1995 33 nisan

Page 1



Nisan '95'te 1

Merhaba

2 Halkın Üstüne Kalksa da Faşist Namlular... Tav ır

6

Üzerimdeki Tif tik Kazakla Gömün Beni Erkan Ak

8

Y üreğin Dağ Olsun/ Nu Pelda

9

Karikatür'

10 Dalından Düşmüş Bir Güldü/ Nu Jiyan

12 Türkülerin Bilge Sesi Ruhi Su İbrahim Karaca

19 Aşkın, Kavganın ve Umudun En Güzeline Erdoğan Ekiner

20

Tekme/ Hay ati Azim

22

Ziyaret/ Menderes Samancılar

24 .. Evlatlarınızdan Mektup Var

26 Mizah Dergilerinde Eleştirideki Anarşizm Tarık Tolunay

29

İleri/ Grup Y orum

32 Kav ganın Şafağı/ Mahir Y. Çobanoğlu

35 Nota - Dersimde Doğan Güneş

36 Müziğimiz Halkın Sesi, Öfkesi... Kemal Sahir Gürel

42

Halkımızın özgürlük ve kurtuluş savaşının önemli bir halkasının yaşandığı günlerde yayına hazırlandı 33. sayımız. Kontrgerilla saldırılarından devleti sorumlu tutan halk, devlete Devrimci Halk Güçleri'nin önderliğinde Gazi Mahallesi'nden başlayan ve tüm İstanbul'a yayılan direniş ve ayaklanmayla cevap verdi. Faşist güçler defalarca tanık olduğumuz bir senaryoyu bu kez İstanbul'un varoşlarında emekçi halkın oturduğu Gazi Mahallesinde sahneye koymuştu. Çaresizlik içinde kıvranan egemen sınıflar suni ayrımlarla halkı birbirine düşürmeye çalışıp; Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arap halklarını milliyet ve mezhep kışkırtmalarıyla birbirine kırdırmak istemektedir. Gazi Mahallesindeki saldırı da özünde Alevi Sünni çatışması değil, emekçi halkı sindirmeye yönelik planın bir parçasıdır. Bu uygulamalar '80 öncesinde de askeri cuntanın kilometre taşlarını oluşturmamış mıydı? Kontrgerilla güçleri ya da sivil faşistlerle gerçekleşen saldırıdan sonra polis ve asker kışkırtıcı avına çıkarak halkı sindirecek ve devrimcileri tutuklayacaktı. Ama bu oyun bozuldu. Şanlı bir mücadele tarihine sahip Gazi Mahallesinde, şehit kanıyla sulanmış bu vatan toprağında yaşananlar faşizmin oyununu bozmuştur. Gazide halk din, dil, ırk ve mezhep ayrımını düşünmeden faşizmin şiddetine karşı birleşti ve doğrudan düşman hedeflerine yöneldi. Gazide başlayan ve diğer yoksul mahallelere yönelen direniş, doğrudan faşist devleti ve onun işkenceci, katliamcı güçlerini hedef almıştır. Barikatın bir tarafında Alevisiyle, Sünnisiyle, Türküyle, Kürdüyle, tazıyla, Arabıyla vb. halk vardır, karşı tarafındaysa devlet. Devlet polisi, ordusu, panzerleri ve dikenli telleriyle emekçi mahallelerini kuşatmış ama "Kahrolsun Faşizm" sloganlarıyla karşılaşmıştır. O gün saldıran devlet, ölen ve direnen halktı. Halk kayıplar vermiştir ama direnmeyi de bilmiştir.

MERHABA

Gaziden alınacak ders "faşizme karşı mücadele komiteleri kurma, her türlü olanakla silahlanma ve ayaklanmayı yurt sathına yayma" gereğidir. Savaş savaşılarak öğrenilecektir. Devrimci savaşın sanatı, savaşan sanat da mücadelenin bütün cephelerinde savaşa katılan, omuz veren insanlar tarafından yaratılacaktır. Gazi direnişini yansıtan fotoğrafların yoğun olarak kullanıldığı bu sayımızda savaşın en ön cephesine yaşamını adamış ve daima orada yer alacak savaşçılardan bir mektup var analara, babalara. Alnında yıldızlı beresi ve özgürlük vadeden bakışlarıyla doruklardan sevgi yolluyor bize komutan Sabo'nun kadın yoldaşı. Geride bıraktığımız 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde, çifte sömürü zincirini kırıp doruklara ulaşan kadın yoldaşlarımıza bin selam. Kurtuluş mücadelemizin, Fransız emperyalizmine karşı kazandığımız zafer sonucunda artık görevlerinin başında olan önderiyle, PartiCephe'siyle yeni atılımlara hazırlandığı dönemine kültür cephesinden Grup Yorum'un "ileri"çağrısıyla katılıyoruz. Grup Yorum'un çağrısı; "Dersim'de Doğan Güneş'in, Gazide ayaklanmaya dönüşen direnme azminin vatan topraklarında yeşermesidir.

Haber - Yorum

Dost luk la! Önkapak: O lc a yKaradağ

TAVIR

1


Halkın üstüne kalksa da faşist namlular

Namert ellerdir en sonunda bir bir kırılacak! 2

TAVI R


Halkı katletmek için görevlendirilmişlerdi. Panzerlerle, kalkanlarla, otomatik silahlarla, dikenli tellerle donatılmış polis güçleri ve askeri birlikler yürüyen emekçi halkın üzerine ateş açıyor, cesetlerin üzerine basarak Gazi'de devrimci avına çıkıyordu. Gazi'nin emekçi halkına gözdağı vererek İstanbul'un ve tüm ülkenin yoksul halklarını sindirmek istiyordu.

TAVIR

3


4

T AVIR


Halkın kurtuluş mücadelesini milliyetler, dinler, mezhepler temelinde bölüp parçalamak, güçsüz düşürmek istiyorlardı. Saldırı Alevilere değil tüm devrimci halkımızaydı. Devlet saldırıyor, Gazi halkı ise ölüyor ama direnmekten vazgeçmiyordu. Ateş yığınların üzerine giydirilen bir gelinliği andırıyor. Direnişçiler barikatın önünde. İlerdeki karakola doğru öfkeyle ellerine ne geçirirlerse fırlatıyorlar. Halk ayaklanmış durumda. ... Yollarda taşlar... faşistlerin duman tüten dükkanları . . . ters çevrilen arabalar... ışıkları sönük evler... polise taş atan çocuklar, analar... barikatlar , barikatlar . . . Bu savaşın silahı herşeydir. Gerektiğinde bir avuç toprak, taş, sopa, benzin, herşey silahtır. Düşman; birliğimizi, kararlılığımızı engellemek isteyen herkestir. Saldıran ve katleden faşizmdir. Faşist saldırılara karşı savaşmak dünyanın en meşru hakkı ve görevidir. TAVI R

5


ÜZERİMDEKİ TİFTİK K A Z A K L A G Ö M Ü N BENİ Erkan AK Mav iy e serpilmiş bulutlar üst üste birikir, tepe olur, ov anın başına toplanır. Hava çakır olanda deminde kar taneleri iner bulutlardan. Ov anın bir ucundan bir ucuna yay ılarak, otururlar. Y orulmuşlardır, dinlenirler toprakta. Sonra sıklaşır, kenetlenirler, kıpırdamazlar y erlerinden. Rüzgar f ırlar ortay a, kollara ay rılır. Y akaladığını yorgun , ağır, derin beyaz yataklara götürür. Sönmüş fenere döner göky üzü. Bu mev sime düşen günlerin boy ları kısalır. Dağın, taşın, uçan kuşun sesi kesilir. İnsanoğludur bu mevsimin en güzeli, boy atar, filizlenir, sev dası için yollara düşer. Altı ay dan sonra toprağa konacak y er arar gün ışığı. Karlar ay ağa kalkar etekten doruğa y ürür. Karın çekildiğini ilk bağıran nergis çiçeği olur. Ondan sonra altı ay susan toprak konuşur. Sel olur, y eşil ov aya akar. Dağ ile ov ay ı bölen akarçay ın üst y anından mazı ormanı başım kaldırır. Ağaçların kolları birbirine dokunur. Sarmaş dolaş olan göv deleri birbirlerini kucaklayarak otururlar nehir kenarına. Bu nisan sabahı dallara g erilmiş kırağı bulutuna düşen gencecik gün ışıkları ölüy or. Ay dınlığın en son uğradığı ormanın, buz tutmuş bu dalları arasından, uzun boy unlu bir baş uzandı. Bu başın arkasına kondurulmuş gibi duran bıy ığı ve y anağına dağılmış sakalı çiğ tutmuştu. Saklandığı ağacın üzerinde bir ses y ankılandı. Başını hemencecik geri çekip y ukarı kaldırdı. Bir f lurcun kuşu dal değiştiriy ordu. Tekrar boy nunu uzattı. Kaşlarını araladığ ı gözlerinden dökülen bakışları,

T AV I R

6

akar çay ı y ürüy erek geçiyor, dağdan kopmuş büy ük kayanın ordan ov aya dek koşuyordu. Bakışları geriy e dönerken y anında bir şey getirmemişti. Tenhay dı, y alnızdı bakışları. Ağaçların arasından çıktı. Rüzgarın ısırdığ ı elbiselerinden kemikleri f ırlayacak gibiy di. Etleri kemiklerin üzerinde incecik bir örtü gibi duruyordu. Beş ay önce köy den aldığı azığı arkadaşlarına götürürken tipiye y akalanmıştı. O boranda ay ak parmakları tutuşmuş, halen sönmemişti. Naylona sardığı ay ak parmakları o halde, y ırtılmış botundan sarkıy ordu. Y angının her kıv ılcımını ciğerlerinde hissediyordu. Çev reye bıraktığı bakışlarını topladı. Geriy e döndü, iki elini kenetleyip ağzına götürdü. Arkadaşlarıy la anlaştığı gibi bir ses çıkardı. Mazı kalabalığını elleriy le iten y edi kişi çıkıp geldi. Hepsinin saçları birbirine dolaşmış, tozluy du. Y üzlerine oturan tedirginlik kalkıp gidiy ordu. Nehir kenarına dağınık bir halde indiler. Kıy ısına indikleri akarçay ın kökleri karlardadır. Altı ay boy unca karların altında sessizce bekley en su, karların üzerinde dolaşan gün ışığını y akaladığı anda, y erinde duramaz artık. Serpilir, boy lanır. Gay rı duramaz buralarda. Doruktaki karları toplay an, akarçay bütün hızıy la dolanı dolanı, kay alardan inerek, uçurumlardan atlıy arak ov aya ulaşır. Su o kadar serttir ki, nar kırmızı karpuz çatlar ortasından. Bir çakır doğanın şakırtısı dökülüy or ufka. Sekiz baş birden doğruluyor. Y ere bıraktıklarına dav ranıy orlar. Çakır doğa-

nını görüy orlar. Eğilip su içmeye dev am ediyorlar. Dün gece çev rildiklerinde korkunç bir yangın hissetmişti içinde. Ayağının sızısını unutmuş y anından merhabasız gelip geçen kurşunlardan kurtulmay a çalışmıştı. O an içindeki y angın dudaklarına saldırmıştı. Çatlamıştı dudakları. Y angın dudaklarından namluy a düşmüştü. Namlunun sıcağı, y akmıştı ellerini. Suy un yüzüne dokunan av uçları sızlıy ordu. Koşmaktan ısınmış kanının damarlarını tutuşturduğunu hissetti. Bütün damarlarını çıkarıp suy a basmak istiyordu. Ağzına aldığı suy u dökmey e başladı ateşe. Y angın sakinleşmişti. Y erdeğiştiriy ordu. Bu kez midesine gelip oturdu. Çömeldiği yerden kalktı torbasından, bir parça kurumuş ekmek çıkardı. Dişleriy le kurumuş ekmekten bir parça kopardı. Ekmeğin sert kırıntıla rının, ağzının içini parçaladığını hissetti. Ağzının kenarından haf if bir kan sızıy ordu. Ağzını y ıkadı. Ekmeği suy a batırarak' yemeye başladı. Y eme işini bitirdikten sonra, kollarını suy a uzatmış bir mazı ağacının gövdesine day anıp oturdu. Tan kızıllığ ını y itirmişti. Ortalık biraz daha berraklaşmıştı. Güneş habercisini geri çekip, ortay a çıkmıştı. Başını kaldırıp göky üzüne baktı. Güneşin içinden geçip gidiyordu turnalar. Arka arkay a düşmüşlerdi. Hüzünlenmişti. Başı önüne düştü. Elleri parkesinden kazağına kay dı. Elleri kemik rengi tiftik kazağın her telinde dolaşmay a başladı. Efkarlanmıştı. Elini cebine attı . Tütün tabakasını çıkardı. Tütünü incecik kağıda döktü. Çabucak sarma-


y a başladı. Sigaray ı y akmak için ateş aramaya başladı. Pantolonun cebinden çıkardığı kibriti ile sigarasını y aktı. Ateş bulmasay dı eğer, yüreğindeki ateş ile y akabilirdi sigarasını. İlk dumanla ciğerlerini dövmey e başladı. Dudakları salkım saçak duman. Gözleri akar çay a oturmuştu. Bir daha v urdu ciğerlerine, onunla görüştüğü son gün geldi aklına, hırsından dumanı çiğniy ordu. Mev sim Sonbahardı. Bir parkta oturmuşlardı. Uzunca bir süre ikisi de susmuşlardı. Birbirlerine bakamıy orlardı. Elindeki mavi firuze tespih sürekli konuşuyordu. Başını kaldırdı. Saatine baktı, zaman daralıy ordu. Sevdiğinin gözleri buğulanmıştı. Elini uzatıp başını göğsüne y atırdı. Saçlarına tel tel dokunmay ı istiyordu. Zaman daralıy ordu, içindeki sözcük dağından, bir kaç söz koparıp sev diğine bırakmalıydı. Dudaklarını araladı. "Kav ga ertelenmiyor, gül f idanı, ama sev damızı o güne erteliy oruz." Dudaklarından y edi heceli üç kelime daha döküldü. Sev diğinin saçlarını öptü. Son kez bakıştılar. Maltepe sigarasından, son bir duman aldı. Sigaray ı sev diğine uzattı. Bölüştüler son sigaranın dumanını. Gözleri sev diğinin gözlerini kucaklamış halde kalktı ayağa. Tespihini bıraktı masay a. Sev diği bir poşet uzattı ona, poşeti aldı v e sırtını dönerek y ürüdü. O anı y aşıy ordu şimdi. Kaçak tütünün sertliği, içinde eriy ordu. Kav gay ı ertelememişti doludizgin kav ganın içinde yürüyordu. Ertelediği sevdası sürekli onunla birliktey di. Ayaklarının y andığı o tipide düşeceği anda sevdası onu kaldırıy ordu, kaç kez uy umak istemişti, sev dası onu hep uy andırmıştı, böy lece kurtulmuştu. Dün gece çev rildiklerinde sevdası omuzunda bitmişti. Y anıbaşın-

day dı. Kavganın ertelenemey eceğini şehirde öğrenmişti. Ama sevdanın da ertelenmiyeceğini dağlar'da öğrenmişti. Kavgasız sev da, sev dasız kavga olmuyordu, ikisi birbirine y apışıktı. Sev diğinin verdiği poşetin içinden kemik rengi bir tiftik kazak çıkmıştı. Sev diği elleriyle örmüştü onu. Tellerine tekrar dokunmay a başladı. Kalkma zamanı gelmişti. Arkadaşları y ürümey e başlamıştı. Koşarak

onlara y etişti. Grup sorumlusunun y anında buldu kendini. "Sana bir şey söyley eceğim" dedi: Sorumlu başını kaldırdı, gülümsüy ordu. Gözlerini y üzüne dikti." "Eğer bir gün düşersem, üzerimdeki tiftik kazak ile gömün beni dedi. Sorumlunun cev abını beklemeden, grubun önünde y ürümey e başladı.

T AV IR

7


YÜREĞİN DAĞ OLSUN Nu Pelda

Çığlıklar dizildi boğazıma yürek kapıma dayandı yine Şiirimin ilk merhabası Gayrı senden ayrı Sevdam belalı Yüreğimin yangınından Bir gül koparıyorum sana Umutla yüklü Yıkanmış kan kokulu mısralar Aktı şiir in rahmine Ardından Sokakları altüst ederek koşan Kaldırımlar ın Ayak sesleri çağladı Gecenin nefessiz karanlığında Gömülmüş ateşler içerimde Yırtıyor göğüs kafesimi Lavlar dokunuyor kalemime Ölüm kokuyor bu şehir Ayazı soluğumuza dayalı Bedeller Ah ödenesi bedeller Çığlığıma yürüdü hüznüm Ve Tohumunu tutuşturduğun Sevdama çarpıp Dağıldı karanlığa 8

T A V IR

Yarınsız anılar ımı Ölümün soğuk teniy le uğurlayıp Şafağa merhaba dedim ya Sevdam boyunca dolanmış Dağlar ülkemi ya Kalemimin goncası Kan tadındadır artık Sensiz düşlerimin Yaşama akan tohumu Yarınların doğum sancısı Dağlardan kopup gelen Çığlık yürekli nehrin Kıvrılışıdır kalemim' Göz görmez kol dokunmaz Doruklardan gelir hoş kokusu Bir yağmur damlasıdır Sıcağımızı götürür dostlara Yol uzun Yiğitlerin alev soluğu sevdiğim Ateşi öpmek zordur Savaşta yürek saklanmaz Sevdam seni de aşar benide Haydi Azığın güneş Selamın dost Yüreğin dağ ols un


TAVIR

9


D

ağın eteğine oturmuş irili uf aklı ev ler, karşılıklı susmuş konuşmuy orlardı. Kış uykusundan y eni uy anıy ordu her şey . Toprak y avaş y avaş soluklanıy ordu. Güneş kollarıy la sarıy ordu toprağı. Toprakta y eni y ürümey e başlamış y eşil otlar rüzgarla dalga dalga bir uçtan bir uca koşuyordu. Ev lerin önünde boy unlarını damlara kadar uzatan ağaçların dallarına f ilizler y ürümüş, patlamay a gebey di. Gün ışığı ağır ağır akıy ordu etrafta. Ba-

Ellerinde ölüm kusan soğuk namlular v ardı gelenlerin. Gözleri donmuş onlarca cam parçasıy dı. Gözlerine karanlık konaklanmıştı. Işıksız, renksizdi gözleri. Umutsuzdu. Ev lere dalıy orlardı, köy lülerin alınterlerini, göznurlarını, buğday larını, tüm eşyalarını yere f ırlatıp postallarıy la eziy orlardı. Kinlerini köy halkı üstüne savuruy orlardı. Tüm erkekleri köy mey danına toplamışlardı. Vuruy orlardı. İnsafsızca, y üreksizce vuruy orlardı. Küf ürler sel gibi akıy ordu ağızlar ından. Y aşlılar y erlerdey di. Kıv ranıy orlardı. Tüm kadınlar, çocuklar evlere f ırlamışlardı. Korku tüm bedenlerini tit-

dan geliy ordu son çığlıkları. Oysa bahar uçup gitmişti teninden. Kahkahalarla terk etmişlerdi köy ü. Kara dumanlar ahtapot gibi sarıy ordu evleri. Köy talan mev simini y aşıy ordu. Rüzgar dumanlan dağıtmaya utanıy ordu. Canlılıktan y ana hiç bir iz taşımıy ordu köy. Bir çok köy gibi bu köy de baskı ve zulümle bâşbaşa bırakılmıştı. Acının kokusu yay ılıy ordu etraf a. Ve köy y erin dibine çekilmek için çırpınıy ordu. Daha sonraki günlerde zaman sancılı akıp gidiy ordu. Köy halkı darmadağın olmuştu. Rüzgarla sav ruluyorlardı.

DALINDAN DÜŞMÜŞ BİR GÜLDÜ... NuJİYAN harın taze kokusu y ay ılıy ordu dört diy arda. Dağın eteklerine y aslanmış topraktan buğday akıy ordu. Hızlı soluklanıy ordu buğday. Çocukların, kuzuların sesleri birbirine karışıy ordu tepelerin ardından. Köy ün yaşlıları, ev lerin önünde iki büklüm oturuy orlardı. Tütün ellerinden düşmüy ordu. Bakışları dağlara konuy ordu. Hasret y üreklerine oturmuştu, kalkmıy ordu. Uçakların sesleri gürlemeye başlamıştı y ine tepelerin ardından. Y abancı değildi bura halkı uçaklara. Göky üzünde bağırarak geçiyordu uçaklar. Birden dağın öte y anından hain sesler kulaklarına konmaya başlamıştı köy lülerin. Bakışlar teker teker koparılıp çakıldıkları y erden, tepelerin ardına koşmuştu. Köy halkına korku gelip oturmuştu hiç sualsiz. Tedirginliği giymişti insanlar Zulümköy e doğru ağır ağır akıy ordu.

10T A V I R

retiyordu. Beriv an şimşek bakışlı, Beriv an berrak bir su. Köyün kadınıy dı Beriv an. Genç y aşta evlenmiş, üç can vermişti köye. Üç f idan, dağlara sev dalı üç yürek... Beriv an'ın gözlerinden hay at pınarıy dı akan. Sımsıkı kucaklamıştı hay atı. Umutla yürüy ordu y arınlara. Kocasıy la topraklarında çalışıy or, tüm f ırtınalara göğüs geriy ordu. Canını dişine takmıştı. Direniy ordu. Haykırışlara, çırpınışlara aldırmıy orlardı sol y anlarını kay beden insanlar. Azgınca saldırıy orlardı köy halkına, Beriv an'a... Ve Beriv an artık solmuş bir güldü. Kokusunu içmiş, rengini : çalmışlardı. Gay rı gül y erlerde toz, toprak kan içindeydi. Beriv an'ın her yanı bitkin düşmüştü. Bakışları mav zer mav zer y erlerde dolanıy ordu. Ne zordu y eniden göğe bakmak. Baharı kuşanan dağlar-

Beriv an'ın acısı, zaman ileriy e koştukça damarlarından y üreğine koşuy ordu. Her yanı soluy ordu. Öfke damarlarında akıy or, gözlerinde beliriy ordu. Y üreğinin hükümdarı acı v e öf key di artık. Y eni akınlara hazırlanıy ordu. Ve yüreğinin ordusu paramparça ve y üreğinin ordusu toplanıy ordu dağların eteklerinde. Günler geceler geçmişti, bir kez olsun kocasıy la gözlerindeki güneşi y akmamışlardı. Gözgöze geldiklerinde acıları daha da büy üy ecekti sanki. Kay an bir y ıldız gibi kaybolacaklardı gecenin içinde. Geceler boy u yaşlarla doluy ordu Berivan'ın gözleri. Gözleri karanlıkların içinde y uva kurup oturuy ordu. Geceler suskunlukların en demli çığlığıy dı. Ve geceler Beriv an'ın gözlerindeki kuytu karanlıklardı artık. Sabah, kirpiklerinin kıy ısında biriken y aşların isyanında ağrı oluy ordu. Berivan, bir tu-


tam sancı dalından düşmüş bir çiçekti. Nasıl büyüyecekti topraksız taşlarda, nasıl büy üyecekti ortası kırılmış gençliğinin. Acılarını da sırtlarına v urup, şaf akta Dicle'y e doğru akıp gidiy orlardı işte. Y üreklerin göçü başlamıştı... Beriv an'ın anası iki büklüm olmuş, titrek adımlarla peşleri sıra ilerliy ordu. Bu acımasız saldırılar bu y ılanın dilinden çıkmış çatal dil zehirlemişti y aşamlarını. Diclenin kenarında y atan tarlalara, çadırlara sürüklemişti. Diclede acılı y aşamın y eni dönemi açılıy ordu. Toz, toprak ve hasret set gibi yükseliy ordu önlerinde.

du. Kalp atışlarından tüm hücreleri sarsılıy ordu. Çocuklarını koparmışlardı kucağından. Beriv an y erlerdeydi. Sürüklüyorlardı. Beriv an çırpınıy or, çırpınıy ordu. Kütük gibi ağır, kızgın demir gibi y üreği yaralay an eller y apışmıştı bedenine. Elleri insafsızca dolaşıy ordu v ücudunda. Kahkahalar y ükseliy ordu üstünden. Beriv an'ın ağzında çığlıkları tutuşuy or, küllerini y eniden y utuyordu. Çığlıklarıy la yaralıy ordu her y anı. Kanı damarlarına sığmıy ordu, y umruk yumruk y üreğine çarpıy ordu. İsyanın çığlığı ge-

Günler birbirini kov alamıştı Diclede. Beriv an'ın teni kendini bırakıy ordu, üst üste y ığılıy ordu. Beriv an'ın tenini hangi toprak utanmadan taşırdı. Beriv an'ın gülüşü y ere dökülmüştü, bulamıyordu artık. Kay ıptı. Bir damlacık canı kalmıştı. Donmuş üç can ve Beriv an evin bir köşesine büzülmüş konuşmuy orlardı, solukları kesilmişti. İlk değildi bu talan. Şiddetli rüzgarlar esmişti köy e. Fırtınalar kopmuştu. Ne boranlar y emişti kardeş köy lerle beraber. Bu sef erki f arklıy dı kasırga mı geliy ordu acep? Y üreğini kınına sokmay a uğraşıy ordu Beriv an. Gözleri tutuşuyordu Beriv an'ın. Küf ürler, saldırılar y ere mıhlamıştı onu. Ve... ve kapısıda tekmelenmişti, açılmıştı ardına kadar. Korkunun ilk çığlığı f ırlamıştı ağzından. İçeri akmışlardı v ahşi bakışlılar. Gözleri gül tenine dokunuy ordu, y aralıy ordu Berivan'ı. Bakışlar y ıldırım gibi düşüy ordu üstüne. Tenine hançer saplanıy ordu. Ellerini uzatmış, tenine dokunuy orlardı Beriv an'ın. Dokundukları her hücresi ay ağa f ırlıyor, isyan ediyordu. Kanı lav olmuş y üreğine son hızla akıy or-

cey i çürütüyordu. Korkularındandı, çaresizce bağlamışlardı kocasını. Tüm saldırılar gözleri önünde oluy ordu. Y aralanıy ordu yüreği. Beriv an'ın çığlıkları sel gibi akıy or, y üreğine çarpıy ordu. Canının kanı çekilmişti. Y erinden kıpırday amıy ordu. Çiv i olmuş y ere çakılmıştı ay akları. Gözlerinde camlar kırılıy ordu. Bakışları önüne düşmüştü. Gayrı nasıl bakabilirdi ki... Saniyeler zamanın ayağına bağlı birer prangay dı Y anaklarından sel akıy ordu. İhanet et-

nişti ona gözy aşları. Nasırlı eleri isyan yumruğu olmuştu. Hala çırpınıy ordu Beriv an. Öfke, acı, korku damarlarında çağlay andı. Kalbi dizginlerini koparırcasına atıy ordu. Göky üzü parça parça y ıkılıy ordu üstüne. Beriv an'ın damarlarında dağlar koşuy ordu son hızla. Alında uzanan toprağı, bedeniy le, tırnaklarıy la y ırtıy ordu. Beriv an bitkin düşmüştü. Sesi yolunu arıy ordu. İçi parça parça y ılıy ordu. Gözy aşları y anaklarında can çekişiyordu. Köy halkının içinde öf ke ay ağa kalkıy ordu. Bir şey y apamamanın acısı deliy ordu bağırlarını. Öfkeleri gömülü kalmıştı içlerinde. Her birinin gözleri y aşlarla boğuluyordu. Zaman acılardan bihaberdar dev am ediy ordu akmay a. Oysa Beriv an akamıy ordu. Baharın teninden çalındığı anı y aşıy ordu hep. Beriv an Dicle'nin kenarında oturmuştu. Bulutlar birbiriy le çarpışmaktan yorulmuş dağılıy orlardı. Güneş sıyrılmıştı aralarından, dağlara koşuy ordu. Dicle'nin kenarında rüzgar kıy ı boyu yürüy ordu. Rüzgar dokundukça ürperiy ordu Beriv an. Gözleri ne korku gelip oturuy ordu. Gay rı day anamıy ordu. Çadır, toztoprak ,öfke, çocuklar v e kocası... Acısını canlı tutan, büy üten besley en kocasının gözleriy di. Düşünceler esir almıştı bey nini. Birden bir damlacık canını Dicle'y e v ermişti, bir çığlık atarak...

