"AYÇE İDİL ERKMEN SANATSAL ÜRÜNLER KAMPANYASI" O SANATÇI ELLERİYLE YAŞAMİ YENİDEN YARATAN Ayçe İdil Erkmen... Bir sanatçıydı. Emekçiler hakettiği insanca yaşama kavuşsun diye yüreğini, bilincini kavgaya sundu. Önce türküledi yaşamı. En güzel notalara imzasını koydu, emekçiler için yazdı, oyunlar sahneledi. Sanatsal yeteneklerini bir tanrı vergisi gibi görüp kendisine saklamadı. "Tüm benliğim halkımındır" diyenlerdendi. O, halkın sanatçısıydı. ...Ve tutsak düştü. Halkı için yazdığı, halkı adına tiyatro oynadığı için tutsak düştü. Zindan karanlığını aydınlığa çevirmek, ezilenlerin mücadelesini yükseltmek için bedenini sundu yaşama; Ölüm Orucu'na yattı. Direnişin 68. gününde şehit oldu. Şehit olurken bize büyüyen bir onur bıraktı. Halkın sanatçılarının onuru oldu. ••
Şimdi Ayçe İdil Erkmen ve tüm Olum Orucu şehitlerinin anısını yaşatmak, mücadelelerini anlatabilmek için bir kampanya başlatıyoruz. Onları anlatan öykülerinizi, şiirlerinizi, tiyatro oyunlarınızı, şarkılarınızı, marşlarınızı
1 Aralık 1996 tarihine kadar bekliyoruz!
ÖYKÜLERİMİZLE, ŞİİRLERİMİZLE, MARŞLARIMIZLA, ŞARKILARIMIZLA, TİYATRO OYUNLARIMIZLA, RESİMLERİMİZLE AYÇE İDİL ERKMEN'İ YAŞATALIM! m
Kültür ve Sanatta Halktan Yana TAVIR Dergisi ANADOLU HALK KÜLTÜR-SANAT MERKEZİ
Adres: Anadolu Halk Kültür-Sanat Merkezi Şahkulu Mah. İlk Belediye Cad. No: 10/3 Beyoğlu/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 243 03 13 Özgür Halklar Komitesi (Information Zentrum für Freie Völker) Kalkarer Str. 2 50733 Köln/ALMANYA Tel: (00 49 221) 760 76 56 - 760 76 80 Fax:760 28 87
TAVIR EY LÜL 1996
1
BU SAYIDA
kültür ve s a n a t t a halktan y a n a TAVIR
ay lık sanat dergisi ey lül'96 sayı:3 anadolu kültür sanat bilimsel araştırma y ay. org. f ilm. tic. san. ltd. şti. adına sahibi: sadık çelik
Merhaba
2
T avır
İnancı mı zı n Görkemli Dili
3
S e l ç u k Demirci
Kumrunun Sabah T ürküsü
7
B u c a Cezaevi Ölüm Orucu Direnişçileri
8
Çağla Akar
Kültür Cephesi ve Meclisler Üzerine
10
T avı r
Görüşler/Öneriler
13
T avı r
Frederic Joliot Curie
16
Hakan Alak
20
E r d e m Aydemir
Aydınm ı s ı n?
24
Ölüm Orucu Direnişçileri
Zafer Halayı
25
Ölüm Orucu Direnişçileri
Ş e y h Bedreddin Ayaklanması - II
26
Yasemin Özdemir
Film Karelerinde B ü y ü y e n Güzellik
35
Hüseyin Elçi
Karikatür
36
Yaşar Babalı k
Sı ra Sana Gelecek
37
İbrahim Karaca
T utsak Kumandana Dedi ki
38
Hayati Azim
41
Mehmet Özer
42
Erdoğan Ekiner
44
Grup Y o r u m
Direniş veT e bes s üm
y azıişleri müdürü hüseyin avni akkaya yazışma adresi anadolu halk kültür sanat merkezi şahkulu mah. ilk belediye cad. no:10/3 bey oğlu/istanbul tel/f ax:(0212) 243 03 13 iletişim adresleri: Okmeydanı halk kültür merkezi piyalepaşa cad. no: 148 Okmey danı/İstanbul İzmir ege kültür ve sanat merkezi 859 sok. no:5/A saray işhanı konak ankara ekin sanat merkezi sağlık sok. no:28/7 sıhhiye adana inönü cad. aydın işhanı kat:5 no:505 tel: (0322) 352 17 44 duisburg/almanya hagedorn str. 15, 47169 duisburg tel:(00 49 203) 40 11 26 abone koşullan (6 aylık) 450.000.-TL (1 y ıllık) 900.000.-TL hesap no (TL): 1116-0317930 işbankası ortaköy-istanbul şb. ofset hazırlık: tav ır y ay ınları baskı: gürtaş ofset
15-16 Haziranlar'la Dirilmek
2T em m uz Ölümü Güle Çevirir Bedenlerimiz
Saklı Bir Sevgidir Gözlerimde Güz Yanı ğı R e s i m l e r
Geliyoruz
2
TAVIR EYLÜL 1996
MERHABA "Canım Yoldaşlarım Sizlerle yaklaşık 1.5yıldır aynı cezaevini paylaşıyoruz. Birlikte çok şey yaşadık; sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, direnişlerimiz. Bu geçen süre bana birçok şey öğretti. Her birinizden birçok şey öğrendim. Ve onurlu bir direnişin içerisinden sizleri selamlıyorum. Bu direniş, kendini yenileme, yoldaşlık sevgisi, bağlılık, kararlılık ve tarif edilemeyecek birçok duygu ve düşünceyi yaşattı bana. Bunu bana yaşatan sizlersiniz; partime duyduğum güven. Direnişimiz şehitlerle zqfere ulaşacak Bunun coşkusunu yaşıyorum. Her birinizle belki dolu dolu geçiremedik zamanımızı. Belki birbirimizi üzdük, belki kırdık, belki daha çok emek harcamayı öğrendik. Şimdi bugün yaşananlar, bunların çok ötesinde duygular ve düşünceler. Sizleri çok seviyorum. Gözlerinizdeki pırıltılı bakışlar en büyük güç kaynağı. Herbirinizi Ölüm Orucu Direnişi'ne başladığımız günkü gibi sımsıkı kucaklıyorum. Zafer bizim olacak!" "Ölürken bile olanca gücünü dünyanın en asil amacına; insanlığın kurtuluş mücadelesine adadığını söyleyebilecek şekilde yaşayan" o insanlar olduğu için, gelecek o kadar aydınlık, o kadar sevinçli olacaktır bizlere. Yaşamayı öylesine çok seven, yaşama öylesine tutkuyla bağlı ama bir avuç çirkefin kirlettiği dünyamızda eşitçe, namuslu, sınıfsız bir düzen için yaşatmayı görev bilen ve bu vatan, bu dünya ezilen halklarındır diyerek bedenlerini gururla ölüme yatıran o insanlar olduğu için, gelecek o kadar umutlu, o kadar yakındır bizlere. Tanımalıyız onları... Çünkü onları tanımak; dünyayı özgürleştirme, aydınlatma mücadelesinde atılacak adımların daha da gürleşmesidir. O gür adımlara bir adım daha eklenmesi, yani çoğalmak, birlik olmaktır. Onları tanımak; haklı bir dava uğruna ölünebilecek bir bilince, iradeye ve kararlılığa sahip olmayı gerekli kılan en önemli duygunun, özgür vatan sevgisi, halk sevgisi olduğunu öğrenebilmektir. Onların arasında sevgili İdil'imiz de vardı. Tanıyın istiyoruz idil'i. O; sevdamızın, inancımızın, irademizin görkemli dili. O; halk ve vatan sevgisinin yeni ismi. İdil'i anlatmaya sonraki sayılarımızda da devam edeceğiz. Bir kampanya başlattık; "Ayçe İdil Erkmen Sanatsal Ürünler Kampanyası"... Duygularınız ürünlere dönüşsün, bir devrimci sanatçı ve Ölüm Orucu Savaşçısı ürünlerle de kalıcılaşsın diye. Bir kitap hazırlıyoruz; kendini adadığı gelecek bu kez de onun adıyla müjdelensin diye. Onun yoldaşlarına yazdığı son mektubuyla başlamak istedik "Merhaba"mıza. O sözler tüm insanlığa bir sesleniş; sevgi dolu, umut dolu, öyle içten, öyle yalın. Tanımalıyız onları ve idil'i Kökleri Kawalar'da Pir Sultanlar'da, Mahirler'de. Şeyh Bedreddin hareketini anlatmaya devam ediyoruz. Bugünümüze ve geleceğimize ışık tutan değerlerimizi, tarihimizi hatırlamanın ve daha ötesi kavramanın önemini vurgulamak istiyoruz. Yalnızca ülkemiz mi? Halkların kurtuluşu evrenseldir. Dünya halklarının özgürlüğü uğruna kaba değerler yaratan nice örnekler var. Bilim adamı Frederic Joliot Curie'de bunlardan biri. Onun gibileri de anlatmaya devam e d e c e ğ i . Ö r n e k almak ve değerlerine sahip olabilmek için. Dergimizi çıkarmanın ve sizlere ulaştırmanın güçlükleri sürüyor. Grup Yorum'un yurtdışı turnesi dönüşü beraberinde getirdiği, maddi değerinden öte sizlerin malı olan ve dergimizi hazırladığımız bilgisayarımıza polis tarafından el konuldu. Grup Yorum'a yönelik operasyonda bilgisayarımız da gözaltına alındı. Onun da tutsaklığı(!) devam ediyor. Bir önceki sayımız Erdem Aydemirin "Ver Elini Dağlara" adlı yazısından dolayı toplatıldı. Tüm bunlar Tavır'ımızı çıkarmaya engel değil. Ama daha iyi nasıl olmalı? Sizlerin eleştirileri, düşünceleri ve önerileri Tavır'ı daha zenginleştirecek, işlevini güçlendirecek. Mektuplarınızı bekliyoruz. Bir sonraki sayımızda buluşmak üzere...
Dostlukla...
TAVIR EYLÜL 1996
3 SELÇ UK DEMİR C İ
İDİL İNANCIMIZIN G ÖR K E M Lİ D İ L İ
M
it-ral-yöz... mitral-yöz... Sayıklıyor İdil. 63. günde 38 kiloya düşmüş bedeni, direniyor ölüme. Yoldaşları başucunda anlamaya çalışıyorlar dudaklarından belirsizce çıkan kelimeleri. Sarsılıyor koğuş. Bir yoldaşı "Mitralyöz sensin İdil" diyor. Ve İdil'in son sözü dökülüyor dudaklarından; "Evet mitralyöz benim" Artık konuşmuyor. 69 gün süren direnip sürecinin 68. gününde, dudaklarında çok belirgin bir gülümsemeyle son nefesini verirken; direniş boyunca ölümle alay eden İdil, o son sözüyle, daha birkaç gün önceden yere çalıyor ölümü, kepaze ediyor. "Mitralyöz benim!" Hey insanlık! Binlerce yıllık insanlık geçmişini bağrında taşıyan tarih! Duyun bu sözü! Duyun ve katın; acıların, kıyımların ortasından yeşerttiğiniz değerlerinize. Duyun ve işleyin; ak sayfalarınıza. "Mitralyöz"... Beynin beslenebilmek için vücudu hücre hücre yiyip bitirdiği bir anda; inancın, kararlılığın sınandığı o anda; dorukta konuşuyor İdil; "Mitralyöz" "Mitralyöz sensin" "Evet mitralyöz benim" Bilinçaltının tüm benliğe hükmettiği anlarda, insanın sarfettiği kimi sözler onun kişiliğiyle açıklanamayabilir duyanlar tarafından. Küfreder
4
TAVIR EYLÜL 1996
insan, hem de ağız dolusu; yaşamı boy unca o ana kadar bir kez olsun ağzından kötü söz çıkmamış olsa da. "Gidin başımdan, defolun" diy e bağırır; y anıbaşında çok sevdiği insanlar olsa da. Sev diği bir insanın adını say ıklar; belki o ana kadar sakladığı bir duy guy u açığa vurarak. Annesine seslenir, ağlar, güler; kendinde olsa belki de kesinlikle yapamay acağı bir şekilde. Ama hoşgörüy le karşılanır. Çünkü sağlığında değildir, uyku halindedir. Ama bir gerçek daha v ardır; o sözler, gizlenmiş de olsa varolan bir duy gudur, kişiliğinin saklı y anıdır. Peki y a İdil? O anda; direnişin, kararlılığın en son perdesinde sarfettiği o söz? Mitraly öz? 1991 y ılından bu y ana halklarının kurtuluşuna duyduğu özlemle söylediği her sözün, attığı her ileri adımın tek bir sözcükte ifadesi bu. Ve insanlığın y üzlerce y ıllık direniş tarihinden süzülüp geliyor. Güç, kararlılık, inanç, sev gi tek bir sözcükte kilitleniyor. O kadar saf v e y alın. Zalimin karşısında mazlumun duy gusu. Haklı olanın zulmedene anlay acağı dilden öf kesi, kini. Ve beynini, bedenini insanlığa adamış bir insanın, bir sav aşçının diğer adı: Mitralyöz... Bedreddin... Mitralyöz... Pir Sultan... Mitralyöz... Kawa... Mitralyöz... Mahir... Mitralyöz... Apo, Fatih, Hasan, Haydar... Mitralyöz... Niyazi, Sabo, Sinan... Mitralyöz... Sibel... Mitralyöz... İdil... İdil... bir sanatçı o. Müzisy en, oy uncu, y azar. Hepsinde başarılı olmak istiy or. Y eteneklerinin f arkında. Y eteneklerini besleyecek sınırsız bir kay nağa sahip; halkın içinde ve örgütlü. Bunun yüklediği sorumlulukların f arkında. Ve bir savaşçı o... Sanatçı ve savaşçı... Olamaz mı? Farkı ne? Bir sanatçı savaşçı olamaz mı, sav aşamaz mı? Ay nı duy gulara, ay nı duyarlılığa sahip değiller mi? Bir sanatçı savaşçı olamaz mı? Bu, duy guların y itimi midir, körelmesi midir? Ülkem acı çekiy or, ülkem ağlıy or, vatanım işgal altında, alınteri satılıy or ama ülkem halkımındır, özgürleşmelidir diy en her sanatçının önündeki bir seçenektir bu. Konumuna alternatif bir seçenek de değil. Bir çelişki hiç değil. Zıtlık yok bu kararda. Bir sanatçı hiçbir duy gu
yitimine uğramadan sav aşçı olabilir. "Döğüşeme mek bir mavzer kurşunu kadar olsun bilfiil" (N. Hikmet) demeden, bedenini bir silaha dönüştürebilir. İdil de veriyor kararını. Ölüm Orucu Sav aşçısı olurken sanatçı y anını bir kenara koymuy or. O, geçmişte kalan bir özellik değil, kendisini sav aşçı yapan bir birikim, bir değerler toplamı. Özgürlüğüne henüz birkaç ay kalmışken y atıy or Ölüm Orucu'na. Bir ressamın y aratacağı en güzel esere kay nak olur gibi hareketsizleştiriy or bedenini. Coşkun akan bir ırmağın denize ulaşması gibi durulaşıyor. Ama yüreği mitralyöz, beyni mitraly öz... Ve sanatçı y aratıcılığıy la en güzel eserini sunuyor insanlığa; kendisin). Doruğa çıkıy or, zaf ere ulaşıy or. Sanatçı y aşatandır, y aşamın en güzel değer olduğunu, onun güzelliğini oluşturan incecik ayrıntıları insana ulaştırandır. Nasıl y aşanması gerektiğini aktarandır. İdil özgürlüğüne 11 ay kala y akalıy or o anı; görüy or yaşatmak için en güzel eserin kendisi olduğunu v e atıy or adımını güv enle, y üzlerce y oldaşıy la birlikte düşman ormanına. İnsanlığın bütün değerlerini; namusunu, saf lığını, güzelliğini, özgürlük hasretini y anına alarak dalıy or karanlığın ortasına. Biliy or, bir gün binlerce, milyonlarca İdil'in aydınlanan o y erde boy v ereceğini. Hey sanatçılar, aydınlar! Tanıyın İdil'i! Tanıyın ve aktarın yüreğinize. Sizi denize taşıyacak olan o deli ırmağa cesaretle sokacak inançtır, bal tadında sevdadır yüreğinize kattığınız. Gurur duyun İdil'le. Halkı için yaşayan bir sanatçıdaki cüreti ve yaratıcılığındaki sınırsızlığı görün ve onurlanın. 1991 y ılının ilk ay larında Ortaköy Kültür Merkezi'ne ilk adımını atıy or İdil. Y anında bir arkadaşı, "Biz geldik" diyorlar. O anda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi 2. sınıf öğrencisi, İY Ö-DER'li, üniversite gençliğinin coşkulu dinamizmine sahip ama yüreğine söz geçiremiyor. Çünkü bir sanatçı o, tıpkı babası gibi. Babasının uzun bir tiy atro geçmişi var. Y ıllar boy u prof osy onel oy unculuk v e y ö-
netmenlik yapmış Semih Amca. Özelliklerini İdil'e taşımış; sanatçı yüreğini, sanat sevgisini. Küçük yaşta piy ano kurslarına y olluyor. İdil Biret gibi olsun istiy or. Düny a tanısın onu, y eteneğiy le say gınlık kazansın istiy or. Arzusu gerçekleşsin diy e İdil Biret'in ismini v eriyor kızına. Piy ano çalışına tanık olan azdır İdil'in. Çünkü insanların önünde utanıy or. Güzel çaldığını hepimiz biliy oruz ama o çalmamakta ısrar ediy or. OKM'y e gelişinin ilk günlerinde bir OKM çalışanı "Sen hangi enstrümanı çalıyorsun?" diy e soruyor. "Piyano" diy or İdil. "O zaman gel Yoru m odasına gideli m de bir dinleyeyim". Hey acanlanıy or İdil. Sınandığını düşünüyor. Y etkin bir müzisyenin kendi yeteneğini ölçtüğünü sanıyor. Oturuyor klavyenin başına. Şimdiy e kadar piy anoda çalışmış bu nedenle klavy ede zorlanıy or. Bethoov en'dan bir parça çalıy or elleri titrey erek. Bitirdiğinde karşı taraf bir tepki v ermiy or. Soruy or heyacanla; "Nasıl Buldun ?" "Valla ben zaten müzikten anlama m ki!.." Tüm hey ecanı geçiyor İdil'in. Oy sa şu geçen bir kaç dakika, belki de okul hay atı boy unca geçirdiği sınav ların birçoğundan daha heyacanlıydı onun için. Bir daha böy lesi heyecanlar y aşamak istemediğinden midir, bilinmez ama piy ano başında İdil, nadir rastlanan görüntülerden oluy or. Babasının, sanat sevgisini kendisine taşımasını bir adım ileriy e götürüy or İdil. Sanatın işlevinin, halkların özgürleşme mücadelesine katkı sunduğu oranda y erine gelebileceğini kav rıy or. Bu mücadelenin v e y aratıcılığın isimsiz y eteneklerinden olmay ı y eğliy or. Çok y önlülük mayasında v ar İdil'in. OKM'y e geldiğinde henüz kurulmuş olan v e ilk elemanlarından olduğu Özgürlük Türküsü'nün yoğun çalışmaları, Ortaköy Halk Sahnesi'nin tiy atro çalışmasından alıkoy muy or onu. Sev iyor tiy atroy u. Sev mesinin yanısıra oy unculuk y eteneğini de açığa çıkarıy or. İlk rolü ise... Bugünden bakıldığında bu rolün garip bir tesadüf olduğu düşünülebilir. Ama mücadelemiz içerisinde bir gerçekliğin ifadesi. Kendi özgünlüğü içerisinde bir yoldaşın görev ini sürdürmek, bir bayrağın dev ralınması... İdil'in ilk rolü "Ey-
TAVIR EYLÜL 1996
lül Anaları" adlı oyunda bir tutsak annesi. Ve bu rolü o ana kadar Ayşe Gülen oy nuy ordu. Ama o gün Ayşe gözaltında. 1 May ıs 91 kutlamalarında Ay şe, eylem sonrası gözaltına alınıy or. Oyun ise 1 hafta sonra Harbiy e Muhsin Ertuğrul Tiy atrosu'nda oy nanacak. Hemen koy uluyor çalışmalara. Nasıl da hey acanlı! Utangaç yapısı hey acanını besliyor. Oy un günü kuliste ay na karşısından ay rılmıy or. Mimiklerine bakıy or, ezberini tekrarlıy or. "Bir ana için çok mu genç gösteriyorum?" diy e soruy or. Ama duy gular? Biliy or evladı zulmün göbeğinde olan bir ananın acısını. Hissetmeye çalışıy or ve çıkıy or sahney e. Ana y üreğindeki acı, öfkeyi doğurur zalime karşı. Sahnede cezaev indeki subay, oğlunu sormak için kendisine "Yavrum" diy e seslenen bir anay a hakaret yağdırıy or; "Çekil başımdan! Nerden yavrun oluyor muşu m? Ko münist tohumu peydahlayanlar anam ola maz beni m!" İdil atılıy or subay a, iki eliy le y akasından kav ray ıp sarsıy or onu; "Bana bak! Sert tohum bile olama mışsın. Evet evet tohum bile değilsin sen. Senin hiç baban ol ma mış" Sesi güçlü, bağırıy or ama titrey erek çıkıy or. Bu, y alnızca hey ecandan değil... y akalıyor o duy guyu, hırslanıy or. Biraz daha sürse, belki de ağlay acak hırsından. Oy un boyunca bir çok duyguyu y aşıy or; ağlıy or, meraklanıy or, kırıy or, gülüy or, neşeli türküler söylüy or... Oyun bittiğinde hey ecanı geç-
5
miy or. "Nasıldı?" diye soruyor herkese. Ama özellikle annesinin tepkisini merak ediy or. Annesi v e abisi de izley enler arasında. Y aklaşımı çok önemli İdil için. Onun da gelişmesini istiyor. Ama annesi y anına gelmiy or. Üzülüy or, hem de çok. Aile düzeni sorunlu İdil'in. OKM'y i tercih etmesi bu sorunu büyütüyor. Annesiyle arası tüm uğraşlarına rağmen giderek açılıy or. Sık sık yurtdışı turnesi v e tutsaklık dönemi istediği gibi ilgilenmesini engelliyor. Tutsaklığında y azdığı her mektupta "Babamla ilişkiyi kesmeyin, annemle görüş meye çalışın" uy arısını tekrarlıy or. İdil'in "Eylül Anaları" oy ununda Ayşe'nin rolünü üstlenmesi şimdi bambaşka bir öneme v e değere sahip. Bugün Türkiye halklarının mücadele v e kahramanlık tarihinde silinmemecesine yerlerini alan iki devrimci sanatçı, onurlu y aşamlarında da bu rol say esinde birbirlerini dev am ettiriyorlar. Ayşe Gülen 17 Nisan 1992'de şehit düştükten bir süre sonra, İdil bir mektup yazıy or ona. Tav ır Dergisi'nin Ekim-92 tarihli 20. say ısında "Tavır" imzalı y ay ınlanan mektubunda, İdil bir şehide v e yol arkadaşına olan sev gisini, bağlılığını, görev ini dev ralacak bir sorumluluk bilincini her satırda y ansıtıy or. Günler sürüy or mektubu bitirmesi. Bir oturuy or, bir kalkıy or kağıdın başından. İşine v erdiği önemi, titizliği, hey ecanını orada da y ansıtıy or. Ayşe'ye lay ık
cümleler kaleminden akmay a başlıy or: "Merhaba Ayşe ... Kahkahalarla çınlatarak süzüldüğün o odada şimdi çerçeveli bir fotoğrafın duruyor. Elini sürekli oynadığın saçından hiç çekmeden oturmayı tercih ettiğin o eski ama alabildiğine rahat koltuğun tam karşısında duruyor fotoğrafın. Hemen yanında o fotoğraftan esinlenerek yapıl mış yağlı boya bir tablo yemliyor. Her zamanki o sıcak tebessümünle dolu bakışların, herşeyini, aşını, giysini ve ölümü paylaştığın Nil'in ışıltılı bakışlarıyla buluşuyor ve odayı baştan başa sarıyor. Bir çocuk neşesiyle koşarak çıkıp gittiğin bu odada aldık haberini. Daha kendimizi toparlayamadan senin rolünü paylaştık. Ne kadar da çok istiyordun o rolü oynamayı... Şimdi ise aynı duygularla biz "seni" oynuyoruz. Hem de Ayşe Gülen Halk Sahnesi olarak... Ayşe Gülen Halk Sahnesi adını aldıktan sonra bu adın yüklediği sorumluluklarla daha sıkı sarıldık çalışmalara. Başarma mız gereken çok şey vardı... ...AGHS adıyla ilk kez 1 Mayıs öncesi işçi ve me murlar ın karşısına çıktık. 1 Mayısta ise miting alanındaydık. Sen de oradaydın. Yanıbaşımızdaydın... ... Bundan sonra çalışmalarımızı, etkinliklerimizi, gelişmeleri sana bu sayfalardan ulaştırmaya devam
6
TAVIR EYLÜL 1996
edeceğiz. Karadeniz'in serin esen rüzgarlarına salıp göndereceğiz onları sana. Gel dinle havaları. Duygu yüklü buğulu sesin yanıtlıyor bizi. Karadeniz'in hırçın dalgaları eşliğinde dağlara çarpıp yankılanıyor... Seslerimiz yanındadır, seslerimi zi seninledir Ayşe. Hoşçakal" İdil'in dev rimci sanatçı sorumluluğunun tüm güzelliği bu mektupta, kendisini gösteriyor. Ama satırlardan da öte bu güzelliği pratiğine, attığı adımlarına y ansıtıy or. 17 Nisan 1992 Çif tehavuzlar direnişinde Sabahat Karataş v e Eda Yüksel'in telef on konuşmalarını AGHS, temsili bir seslendirmeyle kasete okuyor. İdil bu çalışmada Eda'yı seslendiriy or. Onların duy gularını; sakinliği, öfkeyi, kendine güv eni, y oldaşa şefkati y akalay abilmek çok zor oluy or. İdil, Eda'nın telev izy onlardan y ansıy an "Hadi! Ne duruyorsunuz! Cesaretiniz varsa gelini" seslenişini def alarca dinliy or. Taklit etmekten öte duy umsamay a çalışıy or. Teslim olmamanın, halk v e vatan sev gisinin, y oldaşlarına v e hareketine bağlılığın en görkemli if adeleri bu seslenişlerle açığa çıkıy or. Bunları kavrayarak okuyor. Seslendirmenin bir bölümü Grup Ekin'in "Cesaretiniz Varsa Gelin" adlı parçasının giriş bölümüne konuluyor. Kendini geliştirmedeki, mücadele y olundaki titizliği, itinası dev rimci y aşam biçiminin bir parçası haline geliy or İdil'in. Her görev en iy isiy le, en güzeliy le eksiksiz y erine getirilmeli. Bu anlay ışı İdil'i y ukarılara taşıyor. Koşuyor İdil. Siyasi olarak geliştikçe emekçi y anı da gelişiy or. Zay ıf bedeni onlarca parçay a bölünmüş. Bilet satıy or, temizlik y apıy or, yemek pişiriy or, bulaşık y ıkıy or, matbaaya gidiy or, dergileri paketliy or, postalıyor, yazı y azıy or, yazıları değerlendiriy or, diziy or, mizanpaj y apıy or, büroların açılışıy la ilgileniy or, denetliyor, bir işin nasıl yapılması gerektiğini anlatıy or, bir başkasından öğreniy or, seminer v eriy or, bir y oldaşının sorunlarıy la ilgileniy or, kendi sorunlarını bi zlerle pay laşıy or... Günden güne y arattığı y eni İnsan kişiliğiyle say gınlığı da gelişiyor. Artık o herkesin İdil Abla'sı v e bir yönetici. Kollektiv izm onunla büy üyor. Özlemi büyüdükçe sorumlulukları da artıy or
idil'in. Masabaşında uyuyakalmış ya da gün boy u uykusuzluktan gözleri kızarmış dolaşan İdil'le karşılaşmak doğal bir görüntü oluy or. Bir gün otobüste giderken arkadaşına "Genellikle otobüste uyuyorum a ma durağa gel meden uyanıyoru m" diy or. Arkadaşı bunu nasıl y apıy orsun dediğinde "Artık alışkanlık olmuş" diyor. 1994 Ey lül'ünde tutuklanıy or İdil. Uzun bir y urtdışı gezisi dönüşü gözaltına alınıy or. Bu gezi boy unca özletiy or kendisini. Kendisi de özlüy or, telef on konuşmalarında bunu dile getiriy or sık sık. Ve binlerce kilometrelik özlemi gidermeye henüz birkaç yüz kilometre kalmışken, Ankara'da, istasyonda, trenin kalkmasına say ılı dakikalar kala polisler dikiliy or başına. Eski Adalet Bakanı Mehmet Topaç'ın DHKC taraf ından cezalandırıldığı o gün; y üreği kurtuluş özlemiyle dolu bir insanın, sokakları, caddeleri, giriş-çıkışları ablukaya alınmış Ankara'da dolaşması bir gözaltı nedeni. Ve hele İdil gibi ü zerinde sosyalist basına ilişkin bir kimlik taşıy orsa. Tav ır'ın muhabir kartı İdil'in kav uşma özlemini büyütmey e y etiy or. Kendi anlatımıy la "6 saat sonra sizinle birlikte olacağımı düşünürken, 6 saat sonra külçe gibi hücreye atıyorlar" İdil'i. Önce tutuklanıy or, hüküm giymesi ise hukuksuzluğun boyutunu bir kez daha yansıtıy or. Çıkarıldığı DGM'de, daha ilk mahkemede sav unmasını okumasına bile f ırsat verilmeden açıklanıyor karar: "Y asadışı örgüte y ardım y ataklıktan 3 yıl 9 ay ". Artık y eni bir süreç v ar önünde İdil'in. Hasretimizi görüş gününe taşıy oruz. Av luyu boydan boy a koşarak geliy or tel örgülere, her zamanki neşesi ve heyacanıy la. "Hazırım" diyor. Göze almış olduğunu söy lüy or. "Burada da işler çokmuş. Hiç boş vaktimiz yok". 5 ay sonra Çanakkale Cezaev i'ne naklediliyor. Açlık grevinin ilerley en günleri de dahil her görüşe koşarak v e neşey le gelen, hey acanla sorular soran, sohbet eden bir İdil, gözlerimize asılı kalan son resimlerinden. Ve son rolüne çıkıyor İdil. Bu role hiç y abancı değil. Ayşe Gülen Halk Sahnesi'nin 1984 Ölüm Orucu Direnişçileri'ni anlattığı "Direniş, Ölüm ve Yaşam" oy ununda canlandırdığı direnişçi, şimdi kendisinde vücut bulu-
y or. "Sevdiklerimiz için yaşa makla gösteririz sevgimizi. Ve gerektiğinde sevdiklerimiz içirt ölmekle de gösteririz sevgimi zi. Ölü müne diren mek yetmiyorsa, ölüme yatarız" diy ordu oy unda. Şimdi bunu y aşıy or. Halkına duy duğu sevgiy le, vatanının özgürlüğüne duy duğu özlemle, topraklarını işgal edenlere karşı duy duğu kinle, hep bir âdım, bir adım daha ileri atılan İdil "artık en önde olacağım" diy or. Bedeni mermi, beyni mitraly öz sıkıy or kendini düşmana. Şehit 12 Ölüm Orucu Savaşçısı içinde kadın onuru olarak yazıy or kendini dev rim tarihine. Bir anay ı oy nadı; ev ladı tutsak olan, acısını öfkey e dönüştüren. Bir sav aşçıy ı seslendirdi; "Leşlerinizi sokaklardan toplayacaklar" diy erek düşmana korku salan. Bir Kürt kadınını canlandırdı; "Kimi ki min yurdundan kovuyorsunuz" diy en. 84 Ölüm Orucu Direnişçileri'ni oy nadı; "Güzeldir canımın canı güzeldir/ Verebilmek sevdamızın görkemli diliyle milyonlara bilincimizi" diy en. Ve kendini oy nadı; Clara Zetkin'den Rosa Lüxemburg'a, Ley la Halit'ten Vlasova Ana'y a, Sabo'dan Sibel'e uzanan kadın ın sosy alizm yolunda özgürleşmesi mücadelesine bir imza da kendisi attı. Ay nı ey lem içinde Adalet'le, Y ükselle buluştu. Hey Analar! Dünyanın tüm ezilen kadınları! Unutmayın bu ismi; İdil'i. O sizin tarih boyunca yok sayılan, aşağılanan kimliğinizin özgürleşme yolunda yeni bir simgesidir. Unutmayın 26 Temmuz 1996 tarihini; o gön İdil, eşitlik, özgürlük, adalet için; namusu pazara sunulan kadının ve insanlığın kurtuluşu uğruna bir kadının nasıl yaşaması gerektiğini öğretti dünyaya.
