1997 05 mart

Page 1



1

TAVIR MART 1997

kültür ve sanatta halktan yana TAVIR

BU SAYIDA

aylık sanat dergisi mart'97 sayı-.5

anadolu kültür sanat bilimsel araştırma yay. org. film. tic. san. ltd. şti. adına sahibi: sadık çelik yazıişleri müdürü hüseyin avni akkaya yazışma adresi anadolu halk kültür sanat merkezi ilk belediye cad. no:10/3 tünel/beyoğlu iletişim adresleri: idil kültür merkezi dereboyu cad. no: 110/55 ortaköy/istanbul tel-fax:(0212) 260 05 07-261 32 19 Okmeydanı halk kültür merkezi piyalepaşa cad. no: 148 okmeydanı/istanbul izmir ege kültür sanat merkezi 859 sok. no:5/A saray işhanı konak ankara ekin sanat merkezi marmara sok. 24/13 yenişehir ' tel: (0312) 432 23 13 adana inönü cad. aydın işhanı no: 505 tel: (0322) 352 17 44 duisburg/almanya hagedorn str. 15, 47169 duisburg tel:(00 49 203) 40 11 26 abone koşullan (6 aylık) 450.000.-TL -(1 yıllık) 900.000.-TL hesap no (TL): 1116-0317930 işbankası ortaköy-istanbul şb. (DM): 1116-250114 işbankast ortaköy-istanbul şb. ofset hazırlık: tavır yayınları baskı; gürtaş ofset

ön kapak fotoğraf ı: FOSEM kapak içi fotoğraf: FOSEM

M erh ab a

2

Tavır

Demo kratik Bir An ay asa

3

Tavır

Ay çe İdil'im, Yav ru cu ğu m

5

Semih E rk men

Ayd ın Sanatçı M eclisleri Gö rü şler/Ön eriler 3

6

Tavır

Kamyon Ately e San atı (KAS)

15

Kemal Sahir Gü rel

Oy un/Başım Değ il Ku y ru ğu nu Veren Kertenk ele

18

Ay şe Gülen Halk Sah n esi

Ok meyd anı O Gece Hiç Uyu madı

22

Hü sey in Kara

M erh ab a Sev gili İdil

24

İb rah im Kö ro glu

Sen i Gö rü yo ru m İlky az Çiçek lerinin Arasınd a

26

Hatice Özen 'e M ek tu p

O Şiir

27

M elih a Ço b an a

Şeyh Bed redd in Ay aklan m ası4

28

Yasemin Özd emir

Ev in a M e

33

Saleh eHesen

Belg esel Sin em acılık

34

Ah m et Son er

Bir Film: Eşk rya

36

Sadık Çelik

M arşlarımız

38

Gru p Yo ru m

No ta "Özg ü r Tu tsak"

42

Gru p Yo ru m

İdil Kü ltü r M erk ezi

43

T av ır

Gün Karan fil Koku yo r/H. Azim

44

İb rahim Karaca

Cu m artesi Ann eleri/A. Öztürk

45

Hay ati Azim

Hab er/Yo ru m

46

T avır


2

TAVIR MART 1997

Merhaba, Yasakların ve baskıların mührünü yere çalıyoruz. Kapılarımızı ardına kadar açıyor, hasretle sarılıyoruz bizim olanlara. Ayşe'yi, Nil'i ve özveriyle yarattığımız değerleri kucaklıyoruz. Yüz akımız, can yoldaşımız İdil'in son isteklerinden birini yerine getirmenin gururunu yaşıyoruz. Ortaköy Kültür Merkezi'ne, uğruna bedeller ödediğimiz özgür vatan toprağımıza yeniden kavuşmanın sevincini yaşıyoruz. Halktan yana kültür-sanatın üretim odaklarından Ortaköy Kültür Merkezi'ne yeniden kavuşmanın sevinci ve idil'imizin adıyla onurlandırmanın gururu var içimizde. OKM artık İdil Kültür Merkezi. İdil Kültür Merkezi, halkın ve mücadelenin sanatını yaparken, OKM'den aldığı mirası geleceğe taşıyacak. İki yıl önce canımıza değen kor bir alevdi Gazi. Caddelerden, bir sel gibi akıyordu halk. Gazi'de yakılan ateşler, Newroz'un ateşiyle birleşip kükrüyor bugün. Sokaklardaki kalabalık tek bir mum aleviyle deviriyor gecenin karanlığını. Yüzlerce, binlerce can düşmüş yola ateşten sözlerle. "Susurluk Devlettir, Hesap Soralım!", "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek!" Sayfalarımızda ayaklanmanın ateşini yüreğinde hisseden halktan bir insanın İzlenimleri ve yaşadıklarına yer veriyoruz. "Mart'ın 16'sında yedi can Düştük gün ortasında yedi can"... Yükseliyor ağıdımızı, öfkemizle birleştiren bu marş anfilerden. Acıların ve zulmün, şarapnel parçalarının arasından doğruluyor Hatice Özen, Cemil Sönmez, Murat Kurt... Beyazıt Meydanı bir volkan... ha patladı ha patlayacak. Ahmet Erkanlı... karikatürist. Ülkemizin kara mizah gerçeğine çomak soktuğu için bugün tutsak. Dergimizde daha önce yayınlanan karikatürlerinden dolayı ceza alan Ahmet Erkanlı şu an Metris Cezaevi'nde. Adana büromuz ise geçtiğimiz ay kundaklanarak yakıldı; Büromuza saldıran Hüseyin Küçük'ü de onu korumaya alanları da tanıyoruz. Onlar, yani çeteler işbaşında, devrimcilere, halka ve onların sanatçılarına saldırmaya devam ediyorlar. Ancak ne dostumuz Ahmet Erkanlı'nın ellerine vurulan kelepçe, ne Adana'daki büromuzun kundaklanarak yakılması bizi biz yapan düşüncelerimizden, üretimlerimizden alıkoyamıyor. Engellemeler, yasaklar, mahpusluklar... düşüncelerimizin doğruluğunun, haklılığının kanıtıdır. Umutluyuz yarından... Çığlıklarımız, Kayıplarımız... Ama her şeye rağmen unutmadığımız o sıcak gülüşümüz, dünyaya gülmesini öğretene dek sürdüreceğimiz soylu düşümüz ve acıyı sırtüstü devirmek için çıktığımız haklı yürüyüşümüz var... Bu duygularla ve uğrunda çok ağır bedeller ödemekte olduğumuz gelecek güzel günlerin özlemiyle karşılıyoruz doğacak günü... Düşüncelerimize yasak koymaya çalışanlara inat çizmeye ve yazmaya devam edeceğiz. Bir sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle...

Dostlukla...


TAVIR MART 1997

3

TAVIR

BAĞIMSIZLIĞI, ULUSLARIN HAKLARINI TEMEL ALAN DEMOKRATİK BİR ANAYASA AYDINLARIN, SANATÇILARIN DA TALEBİDİR

Ü

Ikemizin gündeminde bir bomba etkisi yaratan 3 Kasım'daki Susurluk kazası, etkisini halen sürdürüy or. Halk çetelerden hesap sorulmasını; çetelerin, suçluların y argılamasını istiyor. Bunun için de y eni yeni ey lem biçimleri geliştiriyor; sokaklara dökülüyor, ay dınlık bir ülke için ışıklarını söndürüyor. Diğer bir taraf tan TÜSİAD, "İstikrar", "demokrasi", "temiz toplum" söy lemleriyle kendi istikrarı ve ref ahı için ref orm paketleri hazırlatıy or, çözüm önerileri sunuy or. Kamuoyunda "demokratikleşme" tartışmaları başlatıy or. Bu tartışmalar sürerken ordu da "demokrasiye balans ay arı y apmak" adına sokaklarda "tank show" y apıy or. Ülke siy asetinin tam göbeğinde olduğunu teyid ediy or. Halka karşı sürdürülen savaşta MGK, sadece tankını v e topunu da kullanmıy or. MGK, hazırladığı raporla dev let tiy atrolarından ısmarlama y arışmalar düzenlemesini; halka,

halkın mücadelesine karşı tiy atro oy unları hazırlanmasını istiy or. Y alnız bununla da sınırlı değil; geçtiğimiz günlerde Demokrasi Gazetesi taraf ından ordunun hazırladığı açıklanan bir raporda birçok sanat kurumunun, müzisyenin v e y azarın susturulması gerektiğinden bahsediliy or.İçişleri Bakanlığı da hazırladığı genelgeyle bu savaşa başka bir cepheden katılıy or. Bakanlık, ilerici demokrat v e devrimci ay dınların, sanatçıların "geçmişlerini deşifre etme" adı altında bir karşı sav aş açmaya çalışıy or. Amaçları; kamuoyu nezdinde say gınlığı olan birçok ilerici, halktan yana olan sanatçıy ı zan altında bırakmaktır. Ama "deşif re edeceğiz" denilen geçmiş halktan y ana olunan ve lekelenemeyecek bir geçmiştir. Susurluk sonrası birçok pisliği açığa çıkan siyasi iktidar, aklınca misilleme yapıy or. İktidar tüm kurumlarıy la, ay ağa kalkan demokratik muhalef eti sindirmeye hazırlanıy or. Bunun için elindeki tek yöntem ise terör. TÜSİAD, MGK, Hükümet..

Görüldüğü gibi hepsinin, yaşadığımız bu günlere ilişkin politikaları, çözüm önerileri, reform paketleri v ar-. Hepsi de kendi iktidarlarının salahiy eti, istikrarı ve dev amı için politika üretiy or. Peki, ya halk? Her gün, ellerindeki tencerelerle, tav alarla sokaklara dökülen, ışıklarını söndüren "bu sesli çoğunluk?" Çetelerden kurtulmak istey en, çetelerin y argılanmasını, açığa çıkarılmasını isteyen, özgür bir ülkede y aşamak isteyen bu kalabalık? Onların bir çözüm, paketi yok mu? Onların da bir çözüm paketi olmalı. Peki, y a hakkında genelgeler çıkarılan, susturulmak istenen ay dınlar, sanatçılar, bizler? Bizlerin de çözüm önerileri, çözüm paketleri olması gerekmez mi? "Özgür, halk için sanat y apanların önlerindeki engeller kaldırılmalı, sansür, yasak duv arları y ıkılmalı, "düşüncey e özgürlük" diy en bütün aydınlar da çözüm önerileri için bir aray a gelebilmeli ve üretkenliklerini sunmalıdır.


4

TAVIR MART 1997

Bizim Çözüm Paketimiz: Demokratik Bir Anayasa! Hemen her gün y aptığımız birlik çağrıları, bir noktadan sonra soyut bir hal almaya başlamıştır. Ne için biraray a geldiğini bilmeyen ay dınlar bu birlikteliklerden çok f azla medet de ummamaktadırlar. Ama bir süre önce Susurluk konusunda bir çağrı y apılmıştı v e birçok sanatçı bunun için bir aray a gelmişti. Kamy on Ately e Sanatçıları bu çağrının sonucunda oluşan birlikteliktir. Y aşadığımız şu günlerde ise biz ay dınların ve sanatçıların önüne daha kalın bir set çekilmek istenmektedir. Bu duv ara karşı bizler de somut bir talep etrafında bir aray a gelmek, önümüze somut bir hedef koy mak zorunday ız. Çünkü; belli, net bir hedef in v arlığı, birlikteliğimizin önünü açan, onu güçlendiren bir f aktördür. Susurluk'tan bu yana bizlerin cephesinde yoğun bir tepki birikmiş v e bunları çeşitli ey lem biçimleriyle if ade etmişken, tepkilerimizi somut bir hedef e yöneltmede eksik kalmışızdır. Bunlar da genişletilecek birçok tepkiy i söndürmüş, alıp götürmüştür. Herkesin kendi cephesinde istemleri v ardır. Kimimiz kaybedilen ev ladını arar, kimimiz gaspedilen ürünün hesabını ister. Bizler de özgür y aratının önünün açılmasını, sansürün kaldırılmasını, örgütlenme özgürlüğünü v e daha birçok demokratik hakkımız olan taleplerimizin y erine getirilmesini istiyoruz. İşte toplumun ay rı ayrı kesimlerinde if ade edilen bu taleplerin özü demokrasi, bağımsızlık, ulusal haklardır. Biz bu taleplerimizi; bağımsızlığı, ulusların haklarını, demokrasiyi hedef leyen bir anay asa istemiyle somutlayabiliriz. Şöy le soruları duyar gibiyiz. "Anay asa her şeyi çözer mi?", "Böy le bir anay asay ı bize v erirler mi?" Kuşkusuz ne böy le bir anay asa her şey i çözer, ne de böyle bir anayasay ı bize kolay kolay verirler. Nihay etinde anayasa kağıt üzerinde bir metinden ibarettir. Ama anay asa bir güçler dengesini if ade eder. Çabamız, güçler dengesini kendi lehimize çev irmek olmalıdır. Anay asa, hukuki tanımıy la meşruluğunu halk iradesinden alan bir hukuk metnidir. Oysa '82 anay asası

oluşturulma şekliy le, v aroluşu itibariy le hiçbir meşruluğu olmay an bir kağıt parçasıdır. Ama bilinir ki uy gulanan tüm politikalar bu anay asay a v e onun kollarına day andırılmaktadır. Anay asa, genel tanımlamasıyla; siy asal iktidarı, dev let güçlerini sınırlandırıp kişi özgürlüklerini güvence altına alan, güçsüze güç katan bir "hukuki himay e" yasası olarak görülür. Türkiye'de ise, bugünkü anayasa demokrasinin güv encesi olması bir yana, demokrasinin, kişi v e örgütlenme özgürlüklerinin önünde bir engeldir. TÜSİAD'çıların istediği gibi, böyle bir metnin düzeltilmesi söz konusu olamay acağına göre, bu metin silbaştan kaleme alınmalı, yeniden yazılmalıdır. Bu istem de biz halk güçlerince hayata geçirilebilir. Halkın da Bir Anayasa Taslağı Varolmalı, Bu Anayasa Taslağının Hazırlanışında Aydınlar da Varolmalıdır. Bugünkü anayasay a göre herkes eşittir, herkes özgürdür. Ama y aşay arak görüy oruz ki kağıt üzerinde kalan bu özgürlük bizim için değil, bizi y önetenler içindir, çeteler içindir. Çeteler için sınırsız ödenek özgürlüğü, katliam özgürlüğü, tekeller için demokrasidir. Y asalara göre herkes eşittir ama yine biz biliyoruz ki, eşitliğin hiç bir biçiminden söz edilemez bu ülkede. Öy leyse bizim sözünü ettiğimiz yeni bir anay asa, biçimsel bir anayasa değildir. Biz, biçimsel değişimden değil, öze y önelik değişikliklerden söz ediy oruz. Böy le bir talep, özünde bizim aydınlık bir ülkede, özgür topraklarda y aşama isteğimizdir. Böy le bir anay asay ı halkın tüm kesimleri; aydınlar, memurlar, işçiler, demokratik kitle örgütleri, hukukçular tartışmalı ve bizim anay asamızı oluşturma yönünde hareket etmelidir. Bu, bizlerin de tartışacağı, çözümler üreteceği bir anay asa taslağıdır. Bu, bizim için akademik bir tartışma değil, sanatımızın, üretimlerimizin önünü açan bir çalışmadır. Örneğin bizim taleplerimiz; "Düşüncenin ve örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması, örgütlenme özgürlüğünün sağlanması

gerekliliği, halktan yana olan, halk için üretilmiş film, plak, bant gibi düşünce v e sanat ürünleri niteliğindeki tüm eserlerin sansür edilemeyecek basın araçları arasında say ılması gibi talepler olabilir. Bunlar kimsenin, hiç bir sanat çevresinin reddedemey eceği taleplerdir. Bu talepler, bir araya gelinip tartışıldıkça genişletilebilir, düşüncelerimiz zenginleşebilir. Önemli olan ay dın v e sanatçıların da bağımsızlığı, ulusların haklarını, demokrasiy i temel alan bir anayasa düşüncesi etraf ında bir aray a gelmeleridir. Bu çok önemlidir. Serv er Tanilli hocamızın da dediği gibi, "Y eni bir anay asa için mücadelenin getireceği büy ük şeyler v ardır ülkemize." Taleplerimizi Ankara'ya Yürütelim! Ay lardır, konuşuyoruz, y azıy oruz,çiziy oruz, şikayet ediyoruz, tepki gösteriy oruz, sokağa çıkıy oruz, slogan atıy oruz. Tüm bunların hepsi ne için? Susurluk'taki kazanın ardından ortay a dökülen onca pisliğin sorumlularının y argılanması, cezalandırılması için; çetelerin olmadığı, özgür bir ülke için. Ama bunca zamandır, sorumluların y argılanması bir y ana ciddi anlamda soruşturulmaları bile y apılmamıştır. Y azdığımız bir y azıy a, söylediğimiz bir türküy e, bir kardeşlik mesajımıza anında soruşturma açan, y ıldırım hızıyla davaları sonuçlandıran, y ıllarla ifade edilen cezalar v erenler nedense elleri kolları bağlı oturmuş, kamuoyunun nef retle andığı bu çeteleri izliy orlar, gözlerimizin içine baka baka y alan söy lüy orlar. Bu f ilm y ıllardır ay nı senaryoy la sürüp gidiy or. Buna "dur" demek, özgürlük, adalet için, düşüncelerimizi özgürce if ade edebilmek, y azabilmek için, yargılanan sanatsal ürünlerimiz için bizler de belirley eceğimiz bir günde ülkenin dört bir y anından Ankara'y a y ürüyebiliriz. Bu, bizim birlikteliğimize, taleplerimize, haklarımıza sahip çıkışımızın bir if adesi olabilir, Taleplerimizi Ankara'y a y ürütelim, özgür, eşitlikçi bir ülkede yaşama duy duğumuz özlemi güçlü bir solukla dile getirelim. Demokratik bir anay asa bizlerin de özlemidir, demokratik bir anay asa bizlerin y ararınadır.


TA V I R MA R T 1 9 97

5

SEMİH ERKMEN

Ayçe İdil'im Yavrucuğum,(*) Bu sensiz geçirdiğimiz ilk bayram. Şimdi acını daha çok yaşıyor, seni daha çok anlıyoruz. Seni daha çok seviyor; adını yaşatmak için söz birliği ediyoruz. Ama sensiz hiçbir şeyin tadı yok. Bak seni sevenler kabrin başında... Önünde eğiliyor, sana kırmızı karanfiller sunarak kabrini beziyorlar. Sana sesleniyorlar... Sana marşlar söylüyorlar... Seni, yaşıyorlar... Ufacıktın. Bayram yerlerine götürürdüm seni. Üstünde kırmızı pelüş manton, ayaklarında uzun kırmızı çizmelerin... Yağmur demez, kar demez, giderdik. Beşiklere bindirirdim seni, tenteli faytonlara... Atlı karıncalara... Uzun saçların rüzgarlarda bayraklar gibi dalgalanırdı. Koklardım... Hatırlıyor musun?... Tavşan balonlar da alırdım, sana, bayramlarda. Ne sevimli kızdın,'benim, tatlı afacanım. Her işi başaran, "Tatlı Cadı"m. Umudumdun!.. Gururumdun!.. Onurumdun!.. Bahtima açan gülüm, doğan güneşimdin!.. Çanakkale'den gönderdiğin bir mektubunda şöyle diyordun: "Ülkemi seviyorum. Ülke insanlarımı seviyorum. Ama, neden buradayım, baba?.." Bu, bir isyandı. Egemen faşist güçlere karşı bir başkaldırıydı. Bu hukuksuz adalet in yargılanmasıydı. Özgürlük için şahlanışındı. Keşke, bunu sana reva görenler, senin kadar ülkesini ve insanlarını sever olabilselerdi. Keşke, onlar da senin kadar çıkarları, ikballeri için öldürmeyi değil, ülkesi ve insanları için ölümü göze alabilecek yüreğe, cesarete sahip olabilselerdi. Sana, Susurluk'ta ortaya çıkan bataklıktan haber getirmedim. Sana çetelerden, çete yönetenlerden selam getirmedim. Yarattıkları o ufunetin içinde kendileri boğulacaklardır. Ama sana arkadaşlarından, Nuray'dan, Nihal'den, Ayşe Baştimur'dan, Pervin'den, Nurten Hasedik'ten selam getirdim. Sana anneciğinin, kardeşinin selamım getirdim. Sana ağlayan yüreğimi, dinmeyecek sevgimi getirdim. Sana ANADOLU analarından, bacılarından selam getirdim. O analar ki şimdi her doğan kızlarına senin adını vermektedirler. Seni kendi yavrularında, torunlarında yaşatmaktadırlar. Çünkü sen televizyonlarda, kürsülerde kendini kendiliğinden Jeanne D'Arc ilan etmedin. Ama Anadolu insanının haklan, insanca yaşama haklan, özgürlükleri için seve seve ölüme yürüdün. İşte, bunun için Anadolu insanının gerçek Jeanne D'Arc'ı sen oldun. Şimdi onlarca, yüzlerce, binlerce Ayçe İdil Anadolu topraklarında, Anadolu analarının bağrında yeşermektedir, yeşerecektir. Ruhun şad olsun!.. Nur içinde yat!.. Benim afacan, T atlı Cadı'm, yediveren gülüm, Ayçe İdil'im. Baban Semih Erkmen 10.02.1997 *Bu y azı Semi h Amca tarafından Ramaz an Bayramı'nın 2. günü yol daşlarıyla birlikte yapılan anmada, Ayça İdil'in mezarı başında ok unmuş tur.


6

TAVIR MART 1997

RÖPORTAJ

AYDIN SANATÇI MECLİSLERİ ÜZERİNE

GÖRÜŞLER ÖNERİLER -3ali yaylı sinema oyuncusu

Aydın ve sanatçıların kalıcı olmayan ama olu mlu olarak nitelendireceğimi z çeşitli birlik çalışmaları oldu. Örneğin 1991 yılında "E mperyalist Savaşa Hayır Komiteleri", Ölüm Orucu sürecinde de"Sanatçı Dayanışması" oluşturuldu. Şu anda deva m eden a ma dina mikliği yok olmuş "Sanatçı Konseyi" var. Bunlar kalıcı hale getirilemedi. Sizce bunun neden leri nelerdir? Bence sanatçının tanımını tam olarak y apmak lazım. Sanatçı; bulunduğu toplumdan term olarak beslenen, -tabi buradaki beslenme, ilhamını aldığı kendi halkından kopmadığı sürece, sırça köşküne çekilmediği sürece ki, bu biraz para kazanmasıy la paralel sanatçıdır. Ancak ciddi bir tehlike var. Bu sanıy orum dünyada da böy le. Ne kadar yoksulsa sanatçı o kadar f azla üretmiş. Bir çok sanatçı böy le. Ama bir çok da yanlışlık v ar. Çünkü sanatçı ekonomik durumunu biraz düzelttikçe kaygıları artıy or; kay bedecek paraları, konformizm... Ve dolay ısıy la kopuy or halktan. Halktan kopunca önce

yaratıları tekrar etmey e başlıyor. Daha sonra da düny ay a bakışı değişiyor. Başka sınıf a hizmet ediy or. Herkes kendi sınıf ına hizmet eder. Dünyada kendi sınıf ına hizmet etmey en sınıf ına ihanet eder. Dolay ısıy la bu anlamda sanatçıy ı ay ırarak konuşmak lazım. Niçin bu birliktelikler; sanatçı birliği, sanatçı konsey i ya da sanatçı meclisi, senatosu, parlamentosu oluşmuyor y a da oluşuyor kısa ömürlü oluy or, uzun soluklu olmuy or? Bu tip kaygılardan. Bizde çok f azla gündelik kay gı v ar. Ne kadar sanatçı olursak olalım, sanatçı aykırıdır, muhaliftir ama ne kadar olursa olsun hay atın belirlediği, daha doğrusu day atılan hay atın belirlediği bir takım koşullar v ar. Y ani sanatçıy a, cep telef onu yoksa burun büküldüğü, arabası son model değilse adamdan say ılmadığı bir dünya görüşü dayatılıy or.Y ani hem sisteme muhalif olacaksın hemde açlığa rağmen direneceksin. Marka giymey en bir adama garip bakılıy or. Oysa sanatçı bence bu tip şeylerden kaygı duymamalı. Y ani ev kirasını düşünen bir sanatçı ne kadar y aratıcı olabilir ya da hay atı ne kadar sürebilir, bu anlamda direnebilir? Bunların bence esas problemi, bu birlikteliklerin uzun soluklu olmamasının nedeni; biraz kişisel, gündelik meseleler. Y ani bir y anda bu oluşuma destek v eren bir sosyalist, devrimci sanatçının örneğin, Kanal 7'de program yapması gerekebiliyor. Ben ilke olarak buna karşıy ım ama reddedemey en insanlar olabilir. Y ani o an için "Mücadelemi rahat yürütebilmek adına, ben ev kirasını vermek zorundayım" diye bir gerekçe getirebilir. Ayrıca şöy le bir gerekçe de getirebilir: Kanal 7'nin diğer kanallardan ne farkı v ar? Say gı duymak lazım. Yani ekonomik nedenler daha ağır basıyor. Gündelik sorunlar diyelim. Bizler Meclis önerisini getirirken, aydın ve sanatçıların günde-

lik sorunlarının, kurumsal sorunlarının hatta süreç içerisinde kişisel sorunlarının da bu meclis içerisinde ele alın ması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak bir birlikteliğin oluşmasın ın önündeki engeller içerisinde, böyle nedenler meşru görülebilir mi? Değil tabi. Uzun soluklu bir şey bu. Bir garip acelecilik v ar. "Fastf ood" kültürü çok acı bir biçimde girdi y aşamımıza. Y ani, biz oturalım sanat konsey imizi y a da sanat meclisimizi oluşturalım ve sanatçıları insani nedenlerle bir aray a getirip, bu sorunları ortak pay laşalım dediğimizde, böy le bir şey le yola çıkıldığında, bunun uzun vadeli olduğunu f arkediy or insan. Meclisi oluşturduk ama uzun vadeli bir çalışmada insanlar n ekonomik sorunları dev am ediyor v e "ben o zamana kadar nasıl y aşay acağım" diy or sanatçı v e hangi branştaysa o ortamın çıkar ilişkileri içine atlıy or. Dolay ısıy la uzun soluklu çabada kondüsyon eksikliği var. Evet uzun soluklu, uzun vadeli ve bunun programını birlikte oluşturabiliriz. Ama şöyle bir iddiada da şimdiden tutunamayız: Meclis her sorunumu zu çözecek bir yapıdır, diye de bakma mak gerekiyor. Daha önemli bir yan çıkıyor ortaya: Sorunlarımıza birlikte sahip çıkmak gibi bir kültür söz konusu. Var olan sorunlar birlikte ele alındığ ında u mutsuzluğa kapıl mak yerine tam tersi, geleceğe daha u mutlu bakmak gibi bir gerçek çıkma z mı ortaya? Elbette, zaten umut olmazsa ne sanat ne de hayat yeşerir. Her şeye rağmen, bu umutsuzluk, insanın gard düşüklüğü y enilgiyi getirebilir. Gerçi o önemli değil, y enilebiliriz; hayat bu, bir gün de y eneriz; bu da hay at. Ama umut biterse hay at biter, umut biterse her şey biter. Az önce anlatırken konu biraz y ana kay dı. Mesela sendikacılık, Türkiy e'de ne kadar kötü bir durumda. Sanat da ....


TAVIR MART 1997

ev et sanatçı potansiy eli, kimi üretilenler çok hoş, insanı hey acanlandırıy or ama uzun soluklu değil. Aslında biraz da sanatçı yalnızdır. Kıskançtır sanatçı, başka bir sanatçıy ı y ok say ar. Doğasında v ar sanatçının... Bunu doğru olarak görebilir miyiz? Hay ır, bunu dinamiğe dönüştürebilirse sanatçılar, yani ben senden daha iy i resim y apıy orum diy ebilir, ben senden daha iy i şarkı söy lüy orum diyebilir, ben senden daha iy i rol oynuy orum diyebilir ama bu y alnızca sanat arenası içerisinde geçerli olmalı v e bunlar sanatçıların birleşmesine engel olmamalı. Çok enteresan bir şey var. Çocuktum ama sağa sola kaf a y ormay a başlamıştım. İnönü öldü v e Demirel çok acıklı bir açıklama y apmıştı. Baş sağlığı dilemişti. Samimi olduğunu düşünüy orum. Abim "Af erin be Demirel" dedi, "yani düşmansınız ama y ine de ölümünden dolay ı meslektaşlarına nasıl da üzülüy orsun" dedi. Oysa Demirel'ciler ve İnönü'cüler birbirlerinden öldürecek denli nefret eden gruplardı. Burada bir samimiy etsizlik mi vardı, yoksa o meslektaşların gizli bir dayanışması mıy dı? Benim hep bu anlamda kaf am karışmıştır. Bir sağcı şairle bir solcu şairin, kalemleri ne kadar keskin olursa olsun bir aray a gelip rakı içtiklerini gördüm. Bütün bunlar; sanatçının kıskançlığı; gündelik hay atın zorluğu, çapsızlık, seviyesizlik sanatçıların bir araya gelmesinde engel olmamalı. Sanatçılar bir aray a gelmeIi. Böylesi bir meclisin işleyişi, ilkeleri konusunda düşünceleriniz var mı? Öncelikte sanatçının temizlik, kirli olmamak, çirkefe bulaşmamak, çöplüğe girmemek ilkeleri olduğunu sanmıy orum. Çünkü sanat her y erde, her zaman en temiz olandır. Düşlemek v e yaratmak kötü olamaz. Sanat v e sanatçı kav ramı y eterince açık bence. Başka bir ilke olmasına gerek y ok, sanatçı olması y eterli. Ancak bu birlikteliklerin, bir aray a gelmelerin zorluklarını kişisel olarak aşmalı sanatçılar. Sanatçıy ım diy en bir aray a gelmeli... bir çöplüğü düşünün; kötü kokuyor, tehlikeli, bulaşıcı hastalıklar olabilir, kirli v e bunu biliy oruz, bir süre sonra kanıksıy oruz, kokusuna alışıy oruz v eya gecekon-

7

dumuzu orada inşa etmişsek mecbur olduğumuz için...bu nedenlerle çöplüğü y ok saymay a başlıy oruz ama çöplük bir gün patlıy or. O zaman "Vay anasını" diy oruz, "bizi uy armışlardı ama biz anlamadık". İşte onu uy aranlar sanatçılar. Bir tek sanatçı görebilir v e o alışılagelmiş çöplüğü insanlarına anlatabilir. Bence bu çöplüğü, beslendiğimiz halkla realite etmeliy iz, üzerine toprak atmalıy ız. Toprağın üzerine de sanatçılar çiçek ekmeli. Ama o toprağı sanatçılar y alnız başına atamay abilir, çiçek dikebilir ama o toprağı halkın atması gerekir. O çöplüğün kapanmasının, temizlenmesinin tek şartı toprak atmaksa halka bunu sanatçılar söylemeli, o toprak atıldıktan sonra da sanatçılar çiçek dikmeli. Sanatçı beslendiği kitleden kopmamalı. Yaşadığımız y erin inşaat işçilerinden, balıkçılarından, sokaktaki insandan, minibüsteki, otobüsteki insandan kopmuyorsan onların sorunlarını zaten birebir y aşıy orsun demektir. Ay rıca halkın içinde y aşamak, onların sorunlarını öğrenmek, onlarla ay nı dili konuşmak bir yana, esin kaynağıdır halle

cengiz gündoğdu yazar

Sizin de takip ettiğiniz gibi aydın ve sanatçı meclisleri üzerine bir öneri, bir düşünce var. Bugüne kadar olumlu olarak görebileceğimi z birliktelikler yaşandı. Fakat genellikle çok kısa süreli ya da bir olay üzerine şekillenen birliklerdi bunlar. Kalıcı birlikler yaratı-

la madı. Sizce bunun nedenleri nelerdir? Şimdi ben bu çalışmay ı duy duğumda hey ecanlandım. Çünkü en azından 1983'den beri bu görüşü savunuyorum. Mutlaka aydınlar, sanatçılar ne şekilde olursa olsun, gev şek ya da sıkı, kooperatif, anonim şirket y a da benim bilemediğim başka bir biçimde örgütlenmelidir. İnsancıl Dergisi olarak biz 1990dan beri sayf alarımız incelenirse görülürböy le bir örgütlenmeyi savunduk. Ama açıkçası başarılı olamadık. Şimdi neden başarılı olamadık derken, sanki biz İnsancıl Dergisi ya da Cengiz Gündoğdu olarak, ben her şey i en iyi yaptım da, bu örgütlenme içindeki arkadaşlar iy i çıkmadı demek istemiyorum. Bu örgütlenmedeki başarısızlıklarda elbette benim de bir pay ım var. Ama pay ım var derken, bunun ne olduğunu da tam olarak bilemiyorum. Şöy le bir baktıkça gördüğüm şu; bizde genel olarak örgütlenme, bilinci gelişmemiş. Bir araya gelip bir şeyler yapabilme, bir konuy u tartışabilme bilinci gelişmemiş. En genel tanımıy la ben İnsancıl'ın örgütlenmedeki başarısızlığını buna bağlıy orum. Y ani fikir olarak, birey birey insanların dışında sanki kollektif bir bilinç v ar; örgütlenememe bilinci. Bu y alnız sanatçılar için değil. Ben 1964den beri bu ülkede örgütlenme" laf ının edildiğini biliy orum. Hangi kitabı açarsak açalım, hangi parti, hangi örgüt olursa olsun "örgütlenelim" diy or. Ama örgütlenemiyoruz. Şimdi biz hep birlikte bir harekete başladık (KAS). Hemen şunu söy ley eyim; hiç umutsuz değilim. Bugüne kadar y apılamay an bir şey yapıldığı, için umutsuz değilim. Çünkü ay dın-sanatçı birlikteliğiy le toplantılar y apıldı. Bu toplantılara katılanların say ısı da az değildi. Bütün bunların ötesinde, bu toplantıların sonucunda verilen bir karar, y ani Beşiktaş'ta 31 Aralık günü, 13.00da başlay ıp 17.00de biten bir etkinliği bu sanatçılar gerçekleştirdi. Demek ki ümit var. De mek ki, bir şeyler yapılabiliyor. Çünkü bunlar bugüne kadar y apılamadı. Biz de birtakım etkinlikler yapmıştık. Ama böy le bir etkinlik y apamadık. Ama şunu da söy lüyorum; bu "ümit v ar" noktası, bunun yüzde


8

TAVIR MART 1997

y üz olacağı anlamına da gelmiyor. Aslında bugüne kadar ortak biçimde bir takım etkinlikler gerçekleştirildi. Fakat asıl sorun bunun kalıcı bir hale dönüşebilmesi. Şimdi benim bu etkinlik içinde gördüğüm, ileride başımıza iş açabilecek bir noktay ı söy leyey im: Oray a birçok değerli topluluk geldi. Oy unlar oy nadılar, türkülerini söy lediler. Bu arada bir noktay a dikkat ettim. Oy ununu oy nayan, türküsünü söy leyen çekildi, şiirini okuy an ben gidiy orum dedi gitti. Oysa, ben şiirimi okudum gidiy orum durumu, tam da bu örgütlenmenin çökeceği nokta. Y ani ben görev imi y aptım, gidiy orum. Ama bu örgütlenmenin amacı ne? Bu etkinliği hepimiz tek tek yapabilirdik. Her hangi bir insan da y apabilir. Beşiktaş'ta bir y er tutulur, kapalı olur ama burası, çeşitli sanatçılar çağırılır, herkes şarkısını söy ler, şiirini okur, gider. Bizim amacımız bu olmamalı. Demek ki, burada özeleştirimizi yapmamız gerekiy or bizim. Aslında amacımız da bu değil mi? Aydın-sanatçılar, birlikte al' mış oldukları kararın aynı zamanda hayata geçmesi için, onun emekçisi olabilmeli. Sonuna kadar sahiplenmeli. Zaten sizin bahsettiğiniz kültür eksikliği değil mi, "ben görevimi yaptım, gidiyorum " anlayışı... takip etmemek. Biraz da böylesi birliktelikler bu bilinci de harekete geçirecek, hayata geçirecek olan bir eğitim süreci. Şu da v ar. KAS toplantılarında söy lemiştim. Sonra Hayati Azim'in de Tav ır röportajında v ar. O görüşü çok önemsiyorum. H. Azim diyor ki; "Sanat birey sel bir yaratım". Şimdi bireysel y aratımla kendini var eden insanları bir y apı işinde birleştirmek, sorun. Y ani örgütsel bilincin eksikliği v ar. Bir de bu bireysel y aratım y apanları y umuşak bir örgüt çevresinde birleştirmek v ar. Bu bizim zorluğumuz. Bunu aşmalıy ız v e aşacağımıza da inanıyorum. Ama bunun nasıl aşılacağını, doğrusu tam olarak bilemiy orum. Bilseydim, y apardım bunu. Sözgelimi insancıl'ın y aptığı y a da yapmak istediği bütün örgütlenmelerde ben, bütün siy asal y a da estetik görüşlerimi kimse rahatsız olmasın diy e geriye çektim.Ama başka bir düşünce egemen olmak istedi. Bilmem anlatabildim mi?

