorlar beş kişi. Çocuk bir gönül işi. Ansızın bir gürültü. Beşi birden, beş koldan, beş pencereden, beş kale burcu. Çocuğa, bakıyor kadın. Ka dın, yani kaplanın eşi. Yani onun dişisi. Bir elini yumruk yapmış yüreğinin üstünde, bir eli korkunun göbeğinde, gözleri çocuğunun gözlerinde. Çocuk, gelincik tarlasında izliyorken çevreyi, gözlerinde günbatımı. Bir elinde portakal suyu var, bardağı kirli. Bir elinde de oyun cak gitarı. Mavi okul önlükleriyle çocuklar, ellerinde gökkuşak ları, gelincik bahçelerinde koşu yorlar. Öğretmen alkışları... Düş bitti. Okullular yitip gitti. Yine çocuk ve yalnızlık. Ah, yine o haksızlık. Kulaklar megafon sesinde... Dışarıda... Dışarıda ne var? Dışarıda bahar gelmiş bahar. Baharları kurşunluyorlar. Beş bahar düşüyor halıdaki gelin ciklere. Evet evet. Kadınla bir-
likte beş kişilerdi ve halıdaydı gelincikler. Beyazın üstüne mor mor serpilmişlerdi. Baharlar, kırmızı çilekler gibi düştüler ha lıya. Beyaz, kırmızı ve mor. O gece kardeş kardeş uyudular. Peki ama, bakın. Gelincikler çocuğun olsa da; betonlar, kan ve kurşun sizlere kalsa olmaz mı? Ölüme sözlenen gelincikle ri almasanız da tez elden; ka natlanıp uçana dek şu yavru tibili kuşu. Bahar bahar yaşasa lar bir süre... Ama, bakın. Anne yarın çar şıya inecek, babanın işyerine uğrayacaktı. Baba, tezgahta çi çek satıyor; kırmızı, mor, sarı, mavi, turuncu. En çok da turun cuyu seviyor anne. Portakalı sevmesi, gündoğumunu ve günbatımını izleme düşkünlüğü oradan geliyor, işte, o renk renk kasımpatıları, akşamsefalarını, aslanağızlarını, hercai menek şeleri izleyecekti son kez. Tek tek sevecekti onları. Belki de, renk uyumlarına göre tezgahta ki yerlerini değiştirecekti. Örne ğin, sarının yanına mor daha iyi yakışırdı. Kırmızı beyazda, tu runcu siyahta güzeldi. Maviyi krem açardı. Sonra da, kocasının verdiği parayı alıp kunduracılar çarşısı na inecekti. Çocuk kunduraları nın satıldığı mağazanın vitrinle rine bakacak, belki aradığını bulamayacaktı; ama yine ara mayı sürdürecekti buluncaya dek. Bağlı, siyah, rugan kundu rayı bulup alınca da, oğlu ka dar, kendisi de mutlu olacaktı kuşkusuz. Kurban bayramına bir hafta var. Oysa umurunda değil onun bayramlar. O, çocukluğundaki bayramların güzelliğini yaşadı dolu dolu. Ulu tanrı istiyor diye, koyun ların kuzuların kapı önlerinde, bahçe içlerinde topluca adak edilmelerinden duyduğu o ço cukluğundaki coşkuyu artık çoktan yitirmişti. Bir bayramlık giysilerin, bayram gezilerinin, bayram harçlıklarının, şekerleri
nin, güzelliklerini saklı tuttu için de; bir de, varsılların kestiği iri koçların (eğer anımsanırlarsa) kendilerine gönderilen birer avuç etlerini. Ama, oğlu da yaşamalı bun ları, O da bayramlık çocuk ol malı; çocukluğunun bayramları nı yaşamalı. Anlamlı ya da an lamsız şeylerin ayırdına yaşa yarak varmalı. Güzelliklerin beyinleri yağ malanıyor...
ve direndiler. Çocuğu saymaz sak beş kişiydiler. Biri de an neydi. Çocuğuna titrer, geceleri üstünü örterdi. Ona ninni söy ler, portakal suyu içirir, oyun oynayamıyor diye iç geçirirdi. Ve onu, kavgaların içinde yetiş tirdi. Evet, anneye göre de bu bir suçtu. Ama gelin görün ki vuruldu lar. Beş bahar. Kardeş kardeş uyudular. Tam da olgunlaşmış zamanı çileklerin. Kırmızı çilek-
Burhan Karkutli "Düşen Bir Devrimcinin Cenaze Töreni"
Göksel tanrıyla güçbirliği yapan yeryüzündeki tanrılar kurban istiyorlar bu kez. Tanrılar acıkmış yeryüzün de. Hiç doymak bilmezler mi bunlar? Saltanat vermiş hükmü. Pe ki cezası ölüm mü olmalı söyle yin, cezası ölüm mü, emeği ko rumanın; çalanın, talanın yağ manın, vurgunun, onursuzlu ğun, düşünce tutsaklığının, bağnazlığın, yobazlığın karşı sında durmanın? Ölüm mü ol malı cezası yurtseverliğin, in sancıllığın, bağımsızlık kavga sının? Varsayalım ki bunlar suçtu;
lere bulandılar. Çocuğun yüreğinde ve bey ninde, bir yangından arta kalan gri ve siyah renkler hiç silinmemek üzere kaldılar. İnsancıl yaklaşıldığında.... haydi neyse, diyelim ki yaklaşa madığında, üstlerine güneş yı ğılarak, aç susuz bırakılarak, kanatlarından tutularak, sineleri avuçlanarak, tüyleri yolunarak ama yargılanarak, acılara dire nebilirlerdi belki yeniden. Sürüklenip götürülürken çocuk, günbatımı gözleri dur gun, dingin, geceye dönüştü. Annenin ölüsü üzerinde birden bire tutuştu...
T A V I R
15
YA ÖZGÜR VATAN YA ÖLÜM! ABD emperyalizmi Kü ba'yı boyunduruğu altına alma hevesinden vazgeçmiyor. "Halk düzene karşı ayaklanıyor" diye rek sevinç çığlıkları attılar. Ama 600 bin Kübalı işçi, önderleriyle birlikte haykırdı bir kez daha: "Ya Özgür Vatan, Ya Ölüm." Bo yun eğmeyen Küba halkına ve önderi Fidel Castro'ya bin se lam! Yanda Küba devrimi nin önderlerinden Ernesto Che Guevara'nın 1 Nisan 1965'te Fidel Castro'ya yazdığı ve 3 Ekim 1965 günü, yeni kurulan Küba Komünist Partisi'nin Mer kez Komitesini halka tanıtmak için yapılan törende F. Castro tarafından okunan mektuptan bölümler yayınlıyoruz. Mektup ta Che'nin devrime ve önderine bağlılığını, halkına olan sonsuz sevgisini bir kez daha görüyo ruz. 16
T A V I R
Fidel, ... Bir gün gelip bize, ölürseniz kime haber verelim diye sormuşlardı. O za man, gerçekten ölmemiz olasılığı bizi şaşırtmıştı. Sonra bunun doğru olduğunu, bir devrimde, gerçek bir devrimde ya muzaffer ya da ölmüş olunabileceğini öğ renmiştik. Zafer yolu üzerinde düşüncemiz pek çoktu. ... Küba toprakları üzerinde, beni Küba Devrimi'ne bağlayan görevimi ta mamladığıma inanıyor, senden, yoldaşlarımdan, artık benim de halkım olan hal kından izin istiyorum. ... Hiç bir yasal bağla Küba'ya bağlı değilim; ancak öyle bağlarım var ki res mi evrak gibi yırtılıp atılamaz ve yokedilemez. Hayatımın bilançosunu yaparken, devrimin zaferini güçlendirmek için, yete rince dürüstlük ve fedakarlıkla çalıştığıma inanıyorum. Biraz önemli olan tek ku surum, Sierra Maestra' daki ilk anlardan başlayarak, sana daha fazla güvenmem, senin yöneticilik ve devrimcilik niteliklerini yeterince çabuk anlayamamamdır. ... Pek az devlet adamı, senin o günlerdeki parlaklığına, yüceliğine ulaşabilir di. Seni hiç duraksamadan izlemiş olduğum için, senin gibi düşündüğüm, tehlike ve ilkeleri senin gibi değerlendirdiğim için gurur duyuyorum. ... Beni oğlu gibi bağrına basan bir halkı arkamda bırakıyorum. Yine de ruhu mun bir parçası olarak kalacaklar. Yeni savaş alanlarına, bana aşıladığın inancı, halkımın devrimci ruhunu, en kutsal görevi yerine getirmenin, dünyanın neresinde olursa olsun emperyalizmle savaşmanın bilincini götüreceğim. Bu ise en büyük yürek acısını bile yüz kez dindirir ve yatıştırır. ... Başka gökler altında, son saatim geldiğinde, son düşüncem yine bu halk ve özellikle sen olacaksın. Bana öğrettiklerin için, bana örnek olduğun için sana minnettarım, eylemlerimin nihai sonuçlarına varıncaya kadar öğretine ve örneği ne sadık kalmaya çalışacağım. Zaten her zaman devrimimizin dış politikasıyla öz deşleşmiştim, bunu sonuna dek sürdüreceğim. Nereye gidersem gideyim, Kübalı bir devrimci olmanın sorumluluğunu duyacağım ve bunun gerektirdiği biçimde davranacağım. HASTA LA VICTORIA SIEMPRE! (Her Zaman Zafere Kadar!) PATRIA O MUERTE! (Ya Özgür Vatan Ya Ölüm!) Seni tüm ateşli devrimci yüreğimle kucaklıyorum! CHE
AÇLIĞA
VE
AYAĞA
ZULME
KARŞI
KALK!
devrimci sokak tiyatrosu deneyimleri AYŞE GÜLEN HALK SAHNESİ
"
B
en özelleştir meyi sizlere şöyle açıkla mak istiyo rum. Üç tane adam üstüste çıkmış. En üstteki özelleş tirmeden kaymağı yiyecek ki şidir. O bağırarak şunu diyor: 'Bu gidişat çok iyidir, yürü meye devam edin.'Ortada ki sendikacıdır, O da şunları söylüyor: 'Gidişat iyidir, de vam edin.' En alttaki ise işçi dir, sırtında iki kişiyi taşıdığı için O da bağırmaya başlıyor: 'Bu gidişat iyi değildir, hepi niz aşağı inin, bu yapılanma yı yeniden oluşturacağız.'
Yani işçi sınıfının bugün sır tından devletin başında bulu nanlar ve emperyalist tekel ler geçiniyor. İşte biz işçiler bu sırtımızda taşıdığımız in sanları bir an önce atmamız lazım. Bugün bunun mücade lesini vermemiz lazım." Bu sözler özelleştirme politi kaları karşısında bir imalat işçi sine ait. 23 Ekim 1993 tarihli Mücadele Gazetesi'nde imalat işçisinin yaptığı bu benzetme son zamlar karşısında hazırla yacağımız sokak oyununun fikir kaynağı oldu; altta bir emekçi, üstünde de devlet ve emperya lizm. Emekçi eziliyor ve inliyor, egemen güç ise onun sırtında
rahat ve memnun. Ama daha çok istiyor, çığlıklar atıyor, "yet miyor" diye. Devletin Kürdistan'da yürüt tüğü soykırımın faturası gene emekçi halkların sırtına yükleni yor. Milli gelirin büyük çoğunlu ğu savaşa aktarılırken, burjuva zinin krizi de derinleşiyor. Aske ri çöküntünün yanında ekono mik çöküntü de had safhada. Kriz içindeki ekonomi kemir genlere yetmiyor; işbirlikçi bur juvazi alıştığı vurgundan vaz geçmiyor. Ve ardından önce IMF'ye sunulan, sonra da uygu lamaya konulan "ekonomik is tikrar paketi". Diğer adıyla "acı reçete". Yani zamlar, ücretlerin
T A V I R
17
dondurulması, işten atılmalar, açlık, yoksulluk, ekmek kuyruk ları... Ekonomik terör karaba san gibi giriyor halkın yaşamı na. Önce şaşkın, peşisıra öfkeli emekçi. Egemenlerse panik içinde. Patlarsa bu volkan, son çırpınışlar da boşa gidecek. Beklemeksizin "Haydi Türkiye!" edebiyatı; burjuva basında te kelci patronlar "tarihi", "şok" açıklamalar yaparak milleti sa kin olmaya davet ediyorlar, fe dakarlığa çağırıyorlar. Siyasi ik tidar bu "önlemler"in,"Kuvayı Milliye" ruhuyla hazırlandığını söyleyip "milletçe fedekarlık" çağrıları yapıyor. "Haklar ve Özgürlükler Plat formu" ise "Hayır!" diyor emekçi halklara; "Açlığa ve Zulme Kar şı Ayağa Kalk!", "Zamlara, Sö mürüye Karşı Birleşelim, Müca dele Edelim." Ve bir kampanya başlatıyor; tepkileri örgütlemek, emekçi yığınların öfkesini bi linçli mücadeleye aktarmak için. Bünyesinde yeraldığımız Ortaköy Kültür Merkezi de bu platformun içinde. Sanat kavra mı hayatı belirleyen politikadan uzak değil bizler için. Doğrudan bir ilişkinin olmadığını ya da ol maması gerektiğini savunanla rın aksine kopmaz bir bağ var sanatla politika arasında. Haya tı, yeni bir dünya kurmayı ve in sanlığın geleceğini belirleyen, üretilen politikalardır. O halde sanat "özgünlük" ya da "ayrıca lık" adına hayatın dışına savrulabilir, bu belirleyiciliğin dışına çıkabilir mi? Bizler kendimize özgü dilimizle, nesnel gerçek likten kopmadan ve bu gerçekli ği yeniden yaratma özelliğimiz le temellendiriyoruz sanatımızı. Ve bu anlayışımızı kendiliğin den, kişisel beğenilerle değil, gereklilerle geliştiriyor, müca delenin hizmetine sunuyoruz. İşte bu bilinçle şekilleniyor "Zamlara Hayır!" adlı oyunu muz. FOSEM'de bir yandan bel gesel çalışmalarına başlıyor. İşçisinden memuruna, küçük esnafından ev kadınına kadar
18
T A V I R
çekimleri ve röportajlarıyla oluşturacağı belgeseli işyerle rinde, fabrikalarda gösterime sunacak. İlk oyunumuz Kocamustafapaşa'da bir halk ekmek büfesi önünde. Saat sabahın 7'si. Ama yüze yakın insan birikmiş büfenin etrafında gittikçe de çoğalıyorlar. İnsanlar henüz dağı nık, kuyruk oluşmamış. Ekmek satışı 7.30'da başlayacak. Bu saatlerde İstanbul'un her tara fında aynı görüntü var. Sabahın 5'inden itibaren Halk Ekmek büfelerinin önünde birikmeye başlıyor yoksul insanlar. Koca lar işe, çocuklar okula, kadınlar ve yaşlılar ise ekmeğe. Herşey yarı fiatına daha ucuz alabilmek için ekmeği. Oysa üç taneden fazla vermiyorlar. Bu nedenle ikinci defa kuyruğa girmek zo runda kalıyor çoğu. Kimi yerler de ise muhtardan ailedeki kişi
sayısına ilişkin alınan kağıtla veriliyor ekmek. Yani karneyle. Yorgun ve şişmiş gözler hiç de o alışılmış kanıksamayı yansıt mıyor. Evet çaresiz ama kızgın bakıyor gözleri insanların. Bul dukları yere çökmüşler, kimileri ise ayakta ekmek arabasını arı yor bakışları. Elimizde kostüm ve aksesuar çantası, büfenin yakınındaki küçük kahvede ka rarlaştırdığımız saatin gelmesi ni bekliyoruz. Kampanyanın ilk oyunu olmasının ayrı bir heye canı var üzerimizde. İki bayan oyuncumuz dağı nık kuyrukta bekliyorlar oyunun başlamasını. Burjuva kadını oy nayacak olan hemen dikkat çe kiyor kıyafetiyle. Yaşlı bir adam geliyor yanına "sen de mi ekmek alacaksın?" diyor merakla. "Evet" yanıtını alınca şaşırıyor. Sonra bir ana geliyor kuyruğun başından. Yan taraftaki otobüs
duraklarını ve kuyrukları göste rerek "İşe mi gidecektiniz?" diye soruyor. Yanıt onu da şaşırtı yor. Burjuva giyimli bir insanın Halk Ekmek kuyruğuna girme sini garipsiyor insanlar. Kuyrukta beklerken bayılan çocuğu yazıyor gazeteler. Bir başka yerde ise bir polis bağır mış kuyruktakilere; "Siz bu dev leti batırmak için buradasınız. Normal ekmek alsanız ne kay bedersiniz." Ama Nazım'ın dizelerindeki gibi ekmek herkese yetmiyor, hürriyet de. Oysa ek mek ve hürriyet herkese yetebilir. Yeter ki bu uğurda döğüşebilelim. Vakit tamam büfeye doğru ilerliyoruz. Ama insanlar dağınık, toplanmaları gerekiyor. Orada görevli olduğunu düşün düğümüz bir amcaya açıyoruz durumu. Birden heyecanla ba ğırmaya başlıyor; "Ekmek satışı başlıyor, herkes kuyruğa." Hız la toplanıyor insanlar. Amca do laşmasını sürdürüyor ve tiyatro oynanacağını söylüyor. Bizse kostümlerimizi giymeye başlı yoruz. Bir polis bitiveriyor yanı mızda. "Ne yapıyor sunuz?" "Oyun oynayacağız" "Ne oyunuymuş bu?" "Tiyatro oyunu" "Burada oynanır mı hiç?" "Ne den oynanmasın?" Gidiyor. Di ğerleriyle birlikte geleceğini dü şünüyoruz. Ama neyi değiştirir ki bu? Başlıyoruz oyunumuza. İşçinin sırtındaki egemene gü lüyorlar. Sık sık alkışlarla kesili yor oyun. Otobüslerin gürültüsü sesimizi duyurmamızı güçleşti riyor. Daha fazla bağırmak zo runda kalıyoruz. "Halkız, Haklı yız, Kazanacağız." diye bitiriyo ruz oyunumuzu. Alkışların ara sından "İnşallah" diyor bir ses. Seviniyoruz. Bayan oyunculara kuyruktayken s o r u soran ana geliyor yanımıza "Kandırdınız bizi, demek oyuncuydunuz" di yor gülerek. Bir başka kadınla buluşuyor gözlerimiz... ağlıyor kadın alkışlarken. Bir soru geli yor kalabalığın arasından; "İyi de nasıl olacak?" çaresiz bir ifa deyle geliyor soru. Bu soruyla sonradan oyunu oynadığımız
FOSEM (Fotoğraf ve Sinema Emekçileri) - röportajlar "Paket açıklıktan sonra işler tamamen düştü.. Zamlar bir cinayet oldu. İnsanların geçinmesi için sihirbaz olması gerekiyor... Bu paketin refah getireceğine inanmıyorum. Çünkü 80 senesinden bu tarafa aynı politika uygulanıyor Bizden, küçük esnaftan topladığını Çankaya'da yiyiyorlar. İyi bir yere gideceğini bilsek hep beraber, olan paralarımızı verelim.. Müşteriyle ilişkilerimiz etkilendi. Esnafla müşteri yani vatandaş yüz yüze gelmeye başladı.Bu bir yerde patlayacak ama nerde patlayacağı b e l olmaz. Yani çok da uzun sürmez bu patlama Daha kötü şeyler de olabilir. Düzlüğe çıkmak için Çankaya'nın tamamen değişmesi lazım. Bu idareyle bu düzenin olmayacağına iranıyorum." Bir Lokanta Sahibi "Bu zamlar belki gerekli olabilir ama şu anda vatandaş için pek gerekli gibi gö zükmüyor. Hani belki ülke, devlet için gerekli olabilir ama vatandaş çok zor durumda.. Çözüm bu siyasi partilerle münıkün mü, bilemeyeceğim. Bu paketle daha iyiye çıkacağız diyen oluyor ama ne kadar başarılı olacaklar bilemiyorum. İnanmak istiyorum ama ...Valla örgütlenmeyi hiç düşümedim ama düşünsek daha iyi olabilir. Yani halk ola rak birlik olup bunun çözümünü aramak iyi olur ama bizde öyle birlik olacak halk yok... Bir yerden başlamak lazım, tabii.. düşünmedim ama düşünmek lazım yani..." Bir Kasap 'Zamlar bizi çok kötü yakaladı. Ben aynı zamanda emekliyim, ama aylığımı alamı yorum... Halk geliyor ayakkabı almak için alamıyor gidiyor. Bazısı bayramdan sonra vere yim diyor, bazısı aylığımı alayım öyle vereyim diyor. E, tbenim buna gücüm yok ki... Biz den oy istediler, bize bunlan daha evvelden söylemediler... Biz kendi yağımızla kavruluyorduk şimdi bu da yetmiyor, hükümeti, devleti kurtarmaya çalışıyoruz.. Halk için yapılan bir olay yok Daimi suretle bugün bizi idare edenlerin lehine kanunlar yapılıyor. İşçiler için, küçük esnaf için bir kanun yapılmıyor, söylenenler lafta kalıyor. Bilmiyoruz nedenini... Daha ziyade işçilere zorluk çıkarıyorlar. Neden kapatıyorlar fabrikaları onu anlayamıyorum. 50'den sonra bu memleket gerilemeye başladı. Yani ben 65 yaşındayım bu kadar gerileme olduğunu hiç bir zaman görmedim..." Bir Ayakkabı Tamircisi "8 milyonun 4 milyonunu cebimizden aldılar. Derhal geri verilmesini istiyoruz. Sendikamız var. Sendika yapmazsa üzerimize düşeni tüm tepkileri göstereceğiz. 2 bin arabamız var, yollan keseceğiz, trafiği durduracağız. İETT şoförlüğü ölümcül bir iştir. Bir şo för 5 sene çalıştığı zaman %80 sağlığında kayıplar, hastalıklar meydana geliyor. Birde bu ekonomik tedbirler hepten bunaltacak Günde 55 milyon can taşıyoruz Biz sağlıkh olmazsak bu insanların sorumluluğunu nasıl taşıyacağız." Zeki Erbaş (İETT ŞOFÖRLERİ DERNEĞİ BAŞKANI) "Biz kamu emekçileri bu kararlardan en fazla etkilenen kesimlerden biriyiz. Önümüzde Temmuz ayında toplu sözleşme dönemi var. Şimdi maaşların dondurulması durumu var. Bu durumu tartışmayız bile. Çünkü tartışmak bu durumu kabullenmek olacak Daha radikal bir mücadele süreci var önümüzde . Hükümet bugün bağıracak, yarın bağıracak sonra durulacak gözüyle bakıyor. İşçi sendikalan konfederasyonlan da bu uzlaşma zemininde hareket ediyor. Özelleştirmeler ve KİT'ler'in kapatılmasıyla bir yardan da örgütsüz bir toplum yaratılmak isteniyor. Bunlara karşı her türlü mücadele yöntemini kullanmalıyız. 5 Nisan kararlarının açıklanmasından sonra duyurulan 'Demokratikleşme Paketi'nin de bu kararlara duyulacak tepkiyi nötralize etmeye yönelik olduğunu düşünüyoruz So mut taleplerimizin gerçekleşmesi tüm emekçi kesimlerde bir güç birliğini yakalamaktan geçiyor." Hanefi Sağlam (BEM-SEN GENEL SEKRETERİ)
