Merhaba,
Aylık Sanat Dergisi
Sahibi: İdil Kültür Sanat Bilimsel Araştırma Yay. Org. Film. Tic. San. Ltd. Şti. adına İRŞAD AYDIN Yazıişleri Müdürü: Y A S İ N ALİ TÜRKERİ Yazışma Adresi: İDİL KÜLTÜR MERKEZİ DEREBOYUC.NO:110/55 80840 ORTAKÖY/İST ANBUL TEL/FAX: (212) 261 3219-26146 53 İzmir: İDİL K Ü L T Ü R MERKEZİ 863 S. 23/2 KEMERALTI /İZMİR Antakya CUMHURİYET M. GÜNDÜZ C. MURAT S. BAKIRCI PSJ . NO:8 TEL: (326) 214 01 15
Geçen say ımızda y ine bu sayfada "Vatan topraklan kutsaldır" diy e girmiştik söze. Ev et, halkın biny ıllar boy u uğrunda bedel ödediği vatan topraklarımızdan kalkan uçaklarla mazlum halkların tepesine bombalar yağdırılırken, gözümüzde sahte yaşlar değil, öfke olmalı. Öfkemiz bağımsızlığa duy duğumuz özlemin if adesi olmalıdır zamanda. İşte v atan... işte özgürlüğün, bağımsızlığın, halkların kardeş bayrağı... Adlan y a da y aşadıkları çağ ne olursa olsun zalimleri, hasımlanmızı tanıy oruz. Anadolu halkları kadar kim bilebilir ki bunu?.. Acıy ı v e isyanı iç içe y aşay ıp büyüten Anadolu halklarının kültürünü yazmay a, anlatmaya, söylemeye devam edeceğiz. Destanlarımızı bulacaksınız bu say ıda. Dilden dile yay ılan, y ürekten y üreğe haykıran, topraklarımızın her köşesinde bir başka gerçeği, ayrı bir güzelliği anlatan destanlarımızı... Sonra şenliklerimizi, adetlerimizi, geleneklerimizi... Dağlardan çağlara seslenen eşkiya türkülerimizi, öykülerimizi... Toroslarda Kozanoğlu'nu, Kütahy a'da İslamoğlu'nu tanıy acağız. Ve tıpkı her sözünde, her ezgisinde kurşun atan türkülerimiz gibi türkülere geçen mav zerlerin, çif telerin, martinilerin hikayesini okuy acaksınız. Ev et vatan topraklan kutsal... Bunun için bu uğurda kav gaya tutuşmak da kutsaldır. Halklarımızın gav ura, işgalciye olan öf kesini büyütecek, barışın da, kardeşliğin de, özgürlüğün de anlamına birlikte mücadeley le v aracağız diy oruz. Bu say ımızda siyasi y aşamına ağırlık v ererek anlattığımız Nazım'ın mısralany la sonluyoruz sözümüzü. 14. say ımızda görüşmek dileğiy le...
Almanya HAGEDORNSTR.15 47169 DUİSBURG TEL: (49-203) 401126 Abone Koş ullan (6 Aylık) 3.000.000 .-TL ( 1 Yıllık) 6.000.000.-TL Hesap N o: (TL): 1116-0346785 HAKAN ALAK İŞBANKASI ORTAKÖY/İST ANBUL (DM): 1116-301000 HAKAN ALAK İŞBANKASI ORTAKÖY/İST ANBUL Ofset H azırlık TAVIR YAYINLARI Bas kı ASPAŞ Dağıtım BİRLEŞİK BASIN Y A Y I N DAĞITIM A.Ş.
Evet, v atan hainiyi m, siz vatanperversiniz, siz yurts eversiniz, ben yurt hainiyi m, ben v atan hainiyi m. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve ç ek defterlerinizin içindekilerse vatan vatan, şos e boylarında geber meks e açlık tan, vatan, soğuk ta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa y azın fabrikalarımızda al kanımızı iç mekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı il mühalse, v atan, polis c opuysa, ödeneklerinizs e, maaşlarınızl a vatan, vatan, Amerikan üsl eri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuys a, vatan, kurtul mamaksa k ok muş k aranlığınızdan, ben vatan hainiyi m. Yazın üç s ütun üstüne k apk ara haykıran puntolarla: Nazım Hik met v atan hainliği ne dev am ediy or hal a."
Dostlukla!..
Destanlar Sibel Dönmez.......................... 19-24
Karadeniz Horona Çağırıy or Defne Gökmen ............................65
Karadeniz Y ayla Şenlikleri Hamit Kavak ............................ 6364 Aşure Can Yıldırım ............................. 7273
Bu Tarih Bizim Değil Kemal Koray............................ 4849 Ay dınlar ve Ölüm Orucu Hülya Saygın........................... 60-62
Çukurov a Y iğidi Tank Kılıç ................................12-16
Gelin Görmek, Çey iz Görmek Pınar Arda................................74-75
Tango Oy un Gerçek Oluyor Hakan Alak.............................. 76-77
Vatanımızın Toprakları Empery alizmin Saldırı
Üssü Olmayacaktır. Nesrin Taşçı .............................10-11 Deniz Çağırdı Kenan Temiz ........................... 30-31 Hachfeld.....................................32
Ne Olur Y ardım Edin Özgür Aksu............................. 33-34 Bir Görüş Günü Hesaplaşması Hüseyin Gedik......................... 58-59
Hasan Cemal İsterse Kızsın O'na Bir Çif t Sözümüz Var Şaban Öztürk.......................... 4547
Alişan ile Üzey ir Mustafa Kaya ...........................68-69
Nazım Hikmet'in Siyasi Biyografisi Hikmet Akgül ..............................49
Bektaşi Fıkraraları Nevin Has..................................17-18
Br Önder Bir Kahraman Hüsey in Cevahir Erkin Can................................. 25-26
Ayçe Mehmet Sevinç .........................40-41
HalkTürküleri ve öyküleri İslamoğlu Özcan Şenver. ....................,...... 66-67
Kan Yerde Kalmaz Sinah Er...................................70-71
Marko Paşa İlhan Dağlı................................42-44
Kozanoğlu Yasemin Özdemir. ......................50-57
İstanbul Kültür Sanat Vakf ı (İKSV)'ye Soruşturma.................................. 78 Tiy atrolara Y asaklama................... 78 Cannes Film Festivali Sonuçlandı......... 79
Sinema Yazarları derneği (SİYAD) E n İyi Y a b a n cı Fi l m in i S e çti ..................... 79
13. Geleneksel İTÜ Şenliği Y apıldı... 80 Derğişen Kurtların Öyküsü Samet Yıldız.............................. 35-39 Türkülerde Silah Volkan Yıldız ............................ 27-29
biyografi h i km e t a kg ü l
1
921 y ılının ilk günü İstanbul'dan Karadeniz'e doğru açılan "Yeni Dünya" v apurun-daki dört genç şairin amacı, Anadolu'daki milli mücadeley e katılmaktı. Bu dört şairin en genci ise 19 yaşındaki Nazım Hikmet idi. Oysa O, daha kısa bir süre önce Bahriy e Mektebi'ni bitirmiş ve güv erte subay ı olmuştu. Vatanı işgal edilmiş bir subay !... Çok geçmemiş, ardından İstanbul da işgal edilmiş ve emperyalist orduların askerleri sokakları arşınlamaya başlamıştı. Bu, Nazım Hikmet gibi milliy etçi v e vatansev er bir subay için ne aşağılay ıcı bir durumdu. Çok sürmez bu durum. Sağlık gerekçesiyle ordudan ihracı sağlanır Nazım Hikmet'in. Ve sonra Anadolu-ya geçebilme aray ışları... Anadolu, İstanbul gibi değildir; orada çeteler, ef eler, köy lüler, bütün bir halk ayağa kalkmıştır. 1921 y ılının başlarında İnebolu'y a ay ak basan bu dört genç şairden Faruk Naf iz Çamlıbel v e Y usuf Ziya Ortaç, "seciyesiz" bulunarak geri gönderilirken, Nazım Hikmet v e Vala Nu-reddin kabul edilirler. O tarihlerde Ankara hükümeti, Anadolu'daki dev rimci kesimleri tasfiy e etmekle meşguldür. Vatanın sav unulması için sav aşmaya gelmiş bu
iki gencin bundan haberi y oktur. Karşılarına çıkanlar, o sırada tasfiy e edilmey e çalışılan sosy alistler olur. İnebolu'da karşılaştıkları bu kişilere "Sparta-kistler" denmekteydi. Almanya'da öğrenim görürken Spartakist-ler'den etkilenerek sosy alist olmuş bir Türk öğrenci çev resiydi bunlar. Oysa, Nazım Hikmet v e arkadaşı Vala Nureddin'in İstanbul'dan yola çıkmadan "kulakları bükülmüştür" bu tür akımlara karşı. V. Nureddin, y şadıkları sarsıntıy ı şöy le anlatır anıla rında: "İnançlarımızda büyük bir deprem oluyordu, manevi bir sarsıntı geçiriyorduk. İki kutup arasında bocalamaktaydık Spartakistlerin aşıladığı sosyalist fikirle ve o güne kadar kişiliğimizi yoğur muş (1) bulunan milliyetçi fikirler arasında." Nazım Hikmet ve arkadaşlarının Ankara'y a ulaşması Şubat ay ını bulur. Mustaf a Kemal ile de tanıştırılan Nazım Hikmet, Ankara'daki kargaşalık, çekişmeler ve çatışmalardan dolay ı düşkırıklığına uğrar. İstanbul'daki Anadolu imajı sarsılmıştır bir bakıma. Ankara hükümeti, sav aşmaya gelen bu iki genci Bolu'y a öğretmen olatav ır / biy ografi /haziran '99 / say ı: 13
4
rak atar. İnebolu-Ankara, Ankara-Bolu y olculukları Nazım Hikmet'i Anadolu gerçeği ile tanıştırır. Bir y anda sos.y alist f ikirler, bir yanda yoksul, aç. Anadolu insanı. Bu yüzden Bolu'daki öğretmenlik y aşantıları çok sürmez. Y eni aray ışları başlamıştır artık. Annesi onu Paris'e y anına çağırırken V a -la, Almanya'ya öğrenim görmeye gitmey i önermektedir. Nazım ise, y önünü kuzey e; Rusya'ya döner. Bolu'da tanıştıkları Ağır Ceza reisi de sosyalist çıkmış v e bu seçimlerinde onlara katılmıştır. Üç arkadaş, Ağustos sonlarında Bolu'dan ay rılıp, Eylül başlarında Trabzon'a v arırlar. Kentte korku kol gezmektedir. Mustaf a Suphi v e y oldaşları katledileli y edi ay olmuş ve
hala etkisini sürdürmektedir kentte. Bu bile Nazım'ı y olundan çevirmez. Mustaf a Kemal'in mücadelesine katılmak için Anadolu'y a geçmiş olan Nazım Hikmef i, Ankara hükümeti ancak sekiz ay tutabilmiştir. Tanıştığı sosy alist f ikirler v e Anadolu insanının hali, onu başka bir dünyay a doğru y ola çıkarmıştır. Nazım 1961 y ılında, bir üniv ersitede y aptığı konuşmada Sovyetlere geliş amacını şöy le anlatır: "Yoldaş Latin'i gör mek, O'na devrimin nasıl yapıldığın ı sormak ve ülkeme dönerek bizde de (2) aynısını yapmak istiyor-dum" Nazmı v e Vala, sosyalist düny aya adımlarını Batum'da atarlar. Kaf kaslar o sıralarda daha y eni y eni Bolşev ik iktidarların kontrolüne girmekteydi. TKP'Ii, İttihatçı, Kemalist, her kesimden insanın f aaliyet y ürüttüğü bu bölgede, Nazım v e Vala bir çok çev rey e girip çıkarlar. Ve TKP'nin geride kalan kadroları ile çalışmay a başlarlar. Bunların çıkardığı "Kızıl Sendika" gazetesinde f aaliyet y ürütürler. Nazım Hikmet; Ahmet Cevat v e Şevket Süreyya Aydemir'i burada tanır. Milüy etçi ideallerle geldikleri Kafkaslarda Bolşev ik olup TKP'ye giren bu iki insandan Ahmet Cev at, sonraki y ıllarda Mustaf a Kemal'in y anma giderek milletv ekili seçilecek, Şevket Süreyya ise Kemalizm ideolojisini kurmay a çabalay acaktır. O y ılların atmosf erim Vala şöy le anlatır: "Komüniz m fırtınası, önüne k attığı her ş eyi, her kesi yerinden oynattığı gi bi Şevk et'in bütün ideallerini de alt üst etmişti. Ahmet Cevat gi bi o da Komünist Partisine res men gir mişti."(3)
1922 ortalarında Nazım, Ahmet Cev at'ın hocalık y apacağı KUTV'da öğrenim görmek için, Vala v e Şev ket Süreyya ile birlikte Moskov a'y a gider. KUTV, Nazım'ın Marksist f ormasyonunu aldığı okul olur. Sanatsal anlay ışı, siy asal kişiliği bu süreçte gelişir. Kendisi, o y ıllarını şöy le anlatır: "KUTV'da aldığım ve beni adam eden
marksizm derslerini o za manki Sovyet tiyatrosunun projektörleri altında oku(4) du m." Gerçekten Nazım Hikmet'in bu dönem ürünleri, marksist tezlerin ve olay ların illüstre edilmesine yöneliktir. Bu sırada VKP(b)'ye (SBKP) üy e de olan Nazım Hikmet, bir taraftan da TKP'nin legal organı konumundaki "Aydınlık"ta y azmaya başlar. Nazım, Moskov a'ya geldiği ilk zamanlarda, hatipliği dolay ısıy la Troçki hayranı idi. Vala'nın y azdığına göre kısa bir süre sonra Stalin'in taraftarı oldu. Ama onun asıl özelliği, Lenin'e olan hayranlığı v e bağlılığ ı idi. Lenin'in ölümünden çok etkilenir. Vala ile Le-nin'in ölümünü öğrendiklerinde okulun duv arına y aslanıp ağladıklarını v e Vala'nın kendisine söy lediklerini y ıllar sonra cezaev inde A. Kadir'e ş ö y l e a n l a t ı r : "Nazım'cığım, dedi, erkek çe söz, memleketi me dönünce ömr ümün sonuna kadar beraberi m s eni nle, s özümden dönersem namussuz um."(5)
Vala sözünden dönse de, Nazım Lenin'e olan bağlılığını hep sürdürdü. 1924 ortalarında toplanan Komintern'in 5. kongresinde TKP'ye önemli eleştiriler yöneltilir. Bunlar, burjuv azi ile işçi sınıf ının işbirliğini istemek ve ulusal burjuv azi iktidarı aldıktan sonra da ona karşı eski politikay ı sürdürmek olarak (6) if ade edilir. Gerçekten TKP, Mustaf a Suphile-rin katledilmesinden sonra devrimci çizgisini kay beder. Mustaf a Kemal'in reformlarını destekleyen bir çizgiy e gelir. Bunun nedeni TKP içindeki re formistlerin egemenliği idi. Kendini toparlamak isteyen TKP, 1925 başlarında İstanbul'da illegal olarak 3. kongresini toplar. Nazım Hikmet'in de Moskov a'dan gelerek katıldığı kongrede Komintern'in y önelttiği eleştiriler tartışılır. Şevket Sütavı r / b i y o g r a f i / haziran ' 9 9 / sayı : 13
reyya v e Vedat Nedim (Tör), ulusal burjuv aziy i destekleme v e Komintern'den bağımsız hareket etme çizgisini sav unurken, Şefik Hüsnü, Kemalizm konusunda onlara katılırken, Komintern'e bağlı bir politikay ı sav unur. Nazım Hikmet'in tavrı bilinmemesine karşın, sonraki dönemde izlediği çizgiy e bakarak, onun, Mustafa Suphi y olunda dev rimci çizgiy i savunduğu tahmin edilebilir. Kongrenin a r d ı n d a n Nazım, partinin illegal matbaasını kurmak v e örgütleme çalışmaları için İzmir'e gider. İzmir'de olduğu tarihlerde doğuda Şey h Sait ay aklanması başlar. TKP bu olay da hükümeti destekler. Buna rağmen 4 Mart'ta çıkarılan Takrir-i Sükun kanunu ile TKP'y e y önelik bir tevkif at da başlar. Tutuklamaların başlaması üzerine İzmir'de barınma olanağı kalmay an Nazım, İstanbul'a döner. Tevkif atın genişlemesi üzerine İstanbul'da da çember daralır ve Nazım y emden, daha bir y ılını doldurmadan Sovyetler'e döner. 1925 tev kifatı sonucu açılan dav ada gıy abında y argılanan Nazım Hikmet, 15 y ıl hapis cezası alır. Bu tevki-fattan ve v erilen cezalardan ürken Va-la partiden ay rılacak ve gazeteciliğe başlay acaktır. Nazım Hikmet'in 15 y ıl hapis cezasından sonraki ruh halini, gazeteci olarak geldiği Sovy etler'de onunla görüşen Vala'dan öğrenebiliriz. Nazım'dan, aktif siyasetten çekilmesini v e bunun sonucu kendisine açılacak kapılan anlatan Vala, Nazım'ın tepkisini şöy le anlatır: "Kendisinde derhal başlaması gereken bir misyon görüyordu. Mahkum olduğu Türkiye'ye döne me mek ten üzülüyordu. Bense O'na (7) çapına göre mücadele diyordum." Nazım'm derhal başlamay ı düşündüğü misyon ney di? Elbette, bir üy esi olduğu partinin dev rimci bir çizgiy e çekilebilmesi idi. 1925 Tevki-f atının y aralarını sarmak için 1926'da