Böylesi bir zeminde çeşitli karşıt görüşler çıkabilir. Burada müsade,edilmemesi gereken bu karşıt görüşlerin, ideolojik zeminde ilkeler dayatılarak gündeme gelmesi ve propaganda yaklaşımlar. "Bana ters gelen bir karar varsa yokum, benim ilkelerime uyarsa varım"... eksiklik burada. Böylesi bir zeminde bir takım kararlar alınabilir. Eğer bir çoğunluk kararı söz konusuysa, biz de bu karara, ilkesel olarak ters düşüyorsak buna uymayacak mıyız? Uymak durumundayız ama bunu gerçekleştirmek zor. Y ıllarca sanatçıları örgütlemek için uğraştım. KAS'ta da söyledim, dört tane devlet kurabilirdim ay nı uğraşı v ersey dim. Şimdi diy elim bir karar alındı. Bir grup da bu karara karşı, doğru bulmuy or. Orada o grup sanki kendisinin ezildiği, y ok say ıldığı izlenimine kapılıy or. Biz sanatçı arkadaşlarımızla bunu nasıl kırabiliriz? Şimdi bu öy le bir handikap, öyle bir çıkmaz ki, biz bir insanın düşüncesiy le, v arlığını özdeş tutuy oruz. O adamın düşüncesini değil varlığını y oketmey e y öneliyoruz. Tartışmalarımıza bakalım. Doğrudan varlığına saldırırız biz insanların, bilgisine değil. Şimdi ne y apacağız burada, ne y apmalıy ız? Tartışmalarımızda artık biz bilinen söy lemleri bırakmalıy ız. Bir görüş ileri süren arkadaşa sen oportünistsin, sen rev izy onistsin, sen şusun, busun dememeliy iz. Sen y anlış düşünüy orsun demeliy iz. Y ani birbiri: mizle tartışabilmey i öğrenebilmeliy iz. Ve biz her toplantıda aşılamalıy ız bunu arkadaşlara. Demeliy iz ki; "Arkadaşlar korkmay alım, tartışalım".

Yani gösterebilmeliyiz.

tahammül

Ev et, evet. Onu yapmalıy ız. Niye tahammül edemiyoruz? Şimdi Sivas'tan sonra bir arkadaşımızla sanatçı lan toparladık. Ne y apabiliriz, sanatçılar ne y apabilir diy e. Biz dedik ki "Arkadaşlar, biz işimizi, gücümüzü bırakacağız, sanatımızla halkın içine gideceğiz; okuma tiy atrosu y apacağız, şiir söyley eceğiz." Bize ne dendi biliy or musunuz? "Bu politbürodur". Y ani "ben biramı, rakımı bırakıp gidemem" dendi. Ben de kendilerine dedim ki; "Siv as yakında İstanbul'a gelecek" v e geldi de. Si-

v as'taki adam geldi buray a; Siv as Belediy e Başkanı. Şunu bilmeliy iz; hangi görüşten olursak olalım eğer biz bir tartışma y apabileceksek, y ani bu topraklar üzerinde adamakıllı yaşayabileceksek, halka gitmemiz gerekir. Bir örnek verelim; Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a girerken, bunlar melekler dişi mi erkek mi diy e tartışıyorlar. Şimdi biz bir anlamda o konumday ız. Şu aşamada kendi aramızda bir ateşkes y apmalıy ız en azından. Y apamıy oruz ki. Burada çıkacak sorun. Mesela Tav ır'da y er verilen cevapları okudum. Söz gelimi Füsun Erbulak son derece karamsar. Ama haksız da değil. Çünkü biliy orum, Füsun Erbulak, tiy atrocuları, sanatçıları örgütlemek için çok uğraştı ama yapamadı. Şimdi bir de şunu y apabilmeliyiz: Eğer Sanatçı Meclisleri sadece Sanatçı Meclisleri olarak kalırsa; tıpkı Edebiy atçılar Derneği, tıpkı Y azarlar Sendikası gibi kendi içine kapanır. Bunun içine halkı da almalıy ız. Y ani sanatçı olmay anlar da olmalı. Ama halk derken, halkı teker teker içine alamay ız. Halkı temsilen o bölgenin y a da o grubun örgütlerinden temsilciler olabilir. Mesela bu mecliste bence sendikalardan temsilci olmalı. Siv il toplum örgütleri denilen örgütlerden temsilci olmalı.

Biz kalıcı yani kurumlaşmaya yönelik adımlar attığımızda çeşitli halk kesimleriyle, doğallığı içerisinde bir takım ortaklaşmalar olacaktır. Şimdi bir de ben şöyle bir doğrultuda tartışmak istiyorum. Ben Türkiy e'nin sorununu bir aydınlanma sorunu olarak görüyorum. Ama bir burjuv a ay dınlanması değil. Türkiy e'de veOrtadoğü'da bir ay dınlanma hareketi başlatmalıy ız diy e bakıy orum ben soruna. Benim temel bakışım bu. Bundan ötürü de bir çok yerlerde seminerler veriyorum. Bu doğrultuy u koy abilirsek diy orum. Y ani sözgelimi Halk Meclisleri'nin amacı nedir, nerey e gitmek istiy oruz diye bir doğrultu koy arsak, o zaman bir takım kişiler, ben bunu bilmiy ordum, benim amacım bu değildi demez. Biz seminerler düzenlemeliy iz. Tiy atro semineri, güzel konuşma seminerleri, f elsef e semineri. Ben her y ere gitmey e hazırım. Bizim içimizde kim ne yapabilecekse... bekliy or insanlar. Y a da


TAVIR MART 1997

temsilciler grubu oluşturalım. Beraber gidelim. Sorunu böy le açıklayalım diy e düşünüyorum. Türkiye'de ay dınlanma hareketini başlatmalıy ız. İnsanlar ay dınlanırsa düşünmeye başlar. Düşünme durduruldu Türkiye'de. Bunu neyle yapacağız? Sanatın diliyle, felsefey le. Bu işin içine felsef eyi de koymalıy ız. Y ani kimin, nerede tutunabildiği bir kurum v arsa Türkiy e'de, oray a gitmeli arkadaşlarımız. Böy lece bu hareket insanlarda umut ve beklenti y aratır. Meclis çalışmasının kapsayıcılığının olabildiğince geniş olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu durumda bir takati kaygılar söz konusu olabiliyor. Ama herşeye rağmen tahammül, sabır ve emek ön planda olmalı. Bu kapsayıcılığı genişletmek için neler yapmak gerekiyor sizce? Bakın sizinle konuşmadan önce "Felsef e Açısından Eğitim ve Türkiy e'de Eğitim" adlı seminerler dizisinin bildirilerini içeren kitabı okumuştum. UNlCEF'in yay ınladığı "Düny a Çocuklarının Durumu" adlı bir rapor v ar içinde. Önemli gördüğüm için okuy acağım. Raporda diy or ki; "Kendi bireysel ekseninin ötesinde, daha geniş dav aları sahiplenmesi, insanın ta derinden duy duğu bir gereksinimdir". Ben bunun böy le olduğunu bilmiy ordum. Burada öğrendim. İnanıy orum. Ama kendi kendime de dedim ki; "Neden bu böy le olmuyor?". Hemen y anıt v eriy or; "Gelişmenin son döneminde izlediği rota insanları bundan saptırmış olabilir". Y ani düny anın ve Türkiye'nin son geldiği nokta ne yazık ki bizi yine o atasözüne getiriy or; "Her koyun kendi bacağından asılır". Şu anda y aşadığımız durum da bu. Demek ki bizim herşey den önce şunu kırmamız gerekiyor: Kendi bireysel ekseninin ötesinde daha büy ük dav aları sahiplenebilme gereksinimini y aratmak gerekiy or. Varmış bu insanda, v ar olduğuna da inanıy orum. Eğer böyle ise, bu insani gereksinim konusunda George Bernard Shaw'un söy ledikleri bize ders olmalıdır. Diy or ki Shaw; 'Büy ük v e değerli olarak tanımladığımız bir amaç için kullanılmak, yaşamın gerçek tadı, sev incidir. Ben kendi y aşamımın bütün topluma ait olduğunu düşünüy orum. Y aşadığım sürece de bu uğurda elimden geleni

9

y apmak benim ay rıcalığımdır. Y aşam benim için kısa sürede tükenen bir mum değil, şu an elimde tuttuğum bir meşaledir. Ve gelecek kuşaklara dev retmeden önce bu meşaleyi olabildiğince y anık tutmak istiy orum." İşte bu bilinci getirmek gerekiy or. Bizde olmayan bilinç bu. Y ani kimseyi eleştirmeden "Ben çok iyi türkü söy lerim, ben çok iy i oy un oy narım, ben çok iyi konuşurum". Peki kimin için konuşuy orsun, kimin için oy nuyorsun, kimin için şiir yazıyorsun. Şu bilinci getirebilirsek ama zor getireceğiz- bu işi başarırız. Getiremezsek başaramay ız. Bunu başarmak zorunday ız. Biz başaramazsak, bizden sonrakiler başaracak, mutlaka birileri çıkıp y apacak. Çünkü y apmak zorunday ız. Y ani kendi bireysel ekseninin dışında büy ük dav aları sahiplenmek; bu y alnızca bizim sorunumuz değil ki. Unicef'in raporu da tespit etmiş. Ama diyor ki; "Gelişmenin son döneminde izlediği rota insanları bundan saptırmıştır". Umutsuz olmay alım. Benim görüşüm; elimizden geldiğince, hiç kimseden çok büy ük özv eriler beklemeden, kahramanlık beklemeden sanatımızla insanlık için ne yapabiliriz? Çünkü ben ancak sanatın nisanı insanlaştırabildiğine inanıy orum. Sanatla, f elsef eyle insan insanlaşır. Fazla y emek yemekle kimse insanlaşmaz. Sanattan, felsef eden nasibini almamış insan, sözgelimi bir domatesin tadını alamaz. Biz kendi pay ımıza bu meclislerde son derece sabırlı, mütevazi ve barışçıl dav ranacağız. Bütün desteğimizi de vereceğiz. Çünkü bu örgütlenme benim hay atımı koyduğum bir örgütlenme. Kim y aparsa y apsın ben onun yanınday ım. Ama insana karşı iş y apılmasın. Örneğin sokak çocuklarıy la uğraşmak, eroin meselesiyle mücadele etmek, hasta hakları için mücadele etmek, ekmek sorunuyla mücadele etmek... Çözümsüz insanımız y anlış y erlerde çözüm arıy or. Biz onlara sanatla bir çözüm y olu gösterebiliriz. O insanlar belki de çok iy i şiir yazabilecekler. Y ani meclisin bir amacı da halkın içinden sanatçı çıkarmak olmalıdır. Şimdi Türkiye'de sanatçıların y azarların, çizerlerin sisteme doğru kaymalarının bir nedeni de umutsuzluktan. Ne yapsın adam, kitabı basılmıy or. Bu örgütlenme sözgelimi da-

ğıtım kanallarına girmeye kadar bir plan çizebilmeli. Benim kısa v adede y apılmasını istediğim, önerdiğim şu: Soy ut imgelerle, soy ut ideallerle bu insanları birarada tutamay ız. Benim edindiğim deney imim bu. O zaman ne y apmalıy ız? Bu meclis kısa sürede somut hedeflere y önelmelidir. Soy ut hedef ler için mücadele çok zordur. Bunun için çok sağlam irade gerekiy or. Herkesten de bunu bekley emey iz. Y ani somut hedef ler koymalıy ız v e bunu da gerçekleştirmeliy iz. Somut hedefler elde edilince o zaman mutluluk olacaktır. "Demek ki, başarıy a ulaştım ben" diy ecektir insan."Bir ay sonra şu olacak, bir y ıl sonra şu olacak" dedik mi olmuyor. Hemen, en basitinden başlanmalı diy e düşünüy orum. Şu da olmamalı; sanatçılar olarak toplanıp, bir ay sonra şöy le bir etkinlik y apacağız şekline de dönmemeli. Sözgelimi "Güzel Konuşma Seminerleri" v ermeliy iz. Çünkü güzel konuşamıy oruz. Güzel konuşamay ınca dav amızı anlatamıy oruz. Birimiz tiyatro kursu v erir, birimiz gitar kursu v erir, bunlar somut hedef ler. Sözgelimi bir küttür merkeziy le anlaşmalı ve seminerler v ermeliy iz. Y ani bunları da y apmalıy ız. O zaman bu birliktelik belli bir doğrultuda gider.

seyyid nezir yazar

Aydın-sanatçı çevrelerinde bugüne kadar kalıcı birliktelikler oluşturulamamasının nedenleri sizce nelerdir?


10

TAVIR MART 1997

Şimdi genellikle "ben" ve "biz" kav ramları y a birbirinden çok ayrı düşünülüy or y a da birbirleriy le tamamen örtüştürülüy or. "ben" kav ramının y erine "biz"; "biz" kav ramı y erine "ben" geçebiliy or. Bazı sanatçı arkadaşlar "biz" dediği zaman, sadece kendi sanat anlay ış, ilkeleri, uy gulamaları doğrultusunda bunu yorumluy or. Y a da y ine bazı arkadaşlar "Ben" derken kendisiy le birlikte dav ranan bazı arkadaşların da bütün eğilimlerini, tav ır biçimlerini üstlenerek konuşuyorlar. Oysa -çok bilinen bir örnek- ağaca bakarken onun özelliklerini v e türünü gözden kaçırmamak, öte yandan ormanı da görmek zorunday ız. Şöyle ki: Sanatçı, kendisinin en doğruy u yaptığını düşünen insandır. Sanat eseri y aratırken, sanata v e kendi sanatına ilişkin konuları değerlendirirken böy le bakar. Zaten bir anlamda sanatçıy ı ay akta tutan da budur. "Ben bu konuda, bu temay ı işleyen, bu bağlamda y azılabilecek y a da y aratılabileceklerin en iy isini y aptım". Bu duy gu olmasa, belki de sanatçının, sanat eseriy le baş başa kaldığında, y aratıcılığını sonuna kadar kullanması pek güç olur. Ama öte y andan sanatçı; içinde bulunduğu ortamda 'ben" olarak tek başına hiçbir şey ifade etmez. Toplumla, sanatın amaçlarıy la, sözgelimi emek temaları y oğun olarak işleniyorsa, bu temaları işlerken hangi ortamlarda, kimlerle, nasıl ölçüleceğini iyi belirlemek zorundadır. Öte y andan aralarında diyalektik bir beraberlik olan bu kav ramları birlikte değerlendiremiy orsak kav ray ışsızlık mı diy elim, v urgulamadaki eksiklik mi diy elimbu durum özellikle ör gütlenme meselesinde mutlaka su yüzüne çıkıy or. Bunu biraz daha açmak gerekirse; bizde sanatçılar eğer bireysel tav ırlar içerisindeyseler, bulundukları sanat örgütlenmesinde kendileri için sağlayabilecekleri bir takım yararları gözeterek bu örgütlenmey i onay larlar. Ama bireysel amaçlarının, tırnak içinde belirtelim, "çıkarlarının" zedelendiğini gördükleri anda y avaş y avaş küsmeye başlıy orlar. Öte yandan bu tür sanat örgütlenmelerine belirli bir politik doğrultuda y aklaşan v e sanatsal örgütlenmey i y önlendirme amacını güden bazı sanatçı arkadaşlarsa bir y anlışa düşüy orlar. Özellikle istenen şey sa-

natçının doğru örgütlenmesi oluyor. Ama,,eğer sanatçı arkadaş o politik doğrultuda değil de, başka bir politik doğrultuda örgütlenmeyi seçmiş, yönelmiş ise bu sefer sanatçı örgütsüz durumuna göre daha da büy ük yara almış oluyor ya da daha da büy ük bir değer kay betmiş oluyor. Çünkü "artık o, bizim örgütlenme anlay ışımızın dışında birisidir" biçiminde bakılıy or ve dey im y erindeyse dışlanıy or. Oysa -sanırım daha sonra değineceğiz bu konuy a- kalıcı bir sanatçı örgütlenmesinde politik eğilimler v e politik örgütlenmeler elbetteki sacayaklarını oluşturmalılar ama sonuçta o sacay ağının çekimiyle kurulacak sanatsal platformlar, y aratma sürecini engelley ici değil, y aratma sürecinin önünü açacak biçimde olmalı. Bir anlamda burjuv azinin v eremediği özgürlük v e özgürlük güv encesini bu sanatçı örgütlenmesi y aratabilmeli. Ama bir sanatçı örgütlenmesi, bireylerin önüne sınırlamalar getiriy orsa, yani onun önünü açmak, onun daha «enginleşmesini v e aynı zamanda bu örgütlenmenin de zenginleşmesini sağlamak yerine önünü tıkay ıcısınırlamalar getiriyorsa -tabi sanatçıların biraz kırılgan, kolay küsen halleri de olduğu için- bakıy oruz ki bir süre sonra örgütlenme cılız düşmey e başlıy or. Bu zaaf lar örgütlenmeyi bir sûre sonra atıl bir duruma düşürüyor, hantallaştırıv eriyor. Başlıca söylenebilecek şeyler bunlar. Ama uy gulamada bunlar karşımıza hangi durumda çıkıy or, ne tür biçimlerde çıkıy or? Bu durum tartışılmalı. Sanıy orum Tav ırda da zaten, zaman zaman tartışıldığı gibi bundan sonra da tartışılacak. Kolay çözümlenebilecek bir mesele plsa, zaten hemen herkes en temel meselenin altını çizdikten sonra yola koyulur ve iyi sonuçlar da alırdı. Bundan sonraki tartışmalarda olsun, sanatçıların örgütlenme platf ormunda olsun bu iş iy i bir biçimde ay rıntılandırılırsa mutlaka kalıcı sonuçlara gidilir. Söylediklerinizi biraz daha somutlayabilir misiniz? Biz meclislerin belirli bir anlayışın hükmünde, belirleyiciliğinde bir yapı olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Herkesin söz ve karar sahibi olabildiği, uygulamada da emekçisi olduğu bir meclisi öneriyoruz. Sizin bu çerçevede somut önerileri-

niz, düşünceleriniz var mı? Yani bir sanatçı-aydın meclis çalışması içerisinde kendini nasıl hissetmeli, onun içinde nasıl yer almalı, onu besleyecek bir ortamı nasıl bulmalı? Şimdi ^Meclis" kav ramı zaten girişim olarak son derece y apıcı v e olumlu bir kav ram. Bir y andan insanın kendini en özgürce ifade edebileceği, ay nı zamanda y aratıcılık olarak if ade edebileceği bir ortam olması bakımından çok anlamlı. Öte yandan "sanatçı meclisleri" tanımı, gerek bireysel y aratma sürecine ilişkin, gerekse sanatın toptan yaratma süreçlerine v e sorunlarına ilişkin değerlendirmelerin süreklilik taşıdığı bir alanda olacağı için, her iki yönden de bakıldığında y erinde bir tanımlama. İkinci olarak "Meclis" kavramı halk kav ramını da gündeme getirir. Peki sanatçı okurunu, dinleyicisini, izley icisini nasıl bulacak; onunla nasıl buluşacak, onu nasıl y ansıtacak, ona ne getirecek, ondan neler alacak? Bu anlamda da "Meclis" y erinde seçilmiş bir kavram. Peki ilkesel doğrultular, olumluluklar uygulamada hangi güçlüklerle karşıkarşıy adır. Aslında bunlar, az önce de sözünü ettiğimiz gibi öteden beri bilinen şey ler. Ama başarısızlıkların -politik bağlamda y aklaşınca- en önde gelen nedenlerinden birisi şu oluy or: Sanat alanının kendi dili genellikle ikinci plana atma eğilimleri başlıy or bir süre sonra. Oysa bizim amacımız politik bir platf orm oluşturmak değil. Çünkü bunu bizden çok daha iyi y apanlar v ar. Biz, politik platf ormların kitle üzerinde, halk üzerinde daha derinliğine y ay ılması, sonuç v ermesi yönünde neler y apabiliriz? Sanatçı Meclisi olay a asıl buradan girmek zorunda. Ama bunu da yaparken öncelikle sanatsal y aratma sürecinin de sorunları söz konusu. Sözgelimi ben bir grev in öncesini, grev anını v e sonrasını bir öykü olarak ya da bir film olarak y ansıtmak istiy orum. Orada ay nı zamanda işçilerin tek tek birey olarak dönüşümünü, kitlesel olarak dönüşümünü, grev okulunun gerçek anlamda nasıl-bir okul haline gelebildiğini y ansıtmaya çalışıy orum. Burada "ben grev kav ramına politik olarak şu çerçevede bakıy orum, o zaman eserim de bu çerçeveden bakmalıdır" diy e y aklaşırsa sa-


T A V I R MART 1997

natçı, bence Sanatçı Meclisi'nin ona tanıması gereken özgürlüğü daha başından kendisi sağlamış olur. Oy sa hiçbir kalın çerçeve oluşturmaksızın -elbetteki. bir omurgası,-ideolojik doğrultusu olacak; omurgası olmaksızın eseri bitirmesinin olanağı y ok zaten- ama o omurganın üstüne çıkacak biçimin, ete kemiğe büründükten sonra karşımıza çıkacak varlığın ne olup olmadığına önceden değil, y arattığı süreç içerisinde sanatçı karar vermeli. Y a da deyim yerindeyse sanat eserinin oluşum süreci içinde bu ortay a çıkar. Şimdi böy le olunca, bunu biz Sanatçı Meclisi'ndeki sanatçılar arasındaki ilişkilere döndürerek ele aldığımızda, ay nı şey politik değerlendirmelerimiz için de söz konusu. Sözgelimi, gerek düny ay ı değerlendirme konusunda, gerekse Türkiy e'nin sosyoekonomik koşullarını, politik konumunu belirleme, değerlendirme konusunda ve buna ilişkin de birtakım belirleyici girişimlerde bulunma konusunda sanatçı, önceden kendisinde v ar olan verileri öny argı olarak sanat eserine y ansıtmamalıdır. Peki Sanatçı Meclisleri'nin, İçerisinde yer alan bir sanatçının üretimin», üretim biçimine müdahalesi söz konusu mudur sizce? Oray a geleceğim. Sanatçı Meclisleri, nasıl ki bir olay a ilişkin önceden öny argı y erine olayı çözümleyici bir birikimle y ola çıkmalı diy orsak, ay nı şekilde kitleyle ilişkisinde o meclisin içindeki bireysel biçimlerle de ay nı değerlendirme egemen olmalıdır. Y ani özellikle sanatın kolektif yanına ilişkin çalışmalarda önerilere açık olmak gerekir. Elbette ki müdahalelere açık olmalı ama şu anlamda; deney aktarılması y önünde müdahalelere açık olmalı.. Sözgelimi, Gorki'nin "Ana" yapıtında bir takım olay lar anlatılıy ordu. Öte y andan Brecht onu tiyatroya uy arlarken, bizzat işçilerle yüz y üze konuşarak, onların müdahale v e önerilerini talep ederek birçok yönden kolektivizme açık, kolektif özellikler taşıy an, uluslararası düzey de, evrensel nitelikte bir y apıt ortay a çıkardı. Demek ki, biz bir y andan sanatçıların birbirlerine öneri v e müdahalelerine açık olmalıy ız. Bir yandan da sanatımızı taşıdığımız kitley le olabildiği kadar sıcak teması, hayat içinde onlarla ko-

11

nuşma imkanını, onları gözlemleme v e hatta onlardan bazılarını bi ze y ol açıcı f ikirler taşımasını sağlamak gerekiy or. Varoşları anlatıy orsan kahv ehanelerinden tut ev lerine, y aşam biçimlerine, yaşam ortamlarına, çalışma ortamlarına kadar y aşam sürecini çok iyi gözlemlemek gerekiy or. Y anı sıra da onların müdahalelerine açık olmak gerekiyor. Örneğin bir şair Gazi Mahallesine ilişkin bir şiir okuy or. Çok güzel, slogansal birtakım şey ler var. Birtakım sözcükler çok güzel kullanılmış. Ama bir sabun köpüğü gibi... Orada y aşay an insanların gerçek kültürü y ok, bunu y ansılamamış. Bu, y erine göre korku olur, yerine göre tarif edilemez bir cesaret olur. Ama bütün özellikleriy le gerçekliği ortaya koy up, onun içinden, olguların içinden güçlenerek fikirlerini ortaya koy abilmek, gösterebilmek çok zor bir iş. Ama bunu y apan sanatçılar, belki Sanatçı Meclisi y okken de y apıyorlardı da, içinde bulunduğumuz şu iletişim çağında insanların her şey e y etişmesine, her şeyi gözley erek, y aşayarak algılamasına imkan y ok. Bu durumda sanatın, izley icisiy le y aratıcısı arasında öy lesine sık v e içiçe geçmiş ilişkiler olmalı ki, yani bir anlamda yaratma sürecinde öy lesine güçlü bir kolektiv izm olmalı ki,nem olguları doğru değerlendirebilen hem de biçimsel olarak, estetik anlamda da daha kusursuz, daha y etkin eserlerin çıkması sağlanabilsin. Y ani bu anlamda müdahale kavramı, salt politik ilkeler açısından y apılmak y erine, bir eserin oluşmasında herkesin kendi deneyimlerini, kendi birikimlerini aktaran bir çalışma tarzı içerisinde yapılması gerekiyor. Y ani politik olguların asla gözardı edilmemesi ama son tahlilde belirley ici olmaması düşüncesindey im. Bunun da sanırız AydınSanatçı Meclisleri'nin temel ilkelerinden biri olması gerekiyor. Meclislerin kapsamı, kapsayıcılığı konusunda düşünceleriniz var mı? Şimdi, şurası kesin; sanatçının hay ata karşı bir tav rı olması gerekiy or. Zaten sanatın v arlık nedeni bu. Çünkü hay atı algılıy or ama hayatta her insanın algılay ıp biçimleyemediği şeyi, o insanlardan, toplumdan alarak, kendi süzgecinden geçirerek tekrar topluma dönerek, bir diy alektik süreç içerisinde sanat eserini bir

biçimde boca ediyor. Burada ister istemez sanatçının hay ata bakış açısından gelen bir ideolojik tutumu olmak zorunda. Ancak, "benim ideolojik tutumum en doğru olandır, bu nedenle en iy i y apıt benimki olacaktır" diy e salt ideolojik kıstaslarla -isterse korktuğu için, isterse kendi ideolojisine çok güvendiği için olsun- sanat olgusunu, sanat örgütlenmesini değerlendirmey e kalkmak yanlıştır. Burada bir yanlış da, ideolojik eğilimler ya da bir ideolojik eğilim belirginleşmey e, egemen olmay a başladığında "ben y okum" tavrı içerisinde olmak. Y ani, sanki senin bir ideolojik tutumun yok mu? Diğer taraftan, az önce dediğim gibi; "benim ideolojik tutumum en doğru olandır" diy e bir y aklaşım da yanlış. Düzen açısından bu sınırlay ıcılık, bu umutsuzluk üç aşağı beş y ukarı söz konusudur. Bu nasıl aşılacak? Öncelikle biz sanat meselesini iyi değerlendirmek amacıy la y ola çıkıy oruz. Bugün boşluk olarak ortay a çıkan şey nedir? Git gide sanatçının kendi içine kapanması, düny ayla tek başına karşı karşıy a gelişi v e oysa dünyanın git gide daha çok sistematize biçimde örgütleniyor oluşu, bu açmaz karşısında da bırakalım doğru düşünmey i, doğru y aratmay ı en basitinden herhangi bir çalışmay ı bile topluma, insanlara götürebilme şansının olamay ışı... Bunları çok somut bir biçimde yaşıy oruz. Sözgelimi eskiden bir köye devletin mesaj götürebilmesi muhtar say esinde oluy ordu. Bugün bu mesaj anında çeşitli iletişim araçlarıy la yansıtılabiliy or. Ve daha da ötesi düny anın merkezinden -bugün Washington bu merkez görev ini yürütüyor diye bir kabulümüz v arherhangi bir y erine anında bir mesajın iletilebilirle si mümkün. Telev izy on kanallarıyla oluy or, ülkelerin yöneticileri arasındaki haberleşmelerle oluyor vs. Sanatçı eğer güncel olan içerisinde y er almak, onu karşılamak amacınday sa, o zaman güncel durumu çok iyi belirlemek ve çalışmalarını bu belirlemeler ışığında y ürütmek zorunda. Ama bunu söy lerken, "sanatçı bütün zamanını, günün çok acil sosy al, politik sorunlarına kaf a yorup onları dile getirmekle yetinmelidir" demek de y anlış. Bence burada insanı, doğrudan doğruy a insanı iyi gözlemlemek gerek ama bu gözlediğimiz ve