T A V I R
19
pek çok yerde karşılaştık. Ha yatın her alanında umudun adı nı yükselten bir mücadelenin içinde bu sorunun yanıtı. Yılgın lığı dirence, umutsuzluğu karar lılığa dönüştüren bir inancın içinde boy veriyor bu mücadele. Bu nedenle soyut, havada ka lan sözler değil, "örgütlenelim", "mücadele edelim", "kazana lım" sözleri. Oyun yerinden ay rılıp otobüse binerken şoför tebrik ediyor bizi. Demek duraktakilerde izlemişler oyunu. Da ha da seviniyoruz OKM'ye dö nerken. Birgün sonra Cerrahpaşa Hastanesi'nin bahçesindeyiz. öğle tatili. Sağlık-Sen'li emekçi lerin zamları protesto eyleminin içinde yer alıyoruz. Ancak bu sefer oyunda bazı değişikliklere başvurduk. Bu değişiklikler yal nızca mekanın farklılığından kaynaklanmıyor. Önceki oyun da eksik gördüğümüz, daha an laşılır olmada yetersiz kaldığı mız kimi anlatımları zenginleştiriyoruz. Yani soyut kalan yerler var, ilk anda farkedemediğimiz. Ekmek kuyruğundaki kimi tep kiler ölçü oluyor bizim için. Ör neğin emekçinin sırtındaki insa nın egemen güçleri sembolize ettiği yeterince kavranmıyor. Bu nedenle sırta binme mizansenini değiştiriyoruz. Önce işçi çalı şıyor, egemen geliyor, omuzla
20
T A V I R
rından kavrayıp diz çöktürüyor, sırtına sonra biniyor, işçi tekrar çalışmaya başlıyor ama bu se fer aynı rahatlıkla değil. Ve sonra inlemeye başlıyor. Tabi sözlerde de bazı değişikliklere gidiyoruz. İlk oyunda egemenin "Kendimi kuş gibi hissediyo rum, ayaklarım yere değmiyor. Ne büyük bir zevktir anlatamı yorum" sözlerini "işte şimdi bi raz daha rahatladım. İnanın ge rekliydi bu zamlar. Bütçe açık veriyordu, kredi alamıyorduk. Oh oh iyi oldu, memleketin ya rarına oldu. Haa, ücretler de dondurulmalı" diye değiştiriyo ruz. Sonra "Yeni Çillerler, yeni Karayalçınlar, yeni Mesutlar gerekli" sözünü ise "Çiller'den, Karayalçın'dan, Mesut'tan daha sert biri gerekli" şeklinde değiş tiriyoruz. Ve en önemlisi izleyi ciyi oyuna katmadaki eksikliği miz. Daha çok soru sormak, yanıtları almada daha ısrarlı ol mak ve tepkileri açığa çıkarıcı durumlar yaratmak gerekiyor. Böylesi değişikliklerle ve do ğaçlamaya ağırlık verecek şe kilde başlıyoruz oyuna. İzleyici burjuva kadına tepki gösteriyor, laf atıyor ona, dalga geçerek. Egemene ise kızıyorlar. Kara giysisini çıkarıp sırtında IMF, Marlboro, Coca-Cola, McDo nald' amblemleri görününce ve sona doğru yere devrilince al
kışlıyorlar. "Yeter artık, ezdin adamı" diyor gerilerden bir ses. Sonuç daha başarılı. Ama ertesi gün Kadıköy'de Ermeni Kilisesi'nin hemen önündeki meydanda oynadığı mız oyun daha da başarılı olu yor. 12.30'da oynayacağız oyu nu. Mekan öncekilerden daha farklı ve zor. Önceki iki oyunda buraya göre "hazır" diyebilece ğimiz bir izleyici kitlesi vardı. Bi ri ekmek kuyruğunda, diğeri hastane bahçesinde bekleyen ler. Ama burada yalnızca alış verişe çıkan, yoldan geçen in sanlar var. Kadıköy bölgesinde çalışan memurlar da gelecek lerdi fakat o ana kadar kimseyi göremiyoruz. Nasıl bir başlan gıç yapacağımız konusunda te reddüt geçiriyoruz. Bu tereddüt ve bekleyişle oyun zamanı da 15 dakika gecikmiş durumda. Daha fazla beklemek istemiyo ruz ve kostümleri çıkarıp giyin meye başlıyoruz meydanda. Egemeni oynayan oyuncunun kıyafeti hemen dikkat çekiyor. Oyuncu ise kollarını birleştirip meydanın ortasına dikiliyor. Bu durumu uzatıyoruz. Daha şim diden bir kalabalık oluşmuş du rumda. Kimileri "kamera şaka sı" zannederek etrafta kamera arıyorlar. Diğer oyuncu ise baş lıyor bağırmaya; "Haydi, oyun başlıyoor! işçiler, memurlar, emekçiler, vatandaşlar) Tiyatro oyunu başlıyor! Zamlara karşı, açlığa ve zulme karşı oyunu muz başlıyoor!" Bir anda topla nıyor insanlar. Oyun alanımızsa iyice daralıyor. Egemenin al tındaki emekçinin sözleri ilk tepkiyi doğuruyor. Bir adam ka rarsız şekilde alkışlıyor, sonra kitleye dönerek "adam doğru söylüyor, alkışlayalım" diyor. Bir başka izleyici alttaki emekçi nin yanına geliyor, "Ezildi adam" diyerek ona yardım edi yor. O esnada oyun alanının içinde sandviç satmaya çalışan birine izleyicilerden biri çıkışı yor ve bağırarak "Git sandviçini başka yerde sat! Burada daha önemli şeyler var" diyor. Oyun
izleyiciyle bütünleşmiş durum da. Sorduğumuz soruların ya nıtlarını alıyoruz. "Daha fazla kar için, daha fazla yoksullaş mamız isteniyor. Bir de bunun adına fedakarlık diyorlar. Böyle bir fedakarlığa razı mıyız?" "Ha yır" sesleri yükseliyor. "Doğru söylüyorsunuz" diyorlar. Yaşlı bir adam geliyor yanımıza. Elin deki kağıdı uzatıyor bize doğru ve konuşmaya başlıyor. İlaç re çetesi bu. "Pahalı olduğu için alamıyorum." Reçeteyi alıyoruz elinden. İzleyiciye doğrultarak "Hangimiz hasta olduğumuzda ilaç alabiliyoruz. Hastane kapı larında sürünmek bizim hakettiğimiz bir durum mu?" Oyun ar k doğaçtan sürüyor. Örgütlen menin gerekliliğini vurguluyo ruz. Onayını da alıyoruz. Oyunu daha sonra birer gün arayla Şişli Bomanti Tekel Bira Fabrikası işçilerinin "özelleştir me ve işçi kıyımına karşı" bir protesto eylemi içinde ve Bakır köy Özgürlük Meydanı'nda oy nadık. Kadıköy'de hayata geçir diğimiz yöntemi Özgürlük Mey danı'nda da uyguladık Cumhu riyet Gazetesi muhabiri egeme nin sözlerini bizim söylediğimiz gibi değil de algıladığı biçimde yazmış. Özünde aynı sözler ama özellikle "Haydi Türkiye" sözünü oyuna dahil ediyoruz. Önümüzde Armutlu var. Kur ban Bayramı sonrası orada oy nayacağız. "Biz oyunlarımızı oynamaya devam edeceğiz." "Serbestsiniz, gidebilirsiniz" di yen komiser "Hayır" diyor, sert çe. "Neden?" sorumuzu "Bu bölgede oynayamazsınız!" diye yanıtlıyor. Son sözümüzü söy lüyoruz; "Ama oynayacağız!" Büyük Armutlu Pazarı'nda oynamıştık oyunumuzu. Pazar yerinde insan sayısının azlığı dikkatimizi çekiyor. Kalabalık bir nokta arıyoruz ama boşuna. Oysa böylesi halk pazarları tık lım tıklım otur. Yoksul halk artık pazar alış-verişine bile çıkamı yor. Ekonomik terörün boyutla rını burada daha somut görebi liyoruz. Burjuva kadına sinirle-
'Toplanan para yerinde harcansa; yani hırsızlığa artık son verilsin. Vatan için, millet için her şeyi yapalım..." "Fakirlerden alıp zenginlere dağıtıyorlar. Bunlar yanlış. Demokrasi diyorlar. Ne yazık ki, demokrasi bizde yalnız zenginler için var, fakirler için yok. Hiç bir politikacıya güvenmiyorum." 'IMFnin ne olduğunu biliyoruz Bizim politikacılar dışardan gelen raporu oku yorlar o kadar. Bizim kaderimiz bu Dışardan yönetiliyoruz...'' Kundura Atölye İşçileri "Biz biliyoruz ki bu krizin sorumlusu biz değiliz. Krizin sorumluları halklara hiz met yerine bomba yağdıran,, kurşun yağdıran, coplayan işten atanlardır. İkili anlaşmalarla, üslerle, çekiç güçlerle ülke zenginliklerini emperyalizme peşkeş çekenlerdir. Siyasi iktidardır, MGK'dir. Başta ABD olmak üzere emperyalist tekellerdir, IMFdir. Bizler onların fedakarlık isteklerine hayır diyoruz. Bu fedakarlık masallarıyla bizleri uyutacağını sananlar yanılıyorlar,İşimize, aşımıza göz koyanlara asla izin vemeyeceğiz. Örgütlü gücü-müzü birleştirdiğimizde yaşamı durduracak olan bizlleriz. Çünkü örgütlü güç yenilmez. Çünkü biz işçiyiz, memuruz, ev kadınıyız, öğrenciyiz. Halkız, Haklıyız, Kazanacağız." Nilüfer Alcan (HAKLAR ve ÖZGÜRLÜKLER PLATFORMU DÖNEM SÖZCÜSÜ) HALK EKMEK KUYRUKLARINDAN "Bu Tansu Hanım ekmeğe zam yapınca bu millet de ucuz ekmeğe hücum eder tabi. Evde ödevlerim bekliyor ama benkuyrukta bekliyorum." 12 yaşnda Bir Çocuk "Burdan ekmeği alacağım, bir de gidip beyimi işe yollayacağım Neden böyle? Allah kolaylığımızı versin. Bu böyle gitmez. Ya sonu ölüm, ya zulüm. Böyle olmaktansa zehirlesinler bizi.." Ev Kadmı 'Bu yaşamak mı evladım; torunlarını, çocuklarını büyütmek için ekmek kuyruklarına gireceksin. Onların hür yaşamasını isterim.." 80 Yaşında Bir Amca "Bu millet insan, hayvan deği." Bir Ortaokul Öğrencisi "Bir yavan ekmeğimiz var, ona da zam geldi.." Ev Kadını "Oyu verdim pahalılık oldu. Bundan sonra ne vercem ne de alcam." Yaşlı Bir Amca "Zenginlerin günü oldu. Ben kalp hastasıyım, burda ölüp gidecem. Bu böyle ol maz yavrum." Yaşlı Bir Amca "Hükümetler değişiyor, iyi diye seçiyoruz, gelen gideni bastırıyor..." Ev Kadını "Zamanı gelince bu halk hesap soracaktır..." 60Yaşında Bir Emekli "Yorum yok! Siz görüyorunuz halimizi..." Bir Emekli "Ben 73 yaşındayım, bu memleketi bilirim Bu böyle gitmez .IMF geldi, Anka ra'yla görüştü, gereğini yaptı..." Bir Emekli
T A V I R
21
niyor bir izleyici. "Verginizi mun tazam ödeyeceksiniz" sözüne karşın, "Ödüyoruz ama kimin yararına? Devletin yararına. Bi ze bir yararı mı var?" diyor, oyun alanında dolaşarak. Son ra ekliyor; "Şimdi beni burda söyletmeyin, çenemi açtırma yın." İzleyicilerin arasına karışı yor. Oyun sonrası otobüs dura ğında beklerken polis minibüsü yaklaşıyor ve ellerinde silahlar la geliyorlar yanımıza. "Çanta larınızı açın, arayacağız." "Ne den?" "Çok konuşmayın, kara kolda anlatırsınız derdinizi." Bir sivil polis eliyle işaret ederek bizleri gösteriyor. "Bunu alın... bunu da..." Oyunu izlemiş ve memleket hayrına olmadığını kanaat getirerek ihbar etmiş di ğerlerine. Durakta bekleyenler şaşkın ve korkarak bakıyorlar. Gitmemek için diretiyoruz. Zor luyorlar, tartaklayarak bindiri yorlar münübüse. Bir de gaze teci var yanımızda. Ama ege meni oynayan oyuncu yok. Sivil polis bağırıyor emekçiyi oyna yanı göstererek. "Bunun sırtın daki it nerde?" Eğer o "it" lafı oyuncunun canlandırdığı egemeneyse kabulümüzdür. Kara kolda tiyatrocu olduğumuzu söylüyoruz ısrarla. "Nasıl tiyat-
roymuş bu?" diyorlar. Alışık de ğiller ama alışacaklar. Özellikle Armutlu'da oynamamızı kabul etmiyorlar. Korkuyorlar Armutlu'dan. Kolektif bir direniş gele neği yaratan Armutlu halkının mücadelesi tahammülsüz kılı yor egemenleri. Halka taşınan hiçbir etkinliği kabul edemiyor lar. Adeta bir prestij sorunu ha line getiriyorlar. 24 saat boyun ca tutuluyoruz karakolda. Sav cılığa bile sevk edilmeden bıra kılırken "Oynayacağız" sözü müzü ertesi gün Kasımpaşa Camialtı ve Taşkızak tersanesi işçilerine oynayarak yerine geti riyoruz. Öğle tatilinde tersanenin önündeki sokaktayız. 2 tersa nenin işçileri yemek sonrası, sokakta biraraya geliyorlar. Ya nımıza gelen bir işçi çalışma koşullarını anlatıyor. Sonra so kağı göstererek "Bu sokak bu ranın Mahmutpaşa'sıdır" diyor. "Alış-verişimizi burdan yaparız." İşçilerin çoğu sokakta duran ve arka kasası açık bir kamyonetin ve biraz uzağındaki seyyar tez gahın etrafında toplanmışlar. Kapkacak, yiyecek, giyecek herşey var. Gerçekten de minik bir Mahmutpaşa. Giyiniyoruz ve işçileri oyuna çağırmaya başlı yoruz; "Haydi! Oyun başlıyoor"
Bu sefer yeni temin ettiğimiz küçük bir çan kullanıyoruz... Sesi dikkat çekiyor ama zayıf. Kaldırımın kenarında çoktan yerini almış bir işçi espri yapı yor "Eee, işçi sınıfının çanı da zayıf olur!" Gülüyoruz. Doğru luk payı var bu espiride. Şimdi lik öyle ama ya ideolojisi... İşte o güçlü. Devrime ulaştıracak olan da bu ideolojinin önderliği. Oyunun finalindeki sözleri daha güçlü vurgulamak gerekecek; "Bütün mesele zincirin kırılabileceğini düşünmekte, gücün farkına varabilmekte... Tükürseniz sel götürür, yürüseniz yer sarsılır, uğultusu volkan olur, yerin dibine batar bu sömürü saltanatı, toza dumana karışır bu asalaklar." Büyük bir ilgiyle izliyorlar oyunu. Sorduğumuz soruları elbirliği etmişçesine bir ağızdan yanıtlıyorlar. Egemen yere düşürüldüğünde sanki al kış tufanı kopuyor. Oyun so nunda dağılmıyor işçilerin çoğu. Sohbet ediyoruz. Hayata geçir mek istedikleri direnişlerden bahsediyorlar. Biri soruyor; "Bu oyun izinli mi?" "Hayır" diyoruz. "O zaman Tayyip sizin tiyatro nuzu kapatır, dikkatli olun!" Bir başkası giriyor araya; "Ooo! Tayyip'e gelene kadar bunun Çiller'i var, Demirel'i var." İşçiyi oynayanın, oyun boyunca omuzlarında burjuvayı oynaya nı nasıl taşıdığını soruyor bir iş çi. "Valla ben yoruldum izler ken" diyor. Emekçinin sırtındaki asıl yükün daha ağır olduğunu söylüyoruz. Sohbetimiz uzuyor, bir işçi giriyor araya ve uyarı yor; "Sakıncalı olabilir, polis ge lebilir, sizi buradan çıkartalım." Bir arabaya bindiriyorlar ve Şiş hane'ye kadar götürüyorlar. Bu derece sahiplenmeleri ve gü venliğimizi almaları çok sevindi riyor bizi. Sokak oyunları gözaltına alınma ve engellenme riskinin fazla olduğu oyunlar. Bu ne denle güvenlik önlemlerinin de alınması gerekebiliyor. Fakat bu güvenlik hiçbir zaman oyun biter bitmez oradan "sıvışma"
22
T A V I R
ya da polisi görünce oyunu ya rıda kesme biçimlerinde ola maz. Tiyatro yazarı, eleştirmeni Yılmaz Onay bir yazısında so kak tiyatrosu özerine şunları söylemiş; "...'tek devrimci tiyat ro' diye dayatılmaya çalışılan, işçi sınıfından ve örgüt disipli ninden kopuk, küçük burjuva nitelikli bir 'sokak tiyatrosu' pro pagandası var. Bununda özel likle 'seyyar satıcılar' gibi 'he men toz olabilme' niteliği, 'dev rimciliğinin kanıtı diye vurgula makta. Oysa, aslında gene yal nızca 'seyyar satıcı' benzetme si bile, olayın 'devrimci' değil, asıl 'küçük burjuva' sınıfsal karekteristliğini belirtmeye yeter." Öncelikle sokak tiyatrosu "tek devrimci tiyatro" yöntemi değildir elbette. Sorun her yön temi devrimci mücadelenin hiz metine sokabilecek anlayışta olabilmek. Gerçekleri tüm çıp laklığıyla, dolaylı yollara sap madan ve sakınmadan ortaya serebilmek, bunu da tiyatronun kendine özgü diliyle anlatmak; eğer amaçlanan, tiyatroyu bir sınıf silahı olarak kullanabilmekse birçok yöntemden fay dalanmayı gerekli kılar. Sınıftan ve örgüt disiplininden uzak bir sokak tiyatrosu anlayışı da peşi sıra küçük-burjuva yaklaşımla rı, temkinlilikleri ortaya çıka rır...doğru. "Hemen toz olabil me'' kıvraklığı (!), oyun boyunca izleyiciyle kurulan iletişimi ze delemekle kalmaz, oyunla veril mek istenen bedelleri pratikte göstermekte de berbat bir ör nek olur. Tabi bu durumda so kak tiyatrosu yönteminin meş ruluğu söz konusu değildir. İzle yici ise örnek olması gereken devrimci bir kişiliği karşısında göremez. Beykoz Deri Kundura Fabri kası önünde vardiya çıkışı oyu nu oynadıktan sonra ikinci kez gözaltına alınıyoruz. O sırada işçilerle sohbet ediyorduk. Oyun sırasında özellikle iki kişi sık sık oyuna müdahale ediyor. Daha çok umutsuz ve yılgın sözler söylüyorlar. "Yakında bu
fabrika kapatılacak ama işçile rin umurunda değil" diyorlar. "Boşuna oynuyorsunuz" diyor bir tanesi. "Bu millet adam ol maz" gibisinden bir yaklaşım var. Onlar için verdiğimiz ceva bı oyunun bir parçasıymış gibi tüm işçilere söylüyoruz; "İki yol var önümüzde, bir tanesini seç mek zorundayız: Ya umutsuzlu ğa, yılgınlığa düşeceksin, bo yun eğeceksin sömürülmene ve fabrikanın kapatılmasına ya da sınıf mücadelesi, direniş, dayanışma, bağımsızlık, de mokrasi ve sosyalizm." Oyun sonunda yanlarına gidiyoruz, "Neden bu kadar umutsuzsu nuz" diyoruz. 12 Eylül politikala rından bahsediyorlar, insanların tek tipleştirildiğinden, sınıf ger çekliğinden uzaklaştırıldığından vs. Fakat vardıkları sonuç ka ramsar. Çıkış yolları kafaların da net değil. Birkaç gün sonra yapılacak mitingden de bir çare beklemiyorlar. Sohbet koyula şırken polisler geliyor ve gözal tına alınıyoruz. Ertesi gün sav cılıktan bırakılırken hakkımızda dava açılıyor; işçileri ayaklan maya teşvik edici propaganda yapmaktan. Devrimci kişiliğimi zi, sanatımızı ve anlayışımızı, sonuna kadar savunacağız. Polis geldiğinde oradan ayrıl mayı düşünmedik, etrafımız çevrildiğinde sohbete "devam ettik. Bize güç veren bir meşru luğumuz var. Seçim vaadleriyie aldatıl malar, işten atılmalar olanca vahşiliğiyle devam ediyor. Halk Ekmek büfeleri önünde kuyruk lar tam tersine çoğalıyor. Bir taksi şoförü "Artık yalnızca gün lük yevmiyemizi çıkartmayı dü şünüyoruz" diyor, belediyelerde işçi kıyımı had safhada. Gebze Belediyesi'nde 733 işçi kapı önünde. Haklar ve Özgürlükler Platformu olarak oradayız. Ola yın yakıcılığı tüm kenti sarmış, büyük bir öfke hakim. Dayanış ma ziyaretleriyle güç buluyor iş çiler. Oyunumuz ise büyük bir coşku ve beğeniyle karşılanı yor. Oyun sırasında işçiyi oyna
yanın terini silyor bir belediye işçisi; duygu dolu bir dayanış ma örneği bu. Oyun bitiminde yanımıza gelen işçilerden biri "moral verdiniz bize" diyor. Amacımız da bu değil mi? Mo ral vermek, cesaret vermek, di reniş azmi vermek... Onurlu bir geleceğin onurlu sahiplerinin sınıfsız, sömürüsüz dünyaları için. Oyunlarımız sürüyor kam panyayla birlikte. Daha bir çok yerde Grup Yorum'un bestele diği Brecht'in "Halkın Ekmeği" şiiri söylenecek; "Bilin halkın ekmeğidir adalet, Bakarsınız bol olur bu ekmek, Bakarsın kıt, bakarsın berbat, Bakarsın doyum olmaz tadına Azaldı mı ekmek başlar açlık Bozuldu mu tadı başlar..." Daha bir çok yerde ellerimi zi birleştirip havaya kaldıraca ğız ve "Haydi! Açlığa ve Zulme Karşı Birleşelim" diyeceğiz. Ve daha bir çok yerde emekçiler ansızın duyacaklar "Haydi! Oyunumuz Başlıyoor!" Sözü müzü...
