1999 11 nisan

Page 1



Merhaba, Bir kez daha yaşandı aynı şeyler. Bir kez daha sokaklar renk renk af işlerle, posterlerle, bay raklarla kaplandı. Telev izy on kanallarında Ay lık Sanat Dergisi

f arklı bir haber izlemek için saatlerce kanal aramak zorunda kaldık. Ekmek kuyruğunda otobüs durağında, okulda, işyerlerinde hep ay nı konu konuşuldu. Her seçimde olduğu gibi görkemli konuşma-

Sahibi: İdil Kültür Sanat Bilimsel Araştırma Y ay. Org. Film. Tic. San. Ltd. Şti. adına İRŞAD AYDIN

lar y apıldı, v aatler verildi... Susurluk devleti içinde bulunduğu ekonomik ve siy asi krize çözüm sağlamak için ay lardır uğraşıy or. Ve bir kez daha "çözüm olarak seçimlere başvurmuşlardır". Susurluğun tüm pisliğine bulaşmış düzen partileri "bizi seçin", "haydi en temizi mizi seçin" diy e halka tekrar umut dağıtmaya çalı-

Y azıişleri Müdürü: YASİN ALİ TÜRKERİ

şıy orlar. Güzel ışıltılı sözler söy lüyorlar. Hiçbir insanın karşı çıkamay acağı, herkesin yaşamak istey eceği hayali bir ülke tablosu çiziy orlar, sanki bugün y aşanan tabloy u kendileri y aratmamış gibi...

Y azışma Adresi: İDİL KÜLTÜR MERKEZİ DEREBOYUC. NO: 110/55 80840 ORTAKÖY/İSTANBUL TEL/FAX: (212) 261 32 19-261 46 53

Susurluk... Bir kontra şefi, bir polis müdürü, bir politikacı v e bir hay at kadınının içinde bulunduğu Mercedes'in kaza yapması ile ortay a saçılan pislikler... Pislikleri kapatmay a çalışanlar... Başarısız pislik örtme operasyonları... Mafyalar, çeteler, özel timler, ilişkiler, şantajlar, uy uşturucular, ahlaksızlar, kumar makinaları, f ahişeler,

İzmir

kasetler, iğrençlikler, kara paralan belgeler, bilgiler... Hepsinin ortak noktası. Mercedes kazasından başlayarak bugüne kadar ya-

İDİL KÜLTÜR MERKEZİ 863 S . 23/2 K E M ER ALTI/İZMİR

şanan iki y ıldan fazla zamanın ortaya çıkardığı gerçeğin adı. Susurluk devleti... Tüm bu kirli ilişkiler ağının içinde yer almay an burjuv a partisi kalmadığını herkes gördü. Sağcısından merkez solcu-

Antakya CUMHURİYET M. GÜNDÜZ C. MURAT S. BAKIRCI PSJ. NO: 8 TEL: (326) 214 01 15 ANTAKYA

suna, sosyal demokratından muhafazakarına, faşistinden liberaline kadar Susurluk pisliğine bulaşmay an, pisliğin sırf ortay a çıkan bölümünde adı geçmey en parti kalmadı. Ve seçimler yaklaşıy or... Belki de dergimiz elinize geçtiğinde se-

Almanya HAGEDORNSTR. 15 47169 D U İ S BU R G TEL: (0049-203) 401126

çimler y apılmış olacaktır. Sanatçıların seçimlerde tav n ne olacak, ne olmalıdır? Y av uz Top gibi, Susurluk pisliğinin ortasındaki CHP gibi düzen partilerinin v itrini olmak da bir seçenek elbette. Ay dın sanatçı sorumluluğuna, namusuna sahip çıkmak da bir seçenek.

Abone Koşullan (6 Ay lık) 3.000.000.- TL (1 Y ıllık) 6.000.000.- TL Hesap No (TL): 1116-0346785 HAKAN A L A K İŞBANKASI ORTAKÖY/İST ANBUL (DM): 1116-301000 HAKAN A L A K İŞBANKASI ORTAKÖY/İST ANBUL Ofset H azırlık TAVIR YAYINLARI

Tercih ne olacak? Ne olmalı?.. Sorunun cev abı kendisi gibi kısa v e net aslında. Ay dınlarımız sanatçılarımız ülkemizde y aşanan tabloy u iyi resimlemeli, açlığı, yoksulluğu, adaletsizliği, gözaltıları, ön kap ak [ko laj]: T avır Yayın lar ı ön i ç kap ak. Sovyet Resim Kataloğu arka i ç kapak: FOSE M

işkenceleri, kay ıplan... Ve tüm bu tabloy u y aratanları unutmamalıdır. Halka bu tabloy u rev a görenlere destek olup oy v ererek bu suçun sorumlularından biri olmamalıdırlar. Sanat v e sanatçı taraftır, egemenlerin içinde bulundukları krizi atlatabilmek için son "çare" olarak başvurdukları seçimlerin yaklaştığı bu günlerde, sanatın ve sanatçının bu y önü daha fazla önem kazanıy or. Sanatçılığın, ay dın sorumluluğunun ölçütüdür seçimlerde alınacak tav ırlar. Bu sorumluluğun gereği, Susurluk devletinin seçim oyununun karşısına çıkmak olmalıdır.

Renk Ayrımı DİACAN GRAFİK Bas kı SENTEZ MATBAACILIK tav ır / merhaba / nisan '99 / sayı: 11


Barış Şarkıları

İdil 2 Yaşında! İdil Kültür Merkezi Emekçileri ..4-6

Barış Yıldırım ........................ 26-28 Elleri Var Özgürlüğün Oktay Rıfat.................................77

Hükmü Kesilmişti Bir Kez... Gamze Mimaroğlu..................21-22 Sessiz Kalırsak Daha Çok Saldıracaklar Kenan Temiz........................ 23-25

Baytar Salih Hacıoğlu Hikmet Akgül ...................... 17-20 Motiflerle de Konuşur Anadolu Halkları Erkin Can.............................31-33

Dün Gece Çok Yağmur Yağdı BİCO Hülya Saygın........................29-30 Kopuzdan Saza İsyan Ezgileri Volkan Yıldız ........................57-61 Onurlu Aydın Biyografileri -2Orhan Kemal Dağlar Hiç Konuşur mu? Tarık Kılıç ............................. 34-35

Irşad Aydın ......................... 78-83

'Kan Parası' Hüseyin Gedik ..................... 45-47 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Hatice'ler Hala Beyazıt'ta... İlhan Akdağ..........................74-76

Ayşe Gülen Halk Sahnesi........... 88 tavı r / içindekiler / nisan '99 / sayı : ] 1

Halkbilim Sibel Dönmez....................... 62-65 Halk Türküleri ve Öyküleri -6Ali Molla (Gavur İmam) Türküsü İnan Altın............................. 86-87


İdil Kültür Merkezine 6 Ayda D ört Polis Baskını! Tavır. .................................... 10-1 1

Kucaklaşma (Enstrümantal) Grup Y orum .........................55-5 6 Emekçi Mahallelerindeki Kültür Merkezlerindeyiz Selda Yeş ilte pe Yasin Ali Türke ri ...................6-70

Benim Adım Gülün Adı' Değil, Kırmızı Sina n E r................................42-4 4 Nil, İdil, Ayşe ve Günümüz Sanatçıları Tavır. ....................................50-5 1 Kadın Olma Onuru ve Analarımız Nesrin Taşçı..........................52-5 4

Selam Olsun Karanlığı Şimşek Çakıp Yakanlara! Tavır. .....................................48-4 0

Sorgumuzdur! Grup Yorum .............................7-9

Yılmaz Güney ve Düzenin Yeni Rant Aracı: YOL Ve li Gökta ş ..........................71-7 3 Kaset Değerlendirme: Arap Müzik Antolojisi Muhacir-Gülbahar Murat Cey ha n ......................89-0 0

Mustafa Suphi Anması............91-93 Baskılar Sürüyor........................... 94 Nokta Haber..........................94-95

Aydınlanma, Model ve Yöntem Şaba n Öztürk .......................12-1 6 Gazi Halkı ve Grup Yorum Ne vin Has .............................36-3 7

Cumhuriyet Gazetesi, Ezop Diliyle Arap Halkına Saldırıyor.................95 Tarık Akan Hangi "Yol"da? Özgür Aks u...........................84-8 5

Grup Yorum, "Sol Etiketli" Gruplar, Devrimci Müzik Sulta n Çına r. .........................38-4 1

Kıddes Bayramı Şenliklerle Kutlandı .......................96 İdil Kültür Merkezinin 2. Kuruluş Yıldönümü Kutlandı .....................96

tav ır / içindekiler / nisan '99 / say ı: 11


idil k ü l t ü r me r k e z i e me kç i ler i

erhaba İdil, uzun bir aradan sonra tekrar yazışmak ne güzel. Bu y ıl sevincimiz, coşkumuz daha bir tazelendi. Senin adınla açtığımız kültür merkezimiz ikinci y ılını doldurdu. Bize bıraktığın mirası kıskançlıkla koru-

y oruz. Onu daha ileriy e taşımak için v ar gücümüzle çalışıy oruz. Tökezle diğimiz, düştüğümüz, durakladığımız her ana kahrediy oruz. Geçenlerde Ayşe Gülen Halk Sahnesi'nin bu şenlik te oynay acağı oy unun metnini okuyorduk. Oy un seni anlatıy or. Ve bir yerinde birkaç oy uncu, İdil'in ne an lama geldiğini anlatıy or. "Ayçe İdil...? Bir düş, çöplüklerden ekmek toplayan köprü altlarında sabahlayan sokak çocuklarının ve istasyon bankların da ayaz bir geceyi geçirecek olanın me mleket düşü. İdil, her doğan çocuğumu zun alınyazısı, yoksulluğa başkaldırı. İdil, adaletsizliğe isyan..." Ve daha sıralay abileceğimiz onlarca güzellik. Oy unun bir

tav ır / idil'e / nisan '99 / sayı: 11

başka bölümünde Anadolu'nun dört bir y anında y eni yeni İdil'lerin doğduğunu anlatan bir sahne var. Bir ara y eni doğan çocuklarına senin ismini verenler o kadar çoktu ki, her duy duğumuzda gururumuz, neşemiz bir kat daha artıy ordu. Geçen y ıl, son nefesini v erdiğin 26 Temmuz'da y anına geldiğimizde, y anımızda bir de küçük İdil vardı. Y umuk y umuk elleri, tertemiz y üreğiy le y anıbaşınday dı. Aslında getirebileceğimiz o kadar küçük İdil v ar ki... Belki bu sene sana sürpriz y apabiliriz. En son mektuplaşmamızın ar dından sana hem sev ineceğin hem öfkeleneceğin gelişmeleri anlatmak istiy oruz. Bu sene de diğer seneler gibi üretimlerimize y enilerini eklediğimiz, kavgamızın iv me kazandığı, baskınlarla, gözaltılarla dolu bir y ıl oldu. Biliy oruz sabırsızlanıy orsun "hadi artık anlat" diy en sözlerini duy uyor gibiyiz. Kültür merkezimizin açılışında, sinev izy on gösteriminde gösterilen kurguda, "İdil Kültür Mer-


kezi onu ete kemiğe bürüyen Yorum'la, Ayşe Gülen Halk Sahnesiyle, Özgürlük Türküsü, FOSEM ve Tavır'la çalışmalarına devam edecek" demiştik. Biliyorsun Yorumcular "Marşlarımız" çalışmasından sonra yeni bir çalışmaya hazırlanıyorlardı ama bunun bitmesi epey bir zaman almıştı. Çalışmaya başladıkları ilk günleri hatırlıyoruz da, ilk defa tek bir kasetle bir olayı destan formunda anlatacak olmanın ve Ölüm Orucu Direnişi'nin kaza-mmlarım ve sizi en iyi şekilde anlatabilmenin verdiği heyecanla başladılar işe. Kollektif bir çalışma tarzına yeni halkalar ekleyerek, hummalı bir çalışmanın ardından "Boran Fırtınası" doğdu. Dinleyen insanlara Ölüm Oruçları nda yaşanan bir çok duyguyu tekrar tekrar yaşattı. "Boran Fırtınası" çıktıktan bir süre sonra, Ölüm Orucu'nun sonuçlarını hazmedemeyenler saldırıya geçtiler. Kasetin içeriğine bir şey bulamayınca kapağında örgüt propagandası yapıldığı gerekçesiyle toplatma kararı çıkardılar. Biliyoruz hiç şaşırmadın! Biz de artık çok şa şırmıyoruz. Yorum tarihinde bu duruma benzer onlarca örnek var. Arkadaşlar "Boran Fırtınası"nın hemen ardından enstrümantal bir kaset çıkardılar. İsmini, "Kucaklaşma" koydular. Hiç kopmadıkları dinleyicilerine yenilerini katıp "aramıza hoşgeldi-niz" diyerek sarılıyorlar sımsı kı. Yorumcular kaset çalışmalarını son hızla sürdürürken aynı zamanda tutsaklıklar ve gözaltılar da yaşamıyor değiller. '98 yılı bu yanıyla oldukça yoğun saldırılarla geçti. Bir gün arayla iki Yorumcu birden tutuklandı. Ufuk, İzmit'teki konserden; İrşad'da 21 Ağustos'taki kültür merkezimize yapılan baskından tutuklandılar Kültür merkezimizin her yaptığı etkinlikle, ürünleriyle farklı ke-

simler tarafından duyulmasını ve sahiplenilmesin! hazmedemeyenler özellikle '98'de belli aralıklarla üç kez bastılar İdil'i. Bu keyfiyet şimdi de '99'a taştı. Bir ayda iki baskın yaşadık. Birini barikatlarda karşıladık. Diğerinde düzenlediğimiz konseri fırsat bildiler. Her seferinde direndik, senin için, şehitlerimiz için, yaratılan tüm değerler için... Biliyoruz; biz yaşamı güzelledikçe onlar gelecek; ve biz yine direneceğiz. Şimdi de DGM'den sonra, ticaret mahkemesi kapatma davası açtı. Gerekçe polis iddianamesi; amaç dışı faaliyet, örgüt üyelerinin barınma yeri. Özellikle son iki baskında pervasızlıkları, hazımsızlıkları o kadar belirgindi ki, geldiklerinde eşyaları kırıp dağıtarak ve bizi yaka paça yerlerde sürükleyerek Ortaköy halkının gözleri önünde gözaltına aldılar. Yapı taşlarında onlarca şehidimizin, insanımızın emeğinin geçtiği çalışma mekanımızdan; paylaşımı, yoldaşlığı ve yeni insanı yaratmaya çalıştığımız evimizden kimse bizi öyle kolay çıkaramazdı çıkaramadılar da . Baskınlar sonucu bize açılan davaların her mahkemesinde meşruluğumuzu bir kez daha haykırdık... En son 15 Ocak'ta yapılan İrşad'ın tutuklu olduğu ve diğer Yorumcular'ın ve İdil çalışanlarının da tutuksuz yargılandığı mahkemede konuşmamıza "Sorgumuzdur!" diye başladık. Evet biz sorguluyorduk; çünkü yeni bir komployla tekrar karşı karşıyaydık. Haklı olan, meşru olan bizdik. Uzun bir boykot sürecinden sonra ilk mahkememiz-di. Bize destek olmak için bir çok sanatçı dostumuz ve alileler de vardı yanımızda. Bizi yargılayanlar bizimle ilgili suçlamalarında somut bir delile dayanmazken yine bir DGM klasiği örneğiyle İr-şad'ın tutukluluğunun devamına karar verdi. İkinci mahkeme zatavır / idil'e / nisan '99 / sayı: 11

ten evlere şenlikti İdil. Hakim zaten kararını önceden vermiş de gelmiş. Yani İrşad, Haziran'a kadar tutsak. Yorumcular'ın da mektuplarında yazdığı gibi "mahpusluk alnımızın ak cefası' oldu. Kısacası İdil, kar makinesi karı, boranı temizleyerek yoluna devam ediyor. Bu arada Tavır Dergisi'nin, dergimizin boyutunu ve biçimini değiştirdik. Nasıl beğendin mi? Bir çok insandan tebrikler alıyoruz. Bir de haklı olarak "derginin periyodunu oturtsanız" diyorlar bize. Tavır zamanında çıkmadığı zaman, her gün karşılaştığımız gözlerinin nasıl çakmak çakmak olduğunu ve bunun ezikliğini de hissetmiyor değiliz. Ama artık bu sorunu ortadan kaldıracağız. Her ayın onbeşinde Tavırımız elinde olacak. Hem de bununla yetinmeyip, zenginleşerek daha çok emekçi mahallerindeki evlere girecek. Tiyatrocu arkadaşlarda kültür merkezimizin kuruluş yıldönümünden önce hummalı bir çalışma içerisindeydiler. Ayşe Gülen Halk Sahnesi ve aramıza yeni katılan arkadaşlarımız olan Halk Sahnesi Atelyesi oyuncuları ele ele verip burada yapılan Mustafa Suphi Anma etkinliğine hazırlandılar. Sadece bununla da kalmayıp sahnemizin yeni dekorasyonunda da değişikler için kolları sıvamışlardı. Bilirsin birlikte işi yapmanın coşku su, güzellliği böyle çalışmalarda daha da belirgindir. Yorgunluk uykusuzluk pek görünmez insanın gözüne. Bir yandan da mücadelemizin tarihine, köklerimize eğilmenin coşkusu, heyecanı...Bizi tarihimizden koparmaya çalışanlarla can pahasına bir mücadreleye girişerek, sı kı sıkıya sarılıyoruz geçmişimize. AGHS'liler iki oyun birden hazırlayarak bir tanesini kuruluş şenliğimizde oynadılar. Sana mektubumuzun başında kü-


halkın bulunduğu y erlerde oynadılar oy unlarını. FOSEM'liler de uzun zamandır düşünülen ama hay ata geçirile-meyen kısa metrajlı bir f ilm çekimi için kolları sıv adılar. Ülkemizdeki kay ıpları anlatan bir f ilm. Biliy orsun iyice perv asızlaşarak en son dört insanımızı bird en kaybetmişlerdi. Kısa bir süre sonra da oturma eylemine saldırmay a başladılar. Analarımıza "Bırakın da rahat rahat kaybedelim" diy orlar. Anaların öfkesinden korkuy orlar. Bir y anda bu tür baskılar yoğunlaşırken kısa bir süre önce ef elerin diy arından "Bizim de söyleyeceklerimiz var" dey ip davrandı silaha y iğitler. Bir türkü y ay ıldı Anadolu'nun dört bir y anına. Duydun mu bu türküyü; umudun türküsüy dü bu. Umudun zey bekleri adımlıy or y ine Ege Dağla-rı'nı. Semih Amca'mız olmadan geçen ikinci bay ramı y aşadık. Bir bay ram sabahı öpemedik o pamuk ellerini. O, senin olduğu gibi bizim de babamızdı. Sen şehit olduktan sonra bize babalık y aptı. Kimi zaman rahatsızlığ ından ötü rü gelemiy ordu ama sıcaklığı, sev gisi hep y anımızday dı. Bu bay ramda karanf iller uzattık O'na; yanağından, ellerinden öptük. Başımızı okşadı sev ecenlikle; öylece geldik sana. Uğruna şehit düştüğünüz, bedeller ödediğimiz umudumuz, yeni bir çentik attı tarihe. "Beş yıl ekliyoruz" dedik 20 y ılın üzerine. Öy lece selamladık umudumuzu, bu y ılın 30 Mart'mda. Ve sizleri, şehitlerimizi y ine özlemle, hasretle, sev giyle ve ölsek de unutmay acağımız, v erdiğimiz dev rim sözümüzle anıy oruz. Şimdilik bunları iletiy oruz sana İdil! Seni y anaklarından öpüy or, hasretle kucaklıy oruz. En kısa zamanda y ine y azacağız sana, yine... Sev gilerle...

çük örneklerle anlatmıştık. Diğer y andan da ekonomik kriz ile ilgili bir sokak oyunu oy nadılar. Eskiden sokaklarda, bayramlarda, coşkuyu resmeden dav ulların sesi duy ulurdu. Bir süre önce de emekçi mahallelerde boş ten-

cere sesleri duy uldu. Y aşlısı genci demeden iy ice ağırlaştırılan y aşam koşullarına v e her sef erinde halka çıkarılan kriz f aturlarına "Hay ır!" dediler. Bizim AGHS'liler de bu eylemlerde v e pazarlarda emekçi tav ır/idil'e/nisan "99/say ı: 11


grup yo ru m

ISTANBUL DEVLET GÜVENLIK MAHKEMESI BAŞKANLıĞıNA Ben Grup Y ORUM elemanı İrşad AY DIN. 21.08.1998 günü çalışmalarımı y ürüttüğüm, ay nı zamanda sahiplerinden biri olduğum İdil Kültür Merkezi ne y apılan y asadışı baskında gözaltına alındım. 25.08.1998 g ü n ü tutuklanarak Ümraniy e Hapishanesi'ne gönderildim. Herkesin türküleriy le y alandan tanıdığı Grup Y ORUM'un bir elemanı olmaktan onur duy uyorum. Altı y ıldır Grup Y ORUM içinde, İdil Kültür Mer-kezi'nde çalışmalarımı sürdürüy orum. Sizler de bizi y akından tanıy orsunuz. Çünkü bu mahkeme kürsülerine çıkışımız ilk değil. İdil Kültür Merkezi def alarca aynı biçimde keyfi ve y asadışı baskınlara uğradı. Ev et bir kültür merkezinden bahsediy oruz. Tiy atro oynanan, müzik yapılan, f ilm gösterimi yapılan bir kültür merkezinden. Bir kültür merkezi nasıl böy le basılabiliy or? Bu izni polise kim v eriyor? DGM sav cılığı böy le bir izni nasıl v erir? Ve neden İdil Kültür Merkezi? "Aranan soluşlar" kim? "Yasadışı unsurlar" ne? Gitarlarımız, sazlarımız, bestelerimiz mi? Ney i arar burada polis? Suç unsuru denen şey ler nedir? Türkülerimiz mi, müzik aletlerimiz mi? Nasıl b i r suç işlemişlerdir? Bizler halkın türkülerini söy lüyoruz. Emekçilerin acılarından sev inçlerine kadar, hüzünlerinden öfkelerine, kahramanlıklarına kadar tüm y aşantılarını türkülerimizde anlatıy oruz. Ve bu, bizim "suçlu" gösterilmemiz için y eterli say ılıy or. Bugüne kadar v erdiğimiz y üzlerce konserde def alarca gözaltına alınd ık. Bir gözaltımızda pohs bize, "Ne olursa

olsun bu türküleri size söyletmeyec eğiz, eğer bu türküleri söylemey e devam ederseniz evinize, arabanız a bomba k oyarız, hepi niz hav aya uçarsınız. Ki ms enin r uhu bile duy maz ." diy ordu.

Ev et korkuyorlar. Türkülerimizden korkuyorlar. Bunun için böylesine perv asızca saldırıy orlar. Türkülerimizi susturabileceklerini sanıy orlar ama yanılıy orlar. Bilinmelidir ki, "Bir halkın türkül erini yapanlar, yas alarını yapanl ardan dai ma daha güçlüdür." Bunun içindir ki, hiç

bir baskı ve terör türkülerimizi susturamaz. y elerde bilgisay ar kullanmıy or musunuz? Hiç bir baskı v e terör halktan yana kültür v e Y azışmalarınızda bilgisay ardan fay dasanat faaliy eti yürütmemizi engelleyemez. lanmıy or musunuz? Artık hemen hemen Peki bu pervasız saldırıların v e kuher ev de bilgisay ar v ar. Biz y ıllardır mürulan komploların sonucu ne oldu? Hepsi zik f aaliyetlerimizi v e bir çok kültür sanat f aaliyetimizi bilgisay ar kullanarak y apıy ode boşa çıktı. Keyf i bir şekilde gözaltına alınarak işkence gören İdil Kültür Merkeruz. Eğer bilgisay ar suç unsuruysa, diğer zi v e Grup Y ORUM çalışanları ay larca, mily onlarca insan gibi biz de suçluy uz. Çünkü y aptığımız bütün türküleri bilgisay ıllarca tutsak kaldılar. Hapis cezalan aly arda düzenlemektey iz. Biz suçluysak o dılar. Sesimizi sustu-rabildiler mi? Hay ır. Her saldırıda aksine, bizler daha da güçhalde hemen hergün telev izy ona çıkan lendik. Çünkü haklı v e meşru olan bizlebütün sanatçılar da bu suçu işliyor. Ay nca şunu da belirtmek gerekir ki savcıriz. Y asadışı olan saldıranlardır. Her saldırıda olduğu gibi 21.08.1998 lıkta v erdiğim ifadede bilgisay arlardan günü İdil Kültür Merkezi'ne y apılan bas- haberim olmadığı gibi bir ibare var. Ben kına da, onlarca sivil v e resmi polis katıl- bilgisay arlardan haberimin olmadığım söy lemedim. Bunu söylemem mümkün dı. Kendi y asalarını bile tanımadan "arama" adı altında y ine her yer talan edildi. değil. Benim söylediğim, bahsedilen cep Soruy oruz; suç unsuru olan ne bulundu? telef onlarından haberimin olmadığıy dı. Silah, bomba y a da benzeri bir şey mi Ve onların kime ait olduğunu bilmediğimbulundu? Y asadışı ne bulundu? Tabi ki di. Y üzlerce insanın bir arada bulunduğu hiç bir şey. Suç unsuru olan nedir? Bilgi- bir y erde elbette birilerinde telef on olacaktı. Telef onların kime ait olduğunu nesay arlarımız, gitarımız, sazımız mı? Komik ama gerçek. Bilgisayarlarımız suç reden bilebilirim? unsuru olarak gösteriliy or. Bilgisayarlar suç üreten aletler midir? Hangi zihniy et bunu söy leyebilir? Hangi hukuk kuralı bunu meşru görebilir? Soruy oruz; sizler adli-

tavır/savunma/nisan '99/s ayı: 11

Bunun y anı sıra ben tam olarak altı y ıldır Grup Y ORUM içerisinde prof esy onel olarak çalışma y ürütüy orum. Y ine sav cılık ifademde böy le söylemiş olmama karşın "altı aydır" ibaresi geçiy or. Ve bize kurulan komploya en bü-


y ük malzeme olarak gösterilen disketler; bu da tam bir komedi. Bir komployla karşı karşıy a olduğumuz o kadar açık ki Öy le ki bahsedilen disketlerde çıkan bir y azının bana ait olduğu iddia ediliyor. Ve y azının alanda da isim y erine "Ürşad" y azıy or, ismini bilen bir insan, nasıl böyle y azabilir? Öy le ki hukuk işlerinden az çok anlay an bir kişi bile böy le bir şeyin alfana bu şekilde isim y azılmay acağını iy i bilir. Bunun nasıl bir hukuki day anağı v ar? Hukuken sağlam debilere mi dayanmaktadır? Siz böy lesi bir y azıy ı sağlam bir kanıt olarak görebiliy or musunuz? Öy lesi bir yazıy ı herkes y azabilir. Herkes birbirine böy lelikle örgüt üy esi diyebilir. Herkes biri hakkında bir y azı y azar v e onu hapishaneye gönderir. Öy le ki iddianamede geçen her şey "olabilir", "muhte melen" if adelerine day alı, ne bir karat, ne de bir delil v ar. Her şey varsay ımlar ve sanılardan ibaret Bu hangi hukuk kuralı içinde açıklanabilir?

TÜRKÜLER SUSMAZ HALAYLAR SÜRER 15 Ocak 1999 İrşad AYDIN

İSTANBUL 3 NOTU DGM HAKİMLİĞİNE SORGUMUZDUR! Bir kez daha karşınızday ız. Kurulduğumuz günden bu y ana sürdürdüğümüz kararlı duruşumuz, bizi bir kez daha bu tahta sıralara, mahkeme hey etinin karşısına getirdi. Tam 14 y ıldır bu ülkede bir Grup Y orum gerçeği y aşanıy or. Karşılaştığı

Görüldüğü gibi her şey bir hukuk dişilik içerisinde yapılıy or. Bizi tutuklay ıp sesimizi susturmay ı amaçlayanlar, komplo kurmaktan başka çıkar y ol bula mıy orlar. Bugüne kadar hav adan sudan bahanelerle Grup Y ORUM v e İdil Kültür Merkezi çalışanları def alarca gözalbna alındı. Ben de def alarca gözaltına alınd ım, hakkımda soruşturmalar açıldı. Ancak hiç bir hukuki day anak bulunmadığı için beraat ettim. İdil Kültür Merkezi f aaliyetlerini sürdürdü. Şimdi de son çare olarak komploy a başvuruy orlar. Sesimizi bu şekilde boğabilecekleri sanıy orlar ama y anılıyorlar. Her koşul alf anda okluğu gibi, bugün de halkın sesi soluğu olmay ı sürdürüyoruz. Bundan sonra da sürdüreceğiz. Grup Y ORUM v e İdil Kültür Merkezi çalışanı olmaktan onur duy uyorum. Çünkü bizler halkın y aranda, halk için sanat yapıy oruz. Mily onlarca insan, bizim türkülerimiz v e marşlarımızla halay a, horona duruy or. Bugüne kadarki hiçbir saldırıdan sonuç alınamadığı gibi buradan da bir sonuç alınamay acak. Çünkü milyonlarca insan bizim y aramızda. Bundan dolay ı tekrarlıy oruz ki,

baskılarla, y asaklanan v e y apılan konserleriy le; gözaltına alınması ile, hapislikleriy le, bir Grup Y orum gerçeği y aşanıy or. Herdarbede halkın bağrından koparılmak istenen ama her darbede köklerini halka, Anadolu topraklarına kopmamacasına salan bir Grup Y orum gerçeği y aşanıy or. Peki ne, hangi koşullar y aratmıştır bu gerçeği? Bu gerçekliği y aratan kuşkusuz sanatsal üretimleri, estetik değerleriy le birlikte durduğu nokta, y aşam biçimi v e düny aya bakışıdır. İktidarın halklarımıza sunduğu düzen sanatçısı kimliğini reddeden, halkın sanatçısı olmay ı kendine bir misy on olarak biçen bakışıdır. 12 Ey lül sonrası kutav ır / sav unma / nisan '99 / sayı: 11

şağın y aşadığı kuşatılmışlık, dejenerasy on, bireycilik ve kadercilik, keşmekeşliğinin ortasında G r u p Y orum, türküleri, marşları, halay larıy la umudu, mücadeley i, direnmeyi aşılamıştır. Ay dın ve sanatçılar arasında süren tarafsızlık v b. tartışmaların karşısına kesin ve net bir tav ırla, taraf olma tavrıy la çıkmıştır Grup Y orum. Ev et taraf ız! Herkes gibi biz de taraf ız. Bizim taraf ımız ezilen Anadolu, Ortadoğu halklarının tarandır. Tepesinden bombalar y ağdırılan Irak halkının, kimliği yok say ılan Kürt halkının, ulusal kültürü üzerinde kirli oyunlar oynanan emekçi Türk halkının taraf ınday ız. Çünkü kimse redde-mez ki hepimizin önünde bir y ol ay n-mı belirir. Y a ezenden yana olunacaktır, y a da ezilenden... Biz sömürünün hüküm sürdüğü bir ülkede geceleri sokaklarda, duv ar diplerinde, birbirine sokularak ısınmay a çalışan v e tir tir titreyen çocuklan gördük; vatanımızın en güzel y erlerini işgal edip zev k-ü sefa içinde y aşay anları da... Alınteriy le suladığı topraktan aldığı ürünü, denize dökmek zorunda kalan köy lüy ü gördük; bu ürünün değerini hiçe say anları da... Bilimsel, halk için ve demokratik bir eğitim görmek istey en öğrencilerin karşılaştığı baskılan gördük; okulları kışlay a, ticarethaney e çevirenleri de... Emeğiy le hayatı ilmek ilmek ören işçileri gördük; bu işçileri sömürerek sermay esine sermay e katardan da... Anadolu halklarının; emeğiy le, ulusal kimliğiy le, geçmişi ve geleceğiyle empery alistlere peş keş çekildiğine tarak olduk; peşkeş çekenlerin v atanseverlik teraneleriy le halkın gözünün içine baka baka y alan söylediklerini de... Ve kararımızı v erdik! Ülkemizin v e düny anın çiçeği olan emekçilerin yaranda y er alacaktık. Emekçi halkın içinde v e kurtuluş mücadelesinin içinde v ar edecektik sanatımızı. Sanatımızın ö zgürlüğünü, emeğin özgürleşmesine bağladık. Kader birliği ettik halkla. Çünkü onun içinden geliy orduk. Bu yüzden ki; yüreğimizi titreten, para kazanma hırsı değil, halk sevgisi oldu her zaman.


Bunun için hedef olduk hep! Hep ezilmey e, sindirilmey e, y ok edilmeye çalışıldık. Başaramadılar! Grup Y o-rum'u ezdiklerini sandıklan her süreçte karşılarına dipdiri bir Grup Y orum çıktı. Bu bir çok kişiy e şaşırtıcı gelmiştir biliyoruz. Ama bizim gerçeğimiz içerisinde doğallaşan bir sirkülasy on oldu bu! Hani bir ağaa budarsınız dallar ın dan y eni f ilizler v erir, işte biz de böy leyiz. Kimse şaşırmasın! Daha nice Grup Y orumcular görülecek sahnede, emekçi halkın y anmda v e belki de bu tahta sıralarda. Grubumuz kurulduğundan bu y ana elemanlarımızın her biri işkence tezgahından geçmiş, adlan polis kay ıtlan-na örgüt üy esi olarak geçmiştir. Hepsinden beraat etmişizdir ama hüküm baştan v erilmiştir. Söy lediğimiz türkülere, y aptığımız kasetlere y asaklar getirilmiş, dev rimci sanatçı kimliğimiz, örgüt üy esi kimlikle anılır olmuştur. Ve artık klasik yöntemlerin işlemediği noktada polisin komploları dev rey e girmiştir. Biz dev rimci kimliğimizi asla reddetmiy oruz, bu ülkede halkın y anmda bir düzen özlemimizi asla reddetmiy oruz, bunun için türküler söylediğimizi, grev lere, y ürüy üşlere katıldığımızı da reddetmiy oruz. Zaten bunlar için hep y argılandık ama üzerimizde oy nanmak istenen oy una karşılık da şiddetle itiraz ediy oruz, bu komplolara boyun eğmey eceğiz. Y ine böyle bir komplo nedeniy le mahkeme heyetinin karşısınday ız. 21 Ağustos 1998 tarihinde İdil Kültür Merkezi'ne y apılan rutin baskınlardan birini y aşadık. Onlarca insanın gözü önünde işkence edilerek gözaltına alındık v e yine siyasi şubede dört gün boyunca işkence gördük. Çıkarıldığ ımız savcılıkta konulan iddialar "demek bu kadar oluyormuş" dedirtecek türden kurgulardı. Neler y ok ki bu iddianamede. Bizi örgüt üy esi olarak ilan edip, hapishaney e atmak için neler yok ki? Y argılandığımız mahkemey e sunulan sav cılık iddianamesi, çalışmalarımızı y ürüttüğümüz kültür merkezi v e bu-

rada üretimlerini gerçekleştiren grup-lan, mahkemeye dahi gerek görmeden DHKP-C'nin y an kuruluşu ilan etmiş. Madem öy le, bu mahkemeye neden gerek duy uluyor? Kültür Merkezi baskınında polisin ele geçtiğini öne sürdüğü bilgisayarlar örgütsel döküman oluy or. Tamamen y asal olarak y ay ınlanan Kurtuluş ve Tav ır dergileri örgütsel döküman oluy or. Unutmadan; bir de "bazı eşyalar" tabiri v ar ki bunların ne olduğu iddi anamede bile belirtilmemiş. Böy lesi bir suçlamanın ciddiy eti nasıl savunulabilir? Grup Y orum'un gerek kültür sanat dergilerinde, gerek röportajlarda sık sık dile getirdiği, yazdığı müzikal deney iminin muhasebesi burada karşımıza örgütsel döküman olarak geliy or. Bu iddianame, her kelimesi, her satı-rıy la asılsızdır. Kaldı ki sayfalar dolusu geçen suçlamalar bize bir suç da atf edemiy or. Çünkü ortada bir suç f iili bile y oktur. Grup Y orum'un f ikirleri v e üretimleri başlıbaşına suç say ılıy orsa bu ülkede y argılanması gerekenler herhalde bu günkü say ının bir on katı olurlar. Bu iddialarla Grup Y orum, f arklı bir zeminde güreşmey e çağrılmaktadır. Biz bunu kabul etmiy oruz. Bizi söy lediklerimiz v e y aptıklarımızla y argılay acaksanız, türkülerimizle v e sanatçı kimliğimizle y argılay abilirsiniz. Ve bu konuda y aptığımız, söy lediğimiz her şey in arkasınday ız. Fakat böyle bir durumda sanık sandaly esine oturanlar sadece Y orumcular değil, gecekondulusu, işçisi, öğrencisi, sanatçısı hatta milletv ekilleriy le y üzbinlerce Grup Y orum dinley icisi de olması gerekir. Onları da örgüt üy esi diy e y argılamak gerekir. Eğer böy le deniy orsa bu mily onlarca suçluy u bir sonraki mahkemey e çağıralım v e onlar da bu düşüncelerinden, Grup Y orum'u sev erek dinlemelerinden dolay ı y argılansınlar. Çünkü bizim türkülerimizi sev erek dinlemek, öy le ya da böy le düşüncelerimizle ortaklaşmaktır değil mi? Mahkeme heyetinin bu asılsız iddianamey i dikkate almaması gerekir ve biz, almay acağını da umuyoruz.

tav ır / savunma / nisan '99 / sayı : 11

Ev et yine karşınızday ız! Ve y ine y alnız değiliz. "Hakikat bizi mle" diy en Şey h Bedrettin sıv azlıy or sırtımızı. Bedrettin öğretilerini köy köy y ayan Börklüce, Torlak Kemal, Şey hoğlu Satu sıv azlıy or. "Bir köle gibi yaşamaktansa, bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek yeğdir" diy en Y ılmaz Güney 'in soluğu hemen y anıbaşımızda. "Dönen dönsün, ben dönmeze m yolu mdan" diy en Pir Sultan y anıbaşımızda. Anadolu toprakların da binlerce y ıldır y aratılan değerler, isy anlar, başkaldırının türkülerini y azanlar bugün hep birlikte y argılanıy oruz. Bu salondan da alnımızın akıy la çıkacağız. Çünkü y üzümüzü kızartacak, halka karşı başımız önde y ürüy eceğimiz tek bir suç işlemedik. Bugün DGM'de y argılanmamızın sebebi, 12 Ey lül'ün çocuklan Sibel Can'lar, Doğuş'lar, Mahsun Kırmızı-gül'ler gibi mafy öz, uy uşturucu kaçakçılığı gibi ilişkiler değil. Halkımızın türkülerini söy lediğimiz, bağmsızlık v e demokrasi istediğimiz için y argılanıy oruz. Tüm ezilenlere özgürlük istediğimiz için y argılanıy oruz. Ve bundan da gurur duy uyoruz. Tüm bu gelişmeler ışığında arkadaşlarımız İrşad Ay dın, Ersoy Daş-kın'ın tahliy esiyle birlikte, tüm y argılananların beraatini talep ediy oruz. Grup Yorum Ele manlar ı Fikriye Kılınç Vefa Saygın Öğütle


tavı r

idil kültür merkezi'ne

6 ayda dört polis baskını

B

izim de büny esinde bulunduğumuz İdil Kültür Merkezi bu y ıl ikinci y aşına girdi. Ve iki y ıl boyunca def alarca baskınlara maruz kaldı, çalışmalarını engellenmeye çalıştılar. Empery alizmin ve düzenin halkları teslim almak için sıkça kullandığı y öntemlerden birisi de, Anadolu halklarının binlerce y ıllık, y aşadıkları, acıları v e sevinçleriyle, mücadeleleriy le v e başkaldırılarıy la y oğurarak bugünlere taşıdığı halk kültürünü v e geleneklerini y ok etmek ve y ozlaştırmaktır. Y erine, özünü çıkar ilişkileri v e bencillikten, ahlaksızlıktan alan düzen kültürünü aşılay arak halkları teslim almaktır. Bu nedenledir ki, özünü halk kültüründen alan, düzenin y ozluğuna, ahlaksızlıklarına karşı halkın geleneklerini, başkaldırılarını sahip lenen, bunun için mücadele v eren, bize ait olmay an düzen kültürüne karşı cepheden tav ır alan İdil Kültür Merkezi, kurulduğu günden bu y ana hep düzenin, egemenlerin hedef i olmuştur. Y ıllardır y aşanan baskınlara her def asında y enileri eklendi. Çalışanlarımız örgüt üy esi ilan edilip işkencehanelere v e mahkeme salonlarına taşındı. Çal ışma y aptığımız bilgisay arlarımız, kameralarımız v e f otoğraf makinalarımız suç delili olarak gösterildi. 21 Ağustos 1998 gününden itibaren kültür merkezimiz dört defa da-

ha basıldı. 21 Ağustos 1998 günü İdil Kültür Merkezi İstanbul Emniyet Müdürlüğüne Bağlı Terörle Mü cadele Şubesi Polisleri taraf ından basılmış Grup Y orum elemanı İrşad Aydın, D H K P / C ö r g ü t ü n ü n sair efradı olduğu gerekçesiyle tutuklanmıştı. Böylece Grup Y orum üzerindeki komplolara bir y enisi daha eklenmişti. 15 Ocak 1999 Cuma günü İstanbul 3 Nolu DGM'de görülen mahkemey e Grup Y orum'un haklı mücadelesini desteklemek amacıy la SİY AD Başkanı v e sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, müzisy en Ferhat Tunç, tiy atro sanatçısı Hilmi Bulunmaz, müzisyen Mazlum Çimen, şair Muzaffer Dizman, yönetmen Reis Çelik, tiy atro sanatçısı Y iğit Tuncay, müzisy en Suavi, müzisyen Ekrem Ataer v e Y asemin adlı sanatçılar mahkemeye katılarak, Zuhal Olcay, Onur Akın, Leman Sam, Aytaç Arman, Cezmi Ersöz, İbrahim Karaca, İrfan Ertel, Deste Günay dın, Seher Dilovan, Ruhan Mav ruk ise desteklerini bildiren imzalar atarak Grup Y orum'un yanalday dılar. Y ine bilgisayarlarımız v e bilgisay ar disketlerimiz suç delili, çalışanlarımız örgüt üy esi ilan edilmişti. Duruşmada, Grup Y orum; y ine bir komployla karşı karşıy a geldiklerini, halktan y ana ve devrimci sanatçıların sesinin susturulmak istendiğini bu yüzden de MGK listesinde susturulması gereken sanatçılar listesinde olduklarını belirterek birkez tavır / bas kınlar / nisan '99 / sayı: 11

daha y argılay an oldular. Bir hukuksuzluk örneğinin y aşandığı mahkemede, 3'Nolu DGM hey eti, Polisin varsay ımlar ve olasılıklar üzerine kurulu olan f ezlekesine rağmen Grup Y orum elemanı İrşad Ay dın'ın tutukluluk halinin devamına karar v ererek duruşma tarihini 5 Nisan 1999 olarak belirlemişti. İrşad Ay dın'ın tutukluluk hali, 5 Nisan'da da kalkmadı. Mahkeme heyeti, bir sonraki duruşmay ı 11 Haziran'a erteledi. Bu baskınlar v e tutuklamalar, sömürücülerin ve polisin niyetini açıkça ortay a koy uyor. Artık arama izni bile almay a gerek duymay acak kadar pervasızlaşarak y aptıkları baskınların en bariz örnekleri, 18' Şubat v e 20 Mart'ta y aşandı. Baskınlar Nasıl Gerçekleşti? 18 Şubat günü İdil Kültür Merkezi'ne gelerek arama yapmak istediklerini söyley en Beşiktaş Emniy et Müdürlüğü Siy asi Şubesi'ne bağlı polisler v e yüzlerce Çev ik Kuvvet polisine, arama izinlerinin olup olmadığını soran kültür merkezi çalışanları, arama izninin olmadığı cev abını almaları üzerine, polislere, av ukatları gelene kadar kapıy ı açmay acaklarını söy lediler. Polisin kapıy ı zorlaması v e kültür merkezinin önüne y ığınak y apması üzerine kapıy a barikat kuran İdil Kültür Merkezi emekçileri, direnişe geçtiler. Uzun süre kapıy ı açamay an polis,


kültür merkezinin arka penceresinden içeri girebildi. Polisin kültür merkezine girmesi üzerine, içeride de barikat kuran İdil Kültür Merkezi emekçileri, direnişi burada da sürdürdü. Polis, saatler sonra ulaşabildiği İdil Kültür Merkezi emekçilerini azgınca saldırarak gözaltına aldı. Polis, "İçeride PKK'lıların toplantısı var!", "Gazi'de otobüs yakanlar içeride!" gibi y alanlarla, dışarıda prov okasy on yaratmay a çalıştı. Apar topar kültür merkezinin önüne getirilen iki-üç sivil f aşistin dışında, kimse polisin y alanlarına inanmadı. Baskında, Grup Y orum elemanları Fikriy e Kılınç, Vef a Say gın Öğütle ve Cihan Keşkek; Özgürlük Türküsü elemanı v e dergimizin y azı işleri müdürü Y asin Ali Türkeri; yine Özgürlük Türküsü elemanı Erkan Munar; dergimiz çalışanları Muzaffer Aslan ve Selda Y eşiltepe; FOSEM çalışanları Olcay Karadağ v e Mahir Öncü Aslan; Tav ır Dergisi Antaky a Bürosu çalışanı Deniz Şah; misaf ir olarak bulunan Güngör Karakuş v e Berrin Aslan gözaltına alındı. Gözaltına alınan arkadaşlarımız, Beşiktaş v e Vatan Caddesi Siy asi Şubeleri'nde bir gün gö zaltında tutulduktan sonra, dergimizde y ay ınlanan bir y azıdan dolay ı 182 gün hapis cezası alan y azıişleri müdürümüz Y asin Ali Türkeri dışında, savcılığa dahi çıkarılmadan serbest bırakıldılar. 20 Şubat Cumartesi günü Sultanahmet Adliy esi'ne çıkarılan Y asin Ali Türkeri ise, 182 günlük hapis cezası, para cezasına çev rilerek serbest bırakıldı. Gözaltındakiler serbest bırakıldıktan sonra, 20 Şubat Cumartesi günü baskına ilişkin basın açıklaması y apmak isteyen İdil Kültür Merkezi emekçileri y ine bir polis ablukasıy la karşılaştı. "Basın açıklaması yaparsanız, burayı yine o güne çeviririz." tehditleri sav uran polis, kapıda basın çalışanlarını karşılamak için bekley en Olcay Karadağ v e Selda Y eşil-tepe'y i gözaltına alarak Ortaköy Ka-rakolu'na götürdü. Gözaltına alınan

İdil Kültür Merkezi çalışanları, iki saat sonra serbest bırakıldı. Konuy a ilişkin İdil Kültür Merkezi taraf ından y apılan basın açıklamasında, "(...) Ortaköy esnafı ve Ortaköy halkı bizi çok iyi tanımaktadır. Ne basının yalan, yanlış haberleri ne de kontrgerilla-nın çabaları meşruluğu muza gölge düşüremeyecektir. Halkımız, 14 yıldır süren halktan yana sanat mücadele mizi çok iyi bil mekte ve bizi çok iyi tanımak tadır. Halkımız, polisi ve onun ne olduğunu da çok iyi bil mektedir. Ne polis ne de bilerek ya da bil meyerek bu çarpıtma ya ortak olan medya, bu gerçeği karar-tamaz. (...)" sözlerine y er v erildi. Bir Ay Geçmeden İkinci Baskın Y ine 20 Mart 1999 Cumartesi günü, İdil Kültür Merkezi İstanbul Emniy et Müdürlüğü'ne bağlı polisler taraf ından basıldı. Bu kez 21 Mart Newroz Bay ramı'nı bahane olarak gösteren polis, İdil Kültür Merkezi'nde ay nı gün y apılacak olan Grup Y orum konserini de engellemek amacıy la, "Newroz için hazırl ık yapılıyor" gibi bir gerekçe göstererek kültür merkezini bastı. Niyetleri baştan belliy di. Ellerinde; kültür merkezinin açıldığı günden itibaren etkinlikler düzenlenen Hasan Hüsey in Korkmazgil sahnesini mühürlemek için bir gerekçe v ardı. Hasan Hüseyin Korkmazgil sahnesi "işletme ruhsatı alın madan kullanılıyor" gerekçesiy le mühürlendi. Baskında; Grup Y orum elemanları Fikriy e Kılınç, Uf uk Lüker, Cihan Keşkek, Özgür Tekin, Serdar Güv en, Vef a Say gın Öğütle, Özcan Şenver, Özgürlük Türküsü elemanları Y asin Ali Türkeri, Vedat Gülkanat, Erkan Munar, Ayşe Gülen Halk Sahnesi oy uncuları Nimet Öztürk, Selda Y e -şiltepe, FOSEM çalışanları Olcay Karadağ, Dery a Karahan, Halk Sahnesi Genel Sanat Y önetmeni tiy atro sanatçısı Y iğit Tuncay , Halk Sahnesi Tiy atro Ately esi oyuncuları Mehmet Öğüş, Nadide Alver, Şenol Demir, Coşkun Erkoçak, Gülten Mete, Ender Y eşildağ, Martı Çağın, Y ener Çetavır / baskınlar / nisan "99 / sayı: 11

lik, Zeynep Cin, Hazal Kelleci v e misafirlerden oluşan toplam 42 kişi, İstanbul Emniy et Müdürlüğü Güv enlik Şube'ye götürülerek bir gün sonra serbest bırakıldılar. G r u p Y o -rum elemanı Uf uk Lüker, daha önce y attığı 6 ay lık cezası bilgisay ara işlenmediği için Gay rettepe Asay iş Şube'sine götürüldü v e üç gün daha kaldıktan sonra 23 Mart'ta serbest bırakıldı. Gördüğü işkence sonucu sağlığı ciddi biçimde bozuldu. Uf uk Lüker, serbest bırakılmasının hemen ardmdan hastaneye acil olarak kaldırıldı. Apandisitinin patlamak üzere olduğu teşhisiy le apandist ameliyatı oldu. Y ine Özgürlük Türküsü elemanı v e Tav ır Dergisi Y azıişleri Müdürü Y asin Ali Türkeri, ay nı para cezasını iki kez ödediği halde bil gisay ar kay ıtlarına geçmediği için iki gün daha Gayrettepe Asay iş Şu-besi'nde kaldıktan sonra 22 Mart'ta savcılıktan serbest bırakıldı. Grup Y orum elemanı Özcan Şenv er, İdil Kültür Merkezi şirket ortağı olduğu için iki gün daha Güv enlik Şube'de kaldıktan sonra 23 Mart'ta çıkarıldığı DGM'de serbest bırakıldı. Konuy a ilişkin İdil Kültür Merkezi taraf ından y apüan açıklamada; "(...) Susurluk Devleti 12 Eylül'ü aratacak koşullarda halka ve halktan yana olan her şeye pervasızca saldırıyor. Kültür merkezi mize yapılan baskınların a macı da halktan yana, devrimci kültür sanat faaliyetlerimizi engelle mek ve sesimizi susturmaktır. Bu a maçla yer yıl 22 Mart'ları, 21 Martları, 16 Martları, 30 Martları, 1 Mayısları bahane göstererek talan etmekte ve yine aradıkları 'suç unsurları'nı bula ma maktadırlar.(...)" denildi . Baskılara, baskınlara işkencelere, keyf i engellemelere, kurumumuzun talan edilmesine rağmen kültür merkezimizi tekrar açtık. Çünkü haklı olan biziz. Köklerini Anadolu halklarının tarihinden, kültüründen alıp mücadeley le yoğurarak bu günlere taşıdığımız çalışmalarımız, hiç kesintiye uğramadan devam edecek. •


ş a b a n ö zt ü r k

Y

üzy ılımızın sonuna geldiğimiz şu günlerde dönüp geriy e baktığımızda, içinde yaşadığımız bölgenin bugünkü durumunun 1900'ün ilk y ıllarıy la benzerlikler gösterdiğini şaşarak görmekteyiz. Fakat asla ay nılıklardan söz edemeyiz. Nihay etinde ay nı sebeplerin yol açtığı maddenin hareketine uy gun olarak gelişmiş daha karmaşık, daha zorlu çelişki yumağıy la karşı kar-şıy ay ız. Tüm zorluk ve karmaşalara rağmen bir o kadar da tecrübe v e imkanlara sahibiz. Emperyalizmin y eni düny a düzeni adı altında düny a halklarına day attığı kaotik ortam içinde Balkanlar-Kafkasya ve Ortadoğu üçgeni içindeki gelişmeler ve ülkemizdeki gelişmeler bir bütün olarak önümüze y eni görev lerde koy uy or. İşte bu görevler v e empery alizmin emekçi halkların bu y üzy ılın başında elde ettiği tüm kazanımlara f ütursuzca saldırıları bizim ister istemez 1900'ün başlarında bu bölgelerde y aşananlara v e tarihi birikimlere daha dikkat-

li eğilmemizi gerekli kılıy or. Tam da bu noktada başka bir sorun çıkıy or karşımıza; o da y öntem sorunu. Y öntem sorunu, sorun olarak hep varlığını koruy or. 75 y ıldır y aşananlara yanlış y aklaşımlar sergilenmesinin kökeninde de y öntem sorunu y atmaktadır. Y ani olay lara olgulara yaklaşımlarda y öntemsizlik hakimdir. Onun y erine modeller, şablonlar ikame edilmiştir. Türkiye Cumhuriy eti'nin kuruluş felsef esinin temelinde de ay nı durum hakimdir. Cumhuriy et çerçev esinde hakim olan bu durum, Cumhuriy et sonrası muhalefet v e halk muhalef eti üzerinde de etkili olmuştur. Hatta sözünü ettiğimiz çev relerin temel saiklerini hangi renk v e uçta olursa olsun batıdan aldıklarını v e bu saikleri şablon olarak kullandıklarını söy lemek hiç de y anlış olmaz. Elbette düny anın neresinde olursa olsun insanlığın ev rimleşmesi sürecinde y arattığı tarihi değerlerden bilimsel yöntem ışığında f ay dalanmay a kimsenin itirazı olamaz, bizim de y ok. Gelelim sözünü ettiğimiz mo-

tavır / yöntem / nisan '99 / sayı: 11

del(şablon), y öntem sorunsalına v e bu çerçev ede hay atımızda önemli etkileri olan "aydınlanma" olgusuna. Bilindiği üzere ay dınlanmacı-lık daha geniş boy utları ile Cum-huriyet'le birlikte radikal bir şekilde toplum hayatına girmiştir. Özünde bir batılılaşma hareketidir. Batının egemenliği ise bu topraklara 18. y üzy ıldan itibaren girmiştir. Cumhuriy et dönemi batılılaşma hareketi de meşrutiy et v e tanzimatın adeta dev amı v e daha geniş, daha radikal açılımıdır. Tekrar ay dınlanmaya dönecek olursak, daha baştan şunu belirtmeliy iz ki ay dınlanmacılık burjuv a ideolojisidir. Bu burjuv a sos-yo-politik eğilimi ekonomik y asaların belirley iciliğini ve buna bağlı olarak gelişen sosyal-kültürel tarihi gelişimleri göz önünde bulundurmaz. Sosy al kötülüklerin nedenini sınıf lar üstü bir yaklaşımla, insanların bilgisizliğine v e kendi doğal v aroluşlarını anlama gücünden y oksun oluşlarına bağlar. Bunca y aşanmışlıklara rağmen hala emekçi sınıf ların, elit


1. Meşruti yet'in İlanı'nı anlatan bir grav ür

pirlere doğası gereği hay at hakkı v ermez, vermeyecektir de. Cumhuriy eti kuran asker-sivil ay dın kadrolar da ay dınlanma f elsefesini ve kapitalizmin tüm ref eranslarını temel alarak hareket etmişlerdir. Fakat bu durum 1932'lere kadar radikal bir şekilde sürdürülebilinmiştir, artık o tarihlerden itibaren bu program iflas etmiştir. Kurtuluş Savaşı'y la elde edilen kazanımlar elden çıkmıştır. Y ukarıda da if ade etmeye çalıştığımız gibi, empery alizmden kurtulma çağında bu modellerin if las etmesi kaçınılmazdı. Sonuçta kapitalist şablonlarla, başta aydınlanma şablonuy la Türk kültürü sistematize edilemediği gibi, Anadolu'da y aşayan Kürt halkının da kültürü yok say ılmıştır. İşte tüm bu tarihsel gelişim içinde karşımıza bir y öntem sorunu çıkmakburjuv a kültürüyle bütünleşerek içinde bulundukları mevcut durumdan kurtulabilecekleri safsatasını ileri sürer. İlerlemeciliğin temel mantığı da ay nıdır. Y ani her türlü gelişmenin önündeki temel engel cahil halktır. Halkı bu halde tutmak için baskı v e şiddet uy gulay an sömürücü kuvv etlerin bunda pay ı ise talidir onlara göre. Batıda burjuv a dev rimlerini ileriye taşımak için ortay a atılan temelde iktidarı almış burjuv a sınıf ına seslenen bu görüşler y ine batılı burjuv azi taraf ından bizim gibi doğulu toplumlara da ihraç edilmiştir. Elbette o çağlarda ortaçağın f eodalhristiy an döneminden çıkışta o toplumlara ışık tutmuştur. Y ine o zaman dilimi itibarı ile emekçi halklar cephesinden bakıldığında

görece ilerici bir misyon da yüklenebilinir o çıkışa. Fakat arkasından v e o temeller üzerinden y ükselen empery alizmin v ahşeti göz önüne alınd ığında artık bu çağda ilerici roller biçmek, ordan beslenmek y eni bir gericiliktir. Bugün düny ada artık bağımsız kendi iç dinamiği ile kapitalizmi gelişmemiş toplumlara, burjuv a demokrasisini ve onu içeren kapitalizmi ilerici bir model olarak önermekle, emperyalizme kölece bağlanmay ı önermek aynı şeydir. Hiç de öyle bir niy et içermese de ay dınlanmacılık bizim gibi ülkelerde bu sona mahkumdur. çünkü kapitalizm düny a çapında en y üksek aşaması olan empery alizmi y aşıy or. Emekçi halkların kanı-teri üzerinde hay at bulan empery alizm v ampiri başka v am-

tavır / yöntem / nisan '99 / sayı: 11

ta. Dışsal bir olgu olarak toplum hayatına sokulan modeller bilimsel olarak bakıldığında, y öntemsizliği içeren şablonlara dönüşmektedir. Şablonlar ise, kimin elinde olursa olsun toplumun ta-rihsel-sosyal-ekonomiksiy asal-kültürel hiçbir gerçeğini açıklay amazlar, doğru değerlendiremezler.