12

TAVIR MART 1997

kendisinden sonuçlar çıkardığımız insanı başka insanlarla nasıl buluşturacağımızı bilmiy oruz. Bunu iyi saptamak gerekiy or. Görüyoruz; adamın birisi bir roman y azıy or ama romanın değerlendirmesini okura, eleştirmene, sanat çevresine bırakmıy or. Önceden diyor ki; "şöyle şöyle bir roman çıkıy or, hepimizi ay ağa kaldıracak, hepimizi altüst edecek". Y a da bir film aynı şekilde izleyicisiyle y üz yüze gelmeden, birtakım çevreler o f ilmden ne alınması isteniy orsa daha başından onu öy le lanse ederek bizi o duy guya yönlendiriyor. Ve tabi onların o f ilmi lanse edebilmesi için, sanatçının da onların ilgisini çekecek ya da onların çerçev esiyle örtüşebilecek bir y aklaşım ilkesini eserinde hakim kılması gerekiy or. Şimdi biz ne yapmak durumunday ız? Nasıl ki, Y unus Emre iletişim olanağı olmadığı çağda köy köy, kasaba kasaba dolaşıy or, o zamanki insan anlay ışını, muhalif anlay ışını insanlara taşıy ordu, bugünün gerçek sanatçısı da, bu y üz y üze ilişkileri öncelikle seçmelidir. Örneğin; İdil Kültür Merkezi'nin açılışında şöy le bir durum dikkatimi çekti. Bu açılış telev izy onlardan verildiği zaman belki binlerce insan izley ecekti ama bir süre sonra kafasında bir-iki ay rıntı kalacaktı. Fakat orada 800-900 insan bizzat o ani yaşayarak kültür merkezinin açılışını kendi kafasında, yüreğinde içselleştirdi v e denebilir ki, her gittikleri y erde bu olguy u insanlara anlatacak bin kişi ortaya çıkıy or. Sanatçı Meclisleri de öncelikle, bir biçimde medyada sesini duy urmak, ona öncelik vermek talepleri y erine, "ben kitleyle nasıl buluşacağım, nasıl y üz y üze geleceğim v e onlardan nasıl bir şeyler alıp, onlara nasıl bir şey ler v ereceğim" y aklaşımını uygulamada mutlaka esas alması gerekiy or. Böyle olduğu zaman birtakım küçük yararlar y a da pragmatik y aklaşımlar zaman içinde eriy ecektir.. Bunları da küstürmeksizin iy i açıklay abilirsek; bizim amacımızın herşey den önce insanlarla yüz y üze gelme esasına day alı olduğunu, temel y önlendirici olan birebir ilişkiler olduğunu iyi yerleştirebilirsek birbirimizle ilişkilerimizde oldukça somut sonuçlar almak, y ol almak mümkün olacak düşüncesindey im. Biz Sanatçı Meclislerinin mes-

leki örgütlenmelerin kimi sorunlarını da zaman içerisinde ele alabilecek, çözümlerine katkılar sunabilecek bir örgütlenme olması gerektiğine de inanıyoruz. Siz edebiyat çevresi içerisinde ya da örneğin Yazarlar Sendikası içerisinde bulunan bir sanatçısınız. Böylesi bir örgütlenmenin, sorunlarını aşması ya da hedeflerine ulaşabilmesi aşamasında Sanatçı Meclisleri'nln sizce ne gibi bir işlevi olabilir? Yalnız şunu da belirtmek isteriz; Sanatçı Meclisleri bizce, var olan birlikteliklere ya da mesleki örgütlenmelere alternatif bir yapı değildir. Şimdi birçok sanatçı örgütü var, sanatçı örgütleri komisyonları v ar. Ancak bunlar pratik işlerde sistemi zorlay ıcı y a da sistemin dışına çıkabilen çalışmalara y önelmek eğiliminde değiller. Oysa sanatçının hem y aratma sürecine ilişkin hem de daha sonra izley ici kitlesiy le birleşmesinin, ona ulaşmanın y öntemini sanatçı bizzat kendisi oluşturmak zorunda. Bu anlamda Sanatçı Meclisi'nin meslek örgütlerinden farklı bir işlev kazanması gerekiyor. Diyelim ki dergi çıkartıy orum. Bu sisteme göre ben, büy ük dağıtım tekellerinden birine bu dergiy i v ermezsem, Hakkari'deki bay iye, okura ulaşmak bir taraf a, İstanbul'un en merkezi y erlerindeki okurlara bile ulaşmam zorlaşıy or. Peki bu durumda ben ne yapmalıy ım? Y apılması gereken şey şu: Çeşitli sanat etkinliklerinin gösterimini, ürünlerin okurla buluşmasında çok iyi değerlendirmeliy iz. Y ani çok yalın söylemek gerekiyorsa; sanatçının dergisi de, kitabı da, kaseti de, hatta hatta resmi de koltuğunun altında olabilmeli. Ve sanat etkinliğini ay nı zamanda sergi biçimine dönüştürebilmen. Bu, biraz da sanatçının y aratma sürecine militanca yaklaşması, militanca değerlendirmesi anlamına geliy or. Bunun da ötesinde çeşitli sanat gösterileri, etkinlikleri nasıl çoğaltılabilir, nasıl y aygınlaştırılabilir, nereler bunun için uygulama bölgeleri olabilir, tüm bunlara kafa yormak gerekiy or. Ve mutlaka bir biçimde izley icinin bulunduğu ortamlarda buluşmanın yollarını aramak, bulmak gerekiyor. Sözgelimi TY S'nin y aptığı nedir? Sanat eserine y önelik sansür y a da hukuk dışı uy -

gulamalar, anti-demokratik uy gulamalar söz konusu olduğunda ona tepki göstermektir. Telif hakkı gibi birtakım mesleki haklarını bakanlık düzey inde kollamak, kazanmaktır. İmza günleri düzenley erek okurla y azarını buluşturmak. Tabi mesleki örgütlenme "çerçevesinde yapılabilecek olanlar bunlar. Ama bunlar son hesaplaşmada sistemin içerisinde y apılan şeyler. Mevcut sanatsal alanda y erleşmiş olan tekelci işleyişi nasıl kırabiliriz, kendi işçimizle, emekçimizle, Cumartesi Anneleriy le y a da bir mitingde mücadele v eren insanlarla, üniv ersite öğrencisiyle, grevci işçiyle nasıl biraray a gelebiliriz? Bunu y apan y ok mu? Var tabi ama bunu yay gınlaştırmak mümkün. Sanat alanlarını bu doğrultuda y önlendirmek, örgütlemek nasıl olabilir? Sanıy orum buradan olay a baktığımız zaman Sanatçı Meclisi'nin hem mesleki örgütlenmeyle bir teması olmak durumunda, öte yandan da onun sınırların ın çok daha dışında, çok daha kucaklay ıcı biçimde sorunları ele almak durumunda. Başka deyişle olay ı iki ya da birkaç çember biçiminde düşünürsek, Sanatçı Meclisi, bütün bu mesleki sanat örgütlenmelerinin çemberleriyle kesişen y a da içiçe geçen ama bütün bunların hepsini de halkalayan kendi alanını y aratmak durumunda. Sanatçı Meclisi bir ölçüde sanat ately esi özelliğini de taşıy abilir. Ne demek "sanat atelyesi"? İlk bakışta aklımıza gelen şey, sanatçıy a özgü bir ortam. Ama günümüzde ressam, ately esini çalışma odasının dışına taşırabilmeli, genişletebilmeli. Y azar, çalışma odasının dışında da nasıl y azacağı konusunu düşünebilmeli. Kimler için yazdığını bi zzat odasının dışında gözlemeli. Y ani laboratuv ar y a da atelye artık genişlemek durumunda. Belki "Bütün düny a bir sahnedir" demiş Shakespeare; biz de bütün bir hay at bir ately e kav ramında nasıl ele alınabilir, hay atın içine nasıl en ince, en gizli dokularına kadar sızabilir, bunlara kaf a y ormak zorunday ız. Kamyon Atelye Sanatı girişimi de bu anlamda umut verici bir başlangıç. Belki de bir y andan Sanatçı Meclisi'ne bir iv me kazandırırken, öbür yandan böyle bir girişimi Sanatçı Meclisi çok daha sağlam, omurgası olan, güçlü, kalıcı bir giri-


TAVIR MART 1997

şim haline de dönüştürebilir. O zaman tabi girişim olmaktan çıkar, güçlü bir sanat hareketi haline dönüştürebilir. Nasıl ki 1940'larda egemen bakış açılarına karşı "Garip Hareketi", 40'lı y ılların gerçekçi sanat anlay ışı, hemen onun öncesinde "Putları Y ıkıy oruz!" diy erek Nazım'ın çıkışı v b. sanat hareketleri, bizzat toplumsal hay atın gereksinmesinden y ükselebilmişse, bugün de Türkiy e'de toplumsal hay at böy le bir gereksinmey i dayatıy or. Sanıy orum, bu y ükselişi gerçekleştirecek birikim de v ar. Bu birikim programlı bir hareketliliğe dönüştükçe, bir sanat hareketi sürekliliği de kazanacak ve kazanması gerekiy or. Mümkün olan bir şey zorunludur. Zorunlu olan bir şey aynı zamanda mümkündür.

cezmi ersöz yazar

Bugüne kadar sanatçı ve aydınların birlikte hareket etmesi, bazı sorunları birlikte göğüslemesi, katılımın ötesinde bir sorumluluk gerektiren etkinliklerde birlikte yer almasının örnekleri çok az. Bunun nedenleri sizce ne olabilir? Henüz sistemden beklentileri v ar bu insanların. Sistemle bazı ortak noktaları v ar. Sanatçı y apısı gereği bireysel düşünen bir insandır. Tamam bunu anlay abilmek mümkün ama ülkemizde dünyanın çok az y erinde görülebilen insan hakları ihlalleri y aşanıy or. Türkiye'de çok say ıda ay dın v ar, y etişmiş insan var, bence

13

ciddi bir sosyalist gelenek var. Ne dersek diy elim. Bu çokluğa rağmen Cumartesi Anneleri için destek olsun, diğer hak ihlallerine yönelik yürüy üş v e gösterilerde ay dınları çok az görüy oruz. Bunun nedenlerinden ilki ay dınların sistemle olan bağlarının güçlü olması, beklentilerinin güçlü olmasıdır. İkincisi ise güv ensizlik, ciddi bir güvensizlik v ar. Bu güv ensizliğin kay nağında yönlendirilme korkusunu görüy oruz. Bu insanlar birdenbire anlattığınız meclislerde, demokratik kitle örgütlerinde y a da ey lemlerde kendilerini bir grubun içerisine düşmüş, erimiş olarak görüy orlar. Bu onlara ağır geliy or v e doğal olarak hoş olmuyor. Bununla beraber bu tip örgütlenmelerde birtakım f raksiy onlar tarafından y önlendirileceği, kullanılacağı korkusunu taşıy or olabilir. Anlamak mümkün; çünkü maalesef bu tip y erlerde ne kadar iyi niyetti, özverili olursa olsunlar bir süre sonra belirli siyasi gruplar öne çıkmaya çalışıy or. İnsanlar oray a bireysel tekil inançlarıy la, öfkeleriy le geliyorlar. Bu yönlendirilme korkusu atılabilir. Ama tekrarlıy orum, maalesef belli bir süre sonra belirli gruplar öne çıkmay a, zemin elde etmey e çalışıy or. Bu da aydınlar için cay dırıcı bir etkendir bence. Asıl etken olan sistemle kurulan bağ da zay ıf lamıy or bu y üzden. Aydının sistemle kurduğu bağ onu zehirley en, ey lemsizleştiren ve yöneten şey dir. Oysa ay dın sisteme olan öf kesiy le ay dındır v e y aratıcıysa da sisteme olan öfkesiyle y aratıcıdır. Uy umluluk, uzlaşma çabası v e f aydacılık sanatçıy ı çerden öldürür. Aydın ne kadar dev letten uzaksa onun işi, araştırması, uğraşısı o kadar değerlidir. Dev lete yakın olacak, sistemle bağları olacak ve bununla birlikte ay dın v e sanatçı da olacak! Türkiy e şartlarında bu mümkün değildir. Ve üstelik komiktir. Ay dın radikal bir çıkış içinde değilse yok olur. Biz burda laf olsun diy e aydın diyoruz. Dev letle beraber olan sistemle iç içe olan insanın ay dın olma şansı zaten yok. Bu noktada bu kuşkuları v e bu sorgulamaları y apmak, bunları açık açık konuşmak ve bu korkuları gidermek için bu meclislere gelen insanların kendi olmalarını, kendi özgün iradeleriy le v ar olmalarını sağlayacak koşulları y aratmak lazım. Ürkek insan-

lar bunlar bir kere. Hemen en ufak baskıda, en uf ak bir çatışmada kendi düny alarına çekilecek insanlar bunlar. Bunlar sistemin yarattığı insanlar. Dolay ısıy la bu kuşkuları, bu kay gıları giderecek ilişki biçimlerinin v e zihniy etin oluşması lazım. Bunları y aratacak olan bizleriz. Bu ortamı y aratmamız gerekiy or. Aksi takdirde sağlıklı örgütlenmeler, meclisler oluşturamay ız diye düşünüyorum. Aydınlar ve sanatçılar arasında yaptıklarıyla yetinme, yaptıklarını sorumluluk noktasında yeterli görme gibi bir anlayış hakim. Böyle bir yaklaşım sizce doğru olabilir mi? Yapılanlar yeterli mi gerçekten? Y apılanlar önemli şey ler ama bunlar kay bolup gidiy or. Tek tek y apılan işler kay bolup gitmeye mahkumdur. Örgütlülük bu yüzden birikimin, sanatsal yaratıcılığın bir potada oluşması demektir. Biz ne devleti abartalım, ne de küçümseyelim. Bu dev let karşısında güçlü bir ay dın hareketi görmedikçe, güçlü bir sanatçı hareketi görmedikçe rahat hareket ediy or. Örneğin analar olmasay dı, Cumartesi Anneleri olmasay dı bu kazanımlar olacak mıy dı? Bu oluşumu y aratmadıkça hay ıf lanmanın bir anlamı y ok. Bunun adı pasifizm v e samimiy etsizliktir. Bu noktada er y ada geç bir oluşum, bir örgütlülük, ortak karar sonucunda bir irade oluşturulmalı. Burada o ortak iradey i konuşacağız. Bu kesinlikle gerekliliktir. Samimiy etsizliği, güvensizliği, korkuları v e kuşkuları gidermenin yolları olmalı, bu y olları bulmak gerekiyor. Çözüm için bence öncelikle diy alog gerekiy or. Ardından da açıklık. Ayrıca birisinin bir başkasına karşı-üstünlük duy gusuy la hareket etmesi hoş değil.' İnsanların birtakım f arklı aray ışlar içinde olmalarını, çeşitli beklentilerinin olmasını dikkate almak lazım. Biz y ıllardır bu ülkede insanların f ikirlerini değil de dav ranışlarını tartıştık. Biz f ikir tartışması y apmadık, siy asal tartışma y apmadık, biz kişilikleri tartıştık. Bu tartışmalarda insanların kişilikleri taciz edildi, kişilikleri y ıpratıldı v e y ıpranan kişilikler bugün geri çekildiler, gelmiyorlar. Herhangi bir toplantıya beş y a da on kişi geliyor. İnsanlara, o oluşumun içerisindeyken değer verilmiyor, çeki-


14

T A V I R MART 1997

lince de o insan duyarsızlıkla suçlanıp yargılanıyor. Bir üslup oluşturulup bu şekilde pasifize edilmiş, belki kişiliği incinmiş insanlara güv en vermek gerekiyor. Kim bilir belki de bu insanlar daha kararlı olabilirler. İnsanların y iğitlikleri f arklıdır. Bazı insanlar f ikri anlamda daha yiğit olabilirler. Bazı insanlar ey lemde yiğit olabilirler. Ruhsal cesaret diye bir tanım v ardır. Herkesin kendi içinde taşıdığı bir zenginlik v ar. Bunların ay rı ay rı değerlendirilmeleri gerekir. Tek bir insan tipi y oktur. Tek mücadele biçimi olmadığı gibi. İnsanların da renkleri var öyleyse gidelim gökkuşağını oluşturalım. Kimisi iy i y azı y azar, kimisi iy i düşünür, kimisinin gözü pektir. Ama kişilikleri y ıpratmay alım. Ben bugün pek çok olay a tanık oluy orum. Birisi kalkıy or onun kişiliğine ters düştüğüm için benim kişiliğimi taciz ediy or. Böy le olunca artık o kişiyle diyalog kurma şansım da ortadan kalkıy or. Y ıllar böy le geçti. Çok zaman kay bettik, pek çok kişiy i bu tartışmalar y üzünden kay bettik, çok mevkiyi bu y üzden kaybettik. Bunları konuşalım, insan psikolojisinden konuşalım, diy alog üzerine konuşalım, hatalarımızı konuşalım. İnsanların kendi özgür iradeleriy le varoldukları bu tartışmaların insanların kişiliklerini güçlendireceğini düşünüy orum. Ama biz hep tersini y apıy oruz, karşılıklı olarak kişiliklerimizi eziy oruz. Çeşitli sanat örgütleri var; yazarların bir sendikası var, sinemacıların bir sendikası var, dernekler var, çeşitli kurumlaşmalar var. Bu örgütlülükler de bir arada, ortak hedefler doğrultusunda çalışabilir mi ? î Bu kurumları yakından biliy orum. Çok pasif olduklarını, y ılda birkaç kez toplandıklarını, daha çok mesleki konularda bir aray a geldiklerini, birbirlerinden çok kopuk olduklarını, özellikle y önetilenlerle y öneticiler arasında büyük bir uçurum olduğunu biliy orum.- Meclislerde yeralacak insanların bu yapıların içine girerek bu y apıları harekete geçirmesi söz konusu olabilir. Bu tip kurumları motive etmek gerekiyor. İstanbul'da, Ankara'da büyük kentlerde herkes paramparça, bölük pörçük olmuş, atomlaşmışız. Sistem, insanları atomlaştırmış zaten. İnsanlar ekonomik sorun-

lar içerisinde boğulup gitmişler. Dolay ısıy la bu kurumlar da mesleki görev lerini, sendikal görev lerini, demokratik görevlerini y erine getiremiy or. Bu parçalanmanın önüne geçmek gerekiyor. Meclislerde bunun nasıl yapılacağı konuşulmalı bence. Meclislerin işleyişi ile ilgili somut önerileriniz var mı? Çeşitli komisy onlar olmalı, bu olmazsa dağılıy or. İnsanlar birkaç kez katılıp arkasını getiremiy orlar. Ama bunu y aparken bir emir komuta zincirinin oluşmamasına dikkat etmek gerekiyor. Herşey demokratik olmalı, bunun y anında mutlaka denetleme mekanizmaları olmalı. İlişkiler, harcanan emeğe göre şekillenmeli. Bu yönlendiril me kaygısının da çözü m yollarından biridir. Emek harcayan, sahiplenen ve politikalar öneren sanatçı, mecliste kendinden bir yan bulacaktır, bunun karşılığında sa mi miyet, değer bulacaktır. Ben popüler isimlerin, medyatik isimlerin sırf bu yanları nedeniy le y önetim mekanizmalarında y er alma ref leksini çok sağlıksız buluy orum. Kapitalist süreçlerin bizde bıraktığı bir y an bu. Bazı insanların kendi alanlarındaki özel başarılarını bu tip y erlere taşımasını, bu y erlerde de isimleri yüzünden birtakım kazanımlar elde etmek istemesini sağlıksız buluy orum. Bu yapı içerisinde kim ne kadar emek harcamışsa, kim ne kadar bey insel enerji harcamışsa, ne kadar özv erili olmuşsa ister istemez süreç içerisinde zaten öne çıkar. Bunun doğal bir süreci vardır. Zaten kapitalist sistem sürekli ay rıcalıklar üretiy or. Biz sistemin bu çarpıklığını meclise taşımay alım. Meclis içerisinde kimlerin yeralacağı konusunda kafanızda bir sınır var mı? Hay ır, bunu süreç gösterebilir. Şu anda bir şey söylemek mümkün değil. Birtakım korkuları, kaygıları olan insanları öne çıkartan, teşv ik eden, onlara cesaret veren bir y apı olmalı. Böyle olmay ınca bazı insanlara bakıy orsunuz, hemen siv riliy or, öne çıkıy orlar. O insanın meclis dışındaki ilişki biçimi bir anda oraya y ansıy or. Böy le olunca da "ben yaşamı değiştiremem" diy e bir duy guy a kapılıy orsunuz. Bu kez de kişilik problemleri ortaya çıkıy or ve insan-

lar uzaklaşıy orlar. Genel bir moral bo zukluğu var. Geçmişte bu tip bir çalış ma nın olu mlu örneklerinin olma ma sı, olu msuz düşüncenin en büyük etkenlerinden biri. Öncelikle insanlar kendilerini iy i hissetmeliler. Ayrıca herkes buralarda biraz erimey i göze almalı. Demokratik bir y apı başka türlü oluşmaz. Biz düşünsel anla mda birebir katılmad ığımız bir etkinliğin mecliste yapılması yönünde karar alındığ ında, bunun uygulan ması konusunda elimizden gelen tü m çabayı göstereceğimizi söylüyoruz. İnsanlar neden birbiriy le y arışıyor. Bizim derdimiz ne? Acaba birbirimize kişiliğimizi kanıtlamak mı? Y oksa birlikte bir şeyler yapmak mı? Ben, inanın ikisini ay ıramıy orum. Kişilik çatışmalarıy la, zaaf larla, otoriter ref lekslerle bir şey yapmak arzusu birbirine karışıy or. Çok hastalıklı ortamlar oluşuy or. Böyle y erlerde gerçek niy etlerimizi zaman zaman birbirine karıştırıy oruz galiba. Bunları konuşmak gerekiyor. İnsanların kendi olabildiği, kendini iy i hissettiği, "ben gerçekten bir şey yapıy orum", "gönülden bir şey y apıy orum" duygusunun y aratıldığı ortamları konuşmak lazım. Bu da birtakım doğal, insani meseleleri konuşmaktan geçiy or bence. Uzun y ıllar bu tip örgütlenmeler olacaktır, çalışacaktır, bu gruplarda insanlar emek harcay acaklardır. Gündemin yerini belirleyeceklerdir.


TAVIR MART 1997

15

KEM AL S AHİR GÜREL

Susurluk, Sanatçıları da Bir Araya Getirdi

KAMYON ATELYE SANATI

S

usurluk'ta meydana gelen kamy on-Mercedes kazası, onlarca y ıllık kontrgerilla gerçeğinin bir anda gözler önüne serilmesini sağladı. Ortay a çıkan kontrgerilla gerçeği, halkın tüm kesimlerinin tepkisini çekti. Çeşitli kesimlerden y ükselen tepki, onlarca y ıldır halklarımızın özerinde her türlü zorbalık, sömürü v e sef alet uygulamalarını en v ahşi biçimde gerçekleştirenlerin v e onların y ürüttüğü f aaliyetlerin açığa çıkarılması, suçluların y argılanması y önündeydi. Susurluk'takiler

Halkın Sanatına da Düşman Susurluk'takiler, İy iyi v e güzeli, haklıy ı ve doğruyu temsil eden ne varsa hepsine düşman olmuştur. Y ıllardır halkımız üzerinde baskı v e terör estirenler onlarca aydını cezaev lerine hapsetmiş, susturmaya çalışmış, susturamayacağını anladığı birçok aydını da katletmiştir. Maraş'taki, Sivas'taki katliamların sorumluları, bugün ortaya dökülenlerden de öğreniy oruz ki, halkın sanatçılarına da y önelmişlerdir. İşkencey i haklı görenler, f uhuşu yay gınlaştıranlar, kara para aklayanlarla, sanatçıları susturmaya, seslerini boğmaya çalışanlar aynı y apının

uy um içinde çalışan iki parçasıdır. Ruhi Su, yurtdışında tedav i olması gerektiği için pasaport almak istemiş, f akat bu talebi engellenmişti. Oysa aynı güçler, sözde aranır durumdaki onlarca katile 'Y eşil Pasaportlar' v e sahte ev raklar düzenleyebiliy or, onların halka düşman karanlık f aalliy etlerini bizzat kendi kurmaylığında v e denetiminde yürütüyorlar. Y ılmaz Güney sinemadaki gerçekçi ve uzlaşmaz tav rı nedeniy le, uzun y ıllar tutsak edilmişti. Düşünen, üreten ve halkını seven bütün sanatçılar, kontrgerilla işkence haneleri, sokak ortasında katledilme, mahkeme koridorları, hapishane duv arları


16

TAVIR MART 1997

uy gulamalarıy la y ıllarca y üz y üze yaşamak zorunda bırakıldılar. Y akın tarihte araştırmacı, y azar ve Kürt halkından biri olan Musa Anter de böy lesi bir katliam sonucu gözlerini y umdu hayata. Geçtiğimiz günlerde basından itiraflarını okuduğumuz Murat Demir v e Murat İpek isimli iki itirafçı, Anter'i nasıl öldürdüklerini, emri kimlerden aldıklarını ay rıntıları ile anlatmışlardır.Tiy atro oy uncusu Ayşe Gülen, kontrgerilla operasy onlarında adı geçen "1000 operasy on"dan birinde inf az edildi. 80 öncesi Bedrettin Cömert, Susurluk'takilerin namlularından boşalan kurşunlarla katledildi. Kısacası bu ülkenin aydın bey inleri gerçekleri y azmasın, türkülemesin, resmetmesin diye y ıldırılmay a çalışıldı. Onlarca sanatçı, 12-Eylül'ü soğuk zindan duvarlarını soluyarak geçirdi. 80' li y ılların ortalarına gelindiğinde, birçok sanatçı için konser verebilmek dahi mümkün değildi. Demokratik hakların, devrimcidemokrat muhalefetin gücüyle henüz y eni y eni kazanılmay a başladığı y ılların ağır bedellerini ay dın ve sanatçılar da sırtlarında taşıdılar. Konser y asakları, sansürler, toplatmalar, kovuşturmalar,hapis cezaları v e işkencelerle göğüslediler gelen günleri. Bunun için, Susurluk'ta açığa çıkan herşeye duyulan tepki sanatçıların, ay dınların da göstermesi gereken tepkidir. Y apılan her ey lemlilik, gösterilen irili uf aklı her tepki özgür düşüncey e, özgür ve halk için sanatsal y aratıya v urulan zincirin hesabını istemektir. Susurluk'takilerden hesap sorulmasının ilk adımı, aydın v e sanatçılar arasında oluşturulacak bir birlikteliktir. Zaten y ıllardır ay dınsanatçılarımızın bir aray a gelememesi, seslerini etkili biçimde hay kıramay ışı güçlendiriyordu çeteler iktidarını. Sanat ay dınlanmadır. İnsan ruhundaki güzelliklerin if adesidir. Y aşama duy ulan isteğin, sömürüsüz, kardeşçe bir hayatın dile getirilmesidir. Bu nedenle, karanlığı egemen kılmay a çalışanlara sanatın diliy le, ay dın-sanatçı cephesinde de bir aray a gelerek güçlü bir y anıt verilmeliydi. Ortak hareket etmek bir zorunluluktu. KAS Nasıl Oluştu? Aralık ay ının ortalarında, bizlerin

önerisiy le başlayan ve Susurluk gündeminden adım atmaya başlay ıp, giderek daha uzun erimli bir birlikteliği hedef ley ecek olan bir aydın-sanatçı oluşumu için çalışmalar başlatıldı. Ay dınlar ve sanatçıların geniş bir şekilde katılabilmesi için öncelikle çağrıcı bir grup oluştu: Mazlum Çimen, Emin Karaca, Y usuf Çetin, Ahmet Soner, Nur Sürer v e Kemal Sahir Gürel'den oluşan grup, tüm sanatçıların konu üzerindeki düşüncelerini ay nı potada buluşturabilmek için 17 Aralık 1996 günü BİLSAK ta bir aray a gelme dav eti çıkardı. Dav et, ilk toplantıda 32 sanatçıy ı bir araya getirdi. Toplantıda TY S Genel Sekreteri Emin Karaca, Grup Y orum elemanı Kemal Sahir Gürel v e Sine-sen Y önetim Kurulu üyesi Ali Y aylı, Divan'ı oluşturdular. Toplantıda, geniş bir katılımla zenginleşen birçok öneri hep birlikte tartışıldı. Bunlar, temel başlıklarıy la şöy ley di. Ülke içinde v e dışında geniş bir etki sağlamay a yönelik her türlü sanatsal etkinlik örgütlemek v e suç duy urusunda bulunmak. Ayrıca "İtham ediy oruz!" başlıklı, kökeni ony ıllara day anan kontrgerilla uy gulamalarının sorumlularına v e icraatlarına y önelik bir metnin oluşturulması, bu metnin kamuoy una sunularak bir kampany a başlatılması önerildi. Y ine, toplumda kay gı v erici bir durumda ortay a çıkan bir karşılık, bir tepki olarak tanımlanan v e toplumsal işleyiş yasasını anlamay a y ardımcı olan, kötü sonuçlardan kurtulma isteğini kollektif bir tarzda dile getiren v e kendi içinde tiy atral öğeler taşıy an 'Ritüeller' y oluy la halkla iletişim kurmak için bir "Kamy on Şenliği" önerisi getirildi. İlk toplantıdan çıkan tek karar, Oturma Ey lemi'ne her hafta katılma kararıy dı. İlk toplantının ardından, sanatçılar "Oturma Ey lemi"ndeydi. Kay ıp analarından Elif Tekin oğlu Düzgün Tekin'in giysilerini sanatçılara teslim etti. Sanatçıların bir kısmı, Genel-iş Sendikası'nın İstanbul'da düzenlediği v e 1500 kişinin katıldığı "Kemal Türkler'i Anma Gecesi"ne destek vererek, Düzgünün elbiselerini kuşanıp duy arlılıklarını başka y üreklere taşıdılar. Bu elbise, her hafta gerçekleştiri-

len oturma ey lemlerinde başka bir sanatçıya teslim edilip elden ele taşınacak v e her etkinlikte kay ıpları, işkenceleri yaratanların suratlarına indirilen bir tokat olarak gelenekselleşecekti. İkinci toplantı, istiklal Caddesi'nde bulunan İktisatçılar Lokali'de 21 Aralık'ta gerçekleştirildi. Bu kez daha geniş bir sanatçı katılımıy la yeniden değerlendirme y apıldı, program çıkartıldı. 1996'y ı 97'y e bağlayacak olan 31 Aralık günü, yeni y ıla daha umutlu girmeyi hedef leyen sanatçılar, y ılın bu son gününde gerçekleştirilecek "Kamy on Şenliği"ni önlerine koy dular. Sanatçı Bilgesu Erenus'un y azdığı v e ortaoy unu tarzındaki bir metin üzerinde y eni düşünceler geliştirildi. Bu oy un, etkinleğe katılmay ı düşünen tüm tiy atro grupları taraf ından, farklı y orumlarla sahnelenecek v e şairler, müzik grupları, müzisyenler ile konuşmacılar ise şenliğe bütünley ici tarzda katılım sağlay acaklardı. Dev let bir kertenkeleydi. Susurluk kazası ile y ıpranmış kuy ruğunu bırakarak herkesi oy alamay ı, kopmuş kuyruğu izley en seyirciler haline getirmey i istiyordu. Oysa kertenkelenin kuyruğunu değil, başını y akalamak gerekliydi. Oy unun muhtev ası bu ana temadan oluşuyordu. Sonraki toplantılar, Opera v e Bale oy uncularının v akf ı olan TOBAV Lokali'nde gerçekleştirildi. Burada şenliğin teknik detayları v e iş bölümü şekillendirildi. İlerley en günlerde bu birlikteliğe isim bulmanın gerekliliği tartışılmaya başlandı. Çünkü bu oluşum etkinlikllerini, kendini if ade edebileceği bir isimle duyurmalıydı. İsim konusu uzun bir tartışmay a y ol açtı. Toplantıda "Kamy on Ately e Sanatı", "Mahalle Sanatçıları", "Işığı Taşıy anlar", "Kirliliğe Karşı Sanatın Sesi" gibi belli başlı öneriler oy lamaya sunulmuştu. "Kirliliğe Karşı Sanatın Sesi" oy lamada en baskın benimsenen öneriy di. Ancak "Kamyon Atelyesi Sanatçıları" önerisini ısrarla destekley en bir grup sanatçıy la ortak bir görüş sağlayamamamıza rağmen, tartışmaların kısır döngüy e dönme-, sinden duy duğumuz rahatsızlık sonucu "Kirliliğe Karşı Sanatın Sesi" önerimizi geri çektik. "İlle de benim dediğim olsun" zihniy eti, kimden gelirse gelsin, ortak


TAVIR MART 1997

noktaların birleştirilmesi gereken bir ortamda dayatmacılık demektir. Biz bu day atmacılığa karşın, önü açılabilecek bir birlikteliğin ilk aşamada tıkanmaması gerektiği düşüncesiy le hareket ettik. Ancak, tüm birlikteliklerde v e bu birlikteliklerin çeşitli aşamalarında day atmacılığı reddettiğimizi de belirtmek gerekiy or. Şunu da belirtmekte yarar var ki, sanatçılar birlikler yaratma v e bu birlikleri sağlamlaştırma noktasında çok yeni. Bu tarz birlikteliklerde,birçok deney yeni kazanılacağı için, elbette ki her şeyin mükemmel bir zeminde y ürütülmesi mümkün değildir. Şunu da biliy oruz; başlangıçta düşünce sistemi bazındaki ayrılıklar, farklı kavray ışlar ve oluşumlar sebebiy le oturmamışlıklar olacaktır. Doğru bir işley iş v e ifade, birlikteliğin çalışma gücü ve enerjisi içinden çıkacaktır. Ve y ine, elbette ki herkesin kendine özgü bir düşünce tarzı, y aklaşımı olacaktır. Ama sorun, bunu demokratik bir tarzda ifade edebilme v e karar altına alabilmektir. Herkes ortay a çıkan sonuçtan tatmin olmay abilir. Ama genel eğilim ne ise, bu, eğilimi herkes tanımalıdır. Aksi takdirde herkes, kendi benimsediğini "Salt kendi düşündüğü onaylanmadı" diy e reddedebilen v e birlikteliği dağıtıcı, daraltıcı y aklaşımlar gösterebilecektir. Sanatçılar bu olgunluğu göstermelidir. Toplantılardan çıkan kararlardan biri olan y eni y ıl şenliği için adımlar atmay a başlay an Kamy on Ately e Sanatçıları-KAS Şenliği, 31 Aralık günü geniş bir programla Beşiktaş'ta gerçekleştirdi. Saat 13.00'ten y aklaşık 18.00'e dek süren şenlikte müzik ve tiy atro grupları, şairler ve yazarlar y eraldı. Şenlik, meşalelerle, "Bin Operasyon Aydınlansın" sloganlarıy la halay lar çekilerek bitirildi. Bu şenlik KAS'ın ilk ciddi etkinliği oldu. Böy lelikle, tartışılan program sadece kağıt üzerinde kalmadı v e büy ük bir etkinlik el birliği ile hay ata geçirildi. Oldukça yoğun bir sanatçı katılımı ile, böylesi bir şenliği kotarmak motive edici, sevinç verici ve güv en aşılay ıcıdır. Uzun bir süredir; kapalı bir mekanda değil, sadece basın açıklaması okuy up yetinerek değil, sanatsal yaratıcılığı katarak, üreterek böy lesi bir etkinlik sanatçılar taraf ından ortaya konulamamıştı.