T A V I R
23
Hazal TUNÇ orucu bir günün ak şamında yazıyo rum. Sanki gülen gözlerin daha kale mi elime almadan gelip konuvermiş ak kağıdın bir köşesi ne. Bir de kahkaha ların çınlatmaz mı odamı; onca hasrete rağmen huzurlu bir duygu kaplayıverdi içimi, işte bu ruh haliyle yazıyorum sana. Seni ateşli sözcüklerle anı yorum. Kararlı ve yakıcı bir ey lemdi çünkü ayrılışın. Hatırlanışın istek aşılıyor işleyen elleri mize.
Y
Günler geçmiş; aylar, aylar geçmiş... Üzülmüşüz de, sevinmişiz de. Demem o ki; hükmü müzde akıp gitmiş yine de za man. Keşke bu kadar geciktirmeseydim yazmayı. Ne çok şey var sana aktarılacak. Yok, yok gözden ırak olan gönülden de ırak olmaz bizim dünyamızda. Hem gözden ırak olduğunu da kim söylüyor. Ezilenlerin, sömürülenlerin acısına bir ferahlık oluvermişti. "Cesaretiniz Varsa Gelin'' diye meydan okuyuşunuz. Ve safla rımıza katılacak yeni kalabalık ları kıpırdatan sıcaklıktı kararlı lığınızı duvarlara işleyen o onurlu mürekkep. Daha büyük hedeflerin, atılımın habercisiydiniz. Ama yazık ki... ne yazık ki size layık olmayanlar da varmış
24
T A V I R
aramızda. İçimizdeki düşman lar haindiler, sinsiydiler; çünkü duygusuzdular, dikenler sar mıştı gönüllerini; bakışsızdılar, karalar çökmüştü ufuklarına. Atıldılar dallarına yolmak için yapraklarını; kesmek için, çek mek için indiler köklerine... Ah nasıl da çiğnediler goncayı. Şaşırdık ama tereddüt et medik. "Öfkelenme" demem işe yarayamayacak biliyorum, ama, yorma canını sevgili Nil. İzin vermedik çünkü kirletmele rine. Ter bedeli, can bedeli ya ratılan değerlerin, yok edilmesi ne göz yummadık; kıyasıya bağlandık hayata ve yoldaşla ra; işçiler, memurlar, öğrenciler, köylüler bir olduk birlik olduk, kenetlendik; leke düşmedi alnı mıza. Arındı, pişti bu genç ya şında hayatın atardamarı, yüre ği daha olgun ve bilge artık. Da ha güçlü basıyor şimdi adımla rımız. Baskı katmer katmer, sö mürü cendereli. İş ağır, ücret az. 5 Nisan kararları halkın beli ni büktü.Yine de işçiler işten atılmalara karşı direniyor. Me murlar öfkeyle doluyor alanlara; toplu pazarlık yapmak için grev silahına sahip olan sendika isti yorlar. Ama yürüyüşçüler pan zerlerle, joplarla karşılaşıyor yi ne. Ve bu toprakların acılı halkı göç yollarında. Hayır, hayır Gü ney Kürdistan'a yürüyüşü kas
tetmiyorum sadece. Keklik se kiştiler, tavşan kaçıştılar, şahan bakışlılar dağlara, dağlara doğ ru... Cudi'nin gözleri sarı pusu; el eder, el eder... dere akışıyla, rüzgar ıslığıyla, kuş kanadıyla. Düşer Cizreler, vurur Dicleler yollara. Yangın, sürgün içinde köyleri. Tarlalar tutuşmuş, topraklar tutuşmuş. Sahra topları, havanlar, yangın bombaları dö ver durur; alevler içinde çarşıla rı, mahalleleriyle kasabalar. Acıları üstlerinde yorgan döşek düşerler Diyarbakır yollarına; leğenleri, tavukları, çocuklarıy la. Derler ki, Diyarbakır dolmuş taşmış. İşte böyle... Sonbahar ve kış operasyonlarını yaz ope rasyonları izledi. Nice taarruzlar daha var sırada. Artık heryerde kıskaç altmdalar, soluk alışları bile durdurulmak isteniyor. Ama ne fayda Kürt halkının haykırışı kısılamıyor Sevgili Nil. "Kürt" sözcüğünü telaffuz etmek bile deliyor yüreğimi. Bunca cefa, kıyım -her şey bir yana- insan
olanın ar damarına dokunur. Demokrat, aydın olmanın falan değil sadece insan olmanın bile kıstası artık bu sorun. Sen bilirisin. Kara ve hırçın dır Karadeniz'in suları. Eser, savurur Karadeniz dağları zem heride. Kar tutam tutam, öbek olur yığılır kalır yüceliklerde. Dallar, yapraklar kar tutar, örtünür; rüzgarda bile kıpırdamaz yamaçlar. İşte oralardan bir ateş koru kaydı, akıp düştü aşağılara. Aslı o dağlardaydı, o dağlar komutanının. Çevirdi ya Bahattin Anık sayfayı, bundan böyle kuzey rüzgarlarından esintiler sunabileceğim sana. Lazlar nasıl delişmendir bilirsin; hızla kırılır belleri, iner kalkar elleri horonda... O, bizim dağla rın sabahıydı. Derin vadilere daldı bir şubat günü. Şubat geçti Mart geldi ve Mart'ta büsbütün bahar erişti Ünye dağlarına. Beş Selken koptu indi Batı Karadeniz'i sula maya. Ya Dersim durur mu?..
İbrahim Erdoğan aldı Ahmet Karlangaç'ın selamını kattı boncuk irisi gözlerini ve Arasor deresi dağlara aktı canlarla, Harçik ve Laçin dağlara... Ve sıcak bir ağustos gecesi Kızıldere'den, Çiftehavuzlar'dan ve sayısız inanç direnişinden bes lenen ışık hüzmesi Bağcılar'dan şavkıdı. Bağcılar al al oldu. Sabo'nun, Sinan'ın, Eda'nın bayrağı Hüseyin'le, Güler'le, Özlem'le dalgalanır ol du. Savaş Kürt kırlarının dışına taşıyor. Yörük çimenleri, Laz ormanları, Türk tepeleri yeni doğanı ağırladıkça; Dersim'de mayalanan süt, Ancer'de kıva ma gelen bal Tokat'ı, Denizli, Aydın ovalarını, Toros elini tat landırdıkça egemenler tahammülsüzleşiyor. Eski yasalar ve yeni yasalar yetmiyor, son ge nişletmeler yetmiyor. Kürt böl gelerinde uygulanan fiili sıkıyö netimi bütün ülkeye yaymak için en son hadde genişletilmiş
anti-terör yasasında mutabakat arıyorlar. Sorgusuz sualsiz, ga zetelere el koymayı, çalışanları kilit altında bertaraf edip, araç gereci müsadereyi planlıyorlar. Tavır da Basın Savcıları'nın ilgi odağı olmayı sürdürüyor. Ge çen sayı iki soruşturma birden açılmıştı. Bu sayı üçe çıkmazsa şaşarım. Ama bizimki çok önemli sayılmamalı. Halkın Hu kuk Bürosu avukatları, Müca dele Gazetesi'ne açılan dava ve verilen ceza kararlarını ulus lararası platformlara götürürken kalın dosyaları taşımakta epey zorlanıyor olsalar. Ve en kı demli mapuscu "sarı hoca" yine içerde. Fikret Başkaya da bu listede, Haluk Gerger de, bazı sendikacılar da. Sumru hayatın gizli bir yerinde fıldır fıldır; Ke mal Çorlu'da bilevi gibi, tuttur muş bir direniş türküsü... aman aman hey! Birden bir kahkaha atasım geldi. Haydi uy sende bana. Söz olsun, bir yolunu bu lup sana da dinleteceğim Ke mal'den gelecek besteleri, iki beste müjdesi de Ankara'dan... İhsan, Ankara Kapalı Cezaevi'nin duvarlarını dövüyormuş o içli sesiyle. Aralarında uzun mesafeler de olsa Yorum ve Ekin onlarla birlikte yürüyorlar. İki gözümüz, ömrünü verdi diye çoğaldımız Nil'imiz ne çok özledik seni. Tekrarlamaya ge rek yok diye düşünüyordum ama bu mektubu bitirmeye elim varmayacak. Unutma ki dev rimciler geri dönmez sözünden. Şehitlere devrim sözü her vesi le tekrarlanıyor. Müjdeler var si ze; canınızla suladığınız tohum fideye durdu. Kozayı çatlattı fe da kuşağı. Bayrak, partiyi-cepheyi kuşandı. Artık daha güçlü yüz. Yanaklarından öperiz. Senin Tavır..