Viy ana'da bir konf erans toplanır. Konf eransta parti içindeki ayrışmalar netleşir. Şevket Süreyya-Vedat Nedim ekibi partiy i Kemalizmin soluna çekmey e çalışıy or ve Komintern'den bağımsız hareketi istiy ordu. Nazım'ın bu konf eransta Leninci ilkeleri savunduğu (8) belirtilmektedir. Viy ana konf eransından bir y ıl sonra parti içindeki tartışma, Katib-i Umumi Vedat Nedim'in parti ev rakı ile polise teslim olmasıy la sonuçlanır. 1927 tev kifatı olarak bilinen bu dava dan, Vedat Nedim'in ihbarı ile Nazım gıy abında üç ay ceza alır. 1927 tevkif atının etkili sonuçları olur. Genç burjuv azi partiy i tepeden teslim aldığı için v erilen cezalar haf if tutulur. Teslim olanlar Kemalizmin ideologluğuna soy unurlar. Tev kifat parti içinde Nazım Hikmet'i öne çıkarır. 1927 tev kifatının ardından Nazım Hikmet yurda dönmey e karar v erir. 1928 Temmuz sonunda sınırı illegal olarak geçerken İsmail Bilen ile Ho pa'da y akalanır v e tutuklanır. Sınırı pasaportsuz geçmek yüzünden Ho pa'da, TCK'nun 146. maddesi nede (9) niy le de Rize'de idamla y argılanır." 146'dan beraat eden Nazım İstanbul'a getirilir. 1925 y ılında gıy abında v eri len 15 y ıl hapis cezasına itiraz eder v e y eniden y argılanmay ı ister. Ankara'da y eniden görülen dav adan 15 y ıl hapis cezasından kurtulur, 1927 tevkif atından aldığı ceza onan ır. Bu sürey i de y atmış olduğu için tahliye olur. Na zım, 31 Temmuz ile 23 Aralık tarihleri arasında Hopa, Rize, İstanbul v e An kara hapishanelerinde altı ay hapis y atmıştır. Tahliy e olan Nazım Hikmet 1928'in son günlerinde İstanbul'a gelir. Bu süreçte babası, oğlu komünist diy e işten çıkarılmıştır. Eski arkadaşlarının çoğu artık ''yoldaş" değildir. Bu koşullar altında Nazım, Zekeri-y a Sertel'in çıkardığı "Resi mli Ay" dergisinde musahhih (düzeltmen) olarak
işe başlar. Çok az üy esi ile f aaliyet yürüten TKP, 1929 y ılında uğradığı tevkif at ile bütün kadrolarını kay beder. Nazım Hikmet'in 1929 başlarında başlattığı siy asal-sanatsal atak, devrimci hareketin yeniden canlanmasmı sağlar. Pav li adasında bir toplantı düzenlenir. Bu toplana, her ne kadar kongre olarak değerlendirilmiş ve TKP'ye muhalef et olarak görülmüşse de, bugünden bakıldığında daha çok TKP'y i canlandırmak ve devrimcileş-tirmek için y apılan bir mücadele izlenimi bırakmaktadır. Resimli Ay'a musahhih olarak alınan Nazım Hikmet'in, bir süre sonra şiirleri gözükür dergi sayf alarında. Ardından burjuv a sanat anlay ışına cepheden bir saldırı başlatılır. İdeolojik olarak da desteklenen bu saldırı, burjuv a çevreleri şaşkına çev irir. Giderek Resimli Ay dergisi Nazım Hik-met'in bir siy asal organı konumunu kazanır. Zekeriya Sertel bu süreci şöyle anlatır: "Nazım Resi mli Ay'a tayfasıy-la beraber gelmişti. Eski yeni ne kadar solcu arkadaşı varsa, peyk gibi etrafında dolaşır, hemen her (10) gün matbaaya uğrarlar-dı."' Nazım Hikmet'in siyasal ve edebi çev relerde y aptığı bu etki, ABD elçisinin ülkesine (11) gönderdiği rapora bile konu olur. 1929 y ılında Nazım Hikmet'in "835 Satır" v e "Jakond ile Si-Ya-U" adlı kitapları y ay ınlanır. Y ine bir ilke imza atar: Şiirlerini plağa okur. Plak, kitleler üstünde etkili olunca hükümet taraf ından y asaklanır. Nazım plağın etkisi için "yirmi beyanname yayınlasa m bu kadar işçiye ( 12) okutamazd ım" der. Nazım Hikmet'in etkili çalışmalarının karşısına, 1930 y ılında partinin Moskov a'dan gönderdiği Hasan Ah Ediz çıkar. Nazım Hikmet'in faaliy eti, partinin kontrolünü elinde tutan reformist kanadı harekete geçirmiştir. Tam y etki ile hareket eden H. A. Ediz, Nazım Hikmet'in hareketine karşı "polis", "troçkist" vs. suçlamalarla harekete geçer. Bu H. A. Ediz, Nazım
tavı r/biyografi / haziran '99/sayı : 13
H i k m e t ' i n u z u n h a p i s cezasına çarptırılacağı 1938 y ılında Milli Emniy et'e gidecek v e siyasi faaliy eti bıraktığını (13) açıklay acaktır.' H. A. Ediz, çıkarttığı illegal yay ınlarda Nazım Hikmet v e arkadaşlarının partiden ihraç edildiklerini açıklar. Bu kararlar için Nazım Hikmet'in tavrı devrimcidir: "Parti kimsenin babasının çiftliği değildir... Partiye kendim girdi m. Beni kapıdan (14) kovarlarsa bacadan girerim." Nazım 1931 y ılında, y ay ınlanan kitaplarıy la ilgili y argılanmaya başlar. Komünizm propagandası ithamlarına karşı siyasi savunma y apar. "İddiana me'de 5-6 esas vardır. Bunların başında, benim ko münist şairi olduğumu ilan etmekliği m cürüm telakki edil mektedir. Evet, ben komünistim, b u muhakkaktır, komünist şairim ve dah a esaslı komünist olmaya ( 15) çalışıyorum" Nazım bu dav ada beraat eder. 1932 y ılında Darülbeday i'de oy unları y asaklanır. Buna gerekçe, oy un çıkışları halkın nümay iş yapmasıdır. 1933 y ılında Nazım Hikmet aleyhine üç dava açılır. 18 Mart'ta tutuklanan Nazım, Bursa'daki dav ada gizli TKP'nin lideri olduğu için idamla y argılanır. Bu dav adan beş y ıl hapis cezası alır v e tahliye olacağı 1934 y ılına kadar hapis yatar. Nazım Hikmet, hapisten çıktıktan sonra etkili f aaliy etini çeşitli dergi ve gazetelerde sürdürür. Av rupa'da y ükselen faşizm ve onun ülkemizdeki etkileri üzerine, asıl f aaliyetini buray a ay ırır. Komintern 1936 y ılında TKP ile ilgili desantralizasy on karan alır. Bu kararla TKP, bir tür kendini f eshediy or ve CHP v e diğer kuruluşlar içinde anti-f aşist mücadeley i oluşturmaya sevkediliy ordu. Nazım Hilmet'in anti-faşist mücadelesi y apıtlarına da y ansır. "Taranta Babu'ya Mektuplar", ırkçılığı eleştiren romanı "Kan Konuşmaz", "Sovyet Ana-
1936 y ılında Nazım Hikmet, Dr. Hik met Kıv ılcımlı ile beraber tutuklanır. Suçlama y ine ay nıdır. "Polisin düzenlediği ve mahke meye gönderdiği tu tanağa göre, Nazım Hikmet'in başkanlı ğında, komü nistliğe tahrik a macına yönelik bir gizli cemiyet kurulduğu (17) iddia ediliyordu.'" Nazım Hikmet bu polis komplosu nedeniy le üç ay hapiste kalacak , sonra beraat edecektir. 1937
y asası", "Alman Faşizmi ve Irkçılığı" bu Ende y apıdandır. "Si mavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin" de bu dönemde çıkar. Nazım, bu kitabıy la tarihe sınıf sal açıdan y aklaşır v e dev rimci hareketin ulusal köklerine uzanır. Nazım, bu kitabı için kendisine y öneltilen "milliyetçi" suçlamalarına karşı, Lenin'in "Büyük Rusların Ulusal Gururu Üstüne" broşürünü , "Milli Gurur" ismiy le kendi imzasıy la
y ılında Nazım Hik met Anka ra'y a çağrılır. Şimdi Kema list saf lara geç miş eski y olda şı Şev ket Sürey y a onu Şükrü
Kay a ile görüştürür. Ş. Kaya Nazım'a Ankara'da kalmasmı ve kendi saf larında f aaliy et y ürütmesini önerir. Nazım bu teklif i (18) redde-der. Bu, Kemalistlerin ilk teklif i değildir. Bir çok kez onu saf larına katmak için cazip tekliflerde bulunmuşlardı. Bunlardan biri de Necip Ali aracılığıy la y apılmıştı. Hapishanede Nazım'la yaptığı görüşmey i Niy azi Berkes'e şöy le anlatacaktır Necip Ali: "Azizim, ...konuştum, konuştum, diller döktüm. Her türlü vaatlerde bulundum. Onu ne pahasına olursa olsun kazanma-
tavı r/biyografi/haziran '99/sayı: 13
lıydık (...) Onu kazanabilseydik hem büyük bir şair kazanırdık, hem de komünistliğini yok ederdik. (...) Azizim, bana mısın de medi. Kaya gibi adam. Hiç bir menfaat karşısında eğilmeyecek bir adam. Niyazi, (19) bizde öyle adam yok." İstanbul'a dönen Nazım Hikmet çalışmalarım sürdürür. 1936 desantralizasy on kararından sonra etkili devrimci hareketlilik y aratan tek o kalmıştı. Teklifi geri çev rilen rejim ise onu tasfiy e etmeye karar v ermişti. Özellikle şiirlerinin Harbiy e'ye kadar sızması, orada taraf tarlarının oluşması bu süreci hızland ırdı. Bu harbiy eli-lerden biri olan A. Kadir, anılarında Nazım'ın o y ıllarda üzerindeki etkisini açıkça belirtir. Harbiy e öğrencilerine yönelik tev -kif at başlay ınca, Nazım, bunun ucunun kendisine geleceğini farkeder. Çünkü Harbiy eli öğrencilerin onunla görüşme girişimleri olmuştu v e o bu girişimleri kuşkuyla karşılamıştı. Har-biy eli öğrencilerin tutuklanmasından bir süre sonra Nazım Hikmet 18 Ocak 1938'de tutuklanır. Öğrencilerden işkence ile Nazım aley hine if adeler alınır. Bu if adelere dayanılarak hazırla nan iddianamey le dav a 15 Mart'ta başlar. Komünist olduğunu savunan Nazım Hikmet, öğrencilerle ilişkisi olmadığım belirtir. Kısa süre soma v erilen kararla Nazım Hikmet, orduyu isy ana teşvik etmek suçlamasıy la 15 y ıl hapis cezası alır. Nazım Hikmet'in Ankara'da 15 y ıl hapis cezasına mahkum olduğu günlerde bir dav a da İstanbul'da başlar. Nazım'ı Ankara'da Kemalist saflara ikna etmeyi başaramamış olan Adalet Bakanı Şükrü Kay a'nın emri ile Nazım Hikmet İstanbul'daki dav a için oray a götürülür. İstanbul'da bir denizaltıy a konan Nazım, olup bitenlerden şaşkındır. Ankara'daki davarım iddiası İstanbul'da da tekrarlanır. Bu kez de Nazım'ın kitaplarını okuy an bahriy eliler
gisine uy mayan v e içinde af dileği bulunan bu mektup Mustafa Kemal'e ulaşmay acaktır. Ancak bu girişimler yine de bir sonuç v erir. Nazım Hikmet v e Dr. Hikmet 1939 ortalarmda altı ay şartlı olarak tahliy e edilirler. Hiç kuşkusuz bu, y eniden hapse girmemek için iy i bir imkandı. Tahliy e olan Nazım Hikmet parti y etkililerine başvurur. Ancak parti ne onları saklamay ı, ne de yurtdışına çı(21) karmay ı kabul eder. Dr. Hikmet'in bireysel kaçma teşebbüsü y akalanma ile sonuçlanır v e Nazım Hikmet ile Dr. Hikmet yeniden cezaev ine girerler. Hitler ordularının f aşist saldırılarına başladığı zamanda Nazım cezaev indedir. İstanbul'dan Çankırı'y a, oradan da 1940 sonlarında Bursa Cezaev i'ne gelir. Nazım gibi bir kav ga adamı dört duv ar arasında ne yapacaktır? Bir mektubunda iç dünyasını şöyle aksettirir: "Yaşamak beni m için sadece bir vazife oldu. Ve işte bundan dolayı da korkunç, kahrolası bir kuvvete ulaştım, taşın, (22) de mirin, kuru tahtanın kuvveti." Cezaev indeki zamanını, dövüşenlerin saf ında çalışmalarına ay ıracaktır. "...Yaz dıklarımla
ölçüşemeyecek
kadar
mük emmel ş eyler yaz mak , dövüşür gibi yaz mak vazifemdir. Dövüşte yapılan vazi fe ise gurur filan gibi vazifedir."(23)
v ardır. Onlardan alınan if adelerle açılan bu dav a "Donanma Davası" olarak tarihe geçecektir. Davada Nazım ile beraber Dr. Hikmet Kıv ılcımlı v e Kemal Tahir de y argılanmaktadır. Ankara'daki davada sergilenen komedi, İstanbul'daki dav ada trajediy e dönüşür. Erkin Denizaltısı'nda Nazım Hikmet'e kurşuna dizme senary oları düzenlenir. Donanma dav asında açıklanan karar ile Nazım Hikmet 20 y ıl, Dr. Hikmet ile K. Tahir 15 y ıl hapis cezası alırlar. 1938 y argılamaları için hukukçular, adli bir hata y apıldığım v e bu dav aların uy durma olduklarmı söy lemektedirler. Bu, elbette doğrudur. Ancak bu y argılamalar siyasal açıdan an-
laşılırdır. Bu y argılamalar, Nazım Hikmet'in 1929-1938 arası siy asi f aaliy etinin bir bedelidir; haksızdır, hukuken sakattır ama siyasal olarak bir tasf iye etmedir. Nitekim, kendisiy le Ankara'da görüşmüş v e onu kazanamamış Ş. Kaya bu y argılamaların sonucu ile ilgili şöy le diy ecektir: "Asi şair damgasını vurup, Nazım'ı serbest bırakama zdık. Kalabalıklar üzerinde müessir (20) oluyordu." Nazım Hikmet'e haksız y ere v erilen cezalar üzerine, ailesi çeşitli girişimlerde bulunur. Day ısı Ali Fuat Cebesoy, Nazım'ı cezaev inde ziy aret eder. Bu girişimlerin sonucu, Nazım Hikmet imzası ile Mustaf a Kemal'e y azılan bir m e k t u p olur. Nazım 'ın çiztavır / biyografi / haziran '99 / sayı: 13
ş eylerden
uzak,
sadece
Nazım Hikmet'in bir vazif esi de, cezaev indeki gençleri yetiştirme, onları dev rimci harekete kazanma kavgasıdır. Orhan Kemal, A. Kadir, Balaban, K. Tahir gibi bir çok sanatçının y etişmesine katkıda bulunur. Bu arada yazdığı şiirler çeşitli y ollarla dışarı çıkarılır, takma isimlerle dergilerde y ay ınlanır. Faşizmin bütün dünyada y enilmesinden sonra Türkiye'de de çeşitli gelişmeler yaşanır. Demokrat Partinin kurulmasından y ararlanan sosy alistler, Türkiy e Sosyalist Partisi v e Türkiye Sosy alist Emekçi Köy lü Partisi'ni kurarlar Ancak burjuvazi bu iki parti-
nin hızla büyümesinden
ürker
ve onları
kapatır. Sosyalist partilerin kapatılmasına karşın faali yetler sürdürülür. Bunun bir c ephesi
yarattı. (...) O yalnız bütün dünyanın en büyük adamı değil, şahsen bana aydınlık veren en büyük kaynaktır."(25)
let
dönemini,
ül kenin
dağlarına
çıkarak
kırdılar. Ölümünden bir s üre önce dile getirdiği duyguların, bir gün gelip gerçekleş eceğini elbette biliyordu: "Ülkemden ayrıl makl a hata etti m. Dağlara çık mak ve çetecilik yapmak
de 1948 yılından başlayarak N azım Hikmet'i hapisten kurtar ma kampanyası ol ur. Ülke
Nazım Hikmet'e Sovyetler Birli-ği'nde ç ok
içinde ve dışında geniş destek bulan bu kampanyaya ilerici, yurtsever, demokrat ve
önem verilmiş, bir ç ok imkan sağlanmıştır. Oyunları çeşitli tiyatrolarda defalarca
devrimci aydınlar destek verirler. Çeşitli bas kılarla karşılaşmasına karşın kampanya
oynanmış, bir çok uluslar arası topl antıda devrimci sanatçı kimliği ile sos yaliz mi temsil
gerekirdi. H alkının gelec eği için mücadel e eden insanın halkıyla canlı bir bağ içinde ol mas ı gerekir. Bugün gerçekçi olan tek y ol budur. Öldürülürdük. F akat ne çıkar bundan?
toplumda geniş bir yankı bulur. Devletin bu kampanyaya ilgisiz kal ması üzerine Nazım
etmiştir. Nazım Hikmet'in Sovyetler Birliği'nde bulunan T KP Harici Büro'daki siyasi faali yeti
Bir kaç yüz şiir daha az yazıl mış, ne önemi v ar bunun?.."(27)
Hikmet açlık grevine başlar. "B en açlık grevine, bir yeisin, herhangi bir yeisin neticesi
çok sınırlı kalmıştır. Bunda TKP'nin başında bulunan reformist kliğin etkisi olduğu kadar,
değil, bir hak aramanın son i mk anı ol arak yatac ağım"' (24) Açlık grevi etkili olur ve 1950
onun 1930'lardaki muhalif faali yeti nin de payı olmuş tur. Yine de Sovyetl er Birliği'nde geçen
seçimlerinin ardından parlamento genel af çıkarır.
dönemi, İs mail Bilen ile çatışmal ar ve çekiş melerle geçmiştir. Özellikl e es ki yoldaş-
Nazım Hikmet 15 T emmuz 1950' de tahli ye olsa da, özgürlüğüne kavuşamamıştır.
larının İ. Bilen tarafından tasfi ye edil miş olmasına karşı savaş açmış ve bu alandaki tahribatı gidermeye çalışmıştır.
12 yıl hapislikten sonra dışardaki hayata adapte olmaya ç alışan Nazım'ın üzerinde
Nazım Hikmet yutdışına çıktıktan hemen
geniş bir polis terörü estirilir. Amaç, bir yolunu bularak Nazım Hikmet'i yeniden haps e
sonra 1951 Tevkifatı olarak bi linen geniş tutukl ama operas yonu gerçekleşir. TKP ile
koymaktır. Bu amaçlarına Nazım'ı askere alarak ulaş mak isterler. Oys a Nazım, Bahriye
ilgisi olmayanların da cez aevl erine doldurulduğu bu tutuklamalar, devleti n Nazım
Mektebi'ni bitirmiş, güverte s ubayı olmuş ve sağlık gerekç esiyle ordudan i hraç edilmiştir.