17

Sanatçılar, kendi emekleri ile gerçekleştirdikleri bu şenlikte özgüçlerine güv enmeyi de öğrenmişlerdir. Daha önceleri, ortaya konulmak istenen birçok duy arlılık y asak savma biçiminde ortaya konulmuş, cılız kalmış v e kitleler üzerinde etkili,ses getirici bir işlev görmemişti. Bu kez kollektif bir çalışmay la hayata geçen v e yeni bir ütretimle kendini sunan bir çalışma ortaya çıkartılmıştır. Bu nitelikleriy le pek çok olumluluğa da sahiptir. Güzel geleneklerin başlangıcı y apılmıştır. Ama şenliğin hazırlanışından, iş bölümüne, duyurusunun yapılmasından sorumlulukların ortak şekilde omuzlanmasına kadar bir dolu eksikliği de y ok değildir. Bunların bazıları 'ilk deney' olduğu için bir ölçüde 'acemiliğimiz' olarak değerlendirilebilir. Hataları olmay an, ideal bir organizasy onu başarmak zaten mümkün değildir. Ancak, gerek katılan bazı sanatçıların (KAS'ta da y er alan) "ben sahnede y er alırım, görevimi tamamlarım"a denk düşen y aklaşımları, gerekse de f arklı kültür merkezlerinin öneriy e, geldiğinde herkesten f azla söz söy leme isteğine karşılık, olay ın emekçiliği noktasında y eterli duy arlılık v e sahiplenmey i göstermemeleri eleştirilmesi gereken bir y andır. Bu etkinlik, "hepimizin" ortak emeğiyle hazırlandı" diy orsak, başından sonuna dek tüm ay rıntılarına v akıf olabilmeyi de hedef lemek gerekirdi. Etkinliği sahiplenmek için, başından sonuna dek etkinlik alanında bulunmak gerekir. Y oksa, bugüne dek onlarca şenlikten programımızı bitirip ay rıldığımız da oldu. Ama bu şenlik bizim şenliğimiz; onu bizim emeklerimizin ürünü olarak görmek gerekir. KAS oluşumu, ülke sorunlarını ciddi anlamda sahiplenmek isteyen sanatçıların katılımıy la oluştu. Geçmişteki birlik, platform deneylerinin aksine, laf değil iş üreten bir yapı olma özelliğini gösteriy or. Sanatçıların bu oluşumu geliştirme istekleri görülüy or. Oysa bugün için yapılanlar yeterli görülmemelidir. Bu istek daha da programlı, canlı v e üretken bir aşamay a taşınmalıdır. Demokratik bir işleyiş tarzını içselleştiren, herkesin kendini ifade etme ve katılım olanaklarını sağlay an, güv en ilişkilerini geliştiren v e daralan değil gün geçtikçe daha da genişley en, genişlediği

noktada da anlay ışını netlikle ortaya koy an bir perspektif i hay ata geçirebilmelidir. KAS, bugün kendi kabuğuna hapsolma, daralma gibi bir tehlikey le karşı karşıy adır. Bunu da aşmak için KAS'ın hedef lerinin tüm sanatçıların hedef leri olduğunu, taleplerimizin ilerici, demokrat tüm sanatçıların talepleriy le kesiştiğini özümsemek ve sanat çevrelerine kav ratmaktan geçiyor. Hepimiz, geçmişin birlik deneylerinin olumsuz noktalarını irdeleme cesaret ve açıklığını gösterebilmeli, ön açıcı v e geliştiren tarzda olumsuzlukları sorgulay ıp, doğru v e sağlıklı olanı y akalamalıy ız. Demokratik bir işleyiş ve herkesin kendisini özgürce if ade edebilmesinin zeminini y aratılamadığı ortamlar her zaman daralma tehlikesi yaşayacaktır. "Ne y apalım gitmişlerse, programımızı kalanlarla götürürüz" anlay ışı doğru bir y aklaşımı içermiyor. Mesele, kimi sanatçıların bir şey ler yapma isteği olmay an', coşkusuz insanlar olması değildir. Onların önerilerine değer v eren ve birlikteliği sahiplendiren bir anlay ış taşınmalıdır. Oysa katılan sanatçılar kendileri dışında daha geniş bir katılım olması için çaba göstermemişlerdir. Bu bizi kendimizle sınırlandırmıştır. Tanınmış olsun vey a olmasın, daha birçok ay dın v e sanatçı bu birlikteliğe davet edilmeliydi. Herkesin, ay rı zamanlarda da olsa, zamanları v e birikimleri ölçüsünde bu birlikteliğe katabilecekleri çok şeylerin olduğuna inanıy oruz. KAS, içinde y er almay an sanatçılarla da önlerine ortak programlar koy abilmelidir. "Birliktelik genişlerse daha da şekilsiz bir oluşuma y ol açar" kaygıları y er yer taşınmıştır. Oysa sorun bu da değildir. Birliğin y apacağı şey ler, herkesin ortaklaşa yapabilecekleri şey lerdir.Hedeflerimizde, programlarımızda ortaklaşabilmek, sanatsal bir duy arlılık üzerinde y ürüterek sonuç alabilmektir olması gereken. KAS oluşumuna iddialar yükle miy oruz. Ama bu say dıklarımız ölçüsünde geliştirildiğinde kısa zamanda güçlü ve ses getiren büyük bir sanatçı örgütlülüğüne dönüşeceğine y ürekten inanıy oruz.


18

TAVIR MART 1997

AYŞE GÜ LEN HAL K SA H NESİ BİLGES U EREN US

BAŞINI DEĞİL, KUYRUĞUNU VEREN KERTENKELE kişiler

Yardak Usta Kertenkeleyi canlandıran bir oyuncu aksesuarlar

Kertenkele için yeşil bir giysi 1 adet siyah gözlük 1 adet fötr şapka 1 adet eşarp 1 adet takke 1 adet pastav Davul, zurna Üzerinde Uyuşturucu Ticareti/Kadın Ticareti/Silah Ticareti Kara Para/Aşiret-Mafya vs.yazan küçük bez afişler ve siyah boş dövizler... (Davul, zurna çalmaya başlar.) Y ARDAK- Başlıy oor! Başlıy oor! Oyunumuz başlıy ooor! Koş ahali koş! Sine-i v atanda uyutulanlar! Zam üstüne zam y iyenleri İktidar ve muhalefetgiller family asından yeşil kertenkelenin akıl almaz macerasını birde bizden seyretmeye koş! Söy ledikçe unutanlar Hem söyleyip hem unutanlar Asrın politik mucizesi Zoru görünce Baş yerine kuy ruk sunan Marif etli kertenkelenin sey rine koş! Ey gözleri, dilleri bağlananlar! Gönülleriniz de bağlanmadıy sa eğer Aklın özgürlüğüne koş! İktidar ve muhalefetgillerden yeşil kertenkelenin Akıl almaz macerası başlamak üzere!

Koş ahali koş! Başlıy oor! Başlıyoor!... da, bizim usta nerede kaldı y ahu! (Ustayı arar) Ustaa, Ustaaaa! Neredesin usta!... ' USTA- Destuur, geldiiim!


TAVIR MART 1997

Y ARDAKNeredesin, göremiy orum seni? USTA- Y üküm v ar, dur. geliy orum. Of, aman bir y oruldum ki... Y ARDAK- Nerede kaldın usta? USTA- Hiç sorma Y ardak. Memleketin bu hali dilimi, damağımı kuruttu, içimi yaktı. Vardım Susurluk'a bir ayran içtim. Y ARDAK- Oh, af iyet olsun ustam. Güzel miydi bari ay ran? Bana da getirdin mi? USTA- Ay ran güzeldi güzel olmasına ama neler geldi başıma neleri Sana da başka bir şey getirdim. Y ARDAK- Ne getirdin usta? Nedir bu yanındaki? USTA- Sonra anlatırım. Hele bir tut ucundan da kamyonun üstüne alalım şunu. Y ARDAK- Isırmasın usta! USTA- Zaten bu mahlukat seni, bizi senelerdir ısırıy or. Tut bakay ım ucundan. Y ARDAK- Çok ağır usta. Hem bu çıkmamak için direniyor. Korkuyor sanki. USTA- Anladım ben, kamyondan korkuy or. Korkmaz mı? Neler gelmiş başına. Hele bir çıkaralım anlatırım sana, neden korkuy or kamy ondan. (Sahneye çıkartırlar. Kertenkele silkinir. Kaçışırlar. Yardak, Usta'nın arkasına saklanır.) Y ARDAK- Aman usta, nedir bu? USTA- Neye benziy or sence? Y ARDAK- Şeye benziy or... şey e... bu... bu bir y ılan! USTA- (Pastavla başına v urur) Bilemedin. Y ARDAK- O zaman... bir timsah bu! USTA- Gene bilemedin. Y ARDAK- Eee... şey... hah, bu birf il! USTA- Oha! Bak yardak! Bu bir ker - ten - ke - le! Anladın mı? (Yardak ustayı bırakır. Usta düşer.) Y ARDAK- Haa! Anladım! Desene, Ker - ten - ke - le! Nereden buldun bunu usta? USTA- Dedim y a, memleketin durumundan içim kavruldu, ağzım dilim kurudu. Vardım geldim Susurluk'a bir ayran içmeye, içtim ay ranımı güzel güzel, koy uldum yola. Y olun kenarından, ağaçlar altından y ürürken iniltiler geldi kulağıma. Ama ne inilti! "Vah benim kara paracıklarım! Vah benim toz esrarcıklarım, kokainlerim, kumarhanelerim! Vah benim ihalelerim, kaçak silahlarım! Oy benim bacım, oy benim hacım! Oy benim kara gözlüklü oğluum, patlak gözlü oğluum!" der, der inilder aha bu kertenkele. Vardım y anına sordum; "Nedir bu halin kertenkele?". "Sorma!" dedi. Koccâ bir kamy on geçmiş kuyruğunun üzerinden. Canı bir yanıy or, bir y anıy or ki, kıv ranıy or. Kıv rım kıv rım kıv ranıy or. Ben de tuttum kuy ruğundan getirdim. Görsün millet, alsın ibret diy e. Y ARDAK- O zaman usul benden... USTA- Marif et bizden, başlayalım! Y ARDAK- Koş ahali koş! Hiçbir v akit say ılmayıp Y alnızca nüf us say ımından say ımına Say ılan Say ınlar... Ey Susurluk Kaza'sı Sakinleri! USTA- Hala ne oldu, ne bitti, ne olacak diyorsan eğer Sürüngenler içinde bir sürüngen Y eşil kertenkelenin marifetine kulak ver! Y ARDAK- Kulak vermek de y etmez Susurluk Kaza'sı sakinleri olarak Kulağına küpe et!

19


20

T A V I R M A RT 199 7

USTA- Kulağa küpe de yetmez Hem gözünü, hem gönlünü dört aç ki, Aklın başından gitmeye! Y ARDAK/USTAKoş ahali kooş! (Müzik) Dinley in arkadaşlar Bir öy kümüz var size Susurlukta geçiyor ibret-i hikay e" Öy kümüz çok karmaşık Hem karışık hem çok açık Susurluktan geçiyor Kamy onlu adalet Hey! Kamy onlu adalet Kertenkele kertilmiş ' Kuy ruk hafif ezilmiş Ne pislikler akıy or Kertenkeleden Kertenkelenin başı Akar timsah gözy aşı Kuy ruğu feda etmiş Kimdir bu işin başı (Yardak ve Usta kertenkelenin sırtındaki çuvalı alırlar. Usta çuvalı açıp sırasıyla fötr şapka, takke, eşarp, kara gözlük ve bir palto çıkarır. Yardak sırasıyla Demirel, Erbakan, Çiller, Ağar ve Sabancı'nın taklidini yapar. Her taklit arasında son dörttük tekrarlanır.) DEMİREL- Şimdi... Susurlukta bize ayran ikram etmişlerde biz içmemiş miyiz? içmiy oz mi demişiz? Binanaley h bu işin başı kim diy e soracak olursanız... vallahi ben değilim! ERBAKAN- Beniz azim izley icilerim. Bu Susurluk kazası ile ilgili benim söy leyeceklerim... bunların hepsi fasa-fisodur. USTA- (Bir gazeteci gibi yanına gelip sorar) iyi de Hocam, y a bu arabadakiler... sonra arabada çıkan uy uşturucu, silah, susturucular?.... ERBAKAN- Hadi ordan! Hadi ordan! ÇİLLER- Benim içiin, iktidarım içiiin, kurşun atan daaa, y iyen deee kahramandııır, şereflidiiir, hatta kahraman şeriftiir. Benim özel timcileriiim, polisleriiim! Ben sizin ananızııııım, bacınızıııım... bir sorununuz olursa bana geliin, gelmezseniz darılırının!... AĞAR- Siz benim hay al ettiğim Türkiy e'y i tahmin bile edemezsiniz. Ben bu hayal için "bin operasyon" yaptım. Benim kimsey e verecek hesabım yoktur. Y aptığım her şeyin hesabını v eririm. (Silahını izley iciye tutarak) Vermişimdir de). SABANCI- Benim anam ekmeği şöy le alır idi, arasını da şöy le y arar idi, tereyağını içine sürer idi, sonra biz de o terey ağlı ekmeği Susurlukta çam dibinde yir idik, yir. Aman çocuklar aman! Biraz dikkatli olun! Dikkatli olun! Karşıdan karşıy a geçer iken sağınıza bi bakın, sonra solunuza çok dikkatli bakın. Sağa tekrar bakın ama sola çok daha dikkatli bakın. Eğer ki karşıdan bir kamyon geliyor, sakın ha geçeyim demeyin, gerekirse orada yatın ama sakın geçmeyin. Sonra anamın tereyağlı ekmeğini nasıl y iriz? Aman çocuklar aman!... Y ARDAK- Usta be, bu kertenkele ne kertenkeleymiş? USTA- Bak y ardak! Aslında kertenkele dediğin bir zav allı mahlukat. Oturur dal üstünde, duv ar üstünde Güneşi sey reder yumuşak y umuşak Koşturur otlar üstünde çabucak çabucak Ama bu kertenkele v ar y a, bu kertenkele... Çöreklenir halkın üstüne, milletin üstüne Koşturur o ihaleden, bu kumarhaneye çabucak çabucak. Sonra da indirir mideye yumuşak y umuşak Y ARDAK- Aman usta, bu nasıl bir kertenkele? Buna dense dense ya "kertençete" denir y a da "kontrkele"! USTA- Benzetmen çok münasip y ardak.


TAVIR MART 1997

Y ARDAK- Y a usta, saldırmasın üstümüze bu mahlukat teşhir ettik diy e. Bak! İşte kıpranmaya başladı bile. Ne y apa cağız usta? Kaçacak gibi. USTA- O halde kaçırmayalım, y akalay alım! (Ayrılırlar, kertenkelenin iki yanına geçerler. Davul ritmiyle kertenkeleyi yakalamaya çalışırlar.) Y ARDAK- Usta! Bu bana çok kötü bakıy or. USTA- Sen de ona kötü bak! Y ARDAK- Neresinden tutay ım usta? Başından mı, kuy ruğundan mı? USTA- Neresinden tutarsan tut! Y ARDAK- Y akaladım usta! (Usta, yardağa yardım eder, ikisi birden kuyruğundan çekerler.) USTA- Çek, çek! Y ARDAK- Çok güçlüymüş bu usta. USTA- Eee, demiştin ya kertençete bu, y a da kontrkele. Kolay değil, çek, çek! (Kuyruk yardağın elinde kalır.) Y ARDAK- Aaa! Usta kuyruk elimde kaldı. Öff, ne biçim kokuyor bu? Lağımdan beteri USTA- Lağımdan da beter. Aç bakalım içini ne çıkacak? Y ARDAK- Sıkıy sa gel, sen kendin aç! USTA- Aç, aç! Y ARDAK- Açıy orum ha! Bari örtülü ödenek çıksa da altından hep birlikte, nasiplensek. Ama nerde bizde o şans! USTABize çıksa çıksa elinde topu, tüfeği milli beraberlik ruhu çıkar! (Yardak kuyruğun içinden bez dövizleri sırayla çıkartıp ustaya verir. Usta bezleri açar, seyirciye gösterir. Yardak üzerinde yazanları okur ve her seferinde iğrenir.) Y ARDAK- Y a usta, daha çok kalabalık bu kuyruğun içi. USTA- Y eter bu kadar yeter. Anlaşıldı ne menem bir kertenkele olduğu. Ve marifeti de anlaşıldı. Görüyor musun ye niledi kuyruğunu. Bak y ardak! Demek ki kertenkeleler herhangi bir tehlike karşısında kurtulmak için feda ederler kuy ruk larını. Ama gördüğün gibi y eniden y aparlar. O halde, kertenkeleyi kuy ruğundan değil, basıdan yakalayacaksın. Böy le kertenkelelerin ise başını ezeceksin. Y ARDAK- Peki usta, bu durumda ne denk? | USTA- "Bir ceza istiyorum!" denir. (Fon müziği) Ölüler adına Bizim ölülerimiz adına Bir ceza istiy orum Vatana kan sıçratanlara Bir ceza istiy orum Bu ateş emrini v eren cellatlar için Bir ceza istiy orum Bu suçla iktidara gelen hain için Bir ceza istiy orum Can çekişmey i başlatanlar için Bir ceza istiy orum Bu suçu savunanlar için s^y Bir ceza istiy orum Kanımızı emmiş ellerini bana uzatsınlar istemiy orum . Bir cezaistiy orum Onları burada, bu yerde, suçlu ve hüküm giymiş olarak görmek istiy orum Bir ceza istiy orum. USTA- Sürçü lisan edip doğadaki sürüngenlere karşı bir kusur işledikse af ola Bizim hesabımız doğada neşeyle koşturan kertenkele dostlarımızla değil.Bizim hesabımız alçaklığı, ihaneti, y alanı refleks edinmiş böy lesi kertenkelelerle. Y ARDAK- Ey ahali! Duy duk duymadık demey in! Oy unumuzu Kamyon Sahnesi aracılığıy la en ücra semtlere kadar taşımay a kararlıy ız. USTA- Onlar söyledi, ben unuttum demek istemiy orsanız, Bizden v e birbirinizden ay rılmay ın sakın! Ne demişler; "Birlikten kuvvet, birlikten güç doğar." Y ARDAK- Bir elin nesi var? İki elin sesi v ar!...

21


22

T A V I R MA RT 19 97

HÜSEYİN KARA BİR İNSANIN TANIKLIĞINDA GAZİ AYAKLANMASI:

"OKMEYDANI O GECE HİÇ UYUMADI"

S

aat 8.30 civarlarıydı. Dükkanı kapattım, yukarıya Şark Kahvesi'ne doğru çıktım. Baktım bir kalabalık var. "Neyin nesi bu? " dedim. Dediler ki, "Gazi Cemevi'nin Dede'si öldürülmüş." Duyan gelmiş. O anda 25-30 kişi kadar vardı kalabalık. Gazi'ye gideceğiz diyorlardı. Bunun şahsi birşey olmadığını da tahmin etmiştim. İçim bir anda bir öfke doldu; bir an önce Gaziye ulaşmak istiyordum. Ne olup bittiğini gözlerimizle görmek istiyorduk. Gidelim, görelim ve döndüğümüzde herkese anlatalım dedik. Bu olay böyle kapatılmasın diyorduk. Eve haber bile vermedim. Taksilere atladık ve yola koyulduk. Ben takside bir arkadaşımla birlikteydim. İki takside aile vardı. 5-6 taksi takip ediyorduk birbirimizi. Su Deposu'nu geçtikten sonra dörtyol lambalarına geldiğimizde durdurdular bizi. P olisler barikat oluşturmuşlar, yolu kesmişlerdi. Hepimizi taksilerden indirdiler, aradılar. "Nereye gidiyorsunuz? " dediler. Anlattık; kahve taranmış, Cemevi'nin Dede'si öldürülmüş, yaralılar varmış, burada bizim akrabalarımız yaşıyor, endişeliyiz, öğrenmeye gidiyoruz... Bize "Öyle birşey yok, geri dönün" dediler. Bizi geri döndürdüler. Biz de Karakol'un sağındaki dereden geçerek girdik mahalleye. Bataklıktı dere. Dereden geçtik ve Karakolun arka tarafından, sokak aralarından yürüyerek Karakol'un diğer tarafına çıktık. Bulunduğumuz yer kurşunlanan kahveye yakındı. Cadde üzerinde büyük bir kalabalık vardı. Yüzlerce insan toplanmıştı ve giderek de çoğalıyorlardı. Herkes çok öfkeliydi. P olisler, Karakol'a giden yolu kesmişler ve kalabalığı dağıtmak için havaya ateş açıyorlardı. Halk kahveye doğru yürüyordu. Her taraf zifiri karanlıktı. Kimse kimseyi görmüyor, tanımıyordu. Akrabalarımı düşündüm. Bir an önce onlara ulaşmak istiyordum. Mahalle değiştirmek imkansızdı. Polisler halkı engellemek istiyor, halk da ellerine ne geçmişse, taş, tahta, süpürge sapı gibi

şeyleri onlara fırlatıyordu. P olisler o anda halktan daha kalabalıktı ama engelleyemiyorlardı. Saat gece 12'ye varmıştı neredeyse. Bizse herhalde yedibin kişiyi geçmiştik. Kahveyi polislerin kurşunladığı söyleniyordu. Bence bu bir tahmin değildi. Herkes o kadar emindi ki... O saatlerde panzerle saldırmaya başladılar. Üzerimize geliyordu panzerler. Ama tam tersi yan sokaklardan sürekli insan akıyordu. Biraz endişe de vardı. Onca gürültü, silah sesi, panzer sesi içinde insanlar yakınlarım arıyorlardı..Çok yaşlı bir ana vardı. Yarı felçliydi. Bir sokak lambasının altında durmuş çocuğunu arıyordu. İnsan o seslenişi duyunca daha bir öfkeleniyor. Anayı kalabalıktan ayırıp geri döndük. Saat l'i bulmuştu. O gün halk pazarı var mıydı bilmiyorum ama bir pazar sokağının yanından geçerken, oradaki sandıklardan tahtalardan bir barikat oluşturulmaya başlandı. P anzerden ise ateş açılıyordu. Bir yandan bir panik yaşanıyor, bir yandan da "Katillerden Hesap Soracağız", "Yaşasın Halkın Adaleti", "Yılmak Yok" gibi sloganlar atılıyor, "Toparlanın, kaçmayalım arkadaşlar" diye gençler bağırıyorlardı. Bir fırsatını bulup akrabalara gittim a ma hepsinin kapıları kapalıydı. Kimseler yoktu evde. Dışarıda da kimseyi göremedim. O saatte oradan çıkmayı düşündüm. Yanımda bir arkadaş daha vardı. Diğerlerini kaybetmiştik. Oradan arabayla giriş ve çıkış mümkün değildi. O gece dışarıdan gelen bir sürü insan Gazi'de kaldı. İnşaatlarda bile kalanlar oldu. Bizse Alibeyköy barajından çıkmayı düşündük. Ön tarafı mız ay ışığıydı. Tepeden aşağı barajlara indik, ileride TEM yolunun üst geçit köprüsü vardı. Orada bir şeye tanık olduk: Bir ambulans vardı. Ambulanstan çıkan, doktor -elbisesi giymiş dört kişinin, iki kişiyi ellerinden ve ayaklarından bağlı vaziyette, döverek götürdüklerini gördük. Onların doktor değil de polis olduklarım anladık. Aramızda elli metrenin üzerinde bir mesafe vardı. Ambulans, ham bir yol vardı, orayı izleyerek baraja doğru gidiyordu. Bizse Alibeyköy TEM yolu

kavşağına doğru gittik. Yola çıktık ve oradan bir araba bulabildik. Okmeydanı'na geldiğimizde girişlerin kesilmiş olduğunu gördük. Saat 3'ü aşmıştı. Okmeydam'na girer girmez hemen dükkana gittim ve eve telefon açtım. Evdekiler merak içindeydi. Durumu mun, sıhhatimin iyi olduğunu söyledim ve eve geldim. Saat 6 civarında tekrar çıktım dışarı. Okmeydanı ayağa kalkmıştı. O gece Okmeydanı hiç uyumadı. Herkes sokaklardaydı. Devrimciler sokak sokak, ev ev dolaşıyorlard1. Halka çağrı yapıyorlardı. Gazi'ye yürünecekti. Şark Kahvesi'ne çıktık. Çıktık ki, o ne kalabalık; binlerce insan. Tıpkı Susurluk eylemi yürüyüşleri gibi. P ir Sultan Canlar otobüs ayarlamış. Devrimciler otobüs ayarlamış, insanları kortejler halinde biraraya getirmeye çalışıyorlar. Bir süre sonra yürüyüş başladı. Çocuklardan dolayı eşimi mahallede bıraktım. Bu arada yola çıkmadan önce komşumuz olan bir kadın eşime vasiyetini söylemeye başladı. "Ben Gazi'ye gidiyorum. Belki geri dönemem. Şurda alacağım var, şuraya borcum var" diye konuşuyordu. Evinin anahtarını eşime bıraktı. Geri döneceğinden ümidi yoktu sanki. Ama kararlı olduğunu söylüyordu. Bu tanıklığım benim de kararlılığımı artırdı. Doğrusu gitmekte tereddüt de yaşıyordum. Çünkü savaşa gidiyordum. Gerçi tamamiyle bu bilinçte değildim, daha çok hesap sormak, hakkımızı aramak için yola koyuluyorduk ama gece gördüklerimden sonra geri döneme mek de vardı. Yaşlı kadının eşime söyledikleri beni çok etkiledi. Yola çıktığımızda göğsümü gere gere yürüyordum. O anda yanımda kendimi savunmak için hiçbir şey yoktu, aklıma bile gelmemişti. Ama galiba ne ben, ne de diğerleri bu derece bir saldırı ve katliamla karşılaşacağımızı düşünmemiştik. Bilseydim ne bileyim bir bıçak, bir tornavida... ama mutlaka bir şey alırdım. Örnektepe'den aşağı doğru yürüyorduk. Sabah 8.30 civarıydı. Devrimci gençler bizim güvenliğimizi almıştı. Kortejler halinde yürümemizi sağlıyorlardı. Sloganları yönetiyorlar-


TAVIR M ART 1997

dı. P ankartlar vardı. Ön tarafta megafonlu bir araba vardı. Deyişler çalıyordu. Her taraf polis kaynıyordu. Sokak başları tutulmuştu. Arka sokaklar doluydu. Takip ediyorlardı. Ama kortejlere ne dışarıdan insan sokuluyordu, ne de içeriden dışarı insan çıkartılıyordu. Kendimi güvenlikte hissediyordum. Sünnet Köprüsü'nden aşağı inerken dörtyolda arama yapmak istediler. Halk birden atıldı. Kortejler patladı. Ellerine taşı geçiren, yerlerdeki kaldırım taşlarım söken bağırarak atmaya başladı. Polisler hemen geri çekildiler. Tekrar kortej oluştu. Kortej öyle uzundu ki, bir ucu Alibeyköy tepesinde, bir ucu Sünnet köprüsündeydi. Bu arada oralarda toplanmış, ufak ufak topluluklar, çoluk çocuğuyla insanlar korteje katılmaya başladılar. Bir kadın gördüm, çamurdan terliğinin teki kopmuş, eline almış yürüyordu. Onu görünce eşimle çocuklarımı almadığıma üzüldüm. Tepeden sola dönünce oralarda bir ülkücü dernek vardı. O dernek tamamen aşağı indirildi. Gazi'ye Su Deposu'nun oradan giriyorduk. Askerler yolun kenarına dizilmişlerdi. Kamyonlar dolusu asker vardı. Bir müdahalede bulunmadılar, sadece izliyorlardı. Yola devam ettik. Karakol'un bir üst sokağından ilerledik. Diğer kitleyle buluştuğumuzda, iğne atılsa yere düşmezdi artık. Ben ön sıralardaydım. Yönümüz karakola doğruydu. Oraya doğru yürünüyordu. Yaklaşık yüz metre kala panzer saldırdı ama herkes eline ne geçerse fırlatmaya başladı. P anzer durdu. O anda üç genç panzerin üzerine çıkmış ellerindeki çekiçlerle, taşlarla vurmaya başladılar. Öfkemiz giderek Duyuyordu. Askerler polislerle aramızda set oluşturmuşlardı. O sıralarda Zülfü Livaneli geldi. Ama daha doğru dürüst konuşmadan halkın büyük çoğunluğu onu yuhlamaya başladı. Bir kısım insan da onu omuzuna aldı ve gezdirme, ye başladı, sonra da dışarı bıraktılar. Bir ara Ecevit gelmiş ve gitmiş. Tabi o da halkın öfkesini dindirmede başardı olamadı. Bu arada askerlerin komutanı konuşmaya başladı. "Sakin olun, geri dönün" diyordu. Ama kimse onu dinlemiyordu. Tek amacı mız karakola gitmekti. Bu sırada bazı görüşmeler de yapılıyordu halkla asker arasında. Bir süre sonra polis çekildi ama fazla bir zaman geçmeden asker de ged çekildi ve hemen ardından polis saldırıya geç-