Hal böy le olunca da toplumsal gerçeklikleri şablonlara uydurmay a çalışılır. Şablonlara sığmay an kısımlar da ya yok say ılır y a da zorla sığdırılmay a çalışılır. Oysa insan aklının dışında v arlığını sürdüren somut maddi olgular şablonlaramodellere uy duru-


lamaz. Onlara doğru yaklaşımı sağlayacak yönteme başv urmak gerekir. Y ani meselelere şematik tümdengelim yöntemleri ile y aklaşmak yerine; tümevarımla tümdengelimin karşılıklı etkileşimi ile belirlenen bir y önteme başvurmak gerekir. Y ani Marksist yönteme başvurmak gerekir. Marksist yöntem, emek-sermayemülkiy et biçimleri, üretim ilişkileri gibi somut altyapı olgularını if ade eden kav ramlardan y ola çıkıp, somutun soyutlanması ile elde edilen y eniden üretimlerle temellenmiş bir y öntemdir. Tarihselliği y adsımaz v e herşey i kendisiyle başlatıp bitirmez. Tarihin helezonik akışı içinde dev amlılığı görebilir. Marksist yöntemin tarihselliği; emek, mülkiyet, üretim ilişkileri kavramları ile bunlara bağlı gelişen üsty apı kav ramlarının karşılıklı bağlantılarını diy alektik olarak ortay a koymasında kendini gösterir. Bu tarihsel dönüşüm y öntemince belirlenen ideolojik üstyapıların ö zgül görünüşlerini temellendirme, ancak her ülkenin özgül koşullarına göre y apılabilinir. Tüm bunlar göz önünde bulundurulmadan hiçbir toplumsal gerçeklik doğru olarak y erli y erine oturtulamaz. Ay dınlanmacılar da, bizde v e bizim gibi başka ülkelerde bilimsel y öntemi reddettikleri için ve toplumun dev rimci dinamiklerine dayanmadıkları için ne yazık ki hay atımızı ay dınlatama-mışlardır. Bunu söy lerken empery alist ülkelerin üzerinde y ükseldiği olgulardan biri olan ay dınlanma hareketini olumladığımız anlamına gelmez. Eğer olumlayacak olursak Av rupalıların daha sonra da ABD'lilerin sömürgeleştirdik-leri düny aya uygarlık götürme kisv esi altında uy guladıkları asimilasy on, soykırım v e talanları da olumlamış oluruz. Ay dınlanmacılığa v e model, yöntem sorunsalına genel değin-

melerde bulunduk. Bu konuların tarihsel v e f elsef i arka planını, y ine Kültür Sanatta Tav ır dergisinin 7. v e 8. say ılarında Y iğit Tuncay arkadaşımız "Kültür 1 ve 2" başlıklı y azılarında etraf lıca ortaya koy muştu. Y azımızın başında sözünü ettiğimiz Balkanlar, Kafkasya v e Ortadoğu üçgenindeki değişmeler v e 1900'ün başlarındaki duruma benzer bir durumun ortaya çıkması. Y ani Sosy alist Blok'un dağılması ile buralarda ortaya çıkan dengesizlikler. Sosyalist Blok'un dağılmasından sonra özellikle Balkanlar'da v e Kafkasy a'da empery alizmin kışkırtmalarıy la etnik ve dini temelde bölgesel sav aşlar y aşanmaktadır. Aynı za manda y eni düny a düzeni, globalleşme, küreselleşme adı altında empery alizmin tüm vahşetinin y anı sıra, yoz değerleri de büy ük bir hızla doğuy a girmiştir. Bu durum doğulu müslüman halkları derinden sarsmaya başlamıştır. Buralarda y aşanan sarsıntı karşısında islami temelde reaksiy onlar baş göstermiştir. İslami hareketler bölgede etkinliğini arttırmıştır. Daha önce sosy alizme karşı emperyalizmin denetiminde geliştirilmiş bu hareketler kontrolden çıkmay a başlamıştır. Y aşanan durumların etkisi ülkemize de yansımıştır. Empery alizmin dünya çapındaki y eni durumlar karşısında geliştirdiği restorasy on programları çerçevesinde dev rimci halk kurtuluş hareketlerinin tasf iyesinin y anı sıra islami reaksiy on hareketlerini de tasfiy eye girişmiştir. Böylece NATO, temel hedefleri arasına İslami hareketleri de almıştır. Ülkemizde de benzer gelişmeler çerçevesinde islami gelişmelere karşı tasf iyeler gündeme gelmiş tam da bu noktada ay dınlanmacılık da her derde dev a reçete olarak ortaya atılmıştır. Bu gelişmenin tarihi sey ri ülkemizde kaba hatlarıy la şöyle ol-

tavır / yöntem-/ nisan '99 / sayı: 11

muştur: Bilindiği gibi C u m h u r i y e t ' i oluşturan kadroların temel hedef i bağımsız kapitalist bir ülke y aratmaktı. Üstelik empery alizmin v arolduğu çağda ve üstüne üstlük böy lesine iç dinamikleri olmay an bir doğu toplumunda. Doğal olarak bu hedef (muassır medeniy etlere ulaşma hedef i) dev let eliyle sermayedar yaratmay ı; kapitalizmi, tarihsel işley işin tam tersine yukarıdan aşağıy a tesisi beraberinde getirmiştir. Dev let eliy le y aratılan sermay e kesimi zamanla tekelcileşmiş v e daha baştan empery alizme göbekten bağımlı hale gelmiştir. Bu gelişme Mahir Çay an taraf ından şöy le f ormüle edilmiştir: "...Özetle söylersek, bu dönemi üç evrede özetleyebiliriz. 1-) 1923-32 Döne mi: Ülkenin bağımsız, ekonominin ise bir milli tüketim ekonomisinin olduğu evre. Bürokratburjuvazinin doğuş evresi. Bu evre kemalistlerin yönetimde oldukları en ağırlıklı evredir. 2-) 1932-42 Döne mi: Bu evrede, bürokrat-burjuvazinin, ticaret burjuvazisi ve de yabancı tekellerle birleşip yavaş yavaş tekelci burjuvaziye doğru dönüşmeye başladığı evredir. 1932 Dünya krizinin oluşturduğu ekonomik sarsıntıdan bu zü mre geniş ölçüde istifade etmiş ve palazlan ma ya başlamıştır. 3-) 1945-50 Döne mi: Savaş yıllarında özellikle Saraçoğlu döneminde, Saraçoğlu yönetiminin fiyatları serbest bırakması, ülkede dörtnal bir enflasyon yaratmış, Marshall, Tru-man yardımlar ı ile A merikan emper yalizmi ülkeye iyice girmiş ve yabancı sermayeye geniş imtiyazlar sağlan mıştır. (ülkenin sömürgeleş me sürecinin başlaması)" (M. Çay an-Kesintisiz Dev rim) Anlatılan gelişme sey ri içinde "Gelişen tekelci burjuvazi tek başına emperyalizmle ittifakını sürdürerek kapitalist üretim ilişkilerini muhafaza edecek güçte değildir. Dolayısıyla


yabancı ve yerli tekellere zorunlu bağlı olan toprak burjuvazisi ve feodal kalıntılarla yönetimi paylaşmaktadır." Ortay a çıkan bu oligarşik y apı içinde her zaman çelişki v e çatışkılarla varlığını sürdürmektedir. Onların en uy umlu oldukları nokta emekçi halklara saldırı noktasıdır. Her zaman bu konuda tam bir uyum içinde olmuşlardır. Empery alizmin sadık bendesi tekelci sermay e; tanzimat v e meşrutiy etle başlatılan Cumhuriy et'le daha kapsamlı v e radikal olarak sürdürülen batılılaşma programı sonucu oluşan kitle tabanına y aslanmay a çalışır. Bu esnada oluşturduğu "ilericilik" söy lemlerine day anan politikalarıy la solu da politik ve kültürel olarak istediği zemine çekmeyi genellikle başarmıştır. Tekelci sermayenin ittifak yaptığı, genellikle Anadolu'da kümelenmiş sömürücü güçler ise hurafelerden v e batılı kay naklardan beslenen "gelenekselliğe" muhaf azakar bir hav ada sarılmışlar v e onlarda buralardan kendilerine kitle tabanı bulabilmişlerdir. Böy lece de her iki kesim sömürücüler; kitlelerin yaşam tarzlarında v e kültürlerinde yaratılan f arklılıkları ön plana çıkararak, onları kendi tasarruflarında kamplara bölmüş v e kendi aralarındaki çatışmaları halka da yay arak çatışmalar çıkarmışlardır. En sıcak örneğini de günümüzde y aşıy oruz. Bilindiği gibi, tekelci sermaye (Koç, Sabancı, OY AK, Eczacıbaşı, Çukurov a Holding... vs.) kesimi ittifak y aptığı güçlerin palazlanıp holdingleşerek kendi pazarına girmey e başladığı v e iktidara da göz dikmey e başladığı anda "dur" demiştir. Günümüzde Anadolu sermay esiİslami sermaye de denen bu güçler, gelişen durum karşısında teslimiyet bay rağını çekip, gösterilen hizay a girmişlerdir. Baştan beri aktarmaya çalıştığımız tarihsellik içinde bu-

günde y ukarıda if ade ettiğimiz zeminde, y ani sömürücü güçlerin denetim ve tasarruf unda suni bir ilericilik-gericilik kav gası tekrardan hay atımıza girmiştir. Bu durumun siyaset sahnesindeki görünümü de laikçi-şeriatçı şeklindedir. Y eni gelişmeler karşısında da ay nı şablonlar dev reye sokulmuştur. İlericiliğin ölçütü üsty apıda belirley ici durumda olan egemen sınıf ın kültürü v e politikalarıy la bütünleşmek olarak belirlenmiştir. Üstyapıdaki kültürel oluşumun bu ay ağını batı kay naklı seçkinler kültürü oluşturmaktadır. Bu seçkinciler emekçi kitlelerinin bir kültürü olabileceğini kabul etmez. Onlar için kaba baldırı çıplak takımının seçkin kültüre ulaşarak "cehaletten" kurtulmaktan başka şansları y oktur. Hele bir de bu baldırı çıplaklar doğu halklarına mensupsa onlara göre bu şansları bile zay ıf tır. Genel olarak bu durumu şöy le anlatabiliriz: Emperyalist ülkelerin medeniy etlerini oluşturan temel ref eransların yer bulmadığı öteki medeniy etler medeniy etten say ılmıy or. Y ani kapitalist merkezlerin medeniy etlerinin dışındaki medeniy etler onlar taraf ından barbarlık olarak görülmektedir. Fakat eskisi gibi bu barbar toplulukları medenileştirmek için, kendi dininden olmay anı din adına dışlamıy or. Sömürge müslümanların y anı sıra artık kendi eliyle hristiyanlaştırdığı, hristi-y an sömürge ülkeler de var. Bu nedenle medeniy et hamiliğine de soyunuy or. Ülkemizde de bu "me deniyet hamiliğine" girişmelerinin temel day anaklarını Cumhuriy et'in temel prensipleri arasında bulabiliriz. Her ne kadar Cumhuriyet'in kuruluşunda bağımsız bir Türkiy e'den söz etsek de, sonraki y ıllarda bu durum değişmiştir. Bunların ay rıntılarını y ukarıda izah etmiştik. Burada, model-şab-lon olarak batılılaşma programla-

tavı r / yöntem / nisan '99 / sayı : 11

rının y aşanılan durumlarda çok büy ük etkisinin olduğunu tekrar etmek zorunday ız. Sonuçları da ortadadır, 75 y ıl sonra dahi hala bir kültür sistematiği oluşturulmay a çalışılıy or. Anılan gerekçeler v e temel sa-ikler ile gericilik tanımlaması da; Av rupa Ortaçağı v e bizim y aşadığımız ortaçağ ay nılaştırılarak y apılmakta. Böylecede tarihsellik y anlış algılanmakta. Durum bu şekilde oluşturulunca da Türkiye insanlarının hay at görüntüsü y anlış v e tamamen y anlışlar kurgusu olarak sunulmaktadır. Sonuçta her şeyin başına din düşmanlığı konulmakta. Bilindiği gibi o çok "aydınlık" olarak nitelendirilen empery alist ülkelerde din, burjuvazinin elinde bir afyon olarak hala kullanılmakta. Elbetteki aynı durum ülkemizde de mevcut. Peki ne oldu da birden bire din düşmanlığı gündemimizi meşgul etmey e başladı? Şundan; bizim gibi ülkelerde din afyon olmaktan çıkıp da v itamine dönüşebileceği korkusunu taşıdıklarından dolay ı. Bu sebeptendir ki bizim gibi ülkelerin yaşam tarzı olan v e ilkel de olsa toplumculuğu bağrında taşıy an kolektif yapılar parçalanmay a çalışılmakta. Onun y erine burjuv a bireyciliği ikame edilmey e çalışılmakta. Top luma yabancı (kendine de y abancı) içine çekilmiş, kendi çıkarlarını herşey in üstünde tutan, içinde y aşadığı toplumu hor gören, inançsız (nihilist) insan tipi y aygınlaştırılmakta. Korkularının bastırılmasına değil de çoğalmasına neden olacak, tasarruf ları dışında bir gelişme olduğunda ona müdahale ederler. Kendi tasarruf ları dışında, müttef iklerinin denetiminde de olsa islami gelişmelere taha-mülleri y oktur. Hal böy le olunca da tasarrufları dışına çıkmay a başlayan islami gelişmeleri gerici ilan etmişlerdir ve halka yönelik


saldırıların bir başka boy utu daha ortay a çıkmıştır. Halka saldırı diyoruz, çünkü islami sermaye olarak anılan kesim (sermay enin dini imanı olmaz) de bu saldırılara çıkarları gereği göz y ummuştur. Oysa ki Türkiy e'de emperyalizmi v e işbirlikçileri tehdit edecek bir şeriat hareketi yoktur. Zaten bu hareketler de, emekçi sınıf ların iktidar mücadelelerini bastırmak için bizzat empery alizm v e y erli işbirlikçileri taraf ından geliştirilmiştir. Hali hazırda da onların denetiminden çıkmış değiller. Sadece böy le bir eğilim göstermişlerdir. Gelinen aşamada sömürücü sınıflar asıl kendi gerici y üzlerini gizlemek için sokaktaki sarıklı, sakallı, başörtülü insanları gerici olarak lanse etmektedir. Sistem kendi bekası için "yıkıcılık, bölücülük" mevhumlarının y anına bir de "ir-tica"yı koyarak halkı bölüp parçalamay ı başarmaktadır. Bu bölücü zemine soldan kendine sözüm ona "sosyalist", "Marksist-Leninist" gibi y aftalar y apıştırmış mahf eler de eklemlenmekte. Egemen gerici sınıf ların restorasy on politikalarına hizmette kusur etmemekteler. Onların açmazı da y öntem sorunu olarak karşımıza çıkmakta. Mark-sizmLeninizm bunların elinde şablona dönüşmekte, toplumsal gerçekliklerin uzağına düşmekte-ler. Y aşanılan süreçte de toplumsal çelişkilerin başına "din düşmanlığ ını" koy arak egemen güçlerle ay nı noktada buluşmaktalar. Oysa bu politikalar y eni değildir. 1905'ler Rusy a'sında ay nı oy unlara Lenin, şu y aklaşımı sergiliy or: "Gerici burjuvazi, her yerde ve her za man, din düş manlıkların ı kö rüklemeye büyük özen göstermiştir. Rusya'da da aynı şeyi yapmaya başlıyor. Bundan a macı, kitlelerin dikkatini din düşmanlıklarına çekmek, pratikte devrimci mücadelesi içinde birleşen Rusya proletaryasının çözü mle meye çalıştığı gerçek te mel politik ve ekonomik sorunları bir yana bırakma-

larını sağla maktır..." Yine Lenin bu satırların deva mında tavırlarını şöyle ortaya koyuyor; "Biz duru m ne olursa olsun, bu oyunların karşısında soğukkanlı, kesin ve kararlı, sabırlı propaganda mızı yürüteceğiz. Bizim propaganda mız, ikinci dereceden uyuşmazlıkları reddeden, proletarya dayanışmasının ve bilimsel dünya görüşünün propagandası-dır..." (V.İ. Lenin; Syf. 90-91; Y ar Y ay ınları)

ABD'li gibi olmaları istenmiştir. Zaten andığımız bu empery alist ülkeler kendilerini üstün ırk, üstün medeniy etler olarak görmektedirler. Ne y azık ki sömürgelerdeki üsty apı kurumları aracılığıyla, sömürge halkları arasında da bu anlay ışlar y aygınlaştırılmıştır. Empery alizm döneminde ay dınlanma, modernleşme şablonlarıy la, y ozlaşmış insan, tipi y aratılmıştır.

Demek ki tali sorunları temel sorunlar haline getirerek, emekçi sınıf ların birliğini zorlaştıran, her geçen gün onları birbirlerinden uzaklaştıran burjuva politikalarından uzak durmamız gerekmektedir. Dev rimcilerin asli görevi ise; emekçilerin ücretli köleliğini v e ezilen halkların empery alizme köleliğini ortadan kaldıracak teori v e pratik sergilemektir, onların birliğini sağlamaktır. İşte bu görev tam olarak y erine getirilmediği için burjuv a ay dınlanma-cılığın ın, liberalizmin, muhaf aza kar akımların emekçiler üzerindeki etkileri kırılamamıştır. Bırakalım görev y erine getirmeyi solun önemli bir kısmı kendi özgüv en-sizliğinden dolay ı bağımsız bir ideolojik hatta sahip olamamış, f aydalanma adı altında dönem böy le gerektiriy or, diy erek bu akımlardan birine eklemlenmiştir.

Hay at göstermiştir ki; anti-empery alist tav ır alış içinden gelseler de; küçük burjuv a radikalleri; bilimsel sosyalizmle beslenmey ip, emekçi halka güv enmedikleri için; emperyalizmin kucağına düşmüşlerdir. Düny ada onlar taraf ından y aratılan üniter ulus dev letler de emperyalizmin güdümüne girdiği andan itibaren; temsil ettiği iddiasında olduğu ulusu temsil y etkisi ve niteliğini yitirmiştir. Çağımızda, ulusu burjuv azi temsil etmez, emekçi sınıflar temsil eder.

Sonuç olarak şöyle toparlayabiliriz: Bir burjuv a ideolojisi olan ay dınlanmacılık y a da ay dınlanma modeli doğu halklarının v e genelde de tüm sömürge halkların medeniy etlerini küçümser, yok sayar. Empery alizm kanlı saldırılarına her zaman buralara medeniy et götürdüğü kılıf ını geçirir. Bizim gibi ülkelerde bu savları model olarak alanlar da kendi insanlarımızı v e bizim gibi halkları küçümser, aşağılar v e onlara tepeden bakar. Ay nen bu şekilde ülkemiz yakın tarihinde de bunlar y aşanmıştır ve y aşanmaktadır. İnsanlarımızdan bir Avrupalı gibi,

75 y ıl sonra dönüp baktığımızda, bu zaman dilimi boy unca günahıy la sevabıy la tek muhalif hareket sosyalist harekettir. Her şey e rağmen hak bildiği y olda ödünsüz y ürüy en, hiçbir dönem teslimiy et bay rağını çekmey en, meseleleri bilimsel sosy alizmin ışığında samimiy etle tartışmaya çalışan, tüm bu zorlu uğraşılar içinde baskı v e zulme maruz kalan, bu uğurda şehit düşen tüm sosyalistleri say gıy la selamlıy oruz. Genel kanının aksine, o güzel insanlar bu ülkede tükenmedi hala meşakketle çalışanlar v ar, onları da unutmuyoruz.•

tavı r / yöntem / nisan '99 / sayı: 11

Bu tarihsel gerçeklik zemininde emekçilerin siy asi hareketi öncü gücü olduğu iddiasında olanlar, her şey den önce empery alist merkezlerle ideolojik ve kültürel bağlarını koparmalılar. Kısmi politik özgürlükleri, siy asi iktidar hedef i y erine ikame ederek kitleleri iktidarsızlaştırmamalılar.


h i km e t akgül

BAYTAR SALİH HACIOĞLU

T

. ürkiye'y e sosy alist düşüncenin

girişi, örgütlenmesi, sonuna y aklaştığımız y irminci y üzy ılın ilk çey reğinde olmuştur. 20. yy'ın ilk çey reği, 1. Dünya Savaşı ve Ekim Dev rimi gibi iki büyük olayla sarsılmış, bunlara ek olarak Anadolu toprakları empery alist işgale ve buna karşı verilen mücadeleye sahne olmuştur. Sosy alist düşünce, her ne kadar II. Meşrutiy et'ten sonra ortaya çıkmakla beraber, asıl oluşum v e gelişim sürecini, Ekim Dev rimi v e Anadolu'nun işgal edildiği y ıllarda y aşamıştır. Türkiye'li Komünistler'in bir bölümü Ekim Dev rimi'ne bilf iil iştirak etmişler ve o silahlı mücadelenin içinden geçmişlerdir. M. Suphi öncülüğündeki dev rimciler bir taraftan bey az ordulara v e emperyalist güçlere karşı savaşırken, bir taraftan da Anadolu'da empery alist işgale karşı v erilecek dev rimci savaşa hazırlık y apmışlardır. Ekim Devrimi'nin işgal altındaki Anadolu'da etkisi çok büyük olmuştur. Bundan emin olmak için

muhaf azakar tarihçi Mahmut Goloğlu'nun y azdıklarına bakmakta fay da v ar: ..."Büyük Millet Meclisi üyeleri, emperyalist devletlere ve özellikle İngilizlere karşı savaşan Bolşevik ordularının elde ettikleri başarılardan ve kazandıkları güçten çok etkilen-miş..."ti ve "Ankara milli mücadeleleri için, bolşeviklik tek kur(1) tuluş yolu gibi görünüyordu. 1920 y ılında Ankara'da faaliy et gösteren örgütlere baktığımızda o günlerin siy asi ortamı daha iy i anlaşılacaktır: Mustaf a Kemal'in liderliğinde Büy ük Millet Meclisi v e hükümeti, Y eşil Ordu Cemiy eti, Gizli Türkiy e Komünist Partisi, Resmi Türkiy e Komünist Partisi, Türkiy e Halk İştiraky un Fırkası. Bir de, örgütsel y apısı dağılmasına karşın, her taşın altından çıkan İttihatçılar. Y ukarıda say dığımız örgütlerden M. Kemal'in BMM hükümeti hariç, hepsi Ekim Devrimi'nin y a doğrudan (gizli TKP v e THİF) ya da dolaylı (Y eşil Ordu Cemiy eti ve Resmi TKP) sonuçlarıdır. Lenin v e arkadaşları ile temas tavır / portre / nisan '99 / s ayı: 11

kuran M. Kemal, kendi hareketinin antiempery alist ve Sovyetler'e dost olduğunu sav unmakta ve onlardan silah ve para y ardımı almanın hesabını y apmaktadır. Ekim Dev rimi önderleri; M. Kemal hareketinin burjuv a niteliğini bilmelerine karşın, O'nun özellikle İngilizlere karşı sav aşmasını, konjoktürel olarak Sovy et dev riminin çıkarına uy gun bulmakta v e destek v erilmesini düşünmektedirler. Salih Hacıoğlu'nun önderlerinden biri olduğu Anadolu'daki Komünistler ise empery alist güçlerle beraber savaşırken, BMM hükümetinin burjuv a v e dolay ısıy la iki y üzlü karekterini tehşir etmekte, gerçek kurtuluşun halkın kendi iktidarında olduğunu sav unmaktadır. 1880 Tony a doğumlu olan S. Hacıoğlu'nun 1920 y ılı öncesi y aşamına ilişkin konuy la ilgili kay naklarda bulunan bilgiler çok y etersizdir. Onun bu dönemine ilişkin en önemli bilgi kay nağımız, eşi (*) Sabiha Sünbül'ün Hatıra Defteri ile oğlunun uzun y ıllar sonra tarihçi M. Tuncay 'a anlattıklarıdır. Lise eğiti-


minden sonra Askeri Baytar Mekte-bi'ne giren S. Hacıoğlu, 1903 y ılında bu okuldan birincilikle mezun olmuştur. 1905'te Baytar yüzbaşı olarak Bağdat'a, 1908'de ise Serez'e tay in olmuştur. Bu y ıllarda İttihat ve Terakki'y e giren Baytar Salih, Hareket Orduları'y la İstanbul'a gelen kaf ile içinde de yer almıştır. Bir çokları gibi o da, İttihatçıların uy gulamalarından düşkırıklığına uğra yarak hareketten ay rılımıştır. 1912-1914 y ıllarında Askeri Baytar Mektebinde hocalık y apmış, I. Düny a sav aşında ise Gelibolu ve Doğu Cephesi'nde sav aşmıştır. Mütarekeden sonra S. Hacıoğlu, Ankara Hayv an Hastanesi'ne baytar binbaşı olarak müdür ta(2) yin edilmiştir. S. Hacıoğlu'nun sosy alist düşüncelerle tanışması, 1920 y ılı Ankara'sında olmuştur. Öğrencilik y ıllarında hürriy et kav gası v erdiği v e bir ay da hapis y attığı bilinmesine karşın, o y ıllarda sosyalist olduğuna dair bir bilgi y oktur. 1920 y ılında S. Hacıoğlu 40 y aşında binbaşı rütbesinde bir subaydır. Bu nokta çarpıcı bir durumdur. O y aşta çoluk çocuk sahibi, mevkii olan bir insanın, rutin hay atını bıra karak dev rimci kav gaya katılması için bazı sebepler olması lazımdır. Bunlardan biri S. Hacıoğlu'nun v atan v e halk sev gisidir. İkincisi, dış koşullardır. Ülke empery alislerce kuşatılmış, kuzey de ise bolşevikler empery alistlerle sav aşarak Rusy a'da büy ük Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmiş. Bu koşullarda S. Hacıoğlu gibi bir y urtsev er, sosyalist olmay acak da ne olacak? Fakat, Bolşevik dev rimi kesin bir realitedir. Eğer Ekim Dev rimi olmasaydı, ne Hacı-oğlu Salih, ne Mustaf a Suphi, ne Ethem Nejat sosy alist olurdu. Hepsi yaşamlarının 30'lu y ıllarında sosy alist mücadeley e katılmıştır. S. Hacıoğlu'nun dev rimci mücadeley e atılmasında o y ıllarda Ankara'da bulunan Sovyet temsilcisi Tatar Şerif Manatov'un çalışmaları etkili olmuştur. M. Suphi'nin Ekim

Dev rimi süreci içinde tanıdığı Ş. Manatov, Anadolu'ya, Sovyetler Birliğinde sav aşan Türk Komünist-leri'nin gönderdiği bir teşkilatçıdır. O y ıllardaki örgütlerden Y eşil Ordu Cemiy eti, gizli TKP v e THİF'de S. Hacıoğlu'nu ön saf larda görmek mümkündür. M. Kemal, kontrolünde tutmay a çalıştığı Y eşil Ordu'nun, S. Hacıoğlu v e arkadaşlarının y aptıkları çalışmalar sonucu giderek sosy alist çizgiy e kaydığını görmüş ve bu durumdan rahatsız olmuştur. S. Hacıoğlu, Ş. Manatov v e diğer komünistler 14 Temmuz 1920'de gizli bir komünist partisi kurdular. Bu oluşumu gerçek anlamda bir parti değil de, örgütsüz v e dağınık duran dev rimcilerin birliğini sağlamay a y önelik bir hareket olarak düşünmek y erinde olur. Y ine S. Hacıoğlu v e arkadaşlarının Y eşil Ordu içindeki f aaliy etlerini y arı-legal v e daha geniş bir cephe örgütünün aray ışı olarak yorumlamak gerekir. Tüm bu çalışmalar sırasında devrimcilerin, eski Osmanlı paşalarından mürekkep Ankara Hükümeti karşısında, düşmana karşı başarılı gerilla mücadelesi v eren v e halkçı karakteri öne çıkan Çerkes Ethem ile birlik aramaları doğaldır. Nitekim, bir süre sonra İstiklal Mahke-mesi'nde y argılanacak olan S. Hacı-oğlu'na en ağır itham Çerkes Ethem ile birlikte hareket etmek olacak(3) tır. S. Hacıoğlu v e arkadaşları Anadolu'da f aaliy etlerini y ürütürken, 10 Ey lül 1920'de Bakü'de Türkiye Komünist Partisi'nin kuruluş kongresi toplandı. Silahlı dev rimci M. Suphi v e arkadaşlarının önderlik ettiği bu kongrede, bütün komünist örgütleri bir araya getirildi. Bazı kaynaklar S. Hacıoğlu'nun da bu kongreye ka(4) tıldığın ı iddia ediy orsa da , eldeki son (5) v eriler bu durumu doğrulamamaktadır. Bakü'de gerçekleşen kongre M. Kemal'i çok tedirgin etmiştir. Bolşe-v izmin prestijinden yararlanmak ve tavır / portre / nisan '99 / s ayı: 11

sosy alistleri denetimine alabilmek için (6) resmi bir TKP kurdurmuşum Fakat bu oy un etkili olmamış, S. Hacıoğlu v e arkadaşları bu girişime Türkiy e Halk İştirakiyyün Fırkası'-nı kurarak karşılık v ermişlerdir. S. Hacıoğlu imzası ile y ay ınlanan bir bey anname ile resmi TKP deşifre e d i l l m i ş ve Y eşil Ordu C e -miyeti'nin (7) THİF'e katıldığı duy u-rulmuştur. Tarihin bu dönemecinde y aşananlar, bu ülkenin sosy alistleri için ibret v erici olaylara sahne olmuştur. Milli m ü cadeleye katılmak ve onu halkın iktidarına g ö t ü r m e k için y o -la çıkan M. Suphi v e y oldaşları, Ankara y önetiminin asıl y üzünün ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ankara y önetimi ilk iş olarak, düşmana başarılı darbeler indirmiş gerilla komutanı Ç. Ethem'i tasfiy e etmiş v e Y unanlılara itilmek zorunda bırakmıştır. Arkasından 11 Ocak 1921'de S. Hacıoğlu tutuklanmıştır. Ankara Merkez komutanı N u -rettin Paşa'nın Y eşil Ordu ile ilgili s o r u ş t u r m a açılması talebi 19 O c a k 1921 tarihini taşıdığına göre Anka-ra'lı dev rimcilere y önelik tevkifat asıl M. S u p h i olay ı ile ilgilidir v e b i r sindirme operasyonunun başlangıcı olmuştur. Bilindiği gibi, Ankara hükümeti nin bu saldırısı M. Suphi v e yoldaş larının 28-29 Ocak 1921'de katledil mesiy le sonuçlanmıştır. S. Hacıoğlu ve yoldaşları ise bu tarihte ceza ev inde bulunuy ordu. S. Hacıoğlu v e y oldaşlarını y ar gılay acak olan Ankara İstiklal Mah kemesinde iki tane resmi TKP üy esinin olması, tezgahlanan oyunu yeterince ortay a koymuy or muydu? Ankara İstiklal Mahkemesi'nde-ki y argılama Nisan 1921'de başladı. Mahkeme başkanının, "bir binbaşı olarak orduya komünizmi sokmaktaki maksadınız nedir?" sorusunu, S. Hacıoğlu şöy le cev aplamıştı. "Milletin her sınıf efradı tarafından hazmedil- meksizin yapılacak bir inkılabın, herhalde, bir çok sarsıntılara sebep olaca-


Ölümün den sonra, SBKP'nin karısına v erdiği iade-i itibar belgesi

ğını bildiği m için ve me mleketimi zin bu gibi sarsıntılara artık tahammülü kalmad ığına kani bulunduğu mdan, efradı mill etin hangi sınıftan olursa olsun hepsine bila istisna komünizmin esasları dahilinde tenviratta bulunmayı bir vazife (8) addetmişi mdir. Ankara İstiklal Mahkemesi 9 May ıs 1921'de v erdiği kararla, S. Hacı-oğlu'na, hükümeti dev irme teşebbüsünde bulunduğu gerekçesiyle, 15 y ıl hapis cezası (9) v erdi. S. Hacıoğlu Ankara'dan Kırşehir Cezaev i'ne gönderilmiş, 29 Eylül 1921 tarihinde çıkarılan aff a kadar bu cezaev inden kalmıştır. Cezaev inden çıktıktan sonra Kırşehir'de Kurtuluş adında bir ga(10) zete çıkar-mıştır. Kurtuluş Gazetesi etkili y ay ın yapınca kapatılmış, bunun üze rine S. Hacıoğlu, Mersin'e gitmiştir. Mersin'de bir süre işçiler arasında f aaliy et gösterdikten sonra y eniden Ankara'y a dönmüştür. Ankara'da çalışmalarına kaldığı y erden başlay an S. Hacıoğlu, arkadaşları ile Y eni Hayat isimli bir gazete çıkarmış v e ardından THİF'i y eniden canlandırma f aaliyetlerine girişmiştir. THİF yaptığı çalışmalar sonucu 15 Ağustos 1922 tarihinde bir kongre toplay acağını duy urmuştur. Başlangıçta kongrey e izin veren hükümet sonra, y abancı delegasy onunda katılacağını gerekçe göstererek yasaklama yoluna gitmiştir. Bu y asaklamay a rağmen THİF kongresini 15 Ağustos 1922 de y arılegal bir bi çimde toplamıştır. Komintern delegasy onunun da katıldığı bu kongre, TKP'nin ikinci kongresi olarak kabul edilmiştir. Bu kongrede genel sekreterliğe S. Hacıoğlu seçilmiş v e Komintern'in dördüncü kongresine katılacak delegeler belirlenmiştir. THİF'in kongresinin ardından Moskov a'y a giden S. Hacıoğlu, Kasım 1922'de toplanan Komintern'in dördüncü kongresine katılmıştır. Ay nı tarihlerde Ankara hükümeti sosy alistlere y önelik yeni bir tev ki-fat başlatmıştır. S. Hacıoğlu bu tev-

kifatı kınayan bir kararı Komintern'den çıkartmış v e y ay ınladığı bir bey anname ile bu olay ı (11) protesto etmiştir. Komintern toplantısından sonra ülkey e gelen S. Hacıoğlu tutuklanmış ve yargılandıktan sonra üç ay hapis cezası almıştır. Hapisten çıktıktan sonra karısı ile İstanbul'a y erleşmiştir. Mev cut kaynaklarda bir bilgi olmamakla birlikte, S. Hacıoğlu 15 y ıl hapis cezası aldığı y argılamadan sonra ordudan ihraç edilmiş olmalıdır. Veterinerlik mesleğini icra etmeyen S. Hacıoğlu, İstanbul'da odacılık, demiry olu memurluğu gibi işlerde çalışır. Bu durumdan S. Hacıoğlu'nun seçimini dev rimci ey lemden y ana koyduğunu, sosy alizm kav gasına gönül v erdiğini çıkarmak mümkündür. İki-üç y ıl önce baytar binbaşı olarak hastane müdürü iken, sonra odacılık y apabilmek için insanın emek kav gasına gerçekten gönül v ermiş olması gerekir. Karısının, Hatıra Def teri'nde y azdığına göre, S. Hacıoğlu bu dönemde de siy asi çalışmalanı sürdürmüştür. 1925 y ılı başında Komünist Par-ti'nin üçüncü kongresi İstanbul'da illegal olarak toplanır. S. Hacıoğ-lu'nun da katıldığı bu kongrede genel sekreterliğe Şefik Hüsnü seçilmiştir. Bu durum, bazı çevrelerce M. Suphi ekolünün tasf iyesi olarak değerlendirilmiştir. Ekim Devrimi için bolşev iklerle beraber sav aşan M. Suphi'nin programı, halk gerçekliği v e ülke analizini kav ramada, sonradan Ş. Hüsnü taraf ından uy gulanacak politikalardan f arklılıklar arzetmektedir. Bu anlamda üçüncü kongrenin dönüm noktası

tavır / portre / nisan '99 / sayı: 11

olduğu kabul edilebilir. Ş. Hüsnü'nün sekreterliği döneminde pasif ize olan S. Hacıoğlu 1927 tev kifatında gözaltına alınmıştır. Bu tev kifatta TKP Katib-i Umumi Vedat Nedim Tör, dünya sol hareketi tarihinde bir ilke imza atmış ve partiyi tüm ev rakı ile polise teslim etmiştir. Nitekim S. Hacıoğlu'na v erilen 4 ay hapis cezası V.N. Tör'ün, "S. Hacıoğlu Merkez Komite üyesidir" if adesine dayandırılmıştır. (12) S. Hacıoğlu hapisten çıktıktan bir süre sonra,1928 y ılı içinde, Sovyetler Birliği'ne gitti. S. Hacıoğlu'nun Sovy etler Birliği'ndeki y aşamı üzerine f azla bilgi yoktur. (13) Fakat f aşist tarihçilerin y azdığı gibi 1930'larda "öldürül medi ğini" biliy oruz. Sovyetler Birli-ği'nde uzun süre Dış Büro'da çalıştı. Sosyalist hareketin uzun soluklu dev rimcilerinden Zehra Kosov a y ay ınladığı anılarında, 1934-36 y ıllarında Moskov a'da KUTV'da (Türkiy eli dev rimcilerinde eğitim gördüğü o y ılların bir üniv ersitesi) okurken, kısım şef lerinin (14) S.Hacıoğ-lu olduğunu y azmaktadır. Y ine N. Hikmet'in şiirinde y azdığı gibi, v eterinerlik yaptı. Hay atının acı sayf ası karısı S. Sünbül'ün Türkiy e'deki kardeşinin ölümü üzerine Türkiy e elçiliğine vize başv urusu ile başladı. Bu başv urunun ardında S. Hacıoğlu v e karısı 1949 y ılında Altay lara gönderildi. 1954 y ılında Moskov a'da kalp sektesinden öldü.


(15)

1951 y ılında Sovy etler Birliği'ne giden N. Hikmet, S. Hacıoğlu'nun durumu ile ilgilenmiştir. Sonunda S.Hacıoğlu'nun suçsuz olduğu SSCB Bakanlar Kurulu kararı ile ortay a çıkarılmış, yine N a z ı m ' ın çabaları ile S. Sünbül 'e maaş bağlanmış(16) tır. 1920 Ankara ' sında dev rimci mücadeley e atılan v e bu yolda y ıllarca savaşan S. Hacıoğlu, sol hareketimizin en ilginç karakterinden birini oluşturmuştur. N. Hikmet'in onun için yazdığı şiir, b ü t ü n bir devrimci hareket adına, bir vef a borcunun y erine getirilmesi olarak okunmalıdır. •

(*) M. Tunca y, kitabında S. Hacıoğlu'nun oğlu ndan öğrendiklerini v e S. Sünbül'ün Ha tıra Defteri'nin bir kısmını aktarıyor. Düştü ğü dipno tta bunları Vedat Türkali'den aldığını belirti yor. Kendisiyle telefonla görüştü ğümüz Vedat Tür-kali, bu hatıra defterinin bir Moskov a ziyareti sırasında kendisine v erildiğini, fakat Türkiye'ye getirme sorumluluğun u üstlenemedi ği için, bir kısmını not aldığını belirtmiştir. Eğer bu defter, bir g ün orta ya çıkarılırsa, Hacıoğlu Salih'in ya şamına ilişkin daha ayrıntılı bilgilere sahip ola bileceğiz.

NOTLAR 1- Mahm ut Goloğlu, Üçüncü C umhuri yet, Başnur mat, Ankara 1970 syf.241 2- Mete Tu ncay, Türkiyede Sol Akımlar, Belgeler, BDS İstanbul, 1991, syf.388 3- F. Kandemir, A tatürk'ün K urduğu Türki ye Komünist Partisi v e sonrası, Yakın Tarihimiz Yay. İstanbul, ty, s yf.175 4- İbrahim Topçu oğlu, Neden 2 Sos yalist Partisi, I. cilt, Kendi Yay., İstanbul, 1976, syf.65 5- Yav uz Aslan, Türkiye Komünist Fırkasının Kuruluşu v e M. Suphi, TTK, A nkara, 1997, syf.213216 6- F. Kandemir, age, syf.118-119 7- M. Tunca y, Türkiyede Sol Akımlar, BDS, İstanbul, 1991, syf.97 8- F. Kandemir, age, syf.173-174 9- age, syf.183 10- M. Tunca y, TSA Belgeler syf.388 11- Age, syf.453-454 12- Jülide Ergüder, 1927 Kom ünist Tev kifatı, Birikim Yay. İstanbul, 1978 syf.144-145 13- (îeorge Harris, Türkiyede Komünizmin Kaynakları, Boğaziçi Yay. İstanbul, 1975, sf.211212 14- Zehra Kosov a, Ben Bir İşçiyim 15- M. Tunca y, TSA Belgeler, syf.389 16- age, syf.390-391

HACIOĞLU

SALİH

Hacıoğlu Salih memleketimdendi, Karadenizden. Kocaman gözlü, kocaman burunluydu, dazlaktı. Komünistti ondokuzdan. Dövüştü. Hapislere düştü. Yattı Ankara 'da, Kırşehir'de. Sonra, geçti bu yana, Yani ikinci vatana. Baytardı, Kirofabat köylerinde hasta keçilere baktı Yıllar, eğrilen bir yün ipliği gibi aktı namuslu, çalışkan parmaklarından. Sonra, 49'da, Moskova'da, Martın onuncu gecesi oturmuş Engels'i okuyordu geldiler götürdüler Sürdüler Altay bucağına. Ne bir dağ devrildi işinde hatta ne bir toprak parçası kaydı. Yalnız inme indi sağına, Altmışyedi yaşındaydı. Altı yıl Hacı Oğlu Salih Kutladı devrimin yıldönümünü tel örgüler ve kurt köpekleriyle çevrili Ve öldü bir bahar günü elli kişilik barakasında. Bu akşam Moskova 'da bayram eyledik, Kutladık devrimimizin yıldönümünü. Dolaştı türkü söyleyerek alanları Marks Engels Lenin ve temize çıkma kağıdı Salih'in...

Nazım

Hikmet

Moskova 1956

tavı r / portre / nisan '99 / sayı : 11


ga mze m ima ro ğl u

hükmü kesilmişti bir kez...

A

nkara'nın karanlık bir gecesinde tozlu şoselerden hızla ilerledi. Ve metalik renkli mav i Chev rolet, Bahçeliev ler 15. sokağa girdi. Arabada beş kişi v ardı. 56 numaralı apartmanın önünden y av aşça geçti, mav i renkli Chev rolet, ikinci katın ışıkları y anıy ordu. Araba traf onun önünde durdu. Arabadan bir kişi indi. Etraf ı kolaçan etti. Dört kişi, 56 numaralı apartmana doğru ilerledi. Adımları ürkekti. Belinden silahını çıkararak, kapıy ı zorladı içlerinden biri. Kısık gözlerle bakıy ordu diğeri. Kapıy ı zorladı açamadı, kapıy ızorladı açamadı. Sabırsızd ı. Titrey en elleriy le zile bastı. Kapı açıldı. İçeri doluştular. Şaşkındı içerde genç ömürlerinin son dakikalarını y aşayan beş dev rimci. Serdar, Hücran, Efraim, Latif v e Osman Nuri... Donakaldılar. Katiller de şaşkındı. İçerisi kalabalıktı. En fazla üç kişi sanıy orlardı oysa bu "komünistleri". Hepsinin ellerini bir bir bağlay ıp, y atırdılar y üzükoy un y ere. Odaları dolaştılar. Buldukları her "komünist" dergiyi yerlere saçtılar. Homurtularla çıktı odadan, kod adı 'İdi Amin' olan. -İdi Amin kurbanlarının kanını içen bir katilin

tavı r / öykü / nisan '99 / sayı: 11


ismiy di- Çok sev diğinden bu adı, onun adını takmıştı arkadaşları. Evde beş kişi v ardı, içeri girdiklerinde. Y irmili y aşları süren beş dev rimci. Pusuya düştüler. Namusluy dular. Deli hoyrat yürek-leriyle f aşizme boy un eğmey enlerdendi onlar. ... Katiller aralarında tartışıy or, homurtular homurtulara karışıy or, en sonunda bu durumu "Reis"lerine soruyorlardı. "Reis"leri camı açtı, dinledi. -Bekley in- dedi. Kısa bir zaman geçti. Geri döndü. Bir şişe eter v e pamuğu, onu bekley en iki kişiye v erdi. Mesele anlaşıldı. Bir bir basarak eterli pamuğu y üzlerine bay ılttılar beşini de. Y üzlerini görecek cesareti olmayanlar, göğüs kaf eslerinde irin bağlamış bir yürek taşıy anlar. "Oh be" dedi İdi Amin "Bu işi de hallettik. Şimdi ikişer ikişer..." Kapı çalındı aniden ir-kildiler. Birbirlerine baktılar, Silah ellerindey ken kapıy ı açtılar. Faruk v e Salih' ti pusunun son kurbanları. İdi Amin korkuyordu. İkisinin de şakağına silah day ay ıp, götürdüler 'reis'lerinin y anına. Ve on dakika sonra Balmumcu y olunun onüçüncü kilometresinde durdular. Faruk ve Salih'in kaf asına bir şarjörü boşalttılar. Mav i renkli Chevrolet döndü tekrar on-beşinci sokağa. Serdar ay ılıy ordu. Ve katiller ne yapacaklarına şaşarak tutarak onu kollarından çıkardılar 'Reis'lerinin huzuruna. 'Re-is'lerinin talimatı kesindi. "İşi evde bitirin" Ve tekrar götürerek Serdara ev e, 'parlak' f ikrini açıkladı İdi Amin, ev dekilere; "İple boğalım, bu işi ben zevkle yaparım." Ve tutarak Osman Nuri'yi bacaklarından sürükledi mutfağa. Teli doladı boğazına. Olmuy ordu... Osman Nuri ölmüy ordu. Ve basarak hav luy u yüzüne, denedi son f ikrini de. Osman Nuri morarıy or, hav lunun altında can çekişiyordu. Zaman geçiy ordu. Zaman ge-

çiyor, katiller ürküyor, sabırsızlanıyordu. "Tamam" dedi, İdi Amin, "Siz çıkın, ben beşinin de kafasına, sıkarım". Dediğini yaptılar. Ve yerde yatan beş devrimcinin üzerine boşaltarak kurşunları koştu ko şar adım, karanlık soka klara. Ne ilkti, ne de sondu Bahçelievler. Kimi zaman Maraş'ta, kimi zaman Çorum'da 16 Martlar'da Kanlı Pazarlar'da görüldü yüzleri. Karanlık so kaklarda, kör pusularda. Ve binlerce masum insanın kanına değdi elleri. Çok sevdikleri devletleri kol kanat gererek onlara, saldılar her vakit halkın üzerine. ... Kimi zaman ku laklarını çekerek dizginlediler itlerini. Hatta bazen, kendi elleriyle çektiler iplerini. Mesele "tarafsız" görünmekti. Kendi sütüyle büyüttü her zaman itlerini. Her-şey adi bir demagojiden ibaretti. Ve kontrgerila ve MGK, en kanlı resmini çizdi faşizmin. "ŞOK HABER! KIRCI YAKALANDI" manşetleri kapladı medyayı. "Adalet" şovunun hakkı ve rilmeliydi. Mafyacı faşist yürüyordu polis kalabalığı içinde. Flaşlar patlıyordu yüzünde. Ve ağzının kenarındaki tükürük salyası parlıyordu her patlayan flaşta. Bitkin, yorgun ruh haliyle yürüyordu elleri kelepçeli. Ve devletine kırgındı şimdi. Her işi birlikte yapmamışlar mıydı? Gazeteciler sordu; "Ne diyorsunuz hakkınızdaki iddialara?", "Size neden İdi Amin diyorlardı?" Cevap yoktu. "Bir açıklama yapacak mısınız Bahçelievler hakkında?" Uzanmıştı mikrofonlar. İlkin bir homurtu duyuldu, homurtular çoğaldı. Sonra 'Ülkesini ve milletini sevdiğini' beyan ederek "68 dedi, Beni sorgulasın, o çok sevdiğiniz, altmışsekizli abileri-niz..." Gerisi homurtuydu. Tıkanmıştı sanki egzos borusu. Bir aratav ır / öykü / nisan '99 / sayı: 11

bay a bindirildi, flaşlar patladı ardından. ... Geçmiş geçiyordu gözünün önünden. Böy le durumlarda söylediği sözler geliy ordu aklına: "Vatan-millet-sakarya..." Ve daha v e daha... Bundan yirmi y ıl öncey di, mahkeme salonunda yankılanıy ordu bu katilin sesi. Şimdi f akat...! "Niçin devlet?", "Niçin hapis?", "Bu mağduriyet?". "Sor-gu"ya alındı! "Bakınız sayın beyefendi isterseniz konuşmayınız, susma hakkınızı kullanınız. Hatta fazla açıkla ma yap mazsanız, sizi daha çok sever devlet babanız... Hem bakın zaten hastasınız... Lütfen anlamaya çalışın ız. Dengeler sözkonusu bir çaresi bulanacaktır, tutmasın sizi tasası." Dev let konuşuyor, katil susuyor, senary o sürüyordu. Susurluk'un tekeri dönüy or, tetiği işliy ordu. İşkenceydi yüzlerce beden, y alandı bunlar. "Ba kınız" diy ordu, y etkili ağız, "Ba kın, bir sanığın sağlığın ı sürekli doktor kontrolleri takip ediyoruz yakından. Hani intihar etmesin falan. Şeker hastasıdır kendisi. Töh met al tında kalmasın devlet. Bakınız tutukladık. İşte size 'adalet'". Birgün bir çaresini bulup salacaklardı gene bu katili de kendi elleriyle. Mafy acıf aşist yürüy ordu polis kalabalığı içinde. İt dalaşında y enilmişti bu kez. Ve lanetlenmişti tüm faşistler gibi. Halk, adalet istiy ordu, en az ekmek kadar en az su kadar istiyordu adaleti. Ve katillerin o çok güv endiği dev leti çürümüştü... İt dalaşı sürerken kendi aralarında Kırcı'y ı y akaladılar, belki "Adalet" sesleri bir nebze susar diye. Ama ne çare. "Ol muşa deva bulunma z" derler y a... Dev leti, kanatları altına al mıştı belki onu da. Gelin görün ki; hükmü kesilmişti bir kez...


ken an te m i z

sessiz kalırsak daha çok saldıracaklar

O

tobüs durdu, durakta bekley en y olcular itişe kakışa binmey e başladılar. Deniz, tam bineceği sırada v azgeçti. Y urda yürüy erek gitmey e karar verdi. Kaldırımdaki kalabalığa karışıp hızl ı adımlarla y ürümey e başladı. Kaf ası karışıktı. Bir y andan bugün okulda y aşadıklarını, günlerdir kaf asını kurcalay an sorulan bir y andan da babasmın sözlerini düşünüy ordu. Babası aklına gelince en y akındaki telef on kulübesine girip ev e telef on etti ve iy i olduğunu söyledi. Birgün aramasa merak ediyorlardı. Üniv ersitey e bu y ıl başlamıştı Deniz. Ailesi demokrat bir y apıy a sahipti. Babası '80 öncesi devrimcilerin-dendi. Babası, Deniz okula başlayacağı zaman karşısına alıp konuşmuştu: -Bak oğlum, size her zaman insanları, bu güzel ülkey i sevmey i öğrettim. Y ine söy lüyorum bunları ama bu saf duy gularla kendini farklı şeylere kaptırmanı istemiy orum. Sana daha önce birçok def a '80 öncesi bizim öğrencilik y ıllarımızı, y aşadıklarımızı anlattım. Görüy orsun bugün elimize

birşey geçmedi. Çok acılar yaşadık. Bugün de f arklı değil. Üniv ersitelerde y ine karışıklıklar v ar. Faşistler yine dev rimci demokrat öğrencilere saldırıy or, çatışmalar y aşanıy or. Senin bize bu acılan y aşatmanı istemiy orum. Derslerinle ilgilenmelisin. -Ben de okumak istiyorum, dedi Deniz. Ama şunu da söyley eyim ki bana haksızlıklara karşı boy un eğme-mey i öğreten sensin. Eğer bir haksızlık olursa, doğrulan sav unmam gerekirse bunu y apacağım, sessiz kalmay acağımı bilmelisin. Ben her zaman iy inin, güzelin, doğrunun y anında olacağım. Öğle arası kantinde oturuy orlardı. Masalar öbek öbek öğrencilerle doluy du. Kimi ders çalışıy or, kimisi de çay larını y udumluy or, sigara dumanlan arasında sohbet ediy ordu. Saz, gitar çalıp şarkı türkü söy leyenler de v ardı. Ders saati y aklaşmıştı. Tam o sırada 40 kadar f aşist "Allah Allah" sesleriy le kantine daldılar v e önüne çıkan ilk gruba saldırmaya başladılar. O anda ortalık ana baba gününe döndü, çığlıklar y ükselmey e başladı. Öğrenciler kapıy a y öneldiler. Deniz'de bu paniğin içinde buldu kendini, gözleri hemen dev rimcilerin olduğu tav ır / öykü / nisan '99 / sayı: 11

masay a takıldı v e Ahmet'i aradı. İşte oraday dı. O, y anında bulunan arkadaşlany la bir y andan eline ne geçirdiy se f aşistlere f ırlatıy or, saldırıy ı püskürtmey e çalışıy or, bir y andan da kitley e sesleniy orlardı. -Arkadaşlar kaçmay ın f aşistler saldıny or, saldın hepimizedir. saldırı sizedir... O anda sloganlar patladı: "Çatlı'nın İtleri Yıldırama z Bizleri" Deniz, kalabalığa kendini kaptırmış ilerliy ordu, kapıy a yaklaşmıştı ki birden kendisinin de slogan attığını f arketti. O an bir tereddüt y aşadı, nerey e gidiyordu? Faşistler gözleri önünde kantine girip saldırmışlardı. Köpek gibi uluy orlardı sanki. Kimdi bunlar, ne istiy orlardı? Kantin giderek boşalıy ordu. Devrimciler de 40-50 kişi kalmışlardı. Aralarında y aralananlar olmuştu ama kararlıy dılar. Birden koşup onlarla birlikte çatışmak, bu katil sürüsünden, bu itlerden hesap sormak geldi içinden ama ailesini, okulu, derslerinin düşündü hemen.... O bunları düşünürken birden bahçey e çıktığını f arketti ama gözünü çatışmadan ay ıramıy ordu. Sonuçta bu def a da f aşistler püskürtülmüştü, okuldan atılmışlardı. Ama tam iki saat sürmüştü v e y arala-


nan öğrenciler olmuştu. Çatışma bittikten sonra polis gelmiş, üç öğrenciyi gözaltına almay a çalışmış ama arkadaşları v ermemişti. Deniz, çok etkilenmişti bu sahiplenmeden. Y aralılar hastaney e kaldırılmıştı. O ise tüm bunları bir f ilm izler gibi izlemiş v e bir şey y apamamanın çaresizliği içinde kahrolmuş, çelişkiler yaşamıştı. Akşam üzeri Ahmet y anına gelmişti. Deniz, utancından y üzüne bakamıy ordu Ahmet'in. Onunla epey dir tanışıy orlardı. İy i bir dosttu Deniz için, çıkarsız, hesapsız pay laşırdı her şey ini. Bir çok konuda y ardımcı olmuştu Deniz'e.

y apmalıy dı. İşte bu düşünceler içerisinde yürüdü. Canı hiç kimsey le konuşmak istemiyordu. Odasına y öneldi. Oda sakindi. Kitaplarını dolabma koy up y atağına uzandı. Ellerini başının altına koy up düşünmeye dev am ederken uykuya daldı.

öğrenmişti. Y aşananlar onu geçmiş günlere götürmüştü. O günleri hatırlıy or, oğluna y aklaşımının doğru olmadığını düşünüy ordu. "Karışma, uzak dur" demişti hep. Oysa bunun mümkün olmadığını kendisi de biliy ordu. Bu düşüncelerle yanına oturdu Deniz'in. Ve dostça açtı düşüncelerini, özür diledi.

Birden bağırtılarla uy andı, gözle rini açıp kapıy a doğru baktı. O anda ellerinde -Mücadele et demeliy dim v e senin satırlarla v e sopalarla o d a y a dalan, bı- y anında olmalıy dım, destek olmalıy dım, y ıkları dudaklarından aşağı sarkmış, gözü dedi. Oğlunun y aralarına salgılarına bakdönmüş f aşistlerin oday a daldığını gördü. tıkça gözlerinin önünden 16 Mart günü Y atağından doğrulup "Arkadaşlar..." diy e- geçiy ordu sürekli. Sonra o günü anlatmabildi sadece. O anda 4-5 kişi birden üstüne y a başladı oğluna. Bir y andan da okulun sorunları, Dev rimci çullanıp v urmay a başladılar. En son gör-Neredey se hergün saldınlar ça Halk Üniv ersiteleri'ni v b. anlatıy ordu. Son düğü keskin bir bıçaktı kendisine y öne- tışmalar oluyordu. Başlangıçta biz uzak süreçte de faşistleri anlatıy or, "Saldırı len... durmay a çalışıy orduk ama giderek bunun tüm gençliğedir, tüm halkadır." diy ordu. mümkün olmadığını-gördük. Çünkü f aÖzellikle 16 Mart y aklaştığı için hergün buşistler kendilerinden olmay an herkese nunla ilgili çalışmalar y apıy orlardı. Af işlerle Gözlerini açtığında hastanedey di. Et- saldırıy ordu. Biz de artık dev rimcilerle hapanolar asıy orlar, konuşmalar y apıyorlar, raf ına bakındı. Başında korkunç bir ağrı reket ediy or, giderek de devrimciliği bebildiriler dağıtıy orlar, herkesle nimsiy orduk. Okullara toplu gidip geliy orhissetti. Elini karnına götürdü, sarılıy dı. tek tek konuşuy orlardı. duk. 16 Mart günü, olağanüstü bir durum En son gördüğü bıçağı hatırladı. y oktu. Öğley in ortak olarak aldığımız öğl e -Bugün y eni Çatlı'lar y eni katliamlar, 16 -Arkadaşlarım, dedi. Martlar y aratmak istiy orlar. Buna izin v erme-Arkadaşların iy iler, dedi babası, an- y emeğimizi y iyip çıkış saatini bekliyorduk. y elim. Faşistleri üstümüze salan da, 16 Mart nesiy le birlikte y anınday dılar. Annesi ağ- Saat gelince hep birlikte merkez binanın çıkışına doğru y ürümeye başladık. Tam o katliamının sorumlusu da Susurluk'taki dev- lıy ordu. lettir. Susurluk devletinden 16 Mart'ın, bugün -İy iyim, dedi Deniz. Demek ki ucuz sırada korkunç bir patlama oldu. Kısa bir suskunluktan sonra patlama sesinin geldiy apılan saldınlann hesabım soralım. 16 Mart- atlatmışız. ği merkez bina önüne koşmaya başladık. 'ta gençliğin kanıy la öz-gürleşen Bey azıt -Y ann taburcu olabilirmişsin, dedi Bu arada silah sesleri gelmey e başladı. Mey danı'nda olalım, diyorlardı. Deniz'le de babası. Kendini y orma, ev de bol bol koOlay ı yerini tam göre-miy ordum ama bu uzun uzun konuşmuştu bu konuda. Deniz nuşuruz. seslerin ne anlama geldiğini biliy ordum. O haklı buluy ordu Ahmet'i. Bugünkü saldın sıanki duygularımı anlatabilmem mümkün rasında çok y oğun duygular, çelişkiler y aArkadaşlarının iy i olduğuna sev inmişti. şamıştı. Madem haklı buluy ordu, madem Çoğu sıradan insanlardı. Bi ri, ikisi hariç de- değil. Bu arada gözleri dolmuş, y aşlar yanakf aşistler haksızlık y apıy ordu. O halde bu- mokrat bile değillerdi. Acaba niy e onlan na karşı haklı olanların y anında y er alma- seçmişlerdi, y oksa bütün y urda mı saldır- larından süzülüy ordu. Sesi titrey erek v e y acak mıy dı? Ayrıca yarın öbür gün ken- mışlardı? Birden Ahmet'in söy lediklerini ha- y umruğunu sıkarak anlatmay a dev am etti: -Koşuy ordum, herkes koşuy ordu. Etdisine de saldırı olabilirdi. Bugün görmüş- tırladı: "Faşizm kendinden ol mayan herkese raf ımdan y üzleri kana bulanmış, elbisetü işte faşistler, kendileri dışında herkese düşmand ır. Sessiz kalırsak daha çok saldüşmandı, önlerine kim gelirse sal- dıracaklar. Çare örgütlenmek, mücadele leri kana bulanmış insanlar geçiy ordu. Mey dana geldiğimde ise manzara kordırmışlardı. Ahmet okulda yann rektörlüğe etmektir." kunçtu. Kimi y erde kanlar içinde y atıy or, protesto yürüy üşü v e basın açıklaması Deniz, ertesi gün taburcu oldu. Y aralı kimi diz üstü çökmüş oturmuş, duvar y apılacağını söy lemişti. Utancından y üolan diğer arkadaşlany la görüştü. Bu arada diplerinde kaldırımlarda y atan insanlar, züne bakamay an Deniz de: o gün y urttta v e okulda protestolar, basm cansız bedenler... Sanki her şey kızıla -Tamam y ann ben de geleceğim y ürü- açıklamalan olduğunu öğrendi. "Hesabını boy any üşe, demişti. Hiç olmazsa bunu Soracağız" demişti y üzlerce öğrenci. Aradan iki gün geçmişti. Deniz ev indey di. Annesi hala olay ın şokunu atamamıştı üzerinden. Babası ise düşünceliydi. Olay ın nasıl olduğunu

tavır / öykü / nisan '99 / sayı: 11


mıştı. Burası Bey azıt Mey danı'ydı. Oy sa biraz sonra ders dönüşü karşılayacaktık onları. Kalleş bir pusu son v ermişti her şey e. Kimileri yaralı olanlara y ardım etmey e çalışıy ordu. Ben de koştum onlarla birlikte. Bir arkadaşı y erden kaldırdık. Vücudu cansızdı. Soğuk kanı hissediy ordum sadece. Sanki bir an bilincimi y itirdim. Bir elin dürtüklemesiy le kendime gelince herkesle birlikte "Kahrolsun Faşizm. Faşist Katillerden Hesap Soracağız" sloganını olan gücümle, nef retimle bağırdığ ımı f arkettim. Sloganlar giderek y ükseliyordu. Bu anlatılması güç öfke v e duy gu seli içerisinde arkadaşlarımızı hastanelere taşıdık. Henüz kaç kişinin şehit düştüğünü bilemiy orduk, y üzlerce y aralı v ardı. Beyazıt Mey danı'ında geriy e kanlar içinde uçuşan ders kitapları, ay akkabı, kemer, saat, palto v e ceketler kalmıştı. Deniz, babasının elini tutmuştu.