Beriv an Dicle ile çağlıy or, çoğalıy ordu. "Dağlara y olculuk başlamıştı" artık. Beriv an isy an olmuş, Diy arbekir olmuş, Dicley le kenetlenerek, dağlara y ürümüştü, Berivan Dicle, Dicle Beriv an olmuştu.

T AV IR

11


türkülerin bilge sesi

RUHİ SU RU Hİ SU AĞI DI Bir kuş kondu çalıya Uçtu gitti Gün doluştu tüylerine Bir kuş daha kondu çalıya Uçamadı gitti Kan bulaştı türkülerine Aldı gitti sevincimi. Aldı gitti sevincini ülkemin Aldı gitti. İbrahim Karaca

H

İbrahim KARACA alk kültürümüzün müzik kimliğinde görünen bölümüne bilinçli v e çağdaş bir müdahalenin adı olan Ruhi Su, kültürel mirasın nasıl ele al ınıp işlenmesi gerektiğini, hem söy lemesi hem de göstermesi v e aktarması açısından önemli. İnsanın y aşadığı düny ay a, topluma, çağa. v e kendine y abancılaşmasının had saf haya ulaştığı günümüzde, insanı bitiren, kişiliksizleştiren, değersizleştiren, onu köklerine, kültürüne v e kendine karşı bir konuma getirip daya-

12 T A V I R Abidin DİNO


tan bir süreçte yaşıy oruz, insana soluk aldıracak v e insani olana y önelmesine katkılar sunacak y eni çıkışlar y aratmak, hem de v ar olan çıkışları (soy utlandıracak yeni kültürün v e yeni insanın oluşturulup geliştirilmesi için, Ruhi Su gibi y ol arkadaşlarımızı iy i anlamamız gerekiy or. Çünkü bu, geçmişte y aşay ıp orada kalan değerler olarak görmediğimiz ustalarımızın bize dev rettiklerini v e öğrettiklerini y orumlay ıp, bir adım daha ileri götürmek açısından da önemli.

Bizim ele uğradı mı yolunuz Halimiz benziyor hallerinize Ne güzel de şirin şirin söylüyor Kurban olam tatlı dillerinize "Şi mdiye dek binlerce türkü derledi m. Bunun ancak birkaç yüzünü söyleyebilirim. Bir folklor enstitüsü ya da etnomü zikoloji çalışması değildi beni m yaptığım. Bir sanat çalışması idi. Sanat ise bir ayıklama işi dir. Bulduklarımı bu yönde değerlendirdim. Ezgisi, tartımı, özü ve biçimi ile halkı en iyi hangisi anlatabilmişse onu aldım. Bunları seslendirirken, halkın söyleyişinden çok yararlandım. A ma, halkın ağzına öykünmekten, taklitten ve özenmelerden sakındım. Şehirli olduğu mu, bir sanat kültürü aldığımı unut madım. He m halkın yaptığını ben nasıl yaparım diye düşündüm, he m beni m yaptığımı halk nasıl karşılar diye düşündüm." Kendini böy le özetliyordu Ruhi Su; "Çocuklar, Göçler, Balıklar" adlı u zunçalarının kapağında. Yarasa, Aşk İksiri, Rigoleto, Maskeli Balo, Figaro'nun Düğünü, Madam Butterfly, Tosca gibi operalardâki rollerden Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu v e Nazım'a uzanan acılı ama kararlı bir y aşam. Birinci Dünya Sav aşı v e Kurtuluş Sav aşlarına rastlay an çocukluk

y ılları, Fransız işgalindeki Adana'dan Toroslara kaçış ve on y aşından sonra başlay an ilkokul. Kırkbeş y ılı bulan sanat y aşamında, amacının bir halk klasikleri albümü hazırlamak olduğunu söy lemiş v e bu albümde gerek halk ozanlarımızın, gerekse halk türküsü türlerinin örnekleri y er alsın istemişti. Onikinci albümünü ortaya koy up Dadaloğlu uzunçalarının na zırlıktan içindey ken ellerinde başlay an kireçlenme nedeniy le ça- . Iışmaları istediği gibi gitmese de, onu durduramadı. Dadaloğlu'nun kapısına geldiğinde koltukaltında oniki tane uzunçalar v e onaltı tane de kırkbeşlik plak vardı. Ruhi Su'dan bize kalan albümleri şöylece sıralayabiliriz: Seferberlik Türküleri ve Kuva-i Milliye Destanı, Köroğlu, Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Suttan Abdal, Şiirler/Türküler, El Kapıları, Sabahın Sahibi Var, Semahlar, Çocuklar-Göçler-Balıklar, Zeybekler. Ölümünden sonra ise, eşdost toplantılarında çalıp söy lediği ancak; albüm haline getiremediği türküleri biraray a toplanarak eşi Sıdıka Hanım taraf ından sev enlerine ulaştırıldı. Bunlardan biri "Ekin İdim Ol dum Har man" adl ı uzunçalar, diğerleri ise konserlerini v e şiirlerini içeren birkaç kasetten ibarettir. Ruhi Su, binlerce halk türküsü derlediğini söy lüyor ancak, onun derdi bu türküleri derlediği biçimiyle söylemek değildir. Bir geleneği olduğu gibi bugün koruy up yarına dev retme işi, onun için çok f azla bir anlam ifade etmiyor. Halkın kültürünü korumak, demokratik v e devrimci bir öz katmak, geliştirmek için, bir y andan bu kültüre ait hastalıklı unsurları ay ıklamak, diğer yandan da bozulmay ı y aratan toplumsal düzene karşı tav ır içinde olmak gereğinin bilincindedir. Ruhi Su, tuttuğu

yolda ne yapacağının v e nasıl y apacağının bilincindedir. Y aptığı işte sorgulay ıcıdır. Türkülere y aklaşımını şöy le özetler: " 'Halk gibi söylemek' sözü yerinde bir söz değildir. Ne halk gibi belirli bir kişi var, ne de halkın bütününü ifade edebilecek belirli bir söyleyiş var. Aşık Veysel var, Aşık Hasan var, Ahmet var, Mehmet var, biz varız. Biz hepi mi z halkız. Halkın biri mleriyiz. Eğer kültürümüzle bir takım i mkanlar kazan mışsak ille de bu imkanlar dan mahra m insanlar gibi söyle meye neden özeneli m? Daha ilerinin, daha geriyi taklit ettiği nerede görül müş? Türkülerin tek özelliği yaşayan bir varlık gibi her an değişip yeniden doğ malarıd ır. Bu değiş mede teker teker hepimizin payı vardır. Bu etkileyiş iyisine de olabilir, kötüsüne de olabilir. Örneğin, halk gibi söylemek, halk gibi söyletmek iddiası ile radyolardaki halk türküsü yayınlarını yönetenlerin halk türküsüne de halka da zararlı etkileri oldu. Halk türküleri ortak bir sanattır. Fakat, bu söyleyişte de bir ortaklık olacak de mek değildir. İçinde bulunduğu muz kültür, ister istemez bir takım kişisel anla mlar getirecektir söyleyişe.

T A V I R

13


Öne mli olan, bu söyleyişlerden hangisinin zevkimizi daha ileri götüreceğidir. Acaba Sümmani halk gibi söyler miydi? Söylese Sümmani tavrı diye bir şey kalır mıydı? Türkü söylemek benim için bir aşk halidir. En güzel aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar beni aldattı, ne de ben onları. Türkü söyledikçe yeşeriyor, çiçekleniyorum. Ben türkü söylerken sazım ne beni mle yarışır, ne de türkülerle. Bize yalnızca eşlik eder, bizi tama mlar. Halkımızın büyük ustalarında da saz böyle saygılı

bir uyum içindedir. Bu açıdan bakınca, türküleri bir besteci gibi ele aldığ ım daha iyi anlaşılır. Yani asıl a macım saz çalmak, güzel saz çalmak değil. Benden çok daha güzel saz çalanlar var. Virtüözler var. Beni m asıl işi m sesi mle türkü söyle mek". Ruhi Su, bir geleneği sürdürmenin y alnız başına y etersiz kalacağının f arkındadır. Geleneği geliştirerek, ay ıklay arak, dönüştürerek sürdürmenin gerekliliğine işaret eder. Geleneksel kültürün, kültürel gelişmede bir ayakbağı konumuna düşmemesi buna bağlıdır çünkü. Ruhi Su, şöy le dev am eder: " Ben şarkı söyle meyi öğrendi m, ses eğitimi gördüm. Veysel'den farklı bir kültürün içindeyim. Şi mdi bütün bu öğrendiklerimi bir yana bırakıp Veysel gibi söylemeye çalışma m ne gördüğü m mü zik eğitimi ne yakışır, ne de içinde bulunduğu m kültüre uygun düşer. Veysel'in sanat tutumuyla ya

14

T AV I R

da söyleyişiyle diyelim, ancak bir gelenek sürdürülebilir, fakat onunla hiçbir yere (yani daha ileri bir yere) gidile me z. Ben toplumu muzun yeni bir kültüre, daha ileri bir kültüre yönelişinin ortaya çıkardığı bir sanatçıyım. Beni m işim bu. Hiç kuşkusuz, bu, halk ozanlarını ve sanatçılarını küçü mseyici bir tavır değildir. Amaç, kendi toplumumuzun ö zelliklerini yitirmeden daha ileri bir kültüre yönelmekse, bunu, hem bu özle mi çekilen kültürü hem de kendi özelliklerimizi taşıyan kültürü bilenler yapabilir. Yeni bir kültürü diğerine aktarmak, ancak o diğer kültürü bilmekle olur." Türkülerin gelenekteki gibi y a da halkın söy lediği gibi söylemenin şart olmadığını söy ley en Ruhi Su, türkülerimizin yerel ağız v e şivelerle söylenmesi konusunda ise şöyle düşünüy ordu: " Benim işi m taklit, meddahlık değildi. Karadeniz türküsünü Karadeniz şivesiyle söyle mek gibi bir derdi m yoktu. Ben şehirliyim ve şehir dilini, kültürünü aldım. Şehir diliyle konuşan bir insanın kalkıp Erzuru m diliyle türkü söylemesini de olu mlu bul muyoru m, bana yapay geliyor. Öte yandan türküleri yerel ağızlarıyla, tavırlarıyla söylemek bizi ulusal söyleyişe varmakta geciktirir. Yerel ağızlarla, söyleyişlerle ulusallığa varılma z. Bazı keli meler yerel ağızla, söylenişiyle kullanılabilir, renk katması, tat katması için." Ruhi Su, 1912 y ılında Van'da doğmuş. Anne ve babasını hiç tanımamış. Sorulduğunda "Birinci Dünya Savaşı'n in ortada bıraktığı çocuklardan biri"diy e tanımlıy or kendisini. O dönemde anasız, babasız, kimsesiz o kadar çok çocuk vardır ki, kendinin kimsesiz olduğunu önemsemez bile. Tıpkı çocuk olmay ı önemsemediği gibi. Sonra Adana'da öksüzler y urdu v e on y aşından sonra başlayan okul v e müzik y ılları.

Keman çalıy or. O zamanlardaki adı Mehmet'tir. Ankara'daki Müzik Öğretmen Okulu'na gitmeden önce Ruhi adını alarak Mehmet Ruhi olmuş. Su soy adını aldıktan sonra ise Mehmet adı unutulmuş, geriy e Ruhi Su kalmış. 1936-1942 y ıllarında Ruhi Su'yu konserv atuarın opera bölümünde görüyoruz. Bu y ıllarda keman çalmay ı bütünüy le bırakır. Konservatuar bitince dev let operasına girer. 1943-1945 y ıllarında onbeş günde bir rady oda türküler söy ler. O zamanki rady o müdürü Vedat Nedim Tör'dür. Ruhi Su'nun sesinden türkülerimiz halk taraf ından ilgiy le karşılanır. Bu türküleri dinley enler arasında, onların halk türküsü olduğuna inanamay anlar da v ardır. 1945 y ılında bir gün, uygun bir dille işine son verildiği söylenir. Sebep, söylediği türkülerdir. Bu türkülerden biri, Aşık Ali izzet'e ait olandır. Türkü şöyle: Musa Tevrat'a hak dedi Firavun aslı yok dedi Habil Kabil' i öldürdü Sonra gelen Kuran nedir Ruhi Su, rady o serüveni ile ilgili şunları söy ler: "1945 yılına kadar radyoda söyledim. Düşüncelerim sakıncalı bulunduğu için görevime son verildi. Türkü söyleyenin susması, türkülerin susması de mek değildir. Bu türküleri ortaya koyan, hayatın kendisidir, halkın içinde bulunduğu koşullardır. Bu hayat, bu koşullar sürüp gidecek fakat bu türküler söylenmeyecektir denile mez." Ruhi Su, 1952 y ılında operadan da ay rılmak zorunda kaldı. Biy ografisinde "elinde olmayan nedenlerle" ibaresi bulunsa da, bunun adı mahpusluktur. 1952-1957 y ılları arasında o ünlü 141. Madde'den yargılanır ve hapsedilir. Mapusanede nişanlanır ve ev lenir. Ev lendiği insan, o zamanlar kendisi gibi tutuklu olan v e ötene kadar ona can y oldaşlığı y apan Sıdıka


Hanım'dır. Tahliy e olduktan sonra eşi Ankara'y a, kendi Kony a'nın Çumra kasabasına yirmi ay emniy et gözetimi için gönderilir. Sonra işsizlik, iş arama, ayrılıklar, göçmeler, türküler, türküler... Çokça y aşadığı işsizlik içinde, bazı f ilmlerde türkü söy ler. Emniy et gözetimi bittikten sonra yine işsizdir. İstanbul'a gelir, Taksim Belediye Gazinosu'nda türküler söylemeye başlar. Bu arada bir bankadan ald ığı teklif i değerlendirir. Y apmasını isledikleri şey, bu bankanın düzenlemekte olduğu halkoy unları şenliklerine katılan ekiplerin müziklerini banda, notay a alması, arşiv oluşturmasıdır. Çalışmalar dolu dizgin ilerliy ordu ki "Bitmey en Y ol" adlı f ilmde söylediği türkü nedeniyle bir gazetenin y azarı, Ruhi Su aleyhinde kampanya başlatır. Sonuç, işten atılmadır. Sözü edilen filmde söylediği türkü, Serdari'ye ait olan o ünlü türküd ür: Serdari hali miz böyle n'olac ak Kısa ç öp uzundan hakkın alac ak

Ruhi Su, y aptığı işin f arkındadır. O'nun müzikte yapmak istedikleri şu anlay ışa day anır: "Birşeyler getirmiyor, ileriye doğru birşey değiştirmiyorsa, yaşıyor sayılmaz bir sanat. Gelenekler bile yaşayanla zenginleşir. Yaptığımız iş hem halkın özle mlerini gerçekleştirmeli, he m de halkın özle mlerini geliştirmelidir. " Ruhi Su, sanatın v e sanatçının, toplumun sosy al gelişiminde r o l alması gerekliliği üzerinde durur. Kültür mirasına y aklaşım konusunda söylediği v e ortaya koyduğu pratik, onun kısa v adeli amaçlarındandır. Uzun v adedeki amaç ise bir bütün olarak toplumdaki sosyal dönüşümü sağlayacak birikime v e mücadeleye sanata işlevler y ükley erek katkıda bulunmaktır. Aslında bu amaçlar Ruhi Su'da iç içe geçmiştir. Birlikte-

dir. Bu katkı, değiştirilmesi istenen insana ay kırı olan toplum düzenini mahkum edip açmazlarını sergilemek, onu devrimci bir inkara uğratabilme çabasıdır. . Sanatın ve sanatçının suya sabuna dokunmadan bu işlevi y erine getirmey eceği kanısındadır. Şöy le der Ruhi Su: "Sanatçı da, tıpkı bir çiftçi, bir de mirci gibi işini anlatabilmelidir. He m diliyle hem de hüneriyle. 'Beni bu halk anlamaz' demek, en azından, boş bir . kendini beğen mişliktir. İnsan kendini beğen mede bile yalnız kalma malı. Türkü insanla başla mış, bugünlere gelmiş. Ne kendi ülkemde, ne de dünyada, halkı sevip de türküleri sevmeyen bir insana rastladım. Hele dünyanın bütün toplumcularında şaşılacak bir türkü tutkusu var... Dünya'daki bütün büyük gelişmeler, dünyanın dışında .. ol mayan bütün toplumları er geç etkiler. Sanatçı hem dünyadaki, he m de kendi toplumundaki gelişmelerin dışında kalamaz; fakat sanatçıyı da, sanatı da yapan asıl bir toplumun kendi kültürü ve koşullarıdır. Şimdiye kadar bizim eğiti m yöntemi mi z 'en hakiki mürşit' olan bilime ve toplum gerçeklerine oturamad ığından, yalnız sanatımızda değil, toplumumuzdaki bütün gelişmeler geçici, kopuk ve kaypak bir nitelik taşır. Müziğin toplumsal değişimdeki işlevi, toplumun koşullarına, içinde bulunduğu ortama göre değişebilir. Ve edebiyatın işlevi neyse, tiyatronun işlevi neyse, müziğin işlevi de ondan başka bir şey değildir. Yerine göre eğlendir mek, dinlendir mek, toplumun estetik değerlerini, zevkini geliştirmektir. Toplum bir savaşım içindeyse o savaşıma da katkıda bulunabilir, işlevi, koşullara bağlı olarak böylece gelişir. Koşullar değiştikçe, toplumun sanatı da değişir. Bu ilişki karşılıklı olarak birbirini dai ma değiştirerek,

geliştirerek sürer. Toplumun içinde, devrimci bir savaşım da var ve bu savaşımın içinde müziğin de bulun ması gerekiyor." Ruhi Su'nun söy ledikleri bu kadarla sınırlı değil. "Akşam öten kuştan kork, sabah solundan uyanmaktan kork, dostluktan kork, türkülerden kork. Bir düzen türkülerden korkmaya başladı mı, artık o düzeni kimse ayakta tutama z. Nesi mi'nin derisi yüzülmüş, Pir Sultan Abdal asılmış; fakat bütün bu asmalara, kesmelere, yakmalara rağ men ne düzen kalmış, ne de o debdebeli sultanlardan bir kimse. Hayat akıp gidiyor. Beyler, sultanlar göçüyor. Saltanat da, zulüm de, debdebe de kimseye kalmıyor. Yaşayıp giden sadece türküler, türkülerde halk..." Dev rimci müzik konusunda sorulan sorulara v erdiği y anıtlara baktığımızda, Ruhi Su'nun bu konuy u iki ay rı yönüy le ele aldığın ı görüy oruz. Birinci y ön, genel olarak müzik kültürü açısından ulaşılmak istenen ileri bir boy utu v urgular; diğeri ise, toplumsal dev rime ilişkin mesaj taşıy ıcı y önüne işaret eder. Ona göre, dev rimci müzik diy e ay rı bir müzik türü y oktur. Bu ismi vermenin, sözlerin içeriğinden kay naklandığını düşünür ve şöy le devam eder: "Hangi türü. olursa olsun, sanat bir eyle mdir. Sanatçının düşüncesi de sevgisi de sanatında belli olur. Devrim sözcüğünden uygarlığa, özgürlüğe ve insanca bir yaşama yönelik çabaları anlıyorum, ister yaratıcısı, ister hazırlayıcı, ister yansıtıcısı olsun, sanatın da he m bu çabaların içinde hem de bu çabala-

T A V I R 15


rın bir sonucu olarak var ol ması gerekir. Söz, müziğe geldiği za man farklı düşünme mizi gerektiren bir özelliği, var müziğin. Edebiyattan, resimden ve yontudan farklı bir durum bu. Sözcükler kadar açıklayıcı değildir sesler. Marşlar, türküler, şarkılar gibi üzerinde söz ya da sözlü bir açıklama bulun mayan bir

müziğin devri mci bir müzik mi, tutucu bir müzik mi olduğunu anla mak olanaksızdır. Sözgelişi, bir ilahi, yalnız sözlerinden dolayı ilahidir. Ezgisi eski bir türkü ezgisi de olabilir, bir şarkı da olabilir. Üzerine devrimci nitelikte bir söz konsun, devrimci bir nitelik kazanır." "Bir batı toplumu için 'devrimci müzik çok sesli müziktir' diyemeyiz bugün. Çünkü müzi ği çok sesli olduğu halde kapitalist bir düzen içinde olan batı toplumlar ı var. Ama bizi m toplu mu mu z için 'devri mci mü zik çok sesli müziktir' diyebiliriz.

16

T AV IR

Hele devri mini gerçekleştirmiş bir toplumun mü ziği mutlaka çok sesli olacaktır. Birşeyi çağımız içinde geldiği yerden başlatmak, devrimci düşünceye en uygun olanıdır. Bugün Batı'da Bach gibi, Beethoven gibi yazmak nasıl ilerilik sayılmazsa, bizde de Dede Efendi gibi yazmak ve söylemek de

bir ilerilik sayılma z. A ma bütün bu söylediklerimi belirleyen, gene de toplumun içinde bulunduğu koşullardır. Değişen koşullar kendine uygun olanı da getirtir. Güncel devrimci hareket içinde müziği mizin yerini şöylece özetleyebilirim: Ek mekten aşka kadar halkın yaşamak isteyip de yaşayamadıklarının, özle mini çektiği şeylerin neşesini, yürekliliğini verecek, yaşama sevincini arttıracak bir müzik olmal ı bu. Sözleri ile de böyle olmalı, çalgıları ile de. Söz konusu sanat olduğuna gö-

re, öz, biçim, estetik ve dünya görüşü ayrılmaz bir bütünlük içindedir. Çokseslilik elbette ki müziğin bugün gördüğü müz e n üst aşamasıdır. Müzikte çokseslilik, yaşamımızı, özlemlerimi zi anlatabil mek açısında n daha güçlü olanaklara sahiptir.. A ma böyle olanaklara sahip bir müziğe alış mak ve onu sevmek kolay bir iş değildir. Batıdaki çoksesli müzik, bilimin, tekniğin, halkın yaşama koşullarının gelişmesiyle orantılı olarak gelişmiş bir mü ziktir. Halk türküleri çok seslendirilebilir de, olduğu gibi de söylenebilir. Teksesli söylenmesinde bir sakınca yoktur. O yine ilerici niteliğini taşımaya deva m eder. İleri olmasının ölçütü teksesli ya da çoksesli olmasında değil, ver diği mesajdadır. Ayrıca, müzik örgüsünün, ezgi yapısının kuruluşu da daha ilerici bir müzi ğe yatkın olmasından dolayı ilerici, devrimci bir nitelik taşır." Ruhi Su, "Sabahın Sahibi Var" adlı albümünde tamamen marş ağırlıklı bir y apıt ortay a koymuştur. Bakın, marş için neler söy lüy or: "Barış duygusunu geliştiren en güçlü etken müziktir bence. Marşlar bile barış için çalındığı za man güzeldir." Ruhi Su 'nun en büyük özleminin, kulun kula kul olmadığı barışçıl bir düny a olmadığını kim iddia edebilir? Annem beni yetiştirdi Halkı uyandır dedi Halk olmadan birşey olmaz Halkı uyandır dedi Bu kavga halkın kavgası Halkı uyandır dedi Yoksul halkı emekçiyi Kaldır uyandır dedi Ruhi Su, dev rimci içerikli sözlerin v ar olan türkülerden birine bağlı olarak söy lenmesine olumlu y aklaşır v e bunun bütün düny a halklarında başv urulan bir y öntem olduğunu belirtir. Ruhi Su'y a göre bu, türkülerin geleneğinde olan birşey dir, koşullar nasıl bir sözü gerektiriy orsa bu ezgilerin birinden ya-