23

ti. Önce panzerlerle sonra da ateş açarak. Hırsım sınırımı aşmıştı. Artık kimse durduramazdı. Gözüm birşey görmüyordu. Ölümü düşünemiyordum. Tekrar kolkola girildi. O anda hemen yakınımda kıvırcık saçlı, esmer bir kadın yere düştü. Sonradan gazetelerde resmini gördüm. Adı Fadime Bingöl'dü. Üzerimizden, yaramızdan, yöremizden kurşunlar geçiyordu. Yere uzandık, bir an dağınıklık oldu ama hemen toparlandık. Barikat oluşturuldu. Biraz sonra da ileri doğru tekrar yürüyüşe geçtik. Polisler geri çekildi, karakola kadar sokuldu. P olis arabaları devrildi, karakol taşlandı. Tam bir savaştı. Orada üç tane yabancı gazeteci gördüm. Üzerlerinden geçen elektrik kablosu yanıyordu. Hemen yanlarına giderek el işaretleriyle karşıya geçirdim. Birisi tek ayakkabısını düşürmüş, yerine poşet geçirmişti. Korku ve panik içindeydiler. Tüm bunlar öğleden sonraya kadar sürdü. O saatlerde asker de saldırıya geçti. P TT binasının köşesine geldiğimde hemen yanımda birisi yere düştü. Kot montlu bir polis yere düşmüş bir genci kurşunladı. O kadar yakındım ki, elimi uzatsam çekebilirdim, ölümünü engelleyebilirdim. O yere düşmüştü, herkes geri kaçıyordu. Tam kafasının sağ tarafından yedi kurşunu. Bir anda rengi sapsarı oldu, kan içinde kaldı. Hemen bir pazar tahtasının üzerine konuldu. Hastaneye yetiştirilmek isteniyordu. Ambulanstakiler dikkatimi çekmişti. P aldır-küldür atıyorlardı yaralıları içeriye.. Doktorların o kadar saygısız davranacaklarım düşünemiyorum. Ayakkabılarına kadar baktım. Onlar doktor değildi. Yaralıların çoğunun yolda öldürüldüklerini düşünüyorum. Onlar polisti, o yaralılar ölmeyebilirdi. Ayrıca bir gün önce barajın orada gördüğümüz iki gencin cesetleri de 17 gün sonra dereden çıktı. Elleri arkasından bağlı, balıklar tarafından vücutlarının bir kısmı yenmişti. Biz Cemevi tarafına doğru karışık bir şekilde geri çekildik. Sürekli üzerimizden kurşun geçiyordu. Bazen Gazi'ye gittiğimde, kimi binaların ulaşılamayan yerlerinde o kurşun deliklerim halen görürüm. Ce mevi önünde tekrar toplandık. Cemevi'nin alt tarafında bir okul var. O taraftan tekrar saldırıya geçtiler. Ateş açıyorlardı. O anda sayıları biraz azdı. Halk karşı saldırıya

geçti. Polisler okula sığındılar. Kimileri de panzerlerin, reoların arkasına saklandı. Sonra başka polisler ve askerlerden takviye gelince Cemevi'nin yakınına kadar çıktılar. Orada da bir barikat kuruldu. Ben birbuçuk saat kadar barikatın arkasında kaldım. Gençler yüzlerini örtmüşlerdi. Halk yavaş yavaş dağılıyordu. Cemevi'nin üzerinden caddenin bitimine kadar kademe kademe barikatlar vardı. Gençlerin sayısı çoktu. Akşam üzeri, bir gün önce döndüğüm yerden geçerek mahalleden çıktını. Şimdi düşünüyorum da bu saldın ' çok bilinçliydi. Alevi-Sünni çatışması çıkarılmak istenmişti. Bunu evlerde toplanarak değerlendiriyorduk. Kimi Dedeler de böyle düşünüyor ama kimi Dedeler ise beni Aleviliğimden utandıracak kadar yalan şeyler söylüyorlar. Bunlar insan mı? Bunlar para yemişler, öyle konuşuyorlar. Aleviliğin bir kültürü var. Pir Sultan'ı var Aleviler'in. Onların döneminde yaşananlar Alevi Ayaklanması değil, halk ayaklanması. Pir Sultan halkı için mücadele etmiş, direnmiş, taviz vermemiş ama bizim şimdi Dede dediğimiz kimilerinin öyle yapacaktan yok, üç kuruş için kendilerini satıyorlar. Bugünün Dedeleri devrimciler. Devrimciler, Aleviler'in önderleridir. Gazide Cemevi'ne saldırıldığında onu sadece Aleviler değil devrimciler savundular. Şu anda Aleviler'in tek tutunacak dalları vardır; devrimciler, gerçek devrimciler. Bugüne kadar Aleviler hep yönlendirilmiş, CHP'ye oy verdirilmiş. Ama Sivas'ta insanlar yakıldığında İnönü baştaydı. Hükümet ortağıydı. Hep kullanıldık. Devrimciler bize farklı yansıtıldı. Solculuk, SHP 'ye, CHP 'ye oy vermekle eş tutuldu. Ama şimdi aklı başında olan, devrimcilere yardım eder, kapısını açar. Ben eskiden alkol bağımlısıydım. Her gece alkole bir-birbuçuk milyon para verirdim. Ama Sibel Yalçının Ölümünden sonraki direnişte devrimcilerle tanıştım. Direniş P arkı'nda onlarla birlikte oldum. Sonra alkolü de . bıraktım, evime de bağlandım. Yaşamanın ne olduğunu öğrendim. Keşke genç yaşımda, mesela 20 yaşımda tanısaydım. Bu 12 Mart'ta eşim ve çocuklarımla, ama yürüyerek ama otobüsle Gazi'ye gideceğim. Buradaki Halk Meclisi girişiminin çağrısı var. Bildiri dağıtıldı. Onlarla birlikte gideceğim.


TAVIR MART 1997

24

İBRAHİM KÖROĞLU

merhaba sevgili

Y

oğun v e yorgun geçen bir günün gecesinde, sana duydur ğumuz hasretle kaleme kağıda sarılıy orum. Masamın üzerinde Nil'e y azdığımız mektubun y eraldığı Tav ır Dergisi duruy or. Y azıy a bir de fotoğraf kondurmuşuz. Nil'in bakışlarının içinden sen geliy orsun büy ük bir kalabalıkta birlikte. Bir. pankartın ucundan tutuyorsun, gülümsüyorsun. 1994 y ılının 1 May ıs'ından bir anı dondurmuş arkadaşlarımız. Bir ucundan tutttuğun, dergimiz Tav ır'ın pankartı. Pankartın üzerinde bir slogan v ar. Sarı bir kumaşın üzerine işlenmiş bu slogan bizim için çok önemli. 'Y eni İnsan, Y eni Bir Dünya Y aratma Mücadelesinde" y azıy or dergimiz için. Pankartı sen tutuyorsun v e pankart seni yazıy or. Bir tesadüf değil kuşkusuz o fotoğrafta yeralanlar. Ne, o coşkulu kalabalığın içinden akıp gelmen; ne, o pankartı taşıman; ne de pankartta y azan "y ani insanlaşmanın adı olman... hiçbiri ama hiçbiri tesadüf değil Seni tanıy anlar yeni insanın ne demek olduğunu çok iy i anlayabiliy orlar; bizi, biz y apan değerlerimiz, can bedeli yarattığımız kültürümüz yeni insanı y aratıy or. Fedakarlık, özv eri, paylaşım, yoldaşlık, halka ve vatana duy ulan sevda... Bu erdemler sosy alizmin kültürüdür. Y eni insan sosy alizmin emekçi insanıdır. Sen bu erdemleri, kişiliğinle bütünleştirirken o kadar tezcanlı, o kadar sabır-

sızdın ki... Suya, ekmeğe hasret kalmış insanlar gibi sarıldın doğruluğa, bilgeliğe, emeğe. İnsanlarımız seninle tanıdı emekçileşmeyi, nasır tutan elleri, düşüncenin dev ingenliğini, üretkenliği, dev rimcileşmey i v e dev rimcileştikçe halklaşmay ı senin kişiliğinle tanıdı insanlarımız. Şimdi bir kez daha kavrıy or halkımız; İdil adıyla tanıdıkları insana "yeni insan" dendiğini. Sana,y aşadıklarımızı, olanı biteni anlatmak istiy orum. Biliyorum; soluğunu tutup, hey ecanla söy leyeceklerime dikkat kesilmişsindir. Ne kadar çok istiyordun OKM'y i açmamızı şimdi için içine sığmıy ordur. Y ine kalbin çarpmay a, kanın f okurdamaya başlamıştır. Bir işi başarmanın sev inci sen de nasıl olur iy i bilirim. Gururumuz, hem OKM'y i açmamızdan, hem de bu özgürleştirilmiş vatan toprağımızın adın ı senin adınla taçlandırışımızdan. Az değil bir buçuk y ıl kapalı kaldı OKM'miz. Mühürlendiği akşamı hatırlıy orum, nasıl da öfkelenmiştik. Öfkemiz ay larca dinmemişti. Eylemlerle, türkülerle biley lenmişti öfkemiz. Bir de mührü ilk solduğumuz günü görecektin. Sabrımızın son damlasını mührü yere çalarken tükettik. Merdivenleri çıkıp da içeriy e girince ciğerimiz dağlandı. Gözümüz gibi koruduğumuz kurumumuz v iraneye dönmüştü. Her y er kırık döküktü. Kolay değil, 550 gün olmuştu karanlığa gömüleli. Hemen kolları sıv adık v e büy ük bir onarıma giriştik, Herşeyi y eniden düzenledik. Boy a, sıv a, harç, beton derken toza çamura bir bulanıy orduk ki... Birbiri-

mizin bu haline bakıp bakıp kahkahalarla gülüy orduk. Y oldaşlarımızı bir görsey din; kurumumuzu y eniden kazanmanın sev inciyle ne kadar emek verdiler, ter döktüler. Günlerce uykusuz bir şekilde çalıştılar ama y orgunluk nedir bitmediler. Kültür merkezimiz .Y orumcular'ın, Özgürlük Türküsü elemanlarının, AGHS'lilerin, FOSEM'lilerin, Tav ırcılar'ın, kısa zamanda bizlerle ay nı kültürü pay laşan, ay nı hav ay ı soluyan Grup Y orum Korosu'nun kocaman sesli elemanlarının v e. soylu ailemizin üy elerinin özv erili çalışmalarıyla açılış günüm hazırlandı. Dokunduğumuz her y ere titizlendik. Senin, Ayşe'nin ve Nil'in sesi, kokusu, anısı zedelenmesin diy e bir çiçeğin üstüne eğilir gibi titizdik. Açılış günü öy le kalabalık geçti ki; sinema salonumuz, fuayemiz öy le dolup taştı, sorma. Binin .üzerinde dostumuz bizimle birliktey di. Aynı sev inci, ay nı heyecanı paylaştık. Fotoğraf ve Sinema Emekçileri, OKM'den bugüne uzanan kültür sanat mücadelemizi f ilm karelerine aktarmışlar. Emekle, özv eriy le, terle, canla yazılmış bir tarih kuşkusuz dakikalara sığdırılmaz ama derler y a bir f ilm gibiy di yaşadıklarımız. Öy le bir tarih ki bizimkisi ne filmler, ne romanlar, tam anlatamıy or onu. Hep eksik birşey ler kalıy or v e biz hep eksik kalanlara hay ıflanıy oruz. Senin adınla dostlarımıza kapılarımızı açalı henü z bir ay oldu. Biz, İdil Kültür Merkezi emekçileri onurlu bir geleceği ilmek ilmek örmek için katıy oruz gecenin karanlığını tany e-


TAVIR MART 1997

25

idil rinin ay dınlığına. Bir sevinçli haberim daha var sana. "Kar Makinası", sekiz y ıldır sarstığı y asak duv arını birkaç gün önce y ıktı. Bostancı Gösteri Merkezi'ndey di Y orumcular. İki seans yapılan konserleri öy le güzel, öy le dolu geçti ki. Y orumcular'ı bir görecektin. Konser başlamadan önce sahne arkasında gördüm onları; hey ecandan y erlerinde duramıy orlardı. Sanki ilk kez kalabalığın karşısına, ilk kez bir konsere çıkıyormuş gibi hey ecanlıy dı y ılların Y orumcular'ı. Konser başlay ınca bir bulut çöktü benimle birlikte tüm sey ircilerin üzerine. Anadolu topraklarının bereket y üklü bulutları gezindi başımızda. Bulut türkü olup y ağdı, iliklerimize dek işledi. "Her dem ey zalim felek sineme dokunma benim..." Cey lanların sektiği Karacadağ'ın eteklerinden sıcak bir rüzgar gelip y aladı y üzümüzü. Esmerleşmiş bir ten kaldı türküden geriye. Harran'ın kav uran sıcağı kaldı geriye. Toprağa güvenle basıp, meydan okudu efeler, "Harmandalının o mağrur ve muzaff er edası; Ankara'nın Fiday da'sı başımızda bir kavak y eli gibi esti. Sarhoş etti Anadolu türküleri bizi, Halay lar çekmekten ay aklarımız şişti, başımız döndü o gece. Sekiz y ıl daha beklemey e ne bizim ne de Yorumcuların sabrı kalmadı. Bugünlerde bir eylem tutturduk ki İdil'im, ortalığı şenliğe boğuy oruz. Sokaklarımızda her akşam saat 9.00'da ışıklar y anıp sönüyor. Sanki binlerce Ağustos böceği caddeleri, sokak aralarını, meydanları işgal et-

miş. Tencerelerle, tav alarla sese boğuy or caddeleri emekçiler, sloganlar atıy or, karanlığı ay dınlatmak için mumlar yakıy or; y üzlerce, binlerce insan, çoluk çocuk, genç, güle oy naya sokaklara akıy or. Bir şenlik alanı gibi bütün caddeler, heryer cıv ıl cıv ıl. Zaf er halay ı çeker gibi halaylar çekiliy or sokaklarda. Vücudumuza y apışmış keneler gibi kanımızı emen bu çetelerden kurtulmak için bütün bu kalabalık. Senin de y oketmek için uğruna işkenceler gördüğün, tutsak düştüğün alnına taktığın kıpkızıl bantınla 68 gün göğüs göğüse çarpıştığın tepemize çöreklenmişleri başımızdan def etmek için, çeteleri, mafyacıları, kontrgerillay ı başımızdan def etmek için ıslıklarla, sloganlarla, meşalelerle bu ayazı dağıtıy or insanlarımız. Bu çeteler değil miydi İdil'im bizi acılara boğan; bunlar değil miy di tank paletleriyle, postallarla v atanımızı ezen, ocaklarımızı söndürenler bunlar değil miydi? Analarımızı gözü

yaşlı bırakanlar, ağlattıkları her anamız için ödül verenler, ödüllendirilenler hep bunlar değil miy di? İşte şimdi onlarca y ılın hesabını sormak için, karanlıkları ay dınlatmak için sokaklarday ız, alanlara iniyoruz; y ürüyoruz. Y ine zor geliyor sana veda etmek, "şimdilik bu kadar haberlerimiz, söy leyeceklerimiz" demek. Gülden ağır söy leyemediğimiz, idil'imiz, canımız; Ne çok özledik seni bir bilsen. Mektubumu istemeye istemey e noktalıy orum, istemey e istemeye "hoşçakal" diy orum sana. Gözünüz arkada kalmasın sakın. Canınızla beslediğiniz topraklarımıza gözümüz gibi bakıy oruz. Özgürlüğü için canımızı dişimize takıy oruz. Y eni y eni İdiller'e açıy or y üreğimiz, kapılarını. Seni hasretle kucaklıy or, tüm dostlarımızın selamlarını iletiy oruz. Y anaklarından öpere... Senin Tavır


26

TAVIR MART 1997 Dergimize posta aracılığı ile gelen bu yazının yazan belirsizdi. Ama okurken sizin de farkedeceğiniz gibi yazı 16 Mart 1978'de katledilen Hatice Özen'in yakın bir arkadaşı tarafından kaleme alınmış. 16 Mart Şehitleri'nden bugüne kalan çok fazla belge olmamasından dolayı bu yazıyı oldukça önemsiyoruz. Yazıyı yazar kısmını boş bırakarak yayınlıyoruz.

SENİ GÖRÜYORUM İLKYAZ ÇİÇEKLERİNİN ARASINDA

H

atice'm, canım arkadaşım. Nedense her ismini andığım da, aklıma her gelişinde cenaze töreninin görkemi gelip takılıy or gözlerime. Bir gece önce üniv ersitenin merkez binasında kalmıştık. Ertesi gün senin için bir anma yapacak ve memleketin Aydın'a uğurlay acağız. O günkü büy ük kalabalığı anlatamam. Tabutunu, kendi ellerimizle otobüsün arka koltuğuna yerleştirdik. Öptüm, öptüm, def alarca öptüm. Gözy aşlarımla uğurladım seni Ay dın'a, son yolculuğuna. Oysa ne kadar da gelmek isterdim tabutunun başında, seninle. Ancak 6 ay lık bebeğimi' bırakacak kimsem y oktu. Son y olculuğunda ben yoktum ama eşim ve birçok devrimci arkadaş beraber uğurladılar seni Aydın'a. Tören için giden grup, Ay dın'da büy ük bir dev rimci topluluk ve halk kitlesi taraf ından karşılanmış. Hep beraber görkemli bir miting düzenlemişler. Böcek Köyü'nde; o doğduğun, büy üdüğün, halkının saf lığını, güzelliğini, değerlerini, kokusunu içine sindirdiğin köy ünün toprağına gömülünceye kadar kalabalık ne coşkusunu y itirmiş, ne de disiplinini kaybetmiş. Kendini her şey inle halkına adadığın ı belirtiy ordun. Düşünüy orum da, hiç de boşuna söylenmiş bir söz değildi bu söylediğin. Y ardımseverliğin, çevrendekilere yardım etmek için çırpınışların, sabırlılığ ına kesinlikle kızmadan olumsuz gördüğün durumların üzerine gitmen, sorunları çözmey e çalışman, tav ırlarına, davranışlarına, şimdi karşımda duran solgun f otoğraflarındaki gibi gülüşüne, gözlerine, herşeyine y ansımış olan insan sev gin, sonra direncin, kararlılığın... "Senin gibi insanlar" diy orum içimden senin gibilerde görü-. y oruz mutluluğu, yaşamın güzelliği-

ni, geleceğin özgürlüğünü, insanını. Bir gün 'kredimi çekmek istiyorum, benimle gelir misin?' demiştin. Banka Beyazıt'ta, okulun hemen yanındaydı. Her zamanki gibi otobüsle Beyazıt'a geldik. Otobüsten indiğimizde bana "arkana bakmadan yürü, takip ediliyoruz, sakın, telaşlanma" dedin. Soğukkanlıydın. Ben biraz tedirgin olduysam da belli etmemeye çalıştım. Ne olduğunu da henüz kavrayamamıştım. İkimizde hızlı adımlarla bankaya girdik. Hemen peşimizden iki kişinin daha girdiğini gördüm. Gözlerini bizden ayırmıyorlardı. Sen elimi tutmuştun, bırakmıyordun. Bankada yarım saat kadar oyalandık. Bir ara kulağıma eğilerek "koş dediğim zaman peşimden koşarak gel diye fısıldadın. Bir süre sonra bankanın önünde bir otobüs durdu ve "Otobüse koş" diye fısıldadın. Sen önde, ben arkada koşar adım bankadan çıktık ve otobüse atladık. Otobüs hemen hareket etti. Bir süre konuşmadık. Biraz yol aldıktan sonra bizi takip edenlerin, bellerindeki tabancayı özellikle gösterdiklerini söyledin. Sonra da gülümseyerek "Bizi bu şekilde korkutacaklarını sanıyorlar. Ama ancak kendilerini kandırırlar" dedin. Hatice'm, canımdan çok sevdiğim can yoldaşım, aynı evi paylaştığım sırdaşım. O gün; 16 Mart günü, 6 devrimci arkadaşınla birlikte katledildiği n gün, faşizmin toplu katliam uygulamaları da başladı. K.Maraş, Sivas, Malatya, Çorum olayları peşpeşe geldi. O günler devrimcilerin, yurtseverlerin, halkımızın katledildiği acı günler olarak belleğimize kazındı. O güne, 16 Mart 1978'e gelinceye kadar sivil faşistlerin polis ve idareyle işbirliği ve işgalleri sistemli olarak hızlandırıyordu. Birçok eğitim kurumuna, özellikle İ.Ü.Hukuk Fakültesi'ne girebilmek, öğrenime devam edebilmek başlı başına bir sorundu. Bu yoğun saldırı ortamında hemen her gün 4-5

devrimcinin, yurtseverin ölüm haberini alıyorduk. Ama sizler Hukuk Fakültesi'ndeki bu faşist işgali kırmak için, sayıca azda olsanız inatla her gün okula gidiyordunuz. Senin, okula gelmeyen yüzlerce öğrencinin pek çoğu ile ilişki kurup bu işgali kırmaya yönelik çabalarını ve üstlendiğin sorumluluğu unutmak mümkün değil. Yaz tatilini bile memleketinde geçirmeyi erteleyip, okula gelme umudunu yitirmiş öğrencilerle görüşmeler yapıp bu işgali mutlaka kıracağınızı azimle söylüyordun. O dönem Devrimci Gençlik'in önderliğindeki mücadele birçok okulda meyvesini veriyordu. Fakat İ. Ü. Hukuk Fakültesi'ndeki Merkez Binasının işgalini kırmak bir onur sorunu haline gelmişti. Senin her sabah aynı saatte kalkıp, düzenli olarak okula gidişini, çoğu zaman hırpalanmış bir durumda gelişini unutamıyorum. O gün de aynı titizlikle çıktın evden. Öğleden sonra ise katliamı duyup Merkez Binaya Koştuğumuzda ve katledilen altı kişinin arasında senin de olduğunu görünce.... Üçüncü sınıfdaydın ve evlilik hazırlığı yapıyordun. Şimdi bakıyorum da bugün senin gibi yüzlerce, binlerce kadın mücadel enin içinde. Senin kadar ces aretli, kararlı ve kahraman. Ölümün boşa değildi Hatice'm. Yedi yoldaşınla birlikte katledildiğiniz gün, geceyi merkez binada geçirdik ve ertesi gün uğurladık seni Aydın'a. Sevgimizle, gözyaşlarımızla, andımızla ve çiçeklerle. Bu sefer dönmeyeceksin Aydın'dan. Dönsen mutlaka bir hediye getirirdin. Bir seferinde güzel bir vazo hediye etmiştin bana. O vazoya bir şey olmasın diye iki gözüm gibi bakıyorum. Kırlarda ilk yaz çiçeklerini toplayıp özenle yerleştiriyorum içine ve çiçeklerin arasında seni görüyorum. Vazon hiç boş kalmayacak Hatice'm.


TAVIR MART 1997

27

MELİHA ÇOBANCI

O ŞİİR Hızla savruluyorsa zaman, yuvarlanıyorsa bir bilinmeze Buna rağmen, tan yerine bakıyorsa avluda biri Yazmaya başlamalısın o şiiri

Sudan korkan bir yavru martı izi Ve göç yollan Ve güneşli gökyüzü gibi Yazmalısın, Asıl şimdi yazmalısın!

Dağların serin yelini mi Issız, uzak köyleri mi Yanık toprak ve orman kokusunu mu İçinde bir yaprak bile oynamadığını düşünsen bile Sızlıyorsa yüreğin Yazmaya başlamalısın o şiiri

T akılıp kalıyorsa gözlerin dağ başlarında İzlerin birbirine karıştığı yeşil yaylaları düşünüp Kekik kokan bir türkü tutturmak gelirse içinden Dalıp gidersen vardiyalarda sararmış yorgun çocuk yüzlerine Demiri döven ellerde Ve ocakta parlayan korun ışıltısında kamaşırsa gözlerin Yazmalısın o şiiri

O sızı, Saplanan bir hançerin sızısıdır ciğerine Biriken, biriken, akamayan dizelerin Sözcüklerin sızısı Gırtlağına düğümlenen hıçkırığın Yanağında donup kalan gülüşün Göğsünü zorlayan, seni boğan haykırışın Ana dizi Kayıp evlat yüzü

Bir deprem olur belki, sarsılırsın Çığlık olur uyandırır uykudan İnadına yaşayacaksın diye fısıldar kulağına dizelerin biri Sen asıl şimdi yazmalısın o şiiri


28

TAVIR MA RT 1997

YASEMİN ÖZDEMİR

Ö

nce bir bilim adamı, sonra bir dav a adamı v e dev rimci bir önder olarak y aşayan Bedreddin'in hay atı gibi ölümü de destandır. Gerçeğe, yalnızca gerçeğe bağlı bir insandı Şey h Bedreddin. Gençliğinden itibaren kişiliğini belirleyen bu temel olgu, onu zaman içinde "hakikat düşüncesi"ne ulaştırmış ve hakikat uğruna v erilen amansız sav aşın öğretmeni, başkomutanı durumuna getirmiştir. Seçkin bir halk çev resindeyken, mevcut düzenin önüne serdiği tüm olanakları elinin tersiy le iterek bir halk adamı durumuna gelmesini sağlayan da, onun gerçeği ararken hiç sapmadığı dürüstlüğüdür. O, bilim adamıdır ama, bilgi birikimini makam-mevki uğruna kullanmamış, bilimsel namusundan hiç uzaklaşmamıştır. Şey h Bedreddin acılar karşısın-

da paniğe, sev inçler karşısında abartılı coşkuy a kapılmıy ordu. Ona göre önemli olan, akılla y ürek arasındaki dengey i sağlamaktı. İnsanları, memleketini alabildiğine sevmekle birlikte, içinde y aşadığı düzende insanlara neler yaşatılabileceğini biliy or. Bunun içinde y aşadıkları onu uçtan uca savurmuyor. Öğrencilerine de daima aynı şeyi öğretiy or; her zaman bilincinin tüm y aşama egemen olması gerektiğini tekrarlıyordu. Bedreddin, bilimsel bir kuşkuculuğa v e eleştirel bir bakış açısına sahipti. Her olay ı, her gelişmeyi değişik pek çok boyutuyla ele alıy or, tartışıyor, araştırıy ordu. Y ine bu özelliğinden dolay ı değişik düşüncelere açıktı ve onları hemen reddetmiyor, önce akıl süzgecinden geçiriy ordu. Onun bu özelliği herhangi bir şekilde ayrıntılara boğulmasına vey a kaf a karışıklığına da yol açmıy or; düşünceleri, kaf asında en y alın haliy le y er alıyor ve öy lece de aktarıy or insanlara. Anlaşılır olmak, onun için çok

önemliy di. Doğruluğuna inandığı düşüncelerinin, sadece kendisi v eya yakın çevresi taraf ından değil, bütün insanlar taraf ından anlaşılması için gecesini gündüzüne katıy ordu. Hakikat düşüncesini yaymak için, günlük y aşamında insanüstü bir çaba ve enerjiy le çalışıy or; uy umak zorunda kaldığı saatlere hay ıflanıy ordu. Sürekli okuy or, y azıy or, öğrencilerine bir şey ler anlatıy ordu. Sadece dersler y oluyla geniş kesimlere ulaşamay acağını biliy or ve eserlerinin "teshirini (kolay laştırma) y azarak herkesin algılay abileceği duruma getirmeye çalışıy ordu. Bundan bir amacı da; tarihe bir belge bırakmak, düşüncelerinin gelecek kuşaklarca da en basit şekliyle kav ranmasını sağlamaktır. Bu çabaları, onun insanlığa karşı duy duğu sorumluluğun ürünüdür. Şey h Bedreddin bir dava adamıdır. Suf ilerle tanışmadan önce gerçeği açıklama yolu olarak gördüğü f ıkıha; sonrasında ise hak ve eşitlik kav gasına kendini adamıştır. Bu y ol-


TAVIR MART 1997

29

Balaban, Şeyh Bedreddin'in Kolları

da hiçbir engel tanımaz. Güçlü iradesiy le, kendini sürekli geliştirmiş, y etkinleşmiştir. Dönüşmek için hiçbir zorluğun altına girmekten kaçınmaz v e yaşamın her anında kendine hakimdir. Düşüncelerinin ve faaliyetinin hızın ı kesebilecek her şeye karşı tamamen kontrollüdür. Medrese eğitimini Suf i eğitimiy le birleştirmiş olması, bunu kolay laştırır. Bir kurmay dır Bedreddin. Ay aklanma hareketini örgütlemeye başladığı andan itibaren her y erde, herkesle ilişkiler y aratmış, geçmişten beri sahip olduğu ilişkileri hakikat sav aşının bir parçası haline getirebilmiştir. Y aşadığı toprakları v e halkın özelliklerini iy i tanıdığı için, kime nasıl y aklaşılacağını bilir. Kapısı herkese açıktır. Egemenler dışında herkesin bu savaşa katkısı olabileceğini düşünmüştür. Kapısının herkese açık olması ay nı zamanda O'nun alçakgönüllülüğünün v e haklaşmasının da doğal sonucudur. İktidar soru-

nunu kaf asında çözümlediği İznik sürgünü y ıllarından itibaren, sav aş hazırl ığı v e sav aş kurmaylığı noktasında iradi bir pratik sergilemiş, aynı zamanda bir ey lem adamı olduğunu kanıtlamıştır. Kendi adıy la anılan ay aklanmanın kuramcısı da olan Şeyh Bedreddin'in savunduğu y eni toplumsal düzenin temellerini bulması, uzun bir düşünsel ev rim içinde gerçekleşmiştir. Bedreddin, katı şeriat yasalarına göre y etişmiş bir bilim adamıdır. İslam ülkelerinde bilim, daha çok tanrı kelamının çeşitli biçimlerde açıklanmasını v e tanrının koy duğu y asaların toplum y asalarına uy arlanmasını sağlayan f ıkıh, tefsir, belagat, kelam, hadis, dil bilgisi konularını içerir. Gökbilim, matematik, fen bilimleri, tıp v e kimy a gibi araştırma konuları dışında f elsefe, mantık türü konularda şeriatın izin verdiği bilim dallarıdır. Bedreddin bu bilim dallarının hemen hepsinde eğitim görmüştür.