Hik-met'in özgürlük kampanyasına karşı bir misilleme olduğu düşünülebilir.
Sivas'ın Zara ilçesine er olarak sev- ki çıkan Nazım Hi kmet, as kerliğini yaptığını kanıtlayabil mek için bir hafta süre alır. Böyle bir belge alamayacağını bilen Nazım'ın amacı, ülke dışına çıkmaktır. Gerekli irtibatl an kuran Nazım Hikmet, polisi de atlatar ak 19 Haziran 1951'de bir hız motoru ile İs tanbul'dan ayrılır. Önce Romanya' ya, oradan da M os kova' ya ulaşır. Havaalanında TASS Ajansına verdiği demeç günlerce radyodan yayınlanır: "B ana yapılan bu karşılamayı şahsıma al mıyorum. Ben de
Nazım Hikmet'i ömrünün son yıllarında etkileyen en önemli olay Küba Devri mi oldu. Küba'ya gittikten s onra yazdığı "Havana Röportajı" ve şiirinde doruk noktası olan "Saman Sarısı", bu etki yle yazıldı. Zekeriya Ser-tel, Nazım'ın bu görüşlerini şöyle anlatır: "Nazım Hik met Castro'ya bayılır dı. Küba önderi tam N azım'ın hay al ettiği devri m kahramanıydı. Onun gibi ol mak isterdi. Ve olamadığına üz ülürdü. Cas-ro'nun hay atını ve savaşımını dikkatle iz liyor, günden güne ona olan hayranlığı artıy ordu."(26) 3 Haziran 1963'de öl dü. Öldükten
sizlerden biriyim. Bu karşılamayı Türk halkına yapıl mış s ayıyorum." Ve ardından Stalin'i över: "Stalin beni m için çok mühi mdir. Gözümün ışığıdır. Fikirlerimi n kay nağıdır. Beni o
sonra T ürki ye'de devri mci hareket önemli atılımlar yaptı. Devri mci har eketin
önc üleri,
sol
hareketin
uz un
tavır / biyografi / haziran '99 / sayı: 13
ata-
NOT LAR 1- Vala Nureddin, Bu Dünyadan Nazım Geçti, Remzi Kilabevi, 1965, İst., sf. 69 2- Ekber Babayev, Yaşamı ve Yapı tları ile Nazım Hikmet, Cem Yay., 1976, İst., sf. 69 3- V. Nureddin, age, sf. 238 4- E. Babayev, age, sf. 307 5- A. Kadir, 1938 Harp Okulu Olayı ve Nazı m Hikmet, Hilal Mat., 3. bası m, 1977, İst., sf. 142 6- Mete T uncay, T ürkiye'de Sol Akı mlar-H. Belgeler, BDS Yay., 1991, İst., sf. 559 7- V. Nureddin, age, sf, 383 8- İsmail Bilen, Çetin Savaş, Konuk Yay., 1978, İst., sf. 27 9- Atilla Coşkun, Nazı m'ı n Davaları , Cem Yay., 1989, İst., sf. 44 10- Zekeriya Sertel, Hatı rladı kları m, Gözlem Yay., 3. bası m, 1977, İst., sf. 160 11- M. T uncay, T ürkiye'de Sol Akı mlar (1925-1936), BDS Yay., 1992, İst., sf. 78 12- Sabiha Sertel, Roman Gibi, Belge Yay., 2. bası m, 1987, İst., sf. 121 13- Emin Karaca, Nazı m Hikmefin Şiirinde Gizli T arih, Belge Yay., 1992, İst., sf. 137-138 14- Rady Fish, Nazı m'ı n Çilesi, Ararat Yay., 3.ba sı m, 1975, İst., sf. 317 15- A. Coşkun, age, sf. 64 16- E. Babayev, age, sf. 184-185 17-A. Coşkun, age, sf. 108 18- Yalçın Küçük, Aydı n Üzerine T ezler, T ekin Yay., 1986. İst., 4. cilt, sf. 27 19- Niyazi Berkes, Unutulan Yı llar, İletişim Yay., 1997, İst.-sf. 82-83 20- V. Nureddin, age, sf. 395 21- Orhan Cemil, Bir Komünist: Nazım Hikmet, Devrim Dergisi, sayı . 20, 1993, İst., sf. 41-42 22- Nazı m Hikmet, Bursa Cezaevinden Va-Nu'la-ra Mektuplar, Cem Yay., 1986, İst., sf. 271 23- Nazı m Hikmet, Kemal T ahir'e Mapushane-den Mektuplar, Bilgi Yay., 2. bası m, 1975, İst., sf. 121 24- Kemal Sülker, Nazı m Hikmet'in Gerçek Ya şamı , Yalçın Yay., 1989, İst., 6. cilt, sf. 154 25- Fethi T evetoğlu, T ürkiye'de Sosyalisi ve Komünist Faaliyetler, 1967, Ank., sf. 469 26- Zekeriya Sertel, Na zı m Hikmet'in Son Yı lları , Milliyet Yay., 1978, İst., sf. 236 27- Vera T ulyakova Hikmet, Nazı m'la Söyleşi, Cem Yay., 1989, İst., sf. 133
güncel n e s r i n t aşç ı
E
mpery alist haydutların saldırı karargahı olan NATO, y aklaşık iki ay dır Y ugoslavya halkları üzerine bombalar y ağdırı- y or. Son bir ay dır bu saldırılara Türk uçakları da katılıy or. Bu saldırılarda y erleşim y erlerini, hastaneleri, okulları, telev izy on binalarını, yabana ülke elçiliklerini, y olcu trenlerini, köyleri v e sivil ne kadar alan v arsa hemen tümünü bombalay arak, tüm dünyanın gözü önünde büy ük bir katliam gerçekleştiriy orlar. Y aptıkları katliamları gizlemek v e meşrulaştırmak için de satılmış, uşak ruhlu basın-y ay ın kuruluşlarını sef erber ederek perv asızlıkta sınır tanımıy orlar. Empery alist dev letlere ait basıny ay ın kuruluşlarının y etmediği noktada dev reye işbirlikçi "dev letçiklerin" medy a kuruluşları sokuluy or. Y ugoslavya halklarına y apılan saldırı v e katliamlar haklı v e meşru gösterilmeye çalışılıy or. Onursuzluk v e namussuzlukta öylesine ileri gidiliy or ki; -tıpkı Türkiy e oligarşisine ait basın-y ay ın kuruluşlarının y aptığı gibiNATO'nun bile kabul etmek zorunda kaldığı sivillere yönelik bombala maları, "Sırpların yalanı", "yanlışlık oldu" ... gibi çarpıtmalarla ört-bas etmey e çalışıy orlar. Türkiy e oligarşisisi açısından bu y önlendimelerin ve çarpıtmaların nedeni açıktır. Amaçlan; bu savaşa katılan işbirlikçi Türkiy e Cumhuriy eti Ordusu'nun hangi emeller için sav aştığını gölgelemek v e Türkiye halklarından gelebilecek antiempery alist tepkilere engel olmaktır. Hitler'in dev amcı-
sı olan empery alist hay dutlar v e işbirlikçileri, y aptıkları saldın ve katliamlara rağmen, Y ugoslavya halklarını teslim alamay acaklardır. Bunun en güzel kanıtını y ine, Y ugoslavya halkları NATO'nun bu alçakça saldırılarına karşı çocuğu, genci, yaşlısı, kadını, erkeğiyle bedenlerini siper ederek, meydan okuy arak tüm düny aya göstermiştir. Y u goslavy a halklarının emperyalist saldırılar karşısındaki bu güçlü karşı çıkışı empery alistleri korkutmuş, onları y eni kararlar almaya zorlamıştır. Çünkü, söz konusu olan, sömürü üzerine kurulu egemenliklerinin yitip-yitmemesidir. Ve bu y üzden emperyalist haydutlar, gerek düny a üzerindeki etkinliklerinin azalmaması, gerekse de NATO'nun halklar üzerinde y arattığı askeri üsleri de harekete geçirme planlarını önlerine ilk hedef olarak koymuşlardır. Bu doğrultuda, özellikle Türkiy e oligarşisine askeri üslerini v e hava alanlarını ha zır v aziy ete getirmesini emretmişlerdir. Türkiy e haricindeki diğer ülkeler NATO'nun önerilerine v e emrine soğuk bakarken, Türkiy e oligarşisi sadakatini ve uşaklığını kanıtlamak için kendine verilen görev i başarıy la y erine getireceğini söy ley erek, NATOnun bir emir eri olduğunu göstermiştir.
Türkiy e oligarşisi, 1945'lerde başlay an, 1947'lerde ikili anlaşmalarla daha da derinleşen işbirlikçileşme süreci ile, 1952'y e gelindiğinde NATO'y a üy e olarak boy nuna tasmay ı takti. Ülkemizin dört bir y aranda 112'nin üzerinde NATO üssünün kurulmasına izin vererek ülkemizi empery alizme peşkeş keş çekti. Kurulan bu üsler iş olsun diye kurulmamıştır. Gelişen u l u s a l ve sınıfsal mücadeley e karşı kullanılmanın yanında geçmişte SSCB ve bugün Ortadoğu, Kafkas ve Balkan halklarına yönelik saldın amacı ile kurulmuştur.
Başta ABD olmak üzere, tüm empery alistlerin ittif akıy la, balkanlarda başlatılan "küçük uydu devletçikler kurma" v e istedikleri gibi bu dev letleri kullanma politikalarına Türkiy e oligarşisi en başından büy ük bir şevkle destek verdi. Ecev it tavrını, "NATO üyesi olma-
Düny anın neresinde, empery alizmin çıkarına bir savaş v arsa TC ordu-su ' nun bütün enerjisi ve uşaklık ruhuyla bu sav aşta görev alması bu anlaşmaların bir sonucudur. Türkiye ordusu düny anın birçok y erinde empery alizmin çıkarları için katliamlar
tavır/güncel / haziran'99/sayı: 13
sının getirdiği yükümlülüklerle bu fiili desteğin olmazsa olmaz şartı" o l d u ğ u n u söylüy or. Türkiye gibi y eni-sömürge ülkenin aksi karar alabilmesi, bağımlılık ilişkilerinin doğasına aykırıdır zaten. Türkiy e oligarşisi, empery alizmin çıkarları için halkına saldırdığı gibi, Y u goslav halklarına karşı da sav aşmak zorundadır. Çünkü empery alizmin tasmalı köpeği konumundadır. Türkiy e; özellikle 1945'lerden bugüne değin artarak süren işbirlikçileşme, sömürgeleşme sürecinde bağımsızlığını tamamen yitirmiştir. Ordu ise; adım adım empery alizmin, istenildiğinde hemen her y ere müdahale eden, işgal ordusu haline getirilmiştir.
gerçekleştirmiş, binlerce insanı ölüme göndermiştir. Kore'de 4500 asker ABD çıkarları için Kore halkına karşı sav aşa gönderilmiş, bir çoğu, belki de adını dahi duymadıkları bir halka karşı emperyalistlerin çıkarları için ölmüştür. Burada amaç, empery alist ef endilerine kendilerini kanıtlamak v e NATO'y a girebilmekti. Ve nihayet Türkiy e oligarşisi bu çabasıy la 1952'de muradına erdi. Ev et ABD'nin v e NATO'nun çıkarları için onlarca değil y üzlerce askerini v e v atan ev ladını y ok edebilecek bir anlay ışa sah i p olanlar hiçbir z a m a n bu sav aşa neden katıldıklarını halklarımıza açıklama cesaretini gösterememişlerdir. Ay nı şey Somali için de geçerlidir. Somali halklarıy la Türkiy e halklarının ne alıp v eremediği v ardır? Somali'y e neden asker gönderilmiştir? Sonuçta, amacın Somali'y e barış götürmek olmadığı ortay a çıkmıştır. Somali halklarının empery alistlerden barış beklemedikleri de... Empery alistlerin de böyle bir niy etleri olmadığı, somali halkına y aptıkları işkenceler, insanları sopalara bağlay arak ateşte kızartmalarıy la ortaya çıkmıştır. T.C. askerlerinin Somali'de ABD petrol kuy ularını beklediği, ABD'nin askerleriy le Somali halkını katlettiği, işkenceler y aptığı elbette halklarımıza açıklanacak konular değildir. Tekrar soruy oruz, Somali'y e neden asker gönderilmiştir? Körf ez savaşında Irak halkının üzerine y ağdırılan tonlarca bombanın, katledilen y üzlerce Iraklı'nın katillerinden biri de Türkiy e oligarşisi ve onun ordusudur. İncirlik'ten kalkan ABD uçakları Irak halkına kan küstürmüştür. Türkiy e oligarşisi şimdi de Y ugoslavya halklarına kan kusturmak için tereddüt etmeden tüm onursuzluğuy la savaşın içindedir. Kim için? Kosova halkı için olmadığı empery alistlerin Kosov alıları katletmesi ile açığa çıktı. Kosov a'da uğruna sav aşılanlar Kosov a halkı değil, bir kez daha empery alizmin çıkarlarıdır. Daha mücadele başlamadan, belki de NATO'dan bile önce Türkiy e Genel Kurmay ı hazırlıklara başlamış; bu doğrultuda Mamak'taki Zırhlı Tugay hazır
edilmiş, F-16'lann say ılan arttırılmış, sav aşa aktif katılma kararı son sürat alınmıştır. Kısaca ef endilerinin gözüne girebilmek için ellerinden ne geliyorsa y apılmıştır. Nedeni ne olursa olsun, kendisi de bir NATO üyesi olmasına rağmen bu haksız sav aşa şu y ada bu oranda karşı çıkan Y unanistan kadar bir tav ır göstermekten acizdir. Türkiy e oligarşisi. Bu acizlik empery alist uşaklığın ne boy utta olduğunu bize gösteriyor. Olanlar bize göstermektedir ki; Türkiy e oligarşisi v e onun ordusu empery alizmin v e daha özelde ABD'nin hizmetinde v e onların ordusu konumundadır. Hiçbir ilerici, y urt-v atan-millet sev er yanları y oktur. Onur, namus, ahlak, özgürlük v e bağımsızlık namına zerre kalmamıştır bunlarda. T.C. Ordusu bugün empery alizmin ve ABDnin, başta Anadolu topraklan olmak üzere, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar'daki işgal ordusu v e diğer halklar üzerinde bir tehdit unsuru konumundadır. ABD'den izinsiz, ABD'y e rağmen tek bir hareket özgürlüğü bile olmay an, kendi topraklarını bombalay an bu ordu hiçbir y anıy la Türkiye halklarının ordusu olamaz. İşte bu y üzden bugün NATO'nun Y ugoslavya halklarına karşı y ürüttüğü alçakça saklında hiç tereddüt etmeden F-16'lannı sav aşa dahil etmesi, askeri üslerini ve hav aalanlarını açması şaşılacak bir şey değildir. O üsler, y ani askeri hav aalanları gerçekte empery alistlerin üsleri, asker de empery alistlerin askeridir. DSP v e MHPnin "milliyetçilik" demagojisi ile halkı aldatmay a çalışan burjuv a-faşist partiler, emperyalistlerin uşaklan oldukları ortadadır. Milliy etçilik, özü itibariy le anti-emperyalistliktir. Ait olunan milliy ete sevgi ve saygı duymak, onun çıkarlarını empery alizme karşı korumaktır. Bağımsızlık, özgürlük, milli duy gular başlıca ilkeleridir. Ancak bugün tam halklarımız şahit olmuştur ki; burjuv a-faşist partilerin milliyetçiliği bir demagojiden başka bir şey değildir. Türkiy e oligarşisinin v e onun uşak ruhlu partilerinin tüm çirkef y üzleri, NATO'nun Y ugoslavya halklatavır / güncel / haziran '99 / sayı: 13
rına karşı y apacağı çok y önlü saldırılarda Türkiy e'nin F-16'lannı Y ugoslavya halklarının üzerine göndermesiy le v e topraklarını kullanıma açmasıy la bir kez daha ortay a çıkmıştır. NATO Türkiy e'den bir isterken, Türkiy e oligarşisi onlara on v ermiştir. Bu tav ırlarından dolay ı da başta ABD başkanı Clinton olmak üzere NATO'dan büy ük bir af erin almışlardır. Şimdi tüm halklarımız bu milliy etçi geçinen v atan hainlerine sormalıdırlar; Türkiy e ordusunun bu sav aşta işi nedir? Türkiy e halklarının bundan çıkan nedir? Bu y ağmacı haydutlar 35 mily on metrekare toprağımızı kim adına işgal etmişlerdir? Ve bu topraklan onlara kim v ermiştir? Kullandıkları üsleri ne için kullanmaktadırlar?... Elbette ki, adları milliy etçi olan bu empery alizmin uşakları halklarımıza bu soruların cev aplarını v eremeyceklerdir. Ç ü n k ü v atanımızı empery alistlere sunan v e onların hizmetinde olan kendileridir, öylesine onursuz ve namussuz bir durumdadırlar ki; Irak halkına kan kusturan, bombalar y ağdıran ABD askerlerini Antaly a'da törenle karşılamışlar, diskolarda eğlendirmişler, genç kızlarımızı peşkeş çekmişler, coniler için genelevleri restore etmekten bile geri durmamışlardır. Bu ırz düşmanı v atan hainlerinin milliyetçilikleri ise sahte bir maskeden başka bir şey değildir. Bu her gün daha da çok açığa çıkmaktadır. Hepsinin maskeleri düşecek halklarımızın umudu olmadıkları çok kısa sürede görülecek, dün kimlere hizmet ettiyseler bugün de onlara y ani empery alistlere hizmet edeceklerdir. Hiçbir güç, hiçbir politika, hiçbir demagoji oligarşinin, onun bur-juv a-faşist partilerinin v e esasta empery alizmin hizmetinde olan ordusunun -y ani MGK'nın- kimin için var olduğunu gizley emeyecektir. Halklarımıza v e tüm düny a halklarına karşı sürdürülen empery alist hay dutluğun destekçileri, suç ortaklan v e şakşakçıları y aptıklarının hesabını er y a da geç halklarımıza ödey eceklerdir. Bu onların kaçamayacaktan bir sonuçtur.
deneme tarık kılıç
Çukurova Yiğidi Çukurovam, kundağımız, kefen bezi mi z Kanı esmer, yüzü ak. sıcağında sabır taşları çatlar çatlamaz ırgatın yüreği dilerse buluttan ak köpükten yumuşak verir pamuğu Külhan, kavgacıdır delikanlısı... oroslar y iğit halk kahramanlarıy la anılır... İnce Memed akla ilk gelen isimlerdendir. Tarık, şehit düştüğü v akit, "İnce Memed" ismiy le anılır oldu. Bir ömrü kav ga dolu y aşay an Tarık Koçoğlu Osmaniy e'y e bağlı Cev-detiye kasabasında doğdu, y ıl 1961'di. 1977'de dev rimci mücadeley e Osmaniy e'de katıldı. 1980'de tutsak düştü. 1990 y ılında tahliye oldu. 1992 y ılında Akdeniz bölge komitesi siy asi sorumluluğuna atandı. 31 Temmuz 1993 tarihinde İçel'e bağlı Silifke ilçesinin Korobası mevkiinde y aralı y akalandı, y olda katledildi... "Bayrağımız ülkenin her yerinde dalgalanacak" şiarıy la daha da gelişen mücadele, kısa zamanda y ankısını Anadolu'nun tüm topraklarında bulmuştu. Tarık v e Mustaf a 31 temmuz günü şehit düştüklerinde Toroslar'da gerillanın konakladığı y erde şanlı bay rağımız dalgalanıy ordu...