rarlanılabilir. Özet olarak şunları söy ler: "Karacaoğlan, Dadaloğlu, Yunus Emre ve birçok ozanlarımız var. Bunların şiirleri de birtakım ezgilerle söylenir. Bu ezgileri aynı zamanda o ozanlar ortaya koydu diyemeyiz. Yani herkes var olan ezgileri kendi sözlerinde kullanmıştır. Sonra devrimci bir kuşak gelmiş, onlar da kendi sözlerini bu ezgilere yükleyerek söylemişler. Eğer söz ezgiyle uyum içindeyse, pekala olur. Bu geleneği yürütelim. Ezgi ile söz uyumlu değilse, zaten kendiliğinden biri diğerini reddeder. Bir defa ' söylenir, unutulur." Türkülere y aklaşım konusunda bağnaz v e tutucu olmanın türküleri geliştiremey eceğini söy ley en Ruhi Su, otantiklik üzerine ne düşünmektedir peki? Türküleri bozmak diy e bir-şey y ok" der Ruhi Su. Türkülerin tıpkı masallar v e f ıkralar gibi anonim olduğunu, y ıllar boyu bozula düzele en iy i biçimlerini aldıklarını belirtip, sözü kendine getirir: "Ben bu işi içgüdüsel değil, ileri batı tekniğinin ışığında bir bilinçle yapıyorum. En güzel ifadeyi vererek, yeniden söylemek... Yani türküye kendimden birşeyler katıyorum." Ona göre, bir Y unan heykeli ile bir Hitit heykelini birbirinden ayırabiliriz, ama türkülere baktığımızda bunu çok kolay söy ley emey iz. Heykeller, çanakçömlekler, kabartmalar nasıl bugünkü sanatı etkilemişse, türkülerinden v e oyunlarından da birşey ler kaldığı v e bugünkilerin arasında bulunduğu muhakkaktır. Yalnız bunlar değil, Hitit insanının da bugünki Anadolu insanında dev am ettiğini söylemek bir kehanet değildir. "Halk bazen oyun havasını ağıt gibi, ağıdı kaşık havası gibi söyler. Çoğu za man halkımız da bazı türküleri bozabilir. Yani halkın içinden bazı söyleyiciler, türküleri doğru söylemeyebilirler. Ezgiler de bozul muş olarak

yayılmış olabilir. Zaten gelenek bu. Hep bozularak yeniden yapılır halk mü ziği dediği mi z müzik. Otantik de donmuştuk anla mına gel me z. Dai ma değişen koşullarda değişen, yaşamaya devam eden bir gerçeklik. Ama, bir türkü, içeriğine ve ezgisinin yapısına uygun biçimde söylenmiyorsa, ona yozlaşmış diyebiliriz." Burada, Sümey ra Çakır'ın söy lediklerine kulak v ermenin tam sırası. Şunları söylüyor Sümey ra: "Yıllarca radyodan 'Sivas'tan bir şaplak havası' diye sunulan bir türkü vardır. Dümbelek ve saz ordularının arkasına saklanarak yorgun, anlaşılma z mızmızlan malarla söylenir durur. Bu türkü ancak Ruhi Su'nun sesiyle gerçek anlamını kazanır ve aslında Pir Sultan Abdal'ın darağacının dibinde zul me karşı yenik düşüşün acısıyla, ama tutulan yola inancın başeğme zliği ile söylediği deyişlerden biri olduğu anlaşılır." Türkü söy ledir: Münafığın her dediği oluyor Gül benzimiz sararıban soluyor Gidi mervan şad oluban gülüyor Katip arzuhalim yaz dosta doğru Aşamazsan telli turnam dön geri Ruhi Su, kültürdeki genel y ozlaşmanın müziğe y ansıy an biçimi olan arabesk üzerine de bazı saptamalarda bulunmuş, onun bir bunalım müziği olduğunu söy lemiş. Arabesk müzik adlandırmasının bir uy durma dey im olduğu kanısındadır. Belli ölçüler içinde y apılan belli bir müzik biçiminden çok, bir derbederliği, içeriğindeki melodramı simgeley en argo bir deyim olduğunu belirtir. Ve bu müziğin y eni bir şey olmadığı; ileri bir anlatım gücüne de sahip olmadığı kanısındadır. An lattığı hep ay nı konu, hep ay nı düny a görüşüdür: Aşk v e ke-

der... Ama, bu müziğin halkımızın karşı karşıy a bulunduğu bir. gerçekliğin, sosy al ve kültürel y aşamdaki bir bozulmanın ürünü olduğunu v urgular. Ruhi Su'y a göre arabesk, hem klasik Türk müziğinin, hem de halk müziğinin öğelerinden y ararlanmış, ancak, ikisinin de y ozlaşması olarak belirmiştir. En sonunda şu saptamada bulunur: "Arabesktik, toplumu mu zda, geleneklerimi zde var." Ev et...Arabesk, genel olarak bir bozulmanın ad ı. Mü ziğe v e bütün bir y aşama y ansımış, gelenekte de çeşitli biçimlerde bulunan v e gelenekten ay ıklanması gereken hastalıklı bir unsur. Ruhi Su, geleceğin kültürüne ulaşmak, onu bugünden y aratmaya çalışmanın koşulu olarak, geçmişten günümüze uzanan kültürel mirasın özümlenip, seçmeci ve eleştirel bir anlay ışla ele alınmasını söylerken, dinsel kültürü de bunun dışında tutmamış. Dinsel kültürden beslenen, onu y ansıtan kimi yönlerin de bugüne v e geleceğe ait yeni duy arlılıklar, yeni bileşimler y aratabileceğinin farkındadır. Dostlar Korosu'nda bir tevhidi öğretirken, öğrencilerine y orum yapar. Önce tevhidin sözlerine bakalım: Yüce dağların başını Süreyim harman edeyim Şahım gelmiş diyene Canım kurban edeyim İllallah şah illallah Ali mürşit güzel şah Eyvallah şahım eyvallah Ruhi Su'nun y orumu ise şudur: "Bizi m insanlarımız bunu güya dinsel bir şekilde söylüyorlar. Oysa herbirinin gönlünde başka bir şah var. Örneğin, çorap motifleriyle mektuplaşan aşıklar gibi. Görünen din, gizlenen aşk..." Semahlar adlı uzunçaları üzerine y apılan bir söyleşide ise şunları söy lüyor: "Alevi-Bektaşi müziğinin din dışı nitelikler de taşıdığını

T AV I R 1 7


gördü m. Özellikle semahlar, bayatı kucaklayan türkülerdi. Gerek içerikleri, gerekse müzikleriyle öteki türkülerden ayrılıyor, başka bir bütünlük oluşturuyordu. " Ruhi Su, y alnızca derlediği türküleri yorumlay ıp söylemekle kalmamış, Lorca'dan Nazım'a, Brecht'ten Orhan Veli'y e, Hasan Hüsey in'e, Ali Y üce'ye, Melih Cev det'e, Fazıl Hüsnü Dağlarca'ya kadar bir çok şaire ait şiirleri bestelemiş, söy lemiştir. Bu konuda şöyle der: "Aydın bir ozanın şiirini bestelemek kolay iş değil. Şiir, müziğin öğeleri içinde olu msuzluk kazanıp gücünü yitirebilir. Gürültüye gidebilir, hatta gülünç olabilir. Sözgelimi 'hava kurşun gibi ağır' dizesiyle başlayan şiiri 'darıldın mı cicim bana' kantosundaki müziğe ben zer bir müzikle söyleyemeyiz. Müzik, sözdeki duygusallığı abartır, ortaya çıkarır. Bu nedenle de yanlış bir yorum abartılmış olacağından, kolayca farkedilir. Şiirin kuruluşundaki denge bozulur. Müzik, şiirdeki

18

T AV IR

bu dengeyi bozmadan geliştiriyor, etkisini arttırıyorsa işe yarar. Ben bunlardan korktuğum için, şiirin dizelerine uygun müziği bulamad ığım za man, şiiri müziksiz okumayı yeğ tutuyorum. " Ruhi Su, y aşamı boy unca baskı gördü, baskı yaşadı. Ömrü, y argılanma, gözaltı v e hapislikle geçti. Adana Cezaev i'ne sürgün olarak gitmelerini mahpus arkadaşı şöyle anlatır: " Hepi mi zi bir. otobüse doldurup, birbirimi ze zincirle bağladılar. Geceleyin Niğde Ovası'ndan geçiyoruz, çişimiz geldi. Otobüsü durdurup dışarı çıktık. Birbirimize zincirle bağlı olduğu muzdan, biri mi z çişe oturdu mu hepi mi z oturuyor, kalktı mı hepi mi z kalkıyoruz. Anadolu bozkırı yaz gecelerinde dehşet güzel oluyor. Büyülü, saydam bir gece... Ayışığı altında Hasan Dağ ı yalap ya lap ediyor. Uzakları, dağları, özgürlüğü gözleri mizle okşuyoruz. İşte tam bu anda Ruhi Su, birden coşuyor. Sanırsınız Hasan Dağı binlerce, milyonlarca yıldır karnında sakladığı ateşini çıkarıyor..." Gidiyor kalktı göçümüz Gülmez ağlamaz içimiz İnsan olmaktı suçumuz Hasan Dağı, insan olmak Ruhi Su, ağır hastalığında bile tedav i amacıy la y urtdışına çıkamadı. Engellendi. Ev i basıldı, talan edildi. Pasaport v ermeme konusunda bir bahane bile uy durulmuy ordu. Ne zaman ki iş işten geçip, Ruhi Su'nun bir ölüm y olculuğuna çıktığı iyice belirginleşti, defalarca yapılan başv urunun da etkisiy le pasaport verildi. Bu pasaport hiç kullanılamadı. Sonsuza y olcuy du artık ozanımız. Kasette okuduğu şiirlerinde bile bu bitkinliği sesinden anlay abiliyoruz. Öldüğünde mezarı başındaki kalabalığa Aziz Nesin şöy le sesleniyordu: " O kullanılamayan pasa-

port, özenilerek saklansın. Çünkü bizden sonraki kuşaklar bugünü öğren mek ve anlamak için, onu müzede gör melidirler. Tarihi 1985 yıl önce İsa'nın doğuşuyla mı başlatıyoruz? Yoksa dörtbin yıl önce yazının bulunuşuyla mı? Yoksa on bin yıl önceki insanın mağara resimleriyle mi? İnsanlık tarihi kaç bin yıllık olursa olsun, tarihin hiçbir za manında insanlar mill etvekili, bakan, başbakan ve devlet başkanı sıkıntısı çekme mişler dir. Niçin? Çünkü bunlar tarihin her döneminde ve coğrafyanın her yerinde, her za man gereksinilenden daha çok ol muşlardır. Ama tarihin her döne minde ve dünyanın her yerinde ve her zaman Ruhi Su'lar çok değil ve gereğince de bulun mazlar. Ve Ruhi Su'lar bir gelir, bir giderler..." Ev et... Ruhi Su bir geldi, bir daha gitmedi. Türkülerin en güzel y erinde öy lece durmuş, bize bakıy or. O durduğu y erden bize hangi öğüdü v eriyor dersiniz? Kulak kabartın, duy acaksınız: Dostlarım, Kardeşlerim, Canlarım, Kaldırın başlarınızı. Suçlular gibi yüzümüz yerde Özümüz darda durup dururuz. Kaldırın başlarınızı yukarı Bize göz verildi gözleyin diye Dil verildi söyleyin diye Kulak verildi dinleyin diye El gövdede kaşınan yeri bilir Dert bizde. derman ellerimizdedir Ararsan bulursun Verirsen alırsın inanmazsan gelir görürsün...

(Bu yazı kaleme alınırken, Ruhi Su uzunçalarları ve kasetlerindeki kapak yazılarından ve ölümünden sonra çıkan "Ezgili Yürek" adlı kitaptan, ayrıca, bu kitaba girmeyen gazete ve dergi yazılarından yararlanıldı.)


AŞKIN, KAVGANIN VE U M U D U N

EN GÜZELİNE

Erdoğan EKİNER Artık yağmurlar da silemiyor gökyüzünün pasını Kirlendi peşisıra mavilikler, sular, hatta aşklar Büyüyor dar yaşantılara tutsak insanların kederi Yaşamı bulanık göstermek isterken kimileri Ve bir avuntu oluyor yalnızca, çoğalmayan sevgilerin serüveni Oysa doğacak güneşi fırtınasız bekleyen insanlardan Daha fazla bilirlerdi "güneşe gömülen" çocuklar Güzel günlere yakışacağım gülüşlerinin ve aşka Sevdalarının çok şey hakettiği yaşta -sitemsiz giderlerken ölümeArtık sessizlik de gizleyemiyor günlerin utancını Bir acımasızlığın yüzüne o güzel sesini çarpıyor yürüyüşler İşte ateşle sınanmış dostluklar, karşılıyor omuz omuza yaşamı Ve sorguluyor günleri yarın adına yola çıkan emekçiler Ve artık, gitgide sabrı taşan, binlerce yüreğin sesidir yaşam Buluşacaktır ve çoğalacaktır kuşkusuz, ışıltıların olduğu her yerde Çünkü soruların ve yaşanılanın tek yanıtı, her zaman Paylaşıldıkça güzelleşen bir geleceğe uzanacak olan Aşkın, kavganın ve umudun en güzelidir

T AV IR

19


kşam karanlığı y eni çökmüş, günün y orgunluğu üstümde. Bir çay demlemeli şimdi, bardak bardak içmeli. Bardak bardak... Hepten alıp götürmesede y orgunluğumu, bir dinginlik verir yine de. Bir çay demlemeli diye düşünürken gözucuy la da haberleri izliy orum. "Başbakan .... açılışında y aptığı konuşmada... " spikerin ağızından çıkan " Yakalandılar" sözcüğüy le tüm duy gularım telev izy ona odaklanıy or. Y akalandılar... Kırmızı örtülü bir masanın arkasına sıralanmış attı genç insan; kızlı erkekli. Masanın önünde kitaplar dergiler.. Üstündeyse irili uf aklı silahlar sıralanmış. Y anyana, diklemesine dizilen kurşunlarla "Polis" y azılmış. Her akşam olamasa da oldukça sık rastlanan v e birkaç saniy elik görüntülerden bir daha " Y asa dışı sol..."

TEKME Hayati AZİM

20

TAVIR

Neler anlatmazlar ki bu birkaç saniyelik görüntüler. Önce masanın önündeki kitaplar, dergiler, bay raklar... Dikkatle bakmay an bilmez, hangi hareket, hangi partinin yanıtları gizlidir orada. Masa üstündeki silahlar o kişilere mi aittir, yoksa sahnenin dekoru mu? Sonra, yorgun gözlerde dolaşır gözlerim çabucak. Yorgun, uykusuz, avurtları çökmüş, gözleri çukurlaşmış, saçları keçeleşmiş, sakalları uzamış y üzlerde... Spikerin "Terörist y akaladık" sözleriy le örtüşmesi için maky ajlanmıştır sanki her bir yüz. Her gün gördüğüm, her sabah günay dın dediğim birine bu birkaç saniyelik görüntülerde rastlasam, tanıy amay acakmışım gibi gelir bana. Y ine de kamera ile beraber dolaşırım o insanların y üzlerini. Bir ara da masanın arkasına dizdikleri insanların sırtlarını çev irtirlerdi kameralara. Suçları kesinleşmemiş insanların böy le


teşhir edilmelerinin doğru olmadığı y azılıp çizilmişti gazetelerde. Etkili de oldu, bu y azılardan sonra çıktı sırt döndürmek. Pek de iy i olmadı hani! İnsan ne y aptığını bilmeli, bilerek y apmalı v e y aptığını da sav unmalı. Gerçi o kısacık zamanlarda, kamera akıp giderken konuşma olanağı bulamaz insan ama y ine de başını dik tutup susarak da konuşabilir insan. Altı insanın y üzünde akıp giden kamera, gençten bir adamın y üzünde asılı kaldı. En f azlasından y irmi y aşında. Saçları oldukça kısa ama y ine de biraz dağınık. Kısa olduğu için keçeleşmemiş olsa da yapış y apış y ağlı olduğu kesin. Sakalları oldukça uzun. En azından on beş gün traş olamamış. Dudakları gergin, nef esi kesik kesik, öfkeli. Kameranın ortasına bakan çakmak çakmak gözlerinden y alımlar f ışkırıy or. Alçak boy lu, basıkça. Basulak... Biraz daha kal orada diy orum. Kameraya için için. Biraz daha kal... Ellerini arıy or gözlerim. Aradığım eller seni anımsatıy or bana. "Bir gün beni televizy onda izlersen, ellerime bak demiştin. Ellerim zaf er olup gelmişse... Filistin askısı kollarımı felç etse bile, zaf er olup gelecek ellerim.'' Kamera biraz uzaklaştı, genç adamın yüzünden. Elleri, arkasında, göremiy orum. Şimdi sol elini y ukarı kaldırıp işaret parmağı ile orta parmağını dikecek göky üzüne v e işkenceleriniz y enemedi yenemezsiniz de diy ecek hiç konuşmadan. Y enemezsiniz. Y alım saçılan bu gözlerin' elinde zaf er olmalı. Mutlaka olmalı diy orum. Kolarının lif leri mi kopmuş, felç mi olmuş askıdan. Hay ır! Böyle olsa bile destek y apar bir eliyle diğerine. Bağlı mı y oksa elleri? Y alım bakışlar çev rede dolaştı. Sonra kameranın tam ortasına geUi. Kameraya değil de tam bana bakıy or. Göz bebeklerime. Ben de ona bakıy orum. Karşımdaki gözlerden bu kez

y alım değil de bir sıcaklık akıp geçiy or. O anda da y avaşça bana doğru yürümey e başlıy or. Y ürümüyor da olduğu yerden akıp geliy or daha çok. O y ürüdükçe önündeki kırmızı örtülü masa, masanın üstünde dizilmiş silahlar, diklemesine konulmuş kurşunlar, önündeki kitaplar, dergiler hiç bozulmadan bana y aklaşıy or. Tam y anıma gelince, masanın üstünden uzanıp dokundum ona. Oda da sadece ikimiz v ardık. Daha sonra hergünkü işlerini y apan insanların rahatlığında gazeteciler, televizy oncular geldi. Polisler de bu dağları biz y arattık, şu altı kişiyi de biz y akaladık. Hele hele de bu y alım bakışlıy ı... diy en bir tav ırla oradan oray a geziniy ordu. Oda kalabalıklaşmay a başladığında içeride bir koku gezindi. Hücreliklerden çıkıp gelmiş rutubet kokusu. Oda kalabalıklaştıkça ekşiy en bu kokuy a; kan, irin, amony ak kokuları da karıştı. Y ürzlerce y ıl bütün atıkların depolandığı bir y erin kapağı aniden bulunduğumuz odaya açılıv ermişti vey a biz öy le bir yere düşmüştük. İnsanın burnundan genzine, genzinden ciğerlerine, değdiği y eri yakan bir koku. Hatta gözleri bile. Birileri bu yalım bakışlıy ı biz y akaladık diy e koştuk koştuk. Gezindikçe ağırlaşan bir koku... Karakol kokusu. Çürümüşlük... Y alım bakışlı genç adam masanın arkasında bir adım geriledi. Gözlerinden saçılan y alım, odanın duv arlarında gezindi ama kimse farkına varmadı bunun. Duvarların cam olduğunun y alımlar duv arlara değip geçerken ayrımına v ardım. Y ıllardır içinde yaşadığım ev in duv arlarının cam oluşuna v e benim bunu ilk kez o an algılayışımada şaşmıştım. Herşeyde, her y erde bir çıplaklık vardı. Ev in duv arlarından dışarısı, bahçedeki ağaçlar, ağaçların hemen y anındaki bahçe duvarı daha aşağıdaki komşuların ev leri... hatta daha ötelerde Bos-

tancı'nın apartmanları, denizdeki dalgalar, adalar, Suadiye, Kadıköy, Topkapı, Gaziosmanpaşa, Gayrettepe... Boğazdaki y alılar, Hilton, Sheroton, Sv is Otel, Conrad... hery er, herşey apaçık görünüy ordu. Üstelik sadece ev imin duv arları değildi cam olan. Tüm binaların duv arları camdı. Herkes oturmuş y alım bakışlı bu genç adamı sey rediy ordu. İnsanlara sokaklara, ağaçlara, denizlere, yapılara bakıy orum. Çürümüşlük kokusu dalga dalga geziniy or. Y alım bakışlı adam ağırlığını sol ay ağına vererek sağ ay ağını geriye çekti. Vuracak... Sömürgenler hep birden oturdukları koltuklardan f ırlay ıp dikildiler v e "naptığını sanıy or bu adam" diy e söy lendiler. "Y alım bakışlıymış" dedi içlerinden biri "Pöh! Zindanlara atın bunu, sallandırın, ezin!.." Y alım bakışlı adam şöy le bir bakındı çevresine, o an odadaki ağzı küf ür kokan işkencecileri... y alılardaki, saraylardaki, otellerdeki tüm sömürgenleri gördü. "Siz sömürgenler y ery üzündeki tüm kötülüklerin anasısınız" dedi. "Bir çocuk ağlasa, bir kuşun kanadı kırılsa... Bunun hesabını soracağız sizden " dedi hiç konuşmadan. Dolmuş otobüs duraklarında bekley enler, v apurda Boğaz'ı karşıdan karşıy a geçenler, Hay darpaşa'da, Sirkeci'de trene binenler, kahv ede tav la oy nayanlar, f utbol maçından çıkanlar, grevciler... herkes duydu bunu. Sokakta yürüy en biri "Çocuk haklı" dedi. Y alım bakışlı adam ay ağını biraz daha geri alıp bacağını dizden içe kıv ırdı. Vurdu v uracak... Soluğu hala kesik kesik. Ağzı küf ür kokanlar ne y apcaklarını bilemeden gerisin geri giderek duv arlara y apışıp kalırken; yalım bakışlı adam bir tekme savurdu önündeki masaya. Kırmızı örtüler, irili uf aklı silahlar, dikine dizilmiş kurşunlar dörtbir y ana savruldu. Ardından da cam duv arlar...

T A V I R

21


E

trafı uzun di kenli tellerle çevrilmiş, dış yüz eyinin güneş görmeyen yanl arı siyaha çalan yosunlarla kaplanmıştı. Ziyaretçilerin hüviyetlerini gösterip giriş izni aldıkları, gri renkli beton binanın önünde, kocaman iki kanatlı demir bir kapı kapının önünde i ki jandarma eri sürekli nöbet tutuyordu. Jandarmal ar silahlarına sıkıca sarılmış, kaşl arı çatık, kıpırtısız önlerinden gelip geçenlere boş gözlerle bakıyorlar, bakışlarından net bir anlam çıkartmak mümkün olmuyordu. Ya bir suçluyu ya da bir dostu, tanıdığı, bir hemşeriyi arar gibi bakıyorlardı. Şişman ol anı kara, yanı k tenli olan arkadaşına inat ne zaman dış kapı nöbetine di kilse, bir köylüs üne rastlamak için can atardı. Çok seyrekte olsa arada bir kartal bakışlı arkadaşına dönerek gülümsüyor, arkadaşının çatık kaşlarıyla karşılaşınca hemen es ki durumuna dönüyor du. Dün gece başl ayan yağmur durmuş , yetini insanın iliklerine işleyen bir soğuğa bırakmıştı. Vakit öğle sonr asının üçü olmasına r ağmen gökyüz ü neredeyse gece gibi kar armış, kar mı yağmur mu yağdıracağına bir türlü karar veremi yordu. Cezaevinin önündeki zi yaretçi kuyr uğunun ucu gözükmüyor, kararmış gökyüzünün sonsuzluğunda kaybol up gidi yordu. Hepsinin yüzünde içlerindeki acının ve yaranın yansıması vardı. Kimi kravatlı, ki minin kıçında es ki yazlık bir pantol on, kimi nin burnu soğuktan, kimi nin gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Zamansız gürleyen gökyüz ü, kuyruktaki hamile kadınların kor kul u düşüydü. Anasının eteğine s arılan dört yaşındaki küçük Elifin küç ücük burnu ve yanakları soğuktan kızarmış, tıpkı bir kedi yavrusu gibi tir tir titriyor, minici k ağzından inc ecik buharlar çıkıyordu. Kara kıvırcık saçları, başlığının altından lüle l üle olup dışarı taşmıştı. Eri. siyah gözlerini kaldırarak anasının eteğini çekiştirdi, soğuktan çatlayıp yara olmuş ellerini uzatarak, "Hohla"dedi.

22 T A V I R

Anası içerisinde koc asının temiz çamaşırları bulunan bohç ayı bacakl arının arasına sıkıştırarak, Elifin ellerini avuçlarına al dı, sıcacık nefesini üfleyerek hohladı. Bir kel ebeğin kanadına dokunuyormuşç asına us ul us ul ovuşturdu... Kendi ördüğü sarı atkıyı Elifin boynuna i yice dolayarak, rüzgarın amansız girişini birazcık ta olsa azalttı... Kendisinin durumu, kızına göre çok daha kötüydü. Bisikl et yaka kısa kollu bir kazak üstüne, kocasının eski, yazlık bir ceketi ni giymişti. Yan yatmış, gemi ölüs ünü anımsatan pabuçtan, ayak parmaklarının donacakmış gibi üşümesine engel olamı yordu. En çok ta c eketinin arkasından dışarı fırlayac akmış gibi duran kürek kemi kleri üşüyordu. Üşüdüğünü kızına belli etmemek için, kendini gücünün sonuna kadar sıkıyor, sıktıkça da daha çok üş üyordu. Uzun boyuna inat, omuzları daracıktı. İncecik boynu, susuz kalmış gül Adanı gibi bükül müş tü. Saçlarında az da olsa aklar başlamış, iri kemi kli yüz ünde z amansız çizgiler oluşmuştu. Sabahın sekizinden bu yana diğer ziyaretçiler gibi, ayakta durmaktan dizlerinde derman kalmamıştı. Cebinden yarısı yenmiş simit parçasını çıkardı, ucundan bir lokma ısırdıktan s onra geri kalanını kızına verdi. Ağzındaki simidi ağır ağır çiğnedi, çiğnedikç e ağzındaki lokma büyüyüp ağırlaştı, binbir zorlukla yuttu. Yorgunluk, soğuk, can sıkıntısı ne iştah bırakmıştı, ne de açlığı hatırlatmıştı... Hüvi yetini çıkararak hazırlandı. Gardi yanl arın ve as kerlerin bulun-

duğu kayıt binasının önüne var mışlardı. "Hüvi yet" di yen gardi yanın gözlerine kor kuyla baktı. Yavaşça geçerek anasının arkasına saklandı. Palabı yıklı, zayıf, uz un boylu, bu erkek kurusu gardiyanı önc eki gelişlerinden tanı yordu. Onun, ç ukura kaç mış kupkuru bakan gözleri Elifi o zaman da çok kor kutmuştu. Gardiyan, geçen ki gelişlerinde iç bölümdeki arama yapılan yer deydi. Onun şimdi dış kapıda ol ması, Elifin hoşuna gitmişti. Elif babasını ziyarete ilk gelişlerin] hiç unutamıyordu, hele bu gardiyanın yaptıklarını yaşamı boyunca hiç mi hiç unutmayac aktı. "Senin bacakl arını kırarım, bacaksız!" diyer ek Elif'e kızmış, Elifin babasına getirdiği küçüc ük papatya demetini elinden çekip almış, yere fırlattıktan sonra da kocaman ayaklarıyla ezmişti. Gardi yan kendisine korkuyla bakan Elifi görünc e, gülerek yanına yakl aştı, saçlarına dokunup s evmek istedi. Elini Elife doğru uzatmasıyla birlikte, Elif anasının biraz daha arkasına geçerek iyic e saklandı. Elifin böyle korkmasına bir anlam ver emeyen gardi yan, i yice eğilerek Elifte göz göze geldi. Sonra da sarı seyr ek kaz ma gibi dişleri ni göstererek güldü; "Kor kma kız ben adam yemem" dedi. Of korku ve inanmamış gözlerle bakarak "Babam hala topallıyor mu?" di ye sordu. Gardi yanın Canı sıkıldı; ciddileşerek Elifin anasına çıkıştı, "Bunları bacak kadar çoc uğa sen mi öğretiyors un?..." Elif'in anası hiç sesini çıkar madı, elindeki çamaşır dolu bohç ayı eline ne geçerse didi k didik arayan as kerin önüne koydu. Elif ilk geldi klerinde babasının, topalladığını görünce, üzül erek anasına sor muştu, "B abam nasıl topal oldu anne?" Annesi nin yerine, başlarında dikilip duran, bu kuru bakışlı gardiyan cevap ver mişti. Belinde sallanan, uz un, ağaç sopayı göstererek, "B ununla topal oldu, adam ol mazs a daha çok topal gezecek..." di yer ek, Elifin çok kor kmasına neden olmuştu. Elifin s esi soluğu kesilmiş, bir daha da bu gardiyanın yüz ünü hiç unutmamıştı. O gelişlerinde, babasını beş daki ka ya görmüş ya görmemişti.