Özellikle f ıkıh'ta, dönemin tarihçilerinden İbni Arapşah'ın dey imiyle "Bilimsel y eteneği deniz gibi sonsuzdur". Bedreddin bir şeriat hukukçusudur ama Aristo'dan, Platon'a, Sokrat'tan, Herodot'a, Homeros'a antik çağ düşünürlerinin hemen hepsinin savunduklarını olduğu gibi İslam dünyasının önde gelen düşünür v e bilim adamlarının sav unduklarına da vakıftır. Latin dillerinden Y unanca'y a, Arapça'dan, Rumca'y a pek çok dili incelemiş, Anadolu'da y aşay an halklar mozay iğini de y akından tanımıştır. Dinler ve toplumlar tarihini çok iy i bilen Bedreddin, toplumların gelişme y asalarını çözmey e çalışmış v e 'kaba diyalektik" bir yoruma ulaşmıştır. Bedreddin'e göre toplum düzensizdir.İnsanlar y anılmalar, aldanmalar, aşırı tutkular içindedir ve kazanç tutkusu onları gerçeklerden uzaklaştırmıştır. Bundan dolay ı insanların çoğu tanrıy a taptığını sanırken, gerçekte başka insanlara, altın v e gü-


30

TAVIR MART 1997

müşe tapmaktadır. "İnsanlar müslümanl ıktan önce somut bir puta taparlardı. Çağımızda hayali bir puta tapıyorlar. Belki bir gün hak kendini gösterir de Hak olarak ona taparlar" (Şeyh Bedreddin, aktaran Çetin Yetkin, Türk Halk Hareketleri ve Devrimler) Bedreddin, cennetin, cehennemin v e ahiretin üzerinde yaşanan düny ada olduğunu v urgulamıştır. Tanrıy ı da en küçük zerreden kainata kadar, ev renin birliği ilkesiyle açıklamıştır. "Huriler, köşkler, ırmaklar, ağaçlar, meyveler. Hepsi hayalde gerçekleşir, duyumlarda değil. Cin de öyledir ve o da bunu doğrular. Çünkü duyumlardan izlen miştir. Onu gören, dışta gördüğünü sanır. Oysa hayal kuvvetiyle görmüştür; gördüğü gerçek değildir." (Şeyh Bedreddin, aktaran Çetin Yetkin, a.g.e.) Bedreddin'e göre mutlu yaşayan cennette, üzüntü v e sıkıntı çekense cehennemdedir. Bundan dolay ı önemli olan, y eryüzü y aşamını; toplumu düzenlemek, kötülükleri y aratan nedenleri büsbütün ortadan kaldırmaktır. İnsan üzerinde y aşadığı ev rende v ardır ve bu evren sonsuzdur, onsuzdur, ölümsüzdür, gerçektir, Şeyh Bedreddin'in anladığı ev ren duy ularla algılanan, bilinen ev rendir. Bu evrenin bir bölümü de içinde y aşanılan toplum, ilişki kurulan insanlardan oluşan bütündür. Hakikat düşüncesine göre, bütün dinler özdeştir. Bir hristiy anın taptığı tanrıy la bir müslümanın arasında varlık ve y ücelik bakımından bir ayrılık v e aykırılık y oktur. Bu nedenle bütün insanların birlik olmaları, barış içinde y aşamaları, y eryüzü v arlıklarından eşit olarak yararlanmaları gerekir. Ev renin ötesinde, onun dışında bir tanrı y oktur. Tanrı bütün insanlarda görülür. Bundan dolay ı insanın insana kulluğu v arlık birliği ilkesine ay kırıdır. İnsanların y eryüzü nimetlerinden eşit olarak y ararlanmaları gerekir. Bu nedenle bütün malların, toprağın, madenlerin, bütün üretim alanlarının üzerinden mülkiy et kaldırılmalıdır. O güne kadar bir mülk gibi görülen kadın da toplumun diğer birey leriyle eşit haklara sahip bir insandır. Ve hakları iade edilmelidir. Y ery üzü varlıklarına bağlanmak,

sürekli v arlıklarını çoğaltmak için didinmek, çıkar ardında koşmak, kazanç tutkusuyla yanmak, bilgisiz, anlay ışsız kimsenin işidir. Bu kimseler insanları şaşırtır, gerçeklerden uzaklaştırır, umutsuzluğa götürür. Şey h Bedreddin bilgin bir kişiden söz ederken, arif olan insanı kastetmektedir. Arif insan, gönül bilgisi, içe kapanış v e sezgiy le kazanılmış bilgi anlamına gelen irf anla dolmuş kimsey e denir. Y ine Şey h Bedreddin'e göre, kişi kendi emeğiy le geçinmelidir. Başkalarının ürettiklerini tüketmek, başkalarının emeğini kullanmak olgun kimselere uy gun değildir. Şey h Bedreddin'in öğretisine göre, en değerli v arlık insandır. "Her şey insan için" der. "İnsan, kendine alem olarak belirmiş olan bütünün bi-, ricik ve tekrarlanmaz suretidir. Tıpkı parmak izi gibi değişmeden kalır. Bütün öğretiler, yöntemler, kurumlar onun için y alnızca bir araçtır. Bunların tümü olanaklar tükendiğinde değişir. Öğretiler, düzenler, sistemler y ıkılır ama insan kalır.İnsanlara hizmet, hakikate hizmetin basamaklarından biridir" der Suf iler. Şeyh Bedreddin v e müridleri ise bunu; "Hakikate hizmet insana hizmettir v e bu çileli zor bir y oldur. Hakikatle bir olan insan tanrıy la da birdir. Y ani insan 1 tanrının kendisidir. Ve hizmet edil mesi gereken en y üce v arlıktır. Tabii bu insan f azlalıklarından arınmış, hakikate ermiş insandır" biçiminde geliştirmişlerdir. Bedreddin v e müridlerinin' y eni bir toplum aray ışına girişmelerine yol açan temel düşünceleri bunlardır. Temel olarak düny anın diy alektik-materyalist ilkelere göre bir y orumlanışı diy ebileceğimiz bu düşünceler onları ortak yaşama, pay laşma, eşitlik v e adalete day alı toplumsal bir sisteme götürdü. Onlar için özgürlüğü oluşturan şey, v arlığın v e onunla uy umlu hay atın elde edilmesidir. ŞEYH BEDREDDİN HAREKETİ NEDENYENİLDİ? Şey h Bedreddin ve müridleri "evrenin sahte y asalarını, boş yasakları v e yalanın utancını" y ery üzünden silmek istediler. Sömürünün olmadığı, insanın insana kulluk etmediği, toprağın v e bütün üretim aletlerinin herkesin ortak malı haline geldiği, kardeşçe bölüşümün egemen oldu-

ğu bir düzen kurmaktı amaçları. Zorbalığın y erine dirlik düzenliği, çıkarcılığın y erine hak eşitliğini koymay ı hedef lediler. Bunun için örgütlendiler v e savaştılar. İdealleri olan ortakça y aşamı kurup y aymaya başladıkları bir süreçte yenildiler. Oysa inançlıy dılar, kararlıy dılar, cüretliy diler. Her şeyi üretenin kılma, y oksulun iktidarını kurma umuduna büy ük bir tutkuy la bağlıy dılar. Bu bağlılıkla nice bedelleri gözü kapalı ödediler. Ama yine de toplumların gelişme y asası hükmünü vermişti bir kez... Kabul etmesi zor da olsa yenildiler... Bedreddin düşüncesinin o dönem her yönüyle yaşam bulup kalıcı hale gelmesi tarihsel, ekonomik ve sosy al nedenlerden ötürü mümkün değildi. Çünkü onlar, adını koymadıkları bir "sosyalizm"den söz ediyorlardı. Tarihte hiçbir değişim, toplumun gelişim y asalarından bağımsız bir. şekilde çıkmamıştır ortaya. Ve bu y asalar o dönemde ve koşullarda sosy alizmi mümkün kılmıy ordu. Çünkü toplumların sosy alizme olan y ürüyüşleri, feodalizmden kapitalizme doğru süren bir gelişimin ardından zaf ere v arabilirdi. Bedreddin'in y aşadığı dönemde ise insanlık henüz f eodalizmi y aşıy ordu. Bu da, Anadolu halklarının, daha y üzlerce y ıl sınıf lara bölünmüş bir şekilde v e sömürü altında y aşayacak olması demekti. Bedreddin Hareketi o çağda "hakikat düzeni"ni kalıcı bir şekilde kuramazdı ama mev cut iktidarı alaşağı edebilirdi. Zira o dönem Osmanlı, tarihin en büy ük krizlerinden birini y aşıy ordu v e halkın y aşadığı ızdırap day anılmaz boy uttaydı. Gerek halkın memnuniy etsizliği, gerekse de dev letin yaşadığı bunalım, bir iktidar değişikliğine zemin sunuyordu. Bu zemin zorlanmış ve zulüm tekerleği parçalanmanın eşiğine gelmiştir. Bu noktada akla "iktidar neden y ıkılamadı?" sorusu geliy or... Osmanlı Devleti, 1402'de Timur karşısında kendisini derinden sarsan bir bozguna uğramış ve ciddi bir bunalımın içine düşmüş olmasına karşın, toplumlar tarihinde pek de uzun say ılmay acak bir sürede birliğini sağlay abilmiştir. Sultan Mehmet Çelebi diğer kardeşlerini yenmiş (daha


TAVIR MART 1997

sonra Selanik'te ortaya çıkacak olan düzmece Mustafa'y ı saymıy oruz) v e iktidarın tek hakimi haline gelmiştir. Bu güçle, Anadolu'nun birliğini sağlama y önünde ileri adımlar atmış, düzenlediği sef erlerle, merkezden bağımsızlığ ını ilan etmiş olan v eya bağımsızlaşmay a çalışan Anadolu Bey likleri'ni tekrar kendisine bağlamıştır. Dolay ısıy la da hakikat sav aşçılarının üzerine Osmanlı ordusunun büy ük bir kısmını gönderebilmiştir. Kısacası; Bedreddin ay aklanmasının y enilgisinin nedenlerinden biri, karşı karşıya bulunduğu düşman gücünün, kat kat büyük olmasıy dı. Gelişmelere bu açıdan y aklaştığımızda, ay aklanmanın zamanlama eksikliğinden vey a geç kalmışlığından söz etmek mümkündür. Bu ise doğrudan hareket önderliğinde iktidar perspektifinin olgunlaşması süreciy le ilgilidir. Şey h Bedreddin, Musa Çelebi'nin y enilgisine kadar, iktidarın değişimine dair devrimci bir anlay ışa sahip değildi. O dönemde iktidarın zor y oluy la ele geçirilmesi gerektiğine v e bunun da başından itibaren egemene karşı sav aşmakla olabileceğine ilişkin düşüncesi tam olarak netleşmemişti. Denilebilir ki, bu doğrular Bedreddin'in kaf asında henüz tartışma halindedir. Bu y üzden de, egemenin sahip olduğu iktidar olanaklarından y ararlanılarak sömürü düzeninin değişimine katkıda bulunabileceğini düşünmüştür. Musa'nın y ok edilmesi v e kendisinin de İznik'e sürgün edilmesi, Bedreddin'i bu düşünceden tamamen uzaklaştırmış, iktidarın ancak zor y oluyla v e y oksul halkın savaşma gücüne day anılarak ele geçirilebileceğini kesin olarak göstermiştir. Bu gelişmeler ay nı zamanda onun iktidar perspektifinin yerli yerine oturmasını sağlay an gelişmelerdir. Bu gelişmelerin yaşanması için geçmesi gereken süreç, beraberinde daha uy gun bir momentin kaçırılmış olmasını da getirmiş v e iktidarın alaşağı edilmesi mücadelesi, Bedreddin y iğitleri açısından daha güç koşullarda sürmüştür. Düşman düzenli ve büy ük bir askeri güce sahiptir v e tüm olanakları elindedir. Bu "büy ük" gücü yenebilecek bir ayaklanmanın nasıl olması gerektiğini düşünürken, işe sav aş

31

y öntem ve taktiklerinin incelenmesiy le başlamak gerekir. Bedreddin y iğitleri savaşa vurkaç taktikleriyle başlamışlardı. Gerek bu ey lemlerindeki başarıları, gerekse de düşman saldırıları karşısında tutunabilmiş olmaları sayesinde, hem düşman cephesinin moralini bozmuş hem de halk kitlelerinde y arattıkları güv enle çok kısa sürede hızla say ılarını arttırmışlardı. Köy lü y ığınları hızla hakikat bayrağı altında toplanıy or v e savaşma isteklerini dile getiriy orlardı. Hareketin önemli bir zaaf ı bu noktada ortaya çıktı. Mevcut sav aşçı gücün mev zilendirilebilmesi için düzenli bir ordu kendisini day atmasına rağmen bu y ola gidilmemiştir. Oysa düşmanın düzenli ordusunun karşısında tutunmak için, vurkaç saldırıların y anında, düzenli bir ordu ile savaşmak da bir zorunluluktu. Bir diğer v e önemli eksiklik de, ay aklanmanın bölgesel tarzda ele alınmış olmasıdır. Batı Anadolu v e Rumeli dışında, ay aklanmay ı yay acak tarzda bir örgütlenmey e gidilememiştir. Ortakça bir yaşamın ve belirli bir askeri gücün y aratıldığı Batı Anadolu dışında da benzer gelişmeler sağlanabilsey di, Osmanlı Devleti ve ordusu açısından durum daha zor bir hal almış olur v e ayaklanmanın bastırılması imkansız hale gelebilirdi. Rumeli v e Batı Anadolu dışında da cepheler açılmalı v e savaş mutlaka y aygınlaştırılmalıy dı. Böy le bir adım, düşman gücünü bölebileceği gibi, ortak yaşamın kurulu olduğu ve sav aşın sürdüğü bölgelerin diğer cephelerce politik, askeri v e ekonomik olarak desteklenmesini beraberinde getirecekti. Hareketin lokal kalması nedeniy le hakikat savaşı bu olanaklardan da yoksun kalmıştır. Sav aş alanı olarak seçilen bölgenin, düşman kuşatması karşısında sıkışıp kalmay a y ol açacak coğrafi özelliğe sahip qlması da taktik bir eksikliktir. Karaburun bölgesi, üç taraf ı denizle çevrili bir yerdi. Askeri güçlerin bu bölgenin dışında da dağıtılması gerekirdi. Böy le bir hareketin ilk olmasını da y enilginin önemli nedenleri arasında say malıy ız. Anadolu toprakları, daha önce dev letin v e sömürü düzeninin temellerini böy lesine köktenci tarzda hedefley en bir ayaklanma-

ya tanıklık etmemiştir. 13. y üzy ıldaki Babailer Ay aklanması ise, ay aklanmay a y ön veren düşünce açısından Bedreddin Ay aklanması'ndan farklıdır. Bedreddin müridlerinin y aydığı düşünceler, çağının çok ilerisinde v e halk için çok yeniy di. Halk koy u bir cehalete v e din duygularının istismarına day anan bir karanlığa mahkum edilmişti. Bu durumun v e dev let korkusunun hakim olgu haline getirdiği kadercilik ve bunlara bağlı olarak ortay a çıkan sinmişlik, toplum yaşantısını büy ük ölçüde belirtiyordu. Hakikat savaşçılarının y ükselttiği mücadele' v e kazandıkları zaf erler bu manzarada önemli değişikliklere y ol açmış olsa da, kitlelerin kendi hakları için sav aşa sokulabilmesi öyle bir çırpıda başarılabilecek bir şey değildi. Kazanılan zaf erlerin birbirine eklenerek y ay gınlaşması gerekiyordu. Ay rıca y üzy ıllardır halklar arasında yaratılmış olan suni bölünmelerin v e bu bölünmelerden doğan öny argıların giderilmesi de zamana duy ulan ihtiy acı arttırıy ordu. Ay aklanmanın yenilgiy le sonuçlanmasında bu temel nedenlerin yanında, y ine ilk olmanın y ol açtığı deney im eksikliği v e hakikat düşüncesinin zaf erine duyulan inancın zaman zaman aşırı bir güv ene dönüşmesi de etken olmuştur. ANADOLU TOPRAKLARINDA İHTİLALİMİZ SÜRÜYOR Bugüne dek Anadolu toprakları, Bedreddin y iğitleri gibi y üzbinlerce v atan ev ladının kanlarıy la sulandı. Ödenen hiçbir bedel, Anadolu insanını, gelecek özlemi için kavgay a tutuşmaktan alıkoy amadı.İnsanlarımız, isy an tarihimize y eni isy anlar eklemek için, her dönem ölümü gülerek kucakladılar. Anadolu böyle yaratıldı... Anadolu topraklarında Baba İshak, Şeyh Bedreddin ve y oldaşları Börklüce Mustaf a ile Torlak Kemal daha sonra Şah Kulu, Pir Suttan Abdal, Sey id Riza v e diğer halk önderleri onurlu v e insana y araşır bir düzen için, halklarımızın kurtuluşu v e özgür geleceği için sav aştılar, savaştırdılar v e şehit düştüler. Anadolu'y u tanımalıy ız. Onların sav aşı, halklarımızın sav aşı, sav aşımızdır.


32

TAVIRMART1997

Onların isy anı, isyan ateşleri isy anımızdır, kav gamızdır. Anadolu topraklarını kanlarıy la sulayanlar bugün bilincimizde ve yüreğimizdedir. Anadolu topraklarında y oksul köy lüler, Ahiler, ırgatlar her dinden v e mezhepten her kökenden ezilen y oksul halklarımız, sultanların, bey lerin, prenslerin, din sömürücülerinin dizginsiz sömürüsü ve en vahşi katliamları altında inim inim inledi. Anadolu "bir başına v e yalnız" kaldı. Anadolu halkları y ıkımlar v e katliamlar arasında cesetlerle dolu topraklarında y eniden ayağa kalktı v e direndi, savaştı. Anadolu isy an tarihinde Şey h Bedreddin'in v e y oldaşlarının önderlik ettiği ayaklanmanın önemli bir y eri vardır. Düşünce sistematiği, örgütlenmesi, halka y aklaşımı, sav aşımı v e y arattığı değerlerle, geleneklerle dersler çıkarılması gereken birçok y anı vardır. Onlar kahramanlıklar yarattılar. Halklarımızı sev diler, inandılar. Y oldaşça bağlılıkla birbirlerine güv endiler. Önderliğin yol göstericiliğinde sav aştılar v e y eni bir düzen kurup adına "ortakça düzen" dediler. Komün kurdular, o dönemde "sosy alizm"i y aşattılar. Şey h Bedreddin v e y oldaşları y üzy ıllar sonrasının gerçeklerini bü-

y ük öngörüy le y aşama geçirmey e çalıştılar. Sav aşa atılmaktan geri durmadı-. lar. Cüretli v e y iğitçe savaştılar. Y enileceklerini gördükleri anda bile namusları v e onurlan için ölümüne savaşmaktan geri durmadılar, "Hakikat Bizimle!", "Şehitlerimize Şan Olsun!" diy erek ölümün üzerine atıldılar. Ölüme giderken cellatlarıy la adeta alay ettiler. Şey h Bedreddin, "Beni kara toprakta değil, hakikati anlamış insanların y üreklerinde aray ın", derken y üzy ıllar sonra vatan topraklarımızda onuru v e namusu için savaşanların y üreklerine v e bilinçlerine sesleniy ordu. Şey h Bedreddin v e yoldaşları coşku, umut v e zaf er oldular. Ve bugün Anadolu yeniden,y aratılıy or. Genç kızlarımızın, gelinlerimizin, oğullarımızın, çocuklarımızın, ana v e babalarımızın ellerinde, binlerce y ıllık özlemimiz y eniden alev lendi. Sav aşa dönüştü. Bu sav aş yüzy ılların sav aşıdır; kardeşçe y aşamanın, eşitçe paylaşmanın, özgürlüğün v e adaletin sav aşıdır! Bu savaş bizimdir!

KAYNAKÇA: 1- Ben de Hali mc e Bedreddinem (Radi FİŞ) 2- Azap Ortakları, Cilt l-ll (Erol TOY) 3- Şeyh Bedreddin v e Varidat (İs met Z eki EYU BOĞLU) 4- Si mav na Kadısı Oğlu Şey h Bed reddin D estanı (Nazım HİKMET) 5- Türk Halk Hareketleri ve Devrimler. (Çetin YETKİN) 6- Az Geliş mişlik Sürecinde Türkiye (Stefanos YERASSIMOS) 7- Türkiye'de Geri Kal mışlığın Tarihi (İs mail CEM) 8- Yüzyılların Gerçeği ve Mirası (Server TANİLLİ) 9- Os manlı Toplum Düz eni (Taner TİMUR) 10- Kabileden F eodaliz me (Halil BERKTAY) 11- Asya Üreti m Tarzı (Sencer DİVİTÇİOĞLU) 12- Sosyaliz m ve T oplumsal M üca deleler Ansiklopedisi 13- Köylüler Savaşı (ENGELS)


TAVIR MART 1997

33

SALEHE HESEN

EVİNA ME

SEVDAMIZ

Lı dofare Lı bolivya ye Bı xwina ernesto av daye Guleki sore evina me Evina me Evina me Pır kurine, evina me Bı dıjware evina me

Dofar'da Bolivya'da Ernesto'n un kanıyla sulanan Kızıl bir güldür sevdamız Umuttur halkın yüreğinde

Evin agıre dilane Ronahiya nav şevane Rızgariya bındestane Evina me, evina me Evin wek baran dıbari Şe wg dibe cihana tari Ev sistema koledari Dıtırse ji evina me Evin Lı berxwedan Xweşe Nave evin şoreşe Gula sore, gula geşe Evina me, evina me

Sevdamız Sevdamız Çok içtendir sevdamız Çok zorludur sevdamız Geceyi aydınlatır Yüreğimizdeki ateşi sevdanın Çiğnenmiştir özgürlüğümüz Sevdamız, sevdamız Sevda yağmur damlası Işıtıyor karanlık evreni Korkuyor sevdamızdan Kölelik düzeni Adı devrimdir Direnişle 'güzelleşir Sevdamız, sevdamız


34

T A V I R M A RT 19 97

AHMET SONER

Geçtiği miz sayıda C an Dündar'la başl ayan Belges el Habercilik başlıklı y azıda kullandığımız biçi mi, yine röportaj k alıpl arına bağlı kal madan y önetmen Ahmet Soner'le sürdürüyoruz.

BELGESEL SİNEMACILIK

Belgesel f ilm bana göre, bilimsel bir çalışmadan farklı birşey değil. Belgesel f ilm yapan insan, tıpkı bir bilim adamı gibi, konuy a bütün boy utlarıy la, gerçeklerden sapmaksızın y aklaşabilen insandır. Belgesel sinemadan ben bunu anlıyorum. Belgesel sinemanın işlev i çok geniştir. Hitler de kendi propagandasını y apmak için belgesel sinemay a ihtiy aç duymuştur. Sovyetler Birliği'nde de ay nı bakış geçerli. Belgesele her dönemde, herkesin mutlaka ihtiyacı v ar. Bazen bir belgeselin bir reklam f ilmi gibi ele alındığını düşünüyorum. Y ani bir malın reklamını y apıy ormuş gibi bir tarzı olabiliy or, bu y aklaşım bilimsel anlay ıştan uzaktır. Fransız bir y azarın v erdiği örneğe bakalım isterseniz: Sibirya'da, kazma kürekle yol çalışması y apan insanların görüntüsü üzerine iki ayrı ses düşürülüy or. İlkinde proleterya ülkesinin yeni baştan kurulduğu anlatılıy or, komünizm için gece gündüz çalışıldığı v urgulanıy or.İkincisinde ise ay nı görüntüy le birlikte kızıl komünistlerin insanları aç susuz, gece gündüz nasıl köle gibi çalıştırdığı anlatılıy or. Aslında ikisinde de sunulan ay nı görüntü, ay nı insanlar. Gerçek ikisi de değil, ikisinin arasında bir yerde. Benim kastettiğim bilimsel çalışmalarda doğrusunu yansıtmak önemli. Y akından örnek v erecek olursak; telev izyonlarda bol bol malzeme olarak kullanılan, Gazi'de ya da 1 May ıs 96'da yaşananlar. Görüntülerin üstüne düşürülen sesleri duy uyoruz. "Kışkırtıcılar" denilerek o gencecik insanlara bir sürü suçu y ıkmay a çalışıy orlar,onların birtakım mihraklarca yönlendirildiğini söy lüy orlar. Basın da bunu körüklüy or. O insanlara gerçeği sormuy orlar, neden orada olduklarını, neden böy le dav randıklarını sormuyorlar. Herkes onlara bir şey ler atfediy or, kaf asına göre onlara bir suç y ıkıy or. Bizim sav unduğumuz belgesel anlay ışında bu tip yaklaşımların yeri elbette y oktur. Çünkü bunlar bilim dışı söylemlerdir. Doğru

olandan hiç uzaklaşmamak gerekiyor. Adı üstünde; belge. Düny a var oldukça tanıklık edecektir. Bu yüzden belgesel yapan insan, bence büyük bir sorumluluk duy gusuy la hareket etmelidir. Sizin y aptığınız f ilm y a da çektiğiniz görüntü iki y üzy ıl sonra bile gösterilebilir. Bunun sorumluluğunun bilincinde olmak gerekiyor. Gündelik bir takım av antajlar için y a da gündelik politikalara uymak için taviz v ermemek gerekiy or. Bir bilim adamı gibi gerçeklerden hiç ay rılmamak gerekiy or. Telev izy on, belgesel anlay ışını çok çarpıttı. Oysa televizy on bence eğitim v e öğretim açısından, yani bi-, limsel y aklaşım açısından en önemli ay gıtların başında geliy or. Ama buna rağmen düny anın her y erinde çok kötü kullanılıy or. Türkiye'de TRT'nin dışında belgesel f ilm gösteren kanal hemen hemen y ok. Bazı kanallar belgesel dedikleri birtakım çalışmaların içerisindeler, tabi onlara kalsa bütün o y apılan programlar belgesel diy e adlandırılıy or. Paparazzi prog-


TAVIR MART 1997

ramları da belgesel niteliğinde, çünkü aniden kamerayla dalıy orlar, baskın y apıy orlar, bazı insanları y akalıy orlar, apar topar bazı sorular soruy orlar, teşhir ediy orlar. Bazen o hayatlarına birden girdikleri insanlar ertesi gün gidip intihar da edebiliy or. İşte televizy onların belgesel anlay ışı da bu. Bazen de bir sunucu bulunup -çünkü bu moda- belgesel y apılıy or. Konunun önemi yok, konu nasıl olsa ikinci derecede. Asıl olan sunucunun v arlığı. Telev izy on belgesellerinde konu enflâsyon olabilir, edebiy at olabilir, kısaca herşey olabilir ama ne y azık ki, ikinci derecede bir öneme sahip bunlar. Başrolde mutlaka bir star oluyor, y a da sunucular bu program say esinde güzel görünerek, y akışıklı görünerek kısa sürede star oluv eriyor. Ekranlar böy le starlarla dolu. Uğur Dündar'la başlay ıp arkasından Mehmet Ali Birand'lar, Can Dündar'lar, Nurseli idiz'ler hepsi sunuculuktan başlayarak bir y erlere gelmiş insanlar v e artık f arklı kanallarla pazarlık edip mily arlarla transf er oluy orlar. Bu durumda y aptıkları programları da hep kendilerine y ontmak durumundalar, kendi f iyatlarını y ükseltmek durumundalar.İşte televizy onların belgesel anlay ışı da buradan ötey e gitmiy or. "Ciddi belgeseller y ok mu?" diy e bir soru sorulabilir. Elbette var. Belgesel çok uzun süren, y orucu bir iştir. Bu bakışla ele alınacak bir belge-' seli henüz Türkiy e'de y apacak kadrolar y ok. Y urtdışında y apılan bazı belgeseller v ar. En çok da doğayla ilgili, örneğin hayvanlar alemini, bitkiler alemini, su altını, balıkları anlatan belgeseller akla geliy or. Bunlar büy ük paralar harcanarak çıkan projelerdir. Türkiy e'de bu tip şeyler yapılamıy or. Y apılması da bu gidişle zor görünüy or. Haber programlarda kısa bölümler alıy orlar bizim çekimlerden. Bu aslında sizi tatmin etmiy or. Y alnızca "reklamı oluyor" diy e düşünüyorsun. Telev izy onlar sansasyonel haberlerin peşinde. Kurşun Kalem oy natılırken kimse ses çıkarmadı, olumlu y a. da olumsuz bir tepki belirtmedi. Ama neden sonra Kurşun Kalem, Şanar Y urdatapan'ın tutuklanması için gerekçe olunca ilgi gösterildi bu çalışmay a. Türkiy e'de ne y aşansa bir belge

35

isteniyor, ispat isteniy or. Susurluk'ta bir kamera olsaydı, kazay ı, kazadan sonra olanları bitenleri görüntüleseydi her şey daha farklı olurdu. Susturucular nerede, çanta nerede hepsi kay dedilmiş olacaktı. Böy lelikle ortaya yüzlerce senaryo çıkmay acaktı. Bir f otoğraf nasıl bir olay a tanıklık ediy orsa, bir belgesel f ilm de yaşananları dile getirebilir. Diy elim ki Galatasaray'da tinerci çocuklara tanıklık ediy orsunuz, bunu ortadan kaldırabilir misiniz? Y a da Cumartesi Anneleri'ni çekmişseniz kimse yok diyebiliyor mu? Ortada belge var. Böylesi bir durum egemenler v e y önetenler taraf ından her zaman korku duy ulabilecek bir durumdur. Bu olay ı belgeley en de zor durumda kalıy or, başı beladan kurtulmuy or. Onların lehine birşeyler anlatmadığınız sürece baskı altında olmanız çok doğal. Hitler'in de belgesel çeken bir sinemacısı v ardı; olimpiy atları, kitleleri, meydanları dolduran ve aynı anda selam v eren, ellerini hav aya kaldıran insanları çeken bir sinemacısı. Önemli elbette böyle bir şey in olması. Bugüne kadar her parti, özellikle seçim dönemlerinde bu olanaktan y ararlanıy or. Partilerin sinemacıları toplantıları, mitinglerini, liderleri çekip o liderin ulaşamadığı y erlerde, telev izy onlarda gösterilmek üzere hazırl ıy or. Çünkü bir seçim dönemi boy unca her y eri dolaşamazsınız. Muhalif bir y an olmalıdır belgeselde. Partilere çalışan insanların yaptıklarını böy le adlandıramıy orum. Gerçeğin resmedilişidir belgesel. Bu gerçekler de her zaman kimilerini tedirgin eden şeylerdir. Onlar ister ki; kendilerine çalışsın bu kameralar, kendilerine y ardımcı olsun. Oy sa gerçeğin birilerine y ardım etmek gibi bir kay gısı y oktur, en ufak bir çarpıtmay a, çarpıtılmaya olanak tanımaz. Belgesel f ilm y apmak sabır gerektiriyor. Konulu filmde her şey e hakimsiniz, her şey i yönetirsiniz; istediğiniz anda istediğiniz y ere koyabilirsiniz kamerayı, çekimleri tekrarlayabilirsiniz. Oy sa sokağa çıktığınızda bir y ürüyüş, bir miting çektiğiniz zaman ne olacağını bilemezsiniz. Orada ancak sezgilerinizle, önceden en iy i yeri almak durumundasınız v e kameranız sürekli çalışır durumda olmalı. Sabredeceksiniz, belki de günlerce bekleyeceksiniz. Örneğin; gü-

neşin doğuşunu çekeceksiniz. O gün hav a kapalı olabilir, bulutlu olabilir, istediğiniz görüntüy ü alamay abilirsiniz, belki orada, soğukta kötü şartlarda oturup bekley eceksiniz. Kesinlikle önceden hissetmekle ilgili. Çektiğiniz görüntüy e adapte olmak, gelişebilecek şeyleri önceden görebilmek ve ona göre konumlanmak bir belgeselcinin en önemli görev i. Birden f azla kameranız olsa çekim kolay laşıy or, tek kamerayla çalışınca iş zorlaşıy or. Y ıllar önce rahmetli Kuzgun, Engin bir de ben, üç kamerayla 1 May ıs Katliamı'nı çekmiştik. Üçünü birleştirip bir f ilm yapmıştık. Üç ay rı y erindeydik Taksim'in; Engin Gümüşsüyü taraf ındaydı," ben Talimhane taraf ında, Kuzgun da anıtın civ arınday dı. Çok etkili oldu f ilm. Ankara'da, Meclis'te bile seyrettiler çektiklerimizi. Neredeyse İçişleri Bakanı istif a edecekti. Belgeselin böy le bir gücü v ar işte. Polisleri görüntülüyorsunuz, polislerin başındakileri, komiserleri görüntülüyorsunuz. Etki büyüdükçe ateş açma emrini kimin v erdiği bile tartışılmay a başlıy or.İşte o zaman hiçbir şey gizlenemiyor. Büy ük y ankıları oluy or. Suçluların bulunması y önünde bir ümit taşımıy orduk, zaten kısa bir süre içinde bu olay ın da üstünü kapadılar, pek çok benzerinde y aşandığı gibi. Ürünlerimizi değerlendirmekte zorluk çekiyoruz. Üstüne para verseniz de y ay ınlamıy orlar çektiklerinizi. Bizde, belgesel f ilme para v erilmesi yadırganıy or. Bazı çekimlere telev izy oncular gelemiy orlar ya da gecikiy orlar. Biz çekiy oruz, bizim görüntüleri onlar da kullanmak istiy or. Bunun için bir miktar para talebiniz oluy or, hemen v azgeçiyorlar. Haberin önemli olup olmaması onları hiç etkilemiy or. Olay ların eskimey e tahammülü y ok, yaşananların günü gününe değerlendirilmesinin tartışılmaz bir önemi var. Gündemden düştüğü anda hiçbir şey in önemi kalmıy or. O günün haberidir artık, o gün gösterilmek zorundadır. Belgesel çalışmalarının mutlaka bir y erden beslenmesi gerekiyor, en azından telev izyonlardan beslenebilse istediği projeleri gerçekleştirebilir hale gelecek. Ben her şeye rağmen umudumu yitirmiy orum.