İkindi v akti, Adana'nın sıcağının y umuşadığı, insanlarının daha bir canlı olduğu, her y anın kıpır kıpır bir hal aldığı günün en canlı vaktinde minibüsten indi.
Kendinden emin, kalabalık caddeden karşı kaldırıma doğru hızlı adımlarla y ürüdü.. Randev usunu aksatmak düşüncesi onu tedirginleştiriy ordu. Saatine baktı... Daha bir saat vakti v ardı. Geçtiği y erleri büy ük bir dikkatle kontrol ede ede yürüy ordu. Randev u y erine iyice bir y aklaştığında kendisini bekley en y oldaşını görür görmez büy ük bir tatlı bir sev ecenlikle gülümsedi. Gözleri daha bir ay dınlandı. -Merhaba! -Merhaba Tarık Abi.. -Nasılsın, görmeyeli neler var?.. -Abi sen sor, bende söy ley eyim.. geçen gün randevu ayarladığın y eni arkadaşla görüştüm; sabırsız v e hey ecanlıy dı. -Nasıl buldun? -İstekli birisi, görüştüğümüz yarım saat içinde durmadan "ben örgütlenme y apmak istiy orum" deyip durdu. -Biz eğiticilik görevimizi yerine sıkı bir şekilde getirmeliyiz. Çünkü ona bi çim verecek olan bizleriz. Nasıl şekil verirsek yaşantısıda öyle sürer... Onun için daha bir dikkatli olmalı. Devri mci liğin inceliğini, ustalığını öğret meliyiz. Birden bire değil a ma hızl ı da eğitebilmeliyiz.
tavır/Çukur ova / haziran '99/ sayı: 13
-Birde, çok genç Tarık Abi... yaşını sordum on beş dedi. Ama 15 yaşında birisi gibi değil, daha olgun. Y aşını öğrenince biraz şaştım. -Neden şaşırıyorsun, savaş gelişip büyüdükçe tıpkı Filistin'in çocuk generalleri gibi bizi mde çocuk generallerimiz olacak. Büyük düşün... Hele bir savaş boyudansın halkı için savaşan gençlerimi z daha da çoğalacak. Fakat şunu unutma, eğitirken bir Devrimci Solcu olgunluğuyla yaklaşmalıyız. Yaşından dolayı yaklaşımlarımız çocukça ol ma mal ı. Olgun ve ona şekil veren, değer veren bir biçimde olmal ı. Randev u saati bitipte hav a karardığı v akit, yapılması gerekenleri bir bir anlatmıştı, "silahlanmak gerekli" demişti ısrarla. -Herkes kendi silahını kendisi bulacak, beklemek yok öyle, Devrimci Solcular artık silahsız geze mez. "Savaş" diyorsak, silahımızı halktan bulacağız.. dedi. Ve bu şekilde de her zaman y aptığı gibi mahallenin, birimin, alanın bir çok özel v e genel sorununu tartışarak, tartıştırarak d ü ş ü n c e aldı v e en son ay rılırken güçlü ve büy ük elleriyle tokalaştı. -Görüşürüz.. Perşembe günü her za manki yerde.. Olur mu? -Olur Tarık Abi. -Hadi... kendine iyi bak...
Ayrıldılar "Adana'yı ikiye ayıran Seyhan nehrinin üzerindeki taş köprüden karşıya yürüyerek geçeyim" diy e düşündü... Y ay aların geçtiği yerde y av aşlattı y ürümesini... Seyhan nehrinin akışına bakmaktan kendini alamadı... (...) Ev e gidip birkaç lokma bir sey atıştırdıktan sonra, masanın başına oturdu. Tek tek y aptığı randev uları düşündü. Raporları tek tek okudu... Gelişimi gördükçe bey ninin bütün kıvrımları ona gerillay ı düşündürüyordu. Soluklandı bir ara... Gerillanın ihtiy acı nedir? Nasıl temin ederiz? Ama en kısa sürede y apmalı bunları. Y aratıcılık v e emek bu işin tek çözümü... Saatler epey ilerlemişti.,. Günün son sigarasını da içtikten sonra yatmay a hazırland ı. Sabah y apacağı işleri tekrar gözden geçirdi. Gerilla düşüncesiy le uykuy a daldı. Ertesi gün, sabah bir yoldaşıy la randev usu v ardı. O gün y apacakla-rını tek tek düşündü. Kahv altısını dahi y apmadan ev den çıktı. Bakkalı, manav ı selamladı.. Randevu y erine giderken bir y andan düşünüy or, diğer y andanda y eraltı kurallarını büy ük bir ustalıkla y erine getiriy ordu. Büroy a uğray ıp y apılacak işlerini de halledeceklerdi. -Tarık!.. Tarık!.. Tarık y önünü sesin geldiği taraf a döndü v e ay nı anda silah sesleri gelmey e başladı. Güçlü bir ref leksle Ta-rık v e yoldaşı kendilerini y ana attı-lar. Silahla saldıran kişi gençten biriy di. İkisi de silahsızdı karşılık v e-rebilecek durumları y oktu. -Ayrılalım, dur ma!dedi Tarık. Düşman bu anı ref leksi görünce şaşırdı... Tarık'ın peşine takılmak istedi. Ama korkuyordu. Elleri titre-mey e başladı. Bir kaç adım koşmak istedi. Y apamadı Korkusu büy üdü. Tank av ucunun içi gibi bildiği Osmaniy e sokaklarında kay boldu. Y ürümeye başladı. Göğsü körük gibi inip kalkıy ordu. Her zamanki soğukkanlılığıy la kendini y okladı.
-Allah kahretsin... Sıkılan merminin birisi ceketinin sol göğsünü delip geçmişti. Ceketi-nin sol iç cebini y okladı, cüzdanı delinmişti. Kimliğini çıkardı. Mermi cüzdanı deldiği gibi kimliği de delip geçmişti. Bölgeden çıktıktan sonra kendisini sağlama alarak az biraz soluklanmak istediği belirdi içinde. Bir çay ocağının önüne geçip durdu. içeri girdi. -Selamün Aleyküm usta, bana demli bir çay verir misin? -Hemen y iğenim, diy e y anıtladı çay ocağının sahibi Tarık daha sigarasını y eni y akmıştı ki demli çay ı getirdi çaya. -Sağol emmi Y oldaşını düşündü... "Acaba ne oldu, fazlada bilme z buraları kendisi.
tavır / çukurova / haziran '99 / sayı:13
He men irtibata geçip öğrenmek gerek yaralanmad ı inşallah.. Daha bir ür-perdi. Y oldaşının durumunu bilememek onu iy ice tedirgin etti... "Be nim ceketi delip geçen kurşunlardan biri ona gelmişse evet bir an önce durumunu öğren meliyi m" Sonra olay ı anımsadı. Bir f ilm şeridi gibi gözlerinin onune getirdi. Silahla saldıran düşman büy ük olasılıkla bizi bir tesadüf sonucu gördü v e f ırsat bu f ırsat dey ip ateş etti. Y ani tek başına "kahraman " ol mak istey enlerden... Organize ol-muş olsay dı, şimdi yaşamıy or olacaktı. Çay ını v e sigarasını bitirir bitir-mez içtiği çay ın pasını ödey ip çıktı. Oturduğu çay ocağında herseyi gözlemlemişti, çev re temizdi. Daha da kontrollü olarak y oluna dev am elti.
O gün kısa sürede bağlantıların ı kurdu. Başlarından geçenleri anlattı bir başka y oldaşına. -Tarık Abi kabul etmey eceğini biliy orum ama, en azından daha güv enli... Cümlesini bitirmeden Tarık söze girdi, -Kabul etmeyeceğim birşey olduğunu biliyorsan o halde... Güvenlikse sokaklar bizi mdir. Bu iş biraz "kelle koltukta" yürümek zorunda... Gerisi bizim becerilerimize kalmıştır. Önemli olan bir Devrimci Sol'cu için gerekli olan savaş kurallarımızı hayata geçirmektir... Hem bugün aksatacağımız bir görüş me bize kazandır maktan çok kaybettirir. 600 bin kişilik bir şehir merkezinde, sen hatalı ve kuralsız davranmadıkça düşmanın sana ulaşması mü mkün değil... Belki bunu yoldaşına olan sevgisinden, duyarlılığından düşündün... Ama savaş bu işte. Birimi z mutlak o kervana katılacağız.. Birilerimizde devredilen bayrağı taşıyacak. Tarık sev ecenlikle kolunu omzuna doladı. Bir süre daha birlikte yürüdüler. Tarık'ın kaf asında tek bir düşünce v ardı.. Y oldaşının ne y aptığı... Bunu bir an önce netleştirmeliy -di. Ertesi gün y oldaşının sağ salim bölgesine ulaştığını öğrendiğinde sev inmişti. Şimdi v azgeçemey eceği Adana kebabını y iy ecek kadar içi rahattı. Y oldaşlık... Zorlu kav galardan, ateş çemberinden geçerek sınanıy or. Böy le anlam buluy or y oldaşlık.. Her keresinde içi içine sığmıy or.. Kahkahalar dahi atmak istiy ordu. Sabo'yu düşündü, y oldaşlık sev gisinin büyüklüğünü, bağlılığ ını, v efay ı...
Tarık'ın emekleriy le, özv erisiyle Akdeniz bölgesi tarihinde görülmemiş bir biçimde gelişiy ordu. Adana'nın, Antep'in, Hatay'ın v aroşlarında v e dağlarında Tarık'ın girip çıkmadığı ay ak basmadığı y er adeta y ok gibiy di. "Kelle koltukta" sürekli koşturdu. Bir çocuğu büy ütmenin sabrı ve
özv erisiyle, coşku dolu sesiyle örgütlüy or, kuruy or... Daha büy ük düşünüy ordu. Israr v e kararlılıkla "en kötü"den dahi iy i bir y an çıkarıy ordu. Bütün hücrelerine kadar da özv eriliy di. Sav aş dişe diş bir mücadeley le sürüy ordu. Sav aşı Akdeniz'e y aymak, görev ini lay ıkıy la y erine getirmek, Toroslar'ın doruklarında gerillay la varolmak onun tek yaşam biçimiydi. Sav aş gerçeğini kav rıy or, kavratıy or, y eni atılımlarla büy ütüyordu Akdeniz'i v e Toroslar'ı... İşte böylesi bir kararlılıkla ülkede sav aş gelişip serpilirken savaş gerçeğini kav ramayan, kavray ıpta savaşın bedellerinden korkanlar hırs ve kariy erizmle bencilliklerini donatan üç beş hainin oluşturduğu güruhun darbesiy le devrimci hareketin karşı karşıy a kaldığını öğren diğinde, darbeciliği mahkum eden diğer y oldaşları gibi, o da darbeciliğe karşı çıktı.. Artık randev ularında y apılacak çalışmaların y anı sıra darbeciliğin daha net anlaşılmasında da kaf a y oruy ordu.. -Darbeciliği anlamadıkça, kavramadıkça iç düşmana karşı savaşı etkin bir şekilde sürdüremeyiz. İşte bunun için de sürecin bütününe hakim ol mak gerekir. Mücadele gazetesini daha bir özenle okuma mız gerekir.. Kimsenin kafasında en ufak bir soru dahi belirme me-li... Uzun uzun anlattı darbeciliği, önderliğin y aşamından, kişiliğinden örnekler v erdi, yanındaki yoldaşına. -Bundan sonra ekonomik olarak ta sıkıntı çekeceğiz. Bunun içinde harcamalarımıza dikkat etmeliyiz. Harekete yeni olanaklar sunmalı, yeni olanaklar yaratmalıyız. Y oldaşının y apacağı görev leri tek tek anlattı. O gün randevunun ayrılık zamanı gelince sordu; -Üzerinde para var mı?.. -Y ok Tarık abi. Tüm ceplerini tek tek yokladı tavı r / çukurova / haziran '99 / sayı : 13
üzerinde ne kadar parası v arsa masanın üzerine koy du. Bozuk para da dahil, toplam altmışbin lira çıkmıştı üzerinden. Y irmibin lirasını ay ırıp cebine koy du. Geri kalan kırkbin liray ı ise yoldaşına uzattı. Y oldaşı her ne kadar itiraz etse de, en son ikna etti. Hiç bir görev ini aksatmadan, cebindeki y irmibin lirayla üç gün y arı aç gezdi. Darbecilik sürecini düşünüy or, bölgeden harekete daha fazla nasıl yarar sağlay abileceklerini tek tek kafasında tartışıy ordu. Önderliğe onay metni eline ulaşmıştı. Bölge siy asi sorumlusu olarak onay metnini hiç vakit kay betmeden y azmaya başladı. Kağıdı kalemi eline aldı, masay a oturdu. "Önder yoldaş" diy erek başladı onay v erdiği yazıy a.. "Önce somut olanı ortaya koymalı" dedi. Peşinden kalemi kağıdın üzerinde hızla hare ket etti... "Onay isteyen yazınızı, hemen tü m ilişkilerin yeni baştan kurulacağı, yeniden atılım sürecine geçeceğimiz döne min ilk doğal işleyişi olarak değerlendiriyorum. Yoksa darbecilerin önderliğe yönelik iddialarına ben de diğer yoldaşlarım gibi pratikte cevap verdim.." Önderlikle birlikte hapiste yattığı y ılları, onu özgürlüğe uğurladıkları günleri hatırladı.. Büy ük bir duy gu seline kapıldı. İkinci paragraf ına bu güzellikleri anımsay arak başladı. "Bugüne kadarki süreçte yaratılan tüm gü zelliklerde, hareketin doğuşundan mutlu ol maya başladığımız bugüne kadarki süreçte, önder yoldaşın yönetiminde, onun iradesinde bir örgüt olduk. Onun yönlendiriciliğini, belirleyiciliğini hep hissettik, hissettim. 'Önderlik mücedele içinde kazanılır' diyorsak, bunu hakederek kazanan, 'önder' niteliğini kendi yaşamınla hak eden bir yoldaş oldun gözü mde." Her satırda y arının t o p l u m u n a y ürüyor, o gün geldiğinde y oldaşla-rıy la atacağı kahkahaları düşünüy ordu. Çünkü darbecilik pisliği, ancak yarının toplumuna olan inançla
aşılırdı. Onay y azısının gelmişti...
son
paragraf ına
"Bugünkü süreci senin önderliğinde aşacağımıza, geleceğimi zi senin yönetiminde kuracağımıza, savaşı senin önderliğinde geliştireceğimize inanarak, 'YAŞASIN ÖNDERİMİZ DURSUN KARATAŞ!..' diyorum. Sela mlar, sevgiler... Tarık Koçoğlu (Azmi) Akdeniz Bölgesi Siyasi Sorumlusu" Kalemi kağıdın y anına bıraktı. Tekrar okudu y azdıklarını... Ev et...
Birliğe götürülecek malzemeleri tek tek kontrol etti. "Bir eksik var mı ' diy e hesapladı. Bu görüşme son buluşmaları olacaktı. -Tarık abi, işlerin y oğun, istersen biz malzemeleri y ukarı çıkartalım, diy e sürekli ısrar ediy ordu y oldaşları. -Son bir defa yukardaki yoldaşları görmek istiyorum. Ayrıca birebir konuşacaklarımda var. Bir daha görmek kimbilir ne za man nasip olur. Onun için fazla ısrar etmeyin... Y aşamının her saniyesinde bir gerilla gibi y aşayan Tarık, nereye baksa, ney i bulsa "gerillaya lazım olur mu?" düşüncesiyle hareket ediy ordu. Gerilla için malzeme, giysi, y iyecek, istihbarat, halk ilişkisi, kısacası gerillanın gereksinim duy acağı ne v arsa bulmay a çalışırdı. Gerillay a daha fazla ihtiyaç olacak ilkesiyle şehir çalışmalarını genel ihtiy açlarını kısardı. Toroslar'a da binbir zah metle de olsa gerilla çıkmıştı. Y oldaşına gerillanın sav aştaki önemini anlatıy ordu. "Bir yerde, yeni bir işe ilk adımın ı atan her zaman na mlunun ucundadır" dey işine bir çok y oldaşı sohbetlerinde tanık olmuştu. 31 Temmuz sabahı tüm hazırlıkların ı y apmış, y ola çıkmay a hazırdı. Tarık, y oldaşıy la tokalaşıp y ola çıktı. Toroslardaki gerilla birlikleri ile ilk randev ulaştıkları y er, Mersin'in Silifke ilçesinin Kırobası mevkisi idi.
Kır obasına giden minibüslerden birisine bindi. Gerilla için hazırladıkları malzemeleri tek tek yerletir-di. Minibüs Kır obasına doğru hareket etti. Toroslar daha bir y üceliy ordu şimdi...