Ama bugün hepsinden farklı bir gündü; bugün bayram günüydü. Anası "Bugün bayram kızım, en az onbeş yirmi daki ka görüşürüz" demiş, sonra da bayramın ne olduğunu Elife uzun uzun anlatmıştı. Babasının yıllar süren, bir cezaevinden diğer bir c ezaevi ne s ür gün gidişleri, bu kocaman taş duvarları olan hapishanede son bulacaktı. Anası, "Burası son durak, o gün bir gelse, baban bir kurtuls a her şey düzelir" demişti. Şif nelerin düzel eceğini anlamamış, anasına sormuştu, "O gün gelirse neler düzel ecek anne?" Bu sor unun c evabını anası da bilmiyordu. Kızının uyarmasıyla, kendine bir kez daha sordu: " Neler düzel ecek? ". Nelerin düzel eceğini" ne kendi bitebildi ne de kızına söyl eyebildi. Kızının elinden tutarak, önünde giden diğer ziyaretçilerin peşine takıldı. Mahkumların yattığı binanın önüne varınca yeni bir kuyr uk oluşturdular. Gardiyanl arın soğuk bakışları altında, taş binadan içeri girdiler. Adı anons edilen mahkumlar, koc a salonun karşı köşesi ndeki, kocaman demir parmaklıkların arkası na yığılmışlardı. Mahkuml ar, yüzl erindeki buruk sevinçleriyle, gardiyanl arın gölgesi altında ziyaretçileriyle sessizce konuş uyorlardı. Kimi, demir parmaklıkların arasından el lerini uzatarak, çoc uklarının saçlarını okş uyor; ki mi sevdiğinin ellerine yüz üne dokunmaya çalışıyordu. Normal zi yaretçi günlerinde ins anlar, birbirlerinin yüz ünü bu kadar net göremiyorlardı. Ziyaretçiler, önce dar ve uzun koridorlardan geçiyor, içerideki yakınlarıyla, yan yana dizilmiş beton kabinlerin içinde görüşüyorlardı. Ziyaretçi yle mahkum arasında daracık bir penc ere, kalın bir parmaklık, pislikten kararmış camlar, camların ortasında ölgün bir şekilde yanan kor kunun sarı simgesi bir ampul, insanların görüş mesinden çok, gözlerini kamaştırarak, görmemelerini sağlıyordu. İnsan karşısındakine sesini duyurmak için, su içip başını yukarıya bakan tavuk gibi başını : havaya kal dırmak zorundaydı. Ses-

lerin karşılıklı gidip gelmesi için, tavanla duvar arasına camsız demir ızgaralar konmuş tu. Elif bu taş kabinleri de hiç sevmemişti, ne kadar bağırdıysa sesini babasına bir türlü ulaş tıramamıştı. Ama bugün babasının yüz ünü tam görecek, babasız olmadığının inancına erecekti. Ölgün sarı ışıkların, kor kunun ve endişenin hakim olduğu bu kocaman salonda, zi yaretçilerin çocukları çabucak ar kadaşlıklar kurdular. Mahkum olan yakınlarına verecekleri hediyeleri birbirlerine gösterdiler. Ziyaretçiler, bu bölümde son kez, daha sı kı bir şekilde arandı. Gardiyanlar, büyükler gibi küçük çocukl arı da sıraya s oktular. Getirdi kleri hedi yeleri evire çevire kontrol ettiler. Sakıncalı gördükleri armağanları acımasızca koc a bir sandığın içine savurdular. Sandığın içi silgili kalemler, elma şekerleri, küç ücük oyuncak bebekl er, okul harç lığından arttırılarak alınmış kitaplar, sandığın karanlığında birbirine karıştı... Elif, yaş amında babasını iki nci kez gördü. Küçücük kalbi, yuvasından uçmaya çalışan bir serçe yavrusu gibi çırpındı. Cebinde sakladığı çikolatayı çıkardı, kağıdının dörtte birini yırttı. Ucundan küç ük bir parç a ısırdı. Babası parmaklıkların ar kasın* dan Elife el salladı, güldü. Demirlerin yakınında yere diz çökerek, ellerini açtı. Elif'e gel yaptı. Elif gardiyanlara belli etmeden babasına ulaşmaya karar verdi, ç ocukların aranma kuyr uğundan usulcacı k ayrıldı. Ziyaretçi kadınlarla birlikte, bir köş ede bekl eyen anası yla göz göze geldi. Anası onun sıradan ayrılacağını anladı, koc asıyla Elifin bakışıp anlaştıklarını görmüştü. Koc asından yana dönüp bakamıyor, baktıkç a da yüreğinin ortasına bir köz düş üyor, yakıp geçiyordu. Kızının babasına ulaşmak için baş vurduğu oyunu sessizce izliyor, kızının bu özgürlük s avaşı onu gururlandırıyordu... Gardi yanl arı kollayarak, ağır adımlarla, babasının bulunduğu yere doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. Isırdığı çikolatayı bir türlü

yutmuyor, s ürekli ağzında geveliyordu. Birinin kendine baktığım görünce, hemen çi kol atasını yal amaya başlıyordu. Ama ne yalamak; dilinin ucunu yavaşça dokunduruyor, sanki, koca bir parça ısırmış gibi yalanıyordu. Giderek babasına yaklaştı, durdu, etrafına son kez göz attıktan sonra, usulcacı k babasına ulaş tı. Elif babasına ul aştığı anda, anasının da aranması bitmiş, yanlarına gelmişti. Babası zayıflamış, gözleri daha da irileşmişti. Çarpık ve şiş elleriyle, kızının saçlarına dokundu. Dokunmasıyl a birlikte de gözl eri doldu. Kızının ilk gelişini anımsadı: Gardi yan, Elifin elindeki papatyaları yer e çar pmış, ardından da ayaklarıyla çiğneyerek ez mişti. Kızının hüzün dolan gözleri, günlerce gözünün önünden gitmemişti. Elif karşılıklı duran anası yla babasını, yanyana ilk kez gördü ve onların gözlerindeki acının şahidi oldu. Anası gözlerini babasından bir an ols un ayırmıyordu, özlem dol u bakışlarla birbirlerini doyasıya s üzdül er. Elif, deminden beri yalar gibi yaptığı, ucundan ısırdığı çikolatayı babasına uzattı, "Al, s ana getirdim babacığım!" dedi. Babası, kısa süren bir şaşkınlıktan sonra, kızının çenesini okş ayarak," O senin çi kolatan yavr um, bak ne güzel yi yors u n , sen yersen ben yemiş gibi olurum..." Elif elindeki çikolatayı, babasına daha bir ısrarlı uzatarak, "Hayır, beni m değil seni n o..." İl eride di kilip duran gardi yanl ardan birini göstererek, "O nlar alıp atmasın di ye ısırdım, a l, sana bayram hediyem bu!"' Babası birşeyler kekeledi, konuşamadı, sanki dili tutulmuştu. Kızının elinden çi kolatayı aldı, uz anarak, demirlerin arasından kızının yanağını öptü. Boğazına takılan düğümü binbir zorlukla yutarak, "Sağol yavrum, teşekkür ederim " dedi. Tekrar ellerini uzatarak kızının lüle saçlarına dokundu, karısının gözlerinin içine bakarak, "B enim için üzül meyin, herşeye ç ok az kal dı" dedi. Elifin kafasının içi yine karıştı, neye çok az kaldığını bir türlü anlayamadı...

TAVIR 23


Evlatlarınızdan Bir kez daha size ulaşma fırsatı bulduğum için seviniyorum. Hasretle kucaklarım, ellerinizi öperim. Müjdeler olsun; anaların, bacıların gül yanağına otursun diye gülücükler; babaların, amcaların, kardeşlerin yorgun alnına ferahlık gelsin diye çıkmadık mı yücelere? Dağların bahar kalabalığından inanç, güven, kararlılık haberlerimiz var... Yıllar önce, Arjantinli iki ihtiyar sizin gibi içi titreyerek okumuştu böyle bir mektubu. Başka bir ülkeden seslenen oğulları, Ernesto'yu dinlediler: "Kurtuluşları için mücadele eden halklar için tek bir çözüm yolu olarak, silahlı mücadeleye inanıyorum ve inançlarımda tutarlıyım... Sizleri çok sevdim, buna inanın..." Ben de onun gibi yüreği bilinçle, gözleri hınçla tutuşturulmuş kızınızım. İnandığım mücadele, sizin bana duyduğunuz sevgi kadar dürüst ve namusla. Ülkemin sizler gibi ezilen insanlarının umudunu, kendi kavlimce büyütdişine takıp, dört duvar orasında ömrünü tüketen

mek içki girdim bu kavgaya. Emekçileri ilk sizde tanıdım ben. Öğret-

ev kadınıydınız. Ve şimdi acılarınızın, yoksulluk-

mendi biriniz, ay sonlarını getirmek için ne

larınızın ve haksızlıklarınızın hesabı görülsün diye

yapacağını bilemezdi. İşçiydi, hiç bir işte uzun

verdiğim mücadeleyi önce size adıyorum...

süre çalışamadı. Yirmi sene hizmet verdiğiniz

Halkın sevdası; halkın mor dağlan ve mavi

yok-

denizleri gibidir bende. Sığmaz yüreğime. Bede-

sulluğunuzla başbaşa bıraktığı memurdunuz.

nimin gözeneklerinden taşıp meydanlara, so-

Çocuklarınızın insanca yetişmesi için canını

kaklara, kavganın yüreğine düşmek ister. Hele

devletin,

24

yirmi

T AV IR

sene

sonra sizleri


mektup var! de göstermelisiniz. Bir arkadaşımız vardı. Bizimle birlikte, omuz omuzaydı. Şimdi cellatlar, onu ölüm karanlığına gömmek istiyorlar. İşkenceyle teslim alamadıkları bedenini yok etmek istiyorlar. O, sizin de oğlunuz. Onun gibi nice oğlunuz ve kızınız var. Onları, cellatların elinden atmak için ve bir daha başka çocuklarınız ve onların da çocuklarının acı çekmemesi için alın saflardaki yerinizi. Kurtuluş halaylarımızda başı onurla çekmek için, sürün bize olan sevgilerinizi siperlere ki; kuşatmalarda, işkence tezgahlarında, grevlerde, boykotlarda bir kat daha bilensin direncimiz. Kızının, uğruna can verdiği orakçekiçli bayrağı öpen şehit anası gibi, "devletin karşısına silahsız çıkmayın" diyen, "bu devletin bayrağı kırılana dek yaşayacağım" diyen

ana-b abalarımız

gibi

evlatlarınızla

omuz omuza savunun ekmeğinizi, yarınınızı, de yan yana olunca skinle ne de güzeldir mücadeleyi paylaşmak ve büyütmek...

bu kokuşmuş düzen daha fazla yaşayamaz.

Evet, kavgayı paylaşmamız gerek. Emekçilerin, vatanımızın, devrimcilerin kurtuluş mücadelesini bir ucundan omuzlamanız gerek sizin de. Küçük bir bebekken beni tehlikelerden korumak için gösterdiğiniz

kararlılığı,

üzerinde

vatanınızı. Anaları ve babaları karşısına alan

Hadi vuralım ki, yıkılsın ayaklarımızın dibine. Bütün arkadaşların sevgilerini iletiyorum. Hasretle kucaklıyoruz, coşkuyla sarılıyoruz boyunlarınıza...

yaşadığına,

ekmeğini yediğiniz, suyunu içtiğiniz vatanımız için T AV IR

25


MİZAH DERGİLERİNDE

eleştirideki anarşizm Tarık TOLUNAY

E

leştiri karikatürün belkemiğidir. Eleştirmey en, muhalef et etmey en karikatür sıradan bir illüstrasyondur sadece. Peki karikatür sadece eleştiren, eleştirdiğinin y erine alternatif üretmey en, ne zaman nerey e çarpacağı belli olmay an kör bir saldırı mıdır? Nasıl ki eleştirirken tarafsız olunamay acağı gibi bir gerçek v arsa; sav unmak, önermek zorunluluğu-

da bir gerçekliktir. Y ani karikatür sav unur. Ama bu çoğu zaman geri plandadır. Eleştirenin doğrusu, seçtiği konuda, eleştiriy i hangi bakış açısıy la ve hangi oranda y aptığında gizlidir. Eleştiri eğer doğruy a ulaşma çabasıysa doğrunun mev zisinden bakmalıdır. Sorun, ney in ya da nelerin doğru olduğunun tespitidir. Karikatür sanatı daha doğarken seçimi y apmış v e ezilenlerin, haklının yanındaki ye-

Sil bunları kafandan çizer! Devrimciler yozluğun ve ahlaksızlığın değil, doğrunun ve erdemin temsilcisidirler. Aralarındaki ilişkiler senin kafanın içindeki çirkinliklerden uzaktır. Bir erkek ve kadın devrimci öncelikle yoldaştır. Bu kelime sana itici gelebilir ama bu, gerçekte sevgilerin en güzelini içinde barındırır. Dürüstlük, sami miyet, bağlılık ve güven bu kelimenin içinde saklıdır. Duygusal yakınlıklar bu temelde şekillenir. Bunlar kağıt üzerinde yazılı kurallar değildir. Her türlü sapkınlığın ve ahlaksızlığın bir kültür haline getirilmeye çalışıldığı ülkemizde, devrimciler arasındaki ilişkiler ve duygusal bağlılıklar, geleceğin özgür toplumunun bugünden yaratılan örnek değerleridir. Bu değerler sana uzak olabilir, ancak karalama hakkini vermez. Farkına var, saygılı ol ve dil uzatma; en azından bunu yapabilirsin.

26 T A V I R


rini atmıştır. Karikatür tıpkı y azılı mizah gibi zay ıf ların güçlülere hıncıdır. Tarih boy unca ezilenlerin kendilerini ifadelerinde etkili bir araç olmuştur. Bu y önüyle ezilenlerin, horlananların v azgeçemey eceği bir silahtır. Türkiy e'de karikatür 50'li y ıllarda güncel hayattaki y erini almay a başlamış, 70'li y ıllarda Gırgır Dergisi'nin çıkışıy la birlikte elit bir tabakay a hitap etmekten uzaklaşıp sergi salonlarından, karikatür albümlerinden taşmış ve sokağı y akalamıştır. Popülist, halkçı bakışıy la Gırgır azımsanmayacak bir okur kitlesiy le buluşmuştur. Özellikle 12 Ey lül sonrasında "Muhalif Görünüm"ü ile 400 binli trajlara ulaşmıştır. "Muhalif Görünüm" diy oruz çünkü Gırgırın o dönemki durumu bir paradokstur. Bir türlü ay akları y ere basmamasına, tutarlı bir çizgi izlememesine rağmen dönemin özellikleri onu ön plana itmiştir. Gırgır v e ay nı ekolün takipçisi dergilerin tümü toplumsal çelişkilerde saflarını net olarak çizememişler, bazıları "radikal" bir kimlik edinmeye çalışmışlarsa da bu biçimden (1) ötey e gidememiştir . Örneğin günümüzde hiçbir mizah dergisi Kürt Ulusal Mücadelesi konusundaki tutumunu "aman insanlar ölmesin"den öteye götürememiş, Türkiy e halklarının kurtuluş mücadelesinde taraf olamamışlardır. Mi zah y azarı Gani Müjde bir röportajında "Biz sorunu tespit ederiz. Çözüm üretmek, alternatif göstermek bizim işimiz değil" diy ordu. Bu bir kaçıştır. "taraf olmama" çabasıdır. Bir küçük burjuva aydının kendisine taraf larüstü payesi biçerek y ançizişidir. Mizah dergilerinde sağ partiler de eleştirilir, sosyal Demokrat partiler de, ordu, polis, bürokrasi, adalet sistemi, eğitim, siv il f aşizm de eleştirilir. Tüm bunların üstüne gariptir ki dev rimciler de eleştirilir. Bir y andan binbir türlü çarpıklığıy la bize hiç mi hiç konu sıkıntısı

çektirmey en ülkemizdeki kurulu düzene saldıracağız, diğer y andan da değişikliğe gebe bu düzene karşı sömürüsüz, özgür bir y aşam mücadelesini sürdüren dev rimcilere saldıracağız. Olmaz!.. Bugün ülkemizde yaşanan-

lar bize taraf olmay ı day atıy or. Dev let katliamlarıy la, köy y akmalarıy la, işkenceleriyle, inf azlarıy la, sömürü çarkıy la emekçi halka acımasız bir sav aş açmışsa ve bizler tüm bu olguların göbeğinde y aşıy orsak seçim yapmalıy ız. Bugün bu seçi-

TAVIR 27


mi y apmamak objektif olarak statükoy u, dev leti savunmaktır. Bu y ıkılası çürümüş düzeni sav unmak mizahçılar için öldürücü bir tuzaktır. Nedeni başka y erde aranmasın, mizah dergilerinin trajlarındaki düşüşün nedeni hep bu kaçışın sonucudur. Faşizmi tahlil edememek, görmezden gelmek ve ona karşı tutarlı bir muhalefet çizgisi izley ememek dergileri sürecin dışına itmiş, dey im y erindeyse okuy ucu taraf ından acımasızca cezalandır ılmışlardır. Eleştiride anarşizmin kay nağı, ilkel bir sav unma iç güdüsüdür. Küçük burjuv a ay dın,

dev rimciler kendi düny asına (istediğini y azıp çizebildiği için. özgür, y eterli para kazandığı için maddi bağımsızlığını kazanmış hissettiği küçük bir düny a) "tehdit" olarak görmekte v e kendisini sav unmaktadır. "En iy i sav unma saldırıdır" anlay ışından hareketle saldırıy a geçmektedir. Fakat bunun için y eterli ideolojik-kültürel donanımı da y oktur. Devrimcilere saldırırken oligarşinin y ıllardan beri y oğun bir çaba sarf ederek oluşturduğu "zengin" karşı-dev rimci kültürden beslenmektedir. Dev rimcilerin hiçbir zaman kendilerini eleştiriden muaf tut-

mak gibi bir çabası olmadı. Fakat suni olarak yaratılmış, yaşamay an "dev rimci" tiplere y apılan saldırıy ı "dev rimcilere eleştiri" olarak görmemiz beklenemez. Y azımızın amacı iy i niyete dav ettir. Eğer eleştiriler bizleri iy iy e doğruy a taşıy abiliyorsa kabulümüzdür. Sizler dev rimcilere elinizi u zatın, onlar size kucak açmaya hazırlar. (1) Nankör ve Tewlo dergileri bunun dışında tutulmalıdır. Ancak bu dergiler uzun ömürlü ve belirleyici olamamışlardır.

Devletin halktan uzak politikalarından etkilenip yaptığın saldırı, Ertürk Yöndem'ln programlarındaki kurguları çağrıştırıyor. Yanılıyorsun! Ne devrimciler özgürlüğün, rahatlığın ve güzelliğin düşmanıdırlar, ne de o bahsettiğin generaller, savcılar, hakimler balina kadar sevimli ve masumdurlar.

Böylesi bir saldırıyı yaparken özgür olduğunu mu düşünüyorsun? Hayır! Özgürlük, hak alma mücadelesi veren bir insanın, açlık grevi' eylemi sırasında gizlice yemek yediği yalanını uydurma hakkını kimseye vermez. 1984 yılında cezaevlerindeki baskılara karşı ölüm orucuna yatan devrimciler altmışlı günlerden sonra 4 şehit verirken, aynı günlerde egemenlerin sözcüleri onların gizilce yemek yediklerini söylüyorlardı. Onlardan bir farkın olsun. Belki sen iradesizsin ama devrimciler değildir.

28 T A V I R


İLERİ GRUP YORUM

Emekçi yığınların açlığa ve yoksulluğa mahkum edildiği, işkence ve katliam zulmüyle ezildiği bir ülkede insanca yaşamak için direnen, mücadele eden, savaşanların türkülerini söylüyoruz. Tank ve top ateşi altındaki köylerin, çarklar arasında, tarlalarda ezilen em ekçilerin eşitlik ve özgürlük hasreti; sokaklarda, dağlarda, özgürleştirilmiş vatan mevzilerinde bağımsızlık ve sosyalizm için dövüşenlerin inancı, azmi ve cesareti var türkülerinizde. Türkülerinizde halkların kardeşlik isteği var. Bunun için yasaklar, işkencehaneler, zindanlar dikiliyor türkülerimizin önüne. Yıldırabilirler mi türkülerimizi, sığdırabilirler mi zindanlara?Ayaklarımızı vatan topraklarına bastık. Sırtımızı, halkımızın onuru, namusu ve direncine dayadık. Türk, Kürt, Çerkes, A.rap, Laz, tüm milliyetlerden "Türkiye halklarının yüzlerce yılda yarattığı zengin kültürel mirası ve direnme geleneği bizim için en büyük esin kaynağı oldu. Kaderimizi onun kaderiyle eşledik, dimdik durduk zulmün, zorbalığın önünde. Ve dokuz yıllık onurlu bir tarih yazdık. '92'de Denizli konseri sonrası açılan dava DGM'lerden, yargıtaylardan hızla geçti. Kürt halkının umudunu seslediğimiz için "bölücü "olmuştuk. Kemal ve Sumru 20 şer ay hapis, 42'şer m ilyon para cezası aldılar. Kemal tutsak edildi. Sumru ise ceza aldığı için aramızda olamadı. Sonuç bizim için şaşırtıcı değildi. Yine susturmak, yine sindirmek istemişlerdi'. Yine başaramadılar, engel olamadılar Kemal'in, Sumru 'nun yaşamın ve mücadelenin içinde kaseti bizimle omuzlamalarını. Milyonların gözü üzerimizdeydi, milyonlarla kolkolaydık. Onulmaz sandıkları yaramızdan, taze bir filiz sürgün verdi.. Kem al, Sumru ve diğer Yorumcular arasındaki kolektivizm hayatın içinde şekillendi ve güçlü, özgün bir deneyim olarak yazıldı hanemize. "Dersim'de Doğan Güneş"le sahanlarımız, eleştiri ve önerileriyle devrimci tutsaklar ve kopmaz bağlarla bağlandığımız ailemiz de soluk verdi çalışmamıza. Genişledi, yaygınlaştı kolektivizmimiz. Baskılardan bir kez daha alnımız ak çıktık. Güven kazandık, güven verdik. Yüzyıllardır özgürlük hasretini koynunda büyüten Türkiye Halklarına sözümüzdür. Bu güveni boşa çıkarmayacağız, , mücadelenin her cephesinde türkülerimizle var olacağız. Vatan ve. dünya onurun, namusun ve adaletin oluncaya dek. Türkülerimiz Kazanacak!