TAVIR EYLÜL 1996
7 Buca Cezaevi Ölüm Orucu Direnişçileri
KUMRUNUN SABAH TÜRKÜSÜ Ötüşün kumru kuşu, Dağlanma doğan şafakları hatırlatıyor bana Ötüşün deli ediyor beni. Bilmezdim böyle özleyebileceğini insanoğlunun. Seni böyle sevebileceğimi, sende bulabileceğimi köyümün kıvrıla kıvrıla inen toprak yolunu, sesinin böyle hazin, böyle umutlu olduğunu bilmezdim... İnsan böyle özledi mi türküler söylemeli, türküler yakmalı. Bir şiir yazmalı, iyi bir şey yapmalı. İnsan böyle özledi mi yatmamalı daha fazla yatakta, uyanıp yurdunun sesini dinlemeli. Böyle özledi mi insan kalkıp sokağa çıkmalı, pencereyi açmalı, nemli toprak kokusunu aramalı. Yanmalı bir kez olsun toprak süremediğine Karıncaları davet edip göğsüne uzanmadığına sıcacık toprağa bir ikindi vakti ağaç gölgelerinde. İnsan böyle özledi mi Ferhat olmalı Kerem olmalı.
Böylesi özlem dağları deler, zindanı yıkar tutuşturur duvarları. Böylesi özlem böylesi yiğit ve umutlu... Ötme kumru kuşu ötme ötme dağlarımdan selam eden o tanıdık sesinle. Birazdan güneş doğacak havalandırmamıza ve sen susacaksın yarım bırakıp o güzel türküyü. Açılacak demir kapı, ben çıkacağım serin bir yaz sabahına. Yoldaşlarım var benim. Bugün ölüm yolculuğunun 49. gününde Ötme, bugün hüzün gerekmez bize. Yarım kalmış türkülerin vakti değil. Bugün sevgimiz, hıncımız, umudumuz bir dağ sabahı gibi heybetli ve güzel olmalı. Ötme, yüreklerimizde özlemenin buruk tadı uyanmasın. Ötme, sevinmesin ölümümüzü bekleyenler görüp hüznümüzü. Ötme, kimse ağladığımızı sanmasın. 9 Te mmuz 1996 Buca, saat 06: 00
8
TAVIR EYLÜL 1996
ÇAĞLA AKAR
Bir Destanı Yazarken;
DİRENİŞ VE TEBESSÜM
Y
aşatmak isteriz sizi ve son sözlerinizi, diy or ilanın sonunda. Y aşama gözlerini y umduktan sonra çıkmıştı gazetelerde bu ilan. Ama sen bu Hani daha önceden biliy ordun. Seni ve diğer Ölüm Orucu Sav aşçılarımızı ölüme uğurlay an o f aksa kızsak da, sen tebessümle karşılamıştın. Gözlerin kapalı, vücudun yorgun, bilincinse iradenin verdiği komutların y avaş y avaş dışına çıkıy ordu. Aramızdan ay rılışın ne kadar sessiz oldu y oldaşım, y aşantındaki sadeliğin gibi. Oysa o anda sana dokunan beş insandık. Hiçbir şey hissettirmeden "Ben görevimi tamamladım" demesine y umdun gözlerini v e y aşama son noktay ı koy dun. Seni tanıy alı beri sözden çok pratiğini konuşturduğunu gördüm. Ölümünle bir destanı y azarken de öy leydin; inanç, direniş v e tebessüm... Bu üçü 65 gün boy unca hiç eksik olmadı sende. Bir de namusum dediğin alnındaki kızıl bantın... Bilinçaltı ve bilinçüstünde, her şeyinle kenetlenmiştin o banta. Onur demiştin, halk demiştin, v atan, umut demiştin o bantın adına. Onun için de hiçbir şey e tepki v eremez olduğun bir anda "baritini takalım mı?" sorusuna, "takalım" y anıtınla y ükünü taşımay a dev am ettiğini müjdeliy ordun. Sahi İdil sen kimdin? Ailenin, üzerine gelecek planları kurduğu, piy ano dersleriyle sanatçı olarak y etiştirmey e çalıştığı, üniv ersite eğitiminin sonuda "garantili bir geleceğe" sahip olan biri miy din? O ince narin eller y alnızca piyano mu çalacaktı? O zeki bakışlar, çakmak çakmak o gözler y alnız iktisat mı okuy acaktı? O ay aklar y alnız "garantili" geleceğin yollarında mı gidip gelecekti?
Sen bu olabilir miy din İdil?... Daha y eni tanışmış olmana rağmen üç arkadaşla birlikte dergi yararına bir günde 600 kalem satmanla, sonrasındaysa, OKM'y i y uvan belleyip her şeyini oray a vermenle reddediy ordun sana çizilmey e çalışılan sınırı. O eller, o parmaklar emeğin, onurun bestelerini y apmaya, oyunlarını y azmaya; o ayaklar çamurlu dar sokaklara, y ıkık damlara umut taşımay a başladı. Sev giyle ışılday an, ana sıcaklığında gülen o gözler evsize ev, işsize iş, esir alınmışa özgürlük yolunu göstermeye başladı. Söy lenmemiş en güzel türküler, oy nanmamış en güzel oyunlar şimdi ardına düştüğün hasretin için y azılıp oy nanacaktı. Kadındın sen, anay dın İdil. "Ama O'nun çocuğu yoktu" mu diy orlar sana, gülerim onlara. Binbir özenle çıkardığınız, kanınızı, canınızı kattığınız TAVIR, senin en değerli çocuğundu. Y azısında, dizisinde, her satırında emeğin v ardı senin. Zamanında y etişmemişse, eksik bırakılmışsa bir şeyler, öfkenin önünde durulmazmış o zaman senin. Kimilerine abla, kimilerine güv en veren bir dost olmuşsun. Bizeyse kadın bir komutan, yol gösteren... "İdil Ablam" dey ip sana içini dökenler, gözaltına seninle alındığı için kendine güv eni gelen insanlar olmuş İdil'im. Sarmış sarmalamış, kucaklamışsın onları; çizdiğin yolla bir de bizi, makina başındaki emekçiyi, ev ladının ardından ağıt y akanı, genç kadınlarımızı, kızlarımızı. Hiçleyerek acıy ı Anadolu kadını oluy orsun. Dakika dakika gelen ölümü hasretle buyur ediyorsun ölüm y atağında. Ölüm olmalı! Zaf erimiz için ölüm şart! Y aşamda nasıl koşar adım aldıysan y olunu, ölümü güzellemede de öyle çabuk dav ranıy orsun. Sen ona, o sana yakışıy or. Sessizce buluşup son nefeste anlaşıy or-
sunuz. Isıtmaya çabaladığımız bedenin şimdi bay rağımız kadar kızıl, bay rağımız kadar sıcak. Bu ne kitaplardaki dizili satırlara, ne alt alta sıralanmış şiir dizelerine, ne de melodisi güzel ezgilere benziy or. Hiçbir şey bu direnişi anlatmaya y etmiyor. Hiçbir şey , kırmızı gelinliğini geçirip sırtına, ölümsüzlük y olunu y ürümey e başladığın günkü mutluluğunu anlatmıy or İdil... O gün düğünümüz vardı. İki gelin y ollay acaktık ölümün koynuna. Ölüm ne haldeydi bilinmez ama, siz y arine kav uşacak bir gelinin mutluluğunu taşıy ordunuz. Seni, ölümü güzellemeye taşıy an ney di İdil? "Gönüllüyüm" dey işin mi y alnızca? Gönüllüler ordusu değil miy dik bizler? Y ok, öy le değil tabi... Gönüllülük disiplindi, yoldaş sıcaklığıy dı, sabırdı, özveriydi; gönüllük samimiyetti, v ef aydı, mütevazilikti. Söz değildi y ani gönüllülük, y aşamın kendisiy di. Onun için de aramızda onu hak eden şanslımız sen oldun. Gülünce ne kadar güzel oluyorsun y oldaşım. Çocuklaşıy or, daha bir masumlaşıy orsun. İçin dışına mı v uruyor ne... Tek tek kucaklaşırken hepimizle, narin ellerinden, incecik kalmış kollarından beklenmey en bir kuvv etle kucaklıy orsun bizi, y aşamda kucakladığın gibi, kanatlarının altına alıp korumak istediğin gibi; ana gibi, y oldaş gibi. Nasıl acılar çektiğini bilemedik İdil. Her şeyiy le iradene karşı gelen bedeninin sana nasıl acılar çektirdiğini bilemedik. Hiçbir şey hissettirmiyordun kil.. "Of!" desen de, demesen de acın haf if lemey ecekti ama belki biraz rahatlamış hissedecektin kendini. Demedin İdil'im, bir kez olsun o söz çıkmadı ağzından. Y umruklarını sıktın, ayakların gerildi, dayanılmaz olduğunda kasıldın, hepsi o kadar. O acıy ı çekmek o kadar doğal, o kadar gerekli ki senin için, normal y aşamdaki ekmek yemek, su içmek gibi. O sesi bize duyurduğunda içimizin eri-
TAVIR E YLÜL 1996
yeceğini düşündün. Her soruşumuzda "iyiyim" dey işlerin ondandı, bir de ölüme gitmenin iç rahatlığını taşıy or olman. Sen rahattın ama, bizde huzursuzluk, sıkılganlık v ardı. Ölüm Orucu'na başlanmışken Süresiz Açlık Grev i'ne ara v ermiş olmak o kadar ağır geliy or ki, ruh halimizi anlıy orsun. Son zamanlarda herkesle konuşmak, sohbet etmek için çağırıy orsun. Hemen y anına gelmiyorum, üstüm başım y emek kokuy or. Gözlerin kapalı, ışık seni rahatsız ediy or. Sesimden tanıy orsun beni, etini uzatıy orsun. Her zamanki gülümsey iş var yüzünde. Nasıl olduğumu, ne düşündüğümü, barikat hazırlıklarını soruy or, dikkatle dinliyorsun. Farkediy orsun ezikliğimi. Y ere bakarak konuştuğumu anlıy orsun. Halden anlıy orsun y ani. Başımı kaldırmamı istiy orsun. "Söz bitti, bundan sonrası eylem za man ı, eylem konuşacak, bu hepimi z için geçerli" diyorsun. Ellerimizi daha sıkı kav rayarak anlaşıy or, y eminleşiyoruz. Eylem konuşacak! Bu sohbetimiz boy unca elin sürekli ağzında. Niy e diyorum. Aldığım y anıt İdil'in y anıtı; "Ağzım kokuyor, sizi rahatsız etmesin"... Oday a her giren o günkü eylemleri, bilmem kaçıncı, def adır tekrar ediyor. Say ımız 19. Y ani neredeyse 19 kere. "Of aman y eter" demeden kimsey i incitmeden sabırla gülerek dinliyorsun. Kurtuluştaki y azı başlığı geliy or aklıma: "Eylem Öğretiyor". Sen öğretiy orsun İdil. Ey lem içinde ey lem y apmakla öğretiy orsun dev rimciliği. Barikat ekibimizde sen de v ardın. Barikatı nasıl kuracağız, neyi nasıl yerleştireceğiz, günlerce ölçüp, biçip tartışmıştık. En sonunda başarıy or, bedeninle y ıkılamay acak bir barikat kuruy orsun düşmanın karşısına. İşe bak ki ekipte y er alamadığına üzülüyor, siper y oldaşına "Hadi eyleme gideli m" diy orsun. O gün kapı dövme ey lemimiz var. En uf ak sesten rahatsız olurken, o sesler sana güzel geliy or v e "özlemişim" diyorsun. Oysa barikat ekibinin komutanı olmuştun. Sen ekibi yatağından yöneteceksin, dediğimizde ise utangaçlık seni suskunlaştırıy or. Hep böy le olmaz mıy dı? Ne zaman senin özelliklerine ilişkin bir söz geçse ya konuyu değiştirmey e çalışır, y a da "görev im" dey ip suskunlaşırdın.
9
İçin dışına çıkacak gibi oluyor. Acı içindesin ama, başucunda seni bekleyen yoldaşımıza sıv ı alma saati olduğunu hatırlatarak gitmesini, çay ını içmesini istiyorsun. Sen, o arada acı çekiy orsun İdil. Ama disiplini ne kendin için, ne de başkaları için elden bırakmıyorsun y oldaşım. Kolunu kaldıracak halin kalmamışken akşamları pijamalarını, sabahsa kırmızı tişörtünü giy ip bandını takmak istemen, elini yüzünü sabunlaman şaşırtmıy or bizi. Sen, sen olmaktan v azgeçmiy orsun İdil. Kurallı y aşam konusunda kimi zaman sıkıntılar y aşamıy or değildik, y aşıy orduk elbet. Ama sen y aşantını o kadar doğal bir şekilde sürdürüyordun ki, ilkeler-kurallar zor değildi senin için. Çatışmalar da y aşıy orduk. Ama sen tavizsizdin. Bir gün olsun y emeğe geç indiğin, çalışmalara geç oturduğun, dinlenme saatleri dışında uy uduğun olmamıştır. "Yarın bi zi m nöbeti miz var". Hatırlıy or musun idil bu sözünü? 62. gündesin v e bilincin kapalı. Sen, sen olmaktan hiç vazgeçmiyorsun. Kav ga ettiğimiz gün geliy or aklıma. Sof raday ız. Gürültülü y emek sohbetlerimizden biri. Sen y ine en sessizimizsin. Hiç olmadık bir anda sudan bir sebepten ötürü ben parlıy orum v e küsüyorum. Ve bunu karşımdakini düşünmek adına y apıy orum, seni düşünmek adına... Sonra köşeme çekiliy orum. Kısa süre sonra y anımdasın; her zaman olduğu gibi, sıkkın bir y üreğin her zaman yanında y er aldığın gibi. Konuşmakta zorlandığımı, sıkıldığımı ve pek fazla konuşmadığımı biliy orsun. Ama sensin işte. Sorun v arsa konuşulup halledilmeli. Sıkıntılı başlayan bir sohbetin başında ağlay an v e sonrasında kahkahalarla gülen iki tip çıkıy or ortaya. Öy le giriyorsun ki insanın kanına, sana dert anlatılıy or. Dinliy orsun çünkü. Dedim ya, halden anlıy orsun. Ama y anlışı düzeltmekten v e hatalarımızla alay etmekten geri kalmıy orsun. İnsana adım attırıy orsun y ani İdil, insanı sürüklüyorsun. Hatırlıy or musun, sorun gerçekten su sorunuy du. En çok da buydu güldüğümüz. "Neden aramızda değilsin?", "Sohbetlere neden katılmıy orsun? diy e eleştiriliy orsun. Üst ranzaların bir köşesinde elinde kağıt-kalem,
gözlerin uzaklara dalmış hatırlanıy orsun yoldaşım. Mav ra muhabbetleri sıkıy or seni, gelemiy orsun boş konuşmalara. Ama aldığın eleştiri düşündürüy or seni. Çünkü dinliy orsun, yanlış y a da doğru, sonuna kadar dinliy or v e anlamaya çalışıy orsun sana söy lenmek isteneni. Kapris yok, kırgınlık y ok, dargınlık y ok sende. Ne anlatılmay a çalışılıy orsa, onu almak istiyorsun. Aramıza daha f azla karışıy orsun. Sessizliğinden pek f azla bir şey kaybetmiy or, dinlemeyi tercih ediy orsun. İy i bir gözlemcisin, onun için de sağlıklı değerlendirmeler y apıy or v e doğru y aklaşıy orsun insanlara. İnsanlar seni dinliy or, senin söylediklerini yapıy or İdil. Sen başkasın İdil. Bize olanüstü gelen, zor gelen şeyler, sende o kadar doğal ki, ne öv ünmeye, ne abartılmay a, ne de konuşulmaya... hiçbirine ihtiy aç duymuy orsun. Köylü kadının tarlada iş görmesi gibi, ananın çocuğunu emzirmesi gibi; yalın v e doğal. Rahatsızsın. Nöbetini biz tutalım ısrarlarımıza her def asında kısa ve net yanıt veriyorsun; "Cık". Bir tek bu öneriy e kapalısın zaten. Bunun dışındaki önerilerimizi "olabilir", "deney ebiliriz"le y anıtlıy orsun. Biz öneri sundukça seviniy orsun. Sorumlulukların bizden daha ağ ır. Ama senin için dert değil ki bu; işlerimizde bize yardım etmende, sıkıntılarımızı çözmede engel değil ki. Çünkü sen ölesiy e bağlısın y oldaşlarına, ölesiye bağlısın halkımız dediğin o büy ük güce, uğruna ölünür dediğin bu vatana. Biliy or musun İdil, analarımız seni gururla taşıy or ellerinde, sokaklarda, gösterilerde. Çok uğraşıp da anlatmay ı beceremediğimiz, dinletemediğimiz şeyleri kav rattın onlara. Y alnızca onları mı İdil, yalnızca onları mı? Sen kendini anlattın İdil. Sen Sabahat Abla'daki özv eriy i, Sibel'deki yoldaşlığı, Perihan'daki, Zehra'daki feda ruhunu anlattın. Gün gün, saat saat yaşattın. Sen bize bizi tanıttın. Küfemize y ükleyip bu onurlu y ükü taşıy ın diyorsun; fabrikadaki kadına, evinde sömürülene, yollarda sürüklenen ak saçlıy a taşıy ın geleceği, taşıy ın özgürlüğü, taşıy ın yarınlara. Ali Rıza Komutan'ın dediği gibi; acımızı gözy aşlarımızla haf if letmeden taşıy acağız o büyük güne.
10
TAVIR E YLÜL 1996
TAVIR
KÜLTÜR CEPHESİ VE MECLİSLER ÜZERİNE
K
ültür ve sanat alanına yönelik iktidar merkezli saldırılar artık hepimizin gündemine rutin başlıklar halinde dizilmişlerdir. Hemen hergün ya bir konser yasaklanmakta, ya bir kitap hakkında toplatma kararı çıkarılmakta, dava açılmakta ya da açılan bu davalardan dolayı aydınlara ve sanatçılara cezalar verilmektedir. Hatta, Küttür Bakanlığı kendi finanse ettiği yapımlara dahi yaptırım, baskı yasak uygulayabilmektedir. " 'Düşünceye Özgürlük' Davasına Dün de Devam Edikül" "Grup Yorum Elemanları Tutuklandı!" " 'İstanbul Kanatlarımın Altında"Filmi Kayseri'de de Yasaklandı! " Bu başlıklar artık hiçbirimizin yabancısı olmadığı başlıklardır. Bu, baskıların sadece bir yönüdür. Hayatın her alanında demokratik muhalefetin her köşesinde bulunan insanlara yönelik baskılar bilinmektedir. Yakılan köyler, göçler katliamlar, sürece yyeni bir halka ekleyen iller yasası ve onun bir parçası
olan polise verilen "vur yetkisi" diğer yandan günden güne yükselen "Tutsaklara Özgürlük" şiarı, cezaevleri cephesinde bayraklaşan direnişler. Yani hayat olanca hızıyla akıyor. Ve iki irade çatışıyor. Ezilernlerin ve ezenlerin iradesi. Bir yandan emeğin erdemin, namusun mücadelesi diğer yandan baskı ve zulüm... Bu baskılan sadece baskıya maruz kalan kesimin sorunu olarak görebilir miyiz? Biz "hayır* diyoruz. Bizce tüm bunlann hepsi ama hepsi aydın ve sanatçılarımızın da sorunlarıdır. P eki, halka yönelik iktidar cephesinden böylesi yoğun bir saldırı başlatılmışken duyarlı, devrimci demokrat sanatçılar cephesindeki gelişmeler nelerdir? Açıkçası kendi cephemizde, yaşanan irili ufaklı gelişmelere karşın güçlü bir karşı koyuştan sözedemiyoruz. Baskılara karşı örgütlenen tepkiler ya yüzeysel, birkaç basın açıklamasıyla sınırlanmakta; ya da bu tepkiyi örgütleyenin yörüngesine takılıp kalmaktadır. Bugün hemen tüm duyarlı kesimler kendi çevrelerinde bir takım mücadeleler yürütmektedirler. Ancak bunlar çoğu zaman dar bir çev-
rede yürütülen mücadeleler olarak kaldığından düzen tarafından çok çabuk eritilmekte, yaptırım gücü fazla olamamaktadır. Yalnızlaşma bir süre sonra sadece kurumlar arası olmaktan çıkmış yapılanmaların kendi insanlarından kopmaları yönünde kendini göstermeye başlamıştır. Örneğin, dönüp baktığımızda sahip çıkılmayan birçok sinema ve tiyatro oyuncusu, müzisyen derneği, sendika ve ve vakıflarının varlığını görürüz. Demokratik mücadelede yalnızlaşma, saldırılar karşısında da yalnızlaşma demektir. Çevresindeki güçlerle birlikte hareket etmeyen yapılanmalar, iktidarın saldırılarına karşı topyekün bir direniş hattı oluşturamazlar. Bu hattı yaratmak ve güçlendirmek zorundayız! Varolan tepkileri, hoşnutsuzlukları ve bu tepkileri kendi başına örgütlemeye, ileriye taşımaya çalışan aydınları; onların oluşturduğu kitle örgütleri ve mesleki kuruluşlarını biraraya getirmek ve bu yapıları bir çatı altında toplamak zorundayız. Ancak o zaman güçlenir ve karşımızda bizi ezmek için bekleyen cendereyi parçalayabiliriz.
TAVIR EYLÜL 1996
Birleşmeliy iz! "Birlik" sözü bugüne dek maalesef toplumsal mücadelenin hemen her saf hasında gerek örgütlü çevrelerden gerekse de örgütsüz ay dın v e sanatçılar taraf ından sıkça v e hoy ratça sarfedilen fakat bir türlü somut, kalıcı örgütlenmey i y aratacak önerilerle şekillenmey en, dolay ısıy la kurulmadan y ıkılan bir y apıdan ibaret bir sözcük haline gelmiştir. Bugüne kadar birçok kez ay dınlar v e sanatçılar arasında birlikteliklerin adımlarını atma gayretinden sözedilebilir. Fakat bu platformlar, kimi zaman ay dınların kendi aralarındaki kişisel kısır çekişmeler, kimi zaman da sol söy lemli sanatçıların kendilerinin dışında gördükleri sanatçılara karşı dışlay ıcı v e değer vermez yaklaşımları birliği bir ihtiy aç olarak gören v e biraray a gelen insanların v e kurumların hev esini kırmış, birliği baltalamıştır. Bu platformların da ömrü bu sebeplerle kısa olmuştur. Fakat bunların y anısıra birçok duy arlı ay dın v e sanatçının da hemen her gün birlik üzerine söy lev ler v erdiği ama somut önerilerle kendilerine gidildiğinde nasıl geri çekildikleri de bilinmektedir. Bu tür y aklaşımlar aslında birliği bir ihtiy aç olarak görememenin sonucudur. Bu anlay ışı y ıkmak zorunday ız ama nasıl? Biz birlikteliğimizi nasıl sağlay acağız? Aslında birlikteliğimizin önü açıktır v e hiçbir aydının, hiçbir sanatçının birlikteliğinin önünde engel y oktur. Biz bu birlikteliğin sağlanabilmesi güçlü bir zemine oturabilmesi için örgütlü, örgütsüz, duy arlı, demokrat tüm aydın v e sanatçıların biraray a gelip, Ay dın v e Sanatçı Meclislerinin kurulmasını öneriy or ve bu meclislerin kurulması için çabalıy oruz. Meclisler, alanımızın tüm sorunlarının tartışıldığ ı, çözümlerin üretildiği bir mev zidir. 'Sürekli, dinamik, alanın kendi özgün y anlarından y ola çıkan v e bu alandaki örgütlülükleri geliştiren bir zemindir. Şimdi haliy le sorulacaktır. Bu meclis nasıl örgütlenecek, nasıl oluşturulacak? Bu soruyu anlıy oruz. Sorunların çözümü için böy lesi bir öneri bugüne dek ay dınların gündeminde ne yeralmış, ne de tartışılmış-
11
tır. Bu y üzden görüşlerine başvurduğumuz birçok aydın-sanatçı, meclisleri olumlu bulduğunu ama sanatçılar içinde böyle bir örgütlenmenin nasıl oturtulacağını merak ettiklerini belirtmiştir. Meclisler ne biçim ne de içerik itibariy le ay dın-sanatçı çev resinde henüz kav ranamamıştır. Ama tartışmalarımız henüz başlamıştır; daha çok y enidir. Meclis önerimizi tüm ay dınların gündemine sokacağız. Meclis konusunda ısrarlıy ız; çünkü bugüne dek ay rı noktalarda duran ama birçok ortak y anları bulunan yüzlerce ay dın kendini ancak meclis çatısı altında if ade edebilir. Örneğin, görüştüğümüz ay dınlardan Şair Ataol Behramoğlu, sanatçılar içinde böy le bir oluşumu y aşama geçirmenin zor olduğunu ama böy lesi bir örgütlenmenin de gerçekleştiği takdirde çok büy ük işler başarılabileceğini belirtmiştir. Ev et; aydınlar meclisin gücünü, y apılabilecekten daha. meclisler kurulmadan görebilmektedirler. Ama bugüne dek ay dın örgütlenmelerinde yaşanan olumsuzluklar, aydınların örgütsüzlük geleneği örgütlenme konusunda samimi, duy arlı ay dınların da gözünü korkutmaktadır. Say ın Behramoğlu, Türkiye Y azarlar Sendikası (TY S)'nın başkanıdır. Belki, . "TY S'y e y azarlar ne denli sahip çıkmaktadır ki meclislere sahip çıksınlar" diy e düşünebilir. Bu, müzisy enlerin dernekleri, sinemacıların y eraldığı kurumların y öneticileri için de geçerlidir. Ama meclisler işler hale geldiğinde içerisinde y eralan kurumlar da bundan kazançlı çıkacaktır. Bu kurumların işlerliği, v erimliliği artacaktır. Tabi bunu başlıbaşına meclisler başaramayacaktır. Karşılıklı olarak iki taraf da birbirini geliştirecektir. Çalışmalara hız v eren dinamik bir kurumada sahip olacaktır. Meclislere emek v erdikçe sonuçları v erimli olacaktır. Onun için geçmişte yaşanan olumsuzluklar gözümüzü korkutmamalıdır. Emek verildiğinde kazanacak olan aydınların örgütlülüğüdür. Emek vermeyi bilmek gerekir. Geçmişte y aşanan olumsuzluklardan dersler çıkarmak için yürütülen tartışmalara "ev et" diy oruz ama y eni örgütsüzlüklere zemin hazırlay an tartışmaların örgütlenmesine
şimdiden "hay ır" diy oruz. Meclis, bugüne dek ortaya atılmamış bir öneridir. Bunun için işley işinden örgütlenmesine dek her yanı onu oluşturan kesimlerce y ani aydın ve sanatçılarca tartışılacaktır. Biz de dergimiz sayf alarında bundan sonra bu tartışmalara devam edeceğiz. Meclis, tüm aydınlar için kendilerini en demokratik v e en geniş biçimde if ade edebilme, ay dın hareketini y önlendirme, ivme kazandırma aracıdır. Aydınlar, güç verdiği omuz v erdiği oranda büy üyecek, meclis güçlü bir silaha dönüşecektir. Meclislerin Oluşturulması Kültür Cephesi Ve Meclisleri iktidar organları gibi görmemek gerekir. Ama iktidarı hedef ley en, sarsan, hatta gerileten sonuçları y akalamak üzere kitle örgütlerinden tek tek birey lere dek birlik ortamının y aratıldığı bir mev zi v e demokratik muhalefetin etkin bir parçası haline dönüşmelidir. Meclislerimiz öncelikle demokratik muhalefeti birleştirme mücadelesinin etkin bir parçası olabilmelidir. Hay atın her alanında bölük pörçük güçler haline gelmiş emekçi örgütlenmeleri birleşmek, birlikte hareket etmek ve etkin v uruşlar y apmak zorundadır. Tüm demokratik örgütlenmeler biraray a gelmeli v e demokratik muhalefet odaklarının nasıl birleştirilebileceğini tartışıp sonuçlar almalıdır. Demokratik Muhalefet Meclisleri'ne giden y olda sağlam adımlar atılmalıdır. Bu alanda son süreçte iyice yoğunlaşan tartışmalar y aşanmaktadır. Bu tartışmalar bugün birçok kesimin gündemindedir. Sanatçı v e Ay dın Meclisleri de demokratik muhalefetin merkezileşmesini sağlamak y önünde hareket etmelidir. Tabi bunun için ilk adım ayrı ay rı y erlerde duran ay dınlan biraraya toplamak olmalıdır. Sanatçı v e Ay dın Meclisleri bu misy onla hareket edebilmelidir. Kültür Cephesi, Sanatçı v e Ay dın Meclisleri'nin f aaliy etleri tartışılırken tabi ki aydın v e sanatçıların kendi alanlarındaki özgün sorunlarından y ola çıkılacak, tartışmalar bu y önde şekillenecektir. Örneğin müzisyenlerin gündeminin önemli bir y anını oluşturan "telif hakları" sorununa meclis nasıl y aklaşacaktır? Bu konuda araştırmaları, bulguları v e çözüm önerileri ne olacaktır? Y a da, Kültür
12
TAVIR EYLÜL 1996
Bakanlığı'nın f inansıy la f ilm y apanlar için edilen "besleme" sözü v e bu sözü ettiren mantığa karşı v erilecek mücadele nasıl şekillenecektir? Sanatsal f aaliyetlerin yasaklanmasına karşı nasıl bir politika izlenecektir? Tüm bunlar meclislerin çalışma alanıdır. Muhatap alınan odak Kültür Bakanlığı'y sa buranın dikkate alacağı bir güç haline gelmek gerekmektedir. Son y ıllarda tüm demokrat kesimin rahatsız olduğu bir konu v ardır. O da kültürel dejenerasyondur. Meclisler bu meseley i derinlemesine tartışmalıdır. "Alternatif kültür; demokratik halk kültürünü nasıl işley eceğiz, nasıl hay ata geçireceğiz? Çalışmalarımız neler olacak?" Çünkü dejenerasy on, değerlerimizin gün gün eriy ip gitmesidir. Hiçbir aydın buna tav ırsız kalmamalıdır. Herkesin bu konuda y apacağı birşey ler v ardır. Herkes bu soruları tartışmalıdır. Bu da, v arolan tüm kuruluşlara eklenen bir Kültür Cephesi oluşumuyla değil, v arolan tüm kuruluşların biraray a geldiği v e hepsinin kendini özgürce if ade edebildiği meclisleri güçlendirmekle olabilecek birşeydir. Kültür Cephesi v e Meclisler, ay nı zamanda demokrasi mücadelesinin örgütlü sesi olma misy onuyla şekillenecektir. Meclisler, y alnız kendi alanına özgü sorunlara çözüm aray ıp, f aaliy et üreten değil, bu sınırı aşarak ay nı zamanda ülke gündemini önüne koy an, emekçi halkın sorunlarıy la ilgilenen bir anlay ış da geliştirmelidir. Kay ıplar, katliamlar, işkenceler, işçi kıy ımları, memurların sendika mücadelesi, köy y akma ve boşaltma gibi çoğaltılacak say ısız gerçekliğe kendi yaklaşımını sunan bir işlev kazanmalıdır. Dahası, bu sorunlara karşı oluşturulan duyarlılığı güçlendiren kararlar almalı ve bunları ısrarlı bir şekilde takip ederek hay ata geçirmelidir. Gelişen ülke gündemine, aydınlarımızın v akit geçirmeksizin tav ır koy ması gerekmektedir. Burada neler y apılabilir diy e düşündüğümüzde birçok şey in yaşama geçirilebileceğini görüy oruz. Örneğin, kamuoy unu bilgilendirecek açıklamalardan inceleme hey etleri oluşturmaya, bu konuda kararlar alıp y etkili merciilere baskı uy gulamay a dek çalışma alanı ve y etkisi geniş olmalıdır. Ölüm Orucu Direnişi süresinde aydınların y arattığı duy arlılık v e etkisi bilinmekte-
dir. Kısacası ay dınlar değiştirecek güce sahiptir. Geniş sanatçı kesimleWB harekete geçirecek, birçok sanat kuruluşunun birlikte hareket edebileceği koşulları sağlayacak bir örgütlenme modeli olmalıdır meclisler. Yakın zamanda birçok sanatçı v e sanat kurumunun biraray a gelerek oluşturduğu Sanatçı Day anışması'nın Ortaköy'de gerçekleştirmek istediği ey lem bu söylediğimize bir örnektir. Cezaevlerindeki açlık grev lerine destek v ermek amacıy la Ortaköy de biraraya gelen sanatçılar burada direnişe destek vermek için şiirler okuy acak, türküler söyleyeceklerdi. Gerçi polisin saldırısıy la bu gerçekleşemedi. Burada, y aşanan soruna ortak müdahale etme konusunda sanatçıların nasıl biraray a gelip, ürettiğinin örneği v ardır. Düşünülüp araştırıldığında hem birlikte hareket etmenin koşullarının y aratıldığını, hem de özgün tarzda ey lemlerin üretildiğini görebiliy oruz. Y ine Ölüm Orucu'nda şehitlerin verilmesiy le birçok aydın v e sanatçı geç de olsa girişimlerde bulunmuşlar, duy arlılıklar göstermişlerdir. Ölüm Orucu aydınlarımız için bir insanlık sınav ı olmuştur. Ancak bu sınav ın, gerek kültür-sanat alanında, gerekse emekçilere yönelik her saldırıda v erilmesi gerekmektedir. Çünkü aydın v e sanatçıların tek tek bilgi v e yetenekleri zaten insanlığın aydınlanması ve gelişimi i ç i n değil midir? Ve toplumsal sorunlar, baskılar, onların kişisel y aşamlarındaki sıkıntılardan ve bağlı oldukları kurumların özgün sorunlarından daha öncelikli v e acildir. Ancak ne aydın v e sanatçıların y aşamsal sıkıntılarını, ne de kurumlarındaki sorunları görmezden gelemey iz. Çünkü bunlar sistemin politikalarının y arattığı sorunlardır. Meclisler, tüm bunların birbirinden bağımsız görünmediği v e birlikte ele alınıp tartışıldığı bir oluşumdur. Meclisler sadece bir bölgeyle sınırlı kalmamalı, orta v adede tüm ülkede kurumlaşmalarını y aratabilmelidir. Zamanla tüm ülkeye yay ılan meclislerin, kendi içinden seçtiği temsilciler ülke çapında kurultaylar örgütley ebilmeli v e kararlar alabilmelidir. Bu hem meclislerin merkezileşmesini sağlay acak, hem de tüm ülkedeki sanatçıların sorunlarına çö-
zümler aramada adımlar atılmasına olanak sağlayacaktır. Meclisler v e Kültür Cephesi aslında birbirinden kopmaz bütünlerdir. Meclisler y aptıkları çalışmalar sonucu aldıkları kararlarla ortak bir cephe y aratılmasını gündeme, getirebilirler. Y ani ortak bir düşünceyle, ortak bir hedef e y önelme, cephey le gündeme gelebilir. Dolay ısıy la Kültür Cephesi'nin bir ön adımıdır Aydın v e Sanatçı Meclisleri. Meclislerin Adımlarını Atmalıy ız! Soy ut tartışmalardan, kurgulardan uzaklaşıp somut adımlara y önelmek gerekmektedir. Aydın v e Sanatçılar Meclisi'nde kim, ney i if ade etmek İstiy or? Kim, kiminle nerey e kadar birlikte olabilir? Eğer halklarımızı ezip, sömüren faşizme v e empery alizme karşıy sak; eğer y urdumuza ay nı sevdayla bağlıysak, emeğin, özgürlüğün y anındaysak birliğimizin önünde engel y oktur. Birleşmek zorunday ız. Birleşmek, bulunduğumuz alandan sömürüye bir tokat da bizler v urmak zorunday ız. Unutmayalım; Hitler Almanya'da iktidarı ele geçirdiğinde, Almanya nüf usunun % 37'si Hitler'i destekliyordu. Y ani % 63 faşizmin karşısınday dı. Ama bu y üzde birleşemediği için f aşizm, Av rupa halklarına kan kusturan zulüm dönemine imzasını attı. Bugün ay nı durum ülkemizde geçerlidir. Ama bizler ay nı hatay a düşmemeliy iz; geçmiş bizlerin dersler çıkaracağı bir ödev olmalıdır. Sorun, bu meclislere kimin öncülük ettiği tartışmasına gelip takılabilir. Meclislerin öncülüğü de emekçiliği de onu oluşturan unsurların olmalıdır. Bizler böy le bir öneriyi getirdik diy e bizim -hegemony amız altında oluşacak bir meclisten sözedilemez. Önerimizi birlikte oturup tartışalım, zenginleştirelim. Önerimiz herkesin katkısına, düşüncesine açıktır. Bizim için gerçek anlamda inisiy atif doğru önermelerdedir. Doğru önermeler yapmak, emek harcamak, birliği güçlendirmek için çaba sarf etmek... önemli olan budur. Birleşirsek kazanırız. Ve kazanırsak, bugüne kadar sahip olmadığımız birşey e sahip oluruz: Özgürlüğümüze...