Daha önce de O'na 16 Mart'ı anlatmışlardı. Ama o günü yaşamış biri olarak babasının hem de böy lesine bir duygu seli içinde yaşayarak anlatması O'nu çok etkilemişti. Sanki O da yaşıy ordu. Bir y andan da y urtta oday a giren f aşistleri, onların y üzlerini anımsıy ordu. Katiller hep ay nıy dı. Dünün Çatlı'ları, bugün de iş başınday dı. Hedef yine ay nıy dı. Gençliği, halkı f aşist katliamlarla saldırılarla sindirmek. Peki başarabilecekler miydi? Dün başarabilmişler miy di? O halde bugün de başaramay acaklardı. İşte babasının anlattıkları da başaramadıklarını kanıtlıy ordu. -'Hesap soracağız' demiştik. Olay duy ulur duyulmaz öfke seli halkı sarmıştı. Bizi y ıldırmak için bu katliamı y apanların hesapları boşa çıkmıştı. Ertesi gün okullar işgal edilmişti. Elli bin y ürek hep bir ağızdan hay kırıy orduk. "Kahrolsun Faşizm Y aşasın Mücadelemiz" v e elli bin y ütavır / öykü / nisan '99 / s ayı: 11

rek sokaklan doldurmuş akıy orduk İstanbul'da. "Dev rim Şehitleri Ölümsüzdür" gösteriler işgaller günlerce sürdü. Faşistler görüldüğü y erde cezalandır ıldı. İşte y edi canımızın hesabını böy le sorduk. Deniz'e baktı sonra: -Bu hesap bitmedi y edi canımızı katledenler bugün y eni canlarımızı katlediy orlar. Buna izin vermemek lazım. İzin v erenler, bizim gibi düşünenler. Ben yanlışımı gördüm ama daha kendi canımı, oğlumu kay bediyordum. Başkaları bunu y aşamadan görmeli. Deniz sarıldı babasına. Şimdi kendisini daha güçlü hissediy ordu. Bundan 3-4 gün önce y aşadığı çelişkiler kalmamıştı artık. Her şey çok açıktı. Üstelik bundan böy le ailesi de y anınday dı. "16 Mart'ın yıldönümüne de az kaldı. O gün birlikte olacağız Beyazıt Meydanında, hesabımızı birlikte soracağız"


b a r ış yıldır ım

1. Barış Bebenin Öyküsü Barış, pembecik bir bebe. Elleri yumuk yumuk, saçları uçuk. Adını babası koymuş büyüsün de oğulcuğu esenlik taşısın diye dünyaya. Anası elleriyle dikmiş zıbınını, sümüğünü silmiş değişmiş altını. Barış, halinden memnun pembe pembe bakarmış. Barış'ın ülkesinde birileri hiç durmaz barış dilermiş Ne zaman bir el, açık enselerine tokatı patlatsa, ne zaman saçlarından sürüklenip tükürülse suratlarına tuttururlarmış barış diye. Barış bakar bakar şaşarmış bu gariplerin barışçılığına. Barış'ın ülkesinde pencerelerden iğde kokusu değil ölüm haberleri dolarmış evlere, sokaklarda çığlıklar dolaşırmış ve bir sabah güle oynaya uğurlananların akşama kara haberleri ulaştrmış ve bazıları ne bir kara haber, ne bir merhaba; sır olurlarmış. Bakarmış Barış

dudağında pembe gül usul usul solarmış. Barış'ın ülkesinin dağlarında, kentlerin mahzenlerinde ırzına geçilirmiş ablaların, ahilerin gözleri oyulurmuş, ayaklarına naylon bağlanırmış akranların naylon tutuşturulurmuş. Ve her gün, her gece demet demet ömür solarmış Barış'ın ülkesinde. Barış Teninin pembesi solmadan daha gözlerinin bebeği ihtiyarlamış. Barış'ın ülkesinde birileri yine de barış istermiş ama. göğe güvercin salarlarmış, zeytin dalı sularlarmış ve resimler çizerlermiş düş kumsallarına: "Silahlar sus-pus Gözlerinde kin yumuşamış. Eller... Eller eller... ve siperlerden siperlere çiçekler, çiçekler..." tavı r / şiir / nisan '99 / sayı : 11


Barış şaşmazmış artık acının türlüsüne, bunlara şaşarmış. Şaşa şaşa büyümüş barış. Pembecik bir bebe değilmiş artık. Elleri biraz daha az yumuk saçları biraz daha az uçuk. Avucunda nazlı yar eli gibi bir kabza Barışın niyeti bozuk. Barış hesap soracak. Pencerelerden içeri biraz da katillerin ölüm haberleri dolacak su serpilecek tuz yanığı yüreklere, rüzgar iğde kokacak. Ve bir gün çakal dişi avından söküldü mü, dişler ağzına döküldü mü, işte o zaman Barış olacak çocukların adı, Barışlar barış içinde büyüyecek korkusuz kafalarında bir zafer anıtı gibi taşıyarak atalarının verdiği yüce savaşı

2. Barışçılar -barış! Hemen şimdi! Demek barış istiyorsunuz öyle mi? Silahlar ne verir ki zaten cesetlerden ve yaşlı gözlerden başka Halbuki barış, halbuki namlusundan gül sarkan tüfekler; Ne güzel! Demek barış diyorsunuz öyle mi? Biz savaş diyoruz, kan diyoruz, gözlerimiz dönmüş, ölüm istiyoruz Biz ne anlarız sahillerde gurup vakitlerini seyretmekten, ne biliriz turunç kokulu ılık gecelerin tadını. Siz bilirsiniz, siz anlarsınız. Biz, gözyaşı görmedik mi etrafımızda sanki güneş sönmüş sanırız, bükeriz çocuklarımızın etini, ağlatırız. Öyle ya, biz ağlatıyoruz yıllardır yol gözleyen anaları, çocukları biz babasız bırakıyoruz. Marifetmiş gibi gidip kurşuna diziliyoruz, tezgahlara, hapislere yatıyoruz.

Demek barış istiyorsunuz öyle mi? Çıkın yollara, yolların ucu dağlar. Dağlarda bitimsiz barışa kavuşmuş taze cesetler yatar, alınlarından ince dereler sızar otların içine, akan kanda güzelliklerin özlemi. Demek barış... öyle mi? İnin dağlardan varın kaldırımlara. Her sabah işsizliğin ayakları gezinir burda. Her akşam eve dönen ivecen adımlar dillerinde soluklanan sessiz küfürlerle aynı tutmaz hesabı bininci kez yapar. Kenarda bir kız çocuğu yaprak sarısı saçlarında rüzgar izi-uzanmış yere defterine yeni öğrendiği harfleri karalar, önünde bir kutu sakız parasız bir baba gibi somurtur. Kaldırımlar, kaldırımlar... Kararmış taşlarında bir halkın ayakları dertlerini adımlar Demek barış... öyle mi? Her sabah günaydınlaştığımız bir bakarız yitmiş izi-tozu sır. Yitiğini arayan ak saçlar itin pençesinde yollara yayılır Kuşatılmış evlerde ömrünü güle siper edenler kurşunlanır her gece, her gün her an barış derken siz ve biz şaşarken mahzenlerde çığlık çığlığa yarasalar damla damla acı tükürürler insan etine, kirli bir çarşaf gibi örtmek isterler hasretin üstüne ölümü demek barış... öyle mi? Barış... Hemen şimdi hem de. Yani kurşun etimize koşarken, kanımız sızırken daha, toprağımızın ırzı için vıcık vıcık ellerde pazarlık kesilirken, yani it azmışken, sırtlan leşteyken daha tohum ateşteyken... -Haydut hançerini sineye salmış. Ayaklarının altında bir halk. Gözleri kızarmış... İşte sizin barış!-

Bizi gidi! tavı r / şiir / nisan '99 / sayı : 11


3. Ah Şu Savaşçılar Biz böyleyiz işte, anlamıyoruz bu çeşit barışın kerametini Tutturmuşuz kan diye, barut diye. Sanki çelik çekirdekler oyunca insan etini bitecek bu dünyanın derdi. Biter mi? Bitmez elbet. Zira bu memleket!.. ne çekiyorsa barışsızlıktan çekiyor Bu yüzden yokluk zulüm, gurbet... Ama bıktık artık. Ah ağzı zeytin dallı o beyaz kuş! Neredesin ah, ey barış! Gelince kapıyı üç kez çal, masaların altından çıkalım kapıyı açalım Gel, uçalım seninle gönüllerden gönüllere. Zoru görürsek eğer kanat vurup kaçalım sıcak sahillere!

5. Bahçemizde Barış Bizim bahçeye de barış gelecek. En çok biz severiz o beyaz güvercini. Ama gagası kırık, tüyü yolukken değil bulut akı güvercinken, kara keklikken değil. Yalan söylemiyorken bize, iki ateş arasında şaşkın seyretmiyorken, ayırmıyorken tetikteki elimizi, acımızın ömrünü uzatmıyorken, öfkemizde soluyup neşemize coşuyorken, dolanmıyorken zaferimizin ayağına onun peşisıra koşuyorken ağaran göklerimize doğru severiz onu. Yoksa güvercin donunda bir akbaba sinsi sinsi didikler de etimizi biz sayıklar dururuz: "Barış... hemen... barış... şimdi..."

4. Keklik ile G üver cin Bizim kürt illerinde güvercin ile kekliğin bir ok boyu farkı vardır. Ok'un attı mı kevok şıppadanak kev olur sisle yıkar tüylerini, keklik donuna girer Bir hain kuştur keklik -öz harmanın alevi-Öter çapkın, şirret, yalancı gökten eş indirir, bağlar bıçağa gönderir, rızkını böyle doğrultur, eder akşamı Eti kan, eti nefis ayartır, eti müthiş lezzetli. Etinde kardeş eti... tavı r / şiir / nisan '99 / sayı : 11


hülya s a y g ı n

ün yine y ağmur v ardı Bico. Islak, y apışkan, pis bir rüzgar v uruy ordu sokaklara. Kaç gündür y oksun. Seni merak ettim. Sümüklü'yü, Karga'y ı da merak ettim. Ev e gitmediğini biliy orum. "Hayatta gitme m" demiştin. Öbürlerine de "Siz de gitmeyin" demiştin y a... Nasıl y aptınız, nerede kaldınız Bico? Sur dibini, köprüleri yasak ettiler, alıp alıp götürdüler herkesi. Karakolda bir bardak çay a karşılık bir kamy on küf ür y edik her sef erinde. Bir sürü nasihat v erip, ardından "ulan bir daha görürsem sizi..." diy e ne tehditler savurdular. Beraber götürüldüğümüz geceyi hatırlasana. Sümüklü'nün cebinden tinerli bezini aldılar. Sümüklü v ermek istemedi, nasıl bir tokat y edi, sandaly eyle beraber y ıkıldı y ere. Senin montunu da alıp didik didik ettilerdi. Astarın içindeki küçük çakıy ı buldukları zaman sav urduğun okkalı küf ürü duymadılar. Çünkü o sırada hep bir ağızdan onlar küf ür ediyorlardı. İyi ki de öyle y apmışsın Bico. İy i ki de öyle y apmışsın Bico. İy i ki cigaraları gömleğin iç cebine koymuşsun; kazaktan f arkedemediler. Çıktığımızda nasıl da key ifle içmiştik. ...Dün yine y ağmur y ağdı Bico. Her y er v ıcık v ıcıktı. Ayakların şimdi su içinde kalmıştır. Y eni ay akkabıları kaptırdığımızda, Karga'y a çok kızmıştın. Karga'dan hiç beklemezdin ama oldu işte. Tamam sen de haklıy dın ama İt Osman'ın Karga'ya yaptıklarım hiç düşün-

müy orsun. İt Osman senin y eni ayakkabı bulduğunu duy alı çok olmuş. İt'in herkese gücü yetiyor, herkesi soy uyor, bir tek sana diş geçiremiyor. Ay akkabıları sakladığın y eri senden başka bir de Karga biliyordu. Sana söy letemeyeceği için Kar-ga'y ı aradı. Karga ondan çok korkuyor Bico. Korkar tabi ki. İt Osman namussuzun, alçağın biri. Karga ondan kurtulmak için Üsküdar'a, karşıy a geçmiş, aylarca görünmemişti. Bir gün pazar içindeki mezarlıkta eski zulasında kalan iki paket cigaray la az biraz parasını almak için bu taraf a geçmiş. Eminönü'nden geçerken İt Osman onu görmüş. Elinde-kileri almış. Çok pis adam bu İt Osman, Bico. Karga y eminli Bico, İt Osman'ı öldürecek. Bizi de y arımda istemiyor. Tek başına y apacakmış. Sen çok zorladın onu; "Ancak beraber olursak yapabiliriz." dedin, kabul ettiremedin. Karga o günden sonra hiç görünmedi. Dün gece y ağmur çok pis yağdı Bico. Sana kaç kere "gidelim." dedim, gelmedin. Ben, Hasan Abi'nin kahv esine gittim. Y ağmur çoktu Bico. Kahvenin camından baktım içeriy i zar zor görebildim ama Hasan Abi y oktu. Kahvenin önünde kurulukta biraz bekledim. Çok tavır / öykü / nisan '99 / s ayı: 11

üşüdüm. Tam kalkıp gidecektim, Hasan Abi'nin bağırışını duy dum. "Ulan şerefsizler, ulan namussuzlar" d i y e b a s bas bağırıy ordu. Kavga var zannedip görebilmek için cama yapıştım. O sırada beni gördü. "Gel lan buraya, ne bekliyon orada!" dedi. İçeri girdim, ocağı gösterdi. Gidip bir çay aldım. Ocakçı da iy i adam, y eni demlikten verdi çay ı. Bir de mon-tumu çıkarıp ocağın y anına koydu. Hasan Abi telev izy ona kızıy ormuş. Bir de kahvedekiler "kapat şunu, öbür tarafta maç var" deyince, onlara kızdı... ...Telev izy onda sokaktakileri konuşturuy orlardı Bico. Kimi ağlıy ormuş gibi, kimi kızarak konuşuyordu. Ama ne söylediklerini bir türlü anlamadım. Bey az saçlı bir adam hani spikerlik y apıyor, o da hep laf a girip soru soruy or. Sorulan da anlamadım. Bir a d a m vardı bir türlü y erinde rahat oturamıy ordu. Bir tek onu anladım. Kızını öldürmüşler Bi-co. Trende çantasını kapmışlar. Kız v ermek istememiş. İtmişler. Trenden düşüp


tav覺r / 繹yk羹 / nisan '99 / s ay覺: 11


araştırma e r ki n can

Onlar ki toprakta karınca,/ suda balık,/ havada kuş kadar çokturlar./ korkak,/ cesur,/ cahil,/ hakim,/ ve çocukturlar/ Ve kahreden/ yaratan ki onlardır,/ destanımızda yalnız onların maceraları vardır..."

azım Hikmet bu sözl erle anlatmaya

N

başladığı Anadolu Kurtul uş Savaşı'nı Anadolu hal klarının destansı

v arsa bunları bir biçimde hay ata taşımışlardır.

bilgedir. Nakış işler gibi, ince, zarif, hass as,

İşte bu biçimierden biri de motif lerdir. Dışarıdan bakıldığında ilk anda öylesine resmedilmiş semboller y a da geometrik şekillermiş gibi görünseler de, içlerinde birçok sır v e mesaj saklayan motifler... Bir kilimde, bir halıda, bir heybe, bir koç y a da deve süsünde v ey a bir örme çorapta gördüğümüz biçimleri değişik, renkleri f arklı onlarca motif... Y öreden y öreye hatta köyden köy e değişen, Anadolu'nun ulusal, kültürel, dinsel v e mezhepsel zenginliğini y ansıtan motifler...

sabırlı ve yar ana ruhuyl a isyan güzellemel eri yar atmıştır Anadolu hal kları.

Eski çağlarda çok tanrılı dinler döneminde insanlar korkularını, endişelerini

bir direnişi olarak bizere sunar ve "en bilgin aynalara en renkli ektileri aks ettiren onlardır" dediği yoksul hal klarımızın yaratıcılığına vurgu yapar. 'Cahil" ama "ha-

kim" dir hal klarımız... "Topraktan öğrenip, kitapsız bilendir"... V yüz yılların deneyimi, kuş aktan kuşağa aktarılan dersler, kendi bağrında filizlenmiş ve kendinden sonr a gelen kuş aklara tohum olmuş is yan biriki mleri yle bir

Nakış işler gibi ince, zarif, has sas, sabırlı ve yaratıcı... Egemenlerin yazılı tarihinin Anadolu'nun bir isyan yatağı olduğunu gizledi ğini biliyoruz. Yüz yıllar boyu yalanlarla bezedikl eri kanlı tarihlerini, yine Anadolu halkl arının yaratıcılığının altüst ettiğini de... Sadec e dilden dile kulaktan kul ağa aktar makla da kalınmamış, Anadolu'nun yoksul hal kları zalime, karanlığa duyduğu öfkesini, gelec ek güzel-aydınlık günlere dair umudunu, özlemini motif motif nakş et-miştir. N e bas kı, ne yas ak ne de fermanlar engel olamamış, inandığı ve doğru bildiği tarzda geleneklerini değerlerini yaşatmış, bugünlere getirmiştir. Egemenler inançlarına yasak koymuş ama onlar, kutsal s aydı klan, saygı duydukları ne

tavı r / motifler /nisan '99 / sayı : 11

olduğu gibi umutlarını da ay n ay rı sembollerle if ade etmişlerdir. Y eri gelmiş ağacı, y ıldırımı, suy u; y eri gelmiş ateşi, güneşi, ay ı kutsal saymış, kutsal saydığı benimsediği ne v arsa if ade etmek ihtiyacı duy muştur. Örneğin eski çağlarda, güneş, hayatın kay nağı, bolluğun v e bereketin simgesi olarak düşünülmüştür. Tıpkı güneş gibi ateş ve ay da kutsal diye addedilmiş v e insanlar değişik biçimlerdeki dokumalarına y a da kullanım eşy alarına bu f igürleri stilize ederek nakşetmiştir. Simgeleştirilmiş motiflerde bu anlamda binlerce y ıllık tarihsel süreçten süzülüp gelen bir kültürün y aşatıldığını görürüz. Kürt kilimlerinin çoğunda


getireceğine inanırlar, a ma en öne mlisi doğurganlık sembolü ol masıdır." (age sf. 78) Şahmaran'da if adesini bulan bereket, mutluluk v e doğurganlık mesajı, bir bakarsınız bu kez halı v e kilimlerde sıkça rastlanan üçgen motifiy le -ki bu bereket demektir- if ade edilir.

özellikle y ezidilik anlay ışı çerçevesinde simgeleşmiş motifler v ardır örneğin: Bu anlay ışa ait Melek-i Tav us'un değişik tarzdaki betimlemeleri y a da kutsal say ılan diğer hayv anların motifleri, Kürt dokumalarında resmedilmiştir. Hayat ağacı, gey ik ya da tanrıça kartal gibi birçok öğe, günümüze böy le taşınmıştır. Dikkatle bakıldığında bir Kürt kiliminde, bir dev e süsünde y a da boncuk örmeli bir kof i'de (başlık) ay nı biçimde betimlemeler görülebilir. İnançlardan kay nağını alan Melek-i Tav us, güneş ya da kutsal say ılan Kartal boy nuzlu geyik v e aslan gibi motif ler y anında dokumalarda değişik geometrik şekiller de v ardır.

Bilimsel araştırmalar bugün bilinen en es ki dokumaların M.Ö. 7200 dolay larından kalma olduğunu söy lüyor. Çoğunlukla Orta Anadolu ve y öresindeki kilimlerde rastlanılan Ana Tanrıça mitosunun y ansıması olan motifler, köken olarak eski çağlara kadar gider. Bi lim v e Teknik Dergi-si'nin Kasım 1 9 9 5 tarihli say ısında Çatal Höy ük'de y apılan kazı çalışmalarında elde edilen bulgulara değinilip şöy le deniliy or.

v an f igürlerine bıraktığı görülür. 1 5 . y y . başlarında ise hayvan döğüşlerinin betimlendiği sahneler v ardır motif lerde. 1 5 . yy. ortalarında Anadolu'da dinsel etkilenmelere bağlı olarak hayvan motiflerinin de y av aş y avaş ortadan kalktığı söy lenebilir. Osmanlı saray erbabı v e çevresinde geçer akçe olan suy a sabuna dokunmaz çiçek motifleri olsa da, yine de Anadolu halkları umutlarını, özlemlerini, beklentilerini değişik motiflerle resmetmeye devam etmiştir diy ebiliriz. Ve çarpıcıdır, motif ler içinde hemen her dokumada karşımıza bolluk v e bereket simgeleri çıkar. Motif v e desenlerin maddi y aşam koşullarından y apılan soy utlamanın ürünü olduğu düşünülürse e l b e t -te bu durum daha anlaşılır olur. Osmanlı'nın sömürü, yağma, talan v e zulme day alı düzeninin Anadolu halklarına y aşattığı açlık v e y oksulluğun doğurduğu f arklı bir umudun gelecek güzel, güneşli v e bereketli günlere olan güçlü özlemlerin if adesidir bu semboller. Kilimin, hey benin, çorabın y a da bir başka el sanatının üzerinde nakşedilen bu motif ler y oluyla kimi zaman konuştuğundan çok şey anlatır Anadolu halkları.

Emektar ve nasırlı elleriy le o denli zarif , o denli ince v e narin nakışlar, desen v e f igürler y aratmıştır ki, adeta motif lerle de konuşmuştur Anadolu insanı. "Doku maların kendisi günümüze ulaşa- K o -n u ş a n u m u t t u r , özlemdir, "bir madıysa da çizimleri ve yaşayan gelenekle- gün mutlaka"dır, inançtır... Rengarenk riyle izlerini bugün bile sürebiliyoruz. Çatal desenlere, u motif lere nakşedilen bizzat Höyük duvar bezemelerindeki figür soyutla- y aşamı ile il-gili sorunları sıkıntıları acılamalarına neredeyse özdeş motiflere Anado- rı karşısında y üreğinde ve bey ninde olulu kilimlerinde rastlamak olası. (...) Bu figür- şan birikimlerdir. ler den en önemlisi de tahmin edilebileceği gibi Ana Tanrıça figürü. Yine Leopar ve Akbaba figürleri duvar resimlerinde olduğu gibi kili mlerde de Ana Tanrıça'yla birlikte veya bağımsız olarak kullanılmış." (agy s f . 24)

Örneğin Eskişehir'in Sivrihisar y öresinde dokunan ve adına "karadöşeme" Cemşid Bender "Kürt mitolojisi-1" adlı ki- denilen kilimlerin orta y eri "eli belinde kız" tabında, Kürt mitolojisinde y ılanın önemine motif leriyle süslüdür. Y ine bu yörede y adeğinir. Buna göre, Kürtleı'de, Şahmaran şay an Türkmen ve y örüklerin doolarak adlandırılan y aratık, başı kadın olan kumalarında stilize hayv an motifleri v arbir y ılandır. "Pek çok Kürt yerleşim merke- dır. Kaf este kuş, ya da kuşlar motif le-rinin zinde evlenecek genç kıza, ken di emek ve mutluluk v e sevgiy i simgelediği söy lenir. 14. y üzy ıldan başlay arak, tek tek çeralınterleriylc işleyip hazırladıklar çeyiz eşyaçev eler içine y erleştirilen hayvan f igürleları içerisinde Şahmaran resminin de bulun masına büyük bir titizlik gösterirler. Bunu rinin y erinin grup halindeki stilize hay zifaf odasına asarlar, bereket, mutlulu

tavı r / motifler / nisan '99 / sayı : 11

Halklarımızın ışığ ı, Güneş'i, Ay 'ı v e ateşi kutsal say ıp değişik biçimlerde dokumalara y ansıttığını söy lemiştik. Halklarımızın bu y olla anlatmak istediği karanlığın hükmüne son v erme arzusundan başka bir şey değildir. Zalimden, sömüren v e zulmedenden, katliam v e kıy ımlarla hay ati z i n d a n e d i p karartandan hesap sorma arzusunu ilmek ilmek ördüğü nakışlany la betimlemiş, iç düny asını motiflere yansıtmıştır. Y ani sadece motif lerin biçimleri değil, renkleri de değişik anlamlar taşır. Örneğin; ay rılık v e hasret ifade edilmek isteniy orsa kullanılan renk genellikle si-


yah olur.

verirler. Bu kilimlerin orta göbeğindeki ş ekil-

Motiflerin, des enlerin ve renkl erin kompozisyonu öylesine karmaşık ama öylesine de

lerden isim al dığı söylenir. Baklava dilimi, kuş kanadı, zincir göbek, penç e göbek, dirse gö-

uyumludur ki. Anadol u hal klan adeta her do-

bek gibi...

kumada doğallığında birer sanat eseri yaratırlar. İçinde bulunulan maddi yaş am koş ullarının,

Şimdi biraz da hal kın değerlerini " mateme" haline getiren, sömüren, tüketen asalakların,

tasarımlar, moda ols un benimsensi n ve hızla tüketilsin diye pl anlanan giyim- kuş am uc ubel eri

düşünce tarzı ve inançlarının biçim verdiği r e

hal k motiflerini de nasıl tüketti klerine bakalım.

yal nızca yozl aş tırma amaçlıdır. Kesinlikle katkı

n k ve motiflerin her birisinin ayn ayn isimleri vardır. Bölgeden bölgeye hem isimleri hem de

Pertev N aili Bo-ratav, "Folklor ve Edebiyat-l" adlı kitabındaki " Yaşar Kemal'in Yörük kili mindeki

yapmaz, anc ak ve ancak tüketirler. Modacı, seramikçi ya da bir baş ka el sanatı

mesajlan değişebilmektedir.

Nakışlar" yazısında söyler den

ile uğraşan burjuva ya da küç ük-burjuva bu tip-

Örneğin, Elazığ'a has Savak tipi halı -l a r d a , k i l i m , cicim, çarpma, çul ya da keçelerde doğal

"Yörük kiliminine dönelim. Yörük kadınları, kız- lere sorsanız, üriinlerinde r kullandı klan motifleları kilimlerinde analarından, ninelerinden görüp öğ- rin anlamını bilmezler. Ya da günümüzde bir

renkler kullanılmış, hatta m o t i f ve desenlerin renklerine aşiret özel-l i k l e r i yansıtılmıştır. Aynı

rendikleri nakışları tekrarlar

durum Hakkari g i b i diğer bazı Kürt illerinde de

dururlar sanırız. Gerçekte, çevresinden ve kendi içgüdüsünden, dileklerinden, özleml erinden esin-

geçerlidir. Elazığ'da en çok kullanılan motifler k o ç boynuzu, çakmak, kartal, yayla yolu, mus ka,

"Bindallı"yı ve halk motiflerinin zenginliğini hatırlar. "Türk Güzeli miz"i, hal k motifleriyl e süsl ü giysilerle podyumlara çı kartırlar. "Yeniden yaratıml ar" diyerek yaptık-lan tüm

hayli moda haline gelmiş ol an "türk ü bar"larda dekor ol arak kullanılan heybe, kilim gibi eş yaların üzerindeki motiflerden bihaber söz de "devrimci" ve "alevi"\ er... Hal kın kuts al saydığını, hat-

lenmelerle eskilerine kattığı ya d eskilerinin yerine ta kimisini mahrem bulduğunu ve mesajın, sır gibi akrep, yıldız ve yılan gibi çeşitli-l i k g ö s t e r s e koyduğu yeni nakışlarla, yepyeni renk ve nakış bi- motiflere sakl adığını çoğu zaman bilmedi kleri de, örneğin Hakkari dokumalarında motifler ya- leşimleriyle yeniden yaratmas ı vardır her dok uyu- halde, kullanmaya devam ederler. Nakışlı keçeşamdan izler taşır. Çoğunlukla uğraşın hayvancılık olduğu bu yörede koçbaşı, kurt izi, ko-

cunun. Bunu her göz kolay kolay seçemez. Bir ye- ler, kilimler, rengarenk motiflerle bez eli heybeler

rin kilimi ni başka bir yerinkinden ayırt ettiren motifle yun, kur t a ğ z ı , g e y i k motifleri ağırlıktadır. Ya da olduğu gün, bir dokuy ucununk mi -anlay an gözeA n t e p kilimlerini örnek alalım; bu kilimlerde kuş , ötekininkinden ayırt ettirenler de var dır kilimlerle. deve, at gibi stilize edilmiş h a y v a n m o t i f l e r i Bu katkılardan ki misi yeni yaratmayı yozl aştırır,

vb. ne de olsa "sı cak" bir ortam yaratmaktadır, "türkü bar'larının atmosferleri bu yolla çekici hal e

yaranda dağ ve ağaç gibi m o t i f l e r ve geometrik kimisi ise güzelleştirir, yüceltir. Ve bu böyle s ürer desenler vardır. gider..." Y i n e , "Yedi dağ çiçeği" denilen Malatya kiAslında halk hi kayeleri, masallar ya da gel i m l e r i n d e en ç o k koç boynuzuı ejderha p e n ç leneks el hal k tür kül eri de, bu biçimde oluş urlar. e s i ve değişik renklerde stilize çiçek-l e r biçiminde Burada önemle üz erinde durulması gereken motifler bulunur. "katkılardan ki misi yeni yaratmayı y ozlaştırır, kiK ı r ş e h i r dokumalarında motif isimlerinin de- misi ise güzel-leştirir, yüceltir" sözleridir. ğiştiğini görürsünüz bir kez daha. B i r ç o ğ u Halka ait değer ve geleneklerin tamamını geometrik ve çiçek biçimindeki motiflerin isimleri yozl aştırmayı, deforme etmeyi, bozup,

kendi pisliklerine bu "sıc ak" ortamda bul aştırmaya devam ederler.

bu

defa

"Çeş m-i

Bülbül", "Binbir

Çiçek", anlamsızlaştınp tüketmeyi "ilke"edinmiş sömü-

"Zümrüd-ü Anka" ya da " Lale" oluverir.

rü ve zulüm düz eni, halk motifl erini de tüketmekten kesinlikle geri durmamıştır. Bunun çok s

getirilir ve hiç utanmadan, temiz ve kirletilmemiş olanı arayan, geleneklerine bağlı insanlarımızı,

Hangi biçimde olursa olsun, hal klarımızın değerlerinin yozlaş tırılmasına izin verilmemeli. Bu değerleri birer tüketim malzemesi gibi gören ve kullananlar teşhir edilmeli ve engellenmelidir. Ayn-ca bir görevi miz daha var; hal klarımıza, onların tarihlerine, değer ve gelenekl erine, kültürel özellliklerine ait ne varsa öğ renmeli, ilerici olanlarını yaşatmalı, bazen motifler yoluyla konuş an Anadolu hal klarının umut, özlem ve gel ecek güzel günlere olan inancını büyütmeliyiz.

o m u t örnekl eri modacıların geleneksel hal k Edirne'nin el ür ünü işlemeleri, renkleri, anmotifl erinden yararlanarak yapakları talamlı motifl eri ve işleme ustalığı ile bilinir. Çosarımlan ve Sabana'lann, Koç'ların duvarlarını ğunlukla koyu mavi, pem-b e , kırmızı, sarı ve si- süslemek adına üretilen s eramik ç alışmalarıyah renklerin kullanıldığı işlemelerde, sümbül, dır. Kafa yapısı, idealleri ve hedefledi kleri yle nar çiçeği, lale, karanfil, süs biberi, stilize ser viler, yapraklı bademler, ayçiçeği, kuş gibi moti fl er vardır. Ve bu motifler türlü yaprak-l a r , ağaç, mezar, cami, hayat ağacı gibi ge-o m e t r i k biçimlerle bezenerek zenginleştirilmiştir.. Aynca ki mi yörel erde (Antep gibi) kullanılan bazı motifler, kilimlere isim de

egemenler için s anatı amaç edinmiş Zuhal Yorganaoğlu, Cemil İpekçi gibi modacılar ya da Ü mran Baradan gibi serami kçiler, bu anlamda sömürgen birer as alaktırlar. Ne yaşamlarının herhangi bir aranda hal kı, halkın sorunlarını, aa ve özlemlerini düşünürler ne de hal k gibi yaşarlar. Ama ne z aman bir güzellik yarışması ols a

tavı r / motifler / nisan '99 / sayı : 11

Kaynaklar: 1)Folklor ve Ed ebi yat Pert ev Naili Bor atav 2)Folklor Penceresi Ahmet Özd emir 3)Kürt Mitolojisi Cemşit Bender 4)Ar ya U yg arlıklar ından Kürtlere Selah addin M i h a t u l i 5)Yurt Ansikloped isi İl Fasiküller i 6)Bilim ve Teknik Dergisi, Kasım 1 9 9 5 7)Büyük Larousse Sözlük ve An siklopedisi


tarık kılıç

Dağlar Hiç Konuşur mu?

S

iz hiç dağın konuştuğunu duy- dunuz mu? İhtiyar' anlatana kadar ben de duyma mıştım. Öy le ya, masallardan başka nerede duy ulmuş koskoca dağların dile gelip konuştuğu. Masallar ise, adı üstünde masaldır zaten. Dağlarla ilgili onca şey yazılmış, çizilmiş, söylenilmiş, anlatılmıştır da, dağların konuştuğunu kimse görmemiştir değil mi? Ama bir halk ney e değer v erirse, y aşamında ona o kadar y er ay ırırmış. Dağlar böyledir işte. Halkın türküsünde, özleminde, öfkesinde, umudunda bir y eri mutlaka v ardır dağların. Atasözlerine, manilerine destanlarına girmiş, ev ine, ocağına, sohbetine sof rasma sinmiştir. Y üzy ıllardır çaresize derman, güçsüze güç olmuştur dağlar. Alır saklar. Ağacından meyv esini, y emişini, pınarlarından soğuk suy unu, hey betinden gücünü verir. Alır saklar v e kimseye v ermez. Dostluk, sırdaşlık, yoldaşlık eder. Kurt bunalınca düze inedursun, kul bunalınca dağa çıkmış tüf ek çatmıştır y ıllar boy unca.

çekemez, day anamaz, katlanamaz bu memleketin insanları. "Bir umut dağlardır" der v e çev irir y önünü y ücelere. Bu y üzden dağlar için y akılmıştır türkülerin en güzeli. Sözlerin en gü zeli, öv gülerin en büy üğü söylenmiştir. Bu halk en çok da mertliğe değer v erir bilinir. Mert olanı dağlara, dağ ları mert olana öy le y akıştırır ki, cesur olana, mert olana "dağ gibi yüreği var" denmiştir. Y ani onca şey denmiştir de dağlar için, "dağ konuşur" denmemiştir. Dağ dağa kav uşur, insan insana kavuşmazmış. Dağın başı nasıl dumandan kurtulmazsa insanoğlunun başı da y amandan kurtulmazmış. Y a da yürümediği içindir ki dağlar, abdallar y ürümüştür dağlara, Dağlar hiç boş kalmamıştır yani. Dağlar ef esiz, dağlar y iğitsiz olmamış, onlarsız anılmamıştır.

Bazen de y iğit sev dalanır, dağ önünde engel olur. Kabahat ne dağındır, ne de onu oray a dikenin. Kabahat sevdalısını öte y üzüne koy andadır. Y iğit göğsünü delip geçse de dağın, dağ ses etmez, gücenmez; acısını içine atar. Çünkü hep y iğitlerden, hep haklıdan, ezilmişten yana olagelmiştir dağlar. Varsa aksini söyley en buy ursun ispatlasın.

Ama hiç kimse ne duymuş, ne anlatmıştır konuştuğunu dağların, bizim İhtiy ar'dan başka. Hadi dağlar sev dasını da bilmez değildik İhtiyar'ın, ama dağlara sev dalı olmak başka, dağlarla konuşmak başka, diy e düşünürdük. Adı "İhtiyar" değildi elbette. Adı olmadığı gibi kendi de ihtiy ar değildi Mustaf a Ağabey'in. Gösterdiğinden çok daha gençti aslında y aşı. Hemen bütün arkadaşların, ona 'ihtiyar' diye takılması biraz görüntüsünden, ama en çok da 'y erinde ağır taş' gibi olmasından, olgunluğundandı.

Umudu tükenen dağlarda almıştır soluğu. Düzde bu kadar yoksulluk, düzde bu kadar zorbalık varken,

İhtiy ar'ı ilk def a, ben daha dağlara sev dalanmak nedir bilmezken, O'nun y üreğinin dağlara gitmek için

tav ır / öykü / nisan '99 / sayı: 11

y anıp tutuştuğunda gördüm. Hem de öy le dağda, köyde de değil, şehirde, hem de başkentte, başkentin göbeğinde gördüm. Biz ey lemimiz için lisenin önünde toplanmıştık. Polis de çev remizde... Hemen y anıubaşlarında da bizim İhtiyar y oldaşımız, f otoğraf çekiyor. Arkadaşlar,"bizim derginin muhabiri" deyince çok şaşırdım. Öy le y a Devrimci Gençlik Dergisi'nin muhabiri de biraz genç olmalıy dı. Ama bizim ihtiyar bir kısmı bey azlamış, önden dökülmüş saçları, açık alnıy la pek de genç göstermiy ordu. Upuzun boyuy la çok hey betli duruy or v e herkesin arasından seçiliy ordu. Ey lemin haberini yapmaya gelmiş v e sürekli fotoğraf çekiy ordu. Ama en ilginci v e hiç unutamay acağımız poz onundu. Bir y andan, sağ eliyle kavradığı makiney le sürekli f otoğraf çekerken, diğer y andan sol y umruğunu kaldırmış ve uzun bo yuna, yaşlı görüntüsüne bakmadan bizimle birlikte "Yaşasın De mokratik Lise Mücadelemiz!", "Liseliyiz Haklıyız Kazanacağız" diy e slogan atıy ordu. Ben de sloganlarını polislerin bağırtılarınım sirenlerin arasında onun o haliyle çektim f otoğraf ını. Belleğimde hala hiç sararmadan, solmadan duruy or o fotoğraf. Her sev dalı olanın hemen dağlara koşamayacağını, bazen bir dernekte de y a da dergide de, ay nı dağdaki hırsla sav aşması gerektiğini de bilmiy orduk o zaman. İhtiyar'ın elindeki Zenith'i, BKC gibi kullanması da bu y üzdenmiş, bilmiy orduk. İlerley en günlerde, onunla o der-


gi bürosunda daha çok karşılaşacak . v e bir insanın gözleriy le gülümseme-siy le de konuşabileceğini öğrenecektik. Dağlar bile konuşur da (İhtiy ar'ın dediğine göre), insan konuşmaz mı? Bizim İhtiyar konuşmadı işte. Konuşmazdı, ama gözleriy le anlatırdı kaf a-sındakileri. Gözleriy le kızar, sorgular, y ardım eder, sarardı insanı. Eğer buradaysa kapıy ı hep o açardı örneğin. Y üzüne y ay ılan bir gülümsemeyle karşılardı sizi. Gözleriy le buy ur ederdi içeriy e. Garip gelecektir belki ama "hoşgeldin" demezdi, ama sanki dermiş gibi siz "hoşbulduk" diy e cev aplardınız gülümsemesini. İnsan sev diğini, değer verdiğini abartarak tasv ir eder diy e düşünebilirsiniz. Eğer öy leyse, tam burada y azıy ı okumay ı bırakmalı v e bir fotoğraf ına bakmalısınız. Gözlerine v e gülümsemesine... Fotoğraf lar birebir olanları y ansıtmazlar. İnsanoğlu uzay a da çıksa, fotoğraf dediğimiz iki boy utlu bir resimdir. Derinlik yoktur y ani. Duygular y oktur. Ama f otoğraf bile gizley e-memiş İhtiyar'ın gözlerindeki ışıltıy ı, derinliği. Uzun bakarsanız bir gerillanın gözlerine, dalıp gidersiniz. Sonradan öğrendim ki en iy i Birtan'la anlaşırmış İhtiyar. Tabii çoğu kez hiç konuşmadan. İhtiy ar hiç konuşmazdı derken, yanlış anlaşılmasın. Konuşmak "ge-

rektiğinde" y ani konuşmak, tartışmak, eleştirmek ya da anlatmak görev olduğunda, görev ini de sonuna kadar y apardı, Birtan da öy leymiş. Ve ne zaman ki, ihtiy ar, düşmanın sapa sağlam aldığı y oldaşının cansız v e kan içinde geri alabilmiş bedenini, işte o zaman "intikam" daha güçlü bir gerekçesi olmuş. Birilerini, adı bile ürkütür "intikam"ın. Ama böy le bir çağda, bunca kıy ımın, katliamın arasında, intikam duygusunu dahi y itirenler, her şey ini y itirmiş say ılmaz mı? Günler, ay lar böy lece geçti. Baskılar, gözaltılar tutuklamalar, dev irdi durdu. Direnişler direnişleri izledi. Şehit haberlerine y enileri eklendi, ihanetler altedildi. O ise bir y anda bilincini, diğer y anda sevdasını büy üttü içinde. Sonra bir gün, İhtiy ar ortadan kay boldu. Günlerce de gözükmedi. Y alnızca "Ben iyiyim merak etmesin ler" diy en haberini aldık. Tam geleceğinden umudu kesmiş, "artık gitti" der, onun adına sev inirken, bir sabah yine derginin bürosunda bulduk onu. Etraf ım bir kalabalık almıştı. "Neredeydin? Niye haber vermedin? Merak ettik." diye soruyor, kurcalay ıp duruy ordu kalabalık. O sessizce gülümsüyor, susuy ordu. Sigarasını ağır ağır içiy or, sorulara başkaca bir tepki de vermiy ordu. tavı r / öykü / nisan '99 / sayı: 11

Sonra o sormaya başladı "Nasıl gidiyor, ne var, ne yok?" diye. "Şu iş ne oldu, şunu yaptık mı" derken, kalabalık yav aş y avaş dağılmaya başladı. İhtiy ar, ben v e bir arkadaş daha kalmıştık odada. Herkesin işine gücüne dönmesini bekledikten sonra, oturduğu y erden öne doğru y anaştı, biz de C n a . Sigarasını söndürdü. Gene gülümsüyordu. Fısılday arak. "Memlekete gittim" dedi. "Sivas'a, Sivas'ın dağlarına". Bir süre gözlerini gözlerimizin üzerinde gezdirdi, sonra dev am etti. "Dağların ya macında durup seslendi m, gücümün yettiğince 'Sivas dağları' dedi m. 'Heey! Sivas dağları. Beni de alın yanınıza!' Gözlerinin içi gülüy ordu. Dev am etti. "Dağlardan ses gel mez mi? 'şimdi kıştır baharın gel!' diye. Bende büküp boynumu geri geldi m" dedi v e y aslandı arkasına; gülümsüyordu. Dağlar konuşur mu? O zamana kadar sorsanız ben de "Dağlar hiç konuşur mu?" derdim. Ama konuşur-muş dağlar ama y alnız sevdalılarıy la konuşurmuş. Ben bunu ilk İh-tiy ar'dan öğrendim. Bu olay dan sonra, ay nı koşuşturmalar d e v a m etti. Derken bir gün, İhtiy ar y ine kayboluv erdi. Bu sef er, dağlardan gelen sese gittiğini biliy orduk. Mev sim bahardı...


gazi halkı ve grup yorum

S

okaklardan türküler y ükseliy or. "Karanlıklar içinden şafakla gel günle gel..." Analar, babalar, çocuklar, ablalar, abiler, kızkardeş-ler hepbirlikte sese doğru y öneliyor. "Doluşunca alanlar şehirde gel, kırda gel..." Kalabalık kalabalığa karışıy or. Uğultular y ükseliyor. "Gel ki geceler çatlasın, gel ki şafaklar tutuşsun, bizim olsun e meği mi z, alın-teri miz hey..." Kollar ağırdan hav aya kalkıy or. Omuz hizasına geliy or. Kollar birbirine kenetleniyor. "Başına bir hal gelirse canım, Dağlara gel dağlara..." Birbirine kenetlenen kollar sımsıkı kavranıy or. Y aşlılar, gençler, konu-komşu, tanıdık, tanımadık, Sivas'lı, Tokat'lı, Adıy amanlı, Sinop'lu... Y urdun dört bir y anından, yerini y urdunu, ekmek parası için terk etmiş insanlar ay nı sıray ı pay laşıy or. Omuzlar birbirine değiy or. Adımlar yeri sarsıy or. Tilililer çekiliyor. Halaya duruluy or. "Yeşil dağlar menekşeli canım, yeşil dağlar menekşeli..." Mart'ın onikisi. Gazi Ay aklanmasının y ıldönümü. Gazi sokakları hareketli. Peşisıra akın ediy or Ga-zi'nin y oksul sokaklarına. Her yaştan, her milliyetten v e inançtan emekçiler dolduruy or Gazi'nin so-

kaklarını. Halklarımızın özgürlüğü, v atanımızın bağımsızl ığı için v erilen şehitlerimizi, gencecik delikanlılarımızı, genç kızlarımızı anmak için adımlıy or Gazi'nin y ollarını. Gazi'nin konduları onbinleri konuk ediy or. Slogan sesleri y ükseliyor. "Gazi Şehitleri Ölümsüzdür." Bu sese bağlamaları, gitarlarjy la türküleri karışıy or Grup Y orum'un. "Gazi'nin yoksul kondularından aktık öfkeyle sokaklara/ Kurtuluşumuzun bayrakları dalgalandı barikatlarda..." Gazi şehitlerimiz için mezar y aptırıy oruz. Y üzleri tekrar tekrar canlanıy or gözlerimizin önünde. Y iğitlerimizi, kahraman insanlarımızı tekrar tekrar düşünüy oruz. Gazi Mezarlığ ı'na giriy oruz. Mezar taşlarının pek çoğunda "Öldüler Yenil mediler", "... Ölümsüzdür" y azıy or. Etraf sarıy a, kırmızıy a kesmiş. Adları y ankılanıy or y oksul konduların duvarlarında. Karanf iller süslüy or mezar başlarını. Analar ağlaşıy or içlerini boşaltırcasına. Çocuklarımız, delikanlılarımız, analarımız resimlerini taşıy or şehitlerimizin. Y arını müjdeler gibi. Ve "türkülerimiz can olsun şehitlerimi ze" diy or Grup Y orum. Bağlama, gitar v e dav ulları eşliğinde söylemeye başlıy or. "Kavganın alevlidir rüzgarı/ yayılır gider ılık tavır / gazi ve grup yorum / nisan '99 / s ayı: 11

ılık..." Gazi gençleri de katılıy or. Grup Y orum'un sesine. "Kim demiş ölü m var diye bize/ Kardeş kardeş atan bu yürek bizim/ Bize ölü m yok..." '96 Haziran'ı... Y az güneşi tüm heybetiy le v eriy or ısısını Gazi s o -kaklarına. Sokaklar alev alev yanıyor. Hapishanelerde tutsaklar bedenlerini açlığa y atırmışken, Gazi halkı ev latlarını y alnız bırakmıy or. Gazi y olları barikatlanıy or. Düşmana karşı set oluy or. Evlatlarının bedenlerinin erimesine izin v ermiyor Gazililer. Çocukları hapishanelere açlığa y atmışken "biz evlerimizde, sıcak yataklarımızda uyuya mayız" di y or. Barikatların ardına doluşuy or. "Evlatlarımızı öldürt meyeceğiz" diy e haykırıy or hep bir ağızdan. Grup Y orum, türküleriy le katılıy or barikatın ardındakilerin y anına. "Örse çekiç vuruyoruz, kızgın de mir tavında-dır/ Dalga dalga geliyoruz, barikatın ardı vatandır." Ülke baştan başa karanlığa gömülürken, Gazi sokakları meşalelerin ışığıy la ay dınlanıy or. Ardarda sıralanan gençler ellerindeki meşalelerle y ol gösteriy or binlere. Adalet istiy oruz... Susurluk dev letinden hesap soruy or yaşlı bedenler. Ö m -rünün yarısından f azlasını Gazi'de adımlay an analarımız, babalarımız


ellerindeki megaf onlarla sloganlarını bağırıy or. "Susurluk Devletinden Hesap Soralım", "Y aşasın Halkın Adaleti". İsmet Paşa Caddesi'ni bir baştan bir başa sloganlarıy la geçiyor Gazi halkı. Binler Gazi Cemev i önünde toplanıy or. Ona ara sokaklardan be-şerli, onarlı gruplar katılıy or. Karanlıklar içinden Şafakla gel günle gel Haykırınca zindanlar Zincirleri kırda gel Gel gülüm gel Gel gülüm gel... Grup Y orum y ine Gazi halkının y anında. Türkülerini y oksul Gazi halkı için söy lüy or. Ezilen, horlanan ama direngen v e isyankar Gazi halkının y anında y er alıy or. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmay an ama laf ızda da emekçilerin, işçilerin y anında olduğunu söy ley en pek çok sanatçının v e tümden toplu-

mun, halkın sorunlarını görmezden gelen "sanatçıların" aksine G r u p Y o -rum, türkülerini emekçi halk için söy lüyor. Halkın içinden, halktan bir oluy or. Gözaltılar, işkenceler, tutsaklıklar bedeli türkülerini halkın bağrından çıkartıy or. Ve y ine o türkülerin esin kay nağı olan halkın içerisine katıy or, türkülerini. Halkın içinde türkülerini y aratıy or, türküleriy le halka güç v eriyor. Grup Y orum'culara soruy orlar; "Nerede kalıyorsunuz?" diy e... Cevapları; "Gazi, Okmeydanı, Nurtepe, 1 Mayıs, Gülsuyu..." oluyor. Gazi halkının her ey leminde, hak alma mücadelesinde bağlaması v e gitarıy la Grup Y orum'cuları görmek mümkün oluy or. Gazi'y e kaç kez geldiklerini Y orum'cular dahi hatırlamıy or. Gazi'nin tarihinde bir say -fanında Grup Y orum'u dile getirmesi, Grup Y orum'cuları gururlandırıy or. Onur kay nağı oluyor... Gazi halkı, Grup Y orum'u iy i ta-

tavı r / gazi ve grup yorum / nisan '99 / sayı : 11

nıy or. Y eri geliyor dost sohbetlerinin ortağı, dertlerin, tasaların paylaşıldığı birer kardeş, evlat oluyor. Y eri geliyor birlikte zalime taşların savrulduğu, omuz omuza halay a durulduğu halkın sanatçısı oluy or. Türküleri, çocukların dillerinde güzelleşiy or. O türkülerle şenleniyor, coşuy orlar. Cemevinin hemen karşısındaki inşaattan sesleniyor Grup Y orum. O an en görkemli sahne oluyor tuğlalar, kumlar, çakıllar arasındaki v e loş ışık altındaki inşaat. En güçlü korolar oluşturuluy or haykı-rılırken "Şu Dersi min dağları vay lele le vay"... Türküleri daha bir gür söy lüy or Gazi halkı v e Grup Y orum... Halaylar daha kalabalık, kollar daha bir kenetli, kopmamacasına oluy or Gazi halkı v e Grup Y orum birlikte olunca... Sohbetlerin en sıcağı, dostlukların en güzeli oluy or Gazi halkı v e Grup Y orum y anyana olunca...•


inceleme s u lt an çın ar

GRUP YORUM "Sol Etiketli" Gruplar DEVRİMCİ MÜZİK

T

av ır Dergisi y ay ın hayatına başladığı günden bu güne, üzerinde ısrarla durduğumuz v e değişik boyutlarıy la ele alıp, irdelediğimiz, sonuçlar çıkardığımız bir konu oldu Devrimci Sanat v e Dev rimci Sanatçılık. Sanatın değişik dallarında; şiirde, sinemada, müzikte, resimde v e tiyatroda, bir bütün olarak edebiy atta, hem varolan ürünleri, eserleri ile birçok sanatçıy ı değerlendirip, dev rimci tarzda eleştiriye tabi tuttuk, hem de kendi somut üretimlerimiz v e pratiğimizle dev rimci sanata v e dev rimci sanatçılığa dair bir perspektif oluşturmaya çalıştık.

Geriy e dönüp bakıldığında, bir zamanlar gündem olmuş, belli bir okuy ucu y a da dinleyici kitlesine sahip olan, şair, y azar ya da müzik gruplarının bugün esamesinin dahi okunmadığını görüy oruz. Bir roman, bir şiir ya da bir kasetle, üstelik sol bir söylem kullandıkları halde, y alnızca bir atımlık barut olabilen bu sanatçıların y aşadığı sorun ney di? Kendilerine sorarsanız "ilerici", "devri mci" idiler... Öyley se hayatın v e kavganın akışına neden ay ak uy duramadılar? Kısırlaşmalarının, üretimsizliğin y a da giderek daha bir y ozlaşmanın, içerikte v e biçimde gericileşmenin nedeni ney di? Neden y aratıcı olamadılar? Neden kalıcı, istikrarlı, sağlam bir çizgi oluşturamadılar? Asıl

dertleri güncel olanı, piy asada "iş" y apanı ele almak, bu y olla daha çok satmak, daha çok para kazanmak mıy dı? Eğer öy leyse, solculukları, dev rimcilikleri sadece bir etiketten ibaret değil miy di? Hemen her sanat dalı için bu v e benzer sorularla y eniden değerlendirilmey i bekley en pekçok sanatçı v e sanatsal ürün v ar. Y aşadığımız sürecin özgünlüklerini, Anadolu halklarının kurtuluş kav gasının geldiği boy utu, devrim v e karşıdev rimin kalın çizgilerle ay rıştığı, saf laşmanın daha bir belirginleştiği bu aşamay ı dikkate alan bir tartışmay a ihtiy aç olduğuna inanıy oruz. Doğru v e y anlış, dürüst v e sahte olan netleşmelidir. Egemenler için "denizin tükendiği" bu aşamada, halkın kurtuluş kavgasını gerçek anlamda sahiplenenlerle, bu kav gada y aratılan değerleri mirasy edi gibi tüketen, sol etiketli asalakların net bir biçimde ay rıştırılması şarttır. Bu y azı özelinde, müzik gruplarını; sol bir etiketle bir dönem "iş" y apan ama bugün tükenen, üretemey en, kısırlaşan müzik gruplarını ele alacağız. Ahmet Kay a, Zülf ü Liv aneli, Selda v d. için artık söy lenecek söz y oktur. Ne hay atın ne de kav ganın hızlı v e sarsıcı akışı karşısında sahtekarlık yapacak manev ra alanları kalmamıştır. Gerçek y üzleri çoktan ortay a çıkmış durumdadır. Üretemey en, "Nostalji" tavır / müzi k / nisan '99 / s ayı: 11

albümleriy le durumu idare etmeye çalışan bir haldedirler. Asıl olarak üzerinde duracağımız, 1980'li y ılların ortalarından itibaren giderek say ıları çoğalan, kimisi belli bir siyasi çev renin sesi olmuş, ama zamanla az da olsa v arolan dev rimci duy arlılığını y itirmiş müzik gruplarıdır. Grup Y o -rum'un kurulduğu 1985'li y ıllara denk düşen dönemde, çoğunluğu üniv ersite gençliği içinden çıkan bu gruplar, o döneme özgü coşkularını, hey ecanlarını, duy arlılıklarını, halka v e sorunlarına y önelik hassasiy etlerini zamanla y itirdiler. Kimisi bir, kimisi iki kaset yaptı, belki birkaç konser düzenledi ama, ne yazık ki devamını getiremedi. "Grup Merhaba", "Bengi Türkü", "Günola", "Grup Çağrı", "Çağdaş Türkü" gibi gruplar ne v arlıklarını koruy abildiler, ne de kalıcı izler bırakabildiler. Y ok oldular. "Grup Baran", "Grup Merhaba", "Çağdaş Türkü" v e bugün esamesi dahi okunmay an diğerlerinin ortak bir özelliği v ardı: 12 Eylül faşist cuntasının ezip geçtiği, y ılmış, y ıkılmış, y enilgi psikolojisine kapılıp, halka ve dev rime olan inançlarını yitirmiş "eseflerden oluşuy ordu üy eleri. Eski TKP'li, eski TİP'li, eski DY'li, eski Kurtuluş'çu gibi... Nasıl ki örgütsel yapıları, f aşist cuntanın f iziki ve ideolojik saldırıları sonrası y eni düny alar keşf ediy orsa, onlar da ay nı sey ri izlediler.