T A V I R

29


H

Durmadan kasetinden y aklaşık 17 ay sonra "İleri" adını v erdiğimiz y eni kasetimizle selamlıy oruz halklarımızı. 6u geçen süre içinde, Kemal v e Sumru'y a v erilen cezadan sonra daha kararlı, daha inatçı bir şekilde sınadık türkülerimizi alanlarda, direnişlerde, emekçilerle omuz omuza... Zulmün saltanatını dev irmek için "İleri" diy ordu yeni düny anın mühendisleri. Biz de katılıp onların çağrısına, sesleniy oruz, "İleri" diy erek, çağırıy oruz y aşamı sav unmaya. Ekim, Kasım ve Aralık ay larını kapsay an, yaklaşık 350 saatlik bir çalışmanın ürünü olan "İleri" isimli kasetimizde, iki Kürtçe, bir Arapça v e bir enstrümantal olmak üzere ondört parça bulunuy or. Stüdy o çalışmamızın böy le uzun bir sürece yay ılmasında kullandığımız enstrümanların akustik olmasının y anı sıra, geniş bir repertuarla çalışmamız da etkili oldu. Mekanik seslerden özellikle kaçınmay a çalıştığımız "İleri"de halk müziğinin motif lerini v e enstrümanlarını diğer çalışmalarımıza oranla daha y oğun kullanmay a çalıştık, olumlu sonuçlar aldığımıza da inanıy oruz. Halk müziğinin, zengin birikimi doğru bir perspektifle ele alındığında, müziğimizin zenginleşmesinde belirley ici bir role sahip olduğunu düşünüy oruz, çalışmalarımızı da bu y önde şekillendiriy oruz. Kasetimizde y er alan "Hay di Kolkola" "Göç Destanı" "Dersim'de Doğan Güneş" "Bağcılar'da Üç Karanf il" "Y angınlar İçinde Vatanım" v e "Gowenda Gelan" isimli parçalar halk müziği motifleriyle şekillendirdiğimiz parçalardır. Söz v e müziği Marcel Khalif a'ya ait olan "Y a Arise'l-Cenubi" isimli, parçamızı da çağdaş Arap mü-

30 T A V I R

ziğine çok iddialı olacak bir tarzda düzenledik. Kasetimizde y er alan parçalarımıza gelince; "Ayşe Gülen'e Ağıt" 1992'de Eskişehir konserinde açılan dav adan dolay ı hakkımızda çıkan gıy abi tutuklama kararı v e Kony a mahkemesine kadar olan özgün süreçte ürettiğimiz bir parçay dı. Düny ay ı; memleketini ve halkını uğruna ölebilecek denli sev en Ayşe Gülen'in adı emekçilerin hünerli elleriy le kuracakları düny aya onurla taşınacak. "Özgürlük Tutkusu" en coşkulu türkülerimizi en zorlu koşullarda ürettiğimizin adıdır. Bu parçamız Ocak 1994'te gözaltına alınan grup elemanımız Kemal taraf ından Edirne Terörle Mücadele Şubesi'nde bestelendi. Bu türkümüzü, halklarımızın kurtuluş mücadelesinde zindanları dahi bir mev zi haline getiren dev rimci tutsaklara armağan ediy oruz. Kürdistan boy dan boy a bir y angın yeri; Dağlar, ekinler, köy ler, insanlar y akılıy or. Her katliamla ay aklar altına alınıy or insanlık onuru. Dersim'i, Kulp'u, Şırnak'ı y akan aleve hergün bir y enisi ekleniy or. Ve Lice... Y akılıp y ıkılan Kürt köylerinin içinde ne ilk ne de son. Kürdistan'ın her karış toprağı gibi acılı, kahırlı. Kısa bir süre öncesinin onbeşbin nüf uslu Lice'sinde bugün bin kişi y a y aşıy or y a y aşamıy or. Bunun için Lice bir simgedir, Kürdistan’daki yangını anlatan. "Y angınlar İçinde Vatanım" Lice'nin külleri içinden çıktı. "Çiçeğimi Ateşe Attılar" diy en bir ağıtla girdik türkümüze. Sesle dik Lice'nin acısını. Acılı olduğu kadar dirençlidir de türkülerimiz. Analarımız y iğit sav aşçılardan umutlu. Çünkü yangınların içinde sertleşmiş bilekleri. Y angınlara kavuşuy or Dicle'nin hırçın suy u, dağlara. Dersim'e, Munzur'a, Cudi'y e; köpük köpük, dalga dalga...

Türk, Kürt, Laz, Çerkez... Bütün milliyetlerden halklarımızın kurtuluşunun, sömürüy e karşı ortak mücadeleden geçtiğini bilerek, Arap halkı da bu sav aşta yerini alıy or, şehitler veriy or. Arap halkının y iğit evladı, f eda kuşağının temsilcisi Bedii Cengiz v e ulusunun onur sancağını elden düşürmeyenler haykırıy orlar hep bir ağızdan: "Nıhna Af i ine mevt!" (Bize Ölüm Y ok) Bir zılgıt y ay ıldı karanlığa karşı Bağcılar'daki özgürleştirilmiş v atan üssünden. İst anbul'un y oksul konduları aldı önce selamı, v ardiyalarda büy üyen öfkey e, dokuma tezgahına akan tere ulaştı sonra. Oradan ovalara ve dağ başlarına; dolaştı bütün ülkey i bastan başa. Üç kızıl karanf il o gece y üzy ılların acısını v e hasretini alıp koy nuna, bir halay a girer gibi girdiler sav aşa. Mermilerin, bombaların ateşi altında halay çektiler, türkü söy lediler, marş söylediler. Dev rimi, dev rime olan inancı bitirdiklerini zannedenlerin y üzüne bir tokat gibi patladı Bağcılar direnişi. Bu direniş Kızıldere'de y aratılan teslim olmama geleneğinin Ölüm Orucu'nda, 12 Temmuz'da, 1617 Nisan'da, Adana ve Ankara direnişlerinde zenginleşerek bilgeleşmesidir. Kararlılık, güv en v e sahiplenme gibi birçok erdemi içinde taşıy an Bağcılar direnişini, inancı, kazanma azmiy le bütünleştiren bir zaf er ağıdıy la anlattık. "Başarmadan Ölmek Y oktur" diy enlerin bay rağını "Cesaretiniz Varsa Gelin" diy en Sabo'lar, "Asıl Siz Bizim Adaletimize Teslim Olun" diy en Bağcılar şehitleri geleceğe taşıy or. Hüsey in, Güner, Özlem tüm dev rim şehitleri adına taçlanıyorlar kasetimizde. Y üzy ılımız dev rimler çağı olarak başladı. Önce Rusy a'dan sarstı düny ay ı emekçi-


ler. Ardından düny anın dörtbir y anında y akıldı özgürlük ateşleri. Ancak SSCB'de 1950'lerden başlay an rev isy onist sapmalar, 1980'lere gelindiğinde kapitalizmin inşa süreci halini aldı. Doğu Avrupa'nın birçok ülkesini de etkiy en bu rüzgar bugün dinmiş, emekçilerin mücadelesiy le, emperyalizmin "Y eni düny a düzeni" if las etmiştir. Zalimce baskı ve sömürü sürdükçe; eşitlik, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi de sürecek. "Düny a Halkları Kardeştir" isimli parçamızda ezilen halkların, mücadelenin sıcaklığıy la y olladıkları selam v ar. Teslimiy ete v e ihanete karşın bay raklarını düşürmey en Filistin'den, "Teslim olmaktansa, aday ı batırırız" diy en Küba'ya dek. Bu parçada Latin Amerika gitar v e flütüyle; Ortadoğu ud, darbuka, hollol (bir tür dav ul) v e ziliy le; İrlanda f olk gitarıy la; Sovyetler Birliği akordeonuyla; Af rika dav ullarıy la; Uzakdoğu bellsiy le yer aldı. Türkiy e v e Kürdistan'ı anlattığımız bölümde ise ortaklaşmış enstrümanlarımız, bağlama v e askı dav ulunu kullandık. Düny ay ı birkez de Türkiy e v e Kürdistan'dan sarsacak olmanın inancıy la selamlıy oruz düny a halklarını. Y aşama merhaba dediği gün umudun f idesi, y azılmay a başladı "Selam Olsun"un sözleri. Şey h Bedrettinler, Onbeşler can verdi toprağına; Mahirler Kızıldere'de y eni dizeler kattılar "Selam Olsun'a. Ölüm Orucu'nda, gecekondu direnişlerinde, kırlarda büy üdü umut, kök saldı toprağın bağrına v e kopmaz bağlarla bağlandı y aşama. Hayatın her anı, her direniş, her zaf er, v atan toprağını sulay an her damla kan, can v erdi "Selam Olsun"a. Kısaca y aşam içinde şekillendi "Selam Olsun". Her dizesini tarih sınadı, bunun için de bir sembol oldu. Ülke topraklarını bir ana sı-

caklığıy la kucaklayan bir ailenin türkülerini söylüy oruz. Böylesi büy ük bir ailenin türkülerini söy lemek, onur veriy or bize. Bir önceki kasetimiz "Hiç Durmadan'da y er alacak olan "Selam Olsun" denetim engeline takılmış v e kasetimizde y eralamamıştı. "Sef am Olsun"u engellerken hesaba katmadıkları birşey vardı: İrademiz. Sesimizi boğmaya çalışanlara en iy i y anıtı "Selam Olsun"u bu kasetimizde seslendirerek veriy oruz. Ilık bir dağ yeliyle bir kasete kay dedilerek geldi ezgimiz. "Bir sabah kapıy ı açtığımızda kucağında bir av uç ot v e toprak kokusu, kuş cıv ıltısı, böcek sesi, rüzgar uğultusu ve kan rengi karanf illeriy le beklerken bulduk onu". "Dersimde Doğan Güneş'in bestecisi şehit komutan Nazım Karaca, seslendiren şehit gerilla Erkan Akçalı. Kaset elimize geçtikten yaklaşık 15 ay sonra stüdyoda bu parçay ı kaydetme, aşamasınday dık. Bu sırada, bize gelen kasette türküy ü okuy an Erkan Akçalı'nın sekiz y oldaşıyla birlikte savaşarak şehit düştüğünü öğrendik. Parçay ı Erkan'ın sesiy le açtık. Böcek sesiyle kırı, köpek sesleriy le de gerilların dolaştığı köy leri anlatmay a çalıştık. Çatışma ef ektleriyle ise sav aşı anlatmaktı amacımız. Kürdistan'da cenazelerde çekilen v e zaf er sembolü olmuş zılgıtların ı da parçanın sonunda kullandık. Türkü söy ler gibi direnenler, direnişin türküsünü de y aratıy orlar. Bazen öf keli, bazen dingin... Ama sımsıcak, Ateş denince Newroz gelirdi aklımıza. Özgürlüğe gülüşümüzdü Newroz. Bir sabah uy andığımızda, ateşin öteki y üzünü gördük. Y akılan ev ler, köy ler, insanlar bizimdi. Bizimdi ülke. Düştük göçy ollarına. Y ollar bizimdi. Oğullarımız, kızlarımız v ardır dağlarda, koyaklarda, çadırlarımızda. Kolkola y ürüdük, dizdize oturduk, sarıldık,

bir olduk. Şimdi oradalar, karşıda, şurada, y anımızda, hery erde. Birlikte dönüyoruz etraf ında küçük çoban ateşlerinin. Ateş içimizde, yüreğimizde. Tüten; acılarımız, y oksulluğumuz, itilmişliğimizdir. Birgün kazanacağız. Göç y olları biterken y akacağız en büy üğünü Newroz ateşlerinin. Kasetimizde y eralan "Göç Destanı" isimli enstrümantal parçada y erinden, y urdundan sürgün edilen Kürt köy lüsünü müziğin diliy le anlatmaya çalıştık. B u parçada: Flütle; sabahın ilk ışıklarıy la ov aları, dağları adımlay an, y urdundan koparılmış Kürt göçerlerini, mey le; konaklanan y erlerdeki çadırları, açlığı, y oksulluğu, kavalla; bir gerillanın bu insanların içine karışmasını; aşını, ateşini pay laşmasını, sohbetini; hızlanan bölümde, dav ullarla dağlarda çekilen halay ları, y akılan özgürlük ateşlerini; f inal bölümünde ise göçerlerin gerillay a duy ulan güv enle ay rılışını betimlemey e çalıştık. "Göç Destanı"y la y ıllardır ezilen, horlanan, katliamlarla y okedilmey e çalışılan Kürk halkının çektiği acılarla birlikte büy üttüğü umudu da lirik bir ezgiy le anlattık. Kürk halkının y ükselen özgürlük çığlığına nef es olsun ezgimiz. Ve Parti-Cephe Kürt halkına doğru önderliği gösterdi. Hergün daha ağırlaşan sömürü cenderesinin altında ezilen halklarımızın olduğu gibi Kürt halkının da kurtuluşunu temsil ediy or. "Gowenda Gelan" kadın-erkek, yaşlı-genç tüm halka özgürlük çağrısını y ineliy or. Kuruluşumuzun 10. y ılında "İleri" diy or v e bir kez daha ateş hattından türkülerle geliy oruz.

T AV IR

31


Bir Roman:

KAVGANIN ŞAFAĞI - IVAN POPOV Mahir Y.ÇOBANOGLU

"

Eğer insanın içinde yüce bir düşünce varsa, eğer uzakta ama açık seçik belirlenmiş bir amaç taşıyorsa yaşamak nasıl da güzelleşiyordu.

B

en yine de inanıyorum ki bu hikaye henüz son sözünü söylemiş değil; çünkü devrimi çağıran nedenler hala etkiliydi; inancımız, kararlılığımız ve azmi mi z bi zi başarıya götürebilecek kadar

çoktu." Romanın kahramanı Pav el iv anov iç bu sözleri ağır bir y enilgiden sonra, dışarıdan umutsuz gibi görünebilecek bir ortamda söylüy or. 1905 dev rimi kanla bastırıldıtan sonra Çar'ın bakanı Stolipin dönemi v ar artık. Devrim kaçkınları her y enilgi sonrası yaptıkları gibi halkın önderlerini v e gerçek dev rimcileri maceracılıkla suçluyor, burjuv aziy le uzlaşması konusunda kendilerinin ne kadar haklı olduğuna av az av az bağırıy orlardı. Parti çok kan kaybetmiş parti içinde de dev rim v e parti konusunda saf lar netleşmişti. Menşev ikler ve likidatörler ön plana çıkmış, 1905'i ve kahramanlarını reddediy orlardı. Tüm bu koşullara rağmen Leninistler partiy e, devrime olan inançlarından ödün vermeksizin çalışı-

32 T A V I R

yor, 1905'i daha güçlü olarak geri getirmek için çabalıyordu. Pavel'in yukarıdaki sözleri de bu inancı, zorluklara göğüs germeyi, yer yer ihanetlere ve kopuşlara rağmen işçi sınıf ına, devrime, partiye olan bağlılığını ortaya koyuyor. Ne Stolipin'in ajan-polisleri, ne likidatörlerin burjuvazi ile uzlaşma çığlıkları, ne ideolojik mücadeleyi sona erdirmek isteyen uzlaşmacılar, ne provokatörler, ne de aldıkları darbeler bu insanları dev rimden, işçi sınıf ından koparabilmiştir. Çünkü bu insanlar davalarının haklılığına, izledikleri yolun meşruluğuna inanmış, hareketi sahiplenmiş, hareket gibi düşünen, kısacası kendileri hareket olan örgüt insanlarıdır. Önlerine hedef olarak "koalisyon özgürlüğü"nü değil devrimi koymuşlardır. Hedeflerinin bilincinde karar alıp kararlarının bilincinde hareket ederler. Geri çekildikleri yıllarda bile devrim düşüncesinden uzaklaşmazlar. K. Kalaşnikov, Bolşevik Ajîtasyon Üzerine adl ı kitapta, bu y ıllar için şöyle demektedir: "Kitle içinde, partinin çeşitli şekillerdeki ajitasyon çalışmaları, '1905-1907, Birinci Rus Devrimi'nin devrimci çalışmaları içinde Rus işçi sınıfının öne çıkma-

sında, büyük bir rol oynadı. Bu devrimin yenilgisinden sonra, Rusya'da, Stolipin gericiliğinin karanlık yılları başladı.' SBKP (B) Tarihinden K ısa Ders'te belirtildiği gibi hapishanelere, kalelere, sürgün yerlerine devrimciler dolduruldu. Hapishanelerde hayvanca vuruldular, baskı ve işkence gördüler. Binlerce devrimci ida m edildi. Devri min pek çok geçici yol arkadaşı, burjuva aydınların soylarından gelenler, korkaklığa ve kayıtsızlığa düştüler. Devri mci mücadeleye sırt çevirdiler, otokrasiyle uzlaşmaya girdiler. Lenin'in ve Stalin'in önderlik ettiği sadece ve sadece Bolşevikler, üzerlerindeki Çarlık terörünün ağır yükünü o muzlad ılar, örgütlü şekilde geri çekildiler. Mücadelenin legal ve illegal biçimlerini birbiriyle kaynaştırdılar. Yeni bir taktik uyguladılar." Yenilgileri zafere çevirmenin en güzel örneklerini "Len in ' in ve Stalin'in öğrencileri"çarlık rejiminin o karanlık yıllarında sergilediler. Ülkemizde de devrimci hareket içinde bunu görebiliriz. Bugün "Şimdi daha güçlüyüz" diyebiliyorsak bunu kendini her şeyiyle halkın kurtuluş mücadelesine adayan ve gerektiğinde tereddüt etmeden bu uğurda canını v eren yoldaşlarımıza borçluyuz. Devrimc i mücadelenin yaşamın bir kesitini değil bütününü kapsadığını, 24 saatini devrime vermeyi bu yoldaşlarımızdan öğrendik. Sarsılmaz'geleneklerimizi, işkencelerde, kuşatmalarda, her koşulda direnen, baş eğmeyen yoldaşlarımız ile yarattık. Bu savaş bize kendi istediği insan tipini dayatıyor. Ya disiplinli olacaksınız, üretken olacaksınız, beni (savaşı) içinizde duyacaksınız; ya yenileceksiniz diyor. Ya bütün öfkenizi, şiddetinizi, sınıf kininizi, cesaretinizi, y iğitliğinizi bana vereceksiniz; ya başaramay acaksınız diy or. Özcesi, ya bütün değerlerinizi ortaya koyup benim istediğim gibi savaşçı, militan bir kişilik


y aratacak v e bana yön v ereceksiniz; y a da olayların akışına kapılıp gideceksiniz diy or. Sav aşacaksak eğer, sav aşın gereklerim yerine getirmek zorunday ız. Dev rimci ideolojiyi hay ata geçirmek, y aşamı dev rimcileştirmek, kendimizi aşmak zorunday ız. Her aşmamızda önümüze aşmamız gereken bir kendimiz daha çıkacaktır. Y eterli düzey e gelindiğine inanmak gelişmenin sonu, gerilemenin başlangıcıdır. "Yürüyen devrim arabasına ben de omuz vereyim, beim de payım olsun işte' biçimi ndeki tutum tümü ile mekanik bir tutumdur. Bu tutum kişiyi edilgenliğe iter. Zor anlarda ise dönekliğe götürür. Sorun arabanın itil me eyle mine katıl ma duru mu değil, sorun tüm olanakların seferberliği ve devrim için sorumluluk yüklenebilme sorumluluğudur. Bu da bir yerde devrimci coşkuyu, karşıdevrimci güçlere karşı zorluğu, hıncı gerektirir. "(Mahir Çayan, Bütün Yazılar, Kültür Sorunu Üzerine, s. 10) Romanda bu dav ranışları çeşitli karakterlerde görebiliy oruz. Her ne koşulda olursa olsun dev rim için birşeyler y apma isteği duymak; tek başına tüm fabrika işçileri önünde konuşma y apmak ve onları etkilemek; tutuklandığında hücrede hiçbir kitap, y azı v s. olmaksızın kendi kendine düşünüp tartışarak siy asi eğitim y apabilmek; yoldaşlarının eğitimine katkıda bulunabilmek için çabalamak; ortalık uzlaşmacılardan geçilmezken uzlaşmay a karşı çıkmak; hareketle bütünleşmek, tek başına hareket bilinciy le politika üretmek, tav ır almak; en kötü anlarda, en zor koşullarda bile, y ılmamak, devrime olan inancı yitirmemek; sorumluluktan kaçmamak, sorumluluk istemek; kişi kişi, hücre hücre, partiyi y eniden y aratmak; örnek olarak gösterilebilir. Romanda Pavel'in Şurabstov'un v e diğer dev rim kahramanlarının dav ranış bi-

çimlerinin özünü devrime inanmıştık oluşturuyor. Pav el 1905 y enilgisinden sonra tutuklanarak sürgüne gönderilir. Bir süre sürgünde kaldıktan sonra ileride can yoldaşı v e kav ga öğretmeni olacak Şurabstov ile kaçar, Moskov a'y a gelir. Bu arada kendisine duy gusal yakınlığı olan Klav dia, bölge sekreteri olarak çıkar karşısına. Pav el bu ilişkide zaman zaman zaaf gösterse de, dev rimcilikte kendisinden daha deney imsiz olan Klav dia, sınıf sav aşında zaaf a yer olmadığını ona gösterecektir. Buradan dev rimcilerin duy gusuz, makina gibi insanlar olduğu sonucu çıkmasın. Dev rimciler, v erdikleri amansız kav ga içinde duy guların v e beraberliklerin en güzelini y aşıy orlar. Devrimcilerin devrime v e onun mücadelesine uygun bir beraberlikten anladığı, yoldaşlık ilişkisi temelinde kurulandır. Dev rimciler için mücadeleden bağımsız, ondan kopuk bir sevda y oktur. Mücadele içinde y aşanır gerçek sev gi. Emek, özveri v e sorumluluk üzerine kuruludur. Dayanışmay ı gerektirir. Geliştiricidir. Toplumsal bir olgudur v e dev rime hizmet etmelidir.

rum. Ödün ver meyin! Teslim olmayın! Savaşın, kazanacaksınız!' Partiyle ilişkinin açıkça söylen mesi 102. maddeden içeriye girmek demekti. Gelgelelim, fabrikaya niçin geldiğimi bir çırpıda açıkla mış oluyordu m böylece. Şolz jandar malardan birinin kulağına bir şeyler fısıldadı, ada m çabuk adımlarla salondan ayrıldı. Süvari subayı takviye istemişti hiç kuşkusuz. Şolz ve Fedor İgnatyeviç'in önüne gelip konuşmaya başladım. Gizlisi saklısı kalma mıştı artık bu işin. Her şeyi açık açık söyleyebilirdim. Gerçeklerimi zi düşmanlarımızın suratına haykırabildiğimizde zafer kazan mış gibi bir duygu dolaşır yüreğimi zde. Düş manlar ın ta m önünde konuşuyor, böylece sözlerimi n dinleyicilere yüz kez daha açık, yüz kez daha yakıcı ve yüz kez daha değerli geldiğini duyuyordum. Ülkemizde de dev rimciler açık f aşizmin koşullarında bile

Şurabstov, Serpuşov bölgesinde örgütlenecek grev için Pav el'i uy gun görür. Şüphesiz Pav el bu görevi de y erine getirecektir. Kimliğini polis şef i Şolz'un gözü önünde deşif re edip y üzüne hay kırır, tutuklanma pahasına bite olsa. Duru mu açıklığa kavuşturmak için gerçeği söylemeye karar verdim. 'Sizlere sesleniyorum yoldaşlar. Kendi adıma değil, parti adına sesleniyo-

T TA VI R

33


siy asi kimliklerini saklamamıştır; f aşizmin mahkemelerinde birçokların y aptığı gibi "y apmadım, etmedim, ben değildim" benzeri v eya bir günah(!) çıkarma tutumuna girilmemiş, "Devrimciyim" sözcüğü f aşizmin y üzüne haykırılmıştır. Pav el, Şolz onu Moskova'y a getirirken bir yolunu bulup elinden kurtulur. Tekrar parti ite irtibata geçmey e çalışır f akat Moskov a'da ortam Pavel'in bıraktığı gibi değildir. Menşev ik ve tikidatörlerden sonra bir de "uzlaşmacılar" çıkmıştır ortaya. . Uzlaşmacılar, Komite'nin fraksiy on mücadelesine son verdiğini y ayarlar etrafa. Onlara göre ideolojik mücadele anlamsızdır, karşılıklı ödünler verilerek "ay nı gemide barınılabilir." ideolojik keşmekeş sağ eğilimler her yerde illegalitey i karalay ıcı iftira ve demagojilerle saldırıy a geçmiştir. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen bolşev ikler, kendi politik çizgilerinden ödün v ermeden mücadeley e dev am ederler. Dev rimci hareketemizin tarihine bakıldığında politik çizgiden ödün v erilmediği v e ideolojik mücadeleden kaçınılmadığı görülür. İdelojik sapmalar v e anlaşmazlıklar sözkonusu olduğunda örtbas edici, esgeçici, uzlaşmacı bir tutum içerisine girilmemiş, Oportünizmle, revizy onizmle, reformizmle olan çizgiler hep kalın tutulmuş, günlük çıkarlar uğruna ilkelerden ödün v erilmemiştir. Bu say ede PartiCephe halk kitlelerinin gözünde bir umut olmay ı sürdürüyor. Romanda da ödün v ermemelerinden dolay ı tasfiy e edilmek istenen bolşevikler halkın gözünde prestij kazanır. İşçiler de onlara hem desteklerini sunarlar hem de sözkonusu ortak dav alarına katkıda bulunmak için eleştirilerini getirirler. Giderek parti v e işçi sınıf ının arasında koparılamay acak bağlar oluşmaktadır. Pavel de mücadele içinde

olgunlaşarak

v asıf ları kazanmakta-

34

T AV IR

yönetici

dır. Sorunlara daha soğukkanlı bakmay a, devrimci ilkelere daha sıkı sarılmaya başlar. Şurabstov, Lenin ile görüşmek üzere Paris'e gider. Artık sorumluluk Pavel'in üzerindedir. Başlangıçta birtakım zorluklarla karşılaşsa da umutsuzluğa kapılmadan mücadeleye dev am eder v e zorlukları altetmesini bilir. Hemen üçlü bir geçici komite oluşturulur. Bu arada Moskov a'dan yetki sahibi bir uzlaşmacı gelir. Pavel'i ve bölge, geçici komitesini izledikleri çizgiden dolay ı eleştirir. Pavel kendisinin ve hareketin ilkelerini bu "y etki sahibi" uzlaşmacıya karşı da sav unur, doğru bildiğinden şaşmaz, ilkeleri ve gelenekleri kıskançlıkla sahiplenir. VİKENTİ- Şimdi sözkonusu olan şey, senin onları ne ile döndürdüğün değil. Ustalıklı bir yönetimle ve azıcık ödün vererek bizim için çok kullanışlı ortak bir seçim platformu yaratabilirdin. Sonra da seçim kampanyası çok fazla bir güç harcamadan kendiliğinden yoluna girerdi ve bu...' PAVEL- Ve bu politik büyümenin aracı olarak bir takım değerler de yitirilirdi.' VİKENTİ- Bunu sanmıyorum. Seçi m için uzlaş mak güçlerimi zi kurtarırdı, parti konferansının hazırlığına Menşevikleri çekme olanağı verirdi.' PAVEL- Aman ne iç açıcı! Gerçekten de Likidatör kurtların kuzular gibi meleyeceğine inanıyor musun? Düşünce biçimini anlıyoru m. Hiçbir uzlaşma olmadığ ı için mücadelenin bu noktaya geldiğini ileri sürüyorsun. Ama şu sırada bunun tersi oluyor değil m, Yoldaş Vikenti? Hiçbir uzlaşma yok, çünkü birtakım köklü nedenler var ki, mücadele edil mesi gereğini açığa Çıkarıyor.' İşte o köklü nedenlerdendir ki ülkemizde y ıllardır çizgiden bir milim bile ay rılmadan sürdürülen dev rim y ürüyüşünde oli-

garşinin, emperyelizmin olduğu gibi ideolojik olarak da oportünizmin boy hedefi oldu dev rimci hareket. İdeolojik olarak çürütemedikleri zaman ya oligarşinin iftiralarına dört elle sarılmış y a da kendileri bizzat bu if tira v e demogojileri üretmişlerdir. Pav el v e arkadaşlarına da benzer şekilde saldırılır: if tiralar, demagojiler, hataları abartmalar. Fakat nihayetinde halk gerçeği görür ve saflarını seçer. Artık tutuklamalar da f azla bir etki yaratmaz. Boşalan saf lar hemen doldurulur. İşçiler

Savaş, kayıpları azaltmak için sürüncemede bı rakılmaz. Tersine, kayıplara karşın amaca ulaş mak için savaşa girilir. partinin ölmediğini, devrimin kızıllaşan şaf ağında, kızıl bay rağı altında toplanan onbinlerce militanıy la daha bir güçlenmiş olarak savaş alanına geldiğini görürler. Her gün yeni işçiler katılır partiy e ve onun savaşına. 1905 y eniden gelmektedir, önüne geçilmez bir hız v e coşkuy la. Artık kavganın şafağı sökecektir.