Birliğin üy eleriyle tek tek selamlaştı. Komutan y ardımcısı Ulaş'la (Mustaf a Sef er) uzun uzun konuştu. -Belki bir daha nasip olmaz görüşmek, ihtiyaçlarınızı karşılayacağız. Siz de zaten ihtiyaçlarınızı, isteklerinizi kurye ile iletirsiniz. Sohbetleri dev am ediyordu. Düşman askerleri çemberi gitgide daraltıy ordu. Tarık v e y oldaşları ihbardan habersiz, y oldaş sıcaklığının en güzel demlerini y aşıy orlardı. Düşman askerleri iki sav aşçıy a (Tarık v e Mustaf a) bir kurşun atımlık uzaklığa geldiklerinde düşman subay ı işaret verdi. İlk ateş edecekleri gerilla olacaktı. İlk mermi büyük bir gürültüy le patladı. Susamış toprağın bağrını delen kan, arsızca her oluğa girdi. Toprak, bağrındaki tohumu çatlatacak hay at sıv ısına ulaştı. Tarık, ani v e hızla aşağıy a doğru seri bir şekilde koştu. Çemberi y arıp çıktı. Elinde silah y oktu. Bu arada birlik üy eleri silahlarına dav ranamadan düşman askerlerinin silah namlula-rıy la karşı karşıy a kaldılar. Köy lüler ilk gerillay ı görmenin merakıy la hemen geldiler.. İhbarcılardan birisi tutsak gerillalara tek tek baktı. Boy lu boyunca yerde yatan gerillay a da şöy le bir baktı. Az ötede tutsak gerillalara işkence y apan askerlerin arasına daldı. Ağzından akan saly alarıy la bağırdı. -Aranızda karay ağız biri daha v ardı, o nerede. Size eşy a getiren, nerde o? Özel tim gerillalara işkence yapmay a dev am ediyordu. -Ben y ola bakmaya gidiyorum. Başka bir y ere gidemez o...
Bu sözlerin üzerine özel tim ve bir grup asker ihbarcının ardına ta kıldı. İhbarcı Jawa marka motosikletine atlay ıp y ol üzerine doğru sürmey e başladı. Aradan f azla zaman geçmeden y ola y akın bir y erde Tarık tutsak düştü. Silahının y anında olmaması çok ağırına gitti. "Alçak köpekler, bunun hesabını soracağız sizlerden", dedikçe ihbarcılar y üzlerini kapatmaya çalışıy ordu. Özel tim v e asker Tarık'ın ellerini ar kadan bağlay ıp saçlarından çekerek ve ellerindeki uzun namlulu silahların dipçikleriy le vurarak köy e y akın bir y erde olan bir ağaca bağlamaya çalıştılar. Tarık direndikçe onlar daha da kuduruy ordu. Kudurganlaştıkça da daha f azla vuruy orlardı. Her bağladıklarında Tarık kendini kasıy or, sonra gevşetiy or, ipte kendiliğinden çözülüy or, kay ıp düşüy ordu. Üç def a ardarda başarısız kalan düşman askeri hem Tarık'ın ağzın ı kapatıy or, hem de onu ağaca bağlamay a çalışıy ordu. Dördüncü denemede Tarık yapılan işkencelerle bitkin düşmüştü. En sonunda ağaca bağlay abildiler. Tarık yine de boş durmuy or, çevrede bulunan köy lülere kim olduğunu, niçin bu dağlarda olduğunu anlatıy ordu. Düşman askeri köy lülere bağırdı: -Hadi taşlay ın hain teröristi. Köy lüler y apılan işkencelerden ürkmüş, v ahşeti seyrettiklerine dahi anlam v eremiy orlardı. -Hadi, hadi taşlay ın haini diy erek birkaç taş önce özel timler attı. Sonra dört ihbarcı muhbir taşladı. Düşman subay ı daha yüksek sesle bağırdı: -Taşlay ın teröristi, siz öldürmez-seniz bunlar sizi öldürür. Tarık y üksek sesle bağırdı; -Beni bu köpeklere teslim etmeyin, öldüreceksenizde siz öldürün. Bir süre sonra özel timciler v e birkaç ihbarcı taş atmay ı kestiler. Toroslar Tarık'ın y ankılanıy ordu.
tavı r / Çukurova / haziran '99 / sayı : 13
sloganlarıy la
Polis v e jandarma telsizleri "başarılı" operasy onlarını merkeze bildiriy or... Gelecek talimatları bekliyorlardı. Tutsak gerillalar hızla askeri araçlara bindirildiler. Tarık, bitkin düşmüş, bay ılmıştı. Aceley le ipleri çözdüler, düştüğünde tekmelediler. Sonra kaldırıp jipe y erleştirdiler. Gelen telsiz anonslarından durumun ne olduğunu sordular, telsizdeki su-bay a y aşadığını söy lediklerinde "işini bitirin" karşılığını aldılar. Jandarma kasaturasını çıkarıp Tarık'ın şahdamarına sapladı... Ölüm utandı.. Tarık'ın suskun gürültüsünü Toroslar dinledi. Çukurov a'nın hey betli dağları İnce Memed'i kalbine gömdü.
Toroslar'ın dorukları v e yay laları bizimdir artık. Çünkü akan kanımızla sulanmıştır Toroslar. Artık ne Toroslar bizden, ne biz Toroslardan uzak kalırız. 31 Temmuz g ü n ü , toprağın en bereketsiz bahtına bereket taşıy an Çukurov a'nın yiğit insanları Tarık'ı sordular, öğrendiler. Çukurov a'nın Karacaoğlan'ı, İnce Memed'i bir ömrü kav ga kav ga y aşadı v e öğrendiler; Torosların hey betli doruklarından bir selam yolladığını. İnce Memed'in selamı gözümüz üstüne diy erek eğildiler.
başımız say gıy la
Y oldaşları, Tarık'ın cenazesini morgdan alıp, doğduğu, çocukluğu ve delikanlılık çağının ilk günlerini geçirdiği v e ailesinin y aşadığı Osmaniy e'nin Cev detiye kasabasına getirdiler. Ayşe Ana ilkin inanmadı, karaoğlunun öldüğüne. Y oldaşları, dostları, arkadaşları tek tek gelipte doldurduğunda ev lerinin bahçesini... Ağıtlar y ükseldi. Kav ga andları içildi sesli, sessiz. Ev lerinin bahçesine Tarık'ın cansız bedeni eller üstünde girdiğinde bir marş tuf anı koptu. Sol kollar ha-
v alandı. Tüm yürekler gür bir akışla, haykırdı kararlılıkla; Kavganın alevlidir rüzgarı Yayılır gider ılık Dağların, başakların üzerinden Buğday gibi bereketli Akarsu gibi aydınlık kim de miş ölü m var diye bize Kardeş kardeş atan bu yürek bizim BİZE ÖLÜM YOK BİZE ÖLÜM YOK! Bu yürek hiç durmayacak Bu yürek hiç susmayacak. Kızıl bir örtüy le sardılar bedenini v e çiçeklerle bezediler her y anını.. Sonra karanf illerle bezenmiş resmini getirip koy dular başucuna. Etraf ına mumlar diktiler. Tarık'ın ışık saçan gözlerindeki canlılığı da ha bir aydınlandı. Herkes sol göğsünün üzerine Tarık'ın resmini y erleştirdi. Gün akşama dev rildiğinde, ev in etraf ını zulmün askerleri sardı. Y olları tuttular. Kimseler kasabay a ne alınıy or, ne de kasabadan dışarı bırakılıy ordu. Zulüm, çaresizdi. Şimdi, şu evde; ışıkların gökyüzüne doğru y ay ıldığı şu evde kanla y azılan tarihimizden bir miras, kırmızı bir örtü altında boy lu boyunca y atıy or. Şu anda; tüm gözler, mirası sahiplenmenin görev iyle kıpırtısızca kırmızı örtü altında uyuy an bedene bakıy or. Tarık Y oldaş, kav ga dolu yaşamının mirasını dev retmek için tören y erinde. Bu miras, Adana toprağını delikanlılık çağında birlikte kızıllaştır-dıkları Mehmet Büçkün'ün v e Mehmet Mart'ın mirasıy dı.
Bu miras, Adana'nın v aroşlarında düşmanla çarpışan Ali Ay gül'ün mirasıy dı. Bu miras, Türkiy e halklarına v e y oldaşlarına y eni bir gelenek bırakmanın y üceliğini, umudun adını duv ara kanlarıy la nakşeden Sıd-dık'ın, Esma'nın, G ü v e n ' i n mirasıy dı.
tavır / çukurova / haziran '99 / sayı: 13
Y oldaşları gerilla nöbeti tutmak için hazırl ıklara giriştiler. Tabutun sol yanına gelip hazırol-da, dimdik durdu. Boğazı ilkin acı acı düğümlendi. Y üreğindeki ince sızıy ı, damarlarında dolaşan kanın basıncını hissediy ordu. Ayşe ananın ağıtlarını duymuy ordu artık. Koçoğ-lu ile y aşadıkları bir f ilm şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Ve söze girdi kimseler duymadan. Dudakları kıpırtısızd ı. "Sen feda kuşağının yiğit bir komutanısın yoldaş! Sen ölüme aldırışsız olmanın kahramanısın. Ölmek kolay değil..." Özv eri ister, kararlılık ister, örgütüne, önderine bağlılık, dev rime inanç ister... Sen bunların y üceliğin-dey din, and olsun dev rettiğin bayrak yere düşmeyecek...
Nöbeti dev ralacak yoldaşı beliri-v erdi y anında. "Ne çabuk" dedi içinden. Büy ük bir sessizlik içinde nöbeti dev retti. Ay şe Ana'nın ağıtlarını duy du y eniden. "Yiğidi m, aslanım, karaoğlanım. Kalkıp konuşsana benimle, ana desene gene. Silahın yanında değil miydi Karaoğlum? İki kurşunda sen sıkamadın mı? Sana nasıl kıydılar?.. Demek bedeninde kurşun yarası yokmuş. Kalksana oğlum, kalkta ana desene, buradayım desene karaoğlu m... 'Ana derdi 'sen benden de karasın', sen kalk hele karaoğlum, şu anan kara da olur. Gene boynuma sarıl. Varsın şu anan hepten kara olsun. Karaoğlu m, yiğidim, aslanım..." Sabahtan gündoğumuna kadar y oldaşları gerilla nöbetini tuttular... O gün komutanlarının cenazesinde bulunarak, son görev lerini y erine getirmek isteyen savaşçıları, sav aşın bir y asasına daha boy un eğdiler... O gün; sabaha kadar uyumadılar ev lerinde. Onu düşündüler. Birlikte y aşadıkları anları, v erdiği talimatlarını, mütev aziliğini, eğiticiliğini ve şu Toroslar'da gerillanın şen kahkahalarının çoğalmasını nasıl arzu ettiğini.... •
mizah nev in has
BEKTAŞİ FIKRALARI
"Bana İnat Olsun Diye Yaptı" cev aplığı, ince zekası dinley en herkesin ektaşi bir kasabaya uğramış. Bakmış ki çoluk-çocuk bütün hoşuna gider. Bazen güler, bazen düşünürüz. Genelde Allah'la arası bozuk kasaba halkı toplanmış f ery at onunla uğraşan softalara, v e f igan ediyorlar. Bektaşi olan, y obazlara tepeden bakıp onları merakla soruş: küçümsey en olarak Bektaşi'yi görürüz. -Ne oluyor yahu? Bektaşi f ıkralarını y akından -Y ağmur duasına çıkıy oruz. incelediğimizde görürüz ki, Bektaşi -Bir yağmur için bu kadar feryat edilir mi? f ıkraları Alev i f ıkralarıdır. Bektaşi'de Ben size istediğiniz kadar yağdırayım... simgelenen Alevi düşüncesinin o -Y ağdır bakalım, demişler. Bektaşi bir tas su istemiş. Su gelince döneme göre dolaysız anlatımıdır. gömleğini çıkarıp ıslatmış. Sıkış , Alev iler Bektaşi diy erek kendi kimliklerini Saklamak zorundadırlar. kurusun diye bir çalının üstüne asmuş. saklarlar. Çünkü, Alev iler Osmanlı döneminde Birkaç dakika sonra sel gibi y ağmurlar katledilen ve soyu kurutulmak istenen bir boşanmay a başlamış, halk, Bektaşi'nin halktır. Bu y üzden kimliklerini ve elini öperek: ibadetlerini gizlice yapmak zorunda -Evliy a mısın? Nesin be mübarek, kalmışlardır. Bektaşi işte bu dönemde demişler. doğmuş ve Alevi halkı taraf ından bugüne Baba eliy le göky üzünü göstererek: kadar getirilmiştir. Osmanlı döneminde -Bugünlerde aramız bozuk, demiş. bu işi baskı v e zulüm altında tutulan Alevi halkı gö mleği m kuru masın diye yaptı, y o k s a ben de ne evliyalık ne de kerametten eser kendi kültürünü özgürce sürdürememiş v e gizliden gizliy e yaşatmışlardır. Bu var. y üzden Alevi kültürü yazılı olarak bırakılamamıştır tarihe. Çünkü bunlar Bektaşi f ıkralarını duymay an ya "suç kanıtı" olarak gösterilip katline f erbilmey en var mıdır? Onun hazırman olmuştur. İşte bu y üzden sözü tavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
kullanan v e sohbeti temel alan bir kültür olarak şekillenmiştir. Alev i mizahı halkın günlük y aşantısının belirli bir kesimini içerir. Alev iler sözün gücünü y aşayarak öğrenmiş, bunu en iy i şekilde kullanmasını bilmiştir. Y aşadıklarını f ıkralaştırmış, siv ri dili ile düşmanı aşağılamıştır. Müslümanlıkta mizaha baktığımızda gerek Sünni gerek Alev i halkın mizahı İslami öğelerle y üklüdür. Bunu o dönemin koşullarına göre düşünmek gerekir. Çünkü, Osmanlı döneminde toplumun yapısı din ü zerine kurulmuş v e ona göre şekillenmiştir. İslam motif lerinin içinde bulunmadığı mizah oldukça azdır. Bu y üzden islam motifleriy le süslenseler de bu mizah siy asi içerik taşır. Anadolu halklarının kendine y önelik saldırılara, Osmanlı'nın y asalarına karşı tepkilerini anlatan biçimlerinden biri de mizahtır. Anadolu topraklarına baktığımızda görürüz ki bu tepkilerini simgeledikleri kişilerle açığa çıkarmışlardır. Her birinin ay rı hünerleri v ardır. Y ani ustalıkla konuşabileceği bir söz alanı v ardır hepsinin. Örne-
ğin Nasreddin Hoca, Keloğlan, Karagöz ve Hacivat bunlardan birkaçıdır. Bektaşi de bunlardan biridir. Ama Bektaşi yeni bir akımın temsilcisi olarak çıkmış v e din alanında ustalaşmıştır. Bektaşi f ıkraları dinin gerici bölümlerini atıp, Anadolu kültürü olan v e Alev i inancıy la şekillenen y anları ön plana çıkarıp insanın özünü ara ması, insan sevgisi, insanlara değer v ermey i bağnazlığ ın karşısına koy ar v e insan sev gisini y üce say ar. Herşe-yin, iy iliğin de kötülüğün de insandan geleceğine inanırlar. Alev i mizahında ön plana çıkan güldürmekten çok düşündürmektir. Bu mizahın ders v erici, eğitici y anları v ardır. Bu y anıy la insanları eğiterek doğruy u göstermeye çabalar. Bir çok Bektaşi f ıkrasında y obazlara karşı iğneley ici sözlerle, onlarla doğruyu gösterme çabası v ardır. Ay nı zamanda bu y anlış düşüncelerin teşhiri vardır. Çünkü onlar halkı ileriy e değil geriy e götürürler v e bu y üzden Bektaşi dev amlı mollalarla mücadele eder. Bektaşi bütün f ıkralarda tek başına-dır. Oysa Bektaşi tek kişiy i değil, her dav ranışında, düşüncesinde kendinde simgelenen Alev ileri temsil eder. Onların duy gu, düşüncelerinin if adesidir. Bektaşi f ıkralarında basitçe üç ana bölüm görürüz: 1-Dinsel Yaşamla İlgili Olanlar: Burada, Alev i felsefesinin Batıni (içsel) niteliğiyle Sünni f elsef esinin zahiri(biçimsel-y aptırımcı) niteliğinin gizli bir sav aşımı gündeme gelir. Bireysel y aşama karışma olgusuna karşı çıkılır. Din, kişinin v icdanıy la sınırlanır. 2-Toplumsal Olanlar:
Yaşamla
İlgili
Batıni f elsefey e bağlı olarak eşitlikçi bir toplumsal yaşam önerirler. 3-Kişisel ilişkilerle ilgili olanlar: Y ine öze önem veren felsefe sonucu birey lerde paylaşımcı bir kişilik y aratmaya yönelik içerik yükle-
nir f ıkralara. Bu kişilik kendisini neredeyse hakir gören, alçakgönüllü, y umuşak bir y apıy a sahiptir. Melamiliğin etkisi açık açık kendisini gösterir. (Alevi Bektaşilerde Mizah, Pertev Naili Boratav 'dan Akta-ran:Rıza Zely ut, Sf:14)
şey in kendi elinde olduğunu anlatır. Bektaşi halktan y ana olmay an düzeni takmaz. İster padişah, ister hoca olsun onlara y aranmak için yalan söylemez. Onlar karşısında dobra dobra konuşur v e onlardan elaman dilenmez.
Bektaşi f ıkralarında y aşanan y oksullukları da görürüz. Bu f ıkraların hiç birinde zengin değildir. Y oksulluğu en ağır biçimde yaşamıştır. Y aşadığı y oksulluğun dinde söylenen "cennette son bulacak" sözlerine inanmaz.
Hangisi Daha Uğursuzmuş? Avcı Sultan Mehmet diy e anılan 4. Mehmet bir gün av da akşama kadar uğraştığı halde b ü t ü n attıkları boşa gitmiş. Bunun sebebini sabahley in ilk gördüğü adamın uğursuzluğuna bağlay arak "saraydan çıkarken kapı önünden sallana sallana birisi geçiyordu. Sivri külahlı, sırtı kambu rumsu... Bana çabuk bulun" Emrini v ermiş. Hemen tanımışlar. Ünlü Bektaşi Ayyaş Hamza. Karakullukçular y aka paça adamı huzura getirmişler. Öyle bir u ğ u r s u z u n y aşam hakkı olmadığı için derhal asılmasını buy urmuş padişah.