36

TAVIR MART 1997

eşkıya senaryo, yönetmen: yavuz turgul oyuncular: şener şen, uğur yücel, yeşim salkım müzik: erkan oğur

E

şkıy a, son y ılların en çok ilgi gören v e en fazla izlenen f ilmi. Altı hafta boy unca İstanbul sinemalarında oy nay an f ilmin Anadolu'da gösterimi halen dev am ediy or. Film, önümüzdeki günlerde İstanbul'da ikinci koz gösterime girecek. Filmin gösterildiği sinemaların gişelerinin önünde sokaklara taşan uzun uy ruklar oluşmuş, biletler karaborsada satılmaya başlamıştı. Böy lesine bir gösterim serüveni y aşay an Eşkıy a'ya bir de gösterim sonrası haf ızalarımızda kalan yanıy la bakalım. Film, kurgusundaki teknolojik başarısıy la; müzik, ses ef ektleri ve kamera hareketleriyle izley iciyi adeta büy ülüyor. Y erli sinemada ilk kez kullanılan tekniklerin y arattığı büy ü f ilmin bazı bölümleri üzerine y apılacak değerlendirmelerin sıhhatine de engel oluy or. Filmde bizim dikkatimizi çeken olguların başında dil sorunu geliy or. Bu basından takip ettiğimiz kadarıyla bir kaç eleştirmenin de dikkatini çekmiş. Burada, "Kürtçe bir f ilm" y apmak mümkün değil denilebilir. Bu durum y apımcı v e yönetmen açısından makul da görülebilir. Ancak filmde anlatılan tarihsel olguların bugün geldiği noktay a baktığımızda Kürt halkının, dil'i başta olmak üzere, sosyal, kültürel v e siy asal meşruluğu


TAVIR MART 1997

bugün çok önemli bir ev reye girmiştir. Denilebilir ki, y eni çekilen bir f ilm olarak Eşkıy a'nın öyküsü, bugün Kürt halkının y aşadıkları karşısında ezilmektedir. Yönetmen bu gerçekleri hangi nedenle görmezlikten gelirse gelsin, bu yaklaşım, filmin ana temasında bir özür olarak sırıtıy or. 35 y ıl hapis y atıp çıkan Eşkıy a Baranla karşılaşan y aşlı kadın, hiç değilse, geçmişten kalan bir sıcaklıkla y arı Kürtçe y arı bozuk Türkçe ile konuşabilirdi. Mem-u Zin'de yer y er kullanılan Kürtçe motif lere benzer bir üslup da kullanılabilirdi. Film de y önetmenin kay gıları ne olursa olsun, bu sorumluluktan kaçınılmış. Ev et... İzley ici ilk anda bu durumu pek f arketmiy or. Çünkü f ilm daha salona girmeden izley iciy i etkisi altına almıştır. İmaj, doğru değerlendirmenin önüne geçmiştir. Eşkıya Baran ise sanki bir zaman tünelinden geçip geliy or. Y aşadığı topraklar bir masal diy arı. Y önetmenin bu y aklaşımı, senary osunu y azdığı 'Züğürt Ağa" f ilminde de kendisini f azlasıy la hissettiriy ordu. Ağalık kurumunun gelenekselleşmiş hiçbir y anı y oktu Haraptar Köy ü'nün sev imli-ağasında. Y avuz Turgul hay allerini aktarıy or bey azperdey e. Peki y a gerçekler? "Onları da bir başkası aktarsın" dey ip geçebilir miy iz? Filmdeki olay lar örgüsünün mekanlara v e tiplemelere uyarlanışında bir subjektivizm göze çarpıy or. Baran'ın dağlara çıkmadan önce yaşadığı köy baraj nedeniyle sular altında kalmıştır. Köyde y alnızca yaşlı bir kadın kalmıştır. Bütün hısım akraba "baraj" nedeniyle köyü terketmek zorunda kalmıştır. Başka da bir neden y oktur bu insansızlaştırılan köy lerde(!) Y önetmen sadece baraj gölleri altında kalanları değil, kana bulanan köy leri de işleyemez miy di? Gerçeklik, filme damgasını v urmasa bile fondan yansıtılabilirdi. Ama bu da es geçilmiş. Film, "şehir eşkıy aları" (mafyacılar) üzerine olumlu temalar içermesine karşın, Eşkıy a'nın mafya ile hesaplaşmasında olağandışı sahneler v ar. 35 y ıl sonra silahı eline alır almaz attığını v uran Eşkıy a, insanüstü Amerikan f ilm kahramanlarını andırıy or. Ancak f ilmin final sahnesi, masalsı y anına karşın oldukça çarpıcı v e gerçekçi y aklaşımlar sergiliyor.

37

Damdaki çatışma (aslında burada kurşun atan yalnızca polistir) sahneleri; Cumali'nin sırtını day adığı şehre hakim binanın terasında, polis kuşatmasını y armay a çalışan Eşkıy a Baran, genç polisle karşı karşıy a geldiğinde merhamet gösterir. Kurşunlarının bittiğinin f arkında olmadan tetik düşüren polise ateş etmez, ona y aşama şansı v erir. Ancak o, eşkıy ay a yaşama şansı v ermez. Tek kurşun bile sıkmadan korunmay a çalışan eşkıy ay ı, kahraman meslekdaşlarıy la birlikte kurşun yağmuruna tutarak katleder. Bu sahneler, ülkemizdeki polisin gerçek karekterini belki de hiç farkında olmadan anlatıy or. Öte y andan Keje'nin bir anda tayyörünü giyip, y ılların iş kadını edasıy la eşinin şirketine gelişi ise f ilmin kurgusundaki sallanmay ı, zay ıf lığı anlatıy or aslında. 35 y ıldır konuşmayan, ev inden çıkmay an Keje, Baran'ı görünce mi y eni bir kimliğe büründü? Filmin oluşumundaki hemen herşey -ki bu başrol oy uncularından, y ardımcı oy uncuların seçimine dek görülebiliyorpopüler kültürün biçimleriyle belirlenmiş. Film, bu y anıy la y ani kamuoy unda kendini tartıştırmasıy la sıradışı bir y erli film olmuş. Filmin tanıtımında medy anın da desteğiyle tipik bir Holllywood hav ası estirilmiştir. Y aratılan imajla sey irci önceden yönlendirilmiş. Fakat Şener Şen ve Uğur Y ücel'in oy unculuk perf ormansları övgüy e değer. İkili, film boyunca uy umlu bir görüntü çiziy or. Eşkıya'nın müziği Erkan Oğur taraf ından yapılmış. Erkan Oğur'un filmin öy küsü ile bütünleşen lirik, yöresel türküleri filme önemli bir katkı sunuy or. 1 mily on izley iciy e ulaşan Eşkı-. y a'nın istanbul'da ikinci kez gösterime gireceği göz önüne alınırsa bu say ının artacağı söy lenebilir. Eşkıy a önümüzdeki günlerde İstanbul Film Festivali'ne konuk olacak. Eşkıy a, günahıy la sevabıy la ülkemizde çekilen sinema y apıtları arasında sanatsal düzey olarak önemli bir silkelenmeye v e dolayısıyla sinemaya yabancılaştırılan izley icide de y eniden bir ilgiy e, beğeniye neden olmuştur. Umarız, bundan sonra içerik ve biçimin uy umlu, "gerçekçi" birlikteliği, bizi sinemacılarımızla daha iyi yapıtlarda buluşturur.


38

TAVIR MART 1997

GRUP YORUM

MARŞLARIMIZ *Düzenlemeler: Grup Yorum *Bağlama, Cura, Akustik- Gitar, Kaval, Buzuki, Bendir, Keyboard: Grup Yorum * Vokaller: Grup Yorum, İstanbul Vokal Beşlisi *Kemânlar ve Viyolalar: İstanbul Yaylı Çalgılar Topluluğu *Trompet ve Trombon: Kemik 3 Bakır Nefesli Çalgılar Topluluğu *Perküsyon: Boğaziçi Gösteri Sanatlar Topluluğu *Klasik Gitar: Erdem Sökmen *Elektrik Gitar: Berç Yaremyan *Davul: Volkan Öktem *Askı Davul, Zurna: Deniz Selman *Bass: İsmail Soyberk *Flüt: Ali Koç, Celal Kara *Akordiyon: Muammer Ketencoglu*Viyolonsel: Özer Arkun *Klarinet: Göksün Çavdar *Obua: Celal Akatlar *Yapım: Kalan Müzik *Prodüktör: Hasan Saltık *Kayıt: Hasan Bitmez, Ahmet Karaduman, Grup Yorum * Stüdyo: Metropol *Mix: Hasan Bitmez

H

aziran 1996'da dinley icilerimize sunduğumuz "Geliy oruz" adlı çalışmamızdan altı ay sonra, Marşlarımıza selamlıy oruz halklarımızı. Ülkemiz v e düny a dev rimci mücadelesinin kültürel miraslarından olan türküleri ve marşları bağrında toplay an bir y apıt oluşturmak istedik. Neden Marşlarımız? Anadolu toprakları üzerinde bin y ıllardır y aşay an halklar her dönem, kendisini ezen ve sömürenlere karşı mücadele etmiştir. Başkaldırı, y azılı

v e sözlü edebiyat ürünlerine esin kaynağı olduğu gibi, başkaldırının da türküleri yakılmıştır. Dadaloğlu, PirSultan Abdal, Köroğlu, Karacaoğlan türküleri bunlara birer örnektir. Kahramanlığın, cesaretin, acının, soykırımın, hüznün, sev incin y ani y aşamın türküleridir Anadolu türküleri. Bugün, bu türküleri birçok sanatçı derley ip, düzenley ip halka ulaştırmaktadır. 1970'ler özgürlük, eşitlik, insanca bir y aşam v e özgür bir v atan mücadelesinde yeni bir dönemeçtir. Türkiye halkları güvenin v e umudun hay kırışını, sloganlarını, taraka seslerini y eniden duymay a başladı. Mahirle,

Ulaş'la, Hüsey in'le silkindi Anadolu. Tarih, onuru, y iğitliği, özv eriy i,f edakarlığı y azmaya başladı sayfalarına. Aranvutköy'de Ulaş, Maltepe'de Cev ahir, Kızıldere'de Mahir Çay an v e dokuz yoldaşı erdemle yüktü yaşamlarını şanlı direnişlerle süslediler. "Biz buray a dönmey e değil ölmey e geldik." Kızıldere'de ay aza saplanan bu söz, yirmibeş y ıldır her gün y eniden dilleniy or. Sokaklar, bu sözü haykırarak zulmün üzerine y ürüy en gençlerimizle dolup taşıy or. İşte bu inanç, bu kültür y epyeni bir halk kültürünü y arattı. Anadolu halklarının tarihinden, değerlerinden beslenen bir sosyalist kültürün adımları atıldı.


TAVIR MART 1997

Dadaloğlu, Köroğlu y eniden yaşamay a başladı. Y üzlerce y ılın türküleri can bedeli kazand ığ ımız günlerin türküleri oldu. Bu türküleri işlemek, günümüze taşımak, h a k e t t i k l e r i coşkuy a büründü rmek fikriyle başladık Marşlarımız'ın çalışmalarına. "Kızıldere", "Şar kışla", "1 May ıs" gibi birçok parça, günümüze dek ciddi anlamda ele alınmamış, tekdüze, sıradan bir şekilde düzenlenmiş ve söy lenmişti. Mücadelemizi o m uzlay an y üzlerce, binlerce gence tarihimizi anlatabilmek için başladık Marşlarımızın çalışmalarına.Geçmişimizin dev rimci mirasını bugüne taşıy an direnişlerin türkülerini de eski türkü v e marşlarla birleştirip kesintisiz bir süreci, ülkemizin esaretten kurtarılıp, özgürleştirilmesi mücadelesinin sürecini anlatmay ı hedef ledik. Marşlarımız'ın stüdy o çalışmaları "Geliy oruz"dan hemen sonra, 96 Haziran'ında başladı. Cezaev lerinde, özgür tutsaklar taraf ından zulme dur demek için başlatılan v e daha sonra ölüm orucuna dönüştürülen süresiz açlık grev lerinin ilk günlerine rastlay an stüdyo çalışmamızın henüz başındayken arkadaşlarımız Kemal, Uf uk, Özcan ve İrşad gözaltına alındı. 13 günlük gözaltı süresi sonrası Kemal v e Uf uk tutuklandı. Bu süreç nedeniyle stüdyodaki çalışmalarımıza kısa bir süre ara v ermek zorunda kaldık. Arkadaşlarımızın tutsaklık sürecinde repertuv ar oluşturma v e parçaların düzenlenmesi çalışmalarına hız v erdik. Bu kaset çalışmasında da cezaev indeki arkadaşlarımızla aramızda y oğun bir iletişim vardı. Notalar, demir parmaklıklar ardından bize, bizden demir parmaklıklar ardına ulaşıy ordu. “Cemo” v e “ileri” kasetlerine benzer bir süreci Marşlarımızda y eniden y aşadık. Kemal v e Ufuk tahliy e

39

Vatanımız; Toprağını, üzerine damlayan terimizle, bedenimizden akan kanımızla yoğurduğumuz; en bahtsız diyarına bereket taşıdığımız, çiçeklerle bezediğimiz, yerimiz, yurdumuz... Yanından, yöresinden sarılmışken, ölesiye savunduğumuz; oğluna, kızına ağıtlar yaktığımız; ışığımız, ırmağımız, özgürlüğüne hasret kaldığımız. Senin için değil miydi geçmişten günümüze akıp, ölümsüzleşen günlerde, anfilerde bir coşkuyla çoğalmamız? Bir. elimizde kitaplarımız, bir elimizde bayraklarımızla zaptettik meydanları. Beyazıt Meydanı bizimle özgürleşti. Bayraklarımız elden ele dolaştı. Marşlarımız kapladı Beyazıt semalarını. Altıncı Filo senin sularını kirlettiğinde bir yumruk olup kovduk onu. Vedat Demircioğlu kardeşimiz yanıbaşımızda adın için can verdi. 15-16 Haziran günlerinde yaz sıcağına ateş kattık. Adımlarımızın gürlüğüyle sarsıldı saraylar, hanedanlar. Mahir, Hüseyin, Ulaş... İsimleri hiç silinmeyecek bir mürekkeple; kanla yazıldı Anadolu'nun taşına, toprağına. Onların çağrısıyla sokağa döküldü binler, öfke kuşandı, fişekliği doladı beline, dağlan yurt eyledi. Ve Deniz, Yusuf, Sinan ve İbrahim... hepside aynı tebessümle karşıladılar ölümü. Kızıldere'de bir köy evinde, Arnavutköy'de, Maltepe'de, Nurhak't a, işkencede, dar ağaçlarında... Hepsi de aynı edayla alay ettiler ölümle. Kepaze ettiler faniliği, yere çaldılar, ölumsüzleştiler. Vatanımızı esir etmek isteyenlere tokat olup çarptılar, kurşun olup yağdılar. . T aksim Meydanı'n a geldiğimizde beşyüzbin emekçi vardık. Kana buladılar bayramımızı. Bayraklarımız daha da kızıllaştı. Düşmedi dilimizden Marşlarımız. Başka göklerin altında bizim gibi ezilenler yenince zulmü, coşkumuza coşku kattık. Bizim bildik kazanılan zaferi. Şenliklerle, sloganlarla adımladığımız alanları, tank paletleri işgal etti; postallar altında ezildi çiçeklerimiz. Zindana taşındı Marşlarımız. Karanlık, izbe yerlerden yükseldi ama hiç susmadı Marşlarımız. T arihimizi anlattı bizlere, direnmeyi öğretti. Karanlık zindanları yıkarken, yine Marşlarımız vardı dilimizde. Yeniden alanları doldurduğum uzda; vatanımızı taşla, sopayla savunduğumuzda Marşlarımız vardı dilimizde. M.Akif Dalcı Marşlarımızı söyleyip, taş toplarken şehit düştü. 1 Mayıs alanını böyle kazandık. 12 T emmuz'da, 17 Nisan'da, Bağcılar'da, Gültepe'de, 84 ve 96 Ölüm Oruçları'nda şehitlerimizin son sözleri Marşlarımız oldu. Marşlarımız insanlığın kurtuluş kavgasının tarihçesidir. Marşlarımız, ciğerlerimize doldurduğumuz soluğumuz; ateş gibi kavuran kinimizdir. Marşlarımız, geleceğe yürüyüşümüzde geçmişimizle kurulan köprüdür. Marşlarımız; bir daha ağıtlar yakmasın diye vatanımız körpecik fidanlarına; inadına büyüyen destanımızdır.


40

TAVIR MART 1997

olduktan kısa bir süre sonra y eniden stüdyo çalışmalarına başladık. Zorlu süreçler yaratıcılığımızı' geliştirme yönüyle bizim için her zaman deney ler bırakmıştır. 6u süreçlerin içinden hep inancımız, kararlılığımız, irademiz, bizim halkımıza, halkın da bize duy duğu güv en sayesinde alnımızın akıy la çıktık. Son çalışmamızda bizim dışımızda birçok müzisyenin katkısı var. Y azımızın başında da gördüğünüz gibi, çok geniş bir müzisy en topluluğuyla çalıştık. Özellikle bazı marşları seslendirirken bugüne kadar denemediğimiz bir y öntemi denedik. Müzikal alty apısını İstanbul Senfoni Orkestrası sanatçılarının oluşturduğu marşların v okallerinde y ine İstanbul Opera'sının solistlerine y er verdik. Bu tercihimizi, müzikal tarzımız içinde, kasetimizin içeriğine de uygun düşecek bir şekilde, farklı bir y aklaşım y e f arklı bir müzikal zenginlik olarak değerlendiriy oruz. Tabi ki, senf oni orkestrası v okallerinin kulaklara y abancı gelen bir y anı da v ar. Okumadaki coşku çoğu zaman kaybolmuş, bize y abancı bir if ade tarzı ortaya çıkmış. Dinley icilerimizden bu tür eleştiriler de aldık. Bu eleştirilerin haklılık pay ı olduğunu da eklemek istiy oruz. Düny a halklarına mal olmuş enternasy onal marşların aslına sadık kalmay a özen gösterdik. Partizan Marşı, Enternasyonal, Avstury a İşçi Marşı gibi tüm düny a halklarının dilindeki bu özgürlük marşlarını özünü bozmadan y eni bir düzenleme içerisinde söy ledik. Marşlarımızda İstanbul Senfoni Orkestrası müzisyenlerinin oluşturduğu kalabalık bir müzisy en topluluğu da y er aldı. Y aylı çalgılar (keman, v iyola v e viy olonsel), nefesli çalgılar (trompet, trombon, klarinet v e flüt) topluluğu bu alty apının oluşumunda y eralan sanatçılardan sadece bir kısmı. Marşlarımız y aklaşık olarak 6 ay ı kapsay an v e 500 saatlik bir stüdyo çalışmasının ürünü. Stüdyo çalışmasına bu kadar uzun bir süre ay ırmamızın iki sebebi v ar: Birincisi, tek tek bütün parçalara gösterdiğimiz titizlik; ikincisi de, çok geniş bir repertuv arla stüdy oda çalışmamız. Kay ıtlarımız sırasında tam 26 parçaya y oğunlaştık v e stüdyo sürecinin sonunda bu repertuv ardan 20 parçalık bir

seçim yapmak zorunda kaldık. Bu geniş repertuv ar ay nı zamanda ülkemizde bugüne kadar y apılan çalışmalar arasında zaman açısından da önemli bir yere sahip. Maddi zorlukların v e ticari kaygıların 45 dakikalık ya da en fazla 60 dakikalık kaset yapmay a zorladığı bu koşullarda Marşlarımız 74 dakikalık süresi ile bu sınırları da zorluy or. Enternasyonal v e Av ustury a İşçi Marşı isimli enternasy onal marşları sadece CD'de yer vermek zorunda kaldık. Kaset kapağında Marşlarımız"a gerçek anlamıy la can v eren ülkemiz tarihinin en değerli insanlarına, dev rim şehitlerimize yer v erdik. İsmini bildiğimiz binlercesi v e bilemediğimiz onbinlerce sıra nef erinden y alnızca bir kısmı y er alabildi kapağımızda. Marşlarımızda katkısı bulunanlar sadece yukarıda saydığımız müzisy enlerle sınırlı değil. Şair v e y azar dostlarımız, cezaev i hav alandırmalarında sesimizi birbirimize kattığımız özgür tutsaklarımız da v ar bu çalışmada. "Özgür Tutsak" isimli marşın ilk ezgisi Bayrampaşa Cezaev i özgür tutsakları taraf ından ortaya çıkarıldı. "Özgür Tutsak"ın sözlerini öykücü dostumuz Hayati Azim ile birlikte şekillendirdik. Kimliksizleştirme, kişiliksizleştirme politikalarını boşa çıkaran, zindanlarda dahi olsa özgür kişiliklerinden zerrece taviz v ermey en; Buca'da, Ümraniy e'de barikat başında türkü söyley enlerin, ülkemizin hemen hemen tüm cezaev lerinde bedenini açlığa y atıranların, en önde ipi göğüsley en İdil'in, Y emliha'nın, Berdan'ın,İlginç'in v e Müjdat'ın türküsüdür "Özgür Tutsak". Direnişçilerin Cevabı, Seninle Biz, De Be Aslan Karam gibi, kasetlerimizde yer v erdiğimiz, dillere dolanan şarkılarımızın üretildiği y erden; zindanlardan ulaştırıldı bize "Ö zgür Tutsak." Kasetimizde ilk sırada y er verdiğimiz "1 May ıs"ın sözü v e müziği Sarper Özsan'a ait. Emekçilerin marşı 1 May ıs, tüm baskı ve engellemelere karşın her koşulda sahiplendiğimiz, uğrunda bedeller ödediğimiz, acılar ve yiğitliklerle dolu bir tarihin if adesidir. "Bey az Gelinlik", Türkiye devrimcilerinin y ıllardır dilinden düşürmediği bir marş. Kim taraf ından, ne za-

man üretildiği bilinmiy or. Ancak 71 sonrasında cezaev lerinde üretildiği y olunda çeşitli görüşler v ar. Bu y anıy la anonimleşmiş bir marş. Beyaz .Gelinlik'e ilk kasedimiz "Sıy rılıp Gelen"de de y er v ermiştik. "Gençlik Marşı", 6. Filo'lara karşı bedenlerini birbirine kenetley enlerden, 12 Ey lül'ün karanlığının perde perde aralandığ ı işçilerin, memurların özgürlük istemiyle sokaklara çıktığı y ıllara, özellikle okullarda gençliğin mücadelesinin hızla y ükseldiği, demokratik üniv ersite talebinin günden güne artan bir ivmey le sahiplenildiği büy ük bir kesitin ürünü. Bugüne kadar daha çok öğrenci kesim taraf ından bilinen ve söylenen bu marşı, Hamiy etlerin, Birtan'ların, Seherlerin adıy la güçlenen gençlik mücadelesine bir soluk katmak için seslendirdik. "Neşid El Tahrir" Suriy e'nin bağımsızlık sav aşını v e Arap halkının vatan sevgisini konu edinen Arapça bir marş. "ileri" v e "Geliy oruz"da da birer Arapça türkü söy lemiştik. Anadolu topraklarında y aşay an halkların y okedilmeye çalışılan, tertemiz kültürlerini y aşatma v e geliştirme mücadelesine dev am edeceğiz. Arapça'da da zaman zaman lehçe farklılıklarından doğan sorunlar y aşıy oruz. Kasetlerimizde y er verdiğimiz türkü ve marşlarda ülkemizin güneyindeki değişik bölgelerde sözlerin f arklı anlaşıldığı y önünde değerlendirmeler bize ulaşıy or. Neşid El Tahrir aslına uy gun olarak Suriy e Arapça'sı temel alınarak söy lediğimiz bir marş. "Partizan", Sovyet partizanlarının marşı. Düny anın dört bir yanında pek çok dilde söylenen bu marşa da repertuv arımızda y er v erdik. Ülkemizde de bu marşın sözleri pek çok yerde, f arklı f arklı şekillerde biliniy or. Biz birebir Rusça'dan çev rilmiş haline ulaşmaya çalıştık. Sovyet Kızılordu Korosu'nun plaklarından dinlediğimiz koral zenginliği dikkate alarak y aptığımız düzenlemey e Nihat Behram'ın "Örgütün Gücü" şiirini de ekledik. Sovyet partizanlarının, Kübalı gerillaların, Çin komünistlerinin de, düny adaki tüm devrimcilerin de ortak idealleri olan insanca y aşam v e özgürlük mücadelesini y ürüten, merkezileştiren ve zaf ere taşıy an, gücü gü-


TAVIR MART 1997

ce ulay an bu kurmay lıktır. Kurmaylık, halktır. Halkın, gören gözü, işiten kulağıdır; umudu, özlemidir. "Haklıy ız Kazanacağız", "Cemo" kasetimizde de y er v erdiğimiz bir marş. Cemo'dan bugüne dinamizmi, kolayca söy lenebiliyor olması, sözlerinde emekçi halkın artık dilinden düşürmediği bir sloganın yer alması v e asıl olarak halka karşı sürdürülen sav aşta halkın zalimlere v erdiği cev ap olarak bilinen "Haklıy ız Kazanacağız"ı Marşlarımızda öncekinden farklı bir düzenlemey le, konserlerde seslendirdiğimiz biçimiy le seslendirdik. "Cemo"da olmay an son dörtlük de y ine bu süreç içerisinde gecekondu direnişlerinde, meydanlarda, barikatlarda emekçi halk taraf ından y azıld ı. Reber y ine y eni sürecin türkülerinden. Hiç Durmadan'da y er v erdiğimiz v e müziği bize ait olan y oksul Kürt köy lüsünün çağrısıdır Reber. Şanar Y urdapan'a ait olan "Vur Ulan Köpek Dölü" de yine 80 öncesinin en çok sevilen marşlarından biri. İsimler v ar y aşamımızda. İnsan isimleri, y er isimleri... Bazen bir tek isim yüzlerce sayfası olan bir kitaptan daha çok şey anlatır bize. Bazen tek bir isim hey ecanlandırır bizi, y ada tam tersi acıy a boğar, gözlerimiz

41

dolar bazen, öfkeleniriz. Kızıldere, Arnav utköy, Şarkışla, Nurhak; Mahir, Hüseyin, Ulaş, Deniz, Y usuf, Sinan, Kaypakkay a... Türkiy e dev rimci hareketinin mimarları. Onlar empery alizme karşı sav aştılar. Onlar Bedreddin gibi, Dadaloğlu gibi, sömürüye ve zulme karşı ay ağa kalkan, halkı örgütley en, savaştıran y eni halk önderleridir. Dostluk, dayanışma v e vefadır onlar. Bir bütünsellik içinde iç içe geçmiş bu süreci v e bu sürecin türkülerini arka arkay a sıraladık. Y akın tarihimizi v e bugünü birbirinden ay ırmamay a özen gösterdik. Üretiminin 68'lere day andığı söylenen eski bir marşı, Dev -Genç marşını "Gün Doğdu Hep Uyandık"ı bu türkülerin içinde seslendirdik. "Hürriyet Marşı"nın sözleri Nazım Hikmet'e, müziği Timur Selçuk'a ait. Kaset kapağında bizim dışımızda bir nedenden kay naklanan bir dizgi hatası sonucu bu marşın müziğinin bizim taraf ımızdan bestelendiği ibaresi y er aldı. Bu hata için Timur Selçuk'tan v e dinley icilerimizden özür diliy oruz. "Şişli Mey danı'nda Üç Kız" say gıy la andığımız, müziğimizin mimarı, hocamız Ruhi Su'nun bir çalışması. O'nun anısına saygıy la söy lüyoruz-

GRUP YORUM K AÇ

bu türküy ü ve Ruhi Su türkülerini. "Bize Ölüm Y ok" adlı marşı Grup Ekin, 1991 y ılında Bize Ölüm Y ok isimli kasetinde söylemişti. O günden bu güne özgürlük v e bağımsızlık mücadelesinde toprağa düşen onlarca devrimci, bu marşla uğurlandı son yolculuğuna. Bu marş bizim için, şehitlerimiz için bir sembol oldu. Anmalarda, mezarlık ziy aretlerinde kalabalık korolar taraf ından söylendi. Bize Ölüm Y ok her katliamın ardından ay nı kararlılık v e coşkuyla haykırıldı. Y etmişinde analar, y edisinde çocuklar ezberledi bu marşı. Grup Ekin'in kasetinde olanaksızlıklar içerisinde şekillenen bu marşı daha dinamik bir y orumlama ve zengin bir orkestrasyonla tekrar ele almay a çalıştık. "Cesaret" de yine daha önce kasetlerimizde y er v erdiğimiz marşlarımızdan biri. "Korkuyu egemen kılmay a çalışanlara inat Cesaret" demiştik bundan tam beş y ıl önce. Y ürekliliğin, cesaretin yüzlerce yeni örneği y aşandı, y aşanıy or ülkemizde. Bu, kökü Mahir'lere day anan bir kararlılığın, cüretin if adesidir. Marşlarımız 30 y ıllık bir kesitin türkülerini ve marşlarını y ansıtıy or. Marşlarımız'ı şehitlerimize armağan ediy oruz.

SATIYOR?