NOTA

Şu Dersim'in dağları vay le le le vay Şu Dersim'in dağları vay Yiğitlerin odağı vay le le le vay Yiğitlerin odağı vay Güne durmuştu gece vay le le le vay Canlar pusuya düşünce Yırtılıyordu sessizlik le le le vay Gerillanın mermisiyle Dağların ılık yeli v a y le le le vay Kavgamızla yol alıyor Dersim'de doğan güneş v a y le le le vay Canikler'de çoğalıyor/ Toroslar'da çoğalıyor Ölmedi onlar yaşıyor le le le v a y Ölmedi onlar yaşıyor Bir türküdür Dersim Dağları'nda le vay Onikiler savaşıyor/ Gerillalar savaşıyor

TAVIR

35


MÜZİĞİMİZ HALKIN SESİ, ÖFKESİ

VE GELECEĞİDİR Çağdaş Halk Müziğimiz yenidir, devrimcidir, yaşam içindeki etkinliğiyle geleceğin hazırlayıcısıdır. Müziğimiz çağımızın ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Müzikal içeriği ve biçimi ile ilericidir; yaşadığımız dünyadaki karmaşık işbölümü içerisinde toplumsal yaşama ve kendisine yabancılaştırılan, kirletilen insanı çağın değerleri ile geleceğe hazırlamaktadır... Müziğimiz gelişme seyrini sürdürerek yarının sosyalist dünyasında evrensel kültürün bir bileşeni olarak yerini alacaktır.

36

TA V IR

erçek Sanat Dergisi'nin Kasım 1994 sayısında İsmail Tanju imzalı bir yazı yaralıyor. Yazıdan anlaşıldığı kadarıyla İsmail Tanju yeni satın aldığı Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun "Mor Nü" adlı tablosunun karşısına geçip Shectakovich'in Leningrad Senfonisi'ni bir kez daha coşkuyla dinliyor. Bu müzik ve tablo yazarda enternasyonal mücadeleye, işçi sınıfına ve Türkiye'de işçi sınıfı müziğine yönelik çağrışımlara yol açıyor. Yazar vatanın özgürlüğü için savaşan devrimcilerin anlayışını ve müzik alanındaki bütün eserlerini; "ilkel doğayı" yani "hayvani feodal içgüdüyü yansıtan" mistik feodal ve pas-

toral (Kır hayatını ve törelerini anlatan) unsurlar olarak değerlendiriyor. Amerikan işçi sınıfının 20. yüzyıl başlarında "müzikal bir sosyal protesto olarak" yansıttığı caza yönelen İsmail Tanju kent insanının "kente özgü neşesini, sevincini, cinselliğini' yansıtan cazı Türk ve Kort işçi sınıfına da öneriyor. Cazın taşıdığı ideolojik, kültürel ve toplumsal özellikleri ile Türkiye işçi sınıfının da "yaşama bakışını" yansıttığını ileri sürüyor. Yazar varsaydığı bilgi birikimine, deneyimlerine ve yaşına dayanarak Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan'a göndermeler yapıyor. "...yıl 1971... Karşılaşıyoruz. . Elimde gitarım... Deniz Gezmiş... Gülümsüyor.. Caz yapıyorum... Beyaz kirazla beyaz şarap... İşçi sınıfı müziğini


yapıyoruz... birlikte... sprituel(...) -satırbaşıYıl yine 1970ier. Mahir Çayan... Soyut düşünmeye alışık gözler... Caz yapıyoruz o yıllar içinde bir gece... " Bu hayret ve merak uy andıran sözlerden sonra gelen cümlelerden Deniz Gezmiş v e Mahir Çay an'ın Caz müziğine eşlik ettiğini "Vurmal ıyı da onlar yapmıştı, tahta masada cam bardakla" sözlerinden anlıy oruz. Dev rimci önderleri karalamak; düşüncelerini çarpıtarak, etkisizleştirerek zararsızlaştırmak burjuvazinin sık sık kullandığı bir y öntemdir. İsmail Tanju acemice bir taklit olmaktan öte geçemiyor. Halka bağlılığı idam sehpasında bir bayrak gibi dalgalandırıp sonraki nesillere bırakan Deniz Ge zmiş'i, Türkiy e dev riminin önderi olan ve Kızıldere'de sav aşarak ölen Mahir Çay an'ı kendisi gibi y aşay ıp, kendisi gibi düşünür göstermekle y azar kendisinden başkasını kandırmış olmayacak. Bu çev reler Gerçek Sanat Dergisi'nde y ay ınlanan yanılgılarına Deniz Gezmiş v e Mahir Çay an'ı ortak etmeye çalışma» say dı daha önce posta y oluyla (Açık mektuplar Ekim 1993 I ve Açık Mektuplar Kasım 1993 II) dergimize gönderdikleri görüşlerini gündeme bile getirmek gerekmey ecekti. Açık mektuplar I v e II'de müzik gruplarımız v e üretimleri doğrudan eleştirilirken Gerçek Sanat Dergisi'ndeki y azıda genel bir nitele me gözleniy or. İsmail Tanju, Özgün Doğan, Tunay Oktaş imzalarıy la sınıf mücadelesi ve sanatsal üretime yönelik y azıları gerçekten hay ıflanarak değil daha çok üzülerek okuduk. Onları atay a almay ışımız "iğrenç yarı-feodal unsurlar" olarak nitelenmemize duy duğumuz öf keden değildi. İnsan nasıl bu denli kaf asını kumlara gömebilirdi; insan yaşamın tamamen dışında kalmış olsa bile y aşama nasıl böy lesine y üzeysel y aklaşabilirdi.

Bu insanlar sosy alizm adına "Türk Solu"nu iki açıdan suçluy orlar: "a) sanatsal çalışmaları "pasifistlikle" suçlayarak sanatsal kurumlaş malardan kaçınmışlardır. b)"cinselliğr gereği kadar tanıyama mış, sanatsal örgütlen/neferdeki cinsellik olgusunu stratejik ve taktik bazda kullanama mıştır." Biz Tav ır Dergisi (1980 ö n cesi ve sonrası), müzik, tiy atro ve sinema çalışmalarımız (1980 öncesi ve sonrası say ıları 10'a y aklaşan müzik grupları "Grup Y orum, Grup Ekin,. Özgürlük Türküsü, Günışığı, Nisan Güneşi, Haziran" v e başkaları...) gözönüne alınd ığında kendimizi ilk değerlendirmey e cevap v ermiş say ıy oruz. Sadece müzik gruplarımız y a da bilinen dergi y azarlarımız değil gerillalarımız, tutsaklarımız v e bütün alanlardaki yoldaşlarımızın sanatsal faaliy etleri omuzladığı üretimlerle görülecektir. Ayrıca dev rimciler kültür v e sanat f aaliy etlerini bir alan örgütlülüğü içerisinde y ürütmektedirler. Akıllarını bacak aralarına hapseden bu insanları "cinselliğin stratejik ve taktik bazda kullanımın ın öne mi" üzerindeki keşifleri v e saptamaları yaşadıkları sürece ibretle okunmay a dev am edecek. İkinci suçlamaya gelince: Dev rimci ideoloji y aşamın bilimsel bir bakışla ele alınmasıy la kazanılabilir. İdeoloji halkın içinde bir güç olarak harekât eden dev rimcilerin, halkın yaşamına ilişkin birikimleri ve mücadele deney imleri ile beslenir. Halkın içinde yer alanlar nabzı doğru alır, gerçekçi politika v e taktikler üretebilir. Böy le bir siy asal hareketin insanları için düşünce, gelenek, y aşam kültürü v e ideolojik çizgi, birbirleriy le kopmay an bir bütündür. Dev rimci kültürü biçimlendirebilmek için halkın olumlu değerlerini mücadeleye kazandırabilmek, mücadele içinde yoğurabilmek önemlidir. Dolay ısıy la dev rimci kültür halktan kopuk

değildir, onun ileri bir kültürüdür: Devrimciler tüm küçük burjuv a değerlere tav ır alırlar. Halkların geri y anlarına hitap eden olumsuz alışkanlık v e düşünceleri reddederler. Çarpık kapitalizmin eseri olan karmaşık-y oz kültürel y apıy ı y ıkarak proleter kültüre dönüştürebilmek için, pragmatizmi ve onlara ulaşma adına olumsuz politikaları "mübah" say an anlay ışları redederek inatçı v e kararlı politikalarla kitlelerin dönüşümüne hız v erirler. Oysa bir kısım siy asi çevreler hem halka uzaktırlar, hem de siy asal anlamda şablonculuğa, dogmatizme düşmektedirler. Bu nedenle ideoloji-kitleler ilişkisini yanlış koymakta, siyasi düzey deki mekanik v e şabloncu bakışlarını pratiklerine de y ansıtmaktadırlar. Dolay ısıy la hay ata ilişkin saptadıktan herşey de olduğu gibi kültürel yaşama ilişkin yaptıkları tüm y orumlarda da bu şablonculuğa düşmekten kurtulamıy orlar. "...Lanet olsun! Ülkemde müziğin duru mu gerçekte bu değil. Yarı feodal-küçük burjuvalardan oluşan, sözümona devrimci olduğunu iddia eden mü zisyenler, köy ve kır ortamının belirlediği seslerle ezgileşen, pastoral bir biçimde bütünleşen, yoğun slogancı, küçük bujuva söylemli, feodalizmle beslen miş duyguları müzikte kullanmıştır. Kitlelere daha kolay ve yaygın olarak ulaşabileceği söylenen bu sözlü mü zik, ezginin insan psikolojisi üzerindeki etkisi ve sözlerin taşıdığı mesajlarla ortaya çıkan bir mü zik türüdür. . Böylece bu müzisyenler bu yarı feodalküçük burjuva müzi ğiyle işçi sınıfının yarı feodal yapısıyla bağ kurduğundan burjuvazinin etkisinde girmekte ve kitlelerin geri duyu m ve bilinç duru munda kalmalar ını sağla maktadır..." "Devri mci, özgün müzik, (Made in Turkey) vb. adlandırmalarla bugüne kadar oluşan

TA VI R 3 7


müziğin kaynağı; Anadolu'da yaşayan köylülerin feodal üretim ilişkilerinden etkilenerek ortaya çıkarttığı feodal mü ziğidir. Özellikle yüzyıllar boyu aristokratlar ve toprak ağaları tarafından baskı altına alınan çeşitli azınlıkların ve Osmanlı İ mparatorluğu döneminde mezhep ayrılığı güdülerek ezilen Alevilerin duygu ve düşüncelerinden oluşan feodal müzik nor mları bugün yarı-feodal küçük burjuva müzisyenler tarafından kullanılarak burjuva müziğe karşı alternatif bir müzik akımı konumuna getiril meye çalışılmaktadır. Ah met Kaya, Ferhat Tunç, Grup Ekin, Yorum, Kutup Yıldızı, Gün Ola, Kızılır mak vb. Bazılar ı da modern batı nor mlarının yarı feodal-küçük burjuva izleyicisi olarak çağdaşlaşma istenci, burjuva özgürlük ve hü manizmasıyla donanmaktadır. Zülfü Livaneli gibi. Bu kez özgün, devrimci müzik daha farklı bir biçimde burjuva toplu msallığı adı altında ortaya çıkar. Bu müzisyenler yaşamı idealist yorumlarlar, devletin yürüttüğü kültür politikalarıyla kaos, dert, yalnızlık ve çaresizlik üretirler. Çünkü bu mü zisyenlerin burjuva gerçekliğine karşı bir çözü m istemi, proleter bir içerik barındır madığ ı için, işçi sınıfı bili mine göre bir çözümsüzlü ğe varmaktadır. İşçi sınıfı bili mi burjuva yaşam biçimine ve kültürel mekenizmalarına karşı oluşturulacak alternatif kültür (mü zik) yapısının ancak işçi sınıfının yaşam biçi mi ü zerinde yapılacak bilimsel araştırmalar la gerçekliğe kavuşabileceğini öngörür..." Sosy alist kültür nasıl oluşacak? Kapitalist iktidarlar (y eni sömürge) y ıkıldıktan sonra sosy alizm inşa edilirken başka bir uzay dan gelen güçler v e kültürlerle bu dönüşüm gerçekleşmeyecek. Kapitalizmin bıraktığı bütün kültürleri alarak onunla sosy alizmi kurmaya girişmek gerekir. Bütün uygarlık; teknoloji ve

T AVIR38

bilgi birikimi v e sanatsal birikim alınmazsa sosyalizm neyle inşa edilecek? Marksist öğreti rehberliğinde tarihsel mirası eleştirel bir gözle v e tabii Marksist y öntemle ay ıklay arak, yarına ışık tutanı, y arını hazırlay acak olanı özümsey erek y eni toplumun kültürünü oluşturabilir, sanatını inşay a koy ulabiliriz. Geçmişin olumlu değerleri y eni sanata basamak teşkil eder, y eni anlay ışla yoğrulur. Ortay a çıkan ise gerçek bir yeni'dir. Y ukarıda açıklamay a çalıştığımız düşünceler sosy alizm deney leri ürünüdür. Lenin, halklarımızın tarihsel birikimini geleceğe uzanan üretimlere dönüştüren müzik gruplarımızı yarı f eodal olmakla suçlayan İsmail Tanju'y u şöy le y anıtlıy or: "Proleterya kültürü bilinmez kaynaklardan sağlanmıyor; proleterya kültürü, proleter kültür uzmanı denen insanların bir uydurması da ola maz, bütün bunlar koskocaman bir budalalıktan başka birşey değildir. Proleter kültürü, kapitalist toplu mun, köle sahipleri toplumunun boyunduruğu altında insanlağın yarattığı bilgi hazinesinin yasal bir gelişmesi olarak belir mektedir (Gençlik Birliklerinin Ödevleri)" İsmail Tanju v e arkadaşları Marksizm'in bir şema y a da bir şablon olmadığının; bir dogma değil yaşayan bilimsel b i r öğreti olduğunun ay rımında değillerdir. Hayatın tamamen d ışındadırlar, y arım y amalak bildiklerini de şematize ederler. "işçiler müzik yap madan toplu mcu gerçekçi- müzik yapıla maz" i d diasıy la Grup Y orum, Grup Ekin v b. gruplarımızın dağılmasını öneriy orlar."iste bugün işçi sınıfına öncülük ettiğini söyleyenler, müziğin tarihselliğinden, bili mselliğinden haberi ol mayan birkaç yarı feodal küçük burjuva ilkele çalgı vererek geriye düşüp burjuvaziye hizmet etmek yerine işçi sınıfına caz mü ziğini dinle mesini, fabrikalarda caz müziği topluluğu kurma-

sını savunabilir." Hay di bey ler, bay anlar, fabrikalara, sendikalara, mahallelere gidin, işçilerle, memurlarla caz y apın bakalım, demekten kendimizi alamıy oruz. Haydi açın kapılarınızı çıkın, düzende hay at var; Ona "müdahale etmek" gibi size b ol gelen laf ları bırakın v e biraz gay ret edin, hayat sizi eğitebilir. Geri bir kültürün müziği olarak nitelenen Çağdaş Halk Müziğimiz y enidir, dev rimcidir, y aşam içindeki etkinliğiy le geleceğin hazırlay ıcısıdır. Müziği miz çağımızın ihtiy açlarına cevap v ermektedir. Müzikal içeriği ve biçimiyle ilericidir; y a ş a d ı ğ ı m ı z düny adaki karmaşık iş bölümü içerisinde toplumsal y aşama ve kendisine yabancılaştırılan, kirletilen insanı çağın değerleriy le geleceğe hazırlamaktadır. Evrensel içerikli müziğimiz türkü f ormlarından y ola çıkar ama zengin bir armonik y apı v e orkestra y aratmıştır. Ulusal seslere ev rensel sesleri katmay ı başarabilmiştir. Müziğimiz gelişme sey rini sürdürerek y arının sosy alist düny asında ev rensel kültürün bir bileşeni olarak y erini alacaktır. Bizler bu y azı konumuzda sadece Grup Y orum, Grup Ekin v e Özgürlük Türküsü adına y anıtlar v ereceğiz. İddialar diğer sanatçıların y anı sıra bizleri d e kapsıy or. Fakat diğer grup v e kişileri y anıt v erme platf ormumuzun dışında görüy oruz. "İşçi yaşamı içinde bulunmayan ve işçi olmayan müzis yenler" diy or yazar. Sınıf mücadelesi sadece f abrikalarda mı yürütülür? Yani bu mantığa göre, kır gerillasını geliştirerek halk ordusuna yönelen gerilla, salt fabrikada işçi olmadığı için sınıf mücadelesi sürdürmüy or mu? Fabrikalarda çalışmayan prof osy onel parti yöneticilerinin sınıf mücadelesindeki y eri hakkında ne düşünülüy or acaba? Proletery a sınıf savaşını, önder gücü olan partisi aracılığıy la y ürütür. Bu Marksist, Leninistler


açısından mutfak bir doğrudur. Ama parti proletary a dışındaki emekçi sınıf ların da desteğini alır, almak zorundadır. Dolay ısıy la bir halk hareketi olabilmeyi başarmak gereklidir. Başka ülkelerin sosy o-ekonomik koşulları v e sınıf lar konumlanması bize uy muyor. Çarpık kapitalistleşmiş, y eni sömürge bir ülkenin halkıy ız. Bu nedenle biz, mücadeley i bu özgünlük içinde değerlendiriy oruz. Proleter kültürü kazanabilmek için elbette ki işçi olmak gerekmiy or, proletery a partisinin işçisi olmak gerekiy or. Y ani proleter kültür, sınıf savaşı içinde kazanılır. Bağlaşıklar sorununu çözmeden zaf ere ulaşmak mümkün değil* dir. Proletery a diğer emekçi sınıf ları kendi öncülüğünde savaşa sokmadan iktidarı ele geçiremez. Nihayetinde proleterya öncülüğünde emekçi halkların dev rim mücadelesi için savaşımları ile gerçekleşecektir. Bu nedenle "devrimci eşittir işçi" şablonuy la olayları değerlendiren y azar v e çev resi y anılmaktadır. Bu y anılgı bizi, sözde "işçi yaşamı içinde bulun madığ ımızı, işçi olmadığımızı" delil olarak gösterip bir çırpıda "küçük burjuva-yarı feodaller" olarak nitelendirecek boy utlara v armaktadır. Y azar Türkiy e halklarının f eodal üretim ilişkileri içinde şekillenen müziğini kaynak aldığımızı söy lüy or, ki bu kısmen doğrudur. Devrimci halk kültürü, tarihsel gelişim içinde şekillenen demokratik halk kültürünü mücadele içinde ele alarak dönüştüren dev rimcilerin çabalarıy la oluşuyor. Grup Y orum tarihsel miras olarak gördüğü kültürel birikime saplanmıy or, onu dev rimci duy arlıkla örüy or; ticari düşünmüy or, popülizme düşmüy or. Grup Y orum işçi yaşamını da anlatıy or. Grevlere, direnişlere, y ürüyüşlere de katılıy or; halkın ne düşündüğünü, neyi istediğini biliy or. Grup Y orum'un istediği halkın istediği ile

ay nı. Çünkü Y orum halkın bir parçası. Böy le olmasaydı "Madenciden, Madenciye Ağıt, Çağrı, İnsan Pazarı" vb. parçalar bestelenebilir miydi? Yorum işçilerin hak alma mücadelesi içerisinde yer alıy or, onları mey danlara çağırıy or; mücadele mev zilerindeki duy arlı aktif tav rıy la emekçilerin y anında olmay ı dev rimci görev leri arasında say ıy or. Y azar "yaşamı idealistçe yorumlayarak" müziğimizde kaos, dert, yalnızlık, çaresizlik ürettiğimiz için devlet politikalarına hizmet ettiğimizi söy lüy or. Bu sonuca tabii ki art niyetle ulaşıy or, çünkü insan ne kadar bilgisiz olursa olsun kötü niyet taşımadan böyle bir sonuca v aramaz. Birlikteliği, coşkuyu, inancı, cesareti aşılay an Grup Y orum Müziği'nin dert, kaos ve y alnızlık taşıdığını söy lemek saf dilliliktir en azından. Y azarın müziğimizi bir kez daha gözden geçireceğini umarız. Bundan sonra da söylediklerini doğrulay acak bir tek türkü dahi olsun göstermeli. Y azar, "işçi sınıfı biliminin, burjuvazinin kültürüne yönelik alternatif kültür yapısının, işçi sınıfının yaşam biçimi ü zerine yapılacak bilimsel çalışmalarla gerçekliğe kavuşabileceğinin öngörüldüğünü" söy lüyor. İktidarın ele alınması sürecinde eski toplumun bağrında y aratılmakta olan y eni toplumun kültürü, kesintisiz dev rimler süreciy le sosy alist alt y apı üzerinde şekillenecek sosyalist kültürün nüv esini oluşturur. Ama gözden kaçırılmaması gereken nokta proletary anın diğer sınıf lardan nitelik olarak farklı olduğudur. O sosy alizmi ve sınıf sız toplumu adım adım inşa ederken sınıf olarak kendini y ok etmektedir. Dolay ısıy la sosyalist kültür bütün insanlığın ortak kültürüdür. Dev rimciler açısından sorun, iktidar mücadelesinin v e iktidarı ele geçirdikten sonra sınıfsız topluma v e dünya sosyalist sistemine varana dek bu mücade-

lenin ihtiyaçlarına cevap verebilecek kültürel v e sanatsal f aaliy eti v e üretimi organize edebilmektir. İşte Grup Y orum bu y olda kendine düşen görev i yerine getirmey e çalışıy or. Y alnızca şehirdeki insanı

S os ya l is t kültür nasıloluşacak? Kapitalist iktidarlar (yeni sömürge) yıkıldıktan sonra sosyalizm inşa edilirken başka bir uzaydan gelen güçler ve kültürlerle bu dönüşüm gerçekleşmeyecek. Kapitalizmin bıraktığı bütün kültürleri alarak onunla sosyalizmi kurmaya girişmek gerekir. Bütün uygarlık teknoloji, bilgi birikimi ve sanatsal birikim alınmazsa sosyalizm neyle inşa edilecek? Marksist öğreti rehberliğinde tarihsel mirası eleştirel bir gözle ve tabii marksist yöntemle ayıklayarak yarına ışık tutanı, yarını hazırlayacak olanı özümseyerek yeni toplumun kültürünü oluşturabilir, sanatını inşaya koyulabiliriz. Geçmişin olumlu değerleri yeni sanata basamak teşkil eder, yeni anlayışla yoğrulur. Ortaya çıkan ise gerçek bir yenidir. anlatmıy or Y orum. Dev rimin önder gücünü, sınıf bileşenlerini y ani işçi sınıf ını, memurları, yoksul köy lüleri v e diğer emekçi katmanları da kapsayan bir anlay ışı sav unuy or. Gerçekte de şehirlerin v aroşlarında rastladığımız insanların ülkemiz gibi y eni sömürge ülkelerdeki sosy o-ekonomik yapının y ani çarpık kapitalizmin y arattığı çarpık şekillenmiş kültürleri olduğu görülecektir. Hem köy lü, hem şehirli, hem ulusal, hem de kozmopolit empery alist kültürün etkisi söz konusudur. Bu toprakların gerçekliğinden çözüm

T AV IR

39


Şu anki süreç bize tek bir üretmek gerekir. Devrimci yöntem budur; San Fransisco'dan ithal girişimler şablonculuktur. Y azar türkülerimizi eleştirmey e koy ulurken gülünç tespitler y apıy or: "... Yarı feodal küçük burjuva müzik gruplar ın dan bir örnek verirsek; "Bize Ölüm Yok" adlı parçasında Grup Ekin: "Kavganın alevlidir rüzgarı/ Yayılır gider ılık ılık/ Dağların başakların üzerinden/ Buğday gibi bereketli/ Akar su gibi aydınlık" diyerek köy ortamı ve toprağa bağlı üretim ilişkilerinden semboller üret mektedir. Bunlar kent yaşamında dinleyici için nesnel karşılığı olmayan metafizik sembollerdir." (Açık Mektuplar 2) A.Kadir'in dizelerinin bu y orumuna şaşırmamak elde değildir. Bu türküde ölümün y enilmesi anlatılıy or. Bu sembolleri kullanarak şehir insanına da, kırsal kesimdeki insana da kav ganın büyüklüğünü, serpilişini v e ölümsüzlüğünü anlatabiliy oruz. Buğday, akarsu gibi sembollerin şehir insanı taraf ından anlaşılmayacağını söy ley enler gülünç duruma düşüy or. Alıntıy a dev am ediy oruz: "... Özgürlük Türküsü'nün "Har man Yeri" parçasına baktığımızda: "Har man yeri tozlu taşlı/ Mendilimde adın işli/ Vurulup düşen teninde/ Özgür ülkemi z nakışlı" bölümü. Türkiye özgür bir ülke midir? Ya da sosyalizmden mi sözediliyor? İşte tam bu toprağa bağlı sembol kullanımına bir örnek. Piyasa koşulları gereği bu parçayı dinleyen sosyalist olmayan geri birey bu sembolden ancak kendi yaşamının özgür olduğunu yakalayabilir. Mutlu ve çaresizlik içinde yaşama adapte olur. Bu parçada yine kent ve işçi sınıfı olmad ığı için, parça yeni gelmiş gecekondudaki dinleyiciye eski yaşamın ı nostaljik olarak hatırlatmaktan başka bir işlev taşımaz. Sonuç yarı feodal ruh halidir..." Hayretimiz giderek artıyor Y a z a r bu türküde "Ülkemiz özgürdür" dediğimizi nasıl da şıp diy e y akala-