Ahirette Canlanacaklar Tahtacı Alev ilerinden birisi yoksul mu y oksul. İlçeye inmiş. Sabah yediğiy le akşamı etmey e çalışırken canı sıkılmış. Bir köşeye çekilip oradaki çamurlarla uğraşmay a ve şekiller y apmay a başlamış. Bu sırada oradan, semiz, sakallı, göbekli bir hoca geçmekteymiş. Hoca bu Alev ileri giy iniş ve dav ranışlarından tanıdığı için hemen laf atmış: -Hey koca zındık. Orada çamurlardan ne y apıy orsun? Canı sıkkın Tahtacı bezgin v e öfkelenmiş: -Ne yapacağım, çamurdan ada m yaratıyorum. Bu sözleri duy an hocanın kan bey nine çıkmış: -Bre zındık... Onlar ahirette canlanacaklar; Tahtacı bu kez kahkahay ı patlatmış: -Ulan avanak adam! Bunlar bu dünyada benim gibi aç kaldıktan sonra öbür dünyada canlansalar neye yarar. Bektaşi f ıkralarında dini y anın ağır basması aynı zamanda bir eleştiridir.İnsanların cennete gitmek için içinden gelmediği halde y aptıkları iy iliklere tepki duy ar. Çünkü iyilikler herhangi bir çıkar gözetmeden, insan sev gisinden dolay ı yapılmalıdır. Ve Bektaşi'nin en çok uğraştığı "kader" anlay ışıdır. İnsanın kader taraf ından y önlendirilmediğini, hertavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
Bektaşi demiş ki: -Sabahleyin ilk beni gördüğünüz için iki keklik bile vuramadınız. İyi a ma padişahım beni m de bu sabah ilk gördüğü m siz oldunuz. Si z iki keklikten oldunuz, ben ise canımdan oluyoru m. Şi mdi insaf edin de söyleyin, asıl uğursuz kimmiş? Bektaşi devamlı iy iyi v e güzeli aramakta ve bunun içinde iğneley ici, ağdalı sözlerle karşısındakini eleştirmekte ve hep halkın y ararına şey ler istemektedir. Bektaşi halk kültürünün bir özelliğidir. Bu kültür giderek y ok olmay a başlamıştır. Onun y erine saçma sapan, anlaşılmay an, belden aşağı Amerikan f ıkraları y erleştirilmey e çalışılmaktadır. Her y önüyle yozlaşmanın yaşandığı günümüzde Keloğlan'lara, Nasreddin Hoca'lara, Haciv at v e Karagöz'lere sahip çıkmak kendi kültürümüze sarılarak bu dejenerasyonu durdurabiliriz. Y okedilmey e çalışılan kültürümüz ancak sahiplenilerek ve y eni nesillere aktarılarak yaşatılabilir. •
inceleme sibel dönmez
estan, bir halkın y aşamını y akından ilgilendiren sav aş, göç, isy an vb. gibi tarihi olay ları, olağanüstü kahramanlık serüv enlerini coşkulu ve törensel bir üslupla anlatan manzum eserlere verilen addır. Kelimenin kökeni Farsçadan gelmektedir v e "kıssa, hikaye, masal, manzu m hikaye" anlamındadır. Bunun Batı dillerindeki karşılığı ise, e p e e (epos)tur.
tıklar, bu çeşit v arlıkların kendi aralarında y ada insanlarla alış-v erişleri, sav aşları konu edilmektey di. Doğa olay larının gerçek nedenlerini çözümley en insanın aray ışına cev ap oluşturan destanlar, insanlığın sonsuzluğa, ölümsüzlüğe olan özleminin if adesinden başka bir şey değildi. b)Kahramanlık Çağı Destanları:
Bir kav imin y a da topluluğun geçmişindeki önemli olayları bir y anıy la ölümsüz tanrılara y aklaşan, diğer y anıy la 1-Sözlü Destanlar: Destanlar, yazılı v e sözlü olmak üzere da insan kalan kahramanların iki k a t a g o r i y e ayrılırlar. Sözlü sav aşlarını, çelişkilerle dolu y aşamlarını, destanlar, toplumların y azı öncesi başarılarını, y enilgilerini, toplumu daha y ıllarında oluşmuş, gelişmiş yapıtlardır. rahat bir yaşama ulaştırma çabalarını O çağlarda, h e m "yaratılış" v e konu edilmekteydi. dönüşümlere, tanrılara ve çeşitli olağanüstü varlıklara, hem de topSözlü Destanların Özellikleri lumun geçmişine ilişkin bilgileri Destanlar, şölenler, av törenleri ya da destanla verirlerdi. Y azı öncesi saray larda bazen ozanların, bazen de dönemin destanlarının konularını iki sav aşçıların söy lediği şiir v e şarkıların ana kümede top----ak mümkündür. gelişmesiyle ortay a çıktı. Ancak içerikleri, uzunlukları v e üsluplarının f arklılığından a)Yaratılış Destanları: ötürü kısa kahramanlık şiirlerinden, iddiBunlara, ev ren-doğum (kozmoloji) v e asız halk öy külerinden v e şarkılarından mitolojik konuları içeren anlarda da f arklılık gösterdiler. Destana ayrı bir denilmektedir. Bu des-arda; evrenin ve tür niteliğini kazandıran özellikleri, genel y eryüzündeki varlıkların y aratılışları; olarak şöyle belirlemek mümkündür. tanrılar, tansı insanlar-v arlıklar a) Destanlar, toplumdaki iç çelişkileri, (tanrılarla insanların birleşmesinden birey lerin y a da sınıf ların türlü doğmuş kimseler), dev, ejder, v b . gibi ilişkilerini değil, toplumu y öneten, şeytansı kötü güçleri cisimlendiren ona önderlik eden "ideal" kişiy aratavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
lerin dış güçlerle, olağanüstü yaratıklarla olan sav aşlarını anlatır, destanda toplum bir bütün halinde v erilir v e kahramanlar da, bu bütün adına iş görürler. Sınıf laşma ya da toplumsal f arklılaşmanın getirdiği ay rı düşünüş v e görüşler, kahramanlar arasında görülmez. Keza olağanüstü özelliklerle y üceltilen bu kişilerin ey lemleri, destansı hay al gücünün özünden doğan bir özellik taşırlar. b) Tarihe bağlı olmakla beraber, tarihin say ılmay an, toplumun ortak ideallerini y ansıtan destanların ortaya çıkmasını sağlayan bir "yaratma ze mini" v ardır. Bu da; savaş, din değiştirme, göç, kuraklık v b. gibi büy ük olay ların halkın vicdanında y arattığı sarsıntılardır. Y aşanan çağın bu sorunlarının destanlarda işlenmesi, düny anın y orumlanmasından başka bir şey değildir. c) Destanın kahramanları soylu kişilerdir. Destancı soy lular sınıf ının ideal tiplerini çizmek, toplumu y öneten bu kişileri övmek amacını da güder. Ancak, destan kahramanları çerçev esinde gelişen olay lar zinciri, bir bütün olarak toplumun edebiyat ihtiyacını da karşılar. d) Destanların önemli özelliklerinden biri de, toplumun kollektif bir yaratım ürünü olmalarıdır. Çünkü ilk çağlardan bize kadar ulaşan destanlar ilk çıktığı dönemdeki halini korumazlar; zaman içinde çeşitli ozanların katkılarıy la birleşerek
anonim bir karakter kazanırlar. Destanlardaki bu anonim karakteri zenginleştiren bir başka boy ut da, en eski çağlarda bile, toplumlar arasındaki kültür alış-v erişlerinin v arlığıdır. Öy leki, bir toplumda doğan inanış sistemi, özünü yitirmeden kısa sürede diğer toplumları etkiley ebilmiştir. Halkların ortak bilincini y aratan, destanlardaki benzer temaları, motif leri aynılaştıran da toplumlar arasındaki bu alış-v erişler olmuştur. Gerek bir toplumun ozanlarının nesilden nesile katkıları, gerekse de diğer toplumlarla girilen kültürel etkileşimler, destanlara kollektif bir kimlik kazandırsa da, y ine de bu ürünler kendiliğinden doğmazlar. Bilinçli bir çabanın, y aratıcı bir sanatçının damgasanı da taşırlar. e) Destanlardaki gerçek ile gerçeküstü iç içedir. Olaylara doğaüstü v arlıkların katılması, insanın doğa karşısındaki y etmezliğinden, bilgisizliğinden ötürüdür. Buna rağmen destanlar, insanların doğay la v e doğaüstü güçlerle ilişkilerini gerçeğe y akınlaştıran bir anlatımla verirler. Öyle ki, eski çağlarda insanlar, inanışlarının v e geçmişe ilişkin bilgilerinin kay nakları olan destanlarda anlatılan şeyleri, "gerçekten olmuş" sayarlardı. Ama toplumların gelişimine paralel bu durumda değişti. Artık destan anlatıcılarını anlatmaya girişirken (örneğin Manas Destanı anlatıcıları), "yarısı yalan, yarısı gerçek" yada "çoğu yalan, çoğu gerçek" demek zorunda kalıy orlardı. Bu sözler, destanlara dönük eski kesin inanışın y itirildiğine işaret etmektedir. Bununla beraber, y ine de destanın tümden "yalan" olmadığı, içinde gerçeklerinde bulunduğunu y adsımamaktadır. f) Destanlardaki bir başka özellikte, üslup v e söy leyişte ortay a çıkmaktadır. Uzun anlatımlar, tasvirler, konuşma bölümleri sözlü destanlara egemendir. Olay ların akışı, geriy e dönüşlere, yan konulara atlamalara, anımsamalara izin v erecek bir tempoda işlenir. Ama, bu, en coşkulu destanlarda bile ağır, sakin bir üs-
lupla gerçekleştirilir. Bireysel bir anlatım y erine, törensel bir söy leyiş söz konusudur. Y alnız burada, destancının bellek y ükünü haf ifleten, ona olayların sırasını bozmadan, şaşırmadan anlatma kolay lığını sağlay an araçlarda y ardımcı olur. Destan anlatıcısının dağarcığında olan hazır benzetme, öv me, tanımlama, öğütleme v b. kalıplar ile uy aklarla çağrışıma y arayan sözbirlikleri kullanılır. Bunlar say esinde destancı, hem destanını süslemek, hem de boşlukları doldurmak olanağını bulur. Öte y andan destancı, sadece uzun süren çıraklık y ıllarından bellediğini olduğu gibi tekrarlamakla y etinen biri değildir. Çev resinden, günlük olaylardan, dinley icilerini ilgilendiren türlü sorunlardan esinlenmesini bilen, gerek içeriği v e gerekse biçime bunlardan süsler, motifler, düşündürücü, eğlendirici ekler katabilen-dir. Destan, ancak bu tür destancıların elinde v e dilinde gelişir; bu tür ustaların kalmadığı koşullarda ise destan, "yaşayan bir gelenek" olmaktan çıkar, f arklı anlatım y olları kendini gösterir. "Epos" niteliğindeki sözlü destanlar, uzun soluklu bir anlatıma day anırlar. Çoğunlukla nazım şeklinde düzenlenmişlerdir. Ay rıca, söz, ezgi v e sey irlik (dramatize) anlatımı birleştiren bir nitelik taşımışlardır. Y ani, ezgiy e eşlik eden bir biçimde, ölçülü sözle söy lemişlerdir. Ancak kimi sözlü geleneklerde, ölçülü sözle düz konuşma dili anlatımının birleş tirildiği destan örnekleri de vardır. 2-Yazılı Destanlar: Eski çağlardan beri her toplumun kendine özgü bir sözlü destan geleneği v ardır. Sözlü destan ürünleri, yazının bulunmadığı dönemlerde oluşmuş v e ağızdan ağ ıza geçerek v arlığını sürdürmüştür. Hatta, y azı, kültür aracı olarak bütün bir ulusun y ararlanacağı ölçüde y ay ıl-madığı, bir azınlığ ın imtiy azı olarak kaldığı dönemde dahi, sözlü gelenekte yaşayan bir tür olarak dev am
etmiştir. Özellikle, destan edebiyatı -nm merkezi say ılan ve ilk çağ büy ük toplumlarının y erleştiği Akdeniz çev resi, Ortadoğu bölgesi bu açıdan büy ük bir zenginliği taşımaktadır. Ancak bu dönemden sonradır ki destanların y azıy a geçirilme dönemleri de başlamıştır. Destanların y azıy a geçirilmeleri üç ana şekilde kendini göstermiştir. Bunlardan birincisi, toplumların geleceğini tehlikeye düşüren büy ük altüst oluşların, dış düşmanlara karşı v erilen savaşların y aşandığı dönemlerde, destan geleneğini iy i bilen güçlü bir şairin, y aşay an sözlü destan parçalarını kendi çağının da v e üslubuy la kaleme almasıy la ortaya çıka. İkinci şekli, bir destancı ozan nın sözlü anlatmasının, değiştiril-m e d e n y a da bir okur-y azarın aracılığıy la y azıy a geçirilmesiyle oluşudu Üçüncüsü ise, destan geleneğinin sürdüğü bir dönemde rastlantı olarak değil de, y erli -yabancı halkbihincilerinin y a da halk kültürünün sanatına ilgi duy an ay dınların bilinçli çabasıyla, gerçek destancıların dilinden y apmış oldukları derlemelerden oluşur. Bu y ollardan yazıy a geçmiş destanlar, yine de sözlü halk destanlarının gereçlerine day andığı için anonim karakterini korurlar. Ancak zaman içinde kay nağı v e y aratıcısı belli olan y azılı destanlarada kapı açtıklarını söy ley ebiliriz. Düny anın ilk y azılı destan örrne-ği, en eski Sami dili olan A r a p ç a v e Babilce y azılmış metinlerden oluşan " Gılgamış Destanıdır". M.Ö. 4. v e y a 3. yy. da çiv i y azısıy la tabletlere geçirilen destan , Sümer efsanelerine day anan bir Mezopotamya şiiridir. içinde, y etenekli bir kişinin sav aş v e zaf erleri, doğa güçlerini y enen insan çabası, kadere boyun eğmeme, aşk, dostluk, ölümsüzlüğü aray ış, yaşamı anlamlı kılma çabası, y enilik, ölüm v b. gibi pek çok gerçek v e gerçek üstü olay a y er v erilmiştir. Düny anın bilinen bu ilk destanını başka halkların destanları izle-
tavı r/folklor/haziran '99/sayı : 13
mistir. Hint destanları olan Ramayana v e Mahabharata; İran destanı sa-y ılan Fırdevsi'nin Şehname'si Homeros taraf ından kaleme alınan Y u-nan destanları İly ada ve Odysseia, Roma destanı olan Virjil'in Acneis'i; Fin destanı Kalev ala v b. bunlardan bazılarıdır. Türklerde Destan En eski Türk destanlan, Ortaas-ya'da y aşay an Türk boy ları taraf ından y aratılmıştır. Göçebe Türk boylarında av törenleri, şölenler ve yas törenleri y apılırdı. Bu törenlerin en önemli konukları, çeşitli Türk boy la-rının Şaman, Kam, Baksı, ozan gibi değişik adlarla andıkları şairlerdir. Bu kişiler şairliğin y anı sıra büy ücülük, hekimlik, oyunculuk, müzisy en-lik gibi görevler de üstlenirdi. Ozanlar, "Kopuz" adı v erilen sazlarının eşliğinde törenlerin y apılış amacına uy gun şiirler söy lerlerdi. Bu şiirler, aşk, doğa üzerine v ey a ağıt şeklinde olabildiği gibi, destan şeklinde de olabilirdi. Söy lene söy lene halkın haf ızasına y erleşen, toplum taraf ından benimsenen ve y aygınlaşarak halkın malı haline getirilen bu şiirler, sözİü destan geleneğinin olmasının da başlıca temeliy di. Ancak Türklerin y erleşik düzene geçememeleri v e yazıy ı geç kullanmaları sonucu, bu destanların pek çoğu günü-müze kadar ulaşamadı Çin, Arap, Iran v e çeşitli Türk kay naklarında kendini gösteren y azılı destan parça ları ise, özgün destan örnekleri olmaktan çok, bütünlüğünü y itirmiş, biçim ve içerik değişikliğine uğramış örneklerdir. Şairlerin hemen hepsi aynı kavimin ortak duygularını, ortak yaşa-y ışlarını, mutluluklarını, acılarını di-le getirirlerdi. Ana temalar, sav aşlar, y iğitlik, doğa sev gisi, hüzün, y urt özlemi, göç vb. idi Y azarı belli olma-yan bu ürünler, manzum şeklinde, hece ölçüsüne v e genellikle dörtlük-lere day alı bir şekilde y aratılırdı. Türklerin islamiyet öncesi y aşam biçimini v eren bu destanlardan en
bilinenlerinden bazıları şunlardır: Saka Türkleri'nin Alper Tunga Destanı ve Şu Destanı; Hun Türklerinin Oğuz Kağan Destanı ve Siyenpi Destanı; Göktürklerin Bozkurt Destanı v e Ergenekon Destanı; Uygur Türkleri'nin Türeyiş Destanı v e Göç Destanı; Oğuz Türkleri'nin Dede Korkut Destanı vb. dir. Türklerin büy ük çoğunluğunun 9. yydan itibaren islamiy eti benimsemey e başlamalarıy la birlikte, ya-şayan sözlü destan geleneği de değişikliğe uğradı. Hun'lar döneminden başlay an v e Göktürkler'le dev am eden "Alp'lik ideali" Kur'an-ı v e İsla-miyeti egemen kılma anlay ışının getirdiği "Cihad ideali" ile y eni bir senteze büründü. Y abancı etki altında gelişen bu destan türü, savaş maceraları ile, din ideali uğrunda girişilen çabaları y ansıtmay ı amaç edini-yordu. Y azılı destana yol açan bu eserler, Kaşgarlı Mahmut'un Divan-ı Lügat-it Türk'ünde kay dedilen, is-lamiyeti benimsemiş türklerle Budist Uy gurlar arasındaki sav aşları anlatan destan parçalan, Karahanlıların islamiy ete girişinin doğurduğu Manas Destanı, Cengizname v b. gibi destanlardı. Aynı şekilde. Türklerin Anadolu'y a gelişiy le birlikte y aratılan Battal Gazi Destanı (Battal-name). Danışmend Gazi Destanı (Danişmendname), daha sonraki dönemlerde. Osmanlı y ay ılışının coşkulu idealini halk y ığınlarına y aymay ı amaçlay an Gazav atname-ler de aynı geleneğin dev amıdır. Du destan şeklinin ikinci bir çeşi-dini, islam dininin y ay ıcıları v a da tasavvuf akımlarının önderleri ol muş kişilerin menkıbelerini bir aray a getiren eserlerde görürüz. Örneğin, Hacı Bektaşi Velinin, Sarı Sal tık' v b. nin y apııklan işleri konu edinen Menakıpnameler (y a da Vilay etnameler). Hz. Ali, Hz. Hamza'nın Cenknameler'i bu kümey e girer Bu y apıdan destana y aklaştıran şey içeriklerinde olağanüstü öğelerin y er almasıdır. Ancak onlar gerek destanlardan ve gerekse de Gazatavı r / folklor / haziran '99 / sayı :13
v atnamelerden f arklılıklar da gösterirler. Bu f arklılıkların başında gelen ise kahramanların sav aşlarının " ma nev i" bir alana dönüşmüş olmasıdır. Sav aş hünerlerinin y erini kerametler, silahın y erini etkili söz al-mışt ır . Amaç, ülkeler f ethetmek, ganimetler elde etmek değil, gönülleri v e bilinçleri kazanmaktır. Anadolu'da 13. yy. sonrası ortay a çıkan destan y aratımlarında, islamiyet öncesi v e sonrası Ortaasy a Türk destanlarının izlerini net olarak göstermek mümkün değildir. Çünkü Türklerin sözlü destanları gibi, yazılı destanlannın da. kesin ne zaman başladığı bilinmemektedir. Elde edilmiş en eski yazılı belge, 6. yy.a ait olmakta birlikle, bu destan değildir Ancak y ine de sözlü gelenekte y aşay an kimi masal, efsane, türkü temaları v e motifleri olan Tepegöz hikay eleri, Beyrek Hîkay esi v e Deli Dumrul Hikay esi, Oğuz Destanlarından Anadolu'y a önemli bir ak-tarım y apıldığını göstermektedir. Anadolu'da Destan Türklerin Anadolu'y a gelişiyle birlikte destan kay nakları zenginleştiği gibi, destan türleri de çeşitlenmiştir. İslam kültürü etkisi altında "destan" kelimesi, div an, halk v e modern edebiy at olmak üzere üç ana türdeki y aratımları if ade eder olmuştur. a-) Divan Edebiyatında Destanlar: Destan kelimesi İran etkisiyle ön-ce div an edebiyatına v e oradan da genel halk diline geçmiştir. Manzum y a da mensur bir olay dizisini anlatan uzun v e konulu eserlere destan denilmesi, kelimenin Farsça karşılığına da uy gundur. Roman v e hikay e türlerinin bulunmadığı Div an Edebiyatında, uzun v e konulu anlatımları mesnevi denilen nazım şekli karşılardı. İran edebiyatının malı olan mesnev i (kelime Arapçadır), islam kültürünün ortak bir ürünü olarak Osmanlı di-