Gün geçtikçe daha fazla y ozlaşan, dejenere olan kültürel y apıları v e düşünme biçimleriy le, ilk çıkışta ele aldıkları konulara olan duy arlılıklarını bir süre sonra yitirdiler. Hatta "Ezginin Günlüğü" gibi, 1980'li y ılların ortalarında, 12 Ey lül cuntasının y arattığı y oz kültüre alternatif olma aray ışıy la ortaya çıkan gruplar bile, bir süre sonra y a dağılma noktasına geldiler, çalışmalarını durdurdular, y a da dağılıp y ok oldular. Y a da ay akta kalabilmek için y eniden y apılandılar. İlk başlarda ağırlıkla gençliğin sahiplendiği bu gruplar, halk müziği çalgılarını, batı enstrümanlarıy la kaynaştırabiliy or, çokseslilikte olumlu bir çizgide seyrediy orlardı. Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Env er Gökçe gibi şairlerin şiirlerini besteliyor ya da geleneksel halk türkülerini yeniden düzenley ip söylüy orlardı. Duy arlıy dılar, hümanisttiler, y aşananlara karşı tepkilerini bir biçimde dile getiriyorlardı. Ama y etmedi !.. 1990'lı y ıllarda yaşananlar, sosy alist sistemin y ıkılışı v e revizy onizmin if lası sonrasında, v ar olan duy arlılıklarını tümden kay bettiler. Halkın değerlerine, y aşanan toplumsal sıkıntılara, sorunlara giderek y abancılaştılar. Ay rı bir düny anın insanları oldular. Dev rime, dev rimciliğe, halka v e halkın değerlerine olan kısmi vurguları, bir süre sonra hiç y apmaz oldular şarkılarında. Say dığımız bu konular onlar için y a nostaljik sohbetlerin konusu oldu y a da ele aldıklarında küf ürle andıkları bir geçmiş... Az da olsa sahip oldukları değerleri terk ettiler, piy asanın aradığı tipte sanatçılar haline gelip, piy asanın istediği şarkıları y aptılar. Örneğin Ezginin Günlüğü, tıpkı Y eni Türkü gibi, içerik olarak temeline birey in düny asının oturtulduğu, umutsuzluğun, karamsarlığın, bunalımlı ruh halinin v e boş v er-mişliğin erdem say ıldığı sözlerle kasetler yapmaya başladılar. "İstavrit" adlı kasetinde Ezginin Günlü-

ğü; 'Çık yollara, şarkı söyle/ Ne hale geldi dünya böyle/ Unut olanı ver elini oyna/ Ceketini, bakışını, gülüşünü topla / Geriye kalanı acınası dünya" diy or, boşv ermişliği, bireyciliği öğütlüyordu... Daha sonraki ürünlerinde de aynı biçimde bunalım, muğlaklık, karamsarlık hakim oldu... Ele aldıkları konularda öncelik; aşk, doğa, barış, çiçekler, insancıllık, kuşlar v d. idi. Politika kaygıları olsa da, korkak, çekingen v e düzenin izin v erdiği ölçüde y aptılar. Bugün, hasbelkader v arlığını dev am ettiren "sol etiketli" bu grupların en önemli açmazları, her şeyden önce örgütsüz oluşlarıdır. Sözde dev rimci, sözde solcu, ilerici olan ama örgütsüzlüğü her şey in üzerinde gören v e birey i yücelten bu gruplar, örgütlü y aşam v e mücadeleden her zaman korktular. Korktukları; dev rim y olunda ödenmesi zorunlu bedellerdir. Bedel ödemeden hiçbir hakkın kazanıla may acağını, özgürlüğün bahşedilmey eceğini bilmiy or olabilirler mi? Sözde solcu ama dev rimci bir ideolojiy e sahip değil... Sözde solcu ama örgütlü mücadeleden kaçıy or... Sözde solcu ama özv eride bulunmak, örgütlü disiplinli bir y aşam içinde halkla birlikte olmak, acısını, sev incini, y okluğunu, yoksulluğunu pay laşmak istemiy or... Mücadeley i, halkın çektiği acıları, y aşanan baskı, işkence v e katliamları, kay ıpları sadece izliy orlar... Sözde solcular ama sadece gözlemcilik yapıy or, v arolanı değiştirmey e kesinlikle yeltenmiy orlar. "Müzikte slogana yer yok!" gibi teranelere sarılıy or, politika y apmaktan duy dukları korkuy u, sözde sanatsal içerikli tartışmalarla perdelemeye çalışıy orlar. Üstü kapalı y a da dolaylı anlatımlarla halkın sorunlarını ele alıy orlar, ki anlay abilene aşk olsun. Y aşanılan süreçle ilgisi olmayan, tavır / müzik / nisan '99 / sayı: 11

39

tali y a da marjinal kalmış bir konuyu, olay y a da olguy u işliy orlar. Arada okunan bir Pir Sultan türküsü y a da Kürtçe okunan bir geleneksel türkü ile de zev ahir kurtarılmay a çalışılıy or. Onlara göre müzikte politik bir söy leme sahip olmak, gerçekleri y alın v e anlaşılır bir dille if adelendirmek kabalık, dogmatiktik ve hatta slogancılık oluy or. Elbette y ürekleri hay atın v e kav ganın ortasında atmay anların, öfkey i, kini, hesap sorma isteğini, adalet, eşitlik v e devrim özlemini anlamaları mümkün değildir. Sözde solcudurlar ama radikal olmaktan, militan tav ırlardan korkar ve çekinirler. Kendi kabuklarında y aşarlar. Halka y abancılaşmış, halka tepeden bakan birey ler durumundadırlar. En iy i yaptıkları, burjuv a hümanizması ile olay lara y aklaşmaktır. Olayların özünü, sömürü v e zulmü ele almaz, hedef göstermey en sözlerle, v arolan duruma sadece gözy aşı dökerler. Kendi y aşamadıkları, hissetmedikleri acıların, y oklukların, baskı v e zorun dışarıdan edebiy atını y aparlar. Ama bu kendini giderek tüketen bir edebiy attır. Nitekim öyle de olmuş; taraf olmay ı, doğru dev rimci bir ideoloji etraf ında örgütlü olmay ı reddettikleri için, bugün üretemez duruma düşmüşlerdir. Suy a sabuna dokunmayan, içerikte birey i göklere çıkaran, biçimde ise popçulardan esinlendiği düzenlemelerle "değişik" ve "yeni" bir şeyler yakaladığını zanneden bu "sol etiketli" gruplar için artık y olun sonu da gelmiş durumdadır. Disiplinsiz v e bohem y aşantıları, ahlaki-kültürel yozluk v e dejenerasy onları, uzlaşmacı, teslimiyetçi kaf a y apıları v e y aşam biçimleriy le hem halkın hem de kurtuluş kav gasının uzağ ındadırlar. Halkın v e hayatın içinde değillerdir. Ne halkın direncinde, direnişinde, ne de sev dasında y er edinememişlerdir. İşçisi, memuru, gençliği, gece-


kondulusu ile hay atın her alanında halkla kucaklaşamayan ve bunu bir yaşam biçimi haline getiremey en bu "sol etiketli" müzik grupları için gelinen aşamada tek çare, güncel olanı, rağbet edileni, piyasada "iş" y apanı tercih etmektir. Kaf aları sadece kendi cepleri için çalışan tüccarlar durumuna gelmişlerdir. Halkın v e mücadelenin y arattığı değerlere sahip çıkmamakta, asalak v e talancı bir zihni yetle y alnızca sömürüsünü yapmaktadırlar. Güncel v e rev açta olan, "moda" haline gelmiş aşık v e ozanların eserlerinden, alevi dey işlerinden y ararlanmakta, bu işin adeta ticaretini yapmaktadırlar. Popülisttirler... Bu nedenle özünü savunmaz, bizzat kav gasını v ermezler ama "iş" y apacağını, piy asada tercih edileceğini bildiklerinden Siv as'la y akılan ay dınlar için türküler y akar y a da Mahir Çay an'ları, Deniz Gezmiş'leri, İbrahim Kay pakkaya'ları işley en parçalar y aparlar. İçeriğine bakmaksızın halk müziğinden herhangi bir türküyü kasetlerine alabiliy orlar. Kürtçe parçalara kasetlerinde y er v erebiliyor, konserlerinde söyley ebiliy orlar. Ama yaptıkları sadece say dığımız tüm bu değerleri sömürmekten başka birşey değildir. Aynı şeyi halk türküleri için de söy ley ebiliriz. Burada da, halk müziğine y oğunlaşan ilgiy i sömürüyorlar. Tek kelimey le piy asacıdırlar, hepsi bu! Coşkusuz söyley işleriy le, ilerici, dev rimci şairlerin şiirlerini de özünden uzaklaştıran, hatta özünü öldüren, bu sol etiketli müzik grupları, şimdilerde sadece "moda" olanla, "iş" y apanla, piyasada rağbet edilenle uğraşıy or; y eri geliy or "Alevici", y eri geliy or "yurtsever" olabiliy or, laf aramızda iy i de para kazanıy orlar. Aslında, meselenin özü, bizzat hay atın içinde olunup olunmadığı sorunudur. Hay atın içinde olmak, halkın içinde olmak, onun haklı v e

meşru kav gasının içinde olmak demektir. Hay atın içinde olmak, bir dev rimci sanatçı için üretimin kaynağında olmak demektir. İşte 1985'lerde Grup Y orum'un müzik f aaliyetine başladığı dönemde ortay a çıkan ama bugün esamesi dahi okunmay an "sol etiketli" müzik gruplarıy la, Grup Y o-rum'un f arkı buradadır. Önce "Grup Yoru m", daha sonra "Grup Ekin" v e "Özgürlük Türküsü", kuruldukları günden bugüne dört duv ar arasına hapsolmadılar. Halkla soluk alıp verdiler. Acılarını, sevincini, coşkusunu, açlığını, y okluğunu, direnişini, kavgasını, öfkesini, kinini, hesap sorma isteğini pay laştılar. Örgütlü mücadele içinde, örgütlümilitan bir sanatçı tipinin y aratıcısı oldular. Grev lerde, direnişlerde, gecekondu y ıkımlarında, Zonguldak'ta, Paşabahçe'de, Gazi Ay aklanması'nda, Sibel Y alçın'ın cenazesini sahiplenmede, Nurtepe v e Okmey danı'nda barikatlar ardında, hapishane direnişleriy le dayanışma eylemlerinde, ev latlarına sahip çıkan analarla omuz omuza oldular. Hay atın v e kav ganın ortasında oldular hep. İşçilerden, kamu emekçilerine, gençlikten y oksul gecekondu halkına, hapishanelerdeki dev rimci tutsaklardan, ülkemizin dağlarındaki gerillalara, şehirde kırda sav aşan halk kurtuluş savaşçılarına kadar hay atın her alanı hay at damarı oldu Grup Y orum için. Grup Y orum, Grup Ekin v e diğer örgütlü sanatçılar, her şey den önce devrimci, sonra sanatçı oldular. Her koşulda, hiçbir f edakarlıktan kaçınmadan örgütlü mücadeley i sürdürdüler. Halkın acılarını izley en, gözlemley en değil, bizzat halkın içinde y aşayan v e iliklerinde hisseden oldular. Bu nedenle şarkıları, türküleri, marşları hep sıcak, hep tanıdık geldi halka. Sade, yalın v e anlaşılır bir dille, laf ı ev e-leyip gevelemeden, açıkça söyleditavır / müzik / nisan '99 / sayı: 11

ler. Halkın diliy le konuşmay ı ilke edindiler. Disiplinli, titiz v e araştırmacı oldular. Halkın tarihini, isyanlarla örülü geçmişini özenle ele ald ılar. Anadolu halklarının kültürel mirası içerisinden hastalıklı v e geri unsurları, öğeleri ay ıklama becerisini gösterdiler. Bütün baskılara, yasaklamalara, gözaltı, işkence v e tutuklamalara, cezalarla y ıldırma girişimlerine rağmen inanç v e kararlılıklarından bir şey kaybetmediler. Aksine inanç ve kararlılık, savaşma azmi aşıladılar kitlelere. Sınıf kinini, ö f key i, hesap sorma v e adalet isteğini perçinlediler. Acıy ı, yoksulluğu dramatize ettiler belki ama, onlardan kurtuluş y olunu da gösterdiler. Y asaklara rağmen dev rimci y aratıcılıkla, gözüpeklik v e kararlılıkla, düşmana inat onbinlerle buluştular. Kimi zaman bir grev de, direnişte fabrika önünde, kimi zaman bir gecekondu mahallesinde, kimi zaman bir mitingde, yürüy üşte y a da gençliğin bir f orumunda, boykot eylemindeydiler. Panzerlerin, eli silahlı binlerce polisin gözleri önünde kararlı haykırışlarına dev am ettiler hep... "Omuzdan tutun beni / halaya katın beni" dediler, "Günün sancısı var / şafağın çağrısı var / zaferin müjdesi var" dediler, "Cesaret, cesaret daha fazla cesaret / kurtuluş mutlaka ellerimi zde" dediler... Susmadılar hiç. Grup Y orum v e Grup Ekin'in üretim süreçlerinin bütününde eserlerine dev rimci bir anlay ış v e dev rimci bir bilinç y ön vermiş, yaşanılan sürecin özgünlüklerini v e ihtiy açlarını dikkate alan ürünler çıkarmışlardır ortay a. "Sol etiketli" müzik grupları birer mirasy edi olarak dev rimci değerleri çarçur eder v e sömürürken, onlar dev rimci değerlerin ısrarlı sav unucusu olmuşlardır. Sorun, diğerleri gibi salt dev rimci yükselişin olduğu dönemlerde üst perdeden konuşma çalma, söy leme sorunu değildir. En zor koşullarda dahi halka v e dev ri-


me kıskançlıkla sahip çıkma sorunudur. Bu da, ancak doğru v e devrimci bir ideolojiy e sahip olmakla mümkündür. Grup Y orum, Grup Ekin, Özgürlük Türküsü v e diğer örgütlü sanatçılarımız doğru, dev rimci ideolojileri, örgütlü y aşamları v e mücadele pratikleriy le dev rimin müziğini y apmaktadırlar. Sol etiketli gruplar, belki bir dönem dev rimci değerlerden güç aldılar. Ama örgütsüz, disiplinsiz, elit, halka y abancı v e yozlaşan y aşamlarıy la bu değerleri sıradanlaştırdılar. Ne kendilerine özgü bir sanat dilleri, ne de estetik kaygıları oldu. İşledikleri konuları, kendilerine benzettiler v e topyekün değersizleşti-ler... Türküden destana, marştan enstrümantale kadar birçok değişik f ormu kullanabilen Grup Y orum, kendisine has bir tarz y aratmış, kendisinden sonra gelenler için de bu anlamda somut bir örnek olmuştur. Dev rimci sanatçılar olarak onlar, haklı v e meşru bir dav anın savunucusu olduklarını da açıklıkla ortay a koymuşlardır. Silahlı mücadelenin v e dev rimin meşruluğunu sav unan ve bunu eserlerine konu y apan Grup Y orum, bir kez daha v urgulanmalıdır ki, dev rimin müziğini y apmaktadır. "Cemo" adl ı kasetinde; "Alnında yıld ızl ı bere / elinde mavzeriyle / çıkıp Dersim dağlarında / türkü söylemek var ya..." diy en Grup Y orum, bugün de "Bilek var vuruşmaya / soluk var harcanmaya / cephe var savaşmaya / zafer yakında" demekte, çok açık bir biçimde Anadolu halklarına kurtuluşun y olunu göstermektedir. "Ekmekten sevdaya" hay atı v e halkı ilgilendiren her konuy u ele almaktadır Grup Y orum. Ele almakta, çözümlemekte, açıkça hedef göstermektedir. Sözlerinde ağdalı,

anlaşılmaz imgeler y a da belirsizlik y oktur. Y akınma, umutsuzluk, karamsarlık, sızlanma y a da bunalım y oktur. "Hakkın ara sor da gel / çadırları kur da gel / düğün olsun grevler / davullara vur da gel" der, coşku aşılar; "Sarıl yurduna / sahip çık yarına / savaşmak yenilmez kılar insanı" der, kararlılık aşılar. "Kanımızla yazıyoruz tarihi / haklıyız kazanacağız" der v e başkada bir söze gerek bırakmaz Grup Y orum. İçerikte olduğu gibi biçimde de giderek y etkinleşen ve ustalaşan Grup Y orum, batı enstrümanlarını kullanır, çok sesli düzenlemeler v e koral söy leyişi kullanır, ama tüm eserleri buram buram Anadolu kokmaktadır. Sol etiketli müzik gruplarının sözde "çağı yakalamak", "çağdaş olmak" adına salt biçimde keşfettiği birtakım "yenilikler", Grup Y orum için "yeni" olmamıştır hiçbir zaman. "Solculuk" bu da değildir üstelik. Halkın sorunlarına, güncel gelişmelere duyarsız olanın çağı y akaladığı iddia edilebilir mi?.. Daha bugünden ölümsüz eserler y aratan Grup Y orum v e Grup Ekin'in dev rimci yaratıcılığının v e üreticiliğinin sırrı, hay atın v e kurtuluş kav gasının içinde kanlarının tavı r / müzik / nisan '99 / sayı : 11

son damlasına dek döv üşen v e destansı direnişler y aratarak ölümsüz-leşenlerin soy undan; türkü söyler gibi döv üşen, ölürken de "erkekçe" türkü söyley enlerin soy undan geliyor oluşlarıdır... Şimdi son sözleri, Şilili ozan Victor Jara söylesin. Çünkü bu sözler, başından itibaren söy lediklerimizin özü, özeti gibidir. "Sol etiketli" olan, ama özü itibariy le "cellatların, paranın ve egemenlerin" değirmenine su taşıy anlarla, "yepyeni yarınlar için çarpışan halkın" sesi olanları bu sözler net olarak if ade ediy or: "Türkü söyleme aşkımdan ya da sesimi dinlet mek için değil bunca türkü söyle me m Beni m na muslu gitarımın sesi dünyanın yüreğinden çıkar, kutsal su gibi şefkatli, bir güvercin gibi uçar... Benim gitarım okşar öleni ve yiğidi, Violetta Parra'nın dediği gibi. O, pırıl pırıl ve bahar kokan bir işçidir! O, cellatların, paranın ve egemen liğin değil, yepyeni yarınlar için çarpışan halkımın gitarıd ır... Çünkü her türkü kendi yürek atışları gücünce anla mlıd ır. Ve o türkü, ancak ölürken de erkekçe türkü söyleyenindir: Ben, pohpohlan mak ya da turistler içlensin diye değil, bir uzun şerit gibi olan ülkem için söylüyorum, daracık ama sonsuza dek derin..."


s i n a n er

Siz hala "Benim Adım Kırmızı"y ı niz? okumadınız mı? Hay ret, herkes Bilmiy oruz. Ama eğer okumadıysanız okudu, siz nasıl daha okumadı- şey kaybetmediğinize eminiz. Neden böynız? Okumay anın, okur yazar sa- le söy lediğimizin özetini romandan yaptıyılmayacağı bir kitap bu. Bu ne ğımız bir - alıntı ile anlatalım. Romanın denle okumak zorunlu adeta. Tüm gaze- son paragraf ı şöy le biter. te v e telev izy onlar, Orhan Pa-muk'un bu "... sakın inanmayın Orhan'a. Çünkü kitabından söz ediy or. Kendisi de üstün hikayesi güzel olsun da inanalım di ye kıbir perf ormansla çıkılmadık TV kanalı, vıra mayacağı yalan yoktur." röportaj y apılmadık gazete bırakmadı bu Ev et O. Pamuk, y eni düny a düarada. Her kanala, gazetey e yetişti. Anzeninin y ükselen edebiy at değerlerine lattı, konuştu, romanından hay attan, bibinerek tarihi bir roman y azmış v e satrey den, oradan buradan, her şeyden söz ması için epey kıv ırmıştır. Bu kıv raklığa etti. Tüm bunlar bir reklam stratejisiy di v e kimi sorular sormak kaçınılmazdır. amacına da ulaştı. Tüm iletişim tekelleri Bu ülkede y aşayan bir romancı kaf av e burjuv a gazeteler günlerdir, tek bir sını tarihe gömüp bunları mı y azmalıy dı? şey i işlediler. Bu kitap alınmalı... Bu kitap Bu roman kime ne mesajı v eriyor? Kimi okunmalı... nasıl ay dınlatıyor? Bu denli reklamı yapılan romanın baskısı 1999 Ocak ay ı itibariyle 110.000'e ulaştı. Kitabın satışı v e reklamı dev am ediy or. Siz "şanslı" 110.000 kişiden misi-

Soruların cev abına aşağıda değineceğiz. Halka sunacak bir mesajı olmay an y azar kimdir? Y ok hay ır! "Orhan Pamuk kimdir?" demiyoruz.

tavı r / bir kitap / nisan '99 / sayı : 11

Onun kim olduğunu düny a alem biliy or(!) "Bu tür yazarlar genel olarak ki mdir?" diy oruz. Bunun cev abını romanın ilk satırında bulmak mümkündür. "Şi mdi bir ölüyü m ben, bir ceset, bir kuyunun dibinde." Ev et, bu kitap halkın y aşadığı sorunlara karşı bir ölüdür. Peki kitap neyi anlatıy or? Bir Orhan Pamuk Klasiği: Benim Adım Kırmızı... Osmanlı Sultanı 111. Murat, Venedik Doçu'na imparatorluğunun gücünü v e şataf atını gösterebileceği bir kitabın hazırlanması için Enişte Efendi'y i görev lendirir. Resimleri Frenk üslubuyla yapılacağı için kitabın gizlice hazırlanması gerekmektedir. Bu y üzden isimleri Zarif Ley lek, Kelebek v e Zeytin olan nakkaşlar her gün Enişte'nin evine gelip, resimleri y apmaya başlarlar. Sav aşa gidip de dört y ıldır kendisinden haber alınamayan kocasın-


dan ümidini kesen Şeküre de babasının ev e çağırdığı bu n akkaşları gizlice izley erek kendine uy gun bir eş bulmay a çalışır. "Benim Adım Kırmızı", dört nakkaştan birisi olan Zarifin öldürülmesi ve "Ben Ölüyüm" diy erek kendi hikay esini anlatmasıy la başlar. Enişte'nin yeğeni v e Şeküre'nin de eski sev gilisi olan Kara Ef endi, 12 y ıl önce terkettiği İstanbul'a geri döner v e kendisini bir anda olayların içinde bulur. Eniştenin yeğeninden kitabın resimleri için öyküler y azmasını v e Zarif'in katilini bulmasını istemesi, y eğeninin Şeküre ile yeniden başlay an aşk hikayesi v e katili bulmak için nakkaşhaneye gidip Üs-tad Osman ile görüşmesi, Kara'y ı romanın baş kahramanı y apar. Nakkaşhanede Üstad Osman ile karşılaşan Kara "Has bir nakkaşı sıradan bir nakkaştan ne ayırır?" diy e sorar. Üstad Osman bu ayrımın üslup v e imza, zaman v e körlük olduğunu söy ler. Bunun üzerine Kara, sırasıyla Kelebek, Ley lek ve Zeytin'in ev lerine giderek üslup, zaman v e körlük üzerine onlarla sohbetler eder. Nakkaşlar da onun bu sorularına çeşitli hikay eler anlatarak, kıssadan hisseler çıkartarak cevap v erirler. Tüm bu anlatılan romanın örgüsü v e sonuçlanmasında okurun karşına y eniden çıkacaktır. Katil nakkaşın bu sefer Enişte'y i öldürüp, üstelik de kitabın en önemli resmini çalması üzerine olaylar hızla gerişir. Çünkü padişah olay a el koymuş, katilin bulunması için Kara v e Üstad Osman'ı görev lendirmiştir. Her ikisi de gizli kitabın dokuz resmine bakarak, hangi nakkaşın hangi resimi y aptığını araştırır. Ve üsluptan y ola çıkarak katili bulmay a çalışırlar. Doru bir atın burnunda gördükleri bir iz onlara y ol gösterir. Nakkaşların ev leri basılır. Resimleri toplanır, fakat bir sonuca ulaşılamaz. Nakkaş Osman, böylesi bir izin kökeninin daha eskilere, başka üsluplara, atlara giden bir şey olabileceğini düşünerek y üzlerce y ıl önce

y apılan nakışların incelenmesi gerektiğini padişaha söyler. Padişahın izniy le Hazine-i Enderun'a girer v e eski kitaplardaki usül ve üslupları incelemeye başlarlar. Üstad Osman burada, hay alinde bile göremey eceği tarihi nakışlara hay ranlıkla bakar. Buradaki nakışlar ve hikay elerin bir çoğu daha önceden Zeytin, Kelebek ve Ley lek'in anlattığı hikay elerin ay nısıdır. Üstad Osman atın burnundaki izin hangi nakkaşın üslubu olduğunu bulur ama katilin bu nakkaş olduğuna inanmaz. Romanda ay nı zamanda Doğu-Batı, İslam-Frenk resim sanatı karşılaştırılır. Acem'den Çin'e bir çok ülkede y aşamış olan ünlü nakkaşların hay atları v e nakışları anlatılır. Kah v ehanelerde şeriatçılarla kaf a bulan meddahlar ve gizli kitabı hazırlay an nakkaşlara saldıran şeriatçı Erzu rumlu Nasret Hocacılar da y eri geldikçe romanın örgüsüne karışırlar. Şeküre'nin, Hasan v e Kara'y la olan aşk ilişkileri de bu polisiy e kurgunun köşe taşlarından biridir. Ka-ra'nın çabaları v e katilin bulunması tesadüf eseri Hasan taraf ından öldürülmesiyle roman son bulur. Nasıl Bir Tarihi Roman?.. Marx; "Bir objet D'art (sanat nesnesi) herhangi bir başka ürün gibi-sa-natsal beğenisi olan ve güzelliğin zevkini duyan bir çevre yaratır, demek ki, üretim özne için bir nesne yaratmakla kalmaz, nesne (1) için küçük bir özne de yaratır" demişti. Günümüz burjuv a v e küçük burjuv a yazarları da bu düşüncey i kendilerine farklı bir tarzda uy arlayarak, sanat nesneleriy le saçmalığın v e anlaşılmazlığın zev kini duy an bir çev re yaratmay a çalışıy orlar. Ürettikleri şey ler halkı y ozlaştırmak, çürütmek, dejenere etmek v e uy utmak için birer nesney ken, bu nesney e ihtiy aç duy an bir kitle y aratmak için de ellerinden geleni artlarına koy muyorlar. Bunun birinci y anı nesnelerinin içeriği, ikincisi de nesney le birlikte, hatta daha nesne piy asada y okken bile

tavır / bir kitap / nis an '99 / s ayı: 11

başlattıkları kampanyaları reklamlar v e propagandadır. Üretimlerinde hem özne için bir nesne hem de nesne için bir özne y aratma çabaları genellikle bu y olu v e y öntemi izler. Özellikle son y ıllarda standları, vitrinleri süsley en "popüler" kitaplara kısaca bir göz attığınızda, y a halkın değerlerine, geleneklerine, mücadelesine y önelik açıktan bir saldırının y apıldığını y a da halkın y aşantısı, duy gusu, düşüncesi v e beklentisiyle ilgisi olmay an konuların seçildiğini görürsünüz. Bu kitaplar, sayfalarından yozluk, pislik akar, olay ın kahramanları uçuk, bunalımlı, çürümüş kişiliklerdir. Konular da y a gökyüzünden y a da y erin y edi kat dibinden alınmıştır. Y azarlarının çoğu da ay dın v e solcu 'takılır'lar. Hepsi de adeta "en saçma roman ı ben yazacağım" diy e y arışır. Okuyan da doğal olarak bu saçmalıklardan bir şey anlamaz. Anlaşılması için de yazılmamıştır zaten. Ancak elit, entel-lektüel bir çev re 'anlar' onları. Ama bu elit kesim onlar için yeterli değildir. Daha geniş bir kitleye ulaşmalı v e onları bu saçmalıklarıy la donatmalıdırlar. Bundan dolay ıdır ki, roman daha piy asay a çıkmadan önce reklamı y apılır, kaç baskı yapacağı, kaç bin adet basılacağı açıklanır v e bildik çevreler taraf ından romanın mükemmmeliği bıkmadan, usanmadan anlatılır. Zamane kitaplarıdır bunlar henüz basıl madan Bestseller ilan edilirler. Bu romanlar birer sanat eseri değil, metadır. Y azarları da, y apıtlarını y ay ınlay an yay ıncıları zenginleştiren, burjuv a ideolojisini hakka enjekte eden birer araçtır. Bu kadar pohpohlanmalarının, öne çıkarılmalarının nedeni de budur. "Benim Adım Kırmızı" da bu piy asa kitaplarından biridir. Romanı okurken akla ilk gelen şey ; katilin kim olduğu, Şeküre'nin Hasan'la mı y oksa Kara'y la mı ev leneceği değil, Orhan Pamuk'un niçin böy le bir konuy u seçtiği, aynasını neden bu ülke topraklarını v e halka tutmay ıp,


halkın çektiği zulmü, y oksulluğu, mücadelesini y azmadığıdır. New Y ork Times'a "devletin elinin temiz ol madığ ına" dair demeçler v eren, devlet sanatçılığını reddedip dev lete 'tav ır' alan, '96 Ölüm Orucu'nda basın açıklaması y aparak, "tutuklular tek tek hayatlarını kaybederken, sey(2) redenler de onurlarını kaybediyorlar" diy ecek kadar 'demokrat' geçinen Orhan Pamuk, niçin konu olarak nakkaşları seçmiştir? Bir konunun Orhan Pa-muk'un romanlarına girebilmesi için aradan y üzlerce y ılın mı geçmesi gerekmektedir? Örneğin; Ölüm Orucu gibi düny ay ı sarsan bir direnişi, ömrü yeterse dört yüz y ıl sonra mı y azacaktır? Y oksa, y aptığı basın açıklamaları, v erdiği demeçler v e aldığı tav ırlar bir reklam v e imaj aracı mıy dı? Ülkemizde y aşanan v ahşet, zulüm v e sömürü düzeni hala sürerken 'sey retmenin onurunu kay betmek' olduğunu söy ley en Orhan Pamuk, nakkaşları y azarak, y ani seyrederek, onurunu kaybettiğini mi itiraf ediy or? Tıpkı romandaki Üstad Osman gibi, Hazine-i Enderun'un tozlu raf larına gömülüp, nakışlara dalması, onu da kör etmiştir. Affedersin "Gülün Adı" Ama "Benim Adım Kırmızı" "Benim Adım K ır mızı"yı okurken akla gelen ikinci şey de romanın Umberto Eco'nun "Gülün Adı" romanıy la olan tartışmasız benzerliğidir. "Gülün Adı", bir manastırda y edi günde işlenen yedi cinay eti anlatır. Tüm cinay etler gizli bir kitap uğru nadır. Cinay etler çözmek için Baskerwille'li İlliam gönderilir. Hristiy an gericiliğiyle yapılan mücadele nin de anlatıldığı, İncil'den alıntıla rın y apıldığı "Gülün Adı"yla "Be nim Adım Kırmızı", sanki tek yu murta ikizleridir. "Benim Adım Kır mızı" y edi değil de dokuz karlı kış gününde işlenen iki cinay eti anlatır. Burada da konu gizli bir kitabın et raf ında geçmektedir. "Gülün Adı"ndaki İlam’ın yerine "Benim

Adım Kırmızıda İran'dan gelen Kara, cinayetleri çözmekle görev lendirilir. Tüm bunlara ek olarak Erzurumlu Nusret Hoca v e şeriatçı tayfaları, Kuran-ı Ke-rim'den y apılan alıntıları da göz önüne getirdiğimizde, ortay a çıkan sonuç; bir taklit ile karşı karşıy a olduğumuzdur. Pa-muk'un "Benim Adım Kırmızı" romanı "Gülün Adı"nın biraz Osmanlı v e İs lam sosuna batı rılmış bir v ersi y onu, taklididir. Bakmay ın siz, romanın arkası na Frankfurter Allegemeine im zalı "Genç Türk romancısı Orhan Pa muk, Avrupa'ya roman nasıl yazılır gösteriyor." alıntısının konulmasına. Bu alıntı, romanın y azarının ne kadar 'mühim' biri olduğunun kanıtı olarak koyulmuş. Bir diğer if adeyle, ucuz bir pazarlama y öntemidir bu. Kimisi malının reklamını y aparken "kesinlikle domuz yağı kullanıl ma mıştır." y azar, kimisi de "O. Pa muk, Avrupa'ya roman nasıl yazılır gösteriyor." y azar. "Benim Adım Kırmızı", çalıntı kurgusu, naftalinli kokusuy la ucuz bir taklit olmaktan ötey e gidememiştir. Orhan Pamuk'u v e eserini en iy i anlatan ise, romanın ilk bölümünün

başlığında y azılan "Ben Ölüyü m" cümlesidir. "Benim Adım Kırmızı", ölü bir kitaptır; okumak için hiç zahmet etmeyin, gözlerinize, sinirlerinize, v aktinize v e paranıza y azık olur.

(1)Yaz ın ve Sanat Üz er in e, Karl Marx sayfa 101 Sol yayınl arı (2) Gündem Gazetesi-25 T emmuz 1996 tavır / bir kitap / nis an '99 / s ayı: 11


h ü se y i n g e d i k

iğney e üç iplik takıp pedala basmay a başladı. Pedala bastıkça iğneler dönüy or, peny eyi dikmey e devam ediyordu. Gözleri dönen iğ ney e eşlik ediy ordu. Ama haf ızası onu bir kaç y ıl öncesine götürmüştü. Doğu Kıraathanesi'nde Halil Dede'den v e y aralılardan dökülen kanların zeminde oluşturduğu gölcükler gözlerinin önünden gitmiy ordu. "Kan parası vereceklermiş öyle mi?" diy e düşündü seslice, iğnenin def alarca battığı elini, f ırlay an kay ışların defalarca kestiği omuzlarını y okladı. "Kollarımızı par maklarımızı, alnımızın terini yıllard ır yok pahasına satın aldınız, iliğimize kadar sömürdünü z bizi. Sustuk belki, ekmek parası dedik, çoluk çocuk aç dedik ama yok öyle şey! Onurumuz satılık değil. Halil Dede'nin kanının bedelini sizle re bu kadar ucuz ödetecek değiliz." (2) Aldığı öte-beriy i veresiye defterine y azdırıp marketten çıktı. Boylu boy unca uzanıp giden İsmet Paşa Caddesi'ne baktı bir süre...

"Barikatlar kurulmuştu o gece. Binlerce polis caddenin aşağısına yığıl mış, ellerindeki her şeyi silaha çeviren halkın üzerine kurşun yağdırıyorlardı." Dükkanlara ev lerin duvarlarına v e kaldırımlara bir iz ararcası-na baktı. "Kimbilir kaç yüz tanesi bu duvarlara isabet etmişti?"

A

tely ede singer makinesinin önünde oturan konf eksiy on işçisi, dirseklerini maki-nay a dayamış, y üzünü av uçlarının içine gömmüş, düşünüy ordu.

O gecey i haf ızasından söküp atmak mümkün müy dü hiç? Sokaklarda biriken y üzlerce Gazili'nin koşuşturmacasını getirdi gözleri nin önüne. Silah seslerinin yerini caddedeki meraklı v e öf keli kalabalığın gürültüsünün aldığı o

mahşer gecesi bir film şeridi gibi geldi geçti gözlerinin önünden. Doğu Kıraathanesi'nden içeri girdiğinde ilkin sandaly esinde oturan Halil Dede'y i görmüştü. Kutsal ak sakalı kıpkırmızıy dı. Başından aşağıy a sızan kanlar boy nuna, buruşuk gömleğine v e yamalı ceketine ulaşmış; henüz bir kaç dakika önce, her zamanki gibi sıcak çay ını y udumlay an Halil Dede'nin kanlar içindeki bedeni, belleğine hiç çık-mamacasına kazınmıştı. Dirseklerini makineden aldı ve

tavı r / gazi katliamı / nisan '99 / sayı : 11

Kendisine gülümseyen bir kaç esnaf la selamlaştı. Ay akları onu ce-mev ine doğru sürükledi. Cemevi-nin önündeki kum tepesini aradı gözleri. Eşine "Herkes toplanıyor ben de gideyim" diy erek ev den çıkan v e bir kaç saat sonra alnından y ediği tek kurşunla şehit düşen Mehmet Gündüz'ün boy lu boy unca uzatıldığı kum tepesini aradı... "Alnındaki yaradan boşalan kanlar yüzünü, göğsünü kapladıktan sonra kumları kır mızıya boyayıp, kum tanecikleri arasından derinlere doğru sız-


mıştı." "Ku m tepesinde kanlar içinde yatışım hiç unutmadım Meh met" dedi. "Bugüne kadar bu caddeden bu sokaklardan başımız dik yürüdüysek kanımıza kan canımıza can kattığımız içindir. Bunlar, Gazililer'i kan parası alacak kadar onursuz mu sanıyorlar? Kanla sulanan her karış toprak kutsaldır bizi m için. Bu topraklar bir gün düşmanın olacaksa bile parasıyla bizleri satın alarak değil, silahlarıyla kanlarımızı dökerek, postallarıyla cesetlerimi zi çiğneyerek olacak." (3) Sabahın saat beşiydi. Gün yeni ay dınlanıy ordu. Halkekmek kuyruğunda bekley en y aşlı kadın üşümüştü. Üç beş kuruş daha ucuza ekmek almak için her sabahın köründe, soğukta ay azda bekleyişini unutmuştu bu sabah. Bir çok Gazili gibi o da kan parasını düşünüy ordu. "Bu ne ahlaksızlık, namussuzluktur. Bunlar ne utanmaz, arlan maz köpeklerdir ki buna cesaret edebiliyorlar?" diy e sinirli sinirli söy leniyordu. "Sezgin ateş ediyorlar gel!' diye bağır mış arkadaşları. Yavrum ise aldır ma mış, taş atıp duruyormuş kurşunların geldiği yere doğru. Kimileri kendilerini konduların ardına at mış lar. Tam o sırada bacağından vurulmuş fidanım..." Derin bir iç çekti yaşlı kadın, gözleri nemlendi. "Sonra doğrul maya çalış mış, bir kaç adım da ha ilerle miş, yine kahbe bir kurşun bulmuş onu. Ahh! Öpmeye kıyamadığım civanım beni m, kanlara belenmiş, büzülüp kal mış oracıkta. Avucundaki taşı yine de yerlere bırakma mış." "Sonra hastanede sedyedeki çarşafa sarı yıldızı çizmiş kanıyla, bir de u mudunun adını yazmaya çalış mış. Görürü m ara sıra o bayrağı, gençler asıve-rirler sokaklara. 1 Mayıslarda en önde taşırlar, bir de ev baskınlarında pence reden aşağıya sarkıtıverirler. Sezginimin bayrağı onlar. Sezginciğim'in kanı var hepiciğinin üzerlerinde. 'Bayrak bizi m yarınımızın, u mudu mu zun

simgesi' diyor arkadaşları. Sezginimin kanıyla büyüyen umudu satın al maya güçleri yeter mi o şerefsizlerin?" Y aşlı tey zenin düşüncelerini ekmek kamy onunun gürültüsü dağıttı. Kuy rukta bir hareketlenme oldu. O sırada büf e sahibi de gelmiş, büfenin kapasını açmakla meşguldü. (4) "O gün tanıdığ ı herkesi telefonla ara mış 'Gazi'de halk katledildi gelin' demiş. Oldu m olası çok severdim Fadi me ablayı. Kim sevme zdi ki zaten. Üç yılı değil, ömrünün son yir mi yıl ını halkın ın mücadelesine adamış bir in sandı. Gazi'de yetişen devrimcilerden onun emeğini yardımların ı gör meyen bir kişi var mıd ır acaba? " "Tıpkı bugün gibi anımsıyoru m. Ce mevinin etrafı hınca hınç doluydu. Karakola doğru yürümeye başla mıştık. Bir ara panzerler geri çekilmişti. Sonra su sıkmaya, ateş etmeye başladılar. Anlattıklarına göre ara sokaklardan gelip korteje yeni katılmışken vurulmuş Fadi me Abla. Tek kurşun çenesinden girip ensesinden çıkmış, damarla rı parçalan mış ve oluk oluk kanlar akmaya başlamış." "Yıllardır Trab zon'a mahke melere gidip geliyoruz. Bir tekini bile yargılamadı şerefsizler. Otobüslerimizi taşladılar, analarımıza saldırd ılar, tek tek serbest bıraktılar katilleri. Biz adalet istiyoruz kan parası değil. Kan parayla satın alın maz ki, kanı yıkayacak yine kandır." Saatine baktı. Ders başlamak üzerey di. Kitaplarını koltuğunun altına alıp hızl ı adımlarla okul bah çesine doğru y ürümey e başladı. (5) O gün sürekli anonslar yapılmıştı. Y aralanan onlarca insanımıza kan v ermek için koşturmuştuk. Samaty a Hastanesi'nde uzun bir sıra v ardı. Pek çok insan kan v ermek için gelmişti. O sırada hastane koridorlarında siv il v e resmi polislerin dolaştığını gördük. Verdiği-

tavı r / gazi katliamı / nisan '99 / sayı : 11

miz kanlara el koymay a çalışıy orlar. İnsanlarımız m ü d a h a l e etmey e başlamıştı. Polisler ise ahlaksız v e iğrençti. "Bu kana bizi m arkadaşlarımızın daha çok ihtiyacı var. Niye arkadaşlarımız için kan bağışında bulunmuyorsunuz?" diy erek kanlarımıza el koy maya başlamışlardı. Hem katildiler hem de kan hırsızıy dılar. Şimdi de hiç utanmadan kanımızı satın almay a çalışıy orlar. Biz o gece Samatya Hastanesi'nde kendi kanımızı bile v ermemek için o kadar direndik, değil ki kutsal şehit kanlarını onların kirli paralarıy la değişeceğiz. "Kanlar üzerinde oynan mak istenen oyun çok çirkin" dedi bir başkası. "O ayaklanmayı yaratan, halkı kendine getiren şey arkadaşlarımızın kanıydı. Halil Dede'nin, kahvedekile-rin kanlarını gören insanlar herşeyi çok çıplak olarak gördüler. O kadar halkı ayaklandıran şey şehitlerimizin kanlarıydı, bizi m kanımızd ı." "Evet, benim için de hepimi z için de bir dönü m noktası oldu 12 Mart. Ölümü unuttuk, her şey gözlerimizden silindi o an. Üzeri mize kurşunlar yağıyor, yanımızdaki insanlar kanlar içinde yerlere yığılıyordu. Ama ölüle ri mizi ve yaralılarımızı çatış ma ala nından dışarı çıkartıp, dökülen kanın hesabını sormak için tekrar alanın içine dönüyorduk." "O gün bir kaç yaralı ve şehidimi zi taşıdım. Üzeri mi ze, yerlere sıçrayan kan hepi mize güç verdi, kini miz arttı, o kanların gücüyle kazanıldı zafer. Şi mdi o kan hırsızları gel miş de kan pahasına kazanılan zaferi mizi parala rıyla satın al maya çalışıyorlar. Neyse çok fazla tartışman ın da anla mı yok. Gazi halkı kan parası alacak kadar onursuz değildir. Akşam mecliste toplanalım neler yapacağımıza orada karar veririz." (6) O gün her y erde kan parası konuşuldu. Duyanlar öf kesini gemley emediler. Herkes bu v esiley le o günleri y eniden y aşadı. Düşmana


güzel bir cev ap v ermeliy diler. Onurlarına, değerlerine, direnişlerine leke sürdürtmey eceklerini onlarca kez kanıtlamış; şehitlerinin miraslarına lay ık olmay a çalışmışlardı. Düşmana güzel bir cev ap v ermeliy diler. Ama nasıl bir şey olmalıy dı bu? patlamalıy dı.

üzerine nasıl kahramanca y üründüğünü anlatıy or; coşkuları bir kat daha artıy ordu. Uzun bir zaman sonra beklenen otobüs geldi. Gazetecilerin say ısı da artmıştı. Otobüsten aşağıy a y aşlı anaları, esnaf ı, işçisi, öğrencisi, pazarcısıy la şehit y akını v e direnişin bir parçası olan insanlar inmeye başladılar. Onların gelmesiyle birlikte bir hareketlenme oldu. Döv izler v e şelerin r es im le ri açıldı.

Paralar tekerleğin içine doldurulmuş; kalabalık v e gazeteciler tekerleğin etraf ına doğru birikmiş merakla para y ığınına doğru bakıyorlardı. Sonra yaşlı bir tey ze kalabalıktan sıy rıldı v e tekerleğin y anında diz çöktü. Herkesin gözü onday dı. Kafasını kaldırdı y aşlı kadın. Mahalleliy e baktı, döv izlerde gezdirdi bakışlarını; "Kanımız Onuru muzdur, Onuru muz Satıl ık Değildir", "Kirli Paraların ızı Değil, Katilleri İstiyoruz", "Yaşasın Halkın Adaleti", "Faşizmi Döktüğü Kanda Boğacağız"... Sonra şehitlerin resimlerine baktı uzun uzun. Sez-gin'in, Fadime' nin, Hali Dede'nin, Mehmet'in... Gülen gözleri üzerinde gezdirdi b a k ış l a r ı n ı. Sonra

Öy le bir cev ap olmalıy dı ki, düşmanın y üzünde tokat gibi

O akşam bir aray a geldiler. Y oğun, hararetli bir tartışma y aşandı. Çeşitli fikirler çıktı ortaya. Hepsi de öfkelerinin birer y ansımasıy dı. Sonra bir öneri üzerinde anlaşmaya v ardılar. Ertesi gün sabah şehit aileleri v e bir grup mahalleli bir otobüse doluşarak dev letin v ereceği kan parasını almay a gittiler! (7) Şehitlerin en çok v erildiği İsmet Paşa Caddesi'ndeydiler. Kanla def alarca sulanan özgür topraklarday dılar. Kalabalığın çoğu o ay aklanma günlerini bizzat y aşamıştı. Şimdi ikili üçlü sohbet grupları oluşturmuş, adeta o günleri y eniden soluy orlardı. Kimi şehitleri, kimi barikatları, kimisi de ölümün

Genç bir Gazili bez bir torbanın içinden çıkardığı paralar ı kalabalığın ortasındaki tekerleğin içine av uç av uç atmay a başladı. Ne atel-yedeki işçi, ne ekmek kuy ruğunda bekleyen y aşlı tey ze, ne bakkaldan v eresiy e alış veriş eden adam, ne de pazarcısı, simitçisi, boy acısı, öğrencisinin gözünde beş kuruş bir değeri y oktu bu paraların. Haram malıy dılar, kirliy diler, kanlıy dılar, düşmandılar... tavır / gazi katliamı / nisan '99 / sayı: 11

re eğildi v e tekerleğin içinden bir kaç tane paray ı av ucuna sıkıştırdı. Tiksinerek bu sef er de paradaki resimlere baktı. Sıktı av ucunu v e buruşturdu paraları. Sonra hırkasının cebinden bir kutu kibrit çıkardı. Gözleri paralarda ama aklı mahkemelerde gördüğü o katillerin yüzlerindey -di. Bir kibrit çöpü çıkardı kutudan, tutuşturdu çöpü ve ateşe verdi kan hırsızlarını. "Satılık kanımız yok! Kanlarımızı istiyoruz" diy e bağır dı...


tarakalarının kulakları sağır ettiği sav aş mey danlarında adları y azılıdır. Tarihin her sayfasında onlar v ardır. Kimileri de vardır ki, tarih yazarlar... 30 y ıllık bir tarihi yazıy ordu. Büyük bir düşü gerçekleştirmek

"Tesli m Ol!" Tarihte en çok duy ulan sözlerden biridir bu. Deniz kıy ısındaki bir kara parçasında çembere aldığı Spartaküs v e ordusuna böy le seslenmişti Romalı komutan. Böy le seslenmişti Bedreddin y iğitlerine Karaburun'da Şehzade Murat, bacak kadar boyuna tavı r / öykü / nisan '99 / sayı: 11

sar'ın bir köyünde. Kızıldere, 1972... 30 Mart'ta, dokuz y oldaşıy la birlikte Mahir Çay an, tarihsel bir diğer sözü tekrarladı: "Biz bu ray a dönmey e değil, ölmey e geldik." Y akaladı gözleriy le Bedred-din'in bakışlarını; içi gülüy ordu gözlerinin. Hissetti omuzunda, Baba İshak'ın sımsıcak elini. Çın-


ladı kulağında, Pir Sultan'ın "Dönen dönsün, ben dönmezem y olumdan" diy en sesi. Tarih Baba, saygıy la bıraktı y erini O'na. Aldı eline kalemi Mahir v e başladı tarihimizi kaldığı y erden y azma-

ği y ıllar... Y ine teslim alamadılar umudumuzu. Ödenen onca bedele rağmen, düşmedi bir an olsun kurtuluş bay rağı. Bu y ıllar, "ihaneti, özveriyi, direnmeyi, düşüp de yeniden ayağa kalkmayı öğ-

Tarafında Dalgalanacak!" Dalgalandı da... Dersim'de, Karadeniz'de, Ege'de, Akdeniz'de, zulme karşı ay aklanarak şehitler v eren Gazi'de, '96 Ölüm Oruçları'nda ülkenin dört bir y anındaki hapisha-

y a...

rendiği miz" y ıllardı. Taarruz gibi, geri çekilme de bir sav aş gerçeğiydi. '85-'89 arası, f ırtına öncesi sessizlikti y aşanılan. '90'da koptu

nelerde... Balkıca'da iki şahan, ölümsüzlüğe hav alandığında, bir gazetenin attığı başlık, koca bir tarihi özetliy ordu: "Kızıldere Gibi!"

Kalem şimdi O'nun elindeydi. "Bir yanıyla efsane, bir yanıyla asla yok edilemeyen, edilemeyecek olan ve yaşayan bir güçtü", Kızıl-dere'de manif estosu yazılan. Fiziki olarak y ok olan ama genç y üreklerde kısa sürede y ankısını bulan Anadolu İhtilali'nin çizgisi... Bir an düşündü ve dev am etti y azmaya... Çok geçmedi... 74'lerde sahiplenildi manif esto. Kızıldere'de göndere çekilen bay rağı tereddütsüzce kavray an genç y ürekler, 78'de koydular umudun adını. Ülke y angın y eriy di; bu yüzden ki ateşin içinde doğdu umudumuz, ateşle sınandı. Bu y ıllar, "halk kitlelerine öncülük etmeyi öğrenmeye başladığımız" y ıllardı. Sökmekte olan kurtuluş şafağının üstüne karabasan gibi çöktü kara bulutlar. 12 Ey lül... Halka yönelik dizginsiz saldırının tek geçer y asa olduğu y ıllar... Halkın binlerce y iğidinin hapishanelere doldurulduğu, her karış vatan toprağının kan gölü hapishaney e çevrildi-

f ırtına. "1990, atılımı hayata geçirdiğimiz, devrim yürüyüşünü hızlandırdığımız yıllardır." Ne çok şehit verildi. Her biriy le aynı kav gay ı paylaşmış, ay nı hav ay ı solumuştu. Kalemi eline aldı v e yazdı: "Şehitlerimi z bugün fizi ki olarak aramızda yoklar belki, ama düşünceleriyle, kavgalarıyla, yaşam biçi mleriyle... buradalar. (...) En zor koşullarda dahi düşmana baş eğ meyen, ölen ama yenil meyen nitelikleriyle gözleri hep üzeri mizde, bizi her an sınavdan geçiriyorlar." Kav ga

can

pahasına

sürüy or.