40 T A V I R

seçeneği net olarak sunmaktadır: halkın sanatçısı olacağız, onun bilincine ve yüreğine yönelik bir sanat yapacağız ve üretimlerimizde sanatsal düzeyden taviz vermeyeceğiz. mış! Parçalarımızı tahlil etmeden önce zahmet edip Türkçe v e dilbilgisi eğitimi alsın. Şair İbrahim Karaca açıkça görülebileceği gibi "bedenlerini siper ederek ölümü göğüsley enlerin, düşen bedenleriyle özgür bir ülkey i nakış nakış istediklerini" söy lüy or. Nostalji bu türkünün neresinde? İ.Tanju "toprak" dendi mi köy ü hatırlıy or. "Toprağa düşmek" dendi mi y ine öyle. Bunun bir dey im olduğunu bilemiy or. O, şehirde vurulan şehitler için "asfalta düştü, betona düştü" diyor olmalı. Emekçilerin güzel düny ası gökten zembille inmey ecek. Bu zor sav aş bedeller pahasına kazanılacak; nakış nakış örülecek. İşçilerin nakış görmemiş, nakış Örmemiş olabileceğini düşünen y azar kendi derdine y ansın. Alıntının son kısmını aktarıy oruz: " Grup Yoru m ise diğerleri gibi popülist bir çağrı yapıyor: "Gevheri düştüm dillere canım/ Diyar-ı gurbet ellere/ Billahi verme m ellere canım/ Dağlar a gel dağlara" (Dağlara Gel) Gevheri zaman ında fabrika yoktur elbette, işçi sınıfı kurtuluş ve önderlik çağrısı yapamazdı.Yarı feodal-küçük burjuva müzisyenler de burada olduğ u gibi Gevheri nin dinsel, feodal diliyle kitleleri dağlara çağırıyorlar. Oysa kentte yaşayan birey için bu çağrı hiçbir şey ifade etme z. Ayrıca Marksizm'e göre bizi m kentlere ve fabrikalara yönelme miz gerekiyor. Lenin'den bir hatırlatma olacak

a ma, çağrıyı ancak işçi sınıfı yapar..." Böy lece yazılardan alıntılarımız tamamlanmış oluy or. Burada da, önceki örneklerdeki mekanik bakış sırıtıy or. Ayrıca y azarın anlay amadığı bir gerçek var. Y üzy ıllardır "dağ" gerçeği halklarımızın y aşamının kopmaz bir parçası haline gelmiştir. "Dağ" halkımızı tehlikelerden korumuş, hakkını aray abilmesi için yardımcı olmuştur. Köroğlu v e Çakırcalı Ef e gibi halk önderleri zalimin baskısına karşı halkın adaletini uygulamak için dağa çıkmışlardır. Ezilen halklar dağların bağrında saklanarak kendilerini korumay ı istemişlerdir. Hatta halk edebiy atında bunun çok canlı örnekleri y er alıy or. Bugün de ezilen halklar kendi yazgısı; ezilmişliği, horlanmışlığı, onurunun ay aklar altına alınması karşısında hep dağı kurtuluş umudunun bir parçası olarak görmüşler v e bizim gibi y eni sömürge ülkelerin tümünde "dağ", sınıf sav aşını zaf ere götürebilmenin temel stratejik mev zilerinden biri olmuştur. Aslında y azar dağa çıkmay a karşıdır. "Dağlara Gel"i eleştirmeden önce, "Grup Y orum v eya sav unduğu ideoloji neden dağlara çağrı y apıy or?" biçiminde laflar etselerdi ve konuy a "kem, küm" etmeden hemen girselerdi, bu kendileri için daha inandırıcı bir eleştiri y azısı haline gelebilirdi belki d e . . . "Birleşik Dev rimci Sav aş" esprisiy le düşünüldüğünde, ne kır gerçeği kentteki insan için, ne de kent gerçeği kırdaki insan için iki y abancı kav ram değildir. Proletary anın öncü partisi bu iki gerçeği birleştirip, sabır v e inatla emekçi sınıf ları örgütley ip savaştırarak iktidar mücadelesinde buluşturacaktır. Bu nedenle bu gücün sanatsal düzey de ve kitle içindeki bir parçası olan Grup Y orum'un da "siy asal anlay ışı" adına çağrı yapma hakkı vardır. Grup Yorum'un türkülerinden etkilenen kitlelerin mücadele kültürü ve


giderek de saf larıy la tanışması gerçeği v e başarısı bu çevrelerde rahatsızlık y aratıy or. Değinmek istediğimiz ikinci konu, İnsancıl Dergisi'nde "Müziğin Sol Anahtarı Nerede" yazı dizisinin ikinci bölümünde bize y er ay ıran İbrahim Demincan'ın değerlendirmeleri üzerine: "... Gerçek anlamda Yeni Türkü'yü Grup Yorum yaratmaya çalışmaktadır. Fakat onlar da şu an deneysellik aşamasındadır; yetersiz mü zik birikimleri ve mü zik dilini iyi kullanama maları onları ajitatif müzik sınırında popüli zmle çakıştırmıştır. Onlar kavgayı en sıcak cephelerde vermektedir ve sadece kavganın mü ziğini vermektedirler kitleye; ama kitlelerin mü zik dilini ve bilincini geliştirmek ve gerçek muhalif müzik kültürünün yaratılması konusunda kitleyi bir adım bile ileri götüreme mişlerdir. Onların kavgası tabi ki alkışlanacaktır her za man; a ma mü zikallikleri değil. "Çağdaş Halk Müziği" gitarı ve diğer çoksesli çalgıları, öylesine türkülere sokmaktan ibaret olma mal ıdır. ... Yeni Şarkı hareketi yaratılacaksa, yine Grup Yorum ve diğerlerinin çizgisinden başlan malıd ır. Çünkü namuslu olan onlardır yine... Ama o na muslu çizgiyi daha tutarlı, bili msel bir çizgiye genişletmek; elitizme sapmadan, fakat vulgarize mantıklardan da sıyrıla rak, sadece "kavganın mü ziği ni değil, müziğin de kavgasını vererek" devrimci muhalif kültürün yaratılmasında da yaşatmalıyız..." Bizim teknik anlamdaki eksiklik v e y etersizliklerimizden dolay ı slogancılığa kaçtığımız v e bunu da kitleleri kolay yakalay abilme kay gısıyla bir anlay ış olarak benimsediğimiz if ade ediliy or. Oysa bugün herkes biliy or ki, Grup Y orum teknik anlamda hiç de azımsanmay acak ölçülerde bir bilgi birikimine v e müzik teorisine sahiptir. Oysa mesele bu değildir.

Nedense "müzikte yenileşm e " dendiği ve bu tip sorular o r tay a atıldığı zaman, sanatın misyonu ve halkla olan bağı gözardı edilerek tartışılıy or. Sanatın kitleleri geliştirmesinden bahsediliy or. Oysa bırakalım kitleleri geliştirmeyi, hala kitlelerin anlay abileceği bir müzik için bile y eterince emek sarfedilmiy or. Kitlelerin gerçek anlamda eğitileceği ve bunun sosy alist kültür politikalarıy la tüm toplum açısından bir değişim aşamasını if ade edeceği süreç, y ine gerçek anlamda sosyalist toplumda mümkün olacaktır. Bizler için, içinde bulunduğumuz sürecin önemi, kitlelerin sadece bir adım önünde olabilmektir. Bu demek değildir ki, sanatsal beğeniy i geliştirme doğrultusunda hiç bir adım atılmayacak, sosyalist sanatın estetik ölçüleri olmay acak. Ama şu anki süreç bize tek bir seçeneği net olarak sunmaktadır: Halkın sanatçısı olacağız, bilincine ve y üreğine y önelik bir sanat y apacağız v e üretimlerimizde sanatsal düzey den tav iz vermeyeceğiz. Tabi ki halka karşı sorumluluğu olanlar müzikal düzey lerini geliştirmey i gözetecektir. Grup Y orum bunu gözetiyor. Aldığımız mesaf e göstermektedir ki, Grup Y orum y arattığı y eni müzikle çağdaş halk müziğinin zenginliğini y ansıtan birçok f ormu biçimlendirmiş, birçok "y eniy i yaratma başarısını göstermiştir. Grup Y orum'un müziği diğer işlev lerinin yanı sıra ajitasyon işlev i de görebilir. Ancak bu sanatsal bir ajitasy ondur, başka birşey değil. Bu özellik slogancılığı gerektirmiy or, sanatsal olandan v azgeçmeyi gerektirmiy or ve sadece mücadelenin kucaklanması sonucu ortaya çıkıy or. Önceki yazı v e röportajlarımızın bazılarında bu tür tartışmaları netleştirmiştik. Ama bir kez daha v urgulamakta fay da var. Biz müzikte sloganı kullanıyoruz. Hayatın gerçeği olan he-

men herşey bizim müziğimizin konusudur. Kaldı ki müzikte sloganı kullanmak, tüm dünya mücadele deney leri içinde y er alan müzik gruplarının da bilinçli olarak ele aldıkları bir tarzd ır. Bura da önemli olan kaba slogancı anlay ıştan kaçınmaktır. Grup Y orum ise bu kaba slogancılık anlay ışının uzağındadır v e bu anlay ış sahiplerini ise "kolaycı popülist" grup v e sanatçılar olarak teşhir etmeyi her zaman -önüne bir görev olarak koymuştur. Ajitasyon, kitlelerin mücadeley e besledikleri sempatiy i istismar ederek, dev rimci olmadıkları halde "sol" söylemi kullananların müziklerinde çirkinleşmektedir. Y eterli düzey de bir müzikal birikim üzerine oturmayan f akat iy i niy etlice üretmek istey enlerin müziklerinde de bu eksiktik hissediliy or. Grup Y orum dikkatle dinlenildiğinde, müziğinde Türkiy e halklarının y aşam kültürü içinde bulunan müzik birikimlerine y er verildiği v e bu birikimlerin yeni bir müzik anlay ışı içerisinde ama onlardan kopmadan üretilmeye çalışıldığı kav ranacaktır. Kaldı ki, Grup Y orum'un söze day alı olmay an ve salt müzik diliyle kendisini if ade ettiği eserleri de bulunmaktadır. Bu tip eserlere kasetlerimizde f azlaca y er ay ırmadığımız doğrudur. Ama bu da bizler için iradi bir tercihtir. Grup Y orum kav ganın müziğini v erdiği kadar, bestelerin hazırlanmasından düzenlemelere, stüdyoya ve hatta sahne aşamasına kadar, bir çok çev renin kolayca başaramay acağı bir kollektiv izmle, ince ince ölçüp, biçerek müziğin de kav gasını v ermektedir. Ailesini üretkenliğine katmay ı başarmıştır Y orum. Bu şekilde kendisini y enilemey i başarabilmektedir. Hedef imiz, yüzbinleri mily onlara, mily onları onmilyonlara taşıy abilmek için, daha çok insana ulaşıp kültürümüzü y ay gınlaştırabilecek biçimde, müziğimizi emekçi halkın kulaklarında daha da y ay gınlaştırabilmektir.

T AV IR

41


HABER

YO RUM

ONAT KUTLAR KATLEDİLDİ İsmail Beşikçi, Haluk Gerger, Fikret Başkay a, Kemal Sahir Gürel hapiste, kitapları y asak, düşünceleri yasak, türkü söy lemeleri y asak. Musa Anter, Ayşe Gülen katledildi. Siv as'ta 35 ay dın sanatçı y akıldı. Ve şimdi de Onat Kutlar katledildi. Tüm bunları birbirinden ay ırmak olanaksız. Bugün dev let emekçi halklara olduğu kadar ülkemizde ilerici, y urtsever, dev rimci ay dın ve sanatçılara da her türlü y öntemle saldırıy or. Düşüncelerini, ürünlerini y asaklay acak y a da adı "f itili meçhul" de olsa, galey ana gelmiş birkaç gericinin işi gibi de görünse yakacak, bombalay acak, katledecek.. Onat Kutlar belki özellikle seçilmedi, saldırı direk ona y önelik değildi. Ama dev letin politikalarındaki tıkanıklığın, çaresizliğin ye devrimci, toplumsal halk muhalefetinin y ükseldiği her dönem, şiddet, başvurduğu tek yöntem olmuştur. Dün Maraş'ta, Çorum'da bugün Siv as'ta y aşananlar halklar v e mezhepler arasındaki ay rımın bizzat devlet taraf ından körüklenen politikaları sonucudur. Gericiliğe verilen prim, kendi sömürü düzenini ay akta tutmay ı hedeflemektedir. Opera Pastanesi'ne konan bomba da işte böylesi bir politikanın ürünüdür. İşte bu nedenle açık bir hedef olmasa da Onat Kutlar'ın katledilmesi di-

42

TAVIR

Başkaldırmak İçin Bir Yoldu Edebiyat

...O sözünü ettiğim baskıcı ortamın dışına çıkabilmek, ona başkaldırmak için bir yoldu edebiyat.. Başkaldırı deyince, ülkemizin bir isyan geleneği var . . . Pir Sultan'dan bu yana sayısız başkaldırı...Bu yüzden bütün yaşamımda üzeri mdeki herhangi bir ipotekten çok korktum. Mecbur olduğum za manlarda dişimi sıktım, ama kabul etmedi m hiçbir za man. Yaşamın getirdiği ipotekler konusunda da, yani yaptığımız işin, yaşam kaygılarının getirdiği birtakım dayatmalara hep karşı çıktım. A ma sabırsız da olmad ım. Bu da kökenimle ilgili sanırım. Yani Anadolu insanı çok sabırlıdır, olağanüstü sabırlıdır. Gerçi onlar kadar sabırlı olduğumu söyleyeme m, onlar destan yaratırlar. Bensen yerine, biz ...Marx'ı anlamak nasıl uygun düşer bilmiyorum, a ma kadın-erkek beraberliği konusunda bugüne kadar duyduğum en güzel sözleri söylemiş olduğu için belirtmek istedim "İnsan toplumsallığ ının en yetkin örneğidir kadınla erkek arasındaki beraberlik" diyor, "çünkü 'ben ve sen'in yerine 'biz' geçer."

ğer saldırıların dışında değildir. Katliamı v e bu politikaları lanetliy oruz. Ancak bu saldın, ülkemizdeki "ilericiy im, demokratım, çağdaşım" diyen ay dınların v e sanatçıların bir kez daha kendilerini, sorgulamalarını gerektirmektedir. Emekçi halkların y aşamına v e kültürel değerlerine saldırıların en azg ın bir boy uta ulaştığı günümüzde susmak, sesini çıkarmamak, kendi dünyalarının dışına çıkamamak; bu saldırılara boy un eğmek v e sonuçta onaylamak değil midir? Ve saldırılar böy lesine dizginsiz, azgın bir boy uta ulaştıy sa bunda ülkemizin suskun aydın v e sanatçılarının hiç mi pay ı

y oktur? Kınamak ve gözy aşı dökmek y etmez. Bu saldırıy ı y alnızca gerici yobazların bir ey lemi olarak görmek de yanlıştır. Gözlerimizi açmalıy ız. Emekçilerin yanında, omuz başlarında y eralmalıy ız. Üretimlerimiz onların özlemleri v e umutlarıy la dolu olmalı. Onat Kutlar'ı özgür bir düny a için mücadele v eren emekçi halklar ve dev rimciler y aşatacak. Onat Kutlar v e halkı için acı çekmiş, bedel ödemiş aydınlar, sanatçılar onların öfkelerinde ve umutlu y ürüyüşlerinde y aşay acak.


HABER

YORUM

DERSİM NOTLARI:

"DERSİM HALKININ EVLATLARI İSYAN ATEŞİNİ HİÇ SOĞUTMADILAR" Devletin Kürdistan'daki talan politikası Dersim'deki köy yakmalarla ayyuka çıktı. Artık kendileri de gizleyemiyorlar. "Asker kılığına girmiş teröristlerdir" yalanları çöküntünün ifadesidir. Altmış milyonu kandıramazlar. İstanbul'da otuzun üzerinde demokratik kitle örgütü ve sendikaların Dersim'e gitmek üzere oluşturduğu heyette Haklar ve Özgürlükler Patformu'nu temsilen katılanlar arasında dergimiz İzmir temsilcisi, Grup Günışığı elemanı Barış Yıldırım da yeralıyordu. Temsilcimizin izlenimlerini aktarıyoruz. Kürdistan toprakları boy dan boy a y ıkım içinde. Ormanlar, köy ler, kasabalar bombalanıyor, y akılıy or; Botan'dan, Amed'den sonra Dersim'i de yangınlar sarmış. Zulmü kanıksamış ilgisiz v e sözde bir acımay la değil, gerillanın v e "gerillanın şahdamarı halkın" y üreğini, y üreğimizde hissederek duy duk bunu. "Bu işler duy ulur da durmak olur mu?"... İstanbul'da y etmişe y akın demokratik kitle Örgütü temsilcisi, sanatçı v e sendikacılarla oluşturulan hey ette biz de Haklar ve Özgürlükler Platf ormu olarak y erimizi aldık. Dersime gidiyoruz, bizi uğurlay an 300 insanın "Dersim halkı y anlız değildir" sloganları eşliğinde. Dersim'in yalnız olmadığını dosta, düşmana göstermey e gidiy oruz. "Gerilla suda balıksa, bizde balığın suy unu kuruturuz" diy en katiller sürüsü, daha baştan y anılmıştı. Ama suyu kurutmay acaklarını anlay ana kadar Kürdistan'da halkın öf kesini ve kinini büy üttüler. Lice, 1500 kişilik nüf usundan bir kaç yüz kişi dışındaki herkesi kay betti. Ama ölüm, sürgün, göç, ama halkın dişiy le tırnağıy la panzerlere, otobüslere ve lav silahlarına karşı v erdiği mücadele... Lice gerçeği şimdi de Dersim'i y akıy ordu. İlk değildi b u . 1938'den sonra ikinci de değildi. Dersim'de özgürlük ateşi zulmün y angınını hep bastırmıştır. Seyit Rızalardan Ali Hay darlara, İbo'lara; Nurettin Güter'lerden Oni-

kiler'e, Nazım'lara. Dersim halkının ev latları isy an ateşini hiç soğutmadılar. Aksaray'dan iki otobüsle çıkan hey etimiz, Ankara'daki katılımcıları da aldıktan sonra y önünü doğuy a çevirip akmay a başladı y olların üzerinden. 9 Kasım 1994 sabahı Siv as-Gürün'de bir moladan sonra Malaty a'ya doğru ilerlemey e başladık. Tepelerde güneş v e kar. Yaz gelince capcanlı bir uyanışı ... açığa çıkaracak olan kar örtüsü, şimdi y alnızca kuru otların sarı uçlarını açıkta bırakmış. Küçük ay ak izleri v ar karda. Tavşan, tilki, köy lerin yakınlarından koy un, keçi ve insan izleri. Oldukça küçük köy ler bunlar. Büy ükçe olanların taş binalar okullar, elektrik trafoları v e tabi ki jandarma karakolları çevrelemiş. Gürkay nak'dan geçip Bey lerderesi'ne doğru ilerliy oruz. Öteden beri sav aşanlara ev sahipliği y apmış Akçadağ'larday ız şimdi. Malaty a girişinde durdurulduk. Dersime girmemizin y asak olduğunu "tebliğ ettiler" bize. Korkularının ilanı olan bu karara rağmen yola dev am ediy oruz. Dağların dışında kar y ok. Bulut parçalarının gölgesi olmasa yaz mevsimindey iz diy esi geliy or insanın. Uzaklarda dorukları bulutlarla bezenmiş sıradağların. Keban Gölü'nden geçiy oruz. Dağların etekleri Keban'la birleşiy or. Eteklerdeki yeşil

dantel gibi ağaçlıklar suya giren bir köy lü kadınının eleğinin ıslanmış ucu gibi duruyor Keban kıy ısında. Ve y ol kenarından y aşlı bir kadın geçiyor. Beli y ılların ağırlığ ı altında bükülmüş. Başında y azması, ay ağında şalv arıy la beyaz benekleri olan kara bir ineği sürüklüyor peşisıra. Malaty a- Elazığ sınır ını b elirley en Kömürhan Köprüsü üzerinden geçerken, eller fotoğraf makinasına uzanıy or hemen. Göl burada daralmış. Sonbahar güneşinin altında bir ırmak gibi duruyor neredeyse. Kürtçe bir türkü çalıyor otobüsün teybinde: "Berf dıbara Kapege / Ez qay ilım v e meke" Y uvasını v e yatağım soğutmadığı sürece; sev diğinin, ev inin direğinin y okluğuna, kara, tipiy e razı olan bir kadının türküsü b u . "Eğer y aban ellerden çıkıp gelmişse biri, ona çorap örey im. Ne v arsa elimde sunay ım ona" diy en bu türkü, gerillay a kapısını açan, sofrasını açan kadınlarımızın da türküsü ay nı zamanda. Bu sahiplenme duy gusunun bedelini ödey en Dersim'e giderken, sonbahar ikindisinin güneşinin ısıttığı güzel bir türkü bu. Elazığ'a y aklaşırken durduruluy or, jandarma ve polis taraf ından aranıy oruz. 45 dakika kadar bekledikten sonra y ola dev am... Elazığ'da şehre girmememiz için yol başları v e garajın girişi tutulmuş. Gerçeklerin öğrenilme olasılığı korkutuy or onları.

TAV IR 43


HABER

YO R UM

Kov ancılar'a doğru yolumuza dev am ederken, otobüsün penceresi bir kartpostal çerçev esi gibi keban kıy ılarını önümüze seriy or: Y ol kenarında otsuz bir tarlada, on y aşında bir çoban koy unlarının başında. Ay ağında gri şalv arı, hepsi ona doğru dönmüş olan koyunlarına bir konuşma y apıy or sanki. Şurada, işte küçük bir kulübeye doğru geniş adımlarla yürüy en bir çocuk, şurada traktörün geniş arklar açtığı bir tarla, şurada "Fırat kenarında yüzen kay ıklar" türküsü.;. Köy ler, y ollar, tarlalar bizden y ana. O çoban da bizden y ana, şimdi y anımızdan geçen delikanlı da bizden. Çünkü "y ar sev dası" diye türkülediğimiz o y ürek çırpıntısı bin y ıllardan beridir hepimize kalan kav ganın nakışları. Bugün Dersim'de köy ler yakılıy or, boşaltılıy or. Hayv anların bedenlerini nedef tahtası yapan eşkıy alar, çocuklarımıza, kadınlarımıza, gençterimize işkence y apıy orlarsa, sev dalarımızın birbirine karışmasından korktukları içindir. "İşçiyiz, memuruz,öğrenciyiz HAKLIY IZ KAZANACAĞIZ" diy en kent sokaklarının sevdası, Kawalar'ın, Bedrettinler'in isyanları v e kanlarıy la suladıkları buğday tarlalarına akmasın diy edir. Keban kıy ılarının çamurlu bir bataklık haline geldiği yerlerde y ine durdurulduk. Kimi meraklı ama çoğu umursamaz asker gözleri dolaşıy or üstümüzde. Birinin elinde silah, kalem v e kağıt görüy oruz. Bizimkilere ne kadar benziy or v e bizimkilere ne kadar uzak. Kör bir disiplinle Kürt halkına karşı zulme hizmet ediy or onun silahı, kalemi, kağıdı. Bizimkilerse yeni bir düny ay ı kuruyorlar o üç şey le. Silah, kalem v e kağıtla. Bir diğer asker çarpıy or gözümüze.. Gözlüklü v e öğrenci yüzlü. Üniforması beyaz o l s a , elleri c e p l e rinde bir laboratuv ar asistanına benzey ecek. Ama belki de

TA VI R44

onun y anan köy lerde tetik basmışlığı v ardır. Belki bir gerillanın cesedine basarak kahraman zannetmiştir kendisini. Kimlik kontrolünden sonra y ola dev am ediy oruz. Kov ancılardan Sey itti köprüsüne doğru giderken üç çocuk bize el sallıy or. Alacalı bulacalı giy sileri var. Biz de el sallıy oruz. Bu yollarda y olcular ve köylüler tanıdıktır. Bizim olan bu dağlarda, bizden olandan selamı esirgemez bizimkiler. Sey itli köprüsünde durduruluy oruz. Çev remizi jandarma pikapları v e panzerler çeviriy or. Nazım'ın dediği gibi en son Alman teknolojisinin ürünü olan bu tanklar tüm modernliklerine rağmen ortaçağ aletlerine benziy orlar. Geri dönüy oruz!.. Y akılan köy leri göremeden, köy lülerle konuşamadan, Dersim'de yakılanları belgeley emeden geri dönüy oruz. Çünkü yola çıkarken "Dersim halkı yalnız değildir" sloganını birlikte attığımız insanlar birden bire özel tim v e askerlerle karşılaşınca geri dönüşün teorisini y apıy orlar. Sanki nelerle karşılaşacağımızı bilmiy orlarmış gibi "Ne olursa olsun Dersim'e gireceğiz" sözünü çabucak "unutuverdiler." Düpedüz korkuyorlar. Y ola çıkarkenki cesaretleri burada korkularına y eniliyor. Ve bir an önce uzaklaşmak istiy orlar. Dersim'e yola çıkmadan önce komitede y er alma isteğimiz geri çev rilmişti. Kendimizi if ade edememenin sıkıntısını y aşıy oruz. Dev rimcilerin Dersim halkına y apılan saldırılara set olma görev i bu girişimle kalmayacak. Devrimciler halkın , içinde, halkın kendisi; Devrimciler Dersim y ücelerinde, kuy tularında, kaya diplerinde, kom ev lerinde.

NO K T A HA B E R

ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ 21 Ağustos 1994; "Hopa Halkevi Şenliği"ne katıldı. Şenlikte Zuğeşi Berepe de yer aldı. 26 Ağustos 1994; "Kartal HADEP Dostluk ve Dayanışma Gecesi" ne katıtdı. 3 Eylül 1994; Ege Kültür ve Sanat Merkezi'nin açılışına katıldı. 9 Eylül 1 9 9 4 ; Yedikule Zindanları'nda yapılan "Yıl maz Güney'i Anma Gecesi" ne katıldı. 20 Ey lül 1994; Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda yapılan "Tokatlılarla Dayanışma Gecesine katıldı. Geceyi yaklaşık 2000 kişi izledi. 13 Kasım 1994; Edirne'de Trakya Üniversitesi'nin alternatif açılışına katıldı. 17 Kasım 1994; İTÜ'nde yapılsın şenlikte Fevzi Kurtuluş ve İYÖ-DER Müzik Topluluğu'yla birlikteydi. 18 Kasım 1994; İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsü'ndeki şenliğe katıldı. 19 Kasım1994; Bem-Sen'in kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen şenlikte türküleriyle yeraldı. 20 Aralık 1994; Aksaray'da yapılan kamu e mkçilerinin uyarı eylemine türküleriyle destek verdi. 31 Aralık 1994; İYÖ-DER ve DLMK'nın Mücadele Gazetesiyle Dayanışma Kampanyası çerçevesinde düzenlediği şenliğe katıldı. 8 Ocak 1995; Maltepe SİP İlçe Örgütü'nün açılış şenliğine katıldı. 21 Ocak 1995; Kurugöl Kö yü Kültür ve Dayanışma Derneği'nin düzenlediği şenliğe katıl dı. 28 Ocak 1995; Kartal Pir Sultan Abdal Derneği'nin açılışına katıldı. 29 Şubat 1995; Çevre FM'in düzenlediği şenliğe katıldı.