v an edebiy atına da taşındı. Çünkü, bu edebiy at, içerik ve biçim açısından Arap v e İran edebiyatının y oğun etkisi altınday dı. Konularını genellikle islamdan, biçimlerini ise, bu kültürünün edebi zev klerinden alıyordu. Kalıp manzumlarının v arlığı, bey itlerde sınırlama olmaması, kafiy e disiplinine ihtiy aç duy ulmaması v b. özellikler, anlatım olanaklarını elv erişli kıldığı gibi, şairlerin sanatsal üretimlerini de belirliy ordu. Bunlardan bazı örnekleri şöy le sıralay abiliriz: Aruz v ezni v e mesnevi şekliy le yazılmış dini hikay eler (Yusuf ve Zeliha ile Cümcüme Sultan), Aruz v ezni v e mesnevi şekliyle y azılmış düşünce v e tasavvuf y apıtları, Aruz Vezni v e mesnevi şekliy le y azılmış aşk hikayeleri (Hüsrev ile Şirin, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha), mensur nasihatnameler, manzum vakayinameler, mensur tarihi eserler, manzum masallar, mensur biy ografik romanlar, mensur epik karakterli eserler, saz şairlerinin her türlü toplum olay ını içine alan şiirleri v b. Herşey den önce, mesneviler v e genelde de Div an Edebiy atı, kurulu düzenle çatışmay ı reddeden bir içeriğe sahipti. Bundan dolay ı onlar, ilk çağ destanlarının y ozlaşmış bir şekli olmaktan öteye gidememişlerdir. Egemenlerin beğenisini y ansıtan, şiirsel olma kaygısı taşıy an ürünler olmaları, onların halk taraf ından ilgi görmemesini de getirmiştir. Y alnız, kimi aşk hikay elerinde insanlığın ortak sorunlarına değinildiği için, bunlara halkın y aklaşımı daha f arklı olmuştur. Divan edebiyatı esas olarak saraylarda, egemen sınıf ın konaklarında v e aydınlar çev resinde y aşatılmış tır. b) Halk Edebiyatında Destanlar: Halk edebiyatı, kendi içinde çok değişik dallara ay rılan, bir halkın sanat y aratımlarından oluşur. Halk edebiy atı içindeki bu dallardan biri de, Aşık edebiy atıdır v e destan yaratımlarını koşullay anda odur. Bu ede-
biy atın ortay a çıkışı, ilk ürünlerini v erişi 16.yy dır. Y aratıcısı y ine bu y üzy ıllarda ortay a çıkan ve "aşık" olarak adlandırılan sanatçı tipidir. 13. v e 15. yy.lar arasındaki dönemde halk şiirine din v e tarikat konularını işlemiş kişiler damgasını v urmuştur. Bu dönemde din v e tarikat dışı halk şairlerinin (aşıkların) örnekleri bulunmamaktadır. Ama bu dönemin şairlerinden Y unus v e Kay gusuz, kendilerini din v e tekke konularıy la sınırlamamışlar, kendilerinden sonra gelen aşık şiirini de etkilemişlerdir. Saz şairi, halk şairi, halk ozanı şeklinde de adlandırılan aşık, bir y önüy le eski destan geleneğini sürdüren ama başka bir y önüyle de "sevda şiirleri" söy lemekle görev lenmiş bir sanatçıdır. Halk inanışına göre aşık, şairlik gücünü v e yeteneğini, düşünde gördüğü Pir'inin sunduğu "Aşk Badesi"ni içerek v e "ideal sevgili"nin hay alini görmekle kazanır. Onlara, Badeli Aşık, Hak aşığı denilmesi de bundandır. Onun y aratıcılığı şiir y azmaktan değil, doğaçlama şiir söy lemekten gelir. Bütün bu söyleyişlerine müzik icra ederek bir başka özelliğini de katar. Bundan dolay ıdır ki, Aşıklar, düz konuşma ile şiir söy lemey i, "dilden söylemek" v e "telden söylemek" dey imleriy le ay ırırlar. Aşık y aratmaları her ne kadar bi rey ürünleri, imzalı y apıtlar ise de, ay dın sanatçı yapıtlarından bir çok bakımdan ay rılırlar. Sözlü gelenekte oluştukları, geliştikleri, kuşaktan kuşağa sözlü aktarma yoluy la ulaştıkları için, bireyciliklerini zamanla yitirmişlerdir. Anonim, halk şiiri (türkü, ağıt v b.) ürünlerine dönüşmeleri de bundandır. Halk dili ile eser veren aşıklar, sadece kendi ürünlerini değil, başka aşıkların şiirlerini de köy, kasaba, şehir merkezlerinde türlü ezgilerle söy lerlerdi. Bu özellikleri v e hemen çoğu zaman sey ahat etmeleri, eski ozanlık geleneğini de sürdürdüklerini göstermekteydi.
tavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
Aşıkların destan anlatımları iki kümede toplanır. Birincisi, nazım şeklinde düzenlenen destanlardır. İkincsi ise, nazım-nesir katışık olarak anlatılan halk hikay eleridir. Nazım şeklinde düzenlenen destanlar, dörder dizelik bentlerden mey dana gelir. Bend say ısı 120'y i bulan destanlar olduğu gibi, 8'i-10'u geçmeyenler de v ardır. Ölçüsü çoğunlukla U'li hece ölçüsüdür. Konuları ile destanlara yaklaşan 8 heceli şiirlere nadiren de olsa rastlanır. Uy ak düzeni ise, koşma biçimindedir. Destanların anlatım tekniği ise, çeşitlidir. Kimi destanlarda aşık olay ları kendi ağzından anlatmakla y etinir. Kimilerinde, kısa bir girişten sonra destanın önemli kişilerini de konuşturur. Her bendte kişilerden biri söz alır, destanın sonunu aşık yine kendi sözleriy le v e adını v ererek bağlar. Aşık destanları; ordu aşıklarının, gezici aşıkların, k e n t v e kasaba-köy aşıklarının dilinden, toplumu geniş ölçüde ilgilendiren olay ları konu edinirler. Bunlar sav aşlar, sav aş kahramanlarının serüv enleri, deprem, sel baskını, y angın, salgın hastalık v e kıtlık gibi af etler; halk ay aklanmaları, eşkiya v e ünlü kişilerin başlarına gelenler, gülünç tipler, doğa tasv irleri v b. olay lardır. Ay rıca öğüt destanı, y aş destanı şeklinde ciddi konuları işley en destan örnekleriy le; siv ri sinek, pire, tahta kurusu, züğürtlük gibi ciddi olmay an destan parodileri; gelinkay nana, y er-gök, ev li-bekar gibi "değişmeli destan" örnekl erine de rastlanır. İkinci tür destanlar ise; Köroğlu, Emrah ile Selvihan, Kerem ile Aslı, Aşık Garip, Aşık Kurbani, Tahir ile Zühre v b. gibi halk hikay elerini, İran v e Arap edebiy atından geçmiş hikay eleri kapsar. Bu anlatı geleneğinin bugün dahi canlı kaldığı bölgeler (Kars, Erzurum, Maraş, Çukurov a vb.) v ardır. Aslında bu anlatı geleneği destanileşmiş masallardır. Vey a destan özelliklerini yitirmiş, masallarla karışmış destanlardır. Masal
unsurlarının en f azla şehirlerde geliştiği, destan unsurunun ise, kırsal alanda egemen olduğu da başka bir özelliktir. Bu halk hikay elerinin büy ük çoğunluğunun 17. yy. dan sonra meydana geldiğini biliy oruz. Zira bunların kahramanları olan şairler, bu y üzy ılda y a da ondan sonra y aşamışlardı. Ay rıca, hikay elerdeki aruz-lu şiirler, tasavvuf etkisi, dinsel temalar div an edebiy atının halk şairleri üzerindeki etkisini göstermektedir ki, bu da 17.yy'dan sonra kendini gösteren bir durumdur. Bu türün, eski ozanların anlatma geleneği olan destanın (epope) y erini aldığın ı, o gelenekten pek çok şey i taşıdığını görüy oruz. Anlatıy a sazın v e ezginin koşulması, mimik v e ses taklitlerinin önemli bir yer tutması, anlatımın büy ük boy utu (üç-beş-ye-di gün süren hikayeler olmaları) anlatıcının uzun bir eğitim sürecinden geçerek uzmanlaşması, hikayelerin çoğu kez erkek v e yetişkinlere seslenmeleri, anlatıcı-dinley ici ilişkilerinin benzerliği v b. gibi özellikler hi kay eleri destanlara y aklaştıran özelliklerdir. Bunlara rağmen, halk hikayelerinin biçim v e üslûpları destanlardan farklıdır. Destanlarda üçüncü şahısa day alı anlatım parçaları nazımla düzenlediği halde, hikay elerde nazım, kimi etkin konuşmalarla sınırlanmıştır v e anlatım tamamen nesir olarak y ürütülür. Örneğin Köroğlu hikay eleri gibi konuları destansı olanlar dahi, üslup, teknik ve anlatımlarının nitelikleri bakımından hikay e türünde sunulurlar. Konuları v e toplum içindeki rolleri ile de, halk hikay eleri destanlardan ay rı özellikler gösterirler. Destanlarda, bir toplumun tümünü temsil eden kahramanların, dış düşmanlarla, tanrımsı, şeytanımsı güçlerle olan ilişkilerini, sav aşlarını bulurken; halk hikay elerinde kahramanların toplum içi, birey ler y a da tabakalar arasındaki ilişkilerini, çelişkilerini, çatışmalarını buluruz. Ay rıca hi-
kay elerde olağanüstü öğelerin azaldığı, olay ların v e kişilerin gerçekliğe doğru bir konuma çekilmesi de söz konusudur. Üstün v e ay rıcalıklı kişilerin, doğaüstü güçlerin y erine sıradan insanların sorunları işlenir. Toplumsal, dinsel anlaşmazlıklar (As-lı'nın Kerem'e v erilmemesi), aşıkların özel y aşamları, gerçeğe uy gun söylenceler, egemen düzene başkal-dıran kahramanların serüv enleri (Köroğlu, Celali Bey, Kirmanşah vb.) konu edinilir. Bu, destanın biçim değiştirme sürecine girmesinden başka bir şey değildir. Matbaanın bulunmadığı, okury azarlığın toplumun geniş kesimlerine y ay ılmadığı koşullarda halk hikay eciliği, destandan modern hikayeciliğe v e romana geçişin bir türü olarak karşımıza çıkar. Sonuç olarak, aşık şüri sözlü gelenekte oluşan ve gelişen bir sanattır. Aşıklar, destana konu olan şiirler y arattıkları gibi, yarı manzum y arı mensur halk hikay elerini de anlatır v e belletirler. Çünkü destanlardan modern hikay e ve romana giden y olda onlardan başka sözlü taşıy ıcı, y ay ıcı kimse yoktur. Halk hikayeciliği de onların tekelindedir. Bütün bu f aaliy etlerinde onlar, halkın dertlerini, acılarını, sev dasını, kav gasını işlerler: Halkın alçak gönüllü bir sözcüsü, ay dınlatıcı bir gazetecisi olurlar. Yeni Destan Anlayışı ve Nazım Hikmet Aşıklar, 16.yy dan etkilerini yitirdikleri 1960 lara kadarki, 450 y ıllık süre içinde, y ararattıkları v eya y aydıkları destanlarla halkın belleğinde derin izler bırakmış, beğenilmiş, seslerini kendi çev relerinin v e çağlarının ötesine taşıy abilmişlerdi. Çünkü Y unus, Kaygusuz, Karacaoğlan, Da-daloğlu v b. gibi aşıkların şiirlerinde, büy ük tutkuların y a da y üzy ıllar boyunca değiştirilemeyen alıny azıları-nın, dindirilemey en özlemlerinin sesi vardı. Aşıklardan v e y arattıkları dest a v ı tavı r / f o l k l o r / haziran '99 /sayı : 13
tanlardan bu dönemde etkilenen sadece halk değildi. Ay dınlar da bu et kiy i derinden hissetmişlerdi. Ancak bir kısmının etkilenmesi biçimsel olmaktan ötey e gidememiş, y eni destan geleneğinin y aratılmasından çok, eskiy i tekrarlay an bir destan anlay ışını sürdürmüşlerdir. Osmanlı döneminde padişahların y aşamlarını, sav aşlarını, y aptıkları işleri manzum eserlerle dile getirenleri bu çerçev ede görebiliriz. Keza 1908'den sonra siyasette ve edebiy atta bir nev i romantizm akımı sayabileceğimiz Türkçülük akımını kendine rehber y apanların destanlarını da, aynı katagoriy e sokabiliriz. Örneğin Ziya Gökalp'in Şaki İbrahim Destanı, Balkanlar Destanı, Altın Destanı, Kara Destan, Ak Destan v b. manzumeleri bu dönemin belli başlı eserlerindendir. Y eni Destan anlay ışının ilk örneklerini, Kuvay-ı Milliye v e Şeyh Bedreddin Destanı ile Nazım Hikmet v ermiştir. Her şey den önce Nazım, toplumların artık olağanüstü kişilikte kahramanlara inanmadığını gör müş, bundan dolay ı da eski destan geleneğini sürdürmenin gereğine inanmıştı. Nazım Hikmet'in temellerini attığı y eni destan anlay ışı, şu temel özellikleri gösterir; a) Destanlar, emekçi halkın y aşadığı acıları, kav gaları işlemelidir. Ülkenin içinde bulunduğu görünümü, sınıf ve tabakaların durumunu, cardı ve karakteristik tipler çizerek v ermelidir. Bu resmediş; sömürüye, baskıy a son v ermek v e özgürlüğe ulaşmak için mücadele eden halkın özlemleri ile tamamlanmalıdır. Tarihe dünün özlemleriy le değil, bugünün ve hatta geleceğin gözüy le bakmak y aşanan olay ları matery alist bir y öntemle geleceğe mal etmek gerekir. b) Destanlar, yüce kişilerin, kahramanların serüv enleri y erine, insanın doğay la, toplumla v e kendi kendisiy le olan çatışmasını konu edinmelidir. İnsanların değişmeden suren ana iç güdülerine ancak böy le ce-
v ap verilebilir. Y ani bireysel duy arlılık, coşku ve dirençlerin hikaye edilmesi, olağanüstü durumları y aşay an halkın serüv enleriy le kaynaştırılma-lıdır. Çünkü, "tarih yapan" asıl kahramanlar onlardır. c) Eski destan kahramanlarının y adsınması, eski destan geleneğinin y adsınması demek değildir. Tarihe v e insana sınıfsal açıdan y eni bir gözle bakmaktır. Destanlarda, hikay elerde idealleştirilen kahramanlar y erine, inançlı kav ga adamlarını canlı v e abartıy a kaçmadan, gerçekçi bir tarzda çizmek gerekir. Birey sel serüvenlerin, toplumsal serüv enlere bağlamanın y olu da buradan geçer. d) Destanlar, gerçekçi bir görüş v e doğal bir anlatıma sahip olmalı, ilgiy le izlenen, serüv enli, hareketli ama o ölçüde de duy gulandırın v e düşündürücü kılınmalıy dı. e) Destanlar, halkın başından geçen olay ları, koşukla düz yazı biçiminde hikay e etmelidir. Ama sadece hikaye etmekle kalmamalı, bu söylenenleri sınıf sal bir bakış açısıy la geleceğe taşımalıdır. Koşukla düz yazı karışımının zenginleştirilmesine olanak tanınmalıdır. Bunun için halk hikay elerinden türkülere, halk şiirinden div an şiirine kadar pek çok gelenekten yararlanılmalıdır. Hiç bir geleneğe ön y argıy la y aklaşılmamalı, aksine bu gelenekler, y aratılan y eni şiir bileşiminin hizmetine koşulmalı-dır. Geniş halk y ığınlarının acılarını, sev inçlerini, umutlarını v e direnişini y ansıtan Nazım Hikmet'in Kuvay-i Milliye v e Şeyh Bedreddin Destanı'ndan sonra yeni destan örnekleri de kendini göstermiştir. Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Çakır'ın Destanı, Ata-ol Behramoğlu'nun Mustafa Suphi Destanı, Gülten Akın'ın Maraş'ın v e Ökkeş'in Destanı, M. Cevdet An-day'ın Ölümsüzlük Ardından Gıl-gamış, Ozan Telli'nin İshakça v e benzeri örnekler, bu geleneğin y eni halkaları olarak görülebilir. Yeni Destana Yeni Müzik Müzikle destanın ilişkisi, ilk söz-
lü destanların ortay a çıkışı ile birlikte başlar. En eski dönemlerde salt çalgısal bir müzik, sözsüz bir müzik yoktu. Y aratılan en güzel şiirler, müzik eşliğinde okunmak için y aratılırdı. Tek bir o zan taraf ından seslendi-rildiği gibi, koro olarak da (örneğin Y unan Destanları'nda olduğu gibi) seslendirilirdi. İlk çağ şiirlerinin ortak niteliği olan sözün, müzik eşliğinde sunuluşu, sonraki y üzy ıllarda da dev am etmiştir. Türklerde saz aşıklarının, Kürtlerde dengbejlerin, Y unanlılarda ozanların (Homerosoğulları'nın Lir eşliğinde şiir okumaları) y aptığı, bu eski geleneği günün koşullarına uy arlamaktan başka bir şey değildi. Bu şairler doğaçtan hikay e anlatma y eteneğine sahip oldukları gibi iy i de saz çalarlardı. Elinde saz v e belleğindeki hikaye, şiir toplamıy la kitlelerin karşısına çıkan aşıklar, sadece kendi eserlerini sergilemezler, anonimleşmiş şiirler ve destani hikayeleri de köy köy, şehir şehir yay arlardı. Gazetelerin, rady o v e TV'lerin kültür taşıy ıcısı işlev i gördüğü ve bunları en ücra köşelere kadar y aydığ ı, köy den kente göçün arttığı, plak, kaset sanay inin geliştiği günümüz koşullarında aşık geleneği de eski misy onunu yitirerek y ok olma sürecine girdi. Bugün artık bu gelenek f olklorik bir öge olarak her y ıl düzenlenen aşıklar bay ramına konu olmaktan öte bir değere sahip değildir. Aşık geleneğinin y ok olmaya yüz tuttuğu bugün ki süreçte, destanlar nasıl bir değişime uğramışlarsa, destan müzik buluşması da, y aşanan sürecin ihtiy açlarına cevap v erecek tarzda y eniden biçimlenmek durumundadır. Y eni destan anlay ışı, y eni bir müzik ihtiyacını doğurmaktadır. İçinde pek çok müzikal biçimi barın-dırabilen bu y eni müzik türü, tek bir saz y erine, ulusal v e evrensel sazlarla harmanlamay ı da beraberinde getirmiştir. Müzikteki bu sentezi yakalamak, destan müzik buluşmasının
tavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
günümüz koşullarına uy arlanmasının da anahtarı olmuştur. Nazım'm y arattığı y eni destan geneği, müzisy enleri de harekete geçirdi v e destanla müziğin y eni bir örneğinin doğmasına y ol açtı. Bu köprüyü kuran ilk kişi, "Kuv ay-ı Milliy e Destanı'nı" müziklendiren Zülfü Livaneli izledi. Şüphesiz bu çabalar çok fazla y ay gınlık kazanmadı. Kimi ilerici-demokrat sanatçıların birey sel duy arlılıklarını işlediği (Musa Eroğlu'nun Kerbela Destanı gibi) eserler, istisnai olmaktan öteye gidemedi. Bu olumsuz gelişmede, elbette müzik piy asasının ticari kay gılarının da önemli bir yeri vardır. Ruhi Su ile başlay ıp Zülf ü Liva-neli ile dev am eden destan-müzik buluşması, günümüzde Grup Y orum ile farklı bir noktay a ulaşmıştır. Artık tarihsel olayların destanının müziklendirilmesi değil, y aşanan anın destanının y azılıp müziklendi-rilmesidir söz konusu olan. Grup Y orum'un Sibel Y alçın destanı v e ardından gelen "Ölüm Orucu Destanı" (Boran Fırtınası), bu y eni anlay ışın ürünleri olmuştur. Şimdi sorun, bu y oldaki üretimleri çoğaltmaktır. Zira, bugün için destan-müzik ilişkisini bu y eni perspektifle ele almanın maddi koşulları f azlasıy la v ardır. Dev rimcilerin işkencehanelerde, dağlarda, şehirlerde kahramanlıklar y arattığı; Anadolu halklarının sömürüy e, baskıy a ve zulme karşı ay aklandığı, namus v e onur kavgası y ürüttüğü bir ülkede y aşıy oruz. Sanatçılar tanıklık ettikleri bu sürecin sanatsal üretimlerini kitlelere sunmakla görevlidir. Halklarımızın zengin destan geleneğini v e müzik kültürünü içsel-leştiren, onların renginden, sesinden beslenen y eni destan ve müzik anlay ışı, y aşadığı araç olduğu gibi, kitlelerin dönüştürülmesinde ve estetik beğenilerinin zenginleştirilmesinde de önemli bir olanak sunmaktadır.