TAVIR
25
KÖY DÜĞÜNÜ ŞENLİĞİNDE DÜŞERİM YOLLARA Nusret GÜRGÖZ
Yuvası bozulmuş bir kuş çığlığında yüreğim Kurumaya yüz tutmuş bir ağacın çiçeğinden Hıncım, mezarsız ve habersiz bir oğul yitikliğinde İnfazlarda, kana boyanmış güzel bir kız depreminde Anayım ben/ Lorca'nın, Jara'nın Türkiyeli anası Ağrım yayılır toprak evlerin bacalarından Sızım yayılır beton evlerin kapılarından tarihin gökyüzüne Vakit olur, kuşlar döner evimin saçaklarından Hesap sorulur dallarımı kıranlardan, çiçeğimi yolanlardan Sarı gagalımı yuvadan koparanlardan ahım alınır Sağalır sızım/ diner hıncım Bir köy düğünü şenliğinde düşerim yollara/ gülerim sokaklara
26
T A V I R
İŞGAL ALTINDAKİ BÖLGELERDE
FİLİSTİN SANATI
B
geleneksel halk kültürü atı Şeria ne geri dönülmesi ge ve Gazrektiğine inanıyorlar. ze'de Örgüde, çömlekçilikte, sanatsal heykeltraşçılıkta kulla ve kültü nılan motiflere, elbise rel faali ye, geleneksel yemek yetleri lere, güzelyazı sanatına asıl ola ve arabeske (geometrik rak politika belirle yaprak motifleri) ve İsladi. 1948'de Filistin'in mi kültür mirasına da. kaybedilmesi, mülteci Bu geri dönüş, kül lik, 1967'den beri İsrail türel mirasın korunma askeri diktatörlüğü al sına ve Filistin düşün tında yaşama ve bugün cesini savunmaya hiz İntifada. Yazılı ve sözlü met ediyor: "Resimdeki medyalar daha çok poli konuları gören insanlar, tik gelişmeleri ve işgal Filistin Kadınlar Komitesi 'nin hazırladığı bir afiş anlatılmak istenen ilgiyi bölgelerindeki kanlı hissediyorlar." diyor Kamil kavgaları belirtiyor. Bununla Mughanny. "Ve kültürel bir mi balar ve uçaklar çiziyorduk, birlikte ancak çok az bir bölümü rasa sahip olduklarını biliyorlar. boyuyorduk." diye anlatıyor. Filistin kültürü ve sanatına deği Hiç bir şey kaybedilmedi, bun Karim Dabah, Fathi Ghaben, niyor. Bu maddenin merkezin dan onur duyabilirler." SuleTaysir Scharaf ve Taysir Bara de genç Filistin sanat hareketi iman Mansur bu çalışmaların kat gibi diğer sanatçılar halkın duruyor. Onlar bütün olumsuz İsrail propagandasının yüzünü dikkatim çekiyorlardı. 1979'da luklara rağmen yine de sürekli kara çıkaracağına inanıyor. bu "İlk Kuşak" sanatçılar, bir gelişen "renk, fırça ve duvarla "Hiçbir halkın olmadığı bir ülke yandan da genç sanatçıları ye Filistin halkının direnişinde ken ye geldiklerini, sadece kültürle tiştirmeye başladılar. O aralar di paylarına düşeni yapıyorlar. rinin varlığından bile bahsedi toplam 25 üyeleri vardı. Sanat lmeyecek Bedeviler'in oldu çılar ve entellektüeller arasında Halk Kültürü Üzerinde ğunu söylüyorlar. Ve biz de bu da bu zamana kadar ki çalış Bilinçlenme propagandanın yalanını ortaya maların bir bölümünün şiddetle Genç Filistinlilerin işgal al çıkarmak, burada yaşayan, krjtize edildiği bir tartışma baş tındaki topraklarda sanat hare latılmıştı. "Onlar (entellektüel kültür ve sanat üretebilen bir keti, Kamil al-Mughanny, Nabil ler) dergilerde ve gazetelerde, halk bulunduğunu ve hala va Anani, İssam Badr ve Suleiman bu sanatın iyi bir sanat olmadı rolduğunu göstermek için bu Mansur'la birlikte başladı. Bu yolun doğru olduğunu düşün ğı, en çok poster olabileceği sanatçılar 1960 sonlarında ve ama asla birer resim olamaya dük." 1970 başlarında eğitimlerini Jecaklarına dair yazılar yazıyor rusalem(Kudüs)'de tamamla İşgal bölgelerindeki sanat; lardı. " diyor Nabil Anani. De yıp, Batı Şeria'ya yerleştiler. Filistin tutsaklarıyla dayanışma vam eden gelişmeler ve bu tar Nabil Anani: "Sanatın direkt içine giren işgalcilerin zulmünü tışmaların sonunda sanatçılar politik bir eylemi olarak, bomve kurtuluş umutlarını gösteren,
T A V I R
27
1982'de Lübnan'daki Şabra ve Şatilla'da yaşanan bir katliamı çok farklı çalışarak dökümante eden ve teşhir eden resimler; Filistin günlüğünün, kültürünün, çatışmanın, acının ve hayalleri nin bir "Resim Kitabı" oluyor. Bununla beraber, resimleriyle Filistin halkı için enternasyonal bir dayanışma yapabileceklerini umuyorlar. Sanatçıların, eserlerini "re alizm", "sembolizm" ya da "sembolik realizm" olarak ad landırdıkları bir boyama yön temleri var. Bu yöntem, motifleri objektif-somut bir tarzda, sem bollerle birleştiriyor. Bu işgal bölgelerinde kullanılan tipik bir yöntem: "Semboller, düşünce leri dolaylı olarak taşıyor." diyor Kamil al-Mughanny. "Sergiye gelen bir insan, resmi anlamak için durmalı ve sembol üzerine düşünmeli... Sembolik çizimin, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde Filistinli sanatçıların ana çizimi olduğunu düşünüyorum." Sembollerin kendileri halk
Kamil al-Mughanny "Kökler"
28
T A V I R
kültürünü çıkarıyor. Örneğin, bir zeytinağacı sabrın nişanı ola rak kabul ediliyor. Portakal ise, Filistinlilerin bereket sembolü. Geleneksel kıyafetler giymiş bir kadın resmi, bütün Filistin ülke sini temsil ediyor. Ama sanatçılar geleneksel kültürü sırf resimle yansıtmıyor lar. Dahası Nabil Anani, İssam Badr, Suleiman Mansur ve Vera Tamari; Bir Zeit Üniversitesi ve çeşitli sosyal yardımlaşma örgütleri ile çalışarak, sistema tik olarak bu kültürün köklerini araştırıyorlar. Bu yöntemle nakladilen yüzlerce yıllık bilgi, son suz unutulmuşluktan kurtuluyor ve hayatta kalması sağlanıyor. Gerek "geleneksel kültür mirası" konulu resimler, gerek se sembolik bir tarzın kullanımı sadece sanatçıların bağımsız kararları ya da izleyicinin beğe nisine göre biçimlenmiyor. On lar aynı zamanda İsrail idari yö netiminden kaçırmak için de bir deneme. Çünkü resimlere ilk safhada sık sık açık politik ifa deleri nedeniyle İsrail yöneti mince el konuyor. Halkın düze nini ve şehrin güvenliğini tehli keye atıyor gerekçesiyle, Ramallah'ta bir çok resim değişik sergilerden ve tek galeri olan Galeri 79'dan toplatıldı ve re simlerin sahibi İssam Badr, açı lışından bir yıl sonra tekrar ka patılması için zorlandı. Kültürel mirasa yönelim ve sembollerin kullanımı bu gerginliği biraz gideriyordu. Bu durum, İsraillile rin gerçekte bu sembollerin bir işaret dili, bunun arkasında ise Filistinlilerin ulusal benlikleri ve kurtuluşları için mücadele isteği olduğunu anladıkları an değiş meye başladı. Yani yeni resim leri "Filistin gözleriyle" görmeye başladıklarında. Suleiman Mansur bu pro testo biçimini ve sanatçılar için düşüncelerini şöyle açıklıyor: "Artık herşey bir geleneksel sembol haline dönüştü. İsrailli ler görene kadar sadece ken dimiz için resimler yapıyorduk. Filistinli böyle harita gibi anlatıl
dı. Bu yasaklandı. Filistin ulusal renklerimizi kullanıyorduk. Bu nu yapmak için artık hapis ce zasını göze almak gerekiyor. Bu nedenle dikkatimizi Kufiyeh'e (geleneksel Arap başlığı) ve renklerine verdik. Şimdi bu da tehlikeli oldu. Örneğin be nim, bir ekmeği motif olarak kullandığım "Taboon'dan Ek mek" adlı bir tablom var. Taboon (fırın) köy yaşantısının tipik bir. örneği ve bunu halk politik olarak böyle düşünüyor." Sa natçılar ve İsrail askeri diktatör lüğün arasındaki anlaşmazlık, 1983'den bu yana işgal altındaki bölgelerde sergi açamadıkları, sadece Batı Jerusalem'de ve Galila'da açabildikleri için de vam ediyor. 80'in ortalarında sanatçılardaki hava çok kötüydü. Ümitsiz ve cesaretleri kırıktı, çok azı kendinde ilham hissediyordu. "Yaptığımız herşey politik ola rak yorumlanıyor" diye hayıfla nıyor Suleiman Mansur. "Aşağı yukarı 20 yıldır işgal altında ya şıyorsan, iyi, elinden ne gelirse yapıyorsun. Hayatının bir par çası olmuş... Ama bir zaman sonra artık sıkıcı olmaya başlı yor. Çalışmalarının tekrardan öteye gidemediğini düşünüyor sun. Ne yapacağını bilmiyor sun. Politik sanat kendiliğinden olmalı ama burada bu günlük bir İş."Buna rağmen sanatçılar umutların yitirmediler. İsrailli Sanatçılarla Beraber Çalışma İsrail ordusunun I982'de Lübnan'ı istilası, birçok israilli tarafından eleştirildi ve bu barış güçlerinin kuvvetlenmesini sağ ladı. İlerici-aydın İsrail sanatçı ları bu özgürlük hareketleri için de yer alıyorlar, ilk defa Filistin ve İsrail sanatçılarının ortakla şa bir sergisi acıtıyor. 16 Ekim I982'de "Batı Şeria'dâki Sanat çıların Onuruna" adlı sergi Haifa'da açılıyor ve hemen sonra sında Nezareth, Batı Jerusalem ve Bîr Zeit'e taşınıyor. Yaklaşık iki yıl sonra "Fikir
Kamil al-Mughanny "Kudüs"
Özgürlüğü İçin İşgale Karşı" adı altında ikinci bir toplu sergi açı lıyor. Bu sergi, sanatçı Fathi Ghaben'in yargılanmasını pro testo etmek ve Filistin mücade lesine destek amacıyla, israil'in çeşitli şehirlerinde ve işgal al tındaki bölgelerde gezdiriliyor. 1980/81 yıllarında İsrail sa natçıları Galeri 79'un kapatıl masını da protesto ettiler. İntifada'yla Yeni Umut İntifada'dan önce işgal altın da yapılmış resimlere bugün baktığımızda, bunlar İntifada'nın sanki müjdecisi gibiler. İntifada'nın İsrail işgalcilerine karşı savaşmaya başlamasıyla, burada kazanılan deneyimler resime de yansıyor: İsrail as kerleri tarafından öldürülen Fi listinliler, evlerin duvarlarına slogan yazan ve zafer işareti yapan çocuklar. Bunlar aynı za manda umudu da yansıtıyorlar. İşgalden kurtulmuş, özgür bir geleceği diliyor ve hayal ediyor lar. Çoğu zaman bu gelecek umutlarının taşıyıcılığını çocuk lar temsil ediyor, intifada'yla bir likte artık sanatçıların da cesa retleri artıyor ve kendilerine da ha çok güvenmeye başlıyorlar. Suleiman Mansur, bu durumu şöyle anlatıyor, "intifada, bize yeni bir ruh hali getirdi. Kendi araçlarımız üzerine yeni düşün celer üretmemizi sağladı." "Kendi araçlarımız", İntifada'da Filistinli sanatçılar için parola oldu. Çünkü resimlerin içerikle rinden daha çok, resim yapma araçları değiştirildi, yağlıboya ve bez yerine eski yöntemler ve lokal materyaller kullanıldı. Bu nun üzerine Suleiman Mansur şöyle devam ediyor. "İnsanlar işgali protesto etmek için top raklarını işleyip o topraklarda üretilen malları satın aldılar. Ben de bu felsefeyi kendi re simlerimde işleme ihtiyacını hissettim. Şimdi görsel ifadede yeni bir kaliteye ulaşmak.için deneyler yapıyorum. Tebeşiri, balçığı, samanı, hayvansal ve bitkisel renkleri umut içinde
kombine ediyorum. Bu protes to rahatlatıcı. Bana güven ve özgürlük veriyor." Aynı konuyla ilgili olarak, Nabil Anani şöyle diyor: "Beş yıldan beri çalışmalarımı form, renk ve materyal gibi resmi ihti yaçlarından kurtarmak ihtiyacı hissediyordum. Değişen politik ve ekonomik şartlar bana, dile ğimi gerçekleştirmeme yardım cı oluyor. Sanatım ve doğam için yeni bir kaynak arıyordum. Uzun arayışlardan sonra deriyi yeni aracım olarak seçtim, bu Ortadoğu'nun eski resim gele neğinden bir esinlenmeydi. Deriyi yumuşak, yuvarlak bir odun üzerinde düzleştirince boyamak için enterasan bir dü zeyi oluyor. Örgü, sepetçilik, çömlekçilik ve dokumacılık gibi geleneksel motiflerden adapte ettiğim basit figürler ve dekora tif örnekler kullanıyorum. Renk lendirmede sıcak kırmızı-kahverengi kına tonlarını kullanıyo rum. Benim için deri üzerinde boyamayla protesto şekli daha deneme safhasında ama bu nunla çalışmalarımın emin adımlarla yol aldığını düşünü yorum. "
diğer barış örgütleriyle beraber çalıştılar. İntifada'nın başlangıcından bu yana bu faaliyetler güçlendi. Üç yıllık komite çalışması son rasında 13 Haziran 1988'de Ku düs'te, Filistin ve İsrail arasında bir zirveyle sembolik bir barış anlaşması yapıldı. Bu barış ant laşması Filistin halkına, Batı Şeria'da ve Gazze Şeridi'nde bağımsız bir şehir inşa etme olanağını tanıyor. Aynı zaman da israil şehirlerinde 1967'deki sınırların geçerli olduğu ve ba rış içinde yaşama hakkını veri yor. Şimdi imza atanlar politika cıların vaatlerini takip ediyor, uygulamaları için uğraşıyor ve bunu umut ediyorlar.
İntifada sadece Filistin sa natçılarını değil, aynı zamanda başka örgütlerle israil sanatçı larını da sevk etti. Sergi çerçe vesinde "Barış ve Özgürlük İçin israilli ve Filistinli Yazarlar, Sa natçılar ve Akademi Üyeleri Ko miteleri" kuruldu. Zamanla sempozyumlar organize ettiler, el ilanları, bildiriler dağıttılar ve
Fathi Ghaben
T A V İ R
29
Servetin işaret parmağı az sonra düşürecekti tabancanın tetiğini. Yüreğim burkup duran mengenenin çözüleceğini düşünüyordu Servet. Bütün işkenceciler gibi kendisine işkence yapan o zebani de hakettiği cezayı bulunca gönül yorgunluğu, beden yorgunluğu bitecekti. Kemikkıran da artık kirletemeyecekti aklığını dünyanın. Ama insanlığa yönelik suçlar onu susturmakla bitecek miydi? Devam edecekti neyazık ki. Sömürüye ve daha fazla kar için sınırsız hak gaspına dayanan bu sistemin doğasındaydı işkence. Servet bu çürümüş yığının emekçi örgütünün mücadelesiyle yerle bir
ÖÇ
edilebileceğini kavrayacak, elini başka ellere uzatınca örgütlü mücadelenin gücünü görecektir. "Kavgadayız Her Saat (Şiir)" ve "Hoyrat (öykü, 1990)" adlı kitapları yayınlanan Zeki Oğuz'u "ÖÇ" adlı bu öyküyle tanıma fırsatı buluyor TAVIR okurları.
TAVIR
Zeki OĞUZ emreleri yaşıyordu şehir. Caminin bah çesine doluşan in sanlar yaklaşan ba har havasını solu yorlardı duvar diple rinde. Yaşlılar evle rinden erkenden çı kıp hem yorgun bedenlerini din lendiriyor, hem yarenlik ediyor lardı yaşıtlarıyla. Caminin şadırvanına otur muş yaşlıları seyrediyordu Ser vet. Aslında o da onlar kadar yorgundu. Gönül yorgunuydu, beden yorgunuydu. Ama az sonra bütün yorgunlukları dine cek, yüreğini burkup duran mengene çözülecekti. Çeşmeyi açtı, yüzüne biraz su serpti se rinlemek, içinin ateşini, sabır sızlığını dindirebilmek için. Mendilini çıkarıp hemen kurula dı ellerini, yüzünü. Başka arka daşları gibi sudan korkmuyor, nefret etmiyordu ama sevmi yordu da eskisi gibi. Bir zaman lar denize nasıl girdiklerini anla tanları imrenerek dinler, yaz sı caklarında suyu buz gibi akan pınarların başında, dere boyla rında olmak isterdi. Düşlerin den, isteklerinden silinmişti ar
C 30
T A V I R
tık bunlar. O korkunç kemik çıtırtısın dan ve beynine çöken karanlık lardan önce Kemikkıran hep buz gibi sularla ağırlamıştı onu. Asıl adı neydi bilmiyordu ama arkadaşları onu hep böyle çağı rırlardı. Asıl adı hiç umurunda değildi nasılsa tanıyordu ve bi razdan o insanlara tepeden ba kan, kibirli haliyle camiye günah çıkarmaya gelecekti. Beynine dolan karanlıklar içinde ışıyan tek şey Kemikkıran'ın yüzüydü. İşkence ettiği insanların tepesinde gülmesini, bağırmasını iyi bilen bir yüz. Kendisine teslim edilenleri "iyi ağırlamayı'' bilen bir surat. Yerin kaç kat altında oldu ğunu bilemediği mezarlıkta gözlerini bağlayıp çıkarıyorlardı yukarıya. İlk sorgu sualden sonra "Buyrun banyoya" diyor du Kemikkıran. Bir insanın çıkarabilceği en kaba sesle "so yun" diye emrediyordu. "Onurunu, şerefini de çıkarıp at giysile rinle birlikte" der gibi bir ses. Soğuk, tazyikli su kırbaç gibi iniyordu bedenine. Sanki insan olmaktan utanmasını, tiksinme sini ister gibiydiler. Ölümü iste
diği, ölümü istediği için kendin den tiksindiği anlar olmuştu. Yaşlı bir adam gelip çeşme nin başında abdest almaya dur du. O yaşlıya imrenip imrenme diğini düşündü, öyle dingin bir yüzü vardı ki. İmrenmediğini hissetti. Hiçbir zaman onun ki gibi bir yaşlılığı düşünmemişti. O dingin yüzde asırlarca sür müş bir kulluğu görüyordu. Silahını yokladı. Yerli yerin de duruyordu. Gözlerini yumdu. O pis ka ranlık ve kemik çıtırtısı çörekle niyordu yine beynine. Bir yerle rinin sızıladığını, sızının, bütün bedenini hücrelerine kadar ta radığım hissediyordu. O çıtırtı ve karanlğın ardın dan sonsuz bir aklığa açıyordu gözlerini. Aklığın ortasında res mi giysileriyle çirkin bir leke gibi duran Kemikkıran'ı görüyordu. Sırıtıyor, kahkahalar atıyordu. Gözlerini hemen kapatıyor, acı larının elverdiği ölçüde başka şeyler düşünmeye çalışıyordu. Sisler içinde anımsayacağı, dü şünebileceği o kadar az şey vardı ki. Sanki silgi çekmişlerdi bütün bir geçmişin üzerine. Ya zıların netliğini bozan ama tam
da silemeyen bir silgi. Çocuklarının acılı yüzlerini görür gibi oluyordu. Belirsizliğe götürülen bir babanın acısıyla gerilmiş, ağlamasını bile bece remeyen üç körpe yüz. Yanla rında ürkmüş, korkmuş bir ka dın. Kollarını uzatır gibi oluyor du bir an, kucaklaşmak, veda laşmak ister gibi. Havada kalı yordu kolları. Tabancanın namlu demiri buz gibiydi. Tenine değdikçe ürperiyordu. Onu arkadaşının elinden alabilmek için epeyce zorlanmıştı. "Kemikkıran'ı öl dürmekle bu düzeni namussuz luğunu çözemezsin" diyordu ar kadaşı. "Kemikkıranlar'ı altetmenin başka yolları da var" di ye bin dereden su getiriyordu. Ne düşünecek, ne tartışacak durumu vardı. Kafasındaki tek şey mermilerin Kemikkıran'ın kirli yağlı bedenine girmesiydi. Onun acılar içinde kıvranması nı, yalvarmasını görmek istiyor du. Ardından yüzlerce insanın da böyle bir anı görmeye can attıklarına inanıyordu. Kemikkı ran kaç kişiyi ağırlamışsa bir o kadar mermi boşaltmak isterdi kirli bedenine. Onurla onursuz luk arasında bir tetik çekimi uzaklık olduğuna inanıyor ve o tetiği çekmekten başka bir şey düşünmüyordu. Sevgiyle yokla dı tabancasının kabzasını.
gördü ama bu kere yalnız değil di. Küçük bir çocuk vardı yanın da. Kemikkıran'ın elinden tut muş, kalabalıkta yitmemek için iyice yanaşmıştı adama. Ak bir takke giydirmişlerdi başına. Sevimli bir yüzü vardı. Kalabalıktan ürkmüş, korkmuş gibiydi. Servet, yaşlıları iteleyerek Kemikkıran'a doğru yaklaştı ve tam önüne dikildi. Koltuk değ neğini göğsüne sertçe dürttü. Bir eli tabancasındaydı.
Adamın gözleri şaşkınlık ve korkuyla bakıyor bir şey diyemiyordu. Çocuk korkuyla sarıldı babasının ayaklarına. "Beni tanıdın mı?" diye sor du tabancasının emniyetini açarken. Çevrelerindeki insanlar kor kuyla geri çekilmiş küçük bir boşluk oluşmuştu. Kemikkıran korkuyla bir çocuğuna bir Servet'e bakıyordu. Carl Meffert "Yahudi"
Hoca ezan okumaya başla mış, caminin bahçesi dolmuştu iyice. Kavak ağacından kendi yaptığı koltuk değneğine aba narak doğruldu. Kemikkıran her cuma hocanın ezan okumaya başladığı anda caminin demir kapısından adımını atardı. O kalabalık içinde Kemikkıran'a mümkün olduğunca yakın ol mak istiyordu. Birbirlerinin göz lerindeki kini görecek kadar yakın. Elbette o an tanıyacaktı karşısındakini. Tanımadığını sanacaktı belki. Kimilerinin gözbağlarının ardından da insan ları tanıyabileceğini hiç aklına getirmeyecekti. İlk adımını attığında Kemik kıran'ın da kapıdan girdiğini
T A V I R
31
ALACAĞIN OLSUN EYFEL KULESİ Onur AKMAN
32
eni düşündüm de az önce... Yanımı yöre mi günebakan tarla ları bürüdü. Eylül'de kuruyup kavrulur günebakanlar, belkide harmanlanmıştır bile. Benim gördüklerimse canlı ve çiçeğe durmuş tu. Sabahtı, güneş doğmamıştı daha. Günebakanlar içine içine çekmişlerdi sapsarı taç yaprak larını. Boyunlarıysa bükülmüş. Hüzünleri yüklenip gelmişlerdi sanki. Güneşi içtiler sonra ağır ağır. Güneşi içtikçe kaldırdılar başlarını. Sarı taç yaprakları daha bir sarılaşıp açıldı. Yük lendikleri hüzne karşın gülüm sediler, annesinin kucağında yeni doğmuş bir bebek gibi. Ama şimdi tutsaksın.
S
Alacağın olsun! Seni düşündüm de az ön ce... Elinde kitapları, okula gi den bir çocuk gelip oturdu gözbebeklerime. Ayakkabılarından birinin arkası yırtılmış, her adımda yere sürtüp gidiyor to puğu. Parmaklarının ucunda tutmaya çabalıyor ayakkabısı nı. Yüzünde gizlemeye çalıştığı yırtık ayakkabının utancı. Birile ri ayaklarına doğru baktıkça kırmızı bulutlar gelip geçiyor yüzünden. Gözbebekleri kaçışı yor biryerlere. Şimdi büyümüş tür o ortaokul öğrencisi. Evlen miş çocukları bile olmuştur bel ki de. Yırtık ayakkabısından utanmamayı da öğrenmiştir mutlaka. Günebakanlar güneşe baktığı gibi sana baktığını bili yorum onun.
Alacağın olsun Eyfel Kulesi. Alacağın olsun! İnsan dolu dolu olur da ağ lamak geçer ya içinden. Ağlayamaz. Bıraksam diyorum hü zünleri gözlerimden birer birer. Bir bıraksam; taşacak yeryü zündeki tüm nehirler ve sürü yüp götürecek şehirlerin bütün kulelerini. Alacağın olsun Eyfel Kulesi.