HABER

YO R U M

BASINA VE KAMUOYUNA NO KT A HA B E R

1500 kişinin izlediği şenlik sonunda Grup Yorum'un son kaseti 'İleri'yi satın alan üç asker, komutanları tarafından tokatlandı. 19 Şubat 1995; Bursa Kestel HADEP'in açılışına katıldı. 21 Şubat 1995; Express Kargo 'nun direnişteki işçilerini ziyaret etti. 26 Şubat 1 9 9 5 ; İstanbul TİYAD'ın açılışına katıldı. Açılışı 200 kişi izledi. Aynı gün Mecidiyeköy Kültür Merkezi'nde yapılan "Hasan Hüseyin 'i Anma Şenliği" nde bir dinleti verdi. 2 Mart 1 9 9 5 ; Altı Nokta Körler Derneği ziyareti etti. Ziyaret sonunda küçük bir dinleti verdi. 5 Mart 1 9 9 5 ; Zeytin burnu Halkevi'nin düzenlediği Dünya E mekçi Kadınlar Günü etkinliğine katıldı. 8 Mart 1 9 9 5 ; *BEMSEN'in Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle yaptığı basın açıklamasına katıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin önünde yapılan basın açıklaması "Sabo'lar Ölmez" sloganları ve çekilen halaylarla son buldu. *YTÜ Fen- Edebiyat Fakültesi'ndeki 8 Mart şenliğindeydi. *OKM'de düzenlenen "Kadın Mücadeleyle Özgürleşir" konulu şenlikteydi. 350 kişinin izlediği şenlikte Tiyatro Direnç ve AGHS de kadınların mücadelesini anlatan birer oyun sundu. 11 Mart 1995; Maliye Sen ve Eğitim Sen'in düzenlediği Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinliklerinde türküleriyle yeraldı. GRUP EKİN 20 Ağustos 1 9 9 4 ; "Çanka ya Halkevi Gecesi"ne katıldı. Yıl maz Güney Sahnesi'nde ya pılan geceye 300 kişi katıldı 18 Kasım 1994;Seyranbağlar Halkevi'nin düzenlediği ge-

12 Mart gecesi İstanbul sokakları, panzerleriyle, helikopterleriyle, kurşunlanyla halkı sindirmeye çalışan vatan, namus ve emek düşmanlarının karşısında halkın öfkesine, ayağa kalkışına ve direnişine tanık oldu. Biriken öfke yüzyılların öfkesidir; Şahkulu'nun, Baba İshak'in, Kiziroğlu'nun, Pir Sultan'ın, Bedreddin'in öfkesidir. Biriken öfke Maraş'ın, Çorum'un, Sivas'ın öfkesidir. Sömürülmüşlüğün, ezilmişliğin, açlığın; emekçilerin alın teriyle, kanıyla sulanan vatan toprağına saldırının öfkesidir. Bugün öfke taştı, sel oldu; İstanbul, Ankara, Adana 'da. Kendi toprağında özgür, eşit ve onurlu yaşamak için yürüyen, ayaklanan, ölen emekçi halklarımızın kurtuluşa olan özlemi yokedilemez. Cesaret, direniş ve kavga türkülerimizle Gazi Mahallesi'nde kurulan barikatın, 1 Mayıs Mahallesi'ndeki direnişin, öfkenin, çatışmanın içindeyiz. Haklı ve kazanacak olmanın bilinciyle direnen halklarımıza can olsun türkülerimiz... GRUP YORUM

T AV IR

45


HABER

YORUM

AZİZ NESİN DAVASINDA NAZIM HİKMET'E FAŞİST SALDIRI 11 Şubat 1995 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'ndeki bir haberde y azar Aziz Nesin'in gazeteci Ergün Göze'ye, kendisine "v atan haini, zimmetçi, rüşv etçi, hırsız" if adeleriy le hakaret ettiği için dava açtığı v e bu dav anın sonuçları y eralıy or. Açılan dav ada Ergün Göze'nin sav unmasını, Alparslan Türkeş'in de aralarında bulunduğu "14'ler Grubu" içinde yeralan f aşist Muzaff er Özdağ'ın eşi Gönül Özdağ y apıy or. Gönül Özdağ savunma yapmak adına Aziz Nesin'den y ola çıkarak Nazım Hikmet'e, oradan da kudurmuş bir it gibi hızını alamay ıp tüm devrimcilere, Marksist-Leninistler'e saldırıy or, küf rediyor. Bu av ukat süprüntüsünün çanak yalay ıcı, sadık bir f aşist olduğu tartışma götürmey ecek denli aşikar. Zorbalığa öy lesine bağlı ki -bu Ergün Göze gibi bir kontrgerilla kaleminin av ukatı olmasından, "14'ler Grubu"ndan Muzaff er Özdağ'ın eşi olmasından anlaşılıy or- Aziz Nesin'e hakaret ederek başladığı "sav unma"sını önce Nazım Hikmet'e, oradan da tüm devrimcilere, sosy alistlere ve Marksist-Leninistler'e küfretmey e kadar v ardırıy or. İçindeki tüm halk düşmanlığını, uşaklığını v e dev rimcilere olan kinini kusuy or. Vatan, millet edebiyatları sahtedir bu faşist sürüsünün; kanlı, kara yüzlerini gizlemek için taktıkları maskeleridir. Maraş'ta, Çorum'da, Siv as'ta, Gazi v e 1 May ıs mahallelerinde olduğu gibi y aşlı, kadın, çocuk demeden katliamlar düzenley ecek, bebeleri bile hunharca doğray abilecek, "kana kan" naraları atarak insanları topluca ateşe v erebilecek denli halk v e insanlık düşmanı; ülkemizin emperyalizm tarafından talan edilmesini, halkımızın bollanmasını, e zilmesini, ClA'nın ülkemizde cirit atarak talimatlarla katliamlar düzenlemesini hazmedecek, hatta bundan haz duy acak denli v atan haini, milli şuurdan yoksun v e uşak ruhludurlar. Düny a çapında y ürütülen en büy ük uy uşturucu organizasyonlarını y ürütecek denli erdemsiz ve asalaktırlar. Ahlaksızlıkla koyun koyuna y aşar, ahlaksızlıkla düşüp kalkar, ahlaksızlık için birbirlerinin leşini y erler. Y ine dillerinde utanmazca dolanır durur "ahlak". Bu kadar ikiyüzlü, riy akar ve hay asızdırlar. Türkiy eli Marksist,Leninistler'e dil uzatamazlar. İşgal altında, özgürlüğe v e onurluca yaşamay a susamış v atan topraklarını özgür kılmak için mücadele verenler hakkında kökü dışarıda demogojisi yapamazlar. Kendi soy kütükleri Hitler'lere, Mussolini'lere day anır. Hamdullah Suphi Tanrıöv er'in Hitler v e Mussolini faşizmine övgüler düzdüğü, onlardan ilham almak gerektiğini söyley ecek denli aşağılaşan itiraf ları unutulmamıştır, dün gibi haf ızalarımızdad ır. ClA'nın paralı uşakları, ülkemizdeki uzantılarıdırlar. Ülkemizdeki CIA uzantılarıy la içiçedirler. ClA'nın emekçi halkı ezme, terör, provokasy on v e katliam tezgahlarının v azgeçilmez satılık ajanlarıdırlar. Marksist, Leninistler'in, dev rimcilerin v atan v e halk sev gisine, vatanın bağımsızlığ ı, halkların kurtuluşu için canlarını sev e seve v ermelerine, bunun için dünyay a meydan okumalarına onların akılları ermez. Çünkü kendileri afy onlanmış kaf alar taşır, tasmalarından bağlı oldukları düzenin komutlarıy la emekçi halkın üzerine hunharca saldırırlar. Dev rimciler ne kendi halklarının tarihini ne de dünya halklarının tarihini aşağı-

46

TA VIR

NO KT A HA B E R

cede türküleriyle yer aldı. 26 Kasım 1 9 9 4 ; An kara Çağdaş Radyo'nun düzenlediği geceye katılan grup 3000 kişiye seslendi. G R U P Y ORUM 28 Ağustos 1994; Genç i Ekin Sanat Merkezi'nin kuruluşunun 1. yıldönümü nedeniyle düzenlenen şenliğe katıldı. 8 Ey lül 1994;Seher Şahin'in mezarı başında yapılan anmada türküleri ve marşlarıyla yeraldı. 20 Eyliil1994; Ruhi Su'nun ölümünün 10. yıl yıldönü mü | nedeniyle yapılan me zar an ma sına katıldı ve burada "Bize Ölü m Yok" isimli parçayı seslendirdi. 3 Eylül 1994; "Dünya Barış Günü" nedeniyle Ortaköy Kültür Merkezi'nde gösterilen "Ölü msüz/Z" filmi öncesi bir dinleti verdi. 1 Ekim 1994; Brüksel'de düzenlenen "Gelin Halklar Bir Olalım, Kurtuluş Halayına Duralım" isi mli geceye katıldı. 8 Ekim 1994; Artvin'in Kemalpaşa ilçesinde düzenlenen Grup Yorum konserini yaklaşık 600 kişi izledi. 10 Ekim 1994; Çorlu Halkevi'nin düzenlediği gecede türküleriyle yer aldı. 15 Ekim 1994; DLMK'nın "4. Geleneksel Açılış Şenli ği"nde 300 kişiye seslendi. 16 Ekim 1994; Sarıgazi HAM DEP Belde Teşkilatı'nın açılış şenliğine katıldı. Şenlikte jandar manın elektrikleri kesmesi halayların çekilmesini engelleyemedi. 8 Aralık 1994; OKM'de gösterilen "Ana" filminden önce küçük bir dinleti verdi. 20 Aralık 1994; Kamu e mekçilerinin Kadıköy'de gerçekleştirdikleri uyarı mitinginde türküleri ile yeraldı.


HABER

YORU M

lamazlar. Emekçi y ığınları anlamanın, onları sevmenin en iy i yollarından birinin onların tarihini kavramak olduğunu çok iyi bilirler. Emekçi y ığınların tarihini kav rar v e severler. Kendi köklerini de bu tarihin içindeki başkaldırılarda, halk isyanlarında, direniş destanlarında bulurlar. Ama bilimsel bir tarih anlay ışları v ardır dev rimcilerin. Toplumsal gelişmelerin temellerini y ine toplumların iç dinamiklerinde ararlar. Halk kahramanlarını y ok saymazlar, insanlık düşmanı zorbaları kahraman ilan etmezler. Onlar buna akıl sır erdiremezler. Çünkü faşizmin tarih anlay ışı; gerçeklerin çarpıtılması, mantıklı olmayan insanüstü temellere dayandırılması, zulmün, zorbalığın baştacı edilmesinden ibarettir. Irkçıdır, insanlık dışıdır. Sözde kendi ulusunu sahiplenirken dünyanın tüm uluslarını, tüm emekçi halklarını aşağılay an, onlara diş bileyen bir kafatasçılığa sahiptirler. Oysa gerçekte kendi ulusunu da sevmezler. Tarih anlay ışlarına, Ergenekon Destanı gibi ipe sapa gelmez, deli saçması safsatalar bile sığmaktadır. Nazım Hikmet'in, Kore'y e Emperyalist işgali gerçekleştirmek için gönderilen Türkiy eli askerlere, "Kore'de sav aşmay ın, Kore halkı sizin emekçi kardeşlerinizdir!" çağrısını v atan hainliği, kalemini satmak olarak nitelemeleri ise uşak ruhluluklarının, milli onurdan yoksunluklarının ayyuka çıkmış bir örneğidir. "Kore'de savaşan Mehmetçikler" kimin sav aş» için kan dökmekte, ölmekte v e öldürmektedirler? Kore'de savundukları kendi vatan toprakları mıdır? Kendi emekçi halklarının çıkarlarını mı sav unmaktadır "Mehmetçikler"? Hay ır! Empery alizmin bölge egemenlikleri için, henüz gelişmekte olan y eni-sörnörgecitik ilişkilerinin bekaası için ölmekte v e öldürmektedir halklarımızın 5000 emekçi genci. Kore'ye katletmeye gittikleri; zorba işgale son v ermek, vatan topraklarının bağımsızlığın ı sav unmak için ayağa kalmış Koreli emekçilerdir. Kore'de savunulan Empery alizmin çıkarlarıdır. Buna savaş açmıştır Nazım Hikmet. Ama Empery alizme kendini satmak, uşaklığını kanıtlamak istiy ordu Türkiy e burjuv azisi. Körfez'deki empery alist sav aşa benzer bir süreç y aşanıy ordu o günlerde. Emperyalizmin "hibe" ettiği 120 mily on lira karşılığında 5 bin askerin kanını satıy ordu egemenler. Muhalif leri, y urtsev erleri susturmak istiy ordu. O ünlü '51 tevkifatı' başlıy or, Nazım Hikmet için "v atan hainliği" kampany asına girişiliy ordu. Y ani, burjuv azi halkını satıy ordu; milli onurunu, bağımsızlığın ı. Nazım Hikmet, bugün olduğu gibi, o gün de "v atan haini" diy e hırlaşanlara en güzel cev abı v eriyordu "Nazım Hikmet Vatan Hainliğine Dev am Ediy or Hala" şiirinde. İşte bunlar, o gün olduğu gibi bugün de Emperyalizmin çıkarları için Kore'ye asker gönderilmesinin yani kiralık katil görevi üstlenilmesinin "...alkışlanmasını istemek kadar haksız, icapsız v e Türk milletini şuursuz, izansız sayma anlamını taşıy an bir provokasyon ve cüretkarlık" görevini üstlenmişlerdir. Emekçi halklarımız bunların gerçek y üzünü biliy or. Kendilerini en son Gazi Mahallesi'nde satılığa çıkardılar ama karşılığında gördükleri, ölümü yenmiş insanların barikat direnişleriydi. Halkların haf ızası dostlukları da düşmanlıkları da unutmaz. Ne kadar ikiy üzlüce kendilerini pazarlamay a çalışsalar da halkın öf kesinden yakalarını kurtaramayacaklar.

OKM - ORTAKÖY KÜLTÜR MERKEZİ Azgın Sömürü Çarkı ve Bu Çar k İçindeki İnsan İlişkileri

İŞ Hasan Kıyafet'in "Baraj" adlı öyküsünden uyarlanmıştır Senaryo ve Yönetmen: Ahmet Faik Akıncı Filmin gelirinin bir bölümü Gazi ve 1 May ıs Mahalleler indeki ayaklanmada şehit düşenlerin mezarlarının yapımına, Pendik Belediyesi ve Ekspres Kargo'dan atılan işçilere, TİYAD'lı ailelere ve DETAK'a aktar ılacaktır.

Gazi ve 1Mayıs Mahalleleri'n de şehit olanların mezarlarının yapımı için Haklar ve Özgürlükler Platformu'nun başlattığı yardım kampanyası İş Bankası İstanbul Cağaloğlu Şubesi Jale İzzetoğlu adına Banka Kodu: 1095 Hesap N o : 438551 T AV IR

47


H ABER YOR UM YASAKLAMALAR, SORUŞTURMALAR, GÖZALTILAR, CEZALAR; DEVRİMCİ SANAT SUSTURULAMAZ! D ER G İ Mİ Zİ N 2 MU H A Bİ R İ T O PL A M 1 6 YI L H A Pİ S C EZ A SI N A Ç A R PTI RI L DI : Yu rt dı şı nd an d ö nerke n A nkara'd a gö zaltına alın an ve yo ğun işke n celerde n son ra tut ukla nıp An ka ra M erke z Ka palı Ce za e vi'ne kon u lan de rgi miz çalı şa nı Ayçe İdil E rkm en, An ka ra 2 No.l u D GM ta rafı nd an çı karıldı ğı il k du ru şma da 3 yıl 9 a y h api s ce za sın a ça rptı rıldı . Hi çbi r hu ku k kuralına u yma ya ca k şe kild e sa vun ma yap ma, a vu kat i ste me gibi ha kla rın da n ya ra rlandırılma yan çalı şanı mı za, da va do sya sı nı d ahi in cele yerned en b u ce za verildi. Aİ Erkme n'in TCK 'nı n 16 8/2 ma dde si u ya rın ca d a va a çıldı ğın ı, fa kat 16 9. ma dd e sin ce ce za ve rildiğini il k d uru şmad a ve ka ra r o kun u rken ö ğren me si, D GM 'ni n ke ndi ya sala rın a bile u ym a g e re ği du ym ad ığı m gö st e rmi şti r. Bu tut u mu yla D GM ko ntrge rilla hu ku ku nu n u ygul a yı cı sı old uğ un u bir ke z da ha kan ıtla mı şt ır. Aynı ko ntrge rilla hu ku ku de rgimi zin A n ka ra bü ro su m uha birle rind en Ut ku D eni z Si rke ci için de u yg ulan dı. 4 Ağ u sto s 199 4 ta rihind e B ağ cıla rd a di ren ere k şe hit dü şen Hal k Ku rtulu ş Sa va şçıla rı nda n Özle m Kılı ç'ın cen aze sind e g ö zaltı na alınıp t utu kla na n m uh abiri miz, An kara D GM ta rafı nd an 12 yıl h api s ce za sın a ça rptı rıldı . D ER Gİ Mİ Z İN 32. SA YI SI NA SO R U ŞT U R MA A ÇI L DI : De rgimi zin 3 2. sa yı sın da ye rala n "B ağ cıla r'da Bi zimle ydin" adlı ya zı ya "su ç sa yıla n eyl emi ö vme " ge re kçe si yle İ sta nbul Cu mh uri yet B a şsa vcılığı t ara fınd an so ru şt urma a çıldı . Bu rju va b a sın bile B ağ cıla r'd a ki direni şin; ina n cın ve ce saretin zaf eri old uğu nu gi zle me yi ba şa ram am ı ştı. Ta vır'ı n d e vri m ci d u ya rlılığı nd an ve so rumlul uğu nd an çı ka n ya zı ya' so ru ştu rma a çıla bilir. An ca k b u ba skıla ra ce va bime de vrim ci du ya rlılığı mı zı sü rd ürm emi z ola ca ktı r. Ta vır d ergi si e şit ve ö zg ür bi r dü n ya i çin sa va şa nla rı n se sini ta şı m a ya d e va m ed e ce k. A YŞE G Ü L EN HA L K SA H N ESİ VE F O SEM EL EMA N L A R I N A H A Pİ S C EZ A SI: A GHS o yu n cuları na 5 Nisan so ygu n ka ra rlarını içere n "Za mlara Ha yır" adlı so kak oyu nu n ede niyle Be yko z A sliye ce za mah kem e si ta rafı nd an l'er yıl 3'e r ay ha pis ce za sı verildi. Oyun cula r, Ha kla r ve Özgü rlü kler Platfo rmu'nu n "A çlığa ve Zulme K arşı A yağa K alk! " ka mpa n ya sı çe rçe ve sind e Be yko z De ri- K und ura Fab ri ka sı işçilerin e, fab rika ön ünd e o yna dı kla rı o yun son ra sı Be yko z Terö rle M ü ca dele E kiple ri ta rafı nd an gö zalt ına alın mı ştı. Gö zalt ına alın anla r a ra sın da o yun u gö rü ntüle me ye çalı şa n FOSE M(Foto ğra f ve Sin em a Em e kçileri) elem anı ve de rgi miz m uha biri Gül er Algül d e b ulun u yordu. E rt e si g ün çı ka rıld ı kla rı sa vcılı k ta raf ın da n se rbe st bıra kıl an san at çıla r ". ..hi çbir yet kili m ercii de n izi n alm a ksı zın , izin si z ola ra k.. .işçile rin çı kı ş saa tind e topla na ra k. 'I MF Pa keti ve 5 Nisan Pa ke ti'ne Ha yı r' şe klinde ko nu şma ya pa ra k, i şçile ri yürü yü şe ve i zi n siz di re ni şe t e şvik etti kle ri... san ı kla rın i zin si z to plan tı ve gö ste ri ye so n verm e u yarıla rın a u ym adı kla rı. .. "ge re kçe siyle 1 5'er a y ha pi s ve 365 'e r bin lira p ara ce za sı na çarptı rıldıl ar. Ve rile n ce za "... yenid en suç işlen diği ta ktirde b u su çu n ce za sı nın aynen çe ktirile ce ği" ko şulu yla e rtelen di. An ca k A GHS o yu n cula rı so ka k o yu nla rı na de vri m ci h al k ti ya tro su a nla yı şı yla de vam ed e ce k. Ö Z G Ü R L ÜK T ÜR K Ü SÜ 'N E SO R U ŞT U R MA : Özg ürlü k Tü rkü sü elem anla rına 9.9. 199 4 ta rihinde Yedi kule Zind anla rı'n da ya pılan "Yıl ma z Gü ne y Y aşıyor" g e ce sinden sonra so ru ştu rm a a çıldı. F atih A sliye Ce za H aki mliğine sunula n iddia nam ede şu görü şler yeralı yo r: "'Y ılma z Gü ney Ya şı yo r' adlı şölen de, kimlikle ri t espit e dilem e yen kişile r t arafın da n to plant ını n a ma cı dı şı na çı kılara k bölü cül ük pro pa gan da sı ma hiyetind e slo ga n attı kla rı, sa nı kların d a bu slog an a tanla ra eng el olma yara k soruml ulu k ve yü kü mlülü kle rini yeri ne ge tirme di kle ri... Sa nı kla rı a yrı a yrı e yle mle rin e u ya n 2 91 1 S.K . 1 2, 23 m ad del eri dal aleti yle 2 8/3 ma dde si u ya rı n ca ce zalan dırılm alarına ka ra r veril me si t ale p ve iddi a ol unu r. .. " E vet, san at çı kimlikl eri ne yeni yükü mlülü kle r e klene n sana t çılar, a rtı k binle rce kişinin katıl dığı g ecele rde slog an atılm a sın ı e ng elleye ce k, bu na rağ men slo ga n a tılırsa bu ki şile rin ki mlikle rini belirle ye ce k, yin e ol ma zsa mü zi k aletle ri yle geti rdi kle ri co pla rı konu ştu ra ca klar! Bu yü kü mlülü kle rini ye rine g etirme yen sa nat çıla r i se ce za ya ça rp tırıl a ca kla r anla şılan. Fa şi zmin ya sala rı nı u yg ulaya nla r şunu bilmeliler ki; Özg ürlü k Tü rkü sü ve kalple ri halkl arı n kurtulu şu i çin ça rp an san at çıla r poli slik ya pm a zlar. Onla r de vrim ci co şku ve h e ye ca nla slo gan ata n bir kitle yi su st u ra ca k kad ar o nu rsu z de ğillerdi r. E ğe r kitl e yi su stu rma ma k, o nları slo ga n at ma ya yani isya na t eşvi k i se; Özg ürlü k Tü rkü sü ve de vrim ci sa nat çıla r bü tün t ürküleri nde ve ma rşla rın da b u ça ğrı yı yap a ca kla rdır. Ç ün kü bu i sya nın son un da ö zgü r, d e vri m ci bir h al k ikti da rı va rd ır, bu ko ku şmu ş dü ze nin t ersi ne i n celi kle rle ö rül mü ş on u rlu bir dü n ya , o nu rlu bir ya şam va rd ır. AN K A R A EK İN SA N AT MER K EZ İ VE İ Z Mİ R EG E K Ü L T Ü R VE SA N A T MER K EZ İ B A SI L DI : An ka ra E KM 2 3.3. 199 5 ta rihinde 4. kez ba sı ktı ve çalışanla rım ızdan Hilal Önlü ile Yu suf A ksa ç gö zaltı na alındı. İ zmir EK SM ise 15. 3.1 99 5 t ari hind e ba sıld ı ve Gru p Gün ı şığı ele m anı Ba rı ş Yıld ırı m gö zaltın a alını p t utu kl an dı. D e vletin gö zün de d e vri m ci kült ür m erke zle ri teröri st yu va sı , d e vri m ci san at çıla r i se t e rö rist. Gru p Yo ru m 'a "si zin t ürküle riniz sila h kad ar t ehli keli" diyen a nla yı şın bu d ü şün celerin de n va zg e çm e si be kle ne me z. A n ca k kült ür me rke zle rini ba sıp, sana t çıla rı t utu kla m a kla d e vri m ci sa na t üreti mleri e ng ellen ebilir mi ? D e vri m ci kültü r ve sa nat f aali yetl eri ço ktan mü cad ele i çe ri sin de ki yerini aldı. Ka ra rlı, i nat çı, in an çl ı... kültür ve sanatta TAVIR aylık sanat ..dergisi

ortaköy kültür

yazı

yazışma adresi

ankara

ve sanat bilims el araştırma

İşleri müdürü

yay. org. fil m

ahmet" latif tiftikçi

ortaköy kültür merkezi dereboyu cad. no:1 10/55 ortaköy/istanbul tel-fax: (212)2 586 987

ekin sanat merkezi sağlık sok. no28/7 sıhhiye

tic. san. Itd. mart "95 şayi 33

şu.

adına sahibi: sadık çelik

48 T A V I R

izmir ege kültür ve sanat merkezi ' 859 sok. no:5/A saray işhanı konak

adan a

diyarb akır

malatya

inönü cad. aydın inönü cad. işhanı temiz apt. kat.5 kat:6 no:5 tel:(322) 35217 44

inön ü cad. leble bici apt no:36/6

abon e koşulları

(6 aylık) 120.000-TL 250.000-TL akbank ortaköy-is t şb. hesapno:

8583

al manya iç in

(1 yıllık) 60.-DM yapı kredi bankası hs.no: 30046 46-6

ofset hazırlık: tavır yayınlan basla: gürtaş ofset




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.