Kızıldere'de dalgalanan bay rak, empery alizm ve soytarılarının "sosyalizm öldü" çığlıkları arasında Çif tehav uzlar'da dalgalandı. 16-17 Nisan 1992... Tarihin içinde çınladı sesleri: "Bayrağımız Ülkenin Her

tavır / öykü / nisan '99 / s ayı: 11

1994... Y ine bir 30 Mart günüydü. Her anında v ar olduğu, büy ük bir ustalıkla y önettiği kavganın tarihini okuy acaktı y oldaşlarına. Onlarca y ıllık kav ganın önderiy di O. Orak-çekiçli bay rakla baştan aşağı süslenmiş, kızıl karanf illerle bezenmiş bir kürsüye çıktı v e bir bir anlattı tarihimizi tüm dünya halklarına: "Bu tarih belki de, dünya devrim tarihlerinde çok az görülen özgünlüklerle doludur. Bu tarih, koşullar ne olursa olsun, gerçekleri haykıran, tüm saldırılara rağmen ayakta kalmasını bilen, acılara, ihanetlere rağmen devrim yürüyüşünde ısrar eden, şehitler vermekten çekinmeyen, şehitler verirken kahramanlığı ve ihaneti birlikte yazan bir tarihtir." Tarih y azmaya devam ediy oruz...


t a v ır

T

Nil,İdil, Ayşe ve Günümüz Sanatçıları

ürkiy e devrim mücadelesinin kahraman şehitlerini say gıy la andığımız şu günlerde, dev rimci mücadelede sanatçıların bağrında y etişip halkın sanatçısı olma şeref ini y aşay arak şehit düşen Ayçe İdil Erk-men, Ayşe Gülen v e Ayşe Nil Ergen'i v e onların sav unduğu değerleri daha bir değerli kılan bir süreci y aşıy oruz. Bu öy le bir süreç ki hem sapla samanın birbirine karıştığı iddiasını sonuna kadar haklı çıkartan hem de halk kesimi ile halktan kopan kesimlerin arasındaki uçurumun giderek derinleştiği, yarığın giderek açıldığı tespitini doğrulay an bir süreç. Görünüşte birbirine zıt gibi duran bu iki iddia, aslında bire bir içinde y aşadığımız ülkenin özellikle ay dın sanatçı kesiminin yaşadığı çıkmazı if ade etmektedir. Bu çıkmaz, sadece küçük burjuva ay dının y aşadığı bir sıkıntı da değildir üstelik. Bu, tarihin bir bö-

lümünde hatta bugün bile bir çok kesimin ona büy ük ilerici misy onlar yüklediği burjuv azinin de yaşadığı bir çıkmazdır. Daha doğrusu burjuv azinin y aşadığı durum çıkmaz olmay ı aşmış, çürümey e ev rilmiştir. Y azımızda bunları başlıklar altında incelemeye ve İdil, Nil ve Ayşe gibi halk sanatçılarına bugün duy ulan ihtiy acın elzemliğini v urgulamay a çalışacağız. Söy lemesi çok zor ve üzücü ama bugün ülkemiz ay dınları v e sanatçıları birkaç istisna dışında büyük bir çürümeyi, yozlaşmay ı y aşamaktadır. Burjuv azinin icazet alanında politikacılık y apanlar, sistemin y ozlaşma politikalarına ekmek parası edebiy atıy la dört elle sarılanlar, tekellerin gölgesinde solculuk y apanlar, halka küfredenler, burjuv aziy e övgüler düzenler, tek kutuplu düny a masallarının teorisy enliğine soy unanlar ve empery alizme y altaklananlar, baldır bacak

tavı r / üç şehit / nisan '99 / sayı : 11

şov y aparak sanatçı etiketi alanlar, küçük farklanm koruyarak ama bir birlerine hoşgörüy le y aklaşarak bir arada y aşamaktadırlar. Globalleşen, küreselleşen düny ada onların arala-nnda sadece global f arklar kalmıştır. Özünde hepsi ay nı çıkar çevreleri ve sisteme hizmet eder bir role bürünmüşlerdir. Bu sistemin dışında, ilkelerini koruy arak namuslu kalmay a çalışanlar da v ar kuşkusuz ama onlar da bir elin parmaklarını geçmiyorlar. Onlar bugün, y a maddi sorunların içinde hay atla cebelleşiy orlar y a da örgütsüzlüğün getirdiği v e bu topy ekün saldırının karşısında "namuslu bi reyler" olarak mücadelelerini sürdürdükleri için cılızlaşmalardır. Üretimlerini halka ulaştırmada sorunlar yaşamakta v e yalnızlaşmanın daha hazin bir boy utunu yaşamaktadırlar. Sistemin sanatçılarının y aşadıkları ise daha karmaşık bir süreçtir. Y ukarıda da belirttiğimiz gibi onlar çe-


şitli alanlarda çeşitli biçimlerde örgütlenmişlerdir. Kimisi halkçılığı, kimisi bireyciliği yüceltir, kimisi görünüşte siy asetten bi haberdir ama hepsi düzenin dümen suyunda bir yaşam sürdürmekte, üretimlerini, sanatsal etkinliklerini buna göre biçimlendirmektedirler. Bununla birlikte gazetelerde, televizy onlarda sık sık boy göstermekle kof bir ünlülüğe kav uşmakta, cepleri para dolmakta v e bununla tatmin olmaktadırlar. Fakat bazı somut gerçekler v ar ki bunlar kimse taraf ından aslında inkar edilememektedir. Her gün ev lerine ekranlardan ev lerine konuk oldukları halkla aslında aralarında hiçbir bağ y oktur, v arolanlarınki de çoktan kopmuştur. Bu y üzden de düzenin şişirme kampany alarıy la olduklarından daha büy ük gösterilmey e çalışılmaktadırlar. Y ok satan romanları, onların halk taraf ından çok tutulduğundan öte düzenin halka day attığı v e halkta kendine ait olmay an bir y aşaman özlemlerini tatmin etmey e çalıştıklarının bir göstergesidir. Hepsinin üretimleri birbiriy le benzeşmektedir. Çünkü beslendikleri kaynak sığ v e ay nıdır, bu y üzden de üretimde sığlaşmalardır. Olur ya içlerinden biri diğerlerine daha özgün bir hikay e y akaladığında el üstünde taşınmaktadır. Bu görünüşte başarı aslında sanatsal, estetik bir başarı değil; diğerlerine göre bir adım olma başarısıdır ki genel kıstaslarla ele aldığımızda çıtaları y erden bir adım bile yükselememiştir. Üretimsizlik, açmazlar artık çürümeyi day atmıştır. Ve çürümenin sanatını y apmay a başlamışlardır. İnançsızlık, ahlaki dejenerasy on onların sanatlarında y ükselen değerler haline gelmey e başlamıştır. Durumun bir y anı buyken, diğer y anı da daha düne kadar halkın y anında görünen v e güç sev dalısı olan küçük burjuv a sanatçıların bugünkü ruh hali ve durdukları y erdir. Hep söyleriz, küçük burjuvada güç saplantısı v ardır. Onun yeri hep güçlünün y anıdır. Devrim, küçük burjuva için karşısında olunacak bir

olgu değildir. Ama güçsüz dev rimciler uzak durulacak kişilerdir. Ne zaman ki güçlenilir, küçük burjuva da hemen dev rimcilerin y anı başında biter. Bizim ülkemizin küçük burjuv a sanatçıları için de bu tespit geçerlidir. Fakat 12 Eylül sonrasında küçük burjuv a sanatçıların hay at içindeki y eri de değişmiştir. Artık sınıf sal anlamdaki küçük burjuva sanatçıların y eri eskisi gibi değildir. Onlar ne '70'lerin küçük burjuva sanatçısıdır ne de Gorki'nin eleştirisini y aptığı küçük burjuv alardır. Artık ülkemizin küçük burjuv a sanatçıları tekellere entegre olarak y aşamını idame ettirmektedir. Sponsor etiketiy le kapı kapı tekelleri dolaşmakta v e icazetleri ile sadakalarını alıp "sanatsal etkinleri"ni gerçekleştirmektedirler. Y ani durum küçük burjuv a sanatçılar için giderek v ahimleşmektedir. İşte dev rimin sanatçıları böy le bir düzende, böy le bir keşmekeşin ortasında net, kararlı, y erini ve saf ını belirlemiş olarak adımladılar y ollarını. Dipten, giderek y ükselen bir sele, düşe kalka, hata y apa y apa, doğrularını hay at içinde sınay arak öğrendiler v e adım adım halklaştılar. Geleneklerinden, değerlerinden öğrenerek, onlara sıkı sıkıy a sarılarak y ürüdüler. Halkın içindey diler, onlardan biriy diler. Giy imleri kuşamları, dav ranışları, y ani y aşam biçimleriyle. Sanatsal y etenekler hiçbir insanı diğerinden üstün kılmaz. Bu yetenekler bir ay rıcalık değildir. Ama bu yetenekleri olan, bunu geliştirenler, bunu y ine halka sunmakla y ükümlüdürler. Halk kesimlerinin de estetik, beğeni düzey lerini y ükseltmek onlardan öğrendiklerini yoğurup işley erek onlara sunmakla, eğitmekle, değiştirmek, dönüştürmekle yükümlüdürler. Ayşe, İdil v e Nil bugün ülkenin her y anında çağlay an böy le bir nehrin damlalarıy dı. En değerlileriy di. İdil; iyi bir iktisatçı, iy i bir piy anist y a da tiy atrocu olabilecek, iy i de para kazanabilecek olanaklara sahipti. Elleriy le itti, y üzüne bile bakmadı düzen nimetlerinin. tavır / üç şehit / nisan '99 / sayı: 11

Ayşe Nil; iyi bir mimar olarak, iy i bir sanatçı olarak bu düzen içinde rahat bir y aşam sürdürebilirdi. O da eliy le itti ve dev rimci saflara koştu. Halkıy la iç içe yaşadı. Bedeniy le, beyniy le duy du bu hazzı. Ve Ay şe... Onlar sömürüşüz bir düny a için ellerinden ne geliy orsa hünerlerini katarak ördüler dev rimin sanatını ilmek ilmek. Örgütlüy düler. Böy le bir canav arı ezmek için kenetlenmek gerektiğini, yaşamın her alanında hem de sıkı sıkıy a kenetlenmek gerektiğini bildikleri için örgütlendiler, hiç kopmama-casına. Kendi düzenini hakim kılmak istey en bu düzenin egemenleri her sef erinde bu örgütlülüğü ezmey e çalıştılar. Ama ne coşkuları ne de üretimleri tükendi, sığlaştı. Baskıların arttığı ölçüde coşkuy la ürettiler. Halk gerçeğini görerek onların yaşamların daki çeşitliliği, renkleri görerek zenginleşti üretimleri. Bu renklerden bihaber olanlar giderek sığlaşırken onlar y eni uf uklara yelken açtılar. İnandıkları değerler uğruna günü geldiğinde en güzel eseri, canlarını v erdiler. Mücadeleyi şehitlikleriy le taçlandırdılar. Halk denizinin küçük damlaları, kendi y ataklarını açan ırmaklar oldular. Onları değerli kılan tek başına şehit olmaları değildir kuşkusuz. Çünkü onlar y aşamları, üretimleri, disip-linleriyle, öğrendikleri v e öğrettikle-riyle kesintisiz bir sürecin sonucunda şehit düştüler. Y ani şehitlik, onlar için bir değerler bütünü oldu. Onların y aşamı v e düşünceleri kav ranamadan ne şehitlikleri ne de tereddütsüz ölmeleri anlaşılabilir. Ama biz, günümüzün if lah olabilecek ay dın v e sanatçılarına -if lah olmazlara seslenmek artık zaman kay bından başka ney e y arar ki- "onlar gibi ölün" demiy oruz. "Onların düşüncelerini, ideallerini, yaşamların ı adadıkları şeyleri kavrayın" diy oruz. "Üreti min, toplu msallaşman ın ne olduğunu böylece anlayacaksınız" diy oruz. Ama tabi bu çağrıy a kulak v ermek onların bileceği bir şey bunu da biliy oruz. •


tav覺 r / analar / nisan '99 / say覺 : 11


B

ir gece vakti rastladım ona. Pamuk saçları rüzgarda dalgalanıy ordu. Issız v e sessizdi sokaklar. Y alnızlığım al mış koynuna, y alınay ak koşuy ordu y ollarda... Gözün-* den y anağına süzülen her gözy aşı damlasında çığlık çığlığa hay kırıy ordu: "Dayanır mı yürek bu acıya? Dayanır mı bu hasrete v e yalnızlığa?"... Sonra bir televizy on ekranında v e bir gazete küpüründe gördüm onu. Acı v e hasretle kavrulmuş y üreğindeki sevgisi, her çığlıkta bir kez daha büy üyen öfkesi v e mezar taşlarım bile çatlatan sabrı okunuy ordu y üzünde. Y aşlanmış elleriy le oğlunu any ordu çöpler içinde. Bilse ki, oğlu şu oky anus içinde, içecek tüm oky anusları bir y udumda; bilse ki, oğlu şu dağlar içinde, delecek, uf alayacak tüm dağlan dişiy le tırnağıy la... Günler günleri, geceler geceleri kov alarken, durmaksızın v e ansızın bir değil, beş değildi y iten ev latlar. Y itip de kay bolan, yitip de gerisinde büy ük bir sev da ve özlem bırakan... Ansızın çıkageldi bir gün. Çığlık çığlığa büy üy en öfkesi söz olup zalimlerin v e işbirlikçilerin y üzüne patlıy or, el olup y akasına y apışıy ordu... Evladının sev dasını miras bilmişti kendisine. inancım rehber etmiş, y oldaşım sırdaş bilmişti. O gün anladım ki, ıssız v e sessiz değilmiş y alınay ak adımladığı sokaklar. Koy nunda sır gibi sakladığı y alnızlık değilmiş. Mily onlarla beraber, milyonlarca kez çoğalan anaların ilk evlatlarım doğurdukları anın sev inciyle sakladığı o en büy ük serv et; umutmuş... Umutludur analar. Düny ay ı y eniden y aratacak olan ellerin v e y üreklerin anaları, düny anın en mutlu ve gururlu kadınlarıdır ay nı zamanda. Bir gün de-ğil, bir ömür bile y etmez bu duy guyu pay laşmay a. Ama y ine de kadın olarak "senede bir günü" v ardır onların da. Sonbaharın y aprak y aprak dökülen, sara-np da solan hüznüne değil, y eni doğumların, y eni f ilizlerin ve tomurcukların sev incine adanmıştır bu gün. 8 Mart, tüm "Dünya Emekçi Kadınlar"ının günüdür. En başta da "insanı

yaratan emeğin sahibi" emekçi analarımızın günüdür... Tarihe adlarım altın harf lerle nakşeden, direniş destanları y azan kadınların günüdür 8 Mart; 1857 y ılında sokaklara dökülen onbinlerce New Y ork'lu kadın dokuma işçisinin, Şey h Bedreddin'le birlikte zalimlere karşı sav aşan Hakikat Bacıları'nın, Ulusal Kurtuluş Sav aşı'nda kucağında çocuğuy la cephey e mermi taşıy an; Elif Ana'lann, Kara Fatma'ların, Şerife Ba-cı'ların, Kürt halkının kurtuluş mücadelesinde silah elde sav aşan Bese'lerin günüdür. 8 Mart; alnında kızıl bant, ev -latlany la birlikte ölüm orucuna y atan Nadire Ana'lann günüdür. Paranın kadınlık, analık duy gulan-m güdükleştirdiği, kendi çocuklarına bile gerçek anlamda sev gi gösteremey en, saf ve temiz duy gular beslemeyen, burjuv azinin her türlü y ozluğunu, ahlaksızlığım taşıy an kadınların günü değildir 8 Mart. Çirkindir onlar; çirkin v e umarsız. Emekçi kadınların, analan-mızın çocuğunu büy ütür gibi emek verip büy üttüğü kav ga gününü çalan, ruh v e düşünce çirkinleridir. "Emek" y oktur onların düny asında. Kadın olmanın erdemlerini ahlaksızca tükettikleri gibi, günün anlam ve önemini de y ok ermişlerdir. Emeğe de, emekçiye de, tarihte destan y azan, direnen kadınlara da, ev ladım karanlık dehlizler de y itirmiş ama umudunu hep saklı tutmuş analarımıza da düşmandırlar onlar. Her 8 Mart'ta televizy on ekranlarında, gazetelerde boy boy y eralırlar yine de. Bas bas bağınrlar "Dünya Kadınlar Günü" diy e. Cinsel özgürlüktür istedikleri. Fuhuşun meşru olmasıdır y ani. Ahlaksızlıktır, namussuzluktur... Burjuv azinin temsilcisi "Papatyalar"dır, sosyete kadınlardır onlar. "Kadınlar er keklerden üstündür" diy e tutturan v e her türlü ahlaksızlığ ı sav unan Feministlerdir. "Mor Çatı'lılar, burjuv a kokanalar, "Dünya Yerinden Oynar Kadınlar Özgür Olsa" diy e hoplay ıp zıplay an, ney i nasıl sav unduğu belli olmay anlardır. Oysa acı v ardır Anadolu kadınının y aşamında. Gün y üzü görmemiştir çünkü. Ekmek alacak parası, çocuğuna tavır / analar / nisan '99 / sayı: 11

v erecek sütü y oktur. Anadolu kadimdir bu ızd ırabı y aşayan, bizim analanmızdır. Elektriğin v e telefonun ulaştığı köy lerimizde, hipermarketlerin açıldığı, tramv ayların geçtiği kondularımızda bu ızd ırabı y aşamaktadırlar hala. Böy lesi ızd ıraplar y oktur burjuva kadınların düny asında. Barlar, diskolar, konken masaları, aerobik salonları, lüks v e şataf at v ardır. Daraltılmış, karartılmış, ardan ve namustan arındırılmış düny aları onların olsun. Mily onlarla zenginleşen v e "emek" ile güzelle-şen y arınlar, bizim ve bizim analarımızın olacaktır. İlmek ilmek örülen, sayfa sayfa yazılan Anadolu ihtilali destanımızın en nadide kahramanlarıdır analarımız. Açlık ve y oksulluğa, kıtlık ve kıy ıma mahkum edilmişlerdir bir ömür boy u. Ama hiç bir zaman onurlarım y itirme-mişlerdir. Onlar için özgürlük, cins sorunu değildir. Koca day ağı da değildir. Akşamlan yalnız başına sokağa çıkmak hiç değildir. Zulümdür, y oksulluktur, sokak ortalarında coplanmaktır, bir-iki gözlü konduy a bile sahip olamamaktır sorunları. Sorunları, ev ladının kay bedilmesidir karanlık dehlizlerde; işkencelerde ev ladının çığlıklarım duymak, evladı öldürülmesin diye sabahlara kadar beklemektir hapishane önlerinde. Sorunu erkeklerle değil, bu düzenledir. Bu düzenin sahipleri ve bu düzenin koruy ucu ve kollay ıcılarıy ladır. Direnişlerde, işgallerde, mitinglerde, ölüm oruçlarında en öndedirler bu y üzden. Kav ganın içinde, dev rim mücadelesindedirler. Tüm halkla kol kola, omuz omuzadırlar. Y ıllarca binbir emek ve özenle büy ütüp kavgay a gönderdikleri ev latları, bir gün şehit ya da tutsak düştüğünde, kendileri doldurur y erlerini. Analarımızd ır onlar bizim; koy nunda evladının acısını umutla y ıkay an Kavga Anaları... Oğullarından, kızlarından öğrenmiştir analarımız kararlı olmay ı. Kararlılık, cüret v e cesareti zaf ere eş tutarlar. Katillerin tekmeleri, yumruklan alfanda gözaltına alınd ıklarında hay kırırlar: "Biz Kazanaca ğız" diy e. Umutsuzluğun, y ılgınlığın kol gezdiği günlerde her zaman diri tu-


tarlar umutlarını. Ev latlarına boy un eğmey i lerce dev rimci tutsağın sesiyle halay a dur- y arlıdır analarımız. İçlerinden koparıp alıdeğil, ay ağa kalkmay ı öğütlerler. Eylül ka- muş gibi coşkulu ve canlıdır halkımız. Her nan parçay ı aramaya koyulurlar kapı karanlığında katilerin y akasına y er kavgay a durmuştur. Gündüzleri hep bir- pı. Ama asla dilenmezler, el-pençe divan y apışıp hesap soran onlardır. TAY AD y akıl- likte söy lenen türkülerle inleyen sokaklar, durmazlar hay dutların karşısında. Çünkü dıktan sonra Gayrettepe'deki Emniy et Mü- geceleri y angın yerine çev rilmiştir. Y üzlerce hesap sorulmalıdır gencecik fidanlara kıdürlüğü'ne giderek ellerinde benzinlerle "Biz can, açlığın koy nunda kucaklamaya hazır- y anlardan; onlara böy le acıları tattıranlarde burayı yakacağız" diy en de onlardır... Y e- lanırken ölümü, analarımız da saf tutar bu dan... ri gelir katillere kan dolu şişeleri f ırlatıp "Dök- kavgada, sahiplenirler ev latlarını. Gözaltına 1992 y ılında düzenlenen katliamlar ve tüğünüz her da mla kanın içinde boğacağız alınmalarına, işkenceden geçirilmelerine, kay ıplarla ilgili kampanyamıza katılan, sizi" derler. Y eri gelir Ankara'y a, zulmün hakaretlere uğramalarına rağmen hergün Çankay a'y a, Cumhurbaşkanı Süley man başkentine y ürür, hesap sorarlar. Örneğin ey lemden eyleme koşarlar. Nasıl unutulur o DEMİREL'den hesap sormay a giden anaKurtuluş Gazetesi satarken katledilen İrfan günler? Bir görüş günüdür. Geriy e kalan larımızın içinde, açlık grevine de katılan AGDAŞ'ın annesi Şükran AGDAŞ, yazma- ömrünü oğluna ve oğlunun düşüncelerine Kudi Ana da vardır. Kudi Ana Dersim şesına işlediği umudun y ıldızının coşkusuyla adamış Cemile Anamız hapishane önün- hitlerimizden Mürsel GÖLELİ'nin anasıdır. tüm analar gibi mey dan okur zalimlere: "Bi- dedir y ine. Belki son kez görecektir oğlunu. Rahatsız olduğundan açlık grevini bırakleği mizi sarsabilirler ama asla kökünden kı- "Yıllardır sarıla madığ ım oğlu mu, öpüp de ması istenir. Kudi Ana sinirlenir bu istek ramazlar. Bugün tempo tutan ellerimiz, yarın koklayamadığım evladımı bir daha göreme- karşısında: "Bana hastayım diye açlık gresilah tutacak. Çünkü biz halkız, çok acı çek- yeceğim" diy e geçirir içinden. Diğer anala- vini bitir dediler. Niye bitireceğim? Ne için tik, çok öfkeliyiz, çok kızgınız. Ve bir gün rımızla birlikte açık görüş isterler, son kez gittim oraya? Bırakma m. Bu çile kaç seneayaklanıp tepedekileri alnından vuracağız. görmek için ev latlarını. Savcı, "Gidin oğul- den beri çekiliyor. Oğullar kalksın bu müBunun başka bir alternatifi yok. Olacağı bu- larınızı ikna edin, ölüm orucunu bıraksınlar" cadelenin içine girsin, yoksa halkın bu çiledur, giden yol budur. Bir gün tüm şehitleri- der. Cemile Anamız bilir bunun kötülük ol- si bitmez. Ölümse bu yoldan gelsin. İçerim mi zin, tüm çektiklerimi zin hesabını soraca- duğunu. Oradaki tüm analarımız düşmana unutma z onların yaptıklarını, iki gün yatainat "Direnin, direnin" derler ev latlarına. rım, üçüncüye yine gelirim." Y aşı pek çok ğız. O gün çok yakındır." "Arkanızda yız. Size kurban oluru z. Size anamızın y aşmdan fazladır Kudi Ana'nın. Güzel günler uzak değildir onlar için. başımız fe-da.''diyen Cemile Ana, tek tek Hastalıklan artmıştır. Maddi durumu da iyi Mücadele içinde görmüşlerdir bunu. Ve Ölüm Orucu direnişçilerinin ellerini öpmeye değildir. Y okluk-y oksulluk çekmektedir. yine mücadele içinde yalnız olmadıklarını kalkar. Ağlar Cemile Ana. Gözy aşı döke Ama O, durdurak bilmez. Ey lemlere katılır, görmüşler, kendi gibi sinmiş, duyarsızdöke sarılır ev latlarına. Ölüm Orucu dire- gözaltılar, işkenceler görür. Açlık grevleri laşmış insanların kısa zamanda değişebinişçilerinin "Ana, düşmanın karşısında y apar... leceklerine inanmışlardır. Çok güçlü görgözyaşı dökülme z." sözü üzerine bırakır dükleri dev letin, aslında ne kadar güçsüz Onlar, zulmün, y oksulluğun, acıların tüm analar ağlamay ı. O anda kurur olduğunu, çürümüş düzenin y ıkılmaması y ıkamadığı, boy nunu bükemediği kav ga gözpınarlan. Görüş biter v e analar hep biriçin hiçbir neden olmadığını kendi düzey analandır. 8 Mart Düny a Emekçi Kadınlikte zaf er işareti y aparak çıkarlar hapishaleriy le öğrenmişlerdir. lar Günü'nde kadın olmanın, ana olmaneden. Düşman şok olmuştur. Savcının 1 9 8 4 v e 1996 Ölüm Orucu direnişlenın onurunu dimdik ay akta tutan onlar"dahiyane" planı analarımız say esinde bodır. 8 Mart; evlatlarını onurlu, insanca bir ri, analarımızın kararlılığ ının düşman karzulmuştur. Sonuçta, bir kez daha diz çöktüşısında bilendiği, kat be kat arttığı süreçler y aşam için yetiştiren ve şehit v eren anarülür düşmana, Ölüm Orucu zaf erle sonuçolmuştur. 1 9 8 4 Ö l ü m Orucu'nda "Çolarımız; Kudi Ana, Müşerref Ana, Cennet lanır. Analarımızın ay larca süren eylemlilikcuklarınızla konuşun, disipline uysunlar, Ana, Nadire Ana, Güzel Ana, Bese Ana, leri de son bulur. Şükran Ana v e daha nicelerinin halklasiz de rahat edersiniz, biz de" d i y e n subay a "Benim oğlu m, kızım, bizi m çocuklaNasır bağlamaz ki yürek, acı acı üs- rımızın kurtuluş mücadelesine güç v eren rımız arkadaşlarına ihanet ederek yaşaya- tüne binince. Y ine y iter canlar. Y eni bir sahiplenmesinde; 8 Mart, şehit düşen, caksa hiç yaşamasın daha iyi, onu gör- saldın dalgasıdır gözaltında kay ıplar. Y ü- ev latlarını kara toprakta da y alnız bırakmeye bile gitme m." diy en analarımız, reğinden bir parça alsanız, koparıp gömay an analanmızın, Cev riy e 1996 Ölüm Orucu'nda y erlerini Nadire türseniz ciğerini bir insanın, nasıl aa duY ANAT'ların, Emine AKDEMİR'lerin, Asiy e MAN-GA'lann, Cemile Ana, Güzel Ana, Cev riye Ana, Ay ten Ana y ar kimbilir? Y a ev ladını çalsanız bir v e diğer analarımıza bırakmışlardır. ananın, koparıp alsanız ev ladını en v eÖZCAN'lann, Ayten KERİMGİLLER'lerin rimli çağında. Nasıl acı duy ar? Nasıl güy aşh bedenlerini ev latlarına kav gada si1996 y ılının Temmuz ay ıdır. Güneşin ler, nasıl eğlenir, nasıl y er, içer?.. Duper eden inançlarında y aşıy or... y akıcı berraklığı ay dınlatır tüm ülkemizi. Hapishanelerden haykıran bin-

8 Mart halkın kurtuluş kavgasını büy üten analarımıza y akışıy or... tavı r / analar / nisan '99 / sayı : 11


grup y or u m

Kucaklaşma Enstrümantal

14.

y ılımıza y eni bir kasetle girdik. 1999, Grup Y orum'un 14. y ılı. "Kucaklaşma", 1985'ten 1999'a uzanan 14 y ıllık zincirin y eni bir halkası. Müziğimizde y eni bir köşe taşı.

y ılabilir. "Enstrümantal", sözsüz müzik olması y anıy la v e duy guy u, if adey i müziğe y üklemiş olması y anıy la alışılanın dışında bir biçim. Daha önce y ine bu sütunlarda sizlere aktardığımız y azılar ımızda "Artık Çağdaş Halk Müziği de miyoruz", "Çağdaş Halk Müziği müziğimi zi tanımla maya yetmiyor" derken işte bu gerçeğin altını çiziy orduk.

Biçime ve içeriğe y önelik tartışmaların içinden çıkan "Boran Fırtınası"nın ardından y ine dinleyicilerimizin alışık olmadığı y eni bir çalışmaya y öneldik. Bu çalışma da ay nı tartışmanın içinde doğdu. Y aşamın v e mücadelenin çeşitliliği, y aşamı v e mücadeley i türkülemey e çalışan bizleri de değişik biçim tartışmalarına, daha güçlü ya da daha y erinde ifade y öntemleri aramaya itiyor. "Destan", bu tartışmanın ilk ürünü sa-

Müzik dilinin önemli if ade biçimlerinden olan "enstrümantal/sözsüz müzik", bilindiğinin tersine Anadolu'y a da uzak değil. Anadolu'da sözsüz v e hatta oy unsuz pek çok halk türküsü vardır. Bazen tek bir enstrümanla bazen de birkaç enstrümanla beraber çalınabilir. "Kaytağı", gibi türküleri buna örnek gösterebiliriz. Enstrümantal ya da başka bir

tavır / kucaklaş ma / nisan '99 / sayı: 11

anlamıy la sözsüz müziğin kendine has bir anlatım biçimi olduğuna inanıy oruz. Enstrümantal müzik, özellikle göze day alı sanat ürünleriyle beslendiğinde -sinema y a da dia gösterisi gibi- etkisi daha da artıy or. Enstrümantal müzik, konusunu, duy gusunu kendinde taşır. İçerikten daha çok biçimle ilgilidir ve bu y anıy la değerlendirildiğinde zaman zaman sözlü müzikte geri planda kalabilen pek çok enstrümanı ve bu enstrümanların ifadesini öne çıkartır. Sanatçı v e dinley ici arasında sözsüz bir iletişim aracıdır. Y ıllardır sözlü v e sözsüz olarak müzik üretimi y apıy oruz. Bu kez sözsüz çalışmalarımızı dinley icilerimizle paylaşmak istedik. Zaman zaman albümlerimizde sözsüz biçimiyle y a da şiirlerin ve metinle-


Bağlama: Grup Yorum, Grup Ekin, Engin Arslan Cura: Grup Yorum Kopuz: Erkan Oğur Kav al: Grup Yorum, Sinan Çelik Kemence: Temel Çavdar Klasik Gitar: Grup Yorum Mey: Deniz Selman Duduki: Ertan Tekin Buzuki: Grup Yorum E-Bow , Perdesiz Gitar: Erkan Oğur Akustik Gitar: Grup Yorum, Erdinç Şenyaylar, Murat Köseoğlu Elektrik Gitar: Erdinç Şenyaylar, Selçuk Mısırlıoğlu Bass. Grup Yorum, İsmail Soyberk, Şuayip Yeltan Flüt: Grup Yorum, Celal Kara Piccolo Flüt: Celal Kara Obua: Celal Akatlar, Sezai Kocabıyık Klarinet: Göksun Çavdar Fagot: Kaan Yalçın Trompet: Şenova Ülker Trombon: Levent Çoker Keman, Viyola, Çello: İstanbul Yaylı Çalgılar Topluluğu, Saim Perker Yaylı Grubu, Kalan Müzik Orkestrası Kontrbass: Kalan Müzik Orkestrası, Mahmut Yalay Arp: Şirin Pancaroğlu Tuşlu Çalgılar: Grup Yorum Dav ul: Grup Yorum, Volkan Öktem, Cezmi Başeğmez, Hasan Bitmez Percussion: Grup Yorum, Diler Özer, Vedat Yıldırım, Serdar Erbaş Soprano Vokal: Nurdan Kızıldeli Tenor Vokal: Timur Doğanay Diğer Vokaller: Grup Yorum

rin altında kullandığımız enstrümantal çalışmalarımızı y eni çalışmalarımızla bu kez ay nı albümde toplamış olduk. "Kucaklaşma"da; kav aldan meye, bağlamadan kemençey e kadar hemen hemen bütün Anadolu; kemandan obuay a, piy anodan gitara v arıncay a kadar da pek çok batı enstrümanına y er v erdik. Müzikal f ormlar açısından bakıldığında da "Kucaklaş-ma"da pek çok f orm var. Türkü, şarkı, marşın y anı sıra daha çok f ilm müziklerine y ansıy an v e senfonik f ormlara yakın çalışmalarımız da v ar. Zaman zaman insan sesleri ile de beslediğimiz bu çalışmanın en zor y anını düzenleme aşaması oluşturuy or. Ülkemizde, kulağı genel olarak sözlü müziğe alışkın bir dinley ici kitlesi bulunduğu göz önüne alındığında, bu zorluğun önemi daha çok ortay a çıkıy or. Sözlü çalışmalarda parçanın y ükünün bir kısmını söz taşıyor. Burada söz de olmay ınca birçok enstrümanı hem ay rı ay rı hem de bir bütün halinde değerlendirmek v e birbiriy le kay naştırmak zorundasınız. "Kucaklaşma", bu y anıy la da söze v erdiğimiz önemi müziğe, düzenlemey e de v erip v ermediğimizin bir göstergesi olarak değerlendirilecek. Kasette 21 enstrümantal şarkı y er alıy or. Bunların çoğu "Göç Destanı", "Kucaklaşma", "Naz Barı", "Sasa Horonu" gibi daha önce albümlerimizde y er v erdiğimiz çalışmalarımızdan oluşuy or. Ayrıca, daha önce albümlerimizde şiir y a da metinle birlikte kullandığımız çalışmalarımızın tekrar mix edilerek düzenlenmiş halleri de v ar. "Boran Fırtınası", "Sibel Yalçın Destanı"', "Sahnedeydi İdil ve Ölü me Açılıyordu Perde" gibi. "Ce- mo " v e "Bir Ömür de..." eski bi-çimleriyle düzenleme y anıy la değerlendirildiğinde Y orum tarihi

Düzenleme: Grup Yorum tavır / kucaklaşma / nisan '99 / s ayı: 11

içerisinde öne çıkan çalışmalarımızdan. "Ce mo" v e "Bir Ömür de..."yi eski biçimleri üzerinde küçük değişiklikler y aparak v e solist bölümlerini de enstrümanlara pay laştırarak tekrar mix ettik. "Devrim Yürüyüşümüz Sürüyor" ise en baştan ele alınarak y eniden düzenlendi, çalındı v e mix edildi. Bunların y anı sıra ilk kez bu albümde y er v erdiğimiz "Hasret", "Emek" ve "Gün Karanfil Kokuyor" isimli üç yeni çalışmamız da var. "Kucaklaşma"da y er alan enstrümantallerin çoğunun daha önceki y ıllarda kay dedilmiş olması stüdyo çalışması aşamasında bizim için kolay lık sağladı. Üzerinde değişiklikler yaptığımız bazı parçalar v e y eni parçalarla birlikte bütün aşamalarıy la yaklaşık 150 saatlik bir stüdy o çalışmasıy la hazırlandı bu albüm. Eski kay ıtlarla birlikte değerlendirilecek olursa, 3 ay rı stüdy oda y aklaşık 400 saatlik bir çalışmanın ürünü "Kucaklaşma". Elimizdeki tüm olanakları kullanarak çalışmalarımızın tamamını tüm dinleyicilerimize ulaştırma çabamıza rağmen teknik nedenlerden ötürü bazı sorunları aşamıy oruz. CD'de y aklaşık 72 dakika v e 24 parça varken kasette y ine yaklaşık 66 dakika ve 21 parça v ar. Bundan önceki albümlerimizde de buna benzer sorunlar çıkmıştı. Bizim dışımızda y aklaşık 50 kişiden oluşan bir müzisy en v e teknisy en ekibin katıldığı bu çalışma, yine kolektif çalışmanın olumlu bir örneği olarak tarihimize geçecek. "Kucaklaşma", değerlendirmesini biçiminin f arklılığından dolay ı- daha çok dinley icilerimize bıraktığımız bir albüm. "Kucaklaşma", sesimizi boğmay a çalışanlara inat y epyeni bir ses. Bu sevinç hepimizin olsun.


v o l k an yı l dı z

Kopuzdan Saza

İSYAN EZGİLERİ "Dede m Korkut geldi. kopuz çaldı, gazi erenlerin başına neler geldiğim anlattı. Hani övdüğümü z bey erenler dünya benim diyenler ecel aldı, yel gizledi ölü mlü dünya kime kaldı geli mli gidi mli dünya son ucu ölümlü dünya(l)

H

enüz ilkokul çağında iken küçücük kitaplara sığdırılmış Dede Korkut hikay elerinin içine girer, dedelerimizin-ninelerimizin kulaklarımıza f ısıldadığı bir masallar diy arına v arır, bir y anda Tepegöz misali canav arların, diğer yanda ise bir yumrukta boğaları dev iren delikanlıların y aşadığı bir geçmiş zaman yolculuğuna çıkardık. Y olculuk esnasında, destanın anlatıcısı Dede Korkut, elimizden tutar, bu gizemli düny ada bizleri gezdirirdi. Hikay enin sonuna geldiğimizde ise Dede Korkut iki telli kopuzunu eline alır, boy boy ları soy soyları ef saney e son noktay ı bilgece koyardi. Her destanın bitiminde Dede Korkut'un elinden düşmey en kopuzun geçmişi Türkler'in Şama-nist inanca sahip olduğu dönemlere dek uzanıy or. Tarihçiler bu geleneği Orhun Y azıtları'ndan daha geriy e, yaklaşık iki bin y ıl öncesine day andırırlar. Kırgız

şamanlarına ait bir ef sanede şa-manlara kopuz çalmay ı v e türkü söylemeyi öğreten kişi olarak Dede Korkut adının geçmesi de kopuzun geçmişi hakkında bizlere bir f ikir verebiliy or. Şamanların din adamları olan Baksı'lar, düzenledikleri dinsel ay inlerde kötü ruhları kovmak için kargışlar okur, kopuz çalarlardı. İbadet v e ay inlerde Baksı'nın çaldığı kopuz eşliğinde ilahiler söy lenir, semahlar dönülürdü. Dede Korkut'un misy onuy la birlikte düşünüldüğünde kopuzun hem dinsel hem de toplumsal bir işlevinin olduğunu bu hikay elerden çıkarabiliy oruz. Kopuz, y urt sev gisini, insana ait ahlak, erdem, doğruluk, yiğitlik gibi duy guları, sevinci, acıy ı, y ani y aşamı v e ölümü dile getiriyordu. Savaşlarda y iğitlik gösteren delikanlıları toplumu sarsan büyük sav aşlar şamanlar taraf ından kopuz eşliğinde halka duy uruluy ordu. Bugünkü sazın atası say ılan kopuz, y ayla çalınan (okça kotavır / isyan ezgileri / nisan "99 / sayı: 11

puz) v e mızrapla y a da parmakla çalınan (kolca kopuz) olmak üzere ikiy e ay rılıy ordu. İki telli ve bir hey beye sığacak kadar kısa olan kopuz Türkmenler'in sav aşçılığın ı, töresini, tarihini anlatır, dinsel v e toplumsal bir simge olarak hem bir heybey e sığacak kadar kısa olan kopuz hem bir ermişlik hem de ululuk simgesi say ılır, kopuza v e şamana kutsallık atfedilirdi. Asya'dan Anadolu'ya, Kopuzdan Saza Derken bir gün, Türkmen aşi-.retleri Uzak Asya'dan kalkıp, oba oba, soy soy uzun bir y ürüy üşe çıktılar. Omuzlarında heybeleri, sırtlarında y urtları y ani çadırları, bir ellerinde kopuz diğerinde kılıçlarıy la Anadolu'y a girdiler. Kopuz sesi tamburay a, curay a karıştı. Türkmen'in göçüy le birlikte Nurhak'lara, Teraslama, Canik'lere, Ilgazlar'a, Bozdağlar'a ulaştı. Her biri Türkmen gelininin el emeği, göz nuru, alınteri olan, binbir renkle iş-


lenmiş kilimlerle döşenen keçe kılından çadırlar dağ başlarına kuruldu. O güne dek halkın hey besinden eksik etmediği, hep baş köşeye koyduğu kopuz, Anadolu'y a da damgasını v urmaya, kopuzla birlikte halkın inanışları, kültürü, töresi dört bir y ana y ay ılmay a başladı. Bunda en büy ük etken de ellerinde kopuzlarıy la Horasan'dan Anadolu'ya giren tekke ozanları oldu. Ozanlar bir lokma ekmek ve bir hırka ile obalardan köy lere, dağ-taş demeden geziyor, ezilen halka tarikatlarının öğretilerini y ay ıyorlardı. Ellerinde kopuzlarıy la Dede Korkut geleneğini sürdüren . bu derv iş ozanları, Orta Asya'daki şaman-larıy la bir tutanı ay inleri y öneten v e y önlendiren BaksılarTa özdeşleştiren Türkmen halkı onları can kulağıy la dinliy or, giy iminden-kuşamına, y emesinden-içmesine,

derdinden-tasasına kadar kendinden ay rı görmediği bu ozanlar büy ük değer veriy or, ozanlar da halkın gözü-kulağı oluy ordu. Kısacası büyük göçle birlikte ne kopuzun ne de ozan ın değeri a zalmamış. Türkmen halkı kısa zamanda ozanlara v e deyişlerine kutsal bir kimlik kazandırmıştı. Omuzlarından aşağıy a dökülen saçları, bellerinde kalın kemerleri, bir elinde pala, diğerinde ko-puzlarıy la obaları gezen ozanlar tıpkı Orta Asy a'da olduğu gibi gittikleri her y erde obanın ileri gelenlerince karşılanıy or, "Boyumuza konaklamak onurunu bağışlayan yüce ozanlarımızı oba mızın şö lenine hoş safaları güzel ağazı do yulmaz sadalar getirdiniz. Boyumuz buyruğunuzda, oba mız uyruğunuzdadır" sözleriy le otağa dav et ediliyor, çadırlardaki baş postlar onlara ay rılıy ordu. Çünkü ozanların bir obay a uğraması, tavır / isyan ezgileri / nisan '99 / sayı: 11

58

o oba için büyük bir onur kabul ediliy ordu. Oba halkı ozan ı ko nuk etmek için birbiriy le y arışıy or, ozanı ev ine, çadırına konuk etmey i başaranlar bu onuru kuşak kuşak taşıy orlardı. Ozan obay a geldikten sonra sohbetler ediliy or. Ozan; gezdiği gördüğü y erlerden son haberleri anlatıy or, halkın sorunlarını din liy or, tartışmalara katılıy ordu. Sohbet sonrası ozan kopuzunu eline aldı mı oba halkı onun çevresinde halka oluy or, kopuzun tellerine parmaklarının dokun-masıy la birlikte yediden yetmişe bütün insanlar pür dikkat kesiliy ordu. Oba halkı can kulağıy la dinliyordu ozanını. Destan uza-sa, geceye sarksa da, çocuklar dahi gözlerini kırpmadan ozan ı dinliy ordu. Kimi zaman bu destanlar günlerce hatta haftalarca sürebiliyordu. Böy lesi zamanlarda oba halkı y iy eceğini, içeceğini


destanın anlatıldığı y ere getiriy or, ozanlarıy la birlikte yemekler y eniliy or, kımızlar içiliy or v e ardından destanın dinlenmesine devam ediliy ordu. Ozan, obadan ay rılacağı zaman y ine sev gi gösterileriyle, çeşitli armağanlar v erilerek uğurla-nıy ordu. Destan sonrası ozanlar f azla durmaz, kopuzunu hey besine koy ar ve omuzunda hey besiy -le dağlara v ururdu kendisini. Ozan v e kopuz birbirinden ay rılmaz iki parçay dı. Kopuz, can y oldaşıy dı ozanın. Derdini, öfkesini, umudunu, sev dasını, sazın tellerine y ükler, nereye gitse yanında taşır, kopuzuy la yatar, kopuzuy la kalkardı. Bir hey bey e sığacak kadar küçük olan kopuzun boy utları elbette göçebe y aşam tarzının bir sonucuy du. Sulak y erler, gür otlaklar bulmak için sürekli göçebe bir hayat süren, geçimini akıncı-lıkla sağlay an bir halkın, kimi zaman atlı, kimi zaman y ay an dağ-taş, deretepe demeden dolaşan bir ozanın çalgısı, o toplumun ekonomik ve siy asal y aşamından bağımsız olamazdı zaten. Asy a'dan, Anadolu'y a göçen kopuz, bu y eni yurtta değişimlere uğramay a başladı. Kopuzdan saza süren değişimin öy küsü göçebelikten y erleşik hayata geçişle paralel gitmeye başladı. Ama bu değişim, Türkler'in, Anadolu'y a gelmeleriy le birlikte hemen başlamış değildir. Çünkü Türkmenler, y üzlerce y ıl dağlarda kalmış, zulme inat düze inmeyi reddetmişlerdi. Bu uzun süreç içerisinde kopuz varlığını korumuş, türünün gelişmiş bir örneği olan sazla birlikte Anadolu halkının v azgeçilmez bir çalgısı olmay a dev am etmiştir. İki telli ve heybey e sığacak kadar küçük olan kopuza göre daha büy ük v e üç çift telli olan saz, tekne v e sap olmak üzere iki kısımdan oluşuy ordu. Y arım armut

biçimindeki tekne, başta kara dut olmak üzere, kestane, gürgen gibi ağaçların içinin oy ulmasıy la yarılıy or, teknenin üzerine eşiğin y eraldığı v e genellikle düzgün ely apılı köknar tahtasına y apılan göğüs geçiriliy or, ses sistemine uy gun perdelerin konulduğu sap kısmı ise ıhlamur v e ardıç gibi hem ely af, hem hafif, hem de za manla eğilip bükülmey en ağaçlardan y apılıy ordu. "Niyaz ehlindeniz sanma zahit/ meşhur-u cihandır nazımız bi zim/ sözümü z mutlaka canana ait/ en el-hak çağırır sazımız bi zi m" dey işinde olduğu gibi ozanların şiirlerine de konu olan sazlar, zamanla kopuzla birlikte v e önemi daha da artarak Anadolu kültürünün v azgeçilmez bir çalgısı oldu. Aşıklar Yollara Düşmüş İse... Kopuzdan, sazın tellerine uzanan tarih; y iğitliğin, isyanın kendisiy le özdeşleşmişti. Anadolu'da halkın başı ne zaman sıkış-sa, zalimler ne zaman kanlı ellerini halkın ekmeğine uzatsa, aşıklar da ellerinde sazlarıy la y ollara düşerlerdi. Aşıklar y ollara düşmüşse, memlekette zulüm v ar demekti. Gerçek aşık bu yolda / can ile baş koyandır / sen daha aşık isen / bakma gel kenareden Aşıklar y ine yollara düşmüştü, Anadolu'nun batı y akasında, Traky a'da Siv as'ta, Bolu Dağları'nda, Toroslar'da, kısacası dört bir y anda halk yoksulluktan kırılıy or; ağanın, bey in, sultanın zulmü altında inim inim inliy ordu. Bozdağlarda Aşık Satu v e Sait Emre, Sivas'ta Pir Sultan Abdal, Bolu Dağları'nda Köroğlu, Toroslar'da Dadaloğlu ve isimsiz nice aşık ellerinde sazları, dillerinde sözleri y ollara düşmüşlerdi. tavır / isyan ezgileri / nisan '99 / sayı: 11

Anadolu kay nıy ordu. Obalar, köyler, kasabalar ay aktaydı. Dağbaşlarında, kasabalarda, obalarda aşıklar dolaşmaya başlamıştı. Saz v e kopuz sesleri ağaçların hışırtısına, çiçeğin, böceğin, kurdun-kuşun sesine karışıy or. Türkmen'i, Rum'u, y ahu-disi, hristiy anı, birleşiy or; obalı-sı, köy lüsü, kasabalısı, dergahta, bargahta, otağlarda ve derbentlerde toplanıy ordu; Nefesler koşmalara, ilahiler, türkülere, y iğit-lemelere karışıy or, isyana dav et ed en kutsal sözler kopuzların, sazların dilinden halka ulaşıy ordu. "Orağınızı iyi bileyin!" diyordu Aşık Kay gusuz, "Ama ekin biç mek için değil, ürettiğinizi elinizden almaya gelecekleri için. Dirgeninizin ucunu bir sivriltin iyice. Ama başakları harmanla mak için değil, emeğinize gö zdikenlerin gözlerini oymak amacıyla." Anadolu'nun batı y akasında derinden gelen bir f ırtınanın ezgisi aşıkların dilindey di. Kopuzu, sazı, curası, bağlamasıy la aşıklar, gönüllere, bilinçlere aydınlık taşıy ordu... Aşık Emre, üzerinde boz bir derv iş abasıy la içeri girdi. Elindeki kopuzu mızrak gibi ay ağının üzerine day anıp, elini göğsüne götürerek bir derv iş selamı v erdi. Börklüce'den iletilmesi gereken sözleri dinledi. "Şi mdi varıp senin yörendeki yoldaşları uyar. Haftaya bugün Menderes bükündeki kurultaya gel. sinler. Kim vuruşacak, kim çalışacak seçeceğiz. Örgütlenip yeni düzeni mizin te mellerini atacağız bir iyice. -He men varayım dedi Aşık Emre -Var sağlıcakla dedi Börklüce Sait Emre sazını kucakladı, hey(2) besini omuzuna atıp dışarı çıktı" Kury elik y apan aşıklar gecegündüz demeden y ol alıy or, istihbarat çıkarılmasında, haberlerin iletilmesinde, isy an muştula-rının taşınmasında önemli gö-


rev ler üstleniy orlardı. Şey h Satu da, Gölgeli Dağla-rı'nda, Bozdağlar'da "yoruldum" demeden, açlığa susuzluğa aldırmadan omuzunda hey besi, heybesinde kopuzu dolaşıp duruy ordu. Aşık Satu obalara, köylere, kasabalara Börklüce'nin isy an sözünü iletiy ordu. Son obay a geldiğinde nef es nefeseydi. Etraf ına toplanan halk, onun içi gülen gözlerine merakla bakıy ordu. Bir an aşığın nef eslenmesini beklediler. Aşık Satu da etraf ını şöy lece bir süzdü. Börklüce'nin selamını iletti. "Vakit irişti!" diy ordu Börklüce. Gay rı dav ranma zamanıy dı. Aşık v e saz bir kez daha Anadolu halkının isy anıy la özdeşle-şiyordu. Orta Asy a'dan Anadolu'y a, şaman ay inlerinden kutsal cemlere, y iğitlikten isyana uzanan bir zincirin kopmaz halkaları olmay a dev am ediy ordu. Anadolu'da zulüm oluy or, aşığın sazın da buluy ordu y ankısını. Obalarda umut büyüy or, aşıklar sevinçli hav alar çalmaya başlıy ordu, v akit irişiyor, aşıklar, omuzlarında sazları y ollara düşüy or, haber getirip, haber götürüy orlardı. Obalar ay ağa kalkıy or, cenge tutuşuy or, aşıklar ellerinde sazları v e kılıçlarıy la er mey danına koşuy orlardı. Saz bir silah, telleri isy anın dili, aşıklar ise isyanın sıradan nef erleri oluy ordu.

bir elinde elma... ihtiyar doluyu uzattı önce, Haydar'a "al oğlum bunu iç" dedi. Doluyu içti Haydar, damarlar ına bir ateş yürüdü sanki, İhtiyar öteki elindeki elmayı uzattı sonra. Elmayı alırken ihtiyarın ovucunun içinde yeşil bir ben gördü Haydar, balkıyıp duran yeşil bir ben. O saat anladı ki, kaşısındaki Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli'dir. Hemen sarıldı elini öptü. Pir, "Oğlu m senin adın bundan böyle Pir Sultan olsun" dedi. "Adın dört bir yana yayılsın sazının üstüne saz, sözünün üstüne söz gel mesin. Al-u evla dın hakkını al mada Tanrı yardımcın olsun. Adını ben verdim yaşını tanrı versin." v e gözden kay boldu. Akşam oldu, gün sabaha açıldı. Hay dar ev e dönmedi. Ailesi konu-komşu meraklandı. Aray a aray a buldular onu. Baktılar Y ıldız Dağı'nın eteğindeki çimenlikte kendinden geçmiş uy umakta. Güzel y üzü köpüğe kesmiş, anladılar, Haydar'ın, Pir elinden dolu içtiğini. Uyandırdılar eline bir saz v erdiler. Can gözü açılan Hay dar sazı alıp, çalıp söy lemeye başladı."' Hakkı seven aşık geçme z mi candan/ Korkarım allahtan korkum yok senden/ Fer man al mış Hızır Paşa Sultandan/ Pir Sultan Abdal'ı asayım deyü

"Sivas ellerinde dağların karı erimedi" diy ordu bir aşık. Türk-menin toprağı elinden alınmış, aşiretleri dağıtılmış, halk kırıma uğratılmıştı. Halk zulüm altında inliy ordu. Düzen bozuk, il bozuktu.

Pir Sultan Abdal Siv as ellerindeki zulmü gördü, bizzat y aşadı. Sonra tıpkı diğer aşıklar gibi düştü y ollara. Vardığı obalarda, köy lerde halka sazıy la ay dınlık v e bilinç taşımay a başladı.

"Haydar yedi yaşındaydı. Bir gün babası koyunları önüne kattı. Otlatmasını istedi ondan. Haydar, Yıldız Dağı'nın eteklerinde sürüyü otlatırken yoruldu. Başını bir taşa dayadı, uyuyakaldı. Düşünde bir ses duydu. Baktı karşısında ak sakallı bir ihtiyar duruyor. Bir elinde dolu

" Biz söylemekte isek, yoksulun davasıyla, doğrunun nefesini söylemeye çabalarız. Bizden öncekiler nicesini söyle miş biliriz. Bizi mki de onlara bir halka ise daha ne isteriz?" diy ordu Pir Sultan Abdal. Pir Sultan'ın sazı-sözü, bozuk düzeni, saray ın zulmünü halka anlatıy or, bu da Osmanlı'y ı korkutuyordu. Çünkü sazın tellerin-tavır / isyan ezgileri / nisan '99 / sayı: 11

de kopup gelen ezgiler saray ın kulağına y eni bir isy anın ayak sesleri gibi geliy ordu. Aşıklar y ine y ollara düşmüş, köylere, obalara v armış, kutsal cemler kurulmuş, semahlar dönülmey e başlanmıştı. Her isy anda, karşısında sazı-kopuzu, aşığı-ozan ı gören Osmanlı, o dönemde saz çalınmasını y asaklayacak kadar düşmüştü. Kadıların, müftülerin "şeytan işi" dey ip, sazı v e saz çalanları sapkınlıkla suçlaması para etmemiş, saz halkın elinden düşmemişti. Çünkü ta Orta Asy a'dan Anadolu'y a koca bir tarih ve kültür, sazın kendisinde y aşıy or, y aşatılıy ordu. Halkın çektiği acıları sev inçleri, isy anları, gelenekleri, töresi sazın tellerinde dilleniy ordu. "Dilek ozandan, bellek toplumdan" diy e boşuna söy lememişlerdi. Türkmen'in kültürü v e tarihi saz eşliğinde sözlü gelenekte kuşaktan kuşağa taşınıy ordu. Sazı y asaklayan f erman uy arınca ev inde, çadırında saz bulunduranlar hapislere atılmay a, cem törenlerinde, toy larda, düğün-derneklerde saz çalanlar kılıçtan geçirilip, ateşlerde yakılmay a başlandı. "Koca" İmparatorluk kopuzlara, sazlara sav aş açmıştı. Sazı için "sefasına da cefasına da dayandım" diy en Pir Sultan Abdal Siv as'ta asılırken, Anadolu'nun bir çok kentinde saz çalanlar katledildi, cem törenleri bazıl ıp insanlar ateşlerde yakıldı. Telli sazdır bunun adı / ne ayet dinler ne kadı / bunu çalan anlar kendi / şeytan bunun neresinde Abdest alsan aldın deme z / nama z kılsan kıldın demez / müftü gibi haram yeme z / şeytan bunun neresinde Ardıç ağacından kolu / Venedik-ten gelir teli / be allahın sersem ku-


lu / şeytan bunun neresinde? (Aşık Derdli) Ama Pir Sultan'ın sazı eller den hiç düşmedi. Düşenin y erini y eni bir maşık aldı. Fermanlara inat kopuzdan saza dökülen isy an ezgileri Anadolu'y u sarmay a dev am etti. Bolu dağlarında Kö-roğlu aldı bu sef er. Yürün beyler yürün şatlar kuşanın / kılıç çekin düşmanlara döşenin / başın kesin beyler ile paşanın / durman hemen çekin göçleri şimdi O güne kadar süren sav aşçı-ozan kişiliğine Köroğlu önder-ozan kimliğiy le y eni halkalar ekledi. Bolu Bey i'nin zulmüne karşı elinde sazıy la nice y iğitlemeler okudu. Sonra bir elinde sazı, ötekinde kılıcıy la bellerde, y amaçlarda y ol kesip tamahkar beylere hörelendi.

okudu. Dememiz o ki, saz v e söz y üzy ıllardır y iğitlik, mertlik işi olarak sürüp gelmiştir. Mert olmay an sazın v e sözün namusuna sadık olamaz. Sonra y irminci y üzy ıla gelindi. Hiçbir egemen güç halkın kopuzunu v e sazını y okedememiş, gelenek Dede Korkut'tan, Pir Sultan'lara, Dadaloğlu'na sürmüştü. Y eni kurulan Türkiy e Cumhuriy eti de Osmanlıdan aldığı geleneği sürdürüyordu. Dönemin egemenleri aşıkları küçümsüy or, türkülerin yerini tangolar, balolar, klasik müzik konserleri, sazın y erini de keman, çello, v i-olonsel, piy ano v b. alıy ordu. Dönemin aşıklarından Aşık Veysel sazıy la Sivas'a inemez olmuştu. Çünkü elindeki sazı gören polis v e jandarmalar hemen sazı almay a, f ırınlarda y akmaya başlamışlardı. Sivas'a saz dayandıramay an Aşık Veysel, sonunda sazla şehire inmemeye başladı. Y ine sazını kaptırdığı birgün Si v as caddelerinde Ahmet Kutsi Tecer ile karşılaştı. Şükrü Ka-y a'nın Dahiliye Vekilliği y aptığı sıralarda Ahmet Kutsi Tecer de Siv as'ta öğretmenlik y apıy ordu. Tecer bir gün Veysel'in elinde sazı göremey ince, "Hani sazın?" di y e sordu. Aşık Veysel de başından geçenleri bir bir anlattı ona. Olay ı duy an Tecer hemen v aliy e çıktı.

Ozanlar, aşıklar diy arı Toros-lar, Osmanlı sultanının f ermanını duy ar da hiç sessiz kalırmıy dı? 19. yüzy ılın ikinci y arısıy dı. Doğdu doğalı Binboğalar, Aladağ, Kozan, Bolkar, Nurhak v e Nur dağlarında dolaşan, toylara, düğünlere, kurultaylara dav et edilen, "Obamız yurdundur. Gel dilendirince, sazını sözünü esirge me bizden." diy e törenlerle karşılanan Dadaloğlu kopuzdan saza, ozandan aşığa uzanan zincirin, ulanıp giden ucuna y eni bir halka oldu. Fermanlar çıkartarak saz çalın masını y asaklay an Osmanlı bu kez de "Vali bey, bugün polisler Aşık Veyseldağlardaki Türkmen aşiretleri düze indir- 'in sazını almışlar, fırınlamışlar. Doğru mey e çalışıy ordu. mu bu?" diy e sordu. Vali, "Doğru" dedi. Dadaloğlu y ine bir obaday dı. Aşiret Tecer, "Neden?" diy e sorunca. "Saz halkı "Vur Dadaloğlu kardeş. Vur savaş çalmak gericiliktir. Saz gerici bir müzik türküleri. Vur sazın tellerine!" dediler, aletidir. Dahiliye Vekale-ti'nden öyle emir (4) Dadaloğlu da bir elinde sazı, diğerinde aldık." diy e cevap verdi. pusa-tıy la hem sav aştı hem de, Kopuz ile başlay ıp saz ile süren sarı "beli mizde kıl ma mız kirmani / taşı tamburanın iki bin y ıllık öy küsü işte böydeler mızrağ ımın temreni / hakkımızda ledir. Baksılar'ın, kamların kopuz eşliğindevlet vermiş ferman ı / ferman padişade söy lediği ilahilerle başlamıştır bu gehın dağlar bizi mdir" diy e sazıy la zulme meydan

lenek. Orta Asya'da kadını-erke-tavır / isyan ezgileri / nisan '99 / sayı: 11

ği ile ateş etraf ında dönülen semahlar Anadolu'y a, Nurhaklara, Toroslara, Caniklere, Bozdağlara taşınmış, gelenek, dey işler, koşmalar, koçaklamalarla kuşak kuşak aktarılmıştır. Kopuz v e sazın tellerinde y aşatılan şey Türkmen'in inancı, isy anı, tarihi v e töre-sidir. Bundan dolay ıdır ki, egemenler her zaman halka zulme kalksalar kopuz v e saz da bundan nasibini f azlasıy la almıştır. Selçuklu egemenleri kadılara, müftülere f etv alar v erdirmiş, kopuz v e saz şeytan işi olarak görülmüş, saldırının bir nedeni ol muş, halka saldırılmıştır. Osmanlı sultanları şey hülislamlarına f ermanlar y azdırmış, saz çalanlar ateşlerde yakılmış. Pir Sultanlar darağaçlarına çekilmiştir. Türkiye egemenleri sazı f ırınlamakla işe başlamış, Sivas'ta onlarca ozanı, sazını y akarak katliamlarına dev am etmiştir. Selçuklu y ıkılmış, Osmanlı y ıkılmış ama sazın tellerinden dökülen isyan ezgileri çağdaş ozanların dilinde söy lenmeye dev am edecektir. Çünkü kopuz v e saz bir halkın umudunu isy anını simgeliy or. Bu umut ve isyan bugün de ozanlarımızın dilindedir, ozanlarımız bugün de y ollara bellere düşmüş, umudun türküsünü söylüy orlar, çünkü bugün de zu lüm v ar memlekette, çünkü bugün de umut ve isyan türküleri koca bir halk korosunca çalınıp, söy lenmey e dev am ediyor.

KAYNAKÇ A 1) Dede Korkut Adnan Binyazar-Sayfa 1 9 5 2) Azap Ortakları Erol Toy-Cilt III-Sayfa 45 3) Pir Sultan Abd al Sabahattin Eyüboğlu-Sayfa II 4) Baldaki Tuz Yaşar Kem al Sayf a 238 "Halk Sanat ve Politika" Adlı Yaz ı


sibel d ö n m e z

folklor kelimesi, ilk kez, 1846'dan itibaren Avrupa'da kullanılmaya başlandı. Anlamı, İngilizce köken-li Folk (halk) ve Lore (bilgi) deyimlerinin birleşmesinden oluşan "Halkbilgisi" demektir. "Halkbilgisi", halkın geleneklerine bağlı maddi-manevi kültürünü ifade eden bir kavramdı. İçinde düğün, sünnet, halk hekimliği, el sanatları, halk edebiyatı, halk inanışları, türküler, oyunlar, atasözleri gibi pek çok kültür elamanlarını barındırıyordu. İngiliz bilim adamları "Folklore" (Halkbilgisi) kavramını ilk kez ortaya attıklarında, bunu sadece, burjuva devrimlerini yapmış, kapitalist ülkelerde varlığım sürdüren, kapitalizm öncesi kalıntıları, gelenekleri incelemek şeklinde algılamışlardı. Sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki benzer olguları ise, "etnoloji" kavramıyla ifadelendiriyorlardı. Gerekçeleri, bu ülkelerin burjuva

devrimini yapamamış ve onun getirdiği yaşam ve kültür düzeyine ulaşamamış oluşlarıydı. Ancak folklor ve etnolojiyi birbirinden yalıtan bu ilk tanımlamaların yetersizliği söz konusuydu. Zaman içinde, bilim adamlarının bu eksikliği gidermesi sonucu, folklor da herke sçe kabul edilebilir bir tanıma kavuştu. Bu tanıma göre folklor, günümüz toplumlarında eski dönemlerin izlerini inceleyen, eski toplumun kültürünü ve gelişmesini, düşünce sistemlerini ortaya çıkaran etnolojinin bir kolu olarak kabul edildi. Burada üzerinde durulması gereken bir başka nokta da folklorun (Halkbilgisi) bilim düzeyine çıkartılması, bir bilim olarak örgütlenmesidir. Bir şeyin bilime ulaşmadan önceki hali bilgidir. Dolayısıyla bilginin bilime dönüşmesi pratiğin ortaya çıkmasına bağlıdır. Avrupa'lı bilim adamları da 19. yy'in ortalarına kadar bir bilim konusu sayılmayan ya da başka bilimtav ır / folklor / nisan '99 / sayı: 11

lerin alanı içinde kalan eski kültür unsurlarını, bu tarihten itibaren kendine özgü yöntemlerle derleyip tahlil etmeye ve sonuca ulaştırmaya yöneldiler. Bu noktada halk bilgisi (folklor) halk bilimi halini aldı. Ülkemizde Halk Bilimi Ülkemizde folklor kavramı, halk bilimini ifade eden şekliyle ilk kez Cumhuriyet öncesi dönemde (1913) Rıza Tevfik tarafından kullanıldı. İngilizce iki ayrı deyimden (Folk ve Lore) oluşan bu sözcüğün Türkçe karşılığı olan halk bilgisini kullanmayı yadsıyan Rıza Tevfik, onu tek bir kelimeye indirgeyerek bugünkü yanlış kullanımının da başlatıcısı oldu. Bugün açısından folklor sözcüğü, İngilizce aslının bozulması, Türkçe karşılığının kullanılmaması yanlışından çok, başka bir yanlış kullanım nedeniyle dikkati çekmektedir. Folklor denilince daha çok, halk oyunları akla gelmektedir.