Alacağın olsun Eyfel Kulesi. Alacağın olsun! Seni düşündüm de az ön ce... Her sabah aynı dolmuşa bindiğim, oniki saat çalıştıktan sonra bile, gözlerinin ışıltısı kaybolmayan konfeksiyoncu kızlar, Ankara sokaklarında joplanan, Şırnak'a, Cizre'ye sür gün edilen memurlar, "gemileri yaktık, geri dönüş yok" diyen
T A V I R
madenciler, Aras Kargo'yu iş gal eden işçiler... Birer birer ge çip gittiler önümsıra. Alacağın olsun Eyfel Kulesi. Alacağın olsun! Seni düşündüm de az ön ce... Demir kapılar, tel örgüler gezindi düşlerimde. Şaşkın ve ağlamaklı gözleriyle bana ba kan, dikenli tellere tutunmuş bir ana... Ha düştü ha düşecek. Başı eğik geçmişti jandarmala rın önünden. Ağladı orada, ses sizce ve çaresiz. Ağladı da "Yağmur değdi gözlerime" dedi. Kan kustu da "Kızılcık şerbeti içtim" dedi. Hapislere hep hır sızları kapatırlar sanırdı. Gizli den geldi görüş gününe "Oğlum hapis" diyemedi. Yumruk oldu yüreği sonraları. "Çocuğum" derken "Çocuklarım" demeyi öğrendi. "Çocuklarımızı öldürtmeyeceğiz" diye bağırdı sokak larda. Alacağın olsun Eyfel Kulesi. Alacağın olsun! Seni düşündüm de az ön ce... Dumana boğulmuş Dersim Dağlan'nda, Toroslar'da, Ege'de gezindim uzaktan uza ğa. Umudu büyürken görüp, se vindim. Göç yollarında kanayan ayakları görüp kinlendim. Alacağın olsun Eyfel Kulesi. Alacağın olsun! Seni düşündüm de az ön ce... Dile gelin hücrelikler, mah keme salonları. Dile gelip söy leyin: Görmedim, yapmadım, duymadım, bağışlayın diyen, huzurlarınızda elpençe duran zavallılar bekliyorduk deyin. Dediğimizi yaptık, yaptığımızı savunduk diyen tutsakların kar şısında şaşıp kaldınız. Hep bir renge boyarsanız yeryüzünü, herşey yoluna girer sandınız ve kendinizi boyadınız önce. Gü zelim deniz mavisi kirlendi elle rinizde de boyayamadınız tut sakları maviye. "Mavi utandı kendinden tutsakları don atlet mahkeme salonlarında görün ce. Sandı ki hep bunlar kendi yüzündendir. Öfkem şimdi sanadır Eyfel, maviye değil. Ya siz ranzalar, cezaevi re-
virleri, hastane odaları... Siz an latabilir misiniz Apo'yu, Haydar'ı, Hasan'ı, Fatih'i? Onur suzca yaşamaktansa; açlığa yatırıp bedenini, ölümü almak koynuna. Hergün biraz daha hissetmek, hergün biraz daha yakınlaşmak ölüme. Yapamaz lar demiştin değil mi ranza? Kasları eridikçe parıldayan göz lerini gördün onların. Gördükçe de çaresizleştin. İşte bunun içindi...Mavilere boyanıp esir ol mamaktı sana ve geride kalan lara onurlarıyla yaşayabilecek leri bir dünya bırakmak içindi ölümü hiç eylemeleri. Alacağın olsun Eyfel Kulesi. Alacağın olsun! Seni düşündüm de az ön ce... Nazım'dan birkaç dize dökülüverdi dudaklarımdan. "Yürüyor dimdik, pırıl pırıl, aklımız, yüreğimiz, yumruğu muz... Hangi kuvvet durdurabilir bu akını. Gönlümüzdeki ateş, gözlerimizdeki fer, çelik dağları güneşe tutulan, donmuş bir su gibi eritmeye yeter." Alacağın olsun Eyfel Kulesi. Alacağın olsun! Yırtık ayakkabılı çocuk do nup kaldı seni öyle elleri kelep çeli görünce. Sonra konfeksi yoncu kız, makinanın pedalına basmayı unutuverdi birden. Ce zaevindeki o ana "Oğlum" diye bildi sessizce, işçilerin, emekçi lerin, öğrencilerin sloganları boşluğa asılı kaldı bir an. Tut saklar açlığa yatırdılar bedenle rini yeniden. Herbiri bir günebakan... tarla tarla. Gözleri Eyfel Kulesi'nde. Öfkem şimdi sanadır Eyfel, öfkem sanadır. Bundandır kabı ma sığamadığım. Yüreğimin dolu dolu vuruşu bundan. Bun dandır şimşeklenişi gözlerimin. Bir taşsam diyorum. Bir taşsam; söndürebilir mi okyanus ların suyu öfkemin yangınını. Sınama öfkemi Eyfel Kulesi. Öfkem ki yangınlardan büyük, eritir olanca çeliğini.
ELVEDA! (x) DEMEDEN ÖNCE... anımak yürek işiydi. Temmuzlar'da, Nisanlar'da kalkanlaşan bayrağın; ihtiras ve ihanet selinin önündeki direncin; yirmi yıldır yarattığımız değerler ve gelenekler üzerinde büyütülen umudun bir parçası olarak tanıdık yüreğimizi... Tanımak yaşamı anlamaktı. Niyaziler'in, Sabolar'ın, Sinanlar'ın, Fazılların... pına rından su içen; Behiyeler'in, Olcayların, Perihanların, Hamiyetlerin yetiştiği aynı top rakta boy veren zorluklara karşın fedakar, özverili, özverili olduğu kadar mütevazı ve üretken yaşamımızın içinde tanıdık sizi...
T
Tanımak kavgayı kucaklamaktı. Yürüdüğümüz sokaklarda, adımlarımızla arşınladığımız toprak kokulu varoşlarda, tane tane saydığımız kaldırım taşlarında; yoldaşlığa doğru yücelttiğimiz bütün umutlar da; merhaba dediğimiz herşeyde, yaşanacak unutulmaz güzelliklerde, erişilmez sanılan zirvelerde, beden beden örülen değerlerin enginlikleri içinde kucakladık sizi... Hüznümüz, aşkımız, sevdamız ve yüreğimizle el ele; karanlığı yırtmak, yıldızlara ulaşmak için yaşamla tomurcuklaşmış isyanı inançla bütünleşmiş cesareti bileyerek otur duk güneşin sofrasına... Düşlerimizle ısıttığımız ülke topraklarını akarsular gibi besleriz. Kavgada öfkeyi, ha layda coşkuyu, inançla umudu büyütürüz... Kavga Dostları, Mücadele Yoldaşları; İşte şimdi gidiyorsunuz. Mağrur, inatçı, başeğmeyen tavrınızla, düşmanın kürsüler rinde haykıran sesinizle, taviz vermeyen bilincinizle, bizlere hoşçakalın sözcüğünün bi timsiz içimliğim bırakarak; birşeyler yapmış olmanın mutluluğu ve bu yorgunluğun tatlı huzurunu yükleyip heybenize; ağır, aksak, dik yokuşlu bir yaşamın içinden yürünerek kazanılan değerlerin yeni bir halkasını oluşturacaksınız. Siz; yangın kızılı gecelerde, anılan, coğrafyamızın kuytu yüceliklerine yolculuklara çıkacaksınız. "İki lafın belini kırıp, masallar diyarından geleceğe karşılıklı söyleşebilme olanağından yoksun bırakacaksınız bizi" sözcüklerini söyleyen biz olsak da, her zaman için yoldaşlarımıza uzanabilecek elimiz, yüreğimiz ve elveda demeden önce MERHABA diyecek içtenliğimiz, sıcaklığı sınırsız olacaktır. Ve, Bir daha görüşemezsek eğer; paylaşmayı erdem, savaşmayı onur, geleceği yaşam olarak düsleyiniz. (X) Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nin panosundan alınan bu metin, dev rimci tutsaklann mücadeleye uğurladıkları yoldaşlar için yapılan bir törende okunmuştur.
T A V I R
33
O K M V E TAVIR Ç A L I Ş A N L A R I N A
KUCAK DOLUSU MERHABA! MERZİFON HALK SAHNESİ OYUNCULARI
T
iyatro, pekçok sanat dalını içerme sinden, en eski ve eskimeyen sanat dalı olmasından, iletişimdeki etkilerin den dolayı seçimimiz oldu. Halkevi ça lışmalarımız içerisinde iradi ve sürekli üretimde bulunacağımız tiyatro kolunu oluşturduk. Tiyatro kolunda çalışan ar kadaşlar sürekli değişse de perspektifi miz ve çalışmalarımız devam etti. Karşılaştığımız sorunlar olmadı değil ama bizler yokları var eden, olmazı olur kılan, kararlı, inatçı bir geleneğin sa vunucuları idik. Her defasında yeniden ve en baştan başlayarak çalışmaları sürdürdük. Sanatı bir araç gibi gördük. Örgütsüz hak alma mücade lesi olmayacağı gibi örgütsüz sanat da olmaz di yoruz. Halkımızın karşısına çıkarken, alternatif kültür ve değerlerimizle çıkmayı, somut duruma denk düşen, yerel sorunlarımızı genel perspektif le birleştirerek, sınıf savaşına bir yumruk da biz olalım dedik. Başaracağımıza inandık. 12 Eylül sonrasında apolitik bir ortamı değiştirmek için yeni gelenekler yaratırken Ölüm Orucu Direnişçileri'nden, 12 Temmuz, 16-17 Nisan direnişçilerinden, Ali Aygül'den, Olcay Uzun'dan ilham aldık. Onların anı sı ve onlara layık olma konusunda verdiğimiz söz, çalışmalarımızın niteliğini ve ivmesini yük seltti. 25.4.93'te "1 Mayıs" oyununu sahneledik; çünkü sürece denk düşüyordu. Gecelerimizi, konserlerimizi Halkevi'nin çalışmalarını sergile
34
T A V I R
mesi için bir fırsat olarak değerlendirdik. Hal koyunları ekibimizle yöresel oyunları sergilerken biz de "1 Mayıs"ı oynadık. Sanat hakkında, tiyat ro hakkında bilgimiz, deneyimimiz yok denecek kadar azdı. Çalışmalarımızı fakülte yıllarında ti yatro oynamış, tiyatroya meraklı bir ağabeyimizin gözetiminde sürdürdük, ilkeli ve disiplinli bir çalış mayla sonuca ulaştık Gecenin coşkusu ve alkış lar başardığımızın habercisi idi. O coşkuyu yaşa mış insanlar 1 Mayıs'ta alanlardaydı. Mehmet Akif Dcılanın arkasından sloganlarla yürüyorduk. Çalışmalarımızı mücadeleye katmanın hazzını bir defa yaşamıştık, artık dur durak olmazdı. Gü müşhacıköy'de tütün üreticileri demeği TÜYAD kuruluyordu. Onlarla dayanışma içerisinde olma lıydık Açılış gecelerinde onları anlatan bir oyunu oynamaya karar verdik. Oyun somut sorunları ve alternatiflerini içermeliydi. Oyunun çatısını OKM'nin bize gönderdiği diğer oyunlardan yarar lanarak oluşturduk. Daha sonra gözlem ve izle nimlerimizi katarak son halini verdik. Köylülerle içiçe olmak, onlardan biri gibi davranmak, tütünü yakından tanımak, üretim aşamalarını öğrenmek için köye gittik. Köyde daha önce tanıdığımız bir dostumuzun evine vardık. Ev sahibimiz imkanları küçük, yüreği büyük bir tütün emekçisiydi. Biz mi safir değildik. Onların yoksul yaşamlarını ve ağır çalışma koşullarını yerinde yaşayarak gözlemle mek için oradaydık. Köy kökenli oluşumuzdan kaynaşmamız sorun olmadı. Ama bizler tütünü
sigara paketinde görüyoruz. Fidelikte, tarlada, çapada, sepette, iğnede, ipte, salaçta, denkte görmemiştik. Çoluk çocuk tüm aile fertlerinin tü tün için altı ay gibi uzun bir zaman tarlada emek sarfetmesi gerekiyordu. Ama bu da yetmiyor. Kı şın da tütün ayıklamak, tekrar elden geçirmek gerekiyor. Tütün emekçisi Cemal ağabey "tütün uyku ile beslenir" diyor. Çocuklar, bizler birer iğne tütün dizene kadar, üç dört iğne tütün diziyorlar dı. Elleri makina gibi çalışıyordu. Velhasıl el eme ği göz nuru olan tütün, köylünün umudu ve geçim kaynağıydı. Emeğin karşılığını almak için örgüt lenmek gerekiyor; hak almak için mücadele et mek gerekiyor. TÜYAD işte bu gerçeğin sonucu , üreticilerin mevzisi idi. Oyun TÜYAD içindir. TÜYAD'ındır. 12.10.1993'te oyun sahnelenirken, üreticiler de oyunda kendilerini buluyor, zaman zaman yüksek sesle oyuna katılıyorlardı. Nerede bir haksızlık varsa, nerede hak alma mücadelesi varsa devrimci sanatçılar haklıdan yana olmak için orada olmalıdır. Oyun amacına ulaşmıştı. Oyunu izleyenlerden "12 Eylül'den bu yana sol yumruğumuzu kaldırmadık, bize bu duyguyu ya şattınız" diyenler oldu. Gümüşhacıköy'de, Merzi-
fon da kabuk çatlamıştı. Artık daha hummalı ça lışmalıydık. Turneler düzenlemek, yeni oyunlar hazırlamak için çalışıyoruz. Bu kavgaya bir soluk da bizden demeye devam ediyoruz. Çalışmaları mız yerel basından, devrimci ve demokrat kamu oyundan destek ve övgü görüyor. Kısıtlı olanak larla hazırlanmış olması amatör çalışmanın ürü nü olması oyunlarımızı daha değerli kılıyor. Biz yetenek emeğin yoğunlaşmasıdır diyoruz. Geniş imkanlara sahip tiyatro grupları zaman zaman Merzifon'da oyun sahneliyorlar, izleyiciler oyunu muzu perspektif, verilmek istenen mesaj, cüret ve cesaret açısından kıyaslandıklarında takdir ediyorlar. Tiyatro grubumuz daha niteliklisini, gü zelini, anlamlısını verebilir kanısı oluşmuş du rumda. Çalışmalarımız devrimci sanat perspektifi ile devam edecek. Bu çalışmalarda destek ve Önerilerinizi bizlerden esirgemeyeceğinizi biliyoruz. Yazıyı bitirirken sizlere çalışmalarınızda başarılar dileriz. Dostlukla...
(Bu oyun Ayşe Gülen Halk Sahnesi'nin katkılarıyla Merzifon Halk Sahnesi Oyuncuları tarafından yazılmıştır.) OYUNCU - (İzleyiciye) Bundan tam 400 yıl önce keşfetmiş tütünü Kızılderililer. Çiğneyip zevk almış lar ondan. Derken birileri ekip, yetiştirip satmayı düşünmüş; kar için tabi. Küçük atelyelerde işlenmiş il kin. Giderek fabrikalaşmış atelyeler. Ve sonra başlanmış dünyanın en çok tanınan ve tüketilen bitkisi üzerindeki kirli iş. Bugün milyonlarca yoksul insan tarlalarda, fabrikalarda işler tütünü. El kapılarında aç kalarak sığıntıdırlar yaşama. Peki kader midir bu açlık? Değil elbetl Ama kimse sormaz nedense, bu hal niye, diye. O halde biz soralım soruyu. Nedir bu halimiz? Ve bulmak için cevabını serelim gözler önüne yaşadıklarımızı. Bir oyun kurup oynayalım birlikte.
T A V I R
35
(Bir köy evi. Dekorlar yoksulluğunu açığa vurmalı. Satı Ana tarlaya götürülecek çıkını hazırlarken bir yandan da söylenmektedir. Oğlu Dursun ve kocası Haydar ise uyumaktadırlar.) SATI ANA - Tütün, tütün, tütün! Yettin canımıza gayrı. Gece tarlaya kırmaya git, gündüz dizmekle uğraş. Yine de elde yok, avuçta yok. Neden dikeriz bu tütünü bilmem. Atamızdan, dedemizden miras di ye mi yoksa?.. Yoksa bu yıl para eder de borçlarımızı kapatırız umudu mu? Umut!.. Umudu batsın! Aha bu oğlanla babasına bu yıl dikmeyelim dedim de dinletemedim. (Dursun ve Haydar uyanmışlar Satı Ana'yı dinlemektedirler.) DURSUN - Ana! SATI ANA - (irkilir) Ay! Aklımı aldın. Ne zaman kalktınız siz? DURSUN - Senin sesine uyandım ana. HAYDAR - He ya, ben de öyle. Hem sen ne söylenip duruyorsun kız? Ya ne yapacaktık? Başka çı kar yol mu var sanki? SATI ANA - (Haydar ve Dursun giyinirken) Tütün dikmek mi çıkar yol? Tarla icar, çüt(1) olmuş şu pa ra, tohumu gübresi para. İlaç para, sulama para... Oh anam oh! Tam bulduk geçinecek çıkar yolu. Bi zimkisi karın tokluğuna kölelik. DURSUN - İkiniz de haklısınız ana. HAYDAR - Sen de anana da haklı diyorsun, bana da. DURSUN - Haksız olanlar tütünümüzü elimizden yok pahasına alanlar. Tütün tekelleri, tefeciler bun lara destek veren bankalar ve bizim oylarımızla seçildikleri halde olanlara göz yumup saltanat sürenler. İşte haksız olanlar bunlar. HAYDAR - Neyse!.. Daha çok konuşuruz. Biz şimdi işimize bakalım. Daha Sırıkların Ömer'i alaca ğız. Yardıma gelecekti de, iyi ki gelmem demedi. Yoksa ne yapacaktık bilmem? Şunun şurasında bir-iki günlük işimiz kaldı. Ama biz de bittik. Tabana kuvvet yürüyün bakalım. -IŞIK(Satı Ana, Haydar, Dursun ve Ömer ayışığında tarlada çalışmaktadır.) SATI ANA - (Sigara yakan Haydar'a kızarak) Hep söylüyorum, dinletemiyorum. Aç karnına içme şu mereti! Hem çok da içiyorsun. Şu cızamı(2) çıkayım da çıkını açacağım. Azıcık beklesen olmuyor mu? HAYDAR - Ne yapalım? Anamız hamurumuzu tütünden yoğurmuş. SATI ANA - Doymadın şu tütüne. Seninkisi çifte ölüm. Yavaş yavaş. Hem boşa çalışarak, hem içe rek. HAYDAR - (Sahnenin tarla olan bölümüne lamba tutarak.) Ha gayret bakalım, böyle çalışırsak bu gün bitiririz kırma işini. ÖMER - Akşama kadar da dizip salaçlara(3) taktık mı dizileri, bu iş tamam, 10-15 güne de kalmaz ku rur. Sonrası kolay. DURSUN - Kolay olur mu Ömer Emmi? Asıl işin zoru bundan sonra başlıyor. Mesele tütünü tarladan denk etmek değil ki. Önemli olan ürünümüzün para etmesi. (Çıkın açılmıştır, yemeğe otururlar.) DURSUN - Bana acı gelen şu bedenimizin yorgunluğu değil. (Ömer'e) Sende iyi bilirsin Eksper Bü lent'in kendini beğenmiş edası ile insanı süzmesini (taklit eder). Ağzından çıkacak bir çift söz umudun dur. Ama her yıl karartır bu umudu. SATI ANA - Kimse hesap sorar mı ondan oğul? HAYDAR - Kim sorabilir ki? DURSUN - Neden biz sormayalım. Hakkımızı aramak için bir dernek kuramaz mıyız? Biz birlik ol madıkça kırarlar tek tek, bir elin parmaklan gibi. Ama sıkılmış bir yumruk olup çıkarsak karşılarına, gö rürler o zaman gücümüzü. Bak şöyle hepimiz uzatsak ellerimizi, yüreklerimizdeki korkuyu atsak, kenetlensek, haykırabilirdik o zaman, "Yaşasın Tütün Emekçileri Derneğimiz" diye. -IŞIK(Satı Ana, Haydar, Dursun ve Ömer tütün dizmektedirler. Sahnede yarım çizilmiş bir salaç, bir de sepet vardır.) HAYDAR - Oğlum, meğer sen ne çok şey biliyormuşsun da haberimiz yokmuş. Yoksa bunları geceyarılarına kadar okuduğun kitaplardan mı öğrendin? DURSUN - (Gülümseyerek) Evet baba, onlardan öğrendim. ÖMER - Vay benim cahil başım! Ayakta uyumuşuz da otel parası vermişiz. (Yumruğunu sıkarak) Ulan şu demek, Dursun'un dediği gibi ise o zaman sorarım ben size. Bu köye bir de okuma odası aç mazsam bana da Sırıkların Ömer demesinler. Şimdi Muhtar Emmi'yle konuşmaya gidiyorum. Bunları anlatınca onun da sevineceğinden eminim.