TAVIR EYLÜL 1996
13
RÖPORTAJ
KÜLTÜR CEPHESİ ÜZERİNE GÖR ÜŞ LER VE ÖNE RİLE R Kültür Cephesi ve Meclisler üzerine yürüttüğümüz tartışmalarda aydın ve sanatçıların görüşlerini, önerilerini aldık. Bu sayımızda ilk olarak Aydın Ilgaz, Fevzi Kurtuluş ve Mesut Akusta'nın düşüncelerini yayınlıyoruz. Röportajlarımıza bundan sonraki sayılarımızda da devam edeceğiz.
aydın ılgaz yayıncı Ülke gerçekleri karşısında aydınların bugüne kadar birlikte hareket edemediğini;- kalıcı, sürekli, birlikler yaratamadığını görüyoruz. Sizce bunun sebepleri nelerdir?
Cumhuriy etten bu y ana ay dınlarımızın çoğunun halktan kopuk ve halk kesimlerinden çok uzak-olduğu bir gerçektir. Aydınlarımızın halktan kopuk olması nedeniy le, onların sorunlarına da çare bu lunmaz hale
larımız, bu çalışanlar, politikadan, siy asetten, kültürden, sanattan çok uzak kalıy orlar. Y ani bir yerde sırf y emek ve içmek için yaşamış hale getiriliy orlar. İşte ülkemizdeki patlamay a hazır insan g r u b u bu. Kül-
Biz aydınız ama acımıyoruz bile o insanın sömürülmesine. Her an patlayacak çöplüğün yanında yaşanıldığı ama aydınım diyenlerin varmadığı, gitmediği yerler oralar. Başkaları (RP vs.) gidiyor. "Bomba patlayacak, insanlar ölecek" demesi bile gerekirken demiyor aydınlar. Siyasi iktidarlar bunu yapmıyorsa bizlerin bunu bir şekilde yapmamız gerek. geldi. Şöy le; eskiden hiç olmazsa A n a d o lu'nun kırsal kesimlerindeki köy lerde bir öğretmen köyün içinde y aşar, çalışır v e hatta. oraya emekli olarak bile y erleşirdi. Günlük bir gazete, radyodaki haberler, köy kahvelerinde okunur, dinlenir ve orada y aşamını sürdüren bir öğretmen, halkın sorunlarını, ülkenin sorunlarını köy lüy le tartışır v e buna bir çare bulmay a çalışırdı. Hiç olmazsa köylü vatandaşların da aydınlanmasında öncülük y aparlardı. Değişen çağımızın koşullarında kasaba-köy ilişkilerinin kopması, bu kesimin halkla bağının kopmasına da neden olmuştur. Bugün ülkemizde varoşlar dediğimiz - ki ben o kelimeyi y abancı dilden geldiği için benimsemiy orum. "Kenar Mahalle", bize göre en uy umlusu. Y aşam kaygısı içinde olan bu insanlar, sabahleyin erkenden kalkıp, geç saatlere kadar, tekstil sanayiinde, trikotajda, konfeksiy onda, ağır işlerde, döküm işlerinde, demir işlerinde çalıştıkları için, herşey den kopmuşlar v e ekmek parası karşılığında çalışıp emeklerini değerlendiriy orlar. Y ani kısacası hiç boş v akitleri y ok. Şimdi bu arkadaş-
türel v e sanatsal açıdan, onların boş v akitlerinde d e ğ e r-lendirebileceği, gidip bir a r a d a yaşayabileceği mekanlar oluşmadığı için toplum bi-rey leşmiş; tek başına doğuy or, büy üyor, ölüy or. Y ani arkasında bir iz bırakmay acak hale gelmiş insanlarımız. İşte ay dınlarımıza, eğitimcilerimize, yazar-çizer, sanatçı, şairlerimize burada çok iş düşüy or. En başta y apılması gereken; biraray a gelinerek toplu bir şekilde müziğimizin, kültürümüzün, sanatımızın oluşmasında tohumların atılması olmalıdır. Belli gruplar, belli gruplardan koptuğu için biraray a gelememenin sıkıntılarını çekiy oruz. Temelde kültürü, sanatı v e insanı y eniden yeşertecek bir noktada buluşmamız gerekiy or. O noktadan y ola çıkılır. Sonradan düşünce farklılıklarını; bu kaba mermili, kaba ağacı y ontarak bir şekle sokabiliriz. O zaman zaten çağdaş düşüncelerin, çağdaş kültürün oluştuğunu hissederiz. Nüanslar üzerinde tartışılabilir ama bugün nüanslardan y ola çıkıp y ontulmamış bir merminin üzerinde nüansını tartışmak bence çok yersiz. Bu birikimi birara-
14
TAVIR EYLÜL 1996
y a getirmemiz mutlaka lazım y oksa bir erozy on oluşmakta. Biraraya gelip daha güçlü bir muhalefet oluşturma isteğimizin nedeni de bu. Doğada nasıl toprak denize gidiy orsa, insan da yok olmay a başladı. Biz, insanımıza sahip çıkmak için önce onun, çağımızın gereksinimlerinden f aydalanmalarını sağlamak zorunday ız. Y ani önce birşeyin farkına v ardırtmak lazım. Onlara, birileri pop müzik dinlediğinde mutlu olacağını söy lemiş. Bir taraftan çalışmadan da para kazanacağını söy lemiş. Bir taraftan eroin taşırsa, kadın satarsa para kazanacağını söy lemişler. Anadolu'dan göçmüşler v e musluğundan su akmasının, elektriğinin olmasının onun hakkı olmadığını öğretmişler. Okul y ok, eğitim y ok, bilgi y ok... Bu insanların elinden tutmak gerekiyor. Refah Partisi bunu beceriy orsa biz de becermeliy iz. Açıkça söy ley eyim; biz ezilen insanın y anına gitmiyoruz . Biz ay dınız ama acımıy oruz bile o insanın sömürülmesine. Her an patlay acak çöplüğün yanında y aşanıldığı ama ay dınım diy enlerin varmadığı, gitmediği yerler oralar. Başkaları (RP. vs.) gidiyor. "Bomba patlayacak, insanlar ölecek" demesi bile gerekirken demiy or aydınlar. Siy asi iktidarlar bunu yapmıy orsa bizlerin bunu bir şekilde yapmamız gerek.
Ülke gerçekleri karşısında ay-
ruz. Sizce bunun sebepleri nelerdir? Örgütlenememe genel anlamda da bir sorun. Aydınların ise %90'ı küçük burjuva bir anlay ış ve y aşam biçimi içerisinde. Biraraya gelmenin de getireceği zorluklar v ar. Bireysel çıkışlar dev let taraf ından pek baskı görmüy or. Örgüttü mücadelenin sonucunda bir güç olunacağı için baskılar gelecektir. Bir de aydınlarda disiplinden kaçan bir anlay ış v ar. Birlikte mücadele etmek v eya bir cephe oluşturmak geçmişte de benim bulunduğum bir çok platf ormda yapılmay a çalışıldı. Gördük ki, söy lemler aşamasında her kaf adan bir ses çıkıy or. Bir bakıy orsun en uç noktalar-
cak diye bir kural da y ok aslında. Ben inanıy orum ki herkesin kendi çapında y apabileceği katabileceği birşey ler vardır. Sanatçılar gerçekten düzenin değişmesini istiyorlarsa mutlaka yapacakları bir şey vardır. Y ani, bir bildiriye imza atmaları v ey a bir sanatsal etkinlikte, bir konserde güncele y önelik bir demeç v ermeleri bir olumluluktur. Bizim tartışmaya açtığımız Kültür Cephesi ve meclisler konusu var. Sizin bu konudaki görüşleriniz ve önerileriniz nelerdir? Tüm merkezi grupların kendi içlerinde bir meclis oluşturması, demokratik kararlar alması ve bunu ya-
Birçok yerde belli bir gruba angaje olma korkusuyla hareket ediliyor. İlk soru "Kim öncülük ediyor?", "Kimler yapıyor?" oluyor. Bu kaygıyı misyonlarına ya da kişilere güvensizliklerinden dolayı duyuyorlar. O pota içinde eriyip, yok olmaktan veya silikleşmekten korkuyorlar. Herkes en önde mücadele edecek veya en radikal tavrı koyacak diye bir kural da yok aslında. Ben inanıyorum ki herkesin kendi çapında yapabileceği katabileceği birşeyler vardır. da öneriler çıkıyor ama pratiğe gelince, ortadan kay boluyorlar. Bir başka nokta da, kimin öncülük ettiği meselesi. Birçok y erde belli bir gruba angaje olma korkusuy la hareket ediliy or. İlk soru "Kim öncülük ediy or ?", "Kimler y apıy or?" oluyor. Bu kay gıy ı misyonlarına y a da kişilere güv ensizliklerinden dolay ı
fevzi kurtuluş
şama geçirmesi gerektiğini düşünüy orum. Kültür Cephesinin oluşumunun aslında geç bile kaldığını söy lemeliy im. Bu konuda adımların atılmasını ülkemizdeki son y aşananları da dikkate aldığımızda çok yakıcı bir ihtiy aç olarak görüyorum. Mutlaka bir kurumlaşmay a yönelmek gerektiğini düşünüy orum. Örneğin, yeri belli olan, adı belli olan, insanların muhatap bulabileceği, belli günlerde oturup toplanıla-bileceği, konf eranslar düzenley ebileceği, belki de mesleki eğitim anlamında bir takım eğitimlerin v erilebileceği y ani bu sanat cephesindeki insanların aralarındaki dayanışma duy gularını güçlendirici, birbirlerine katkılar sunabilece-
müzisyen dınlanıl bugüne kadar birlikte hareket edemediğini, kalıcı, sürekli, birlikler yaratamadığını görüyo-
duy uy orlar. O pota içinde eriy ip, y ok olmaktan v eya silikleşmekten korkuy orlar. Herkes en önde mücadele edecek vey a en radikal tav rı koy a-
TAVIR EYLÜL 1996
15
ği bir merkezi y apılanmanın olması gerektiğini düşünüy orum. Meclislerin hedefleri, çalışma alanı ve sınırı sizce ne olmalıdır? Genel anlamda bütün sorunların temelinde iktidar meselesi y atıy or. Sanat cephesinde ise kaypak bir zemin v ar. Bu insanlar ne kadar hepsi bir düzey de v eya aynı pay ede düşünebilirler, orası tartışmalıdır. Bana göre sanat cephesi ve diğer bütün legal alandaki cepheler tali bir örgütlenme biçimidir. Bu cephenin temel örgütlenmenin demokratik alandaki uzantıları olması gerektiğini düşünüy orum. Aydınların, yapılan birlik önerilerine' "kim öncülük ediyor?" kaygısıyla yaklaştığını söylediniz. Biz diyoruz ki, meclisler kimsenin güdümünde, yönlendiriciliğinde değildir, Orada aydınlar ve sanatçılar karar mekanizmasını ve hiyerarşiyi kendileri belirlemelidir. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Bence, en başta niy et önemlidir. Gerçekten burda bir cephe oluşumuna ihtiy aç hissediliy or mu, hissedilmiy or mu? Bana göre en önde sav aşan, misyonun temsilcileri olan sanatçılar sonuçta y ine bence belirley ici olacaktır. Kim nederse desin. Y ani son noktay ı onlar koy acaktır. Onlara y aklaşırken, cepheye çağırırken iy i tahlil etmek, onların hangi sev iyede olduklarını, nelerle katılabileceklerini iy i görüp; ona göre, onların bir katkısını sunabileceği platf ormlar yaratmak, yani kendi çabalarıy la bu işin içinde olduğunu hissettirmek gerekir. Ben hep "Bitmey en Kav gadaki bir bölümü örnek veririm: Doktor olmadığı halde bir kadına doğum y aptırılmaktadır. Romanın kahramanı da y üzlerce işçiy i seferber eder. Çok f azla beze ihtiy aç olmamasına rağmen herkes birşey ler bulup, getirmiştir. Bir arkadaşı neden böy le y aptığını sorduğunda, "Bir tane bez y eterdi ama herkesin y apılan işte katkısının olduğunu bilmesi için böyle y aptım" der. Bizim de böy le davranmamız lazımdır, insanları katabilecekleri bir şey olduğu yönünde ikna etmek gerekmektedir. Ancak bu şekilde başarılı olunabilinir.
mesut akusta
olmalıdır. Türkiy e'de yaşayan o kadar çok kültür v ar ki, bunların ortak dil oluşturması bu kadar kolay değildir. Ama en azından ortak bir dil mutlaka bulunur. Ortak dil de zaten herkesin bildiği v e y ıllarca söylenmiş olan bir dildir. Herkesin Sav aşmak için bir silahı vardır. Tiy atrocunun replikleri, ressamın f ırçası, heykeltraşın çamuru, operacının sesi, balerinin v ücut hareketi, işçinin çekici, köy lünün orağı ve diğer insanlarında beyni ve yüreği v ar. Kültür Cephesinin bir amacı da gecekondularda yaşayan insanlara kültür hizmetini götürmek yani o insanları merkeze taşımak, y erine merkezde v ar olan bütün etkinlikleri oray a taşımak, onlarla tanıştırmak olmalıdır. Çünkü bu bölgelerde yaşay an insanların sorunlarını bizzat kendile-
hadi çaman yeditepe tiyatrosu oyuncusu Merhaba Kültür Cephesi, merhaba Kültür Cephesini oluşturan dostlara; eşit, hak ve özgürlüklere ihtiyacı olan tüm insanlara Bugünlerde bir HABITAT'tır gidiy or. Sadece burjuvazinin y aşadığı y erleri milyarlarca lira harcay arak rengarenk süsley ip dış dünyadan gelen insanlara sadece bu bölgeleri gösteriliy or. Oysa, İstanbul'un bir adım ötesindeki yerleşim birimlerinde insanlar hala çeşmelerde kuyruk olup, bir damla su için saatlerce kuy rukta beklerken, karanlığa boğulmuş evlerinde bir damla ışığa ihtiyacı varken, sokaklarda binlerce işsiz dolaşırken, çöplerden ekmek arayan insanlarla dolup taşarken HABITAT'ı protesto etmek için sokağa dökülen insanlara "HABITAT Polisi" coplarını konuşturuy orsa sistemin ne kadar çürümüş olduğunu görmemek mümkün değil. Küttür Cephesi bu anlamda bir hareket başlatıy or. Bu insanların sorunlarının tartışılacağı muhalef et meclisleri kuruyor. İstanbul'un her köşesine ulaşıp onlarla bir aray a gelmeliy iz. Tabi bu bir aray a geliş sadece lafta kalmamalı, pratikte de karşılığını bulmalıdır. Her kültürün farklı dili var. Küftür Cephesinin amacı da bu kültürleri bir aray a getirip ortak bir dil oluşturmak
Kültür Cephesinin bir amacı da gecekondularda yaşayan insanlara kültür hizmetini götürmek yani o insanları merkeze taşımak yerine merkezde var olan bütün etkinlikleri oraya taşımak, onlarla tanıştırmak olmalıdır. riy le birlikte konuşarak, tartışarak anlay abilir v e çözüme ulaştırabiliriz. Ortak kültür ses verir. Kardeşlik adına, bir cana hasret koşar. Büy ük adımlarla kültür cephesine. Kendi insanımız ve kendi kültürümüz için Kültür Cephesi'nde buluşalım!
16
TAVIR EYLÜL 1996
HAKAN ALAK
insanlığın yüzakı bir bilimadamı: FREDERİC JOLİOT-CURİE
F
rederic Joliot-Curie... Y üzy ılımızın en büy ük düşünürlerinden... Nötron ve pozitronun bulunmasında büy ük bir pay sahibi olmuş, y apay rady oaktiflik v e zincirleme tepkileşimi bularak adını bilim tarihinin sayfalarına altın harflerle y azdırmış bir bilim insanı... İnsanlık onu, sadece bilime yaptığı katkılardan değil Fransa halkının f aşizme karşı verdiği kurtuluş mücadelesinde y ürüttüğü önderlikten tanır. Onurlu bir bilim adamı kişiliği, v atansev erliği ite ülkemizin ilerici-demokrat ay dın kesimi için de incelenmesi, tartışılması v e örnek alınması gereken bir insandır Frederic Joliot-Curie.
dönüştürülmesine karşı aktif bir mücadele v ermiştir. Onurlu aydın tav rı nedeniy le her zaman egemenlerin hedefi olan Juliot, karşılaştığı zorluklar v e çektiği acılar nedeniy le y ılmamış, y aşamının son anına dek inandığı doğrular uğruna mücadele v ermiştir. Frederic Joliot, y ine yüzy ılımızın en büy ük fizikçilerinden Pierre v e Marie Curie'nin y anında eğitimini sürdürmüş, çalışmalarını bu iki değerli bilim insanının y anında şekillendirmiş, burada y etkinleşmiştir. Pierre v e Marie Curie'nin kızı Irene Curie ile 1926 y ılında ev lenen Frederic Joliot bu tarihten sonra çalışmalarını hep Juliot-Curie ismiy le imzalamıştır.
1900 y ılında Paris'te doğan Joliot-Curie'nin babası Paris Komünü sav aşçılarından bir maden işçisi, annesi ise y ine komün y ıllarını y aşamış, hay atı boy unca haksızlığın v e zulmün karşısında olmuş bir insandı. Vatansev er bir ailenin çocuğu olarak büy üy en Frederic Joliot, Fransa'nın Nazi işgali altında y aşadığı y ıllarda direniş hareketi içinde y eralmış, Ulusal Cephe'nin Genel Başkanlık görev ini üstlenmiştir. Juliot, bu görev ini Hitler faşizminin Fransa'dan temizlendiği güne kadar sürdürmüştür. Bilim), uygarlığı ileriy e taşımada bir araç olarak gören Juliot, II. düny a sav aşı sonrasında da -özellikle Hiroşima ve Nagasaki katliamlarından sonra- bilimin, empery alistlerin elinde halkları y okeden bir silah haline
Avrupa'da Faşizmin Yayılışı 1920-30'lu y ıllarda tüm Av rupa ekonomik ve siy asi bir bunalım içindey di. Almany a'da da siy asi v e ekonomik kriz günden güne derinleşiyor, hiç bir siyasi önlem bunalımı aşmaya yetmiy ordu. Ekonomi tamamen çökmüştü. 1926 y ılında 1 ABD dolar ı 4 mily on Alman markına eşdeğer durumundaydı. Almanya'nın, kalbi Berlin'de sosy alistler hızla örgütleniyor ve y aygınlaşıy orlardı. O y ıllarda yeni yeni örgütlenmeye başlayan f aşistler de y aşanılan kriz ortamını iy i değerlendirip seçimler yoluy la iktidara gelmek, sonra da bir darbey le diktatörlük kurmak istiy orlardı. Bu günlerde, bir kaç y ıl öncesinin sokak serserisi bir Av usturyalı, tekellerin de desteğiy le adım adım Almany a Başbakanlığına getirildi. Bu, Hitler'den başkası değildi. Hitler'in 1933 y ılında iktidara getirilişiyle önce Almanya'da tüm demokratik haklar terör y öntemleriyle
raf a kaldırıldı; siyasal partiler, sendikalar kapatıldı. Hitler, 1934'te Cumhurbaşkanı Hildenburg'un ölümüyle boşalan Cumhurbaşkanlığı makamına el koydu. Seçimle iktidarı alan f aşizmin darbe y öntemleriyle dev am ettirdiği kurumlaşma tamamlanmıştı. Bundan sonra tek tek tüm Avrupa ülkeleri işgal altına alınmay a başlandı. Mily onlarca sosy alist, komünist, yahudi, açılan toplama kamplarına dolduruldu. 1187 toplama kampında ölen insanların say ısı birçok ülkenin nüf usuy la boy ölçüşebilecek yoğunluktadır. Bu say ı, y aklaşık 4 milyondur. Faşizm, kafatasçı anlay ışını bilimsel ve kültürel alana da yansıtmış, "Alman Fiziği", "Alman Kimy ası" gibi kav ramları ortay a atmıştır. Faşizmin bilimi y orumlay ışı Philipp Lenart'ın şu sözleriy le özetlenebilir. " 'Bilim uluslararası niteliktedir' deniy or. Bu yanlıştır. Gerçekte bilini her insan f aaliy eti gibi bir ırk olay ıdır v e insanın taşıdığı kanla koşullanmıştır." Faşizm, Almany a'nın bilimde uzun y ıllar sonucu katettiği mesafeyi kısa sürede y erlebir etti. Faşizmin baskısı altında çalışma koşulları kalmay an birçok bilim adamı ülkeyi terketti. Aynı durum daha sonra Hitler f aşizminin işgal ettiği ülkelerde de y aşandı. Ay nı y ıllarda Fransa'da da büyük
TAVIR EYLÜL 1996
ekononomik krizin etkileri hissediliyordu. 1932 y ılında sağcı iktidar çökmüş, radikaller de sosyalistlerin desteğiy le iktidara gelmişti. Burada da faşist örgütlenmeler tekellerin desteğiy le yay gınlaşıy ordu. Radikallerin iktidara gelişinden kısa bir süre sonra hükümetin y aptığı y olsuzluklar ortay a çıkınca faşistler Paris'te meclise y ürüdü. 6 Şubat 1934'te düzenlenen bu gösteride polisin açtığı ateş sonucu 15 f aşist öldü. Bu açıkça f aşist bir darbe girişimiy di. Birkaç gün sonra ise 4 mily on kişi Paris caddelerini "Faşizme Geçit Y ok" sloganlarıy la inleterek y ürüyordu. Faşistlerin darbe girişimi daha hazırl ık aşamasındayken halk taraf ından bastırılmıştı. 1936 seçimlerinde komünistler, sosy alistler, sendikalar v e ilerici kesimlerin birlikte oluşturduğu Halk Cephesi seçimi kazandı. Fakat, radikallerle sosyalistler arasındaki ekonomi ve İspany a İç Sav aşı gibi konulardaki anlaşmazlıklar sonucu iktidar tekrar merkezi sağ koalisy onun eline geçti. Irene v e Frederic Joiiot-Gurie, Halk Cephesi döneminde kurulan hükümetin Eğitim Bakan Y ardımcısı görev ini üstlenmişlerdi. Bu dönemde Frederic Joliot, hem eğitim sisteminde reformlar gerçekleştirmek, hem de Fransa Bilimsel Araştırmalar Merkezi'nin kurulması için y oğun bir çaba harcamıştır. 1936 y ılında İspany a İç Savaşı başladığında Joliot-Curie'ler Cumhuriy etçiler'den y ana tav ır almıştır. Cumhuriy etçiler lehinde y ürütülen çalışmalarda etkin görevler alan Joliot-Curie'ler Sosyalist Parti'nin bu sav aşta önce kararsız, sonra da -radi-
17
kallerin baskısıy la- karışmama yanlısı politikaları üzerine partiyle bağlarını koparmışlardır. "Benim Yerim Burası" Naziler, 1938 y ılının Mart ay ında Av ustury a'y ı işgal ettiler. Hitler'in bir sonraki hedef i Çekoslavakya'y dı. Fransa, Çekoslovakya'yla yaptığı karşılıklı yardım anlaşmasına uymay ınca Almanya, Çekoslavakya'y ı işgal etti.
Frederic ve Irene Joliot Curie Almanlar kısa bir süre sonra da Fransa'y a girdiler. Fransa'nın işgal edildiği sırada iktidarda aşırı sağcı Rey naud hükümeti bulunuy ordu. İşbirlikçi hükümet, işgal üzerine halka silah dağıtılması y önündeki önerileri reddediy ordu. Bu açık bir boy un eğiş; faşizme ülkenin kapılarını ardına
dek açmak demekti. İşgali haber alan Joliot'nun ilk işi bilimsel çalışmaları için çok önemli bir y eri olan v e düny ada çok sınırlı bir miktarda bulunan "ağır su"y u ülkeden çıkarmak oldu. Joliot, ağır suy un Almanlar'ın eline geçtiğinde nasıl bir silaha dönüşeceğini çok iy i biliy ordu. Önce bir cezaev inin idamlıklar için hazırlanan hücrelerinde saklanan ağır suy la dolu bidonları daha sonra gemiy le İngiltere'y e kaçırdı. 16 Haziran gecesi Joliot, eşi trene, dostları Mureu, Halban v e Kowarski ile ClermontFerrand'da bir evde, sabaha dek, yaşadıkları günleri ve neler y apacaklarını tartıştı. Tartışmanın sonunda Joliot kararını açıkladı: "Bu boy uneğme durumu sonsuza dek sürüp gidemez. Fransa'da y eni bir y önetim altında Naziler'e karşı direniş başlay acaktır. Ben bu ülkeden ay rılmam; benim yerim burası." Sav aş sırasında, Almany a ve onun işgali altındaki ülkelerde faşizmin karşısında y eralan bilimadamları dahi ülkelerini terke-derken O, ülkesinin bağımsızlığ ını herşe-y in üzerinde görmüştür. Frederic Joliot, çok sev diği bilimsel çalışmalarını artık f aşizm koşullarında sürdürecektir. Y ıllar sonra bir sohbette ülkeyi terketmey işini sadece şu sözlerle açıklar: "Kal ma m gerekiyordu; elbette, kalma m gerekiyordu," Direnişin Nüveleri ve Bilimsel Çalış malar Joliot, Paris'in dışında bulunduğu sıralarda aldığı haberlerden Almanlar taraf ından sorgulanmak üzere arandığını, Almanlar'ın laboratuv arına sık sık gelip gittiklerini öğrenmişti.