"Folklor oynuyorum" y a da "Folklora gidiyorum" v b. sözlerin duyulması, yazıların okunması sık karşılaştığımız bir durum olmaktadır. Oy sa f olklor oy nanmaz, f olklora gidilmez. Çünkü, folklor bir bütün olarak halkın y aşam tarzını if ade eden çoğul bir tanımlamadır. El-sanatlarından, atasözlerine, inançlardan, giyim-kuşama kadar, halkta v arolan bütün kültür bilgilerini bağrında toplar. Bunun içinde halk oy unları da v ardır.

y eni bir devletin kurulmasına önderlik eden Kemalistler ise, "Milli Edebiyat Akımı"n ı başlatarak, folklora özel bir ilgi gösterdiler. Daha ilk y ıllardan itibaren, Türk f olklorunun bilimsel kuruluşlar y oluy la ele alınıp incelenmesi v e geniş kulelere mal edilmesi iddasını ileri sürdüler. Kemalist iktidar döneminde Türk tarihine ilişkin çok say ıda inceleme y apıldı. Türk kültürü; dil, tarih, etnoloji y önünden araştırıldı. Türk ocaklarının, onun kapanmasının üzerine kurulan Halkevlerinin ve Halk Ocaklarının temeli atıldı. Türk f olklorunun klasikleri say ılan bir çok y apıt yay ınlandı, dergiler çıkartıldı. Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde Türk Dili v e Edebiy atı bölümü kuruldu. Halk Edebiy atı dersi v erildi.

Folklorun bu y anlış kullanımından y ola çıkarak şunları v urgulamak da gerekir. Türkçe, y ıllardır bi-linçli-bilinçsiz y abancı dey imlerin istilasına uğratılmaktadır. Şüphesiz, y abancı dey imlerin kullanılması, benimsenmesi salt bize özgü bir durum değildir..Eğer Türkçe karşılığı bulunmaKemalistlerin bütün bu çabalarının tek mışsa ya da dile y erleşmişse (özellikle bir amacı vardı; bu da Türk uluslaşmasını teknik v e bilimsel dey imler böy ledir) bun- y ukarıdan aşağıy a da olsa yaratmaktı. Y ıkları kullanmak dile bir zenginlik de katar. tıkları Osmanlının ümmetçiliği yerine, Türk Ancak, Tanzimat'tan bugüne ay - milliy etçiliğini rejimin temeli haline getiren dınların, Av rupa kültürüne olan ba- Kemalistlerin y aptığı folklor araştırmaları, ğımlılığ ı, bize kendi dilimizdeki deyimleri çoğu kez bilimsel bir içeriğe sahip olmadı. unutturduğu da bir gerçektir. Öyle ki son Şov enizmin y ön v erdiği bu çalışmalarda y ıllarda oligarşinin dilimize adeta zorla Türk halkı, diğer halklara göre "asil" bir koy erleştirmey e çalıştığı o kadar çok de- numda gösterilmey e çalışıldı. Anadolu'yim v ar ki, saymakla bitmez. Bu duru- da y aşayan pek çok halk ise bu çalışmalarmun kökeninde batı hay ranlığı ile baş- da y a yok say ıldı ya da aşağılandı. lay an, empery alizmin kozmopolit kültür işgaliy le v e egemenlerin ezberci eğitim sisteminin yönlendirmesiy le süren gay rı milli politikaları y atmaktadır. "Folklor" kav ramını ilk kez kullanan Rıza Tevf ik'de bu gay rı milli politikaları sav unan bir Tanzimat ay dınıy dı. O'nun bu y anlış kullanımından sonra f olklora eğilen ikinci kişi ise Ziya Gökalp oldu. Ancak O, etnografyay ı "kavmiyat" diy e tercüme ederken, f olklora da "Halkaniyat" adını v erdi. Osmanlının son dönemindeki bu çabalar dışında, f olklora yönelik, herhangi bir değinme söz konusu olmadı. Osmanlı İmparatorluğu'nun y ıkıntısı üzerine ulusal öğelere dayalı

Şüphesiz, resmi ideolojiyi çalışmalarına temel yapmayan, bilimsel namusunu korumuş halk bilimcileri de bu dönemde üretimlerde bulundu. Bu kişilerin başında gelenlerden biri de Pertev Naili Boratav'dır. Boratav , Anadolu folklorunu, halk edebiy atını bilim düzey ine çıkartan ve düny aya tanıtan bir kültür emekçisiy di. Anadolu halklarının inançların ı, geleneklerini, göreneklerini, masallarını, menkıbelerini, türkülerini, şiirlerini, tekerlemelerini, atasözlerini, oyunlarını v b. doğrudan halka giderek, karış karış Anadolu'y u taray arak derledi. Halk sevgisiyle y oğrulmuş bir aydın ola-

tavır / folkl or / nisan '99 / sayı: 11

63

rak çalışmalarına, öğrencilerini, asistanlarını gönüllü araştırmacıları v e hatta eşini de katarak kollektif bir bilinç oluşturmay a çalıştı. Bora-tav'ın Anadolu halklarının kültürünü işley işinde ona y ön v eren ideoloji Türkçülük olmadı. Anadolu coğrafyasındaki halk edebiy atına v e genelde de f olklora bir mozaik biçiminde, her türlü gericilikten v e ırkçılıktan uzak bir şekilde y aklaştı. Egemen sınıf ların zevk, düşünce v e idealleri y erine, halkların dil, beğeni, kültür, duy gu v e düşüncelerini işledi. Elbetteki bu çabaları egemenler-ce hoş karşılanmadı. Büy ük baskılara, saldırılara, sürgünlere uğradı. Çünkü egemenlerin halk kültürüne y aklaşımı, y ozlaştırıcı v e y ok say ıcıy dı. Daha da ötesi ırkçıy dı.

Egemenlerin halk bilimine karşı bu bakıını örneklendirmek için, sadece 1946 y ılında TBMM'de y apılan bütçe konuşmalarına v e alınan kararlara bakmak bile y eter. Bütçe görüşmeleri için kürsüy e çıkan bir milletv ekili Boratav'ın DTCF'indeki derslerinin gereksizliğini şöyle açıklıy ordu, "Halk edebiyatı neymiş? Soruşturduk. Bu derste kocakarı masalları çeşitinden şeyler okutuluyormuş. Her yıl devlet bütçesinden şu kadar lirayı böyle saçma şeylere vermek günahtır." Bu anlay ış sadece bir milletvekiline ait değildildi, dev letin bakışı da buy du. Nitekim bir süre sonra Meclis çoğunluğunun kararıy la, Halk Bilim Kürsüsü lağv edildi v e başta Boratav olmak üzere ilerici öğretim üyeleri üniversiteden atıldılar. "Kocakarı masalları" diy e küçümsenen "düşman" bellenen halk masalları, halkın içinde oluşan, gelişen türlü gelenekler, görenekler, töreler, inanışlar gibi halkın kültürü dediğimiz bütünün bir parçasıy dı. Tıpkı edebiy at, sanat eserleri, mimarlık yaratımları gibi bir önem taşımaktay dılar. Ancak devlet tüm Cumhuriy et tarihi boyunca, halka karşı olduğundan dolay ı, onun kültürünün de açığa çıkartılmasına karşıy dı. Bu


karşılık sadece halk bilimine ve onu y ok say ma şeklindeki dev let politikasının ötesinde, bireysel çabalan da engelley en bir muhtev adaydı. Halk Biliminin Kaynakları Ve Önemi... Halk bilimi alanına giren her şey y a y azılı y a da sözlü kay naklardan derlenir. Y azma mecmualar, cönkler, bazı y azma halk hikaye kitapları, taş basma kitaplar, masal derlemeleri, menakıpnameler, dini eserler, sey ahatnameler v b. y azılı y aratımlar, halk biliminin başta gelen kay nakla-rındandır. Y azılı kay naklan besleyen sözlü kay naklar ise daha çok halkın y aşadığı y erlerde y apılan toplu gözlemlerle, belli kişilerin ağzından derlenip tespit edilen malzemelerden oluşur. Halk bilimi, esas olarak yazılı v e sözlü kay naklardan beslenmekle birlikte, burada diğer bilimlerle olan ilişkisi de dikkate alınmak durumundadır. Çünkü halk bilimi, bir çok bilimlerin kavşak y erinde bulunan y a da onlarla bir çok konulan ortaklaşa pay laşan bilimdir. Ruhbili-m, dilbilim, toplumbilim, arkeoloji, edebiyat, sanat tarihi v b. gibi sosyal bilimler ile, hekimlik, bitkiler bilimi, hayvanlar bilimi gibi f en bilimleri halk bilimiyle ilişkileri olan bilimlerdir v e karşılıklı olarak birbirini beslerler. Örneğin, halk bilim, bir bakıma toplumun tarihini inceler, ama tarih değildir. O, tarih belgelerinden kendi alanına giren olay lan, kuralları v b. incelemek için yararlanır. Ama, O'nu ilgilendiren bilgiler, çoğu kez tarihin ilgisi dışında kalır. Çünkü, tarihin amacı y a da görev i, bir olay ı gerçekte nasıl geçmişse öy le öğrenmek v e nakletmektir. Bundan dolay ıdır ki olay ın gerçeğe uymay an kimi öğelerini çıkarmak ve "gerçek"ten arıtmak zorundadır. Oysa halk bilimi için bir olay ın "gerçek"teki biçimi ne olursa olsun, gerçeğe uy an vey a uymay an bütün y önleri önemlidir. Örneğin ef saneler, tarihçi açısından

hiç bir önemi olmay an ve hatta veri olmaması gereken halk y aratımları iken, halk bilimcisi açısından bunlar birer hazine işlev i taşırlar. Halk bilimin tarih bilimiy le olan bu ilişkisi, diğer bütün bilimler için de geçerlidir. Ancak bu ilişkiler, hiç bir zaman halk biliminin onlardan bağımsız bir bilim olduğu gerçeğini değiştirmez. Tarih bilimiyle olduğu gibi, diğer bilimlerle de farklı y öntemlere v e amaçlara sahiptir. Halk bilimi, bir halkın geçmişini öğrenmek için, en azından sosyoloji tarihi, dil bilimi, arkeoloji vb. bilimler kadar önemlidir. Bu bilimler temel bilgileri, etnoloji, etnografya y a da folklor adı alandaki bu bilim kollarından sağladığı dikkate alındığında, bu önem daha bir anlam kazanıy or. Halk bilimini ve onunla bağlantılı bilimleri küçümsey en, önemini y adsıy an her anlay ışı ay nı zamanda halk kültürünü, o kültürün gelişip y ükselmesini de doğal olarak y adsır. Bu tutum, olsa olsa, jeoloji bilmeden, jeologların bilgilerine başvurmadan maden aramaya kalkan insanların tutumuna benzer biraz. Böy leleri istedikleri kadar halkın geçmişine eğilsinler, onu araştırma konusu yapsınlar, y aptıkları iş def inecilikten öteye gitmez. Halk biliminin önemi sadece halkın geçmişini öğrenmekle de sınırlandırılamaz. Onun çeşitli kültür y aratımlarını beslemek v e geliştirmek gibi bir misy onu da vardır. Herşey den önce, bir halkın çeşitli sanat alanlarındaki yaratıcıları gökten zembille inmezler. Sanat yaratımında ustalığa, tıpkı zanaatçılıkta olduğu gibi, uzun bir çıraklık sonunda erişilir. Bir sanatçının çıraklığı ise, geçmiş ustaların y aratımlarını incelemesi, onlardan bilgi, y ol, y öntem, öğrenmesidir. Elbette günümüz sanatçısı, geçmiş kuşakların biriktirerek getirmiş olduğu ürünlerden y ararlanırken, onun y aratıcısı olan sanatçılan taklit etmemelidir. Y apması gereken, onlardan tat v e tavır/folklor/nisan "99/sayı: 11

ders aldıktan sonra, onları aşabilecek, yaniçağının sözcüsü olabilecek ürünler sergilemesidir. Özcesi, bir halkın düny a halklarının büy ük senf onisine sesini katabilmesi için önce kendi sesini bulmuş olması gerekir. Geçmiş birikime day anmak gerekliliği, işte bu sesin ortay a çıkartılmasında temel bir unsurdur. Halk bilimin bu iki y önlü amacına ulaşması sadece uzmanların değil bir bütün olarak halkın sahiplenmesinden, uzun y ıllara dayanan programlı çalışmadan ve bu çalışmaları y ürütecek kurumlan y aratmasından geçer. Zira, sözlü gelenekte yaşay an "mane vi" kültür yaratımları y a da giy im-kuşam, süs eşyası, mutf ak eşy ası, ev, çadır, el aletleri v b. "maddi" kültür araçları v e onlann teknikleri, yaşam biçirninin hızla değiştiği günümüzde bir daha bulunmamak üzere y itip gitmektedir. Halk kültürü hazinesinin yitip gitmesini önlemek, halk bilimin i n görevlerini yerine getirmesine de bağlıdır. Halk bilimi, sadece eski geleneklerin bugün hala halk kitlelerinde y aşay an kalıntılannı, sanat yaratımla-rındaki özelliklerini, halkı çeken ve ürküten düşünceleri y ansıtmaz. Aynı zamanda, bütün toplumlar için ortaklık arz eden bir boy utu da içinde barındırır. Bundan dolay ıdır ki, bir toplumun yerel özellikleri denildiğinde, diğer toplumların ortak malı olan bir takım ana unsurların içine döküldüğü kalıpları anlamamız gerekir. Örneğin, halk edebiy atı çeşitleri için hal böy ledir. Üslup, yer, kişi adlan v b. özellikler halk edebiyatının kalıplarıdır v e bunlar ulusal hatta daha dar anlamıy la mahallidirler. Ancak bu kalıplara dökülen düşünceler yani insanlığın ortak sorunları, ana duy gulan, düny anın her y erinde aynıdır. Bir Fransız masalını Hint masalına, bir Anadolu türküsünü İtaly an halk şarkısına benzeten temalardır bunlar. Kısacası, halk edebiy atındaki y erellik, onun üslup ve dil dediğimiz kalıbını mey dana getirirken, taşıdığı düşünce ve duy gularda evrensel


özünü teşkil ederler. Temaların y a da motif lerin, bir bölgeden başkasına, ülkeden ülkey e, ulustan ulusa geçişleri, yani düny anın birbirinden uzak köşelerindeki insan topluluklarının bu alış-v erişleri, halk bilimini bu geçişler konusunda aydınlatma görev iyle donatır ki, bu da onun evrensel bir bilim olduğunu gösterir. Halkbilimine Yanlış Yaklaşım-l a r Ve Tavrımız Tüm düny ada olduğu gibi, ülkemizde de, halk geleneklerine yaklaşımda iki y anlış eğilim v ardır. Esas olarak halk gelenekleriy le ilgilenen ay dınlarda kendi gösteren bu y anlış bakış açılarından birincisi, eski toplumsal ilişkilere öykünme şeklinde kendini açığa v urur. Dile getirdikleri düşünce, "keşke hiç değişmeseydi yaşam düzeyimiz halkımızın saf ve mutlu yaşamı hep sürüp gitseydi" şeklindeki bir hay ıflanmadan ötey e geçmemiştir. Aslında bu özlem, bilinçli y a da bilinçsiz, toplumların gelişmesine karşıt bir düny a görüşünden başka bir şey değildir v e bu haliyle de gericidir. İkinci y anlış tutum ise birincisinin tam tersidir. Bunu gelenek ve görenekleri toplumların gelişmesinde bir engel olarak görme şeklinde özetleyebiliriz. Halkı eğitme adına gelenekleri hor gören, hatta onlara düşman olan bu düşünce sahipleri, geleneklerdeki olumsuz y anları v eya alışkanlıkları reddetme adına, olumlu y anları da mahkum etmektedirler. Ancak iş, geleneklerin zararlı y anlarını ortay a çıkaran şartlarla mücadele etmey e geldiğinde, bu düşünce sahiplerinin söy lediği herhangi bir şey de y oktur. Halkları geçmişinden koparan bu üstencilikleri, özünde halka düşmanlıktan başka birşey değildir.

Doğru tutum, hem toplumun değişmesine ve bu değişime paralel olarak gelenek v e göreneklerin y eni bileşimlere ulaşmasına hay ıf lanmamak hem de bu gelenek v e göreneklerin olumlu y anlarının y aşatılması-

na değer biçmektir. Halkın gelenek v e göreneklerine y önelik bu bakış açısını, onun sanatsal y aratımlarına uy guladığımızda ise şunu söy lemek mümkündür. Halkın geçmişinde yaratılmış olan sanatsal üretimler, günümüzdeki sanatsal üretimler için elbetteki bir model v eya örnek oluşturmazlar. Onlara mükemmel, olgun, usta işi eserler olarak bakmaktan çok günümüz sanatsal üretimlerinde bir tür y apı malzemesi işlev i yüklemek gerekir. Bir diğer if ade ile, bugünün ürünleri bu temelin üzerine y eni basamaklar eklemeli ancak tavır / fol klor / nisan '99 / sayı: 11

bu eklemeler geçmişin kaba bir tekrarı da olmamalıdır. Halk gelenek ve göreneklerini, sanatsal y aratımlarını öğrenmek, incelemek, doğuşlarının v e gelişmelerinin nedenlerini anlamak, toplumsal dönüşümü hızlandırmak için gerekli olduğu kadar halktan kopma-mak için de gereklidir. Hele ki düny a halklarını tehdit eden kültür empery alizminin kuşatması altında bulunduğumuz günümüzde, halkbilimine, kültürüne sahip çıkmay a çok daha f azla ihtiy aç v ardır. •


selda ye şi l t e p e ya si n ali t ü r ke r i

EMEKÇİ MAHALLELERİNDEKİ KÜLTÜR MERKEZLERİNDEYİZ Emekçi mahallelerimizdeki y eni y eni açı-

lan, halk kültürünü geliştirip, yay gınlaştıran kültür merkezlerimizi topluca ele alıp sizlere tanıtmak amacıy la ziy aret ettik. Okmey danı Halk Kültür Merkezi, Gazi Kültür Merkezi, 1 May ıs Mahal-lesi'ndeki 2 Ey lül Kültür Merkezi, Bağcılar'daki Karanf iller Kültür Merkezi v e Armutlu'daki Baba İshak Kültür Merkezi'ne y aptığımız ziy arette bu kültür merkezlerinin çalışmalarını izledik. Emekçilerin y oğun olarak y aşadığı her y erde yozluk, kültürsüzlük, ahlaksızlık olabildiğince day atılıy or insanlarımıza. Adım başı karşılaşılan birahane, adım başı kahv ehane, bilardo, oy un salonları adeta emekçi mahallelerini kuşatmış bir halde. Gençlerimiz y alnızca y ozluğun y aşandığı bu tip yerlerle kişiliksiz-leşmey e, y ozlaşmay a itiliy or; kendi değerlerinden, kendi kültüründen uzaklaştırılıy or. Düzen çarkının dişlileri arasında sürüklenip y ok ediliy or. Onları buralardan kurtarmak ve kendi y aşamına, değerlerine, kültürüne sahip çıkmalarını sağlamak için de mahalllerimizde dev rimcilerin bu durumdan rahatsız olan halk kesimlerinin öncülüğünde kollar sıv anmış v e çok zor şartlar altında, tüm baskılara rağmen kültür merkezleri açılmış. Önce kültür merkezlerinin açılacağı y erler bulunmuş, eşyalar ayar-

tavır / kültür mer kezleri miz / nis an '99 / s ayı: 11

lanmış. Bu aşamada herkes kendinden bir şey ler katmış, destekler esirgenmemiş. Ziy aret ettiğimiz her y erde çok sıcak karşılanıy oruz. Y apmak istediklerini, planlarını anlattıklarında coşkularına, duy arsızlıktan söz ettiklerinde sitemlerine, baskılardan söz açtıklarında ise öf kelerine, kararlılıklarına tanık oluyoruz. Anlattıkları karşısında biz de şaşırıy oruz, kızıy oruz, sev iniyoruz. Hepsinin ortak özelliği hedef lerin hep büy ük olması tabi umutların da. Kuşak çatışması dey ip suni ay rılıklar y aratmak isteyenleri boşa çıkarırcasına y aşlısıy la, gencinin iç içe olduğu, soba başında içilen çaylar eşliğinde hoş sohbetlerin, tartışmaların y apıldığı ortamlar bizi öy lesine sardı ki, kısa kısa programladığımız ziy aretlerimiz uzadı v e bir güne sığdır may ı düşündüğümüz kültür merkezi ziy aretlerini de daha uzun bir zamanda gerçekleştirebildik. İlk durağımız Okmey danı Halk Kültür Merkezi (OKM). Sabahın er ken bir saatinde gittiğimiz için kültür merkezi çalışanlarından başka kimse y ok OKM'de. Zaman ilerledikçe halktan insanlar da gelmey e başlıy or bir bir. Bize y abancı değiller; y aptıkları bütün ey lemliliklerde bütün etkinliklerde onlarla yan yanay ız. Y eni sohbetler başlıy or aramızda. Geçmişe v e geleceğe dair pek çok şey konuşuluy or. Bunların hepsini size aktarabilmek olanağı yok. Ama isterseniz OKM'y i dilimiz döndü-


sanları görmeniz mümkün. Halk Meclisi öncülüğünde "Birahaneler Kapatılsın" eylemlilikleri değerl e n di r il d iğ in d e emekçi halk v e "OKM"li gençler" (halk onlara bu ismi v ermiş) kadın, çoluk-çocuk hepsi katılmış. Bu y üzden de OKM onlar için biraz daha anlam kazanıy or. Halka ait olan bu y er için y eni planlar yapılmış v e bunları hay ata geçirmek için y ine elbirliği y apılıyor ve kısa bir süre sonra da tadilat başlatılıy or. OKM'de açıldığından bu y ana pek çok etkinlik y apılmış. Tadilatın ardından bu etkinlikler devam edecekmiş. günce v e içimizden geldiğince anlatmay a başlay alım size. Fazla büy ük say ılamay acak ama iki katlı bir y er. Mahalleler içindeki en eski kültür merkezlerinden biri. 1995 y ılının Kasım ay ında kurulmuş OKM. Okmey danı halkı da pek çok direnişe tanıklık etmiş. Y etiştirdiği pek çok gencini kav gada şehit v ermiş. Y oksulluğu y aşamış, görmüş, geçirmiş, mahallesini sahiplenmiş. Böyle olunca da en çok baskı gören mahallerden biri haline gelmiş. Gençliği y ozlaştırmak için, kendi değerlerinden uzaklaştırmak için de adım başı birahaneler, pavyonlar açılmış. Okmey danı Halk Kültür Merkezi day atılmay a çalışılan yoz kültüre karşı halkı korumak amacıy la halkın desteğiy le kurulmuş. Halkın her zaman sahiplendiği y erlerden biri olmuş. Baskılardan nasibini alan bir y er ay nı zamanda. Halk kendisinin olan bu y eri her zaman korumuş. Y aşlısı, genci hiç boş bırakmamış. Ne zaman oray a gitseniz her y aştan in-

Genel sohbetin ardından, röportajımıza başlıy oruz. Biz sorduk onlar da cev apladı. Hey ecanlıy dılar; kültür merkezlerini tanıtabilmeninin hey ecanı belki de. Kültür merkezinin amacını sorduğumuzda, "kültürümüzü, değerlerimizi korumak ilerletmek" cev abını alıy oruz. OKM'liler, kültür merkezinde şu anda y ürütülen faaliy etleri şöy le anlatıy orlar: - Ramazan boy unca haftada bir kere halkımıza if tar yemeği v erdik. Okmeydanı halkıy la day anışma içinde y emeklerimiz bundan sonra da dev am edecek. İlerisi için konserler düzenlemey i, f ilm göstermey i düşünüy oruz. - Halkın bu tür etkinliklere ilgisi nasıl ve halk kültür merkezinde yaptığınız işlere nasıl bakıyor? - Gay et iyi v e güzel. Burada yaptığımız bütün etkinliklere katılım her zaman çok iyi oluyor.

tavır / kültür mer kezleri miz / nis an '99 / s ayı: 11

Bundan sonrası için planları var OKM'lilerin. Önce kültür merkezini tadilata sokmay a düşünüy orlar "şimdiki halinden gayet iyi olacak" diy e if ade ediy orlar düşüncelerini. Ayrıca kültürel etkinliklere, f aaliyetlerine daha hızlı v e yoğun bir şekilde devam edeceklereni belirtiyorlar. Y andaki masalardan birine uzanıp misaf irlerden birine uzatıy oruz tey bimizi. - Kültür merkezinden ne gibi şeyler bekliyorsunuz? Neler istiyorsunuz? - İnsanlar buray a gelip, konuşup sohbet ettikleri zaman y ani sürekli sohbet ettikleri zaman beş dakika oturup giden insanlar v ar. Bunlarm ilgisini çekmek için daha hoş şey ler ve daha iy i şeyler y apabiliriz. Mesela bağlama kursu olabilir, film gösterimleri, konserler olabilir. - Kültür merkezi açıldıktan sonra mahalleye ne gibi etkileri oldu? Her mahallede kültür merkezi olmalı mı? - Tabii ki. Mutlaka! Çünkü bunun eksikliğini ben kendi çevremde y aşıyorum. Her zaman da söy lüyorum. Çünkü insanların y aptıkları şey nedir? Kahv elere gidip mey danlarda durmak. Halbuki insanlar, kendi kültürlerinden uzaklaşmamalılar. Bunları, değerleri, insanlara aktarmak gerekiy or. - Okmeydanı'nda çok sayıda birahane var. Özellikle girişten buraya kadar geldiğimizde ve özellikle de okullara çok yakın bu birahaneler. Okmeydanı Halk Meclisi'nin birahanelerle ilgili etkinlikleri olmuştu. Bu tip kültür merkezleri nasıl yönlendirebilir halkı bu noktada? Birahaneler konusunda nasıl eğitir? - İlk başta insanları buraya çek mek gerekiy or. İnsanların genelde hoşlandığı y önlerden girmek gereki y or. Buraya çektikten sonra insanlar la sohbet etmek. İşte bu konuyu aç mak ve daha çok teşhir etmek gereki y or. Böylece insanlar buray ı daha çok benimserler. Ama ilk başta buraya çekmek önemli. Farklı şeylerle kon-


ser v e şenlikle, f ilm gösterimiy le, tiy atroy la, bu gibi şeylerle insanları çekmek lazım. OKM'lilere iy i dileklerimizi sunup ay rılıy oruz oradan. Gazi Kültür Merkezi'ne gitmek üzere y ola çıkıy oruz. Y ağmur çiselemey e başlıy or; tabi biz de üşümeye başlıy oruz. Gazililer bilir, otobüs kolay kolay gelmez. Vaktimiz y ok ama beklemekten başka seçeneğimiz de. Y arım saati aşan bir beklemenin ardından iki otobüs değiştirerek Gazi'ye v arıy oruz. Y orgunluğumuzu Gazi Halkının Sesi Gazetesi'nde birer bardak çay içerek üzerimizden attıktan sonra kültür merkezine geçiy oruz. Gazili gençler karşılıy or bizi. Gazi Kültür Merkezi Açılışı henüz çok y eni Gazi Kültür Merkezi'nin. Ama şimdiden Gazili-ler'in uğrak y eri. İçeriye ilk girdiğinizde Gazi Şehitleri karşılıy or sizi. Hepsinin f otoğrafları çerçev elenmiş v e karşımızdaki duv ara asılmış. Hemen hemen her y ere çiçekler koymuşlar. Henüz y eni oluşturmaya başladıkları bir kitaplıkları var. Kısa zamanda doy urucu bir kitaplık oluşturmay ı planlıy orlar. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Gazililer'e güv eniyorlar. Diğer kültür merkezleri-

mize nazaran oldukça geniş bir y er burası. Temizlik konusunda da çok titizler. Gençlerle y aptığımız sohbetlerde kültür merkezi baskınının ardından y aşadıklarını anlatıy orlar; gururlular. Gazi halkı bir kez daha sahiplenmiş ev latlarını. Aslında sahiplenmek Gazi halkının may asında v ar. '95'te nasıl barikatlarda sahiplendilerse mahallelerinin gençlerini, onurlarım, kültür merkezi baskınında da oradaki kişileri sahiplenmişler. Y üzlerce kişi y ürümüşler karakola v e gözaltındaki insanlarını almışlar. Kültür merkezindekilerle konuştuğumuzda "Gazi bizi m; ki mse babasının çiftliği gibi at koşturamaz burada." diy orlar. Korku da yok oluy or zaten, bedelini şimdiye kadar çok ödemişler. "Kendi kültürüne sahip çıkmak, çocuklarının da bu kültürü öğren mesi için açmak gerekiyordu bu yeri, geç bile kaldık" diy orlar. Çay lar içiliy or, sohbetler de uzadıkça uzuy or. Kültür merkezini en çok sahiplenenlerden y aşlı bir tey zemiz de gelip katılıy or sohbetimize. Gençlerin işi çıktığında kültür merkezi O'na emanet ediliy ormuş. Röportaj y apmak v e f otoğraf ını çekmek istediğimizde engel oluyor; "Burada gençlerdedir söz, onlarla konuşun." diyor. Biz de ısrar edemiyoruz.

Sorularımızı Zey nep'e y öneltiy oruz. - Gazi Kültür Merkezi'nin ne zaman ve ne amaçla kurulduğunu anlatabilir misiniz? - Kültür merkezi 1998 y azında kuruldu. Çeşitli kurslar düzenlemek istedik. Halk oy unları, ingilizce, bağlama kursları düzenlemek istedik. "Grup Ağıt" adında bir müzik grubu oluşturduk. Bunun yanında kültür merkezi açılmadan önce başka derneklerde 6-7 ay kadar saz kursu v erdik. Saz kursu verdiğimiz derneklere gittiğimizde dernek açık olmuy ordu, problemler y aşanıy ordu. Bizler İngilizce kursu başlattık. Bir çok kişi topladık. Kırk kişiyle sınırlandırdık. Çünkü çok talep v ardı. Eğitim-Sen'den bir İngilizce hocası bulduk. Fakat y erimiz olmadığından dolay ı bu çalışmay ı erteledik. - Gazi Mahallesi'nde sürekli böyle bir talep vardı değil mi? - Ev et, insanlar istekli. - Şimdi yer probleminiz çözüldü. Gazi Mahallesi'nde de çok yoğun bir genç nüfus var ve bunların bir çoğu, kendilerine hiçbir fayda getirmeyecek yerlerde vakit öldürüyorlar. Bu gençleri bu tür yerlerden nasıl çekmeyi düşünüyorsunuz? - Biz insanları kültürel çalışmalarla çekebiliriz buray a. Gazi'de yaptığımız ey lemler oldukça coşkulu geçiy or. Susurluk'un y ıldönümünde yaptığımız ey lemlere binlerce insan katıldı v e bu ey lemlerimiz de çok beğenildi. Fakat dediğimiz gibi o insanların hepsini buray a çekmek lazım. Bu da nasıl olur? Biraz önce de dediğim gibi kültürel faaliy etlerle olur. Halkın buray ı sahiplenmesiyle olacak. - Peki halkın ilgisi nasıl? - Halkın ilgisi iy i. Fakat baskınlar oldu. Halk bazen tedirgin oluyor bu baskınlardan dolay ı, gelmeye çekiniy or. Ama genelde baktığımızda halk bizi sahipleniy or. Kültür merkezimiz basıld ığında birkaç arkadaşımız gözaltına al ındı. Bundan sonra da halk karakola kadar y ürüdü. Kültürel etkinlikler olarak pek

tavır / kültür mer kezlerimiz / nisan '99 / s ayı: 11


bir tey zemizin siteminden: "Kültür merkezi yerine bir kahvehane bir kumarhane açsaydık burası tıklım tıklım olurdu" diy or, eskiyi de hemen hatırlatıy or; "Bir ekmeği bölüşürdük, buraya kimse gire mezdi hepi miz bir lik olurduk, şimdi herkesin evi var herkes de duyarsız oldu."

çok şey var yapılmak istenen. Halk oy unlarından tiy atroy a, f ilm gösterimlerinden panellere, bağlama, gitar kurslarına kadar. Gazililer'e geçmişlerini v e kültürlerini unutturmamak için ne gerekiy orsa y apılmak isteniy or. Bize v e size sadece y anlarında olmak v e onlara destek v ermek, önlerini açmak kalıy or. Bir günümüzü böy le geçiriyoruz. Bir gün içerisinde işlerimiz bitmemiş oluy or ama olsun bu sıcak sohbetlere değdi. Vakit geç... İdil'imize dönme zamanı da geldi. Baba İshak Kültür Merkezi İdil'e döner dönmez, kararımızı değiştiriy oruz. İshak Kültür Merke-zi'ne de ay nı gün gitmey e karar v eriyoruz. Çünkü sözümüz v ardı, aynı gün onlarla da randev ulaşmıştık. Armutlu, Ortaköy'e çok yakın. Kültür merkezi ise otobüslerin son durağın' dan y aklaşık iki y üz metre ileride bu-lununuy or. Adını, Anadolu Selçuklu Devle-ti'nin sömürü düzenine başkaldıran-lardan biri olan "Baba İshak"tan alan kültür merkezi, Küçük Armutlu'da 1998'in 23 Ey lül'ünde hiç durmaksızın y ağan y ağmura rağmen yapılan güzel bir şenlikle açılmış. Aynı gün iki çocuk parkının da açılışı y apılmış.

Bu parklardan biri 1990'da Küçük Armutlu'daki y ıkımlara karşı direniş esnasında polis taraf ından katledilen "Hüsnü İşeri"nin adını almış. Diğeri ise Armutlu'da okulların karakol olarak kullanıldığ ı 1992 y ılında okul bahçesinde panzer altında kalarak y aşamını y itiren "Sevcan Yavuz"un. Parkların açılışının ardından bütün herkes, açılış için İshak Kültür Merkezi'nde toplanmış. Halay lar çekilip türküler söylenmiş. Armutlu Halkı, böy le yağmurlu bir günde, coşkulu bir "merhaba" demiş Baba İshak'a. Armutlu, tarihinde bir çok direniş yaşamış. Özellikle gecekondu y ıkımlarına karşı y apılan direnişlerin y ankısı y urtdışına bile taşmış. Y urtdışında Armutlu halkıy la day anışmak amacıy la birçok etkinlik düzenlenmiş v e komisy onlar, dernekler kurulmuş. Evlerini y ıktırmay an Armutlu halkı, her y önden büy ük bir baskı altında tutulmuş. Ve bu direnişlerle haklarını almışlar ev lerini mahallelerini sahiplenmişler, diğer gecekondu mahallelerine de örnek olmuş bu direnişler. Bu tip baskılara Armutlu halkı boy un eğmeyince de bu sef er kültürel saldırmay a başlamış egemenler v e maalesef bunu düşük düzey de de olsa başarmışlar. Bu y argıy a nerden mi vardık; oldukça yaşlı

tavır / kültür mer kezleri miz / nis an '99 / s ayı: 11

Bu y aşlı tey zemiz kültür merkezinde y apılmak istenenlerle umutlanıy or, "belki" diy or "Başarabiliriz, eskiden olduğu gibi değerlerimi ze sahip çıkarız, çocuklarımızı kahvehane, birahane köşelerinden kurtarabiliriz. Bunları özellikle yazın." diy or. "Geçmişini inkar edenin geleceği de olma z; gel sinler yine birlik olsunlar, sahiplensinler burayı." diy or. Bize de bu sitemi sizlere duy urmak kalıy or sadece. İki bölümden oluşuyor Baba İshak Kültür Merkezi. Bir tarafta insanların geldikleri za man bir şey ler içip sohbet edebilecekleri, kitap okuyabilecekleri şekilde düzenlenmiş. Hemen y an taraf ındaki bölüm ise film gösterimleri, halk oy unları çalışmaları v e tiyatro çalışmalarının rahatça y apılabilmesi için tasarlanmış ve ona uy gun dizay n edilmiş. Küçük ama güzel, sıcak bir y er Baba İshak. Kısa sürede epeyce kalabalıklaştı. İçeri girdiğimiz de ilk olarak Sevcan'ın v e Hüsnü İşeri'nin Bartın Hahishanesi'ndeki dev rimci tutsakların İshak Kültür Merkezi'ne gönderdikleri resimleri dikkati çekiy or. Resimler, hiçbirinin haf ızalarından silinmey en direniş dönemini hatırlatıy or. Sevcan'ı henüz y edi yaşında uğurlamışlar kalplerinin en güzel y erine; Hüsnü İşe-ri'yi de y ine çok genç olarak. Dayatılmay a çalışılan bütün y ozluğun önünde küçük bir kale olmuş Baba İshak. Gündüzleri mahalleli ilgileniy or kültür merkezleriy le, akşamları ise işten dönen gençlerine bırakıy or-


lar. Özel günlerde, anmalarda, bay ramlarda hepsi burada toplanıy or y aşlısıy la-genciy le. Bağlama kursu için çalışmalar başlamış, her hafta sonu da f ilm gösterimi yapılıy or. Geleceğe dair planlarını da bir an evv el gerçekleştirmek için ellerinden geleni y apıy orlar. Hızlı v e emin adımlarla ilerliy orlar. Karanfiller Kültür Merkezi Bir günlük aranın ardından Bağ-cılar'a doğru y ola çıkıy oruz. Orta-köy'den oldukça uzak bir yerde Karanf iller Kültür Merkezi; ziy aretimiz çok geç başladı. Henüz açılış y apılmamış. Kısa bir süre sonra düşünülüyor. İki bölümden oluşuy or. Kitaplığın v e çay ocağının bulunduğu bir alan v e alt katta sinema, konser, tiy atro için kullanılacak bir y er. Tadilatı henüz sürüy or. Açılış yapılmamasına rağmen yine de mahalleliler hiç boş bırakmıy orlar. Y eni Mahalle 7. sokakta olan hemen girişteki bu kültür merkezi de diğerleri gibi kendi değerlerlerine sahip çıkmak amacıy la kurulmuş. İsmi ilk önce üç karanfil olarak düşünülmüş. 1994 y ılında Bağcılarda şehit düşen Hüsey in Arslan, Özlem Kılıç, Güner Saf ın anısına ama sonra "diğer şehitlerimiz de olsun." demişler ve kültür merkezinin ismi böyle çıkmış ortaya. Alt kata sahne y apabilmek için uğraşlar sürüy or. Bunun için de halkın desteğini görüy orlar ama henüz herkese duy uramamışlar. Bağcılar halkını kültür merkezlerine sahip çıkmaya çağırıy orlar. Bizim sizlere anlatabileceklerimiz şimdilik bunlarla sınırlı ama. Tadilat bittiğinde ve açılış y apıldığında sizlere anlatacağımız çok şey ler olacaktır. İsterseniz sözü burdan sonrası anlatmak için kültür merkeziy le ilgilenen arkadaşlarımıza bırakalım. - Böyle bir kültür merkezi açmaya niçin gerek duydunuz? Burayı açarken ne gibi düşünceleriniz vardı? - Başlangıçta burada bizim insan-

larımızın kendi kültürlerini öğrenebilecek y erleri olmadığından v e kahv e kültüründen uzaklaştırabilmek için halkın kendi örf, adet, geleneklerini v e y aşamsal biçimlerini kültür merkezimizde sürdürebilmek istedik. Genel olarak kültür merkezimizde, halkın ihtiy açlarına v e taleplerine cev ap v erebilecek şekilde kültürel etkinliklerimiz olacak. Biz daha bu işin başınday ız, daha ilerideki süreçlerimizde daha iy isini yapabilmek için, çalışmalarımızı halkla birleşerek sürdürmey i düşünüy oruz. Bağcılar bölgesinde bir çok duy arlı insanın olması v e bunların kahv ehanelere, meyhane tipi içki bölgelerine sev kedilmesinden rahatsız olduk. Bu y üzden insanlarımızı güzel bir kültürle, güzel bir ahlakla birleştirmeyi, kardeşçe y aşamay ı hedef liyoruz. - Kültür merkeziniz henüz açılmadı. İlerde açılacağı zaman ne gibi etkinlikler yapmayı düşünüyorsunuz? - Açıldığında, kitaplık oluşturulması, bağlama kursları v e halk oy unları gibi çalışmalarımız olacak. Halkın kendi değerlerini v e kültürlerini bir arada y aşatabilmek için biz bunu bölgemizde ihtiy aç olarak gördük. Bay ram süresince, mahallemizde oturan ailelere gittik. Halk da bize geliy or. Bizi bu konuda destekliy orlar v e doğru bir karar aldığımızı söylüy orlar. Aileler gelip burada kendi çocuklarını dahi görebiliy orlar. Çocuklarının kahv ey e gitmediğini v e kültür merkezinde kardeşçe y aşadığını görüy orlar. İnsanlarımızın, büy üklerimizin kaf asında "bizi m çocuklarımız bil me z, bir şey yapmaz. İşte çocuktur kandırılır" düşünceleri v ardır. Ama gelip kendileri görüy orlar ki bizim kültür merkezimizde böy le bir ortam yoktur. Herkes burada birlik beraberlik içinde ders çalışabiliyorlar, ihtiy acı olan okuma y azma kurslarına gidip gelebiliy or. Halkımız bizi sahipleniy or onlarla bütün her şey i gerçekleştirebileceğimize inanıy oruz. sizler sayesinde de kültür mer-

tavır / kültür mer kezleri miz / nis an '99 / s ayı: 11

kezimizi bilmey enler olacaklar.

de

öğrenmiş

2 Eylül Kültür Merkezi Son olarak ziy aret edeceğimiz yer 2 Ey lül Kültür Merkezi. Bir-iki günlük aranın ardından ziy aretimizi gerçekleştiriy oruz. 2 Eylül Kültür Merkezi, 1 May ıs Mahallesi'nde eski sağlık ocağının olduğu y erde cadde üze rinde bir binanın üçüncü katında. Ziy aret ettiğimiz kültür merkezlerinin en büy üğü... Kültür merkezi, oldukça güzel düzenlenmiş. Bütün eşyaları 1 May ıs halkı bağışlamış. Duv arlar pek çok f otoğraf la süslenmiş. Üç kadın sanatçı İdil, Nil v e Ayşe Gülen'in, Deniz Gezmiş'in, Che'nin yani pek çok devrimcinin fotoğraf ı asılmış. Kültür Merkezi, ismini mahallenin kuruluş tarihinden alıy or. 1 May ıs Mahallesi, 2 Ey lül 1978'de devrimciler taraf ından kurulmuş. Daha sonra isminden rahatsız olan 12 Eylül cuntacıları mahallenin adını "Mustafa Kemal" olarak değiştirmiş ama halkın dilinde orası y ine de 1 May ıs Mahallesi. Çalışanlar, halkın kültür merkezini sahiplendiğini söy lüyorlar. Gençler, kurulduğu günden beri kültür merkezinde. Mahallenin y aşlıları, esnaf ları da sık sık ziy aret ediyor gençlerini. Şimdiden müzik grubu oluşturmuşlar. Ve bir konser v ermiş "2 Eylül Müzik Topluluğu." Topluluğun tüm elamanları, mahallenin gençleri bütün mahalle katılmış konserlerine. 2 Ey lül Kültür Merkezi'nde etkinlikler v e kurs kay ıtları başlamak üzere. Sohbet ettiğimiz insanların etkinlikler başladığında her şey in çok daha iy i olacağına inançları tam. Mahallelerde oluşan bu mev ziler halkın, dev rimcilerin kültürlerinin mahalle mahalle , sokak sokak hayat bulması y ay ılması demek. Buralardan y etişecek halkın sanatçıları. Daha şimdiden Özgürlük Türküsü'ne katılan iki "Grup Ağıt" elemanı bunun küçük bir göstergesi değil mi?


veli g ö kt a ş

devrimci sinemada susturulamayan bir yürek Yılmaz Güney ve düzenin yeni rant aracı:

17

y ıl... Dile kolay demek bile mümkün değil. Tam 17 y ıl gizlenen, herkesten saklanan unutturulmay a çalışılan "Y OL", bugün büy ük bir şamatay la y eniden (ülkemizde ilk kez) gösterime girdi. Bu f ilm, Y ılmaz Gü-ney 'in tutsaklık koşullarından büy ük y aratıcılık, özv eri v e sabırla hazır lay ıp halkına armağan ettiği bir üründür. Faşizmin tüm y asak v e baskılarına maruz kalıp kara listeye alınan, y ıllarca halkından uzak tutulan

bir f ilmdir. Bu anlamda Y OL'un 17 y ıl sonra bugün, y ani O'nun ölümünün üzerinden 15 y ıl geçmişken kitlelerle buluşması olumlu bir gelişmedir. Tam 17 y ıl sonra kendi vatanında kendi halkıy la buluştu Y OL. Şimdi hasret gideriy or. Ama beyazperdey e y ansıy an görüntülerin ardından o acı gülümsemesiy le filmi izlemey e gelenlere bakan Y ılmaz Güney 'in içi rahat değil. Bizim de içimiz rahat değil. Şöy le derinden bir "ohh" çekemiy oruz v e o filmi gönül rahatlığıy la izle-

tavı r / ' y o l ' / nisan '99 / sayı : 11

y emiy oruz. Neden mi? Çünkü bu gelişmede bizi düşündürten y anlar v ar. Herkesin kafasına takılan bir soruyu biz de soruy or v e cev abını tartışıy oruz hep birlikte. Y OL'u neden şimdi gösterime sokuy orlar? Neden dün değil de vey a 17 y ıl önce değil de bugün göklere çıkarıy or, sanat değerinin önemini f arkediy orlar? Y OL'un çekildiği y ıllarda, yani 12 Ey lül f aşizminin hüküm sürdüğü y ıllarda Y ılmaz Güney , ay dın-sanatçı tavrını koy muş ve cesurca emekçi halktan yana olduğunu belirtmiştir.


tay a geldiler. Şimdi bırakalım sosya listliği, sıradan bir demokrat bile ola may an düzenle uzlaşmış, düzenin sa natçılan konumundadırlar. Y ine bu d ö n e m d e a d ı geçenlerde) biri Zülfü Livaneli'dir. Filmin müzi ğini besteleme görevi O'na aittir. Bu nu y apar, hatta güzel bir f ilm müziği besteler. Bugün O'nun geldiği noktada geçmişinin reddidir. Düzende kendine sağlam bir y er edinmiş, solcu kimliğini çoktan unutmuş hatta d a h a da ileri g i d i p inkara yönelmiştir. Ve burjuvazinin borazanlığ ını y apan bir gazetede köşe yazarlığ ı y apma noktasına kadar gelmiştir. Onları buı denli değiştiren d ü ş m a n ı n baskısıdır. Y oz kültür silahını kullanırkenki ba-şansıdır.

Hedef e hep halkın çıkarlarını koymuştur. Y ani "YOL", dönemin revaçta olan zengin erkek-f akir kız aşkları gibi bir konuy u değil, halkın içinde bulunduğu baskıy ı, sömürüy ü konu almıştır. Düzen, sinemay ı bir silah olarak kullanıp y oz kültürünü halka y aymay a çalışırken Y ılmaz Güney , ay nı silahı dev rimci bir içerik kazandırarak düzene doğrultmuştur. Bu silahla baskıy ı, terörü, katliamları, işkenceleri v e halkının gerçeğini tüm düny aya anlatmak istemiş, bunda da başarılı olmuştur. Y OL'un y asaklanma nedeni budur. Diğer f ilmlerinin y okedilme nedeni de budur. Düşman halk kurtuluş sav aşını zaf ere ulaştırmak için can v erenleri, karalamay a çalışırken Y ılmaz Güney sanat alanında onların sesi-soluğu olmay ı amaçlamış, bu bilinçle hareket etmiştir. Bu, O'nu iyi bir sinema emekçisi y apan temel nedenlerden biridir işte. 130 f ilminden 104'ün y ok edilmesi bu y üzdendir. Arkasında hiçbir iz bırakmaksızın y ok edilen bu filmler, f aşizmin korkusundan başka bir anlam if ade etmezken, Y ılmaz Güney'i daha güzel ürünler y aratmay a sevketmiştir. Y OL da yokedilecekler arasına alınan, başarılamay ınca da ülkede gösterimi y asaklanan bir film olarak y ıllardır y ok say ılmıştır. "Yılma z Güney bu fil m için büyük emekler harcamıştır"

dedik. Bu emek hazırlandıktan sonra da sürmüştür. Filmi çekecek olan y önetmene nasıl çekmesi gerektiğini, nerelere dikkat edeceğini uzun uzun anlatıp kendisi kadar özenli olmasını istemiştir. Filmin kahramanları öy le canlı hale gelmeliy di ki f ilmde yaşananalar sadece bey azperdede kalmamalı, sey irci kendine dönüp baktığında aslında anlatılanın kendisi olduğunu görebilmeliy di. O'nun bu titizliğine karşılık olarak yönetmen, oy uncular, tüm ekip de ay nı titizlikle işe başlamış ve filmin sonuna kadar aynı özenle çalışmışlardır. O günlerde bu emeği gösteren insanlar demokrattılar, sosy alisttiler. Bunlardan biri f ilmin y önetmeni Şerif Gören'dir. Y ani Y ılmaz Güney'in can dostu, kavga arkadaşıdır. Diğerleri ise Y ılmaz Güney 'den etkilenen, bu etkilenme sonucunda onun f ilmlerinde oy namay ı kabul eden Tank Akan, Halil Ergün v e diğerleridir. Faşizme karşı mücadelenin geliştiği, devrimciliğin, sosy alistliğin rev açta olduğu dönemlerde onlar da bu cephede saf tuttuklarını söy lemişlerdir. Ama y ıllar geçti süreçler değişti. Bedel ödemesi gerekenler, inandıkları şey ler uğruna en ağır bedelleri hiç çekinmeden ödedi. Bu Y ılmaz Güney dostları da - Tarık Akan gibi- rotalarını başka y öne çev irdiler. Ve bugün bulundukları noktavır / 'yol' / nisan '99 / sayı: 11

YOL, Kimlere Rant Getirecek? Dün y asaklı olduğu için bulup izlemek bir çok bedeli göğüslemek anlamına gelen "Yol", bugün büyük bir r a n t kay nağı durumuna gelmiştir. Bu aşamay a gelene kadar YOL, eski bilin e n YOL olmaktan çıkarılmış, f ilmin üzerinde birçok oynamalar yapılmıştır. Y ani f ilm artık "tehlike" olmaktan çıkarılmıştır. Artık o n u n üzerinden kar yapma zamanı gelmiştir. Şunu herkes biliyor ki, halkımız Y ılmaz Güney'e v e O'nun filmlerine hasrettir. YOL v e diğer f ilmlerinin gösterime girmesi büy ük bir izley ici kitlesi çekecektir. Y aşlısı genciyle pek çok insan sinemaları tıka basa dolduracaktır. Ve bugün bu ortamın f arkında olan pek çok kimse rant peşine düşmüş, kazanacağı paranın hay alini kurmay a başlamıştır. Ünün hay alini kurmaya başlamıştır. Bu hay ali kuranlardan biri dün pekçok bedeli göze alarak filmin yönetmenliğini y apan Şerif Gören'dir Şerif Gören, geçmişte yaşadıklarını söy lediklerini bir kenara bırakmış "filmin asıl sahibi beni m" diy e bir tartışma başlatmıştır. Bu tartışmaya destek v erenler de v ardır elbette. Böy le bir şeyin kabullenilmesi demek, Y ılmaz Güney 'in başarısının Şerif Gö-ren'e mal edilmesi ve say ın y önetme-


nin ününe ün katması demek olacaktır. Ama görülemey en bir nokta v ardır. Y OL'u Y OL y apan Y ılmaz Gü-ney'in kendisidir. Kimse o f ilme görüntü, efekt v b. teknik anlamda bakmıy or. Ki böy le bakılsa bile o uf ak ayrıntıları bile Y ılmaz Güney hesaplamıştır. Film sırf sanat için yapılmamıştır. Y ılmaz Güney düny a görüşünü olay lara, gelişmelere dev rimci tarzda bakış açısını karelemiştir. Y ani bu "filmin asıl sahibi benim" gibi g e r e k -siz tartışmalar kimsey e bir şey kazandırmay acak, aksine çıkarcı y aklaşım-lan, para, kar, v e ün hırsını iy ice gün yüzüne çıkaracaktır. "YOL, Şerif Gören'indir" diyenler bununla da sınırlı kalmay ıp Y ılmaz Güney 'i ideolojisizleştirmeye giriştirler. Mesela Sabah Gazetesi'nde "Sinema " köşesinde y azan Atilla Dorsay şöy le diyor: "Yılma z Güney, hayatını adadığ ı ideolojinin çöküşünden sonra bile hala tam gör mesiyle ayakta duran bir yapıt. (Y OL filminden bahsediliy or) Çünkü gücünü, Güney'in yüreğinde çöreklenmiş o derin, saklı insan sevgisinden alan bir eser... Ve belki hü manisttir sanatın en görkemli doruklarından biri..." Hümanizm, insan sev gisi, ideolojilerin çöküşü, bunlar burjuv a yazarların dillerine doladıkları şey lerdir. Bunlardan her y erde sıkça sözederler ki, dev rimci mücadelenin boş işler peşinde koşmaktan başka bir şey olmadığı görülsün, herkes kendileri gibi bu düzenin bir taraf ına y amansm. Satır aralarında anlatılanlarla da Y ılmaz Güney buna örnek gösterilir. Sav unduğu ideoloji çökmüştür, düzen galip gelmiştir ve Y ılmaz Güney'e kalan da kuru bir hümanizmle insan sev gisi-dir. Birincisi; o ideoloji hiçbir zaman çöküntüy e uğramamış, her geçen gün büy üyerek güçlenmiştir. İkincisi; Y ılmaz Güney'in y üreği bir tortular mezarlığı değil gerçek sev giy le, inançla doludur. Bu eğilimler salt insan sev gisiy le ortaya çıkmamıştır. Gerçekleri görmek istey en her insan bunu gözar-dı edemez. Ev et f ilmlerde hep ezilen baskı altında tutulan kendine dayatı-

lanlara karşı güçsüzlüğünden ötürü başkaldıramay anları anlatır, buna rağmen hiçbir zaman insanların yüreğinde sadece acıy ı bırakmaz. Çünkü kendisi böy le hisler taşımaz. O filmlerde anlatılan bir v eya iki kahramandır ama o kahramanların y aşadıkları tüm toplumun gerçekleridir. Örneğin "Duvar" f ilminde tutsak çocukların" y aşadıkları dün v e bugün hapishanelerde y aşanılanların bir özetidir. Y ılmaz Güney 'in ideolojisi o kadar sağlamdır ki, hastalığının en ileri aşamasında bile halkına verdiği sözü yerine getirmek için iradesiy le çatışır. Bu irade y alnızca f ilm çekimi için değil, cuntay ı teşhir etmek için de zorlanır. Y ürüyüşlere katılır, ülkede y aşananları kamuoy una duy urmak için elinden geleni y apar. Attığı her ad ım söy lediği her söz, halkı içindir. Bu görmek istediği özgür, bağımsız bir v atan içindir.Bu istek hiçbir zaman tortulaşacak kadar eskimemiştir. Ve O'na; "Dost ve düşman herkes bilsin ki kazanacağız... Mutlaka kazanacağız. Bir köle olarak yaşamaktansa bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir..." dedirtecek kadar canlıdır. Yılmaz Güney'i Sıradanlaştıramazlar YOL'un üzerindeki y asağın kalkması bir anda gelişen bir durum değildir. YOL'un y asaklanmasının nedeni de gösterime girmesinin nedeni de tektir. Bu neden; dev rimci mücadeleden başka bir şey değildir. Düşmanın geri adım atmasını sağlay an can bedeli, kan bedeli y ürütülen sav aştır. Buna istenildiği kadar örnek v erilebilir. Örneğin cuntay la birlikte zorla gaspedilen demokratik hakların pek çoğu mücadele sonucu sökülüp alınmıştır. Burası önemli bir noktadır. Haklar bahşedilmemiş, söke söke alınmıştır. Dernekler, sendikalar y asaklanmışken uzun y ıllar v erilen mücadeleler sonucu bu haklar geri alınmıştır. Kitaplar y asaklanmıştır. Ama bu yasaklar işe y aramaz hale getirilmiş, o kitaplar okunmuştur. İştavır / 'yol' / nisan '99 / sayı: 11

te Y OL'un bugüne geliş hikay esi de bundan bağımsız değildir. Y ani birkaç Y ılmaz Güney "dostu"nun v ey a sadece Fatoş Güney'in çabaları, girişimleri sonucu bu hak elde edilmemiştir. Bu ülkede on y ıllardır süren bir sav aş olmasaydı, değil YOL'u y eniden sinemalarda göstermek, kimse adını ağza almay a bile cesaret edemezdi. Bu bir zaf erse bu zaf erin asıl sahibi dev rimcilerdir, dev rimci mücadeledir. Fakat düzen bu kazanımı her za man olduğu gibi elinden geldiğince etkisizleştirme, düzeniçileştirmeye çalışmaktadır. YOL'un üzerindeki yasağı kaldırırken kendisine zarar veremeyecek hale getirmey e çalışmıştır. Bunu yapmak zorundadır. Çünkü y apmazsa kendisi için tekrar bir tehlike haline gelecektir. Bunun ilk adımı çeşitli değişiklikler yapmakken bir diğer y ani Y ılmaz Gü-ney'i sadece bir "sinemacı" olarak tanıtmaktır. Y ılmaz Güney'in en çok işlenen y anlarından biri de "Çirkin Krallığı"dır. Dönemin parlak jönleri arasından nasıl olup da sıy rıldığı anlatılır hep. Dejenere edilmey e, dışlanmay a çalışılan dev rimciliğidir. Halkın O'nu bu y anıy la sahiplendiğinden bahsedilmez. Dev rimcilik, O'nun y aşammda geçmişe göre bir kurgudur. Bunun gerçek değil koca bir y alan olduğunu hay at def alarca kanıtlamıştır. Bundan sonra da Y ılmaz Güney 'in devrimciliğim unutturamay acaklardır. Y ılmaz Güney 'in üzerine oy nanan oy un, Nazım Hikmet, Che, Deniz Gezmiş üzerinde oynanan oy undan f arksızdır. Ehlileşti-rip kendi işlerine y arar hale getirme çabalarından başka bir şey değildir. Bu oyunu diğer ay dınlar üzerinde oy namay a çalışanlara halkımız izin v ermedi. Kendine ait olanı canı gibi korudu. Y ılmaz Güney kendi dey imiy le "biz yiğitlikleriyle destanlar yazmış bir halkız ve önümü zde duran bütün güçlükleri yenecek azme ve güce sahibiz." Y ol halkındır, bizimdir. Onu v e Y ılmaz Güney'i y ok edemezler. Buna izin v ermeyeceğiz.


il h an a k d a ğ

Haticeler hala Beyazıt'ta... -Mustaf a Abi ben çıkıy orum, başka bir şey var mı? -Y ok Kemal. Y alnız çabuk gel. Müşteriy i bekletme. -Gecikmem abi. Hemen bir koşu gider gelirim. -İy i hadi, acele et... Kemal tezgahın üzerinde duran kitap listesini alıp aceleyle dükkandan f ırlay ıp çıktı. Üç gün önce bir müşteri gelip kabarık bir kitap listesi bırakmıştı.Abisi Mustaf a ile birlikte çalıştırdıkları kitapçı dükkanında hemen her kitap bulunmasına rağmen, müşterinin bıraktığı listedeki kitaplardan biri yoktu. Kemal de böylesi durumlarda hep y aptığı gibi Mahmut Amca'nın tezgahına y ollanıy ordu şimdi. Acele ediy ordu ya, acelesi müşteriy i bekletmekten çok y ağmura yakalanmamak içindi. İstanbul'du bu. Havası pek belli olmazdı. Günlük güneşlikken bir de bakmışsın kapkara y ağmur bulutları, soğuk bir rüzgarla birlikte boşalıv ermiş üzerine. Hele Mart ay larında durumu önceden kestirmek daha zor olurdu. Cağaloğlu'ndaki dükkanlarından çıkıp hızl ı adımlarla Bey azıt Mey danı'na, Çınaraltı'ndaki sahaf lara giderken Kemal'in kaf asını y oran, işte yalnızca bu hav a durumu mesele-siy di. "Yağmadan bir gidip gelebilsem" diy e düşünüy ordu. Bugün bu mesele çok daha önemliy di. Çünkü y eni aldığı montunu giymişti. Kollarıy la sırtı başka başka renklerde, göğsünde markası oturaklı biçimde parıl-

day an, şık bir monttu bu. Gerçi soğuktan, y ağmurdan kurtulmak için almıştı montu ama hemen bu akşam ıslanmış olmasını da istemiyordu. Akşam, arkadaşlarıy la birlikte mahalledeki y eni açılan kaf ey e gideceklerdi. Y eni, pahalı montu tüm fiy akasıy la kendini hissettirmeliydi. "Yağmur yağsa da biraz olsun korunuru m" düşüncesiyle her zamanki y olunu değiştirip Kapalıçarşı'y a daldı. Bir y andan adımlarının h ızın dan bir şey kaybettirmeden sarı, beyaz ışıkların altında, kuy umcu vitrinlerinde pırıl pır ıl ışılday an altınlara bakıy ordu. Y ılın her günü görebileceği turistlere, boy acı çocuklara, alışv eriş etmey e gelenlere bakıy ordu. Kapalıçarşı'nın sıcak hav ası rüzgarın soğuğunu unutturmuştu şimdi. Farkına varmadan adımlarını y av aşlatmış v e aksaş, kaf edeki anlara dalmıştı. Böy le hüly alar içinde y ürürken, Kapalıçarşı'nın Bey azıt'a çıkan kapısına v ardığını f arketti v e cebindeki kitap listesi işte o an aklına geldi. Ev et, bir kitap arıy ordu, "Mahmut amca mutlaka bulur" diy e söy lenerek sahaf ların kapısından içeri girdi v e ilk selamı hemen girişteki Dönerci Salih Abi'den aldı: -Ooo! Y üzünü gören hacı oluy or. N'aber Kemal? -Amma y aptın abi be. Daha geçen hafta buraday dım. İyiy iz işte abi, koşturup duruy oruz. -Gel gel bir ayranımı iç bari. . -Y ok sağol abi, işim acele, müşteri bekliyor. tav ır / öykü / nisan '99 / sayı: 11

-İy i, yine de bir ara beklerim. -Tamam abi, ilk f ırsatta, hay ırlı işler. Kemal sahaflar çarşısındaki hemen bütün dükkanları tanıy ordu. Biblocu Hasan, incik-boncuk Veli... Gide gele tanışmıştı, samimi olmuştu hepsiy le. Kemal nerede nasıl dav ranacağını bilirdi. "Saygılı ço cuk", "iyi delikanlı" diy e bahsederdi çarşı esnaf ı ondan. Sev ilirdi. Çarşı boy unca sağa sola selam v ere v ere, çarşının Bey azıt Mey danı'na açılan kapısından çıkıp Mah mut Amca'nın tezgahına y öneldi. Mahmut Amca'nın kitapçı tezgahı Bey azıt Camii'nin giriş kapısının y anında kuruluydu. Y üzy ıllardır burada duran büy ük çınarın gölge-siy di burası. Y azları diy ecek yoktu ya, kışın ulu çınarın dalları y üzünden hav a daha da kasv etli gelirdi insana. Y ine de müşterileri v e esnaf arkadaşları sev erdi buray ı. Camii duvarının önüne dizilmiş incikboncuk, eski para, gümüş tezgahları v e nice başka şeyler... Antika madeni paralar bile satılırdı bu ralarda. Çoğu esnaf burada daimiydi. Y ıllardır buray ı ekmek kapısı bellemişlerdi. Hepsi tanırdı birbirini, işten güçten f ırsat bulup da keyif leri el v erirse tadına doy ulmaz sohbetler kurulurdu. Bir Hüsey in Avni Dede vardı mesela ulu çınarın altında. Şiir y azardı, yazılar y azardı, y ay ınlanan kitapları v ardı. Kendi dey imiy le "paraya inat para satarak" geçiniyordu. Y ıllardır kesmedi-


ği saçı v e beline dek uzamış sakallarıy la Çınaraltı'nın simgesi olmuştu. Biraz "kırık" diy orlardı y a pek öy le belli olmuy ordu. Buranın adını "tek şekerli Çınaraltı" koy an da o olmuştu zaten. Kemal, Hüseyin Av ni Dede'ye selam v erip doğruca Mahmut Amca'nın tezgahına y öneldi. 45 yaşlarında olmasına rağmen hala dinç v e kuvvetli görünen, y ılın hemen her vakti el örmesi kahv erengi atkısını boy nuna dolamış, siy ah kasketini kaşlarına dek indirmiş, bıy ıklarını sarartan sigarasıy la sürekli kitaplannı düzelten biriy di Mahmut Anca. İnsanlar hiçbir y erde bulamadıkları eski kitapları onun tezgahında bu lurdu. Kemal de böyle kitap için gide gele tanışmıştı onunla. "Bugün bir gariplik var..." diy e düşündü Kemal. Bir sefer, Mahmut Amca bir hoştu bugün. Hasta mıy dı acaba? Her zamanki gibi kitaplarıyla uğraşmak y erine öy lece tezgahının başındaki küçük taburesine oturmuş dalgın dalgın düşünüy ordu. Sonra, Bey azıt Mey danı'nda polisler, polis arabaları, panzerler tıklım tıklımdı. Bazı polisler köpeklerin tasmasından tutmuştu. Gerçi her zaman buralarda polis olurdu ama bu kez çok daha kalabalıktı v e ne gazetelerde ne telev izy onda bir olay dan bahsetmemişti haberler. Ev et, ev et. Bir gariplik v ardı bugün. "Hayırlı işler Mahmut Amca" dedi Kemal biraz kay gılı bir sesle, "İşler nasıl gidiyor?" Mahmut Amca yav aşça başını Kemal'e çev irdi. -Sağol Kemal, hoşgeldin oğlum. Hay rola bir haftadır görünmüyor-sun? -İşler işte. Koşturup duruyorum. Bir kitap lazımdı da. Belki sende bulunur dedim. -Demek işin olmasa uğramay acaksın bize, öy le mi? -Y ok ben Mahmut Amca, v allaha işler çok. Y oksa gelmem mi? -Tamam, tamam. Gel otur bakalım. Bir çay ımı iç.