36
T A V I R
'Benim yaşım kadar sizin tütün tarlalarında çalışmışlığınız var. Yıllardan beri de emeğinizin karşılığın alamıyorsunuz. Bu yalnız benim düşüncem değil. Tütün dikitlerin hepsi bu durumdan şikayetçi. Hem bu haksızlık yalnız tütünde değil. Pancarda, soğanda, ayçiçeğinde de öyle. Eksperi, tüccarı ve ofisi ürünümüzü dilediği futla alıyor, parasını da dilediği zaman ödüyor. Tülünün kalitesini ve çürüğünü onlar belirtiyor. Öyle değil mi?
DURSUN - Muhtar Emmi köye haber salsın da akşam kahvede toplanıp herkesin fikrini alalım. Bu işler birkaç kişiyle olmaz. Birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var. ÖMER - Haklısın. Şimdilik bana eyvallah. Akşama görüşürüz. (Ömer sahneden çıkar. Veysel girer) VEYSEL - Selamın aleyküm Haydar Ağa. Nasılsınız, ne yapıyorsunuz? HAYDAR - (Soğuk ve yüz vermez ifadeyle) Gördüğün gibi Veysel, tütün diziyoruz. VEYSEL- Onu görüyorum da, sadece tütün diziyorsunuz gibi gelmiyor bana. SATI ANA - (Kızarak) Bu da ne demek Veysel? VEYSEL- Yolda Sırıkların Ömer'i gördüm. Telaşlı, kendi kendine söylenerek, arada bir de yumruğu nu sıkarak gidiyordu. Seslenip durdurdum. Muhtar Emmi'ye gidiyormuş. Akşama kahvede toplantı yapacakmışsınız. Pek anlamadım ya, neyse. Hele bir de sizden dinleyeyim dedim, neler oluyor bakalım. DURSUN - Bak Veysel abi. Benim yaşım kadar sizin tütün tarlalarında çalışmışlığınız var. Yıllardan beri de emeğinizin karşılığını alamıyorsunuz. Bu yalnız benim düşüncem değil. Tütün dikenlerin hepsi bu durumdan şikayetçi. Hem bu haksızlık yalnız tütünde değil. Pancarda, soğanda, buğdayda, ayçiçe ğinde de öyle. Eksperi, tüccarı ve ofisi ürünümüzü dilediği fiata alıyor, parasını da dilediği zaman ödü yor, Tütünün kalitesini ve su çürüğünü(4) onlar belirtiyor. Öyle değil mi? VEYSEL- Öyle! Peki ya sonra. Devam et bakayım! DURSUN - Biz de bu duruma dur diyebilmek için, birlik olup, bir dernek kurup daha güçlü arayalım hakkımızı dedik. Bu sömürüye başka türlü nasıl karşı çıkılır? VEYSEL- Hımm! Şimdi anlaşıldı. Sömürü, birlik, beraberlik, hesap sorma. (Alaycı) Tabi, iyi olur, so run, sorun! (Sinsice gülerek) Ben de sizinle beraberim. Hadi kolay gelsin. Sonra yine görüşürüz. (Vey sel çıkar) SATI ANA - Şunun haline bak hele... DURSUN- Dur hele ana! Kimbilir ne sorunlarla karşılaşacağız, göreceğiz. -IŞIK(Dursunlar'ın evi. Sadık dede ev halkıyla sohbet etmektedir.) SADIK DEDE - (Dursun'a) Bana da danıştığınıza sevindim oğul. Ama benim aklım öyle derneğe fa lan ermez. Anlattıklarınızın tümü doğru. Ancak, aklımızın erdiği, doğru söyleyeni dokuz köyden kovar lar. Bu hep böyle olmuştur. Yüzmediler mi derisini Nesimi'nin? Asmadılar mı Pir Sultan'ı, Bedreddin'i. Uzağa gitmeye de gerek yok. Daha dün bu toprakların 37 evladını diri diri yakmadılar mı Sivas'ta? Bu bizim yazgımız olsa gerek. Böyle gelmiş böyle de gideceğe benzer. DURSUN - Yo, yo! Böyle gitmez Sadık Dede. Biz istersek eğer böyle gitmez, otuzsekizinci kez ölse de yeniden filizlenecek binlerce Pir Sultan var bu topraklarda. Sesimize ses katarsak daha güçlü oluruz. Bu uğurda direnenler, ölümüne döğüşenier de var. Yeter ki inanalım. Yalnız değiliz. SATI ANA - Oğlum bu dernekte biz anaların, kadınların da sözü olacak mı?
T A V I R
37
DURSUN - Olacak ana. Yaşlısı, genci, kadını, erkeği ve çocuğuyla bu hepimizin mücadelesi. SATI ANA - De oğul, de ela gözlüm de! Biz de yemek, bulaşık, çamaşır, tarlada çalışmanın dışında hesap soracağız değil mi? DURSUN - (Gülümseyerek) Evet ana. SATI ANA - (Ağlamaklı) Senin gibi bir evlat doğurduğuma şimdi daha fazla seviniyorum. HAYDAR - (Satı Ana'ya) Beni de heyecanlandırdın gız. Yaşımdan başımdan utanmasam şuracıkta ağlayacağım. SADIK DEDE - Bırakın şimdi ağlamayı falan da geç kalmadan bir an önce gidelim kahveye. DURSUN - Hay çok yaşa Sadık Dede. Hadi gidelim kahveye. -IŞIK(Ertesi gün. Satı Ana'nın evi. Satı Ana üzgündür.) ÖMER - Satı Ana fazla düşünme. Meraklanacak bir şey yok. Dursun'un selamı var. Anama söyleyin fazla üzülmesin, beni fazla tutamazlar yarına bırakırlar dedi. HAYDAR - He yal Öyle dedi. Neredeyse bütün köy oradaydı. Hakkında ihbar varmış da... Köylüleri isyana kışkırtıyor diye... Dün akşam kahveyi de onun için basmışlar. Ama korkman, üzülmen gereksiz. Köylülerin hep bir ağızdan Dursun'u almadan gitmeyiz diye bağırmalarını görmeliydin. Biz fazla meraklanmayasın diye geldik. Belki de akşam üzeri hep beraber gelirler. SATI ANA - Dursun'u fazla düşünmüyorum. Başının çaresine bakar o. Akıllıdır benim yavrum. Ben asıl köylüyü ihbar eden o namussuz, alçağı merak ediyorum. Ah bir yakalasam o zehirli yılanı, kendi el lerimle boğarım alimallah. Sahi kimmiş? Öğrenebildiniz mi? ÖMER - Öğrendik. SATI ANA - Meraklandırma. De hele! HAYDAR - Veysel. SATI ANA- Ne!.. Ah! Aklımdan da geçmişti. HAYDAR - Dün aramızdan ayrıldıktan sonra şehre gitmiş. Komutanla beraber lokantaya girerken görenler olmuş. Üç dönüm tütünle karnını zor doyururken akşam üzeri köye taksi tutup gelmiş. Komşu lar anlatıyor. Taksiden de 5-6 torba yiyecek indirmiş. SATI ANA - Vay alçak! Vay hain! ÖMER - Hepimiz karar aldık. Bundan sonra ona ne yardıma gidilecek, ne de konuşulacak. İspiyon culuk ne demekmiş, görsün bir. (Fondan sesler): "Dursun geliyor, Dursun geliyor...'' HAYDAR - (Sevinçle) Demedim mi size, almadan gelmezler diye. ÖMER - Dursun'un dediği örgütlülük bu olsa gerek. Heey be! Kurban olayım, kurban!.. -IŞIK(Satı Ana'nın evi. Satı Ana evdedir. Dursun, Ömer ve Haydar gelirler.) SATI ANA - Hoş geldiniz! (Üçü birden) - Hoş bulduk! SATI ANA - Anlatın bakayım! Neler yaptınız? HAYDAR - Sonunda derneğin bütün işlemlerini tamamladık. Geriye yalnızca bir tarih belirleyip açılı şı yapmak kaldı. Ha! Masa, sandalye sorununu da hallettik. SATI ANA-Nasıl? DURSUN - Sağolsun, şehirden ve köyden gelenler "Yeni kurulan bir derneğiz, satın almaya hiç ge rek yok, herkes evinden birer tane getirse fazlasıyla yeter" dediler. Biz de öyle yapacağız. SATI ANA - O zaman sabahleyin giderken şu masayla iki sandalyeyi de götürün. Bizim de katkımız olsun derneğimize. Eskisi gibi yer sofrasında yesek de olur. DURSUN - Fedakar anam benim. (Sarılır) ÖMER - Başkanlık benden önce Sadık Emmi'nin hakkı dedin ama onun sözünü dinleyip seni baş kan seçtiğimiz de iyi oldu Dursun. Gençsin, bilgilisin. Aslında değişen birşey yok. Senin bilgin, onun tec rübesiyle birleşti mi değme gitsin. HAYDAR - Doğru söylersin Ömer. Önemli olan başkanın ve yönetim kurulunun kimler olduğu değil, ne iş yaptıkları. Hem bizimkisi koltuk mücadelesi değil, hak alma mücadelesi. -IŞIK(Satı Analar'ın evi) HAYDAR - Satı, kız; şu radyonun sesini birazcık açıver de haberleri dinleyelim. Baş fiyatları açıklayacaklarmış. (Satı Ana radyoyu açar. Fondan radyo sesi) -Hükümet sözcüsü Ahmet Gözboyaroğlu yıllık enflasyonun %40 düştüğünü belirtti. - Çalışma Bakanı Mehmet Asgariücret, işçilerin grev kararı almaları üzerine işveren temsilcilerini yu-
38
T A V I R
varlak masa toplantısına çağırdı. -Güvenlik güçleriyle girdikleri çatışma sonucu ikisi kadın beş kişi ölü olarak ele geçirildi. -Tarım Bakanı Ahmet Tabanfiat, Karadeniz Ekici Tütün Piyasasını, ağrıyan dişini çektirmek için gitti ği Amerika'da 45.000 Lira taban fiatla açtı... Şimdi reklamlar... DURSUN - Namussuzlar... Şu açıkladıkları baş fiata bakın. Böyle olacağı belliydi. Hep aynı oyun. Ama yakında tüm üreticiler eksperin karşısına dikilince görürler bu oyunun galibini. Önümüzdeki günler zor olacağa benzer. Neyse şimdi yatalım. -IŞIK(Eksper Bülent, takım elbiseli, kravatlı oturmaktadır. Köylüler eksperin yanına hep birlikte girerler. Bülent Haydar'ın denklerine bakmaktadır.) EKSPER BÜLENT - Üç kilo su çürüğü, kapa(5) 10 kilo, 10 kilo da B Grad(6). Tamam çekin şunu. Sıra daki gelsin. Fazla da sokulmayın bakalım. Çekilin, çekilin. DURSUN - Dengin içini tam görmeden su çürüğünün 3 kilo olduğunu nasıl anladın. Tamam eksper sin ama bu tütünün nasıl yetiştiğini, kaça mal olduğunu biliyor musun? Onu hiç merak etmezsin tabi. ÖMER - Sizinkisi, salla başını al maaşını. Vicdan filan hak getire. Sen iyisi mi, o dengi bir daha in cele. Hem öyle eskisi gibi sizi yedirip içirmek de yok, anlaşıldı mı Sayın Eksper Bülent Bey!.. EKSPER BÜLENT - Bakıyorum da sizin diliniz uzamış. Canımı fazla sıkmayın attırırım sizi içeri hal.. Görevli memura hakaretten. HAYDAR - Onu birlik olmadan önce yapardın. Ama şimdi asla! Yaz bakayım şu fiatı da bir görelim. SATI ANA - (İçeri girer) Duydunuz mu, duydunuz mu?.. Bizim köyden Veysel'i dün gece Jandar manın karşısındaki direğe ayaklarından asmışlar. Hala asılı duruyormuş, indirmeye bile korkuyormuş polis. Ha! Unutmadan, bir de not varmış göğsünde. Neydi? Dur bakayım, tamam! 'Hiçbir işbirlikçi, muh bir cezasız kalmayacak!'' Tastamam öyle yazıyormuş. EKSPER BÜLENT - (Telaşlı) Ne? Eee... şu denkleri getirin de yeniden bir gözatalım. KÖYLÜLER - Ne o Bülent Bey, demin böyle demiyordunuz? EKSPER BÜLENT - Demin iyi göremediydim de. Bir haksızlık filan olmasın, neme lazım. Hadi, getirin gardaşlarım, canlarım benim. Hepsine baş fiyat yazacağım. Hakkınız vallahi! Benim de bir güvencem, yarınım yok. Aslında ben de sizlerdenim yaa. -IŞIK(Satı Ana'nın evi. Satı Ana ve Haydar bir broşürü karıştırmakta, arada bir de konuşmaktadırlar.) DURSUN - (Heyecanla içeri girer) Ana, ana. Geldiler... geldiler sonunda. Size söylemiştim. SATI ANA - Dur oğlum, ne oldu? Kim geldi, nereye geldi? HAYDAR - Hele bir otur da, yavaş yavaş anlat. DURSUN - Onlar ana onlar. Odun keserken gördüm, ormanda... yaklaştı, konuştu benimle. Ah! Konuştu benimle. "Dostum" dedi. Matarasından su içtim. Hala inanamıyorum... geldiler işte geldiler. "Dayanın, az kaldı" dedi. Onunla kırk yıllık dost gibiydik. Yıldızlı beresi o kadar yakışmıştı ki! Onu gör melisiniz. Onlara yiyecek götürmeye geldim. SATI ANA - Anladım oğul. Evde yiyecek ne varsa götürelim. Ben de görmek istiyorum o ateş gözlü yiğitleri. HAYDAR - Hadi, çabuk olun, daha fazla aç kalmasınlar. Çok şükür bugünleri de gördük. Ölsem gam yemem gayri. DURSUN - Baba! Ben... HAYDAR - (Dursun'a bakar) Anlatmana gerek yok oğlum sevincinden belli. Satıl Dursun'un el biselerini topla, bir çıkın da ona hazırla. O bizimle döneceğe pek benzemiyor. -IŞIKMüzik - Dağlara Gel (1)ÇÜT- Çift (2)CIZAM-Sıra (3)SALAÇ- Tütünleri asmak için ağaçtan yapılmış kasnak (4)SU ÇÜRÜĞÜ- Değersiz tütün (S)KAPA- Tütünde en düşük değer (6)B GRAD- Orta kalite tütün
T A V I R
39
YENİ BİR OLUŞUM: YURTSEVER, DEVRİMCİ DEMOKRAT
SANATÇILAR BİRLİĞİ "Sistem çöküyor, belkemiği çatırdıyor ülkenin. Krizi gittikçe derinleşen, emperyalizme olan borçların artık faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelen, askerileşmiş bir ekonomiyi can lı tutmak için çırpınan ama çır pındıkça batan egemen sınıflar biraz olsun rahatlamak için ge ne emekçi halklara ödetiyorlar tüm yükü; Kürt halkına yönelik savaşa yapılan harcamaların ve burjuvazinin azgın kar hırsı nın faturasını gene emekçiler ödüyor. IMF'ye sunulan paket daha çok sömürü, daha çok baskı demek. Daha çok işsizlik, açlık, yoksulluk, ölüm demek. Panikle pakete sarılan siyasi ik tidar, utanmadan emekçi halk ları sükunete çağırıyor...Feda karlık diyor.İşten atıyor, ücretle ri donduruyor, maaşları kesi yor, bütün tüketim maddelerine yüzde yüzlerin üzerinde zam yapıyor...Ve fedakarlık di yor. Uzayıp giden kuyruklardakı öfkeyi yatıştırmak için fedakar lık diyor.Bu fedakarlığa "Hayır!" diyenlere ise saldırıyor, copluyor... Aydınlar, sanatçılar! Bizler halklarımıza reva gö rülen bu azgınca saldırıların neresindeyiz? Açlığın, sömürü nün, zulmün dışında tutabilir miyiz kendimizi? Yani işçilerin, memurların, sömürülen halkla rın uzağında mıyız? Kalemimi ze, sözcüklerimize yön veren onların acıları ve sıkıntıları, se vinçleri ve özlemleri değil mi dir? Yoksa suskun kalmak mı dır bizi belirleyen? Bugün işçiler direnişlerinde "Genel Grev.Genel Direniş" şi arını yükseltiyorlar; açlık grev lerine yatıyor, fabrika içlerinde direniyor, yüzlerce kilometrelik yolları yürüyorlar. Egemenlerse saldırıyor, günlerce süren dire nişleri, binlerce askeri, polisiyle dağıtıyor, direnenleri vatan ha inliğiyle, teröristlikle suçluyor.
40 T A V I R
Düzene koşullanmış Türk-IŞ göstermelik "Genel Grev" kara rıyla tepkileri azaltmak istiyor."O gün işe gitme ama alan lara da çıkma" diyor. Bizlere ise bunların kritiğini yapmaktan öte sorumluluklar düşüyor. Emekçilerin yanında olmak, onların direnişlerine omuz vermek, güç katmak önü müzde bir görev olarak duru yor. Evet, "görev anlayışadır bizleri ülkemizin onurlu, na muslu aydın ve sanatçıları yapan.Bu görev ve sorumlulukla işçi direnişlerinde aktif olarak yaratmak gerekmektedir..." 20 Temmuz işçi ve emekçi eylemi öncesinde Ortaköy Kül tür Merkezi, Genç Ekin Sanat Merkezi ve Mezopotamya Kül tür Merkezi'nin ortak olarak yaptığı bu çağrı sonrası topla nan sanatçılar, eyleme katılma kararıyla birlikte daha ileri bir birlikteliğin de adımlarını attılar ve yapılan görüşmeler sonucu "Yurtsever, D e v r i m c i , De mokrat Sanatçılar Birliği'ni oluşturdular. Sanatçılar Birliği yeni bir oluşum ve şu sanatçılardan oluşuyor: Ortaköy Kültür Merkezi'nden Grup Yorum, Grup Özgürlük Türküsü, Ayşe Gülen Halk Sahnesi, Kültür ve Sanat ta Tavır Dergisi, Fotoğraf ve Si nema Emekçileri(FOSEM); Me zopotamya Küttür Merkezi'nden Revvşen Dergisi, Koma Çiya, Koma Azad, Koma Amed, Ko ma Rojhilat, Koma Agire Jiyan, Koma Dilbırın, Koma Gülen Xerzan, Koma Berxwedan, Ko ma Serhildan(Halkoyunu Ekibi), Ozan Xanemir, Ozan Gani Nar, Teatra Jiyana Nü, Gülen Mezrobotan(Çocuk Korosu), Koma Rengin, Koma Avreş, Fırat Başkale; Genç Ekin Sanat Mer kezi'nden tiyatro, şiir ve fotoğraf grupları; Yüz Çiçek Küttür Mer kezi'nden Grup Munzur ve ti yatro grubu; Yenigün Müzik
Topluluğu, Gün Dirildi, Serora Nat, Ahuramazda, Komel Res samlar Birliği, Hayati Azim(Öykü Yazarı), İbrahim Karaca(Şatr), Avni Memedoğlu(Ressam), Fevzi Bilge(Ressam), F e z i Kurtuluş, Gülbahar, Haydar Bayar, Çiçek Ayyıldız, Cemile Çakır(Şair-Gazeteci). Sanatçılar kuruluş nedenle rini yayınladıkları bir çağrıyla kamuoyuna duyurdular: "Bizler aşağıda imzası bulu nan sanatçı ve aydınlar olarak ülkemizde yaşanan sömürü ve zulüm politikalarına, anti-demokratik uygulamalara vs in san hakları ihlallerine karşı du yarlılığımızla biraraya gelmiş bulunuyoruz. Egemen sınıfların çıkarları uğruna ve gittikçe derinleşen krizi gidermek adına; işçilere, emekçilere, Kürt ulusuna, sanatçı-aydınlara ve düşünen in sana karşı saldırılarının bu denli yoğunlaştığı günümüzde, kendisine insanım, demokratım diyebilen aydın ve sanatçıların da yerinin ezilenlerin yanında olduğunun bilincindeyiz.Birey sel duyarlılıklarımızı ve tepkile rimizi artık daha güçlü bir sese büründürmek olmazsa olmaz bir önkoşul haline gelmiştir, Çünkü; ülkemizde aydınlar, sanatçılar yazılan, türküleri, dü şüncelerinden dolayı yasakla nıyorlar, tutuklanıyorlar. Çünkü; Kürt ulusu özgürlük talepleri nedeniyle katlediliyor, göçe zorlanıyor ve topyekün bir imhaya tabi tutuluyor. Çünkü; işçi ve emekçi yı ğınlar fedakarlık demogojileriyle "sömürü paketleri" atkında iş ten atılıyor, açlığın ve sefaletin içine itiliyorlar. Yaşadığımız bu gerçeklik karşısında rahatsızlık duyan duyarlı aydın ve sanatçıların güçlü bir ses olması işti bu ne denle bir zorunluluktur..."