18
TAVIR E Y L ÜL 1996
Gelen bu haberler üzerine yeniden P aris'e dönmeye karar verdi. Joliot-Curie'lerin çalışma notlarını ele geçiren Almanlar, laboratuvarı sürekli araştırıyorlar, personeli de sorguya çekiyorlardı. Aradıkları ağır suydu. Sadece bu iş için Almanya'dan özel ekipler getirilmişti. Joliot P aris'teki laboratuvarının başına döndüğü sırada Almanlar tekrar geldi. Joliot'yu etkilemek, işbirliğine çekmek gibi bir düşünce içindeydiler. Bu yüzden de Joliot'ya oldukça ölçülü davranıyorlardı. Joliot da onlara karşı dengeli bir tavır almıştı. Ne, tam olarak karşı çıkıyor ne de A l -manlar'a tamamen kucak açıyordu. Almanlar'ın asıl aradığı ağır suydu. Nerede olduğunu sorduklarında Joli-ot'dan yurtdışına çıkardığı cevabını aldılar. Nasıl çıkardığı sorulduğunda ise Joliot ağır suyu çıkardıktan sonra Almanlar tarafından batırılmış i k i geminin ismini verdi ve bu gemilerle ağır suyu kaçırdığını söyledi. Böylece, Almanlar'ı ağır suyun denizin dibini boyladığına ikna etti. İşgal altında da olsa ülkesinde kalma ve çalışma koşullarını yaratan, Jolipt-Curie, kendisinin yurtdışına çıkması için tekrar tekrar getirilen önerileri reddediyordu. Bu önerilere "gelecek kuşağın fizikçilerini yetiştireceğim" cevabını veriyordu. Joliot, Fransa'da devam ettirdiği bilimsel çalışmalardan ötürü 1943 yılında Fransız Tıp Akademisi üyeliğine seçilmiştir. Bu arada Almanlar, Joliot'nun kendileriyle işbirliğine gireceği umudunu hiç yitirmiyordu. Joliot da uzun bir süre Almanlar'la geçinir göründü. Bu yüzden de pekçok kişi başlarda onu işbirlikçi zannediyordu. DirenişYılları 1940 yılının ders yılı başlangıcında üniversitelerde üçerli, beşerli gruplar oldukça hararetli tartışmalar yürütüyorlardı. Joliot'nun da katıldığı bir toplantıda direnişçilerden gelen mektuplar okundu ve aydınların direnişin içinde alması gereken tavır tartışıldı. Bu yıllar, Fransa'da umutsuzluğun henüz kınlamadığı, Alman-lar'ın zaferinin geniş kesimlerce kabullenildiği yıllardı. Bu yılgınlık perdesinin yırtıldığı ilk atılım işgal altındaki Fransa'nın kukla Vichy Hükümeti'nin aldığı bir
karar üzerine oldu. Yürürlüğe konan kararnameye göre Yahudiler kamu görevlerinden atılacaktı. Birkaç yıl önce Almanya'da yaşananlar şimdi Fransa'da yaşanmaya başlıyordu. Ardısıra yapılacak katliamların, soykırımın i l k adımıydı bu karar. Karar ülkede büyük bir tepki topladı. Ardından ünlü fizikçi Langevin'in tutuklanması Fransa halkının yanısı-ra tüm dünya kamuoyunun dikkatini çekmişti. Langevin, Solvey Dünya Fizikçiler Kongresi'nin sürekli başkanı, Savaşa ve Faşizme Karşı Dünya Komi-tesi'nin genel başkanı, "Dimitrov'a Özgürlük" kampanyasının örgütleyi-cilerindendi. Langevin'in tutuklanması haberi üzerine illegal koşullarda çalışma yürüten Fransa Komünist P artisi, "Langevin'e Özgürlük" sloganıyla bir kampanya başlattı. P aris'te binlerce duvara bu slogan yazılıyor, Langevin'in tutsak edildiği cezaevine binlerce destek telgrafı yağıyordu. Langevin'in yeni ders yılında vermesi gereken i l k ders 8 Kasım'daydı. Tüm P aris'te kulaktan kulağa yayılıyordu; "8 Kasım'da College de France'a" sözü. 8 Kasım günü, Almanlar dersin yapılacağı salonun kapısını kilitlemişlerdi. Buna rağmen, salonun önünde büyük bir kalabalık birikmişti. Alman polislerin arasından hızla ilerleyen Joliot, kilitli salonu elindeki anahtarla açtı ve kürsüye geldi. Gözlerine yaş damlaları birikmişti. Kısa ve kararlı bir tonla: "Fransa'nın onuru ve yüzakı P rf . Langevin serbest bırakılmadıkça laboratuvarımı kapatacağımı ve derslerimi tatil edeceğimi herkesin önünde duyuruyorum" dedi. Direniş büyüyordu. "Langevin'e Özgürlük Kampanyası"'gün gün yaygınlaşıyordu. Yükselen tepki üzerine Langevin'in de cezaevindeki yaşam koşulları iyileştirilmişti. Aynı günlerde "Özgür Üniversite" isimli bir yeraltı yayın organı çıkmaya başlamıştı. Dergiyi çıkaran grubun çalışmalarına zaman zaman Jo-liot da katılıyordu. Özgür Üniversi-te'nin çatışmalarını yürüten grup da, Juliot'nun diğer çatışmalarında yardımcı olduğu gruplar da komünistlerden oluşuyordu. Fakat Joliot'nun Komünist P arti'yle örgütlü bir ilişkisi yoktu. Bu gönlerde Fransız Komü-
nist P artisi, disiplinli örgütlülüğü nedeniyle saygın ve kitlesel bir yapıydı. Fransa Komünist P artisi, 1921 yılının Mayıs ayında Naziler'e ve Vichy Hükümeti'ne karşı Ulusal Cephe Komiteleri kurulması yönünde bir çağrı yaptı. Bu çağrı sonrası, Haziranda Üniversiteler Komitesi kurulmuştu bile. Cephe, her görüşten direnişçiyi bünyesinde barındırıyordu. Juliot, Üniversite Komitesinin komünist olmayan üyelerindendi ve kısa bir süre içinde komitenin başkanlığına seçilmişti. İşin ilginç olan yanı ise komitenin başkanlığına seçildikten hemen sonra hakkında çıkan tutuklama kararıydı. Juliot'nun FKP üyesi olduğu iddiasıyla hakkında tutuklama emri çıkarılmıştı. Nitekim, 29 Ha-ziran'da da tutuklandı. Tutukluluğu kısa sürdü. 1941 'e gelindiğinde Ulusal Cephe'nin komiteleri ülkenin hemen her yerinde kurulmuştu. Bu dönemde komitelerin, merkezi yönetim komitesine bağlanması karar altına alındı. Merkezi yönetimin başkanlığına da yine Juliot seçildi. Bu görevini savaşın sonuna dek sürdürecektir. Ulusal Cephe'nin yönetim komitesi ayda bir toplanıyordu. Toplanma yeri de, toplanma saatinden bir saat önce kararlaştırılıyordu. Toplantılar k i m i zaman bir evde, k i m i za man okulda, k i m i zaman da b i r dükkanın arka bahçesinde gerçekleşiyordu. Bu zamanlarda birçok yeraltı gazetesinin hazırlıkları gözden geçiriliyor, kamuoyuna yapılacak açıklamalar kaleme alınıyor, diğer direniş örgütleriyle ilişkiler belirleniyordu. Bütün bu çalışmaların içinde düşünce yapısı itibariyle hayatın farklı yerlerinde bulunan ama ortak noktaları antifaşistlik ve yurtseverlik olan insanlar biraraya geliyordu. Yani, komünistler de, katolikler de, bu cephenin içinde çalışıyordu. Nobel ödüllü, ünü dünyaya taşmış Frederic Joliot Curie, 1942 yılının Mayıs ayında FKP 'ye üyelik için başvurdu. İsteği hemen kabul edildi. Yıllar sonra, neden üye olduğunu soranlara şu cevabı vermiştir: "Ben bu karan ülkemi sevdiğim için verdim." Direniş hareketinin etki alanı günden güne büyüyordu. P asif direnişten, etkin sabotajlara kadar uzanan eylemler Naziler için Fransa'yı cehennem haline getiriyordu. Hit-
TAVIR EYLÜL 1996
ler'in, "Öldürülen her Alman için yüz Fransız öldürün" emri f ayda etmemişti. Direniş büyüy ordu. Buna karşın Naziler de v ahşetlerini arttırıy ordu. Katledilenlerin say ısı onbinlerle if ade ediliyordu. Öldürülenlerin büy ük bir kısmı da komünistti. Fransa Komünist Partisi'nin adı "Kurşuna Dizilenlerin Partisi" olarak anılmaya başlanmıştı. Bu sıralarda Joliot'nun üniv ersitedeki laboratuvarı, direniş için elbombası, molotof koktey li, telsiz cihazı imal eden bir cephaneliğe dönüşmüştü. Asıl ilginç olan, laboratuv ar Almanlar'ın karargah olarak kullandıktan Paris Üniv ersitesi'nin içindey di. Joliot'nun ünü öy lesine tartışılmaz bir boy uttaydı ki, bu laboratuv arı aramak Almanlar'ın aklının ucundan bile geçmezdi. Direniş sürecinde, Paris Üniv ersitesi'nde böyle 18 laboratuv ar daha kuruldu. Açıktan y ürüyen sav aşın boy utlanması Juliot için de bazı tedbirleri almak gerekliliğini doğuruy ordu. Etraf ındaki çember daralıy or, bu da kendi y aşamında bazı düzenlemeler y apmasını gerektiriyordu. Eşi Irene ve çocuklarını İsv içre'ye geçiren Joliot, Sorbounne'da bindiği yeraltı treninden, Paris'in Beville mahallesinde indiğinde bambaşka biriydi. O artık ne bir f izikçi, ne de Frederic JoliotCurie'y di. Adı Jean-Pierre Garamont'du. İllegal y aşayan bir direnişçiy di. Joliot'nun illegal çalışma v e y aşama koşullarına geçtiği dönem ay nı zamanda Amerikan ve İngiliz ordularının Normandiy a Çıkarması'nı gerçekleştirdikleri, Sovyet ordularının Naziler'i bozguna uğratan y az saldırıların ı başlattıkları dönemdir. Y ine bu dönemin Ağustos ay ında Direniş Komitesi Paris'in kurtarılması için ay aklanma başlatılması kararını v erdi. Joliot, bu ayaklanma hazırlıklarında doğrudan görev aldı. Paris'teki ayaklanma 19 Ağustos'ta başladı. Paris'in tüm caddeleri barikatlarla donandı. Barikatların ardında, üniv ersitelerin laboratuvarlarında ay larca süren çalışmalarla imal edilen el bombaları depolanıy or; bu bombalar, Nazilerin ileri sürdükleri zırhl ı araçların üzerinde patlıy ordu.
19
Ay aklanma altı gün altı gece sürdü ve Paris f aşizmin işgalinden kurtarıldı. Şehir, Naziler'den temizlenirken de Joliot y ine ön saf lardaydı. Savaş Bitince Faşizmin Paris'ten temizlenmesi üzerine Joliot laboratuvarının kapısına raptiy ey le tutturulmuş kartonu asılı olduğu y erden çıkardı. Kartonun üzerinde şöyle yazıy ordu: "Fransız Gönüllüleri v e Partizanları Silah
Dünya Barış Konseyi toplantısında, Berlin 1952
Y apım Ately esi" Kurtuluştan hemen sonra Joliot'y a direnişteki y ararlılıklarından dolay ı sav aş madalyası v erildi. Bunun y anısıra Danışma Meclisi v e Ekonomik Konsey üyeliğine seçildi. Sav aş sonrası v ar gücüyle ülkesinin bilimsel çalışmalarını y önlendiren Joliot, y anmış y ıkılmış Fransa'y ı yeniden ay ağa kaldırmak için yürütülen çalışmaların öncüsü olmuştur. Sav aşın bitimi Joliot için mücadelenin sona ermesi anlamına gelmiy ordu. O, bu dönemde y eni bir mücadeley e adamıştı kendini. Bu, atom suçlularına karşı mücadeledir. Joliot, bu mücadelesini ömrünün sonuna dek, çeşitli zorluklara, baskılara v e engellere rağmen sürdürmüştür. 1958 y ılında ise Joliot-Curie ardında kendisine minnet dolu, gözü y aşlı, dua eden, sabırlı v e metin olmay a çalışan mily onlarca insan bıraktı.
Halkın Aydını Olabilmek için "Laboratuvarıma kapan mak beni m için hep çekici olmuştur ama kendime sor muşu mdur: Buluşlarımdan kim yararlanacak? O zaman anla mışımda ki, laboratuvarımda rahatça çalışabilmek için, bilimin kirli amaçlara, savaş hazırlıklarına değil, barışa hizmet etmesini isteyenlerin saflarında savaşım ver me m gerekiyor... Biz bilim adamlar ı ancak sürekli bir barış varoldukça iç huzuruna kavuşabilir ve bütün günlerimizi laboratuvarlarımızda geçirebiliriz." Onun "sürekli barış" sözüy le v urguladığı, kendi y aşam pratiğinden de görülebileceği gibi, sömürenlere karşı, onları y okedinceye dek sürdürülecek bir savaştır. Onun "barış"ı, halkların kendi topraklarında özgür iradeleriy le y aşamasıy dı. Frederic Joliot-Curie yaşamını insanlığın kurtuluşuna adamış, zulmün karşısına bilim v e insanlık onuruy la çıkmış bir insandır. Bir bilim adamıdır ama herşey den önce bir halk önderidir. Joliot-Curie'nin önderlik v asf ı faşizmin v ahşetinin en y oğun yaşandığı günlerde bile ülkesini terketmeyişinde, v atanını sav unma azmindedir. Onun önderlik vasfı, FKP'y e üye olduğu için binlerce insanın kurşuna dizildiği bir dönemde tereddütsüz Komünist Parti saflarında sav aşını y ükseltme bilincindedir. Gerektiğine inandığı için sav aş koşullarında dahi bilimsel çalışmalarını sürdürmüştür. Sav aş koşullarında dahi y üzlerce öğrencisini eğitmiş, onları Fransa'ya fay dası dokunan say ısız bilim insanının arasına katmıştır. Bunun için de bilim düny asının bir öncüsüdür Joliot. Y ine gerektiğine inandığı zaman adını, ününü, deney tüplerini v e kişisel güv enliğini bir kenara bırakıp illegal y aşama geçmiştir. Frederic Juliot-Curie'nin y aşamı ülkemiz ay dınları için incelenmesi, tartışılması ve dersler çıkarılması gereken özgünlüklerle doludur. Onun örnek alınması gereken y anı, direnişçiliği, vatansev erliği v e bilimi insanlığın hizmetine sunmadaki inadıdır. Onun bu yanlarını özümserken değerlerini kıskançlıkla korumalıy ız.
20
TAVIR EYLÜL 1996
ER DEM AYDE MİR
15-16 HAZİRANLAR'LA
DİRİLMEK
B
ir Haziran sabahıy dı. Şaf ağın alaca karanlığı giderek berrak bir güne ev riliyordu. Güneş tan y erinde kızıl ışıklar saçarak ay dınlatıy ordu. Selvi dalın da y apraklar, koca çınarlar v e şemsiye gibi gölge saçan dalları, gün aşırı sulanan rengarenk bahçe çiçekleri sabahın ilk ışıklarıyla canlanmaya başlamıştı. Kuşlar daldan dala uçarak paslaşıy ordu. Y ataklarından f ırlayanları masmav i bir gün bekliy ordu. Teneffüs edilen hav a uyku mahmurluğundan, yorgunluktan eser bırakmıy ordu. Haziran sıcağı erken bastırmıştı o gün. Güneş tesirini gösterdikçe boğucu bir sıcaklık sarıy ordu her y anı. Daha tezgah başlarına v arılmadan emekçi alınlardan boncuk boncuk terler süzülüyordu. Y eni bir güne başlamanın telaşı da eklenince, sıcaklığın ağırlığı kendini daha da gösteriy ordu. Her şey önceden hazırlanmıştı. Görev ler dağılmış, toplanılacak y erler belirlenmişti. Taşınacak pankartlar özenle hazırlanmıştı. İşçiler çalıştıkları f abrikaların önüne gidecekti v e işy erlerinden toplu olarak y ürünecekti. Start ilk fabrikadan v erilecekti. Fabrika fabrika birleşilecek v e etkin edilecekti İstanbul'a. Geride katanlar ise şalterleri indirecek ve gelecek y ü rüy üş kollarına katılacaktı.
Serv is şof örü her günkü olağan dav ranışlarından farklı bir heyecan içerisindey di. Çok sevdiği eşinin hazırladığı kahv altıy ı iştahla y edi. Gece boy unca tartışmışlardı "Seninle geleyim", "Sesine ses, gücüne güç katmal ıyım... " demişti. İkna edememişti kocasını. Kızgın değildi ama o gün olacaklardan duy duğu tedirginlik y üzünden okunuy ordu. Koca bir maşrapay a su doldurdu. Arabay a doğru yürüy erek kocasının arkasından dökecekti. "... kazasız, belasız git ve gel..."demekti bu. Kahv altıdan sonra Maltepe cıgarasından peş peşe duman çekmek en zevkli anıydı. Y üreğinin derinliklerinden gelen v e her seferinde ciğerlerini y erinden sökercesine kasan öksürüğe aldırmadan dumanlıyordu. Serv is arabasının etraf ından bir tur attıktan sonra sol eliyle şoför mahalli kapısının koluna asıldı. Sağ etiy le açılan kapının y uv asından tuttu. Bir hamlede direksiy ona geçecek kadar çev ik değildi. Fakat onu eskiten y ıllar değildi. Bir dilim ekmek için çalmadığı kapı kalmamıştı... Memo Day ı'dan başlay arak her zamanki güzergahından y ola çıktı. Kırışık alınlar v e gergin yüzler, nasır bağlamış sert elleriy le sarılıy orlardı birbirlerine. Onları anlatan sadece sert elleri, kırışık alınları değildir. Bunlar kadar sevecen ve sıcak y ürekleridir. Boncuk boncuk ter döktü-
ren ateşin karşısında çalışmanın bedeli olarak beyazlaşan y üzler, çukurlaşmış gözler bile "Kazanacağız" inancını; o parlay an gözbebeklerinden y ansıy an kararlılığı y ok edemiy ordu. Ve çıktılar yola... Fabrikay a vardıklarında diğer servis arabaları çoktan gelmişti. Dav ullar gümbürdüyor. "...tey tey" sesleriyle halaya durmuştu işçiler. Coşkuları doruktaydı. Hep bir ağızda n türkü söy ley erek eşlik ediy orlardı davul, zurnay a. Sustu davullar. Birden alkış tuf anı koptu. Peşinden sloganlar yükseldi. Ceplerinden çıkardıkları ak mendillerle alınlarındaki teri silerek yaklaşan y ürüyüş kervanına katılmay a hazırland ılar. Ankara Asf altı zaptedilmişti. En önde "Savaş Başladı", "Zincirlerimizden Başka Kaybedeceğimiz Bir Şeyimiz Yok" ve "Tü m Gericiler ve Faşizm Kahrolsun..." pankartlarıy la OTOSAN işçileri geliy ordu. Say ıları ikibiny ediy üz kadardı. Saat dokuz sularıy dı. Marşlar, türküler ve sloganlarla kadınlı-erkekli işçiler yürüy ordu. "Yürüyordu umudun ordusu, umutsuzluğu kurşuna dizerek. "Kaderlerini, nasır bağlamış av uçları arasına almış. "Bizsiz hiçbir şey olmaz! Bizsiz bu ülke yönetilmez!" diy orlardı. Y ürüy orlardı sert adımlarıy la yeri göğü sarsarak. Hedef ; İzmit, Gebze, Kartal, Maltepe v e
TAVIR EYLÜL 1996
diğer y erlerdeki emekçilerle birleşmek. Kadıköy'e v e oradan da Taksim'e varılacak, onlarca ırmaktan akıp gelen işçilerle birleşip gelecekleri üzerine hesap y apanlara karşı tek bir y umruk olacaklardı. Onlar için yaşamak, sadece nefes alıp v ermek değildir. Y aşamak insanca olmalı. Haklarını gaspedenler bunu bile çok görüyorlardı. Ama egemenlerin bu oy unu bozulmalıy dı. Alınlardan dökülen her damla terin ve göznurunun karşılığı alınmalıy dı". Bu kolay olmayacaktı. Kurtuluşun yolu mücadeleden geçiyordu. Sömürü çarkları kar hırsıy la dönüy ordu. Her zamanki gibiydi. Başarı ise birlik, day anışma, sabır ve emekten geçiy ordu. Birlikten doğan güçle kenetlenmeliy diler. Bunun için gerektiğinde sokaklar zaptedilmeliydi. Haykırılmalıy dı. Haramiler sarsıntı geçirmeliy di oturdukları y erden... Her işin zor bir y anı v ardır. Onlar için de kolay olmamıştı ey lem kararını almak. Aşılması gereken; tek başına egemenlerin cephesindeki barikat değildi. Emekten yana olduğunu iddia eden sarı sendikacılar barikatı da bir o kadar aşılması gereken engeldi. Kararsız işçiler ikna edilecekti. Kuşkusuz bütün bunlar sınıf bilinçli işçilere düşen görev lerdi. Onlar sendika ağaları gibi kay pak v e tepeden inme dav ranışlara giremezdi. "Olmaz"ları, çoktan silmişlerdi kitaplarından. "Bu işçilerle bir y ere v arılmaz" diy en ve emek vermeden hazıra konan sendika ağalarının kaf alarına v ura vura, doğru ve somut politikalarla zoru başardılar. Gece gündüz demeden çatıştılar, tartıştılar günlerce. Aç kaldılar, susuz kaldılar ama şikay et etmediler hallerinden. Sabırla ördüler yapı taşlarını. Fabrika f abrika yay dılar direnişi. Kendi güçlerini en iy i onlar biliyordu. Günlerden 13 Haziran'dı. Nef esler tutulmuş, soluklar kesilmişti. Herkesi hey ecan sarmıştı. Gözler DİSK toplantı salonunday dı. Onlarca işçi temsilcisi sınıf adına karar alacaktı. Alınacak karar tarihe "15-16 Haziran" olarak kazınacak bir gün olacaktı. Tartışma ortamında sakin ve olgun bir hav a v ardı. Onlar, ne y apmaları gerektiğini biliy orlardı. Ref ormist sendika ağalan da bu hav ay ı
21
sezmişlerdi. Onun için panik İçindeydiler. İşçiler, doğal üsluplarıy la sürdürüy orlardı tartışmalarını. Zorluklarını, neleri başaracaklarını v e başaramay acaklarını anlattılar birbirlerine. Herşeye rağmen direnmek gerekiyordu. Başka da çıkar yol yoktu. Y a teslim olunacak, hakları gasp edilecek, onurları lekelenecek ya da başları dik tarihin önüne çıkacaklardı. Onlar, ikincisini seçtiler. Mehmet: -Kardeşlerim bizi m fabrikada çok 'değerli' bir müdür vardır. Bize afedersiniz, tuvalete gitmeyi marka hesabına koyuyor ve... Hüseyin: -Arkadaşlar biz bugün 600 işçi bu kanun için direnmeye ve ölmeye hâzır ız. Memo Day ı: -Ben, 1500 işçinin çalıştığı Türk De mirdökü m Fabrikası işçilerinin temsilcisiyim. Biz, fikrimizi, kararımızı kendi miz ver meliyiz. Ne Genel Başkan ne de Genel Başkan Vekili bizi m adımıza karar veremez. Devrimci sendikalar tabandan idare edildiği için kararı taban verir. Burada kardeşlerim kararı bizler vermeliyiz. Bizler De mirdökü m işçileri olarak karar verdik ve and içtik. Namusu muz ve onurumuz gibi koruduğumu z sendikaları kapatmak isteyenler kapatabilirler. Ama bizi m kafamızdaki bilgileri asla kapatamazlar...
Karar oy çokluğuyla alınmıştı. Verilen söz, emek adına onur ve namus sözüy dü. Lekeletilmezdi... Sarı sendikacılar alınan bu karara karşı kay ıtsız kalamazdı. Kandırma, oy alama taktikleri hükmünü y itirmişti artık. Açıktan tehditler yağdı. Y ürüy üşe katılacakların sendika üyeliklerinin düşürüleceği, işy erinden atılmay ı göze almaları gerektiği v e daha ileri gidilerek tutuklanmay ı, sürülmeyi gözönünde bulundurmaları gerektiğini söy lüy orlardı işçilere. Bu tehditlerin sökmediği y erde "vatan-millet" edebiy atıy la katılımı düşürmeye çalışıy orlardı. Reformistler ise iplerin kendi ellerinde olmasını hesaplıy orlardı v e insiy atifi kay betmemenin telaşını taşıy orlardı . Maskelerinin düşmesi için sıcak iki gün y etecekti. Egemenler güçsüz v e cılızdı. Düny a emperyalist tekellerinin koltuk değnekleriy le kör-topal, aksayarak y ürüyordu. Kendine güv ensizliği olduğu kadar istikrarsızdı da. Kriz derinleşmiş, yönetenler y önetemez olmuşlardı. En uf ak bir muhalif güç olsun istenmiyordu. Sendika mı? Şey tan barındıran y uvaydı. Hem Türk-İş yetmiy or muydu işçilere? Evet, onlar Türk-iş gibi uşaklaşmış sarı sendikalar istiy orlardı. Çünkü Türk-iş, işçilerin değil sermay enin istekleri için vardı. Bu oy unu bozan sendika anlay ışına tahammül gösteremezdi. Hele
22
TAVIR EYLÜL 1996
ülkede v e düny ada y aşanan gelişmeler hiç mi hiç hoşlarına gitmiyordu. '60'lı y ıllar, Alman f aşizminin yenilgisi sonrasında sosyalizmin, işçi sınıf ı v e emekçiler arasında büy ük prestij kazandığı, anti - emperyalist gençlik hareketlerinin de başta Avrupa olmak üzere düny ay ı kasıp kavuran bir f ırtına gibi estiği yıllardı. Ülkemiz de benzer f ırtınalara gebey di. Başta gençlik cephesi olmak üzere tüm halk kesimleri harekete geçecek bir kıv ılcım bekliyordu. "Yanke Go Ho me!", "6. Filo Defol!" gibi antiemperyalist sloganlarla başlay an, giderek ülkenin ekonomik, sosyal ve siy asal sorunlarında da söz sahibi olmak isteyen, bu sorunları da devrimci düşünceler temelinde tartışan v e çözümler üreten hareketler oluşuy ordu. İşçi sınıf ı içerisinde de sosy alist örgütlenme giderek güç kazanmıştı. Dev let eliy le örgütlenen tek y etkili konf ederasyon Türk-İş'ti. Türk-İş, patron y anlısı sarı sendikacı anlay ışıy la örgütlenmişti. İşçi sınıf ının o dönemdeki düşünce v e taleplerine cev ap veremiyordu. Bu aşılmalıy dı.
Kollar sıv andı. Y erine dev rimci düşüncelerle gelişen DİSK örgütlendi. DİSK kısa sürede örgütlü işçilerin içerisinde büyük bir üye say ısına ulaştı. Türk-iş'i büy ük oranda etkisizleştirdi. Bir çok iş kolunda y etkiyi kendi büny esinde toparladı. Bu durum başta egemen güçler ve Türkiş'i rahatsız etmeye başladı. Buna engel olunmalıy dı. Dönemin iktidarı AP (Adalet Partisi), bir grup CHP milletv ekili desteğini alarak, DİSK'i geriletecek ve hatta kapatmay a götürecek y asalar üzerinde çalışmay a başladı. Bu yasaları parlamentodan geçirmek için de harekete geçti. AP hükümeti her sef erinde DİSK'in gerçekleştirdiği bir kaç örnek direnişi gündeme getire-, rek kapatılması yönünde tehditler sav uruy ordu. Ev et, Demirel Hükümeti zaman geçirmeden 274 ve 275 say ılı y asalar üzerinde çalışmalar başlattı. 8u yasalar, DİSK'in y etkilerini sınırlay an ve örgütlenme koşullarını zorlaştıran içeriktey di. Grev hakkını zorlaştıran, yetki barajlarını getiren yasalardı. Bu durum DİSK'in sonu olacaktı. Ay nı zamanda devrimci ve demokrat mu-
halef ete de önemli bir darbey di. Dönemin Başbakanı Morisson Süley man, ülkenin içine düştüğü krizi ifade ederken, muhalefeti susturmak için de "havuç-sopa" politikasını y ürütüy ordu. Sav urduğu tehditlerin yanında demogojik söy lemlerle de emekçilere sahte umutlar aşılamaya çalışıy ordu. Halkın v aatlere karnı toktu. Kimsenin Morisson Süleyman'ın v aatlerini dinley ecek hali y oktu. Y olsuzluktan, rüşv etleriy le ve baskıcı y önleriyle halk kesimlerinin içerisinde güv en yitirmişti. İşçi sınıf ı cephesinde artık beklenilecek tahammül kalmamıştı. Geç kalmak belki de sonları olacaktı. Gelecek kuşaklara bunu nasıl açıklayacaklardı. "Elimi zden bir şey gelmedi", "örgütlenemedik mi?" diy eceklerdi? Hay ır, hay ır! Bu daha ağır bir sorumluluktu. İşte bu bilinçle yola çıktılar. Barikatları aştılar. Emeğin ve ülkenin kurtuluşu için tarihi bir adımdı bu. Kimine göre kendiliğinden gelişmey di ama sınıf ın egemenlere karşı ilk güçlü adımıy dı bu... İzmit'ten iki koldan döküldüler yola. Doğudan Köseköy y öresinde Pirelli v e Good Y ear, diğeri Y arım-
TAVIR EYLÜL 1996
ca'dan Bazal, Ay gaz Anadolu Döküm ve Türk Kablo f abrikaları birleştiler. Nasırlı ellerle alkış tutarak her y ana mesaj iletiy orlardı. "Haydi", "Haydi" diy erekten Dicle ve Fırat'ın coşkun akışı gibi birleştiler GebzeÇay ırov a ve Tuzla işçileri... Engel olamıy ordu polis v e jandarma barikatları. Bir bir aşıy ordu öfkeli y ürekler. Hedef "Kadıköy Yoğurtçu Parkı!" diye haykırıy orlardı hep bir ağızdan. İstanbul dört koldan işçilerin gür sesiy le inliyordu. Y ürüyüşün bir kolunu izley en burjuva gazeteci -y azarın da belirttiği gibi "İstanbul yeniden fethediliyordu." Bakırköy, Topkapı, Gaziosman Paşa ve Eyüp'ten, Aksaray'dan Cağaloğlu'na doğru y ürüyüşe geçmişti diğer bir y ürüyüş kolu. Bu güzergahta Bab-ı Ali Caddesi'yle, Div any olu Caddesi'nin kesiştiği yerde ilk barikatla karşılaştılar. Barikatı kuranlar çaresiz v e ürkektiler. Korkuy orlardı, deli coşarlığıy la akan, düşman barikatlarını silip süpüren emekçi selinden. Y ollar enlemesine tank ve panzerlerle kapatılıy ordu. İşçiler birbir tankların etraf ından ve kenarlarından atlayarak geçiyorlardı Tıpkı şimdilerde Gazi barikatındaki gibi..Tıpkı Sezgin'İer gibi. Gözlerini oy uyorlardı tankların. Tankı kullananlar çaresizdiler. Çarey i Galata Köprüsü'nü açmakta buldular.. Lev ent y önünde Şişli'ye v e oradan da Taksim'e y ürüyenlerin önü ise ilk Tekfen'in önünde kesildi. Cop v e kalaslar en önde y ürüyen Tekel işçileri olan kadınların kafasında kırıldı. Düşüy orlardı bir bir. "Geri adım yok" diy e hay kırıy orlardı geridekiler. Düşenlerin yeri geridekilerce dolduruluy ordu. Arkadaşlarını düşmanın eline teslim etmeden geri çekiliyorlardı. Burada da aşıldı barikatlar. Ve Philips'e ulaştılar. Onlar ki; toprakta karınca, Suda balık, Havada kuş kadar çoktular. Korkak, Cahil, Haki m, Ve çocuktular. Ve kahreden, Yaratan ki onlardır, Destanımızda yalnız onların, Maceraları vardır...