Mahmut amca dalgınlığını biraz atmış, hoş bir sohbetin ilk sorularını sormay a başlamıştı. Bir y andan da çekişiy orlardı. -Olmaz Mahmut Amca diy ordu Kemal, bu sef er çaylar benden. Hem abim haftalığıma zam yaptı. Zengin say ılırım. Mahmut Amca küçük bir gülümsemey le ikna oldu. Kemal, hemen karşıdaki küçük seyyar arabasında çay y apıp satan Hasan Usta'y a seslenip iki çay söy ledi oturduğu yerden. Bu ara Mahmut Amca farketti: -Kemal hay ırlı olsun oğlum. Y eni mont mu aldın? -"Sağol, sağol" dedi Kemal umursamaz görünen bir sesle. Ama sonra hemen y ine hev esini açığa v urdu. -Y eni aldım ama inşallah akşama kadar y ağmur yağmaz. Islanmasa çok iy i olacak. -Niy e oğlum. İnsan soğuktan, y ağmurdan korunay ım diye giymez mi bunu? -Akşam arkadaşlarla buluşacağız Mahmut Amca, daha ilk gün mahf olmasın mont. Mahmut Amca iyice güldü. -İlahi Kemal, bırak artık şu giy im kuşam sev dasını be oğlum. Birden kaşlarını kaldırdı. -Haaa, tamam anladım. Y oksa 'özel' bir konuğun mu olacak, ha? -Y ok be Mahmut Amca. Vallaha alakası y ok. -Tamam, tamam. Ben bir şey demedim. Hem merak etme sen. Bak hav a açıy or. Daha çay lardan ilk yudumları almışlardı ki mey dandan tiz, metalik bir çığlık geldi. Mahmut Amca başını sesin geldiği y öne çev irdi. Kaşları çatılmış, gözleri y anıyordu. Bir panzerin kulakları tırmalay an siren sesiydi duy dukları. Mahmut Amcay ı böy le öfke dolu görmey e alışık olmay an Kemal y ine şaşırmıştı. -N'oldu Mahmut Amca, bir şey mi v ar? -"Yok, yok" dedi Mahmut Amca sıkıntısını elev eren bir sesle. -Sahi bugün niye burası böyle tavır / öykü / nisan '99 / s ayı: 11

polis dolu, y ine olay f alan mı var? Mahmut Amca dalgınlaşmıştı yine. Duy mamıştı herhalde Kemal'i. Gözlerini üniv ersite kapısından alamıy ordu. -Mahmut Amca... -Ha... Ne dedin Kemal? -Bir olay f alan mı v ar diy orum? Polis dolmuş ortalıkta. -Bilmiy or musun? -"Ney i" der gibi baktı Kemal. Mahmut Amca gözlerini kıstı. -Bugün Mart'ın 16'sı. -Ne olmuş 16'sıysa. Her ay ın 16'sı v ar. -Bugün 16 Mart 78'in y ıldönümü ya... -Anlamadım Mahmut Abi. -Ah be Kemal, amma uzaksın olup bitenlere. Uzay da mısın oğlum sen? Kemal gücenmişti biraz. -Ne v ar y ani bilmiyorsak, ay ıp değil y a. Sen anlatsana ne olmuş bugün. -20 y ıl önce tam şu kapının önünde, diy e anlattı Mahmut amca, 7 öğrenciyi bombay la öldürdüler. Kemal uzay da yaşamıy ordu. Bir zamanlar bu ülkede hergün silahların patladığın ı duy muştu y a, her-gün adımladığı mey danda kan döküldüğünü bilmiyordu. Öy lece sustu. -O zaman ben y ine burada kitap satardım, diy e dev am etti Mahmut amca. Ama şimdiki gibi her kitabı değil ha. Mesela şurdaki kitap var ya, "Ana" yazıy or kapağında. İşte onu açıkta gördüler mi y a polis ya da köpekçiler basar tezgahı dağıtı-v erirlerdi. Şimdi de polis rahat v ermiy or ya o zaman kurşun atarlardı. Belki y arın yine gelip silah sıkarlar... Mahmut amcanın dişleri kızgın lıkla sıkıldı. Dev am etti sonra: -İşte o zamanlar daha çok ders kitabı f alan satardım. Böy le kitapları da tezgahın altından. Bizim çocuklar bilirdi. Kitap lazım oldu mu gelirler, el altından al ırlardı benden.


-Sizin çocuklar mı? Kimmiş onlar? -Öğrencilerdi. Dev rimciydiler. Kemal irkildi biraz. -Solcu mu y ani? -Ev et. -Sen de mi solcusun Mahmut amca! -Tabi y a, diye ister istemez güldü Mahmut amca. Onlar gibi olamasam da solcuy um. Onların y olu doğru. Y a sen Kemal? -Ben mi ? diy e şaşırdı Kemal. Düşündü biraz. -Bilmem, dedi neden sonra. -Mesela sen şu Susurluk'a ne diy orsun? Onca uy uşturucu, kaçakçılık, pis işler, cinayetler çıktı ortaya. Hak mı, doğru mu bunlar? -Y oo, niy e doğru olsun ki. Dev leti soy muş hepsi. -Peki dev let kim? -Dev let... -Mesela y asalar o Susurluk'taki arabadakilerden mi, y oksa halktan mı y ana? İşsizler, açlar, yoksullar, senin gibi doğru dürüst okuyama-mış gençler... Onların y ararına bir şey v ar mı hiç? Varsa y oksa v atanı Amerika'y a satanların midesine gidiy or. Sen, karşı değil misin bunlara? -Karşıy ım tabi. -Tamam işte... "Tamam işte, sen de solcusun" diy ecekti Mahmut amca ama tamamlamadı. Temiz çocuktu Kemal, biraz öğrenince o da y iğit bir devrimci olurdu. Anlatmay a dev am etti: -İşte o zamanlar, bu çocuklar bunlara karşıy dı. Hepsi pırlanta gibi gençlerdi. Hele bir Hatice v ardı.. Y ürekli mi yürekli, mert bir kızdı. Hiç korkmazdı köpeklerden. Ne zaman gelse hal hatır sorar, kitap alır, okulunu, okuldaki köpekçileri anlatırdı. "Dikkat et kızım, başına birşey gelmesin" dedim mi hep ay nı şey i söylerdi: "Merak etme abi, biz canav ar gibiyiz. Y eneriz' bu alçakları" Sonra da gülüp giderdi... O günler gözlerinin önüne gelmiş, gülümsetmişti Mahmut Am-

ca'nın kırışık dudaklarını. Sonra gözleri hüzünlendi iy ice. -O sabahta uğradı Hatice, diye dev am etti. Y anında bir arkadaşı daha v ardı. Y eni arkadaşlarındanmış. Biraz sohbet ettik, sonra gittiler. O zaman tezgahım caminin meydan kapısınday dı. Oturduğu y erden üniversite kapısı rahat rahat görünürdü. Bir iki saat sonra birden bir patlama duyduk. Çığlıklar, bağırtılar ortalığı kapladı. Bir de baktım ki, üniversitenin kapısının önü kıp kırmızı. Y erde insanlar v ar. Kimileri y aralı, ay akta. Herkes koşturuyor. Polisler oralı bile değil. 2-3 kişiyi gördük, aşağıy a, Vezneciler'e doğru kaçıy ordu ama peşlerinden giden olmadı... Reşat Altay'ı tanıy or musun sen Reşat Altay'ı? -Emniy et müdürü değil mi? -İşte o. O gün o şerefsiz de v ardı. Komiser yardımcısıy dı o v akitler. Namussuz, olay ı biliyormuş meğer. -Biliy ormuş ha? İzin mi v ermiş? -Ne izni? Belki bombay ı o çıkarıp v ermiştir... Neyse, bırak o alçağı! işte gürültüleri duy unca koşturdum ben de. Y erde çocuklar. Sonra 7 tanesi öldü. Mahmut amca dolan gözlerini kurulamıy ordu artık. -Y aralılar da v ardı. Polis y ardıma gelenlere engel oluy ordu. Kimilerini de üstleri başları kan içindeyken gözaltına almay a çalışıy ordu. Y erde y atanlardan birine takıldı gözüm. Saçları kanlı genç bir kızdı. Y üzükoy un y atıy ordu. Biri kaldırmak için çev irdi. Bomba öy le bir patlamış ki içindeki organların hepsi boşalmış; Hatice'ydi, daha iki saat önce görmüştüm. Şimdi y üzü, üstü, saçı kanlar içindey di. Ölmüştü.... Ne diy eceğini bilemeden, -"Peki polis biliy ordu da niye birşey y apmamış?" dedi Kemal. -Y apmaz mı? Y apmış tabi. Çatlılar bombalarını daha rahat atsın diye, çocuklar okuldan çıkıp kapıy a doğru giderken etraf larını çev irmişler. Reşat Altay 'ın itleri öy le bir çevirmiş ki çocukları, bir taraf ları tavır / öykü / nisan '99 / s ayı: 11

açıktaymış. Sonra Çatlı'lar gelince hemen geri çekilmişler. Onlar da bombay ı rahat rahat atmışlar. -Çatlı dediğin şu kazada ölen mi Mahmut amca? -O itoğlunun ta kendisi! O gün o da v armış bombay ı atanların içinde. Hepsi bir olup öldürmüşler çocukları. Sonra da ne mahkeme, ne dav a, ne birşey. Y ıllar sonra şu kaza oldu da hepsi bir bir çıktı. Şimdi herkes biliyor. O zaman da gençler "kontr-gerilla y aptı" derlerdi y a tam anlay amazdık. Şimdi herşey açık... -Bugün tam 21 y ıl oldu Kemal, diy e bağladı sözü Mahmut amca. Gösteri, protesto falan olur diy e polisler doluştu. Mutlaka da olur, izle bak. Zamanın iy ice ilerlediğini fark etti Kemal. Y avaş y avaş kalktı. -Ben artık gidey im Mahmut amca, dedi düşünceli bir sesle. Unutmadan, şu benim kitabı v ersene.. -Dur bakay ım... Mahmut amca yav aş ama ne y aptığını bilen hareketlerle üst taraf lardan bir kitabı çekti, arkasında-kini çıkarıp v erdi. Vedalaştılar. Kemal düşünceli düşünceli yürüy ordu şimdi. Adımları ölçülüydü. Öğlen v akti, akşam gibi kararmıştı hav a. Biraz sonra y ağmur boşalmaya başladı. Üç dakika sonra sular saçlarından süzülüp ensesinden içeri girmey e başladı. Ama neredeyse farkında bile değildi. Y ürürken gözüne gazete bay in-deki bir başlık takıldı: "Üniv ersitede çatışma: 4 solcu öğrenci y aralı" İrkilerek okudu. "Başka Çatlı'lar da mı v ar acaba?" diy e düşündü birden durup. Sonra y ürümey e dev am etti.Baş-ka Çatlı'lar v arsa da ne olmuş? 21 y ıl sonra bile arkadaşları toplanıp ey lem y aptıklarına göre, başka Hatice'ler de vardı demek. "21 yıl sonra bile ha" diy e düşündü gülümsey erek "De mek unutma mışlar. Ne güzel! Bu Hatice'lerden bizi m dükkana da gelenler var mı acaba?"


o k t ay r ıf a t

elleri var

özgürlüğün 1 Köpürerek koşuyordu atlarımız Durgun denize doğru

7 Ben kafes, sen sarmaşık; Dolan dolanab ildiğin kadar!

2 Bu uçuş, güvercindeki, Özgürlük sevinci mi ne?

8 Özgürlük sevgisi b u, İnsan kapılmayagörsün b ir kez; Bir urb a ki eskimez, Bir düş ki gerçekten daha doğru.

3 Öpüşmek yasaktı, b ilir misiniz? İş gücünü savunmak yasak! 4 Ürünü ayırmışlar ağacından, Tutturabildiğine, Satıyorlar pazarda; Emeğin dalları kırılmış, yerde. 5 Işık kör edicidir, diyorlar, Özgürlük patlayıcı. Lamb amızı b ozan da, Özgürlüğe kundak sokan da onlar. 6 Elleri var özgürlüğün, Gözleri, ayakları; Silmek için kanlı teri, Bakmak için yarınlara, Eşitliğe doğru giden.

9 Yiğit sürücüleri tarihsel akışın, İşçiler, evren kovanının arıları; Bir kara somunun çevresinde döndükçe Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler. O somunla doğrulur uykusundan akıl, Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz; O güneşle bağımsızlığa erer kişi 10 Bu umut özgür olmanın kapısı; Mutlu günlere insanca aralık. Bu sevinç mutlu günlerin ışığı; Vurur üstümüze usulca ürkek. Gel yurdumun insanı görün artık, Özgürlüğün kapısında dal gibi; Ardında gökyüzü kardeşçe mavi!

tavı r / şiir / nisan '99 / sayı : 11


irşad aydın

Onurlu Aydın Biyografileri -2

Orhan Kemal -Gözün aydın üstadın geliyormuş. -Benim üstadım filan yok. -Nazım Hikmet buraya geliyormuş. Büyük şair senin üstadın sayılmaz mı? (...) İşte her şey böy le başlar. 5 Aralık 1940... Bugün, büy ük şair Nazım Hikmet Çankırı Hapishanesi'nden Bursa Hapishanesi'ne sevk olur. Onu bir süredir hapishanede kalmakta olan, geleceğin büy ük hikayeci v e romancılarından Orhan Kemal kapıda karşılar. Orhan Kemal bu sıralarda 26 y aşındadır. Hemüz ilk şiirlerini kaleme almaktadır. Hikay e v e romanlar konusunda ise bugüne kadar pek bir şey karalamamış-tır... Bolca şiir y azar, hapishanede de herkes onu y azdığı şiirleriy le tanır ve şiire olan ilgisiyle bilir.

Bugün Nazım'ın Çankırı Hapishanesi'nden Bursa Hapishanesi'ne şevkini de y ukardaki sözlerle haber v erirler Orhan Kemal'e. Tabi, bu Orhan Kemal için büy ük heyacan verici bir olaydır. Nazım'ı kapıda karşılar, elinden çantasını alır, onu kalacağı koğuşa kadar kendisi götürür. O günden, ay rılacağı güne kadar da onunla birlikte kalmak, ondan bir şey ler öğrenebilmek için elinden gelen tüm çabay ı sarf eder. "Sanatımın amacı... Şöyle özetlemekte

bir sakınca var mı acaba? Halkımızın, genel olarak da insan soyunun müspet bili mler doğrultusundaki en bağımsız koşullar içinde, en mutlu ol masını isteme çabasıdır" Orhan Kemal için özellikle bu y ıllar çok önemli olur. Kendini geliştirmek, ciddi anlamda önünü açmak doğrultusunda büy ük bir f ırsattır. O da bunun f arkındadır. Bu nedenle hapishane günlerinin çoğunu Nazım Hikmet'le birlikte geçirir. Ona y azdığı şürleri okur, görüşlerini eleştirilerini ister... Kısacası Nazım Hikmet'le hapishanede kurduğu dostluk, onun y azarlık y ıllarının başlangıcıdır aslında. Önceleri çala-kalem yazdığı şiirler, y azılar v ardır. Y azdığı şiirler kimi dergilerde y ay ınlanmasına karşın umut v aad etmekten öteye gitmez. Hapislik günlerinde o çok sev diği Nazım Hikmet'in emekleriy le y azı y eteneğini geliştirir. Hay atının tamamı yoksulluklar içerisinde geçmiş, Anadolu'nun çok y etenekli bir hikay ecisi ve romancısı; Orhan Kemal... Bu y azıda sizlere gerek y aşamıy la, gerekse eserleriy le y aşadığı topluma, halkma katkıları olan bir edebiy at ustasını, -genel hatlarıy la da olsa-

tavı r / b i y o g r a f i / nisan '99 / sayı: 11

anlatmay a çalışacağız. Kimdir Orhan Kemal, nasıl y aşamıştır, hay atı boy unca nelerle karşılaşmıştır, çektiği açılarıy la, halkma olan bağlılığıy la, y er y er kendi ağzından, y er y er kimi kay naklardan edinilen bilgilerle anlatacağız. Bu süre içerisinde de bazı öy külerine göz atacağız, romanlarından kimilerine kulak kabartacağız. Bir y andan hay at öyküsünü anlatırken, diğer y andan da y aşadığı sürecin hikay ecileri, romancılarıy la günümüz romancılarına kısa bir bakış atacağız. Şimdi isterseniz daha geçmişe, doğduğu y ıllara doğru gidelim. Ve Nazım'la karşılaştıkları güne, 5 Aralık gününe kadar genel hatlarıy la Orhan Kemal'i tanıy alım. Hangi koşulları y aşamış, nelerle karşılaşmış bir bakalım. Tabi, bu arada kimi öykü ve romanlarına da gözatalım. Orhan Kemal, 15 Eylül 1914 y ılında Adana'nın Cey han İlçesi'nde dünyay a gelir. Asıl adı Mehmet Raşit Öğüt-çü'dür. Babası, Abdülkadır Kemal Bey'in içinde bulunduğu ortamdan kay naklı çocukluk y ılları, hatta gençlik


1

y ılları ilden ile, ülkeden ülkeye dolaşmakla geçir. Abdülkadir Kemal avukattır. Ancak bunun y anında milletv ekilliği, bakanlık, savcılık, sav a yardımcılığı, kay makamlık, ağır ceza reisliği, parti başkanlığı, işçilik, çiftçilik ve son olarak av ukatlık yapar, içerisinde bulunduğu siyasal f aaliyetlerden kaynaklı olarak zaman zaman ülke dışına çıkmak zorunda kalır. Daha çok güney ülkelerinde bulunur. İşte bu nedenle Orhan Kemal, çok uzun süreler olmasa da kısa aralıklarla Beyrut v e Kudüs'te yaşar. Özellikle bu y ıllarım, hay atının çocukluk v e gençlik dönemleri başta olmak özere romanlarından bazılarının konusu y apar ki, ilerleyen bölümlerde sırasıy la bunlara değineceğiz. Orhan Kemal'in doğduğu y ıllarda, babası Çanakkale'de cephededir. Ancak sürmekte olan Kurtuluş Sav aşı nedeniy le bir cepheden diğer cephey e gider. Önce Ça nakkale'den Adana'y a dönmüş v e hemen ardından Kony a'y a gitmiştir. Busun? sonra ise ailesini de Konya'ya y arana aldırmıştır. A n c a k o g ü n l e r d e Kony a'da çıkan bir ay aklanma nedeniy le tüm aile Adana'y a geri dönmüştür. Gelin bakalım Orhan Kemal, daha sonra y ay ınladığı "Babaevi" adlı romanında bugünleri nasıl dile getirir.

maktadır." "Baba Evi", Orhan Kemal'in ilk roman çalışmasıdır. Otobiy ografik bir y apısı olan bu romanda, çocukluk y ıllarından başlay arak ilk gençlik y ıllarını aktarır. Bu roman, 1949 y ılmda yay ınlanmış, oldukça başardı bir çalışmadır. O y ıllarda ki y okluk, yoksulluk, bir şehirden bir şehire süreklenişler, babasının ardından dolaşmaları temel konu olarak ele alınır. Sözü edilen bu y ıllar, 1918 ile 1932 y ılları arasını kapsar. 1918 y ılmda ailesiyle birlikte Kony a 'y a göçerler. Orada bir süre kaldıktan sonra 1923 y ılmda tekrar Adana'y a dönerler. Bu sırada babası, Birinci Meclis'te Kastamonu milletv ekilliği yapmaktadır. Bu görevi tamamladıktan sonra kendisine tekrar milletv ekilliği teklif edilse de bunu kabul etmez. Daha sonra Fethi Oky ar, CHP'lilerin isteği üzerine Orhan Kemal'in babasının da içerisinde yer aldığı Serbest Cumhuriy et Fırka-sı'nı kapatır (1930). Ancak, Abdülkadir Kemal, bu olay dan sonra muhalef etini sürdürür. Y aşadığı baskılar onu Suriy e'ye kadar götürür. İşte Orhan Kemal v e ailesinin ülke dışına çıkışları bu tarihe denk düşer... Tabi, Orhan Kemal "Baba Ev i'nde de belirttiği üzere kendisi orada kalamay acak, Adana'y a dönecektir. Orhan Kemal, ailesinden ayrılarak y urda dönmesi"Çocuk o sırada b e ş - a l t ı yaşındadır. nin ardından başıboş bir hay at sürdürAile kalabalıktır. Baba serttir. Oğlunu okumey e başlar. Düny ay ı umursamaz bir yup yazmasını öğren mesini istemektedir. Bunun için ona baskı yapmaktadır. Tam bu haldedir. Hayatının önemli bir bölümünü f utbola v erir. Av are bir y aşantı seçmiştir. sıra bulundukları şehri düşman işgal etmişNitekim bu y ıllarını "Baba Ev i'nden bir y ıl tir. Ve bu nedenle aile Konya'ya göçer. Basonra y ay ınladığı "Avare Yıllar"ından da ba Kurtuluş Savaşı'na katılmak için Ankaöğrenmek mümkündür (1950). ra'ya gider. Savaştan sonra aile Adana'ya yerleşir. Adana'da on yıl geçer. Baba CHP Haylaz arkadaşlarıyla birlikte okuldan yönetimine muhalefet eder. Bu yüzden Beyrut'a kaçmak zorunda kalır. Ailesini de oraya kaçmakta, kahvelerde, mahalle maçlarında aldırır. Bir lokanta açar, iki oğlu da yanında sürtmektedir. Biraz para biriktirip, övgüsünü duyduğu İstanbul'a gitmek için bir süre bir çalışmaktadır. Fakat işler iyi gitmez, lokanta dokuma fabrikasında çalışır. Ancak kapanır. Ailenin geçimi iyice zorla-bu oldukça zor gelir ve aylaklığa geri döner. şır. Bir ara baba ağır bir hastalık geçirir.Oğ Daha sonra, gene babaannesinden aldığı lanlardan biri bir basım evinde iş bulur, ama parayla yanına bir arkadaşını da alarak İsçocuğun içi rahat değildir. Yurdunu özlemiştanbul'a kaçar. Çok kısa süre İstanbul'da tir, işten ayrılınca babasının ikna eder ve me mleketine geri döner. Artık baskıdan kur- kaldıktan sonra iki kaçak Adana'ya geri döner. Şimdi de Beyrut'tan sonra gittikleri Kutulmuş ve özgürlüğüne kavuşmuştur. Ve budüs'ten gelmiş olan ailede yoksulluk iyice rada yeni arkadaşlıklar edinmiştir. Futbol artmıştır. Delikanlı, okulu tama men bıoynamakta, hayatın tadını çıkarttavır / biyografi / nisan '99 / sayı: 11

rakmıştır. Eski çalıştığı dokuma fabrikastnda bu kez katip olarak çalışmaya başlamıştır (...) Zamanla işçi kızlardan birine tutulur ve onunla evlenir..." Orhan Kemal'in, özellikle ilk öykü ve romanlarının tamamı kendi hayat hikay esi üzerine kuruludur. Çocukluk günleri, gençlik y ıllan... Hay lazlıklarından, çektikleri zorluklara kadar bu romanlarında gözler önüne serilir. Görüldüğü üzere "Avare Yıllar"da da böy le if ade edilmiştir. Hay lazca gezdiği y ıllardan, Kudüs'e gidişi v e ardından f abrikada çalıştığı y ıllara... Son olarak da ev liliğine kadar getirir bu romanlarda... Daha sonra y ay ınlanacak olan "Cemil" v e "Dünya Evi" adlı romanlarında ise sırasıy la evlilik öncesi y ıllan v e ev lilik y ıllan dile getirilir... "Ce mil", 1952 y ılm-da y ay ınlanan "Murtaza"nın hemen ardmdan y ine ay nı y ıl y ay ınlanır. "Düny a Ev i" ise sırasıy la "Bereketli Topraklar Üzerinde" (1954) v e "Suçlu" (1957), "Serseri Miyoner" (1957) "Devlet Kuşu" (1958), "Vukuat Var"(1958) ile ay nı y ıl yay ınlanır. İşte, Orhan Kemal'in hayat öyküsünün bir bölümü v e romanları... Bu romanları incelerken özellikle dikkat edilmesi gereken nokta; yapılan v urgular v e bununla birlikte y an v e temel vurguların özelliğidir. Orhan Kemal'in sanata bakış açısını açığa çıkartan özellikler de burada y atar. Öykü v e romanlarında temel konu kendi hay at öyküsü vey a anlatılan benzeri kişilikler -ki bu kişiliklerin özelliklerine de değineceğiz- olmakla birlikte bunun y an unsurlarında y apılan vurgular, daha çok anlatılan kişiliğin içinde bulunduğu ortam, yaşam koşullan çev relerin konusu, ilişkiler, o günün ekonomik yapısı olmaktadır. Y ani öz olarak Orhan Kemal'in tekrar tekrar v urguladığı gibi, y aşadıklarının tamamım romanlarına aktarmaktadır. Acılarını, sev inçlerini, hüzünlerini, tüm zorluklarını bir bütün olarak öykü v e romanlarına aktarır. Orhan Kemal, kendi kendini gerçekçi bir yazar olarak nitelendirir. Ancak burada önemle üzerinde durulması gereken bir noktada v ar ki; hayatım roman ve öykülere aktarırken sadece ortama ta-


nıklık etmekle y etinmediği, ay nı zamanda ortamı y orumladığı, y ol gösterdiğidir. "Bir bakıma çok kaypak bir kavram, dışımızda; yani bilincimizin dışında bilinci mi ze bağlı olarak var olan gerçeğin tıpatıp fotoğrafını çekip okurlara göstermek de bir çeşit gerçekçilik sayılır, ama buna 'Natüra-lizm' diyorlar. Şuna benzer: Ola mkat olanı, olduğu gibi yansıtmak, bir başka deyimle doktorun hastasındaki hastalığı görmekle yetinmesi gibi bir şey. Benim anladığım ger çeklik yalnızca bu kertede kalma malı. Onun için sanatçı gerçeğin ölçülerini kendinde toplayıp 'olmuş mu?' ile birlikte 'olabilir mi?'nin karşılığını verebil meli. Bununla da kal mamalı, 'Nasıl ol mal ı?' ya de karşılık bulabil melidir. Sanatçı doğanın kopyacısı değil, kendinden bir şeyler katan birleşimci olandır. Bilme m anlatabildi m mi?..." Orhan Kemal gerçeklik konusundaki görüşlerini de böyle if ade eder. Orhan Kemal'e y üzeysel bir bakış, onun av are, gününü gün eden bir insan oldu ğu izlenimini y aratır. Oysa sürekli çalışmıştır Orhan Kemal. Bundan dolay ı çalışma hay atının tüm zorluklarını çok yalandan tanır. Ekonomik sıkıntılan çok fazla v e y akıcı bir biçimde hissetmiştir. Ekonomik sıkıntılar hay atında çok ciddi izler bırakmış v e bu sayede y azılarında, öykü v e romanlarında anlatılan kişilikler, çok y akından tanıdığı gösterir. Romanlarında konuların v e öykülerindeki kişiliklerin, y aşamın içinden çıktığı çok belirgindir. Bu dile getirdiği kesimleri sadece kitaplardan v eya halkın f arklı f arklı kesimlerini ancak resimlerden tanımladığını gösterir. Orhan Kemal ev liliğe karar v erir. Ancak ailesi o y ıllarda babasının y anında Kudüs'tedir. Adana'a babaannesinin y anında kalır. Tanıştığı Nuriy e ile evlenir. bir y ıl sonra kızı Y ıldız düny ay a gelir. Y ine ay nı y ıl askere çağrılır. Askerliğini y apmak üzere Niğde'y e gider. (1938) Bedelli olarak altı ay askerlik y apacaktır. Ancak işler hiç de sandığı gibi gitmez. Askerlik dönemi onun hay atını değiştiren olaylann da başlangıcını oluşturur. Tanıdığımız Orhan Kemal, bu dönemde sonra şekillenir. Niğde'de askerliğini y aparken teskeresini almaya

kırk gün kala, okuduğu kitaplardan dolay ı askeri mahkemeye v erilir. Askerlik y ıllarında romanlar, Maksim Gorki romanları, Nazım'in şiirlerini okur. Okuduğu kitaplardan dolay ı dikkat çeker ve soruşturulur. Elbette düşünülen; "komüni zm" propagandası y aptığıdır. Kendisi daha sonraki y ıllarında bu günleri anlatırken "Ben o günlerde konümizm ne de mekti onu bile bil me mekteyim" demektedir... Ev et... Orhan Kemal o y ıllarda "Komünist olduğu "nu bilmez. Ancak bildiği bir şey vardır; O da okuduklarında kendini, kendi gibi olanları bulduğu v e tanıdığıd ır. 6. Kolordu Komutanlı-ğı'nın 11.10.1938 tarihli tahkikat kararıy la askeri mahkemede yargılanır v e beş y ıl hapis cezasına çarptırılır. Kararı temy iz etmez v e eşyalarını toplay arak hapishanenin y olunu tutar. Önce Kayseri Hapishanesi'ne gider. Orhan Kemal, eline kalemi aldığı ilk günler olarak bu y ıllan gösterir. Önceleri şiire ağırlık verir. Daha çok duy gusal şiirler yazar. Hece ölçüsünü kullanır. Y azdığı şiirler zaman zaman y erel gazete v e dergilerde y er alsa da bunlar oldukça zay ıf tır. Sadece gelişmey e açık bir nitelik gösterir. 23 Nisan 1939... Bu gün ilk kez bir şiiri Y edi Gün adlı bir dergide y ay ınlanır. Hemen ardından "Yeni Mec-mua"da şiirleri y ay ınlanır. Bunlar Kayseri Hapishanesi'ndeki günlerinde y ay ınlanır. Kayseri'de kısa bir süre kalır v e ardından Adana Hapishanesi'ne, daha sonra ise üç buçuk y ıl kalacağı Bursa Hapishanesi'ne gönderilir. 5 Aralık 1940... "Okuduğum bu şiirler daha çok romantik, süslü, ölçülü, uyaklı şiirlerdi. İlk dörtlüğü henüz bitirmiştim" -Kafi kardeşim kafi... Bir başkasına lütfen... "Halbuki en güvendiklerimden biriydi. İçimden bir şeyler yıkıldı" -Bir başkası... "İlk, ikinci, üçüncü mısranın yarısı" -Berbat... "Kanım tepe me çıktı, başım döndü, ufaldım." -Tekrar başkası... "- Rezalet... "Gözleri m karard ı... Kızdım mı? Üçüncü şiirim ve ilk iki mısrası..." -Peki kardeşim, bütün bu laf ebeliklerine, hokkabazlıklara, affedin tabirim, ne lüzu m var. Bakın aklı başında bir insansınız... Duyduklarınızı hiçbir zaman duya mayacağınız tarzda yatavır / biyografi / nisan '99 / sayı: 11

zıp ko mikleşerek kendinize iftira ettiğinizin farkında değil misiniz?.." İşte geldik Nazım'la karşılaştıklan o güne... Orhan Kemal Nazım'a şiirlerini okur. Karşılığında aldığ ı eleştiriler ise hiç de beklemediği tarzdadır. Şaşırır, karamsarlığa kapılır. Gelin bakalım bu sohbet daha sonra nasıl devam eder... - Sanat konusunda pek dikkatli ele alırım ve sanat bahsinde şakam yoktur. Beni mazur görün... Bu itibarla... Evet, sizde bir sanatkar için iyi bir kumaş... "Ve ardından ekler..." -Size bir teklifte bulunabilir miyim? "Hay hay" -Sizinle yakından meşgul ol mak istiyorum. Yani kültürünüzle... Evvela Fransızca, sonra diğer kültür bahisleri üzerinde munta man dersler yapacağız... Taha mmülünü z var mı? - Söz mü? " Söz..." Ve hay atının dönüm noktası diye tanımladığımız günler başlamak üze redir. Kara v e Deniz H a r p Okullan'nda y argılanan Nazım, 28 y ılı aşkın bir süre hapis cezasına çarpıtılmıştır. Y argılamalar süresince Çarıkın Hapishanesinde tutulmuştur. Çankırı'da rahatsızlandığı için Bursa Hapishanesi'ne sevk edilmiştir. İşte O r h a n Kemal o za man Nazım'la karşılaşır. Y azımızın ba şında da belirttiğimiz gibi o gün Orhan Kemal, Nazım'ı kapıda karşılar. Bav ulunu alır, onu kalacağı koğuşa kadar kendisi götürür. Ve bundan sonraki günlerde ondan bir daha hiç ay rılmaz. Önceleri Fransızca dersleri başta olmak üzere, ekonomi, politika, f elsef e, edebiyat üzerine çalışmalarına başlarlar. Bu dersler sürerken bir yandan da Orhan Kemal y azılar, öyküler v e şiirler y azmay a başlar. Zaman zaman kaleme aldığı y azılar kimi sanat dergilerinde y ay ınlanır. Ancak Nazım'la aralarında sorun y aratan bir konuysa Orhan Kemal'in şiir merakıdır. Orhan Kemal, şiir y azmay ı bırakmamıştır. Hatta yazdığı şiirler de bazen dergilerde y ay ınlanmıştır. Her şeye rağmen Nazım ise Orhan Kemal'in öykücülüğünün daha kuvvetli ve gelişmey e açık olduğu kanısındadır. Ve onu şiirden v azgeçirmey e çalışır. Nazım o y ıllarda Çarıkın Ha-pishanesi'nde kalan Kemal Tahir'le


olan y azışmalarında da Orhan Kemal'i öv er. O'nun çok iy i bir öykücü ve romancı olacağını anlatır. Nazım'la olan yakınlığı iy iden iyiy e ile r le m iş t ir . Çok daha boy utlu bir eğit im sürecine girerler. Y abana y azarların eserlerini okurlar v e bunların öne a k a n yanlarını dil v e edebi bakımdan da değerlendirirler. Balzac, Tolsytoy Gogol, Cervantes... Nazım, bu ve benzeri y azarların y apıtlarından örnekler v ererek görüşlerini açıklar. Buradan çıkartılması gereken başlıkların neler olduğunu k e n d i n c e yorumlar. Orhan Kemal, Na-zım'la olan çalışmalarının tamamından dersler çıkartır. Dersler dışında ise kendi aralarında y apakları sohbetlere ka-d a r h e r şeyi değerlendirmey e çalışır. Bir k e r e s i n d e yine böylesi bir g ü n d e Orhan Kemal Nazım'a okuduğu dergilerden birinde karşılaştığı bir haberi gösterir. H a b e r d e , Halide Edip'in Nazım'ı öven b i r y azısı bulunmaktadır. Halide Edip Nazım'ın şiirleri üzerine değerlendir-m e le r y apar v e bu şiirlerden övgüy le sözeder yazısında. Ancak bu değerlen-diremede, Nazım'ı ideolojisi dışında değerlendirdiğimizde güçlü bir şair o l a r a k görmek gerektiği v urgulanır. Or-h a n Kemal, Nazım'ın bu haberi sevinçle karşılay acağını sanır. Hatta haberi o k u r k e n "bakın burjuva yazarlar dahi sizi ne kdar usta olduğunuzu kabul etmekte" d e r . Ancak Nazım, bu haberi çok sert b i r

açıklar: lesi parasız kalır. Bu durumda delikanlı ev"Hangi türden olursa olsun sanat eser- den ayrılmış ve bir süre böyle yaşamıştır. lerinin, onu yaratan sanatçının fikri aşma- Ancak daha sonra tekrar evine dönmüştür..." sından gelen bir propaganda aracı olma"Dünya Evi" adlı roman ında hay atını ma sına imkan var mı? 'Toplu mcu bir böy le dile getirir Orhan Kemal. Burada ki yazarım' de miştim. Toplu mcu bir yazar da, örnekte de, fabrika hay atıy la henüz çok düzensizliğini yerdiği bir toplumun düzene y alanda tanışmış olmamasına karşın girmesini istemekle o toplumu teşkil edenle- f arklı konulan temel alarak y an unsurlar rin her birinin ekonomik özgürlüğünü istiyor olarak işçilerin yaşamını anlatır. Y ine bu demektir. Bu istem, bu isteme karşı olan 'çı- roman da görüldüğü gibi genel olarak rokarcılara' yani mutsuz insanlar mahşeri man v e öykülerinde anlaşılır v e sade bir içinde yalnızca kendi mutluluklarını isteyen, dili seçer Orhan Kemal. Y erel ağızlan kulellerine geçirdiklerinde bunu kaçırmak is- lanır, diy aloglara ağırlık v erir. Özellikle temeyen ve başkalarıyla paylaşmak isteöykülerinde kısa anlatımları tercih eder. meyenlere karşı olacağında davranış elbet- Anlatım oldukça yalın v e süslü anlatımte politiktir..." lardan uzaktır. Orhan Kemal, Nazım'la olan sohbetlerinden böy lesine bir biçim v e bakış açısı çıkarmıştır. Ve elbette bu bakış açısını da kendi edindiği deney im v e birikimlerle harmanlay arak öykü v e romanlarına aktarır. Orhan Kemal'in öykü v e romanlarım if ade ederken öne çıkarttığımız ana nokta; ezilen halk kesimlerini anlatmasıdır. Temel konu v e anlatımlar böy le bir bakış açısıy la seçilir. Ancak özellikle belirtilmesi gereken diğer nokta ise y azılarında ağırlıklı ola rak işçi sınıf ını işlemesidir. Y etiştiği ortam köy lü kesimleri olsa da sonraki y ıllarda daha çok fabrikalarda çalışan, kenüe tanışması onu f abrikalara yakınlaşandı. Bu doğallığında öykü ve romanlarına y ansır.

"Fazla diyaloglara önem verişim tesadüf değildir. Anlatmak istediğimi en iyi böyle anlattığımı sanıyoru m. Uzun uzun ruh tahlilleri yapmaya kalkışmaktansa, mu haverenin diyalektiği ile bu işi çok daha tabii olacağı kanaatindeyim. Ben, o diyaloglarla kabuktan derinlere inmek yani ruh tahlili yapmak istiyorum. 3-5 ay konuşma, çoğu sefer sayfalar dolusu izahın yerini tutmal ıdır. Bu iş muhakkak ki çok zordur. Kusursuz bir kabiliyet ister. Felsefenin 'F'sin-den bile habersiz insanların za man za man filozoflaştıkları bilinen bir gerçektir. Filozof-laşır ve duygularını ifade de ederler. Bu ifade hiçbir zaman felsefeyle uğraşan birinin ifadesi değildir. Kendine mahsus bir deyimi vardır..." Orhan Kemal, böyle if ade eder diyaloglar yoluy la anlatımın nedenlerini. Tabi anlaşılır olmak için bu tekniğin

"Genç adam ve karısı, evlerinde yirmi y anı sıra şiveli tekniği de kullanır. se m bayan, yediği naneye bak! Hem beni dört lira doksan beş kuruşluk maaşla başladahi mertebesine çıkartıyorsunuz, hem de rının çaresine bakmak zorunda kalmışlardır "Yani, tiplerinizin ruh tahlillerini siz değil, ideolojisi falan diyorsun. Bir kere ben dahi Kadın kocasından gizli, fabrikanın sahibinin bizzat kendilerine yaptırmak istiyorsunuz. falan değilim, tevazu ya iyi bir sanatkarım. karısına giderek kocasının aylığının arBunu içinde muhavarenin diyalektiğine başBu noktaya gelişim de lafla olmadı, bunu her ırıl ması için ondan yardım istemeyi düşü- vuruyorsanız, şive farklılıklarını muhafazaya şeyden önce ideolojime borçluyum. Raşit nür. Ancak bir tesadüf sonucu delikanlı bu mecbursunuzdur. Ben şahsen, tiplerime (Orhan Kemal), görüyorsun bu anlı şanlı ro- duru mu öğrenir ve ona engel olur..." hacem verdiği m, yani bir çeşit kabartma simancı bile, hala sanatla ideoloji arasın daki "Baba dostu, anbar me muru olan, genç ne ma tekniğini kullandığım için böyle hareket bağı kavrayama mış. Hala inanmakla inanç- ada m kendi çıkarı uğruna hileye, hırsızlığa ediyorum. Yani, yazar olarak kendimi aradan sız, kafasız kalmanın ürünleri arasındaki far-ayartmayı istemişse de adamın kötü niyetçekip okuyucumu anlattığım şeylerle baş bakın nereden olduğunu kavrayamalerini sezinleyen delikanlı yanaşma mıştır. şa bırakıyorum. Görüyoru m ki okuyucum zetepki göstererek karşılar: "Hay serAncak bu teklifi kabul etmeyince de fabrika kidir... Yazarın konuşmasına gelince, kişilerin mş. Vah zavallı Halide Edip bayancık konuşmasının dışında en doğru, en ileri bir sahibine şikayet edilmiş ve işten çıkartılv ah!" diye tepkisini belirtir. Bu ve benzeri mıştır. Kendi gibi fabrikadan atılan arkada- dille yazacak, konuşacaktır. Aksi halde kişiler olay lar, Orhan Kemal'in sanat bakış açışı, odacı Şaban'la birlikte ihtilal yapmayı bi- arasındaki özellik kaybolur..." sının şekillenmesinde önemli bir rol o y n le düşünmüşlerdir. Daha sonra işsiz kalmış a r . Bu bakış açısı temel olarak bütün iki kişi daha katılır onlara. Ancak bu iki kişi- Hapishanede 1940 y ılında karşılaşöykü ve romanlarının merkezine oturur. nin polis olduklarım öğrenirler. Delikanlı ve Orhan Kemal bir y erde şöyle tav ır / biyografi / nisan '99 / sayı: 11


tıkları Nazımla 3,5 y ılı pay laştılar. Ay rılık v akti yaklaştıkça hüzünleri çoğaldı ikisininde. "Raşit, bu kadar çok konuşma yı, hele teorilerle ilgili açıklamaları şimdiye kadar yalnız Ke mal Tahir'le yapmıştım-, şi mdi de seninle..." der Nazım Orhan Kemal'e. "İkiniz de me mleketimin en namuslu, en verimli hikayecileri ve romancıları olacaksınız. Zaten Kemal Tahir 'Göl İnsanları' adlı hikayesiyle büyük bir sanatkar olduğunu kanıtladı. Sen de inanıyorum ki işçi sınıfının en büyük yazarı olacaksın, göreceğiz..." diyerek Orhan Kemal'e güvenini belirtir. Hapishane y ıllarının son sürecinde Orhan Kemal iy iden iyiy e şiire son verir. Artık oldukça güçlü hikay eler y azmaya başlar. 26 EY LÜL 1943... Hapislik günleri son bulur. Artık onun için çok daha zorlu günler başlamıştır. "Her taşı, çiçeği ve insanı ezberlemiştim, hapishanede koyup gidiyorum nasıl da

heyecansız, nasıl da içim içime sığarak... 'Gayrı müdde u mu mun bile önünden geçebilirim, bila pervasız' ne candarma, ne gardiyan. (...) Tokalaştık açıldı hapishanenin kapısının demir kanadı usulcacık çıktım -Onlar benim yüzü mden içerde kalıyorlarmış gibi- Yollar güneş dolu, toz. Demir kapı gerisinde bıraktıklarımın dostluğunu götürüyorum evi me. Onlar bunu nerede bilecekleri" Orhan Kemal, hapislik y ıllarından sonra Adana'y a döner. Öncelikle kendine bir iş bulmak zorundadır. Y ani hay a-tı boy unca bir türlü peşini bırakmay an y oksulluk, tekrar kendini hissettirir. Ancak iş bulamaz. Bir arkadaşı onu v e ailesini Malaty a'y a dav et eder. Burada çalışabileceğini söy ler. Bunun üzerine bütün malını mülkünü alarak ailesiy le Malatya'y a döner. Ay nı günlerde oğlu Nazım düny ay a gelir. Malaty a'y a gitmeden önce AdanaKarataş'da bir süre çalışır. Hamallık yapar. Ardından Nisan 1944'te demiryollarında çalışmay a başlar. İşte bunlardan sonra Malaty a y olunu tutar. Ancak Malatya macerası da pek uzun sürmez. Malaty a'da kısa süre kaldıktan sonra tekrar Adana'ya döner. Ve 1945'te y arım kalan askerliğini tamamlamak üzere Kilis'e gider. Otuzbeş günlük askerliğinin ardından tekrar

tavır / biyografi / nisan '99 / sayı: 11

Adana'y a döner. 1948'de Orhan Kemal'in ikinci oğlu Kemal'i dünyay a gelir. Ve 1949... Bu y ıl Orhan Kemal'in ilk kitabı olan "Ekmek Kavgası" y ay ınlanır. 1940 ortalarından itibaren kendini iy iden iy iy e duy urmay a başlayan Orhan Kemal, bu ilk hikay e kitabıy la birlikte biraz daha bu y önünü geliştirir. Bu tarihten sonra ardarda kitapları y ay ınlanır. Hikay eleri hemen hemen bütün dergilerde y ay ınlanır. Y ine bu y ıl, daha önce de değindiğimiz gibi "Baba Evi" adlı ilk romanı y ay ınlanır. Burada "Ekmek Kavgası"na kısaca bir göz atalım: "Ekmek Kavgası", adlı hikay e kitabında 18 tane hikay e bulunmaktadır. Bu hikay elerinde birbirinden f arklı ortamlarda y aşay an halk kesimlerinden pek çok tiplemey e son derece gerçekçi bir anlatımla y aklaşır. Pek çok yazarın önemsemediği geniş halk kesimlerinin arasından sıy rılmış tiplemeleri y alandan incelemiş ve her zaman karşılaşılabilecek bu kişilikleri, hiç de yabana olmadığımız bir biçimde okuy ucusuna aktarmıştır. Hikay e v e romanlarında anlattıklarının bir kısmını kendisinin y aşadığı söy lenebilir. "Hikaye ve romanlarım için böyle sorarlar: 'Bu anlattıklarınız gerçekten oldu mu?' Cevap veririm, 'okuduğumuz şeyler gerçekten olabilir mi? Olamaz mı?' 'Olabilir, olup duruyor.' 'Şu halde önemli olan gerçekten olmuş olması değil, olabilip olma masıdır. Sizin sorunuzun cevabı da bu galiba. Önemli olan, gerçekten olmuş olması değil, olabilip olma masıdır...'" Böy le ifade ediy or Orhan Kemal... Ve hemen ardından ekliy or. "Elbette ayıklar, düzeltir, seçerim... Bunun dışında, yani fotoğraf makinesi objektifi sadakati, mü mkün değildir. Gerçekler karşısında yüzde yüz objektif kaldığını ısrarla ileri sürenler bile aslında konusunu ayıklar, düzeltir, seçer yani değiştirirler. Olduğu gibi yansıtmak, doz meselesidir. Ve her yiğidin yoğurt yiyişine bağlıdır." Orhan Kemal'in hikaye v e romanlarının y ara sıra çeşitli y ıllarda sahnelenmiş olan tiy atro oy unları da bulunur... Bunlara örnek v ermek gerekirse: "İspinozlar", "72. Koğuş", "Murtaza" -ki bu


oy un daha sonra bey az perdey e de y ansımıştır-... Bunun y anında "Kardeş Payı" v e "Eskici Dükkanı" adlı oy unları da bulunmaktadır. İlk oy unu olan "İspinozlar", 1 9 6 0 y ı l m d a İ s t a n b u l Şehir Tiy atroları taraf ından sahnelenir. Ancak çeşitli engellemelerle karşılaşır. Oy un bir süre oy nadıktan sonra sahnelerden çekilir. 1956 y ılmda y ay ınlanmış olan "Arka Sokak" adl ı hikay e kitabına da soruşturma açılır. Şimdi dilerseniz bu olay ı kendi dilinden dinley elim...

tukluktan sonra 13 Nisan 1966'da serbest müş, çalakalem gidiyor. Onca sanat bir eğbırakılırlar. Daha sonra da bu dav adan lendir me, hoşça vakit geçirme vasıtasıdır. beraat ederler. Y aşamının sonlarına doğ- Bu bakımdan me mleketimi zin sanatçılanru, 1967 y ılmda Sovy et Y azarlar Birliği'- yüzde bir miktar müstesna- görevlerini nin düzenlediği Maksim Gor-ki'nin doğum yapmıyor" y ılı etkinliklerine dav et edilir. Ancak paOrhan Kemal bunu 1960'larda söy saport verilmediği için bu etkinliğe katı- lüy or, bugünden baktığımızda ise dulamaz. Daha sonraki y ıllarda ise uzun uğ- rumun v ehameti daha da ürkütücü bir boraşlar sonunda pasaport alabilir. Pasa- y uttadır. Aradan 12 Mart, 12 Eylül gibi port aldıktan sonra kısa süreli Sovyetler büy ük dejenerasyon süreçleri geçmiştir. gezisine çıkar. Ancak orada rahatsızlanır Edebiy atın, edebiyatçıların etkilenme bov e y azarlar hastanesine kaldırılır. Tedav i y utunu da düşünürek, bugün Rıf at Ilgaz, "Hikaye kitabım mahke meye verilmişti. olmak için burada altı ay kalması gerekir. Sabahattin Ali gibi yazarların bulunmay ıHaki m, iddia maka mına uyarak, konularımı Ancak yine parasızlık başına bela olur. şının nedeni ortay a çıkacaktır. Önümüzneden hep fakir fukaradan, işçiden aldığımı Ev e y etecek kadar para bırakmadığı için de sadece bir örnektir Orhan Kemal. BuTürkiye'de varlıklı insanların, iyi yaşayan- on gün sonra Türkiy e'y e dönmek zorunda gün dahi eserleri günümüz edebiy atçılaların olup olmad ığın ı sormuştu. İlk bakışta kalır. Dönüp çalışması gerekmektedir... rının eserlerinden daha y ay gın okunan evet, çok doğru bir soru. Neden hep bu in"Yazmak için yaşamak, duymak, halkı say gın bir edebi yatçıdır. Halkın y aşamını sanları, bu insanların yoksulluğunu ele alı- algıla mak gerekir. Bu bir yazar için çok ge- konu almış, o büy ük halk denizinin içinyorum? O za man haki me: 'Ben gerçekçi bir reklidir. Halkın içinde kalabilmek... Ve halkınden y etişmiş, ay aklan bu toprakların üzeyazarım. En iyi bildiğim konuları ele alırım. değişimini algıla mak..." rine basan, say ılan ancak bir elin parVarlıklı yurttaşların yaşayışını bilmiyoru m. Belki, anlatılabilecek pek çok yönü maklan kadar olan hikayecilerimizden Nasıl yaşadıklarından haberim yok' demiş daha v ardır. Belki de pek çoğumuz en sadece biri.... ve beraat etmiştim.." azından bir Orhan Kemal hikay esi v eya 5 May ıs 1970... Orhan Kemal, eşi Nu1960'lann başlarına doğru hastalanır. Hastalık oldukça ilerler. Ba arada, artık İstanbul'da y aşamaya başlamıştır (1950). O günden sonra Bab-ı Ali y ollarını teper, bir y andan da sürekli yazar. Tabi, bu günlerde de y oksulluk illetinden bir türlü kurtulamamıştır. Zaman zaman ev kirası ve muhtelif borçlarını ödemek için eşyalarını satar. Kendisi "iki buzdolabını yarı fiyatına satıp dört aylık ev kirası borcumla, uçan kuşlara olan borçlarımı te mizledim." d i y e bu g ü n l e r i n i anlatmaktadır. Hastalığı git gide artar. Zaman zaman y ataktan kalkamay acak duruma gelir. Böyle günlerden birinde, "Son günlerde piyango vurmad ı, ne de toto'dan yüklüce bir şey kazandım" diy e if ade eder durumunu. Pek çok kitabı da f arklı dillere çevrilmiştir. Tam da bu günlerde ikinci tutukluk dönemi kapıya day anır. 7 Mart 1996'da iki arkadaşıy la birlikte tutuklanır. Bir ihbar sonucu Türkiye İşçi Partisi'nde oniki kişiyle birlikte bir köfteci dükkanında hücre çalışması v e komünizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alın ır lar. Önce serbest bırakılsalar da daha s o n r a tutuklanarak Sultanahmet Hapishanesi'ne gönderilirler. 35 günlük tu-

romanı okumuşuzdur. Bir oy ununu izlemişizdir. Dönüp bir de bugüne bakalım. Y aşadığımız bu günlerde bu özel liklere sahip kaç tane yazar, romancı, öykücü sıralay abiliriz? 'Bir elin parmakları kadar" diy e cev aplayabilmek bile güç... Sanatçı, halkın içinde y aşamadıkça ve içinde bulunduğu topluma yabancılaştığı oranda bir tıkanıklığın olduğu gözleniy or. Günümüz edebiy atçı, yazar çev resinin y aşamını tekrar tekrar anlatmay a gerek yok. Genel olarak sanat çev resi kendini halktan soy utlamış, kendi içerisinde bir topluluk kurmuş ve bu topluluk içerisinde yaşamaktadır. Kendi dışındaki bütün halk kesimlerine y abana, anlaşılmaz bir dil, y aşam v e dav ranış biçimine sahiptir. Adeta bu ülkede y aşamıy ormuşçasına çev resine duy arsızlaşmıştır. Emperyalizmin y oz kültürünü sahiplenmiş ve bunu kaleme almaktadır. Bakın Orhan Kemal ne diy or..

riy e hanımla birlikte Bulgaristan'a gider. Burada gezer, hem de tedavi olur. Ancak hastalığı alabildiğine ilerlemiştir. Kendisini Sofya Hükümet Hastanesi'ne y atırırlar. Artık ne konuşabiliy or, ne de hareket edebiliy ordur... Ve 2 Haziran 1970... Saat 21.15'te Orhan Kemal hay ata gözlerini y umar. 6 Haziran günü Bulgaristan'da bir tören düzenlendikten sonra cenazesi İstanbul' getirilir.... "Saat 11.30'da cenaze arabası sınırdan içeri girer. Uzun bir araba konvoyu onu izlemektedir. Edirne'den Babaeski'ye gelindiğinde, asfaltın dönemecinde bir işçi arabaya yaklaşır. Elindeki çiçek demetini uzatır. Demetin üzerinde şunlar yazılıdır: 'Biz işçiler, hatıran önünde saygıyla eğiliriz...'"