HABER
YORUM
türkülerimiz kazanacak!
Aşağıdaki açıklama yasaklama sonrası Grup Yorum tara fından Yedikule Hisarları önünde yapıldı. Açıklama sonrası protestosunu türkü söyleyerek devam ettirmek isteyen Grup Yorum'a ve o an orada bulunan yaklaşık 300 kişilik izleyici kit lesine pervasızca saldıran polis, 15 kişiyi gözaltına aldı. Böyle si engellemeler ve saldırılar egemenlerin, halkların türkülerin den ne kadar korktuğunu bir kez daha göstermiştir.
"... Baskının, sömürünün ve korkunun bekçilerine sesleniyoruz;" "Baskı, yasak ve terör ... Başka nasıl tutacaksınız sömü rü düzeninizi ayakta. Sizin çar kınız, sizi, kendinizi gittikçe bir girdaba sokarken aç kurtlar gibi saldırıyorsunuz emekçi yığınla ra. Alınterine, sofrasında ki aşı na, uykusuna. Daha çok çalış sın, daha az beslensin, daha az giyinsin, daha az dinlensin isti yorsunuz. Fedakarlık... Açlığa fedakarlık... Ölüme giden bir fe dakarlık istiyorsunuz. Siz daha çok yiyesiniz, daha azgın sömüresiniz, Amerika'daki, Avrupa'daki efendilerinize daha çok alınteri gönderesiniz diye. ABD'nin çiftliği haline getirdiği niz memleketimizi talan edesi niz, yağmalayasınız diye. Ama, böyle doyumsuzca
42
T A V I R
saldırırken, daha geniş yığınla rı, giderek tüm halkı karşınıza alacağınızı biliyorsunuz... Bu ülkenin emekçilerinin, aydınları nın, emekten halktan yana sa natçılarının bu gidişe dur diye ceğini, bir son vereceğini bili yorsunuz. Grevlerin, mitingle rin, direnişlerin, boykotların önünü alamayacağınızı biliyor sunuz. Bu yüzden katliamlarınız, kıyımlarınız. Bu yüzden taham mülsüzsünüz sendikalara, de mokratik kitle örgütlerine. Bu yüzden düşmansınız bilime, ki taba, düşünceye. Bu yüzden türkülerimizden korkuyorsunuz. Bu yüzden insanlarımız kat lediliyor, sokaklarda, evlerde, işkencehanelerde. Bu yüzden
Kürt köyleri bombalanıyor, insansızlaştırılıyor. Bu yüzden Beşikçi Hoca'ya ceza üstüne ceza veriyorsunuz onlarca yıl. Bu yüzden Fikret Başkaya, Ha luk Gerger, Münir Ceylan, Ayşe Nur Zarakolu, Av. A. Zeki Okçuoğlu tutsak. Bu yüzden Grup Yorum'un konserleri sürekli ya saklanıyor, soruşturmalara ma ruz kalıyor. Bu yüzden beş yıl dır İstanbulda yasaklıyız. Gru bumuzun üyelerinden Elif Sumru Gürel ve Kemal Sahir Gürel bu yüzden ceza aldılar. Ama emekçi yığınların öfke si üstünüze bir sel gibi geliyor. Durdurabiliyor musunuz? Beşikçiler'in, Gergerler'in düşün celerinin kitlelere ulaşmasını engellleyebiliyor musunuz? Ke mal'in, Sumru'nun, halkın haklı nın türkülerini söylemesini en gelleyebiliyor musunuz? Beş yıldır İstanbul'da ya saklıyız. Ama beş yıl boyunca İstanbul'da onbinlerce insana ulaştık, engelleyebildiniz mi? Boykotların direnişlerin bir par çası olduk, engelleyebildiniz mi? Gecekondu mahallelerinde dolaştık türkülerimizle durdurabildiniz mi? Cezaevlerinde kon serler verdik, duvarlarınız ve gardiyanlarınız tanık oldu buna susturabildiniz mi? Hayır! Bundan sonra da durdura mayacaksınız. Baskılarınız, ya saklarınız bizleri durduramaya cak. Çünkü haklı olan, emek ten, halktan yana olanlar, yasak tanımazlar. Meşruluğumuz bu güne kadar bize yetti bundan sonra da emekçilere ulaşmak için yetecek. Türkülerimiz çal madık kapı bırakmayacak. Tür külerimiz, tüm halkın dilinde do laşacak. Direnişlerde büyüye cek, meydanlarda çınlayacak. Türkülerimiz burçlara çekilecek. Yine türkülerimizden korktunuz ve bir konserimizi daha yasak ladınız. Ama size rağmen ve si ze inat; TÜRKÜLERİMİZ KAZANACAK!" Grup Yorum
HABER
YORUM
YASAKLAMALAR, SORUŞTURMALAR, GÖZALTILAR, TEHDİTLER;
HALKTAN YANA SANAT SUSTURULAMAZ! 15 Nisan 1994; Dergimizin Adana Bürosu polis tarafından bir kez daha basıldı. 11 kişi gö zaltına alındı. Gözaltına alınan lar arasında, dergi çalışanları yanında Grup Nisan Güneşi ele manları ve dergi okurları da yeralıyordu. Polis Grup Yorum afişlerine, dergi arşivine, filmle re, resimlere ve yazılara elkoydu. Duvarlardaki afiş ve resimle ri yırttı. Gözaltına alınanlar 4 sa at sonra küfür ve tehditlerle ser best bırakıldılar. 8 Mayıs I994; Çorlu Kapalı Cezaevi'nde tutuklu bulunan Ke mal Sahir Güreli ziyarete giden 19 kişi gözaltına alındı. Kemal'i ziyaret sırasında kendisine veril mek istenen "Marksizm-Leninizmin İlkeleri'' ve Che Guevera serilerine cezaevi idaresi tarafın dan keyfi bir şekilde elkonuldu ve bununla da yetinilmeyip ziya retçiler Çorlu Emniyeti tarafın dan gözaltına alındılar. Gözaltı na alınanlar arasında Grup Yo rum elemanları ve OKM çalışan ları da bulunmaktaydı. Sanatçı lar aynı gün savcılığa çıkartıldık tan sonra serbest bırakıldılar. 29 Mayıs 1994, 13 Haziran 1994; Ayşe Gülen Halk Sahnesi oyuncuları Büyük Armutlu Paza rı ve Beykoz Deri Kundura Fab rikası önünde oynadıktan "Zam lara Hayır"'oyunundan sonra gö zaltına alındılar. Beykoz'da oy nadıkları oyunla ilgili haklarında açılan dava halen Beykoz Asliye Ceza Mahkemesi'nde sürüyor. 6 Haziran 1994; Gazian tep'te Grup Yorum ve Ayşe Gülen Halk Sahnesi'nin katıldığı bir gece düzenlendi. Baskılar ve gözaltılar gece öncesinde başla dı. İzinli olduğu halde afiş asan ve bilet satan 4 kişi gözaltına alındı. Konser sonrası ise polis izleyicilere saldırdı. Bu saldırıya izleyiciler alkış ve sloganlarla cevap verince polis havaya ateş açtı ve 52 kişiyi gözaltına aldı. Konser sonrası salondan çıkan
Grup Yorum ve Ayşe Gülen Halk Sahnesi elemanlarını da gözaltına almak isteyen polis, sanatçıların kolkola girerek gös terdikleri direniş tavrı karşısında vazgeçmek zorunda kaldı. 18 Haziran 1994; Grup Yo rum, İHD Denizli Şubesi'nin dü zenlediği bir konserle 2 yıl ara dan sonra Denizli'deydi. Konser sonrası Grup Yorum elemanları ve İHD Yönetim Kurulu hakkın da Denizli Cumhuriyet Savcılığı tarafından soruşturma açıldı.
Neden yine aynıydı: "Bölücülük". Soruşturma sürüyor, 3 Temmuz 1994; Yedikule Hisarları'nda yapılacak olan "Türkülerimiz Kazanacak" adlı "Grup Yorumla Dayanışma Ge cesi" İstanbul Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü tarafından gerekçe gösterilmeden yasaklandı. Kon ser günü Grup Yorum, yasakla maya ilişkin bir basın açıklaması okudu. Protestoyu türküleriyle sürdürmek isteyen Yorum'a po lis engel olmak istedi ve saldırdı; Aralarında Tertip Komitesi'nden Halkın Hukuk Bürosu avukatı Metin Narin ve Genç Ekin Sanat
Merkezi çalışanı Devrim Öktem; Halkın Hukuk Bürosu avukatla rından Mustafa Çoban, dergimiz çalışanı Ayçe İdil Erkmen ve Öz gür Ülke Gazetesi muhabiri H. Hüseyin İnan'ın da bulunduğu 15 kişi dövülerek gözaltına alın dı. Gözaltına alınanlar ertesi gün serbest bırakıldılar. 7 Temmuz 1994; Grup Yorum'un Karaman'a bağlı Taşkale Kasabası'nda vereceği konser İçişleri Bakanlığı'nın "önerisi"yle Karaman Valiliği tarafından ya saklandı. Konseri izlemeye ge len izleyicilere açıklama yapan Grup Yorum elemanlarını gözal tına almak isteyen Jandarma, iz leyicilerin Grup Yorum'u sahip lenmesi üzerine vazgeçmek zo runda kaldı. 10 Temmuz 1994; Grup Ekinin Antakya konseri, Antak ya Emniyeti tarafından yasak landı. 10 Temmuz 1994; Divriği Kültür Derneği Ankara Şube si'nin düzenlediği Geleneksel Pi lav Şenliği'ne katılan Özgürlük Türküsü elemanları, şenlik son rası piknik alanından ayrılırken Ankara Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Zeynep Fırat ile birlikte gözaltına alındı. Götürül dükleri Çiftlik Karakolu'nda ha karet ve tehditlere maruz kalan grup elemanları 4 saat sonra serbest bırakıldılar. 16 Temmuz 1994; Grup Yorum'un Antalya'da gerçekleştir diği konser sonrası 25 kişi gö zaltına alındı. Gözaltına alınan lardan 23'ü iki gün sonra serbest bırakılırken, kalan iki kişiye yo ğun işkence yapıldığı belirtildi. 1 Ekim 1994; Dergimiz çalı şanı Ayçe İdil Erkmen yurtdışın dan dönerken Ankarada gözaltı na alındı, yoğun işkencelerden geçirildikten sonra tutuklandı ve Ankara Merkez Kapalı Ceza evine konuldu. 3 Ekim 1994; OKM çalışanı Aziz Ögeyik, Beşiktaş'ta katledi-
T A V I R
43
HABER
YORUM
"Biz çağımızın gerçeklerini arayıp bulduk... Bugünün gençliği de kendi yazınsal türlerini, çeşnilerini kendisi bulup çıkarırsa daha da sağlam bir yere, bir toprağa basmış olur... Yani berşeye karşın sağlığını yitirme karşı lığında bile olsa dilenebilmek... Durmadan kendisini yenileyebilmek, böy lece toplumu yenilemeyi hedef almak. Özgürlük ve bağımsızlığını yitirme den, aydına yakışan biçimde savaşmak... En haklı insan bence üretendir. Üretenden yana olmak... Sanatın olanaklarından yararlanarak işçi sınıfının bir kelimeyle buyrultusunda olmak... Sanatçının üzerine düşen en büyük iş... berşeyi değiştirmek, yenilemek, daha ilerisi için hazırlamak... Onun için sanatçı kendi sınıfından kopmuş kişi değildir... Kendi sınıfının görevinde, işlevinde olmalıdır...". Rıfat Ilgaz'ın Sivas şehitlerinden Asım Bezirci ile yaptığı bir röpor tajda söylediği bu sözler, emekten ve halktan yana sanatçı ve aydın olabilmenin gerekliliğini ve sorumluluklarımızı bir kez daha hatır latıyor.
rıfat ılgaz ölümünün l.yılında anıldı Rıfat Ilgaz'ın mezarı başında yapılan anmasında Grup Yorum "Ölümden Öte" adlı şarkısı ve aşağıdaki mesajı ile yeraldı;
44
Sevgili Rıfat İlgaz, Bundan bir yıl önce ayrıldın aramızdan. Sivas Katliamı'nm hemen ertesiydi. Dayanamamıştı koca yüreğin Bezirciler'in, Nesimiler'in, Hasretlerin diri diri yan masına. "Dayanamıyorum" dedin ve ayrıldın aramızdan. Onuruna, namusuna sahip çıkan bir aydın dın sen. Yaşamın boyunca boyun eğmedin baskılara. Yaşamının son yıllarında yaşlı ve hasta ol mana rağmen yanıbaşımızda yer aldın. Kendileriyle görüşebilmek için randevu bile alamadığımız sahte aydınlara inat hasta yata
ğından koştun geldin protestoları mıza, eylemlerimize. Ölümün de bir protesto oldu zaten. Sevgili Hocamız, Sensiz geçirdiğimiz bir yıl bo yunca sömürü düzeni sürmeye devam etti. Emekçilerin sırtındaki yük bir kat daha arttı. Aydın ve sanatçılara ceza yağdırdılar bu süreçte. Beşikçiler'i, Gergerler'i, Başkayalar'ı yazdıkları yazılar dan ötürü cezalandırdılar kendile rince. Biz de ceza aldık. Verdiği miz bir konser yüzünden iki ele manımız hapis cezası aldı. Bizle re bu cezaları kesenler Sivas kat
liamının sanıklarına birer birer beraat kararları veriyorlar. Ve ay dınlarımız... "küçük-burjuva" ay dın olmanın bir adım ötesine ge çemiyorlar. Sizin deyiminizle "korkuluk" bile olamıyorlar. Bun lara inat baskılar karşısında yıl mayarak umudu büyütüyoruz. Türkülerimizde Nazım, Yılmaz Güney, Ruhi Su olduğu gibi sen de varsın. Seni unutmayacağız, bıraktığın mirası yaşatacağız. Söz veriyoruz; Türkülerimiz Kazanacak!
len Avukat Fuat Erdoğan'ın ce nazesine katılmak için gittiği De nizli'de gözaltına alındı ve tutuk landı. Aziz Ögeyik yaklaşık 1 ay lık tutukluluktan sonra tahliye edildi. 15 Ekim 1994; Grup Ekin elemanı Aylin Ürkmez bindiği minibüsten zorla indirilerek ya nındaki arkadaşları ite birlikte gözaltına alındı. Ankara DAL'da işkence altındayken, Uluslarara sı İnsan Hakları Heyeti'nin gel mesi üzerine iki gün boyunca karakol karakol dolaştırılarak heyetten kaçırıldı ve DGM tara fından serbest bırakılmak zorun da kaldı.
23 Ekim 1994; Kemal Sahir Güreli ziyarete giden Grup Yo rum elemanları bir kez daha gö zaltına alındılar, aynı gün ser best bırakıldılar. Dergimizin 30. sayısında yer alan Ahmet Erkanh'nın bir kari katürü nedeniyle hakkımızda açılan dava beraatle sonuçlan mıştı. Ancak bu karar yargıtay tarafından bozuldu ve dava 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde tek rar görülüyor. Dergimizin 3 1 . sayısına da Sadık Çelik'in "Canik Dağlarına da Bahar Erişti" isimli yazısı ve yine Ahmet Erkanlı'nın karikatü rü nedeniyle dava açıldı. Karika
tür halkın sanatçılarına yapılan baskıları hicvediyordu. Yaşa nanlar Erkanlı'ya göre de bir re zaletti ve Erkanlı karikatürüyle bu rezaleti protesto etmişti. Ama türküler söylenme ye, oyunlar oynanmaya, ka rikatürler çizilmeye devam ediyor. Sanatımız emeğin, halkın, haklının yanında. Di ğer yanda ise emekçi halkla ra ve onların aydınlarına, sa natçılarına azgınca saldıran lar. Kazanan Türkiye halkları olacak; türkülerimiz kazana cak, bu memleket bizim; biz kazanacağız!...
T A V I R
HABER
YORUM
KÜLTÜR-SANAT CEPHEMİZDE YENİ BİR MEVZİ:
EGE KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ 12 Mayıs 1994; İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsü'nde düzenlenen yılsonu şenliğine katıldı. Şenliği yaklaşık 500 kişi izledi. 24 Mayıs 1994; Tokat Zile Halkevi'nin açılış şenliğine katıldı. Fevzi Kurtuluş'un da katıldığı şenliği yaklaşık 1000 kişi izledi. 29 Mayıs 1994; Ümraniye SİP'te düzenlenen,Haklar ve Özgürlükler Platformu'nun düzenlediği "Açlığa ve Zulme Karşı Ayağa Kalk!" adlı panel sonrasında verdiği dinletide 80 kişiye seslendi. 4 Haziran 1994; Halkın Gücü Gazetesi Pınarbaşı Mahallesi Bürosu'nun açılışında yaklaşık 100 kişiye bir dinleti verdi, 5 Haziran 1994; Genç Ekin Sanat Merkezi'nin düzenlediği piknikte yaklaşık 800 kişiye seslendi. 15 Haziran 1994; DLMK'lı öğrencilerin düzenlediği ve 400 kişinin katıldığı piknikte bir konser verdi. 19 Haziran 1994; Konfeksiyon işçilerinin düzenlediği piknikte yaklaşık 300 kişiye seslendi. 25 Haziran 1994; Pir Sultan Abdal Kültür Derneğf'nin düzenlediği 'Sözde, Özde, Sazda Bir Olalım" gecesine katıldı. 3 Temmuz 1994; Arguvanlar Derneği'nin Düzenlediği "Geleneksel Aşure Günü'ne katılan Özgürlük Türküsü yaklaşık 600 kişiye seslendi. 7 Temmuz 1994; İşten atılan Gebze işçilerinin direnişine türküleriyle destek verdi. 10 Temmuz 1994; Divriği Kültür Demeği Ankara Şubesinin düzenlediği geleneksel pilav şenliğine katıldı ve yaklaşık 3000 kişiye seslendi. 20 Temmuz 1994; Amasya Gümüşhacıköy "de düzenlenen "Tütün Üreticileriyle Dayanışma Gecesi'ne katıldı.Geceye yaklaşık 400 kişi katıldı.