23
Kartal'dan OTOSAN önünde birleşerek, Ankara asfaltından Üsküdar y önüne y ürüyen y ürüyüş koluna polis v e jandarmanın silahlı saldırısının ilk haberi y ay ıldı. Öfke doruktay dı şimdi. Maltepe Tekel'den, Arçelik'ten ve Cam Fabrikası'ndan akın akın barikatı parçalamak için yürüy orlardı emekçiler. Parçaladılar etten barikatları. Katiller panik içindey di. Sanki, Çiftehav uzlar'da, Bağcılar'da, Balmumcu kuşatmasıdır y aşananlar. Y ine kalleş ve sinsiydiler. Y eni değildir sırtlarını bahçe duvarlarına yaslamaları. Devam edecekti bu korkuları. Gazi v e Ümraniy e'de ay nı şey i yapmadılar mı?.. Otomatik tarakalarının tetiklerine, çöp bidonları v e bahçe duv arlarını siper edinerek basıy orlardı. Ancak ölüm kusan namlular emeğin sesini boğmay a y etmiy ordu artık. Öf ke daha da kabarıy ordu. Hep bir ağızdan "...Yürü üstüne üstüne/Tükür yüzüne celladın. Fırsatçının ve hayının..."haykırışlarıyla karşı konuluy ordu. Y oğurtçu Parkı v e civ arı tam bir sav aş alanına dönmüştü. İşçiler silahsızdı. Onlar haklarına sahip çıkmak ve kendilerini ölüme mahkum edecek baskı y asalarını protesto etmek için meşru haklarını kullanıy orlardı. Ama karşılarına y ine polis, yine jandarma dikilmişti. Y ine ölüm kusan namlular dikilmişti. Üç şehit verilmiş, bir de polis ölmüştü. Onlarca y aralı v ardı. Asıl ihaneti ise, reformist uzlaşmacı DİSK yöneticilerinden gördüler. Korktular işçinin kabaran öf kesinden, İstanbul v e İzmit'te sıkıy önetim ilan edilmişti. Toplantı üzerine toplantı düzenleniy ordu. Sıkıy önetimin bütün toplantılarına DİSK yöneticileri de katılıyordu. Sıkıy önetim komutanı Kemalettin ATALAY 'ın tehditlerine boy un eğilmiş, rady olardan ve gazetelerden yurtsev erlik çağrıları birbirini izliy ordu... Ref ormizm değişik dönemlerde v e mekanlarda da olsa hep ay nı havay ı solumay a devam ediyordu. Korku v e kaygı hep ay nı. Ne zaman emekçiler cephesinden düzeni sarsan bir gelişme y aşansa onlar hepbir ağızdan ,işçi v e emekçilere saldırarak düzene ne kadar bağlı olduklarının y arışına girerler. Bu tav ırları günümüzde de sürüyor.
Gazi'de KESK'in, yakın tarihte 96 1 May ıs'ından DİSK v e diğer ref ormistlerin tavrı y ine "yurtseverceydi" İşçiler sırtlarından hançerlenmişti. Uğruna sav aş v erdikleri, namusum v e onurum dedikleri sendikalarına sahip çıktıkları bir dönemde, ref ormist yöneticilerin ihanetçi tav ırlarıy la karşılaştılar. Buna hazırlardı aslında. Y ürüyüş kararının tartışılmasında v e alınmasında da ref ormistlerin tav ırları ay nıy dı. Kararı, reformist v e sarı sendikacılar değil tabandaki işçiler almıştı. İşçiler, konf ederasy onlar arasındaki çelişkiyi v e it dalaşını aşarak gerçek bir birlik yaratmışlardı. Türk-İş'in f a y/r" kararına rağmen mey danlara dökülenlerin çoğu Türk-İş üy esi emekçilerdi. "Sendikadan atacağız" tehditlerine boy un eğmemişlerdi. DİSK'li sınıf kardeşleriy le alınteri v e göznuru olan hakların ı korumak için bu kararı birlikte almışlardı. Birlikte yürüdüler v e birlikte aştılar barikatları. Birlikte öldüler.. Günümüze taşınan en güzel miras da budur. Olmaz denileni, y aratılmaz denileni güçlü kollarını kenetley erek başardılar. 15-16 Haziran'ı tarihe kazıdılar. İstanbul semaları gri bulutlarla kaplanmıştı. Gün ağırlaşmıştı, insan içini ürperten harabe görünüm hakimdi İstanbul sokaklarına. Ve bomboştu; korkulu gözlerle etraf a göz gezdiren askeri dev riyelerden başka... Kaldırımlara saçılan cam v e kırık eşy aları ayaklarının ucuy la kenara iterek, gezinmek için y ol açıy orlardı kendilerine. Çıkan sesten bile ürküyorlardı. Kimbilir belki de İstanbul'u sarsan ay ak seslerini bir daha duy mak istemiy orlardı....
Y ararlanılan Kay naklar: Toplumsal Mücadeleler ve Sosy alizm Ansiklopedisi
24
TAVIR EYLÜL 1996
ÖLÜM OR UC U DİR ENİŞ ÇİLER İ kıracağın bir tükenmez kalemin? Sesinde mi yok senin? Sen... ay dın-
mısın?
S
ana aydın diy orlar. Ama ben yine de soracağım: Gerçekten öy le misin? Uluslararası düşünce v e sanat adamlarının toplantılarında sana ay rılmış bir sandaly e hep v ar. Kitapların birkaç dilde basılır. Şiirlerini, türkülerini Av rupalar'da, ABD'lerde bile tanıy anlar vardır. En azından siy ahbey az baskılı ciddi y abancı gazeteler, bir kez olsun "Türkiy e'nin durumu üzerine f ikirlerine başv urmuştur. Ama ya sen, aydın mısın?
Nazi Almany a'sında bir papaz varmış. Hatırlarsın; "önce komünistleri götürdüler, sustum sonra sosyalistleri, radikalleri, demokratları, yahudileri... sıra bana geldiğinde ses çıkaracak kimse kalma mıştı." diy ordu y a. Ne de güzel çizmiştin bu öy künün karikatürünü... Sıra sana gelmedi mi? Var mı bir garanti belgen, dokunulmazlık zırhın? Y üksek mevkilerde sıkı bir dostun f alan? Varsa bile emin sayılmazsın. Belki dün f ilan ilin DGM'sinde bir davan vardı y azdığın üç beş satır için senin y oksa dostlarının v ardır mutlaka. Sen huzurlu v e rahat mısın? aydın mısın? Öyküleri y azmak kolay, y eni öy külere konu y aratmak zor..» Sen çok y azdın. Biz senin yazdıklarından okuduktan sonra karanlıktan ışık, çirkeften onur süzmey e girmiştik.
aydın mısın ? Her gün -ya da haftada bir- basındaki köşenden satırlarını okuruz. TV'lerde sohbetler, y orumlar y aparsın zekice esprilerinle. Eleştiri oklarının ince alayı değeni y akar. Edebiy at ya da müzik üzerine yazdıkların hayli dikkate değer. Sen, Türk diline önemli katkılar y aptın. Senin adını önemli birkaç eleştirmenin arasında say arlar . Ülkede yaprak kımıldasa, birçok kişi "O ne diy or?" diye önce senin y azılarına bakar. Ekonomi, edebiy at, siy aset, düny a haberleri, her türlü müzik, f iloloji, psikoloji, f elsef e daha aklımızın erdiği, ermediği, insanlığın ürettiği ama henüz birçoğunun nasiplenmediği kültür değerleri senden sorulur. Ama ben y ine de soruy orum: aydın mısın? Hani bir Fransız prof esör vardı. Şu, Cezay ir'deki Fransa terörünü protesto etmek için cübbesini kürsüye bırakıp istif a eden... Y anılmıy orsam, ilk senin köşende okumuştum bu öyküy ü "İnsan oldu mu böyle onurlu ol malı" demiştim. Satırların, kısa-çarpıcı cümlelerin hala gözümün önünde... Senin mevkin, kariyerin, cübben, kürsün yok mu? Y ok mu
Sen onuru üretiyor musun? Sahi sen
aydın mısın? Bilmem, okudun mu mektubumu buray a kadar? Y oksa imzasına bakıp "y ine mi cezaev leri?" dey ip attın mı çöpe? Kızdın mı sâna "sen" diy e hitap ettiğim için. "Bu haddini bilmezin haddine mi düştü beni yargılamak?" diy e düşündün mü? Sana zindanları anlatmay acağım. Y ansı y alan yanlış da olsa, gazetelerin v erdiği haberlerden anlarsın buranın halini. Telev izy on haberleri bile gösteriy or ak saçlı analarımızın başlarından Ankara sokaklarına, sıv anan kanları. Hiçbirinden olmazsa sizin camiada "mahpus yatan" çoktur. Aç bir telefon sor birine, eksik de olsa anlatır buraları. İnsanlarımız Ölüm Orucu'nda. Elli günü geçiyor ki açlar. 1980'lerde Diy arbakır, Metris, Sağmalcılar. İrlanda zindanları gün gün eriy erek ölen onurlu insanları tanıd ı. Sen de bilirsin ama yanlış anlama. Şikayetim y ok ölüme direnmekten. Onur denilen y iğit kuş, başeğmez çiçek ölümlerden doğuy or bugünün dünyasında. Ve ölümlerde yaşamı yaratmaktan göğsümüz kabarıy or '96'nın
Türkiy e'sinde Benim sorularım senin aydın kimliğine. Böyle diy orlar sana. Bak Rıf at Ilgaz ustanın ölüm y ıldönümü de geçti. Onun sözleriyle soruyorum sana aydın mısın? Cübbelerini bırakan prof esörler, "Satmaktansa kırarım bu kale mi" diyen gazeteciler, Brunolar, Galileler, Kubilay lar, Pir Sultanlar ve diğerleri, isimlerini benden daha doğru ve çok say abileceğin tüm bu tarih olmuş kişilikler... Y a sen! Kör müsün, y oksa sağır mı? - Sökmey ecek misin artık ağzın daki bantları? Sesini duy ar gibiy im: "Ben köşemde yazdım bu konuyu", "Ben de duyarlıyım cezaevlerine", "Siz teröristsiniz ama insansınız, böyle olmamalı..." Tamam belki y azdın iki satır, y azdın üç - beş gün. Y etti mi? Y arın . cesetlerimizle tarih y azılırken sormay acaklar mı sanıy orsun sana "Ne y aptın?" diy e? "Yazdım yal" mı diyeceksin? Ak saçlı şehit analarını ikna edecek mi sözlerin? Geçtim onları, bir v icdanın v ardır senin de. Ona, o en büy ük y argıca ne diy eceksin? aydın mı diy eceksin kendine? Y ok mu senin karanf ilin? Y ok mu senin bedenin? Y ok mu senin sesin, av azın, çığlığın? Bak, altmış y aşındaki anamın bile senden daha çok çıkıy or sesi. Bizim ölüm kararlılığımız kıtalar ötesinden y ankı y apıy or. Ne köşemiz, ne gazetemiz, ne kürsümüz, ne mevkimiz ne anıldı mı durup düşünülen isimlerimiz v ar bizim. Ama istedikmi deliyoruz medy anın gündemini. Karay eller senin de kapını çalar. Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm sürükler ayaklarının altından. Büy üy en karanlığa sen de y em olursun. Susma! Rıf at Ilgaz Usta, "Aç iki kolunu korkuluk ol!" diyor y a. Susma ki, göğsünü kabartıp Evet, aydınım! diy e cev ap verebilesin tarihin sorgusunda. Buca Cezaevi'nden DHKP-C'li Ölüm Orucu Direnişçileri Bernar Satar, Yusuf Sarp, Nevzat Kalaya, Mehmet Göcekli, Ali Teke, Gülten lşık, Zeliha Koyupınar, Yasemin Cancı
TAVIR E YL ÜL 1996
25
ÖLÜM ORUCU DİRENİŞÇİLERİ
zafer halayı Havalandırmanın ortasındaki halayda, kapalı geniş bir halka üzerinde omuz omuzaydı insanlar. "Hey! Hop!" haykırışlarıyla ağır ağır dönmeye başladı halka. Halay kolu henüz ilk birkaç dönüşünü tamamlamıştı ki, halkanın bir tarafı koptu. Yanıbaşındaki yoldaşının omuzbaşını tutmayı bırakan tutsak bir elde Cephe yıldızlı bir mendil, halaybaşını çekmeye başladı. Ta ki halay başının merkezinde kaldığı sarmal bir yuvarlak oluşuncaya kadar halay kolu hızlandıkça hızlandı. Türkünün son sözlerinin bitişi cezaevinin duvarlarını inleten alkışlarla birlikte oldu. Ve sloganlarla ilan edildi Genel Direniş: "Yaşasın Açlık Direnişimizi" "Yaşasın Devrimci Dayanışma!" Mayıs ayının son haftasında, onlarca cezaevinden 1500 tutsağın zafere doğru açlık yürüyüşü böyle başladı... Bu kaçıncı kavga halayı duvarların ardında? Bu kaçıncı zafer çağrısı? Bu soru size, cunta zindanlarının havalandırmasındaki çelik ağlar. Gökyüzünü karelere bölen her bir parçanızda yankılanmadı mı direniş haberleri? Nemden çürüyen tecrit hücreleri, işkence altında gün be gün hırpalanan bedenler nice bekledi bu müjdeleri, nice direniş ateşlendi Metris'te, Sağmalcılarda... Bu soru size; Apo'ya, Fatih'e, Haydar'a, Hasan'a ev sahipliği yapan hastane koğuşları. Baygın kollara bağlanan ihanetin serum şişelerinin dişlerle parçalandığını, ölüme sınırdaş bedenleri mevzi zaferlerini ve ölümün bir zafer müjdesi gibi beklendiğini siz gördünüz. Bu soru size Dicle kıyısındaki kentin zindanları. Bu yanan alevler dörtlerin halayı değil mi? Aynı böyle bir Mayıs gününün gecesinde tarihe armağan edilmişti hani... Bu soru size; Buca'nın Ümraniye'nin demir kapıları. Hala size uzanan eller Uğur'un, Mecit'in kanıyla yıkıyorlar ellerini. Hala bu kapılardan giren ve çıkanlar bu kanlar üzerine ediyor savaş yeminlerini. Hala bu kanlar haykırıyor: "Burası vatan bize!" Bu soru size bütün zindanlar. Sonra dünyanın başka kö şeleri... Saygon, Evin, Peru, Moabit... Vatanımızın ve dünyanın tüm yiğit anaları, babaları şahittir bunlara. Gün gelip kapı önünde kendini
o kocataş binalara zincirleyip açlığa yatan, gün gelip tabutluk duvarlarını yaşlı, mor damarları çıkmış ama güçlü elleriyle darmaduman eden eden analar, babalar, kardeşler, eşler... Bir kez daha!... Bir kez daha!... Zulüm tasını tarağını toplayıp gitmedikçe bu ellerden; yolu yok, direnişimiz ve savaşımız varoşların, kırların, işliklerin, okulların kavgasına karışacak. Yolu yok, aç bedenlerimizden dökülen ölü parçalarımızla tuğlalar öreceğiz o aydınlık yapıya, yarına. Yolu yok, direnişteyiz! Kavga kardeşliğinin mutlu tadı var ağzımızda, direnmenin kararlı tadı, yudumlanan çayın, şekerli suyun onurlu tadı var. En önemlisi bize bakan, "Dayanın!" diyen, "Binlerce ananın eli katillerin yakasındadır!"diyen, "Zafere dek!" diyen o en büyük hakimin, halkın gözlerinin tadı var damağımızda. Ve asla unutmayacağımız, her kezinde yoktan başlayıp çarpışa çarpışa, can vere vere kazandığımız zaferlerin; iradenin ve inancın zaferinin tadı... Bunca onurlu ve güzel tad varken damağımızda açlık da ne? Açlık çoktan yenildi Haziran günlerinde, ölüm bir bozgun ordusu gibi defalarca kaçtı çıplak ayaklı muzaffer ordularımızın önünden. Ve işte bir kez daha zafer saraylarının kapısını açtık. Gün gün büyütüyoruz zaferi. Omuz omuza, yan yana, yürek yüreğe... Ne sandınız ya karanlığın çakalları! Eskişehir'in köhne hücrelerinde rehin olan parçalarımızı bırakırmıyız iğrenç ellerinize? Özgürlüğü bırakıp mahkum esaretinize demir atar mıyız? Unutur muyuz gözlerimizin içine bakan o yiğit, onurlu emekçi gözleri, şehitlerimizi, halkımızı? Havalandırmanın ortasında dönüyor halayımız, dönüyor sanla sanla, kucaklaşa kucaklaşa. Bir ucu zindanlarda, bir ucu dağlar başında, bir ucu dünyanın meydanlarında, bir ucu 70'lik anamızın açlık direnişinde. Hiç durmadan sürdürüyoruz halayı. Ta ki halay başının zafer müjdeleyen parmaklarıyla düşmanın gövdesine imzamızı atıncaya, köhne duvarları parçalayıncaya dek. Ta ki sarsıncaya dek yarınsız yürekleri "Yaşasın Direniş! Yaşasın Zafer!" sloganlarımızın dehşetli korkusu...
26
TAVIR E YL ÜL 1996
YASEMİN ÖZ DEMİR
Bedreddin henüz genç bir öğrenciy ken Edirne'den Kahire'y e ka-tettiği yolu geri dönerken bambaşka bir insan olmuştu. Y irmibeş y ıl önce hakikat ve adalet arama y olculuğuna çıktığında genç bir öğrenciy di. Şimdi ise Anadolu topraklarında y üzlerce müridiyle bir bilim ışığı, bir devrimci... Ahlati ölmeden önce Bedreddin'in şeyhliğini kabul ettiğini söyleyenler sözlerinde durmamışlar, Bedreddin'e burun kıv ırmışlardı. Onun pey gamber soyundan gelmediğini ileri sürerek, şey hliğini kabul etmey eceklerini ima ediy orlardı. Hırs ve ün düşkünlüğü gözlerini kör etmişti. Bedreddin'in gizlice Kahire'yi terk ettiğini öğrendiklerinde ise y anlış yaptıklarını anladılar. Bedreddin'e y akın olanlar v e dostları kerv ana Kudüste y etişerek ona katıldılar. Bedreddin y olculuk boyunca geçtiği topraklar üzerinde bütün toplumsal ve etnik kesimden insanların büy ük ilgisiyle karşılaşıy ordu. Bunun nedeni, önceki y aşamındaki kariyeri say esinde ekle ettiği ün olmakla birlikte, insanları asıl çeken, onun y aymay a çalıştığı y eni bir düzeni temsil eden hak ve adalet düşüncesiydi.
Kahire'den Edirne'y e kadar olan y olculuk, geleceğe yönelik sağlam ilişkiler kurularak geçildi. Şey h Bedreddin Halep, Kony a, Kütahya, Denizli, İzmir v e Rum adaları boy unca karşılaştığı güv enilir insanların bir kısmını derv işliğe kabul ediy or v e bunlara daha sonra nasıl bağlantı kurabileceklerini belirterek kutsal dav asına onlarca y eni taraftar kazanıy ordu. Şey h Bedreddin bu yolculuk sırasında İzmir'deyken Rum adalarına y aptığı ziy aretle önemli kazanımlar elde etmiş, adalar egemeni v e oğlu ile iki papazı da müridleri arasına katmıştı. Bunlar daha sonra, Karaburun'daki ay aklanma sırasında Rumlar'ın örgütlenmesinde y er alacak v e önemli görev lerde bulunacaklardı. Bu uzun, y orucu ve bir o kadar önemli yolculuktan sonra nihay et baba ocağına, Edirne'y e ulaştı Bedreddin. İlkin kadı babasının gözetiminde Edirne medresesinde dersler v erdi. Dersleri o güne değin görülmemiş kalabalıklar izlerken Bedreddin'in anlattıkları, duy an herkesi etkiliy or, sarsıyordu. Özellikle hukuk ve adalet üzerine Bedreddin'in söy ledikleri o güne değin bilinenleri mahkum ediyor ve dile getirdiği adalet düşüncesi yav aş y avaş toplumda yankısını buluy ordu. Bedreddin'le birlikte insanların kaf asında hiç düşünmedikleri sorular oluşmaya başladı. Egemenlerin adaleti tartışılır bale geliyordu.. Bir süre sonra Osmanlı devletinde Sultanlar arasında y aşanan iktidar kav gasında Musa Çelebi, Rumeli Sultanlığı'nı ele geçirdi. Musa Çelebi babasıyla birlikte Timur ordularına tutsak düştüğünde tanıştığı Bed-
reddin'e, Rumeli kazaskerliği önerir. Teklif i kabul edip etmeme konusunda Musa Çelebi v e müridleriy le uzun tartışmalar yapan Bedreddin şöy le der: "Bizi m istediğimi z düzenle, sizin düşündüğünüz arasında fark vardır Hakan'ım... Biz dilemekteyiz ki, kulun kula kulluğu son bulsun. İnsan emeği, ege menliklerin en yücesi, en değerlisi haline gelsin. Yeryüzündeki tüm sö mürü çarkları kır ılsın... Bu, insanların ilkin bilinçlenmesiyle yürün meye başlanan bir yoldur. İlkin, bilinçlenecekler. Bunun gereğini, insan olma onuru sayacaklar. Ondan sonra, direnmeye, kendi emek değerlerinin yüceliğini herkese kabul ettirmeye başlayacaklar. Ondan da sonra, kavgaya girecekler. Ve dahi, kendi egemenliklerini sonsuza değin, kayıtsız ve dahi koşulsuz elde edebil mek için, belki de, milyonlarcasının kanını dökecekler. Ondan sonra belki, başarılı bir ege menlik sahibi olur insanlar... Sizin istediğiniz ise, kendinizin ege men olduğu, a ma, insanların daha az yakınan, bugünkünden daha çok mutlu bir toplumdur. Bilesiniz ki, baştan çatışmaktadır, isteklerimiz. Siz, bizi m istediğimizi yapa mazsın ız. Varlığın ıza aykırıdır. Yaptırma zlar da..." (Azap Ortaklan, Cilt II, s. 19, Erol Toy ). "En üstte beylerbeyleri ile, vezirler ve sultan... Şimdi biz bunlardan birinin yerine geçeceğiz... Ortağı olacağız ilkin sömürü düzenin. Sonra bunu adaletle yürütmeye uğraşacağız. Yapacağımız nedir? Sö mürüyü yitirmek mi? Ta m tersine, biraz azaltıp, yavaşlatmak... ama, bunun karşılığında da tüm sö mürülenlerin, düzenden kıvanmasın ı sağlamak...
ŞEYH BEDREDDİN A Y A K L A N M A S I -2H AR E K E Tİ N Ö RGÜ TL ENM ES İ
TAVIR E YLÜL 1996
27
Sö mürüyü ortadan kaldıralım diye yola çıkarken, onu büsbütün güçlendirmek durumundayız... İşte korkumuz budur..."(Age, s. 35). Bedreddin tartışmalar sonunda, sömürü üzerine kurulu bir iktidara hizmet etmek dünya görüşü ile uyuş-. masa da, bu teklifi kabul eder. Bu görev sırasında Bedreddin de görür ki; sömürü ortadan kalkmıy or. Y eni beyler türüy or. Halkın y oksulluğu, açlığı, adalet özlemleri bitmiy or. Bedreddin iktidarı v e uy gulamalarını tanımay a ve kazaskerliğini bir araç olarak kullanmay a çatışır. Kendi y andaşlarını Rumeli'nin birçok bölgesinde Kadı olarak görev lendirerek "adalet" düşüncesini y aymaktadır. Şey h Bedreddin'e bağlı kadıların bey lere, paşalara karşı y oksul halkın y ararına aldığı birtakım kararlar toplumda bir sempatinin ' doğmasına y ol açar v e Şey h Bedreddin düşüncesi Rumeli topraklarında y ay ılmaya başlar. Osmanlı Devletindeki iktidar kavgasında Musa Çelebi y enilir. Tahtına kardeşi Mehmet Çelebi otururken kendisi de öldürülür. Mehmet Çelebi aslında Şeyh Bedreddin'i öldürtmek ister. Ancak Bedreddin'in toplum içindeki say gınlığı v e şöhreti RASİN (Bedreddin Üçlemesi-!) "Tedris" hem katlinin hem de zindana atılmasının önünde engeldir. Fakat harekete geçme kararını burada v eSuttan, iktidarı İçin bunca tehlikeli bir rir. adamı özgür bırakmak da istemez; Bundan sonra Bedreddin'in yaİznik'e sürgün gönderir. şamı hak v e adaletin egemen olduğu bir düzeni y aratma uğruna atılacak İznik'ten Serez'e Bir Onurlu adımlarla daha da özdeşleşecektir. Destan Bedreddin, sürgün y aşantısının ilk İznik sürgünü Bedreddin'in yaşagünlerinde önce Edirne sürecini v e mında y eni bir sayfadır. Çeşitli uy Rumeli Kazaskerliği'ni bir kez daha garlıklara başkentlik y apmış v e birdeğerlendirerek sonuçtan dersler çıçok tarihsel olay a sahne olmuş bu karır. Egemenin iktidarına ortak olgöl kasabası, Bedreddin'in gelmemanın sömürüy ü engellemeyip aksisiy le hakikat uğruna verilecek amanne daha da güçlendirdiğini ve bunsız kav ganın hazırlıklarının görüldüdan sonra "Hakikat" diy e ifade ettiği, ğü bir karargaha dönüşür. hak v e adaletin egemen olduğu düBedreddin iktidarın ete geçirilmesine zenin y aratılması için örgütlenip sailişkin düşüncelerini burada vaşmaktan başka y ol olmadığını deolgunlaştırır v e ney iyle anlar. "Şimdi... Şimdi yeni bir düzen başlamakta bizi m için. Gördük ki,
bir ege mene dayanarak tepeden işler kurcalamak yeterli değil... egemenliğin ilk koşulu yenmek... Halk kendi ege menliğine sahip ol mak istemekteyse, ilkin varolan egemenleri yen mek zorunluluğundadır. Şimdiye hep kaçındık savaştan. A ma, nere gittikse kimi gördükse savaşmaktadır. De mek ki, savaş kaçınılma z. Salt egemenlere öğüt vermekle, haksızlıkların yolsuzlukların hakkından gelmek mü mkün değil... Öyleyse, bundan öte öğüt, yoksulun kılıcı ol malıd ır. Kavga öyle bir başlamalıd ır ki, yoksul kendi hakkı için ölsün bir kez... Şimdiye kadar bir egemenden, ötekinin egemenli ğini kurtarmak için verdi canını, anlasın, ki bundan öte ölüm, kendi egemenliğinin sancağı olmaktadır... Madem ki bizi Anadolu'ya sürdüler... . Bir iyice inceleyelim Anadolu'yu... Sorup soruşturalım. Ondan sonra, başlatırız kavgayı... Öyle bir kavga ki, yeryüzünden ege menleri silip süpür-melidir..." (Age, s. 101 -102) Bedreddin böy le bir kav ga için öngördüğü hazırl ığı İznik'te yapıy ordu. Kendisine sığınak olarak seçtiği Y akup Çelebi Tekkesi'nde durmadan öğrencilerine birşeyler anlatıyor, kalan zamanında da Anadolu'dan gelen bilgileri değerlendirip, okuy or ve yazıy ordu. Anadolu'nun kalbi kurtuluş için bu tarihi kasabada atarken, kendi halindeki küçük tekkey e her gün, kendi halinde görünen sayısız insan girip çıkıy ordu. Bu kişiler y aşadıkları bölgelerden Bedreddin'e haberler getirmekte, Bedreddin'i bilgilendirdikten sonra biraz dinlenip memleketlerine yeniden dönerek" hakikat düşüncesini y aymay a devam etmekte v e güv enilir taraftarlar toplamaktalardı. Anadolu'nun dörtbir y anından
28
TAVIR -E YL ÜL 1996
gelen v e Y akup Çelebi tekkesine akan haberler, Anadolu'nun durumunun hiç de iç açıcı olmadığını gösteriy ordu. Osmanlı'nın Ankara y enilgisinden sonra Sultanlar arasındaki iktidar kav gası Anadolu'y u perişan etmiş, halkı iyice yoksullaştırmış v e az da olsa v ar olan ticareti yok etmiştir. Anadolu'nun y oksul topraklarını eşkiy alık v e hırsızlık kaplamış, bey ler v e sultanlar Anadolu halkının can düşmanı olmuş, ekinlerin y akılması, köy lülerin kılıçtan geçirilip köy lerin boşaltılması sıradan olay lar haline gelmiştir. Anadolu halkının canından bezdiğini gören Bedreddin ey leme geçme zamanının geldiğin e karar v erir. Ama önce kav ga için İznik'ten bir yolunu bulup çıkmalı, kendini bekleyen yoksul halka ulaşarak savaşı başlatmanın bir y olunu bulmalıy dı. Ve bu amaçla Bedreddin bir sav aş hilesi düşünür. "Hacca gitmek" talebiy le sürgünden kurtulmay ı dener. Edirne'y e, Sultan Mehmet Çelebi'y e elçi gönderir, ancak olumsuz y anıt alır. Bunun üzerine Bedreddin o güne değin y etiştirdiği öğrencilerini bu tarihi göreve koşmay a karar verir. Y ıllardır derv işlerini eğitiy or, hak v e adalet davasının omuzlay ıcıları haline getirebilmek için çaba sarf ediyordu. Y ılların emeğini artık kav gay a dökme zamanı gelmişti. Şey h Bedreddin, o an İznik'te bulunan v e kısa sürede gelebilecek bütün derv işlerini biraray a toplay arak onlara hitaben şu konuşmay ı yaptı: "Karındaşlarımız, Anadolu ve Ru meli'nin duru munu, yoksulun çektiği acıyı iyi bitmektesiniz. İçlerinde, onlarla birlikte yaşamakta, çok zaman dayana madığ ınızı belirtip, bizden dayanak aramaktasınız. Hep, sözlerimi zin tek umut kaynağı hafine geldiği anlatılmaktadır. Bu ortam, artık eyleme geç me za manın ın geldiğini göstermektedir. Yoksulun ensesine binen asalakların, Bizans ve Avrupa'nın saraylarını gölgede b ırakacak davranışlarına son verilmeli~dir. Sömürü çarkı bir vuruşta tuz buz edil melidir. Yoksul kendi ürettiğince pay sahibi olmalıd ır. O za man göreceksiniz ki, insan güzel, iyi ve temizdir. Şimdiye değin biz ne ki öğrendik, tümünü size ve sizin yolunuzla insanlara verdik. Her biriniz insan topluluğunun mutluluğa nice ulaşacağı-
nı, bizi m ölçü mü zde biliyor, bizi m yüreğimi zle inanıyorsunuz bildiğinize... Biz de biliyoruz ve bildiriyoruz ki, eylemin göbeğinde, her biriniz bizden daha sağla m dur masını başarırsınız. İşte o nedenle egemen bize izin ver miyor, düşüncemizi gerçekleştirmemi z için. A ma, biz sizden ditiyoruz Anadolu ve Ru meli'nde örgütlenip, eylemi başlatmayı kurarız. Yılgınl ıkla başlanan iş sonuca ulaşmaz. Aranızdan, "ben yokum" diyen, şimdiden vazgeçmelidir. Yoksa güçlünün annacında yıldı mı kişi, kendisiyle birlik, yoldaşlarını da yenilgiye salar... Eğer, tümünüz eylemden yana iseniz, hemen hazırlayalım te msil belgelerini. Aranızda işbölümü yapıp ayrılın. Ve gözünüzü yarıya dikip, göğsümüzü acıya kalkan ederek, işe girişelim..."(Age, s. 141). Sözleri büy ük bir heyecanla dinley en Bedreddin Y iğitleri'ne söy leyecek söz kalmamıştı. Bedreddin, y etiştirdiği öğrencilerinden en y etkini; "akıllıdır, yüreklidir" dediği Börklüce Mustaf a'y ı Ege'nin kıy ı kentlerinden İzmir, Urla, Karaburun v e Aydın y öresinde görev lendirerek Anadolu Şeyhi Ban ederken, dürüstlüğünü taktir ettiği ve uzak görüşlülükte ustadır dediği Torlak Kemal'i de Börklüce Mustafa'ya bağlı olarak Manisa'ya gönderir. Aralarında Kay gusuz Abdal, Şey hoğlu Satı, abdallar v e torlakların da bulunduğu onu aşkın can yoldaşını y ine Börklüce Mustaf a'ya bağlı olarak Ege'de görev lendirir. Kendisi de Rumeli'y e geçmek ve isy an hareketini başlatmak için hazırlıklara girişir; Rumeli'deki ay aklanmanın ön hazırl ıklarının y apılması için Kadı Botoğ'u Rumeli Şey hi ilan eder. Bedreddin'in isyan hareketinin özellikle Ege v e Rumeli'den başlamasının nedeni ise Ege'de halkın büy ük bir y oksulluk içinde olması bey adamlarının y oksul halka y aptığı zulüm v e müridlerinin bir kısmının bu bölgeden olması idi. Batı Anadolu'nun tercih edilmesinde bölgenin merkezi otoritey e uzak oluşu da önemli bir etkendi, Rumeli'de ise ay nı y oksulluğun yaşanmasıyla birlikte, Şey h Bedreddin'in Rumeli Kazaskerliği döneminde, halka adaletli yaklaşımı say esinde kurduğu iy i iliş-, kiler v e Deliorman civ arında y aşay an Alev iler ile Y unan, Sırp, Romen
v e Bulgar halklarından birçok taraftarlarının olması tercih nedeniydi. Şey h Bedreddin savaşı başlatma kararı ile birlikte hakikat sav aşında y alnızca müridlerini değil, eski ilişkilerini, okul arkadaşlarını, kendisine gönül borcu duy anlardan kişisel sempati duyanlara dek her olanağı sav aşın y ükseltilmesine katkı için istihdam etmeye çalışmıştır. Ancak onlardan y ardımlarını bir bağış şeklinde y a da egemenliğini tanıy arak değil, mücadelelerinin ney e hizmet ettiğini anlay arak y apmalarını istemiştir. Kimseyi küçümsemeyen ama kimseden de bağış dilemeyen bu tav ır çeşitli destekler sağlamış, hareketin sempatiyle karşılanmasına y ol açmıştır. Fiili katılımın yanında saray çev resindeki gelişmelerin aktarılmasından çeşitli bölgelerden birtakım olanakların ay aklanma bölgesine iletimine kadar bir dizi konularda yararlar sağlanmıştır. Börklüce Mustafa önderliğinde Ege'y e dağılan Bedreddin y iğitleri durmaksızın hak ve adalet temelinde propaganday a başlarlar. Bey lerin, sultanların gerçek yüzlerini halka açıklarlar. Canından bezmiş yoksul halk, canını dişine takarak kendisi için koşturan bu insanları, y ol göstericilikleriyle, düşünceleriyle umut olarak görmeye başlar. Daha öncesinden de çok say ıda Bedreddin taraf tarının y aşadığı bölgede örgütlenmey e koy ulurlar. Ay dın-Tire arasındaki Cuma Dağları'nın dik y amaçlarında sıkışmış bir köy ev ini kendine karargah seçen Börklüce Mustafa eski bir savaş arkadaşının komutasındaki müf reze ile halka zulmeden aşını-ekmeğini elinden alan bey adamlarına, koltuk güçlerine karşı "gerilla tarzı" saldırılar da y apıy ordu. Börklüce Mustaf a'ya bağlı müfreze, düşman güçlerini vadilerde, boğazlarda, geçitlerde sıkıştırarak pusuya düşürüy or, y ok ediyor ve yeniden dağlara çekiliyordu. Kısa zamanda sev ilen Bedreddin Y iğitleri halka yaklaşımdaki ustalıklarıy la uzun süre düşmana hissettirmeden çalışma y ürütebiliy orlardı. Bu gizlilikle birlikte köylerde, kasabalarda y ürütülen ayaklanma propagandasının açığa çıkması engelleniy or v e vur-kaç ey lemlilikleri bey ler taraf ından basit birer eşkıy alık olarak değerlendiriliy ordu.