Sıyrılıp Gelen

Ekim 1987

220.000

Haziranda Ölmek Zor/Berivan Türkülerle Cemo/Gün Gelir Gel ki Şafaklar Tutuşsun Yürek Çağrısı/Ey Hevalo Dünden Yarına/Seçmeler Cesaret Hiç Durmadan İleri Geliyoruz M arşlarımız

Ekim 1988 Nisan 1989 Eylül 1989 Eylül 1990 M ayıs 1991 Aralık 1991 Haziran 1992 Eylül 1993 Şubat 1995 M ayıs 1996 Ocak 1997

300.000 200.000 260.000 130.000 120.000 80.000 210.000 130.000 150.000 170.000 (ilk 6 ay) 140.000 (ilk 1 ay)


42

TAVIR MART 1997

Özgür Tutsak

Ölümlere yatarım da Başeğmem zindanlara Duvarları kale olsa Esir olur yine bana

Demir kapılar da yanar (Damarımda kan da yanar) Adım özgürlük oldukça Yüreğimde köz oldukça Özgür tutsak oldukça

Söz: Hayati Azim Müzik: Grup Yorum

Ümraniye, Buca'da Bayraklaştık barikatta Onurumuz şehitlerle Özgürleştik tutsaklıkta

Analarla, kardeşlerle Omuz verdik kurtuluşa Zalimleri yeniyoruz Yürüyoruz aydınlığa


TAVIR MART 1997

43

HABER/YORUM

OKM'DEN İDİL KÜLTÜR MERKEZİ'NE ONURLU BİR TARİH "Arkadaşlarım OKM'yi açsın, orada çok güzel antlarımız var" (İdil'in Son Sözlerinden) 88'den bugüne devrimci halk kültürümüzün yaratılmasında bir yapı taşı olan OKM, üretimlerimizi gerçekleştirdiğimiz, yoldaşlığı öğrendiğimiz, acılarımızı, sevinçlerimizi paylaştığımız bir yerdi bizim için. Nice güzelliği, sevinci, coşkuyu yaşadık kanatları altında. Yanıbaşımızdaki "yeni insan"ı; Ayşe'yi, Nil'i, İdil'i tamdık, aynı havayı soluduk onlarla. Halk sevgisini, özgür vatan için emek vermenin tari fsi z hazzını öğrendik. OKM'mizin kapısına kilit vurulduğunda, tüm bu öğrendiklerimizi, kendimizi sınama zamanıydı. "Mendilimizde öfke, çıkınımızda bilinç" ile çıktık OKM'nin kapısından. Sanat, sadece türkü söylemek, şiir okumak, tiyatro oynamak değil, hak alma mücadelesinin içinde olmak, bedelleri göğüsleyebilmekti. 4 Ağustos '95'te Grup Yorum halktan yana sanatın susturulamayacağını bir kez daha haykırıyordu CHP İstanbul İl Merkezi'nden. OKM kapatıldıktan sonra, basın açıklamaları, el ilanları, afişlerle sürdürdüğümüz faaliyetimizde, sanatçı dostlarımız da bizimle bu süreci paylaştılar. Bu süreçte dost sanat kurumları yalnız bırakmadılar bizi, kapılarını açtılar. Yaklaşık 3,5 aylık bir süreden sonra 27 Kasım 96'da Anadolu Halk Kültür Sanat Merkezi'yle tekrar merhaba dedik. Artık faaliyetlerimize daha sıkı sarılacağımız yeni insanı yaratma mücadelesinde bir adım, ileriye götüreceğimiz yeni bir mevziydi burası. AKSM açıldıktan kısa bir süre sonra da Okmeydanı halkının özverisiyle Okmeydanı Halk Kültür Mer-

kezi'ni açmanın mutluluğunu yaşadık. Halk kültürümüzü yeni adımlarla beslediğimiz bu süreç, Temmuz 96'ya geldiğinde özgür tutsaklarımız zulmün kal elerinden' birer çığlık olup yükseldi. 12 canımız dişe diş bir, mücadeleyle Ölüm Orucu'nda ölümü teslim alarak, yaratı lan değerlere bir yenisini daha ekledi. Ölüm Orucu'nda şehit düş en devrimciler arasında bir de kadın sanatçı vardı: Ayçe İdil Erknıen. O, bir sanatçıydı; halkın sanatçısı. Özgürlük Türküsü elemanı, Ayşe Gülen Halk Sahnesi oyuncusu, Tavır dergisi yazarıydı İdil. Son sözlerinde dile getirdiği vasiyetini yerine getirdik. OKM'mizi yeni ismiyle İdil Kültür Merkezi olarak açtık. 1 Şubat 97 günü İdil Kültür Merkezi'mizin açılışını tüm dostlarımızla kutladık. O gün bizim için çok anlamlı ve heyacanlı bir gündü. Açılış programımız ilk olarak AGHS'den bir arkadaşımızın konuşmasıyla başladı. Ardından İdil Kültür Merkezi adına Grup Yorum elemanı Hakan Alak söz alarak OKM'den bugüne, İdil Kültür Merkezi'ne gelene kadar yaşadıklarımızı anlattı. O gün hepimiz, geçen her saatin ardından daha bir heyecanlanıyorduk. Davetliler çoğalıyor, kalabalıklaşıyorduk. Bir ananın evladım sımsıkı sarması gibi sarmalıyorduk İdil'imizi. Bir de buna ailemizle, dostlarımızla bu coşkuyu paylaşmanın mutluluğu eklenince daha bir anlamlı, daha. bir güzel geçiyordu saatler. "İşte bu perdenin ardında onurlu bir tarih var, Ortaköy Kültür Merkezi'nden İdil Kültür Merkezi'n e onurlu bir tarih"... FOSEM'in hazırladığı ve 11 yıllık tarihimizin anlatıl-

dığı sinevizyon gösterimini sunuyoruz. Ardından Özgürlük Türküsü sahneye gelerek türkülerimizi seslendiriyor. İbrahim Karaca, "Gökyüzünün Yedi Rengi" isimli şiirini okuyor. Grup Yorum Korosu'nun seslendirdiği türküler ayrı bir renk katıyor açılışımıza. Açılışımıza İdil Kültür Merkezi kurucu üyel erinden dostlarımız Ruhan Mavruk ve Mesut Akusta, ayrıca öykücü ve Tavır Dergisi yazarlarından Hayati Azim, yazar Cengiz Gündoğdu, yazar Seyyid Nezir ve yazar Hasan Basri Aydın da konuşmalarıyla katılıyor. Sahnede bu kez Grup Yorum var. Çeşitli yörelerden türkül er s eslendirerek başlıyor programına ve aynı zamanda bu türkülerle birlikte yöresel halk oyunlarım da sergiliyor. Programa kısa bir ara veriyoruz. Açılış boyunca cezaevl erinden özgür tutsaklar, öğrenciler, işçiler, avukatlar, basın emekçileri gönderdikleri mesajlarla açılışın coşkusunu paylaşıyorlar bizimle. Koma Amed sahneye gelerek Kürtçe türküler, marşl ar söylüyor. "Gelecek aydınlık yarınlarda, Dicle'de, Fırat'ta, Munzur'da; İdil ile Helin'in birleşeceği özgür yarınları birlikte kucaklayacağız" diyor Koma Amed. Alkışlar arasında son kez sahneye gel en Grup Yorum, türkü ve marşlarımızla açılış programımızı tamamlıyor. İdil Kültür Merkezi, onu ete kemiğe bürüyen, Grup Yorum, Özgürlük Türküsü, Ayşe Gülen Halk Sahnesi, Fotoğraf ve Sinema Emekçileri'yle, halkın haklının yanında olmaya ve tarihi resmetmeye devam edecek.


44

T A V I R MA RT 1 997

DEĞERLENDİRME İBRAHİM KARACA damarlarında şiir dolaşan bir öykü kitabı

gün karanfil kokuyor hayati azim

Y

aşadığı topluma, çağa v e düny aya karşı tepkisiz, duyarsız, ilgisiz kalamayan insan; bir gün y azmay a başlarsa hangi duy gular içinde bocalar, nelerle cebelleşir? En büy ük v e ilk kapışmasını başka kimsey le değil, kendisiy le y apar y ine.. Y azdığı her şiir, her öy kü, her oy un için y etersizdir.. Acemidir.. Öy le y a, kendisi bile bunları düşünüp y azabildiğine göre, başkaları neler yazmaz ki.. Hep acemidir o kendi gözünde.. Bu yüzden, y apmakta olduğu işin "Pir"leri ulaşılması zor bir yerde dururlar. Bey ninin bir köşesinde sürekli büyüy en bu "Abi"ler, farkında olmadan y azma hırsını bilemişlerdir onun. "Hiç kimseden hiçbir şey beklemeden" sürdürülen bu y azma uğraşı iy ice yoğunlaşıp çoğaldığında v e olgunlaşmaya başladığında, olumlu y ada olumsuz eleştirilmey e değer bulunduğunda, henüz bulanık olan sular y avaş y avaş-durulmay a v e yazma sürecine ilişkin resim netleşmey e başlar. Netleştikçe, kendi dilini oluşturmay a inanır yazarımız y avaş yav aş.. Bu onun hakkıdır, ama yine de bir açık kapı bırakır. Mütev azidir. Bunu kendinin söy lemesinden değil, y azdıklarından biz çıkarırız.. Başa dönelim.. Çünkü o; toplu-

ma, çağa ve hay ata karşı tepkisiz kalmay ı bir türlü beceremeyenlerdendir.. Y azdıkları on kitaba ulaşsa da, "rating"i düşük konular olduğunu düşünse de bir türlü kopamaz onlardan.. Onlarla başlamıştır y azmay a, onlar rahatsız etmektedir, acı v ermektedir, coşturmaktadır, ağlatmaktadır y azarımızı.. Çünkü y azdıkları, hay atın "böy le gitmesin" dedirttiği cangıldan bir hay kırış olarak doğmuş ve hayatın devingen y anından beslenmiştir.. Elimde bir kitap v ar... Bir öykü kitabı... Haziran 1996'da Tav ır y ay ınları arasında y ay ınlanmış. Y eni say ılmaz belki, ama, yeni ulaşılan veya yeni okunan her kitabın y eni olduğunu düşünerek şunu söylemek istiyorum: Bu dev ran böy le sürmek için sav aş verenler eksilmedikçe, elimde tutduğum bu kitap hep y eni kalacak... Gün Karanf il Kokuyor... Hayati Azim... Bir öykü kitabı... Gerçeğin öyküsü... Kitaptaki bazı öyküleri daha önce Tav ır Dergisinden okumuştum. Buna rağmen kitaptan okumak bir başka güzel.. Hele bazı öy külerde iliklerime kadar ürperdiğimi hissettim, öyküdeki kişilerle aynılaştım... Kitabın on üçüncü sayf asındaki "Sus" adlı öykü bunlardan biri ve gerçek bir olay ı anlatıy or. Bu öykü kesinlikle senaryolaştırılmalı v eya bir f ilmin önemli bir bölümü olarak değerlendirilmeli:.. Belki de on yedinci

v e yirmi dokuzuncu sayfalarda ki "Y ürümek İstiy orum" v e "Aşkın v e Kav ganın Y ükü" adlı öy külerle birlikte düşünülmeli... Kitabı okuy up bitiren herkesin, bir süre gözlerinin önünden geçirmesini öneririm.. Öyküler gözlerinizin önünden geçerken, Munzur'da ölümsüzleşen Barbara Kistler'i konu alan "Al, Gözlerim Sende Kalsın" adlı öy küde bir an takılıp kalacağından eminim... Lanet olsun!.. İnsanı, doğay ı, canlıy ı, daha güzel bir dünyay ı ve yaşamı ölesiye seven güzel insanlarımızı öy lesine netameli ve kırılası bir çarkın dişlilerinde yitiriyoruz ki... At izinin it izine karıştığı bu kurtlar sof rasının kurulmasında, susarak bir biçimde kendisinin de rol aldığını düşünmeden edemiyor insan... Bu duy gu sizin de ciğerinizi kemirmiy or mu?... Ama her şey e rağmen "Gün Karanf il Kokuy or.. Bedel ödeyen, üstelik y alnız kendisi için değil, devrime v e devrimle gelecek olan bir hay ata ihtiy acı olan halk için bedel ödey en y eni insanlarımızın y üzü suyu hürmetine ay akta duruyor insanlık onurumuz... İnsanlık onurunun nelere rağmen ay akta tutulduğunun y irmi bir tane öy küsünü göreceksiniz, yüz kırk sayf alık bu kitapta.. Okuy un, gün karanf il kokmay a dev am etsin...


TAVIR MART 1997

45

cumartesi anneleri anımsamanın zaferi

aydın öztürk

K

ay ıplarının ardına düşen anneler çoğalıy or günden güne. Her Cumartesi Galatasaray Lisesi önüne toplanan analar; y azarı, şairiy le toplumun büy ük bir, bölümünü etkiliy or. Kay ıp anaları Berat Günçıkan'ın kitabında... Kay ıp anaları Ay dın Öztürk'ün kitabında... Kay ıp anaları Le Monde'da... Şair Ay dın Öztürk'ün "Cumartesi Anneleri-Anımsamanın Zaferi" adındaki şiir kitabı kısa metinlerden, şiirlerden v e kay ıp analarına biraz duyarlı herkesin tanıdık, bildik diyeceği insanların f otoğraflarından oluşuyor. Öztürk, dolmuşta gördüğü, bebeği kucağında bir annede kay ıp analarını y akalamış: "Anne bir zamanlar bedeninin içindeki bir parçayı, şimdi bedeninin dışında düşün me z" demiş. Ev et düşünmez. "Dol muştaki o kadın bilse ki kucağındaki sıcak yumağın yolunu faili belli ölümlerin beklediğini!..." Şair bu dizede herkese gönderme yapıy or.

Sen, sen, sen... Hepimiz bir gün kay ıp anası olarak Galatasaray Lisesi önünde olabiliriz. Bir bilebilsek bunu, bugünden, daha o sıcak y umak büyümeden katacağız y üreğimizi kay ıp analarına. "Eğer yolunuz Beyoğlu'na düştüyse/ve günlerden Cu martesi'yse/zaman da öğlene yaslanmışsa/yürüyüp Galatasaray Lisesi önüne geldiyseniz/önce kalkanlı polisleri görürsünüz/kayışlarını zorlayan kurt köpeklerini/panzerleri, dizilmiş kaskları." Sadece bunlarla değil elbette. Y ine şairin dey işi ile; "Yüreğinize bakan fotoğraflar/asla büyümeyecek çocuk hatıraları". Şairin zalimlere de seslenişleri var kitapta: "Düşünün zalimleri... Annenizin acıyla titreşen ellerinde sadece bir fotoğraf olarak kalmak ister misini z?" diy e sormuş. "Yararsız bir soru, biliyorum"diy e eklemiş hemen. Sonra da zalimleri tanımlamış. "Zalim: Sev meyi anlaya ma mış bir yabancıdır kendine". Bir başka sayfada ise: "Ama unut muyorum/Zali mleri de bağışlayarak/Müebbet utanca mah-

kum ediyoru m..." diy or. Şair y üreği mi demeli ne? Analar utanca mahkum ederek bağışlar mı onları? Kendi geleceğinden korkan sistemler, kendisi gibi düşünmey eni, sistemi değiştirmek istey eni yok etmey i seçiyor. Korkulan ne kadar büy ükse, kay ıpların say ısı da o kadar büy ük. Bu y anıy la kay ıplar, evrensel bir sorun. Arjantinli kay ıp anaları da kitapta y üklüce yerini almış. Ay dın Öztürk'ün "Cumartesi Anneleri" kitabı kay ıpların, kay ıp analarının belleğimizde y er etmesine, tarihteki y erini almasına katkısı açısından önemli. Fakat kay ıp anaları, y alnızca kay ıplarının mı ardına düşüy or, y oksa kay ıplarının ardına düşen analar, kay ıplarına ulaşamasa da kayıp çocuklarının sev dasına mı ulaşıy or? Her Cumartesi o mey dana gelip oturan kay ıp anaları şimdi yanlarında tutsak analarını da görüy orlar ve hep birlikte hesap soruy orlar. Onların ev ladı kay ıp, onların evladı tutsak ama şimdi her birinin y üzlerce evladı v ar; sev dasını kuşanıp, umudunu taşıdığı.


.46

TAVIR M ART 1997

HABER/YORUM

GRUP Y ORUM İNTE RNE TTE Grup Y orum müziğini internete taşıdı. Y orum'un sanata v e yaşama nasıl baktığını, tarihini, türkülerinin notalarını v e şarkı sözlerini bu dosyada bulmak mümkün. Grup Y orum'a internette düny anın her taraf ından

http:// devrim.org/grupyorum adresiy le ulaşılabilir.

TÜRKİYE Y AZARLAR SE NDİKAS I OLAĞ AN GE NE L KURUL . TOP LANTIS I Y APILDI. Türkiy e Y azarlar Sendikası'nın 10. Olağan Genel Kurul Toplantısı y apıldı v e Ataol Behramoğlu yeniden başkanlığa seçildi. Sendikanın y önetim kurulu Ataol Behramoğlu, Cezmi Ersöz, Emin Karaca, Fey za Hepçilingirler, Güv en Turan, Hasan Öztoprak, Necati Mert, Sunay Akın v e Zeynep Aliye'den oluşuyor. Ayrıca Disiplin Kurulu'na Aslan Başer Kaf aoğlu, Lütfi Kaleli ve Raif Ertan; Denetleme Kuruluna ise Adnan Özy alçıner, Arif Damar, Hasan Kıy af et, İsmet Kemal v e Zihni Anadol getirildiler.

KARİKATÜRİS T AHME T E RKANLI TUTUKLANDI Dergimizde y ay ınlanan karikatürlerinden dolay ı hakkında pek çok dava açılan karikatürist Erkanlı dav a sonunda v atanımızın kara mizah gerçeğine çomak sokmaktan "suçlu" bulundu. Bu v atan karınca yuv alarına kadar şefkatle koruduğumuz bereketli bir toprak. Bu v atan onu sabırla ve inatla işley en ellere ihanet etmez. Ahmet Erkanlı halkın, haklının y anındadır. Bütün suçu budur. Karanlığa karşı ay dınlığı temsil eden birçok sanatçı gibi Erkanlı da bu suçun bedelini ödemektedir. Karikatür halkın gerçek hüznü, sevinci, coşkusu, öfkesi v e ağız dolusu gülüşüdür. Bu gülüşü kimse yok edemez.

MGK S ANATÇILARI S US TURMAY A ÇALIŞ IY OR 39. Mekanize Piy ade Tugay Komutanlığı'nın 15 Ağustos 1996'da tüm Tugay ve Garnizon Komutanlıkları'na "Gizli" ibareli bir belge gönderdiği ortay a çıktı. Bazı gazete, dergi, sivil toptum örgütleri, müzik grubu ve kültür merkezlerinin isminin geçtiği belgede, adı geçen kurumların v e grupların susturulmaları, en azından f aaliyetlerinin durdurulması isteniy or. Belgede adı geçen sanat kuruluşları v e müzik grupları arasında şunlar bulunuy or: Grup Y orum, Anadolu Halk Kültür Sanat Merkezi, Koma Denge Azadi, Mezopotamy a Kültür Merkezi, Koma Azad, Stran Kültür Merkezi, Grup Munzur, Koma Amed, Y apı Sanatev i, Koma Çiy a, Sine-Sen, Koma Sefhıldan, MED-KOM, Dilan Müzik Grubu, Hacı Bektaş Kültür Derneği, Koma Botan, Kürt KAV, Koma Gülen Xerzan, Kürt Enstitüsü, Koma Agıre Jiy an, Can Kültür Merkezi, Y enigün Müzik Topluluğu, Emek Kültür Merkezi, Teatre Raperiri, Y üzçiçekaçsın Kültür Merkezi, Teatre Jiyana Nu, Tohum Kültür Merkezi, Ferhat Tunç, Kutup Y ıldızı, Güneşe Türkü ve Y ekitiya Cıv an. Bütün pislikleri Susurluk'ta açığa çıkan devlet, bu pisliklerin deşilmesinin ve gerçeklerin emekçi halka ulaşmasının önünde engel olmaya çalışıy or. Ama bu pisliklerin, "Gizli" ibareli belgelerin ortaya çıkmasını engelley emiyor. Ve tablonun gizli parçaları bir bir açığa çıkıy or. Bunun en son örneklerinden birini de muhalif kurum v e sanatçıların susturulmasını isteyen bu belge oluşturuyor. . Genelgeler, "Gizli" ibareli belgeler sanatımızı engelley emeyecek.

GRUP YORUM 7 Aralı k't a Brüksel'de, 21 A ralık't a Londra'da, 25 Aralık't a Viyana'da, 28 Aralık't a Zürih'te, 29 Aralı k't a Paris'le konserler yerdi. 8 Aralı k 1996; Ankara'da SES'in düzenlediği senlikle yeralan Grup Yorum yaklaşık 10 000 kişiye seslendi. 22 Aralık 1996; Şişli'de, La Bella Düğün Salonu'nda, Genel-lş Sendikası kiralından düzenlenen 'K emal Türkler'i Anma Gecesi'nde bir dinleti yerdi. 26 Aralık 1996; . Geçirdiği bir hastalık sonrasında kaybettiğimiz, Piyalepasa Mahallesi muhtarı Güzel Olluçimen'i anma amacıyla Okmeydanı'nda YüzçiçekaçsınKültür Merkezi'nde yapılan etkinlikte küçük bir dinleti verdi. 31 Aralık 1996; Beşiktaş Meydanı'nda Kamyon Atelye Sanatı (KAS) taralından düzenlenen yeni yıl şenliğinde bir dinleti yerdi. 4 O cak 1997; Ümraniye Sehitleri'nin anmasında türküler söyledi. 12 O cak 1997; Mecidiyeköy Kültür Merkezi'nde Kurtuluş Gazetesi'nin 11. kuruluş yılı onuruna verdiği yemekte bir dinleti sundu. 16 O cak 1997; Bursa'da, Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda yaklaşık 5000 kişinin izlediği bir konser gerçekleştirdi. 1 Şub at 1997; İdil Kültür Merkezi'nin açılışında bir dinleti . verdi.

2 Şubat 1997; Trafik kazası geçiren Canşenliği Oyuncuları'yla Dayanışma Gecesi'nde, Ankara'da Yükselij Koleji Salonu'nda yaklaşık 12000 kişiye seslendi. 9 Şub at 1997; Bakırköy Özgürlük Meydanı'nda yaklaşık 1000 kişiye seslendi. 10 Şub at 1997; Ayşe Nil ve Ayçe İdil'i mezarları başında anarak marşlar söyledi.


TAVIR MART 1997

47

HABER/YORUM

ADA NA B ÜR O MUZ KUN DA KLA NDI

15 Şubat 1997; Akan Prodüksiyon tarafından organize edilen İstanbul Konserinde, Bostancı Gösteri Merkezi'nde iki seans olarak gerçeklesen konserde yaklaşık 5000 kişiye seslendi. 16 Şubat 1997; idil Kültür Merkezinde KAS taralından düzenlenen etkinlikte bir dinleti verdi. - 16 Şubat 1997; Evrensel Kültür Merkezi'nde iki seans halinde yaklaşık 500 kişiye seslendi. 16 Şubat 1997; Gazi Mahallesi'nde "Sürekli Aydınlık için 1 Dakika Karanlık" eyleminde yaklaşık 3000 kişiye seslendi. 21 Şubat 1997; Kadıköy Caferağa Spor Salonu'nda HADEP tarafından düzenlenen şenlikte yaklaşık 2000 kişiye seslendi. 22 Şubat 1997; Tüm Maliye Sen'in Şişli la Bella Düğün Salonu'nda düzenlediği şenlikte yaklaşık 500 kişiye seslendi. 23 Şubat 1997; Trabya Halk Kültür Derneğinde bir dinleti verdi. 23 Şubat 1997; Gülsuyu'nda "Sürekli Aydınlık İçin i Dakika Karanlık" eylerimde yaklaşık 500 kişiye seslendi. 25 Şubat 1997; Alibeyköy'de "Sürekli Aydınlık İçin1 Dakika Karanlık" eyleminde yaklaşık 300 kişiye seslendi. 26 Şubat 1997; Bağcılar'da 'Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık" eyleminde yaklaşık 2000 kişiye seslendi. 28 Şubat 1997; Okmeydanı'nda "Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık" eyleminde yaklaşık 5000 kişiye seslendi. 1 Mart 1997; Eğitim-Sen taralından MKM'de düzenlenen etkinlikte bir dinleti verdi. 2 Mart 1997; Medkom'da "Tutsak Öğrencilerle Dayanışma Şenliği"nde bir dinleti verdi. 8 Mart 1997; İkitelli'de Anka Müzikevi'nin düzenlediği şenlik-

Dergimizin Adana bürosu Adana polisinin baskıcı ve komplocu politikalarıy la en çok yüz y üze gelen kurumların başında geliyor. Büromuz y ıllardır hemen hemen her hafta basılıp talan edilmekte, çalışanlarımız gözaltına alınıp işkencelerden geçirilmekte, ardından tutuklanmaktadır. 13 Ocak 1997'de büro temsilcimiz Ayf er Arife Y ıldız gözaltına alın ıp apar topar tutuklanmıştır. 28 Ocak 1997'd.e ise büromuz, çalışanlarımızın içeride olmadığı bir saatte, polis gözetiminde, Hüsey in Küçük isimli silahlı bir serseri taraf ından kundaklanmıştır. Olay yerinden kaçan Hüseyin Küçük polis karakoluna sığınmıştır. Bu gelişmeler ardından savcılığa ardı ardına y aptığımız suç duy uruları sonuçsuz kalmış, adli makamlarca hiçbir soruşturma başlatılmamıştır. istanbul bürosu çalışanlarımızın y anısıra aralarında Y üzçiçekaçsın Kültür Merkezi çalışanı v e Partizan Sesi muhabirinin de bulunduğu bir heyet Adana'y a gidip çeşitli incelemelerde bulunmuştur. Bunun y anısıra Grup Yorum, İdil Kültür Merkezi, Kültür ve Sanatta Halktan Y ana Tav ır Dergisi, Y üzçiçekaçsın Kültür Merkezi, Grup Munzur, Partizan Sesi Dergisi, Babil Halk Sahnesi, Sterka Rizgari, Mezopotamya Kültür Merkezi, Barikat Dergisi, Kızıl Bay rak Dergisi, Özgür Atılım Gazetesi ve Halk İçin Kurtuluş Gazetesi yaptıkları ortak açıklamada kundaklama olayının kurumlar arasındaki iletişimsizliği giderebilecek bir vesile olduğu, bu f ırsatın yeni kundaklama girişimlerini boşa çıkartacağı v urgulandı. Ayrıca Hüseyin Küçük'ün Çatlı'nın öğrencisi olduğu belirtilen açıklamada Küçük'ün ve onu y önlendirenlerin yargılanması istendi.

BE Y AZ NO TA P LATFOR MU KUR ULDU Çoğunluğu rock müzik sanatçıları v e gruplarından oluşan v e aralarında Grup Y orum'un da bulunduğu Beyaz Nota Platformu bir bildirge yay ınlay arak çalışmalarına başladı. Platformun Susurluk sonrası oluştuğunu belirten platform üyeleri, kirli ilişkilerin çözülmesi v e savaş koşullarından rant elde edenlerin işledikleri cinayetlerin ortay a çıkarılması için gelişen toplumsal muhalefete katılmak istediklerini belirtiy orlar. Bunun y anı sıra "Bey az nota'y ı da "temiz bir ülkede özgür müzik y apmay ı istemek" olarak açıklıy orlar. Duy arlı olmalarına rağmen şimdiye kadar muhalif bir ses olarak müdaheleci olamadıklarını belirten platf orm üyeleri, böyle bir oluşumun ihtiyacını çok hissettiklerini ve artık gerçeklerden kaçamadıklarını belirtiy orlar. Müzisy enler öncelikle kendi dinley icilerine ulaşmayı ve dinleyicilerin duy arlılıklarını eyleme ve demokratik katılıma y öneltmeyi hedef liyor. Platf ormun programında İstanbul'da v e Anadolu'da geniş katılımlı konserler yapmak, rady o ve televizy onlarda programlara katılmak v e birlikte şarkı v e klip hazırlamak gibi etkinlikler yeralıy or. Bey az Nota Platf ormu'nunda Bulutsuzluk Özlemi, Grup Y orum, Moğollar, Kesme Şeker, Acil Serv is, Serüven Azizleri, Nekropti, Zigana, Kargo, Cem Karaca, Bülent Ortaçgil v e Ahmet Güvenç'in de yer aldığı bir çok amatör v e prof esy onel sanatçı bulunuyor.

emeğin, özgürlüğün, kardeşliğin sesi

ÇEVRE RADYO


48

TAVIR MART 1997

HABER/YORUM

8 YILLIK HASRET SONA ERDİ İstanbul'da en son konserini 1989 y ılında Harbiy e Açık Hav a Tiy atrosu'nda gerçekleştirmişti Grup Y orum ve Valilik kararıy la "resmi" y asaklar dönemi de o konserden sonra başlamıştı. Grup Y orum, o günden bugüne pek çok konser başvurusu y apmış, ama İstanbul Valiliği v e Emniyet Mü dürlüğü çeşitli gerekçeler göstererek bu başvurulara geri çev irmişti. Son olarak 1994 y ılında Y orum'un Y edikule Surları'nda gerçekleştireceği konser son gün y asaklanmıştı. Bu y asaklamay ı protesto etmek için konser y erine dinley icileriy le birlikte giden Grup Y oruma polis saldırmış, onlarca insan gözaltına alınmıştı. Y asaklamalar Y orum'un halkla kucaklaşmasını engelley emedi. Y orum y asaklı olduğu 8 y ıl boyunca işçilerle, memurlarla, öğrencilerle alanları, mey danları, yoksul gecekondu mahallelerini birer konser salonu haline getirdi. Bu kez 15 Şubat'ta Bostancı Gösteri Merkezi'nde bir konser gerçekleştirmek üzere haf talar öncesinden Valilik'e v e Emniy et Müdürlüğü'ne başvuru y aptı Grup Y orum. Büy ük bir hey ecanla hazırlıklara başlandı. Ancak konser tarihine iki gün kala Kadıköy Emniy et Müdürlüğü konser biletlerinin ilçe sınırları dışında, Bey oğlu'nda, Şişli'de, Bakırköy 'de satıldığını gerekçe göstererek konseri y asaklamak istedi. Konserin organizasy onunu üstlenen Akan Prodüksiyonla birlikte bu gerekçeye itiraz eden Grup Y orum'un av ukatları Kadıköy.Emniy et Müdürlüğü'nde "her mesleğin bir sırrı v ardır, bu konserin yapılması istenmiyor, bizim yapabileceğimiz birşey yok" cev abı ile karşılaştılar. Dostlarımızın v ar olan gerekçenin çok saçma olduğunu belirtmeleri v e aslında daha iy i bir gerekçenin gösterilebileceğini söy lemeleri üzerine y etkililer "Gerekçenin iy i olmadığını biz de biliy oruz" demek zorunda kalmışlardır. Bu konserin yapılmasının önünde y asal hiçbir engelin olmadığını v e bu gerekçenin geçerli olamayacağını sav unan Grup Y orum, ay nı gün dosy anın İstanbul Valiliği'ne gönderilmesini sağlamış, inatçı ve ısrarlı tutumuyla İstanbul Valiliği'ni konserin y apılması y önünde karar almay a zorlamıştır. 15 Şubat Cumartesi günü, 8 y ıl aradan sonra Y orum İstanbul'da dinleyicileriy le y asak duvarları y ıkılmış bir konserde buluştu. Konser iki seans halinde gerçekleşti. Alışılmış konserlerinden daha farklı bir şekilde çıktı sahney e Y orumcular. Önce bağlama çalmaya başladı sahnedeki tek Y orumcu, tanıdık bir ezgiy i "Kucaklaşma"y ı çalıy ordu. Ardından gitar katıldı, sonra bass gitar, dav ul, viy ola ve son olarak vokaller. En çok sevilen çalışmalarını ardı ard ına sıralıy or Y orum. Sıra türküleriyle uğrunda bedeller ödediği v atan topraklarını dolaşmay a geldi. Önce Urfa, ardından Harmandalıy la Ege'ye, zey beklerin diyarına. Sahnede bir Y orumcu diz kırıy or bu oy unla, izley icilerde şaşkınlık gözleniy or. Trakya'dan bir türküyle dev am ediy or Y orum konserine, Fiday da'da bu sefer başka bir Y orumcu öne çıkıy or, başlıy or oy namay a. Elazığ v ar sırada ardından Sivas'tan, Karadeniz'den türküler söy lüyor Y orumcular. Horonlar tepiliy or, semahlar dönülüy or. Konserin ikinci bölümü daha çok mücadele tarihinin, geleneklerin anlatıldığı bölüm. Grup Y orum'un öğrencileri, Grup Y orum Korosu da çıktı sahney e, iki türkü söylediler v e ayrıldılar sahneden. Konserin sonuna yaklaşıldığında Hilmi'y i ve Ayşegül'ü sahney e dav et etti Y orumcular. Hilmi "Cemo"y u söy ledi, Ayşegül de "Ordunun Dereleri"ni. "Bir daha 8 y ıl bu şekilde ayrı kalmak istemiyoruz" diy e bitirdi Y orum konserini. Y asak duvarlarını bir kez daha deldi Grup Y orum.

te yaklaşık 700 kişiye seslendi. ÖZGÜRLÜK 1ÜRKÜ SÜ 10 Ş ub at 1997; Sarıgazi'de Pir Sultan Abdal Canlar Derneğinin düzenlediği senliğe katıldı. 11 Ş ub at l 997; Bakırköy Kültür Merkezi'nde bir dinleti yerdi. 1 Şub at 1997; İdil Kültür Merkezi'nin açılışında küçük bir dinleti yerdi. 25 Ş ub at 1997; Okmeydanı Halkı'nın sürekli aydınlık eyleminde türkülerini seslendirdi. AYŞ E GÜL EN HALK SAHN ESİ 22 Aralı k 1996; Şişli'de, La Bella Düğün Salonu'nda, Genel-lş Sendikası taralından düzenlenen 'Kemal Türkler'i Anma Gecesi"nde bir şiir dinletisi sundu. 24 A ralık 1996; Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen Maraş Anması'nda bir oyun oynadı. 31 Aralık 1996; KAS'ın Beşiktaş'ta düzenlediği yılbaşı şenliğinde "Kertenkele..." oyununu oynadı. 16 Ocak 1997; Bursa'da, Atatürk Kapalı Spor Salonu'nda yaklaşık 5000 kişinin izlediği Grup forum konserinde bir şiir dinletisi sundu. 16 Ş ub at 1997; KAS etkinliklerinin ikincisinde İdil Kültür Merkezi'nde "Kertenkele..." oyunuyla yeraldı. 28 Ş ub at 1997; Okmeydanı Halkı'nın sürekli aydınlık eyleminde Direniş Parkı'nda gerçekleşen şenlikte 'K ertenkele..." oyununu oynadı. GRUP YO RUM KOR OSU 23 Ocak 1997; Mezopotamya Kültür Merkezi'nde iki seans halinde yaklaşık 250 kişiye seslendi. 1 Şub at 1997; İdil Kültür Merkezi'nin açılışında bir dinleti verdi. 15 Şubat 1997; Grup forum İstanbul Konseri'nde, Bostancı Gösteri Merkezi'nde Grup forum'l a birlikte iki türkü seslendirdi.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.