KAYNAKÇ A: Nazım Hikm et-Orhan Kem al Dostluğu "Söyledi ği miz gi bi sanatı, halkın r ealitesine (Kemal Sül ker) aksettirici ve onun s osyal müc adeleleri ni destek- Orhan Kem al (Asım B ezirci) leyici bir fonkiyon s ayan sanatç ı, karşılığında pek Orhan Kem al (Hikm et Altınkaynak) bir şey beklemeden vazifesi ni yapıyor. Üst yanı ise, halka sırtını dön-

tavır / biyografi / nisan '99 / sayı: 11


ö z g ü r aks u

Tarık Akan Hangi "YOL"da?..

B

u y azımızda, Tarık Akan'ın "Susurluk General-leri"ni nasıl değerlendirdiğinden hareketle, sanatçı sorumluluğuna değinmek istiy oruz. Y olsuzluğun, rüşv etin, şantajın, çeteciliğin, mafyacılığın cirit attığı, parlamentodan başlayarak en küçük birimine kadar çürüy en, kokuşan bir sistem içinde, bütün çıkar çev releri, v arlıklarını korumak için pisliğe daha f azla sarılıy orlar. Sarıldıkça da daha fazla pislik saçılıy or ortalığa. Çürüy en sistem kendisiy le birlikte çıkarlarını sisteme bağlay an herkesi v e her şeyi de hızla çürütüy or. Herkesin gözlerinin önünde iy ice teşhir olan bu çirkef kendini day atıy or v e bu ülkede y aşay an herkesi bir tercihe zorluy or Y a bu çirkef in içinde onun bir parçası olarak v arolacaksın y a da halkın y anında bu çirkef e karşı mücadele edeceksin. Sanatçıların, ay dınların da bu gerçeğin dışında kalması mümkün değil. Bu, halk için olduğu gibi gerçekleri çok daha ayrıntılı görebilen, halka y ol, y öntem göstermek durumunda olan ay dınsanatçı kesim için de onur, namus sorunudur. Elbette böyle bir ülkede aydın olmanın gerektirdiği sorumluluğu taşımak, ay dın olmanın onurunu, namusunu korumak, bu çirkef liğin sorumlularıy la mücadele etmey i ve bedel ödemey i gerektiri-

y or. Bu bedeli göze alamay anlar kaçınılmaz bir sonuç olarak düzenin pisliklerine ortak olmaktan kurtulamazlar. Bu ülkede y aşay an milyonlarca insanın kaderi, generallerin iki dudağı arasından çıkacak kararlara bağlı hale getirilmişken, bütün devlet mekanizmasının işi "emir-ko muta zinciri" ile bu kararları uy gulamak olmuşken, demokrasiden söz etmey i kim içine sindirebilir? Kendi yasalarını hiçe sayarak kararlar doğrultusunda gazeteler kapatan, dernekleri basan, mitingleri kana bulayan, anaların çığlıklarını jopla, işkencey le boğmak istey enlere kim nasıl demokrat diy ebilir? Daha f azla uzatmak mümkün ama gereksiz. Sorunun cev abı son dönemlerde y aşanan birçok örnek ile açıktır. Bu çirkef liğin gerçek sahibi olan patronlar, bürokratları generaller dışında v arlığını onlara y aranmakla sürdürebileceğine inanmış sendikacısından y azarına, gazetecisinden sanatçısına, islamcısından "solcu"suna kadar ortalık pisliğe alkış tutanlarla doldu. Onlar saflarını daha baştan çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun yanında belirlediler. Başkaları da var ki, y ıllarca halkın desteği ile v arolmuşken şimdi de ekmek y ediği sofray a tükürmey e yelteniyorlar. 28 Aralık 1998 tarihli Hürriy et Gazetesi'nde Tarık tavır / tarik akan'ın yolu / nisan '99 / s ayı: 11

Akan'la y apılan bir söy leşi y ay ınlandı. 12 Ey lül öncesinde gelişen devrimci mücadeleden etkilenen v e özellikle Y ılmaz Güney'in emekleriy le halkın haklı mücadelesinin y anında y eralmış olan Tarık Akan bakın ne diy or. "...Şu dönemdeki generallerin hepsine olağanüstü büyük saygım var. Hepsi de çok demokrat ve laik.. Eğer Türkiye'de bugün de mokrasi ve laiklik güçlü bir şekilde ayakta duruyorsa, ordunun payı çok büyük..." Şaşırdınız değil mi? Ama biraz daha sabredin, 'inciler' bununla bitmiy or. "De mirel laiklik ve demokrasi adına çok güzel ve doğru şeyler yapıyor... Eski parti lideri ve Başbakan Demirel gibi değil. Tıpkı ordunun '80 ordusu olma dığı gibi..." İşte size bir sanatçıdan demokrasi dersleri... Hem de solculuğuy la ekmek y iy en bir sanatçıdan... Tarık Akan söyleşinin başka bölümlerinde 80'de gözaltına alınıp hapis y attığını, y argılandığını, y ıllarca pasaport alamadığını da anlatıy or. Elbette 12 Eylül cuntasının işkencelerini, kaliamlarını, darağaçlarını, hapishanelerini en iy i bilmesi gereken biri de odur. Tarık Akan şimdi "çok büyük saygım var" dediği generallerin o dönemde işkenceha-nelerde, hapishanelerde, sıkıy önetim merkezlerinde bütün bu uy gulamaları bizzat y apan, y öneten teğmenlerin, yüzbaşıların içinde kendi-


lerini en f azla kanıtlamış olanlar olduğunu da biliy or. Tarık Akan empery alizmi, sömürgeciliği ve faşizmi de biliy or. Üstelik y eniden y aşamaktan korktuğu 70'lerde, '80'lerde halkın kanının oluk oluk aktığı Maraşlar'ı, Co-rumlar'ı v e daha onlarca f aşist katliamı da biliy or. Ama Tarık Akan, bütün düny anın gözü önünde y aşanan '95 Gazi Katliamı'nı, y akılan köy leri, göç ettirilen milyonları, emniyet binalarından atılarak katledilenleri anmıy or. Kendisinin birkaç ay yaşadığı hapishanelerde neler yaşandığını; Metris'i, Diy arbakır'ı Buca'y ı, Ümraniy e'yi, '96 Ölüm Orucunu anmıy or. Tarık Akan birilerine mesaj göndermey e çalışırken kullandığı malzemeler kendini ele v eriy or. 80'den bugüne demokrasi adına ne değişmiş? "Demokrat" Tar ık Akan, bütün bunları hem de bugün söy lüyor. Y argıtay başkanından üniv ersite rektörlerine kadar dev letin en sadık bekçilerinin bile day anamay ıp şikay etçi olduğu düzene öv güler düzecek kadar pusulay ı şaşırmış. Peki ne oluy or? Susurluk gerçeği bu kadar açıkken, kontrgerilla düzeni bu kadar somutken, artık en duyarsız insanın bile çok net gördüğü gerçekler ortada iken Tarık Akan ne yapmak istiyor? Bir taraftan Y ılmaz Güney 'e y akınlığın ı kullanmay a çalışırken, bir taraftan da Y ılmaz Güney'i bu ülkede y aşatmay anlara öv güler düzmenin anlamı nedir? Şimdi, tam 19 y ıldır y asak olan "Y ol" f ilmi üzerindeki y asak kaldırıldı. Tarık Akan kendisinin de y e-raldığı bu f ilm üzerinden çıkar hesapları y aparken neleri y ok ettiğini, neleri kay bettiğini unutuy or. Ama biz bazı şey leri y eniden hatırlatacağız. Faşizmin en karanlık günlerine dahi bu halkın v e öncülerinin mücadelesi y ok edilemedi. Çünkü halk umudu temsil edenleri her türlü bedel karşısında sahiplendi. "Yol" f ilmi, 19 y ıldır y asak iken çamurlu sokaklardan geçilerek gidilen gece-

kondu ev lerinde elden ele dolaşarak izlendi, ulaştı gerçek sahibine. Halk "Yol"unu biliy or. Ve hiçbir baskı, onu bu y olda y ürümekten alıkoyamıy or. Halk; onuru, namusu, canı kanı pahasına kendisini koruyanları sahipleniy or, y aşatıy or, yaşatacaktır. Ama kendisine y üz çev irenleri, ekmek yediği sofray a tükürenleri de affetmeyecektir. "Y ol"unu şaşıranları doğru y olu bulmak için halka sorduklarında halk onlara doğruyu gösterecek, bağrına basacaktır. Onurlu, namuslu bir demokrat, aydın olarak kalmanın başka y olu y oktur. Tarık Akan "Y ol"unu şaşırmamalı, yüzünü halka dönmelidir. Eğer demokrat, ilerici olmak istiyorsa, d e m o k r a t l ı ğ ı n ilk kıstasının "anti-faşist, anti-emperyalist" olmak olduğunu, bilerek konuşmalıdır. Generallere, Demirel'lere "demok rat" diy enlerin aklından zoru y oksa, çok açıktır ki halk d ü ş m a n l a r ı n a y alakalık yapmaya başlamışlar demektir. O z a m a n Tarık A k a n köyleri yakılan, zorla göç ettirilen, yiy ecek ambargosuy la açlığa mahkum edilen, zulmedilen, sömürülen halka gidip sormalıdır, generallerin demokrat olup olmadığını... Ev ladını kaybeden analara gidip Demiremirel'in demokrat olup olmadığını sormalıdır. Sorduğunda cev abını alacaktır. Ama biz Tarık Akan'ın bu cev abı bildiğine eminiz. O halde bu cev abin gerekliliği y erine getirilmelidir. Bu çok zor değildir Y ılmaz Gü-ney 'in nasıl halkla bütünleştiğini en iy i bilenlerden biridir Akan. Halkın sorunlarına eğildiği oranda Y ılmaz Güney, YILMAZ GÜNEY olmuştur ve hala y aşamaktadır. O halde Akan'a düşen de y üzünü generallere değil halka dönmek olmaktır. "Leoparın Kuyruğu"ndan, "Hoş-çakal Yarın"a kadar sömürü f ilmlerinin y apıldığı bir süreçte ülkemizin gerçeklerini sinemay a aktarmak bu sorumluluğun.gereğidir. •

tavır / tarik akan'ın yolu / nisan '99 / s ayı: 11


inan altın

halk türküleri ve öyküleri-6

Ali Molla (Gavur İmam) Türküsü ve Öyküsü

N

ice "eşkıyalar" v ardır, hak hukuk tanımazlar. Hızır Paşa'lardır kökleri. Astığı astık, kestiği kestiktir. Nice v ersen doymazlar. Boşluğunu y akaladı mı, biniv erirler tepene. Ama bunlar unutulur giderler. Ne bir ağıt y akan, ne namaza duran olur arkalarından. Böy leleri günümüzde de bolca v ardır. Nice eşkıy alar v ardır ki; halkın kahramanı olurlar. Basarlar zorba bey lerin konaklarını; y ıkıv erirler başlarına. Mutlaka bir sebep olmuştur dağları mesken tutmalarına. Y a ezilmiş aşağılanmış, y a da bir lokma ekmeği de elinden alınmıştır. Bazısı day anamaz artık yanında y öresinde-kilere y apılanlara. Bir kez tuttu mu y olunu engin dağların, işte o v akit ağaların bey lerin kabusu olur. İster onlarca kişiy le korunan konaklarında silme y atarlar divan altı, ister kat-bekat arşa çıkarlar. Ama kurtaramazlar kendilerini, ettiklerini bulmaktan. İşte böy lesi eşkıy alar ki y üzy ıllarca y aşarlar. Halk onları bağrına basar. Y aptıklarını büy ük bir keyif le dilden dile, nesilden nesile y ayar. Adına türküler yakar.

Anlatacağımız Ali Molla hakkında da iki ay rı riv ayet oluşmuş, dilden dile dolaşarak günümüze değin ulaşmıştır. Bu riv ayetlerden biri şöyledir: Uşak İli'nin Eşme İlçesi'ne bağlı Güllü Köy ü nüf uslu Ali Molla derler bir y iğit v ardır. Geçimini kıt kanaat

tarlasından v e sahip olduğu bir çift öküzünden sağlay an bir ailenin çocuğudur. Dev ir, Osmanlı dev ridir. Halk, ağır vergi koşulları altında ezilmektedir. Çif tçiler ürettikleri ürün için v ergi ödemek zorundadır. Ödemey enin v ay haline!.. O y ıl hav alar kötü gider. Bütün mev sim kurak geçer. Ali Molla'run ailesi de y eterli ürün alamaz. Zaten y eterince toprağı olmay an, kıt kanat geçinen aileyi, bir de kuraklık v urur. Bırakalım v ergi v ermey i, karnını bile doy uramaz olur. Bu durum üzerine Osmanlı tahsildarları, ailenin elinde olan bir çift öküzü haciz y oluy la satıp, v ergilerini tahsil eder. Aile büsbütün perişan olur. Zaten öfkesi y üreğinde bir kor gibi büy ümüş olan Ali Molla'run artık canına tak eder. Silahını kuşandığı gibi soluğu dağlarda alır. Artık bu dağların eşkiyası olan Ali Molla'run y anına, Osmanlı'nın zulmüne day anamay an pek çok insan katılır. Ege dağlarında zulme mey dan okuyan Ali Molla, halka y ardım eder, f akir f ukaranın ihtiy açlarını karşılar. Halkın gönlünde taht kuran Ali Molla, Osmanlı güçleri taraf ından Güllü Deresi'nde pusuy a düşürülerek haince öldürülür. Bir diğer riv ayetse şöy ledir: Gav ur İmam isimli Ali Molla, bir köy de imamlık y apmaktadır. Halk, Osmanlı'nın ağ ır v ergi koşullan altında ezilmektedir. Bundan bir sene önce köy e gelen tahsildarlar, köyde oğluy la birbaşına y aşay an, hiçbir geliri olmadığından köy lünün v erdiği tavır / türkü / nisan '99 / sayı: 11

yiy eceklerle karnını doy uran bir kadının, v ergiyi ödeyememesi üzerine y atağını y organını alıp gitmişlerdir. Bir sene dolduğunda y ine iki tahsildar gelir. Kadın bir tencere de bulgur pişirmektedir. Kadın v ergiyi v ermey ince elinde tek kalan şey olan tencereyi de bulguru dökerek alırlar. Bu duruma çok sinirlenen Ali Molla, soluğu tahsildarların yanında alıp sorar: - Bu kadının borcu ne kadardır? Tahsildar cev ap v erir: - 18 Kuruş. Ali Molla 18 Kuruşu v erip tencerey i geri alır v e bir makbuz ister. Tüm diğer tahsildarlar gibi hırsız olan bunlar da 18 y erine 8 Kuruş y azıp v erirler. Bu duruma sinirlenen Ali Molla: -Ef endi! Ben 18 Kuruş v erdim. Halbuki makbuz 8 Kuruşluk, der. Bu duruma hiç alınmay an tahsildar, sanki y anlış y azmış gibi makbuzu dü zeltir v e çeker gider. Bu durumu kendine y apılmış bir hakaret kabul eden Ali Molla, hemen ev e gider. Sarığını, cübbesini çıkarır, zey bek kıy af etlerini kuşanır. Ve patika yolda onları kıstırır. Kellelerini kestiği gibi döşlerine koy ar ve dağların y olunu tutar. Bu tarihten sonra Ali Molla, "Gavur İma m" lakabıy la ünlenir. Sonraları Trablusgarp'a gönderileceği gerekçesiy le hükümet görev lilerince şehre çağrılan Ali Mol la, burada hile ile öldürülür. Ali Molla halkın gözünde destanlaşmış ve y ıllar y ılı adına türlü türküler y akılmıştır. •


Uşak Eşme Güllü Köyü

Ali Molla Türküsü Güllü Deresi'nde Akkaya önünde

Güllü Deresi'nde atım (aman) kiş nesin

Oturmuş Ali Molla, bağlama elinde

Taki p kolu bastı da bizi, Demirci'den işlesin

Gençliğin sonunda, gocalığın önünde

Döşen İnce Memed E f e

A m a n gadın anam, (aman) ben ağlayamam

Yunt Dağları'na Aman gadın anam,

Ağlayıp da karalar ben bağlayamam

(aman) ben ağlayamam Ağlayıp da kar alar ben bağlayamam tavı r / t ü r k ü / nisan '99 / sayı : 11


a yşe g ül en h al k s a h n e s i

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü

1

954 y ılında, A. M. Julien adlı bir Fransız tiyatrocu, Paris'te, yabancı toplulukların kendi çalışmalarını sergiley ebilecekleri bir festiv al düzenledi. "Theatre des Nations"(Uluslar Tiy atrosu) adı ile 27 Mart'ta başlayan bu f estival, daha sonraki y ıllarda da sürdürüldü. Pek çok değişik ülkeden gelen tiyatro toplulukları, birbirlerinden f arklı oy unculuk v e sahne anlay ışları ile oy unlarını sahney e koydular. Bu etkinliklerle sanatçılar, diğer sanatçıları tanıma, izleme v e birbirleriy le etkileşim olanağı buldular. Her topluluk, kendi sanatçıları ile kendi uluslarının dil v e biçim anlay ışlarını sergiliy orlardı. Bu kuruluş, yalnızca y ılın belli döneminde oy unlar sergiley en, ilginç bir f estiv al düzenlemekle y etinmedi. İlk önce, adı "Dünya Tiyatrolarının Randevusu" olan bir y ay ın organı oluşturdu. Daha sonra bu y ay ın "Tiyatro, Dram, Müzik, Dans" adıy la dev am etti. Bütün bunların y anında "Uluslararası Tiyatro Teknisyenler Birliği" v e "Tiyatro Eleştirmenler Birliği" adı altında iki de uluslararası örgüt oluşturan bu kuruluş, her y ıl artan say ıda oy uncu topluluk v e sey irciy i bir aray a getirmeyi amaçlayan çalışmalarını sürdürdü. 1947 y ılında, Birleşmiş Millet-ler'in bir kuruluşu olan UNES-CO'ya bağlı y eni bir kuruluş oluşturuldu. "Uluslararası Tiyatro Enstitüsü" adı v erilen bu kuruluş, tiyatro sanatçıları, bilimcileri arasında

uluslararası düzey de f ikir alışv erişinde bulunmak amacını taşıy ordu. Bu'kuruluş 1948 y ılında, Paris'teki merkeze bağlı 48 ülkede y erleşik ulusal temsilcilikler biçiminde örgütlenmesini tamamladı. Bu örgüt de iki y ılda bir kendine üy e ülkelerden birinde düny a çapında bir kongre, oyunculuk eğitimi, tiy atro mimarisi v b. özgün konularda toplantılar düzenledi. "Uluslararası Tiyatro Enstitüsü" kısa adı ile I. T. I, 1962 y ılından başlayarak, kuruluş amacı doğrultusunda; kendine üy e ülkelerde kutlanmak üzere bir tiy atro günü saptanmasını kararlaştırdı. Bu günün amacı; tiy atronun ülkeleri birbirine y aklaştırmaktaki rolünü anlatmak; tiy atronun eğitici v e yükseltici görev ini belirtmek; ulusların kültür gelişme-lerindeki y erini değerini unutturmamak olarak açıklandı. İşte saptanmak istenen böy le bir gün için seçilen tarih, Fransız tiy atrocu A.M. Julien'in "Uluslar Tiyatrosu" festiv alini 1954 y ılında başlattığı 27 Mart olur. 1962 y ılından başlay arak her y ıl düny ada say ıları bugün 70'e ulaşan ülkede, 27 Mart Günü, Düny a Tiy atro Günü olarak kutlanıy or. Ev et; burjuv azi, emekçi halkın giremey eceği, sadece zengin kesime hitap eden şaşaalı gösterilerle, koca salonlar içerisinde kutluyor(!) Tiy atro Günü'nü. Düzenin istediği tiy atro, tiy atrocu, burjuv azi taraf ından kendi hegamony asıy la "mal ı" haline getirdiği piy asa "gücünün" y a da estetik

tavır / tiyatro / nisan '99 / sayı: 11

beğeninin y üksek olmasıy dı. Burjuv azinin elinde istediği gibi şekillendirdiği sanat/estetik, sadece bu saldırgan v e çürüyen sınıf ın "salt kendisi için" oluşumu, bu alandaki hegamony asını aşarak, onun sınıf sal konumlanışından gelen duruşunu sarsarak Marksist kav ray ı-şımızdaki v e mücadelemizdeki gerçek yerini alabilir. Sahney i politik olayların bir yansısı olarak alan v e belli bir dünya görüşü doğrultusunda siyasal bilinç uy andırmay ı amaçlay an, giderek siyasal ey leme geçmey i öneren bir tiy atrodur politik tiyatro. Bizim sahney e taşıdığımız, emekçi halkın mücadelesi, acıları, sev inçleri, üzüntüleri v e sorunlarıy la beraber çözümleri... Burjuv a tiyatro sanatçıları dört duv ar arasındaki lüks salonlarından dışarı çıkmazlar hiç. Bir kez olsun gecekondu mahallelerinde çamura bulanmamıştır ay akkabıları; o insanların acılarına, üzüntülerine çok rahat sırtlarını dönüp giderler. Ve tabi sonuç olarak oyunlarında da bu konulardan hiçbirine rastlamak mümkün değildir. Dev rimci sanatçılar, kay nağını emekçi halkın mücadelesinden aldıkları oy unları sahneledikleri için gözaltına alınır, tutuklanır v e hatta katledilirler. Ev et, bizim, "Düny a Tiy atro Günü" müz böy le kutlanıy or(!). Her şey e rağmen, ev et, her şey e rağmen diy oruz, oyunlarımız emekçi halka ulaşacak...


murat c ey h an

Arap Müzik Dünyası Antolojisi Etnik müzik yapımla n şu sıralar özellikle sol tandanslı geçinen- müzik y apımcılarının gündemine oturmuş durumda. Öy le ki, bu arhk bir f urya halini almay a başladı. Y akın bir döneme kadar Kürt Halk Müziği y asaklı bir konumday dı. Kürtçe türkü söy lemek dav alar, gözaltılar hapisliklerle eş anlamlıy dı. Bunlann kasete okunması ise kasetin piyasaya sürülmesine bile engeldi 1991'den sonra Kürtçe türkülerin okunduğu kasetlerin satışının serbest bırakılmasıy la Kürtçe kaset fury ası başladı. Bir süre sonra da dejenere bir y önetim başladı. Kürtçe arabesk kasetler, p o p şarkılar a h t a p o t gibi "müzik piyasa-s"nı sardı. Bu kalitesizleşme o r t a m ı n d a da dinleyici daha titiz, seçici dav ranmay a başladı. Bu süreç sonunda genele bakıldığında Kürtçe kasetlere ilgi azalmış-b. Tabi bu piy asa mantığı açısından bir tespitti. Artık, Kürtçe kaset y apmak, yapımcılar açısından o k a d a r da cazip değildi. Bir süre sonra ise özellikle emperyalizmin pompaladığı bir düny a müziği kav ramı Türkiye'de de ortay a atıldı. Empery alist ülkelerin üniv ersitelerinde bu konuy la ilgili kürsüler kuruldu. Ermeni müziği v e y ahudi müziği bu anlay ışın gözdesi oldu. Amaç tabi ki, kültürel değerlerin beslenmesi değildi Dini, imanı, milleti para olan empery alizm böy le bir niy eti taşıması da beklenemez

zaten. Etnik çatışmaların körüklendiği, azınl ıkların birbirini boğazladığı v e bunun her gün emperyalizm taraf ından körüklendiği bir düny a üzerinde etnik müzik çalışmalarına sunulan bu y oğun destek bir tesadüf olmasa gerek. Biz

ulusların, azınlıklann kültürel değ e r l e r i n i geliştirme çabalarını halkların tarihsel değerlerini yaşatma ve halkların birliğini sağlama y önünde olumlarız; y oksa halkların birbirini boğazlamasının ö n ü n ü açmada değil. Tüm düny ada böyle bir politikay la pazarı y aratılan bu oltaya kısa bir sun; sonra ülkemiz y apımcıları da atladı. Bunlarla ilgili say ısız ürün bizim v itrinlerimizde de sergilenmey e başladı. Bu y azımızda bunlardan birini ele alaca-Y eni Dünya Müzik taraf ından NFB World lisansıy la dinley icilere iki CD-kasetlik Arap Müzik Düny ası Antolojisi isimli bir çalışma sunuldu. Fey ruz, Wadi Es-Saf i, Werdi El-Cezay ir, Ferit El-Atraş gibi sanatçıların eserlerinin bulunduğu bu çalışma şu sıralar müzik marketlerde müzik severlere sunuluy or. Arap Müziği'ne y önelik bir antoloji çalışmasının y ay ınlanması bizim de ilgimizi çekti. Bu çalışmanın boy utu, kimleri içerdiği adı kadar iddialı olup olmadığı merakıy la edindik bu albümü. Ama karşılaştığımız empery alist etiket bizi pek de şaşırtmadı Çünkü bu "antoloji", Arap Mü ziği'nin v e kültürünün, kimliğinin çarpıtılması, y ozlaştı-rılması niy etinin açık bir göstergesidir. A r a p M ü z i k düny asının önemli bakaç ismi alınmış ve geri kalanı adeta Araplarla dalga geçercesine doldurul-m u ş bir çalışma bu. Bu albümü bir kaç tavır / albüm / nisan '99 / s ayı: 11

başlık altında değerlendirmek sanıy oruz daha anlaşılır olacaktır. Öncelikle Arap müzik düny asının bir çok klasikleşmiş ismi bu antolojide yok. Örneğin Iraklı Tahsin Taha, Lübnanlı Marsel Xalif e... Buna daha çok isim ekley ebiliriz. Bu isimler Arap müziğinde hem teknik, hem de içerik olarak y enilikler y aratmış isimlerdir ama bunlar y ok. Peki ne v ar? Son d ö n e m gelişen, popun Ortadoğu v ersiy onu Rai müzik akımı v ar hem de bolca. Denecektir ki, "Bu bir antoloji, tabi son süreçteki mü zikal şekillenme de yer alacak". Doğru bir tespit olabilir bu ama iki albüme yay ılmış bunca parça, o noktada terazinin dengesini bozuy or. Bu işin bir y anı ama asıl daha önemli nokta şu ki; Rai müzik, bir Arap müziği değildir. Daha doğrusu işe şu noktadan başlay alım isterseniz. Albümdeki bir çok parça Cezay ir, Fars, Mısır, Tunus gibi ülkelerin imzasını taşıy or. Bu ülkeler Kuzey Af rika y a da bir diğer dey imle Mağrib ülkeleridir ve bu ülkelere burada y aşay an halklara birebir Arap denemez. Eğer burada ko nuşulan dil üzerinden böy le bir y argıy a v arılıy orsa bu büyük bir yanılgı olur. Şöyle ki, o zaman İngiliz Antolojisi hazırlarken, Amerika, Kanada gibi ülkele-. rin eserlerini a l m a k doğal bir hale gelir. Ortaçağ müslüman dünyasında Kuzey Afrika önemli bir yere sahiptir.


Bu bölge kısa denecek bir dönem Arap a kınlan etkisi altında kalmış ama sürekli Arap kültürüyle ilişki halinde bulunmuştur. Bu ilişkilerime içinde bugün bu bölge Arapların y aşamış olması doğaldır ama bu bölgeler birebir Arap bölgeleri değildir. 16. yy.a kadar bu bölge, Akdeniz v e Ortadoğu ile ticari alış-verişlerde önemli bir y er tutmuştur. Bu bölge, müslüman uy garlığın gelişmesinde de

geciken Batı uy garlığın gelişiminde de önemli bir etkeni bulunduruy ordu ki bu da Sudan Altın Y olu'dur. Bu nedenle önemli bir ticaret bölgesidir Mağrib. Bu y üzden de uzunca bir dönem istikrarlı bir dev let atlay ışı kurumlaşama-mjşbr bu bölgede. Fakat, hiçbir zaman, bu bölgenin tümden Araplaştığı y a da bir Arap bölgesi olduğu iddia edilemez. Öy leyse bugün İspanya'nın da Arap ol-

duğunu iddia etmemiz gerekir ki bu çok saçma olur. Y a da Osmanlı egemenliğindeki bulunduğu dönemden ötürü Mağrib'in Türk bölgesi olduğunu iddia etmey e ne dersiniz? Ne diy elim emperyalizmin uzattığı oltay a böy le iştahla atılmak ülkemizde solculuk yaparak geçinenlere bazen b ö y l e "diyalektik ve tarihsel" hatalar yaptırabiliy or. •

Gülbahar

"MUHACİR" Geçtiğimiz günlerde Gülbahar'ın y eni kaseti "Muhacir" altı y ıl andan sonra Hades Müzik taraf ından piy asay a çıkarıldı. Gülbahar daha önce de 91'de "Sef er Yeli-Desmal"ı, 93'te de "Dönül meyen Gitmeler"i çıkarmıştı. Albümde 10 parça var. Bunlardan birisi Urfa Y öresine ait anonim bir türkü bir diğeri Azeri anonim bir türkü. "Muhacir"deki parçalann alanda genel olarak Gülbahar imzası var. Kürtçe parça Megri'nin sözleri Işxani Eslan'a müziği ise Dilov an'a ait "Gurbet" adlı parçanın müziği ise Ermeni halk ezgisi. Bunun dışında "Kendimi İhbar Ediyoru m"\un sözleri, Mustaf a Konur'un "Lütfen Beni de Kaybediniz" y azısından, "Tanrı ve Çocuklar'"ın sözleri ise Ahmet Altan'ınm " T a n r ı ve Berke" ile "Yalan" isimli y azılarından esinlenerek y azılmış. Önceki kasetlerin, dinlenildiğinde genel olarak türkü f ormunda işlendiğini görüy oruz. Bu kasette ise diğer kasetlerine alışmış dinley icilerini biraz şaşırtıy or Gülbahar. Gerek ezgilerin, gerekse düzenlemelerin f arklılığından kay naklanıy or bu. Bu parçalara örnek olarak düzenlemesi v e bestesiyle biraz sanat müziği f ormuna day anan "Kapandı Kapdar"ı v e pop müzik f ormunda "Kendimi İhbar Ediyorum"u v erebiliriz. Y ine "Yoku" isimli parça bir Balkan hav ası taşıy or. Erkan Oğur düzenlemeleri ise kendisini hemen hissettiriy or. "Bülbüller Düğün Eyler" ise düzenlemesiy le tamamen bir Erkan Oğur parçası. Fakat albümü müzikal açıdan incelendiğimizde daha önceki Gülbahar çalışmalarının ilerisinde olmuş. Ama içerik, yani sözler açısından incelendiğimizde anlatımda bazı hatalara düşüldüğünü gözlemliy oruz.anlamı bir soyutlama ile y aklaşımı y er yer içerikte anlaşmazlığa düşülmesine yol açmış. Gülbahar bu çalışmasında içerikteki politik y aklaşımı, kendi y aşam tarzı v e kültürünün bir if adesi olarak şekillendirmiş. Hay ata bakıştaki y alnızlık duy gusu Gülbahar'ın daha önceki çalışmalarında da v ardı. Bu da yer y er kavramsal bir hav a yaratıy or. Fakat diğer y andan Gülbahar'ın hay ata ve y aşananlara yönelik duyarlılığı, tepkisi kendini hissettiriy or. Bosna için gösterdiği duyarlılık,toplumsal yaşamın içinde karşılaşılan olumsuzluklara verilen tepkiler bunun bir göstergesi. Fakat burada yer yer verilen tepkiler,oluşan isy an duy gusu sorunun kay nağını v e çözümünü bulanıklaştıny or. "Tanrım sen neredeydin!" sorusu biraz da böyle bir noktay a düşüy or. Ama yanıbaşımızda bir sokağa girip karanlığın içinde kayboluv eren insanları ne y apacağız? Belki "Kendimi İhbar Ediyorum" daki, şiirin bir y erinde "gözaltınızın kayıbıyım" cümlesinin geçmiş olması kay ıplan if ade etmiş olur. Belki... Ama yeterli mi? Y a da mily onlarca insanm gözü önünde, sırf onuru, namusu, adaleti v e v atanı gerçekten savundukları için katledilen insanlar nekadar y üreğimizi y akıy or? Görünen o ki, Anadoluda gelişen mücadeleyi Gülbahar kendi bakış açısıy la ortaya koymuş. Bunun da doğal sonucu olarak anlatımda belirsizliklerve kopukluklar oluşmuş..Anlatımın belli bir sevir izley ememesi ve kasette y er alan parçalarda bazı seslerin klavy eden alınmış olması çalışmanın niteliğini biraz düşürmüş. Gerçi tamamen akustik enstrümanların kullanımının biraz da maddi külf etten kaynaklanabileceğini düşünmek ve o noktada daha iyi niyetli y aklaşmak gerekiyor. Ama kasette yay lı tambur v e mandolin gibi değişik sazların kullanılması da güzel bir sound çıkmasını sağlamış. Herşeye rağmen Gülbahar'ın kaset çalışması daha önceki çalışmaların üzerinde bir çalışma olmuş diy ebiliyoruz. • tav ır / albüm / nısan '99 / sayı: 11


HABER YORUM

Katledilişlerinin 78. Yılında

Mustafa Suphi ve Yoldaşları Anıldı

M

ustaf a Suphi v e 14 y oldaşı katledilişlerinin 78. y ıldönümünde İdil Kültür Merkezi'nde düzenlenen bir program ile anıldı. 31 Ocak 1999 Pazar günü saat 16.00'da başlay an anma programının metin y azımını v e sunuculuğunu "f iyatro Sanatçısı Y iğit Tuncay yaptı. Ayşe Gülen Halk Sahnesi v e Halk Sahnesi Tiy atro Atelyesi oy un-

cularının ha zırlad ığı "Kalbimiz Y ine Çarpıy or, Çarpacak" adlı mizansen, Grup Y orum'un hazırladığı müzikler v e FOSEM'in hazırladığı sinev izy on gösterileri ile anma programı bir bütünlük içinde sürdürüldü. Programı y aklaşık 600 kişi izledi. Oy un sahnedeki Mustaf a Suphi portresinin ay dınlanması ile başladı. Oy uncular, Nazım Hikmet'in Onbeşler için y azdığı "Kalbim" adtavır / anma / nis an '99 / s ayı: 11

lı şiiri seyircilerin arasına dağılarak okudular. Sinev izy onda gösterilen emekçilerin görüntüleri eşliğinde sahnede sıralanan oy uncular "Türkiy e İşçi Sınıf ına Selam" marşım söy lediler. 28 Ocak 1921 y ılında Karadeniz'de bir tekne açılıy or. Anadolu halklarının kurtuluşu için mücadele v eren Mustaf a Suphi v e on dört arkadaşı emperyalizmin uşağı Y ahy a Kahya'nın has adamları taraf ın-


HABER YORUM

dan katledilerek Karadeniz'in hırçın sularına gömüldüler. Göğsümüze on beş kara saplı hançer saplandı. Böy le bir mizansenle başlay an anmada tüm dev rim şehitleri için saygı duruşunda bulunuldu. Sahnede kardeş sofrasında toprağın insanlarını resmeden oyuncular, toprağın içinden çıkarak Nazım Hikmef in "Şey h Bedreddin Destanı" adlı şiirini okuy arak v e Anadolu mücadelesinin ilk tohumlarının atılışını anlattılar. Tarihin akışı içerisinde çarlık Rusy ası'nun v e Çar I. Nikolay'ın Anadolu v e doğu halklarının v erimli toprakları üzerindeki emelleri bütün açıldığı ile sergilendi bu bölümde. Egemenler sömürü düzenlerini korumak için toplumları ezmekte ve emeği sömürmenin yeni biçimlerini keşfetmekteler. 'Tarih sınıf lar mücadelesidir!" Sömürü sisteminin gelişmesiyle makinalar ortay a çıkar ve 1789

Fransız ihtilaliy le, burjuv alar tarih sahnesine çıkarlar; üretim biçimi değişmey e başlar. Gelişen kapitalizm ile insanlar makinalaşmay a başlar. Oy uncular sahnede makinalaş-an, gerçeğine y abancılaşan işçileri anlattılar bir başka bölümde. Maki-naların seslerinin arasına sözler ka rışır. Oy uncular, Berthol Brechf in şiirini okudukları bu sahnede; sav aşlarda kazanılan zaf erlerin, görkemli saray ların, surların asıl sahipleri olan v e tarih kitaplarının hiç bahsetmediği emekçiler anlattılar. 1871 Paris Komünü'nü v e 1864-1888 y ıllarında Enternasyonalin toplanmasını anlatan sinev izy on görüntüleri ile Marks'ın portresi belirir ekranda. Artık batının köhnemiş karanlığını parçalay an, ezilen halkları iktidara taşıy acak olan ideolojinin temelleri atılmış olur. Mustaf a Suphi'nin doğumuy la başlay an biyograf isinin anlatıldığı sahnede oy uncular, ezilen halkların

tavır/anma/nis an " 99/s ayı: 11

92

omuzlarında y ükselen düny ay ı canlandırdılar. Ve Grup Y orum, "Bir Oğul Büy ütmelisin" parçasını seslendirdi. Mustaf a Suphi'nin, Mahmut Şev ket Paşa'ya düzenle nen bir suikast sonucu öldürülmesi gerekçe gösterilerek tutuklanması ile sürgün hayatı anlatılır. Suphi'nin Sinop'taki sürgün hay atına son vererek Karadeniz'den bir tekne ile Rusya'y a kaçması anının an latılmasının ardında Gru p Y orum, "Karadeniz" adlı parçasını seslendirdi. Sahnedeki oyuncular bir tekne ile Karadenize açılan Suphi v e arkadaşlarını canlandırdılar. Tarih 1914 y ıllarına day anır I. Empery alist Pay laşım Savaşı başlamıştır. Osmanlı Dev letinin bu sav aşa girmesi karşısında Mustaf a Suphi'nin düşünceleri anlatılır oy unun bu bölümünde. Böy lece Anadolu halkları egemenlerin çıkarları için y eni bir maceraya daha atılmış olur. Anlatımların ardından Grup Y orum "Karay ılan" adlı türküyü


HABER YORUM

seslendirdi. Ardından Suphi'nin Kafkasy a'da tutuklanarak Ural'a sürgün edilmesi v e burada Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi'ne katıldığı dönem, oy uncuların karanlıkta m u m ışığı ile sahney e dizilmeleri dizilmeleri v e seslendirdikleri şiirle anlatıldı. Ve Ekim Devrimi olur. Sinev izy onda Ekim Dev remi v e Lenin'in görüntüleri Grup Y orum'un seslendirdiği "Enternasy onel" marşı eşliğinde sahnelendi. Tarihin bu sürecinde, Anadolu toprakları Empery alist ülkelerin iş-| galleri altındadır. Empery alizm bütün düny a halklarına olduğu gibi Anadolu halklarınada ağır bedeller ödetmiştir. Modern silahlarla Çanakkale'ye day anan Düşman güçleri karşısında y aşanan zulüm halk türkülerinede y ansır. Çanakkale'de y aşadıklarını sev diğine anlatan ozanın söy lediği "Denizin Dibinde Demirden Ev ler" adlı türküy ü Grup Y orum, oy unun bu bölümünde ses-

lendiriy or. Artık Mustaf a Suphi Anadolu ihtilaline katılmanın yollarını aramaktadır. Bu bölümde Mustaf a Suphi'nin Türkiy e Komünist Parti-si'ni kurduğu dönem anlatılır. Anadolu ihtilali f ikrini hay ata geçirmek istey en Suphi, Mustafa Kemal'e bir mektup göndererek bu düşüncelerini anlatır. Mustaf a Kemal'in mektuba olumlu cevap v ermesi üzerine Suphi v e 14 y oldaşı Anadolu'y a gelirler. Oy uncular Suphi'nin bu dönemini, Karadeniz'e açılan bir gemi ile canlandırdılar. Mustaf a Suphi v e yoldaşları Erzurum y olunda alkışlarla karşılanırlar. Hepsi omuzlarda taşınırken "kahrolsun" sesleri karışır alkışların arasına. 28 Ocak 1921 gecesi Trabzon'a geçerler. Ve arkalarından empery alizmin uşakları, Y ahya Kahy a v e adamları peşlerine takılır. Bir tuzağa düşürüldüklerini anlamıştır. Mustafa Suphi; "Hapis, zindan, kan v e ateş, halkın kurtuluş

tavır / a n m a / nisan '9 9 /sayı: 11

hareketini durduramay acak" der v e Karadeniz'in sularına f enerlerin ışığında sulara gömülerek katledildiklerini anlatan bu sahnenin ardından, Ruhi Su'nun bestelediği, Nazım Hikmet'in Suphi v e 14 y oldaşı için yazdığı "Hay ali Gönlümde" adlı şiirini Grup Y orum seslendirdi. "Dün Wilhem Almanyasına memleketi satanlar, bugün İngiliz-ler'e sattılar. Y arın da Amerikalılara satacaklardır". Böyle söy lüy ordu 78 y ıl önce Mustaf a Suphi. Anma programı, tarihin derinliklerine kök salmış Anadolu halklarının zulme ve sömürüy e karşı olan mücadelesinin günümüze kadar olan uzantılarının arlatıld ığı sinev izy on gösterisi ve Grup Y orum'un söy lediği "Bize Ölüm Y ok" marşıyla son buldu. Programın sonunda sahneye gelen Sosy alist Y ay ınlar Genel Y ay ın Y önetmeni Hasan Basri Gürses de kısa bir konuşma y aptı. •


HABER YORUM

.baskılar sürüyor... baskılar sürüyor.. Dergimiz Çalışanı Meral Kartal Gözaltına Alındı! 30 Ocak Cumartesi günü Haklar ve Özgürlükler Platformu'nun düzenlediği, ekonomik krizi protesto için yapılan basın açıklamasına polis saldırdı. Saldırı sonucu dergimiz muhabiri Meral Kartal ile birlikte 25 kişi dövülerek gözaltına alındı. Önce Kadıköy Karakolu'na götürülen 25 kişi, daha sonrasında İçe-renköy Karakolu'na, oradan da aynı gün Vatan Caddesi'ndeki Siyasi Şube'ye götürüldüler. Beş gün boyunca fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kalan 25 kişi, 3 Şubat Çarşamba günü Kadıköy Savcılığı tarafından serbest bırakıldılar. •

Grup Yorum 3 Ocak 1999; Ümraniye Kazım Karabekir Mahalle-si'nde TİYAD tarafından düzenlenen geceye katıldı. 31 Ocak 1999; İdil

Kültür Merkezi'nde düzenlenen ve

tiyatral bir anlatıma dayanan Mustafa Suphi An-

Dergimizin Ocak '99 Tarihli 10. Sayısı Toplatıldı! Halktan ve haklıdan yana sürdürdüğümüz yayın çizgimizde gün geçmi yor ki engellemelerin, yasaklamaların ardı arkası kesilsin. Bu sefer de Ocak'99 tarihli 10.sayımız bu engellemelerden nasibini aldı. 10. sayımız dergimizde yer alan "Kozalaklar Açıldı" ile "Gerilla ve Sanat" başlıklı yazılarımızda "suç sayılan eylemlerin övüldüğü ve suç teşkil ettiği" gerekçesiyle, İstanbul l.Sulh Ceza Mahkemesi tarafından toplatıldı. Bizler gerçekleri yazdıkça engellemeler olacaktır. Ama hiçbir engelleme siz okuyucularımıza ulaşmamızı engelleyemeyecektir. •

ması'nın müzi klerini yaptı. 7 Şubat 1999; İdil Kültür Merkezi'nin 2. Kuruluş Yıldönümü Şenliği'nde bir dinleti gerçekleştirdi. 28 Şubat 1999; Ankara Yükseliş Koleji'nde düzenlenen gecede, yaklaşık 4000 kişiye seslendi. 30 Mart 1999; Aksaray'da, Genel-lş'te düzenlenen "30 Mart

Hapishane Çıkışında Gözaltı Terörü! 26 Şubat 1999 Cuma günü, Ümraniye Hapishanesi'nde tutsak olan özgür tutsakların ve altı aydır tutsak bulunan Grup Yorum elemanı İrşad Aydın'ın görüşüne giden Grup Yorum elemanları Hakan Alak, Özcan Şenver, Özgürlük Türküsü elemanı Vedat Gülkanat ve Ayşe Gülen Halk Sahnesi oyuncuları Nimet Öztürk ve Derya Karahan, görüş sonrası hapishane önünde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube polisleri tarafından gözaltına alındılar. Gözaltına alınan arkadaşlarımız Ümraniye Dudullu Karakolu'na götürülerek aynı gün serbest bırakılırken Ayşe Gülen Halk Sahnesi oyuncusu Derya Karahan, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube'ye götürülerek bir gün sonra serbest bırakıldı.

Programı"nda bir dinleti gerçekleştirdi. 11 Nisan 1999; Ruhi Su Kültür Vakfı'nda, bir söyleşi ve dinleti programı gerçekleştirdi. Özgürlük Türküsü 27 Aralık 1998; İdil Kültür Merkezi'nde düzenlenen konserde yaklaşık 300 kişiye seslendi. 16 Ocak 1999; Gazi Mahallesi'nde, Gazi Halk Medi-si'nin

Grup Yorum'a Konser Yasağı!

düzenlediği, ekonomi k krizle ilgili eyleme katıla-

Şubat ayı içerisinde, Erzincan'da Grup Yorum konseri düzenlemek için yapılan başvurular, Erzincan Valiliği engeline takıldı. Ardarda yapılan üç konser girişimini de yasaklayan Erzincan Valiliği, yasaklamalar için hiçbir gerekçe göstermedi. Konu ile ilgili, Grup Yorum tarafından dergimize yapılan açıklamada , "Erzincan Valiliği, üstüste yapılan üç konser başvurusunu da yasaklayarak keyfi tutumunu göstermiştir. Hiçbir yasaklama, halklarımıza seslenme mizi engelleyemeyecektir. Türkülerimiz, 14 yıldır halklarımız tarafından sahip-

rak bir dinleti verdi. 7 Şubat 1999; İdil Kültür Merkezi'nin 2. Kuruluş Yıldönümü Şenliği'nde bir dinleti gerçekleştirdi 7 Mart 1999; Okmeydanı Halk Kültür Merkezi'nde bir konser gerçekl eştirdi.

tavı r / haber yorum /nisan '99 / sayı : 11


HABER YORUM Cumhuriyet Gazetesi Ezop Diliyle Arap Halkına Saldırıyor!

A yşe G ü l en H al k Sah n e si 31 O ca k 19 99; İdil Kült ü r M e rke zi 'n de dü zenl en en Mu stafa Su phi An ma sı 'nda , H alk Sah ne si ile lirlikte an ma yı o yunl a ştı rd ı. 4 Şu b at 199 9; Okm e yd anı 'n da ki h alk p a za rı nd a, e ko n o m ik kri z ile ilgili bir so ka k o yu nu sergiledi, 7 Şu b at 199 9; İdil K ültü r M erke zi'nin 2. K urulu ş Yıld ö -ü m ü Ş enliği'nd e bir tiyatro o yu nu sa hnele di. FOS EM 1- 31 O cak 1999; İdil K ültü r Me rke zi'nd e, "K üb a ve Ch e " ko nulu bir f oto ğraf se rgi si su ndu . 9 O c a k 1999; İdil Kültü r Me rke zi 'n de, "K ı sa Met rajlı F ilm Gö ste rimleri"nde, "Git Gö zümü n Alası " adlı kı sa filmini gö ste rdi. 31 O c a k 1999; İdil Kült ür M erke zi'nd e d ü ze nle ne n Mu stafa Sup hi an ma sında sin evi zyon gö ste rimi yapt ı. 7- 28 Şu b at 199 9; İdil Kül tü r Me rke zi 'n de , "Fot oğ rafla rla İdil'imiz" adlı bir fot oğ ra f se rgi si g e rçe kle ştirdi. 7 Şu b at 1999; İdil K ültü r Me rke zi 2. K urulu ş Yıld ön ü mü Şe nliği'nd e, bir sin e vizyon g ö st eri mi sun du, 30 M art 199 9; Gen el-l ş't e dü zenle ne n "3 0 M art P ro gra mı nd a bi r dia gö ste rimi sun du .

Cumhuriyet Gazetesi'nin 22.09.1998 tarihli Kitap ekinde, bir kitap tanıtımı gözümüze çarptı. Ezop'un yazdığı ve Nurullah Ataç'ın Türkçe'ye çevirdiği "Masallar" adlı kitaptı bu. Kitapta yer alan ve Cumhuriyet Gazete-si'nin tanıtımda kullandığı bir masal ise, Arap halkına karşı, açıkça karalama yüklüydü. Masal şöyle: "Birgün Herkes arabasına türlü yalanlar, düzenler yüklemiş, yola çıkmış. Her gittiği ülkede, arabasındakilerin bir parçasını dağıtmış. Arap'ların diyarına gelince -nasıl olduğu bilinmez- araba kırılıvermiş. Arap'lar da mal bulmuş gibi koşuşmuşlar; arabada ne buldularsa talan etmişler. Tanrıyı başka ülkelere gitmeye koma mışlar. İşte bundan dolayıdır ki; dünyanın en yalancı, en düzenci milleti Arap'lardır. Doğru söylemek nedir bilmez onların dili." Cumhuriyet Gazetesi'nin, daha kitap çıkmadan dört ay öncesinde, kitabı tanıtmak için gösterdiği çaba, bir sanat dergisi olarak gözlerimizi yaşarttı. Gerçi her ne kadar, Cumhuriyet Gazetesi'nin sayfaları devrimci sanat faaliyetlerine kapalı olsa da, edebiyata gösterilen bu yakın alaka karşı sında etkilenmemek elde değil. Eskiden, Cumhuriyet Gazetesi'nin, hiç değilse solda duran bir üslubu vardı. E haliyle, bütün halkların emekçilerinin birliğinden, mücadelesinden dem vururlardı. Bugün varılan noktada ise, MGK'nın açtığı yolda uygun adım gidişi görüyoruz. Cumhuriyet Gazetesi, cevap vermelidir: Arap halkına karşı küfür içeren bir kitabın tanıtımı ve reklamı, niçin Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkmıştır ve hangi direktifler doğrultusundadır? Cumhuriyet Gazetesi'ni protesto etmek için, dergimizin Antakya bürosunda, 09.02.1999 Salı günü yapılan basın açıklamasında, şu sözlere yer verildi: "Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de Arap'lar diğer halklarla kardeşçe yaşamışlardır ve yaşamaya devam ediyorlar. Çünkü Arap halkı bilir ki; kardeşlik sevgiyi, dayanışmayı, yardımlaşmayı, paylaşmayı ifade eder ve düşmanlığın karşıtıdır. Anadolu Kurtuluş savaşında Araplar, diğer halklarla birlikte emperyalistlere karşı savaşmışlardır. Türkiye'de yaşayan bütün halkları bu tür oyunlara karşı duyarlı olmaya çağırıyoruz." •

Karanfiller Kültür Merkezi'ne Polis Baskını! Emekçi mahallelerimizden biri olan Bağcılar Yenimahalle'de çalışmalarını sürdüren Karanfiller Kültür Merkezi, 7 Nisan Çarşamba günü, Siyasi Şube'ye bağlı polisler tarafından basıldı. Saat 18:30 sıralarında polis, hiçbir gerekçe göstermeden kültür merkezine girmek istedi. Kültür Merkezi çalışanlarının kapıları açmayarak barikat kurmaları üzerine, camları kırarak içeri girebilen polis, içeride bulunan 15 kültür merkezi çalışanı ve misafirini döverek gözaltına aldılar. Polis baskı nını duyan Yenimahalle halkı, Karanfiller Kültür Merkezi'nin önüne toplanarak "Devrimci Sanat Susturulamaz", "Türküler Susmaz, Halaylar Sürer" sloganlarını atarak baskını protesto etti. • tavı r / haber yorum / nisan '99 / sayı : 11


HABER YORUM

"Kıddes" Bayramı Şenliklerle Kutlandı! ANTAKYA- Kapitalist düzen kendi sömürü düzenini ayakta tutmak için bütün halkların kültürünü, gelenek ve göreneklerini asimile etmeye ve böylece onları teslim almaya çalışmaktadır. Bu asimile etme politikasından nasibini almakta olan bir halk da Arap halkıdır. Arap Alevilerinin geleneksel dini bayramı olan Kıddes, Samandağ'ın Meydan Köyü'nde kutlandı. Bu dini bayram hicri takvime göre Ocak ayının 7'sinde doğanın tanrıya secde ettiği ve insanların günahlarından arındığı o günde, akan bütün suların şifalı ve kutsal olduğuna inanıldığı gündür. İnsanlar sabah şafak sö kerken otların üzerindeki nemlerle yüzlerini yıkar ve varsa ağrıyan yerlere sürerler. Ayrıca o gün küskün ve kırgınlar barışırlar, akraba ve komşu ziyaretl erine gidilir. Ev ziyaretlerine eli boş gidilmez, mutlaka tatlı götürülür. Gelenekte gidilen her ev ziyaretinde, ev sahipleri tarafından sofra hazırlanır. Sofrada Kıddes Bayramı'nda özel olarak yapılmış geleneksel yemekler bulunur. Bayramın geleneksel yemeklerinden bazıları, "içli köfte, krus, zlibe, zingiliyet, tatlı olarak ka ke ve lokma." Bunlar gidilen her evde her an hazır bulunur. Beş yıldan bu yana Samandağ'ın Meydan Köyü'nde gençler öncülüğünde kendi kültür, gelenek ve göreneklerini yaşatmak, yeni yetişen genç nesile aktarabilmek ve kendilerinden sonra emanet etmek, Arap halkının birbirlerine olan sevgi ve kardeşlik duygularının sürmesi ayrıca tüm halklarımıza bu yüce değerleri yaşatmamız gerekliliğine bir örnek teşkil etmesi amacıyla Kıddes Bayramı şenlikleri düzenlenmektedir. Beşincisi düzenlenen şenlikte Meydan Köyü'nün tarihi anlatılıp, Arap halkının geleneksel yemeklerinden olan içli köfte şenlik alanında yaşlı anneler tarafından yapılıp halka dağıtıldı. Ayrıca köyün gençlerinden oluşan bir tiyatro grubu, Aziz Nesin'in "Sizin Memlekette Eşşe k Yok mu?" oyununu sergiledi. Dergimizin Antakya bürosunda çalışmalarını sürdüren semah grubunun sunduğu semah gösterisinin ardından, Grup Yorum'un "Halkımızın Gelini" adlı türküsünün eşliğinde Arap halkının "arje" halayı çekildi. Antakya'nın yerel sanatçılarından Mera Şahut'un seslendirdiği türkülerin ardından şenlik sona erdi. •

İdil Kültür Merkezi'nin 2. Kuruluş Yıldönümü Kutlandı! i

İdil Kültür Merkezi ikinci kuruluş yıldönümü 7 Şubat 1999 Pazar günü, düzenlenen bir şenlikle kutlandı. 600'e yakın izleyicinin katıldığı şenlik, davul zurna ekibi ile başladı. Şenlikte bir konuşma yapan İdil Kültür Merkezi şirket ortakl arından Özcan Şenver, yaptığı konuşmada, 1985'lerde Ortaköy Kültür Merkezi ile başlayan çalışmaların '99 yılında İdil Kültür Merkezi'yle devam ettiğini belirterek, bu süreci izleyicilere kısaca anlattı. Özcan Şenver, konuşmasını, "Değerlerimize yeni değerler katarak, belki de yeni ilklere imza atarak ama yine sizlerle birlikte, yine sizlerle paylaşarak ve daha bir çok başarılı yılı birlikte karşılamak umuduyla" sözleriyle bitirdi. Konuşmaların ardından, konservatuar öğrencilerinden oluşan "İsimsiz Ezgiler" adlı müzik topluluğu sahneye çıktı. Topluluk, programında Anadolu'nun çeşitli yörelerinden türküler seslendirdi. Ayçe İdil Erk-men'in kardeşi Arda Çağlar Erkmen sahneye gelerek bir konuşma yaptı. Şenlik programında, Karadeniz Tonya Kız Ekibi, Özgürlük Türküsü, Grup Zülfikar, Ayşe Gülen Halk Sahnesi ve FOSEM de üretimleriyle programa katıldılar. Şair İbrahim Karaca ve Ruhan Mavruk da şenlikte şiirler okudu. Şenliğin sonunda Grup Yorum ve Yiğit Tuncay sahneye çıktı. Grup Yorum'un yaptığı kısa bir konuşmanın ardından Yiğit Tuncay söz alarak Tavır Dergisi'nde yayınlanan kendisinin yazmış olduğu "Tuttu Ellerimden Sıcacıktı" adlı şiirsel metni okudu. Ardından Boran Fırtınası'nın bir bölümünü Yorum'la birlikte seslendirerek sahneden ayrıldı. Marşlar ve türküler seslendiren Grup Yorum'un ardından Karadeniz Horon Erkek Ekibi sahne aldı. Horonlarla insanları coşturan ekibin programıyla şenlik sona erdi. Son olarak yapılan kapanış konuşmasında; "Bugün burada güzel bir gün geçirdik. Bir yılımızı daha geride bırakıyoruz. Önümüzdeki yıllarda da İdil Kültür Merkezi'nin adını sizlerle, halkımızla birlikte daha da büyüteceğimiz inancını yüreğimizde taşıyarak, hepinize bu anlamlı günümüzü bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ediyoruz " denilerek, bundan sonraki yıldönümlerinde buluşma dileğiyle şenlik sona erdi. • tavır / haber yorum / şubat '99 / sayı: 11




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.