TAVIR E YLÜL 1996
29
Ay aklanmanın hazırlık döneminde köy lerin birinde köy lüler Bedreddin taraftarlarının öncülüğünde Bey için y ıllık vergileri toplayan mültezimlere v e kolluk güçlerine karşı orak, çekiç ve palalarla direnerek vergilerini v ermezler ve köy den kovarlar. Bunun üzerine beyin adamları daha büyük bir kuvvetle köy e gelerek ekinleri y akınca, bu bölge halkı içinde büy ük bir öfke yaratır. Özellikle köy lük alanlarda ve kasabalarda iki y ıl boy unca durmaksızın bu şekilde çalışan Bedreddin Y iğitleri, beyin vergileri, iki katına çıkarmasıyla halkta oluşan tepkileri iyi değerlendirip ay aklanmay ı başlatırlar. Başlangıçta bir köy de ortay a çıkan ay aklanma çev re köylere de sıçrar v e bu köy lerde komiteler oluşturur-
lar. Menderes Gediği'nde bu komitelerin tümünün bir aray a gelmesiyle temsilciler seçilerek, Tire'den ay rılıp Ay dın merkezine y erleşmiş olan Börklüce Mustaf a'y a gönderilirler. Ay dın merkezinde ise ahilerin önderliğinde halk egemene karşı ay ağa kalkarak, Börklüce Mustaf a'dan kendilerine önderlik ederek bey egemenliğine son v ermesini isterler. Börklüce Mustafa, Ay dın mey danında halka seslenir: "... Bir bakınız yörenize... Şuan, bir kent, yerlisi yabancısıyla bir ordu gibiyiz. Öyle bir ordu ki, yeryüzünde yaratan adına ne ki vardır, bizim e meği mi z sonucu filizlenip, meyvelen mektedir. Öyleyse baştan alalım işi yoldaşlar! Baştan alalım ve dahi, sürdüre gelerek durumu mu zu bir iyi-
RASİN (Bedreddin Üçlemesi-ll) "Kanı Helal Diyenler
ce saptayalım. Ne denilmektedir kutsal kitaplarda? 'Yeryüzünü yarattık, insanlara bağışladık.' Bize bağışlanmıştır yeryüzü... Öyleyse insan sıfatına layık olan herkes, bu tanrı bağışından ortak hak sahibi değil midir? Sahibidir ki, hem de nasıl... Çünkü yine denilmektedir ki, kutsal kitaplarda, 'Biz yerleri, gökleri ve dahi ikisinin arasındakilerle, altında ve üstündekileri insanların yaşaması için var ettik... O insanlar, çalışsınlar, üretsinler ve dahi yaşamlarını sürdürsünler için akıl verdik, güç verdik, bilgi ve görgü verdik...' Öyleyse yerin altındakiler, madenler, kaynaklar, tüm değerler... yerin üstündekiler... bitki, su, ateş, gökyüzündekiler... hava, yağmur, yıldızlar ve dahi güneş... Hepsi, hepsi insanların ortak
30
TAVIR E YLÜL 1996
malıd ır..."(Age, s. 164) "Siz çalış maktasınız dur maksızın. Üret mekte, yaratmaktasınız... A ma, bunların tümünden kendini azade sayan bir zorba yöresine topladığı başka zorbalarla, üreti min binlerce insanın e meğinin en büyük payını, kendi keyfinin haznesine doldur maktadır. ... Hangi hakla derseniz... palasını sıyırmakta. Ve dahi siz susmaktasiniz... Oysa toprak sizindir. Hak sizindir... Yeter ki, siz de benim, diyene aynı yanıtı verebilesiniz. Palayı sıyırabilesiniz. O za man görürsünüz ki siz güçlüsünüz... Bey bir tanedir... yüz tanedir... bin tanedir... Daha çoğu olmaz.. Beyin ortakları, askerleri, vurucu gücü de diyelim ki buncadır... Bir sömürenden daha çok insan pay ala maz... Siz ise... Siz, milyonlarsınız... Bir kez direnir, başınızı dikerseniz size pala gösterenler kaçacak delik arar...(Age, s. 166) Eşitlik ve özgürlüğü koruyacak silahlar gereklidir. Yoksa hükümetler, bir zulü m ve saldırı ürünüdürler... Onların saldırılarım hoş görmek, insan kardeşliğinin, eşitliğinin mutluluğunun ve dahi özgürlüğünün karşıtı buyruklarına boyun eğ-mek, tanrının bize verdiği hak ve yetkilere hıyanet etmek demektir." (Age, s. 168) "İşte bizden istediğiniz... Ve dahi bizi m ver meyi kesinlediğimiz... Karara varırsanız, canımız yolunuza kurbandır... Varmazsanız, bizi m yapabileceğimi z, tükeninceye anlatmak, gerekirse zamanı u zat mak a ma ille vuruşmaktır. (Age, s. 169) Bir hafta sonra ahiler önderliğinde bütün bir halk Menderes Bükü'nde bir aray a gelerek örgütlenirler. Böy lece Aydın-Karaburun y öresinde bey lerin zulmüne karşı ahiler v ergi, tüccarlar haraç v e köy lüler aşar vermey erek yoldaşlık temelinde yaratılacak ortakça düzenin ilk temellerini atarlar. Ay dın Karaburun y öresindeki ay aklanmadan sonra Börklüce Mustaf a ay lardır Manisa y öresinde dağlarda, kırlık alanlarda gizlice çalışma y ürüten Torlak Kemal önderliğindeki Bedreddin y iğitlerine ay aklanmay ı başlatma emri v erir. Buradaki Bedreddin y iğitleri halk arasında iki y ıla yakın bir süre. hak ve adaletin hüküm sürdüğü bir düzenin propagandasını
y aparak halka kurtuluşun yolunu göstermişlerdi. Bölgede y ürütülen çalışma sonucu, aralarında Y ahudilerin v e ahilerin de bulunduğu büyük bir halk kesimi hakikat düşüncesini destekler hale gelmişti. Börklüce Mustaf a'nın v erdiği emir ise halkın desteğini daha da arttırmak ve Aydın-Karaburun y öresine saldırı hazırlığ ı içinde olan bey leri şaşırtmak ve güçlerini bölmek için düşmana karşı küçük de olsa bir zaferin kazanılmasıy dı. Bununla birlikte Börklüce'den gelen bir diğer talimat ise, ayaklanma başladıktan sonra halkın seçtiği delegelerin bir kısmının hakikat düşüncesine olan inançlarının artması için y eni bir düzenin kurulduğu Karaburun'a gönderilmesiy di. Ay aklanma talimatıy la birlikte Manisa'da çalışmalarını y oğunlaştıran Bedreddin y iğitleri Manisa'daki bey kuvvetlerinin Karaburun v e Ay dındaki y eni kurulmuş düzeni y ıkmak için ay rıldıkları bir sırada ay aklanarak Manisa'y ı ele geçirliler. Halkın desteğinin daha da artması için kaley i.de ele geçirmeyi hedef lerler ama başaramazlar. Bunun için kaleyi kuşatarak teslim almaya çalışırlar. İznik'te sürgünde bulunan Şey h Bedreddin, Batı Anadolu'daki ayaklanmanın başarıy a ulaşmasından sonra ay aklanmay a önderlik etmek v e Rumeli'deki ay aklanmay ı başlatmak için sürgünden kaçar. Önce düşmanı şaşırtmak için Doğu Karadeniz'e hareket eder, buradan da gemiy le Rumeli'y e çıkar. Şey h Bedreddin önce Karadeniz kıy ısında Ağaç Denizi diy e bilinen ormanlık alanda kamp kurmuş daha sonra ise Kadı Botoğ aracılığıy la en y akın kentte konaklamıştır. Konakladığı ev in ay aklanmanın geleceği için uy gunsuz olmasından dolay ı buradan ay rılarak Deliorman bölgesine geçmiş v e y ıllardır kendisini bekleyen taraftarlarıy la buluşmuştur. Rumeli halkı Bedreddin'i kazaskerliği döneminden tanımakta v e bölgede birçok taraftan bulunmaktadır. Bu av antajlarla kısa sürede örgütlenen Şey h Bedreddin, Kadı Botoğ'un y ardımlarıy la önemli bir gücü etraf ında topladı. Ege bölgesindeki bütün örgütlenmeden, Börklüce Mustafa sorumluydu. Ayni zamanda bölgedeki, en üst
yönetim organı olan Büyük Kurultay 'ın da başkanıy dı. Karaburun'da ise y aşamı örgütley en, düzenley en Börklüce Mustafa'ya bağlı üç kişilik bir kurul oluşturulmuştu. Bu üç kişiden ikisi eğitim ve yönetim işleriy le ilgilenirken bir diğeri de askeri işlerden sorumluy du. Manisa v e civarında Torlak Kemal örgütleniyordu. Torlak Kemal ele geçirdiği Manisa'yı Ahi Şey hi ile birlikte yönetmey e başlar mıştı. Küçük köyler bir araya getirilerek aralarında temsilciler seçiliy or v e derv işler katında danışma kurulları oluşturuluyordu. Bu kurullardan seçilen delegeler ise "ortaklar"da (ay nı y erde kurulan kasaba bugün ay nı isimle anılmaktadır) toplanan büyük kurultay a katılıy ordu. Karar aşamasında ortay a çıkan sorunlarda, organlara başkanlık edenler son sözü söy leme hakkına sahiptiler. Bunlar genellikle Bedreddin'in hakikat düşüncesini kav ramış insanlardan oluşuy ordu. Büy ük Kurultay, Ay dın, Tire-Birgi, Ödemiş, Ayasluğ, Söke, MilasY atıgan, Muğla-Nazilli, Germencik'ten v e buralara bağlı köy lerden kurultay delegeleriyle toplanıy ordu. Kurultay a katılan delegelerin her biri sırasıy la kendi bölgesindeki işleri anlatıy or, sorunlar v e yapılması gerekenler hakkında açıklamalarda bulunuy orlardı. Hak v e adaletin sağlandığı bu yeni düzende ulaklar aracılığıy la Ortaklar, Manisa, Ay dın, İznik v e diğer y erler arasında düzeni bir haberleşme ağı kuruldu. Haberleşmede denenmiş, güv enilir insanlara görev verilmekte, şifreleme yöntemi kullanılmakta, gizlilik kuralları işletilmekteydi. Ay aklanmanın başarıy a ulaştığı bölgelerin tümünde, köylerde ve büy ük y erleşim bölgelerinde denetim, oluşturulan müfrezelerle sağlanıy ordu. Bölgede ne kadar mültezim, muhaf ız, korucu v e Osmanlı askeri v arsa tümü kovulmuş, dağ geçitleri, v adi girişleri, y ollar tutularak güv enlik altına alınmıştır. Batı Anadolu'da Ortakça Y aşam başladı karşımızda bir çocuk gibi gül meğe
TAVI R EYL ÜL 1996
bir adım geride ağlayan toprak. Bak ki, incirler iri zümrüt gibidir, kütükler zor taşıyor kehribar salkımlar ı. Saz sepetlerde oynayan balıkları gör: Islak derileri pul pul, ışıl ışıldır ve körpe kuzu eti gibi aktır yumuşaktır etleri. Burda insan toprak gibi, güneş gibi, deniz gibi bereketli. Burda insan gibi verimli deni z, güneş ve toprak..." Batı Anadolu'da y aşam hak v e adalet düşüncesiyle y eniden düzenlendi. Düzenleme sırasında Ahi Ocakları'nda görev yapmış ustaların deney imlerinden y ararlanılıp, bunlara çeşitli görevler verildi. İnsanlar hiç kimseden, hiçbir şey beklemeksizin hakça, ortakça bir düzen için kendilerini işlerine v erdiler; çünkü bu düzende üretilen her şey kendileri içindi. Y eni düzende y aşam bir tür komün biçiminde örgütlenirken, bütün mallar üzerindeki mülkiyet hakkı ortadan kaldırılarak, bütün işlerin, işbölümü esasına göre ortak yapılması sağlandı. Bunun sonucunda, tarlalardaki sınırlar kaldırılarak, bütün ürünler ortak bir şekilde ekilip biçilmeye başlandı. Hasat sonunda elde edilen ürünler ise dağlarda depo olarak kullanılan mağaralar ile köy lerde oluşturulan köy odalarında saklanmaya başlandı. Köy lüler toprakları bu şekilde işlerken, esnaf ve zanaatkarlar da (ahiler) üretimi kolay laştıracak alet v e edavat yapımını üstlenmişlerdi, ahiler önderliğinde oluşturulan gruplar ile y eni işlikler açılarak halkın her türlü ihtiy acının karşılanması için çaba sarf edildi. Erkekler ile kadınlar tarlada ve harmanda çalışırken, y aşlılar köy lerin beklenmesi, y emeklerin pişirilmesi v e çocukların bakımını üsttendiler. Çocuklar "hakikat" düşüncesinin ilkelerine göre toplu eğitilirken geçirilirken, gençler ise çeşitli ordularda komutanlık y apmış, eski kahramanların komutasında atlı v e yaya olarak her türlü silahın kullanımını öğrenerek zorlu günlere hazırlandılar. Gençler v e çocuklar bunların y anın-
31
da sınırlı da olsa üretimde y er alırken, nöbetleşe olarak çevre gözcülüğünden de sorumluy dular. Kadınlar ise komün üy eleri için gerekli giysi, dokuma, dikme işleriyle hayvanların ortak bakımı ile bunlardan elde edilenlerin (pey nir, yoğurt vb.) değerlendirilerek pay laşımından sorumlu oldular. Bunların yanında sav aşçılığa v e y öneticiliğe kadar bir dizi görev üstlendiler. Erkekler tarlada v e harmanda çalışmanın y anısıra birer sav aşçı olarak üretim alanlarının v e topraklarının bütünlüğünün korunmasıyla sav aş için yapılan hazırlıklardan sorumluy dular. Halk yeni düzenle birlikte kolektif y aşamın bütün güzelliklerini burada sergiley ip, olmaz denilenleri bir bir başardı. Birçok y erleşim alanlarında aşev leri açılarak, y üzlerce kişinin hep bir arada y emek y iyebileceği yerler inşa edildi. Çocukların topluca kalabilecekleri odalar y apıldı. Tarlalar için y eni kanallar ve y eni bentler y apıldı. Köy lerin derme-çatma olmasına v e dağınıklığa son v ermek için y eni y erleşim alanları oluşturdular. Toprak damı kaldırıp, yerine "bey konakları" gibi kiremit döşediler. Ortak emeğin bütün y aratıcılığı buralarda somutlandı. Keşfettikleri y el çarkı bu y aratıcılığın ürünüdür. Y eni düzenin kurulduğu bütün bölgelerde y aşay an insanların düşünceleri kararlarda gözönüne atındı. Y aşamın örgütlendiği her y erde büy ükten küçüğe herkesin söz hakkı v ardı. İnsanlar üretimde olduğu gibi yönetimde de söz sahibi idi. Ortakça Düzen'i, hakikat düzeni-: ni kuranlar arasında ahiler de bulunmaktay dı. Geçmişten taşıdıkları "fütüvvet" denilen ahi topluluklarının y asası niteliğindeki birtakım kurallardan y eni toplumun y asalarını yaratırken yararlanabileceklerini de düşünmekteydiler. Ahilerin içinde y aşadığı düzen; anlama, güv en v e uyuma day alı bir düzendi. Ölen birinin malın ın tüm topluma kalması ahilerdeki paylaşımcılığın bir göstergesiydi. Y eni düzenin kurulmasıy la birlikte bu y aşamı düzenley en bir hukuk sistemi oluşturuldu. Köy lülerin arasındaki sorunlardan, ortak y aşamda ortaya çıkan sorunlara kadar her şey
bu anlay ışla çözüme bağlandı. Hukukun temelinde adil bölüşüm, hak eşitliği, ihtiy açların gözetilmesi, haklılık v e akıl v ardı. Komün y aşamını etkiley ecek suçları işley enler halkın karşısına çıkarılarak y argılanıy orlardı. Komün üy elerinden herhangi bir kişi komün içi y a da dışı köy lerden herhangi birinde suç işlediğinde suç işlediği yerde bir mahkeme kuruluy or v e halkın katılımıy la gerçekleşen y argılamada çıkan kararlar ne olursa olsun uy gulanıyordu. Y eni düzenin kurulduğu ilk günlerde çıkan en önemli sorun pay laşımın nasıl olacağı noktasındaydı. Bu sorun, herkesin çalışmasına v e çıkardığı işe göre değil kişilerin gereksinimine göre, kendisine yetecek kadar, ihtiyacı kadar alması y öntemiyle çözülmüştü. Manisa'da yeni düzenin kurulduğu ilk günlerde buğday sıkıntısı çekildiği bir dönemde torlaklardan birinin ihtiy aç duyulan buğday ı zorla köy lülerden alması karşısında, bu torlak baskı uyguladığı köy e gönderilmiş ve o köy ün halkının kendisine vereceği cezay a katlanması emredilmiştir. Bir başka olay da iki torlağın genç kızlara sataşması karşısında "teşhir ve tecrit" ile cezalandırılan torlaklar bellerine kadar soy ulup, bir dev eye bindirilmişler: "bacılarımızla şerefi ile oynayan ahlaksızların başına gelecek budur!" denilerek tellaklarla dolaştırılmalardır. Bu iki örnek yeni düzenin adaletini gösteriyordu. Y eni düzende çıkan diğer sorunlar da, Şeyh Bedreddin'in daha hareketin Karaburun'da başlamasının ilk günlerinde söy lediği sözler temelinde hareket edilerek çözüldü. Şey h Bedreddin şöy le seslenmişti mürid-lerine: "Bizi m a maçladığ ımız şeyleri dosta düşmana göstersinler. Biz ne bir derviş topluluğuyuz ne de gizli bir din örgütüyüz. Bizim a maçladığımız şey hakikattir! Amacımıza ulaş mak içki başvurulacak araçlara çok dikkat edilmeli; düş man çekemediği nden, dost işin özünü anlayamadığından bize vaktinden önce bir engel çıkarma mal ı. Birşeyi hiç unutmayalım: araçlar amaca uygun olmalıdır. Düşman bizi ayartmak için kulağımıza hep şunu fısıldayacaktır: 'hayırlı bir amaç uğruna her araca başvurulabilir. ' Ne denli zor durumda kalırsak
32
TAVIR E YLÜL 1996
kalalım bu ayartmalara asla kanmamalıyız. Saygı değer a maçlara ancak saygı değer araçlarla ulaşılabilir." (Ben de Halimce Bedreddinem, s. 269) Bu sözler Bedreddin yiğitlerinin ışığı, y ol göstericisi oldu. Din ve Kültürlerin Kaynaşması- Halkların Kardeşliği Y üzy ıllardır egemenler, halkları değişik din ve mezheplere, topluluklara bölerek, aralarında düşmanlık tohumlarının f ilizlenmesine y olaçmıştır. Y aratılan öny argılar halkları birbirine düşürerek güçsüz kalmalarını sağlamıştır. Bey ler, paşalar, sultanlar, prensler bir bakıma iktidarlarını halklar arasında y arattıkları düşmanlıklarla ve onları bölerek sürdürebilmişlerdir. Osmanlı sultanları, İslam beyleri, hıristiyan prensleri, ulemalar, papazlar, rahipler, hahamlar bu politikay ı hay ata geçirmişlerdir. Müslüman y ahudiy e, hıristiyan y ahudiye y a da Türkler Rumlar'a, Bulgarlar'a düşman edilmişlerdir. Türk'ü Rum'a y a da Ermeni'ye, Bulgar'a, müslümanın yahudiy e, hıristiy ana ne gibi bir düşmanlığı olabilir? Sünni'nin alev i ile, katolik'in, protestan'la y a da Ortodoks'la ne gibi düşmanlığı olabilir? Halklar farklı din v e inanca sahip olsalar da, f arklı kökenden, kültürlerden gelseler de aynı y aşamı paylaşmakta, sömürülmekte, zulme uğray ıp, ezilmektedirler. Osmanlı İmparatorluğu da değişik halkları siy asi v e askeri zoruy la kendine bağlayıp kölece çalıştırarak sömürmüş v e iktidarını y aşatmıştır. Hıristiy an ve müslüman halk, Y ahudiler, Ermeniler, Rumlar aynı mekanı pay laşmakta, aynı köy de yaşamakta, birbirleriyle dostluk ilişkileri kurmaktadırlar. Egemenler bu y aşama kendi çıkarları için müdahale etmedikleri sürece bu böyle dev am etmektedir. Şey h Bedreddin ve müridleri, bu hareketin önderleri, halklar arasındaki çıkar birliklerini v e kardeşlikleri, dostlukları ön plana çıkartarak kaynaşmalarını sağlamaya çalışmışlardır. Şey h Bedreddin Kahire dönüşü Anadolu'y a geldiğinde çalışmalarına Rum papazlarıy la yaptığı tartışmalar sonunda onları örgütleyerek başlar.
Hıristiyan, Müslüman ayrımını kabul etmez ve bu uğurda savaşımını sürdürür. Rumeli'de Musa Çelebi'nin iktidarı döneminde kazaskerlik y aparken hıristiyanlarla y akın ilişkiler kurar, alev ileri örgütler. Şey h Bedreddin İznik'e sürgün edildiğinde adı düny anın birçok y erinde saygıy la anılan bir bilim adamı olmasının y anında y oksulun v e ezilenin y anında olmasıy la da tanınmaktadır. İznik'te yerleştiği Y akup Çelebi Tekkesi'ne her dinden v e inançtan, her kültürden ve bölgeden insanlar gelmekte, Şey h Bedreddin ile ilişki sürdürmektedir. "... Saçları, sakalları, kaşları, bıyıkları kazınmış cavlaklar; üzerlerinde tepe kısmı kukulateyi andırır boz çuhadan abaları, kuşaklarına bağladıkları ve sadaka toplamakta kullandıkları hindistan cevizi kabuğundan, ya da bakırdan maşrapa/arıyla Kalenderiler; kuşaklarına sokulu kılıçları ve mızrak gibi sivriltilmiş sopalarıyla cengaver abdallar, omuzlarında ikili toprak dümbelekleri, parmaklarında zilleriyle atlı torlaklar, bez bir kılıf içindeki sazlarıyla aşıklar... Tekkeye uğrayanlar arasında Araplar, İranlılar, Türkmenler, Valahlar, Bulgarlar, Ermeniler hatta Yunanlılar bile vardı. (...) Halep'ten, Kahire'den, Ankara'dan, Bursa'dan, Edirne'den, Silistre'den, Manisa'dan, Aydın'dan Şeyhin adını duymuş, ona gönül vermiş insanlardan haberler getiriyorlardı bunlar." (Ben de Halimce Bedreddinem, s. 16) İznik'e gelenler Bedreddin düşüncesiy le tanışıy orlar, gittikleri y erlerde "hakikat düşüncesi"ni y ayarak, gelecekteki örgütlenmenin ve sav aşın da zeminini oluşturuy orlardı. Börklüce Mustaf a v e Torlak Kemal Batı Anadolu'ya Ay dın v e Manisa'y a geldiklerinde Türkmenler, Rumlar, yahudiler, müslümanlar, hıristiy anlar, torlaklar, abdallar, cav laklar gibi her din v e kültürden, kökenden halk içinde eşitlik v e kardeşliği, day anışmayı, sömürüsüz bir düzeni kurma sav aşını y ürütmüşlerdir. Bu sav aşın ortaya çıkardığı bir gerçek v ardır ki, egemenler v e sahte din adamları, sömürücüler halkın yakasından ellerini çektiklerinde, halklar tam bir kardeşlik, eşitlik v e dayanışma ruhuy la ortakça yaşamlarını örgütlemektedirler.
Şey h Bedreddin, yoldaşlarının Batı Anadolu'da kurduğu ortakça düzeni Rumeli'de kurabilmek v e Osmanlı saltanatını y ıkabilmek için İznik'ten Rumeli'ye geçtiğinde Hıristiyanlar, Aleviler, Ermeniler, Bulgarlar, Sırplar v e Türkmenleri v e değişik halkları sav aşa katabilmiş, Hakikat düşüncesi altında halkların birliğini v e kardeşliğini sağlamay a çalışmıştır. Anadolu'da v e Rumeli'de tam bir din v e mezhepler, kültürler mozaiğini oluşturan halklar, Şey h Bedreddin Ay aklanması'na kendi eşitlik ve mutlulukları için katılmaktan geri durmadılar. Şey h Bedreddin v e müridleri, diğer dinlerden insanlarla v e onların din bilginleriyle yaptıkları tartışmalarda, her dinsel topluluğun ezeni v e ezileni olduğu gerçeğinden hareketle, ezilen kesimlere sesleniyor, onların hakikat savaşında kendi inançları ve kültürleriy le y er almalarını sağlamay a çalışıy orlardı. Aslolan, din değiştirmeleri değil, kendi kültür v e kimlikleriy le bu savaşta y er almalarıy dı. ".. Eğer sözlerimiz yüreğinize düştüyse, eğer düşüncelerimiz size yakın gelirse, bilesiniz ki hangi inançtan olduğunuz bizi m için hiç önemli değildir. İster hıristiyan olsun, ister yahudi, ister müslü man..." (A.g.e., s. 21) "... başka dinden olanlara namussuz diyen müslümanlar ın asıl kendileri namussuzdur..." (A.g.e., s, 267) diy en Bedreddin müridleri, başka dinlerden de olsalar halkların tümüne olan say gılarını if ade ediy orlardı. Şey h Bedreddin v e yoldaşlarının ay aklanma çağrısına yoksul köylüler, ahiler y anıt veriy orlar, baskı v e sömürüden kurtuluşun yolunu Bedreddin'in "Hakikat Düzeni"nde buluy orlardı. Bunun karşısında statüleri bozulan din adamları da boş durmuyorlar, egemenlerden y ana tav ır alarak köy lüleri y anıltmay a çalışıyorlardı. Örneğin din adamları müslümanlara: "... Bedreddin kendini peygamber gibi gösteriyor ve Allah'a karşı geliyor..."(Age, s. 415) diy erek saf larda bozgun y aratmay ı hedef lerken, Rum ve Bulgarlar'ı ise; "... Bedreddin sizi atalarınızın
TAVIR E YL ÜL 1996
dininden döndürecek. Sizin yardımınızla Osmanlı tahtına bir oturdu mu, bugünkü halinizi mumla ararsınız..." (age, s. 417) tehditleriy le sav aştan uzak tutmay a çalışıy orlardı. Ancak ne Rumlar ne de Bulgarlar bunlara kulak asmadılar. Kurtuluş umudu olarak gördükleri bu sav aşa katılmaktan vazgeçmediler. Rumlar da Hakikat Sav aşı'na katılan halklar arasında y erlerini aldılar. Onların Batı Anadolu'da sav aşa katılmasında Bedreddin'le ay nı düşünceleri pay laşan bir Rum papazın da büy ük katkısı olmuştur. Bedred-din'le ilişkisini gizley erek, özellikle Sakız Adası halkı içinde f aaliyet yürüten bu papaz, inziv aya çekilmiş bir keşiş görünümünde yaşıy ordu. Tan-rı'nın tekilliğini ve dinlerin de birbirinden f arklı olmadığını anlatarak f arklı dinlere mensup halklar arasındaki öny argıların ortadan kaldırılmasına hizmet ediyordu. Onun bu anlattıkları, hıristiyan inanışına sahip Rumlar'ı derinden etkiliy ordu. Üstelik onun kendi üslubuyla anlattıkları Börklüce Mustaf a'ya bağlı müridlerin anlattıklarıy la büy ük benzerlik gösteriyordu. Hem kilisenin hem de soyluların yoğun baskısı altında geçimlerini taş ocaklarında, çok ağır koşullarda çalışarak, damla sakızı toplay arak balık-çılık, gemicilik y aparak sağlay an y oksul Rumlar, Bedreddin müridleri-ne katılmakta gecikmediler. 150 y ıl önce. Moğol istilacılarına karşı Selçuklular'la omuz omuza çarpışan Ermeniler için de hak v e adalet zamanı gelmişti. Bedreddin'in önderliğinde y ürütülen Hakikat Sa-v aşı'nda onlar da onurlu bir şekilde y erlerini aldılar. Hakikat Sav aşı'nda y eralan bir başka dinsel topluluk ise Y ahudi'lerdi. Bedreddin düşüncesini benimseyen Y ahudiler, Manisa'da y aşıy orlar ve çeşitli zanaatlarla uğraşarak yaşamlarını sürdürüy orlardı. Onlar da Osmanlı'nın v e onlarla işbirliği içinde olan Y ahudi aristokratlarının baskısı v e zulmünden kurtulmak için bu savaşa katılmışlardır. Manisa'da müs-lümanlardan y alıtılmış bir bölgede yaşayan Y ahudiler, cemaatin başı say ılan v e "Parnes" adı v erilen Y ahudi soy lusu taraf ından sömürülme-ye karşı çıkmışlardır.