Bünyesinde Tavır Dergisi İzmir Temsilciliği, Grup Günışığı,halkoyunları, şiir ve tiyatro gruplarını barındıran Ege Kültür ve Sa nat Merkezi 3 Eylül 1994 tarihinde açıldı.Efe kültürünün isyancı ve ilerici izlerini taşıyan Ege bölgesinde etkinlik gösterecek olan EKSM, türküleriyle, oyunlarıyla, şiirleriyle bu kültürü geliştirmeye ve yaygın laştırmaya çalışacak.'Düzenin halka benimsetmeye çalıştığı yoz kültüre karşı halkın kendi kültürünü ve bu kültürle beslenen devrimci kültürü geliştirmek devrimci sanatçıların görevidir.Bugün dağlar ye ni Çakırca'lara, Atçalı Memet Efe'lere ihtiyaç duyarken devrimci mü cadelenin ve halklarımızın türkülerini üretmeli ve bu mücadelenin içerisinde olmalıyız." diyen EKSM çalışanlarının çabaları yeni kültü rün yapı taşları olma hedefini güdüyor. Ege bölgesindeki kültürel boşluğa karşı en geniş ilerici kesimler le iletişim kurmaya çalışan EKSM'nin açılışına Denizli'den Grup Ada, İzmir MKM Müzik Grubu, Özgürlük Türküsü ve Grup Güntşığı türküleriyle katılırken Grup Diyar, çeşitli sosyalist basın organları ve Belçika'dan Mücadele okurları mesajlarını ilettiler.Yaklaşık 200 kişi nin katıldığı açılış kutlaması çekilen halaylar ve Haklıyız Kazanaca ğız marşının söylenmesiyle sona erdi. Ege Kültür ve Sanat Merkezi, halkoyunları, bağlama, gitar ve ti yatro dallarında yürüttüğü kurs faaliyetleriyle devrimci sanatı üretme ve yaygınlaştırma etkinliklerini akademik olarak sürdürüyor.
ARYA SANAT MERKEZİ KAPATILDI İzmir'de etkinlik gösteren Arya Sanat Merkezi polis tarafından defalarca basıldıktan, çalışanları gözaltına alındıktan sonra hiç bir gerekçe gösterilmeden mühürlendi.Devrimci sanata ve Kürt halkı nın kültürüne yönelen bu baskıya karşı Arya Sanat Merkezi ve Ege Kültür ve Sanat Merkezi yaptıkları basın açıklamasında halktan yana sanatın susturulmayacağım belirttiler.İzmir İHD'de yapılan basın açıklamasına HADEP, BAFSED (Bayraklı Folklor Sanat Eğitim Derneği), BOFSED (Bornova Folklor Sanat Eğitim Derneği), Ressam Murat Duran, Balçova FM ile çeşitli kurumlar katıldılar ve basın açıklamasına imza koydular.
Açlığa karşı çıkmak için, Zulme dur demek için, Sömürüye hayır demek için, Ulusal onura saldırıya karşı onurumuzu korumak için, TÖDEF(Türkiye Öğrenci Dernekleri Federasyonu)'in 7 Kasım Boykotunu destekliyoruz. DEVRİMCİ MÜCADELEDE SANATÇILAR T A V I R
45
HABER
YORUM
Kemal Sahir Gürel'e 10 yaşında bir Kürt çocuğa Rizan Kadir'in Suriye'den gönderdiği mektubu ve Kemal'in yanıtını yayınlıyoruz.
Ey devrim ateşinin sanatçısı, kırlar ve şehirler için söylediğin şarkılarla devrime yürüyor, em peryalizme ve oligarşiye karşı mü cadele ediyoruz. Türkülerin kulak ları şenlendiriyor. Eylem şarkıla rının sanatçısı Kemal. Sesini du yunca, uğruna şehit düştüğümüz yeşil ülke Kürdistanlı çocukların yüzünde güller açıyor. Sana, kal bimin derinliklerinden geldiği gibi çizdiğim resimleri gönderiyorum. Söz veriyorum, büyüyünce devrim ci ve mücadeleci olacağım. Sana hikayemi aktarvyoru: Ben ve arka daşlarım, dağda Newroz ateşi ya karken, orada Newroz kutlamala rını ve Newroz için dağda ateş ya kılmasını yasaklayan askerler var dı. Ateş yakılmamasını reddettim ve dağlara uzandım. Orada ateş
yaktık. Daha birkaç dakika geç memişti ki, bir subay gelip ateşi söndürdü. Tekrar gittik ateşi yak tık ve silahlı askerlerini gönderseler, bizi öldürseler bile kaçmaya cağız. Kendi kendime "kör yürek lerine bu kor ateşten bir parça ko yacağım" dedim. Nasıl, devrimci lerin eylemlerini beğendin mi? Senden ricam, kendin, çevren ve zamanının nasıl geçtiği hakkında bir mektup yazman. Burada iki dostum, bana senin türkülerinin olduğu iki kaset verdiler. Sana, sanatçı arkadaşlarına, bütün dev rimci ve mücadelecilere milyon larca mutluluk ve başarı diliyorum. Teşekkürler. 19 Mart/7 Şevval/1994 RİZAN KADİR
Sevgili Rizan, Gözlerinden öperek başlamak istiyorum mektubuma. Böyle güzel mektup yollayan birisi, eminim ki o kadar da güzel rezimler çiziyordur, güzel elleriyle. Tahmin etmeye çalışıyorum, herhalde diyorum Reşo'nun, Cemo'nun, Berivan'ın seslendiği geniş vadiler, çamurlu potinlerin adımladığı patikalar, dipçiği ve namluyu sıkıca kavrayan büyük eller vardır resimlerinde... Pankarttı memurlar, evlerinin yıkılmaması için direnen gecekondulular, kaybolan oğullarının hesabını soran analar vardır. Akif Dalcı'nın taşı kavrayan el leri resmedilmiştir. Eminim ki öyledir. Bekleyeceğim resimlerini. Ayrıca, bana yolladığın için de teşekkür ediyorum. Biz Çorlu Cezaevi'nde iki siyasi tutsağız sadece... Benimle burada kalan arkadaşım da "kardeşçe ya şanacak bir dünyayı kurma mücadelesi" verdiği için atılmış demir kapılar ardına. Daha önce de yanılmış lar, yani; tıpkı beni cezaevine koyunca, susacağımı sanıp yanıldıkları gibi... Halbuki cezaevinde bulunmak soluğunu kısamıyor, özgürlüğünü sınırlamıyor insanın. Aksine öfkesi nehirlerden taşarak dalgalarla buluşuyor; okyanuslara ulaşıyor, sel olup akarak... Biliyorsun ki yaklaşık dört aydır OKMde değilim. Çok düşündüm kendi kendime. Acaba çalışmalarımızı devralan arkadaşlarıma ben de buradan nasıl katkı sağlarım diye. Tıpkı onlar gibi, Yorum'un türkülerini milyonlara ulaştırabilme çabasında, ne yapabilirdim cezaevinde? Bağlamam ve gitarım var yanımda. On lar da olmasa farketmez hani... "Cemo"ları nasıl yaratmıştık permatikten panflütle? Yokluk koşullarında bi le "borudan kaval" yapmasını bilmiştik... İki-üç ezgi çıkardım. Bunlar henüz bitmiş, tamamlanmış şarkılar değil. Bir de şubede yapmıştım; yalnız kaldığım hücrede, sorguya çıkartılmamı beklerken. Aslında bu, ce zaevinde çıkarttığım diğer ezgilerden daha güzel geliyor bana. Hem daha coşkulu. Galiba güzel ezgiler, hep zorlukları yaşarken çıkıyor böylesine. Yılmaz Güney'de en güzet filmlerini hapishanedeyken yapmıştı. Nazım Hikmet hapishanede üretmişti en güzel şiirlerini. Bunun yanısıra arkadaşlarım, kasetlerde yer alacak yeni türkülerimizi kasete çekip bana gönderiyorlar. Ben de, kendimce eksik bulduğum veya değiştirilmesini gerekli gördüğüm bölümlerini belirterek katılıyo rum onların kolektif çalışmalarına. Tavır'ımızın hazırlanması sürecinde de eleştiri, öneri ve değerlendirmelerimi sunuyorum. Cezaevleriyle yazışıyoruz. Diğer cezaevlerinde kalan yoldaşlarımın neler yaşadığını yaptığını ve neleri tartıştıklarını merak ediyoruz. Onlar da merak ediyorlar bizi. Hatta cezaevine ilk geldiğimde, kucak dolusu "destek mesajı" almıştım onlardan. Şimdi, kimi tartışmaları yürüterek sürdürüyoruz yazışmalarımızı. Cezaevleri dışında pek çok mektup ve imza geldi; Avrupa'dan Ortadoğu'ya kadar. Buralarda beni tanı mayan çok insan var. Hatta başka uluslardan pek çok insan; avukat, bilimadamı, mühendis, yurtsever, sa vaşçı gibi... Onlar da Yorum'u seviyorlar ve yaşamasını istiyorlar. Çünkü biliyorlar ki, Yorum onların da se sidir. Bu ses hiç susmamalı!.. Tekrar görüşmek üzere... 12.05.1994 Kemal Sahir Gürel
46
T A V I R
HABER
YORUM
MKM'YE BASKILAR SÜRÜYOR
GRUP YORUM 13 Mayıs 1994; Geleneksel İTÜ yılsonu şenliğinde Grup Yorum yaklaşık 700 kişiye seslendi. 26 Mayıs 1994; Grup Yorum 'un Gümüşhacıköy'de gerçekleştirdiği konseri yaklaşık 600kişiizledi. 5 Haziran 1994; Grup Yorum Adana Yenice 'de 3000 kişinin izlediği bir konser gerçekleştirdi. 6 Haziran 1994; Gaziantep Kamil Ocak Kapalı Spor Salonu'nda yapılan Grup Yorum Konseri'ni yaklaşık 4000 kişi izledi. Ayşe Gülen Halk Sahnesi'nin de katıldığı gece sonrası 52 kişi polis tarafından gözaltına alındı. 10 Haziran 1994; Grup Yorum İstanbul 'da yapılacak olan, çalışmalarını Haklar ve Özgürlükler Platformu 'nun yürüttüğü "Sivas Anıtı" nın yararına İstanbul'da düzenlenen geceye katıldı. 17 Haziran 1994; Grup Yorum İzmir Fuar Ekici Över'de yaklaşık 7000 kişiye seslendi. Geceye Ayşe Gülen Halk Sahnesi ve FOSEM'de katıldı. 18 Haziran 1994; Denizli Açıkhava Tiyatrosu'nda Denizli İHD'nin çabalarıyla gerçekleştirilen Grup Yorum konserini yaklaşık 2000 kişi izledi. Konser sonrasında Denizli Cumhuriyet Savcılığı tarafından İHD Yönetimi ve Grup Yorum elemanları hakkında soruşturma açıldı. 16 Temmuz 1994; Grup Yorum Antalya Konyaaltı Açıkhava Tiyatrosu 'nda bir konser verdi. Özürlü Alican'ın tedavi masraflarının karşılanması için düzenlenen konseri yaklaşık 2500 kişi izlerken polis, konser sonrasında 25 kişiyi gözaltına aldı. 13 Ağustos 1994; Grup Yorum Genç Ekin Sanat Merkezi'nde bir dinleti verdi. 15 Ağustos 1994; Grup Yorum Küçükarmutlu'da gerçekleştirilen bir sünnet düğününe türküleri ite katıldı.
Yukarı Mezopotamya Kültür Merkezi Başkanı İbrahim Gürbüz 26 Mayıs 1994 tarihli Özgür Ülke gazetesinde yazdığı bir makale nedeniyle ifade vermek üzere gittiği DGM'de "bölücülük propagandası yaptığı" iddiasıyla tutuklanarak cezaevine gönderildi. Sağmalcılar Cezaevi'nde 3 ay tutuklu kalan İbrahim Gürbüz, 17 Ağustos 1994 tarihinde çıkarıldığı mahkemede serbest bırakıldı. Ayrıca 9 Eylül günü MKM'ye baskın düzenleyen polisler içeride bulunan yaklaşık 50 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltındakiler ertesi gün serbest bırakılırken polis, kültür merkezinde bulunan bilgisayar kayıtlarına el koydu. Bir ulusu yoketmek için onun kültürüne de saldıranlar unutmasınlar ki, bugün tarih karşısında yargılanıyorlar ve onun çöplüğüne atılmaktan kurtulamayacaklar.
DEVRİMCİ SANATÇILAR MİTİNGLERDE EMEKÇİLERLE OMUZ OMUZAYDI 20 Temmuz, işçi ve emekçi lerin eylem günüydü. Türk-İş'in emekçi yığınların tepkilerini pasifize etmeye yönelik, göstermelik bir günlük "Genel Grev" kararına işçi ve emekçi sınıf ey lemle cevap verdi. Kartal ve Ak saray Metro önü binlerce emek çinin sloganlarıyla inledi. O gün sanatçılar da "işçi ve Emekçi lerle Omuzomuzayız-Sömürü ve Zulme Karşı Sanatçılar" pankartı altında miting alanın daydılar. OKM, MKM ve Genç Ekin Sanat Merkezi sanatçıları yanında Fevzi Kurtuluş, Deste Günaydın, Gülbahar, Hüseyin Aydın, Latife Geçkin, Koma Denge Azadi, Yenigün Müzik Topluluğu, ve Gün Dirildi Müzik Topluluğu türküleriyle eylem
coşkusunun içindeydiler. 3 Ağustos pazar günü ise Sömürü ve Zulme Karşı Güç Birliği'nin düzenlediği "Bu Mem leket Bizim" adlı işçi ve emekçi lerden uyarı mitinginde sanatçı lar "Özgür Sanatçı Örgütlü Sanatçıdır-Devrimci Sanatçılar" pankartı altında yürüdüler ve mitinge güç kattılar. Mitingin sürpriz yanı ise İstanbul Valiliği'nin yasağına ve birkaç hafta önceki dayanışma gecesinin keyfi engellenmesine karşın Grup Yorum'un kürsüden işçi ve emekçilere türküleri, marşlarıyla seslenmesiydi. Bu küçük konserle Grup Yorum, halktan yana sanatın susturulmayaca ğım bir kez daha gösterdi.
"SİVAS ANITI"NI BİRLİKTE YAPALIM Zeytinburnu Pir Sultan Abdal Parkı'nda geçtiğimiz yıl Sivas'ta kaybettiğimiz 35 canın anısına bir anıt yükseliyor. Adı "Sivas Anıtı". Haklar ve Özgürlükler Platformu'nun bir çalışması olan bu anıt, yapımına katkıda bulunanlarla yükseliyor. Sivas Anıtı'na katkıda bulunmak isteyenler için anıt banka hesap numarasını veriyoruz. İş Bankası Ortaköy/İstanbul Şubesi Hesap No: 1116-0298291 T A V I R
47
HABER
YORUM
ANKARA TEMSİLCİMİZ İHSAN CİBELİK'TEN SONRA MUHABİRİMİZ UTKU DENİZ SİRKECİ DE TUTUKLANDI. rup EKİN elemanı ve dergimiz Anka süz bir dünya kurma mücadelesinin duyarlılıkları ra temsilcisi İhsan Cibelik'ten sonra ile yoğurup bu mücadeleye moral değerler kattı muhabirimiz ve Ekin Sanat Merkezi ğımız, sorunlara sahip çıkma, direnme ve müca çalışanı Utku Deniz Sirkeci de tutuk dele azmi aşılayan sanatsal ürünlerle mücadele lanarak Ankara Merkez Kapalı Cezaye katıldığımız için burada yargılanmaktayız. evi'ne gönderildi. 4 Ağustos 1994 tarihinde BağBu duruşmada kasetlerimizi dinleyen, kon cılar'da direnerek şehit düşen 3 Halk Kurtuluş serlerimize coşkulu halaylarıyla katılan, şiirleri, Savaşçısı'ndan Özlem Kılıç'ın Ankara'daki cena öyküleri, eleştiri ve önerileriyle çalışmalarımıza zesinde polisin saldırısı sonucu 29 kişi gözaltına destek olan işçileri, memurları, öğrencileri, na alındı ve aralarında muhabirimiz Utku Deniz muslu sanatçı ve aydınları, kısaca onbinleri yar Sirkeci'nin de bulunduğu 7 kişi tutuklandı. gılıyorsunuz. 13 Ocak 1994 tarihindeki E.S.M. ve dergimiz Bu duruşmada şiirlerini türkü yaptığımız, Ankara Bürosu baskınında gözaltına alınıp tutuk eserleriyle halkın bilincine kazınmış, yeni kültü lanan Grup Ekin elemanı ve temsilcimiz İhsan Cirümüzün yapı taşları olan Nazım Hİkmetler'i, Ha belik, 10 Nisan 1994 tarihindeki duruşmasında san Hüseyinler'i, Yılmaz Güneyler'i, Ahmed Arif okuduğu savunmasında' şunları söyledi: leri, Ruhi Sular'ı yargılıyorsunuz. "Sorgumdur, (...) Kültür ve Sanatta Tavır Dergisi ve onun (...) Bu duruşmada halktan yana bütün kültür sanata bakışını benimseyen sanatçılar, emper ve sanat faaliyetlerinin, devrimci sanatçıların ve yalist, gerici, yoz kültür politikalarına karşı bu ül namuslu aydınların yargılanmakta olduğuna ina kede yaşayan emekçi halkların sömürüsüz, bas nıyorum. Çünkü bu duruşmada yargılanmama kısız, özgür bir dünya kurma mücadeleleri içinde neden olan şeyler, sanatımızla bugüne kadar yarattıkları kültürel değerleri sahiplenip geliştire ürettiğimiz tüm değerler, gerçekleştirdiğimiz yüzrek geleceğin kültürünün yaratılması mücadele lerce sanatsal etkinlik, yüzbinlerce insana ilettiği sinde birer mevzi olmuştur. Böyle bir yayın orga miz mesajlar ve tüm bunlarla yarattığımız gerçek nının temsilcisi olmaktan ve böyle bir sanat anla sanatçı, halktan yana devrimci sanatçı kimliğiyışını her koşulda savunmaktan onur duyuyo mizdir. rum. ...emperyalizm ve işbirlikçileri sömürü ve (...) Savcılık, gözaltında polise ifade, verme egemenlik düzenlerinin devamını sağlamak... me tavrımı örgüt tavrı olarak değerlendirip, örgüt amacıyla... her türlü yöntemi kullanarak emekçi üyeliğine delil olarak göstermektedir. (...) Tutuk halka zulmetmektedirler. Bu doğrultuda kültürel lanmama ve örgüt üyeliği iddialarına delil olarak yaşama da müdahale etmekte, eğitim kuruluşla benimle hiç ilgisi olmayan düzmece bazı belge rıyla, kitle iletişim araçlarıyla halkın değerlerini, lerle "örgütsel döküman bulunmuştur" diyerek kavrayış biçimini değiştirerek yozlaştırmak ve suç ve suçlu yaratmaya çalışmaktadır. Bu belge asimilasyona uğratmak, diğer yandan emperya lerden biri Grup Yorum'la ortak çıktığımız kon list kitle kültürü politikalarıyla da sisteme uygun, serlerde kullanılmak üzere hazırladığımız, üze düşünmeyen, yoz, apolitik, kendi sorunlarına ve rinde müzik yapan insan figürleri olan ve "Bu toplumsal sorunlara duyarsız, edilgen kitleler ya Ses Hiç Susmayacak, Grup Yorum-Grup Ekin" ratmaya çalışmaktadır. Ekin Sanat Merkezi'ndekiyazılı bez afiştir. (...) " çalışmalarımızla buna karşı çıktığımız için yargı İhsan Cibelik 10 aylık bir tutsaklıktan sonra lanmaktayız. 18 Ekim 1994 günü çıkarıldığı Ankara DGM'deki (...) Halkın kültürel mirasını sınıfsız, sömürü duruşmasında serbest bırakıldı.
G
kültür ve sanatta TAVIR aylık sanat dergisi kasım '94 sayı 32
48
T A V I R
ortaköy kültür ve sanat bilimsel araştırma
yazı işleri müdürü ahmet latif
yay org.fllm tic.san.lit
tiftikçi
adına sahibi: sadık çelik
yazışma adresi ortaköy kültür merkezi dereboyucad. no:110/55 ortakoy /istanbul tel: (212) 258 69 87 fax: (212)258 69 87
ankara
diyarbakır
izmir
adana
(Büromuz şuan mühürlüdür.)
inönü cad. temiz ap. kat:6 no: 5 diyarbakır
859 sokak no:5/A saray işhanı ara kat konak /izmir
inönü cad. aydın işhanı kat:5no:505 adana tel: (322)3521744
abone koşulları (6 aylık) yurtiçi 120.000-TL (1 yıllık) yurtiçi 250.000-Tl yurtdışı 60.-DM akbank ortaköy-ist. şb. hesap noS583
almanya için yapı kredi
ofset hazırlık: tavır yayınları
bankası 300464-6
baskı: gürtaş ofset