Sepicilik, boy acılık, kunduracılık, şarapçılık v b. işler yaparak y aşamlarını sürdüren y ahudiler, Anadolu'nun bu çalışkan insanları paranın egemenliğinin kaldırılacağı ve bütün halkların kardeşce y aşay acağı hakikat düzeninin y aratılması için mücadele ettiler. Y ahudiler Ana-, dolu'da yaşamları boyunca ilk kez silahlanarak Torlak Kemal'in "bütün halklar ve dinler birdir"'diyen ordusuna katıldılar. Hıristiyan ve yahudilerin dışında Bedreddin v e y oldaşlarının y anında "Hakikat Sav aşı'na Türkmenler v e çeşitli savaşlarda y iğitlikleriyle ün salmış torlaklar da katılıy ordu. Türkmenler hayv ancılıkla geçiniy orlardı ve özellikle at y etiştiriciliği konusunda kendilerini yetiştirmişlerdi. Hakikat Savaşı'na katılan atlı birliklerin başında torlaklar geliyordu. Torlaklar hiçbir dinsel akımın etkisinde olmay an coşkulu, atak, gözükara insanlardı. Kışın, kent ve kasabalarda çeşitli zenaat işlerinde çalışırken; y azları, başına buy ruk y ayla yay la geziy or, haklı v e güçsüz olanları haksızların zulmünden korumay ı kendilerine doğal görev ediniy orlardı. Çalışmadıkları zaman esrar v e şarap içip günlerini gün ediyorlardı. Önderleri Torlak Kemal'in, Şeyh Bedreddin'e katılmasının ardından bütün torlaklar Kemal'in peşinden gittiler. Torlakların hepsi ulemalara v e şeyhlere karşı oldukları halde, Bedreddin'i, önderleri Torlak Kemal'in Şeyh Bedreddin'e katılmasının ardından bütün halka zulmeden, dev leti sav unan ulemalardan ay ırmış v e onun hakikat düşüncesine inanmışlardı. Bedreddin Ay aklanması'nda bu f arklı din v e kültürlerden insanlar "Yarin yanağından gayri, her yerde, her şeyde, hep beraber" ilkesinde somutlanan "Hakikat Düzeni"nde halkların sömürülmeden, kardeşçe bir arada y aşayabileceğini gösteriy orlardı. Halklar, üzerlerinde hiçbir baskı hissetmediklerinde, her işi elbirliğiy le yapıy orlar, ölüme de ay nı şekilde birlikte gidiyorlardı. "(...) Hakikat bayrağının altında toplanın, saflarımızda yer tutun!" (Ben de Halimce Bedreddinem, s. 372-373) Bedreddin'in bu sözleri Bulgar'ı, Türk'ü, Arnavut'u, Ef laklı'sı, hıristiy anı, müslümanıy la bütün ezilen halk-
ları etkiledi. Ezilen halklar kardeşçe birlikteliğin örneğini sergilediler. Halkların kardeşliği önündeki her engel düşman görülmüş ve mücadele edilmiştir. Bu konuda kültürel düzey de, günlük y aşamda, dilde her türlü açık ya da gizli düşmanlıklar kimi zaman "iç düşman" olarak görülmüş ve "bey lerin, egemenlerin bu y öndeki girişimlerine karşı çıkılmıştır. Şey h Bedreddin v e y oldaşları Anadolu toprakları üzerinde y aşayan Türkmen'i, Ermeni'y i, müslüman'ı, hıristiy an'ı, yahudiy i, Rum'u, torlakları, cav lakları, çoğunluğu y oksul köy lü halktan oluşan kitleleri bir araya getirerek onların zengin kültürlerini ay aklanma kültürü içinde bir araya getirmişlerdir. Şey h Bedreddin v e yoldaşları halkların örgütlenmesi v e ayaklanmasında halkın sevdiği din adamlarını örgütleyerek o dinsel topluluk içinde hakikat düşüncesini v e sav aşın y ay ılmasına çalışmışlardır. Ay rıca dinsel kurumlardan da y ararlanılmış, buraların ele geçirilip halka gidilmesi için çaba gösterilmiştir. Halkın örgütlenmesinde v e sav aşa katılmasında amaca uygun, hakikate uygun düşen araçlar kullanmışlardır. Saygıdeğer a maçlara, ancak saygıdeğer araçlarla ulaşılabilir" diyerek halka y aklaşımda, halkı örgütlemede f aydacı y aklaşmamışlar v e kör hedef peşinde koşmamışlardır. Bu kav ray ış halka açık olma, halka hesap verme sorumluluğuyla bütünleştirilmiş; halk y anlışların, hataların, amaca uymayan çarpıklıkların sorgulay ıcısı olarak görülmüştür. . Birçok sorunda, hak aray ışında v e adalet dağıtmada halkla birlikte karar v erilmiş, birçok olay halkın zengin y aratıcılığıy la kolay lıkla çözümlenmiştir. Halka gitme, halkla birlikte mücadele etme engin bir halk sev gisiyle gerçekleşmiştir. Halkın çektiği acılar v e gördüğü zulüm karşısında halkın y anında olma ve bunları içinde hissetmenin sonucu halklar örgütlenebilmiş ve Hakikat Savaşı'na katılabilmiştir. Şey h Bedreddin Deliorman'da, Zagora'daki yoksul, ezilen halkla birlikte Edirne üzerine y ürümek, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal üzerindeki ölüm tehlikesini uzaklaştırabilmek, hakikat düzenini hakim kılabilmek için hıristiy an'ı, müslüman'ı,
TAVIR E YLÜL 1996
kadınları erkekleri, y aşlıları v e gençleri bir araya getirmiştir. İşte bu sırada y aşananlar ayaklanmaya katılan halkların day anışmasını v e gönül birliğini özlü bir şekilde anlatıy ordu. "... Akşam, yakılan ateşlerin başında şarkılar, türküler söylendi. Herkes kendi dilinde söylüyordu: Türkler, yanık bozkır türküleri; Rumlar, aşk ve hasretlik şarkıları; Arnavutlar, tıpkı dağları gibi insanın içine ürperti salan savaş şarkıları, Ermeniler, dağ ırmakları gibi coşkulu sevda şarkıları ve Bulgarlar; halka olup düğün şarkıları söylediler. Sonra da hep bir ağızdan, Durası E mre'nin yeni yaktığı bir özgürlük türküsünü söylediler. Herkes becerebildiği kadar katıldı türküye. Kimi sesli kimi sessiz... Ama türkü söylenirken herkes kendinde gitgide büyüyen bir güç duyuyordu." Y a Rumlar'a ne demeli? Ölüme giderken ille de dans etmek isteyen bir başka halk daha var mıdır acaba düny a üzerinde?.." (A.g.e., s. 383) Halklar egemensiz v e sömürüsüz bir düzen v e kendileri için sav aşırken coşkulu v e mutludurlar, kardeştirler. Şeyh Bedreddin bunu y aratmıştır.
RASİN (Bedreddin Üçlemesi-lll) "Zulüm Olan Yerden Göçmek Gerek"
Gelecek Sayı: HA REKETİN YENİLGİSİ
TAVIR E YLÜL 1996
Yılmaz Güney'e T arihin yüzünde kanlı sürgünler/sınırsız katliamlar Kartal yuvalarına gizlenen ömrüm Sonra göçlerin ve ağıtların yıldönümünde Dersim'den, Desman'a uzanan dağınık öykü Siverek düzünde kızgın bir rüzgar Marabaların elinde büyüyen azaplık Ülkemin imgeleminde kurtuluş çözümlemeleri Yılmaz, o zaman Zaza boylu siyah şalvarlı bir fırtınaydı Ömrünün tomurcuğuna açlık yağmaktaydı Kan davalarına ayarlanmış mevsimler Ve Orada aşiretler töreleri kanla yıkamaktaydı Göçlerin ve ağıtların yıldönümünde Desman'dan, Çukurova'ya uzanan Dilsiz bir yalnızlıktı Sivrisinek ısırıklarıyla küçülen ekmekler T aşıdı koynunda Sonra Cezaevlerinde film şeritlerine takılmış bir ömür İmralı'da domates tarlası işliyordu Hep Bir senaryonun kaç no'lu sahnesi Kurgulanır düşlerinde (İç/Dış, Gece/Gündüz) İmgelemine ülkesi düşer Büyür öksüzlüğü Siverek ovasında...
35
Film Karelerinde Büyüyen Güzellik
TAVIR E YL ÜL 1996
37
İBRAHİM KARACA
SIRA SANA GELECEK -kayıplar için-
Yavaş yavaş çoğalıyor yıldızlar Herbirinde birinizin yüzü var Şimdi size kim öldü diyebilir Dilinizde hala. sevda sözü var Bir şarkı söyledik sana Dinle kardeş, duyacaksın Çığlığını yele bırak Sen insansın, insana bak Susma Sustukça Sıra sana gelecek Beyaz bir kuş yuva kurmuş göğsüme Her kayıpta sızlar, kanar yarası Ateşler içinden çıkıp da gelmiş Kanadında bir parça is karası Bir şarkı söyledik sana Dinle kardeş, duyacaksın Kirlenmesin gökte mavi Gölde balık, dalda çiçek Susma Sustukça Sıra sana gelecek
38
TAVIR EYLÜL 1996
HAY ATI AZIM
Ü
ç ölü çıktı bu cezaev inden. Cezaev i kapısının üst taraf ındaki iğde, bahçey e sere serpe y ay ılmış kalın göv deli ağaçlar, şu çamlar, serviler... mav i boy alı demir çubuklardan y apılmış raylı kapı... hepsi, hepsi gördü bu ölüleri. Ancak bir metre y üksekliğinde, öy lesine sıradan bu kapı cezaev ini değil de daha çok bir fabrika, bir şantiye kapısını çağrıştırıy or. Y eşilliğiyle bahçey i kaplay arak cezaev inin görülmesini engelleyen ağaçlar da bu çağrışımı güçlendiriy or. Böy lesi bir y erden üç ölü çıktığına inanası gelmiy or insanın. Fakat, çıktı işte. Bir değil, iki değil, üç... Üç ölü. Cezaev i denince ne içerdekinin dışarısını, ne d ışardakinin içerisini göremey eceği boy utlarda, demirden y apılmış kale kapıları gelir aklıma. Kapı büy ük olacak ki, daha oraya girerken demir bir y umruk gibi vursun kaf ana. Kuşatılmışlığını, güçsüzlüğünü anlatmaya yetip artsın. Daracık koridorlara sıralanmış, day ak atmada ustalaşmış askerlerin bir de hoşgeldin sopaları... Devrimciliğini değil, adını bile unutasın. Görüşüne gelen kişinin o kapıy ı gördüğünde secdeye durası gelsin. Bu demir kapının y anındaki nöbetçi kulübesinin önünden geçtiğimde, bahçedeki ağaçların arasından tombul yanaklarına, kara gözlerine konmuş gülüşüyle bana doğru koşup geliv erecek Barış! Belki de iri gövdeli, dal budak salmış ağaçlardan birine sırtını v ermiş, gitar çalıp türkü söy lüyordur. İy i çalardı gitarı. Görüşmey eli daha da ustalaşmıştır. Şu ağaçların bana ettiğine bak!.. Üç ölü çıktı bu cezaev inden. Barış da yaralı. Ağır y aralı hem de. Kimbilir kaç yerinden patladı kaf ası, kaç dikiş attılar? Saçlarını da kesmişlerdir kaf a-
sındaki y ırtıklara dikiş atarken. Elinde, kolunda kırıklar, alçılar v ar mı? Hala öyle tombul y anaklı, çocuk yüzlü mü? Yoksa açlık grevinde süzülüp kaldı mı? Görüşe gelebilir mi? Y attığı y erde doğrulabiliyorsa gelir. Daha "nasılsın" demey e kalkmadan anlatmay a başlar direnişi: -Kalabalıktılar. Kapı aralığından gördüm. Savcı, müdür... önde. Arka-
dan/ Güneşe dönüktü yüzleri..." Dağın eteğine tutunmuş; kay ısı, elma, erik ağaçları arasında bir köy. Taştan topraktan örülmüş bir evin ön duv arı. Pencerenin sol tarafında boy asız, tahta bir kapı... tahtaları biraz kararmış. Az ötede başıboş birkaç inek. Duv arın tam önündeyse elli y aşlarında, üç etekli bir kadın. Başörtüsünün altından saçının beyazlı-
TUTSAK KUMANDANA DEDİ Kİ... larındaysa kasklı, kalkanlı, değnekli askerler. Kalabalıklar. Malta tıklım tıklım dolu. Adım atacak yer yok. O kalabalığa karşın ortalık bir sessiz ki, sinek uçsa duyulacak. Birden elektrikler kesildi. Maltaya alacakaranlık çöktü. Savcı temsilcinizi çağırın dedi. Zaten temsilcimize haber vermiştik. Düşün ki ben temsilciyim. Maltaya çıkıp savcının karşısına dikiliyorum. Öyle ezil miş, büzül müş değil... Barış anlatıy or. Ben ise temsilcinin duruşunu düşünüy orum. Barış'ın dizeleri uçuşuy or beynimde. "Köylü kumandana dedi ki/ He ku mandan efendi he/ Geçti o dediklerin bura-
ğı düşmüş alnına. İki ay ağı da sağlam mı sağlam basmış toprağa. Bir elini kaldırmış, sanırsın ki dağları tutacak. Belki, kay ısı ağaçları y oktu Barış'ın şiirinde. Bozkırın ortasında y a da kay alıkların hemen dibinde bir köy dü. İnekler de yoktu. Ev ise biraz daha harap v e yoksul. Fakat, kadının ay aklarını sağlam basışının, elini dağları tutacak gibi uzatışının belkisi y ok. O kesinlikle öyle. Barış bu şiiri nasıl y azdı? Böy lesi bir köye mi düşmüştü y olu? Y oksa gecenin bir yerinde, koğuşun ışıkları söndüğünde, düşleriyle uzanıv ermiş miy di? Barışı gördüğümde, zaman
TAVIR E YL ÜL 1996
kalırsa soracağım bu şiiri nasıl y azdın diy e. Belki bir şiir daha yazmıştır şimdi. Belki bir öykü. Direnişin öyküsü. "Tutsak kumandana dedi ki" diye başlay an bir öykü: Koğuş temsilcisi olarak savcının karşısına dikildim. Ayaklarım sağla m basıyordu yere. Savcı: 'Sayım al maya geldik' dedi. Gülümsedi m. 'Yalanlarınıza inan mıyorum' diyen, alaysı bir gülümse me bu. Ali Rıza'nın özgürlük eyleminden bu yana, yani iki aydır baskı altındayız. Mahkemeye gidip gelirken saldırıya, hakarete uğruyoruz. İnsanca yaşama haklarımızdan hergün biri gaspediliyor... Bu sorunlar çözülene değin sayım vermeyeceğimizi söylemiştik. Üç gündür de sayım ver miyoruz. "Sorunlarımızın çözül mesini istiyoruz. Eğer zorla almaya kalkarsanız buradan ölü çıkar. Bunun hesabını verebilecek misiniz?" de dim. "Ben karışmıyorum. Ne haliniz varsa görün" dedi. "Saldırın!" demekti bu. Koğuşa, arkadaşlarımın yanına döndüm." Cezaev inin kapısınday ım Barış. Kara saçlı, bey az y üzlü gencecik kızların, ellisinde altmışında başörtü lü, kırışık y üzlü anaların arasında... Gözleri göky üzünden bulut, ateşlerden birer parça. İşte bu kalabalığın arasından sıy rılıp, kulübedeki görevlinin y anına gideceğim. Kalabalıktan birkaç kişi birden bana bakıyor. İçlerinden biri umutsuzluk dökülen sesiyle "görüştürmüyorlar" diy or. Az önce onların gözlerind eki duy gu bey nimde uçuşurken, "neden" diy e soruy orum. "Birinci dereceden akraba olmak" gerekiy ormuş. Hemen tepemde duran koskocaman tabelada da y azıy or ay nı şey. Birinci dereceden akraba... Birinci... Görev liy e gidip ben, ben Barış'ın birinci dereceden akrabasıy ım diyesim geliy or. Biz Barış'la gitar çaldık, türkü söy ledik. Onun y azdığı şiiri okuduk... Küçük bir kağıda adımı y azdım ve cezaev inde birinci dereceden akrabası olan, görüşe girebilen birine, Barış'a iletilmesi için v erdim. Barış, benimle görüşmek istediğini söyleyecek idareye. Görüşemesek bile, en azından benim burada olduğumu bilecek. Şu kapıdan girebilmiş olsaydım, görüş kabininde olacaktım şimdi. Barış'ı biraz daha iy i görebilmek için
39
gözlerimi cama yapıştırır, ellerimi de başımın iki yanından uzatarak avuçlardım cam bölmeyi. Barış da öteki cam bölmeden Buca Direnişi'ni anlatırdı: Te msilcimiz içeriye, yani koğuşa giriyor. Biz saldırı olacağını sezinlemişiz. De mir dolapları sessizce yaklaştırmışız kapıya. Te msilcimi z koğuşa girdi. Dolaplardan birini hemen sürdük kapının arkasına. Sonra, üstüste koyduğumuz iki dolabı daha sürdük kapının arkasına. Direnişimiz barikatla başladı. Ya herşeyimizle teslim olacağız, boyun eğeceğiz zulme; teslim olup yokolacağız. Ya da; siyasi kimliği mizi, onurumuzu, insanca yaşama hakkımızı savunmak için canımızı koyacağız barikatlara. Teslim ol mak yok ki geleneğimizde. Gazi Mahallesi 'ndeki barikatlarda olduğumu düşündüm bir an. Gerçi oradaki gibi onbinler değiliz. Topu topu kırk kişiyiz. Barikat çözülürse gidebileceğimi z bir yer de yok. Duvarlar, ranzalar, barikat ve biz... Koğuşun öteki ucundaki dolapları da taşıdık barikata. Öylesine çarçabuk. Son dolabı, ayakları betona gömülü olan ranzaya dayadık. Boşluk kalan yerlere battaniyeler sıkıştırdık. Koğuşun arka tarafı mavi, mor du manlarla dol maya başladı. Mazgaldan gaz veriyorlar. Islak havlu ile burnu mu kapattım. Burnumu zu kapattık. Her birimiz bir mazgala koşuyoruz. Mazgal deliklerini ıslak havlularla kapatıyoruz. Bir sopa yardımıyla havluyu orada tutmaya çalışıyorum. Havluları yakıyorlar. Yanmış havluyu ıslatıp tekrar yerine koyuyorum. Raylı, mav i kapının tam karşısındaki kahvede çay içiyorum Barış. Biliy orsun burada olduğumu, hatta çay içtiğimi... Gözlerim raylı kapıda. "Belki" diy orum, "belki bir haber gelir senden." Görüş serbest diy e bir söz uçuşuv erir kapının önünde. Koşar gelirim. Bana dışarıdakilerin algılay amadığı "özgür tutsaklığı" anlat derim. Ray lı, mavi kapıy la aramda bir yol var. Arabalar, otobüsler gelip geçiy or durmaksızın. Arada bir de lacivert boyalı ringler girip çıkıy or cezaev ine. İçinde sen v armışsın duygusuy la bakıy orum herbirine. Herşey gözönünde. Bir o kadar da gözden ırak. Kapı önünde bekleşen bizler-
den bile... Üç ölü çıktı bu cezaev inden. Üç ölü... İşte bu kapıdan. İçim daralıy or. Kahv eden kalkıp kapıy a yürüy orum, oradan da cezaev i duvarı boyunca yukarıy a. Y ukarı doğru y ürüdükçe bahçedeki ağaçlar say ıca azalıy or. Daha boy lanmamış birkaç ağacın arasında cezaev i çırılçıplak. Üçgen çatılarıy la, bir alçalıp, bir y ükselen, enine boyuna bir duvar. Cezaev inin gerçek yüzü, soğuk yüzü... Y usuf, Uğur, Turan oraday dı işte. Bu upuzun duv arın ardında. Bana ölümü anlat Barış. Bir metre boyunda, y umruk kalınlığında, ucundan sapına doğru incelen, kara boy alı değnekleri, su borularını... v e bunları tutan elleri anlat. -Yangın söndür me hortu mlar ından fışkıran su, kurşun olup çarpıyor bedeni me. Savrulup düşüyorum. Koğuşu su basmış. Suyun içinde çizmeler, kasklar, kalkanlar... Demir borular, değnekler doldurmuş gökyüzünü. Toparlanıp kalkıyoru m. Birbirimi ze tutunuyoruz. Bir değnek savrulup oturuyor beynime. Gün geceye dönüyor o an. Yıldızlarla beraber düşüyorum suyun içine. Değnekler, tekmeler, küfürler karışıyor birbirine. Barış orada... bir o kadar yüksek, bir o kadar uzun, upuzun duvarın ardında. Gözetleme kuleleri görmüyor, gözlerimle deliyorum duvarları. Barış anlatıy or; anlatmıy or da, tiy atrolaştırmış oynuy or. -Bak şimdi ben Yusuf'um: Mazgalın altındaki sac kapıyı zorluyorlar. Mazgalın önüne kurduğu muz barikata sırtımı verdi m. Balyozlar var ellerinde; biri inip, biri kalkıyor. Her vuruşta gök gürlüyor; koğuş sallanıyor. Barikatı delip gelen ses, hücrelerime dolup boşalıyor. "Haydi gelini." diye meydan okuyorum onlara "Arkadaşlar! Burası sağlam. Öteki barikatlara gidin!" Bir saldırı da kütüphanenin olduğu duvardan başladı. Balyozun vuruşları duvarda değil de beynimde. Burayı destekleyecek ne dolabımız, ne suntamız kaldı. Bir balyoz vuruşu, bir daha... Ben Uğur'um, yastıkları ve yüreğimi koydum o duvara. Giriş kapısındaki barikatta en üstteki dolap esnemeye başladı. Dolapların arasına soktukları kalasları kaldıraç gibi kullanıyorlar. "Arkadaş-
40
TAVIR E YL ÜL 1996
lar buraya gelin, barikat esniyor!" Olanca gücümü koyuyorum esneyen dolaplara. Sonra da tavanla dolap arasındaki boşluğa battaniye sıkıştırıp esnekliği engelliyorum. D işardaki konuşmalar geliyor kulağıma. Biri: "Oksijen kaynağı getirin" dedi. Az sonra da oksijen kaynağının tıslayan sesi geldi. Kapıyı kesiyorlar. "Yaşasın Barikat Direnişimiz!" Bu ses; barikatı, duvarları delip geçen tokat olup, katillerin yüzünde patlarken, diğer koğuşlardaki tutsaklara umut oldu. Direniş sürüyordu. Aynı sese diğer koğuşlar da kattı seslerini. Kapının bir bölü mü kesilmişti. Onlar dışardan demir borularla açılan deliği büyütmeye çalışıyor, biz de içerden yatak, yorgan...koğuşta bulduğumu z herşeyi barikata yığıyoruz. Barikatta bu direniş sürerken tavandan da balyoz sesleri gelmeye başladı. Bir an koğuşa tavandan geleceklerini düşündüm ve eli mde sopayla seslerin geldiği yerin altında
beklemeye başladım. Tavanın sıvaları döküldü. Sonra da de mir bir kazıkla küçük bir delik açıldı. Açılan delikten gaz bombası atıyorlar. Bo mbayı alıp su dolu bidona b ırakıyorum. Uğur'la ranzalar ın ü zerine çıktık. Tavandaki deliğin altına bir havlu gerdik. Yakaladığımız bo mbaları su dolu bidona atıyoruz. Çok geçmeden mekanik bir işe dönüşüyor yaptığımız şey. Bomba... geliyor... yakalandı... suyun içinde etkisizleştirdik. Birden kulakları sağır eden, koğuşu sarsan ve o an yaşamı durduran bir patla ma. Hepi mi z şaşkınca birbirimize bakıyoruz. Bo mbaları koyduğu muz su bidonu parçalanmış. Bidona ve bombalara çok yakın olma ma rağ men yaralanma mıştım. He men koğuşa seslendi m: "Arkadaşlar! Ses bombası, ağzın ızı açık tutun." Bomba seslerine sesimizle karşılık veriyoruz: "Bo mbalar Bizi Yıldıra ma z!" Gaz bo mbası, ses bombası... bo mba, bo mba, bo mba... Direnişimi z sürüyor. Barikattaki kapı yok artık; dolaplar dışarı çekilmiş. Tek bir
Bir Operasyon Sonrası Bayrampaşa Cezaevi
dolap... onlar dışarı çekiyor, biz içeri. Sopalar, kalaslar savruluyor. Dolabın üstüne çıkıyorum. Ca m parçaları fırlatarak savunuyorum barikatı. Kasklı ve kalkanlı olduklarından ellerine nişan alıyorum. Barikat neredeyse çözülmek üzere. Ca m parçalar bitiverse, gelip girecekler koğuşa. Sık sık "cam getirin!" diye bağ iriyorum arkadaşlara. Turan'ı görüyorum o ara, ellerine havlu sarmış. Kucak kucak cam taşıyor. Cam parçalar ı karşısında kalaslar, etkisiz kaldığında itfaiye hortumları geldi. Barikat çözüldü. Koğuşa girdiier. Ara mada iki-üç metre ancak var. Koğuş onca kalabalık, bir tarafta onlar, bir tarafta biz. Bunca kalabalığa karşın derin bir sessizlik... Soluk alışlarını duyuyorum. Alev saçan soluklarını. Kasklardan sadece gözleri görülüyor. Yılanlar oynaşan gözleri. Hep birden küçük bir adım atıyorlar. Öldürecekler bizi, bu belli. Sessizliği, öteki koğuşlardan yükselen "İşkencecilerden hesap sorduk, soracağız!" sloganları bozuyor. Arkalardan biri "Vurun, öldürün" diye bağırıyor. Bir adım daha atıp duruyorlar yine karşımızda. Biz de bir adım geriledik. Öldürecekler bizi. Öleceğiz. Koğuşu santim santim savunarak öleceğiz. Direnmenin onuruyla öleceğiz. Havaya kalkmış değneklere bakıyorum. Saymak geçiyor içimden. Öylesine de çoklar ki... Bir sigara vardı cebimde. Islanmış mıdır? Çıkarıp yaksam şimdi. Bir iki nefes çeksem. Yu mruklarımız havada. Bir de saz sapı var elimde. "Haydi arkadaşlar!" diye bağırıyor içimizden biri. Te msilcimi zin sesi bu. Yumruklarımız değneklerin üzerine yürüyor. Değnekler bozguna uğradı, gerisingeri kaçıyor. Öbek öbek yığılıyorlar birbirinin üzerine. Sonra toparlanıp, o küçük adımlar ıyla tekrar geliyorlar üstümüze. "Vurun öldürün!" Bu kez önde itfaiye hortumu, hortumun arkasında değnekler... Basınçla bedenimi ze çarpan suya karşın ayakta durabilmek güç. Birbirimi ze tutunuyoruz. Bir değnek, bir değnek daha... Yerdeyim. Duvarlara yapışan insan etleri... Üç ölü çıktı bu cezaev inden, üç...
TAVI R E YLÜ L 1996
41
MEH MET ÖZER
2 TEMMUZ Ölümü Güle Çevirir Bedenlerimiz
A
lçaktır, size benzer darağaçlarınız. Boyunuz yetmez, onu benden yükseğe aldıramazsın ız. Siz en iyisi ayaklarımdan ayrıl mak istemeyen şu toprağı kazınız. Meraklanmayın yıldızlar tutar beni, eğer çekmez de koparsa boynumdaki yağlı urganınız." Pir Sultan Abdal, boynunda yağlı urgan, başı y ıldızlarda; dönüp kalabalığa, "Dönen dönsün/ben dön meze m yolu mdan" diy en, inançlı bir halk ozanı. Pir Sultan Abdal; Şalvarı şaltak Osmanlı/eyeri kaltak Osmanlı/ek mede yok biçmede yok/yemede ortak Osmanlı"y a karşı kızıl sancağı açmış kav ga adamı. Bundandır başının üstündeki y ıldızlar. Bundandır, y ılanlar çatal dilleriy le "ölüm, ölü m" diy erek ona saldırmaları. Y üzy ıllar önce öldü diye kocaman çığlıklarla sev inseler de, ölen teniydi, y aşay an zulme başkaldırmanın hak olduğu inancı. Onun türkülerinden korktular. Onu çağrıştıran ne varsa ölümüne hüküm kıldılar. 2 Temmuz 1993. Ağızları çürümüş yosun kokan ölümlülerin yüzy ıllar sonra, çağdaş Pir Sultan Abdallar'a karşı giriştikleri toplu öldürüm, bu korkunun sonucudur. Bilinmelidir ki ,ölüm bile küçülür karşımızda, ölümü güle çev irir bedenlerimiz. Rüzgar ateş kuşunun kanatlarında taşır hasretimizi. Prometheus'du otuzbeşlerin herbiri. Ateşten v e ölümden geçerek taşıdılar umudu. Madımakta bir kez daha kırmak istediler f idanları, çaresizdi f idan, tohum itiy ordu toprağın altından. Bakın göky üzüne, hay atın ateşten çocukları bir tutam yangın almışlar Madımak'tan, azcık hüzünlü olsa
da taşıy orlar kuytulara, daha direngen y angınlar için. Gördüğünüz f otoğraf, 2 Temmuz günü küttür merkezi önünde, önce parçalanarak, sonra da boynuna ip takılıp y erlerde sürüklendikten sonra Madımak y angınına atılan Ozanlar Anıtı'nın f otoğraf ıdır. Pir Sultan Abdal etkinliklerinin bir parçası olarak düşünülmüştü Ozanlar Anıtı. Y anında bir de Kangal köpeği v ardı. Çünkü Siv as, ozanları v e kangal köpeği ile ünlüy dü. Ne f arkeder, ozan sözcüğü ürkütüy ordu. Tırnakları uzun, ağzı çürümüş y osun kokan ölümlüleri. Bir de göky üzüne doğru uzanan, bulutlarla sev işen bir saz olursa hükmü ölümdü anıtın. Gecenin korkusuydu türküler. Zulmün kabusuy du Pir Sultanlar. Fotoğrafta göremiy orsunuz ama sol taraf ında kavak ağaçlan v ardı anıtın. Kökleri y eraltı nehirlerinden besleniy ordu, başı y ıldızlarda. Önce sazını parçaladılar, sonra kırdılar ellerini,
y etmedi, boy nuna bir ip geçirerek dolaştırdılar caddelerde. Ağladı kav ak gölgesi. Düşmeyecekti, şarkılar söy lemeyecekti bir daha. Sev indi kav ak, kökleri derindeydi, başkaldırıp çıkardı karanlığın altından. İlk katillerden f arklı değildi. Çığl ık çığlığa ateşe koşuy orlardı. Ellerinde irin, y üreklerinde sonsuz karanlıklar. Sonra ateşle buluşuyor Pir Sultan, otuzbeşlerin gülücükleriyle türküye dönüşüy or: "Sivas ellerinde sazım çalınır" Söy ley in dostlar türküler mi daha güçlüdür, türküleri y akanlar mı? Ülkemizi örgütley en otuzbeşlerin anısına say gıy la.
Fotoğraf: Mehmet Özer
42
TAVIR E YL ÜL 1996
ERDO ĞA N E KİNER
SAKLI BİR SEVGİDİR GÖZLERİMDE GÜZ YANIĞI
Önümde uzayıp giden göç yolları hüzzam şarkılar Geride, dalgın sabahların suçlu aşkları Çiçek tozları, başka bir zamana saklı şiirler güz yanığı resimler Savrulup giden bir bildiri gibi gençliğim Yüzümde uzak denizler, gizemli doğu, başka iklimler Ağlar(dı) annem Ne zaman beni alıp götürseler Yıldız yağmuru, yabanıl gül Yangın ve kül ülkem T alan edilmiş ömürler geçer sokaklardan Ve kırlangıçlar uçar mavi atlasından gökyüzünün Bir yıldız kayar, büyür ellerimde korku birilerinin Kurşunlanır gece Ne zaman, derin koyaklara Vurulan gençlerin yankısı düşse Ağlar annem
RESİMLER
TAVIR E YL ÜL 1996
43
Erol Özden "Bekleyiş"
Kimi kez, eksik bir ömrü çoğaltmak için küçük sevinçlerle Küçük mutluluklar arar günlerin gizeminde Kitaplar okur kimi kez Yaşamı kendinden öğrenen bir bilge yüzle Ve gülümserdi, sür günlerle örselenmiş ömrümüze Bilirim nedenini bu yüzden Paydası ortaktır acıların gölgesinde Annelerin yüzündeki susuşun Yani, duyabilmek sancısını kırılan bir gülün Ve, 'Sizin çocuklarınız biziz' diyebilmek bir gün Oğulları öldürülen annelere
44
TAVIR E YLÜL 1996
GRUP Y ORU M
GELİYORUZ Ezilmiş, horlanmış, talan edilmiş ama direngen ama isy ankar Anadolu topraklarının kurtuluş hasretini dindirmek için ateşi av uçlarımız arasına alıp GELİYORUZ!... Baba İshak ordularının Kony a'y a yürüdüğü gibi; Bedreddin müridle-rinin "on bin balta olup düşman ormanına" girdiği gibi; Bolu Dağla-rı'ndan zalime korku salan Köroğlu gibi; "Dağlar Bizimdir" diyen Dada-loğlu gibi; Hacı Bektaş gibi bilge, Y unus Emre gibi sev ecen; dostuna dost, düşmanına zülf ikar gibi keskin ve acımasız y ürüyoruz. Özgür bir v atan, sömürüsüz bir düny a için GELİYORUZ!... Geleceğimizin barikat barikat örüldüğü, özlemimizin ay aklanma olup dalga dalga y ay ıldığı gecekondu sokaklarından, koca bir çığ gibi sel gibi GELİYORUZ!... Öy le bîr sel ki bu, karşısında duranı alıp girdabına katıy or önüsıra. Katıy or eski ve köhnemiş ne v arsa. Durdurulamaz, dindirilemez koca bir halk seli bu. Biz GELİYORUZ!... Çağımızın Pir Sultan'larıy la, Demirci Kawa'larıy la, Hallac-ı Mansur'larıy la, Sey it Rıza'larıy la; Türk, Kürt, Laz, Çerkes, arap, Gürcü ay rımı gözetmeksizin, barikat başında birlikte nöbet tutan, türkü söyley en, şehit düşen civ anlarımızla büy üy or, büy üy or, büy üyoruz... v e özgür v atana y ürüyoruz. Titreyin zalimler Biz GELİYORUZ!... Y ürüdükçe daha bir gür çağlıy or ırmaklarımız, daha bir y eşilleniy or ov alarımız... Büy üdükçe sesini sokaklara, y üreğini dağlara v eriy or f idanlarımız. Emekçiler en büy ük halaylarda, grev halaylarında el ele tutuşsun, mendil sallasın diy e canımızdan çok sev diklerimizi uğurluy oruz göğsümüzün en sıcak y erine. Ne zaman en büy ük meydanlarda çekilirse grev halay ları, ne zaman binlerle dönülürse semahlarımız, ne zaman y eri göğü inletirse horonlarımız, işte en güzel türkümüzü o gün söy leyeceğiz. GELİYORUZ!... O türküyü söy lemek için... Halkın ve haklının türküsünü söy lemek için... Dev rimin türküsünü söylemek için... GELİYORUZ!...
O
nbirinci kasetimiz "Geliy oruz", uzun bir ön çalışma döneminden sonra, y aklaşık 240 saatlik bir stüdyo çalışması sonucu oluştu. Bir Kürtçe, bir Arapça, bir Lazca, bir de Alev i Halk Dey işi'nin y eraldığı kasetimizde ondört parçadan oluşuy or. Kasetimiz birçok sanatçı dostumuzun v e hay atın her alanından mücadele ateşini harlamak için ter döken ailemizin birey lerinin önerileri ve sanatsal y aratıcılıklarını kolektivizmimize kattıkları bir çalışma oldu. Bu çalışmamızda da türkü, şarkı ve marş formlarına v e anlatımlarımızı güçlendirecek düzenlemelerle örülmüş parçalara y er vermeye çalıştık. Bunun için de hem türkü f ormundaki parçalarımızda hem de, marş f ormundaki parçalarımızda dinamik öğeler ve akustik enstrümanlar kullandık. Parçalarımızı v e kasetimizi oluştururken halkımızın y aşadığı son bir y ılı anlatmak istedik. "Geliyoruz"u tüm çalışmalarımızda olduğu gibi halkın y aşay ışı, sorunları, zorlukları v e mücadelesi yönlendirdi. Bir önceki kasetimiz "İleri"den,"Geliyoruz"a dek tam onaltı ay geçti. Bu onaltı ay, herhangi bir şekilde y aşanılan ve tekdüze geçen bir süre değildi. Bu günler içinde, Mart'ın ay azında, zulmün bağrına bir hançer gibi saplandı Gazi. Sonra Elbistan'dan, Gazi'den, Kırklareli'den onuru v e namusu için ay ağa kalktı halk. Gözlerimizden bir damla y aş olup akanları, dört mevsime, y edi iklime sorduklarımızı, 300 insanımızı köşe bucak, didik didik aradık. Gelinlik çağında bir genç kız y üreğine doldurup umudu sokak sokak destan yazdı. Anadolu'nun binlerce y ıllık vef a, özv eri ve isy an tarihini dakikalara sığdırdı. Ümraniy e, Buca koğuş koğuş savunuldu. Y usuf, Orhan, Gülte-kin, Turan... bir sevda dizesi olup ak-
TAVIR E YLÜL 1996
tılar türkülerimize; zindan karanlığında bir şimşe olup çaktılar. Dillerde direncin sloganı oldular; şimdi direncin odağı onlar. İşçiler Ağustos sıcağında dört bir koldan sardı Ankara'y ı. Joplandılar, y erlerde sürüklendiler, döv üldüler, satıldılar... Ama ulaştılar "haramilerin başkenti"ne, sarstılar yine zulmün saltanatını... "Halk için eğitim istiy oruz" diy erek Taksim'i, Bey azıt'ı, Kızılay 'ı zaptetti gençlik. Ay aklarımızın değdiği hery eri özgürleştirdik, Gazi'leştirdik. Şimdi ne zaman zulmü boğmak için doldursak soluğumuzu ciğerlerimize, o zaman yeşillenir, bire bin verir topraklarımız, bereketlenir. Bunları anlatmay ı hedef ledik. Halkı, mücadelesini gün gün anlatmay ı hedef ledik. Böylesine dolu dolu geçen günleri bir kasete sığdırmak tabi ki oldukça zordu; sancılı bir süreç demekti bu. Bu süreci biz de dolu dolu y aşadık. Gerçi, bugünden baktığımızda bazı parçalarımızda duy gularımızı daha iy i anlatabileceğimizi de düşündük, tutsaklarımızın sav aşını işlemekte eksik kaldığımızı da belirtmek istiyoruz. Parçalarımızı düzenlerken mekanik seslerden özellikle kaçındık. Türkülerimizi akustik, birçok parçada da y erel enstrümanlarla besledik. "Şahan Kanatlılar"da bağlamay ı v e kavalı dinamik bir alty apıy la yer yer Rock motif leriyle birleştirdik. "Yarın Bizi mdir" v e "Mehmet Sait'in Türküsü"nde, Anadolu'nun isy an, haksızlığa v e zulme başeğmeme tarihini günümüze taşımay a çalıştık. "Dağlar Bizi mdir" diy en Dadaloğlu'nun soluğu şimdi Canikler'de, Toroslar'da, Dersim'de ete kemiğe bürünüy or, sav aşıy or. Y üzy ıllar önce Dadaloğlu'y la, Demirci Kawa'y la, Şey h Bedreddin, Pir Sultan'la başlayan isyan sürüy or. Ta ki, Anadolu özgür olana dek isyan türkülerimiz söylenecek. "Yarın Bizimdir'\ sözleriy le uy umlu bir coşkuda v e bir halay ritminde besteledik. "Mehmet Sait'in Türküsü" ise zindanları v atanlaştıran Buca'nın özgür tutsaklarından ulaşan bir y iğitlik buketiydi. Onu da tıpkı Mehmet Saitler gibi, tıpkı Buca'nın kahramanları gibi v ekarlı v e mağrur bir söy lemle düzenledik. Daha önceki kasetlerimizde Kürtçe, Çerkesçe v e Arapça türkülere
45
y er vermiştik. Bunu sadece kasetlerimizi renklendirmek adına y apmadık. Anadolu toprakları üzerinde y aşay an tüm halkların sesiyiz, soluğuy uz; onların tarihe gömülmek istenen kültürlerini y aşatmak v e ileriy e götürmek gibi bir sorumluluğumuz var. Bu çalışmamızda da bir Laz türküsü olan "Avleskani Cuneli"ye y er v erdik. Karadeniz'in hırçın sularını andıran tulumun sesini curayla v e orkestra flütüyle kay naştırmak istedik. Arapça bir türküyü ise ilk kez geçtiğimiz kasetimizde seslendirmiştik. Marcel Xhalif a'nın "Ya Arise El Cenubi" isimli parçadan sonra bu kasetimizde sözlerini Liman -İş Sendikası Genel Başkanı Hasan Biber'in yazdığı "Haydi Tenruh"isimli parçay ı kendi y aptığımız müzikle seslendirdik. Halklarımızın anadillerinden türküleri bundan sonra da söy lemey e dev am edeceğiz. Önümüze orta v adede hedef olarak koy duğumuz çalışmalardan Arapça bir kasetin müjdesini de şimdiden siz dinley enlerimize v erebiliriz. Halklarımızın türkülerini kasetlerimizde tek tek söy lemekten ötey e geçmeyi istiy oruz. Bundan sonra Y orum, bir Kürtçe kasetle, bir Çerkesçe, Gürcüce kasetle de çıkacaktır halklarımızın karşısına. Çakılan bir kıv ılcımdı Gazi; bugüne y angın olup akan. Coşkunun, kararlılığ ın simgesi. Halkın gücünü y adsıy anların y üzüne çarpan bir tokattı. Gazi'y i v e Gazi'y i y aratanların seslenişini y ansıttık "Gazi Marşı"nda. Y ürüy üşlerde, 1 May ıslar'da, mitinglerde bir gelenek haline gelen "rap rap"larla süsledik müziğini. Rap raplarımız dev rimimizin ayak sesleridir. Dostumuzun kulağına en tatlı sev da sözlerini f ısıldarken, düşmanın kulağını sağır eden bir çığlık olur. Bu çığlığı büy üteceğiz! Erken büy üyor çocuklarımız. On y aşında bisikletli küçük kız, onaltısında dirinişçi, onsekizinde de bir kahraman oluveriy or. Sibel Y alçın, Onsekiz y aşında bir emekçi mahallesini, Okmeydanı'nı zaf er sloganlarıy la sarstı. -Bu sarsıntı mahallelerimizin üzerinden egemenlerin saray larına ulaştı, v urur onları kalbinden. Sibel Y alçın, dakikalara sığan direnişiyle halkımıza mücadelemizi anlattı, kim olduğumuzu anlattı. Halkımız için kendi çocuklarından f arksız bir insan oldu, tek kelimeyle anıldı "Si-
bel" dendi sadece. Sibel Y alçın, şehit düştü sonra da dev am etti sav aşmaya. Cenazesini v ermey enlere karşı, büyüdüğü ev in önünde direnişler başlatıldı, barikatlar kuruldu- Ta ki çekip alana dek halk evlâdını zulmedenlerin ellerinden. Sibel Y alçın'ı bir destanla anlatmanın uy gun olacağını düşündük. Böy lesi direnişlerin tek bir duy guyla yüklü olmadığına, vef a, kararlılık, cesaret, sadakat gibi birçok erdemle birlikte hüzün v e coşkuyla y üklü olduğuna inanıy oruz. Onun için de böy lesi direnişlerin ancak destan tarzı parçalarla anlatabileceğini düşünüy oruz. "Sibel Yalçın Destanı'n da bu y aşanan süreci şiir v e marşlarla anlattık. Bu tür çalışmalarımızı daha da y oğunlaştıracağız. Çünkü insanlarımız y eni destanlara bileniy or gün be gün. Geçtiğimiz sürece damgasını vuran kitlelere Y orum'u susturmak istey enlere; baskıy la, y asakla sesimizi boğmak isteyenlere takılmadan, sendelemeden y ürüyoruz y olumuzda. Aramıza binlerce kilometrey e karşın Sumru sesini kattı sesimize. Çalışmamızda bir parça oldu. Özgün deneyimlerle dolu sayf alarımıza bir not olup düştük bu yaşadığımız günleri. Ev latlarına gülüm demeye dilleri v armay an analarımız, babalarımız, kav gaya gönderiy or onları bir düğüne gönderir gibi, öy le tereddütsüz uğurluy orlar ki... "Gidene" zindan karanlığına direnen ev latları için bedenlerini açlığa yatıran, "dev rime kadar düşmem"diyen analarımızın, babalarımızın türküsüdür. Hiç Durmadan dev am ediy oruz türkülerimizi seslemey e. Şimdi y eni bir çalışmanın hazırlıkları içindey iz. 1980 öncesinin ve sonrasının sev ilen türküleri ve marşlarıy la geleceğiz kısa bir süre sonra. 1 May ıs'ı, Enternasy onali, Kızıldere'y i sesleyeceğiz. Ateş hattından getiriy oruz türkülerimizi. Onbirinci y ılımızda onbirinci kasetimizle, dünyay ı bir kez de Türkiy e'den sarsacak olacağımızın bitmez inancıy la selamlıy oruz halklarımızı.
46
TAVIR E YLÜL 1996
FOSEM'DEN SER Gİ:
DEMİR KAPILAR DA YANAR Çalış malarını Anadolu Halk Kültür-Sanat Merkezi'nde sürdüren FOSEM (Fotoğraf ve Sinema Emekçileri)'in "Demir Kapılar da Yanar" is imli fotoğraf sergis i 18-30 Haziran târihleri arasında Evrensel Kültür Merkezi'nde, 7-21 Temmuz tarihleri arasında da BEKSAV'da sergilendi. 50 fotoğrafın yeraldığı sergide, ülkemiz cezaevlerinde 12 Eylül sürecinden bugüne yaşanan hak gaspları ve bunun karşısındaki direnişler resmedildi. Fotoğraf ve Sinema Emekçileri sergiye iliş kin yaptıkları açıklamada; "On yıllardır siyasal onur ve insanca yaşam koşulları için can bedeli mücadele eden tutsaklar ve onların yakınları bugün yeniden kamuoyu gündemindeler. Ve bugün onları daha çok sahiplenmek gerekiyor. Onları, kendi dilleriyle, gözleriyle ve yürekleriyle anlatabilmek bu fotoğraf sergisine sığmayacaktır. Bunu biliyoruz. Ancak yine de, onların dili, gözü ve yüreği olmaya çalışmak emeğimizin onuru olacaktır."sözlerine yer verdiler.
Boyabat'ta ONDÖRTLÜ KARİKATÜR SERGİSİ Boy abat Halk Kütüphanesi Sergi Salonunda 11-14 Haziran tarihleri arasında çizgilerini Tav ır'dan tanıdığınız Aşkın Ay rancıoğlu, Behiç Ay rancıoğlu, E.Y aşar Babalık v e Ahmet Erkanlı'nın y anısıra Mustafa Bilgin, Hüseyin Çakmak, Mehmet Gölebatmaz, Muhittin Köroğlu, Eray Özbek, Mecit Özbek, Sey it Saatçi, Engin Selçuk, Seçkin Temur'un karikatürlerinin y eraldığı "Ondörtlü Karikatür Sergisi" v ardı. Sergide onur konuğu olarak Semih Balcıoğlu v e konuk sanatçı olarak da 1993'te Siv as'ta katledilen Asaf Koçak'ın çizgilerine y er v erildi. Sanatçılar hazırladıkları bildiride, "Karikatürü işlevsizleştirenlere, karikatürde sistemin dilini kullananlara, karikatürü 'çizgi dili'nden 'yazı dili'ne dönüştürenlere, karikatürü para kazanma aracı yapanlara karşı yıldan yıla daha da güçlenerek 'insani bir dünya' kurma yolunda direngen bir silah olmayı sürdürüyoruz" cümleleriy le sergiy e ilişkin görüşlerini açıklıy orlardı.
GÜN KARANFİL KOKUYOR TAVIR YAYINLARI'NDAN HAYATİ AZİM İN ÖYKÜ KİTABI
KİTAPÇILARDA ' *TAVIR BÜROLARI'NDA KURTULUŞ GAZETESİ BÜROLARI'NDA İrtibat: Anadolu Halk Kültür-Sanat Merkezi Tel: (0 212) 243 03 13
TAVIR E YLÜL 1996
47
TUTSAKLARDAN MEKTUP VAR
NOKTA
Kültür ve Sa natta Halktan Ya na Tavır Dergisi'ne; Kavgamızın sa natını yapan, ca n dostla ra; Her geçen gün gelişip güçlenen Halk Kurtuluş Sav aşımız karşısındabüy ük bir korkuy a kapılan egemen sınıf lar dev rimci mücadelenin geliştiği her süreçte olduğu gibi bugün de hiçbir ay rım y apmadan tüm halk
GRUP YORUM 17 Mayıs 1996; Geleneksel İTÜ şenliğinde yaklaşık 500 kişiye seslendi. 25 Mayıs 1996; Kırşehir'de HADEP'in düzenlediği geceye katıldı. Koma Agire Siyan ve MKM Halk Oyunları Ekibi'nin de yeraldığı geceyi yaklaşık bin kişi izledi. 7 Haziran 1996; Çanakkale İHD'nin düzenlediği "Tutsaklarla Dayanışma Gecesi" nde yaklaşık iki bin kişiye seslendi. 8 Haziran 1996; Akyüz Kitapevi'nin düzenlediği imza gününde ayrı ca bir söyleşi gerçekleştirdi. 9 Haziran 1996; Ordu Ünye'de gerçekleştirilen konserde yaklaşık bin kişiye seslendi. 13 Haziran 1996; "Sanatçı Dayanışması"nın cezaevlerinde başlatılan süresiz açlık grevine destek amacıyla gerçekleştirdikleri bir günlük destek açlık grevine katıldı. 21 Haziran 1996; Kartal'da Dersim Kasetçilik'in düzenlediği imza gününde ayrıca bir de söyleşi gerçekleştirdi. 13 Temmuz 1996; BEKSAV'da bir konser gerçekleştirdi. 13 Temmuz 1996; Tutsak aileleri nin cezaevlerine destek amacıyla Mecidiyeköy Konut-İş binasında sür dürdükleri açlık grevini ziyaret etti. 14 Temmuz 1996; Kutup Yıldızı ile birlikte Avcılar Şükrübey Halk Pa zarı'nda cezaevlerindeki Ölüm Orucu Direnişi'ni desteklemek ve baskıları protesto için bir dinleti gerçekleştirdi. 14 Temmuz 1996; MKM'de iki seans halinde konser gerçekleştirdi. 16 Temmuz 1996; Ölüm Orucu Direnişi'ni desteklemek amacıyla ailelerin Gazi Cemevi'nde başlattıkları açlık grevini ziyaret etti. Sokağa taşan şenlikte Kutup Yıldızı ile birlikte türkülerini seslendirdi. Şenliğe Mehmet Özer şiirleriyle katıldı. 18 Temmuz 1996; Gazi Mahallesi'nde cezaevlerindeki baskıların so-
kesimlerine azgınca saldırıy or, susturup, teslim almaya çalışıy or. Kuşkusuz bu saldırılardan Kültür Cephesinden onurlu, kararlı bir mücadeley i sürdüren sizler de pay ınıza düşeni alıy orsunuz. Bugün bu saldırılar ın öne çıkan y anı cezaev leri cephesindeki saldırılar olsa da susturulup teslim alınmak istenen tüm halklarımızdır. Boğulmak istenen Türkiy e Halklarının dev rimci mücadelesidir. Halklarımıza y önelik bu teslim alma politikalarına karşı iz Özgür Tutsaklar olarak bir kez daha bedenlerimizi açlığa y atırdık. Ve 3 Temmuz '96 tarihinde, 45. günde Ölüm Orucuna dönüştürdük. Ölümler pahasına da olsa teslim olmay acak, Ölüm Oruçlarında Apo'ların, Buca'da Turanların, Ümraniy e'de Mecit'lerin y ükseltmiş oldukları kurtuluş bay rağını bir kez daha düşmanın kalelerine dikeceğiz. Bir kez daha diz çöktüreceğiz düşmana, şehitler v erece, bedeller ödey ecek ama halk lar ımızın kurtuluş umudunu asla karartmay acağız. Ölüm Orucu direnişimizi bu inanç ve kararlılıkla sürdürüyoruz. Zaf eri devrimci tutsakları sahiplenen, f aşizme karşı direnen teslim olmay an halklarımızla birlikte kazanacağız. Zaf er bir kez daha bizim olacak.
Zaferi Şehitlerimizle Kazanacağız! Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!
Sağmalcılar Cezaevi Ölüm Orucu Direnişçisi DHKP-C Tutsakları
FİLM KURULUŞLARIN DAN BAKANLIĞA PROTESTO! Film-Y ön, FİY AP, ÇASOD, TÜRSAK ve Sine-Sen, Kültür Bakanlığı'nın sinema kuruluşlarını "besleme" olarak nitelendirmesini yazılı bir açıklamay la protesto ettiler. Sanata ve sanatçıy a sahip çıkılması, sanatsal ürünlerin desteklenmesi gerektiğinin anayasada y azılı olarak belirtildiğini, 64. maddede devletin kültüre yaklaşımının v e görevinin açık olarak belirtildiğine değinen ve Kültür Bakanlığı'nın buna uymamasını da anayasay ı ihlal olarak değerlendiren kuruluşlar bu noktada anayasa mahkemesine görev düştüğünü belirttiler. Devletin bütçesinden sanat ve kültür alanına ayırdığı % 6'lık payın yetersizliğinin tartışıldığı v e birçok sanat kuruluşunun bu pay ın arttırılması için girişimlerde bulunduğu süreçte eski Kültür Bakanı Agah Oktay Güner'in "İstanbul Kanatlarımın Altında" filmini bahane ederek sanatçılara "besleme" v e "cicimama" olarak hitap etmesi beş sinema kuruluşu taraf ından, Kültür Bakanlığı koltuğunda oturan "kişinin artık kendilerinin muhatabı olmadığı değerlendirmesiy le kınandı.
48
TAVIR E YL ÜL 1996
GRUP YORUM'A ÖZGÜRLÜK Grup Yorum elemanl arı Kemal Sahir Gürel, Ufuk Lüker, İrşad Aydın ve Özc an Şenver 21 Haziran Cuma gec esi gözaltına alındılar. Özcan Şenver ve İrşad Aydın saat 23.00 sıralarında gitti kleri evl erinden, Kemal Sahir Gürel ve Ufuk Lüker ise kaset çalışmasını sürdürdükleri stüdyonun çıkışında adeta bir infaz provasıyla, havaya ateş açılarak göz altına alındılar. Sanatçıların evlerini de basan polis, buralarda karakol kur arak evl eri talan etti. 1 3 gün gözaltında kalan ve iş kenceli sorgulardan geçirilen sanatçılar 4 Temmuz tarihinde DGM'ye çıkarıldı. Mahkemede grup el emanlarından Özcan Şenver-ve Irşad Aydın serbest bırakılırken, Ufuk Lüker ve Kemal Sahir Gürel "örgüt üyesi" oldukl arı iddiasıyla tutuklandılar. Metris Cezaevi ne konan sanatçılar 8 Temmuz tarihinde Kütahya E Tipi Cezaevi'ne oradan da Sakar ya Cezaevi'ne s evkedildiler. Grup Yorum elemanl arı bu gelişmeler üzerine 8 Temmuz tarihinde Anadolu H alk Kültür-Sanat Merk'zi'nde bir basın toplantısı düzenlediler. Sine-Sen Genel Baş kan Yardımcısı Yusuf Çetin ve Tohum Kültür Merkezi adına bir temsilcinin katıldığı toplantıda grup elemanları şu açıkl amayı yaptılar: "... Göz altında tutul duğumuz s üre boyunc a örgüt üyesi olduğumuz yönündeki iddiaları işkencelerle kabul ettirilmeye alışıldı. Grup Yorum 'dan ayrıl mamızı istiyorlardı. Grup Yorum ' dan ayrılırsak her türlü ol anağı sunac aklarını söyl üyorlardı. Biz , devri mci sanatçılığı seçerk en her türlü zenginliği, s efahati eli mizin tersiyle ittik. Bizi m için en büyük z enginlik, halkımızın iki göz k ondus unda onunla ay nı tastan ç orba iç mek ve yaş amın z orluklarını payl aş mak ol muş tur. . . Şi mdi yeni bir sınav dayız . Kemal ve Ufuk cezaevinde, Sumru y urtdış ında; mily onların göz ü üzeri miz de. Halklarımız bizleri, evlatl arını yeni zaferlerle bekliyor. Bu zaferi yeni kas eti miz de; coşk ulu, bi nlerce kişiye verdiği miz konserleri mizle onlara hediy e edec eğiz." Açıklama Grup Yorum'un dostl arına yaptığı çağrıyla son buldu: " En zor anımız da bizleri yal nız bırak may an dostlarımız!... Biliyoruz ki yine omuz vereceksiniz omz umuza; s esinizi katacaksınız sesi mize. Birlikteyiz biliyoruz. Bu birlikteliği güçlendireli m, türkül eri mizin düş manlarını yokedeli m.
TÜRKÜLERİMİZİN ATEŞİYLE DEMİR KAPILAR DA YAN AR!"
GRUP YORUM'DAN ÇAĞRI! 13 Eyİül 1996 tarihinde İstanbul 3 No'lu DGM'de mahkememiz var.
Bu sefer de "örgüt üyeliği"nden yargılanacağız. 11 Yıllık tarihimiz mahkemelerin tarihi oldu aynı zamanda. Ama her duruş mada yargılanan değil yarg ılayan olduk. Çünkü suçlanan bizlerin şahsında türkülerimiz, değerlerimiz oldu. Onlar ı kirletmedik sonuna kadar savunduk. Şimdi bir kez daha sanık sandalyesinde olacağız ve bir kez daha halklarımız ın değerlerini ve devrimci sanatç ılığın onurunu koruyacağız. Türkülerimizin susturulmayacağım, türkülerimizin ateşiyle demir kapılar ın da yanacağını haykıracağız. Bu dava halklar ımız ın onurlu aydınlarının savunulacağı bir davadır. Hepinizi yanımızda gör mek istiyoruz.
NOKTA na ermesi için başlatılan barikat direnişinin içinde türküleriyle direnişçilerle omuz omuzaydı. 18 Temmuz 1996; Aks aray Genel-lş'te sendikacıların cez aevlerin deki Ölüm Orucu'nu destek amacıyla sürdürdükleri açlık grevini ziyaret etti. 26 T emmuz 1996; Os manbey Germinal Kitabevi'nde "Geliyoruz" kasetinin tanıtımı için düzenlenen imza gününe katıldı. 4 Ağustos 1996; Evr ensel Kültür Merkezi'nde iki sean s halinde konser gerçekleştirdi. ' . 25 Ağu stos 1996; Bulunmaz Kültür Merkezi'nde bir konser gerçekleştirdi. ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ 9 Mayıs 1996; Ok meydanı PSA C anlar Derneği'nde açlık gr evindeki tutsak ailelerini ve yakınl arını ziyar et ederek bir d inleti verdi. 12 Mayıs 1996; Anneler Günü'nde AKSM'yi ziyarete g elen şehit ve tutsak analarına bir dinleti verdi. 19 Mayıs 1996; OKM'd e verd iği konserde yaklaşık 150 kişiye seslendi. 30 Mayıs 1996; DLMK'nın geleneksel pi kniğine katıld ı. 1 Hazir an 1996; Ank ara Genç Umut Dergisi'nin düzenlediği şenlikte yaklaşık 700 kişiye seslendi. 3 Hazir an 1996; SİDAD'ın düzenlediği Nazım Hikm et'i Anma Etkinliği'ne katıldı. 9 Haziran 1996; Kadıköy PSA Kültür Derneği'nin gezisine katıldı. 14 Haz iran 1996; PER PA'da iş bırakma eylemindeki Aktif Dağıtım işçiler ini ziyar et etti. 22Hazir an 1996; Bulunmaz Kül tür Merkezi'nde bir konser gerçekleştirdi. 9-10 T emmuz 1996; Öl üm Orucu Direnişi'ni dest ek am acıyla K adıköy Salı Paz arı, Bah çelievler ve Avcılar halk pazarlarında dinletiler verdi. 14 Tem muz 1996; Genç Ekin Sanat Mer kezi'nde bi r konser ger çekleştirdi. 22 Temmuz 1996; Geleneksel Yozgat Bahadın Şenl ikleri'nin son gününde bir konser gerçekleştirdi.