yıldönümü e r k i n can
ereddüt etmediler, nam lulara, tehditlere, gözdağlarına, akrabalarının y alvarışlarına kulaklarını tıkay ıp gelecek güzel günlerin inancına sarıldılar. Ve gele cek günlerin mert, tok sesiy le seslendiler Türkiy e halklarına. "Yaşasın Tam Bağıms ız Türkiye". Kan düşüyordu devri me. Cephenin açtığı bayrak, dökülen kanla kızıllaştı. Kızıl yalnızca bir renk de ğildi artık. İstanbul Maltepe'de kahpece vurulmuştu Cevahir, öfkeyle dalgalandı bayrak." (Kızıldere, Adalılar ın Türküsü, Boran Y ay ınevi Sf:38) Tarih 1971'in 17 May ıs'ı. İsrail İstanbul Başkonsolosu Ef raim Elrom, Mahir, Hüseyin, Ulaş taraf ından rehin alındı. İstekleri hapishanede tutuklu bulunan tüm dev rimcilerin derhal serbest bırakılmasıdır. Ve bu ey lem sonrası y aşadıkları süreç onları bir direniş üssüne çev irdikleri Maltepe'y e götürdü. Egemenler bir başkonsolosun kaçırılması karşısında hemen harekete geçtiler. Tüm azıl ı katiller toplandı. General Faik Türün de bu
işin başmday dı. Amerika'dan öğrendiği y öntemleri uy gulayarak devrimcilerin peşine düşüp, bulacaktı onları. Hemen operasy ona bir isim buldular. Böy lesi daha iy i olacaktı. Şataf atlı bir gösteriyle dev rimciler yakalanırsa dev let daha güçlü görünecek, kimse bu gücün eünden kaçamay acaktı. Ve adına "Fırtına Operasyonu" dediler. İstanbul'un tüm mahalleleri ev ev aranmaya başlandı. Mahir’in, Ulaş'ın, Hüsey in'in boy boy resimleri süsledi şehrin tüm duv arlarını. Resimleri yapıştırıp altına "aranıyor" y azmay ı Amerika'dan öğrenmişlerdi. Ef endilerine iy i bir öğrenci olduklarını kanıtlay acaktı Amerikan uşakları. Dev rimcilerse bu koşuşturma içinde tüm güçleriy le mücadeleye sarılmışlardı. Peşlerinde dev letin "koca ordusu" olmasına rağmen onlar devrimi, savaşı büy ütmeyi düşünüy orlardı, Elrom'u kaçırırken istekleri y erine getirilmezse v uracaklarını, El-rom'u cezalandıracaklarını söy lemişlerdi. Ve Amerikan uşaklarına tanınan süre dolmuştu. Dev rimciler ilke-
tavı r / yıldönümü / haziran '99 / sayı : 13
lerine bağlıy dılar. Bu işin şakası olmadığını, söy lediklerinin ciddiy e alınmasını sağlamalıy dılar. Ne söy ledilerse y apmalı, ne y aptılarsa sav unmalıy dılar. Ve tetiği bu kararlılıkla çektiler. Aramalar sürüyordu . Gece aramalarında Elrom'un cesedi bulundu. Egemenler bu eylemle devrimcilerin kararlılığın ı görmüştü. Şimdi ABD'y e ne söy ley eceklerdi. Abilerinin öğrettiği gibi başlamıştı operasyon ama Elrom'u kurtarama-mışlardı. Elrom cezalandırılmıştı. Şimdi daha bir azgınlaşmışlardı. Ta rih 1971'in 28 May ıs'ını gösterdiğinde Ulaş Bardakçı Erenköy 'de y akalandı. Mahir v e Hüsey in bu kuşatmadan kurtulmay ı başardılar. Küçüky alı'da bir ev de kalmay a başladılar. Ancak şüphelenen komşuları taraf ından ihbar edildiler. Bir polis, bir astsubay, iki bekçi ve mahallenin muhtarı dairenin kapısına geldiler. Uzun uzun kapıy ı çaldılar. Kapıy ı kimse açmadı. Kapıy ı y okladılar, içerden kilitli olduğunu gördüler. Ek kuvv et getirmek için su-
bay ve polisler gittiler. Muhtar bir tanıdığ ını görüp, konuşmak için bir süreliğine uzaklaştı. Bekçi İbrahim Keskin kapıda nöbetçi olarak kaldı. Kapıdaki gürültüler kesilince Mahir gidip gitmediklerini anlamak için kapıy ı araladı v e bekçiy le karşılaştı. -Ne var, ne istiyorsunuz? -Kapıy ı neden açmadınız, bir da kika karakola gelebilir misiniz? -Karakola gidecek bir durum yok, niye gideceğiz? - Bana öy le söy lediler. Karakola gelmeniz lazım. -Peki, üstüme değiştirip geleyim. İçeri girdi, silahlarını kuşandı, kapıy ı açtı, yanında Hüseyin Cev ahir vardı. 'Kımıldama' dediler, bekçiy e, bekçi kaçmaya kalkıştı, Mahir silahını ateşledi. Bekçi 'y andım anam' diy erek kaldırıma y ığılırken Cev ahir'le Mahir ellerinde silah, mermi dolusu valizle caddeye çıktılar. Herşey göğüs göğüsey di artık. Ellerinde silahları birbirlerini koruy arak çekildiler. Kov alayanlar gittikçe artarken onlar hem ateş açarak çekilmekte, hem de "Tam Bağımsız Türkiye" diy e slogan atmaktay dılar. Çember daraldı. Cevahir v e Çay an, Maltepe Orhangazi Caddesi Küçükbağ Sokak 8 no'lu apartmana girdiler. Bahçe duvarlarından atlay ıp birinci katın kapısını açtılar" Düşmanla göğüs göğüse geldiklerinde çatışacaklardı. Ama girdikleri ev de halktan insanlar v ardı. Önce onların can güv enliğini almalıy dılar. Evde y aşlı bir kadın, kızları v e torunları v ardı. Onları ev den güv enli bir şekilde çıkardılar. Onlar çıkar çıkmaz çatışmaya başladılar. PartiCephe'nin gelenekleri böy lesi çatışmalarla, kuşatmalarla adım adım şekilleniy ordu. Daha savaşın başlangıcıy dı ama biliy orlardı tohum ne kadar v erimli olursa kökleri o kadar sağlam, meyvesi de o kadar bol olurdu. Bu bilinçle hareket ettiler. Kaldıkları ev çatışmaya uygun değildi. Daha iy i bir y ere geçmeye karar v erdiler. Ay nı binanın üst katına çıktılar. Ev dekileri dışarı çıkardılar. Y alnızca birini rehin aldılar. "Sibel
Erkan"dı rehin alınan. Ev Binbaşı Dinçer Erkan'ındı. Parti-Cephe'liler geleneklerini y azmaya devam ediyorlardı. Sibel'i güv enlikli bir y ere y erleştirdiler. Ve kapıy a barikat kurup katiller sürüsüne seslendi Mahir v e Hüseyin; "Asla teslim ol mayacağız. Bizim buradan ölümüz çıkar. Çocuğa dokunmayacağız. Çocuk ancak sizin ateşinizle ölebilir. Silahımızı da asla teslim etmeyeceğiz. Erkek adam silahını teslim etmez. Bi zi teslim al maya gelirseniz silahımız size dönecektir." (Age, Sf:32) Ve marşlarla, sloganlarla, silah tarakalarıy la başlattılar çatışmay ı. Tüm azıl ı katiller oraday dı. ABD'li öğretmenlerinden, abilerinden öğrendiklerini y apmak için kolları sıv adılar. Evin etraf ına keskin nişancılar y erleştirip, projektörlerle aydınlattılar. Ve 51 saat sürecek direniş destanı başladı. Ay nı saatlerde Nurhaklar'da Sinan Cemgil'ler düşmanla çatışarak şehit düştüler. Mahir v e Hüseyin Sinan'ların şehit düştüğünü öğrendiler. Şehit y oldaşlarını çatışmanın içinde de olsalar marşlarla, sloganlarla ve silah tarakalarıy la uğurladılar. Düşman şaşkındı bu tablo karşısında. Amerika'da aldıkları eğitim y eterli olmuy ordu. Son bir y ol kalmıştı. Kendilerince dev rimcileri zay ıf noktalarından, ailelerinden v uracaklardı. Ama içerdeki savaşçıları daha tanıyamamışlardı. Oy unları bozuldu. İkisi de mertti, yiğitti. Bu yola baş-koymuşlardı. Geri dönüş y oktu. "Ya Ölüm Ya Zafer" diy e haykırıy orlar-dı. Ve tarih o büy ük ana tanık oldu. 1971'in 1 Haziran'ı. Katiller binanın içini görecek şekilde iy ice y erleştiler. Mutf ak penceresine gizlice merdiv en dayadılar. Öğlene doğru Hüsey in Cev ahir camda belirdi. Sibel'i serbest bırakıp çatışmaya dev am edeceklerini açıklarken kahpece v urdular O'nu. Sinsice binay a y erleşen katillerden biri O'nu çenesinden v urdu. Ve Cevahir bu çatışmada bereketli Anadolu toprağına kavuştu. Mahir ise y aralı olarak gözaltına alındı. THKP-C'nin kuruluşundan ektikleri dev rim tohumunu kanıy la tavı r / yıldönümü / haziran '99 / sayı : 13
beri
suladı. O bu tohumdan boy v eren filizlerin damarındaki kan. O halkın öncüsü, y oldaşı. O halkın y iğit evladı, sav aşçısı. O'nu katletmeleri y etmedi. 25 kurşun daha sıktılar. Ama bu kurşunlar tarihi silmey e, tarihi yok saymaya y etmedi. O; kavganın en ön saf larında Partisi'ne, önderine, halkına, vatanına bağlılığ ın, cesaretin, özv erinin, kahramanlığın adı. Dersim'liydi Cev ahir. Demirci Ka--alardan, Seyit Rıza'lara, Pir Sultanlara uzanan bir tarihin, bir halkın bağrında acıları v e özlemleri, sevdalan v e umutları y ükley ip gelmişti bu kavgay a. Zulme boyun eğmek, teslimiy et yoktu. Ve sav aş böy le sürmeliy di. Militanca, çıkarsız, hesapsız. Böy le düşünen say dı insanlardan biriy di. Cev ahir öğrencilik y ıllarında tanışmıştı Mahirle. Ve DEV-GENÇ saflarında birleşmişlerdi. Bu birliktelik onları doğru dev rimci çizgiy le mücadeley i dev rime taşıy acak olan örgütü kurmaya götürdü. 50 y ıllık rev izy o-nizme, oportünizme rağmen inançlarına daha sıkı sarılarak birbirlerini tamamlay arak kav ganm yükünü birlikte omuzladılar. Mahir'in önderliğinde Ulaş'la birlikte THKP-C'y i Anadolu topraklarına y aydı. Çay da, tütünde, f ındıkta, buğdayda sömürüy e karşı mitingleri örgütledi. Bir y andan halkı örgütledi, bir y andan da elde silah eylemden eyleme koştu. Gerilla f aaliyetlerinde de, işçi direnişlerinde de, toprak işgallerinde de her f aaliyette tereddütsüz en öndey di. Çünkü öncüy dü o. Kav gada tereddütsüz en öne atılan halkın y iğit evladı, y oldaşı, önderi Cev ahir... Şimdi senden öğrenen binlerce y ürek bugün senin gibi geleneklere yeni gelenekler ekley erek şehit düştüler. Bugüne dek senin ektiğin tohumları hiç susuz bırakmadılar, bırakmay acaklar. Ta ki dev rime kadar. Tek yolun dev rim olduğunu, kurtuluşun sizin y olunuzda y ürümek olduğunu, kurtuluşun savaşta olduğunu biliy or bu y ürekler. •
araştırma v olkan y ıldız
t, Avrat, Silah" diy e üç değerli olgudan biri olarak halkımızın kültüründe, y aşamında yer edinmiştir silah. Halk silahı namusu belleyip kuşanmıştır. Geleceğinin, kendi yaşamının güv encesini onda görmüştür. Zalimin elindeki adaletsizliğin simgesi olan silahın karşısında halk kendi silahını adaletin simgesi olarak koymuştur. Zalimin zulmüne başkoymak için kuşanmıştır. Türkülerine de konu etmiştir silahını. Kimi zaman namus olmuş, kimi zaman mey dan okumanın adı olmuş, kimi zaman onu kullanan en sadık dostu olmuştur silah. Halk, türkülerinde silaha olan sevgisini, güv enini, onunla kazanacağı umudunu işlemiştir. Köroğlu; "Köroğluyum kayaları yararım Halkın kılıcıyım hakkı ararım Şahtan padişahtan hesap sorarım Uykudan uyanan katılır hana"... dey ip bir başka türküsünde de; "Düş man geldi tabur tabur dizildi Alnımıza kara yazı yazıldı Tüfek icat oldu mertlik bozuldu Eğri kılıç kında paslanmalıd ır" derken silahı iki farklı yönüy le işlemiştir. Halkın elindeki silahın adaletin, mertliğin; şahın, padişahın elindeki silahın ise namertliğin, adaletsizliğin simgesi olduğunu. O dönemler halkın elindeki silah; kılıçtır. Tüf ekse yeni icat olmuştur v e y alnızca şahın, padişahın elindedir.
Köroğ-lu halkın kılıcıdır. Adaletidir. Bolubeyi'nin zulm ü n d en koruy andır. Köroğ-lu mertçe döğüşür, Bolubey i gibi namert değildir. Gözleri oy ulan babasının, beyin zulmü altoda ezilen halkm kılıcıdır, halkm adaletidir, halkın silahıdır Köroğlu. Çünkü Bolubey i'nin zulmüne karşı koy an tek yiğittir. Halk ondan cesaret alır. Diğer y iğitler onun cesaretinden etkilenerek katılırlar Köroğlu'na, bunun içindir Köroğlu'nun halkm silahı olması. Dadaloğlu silaha olan güvenini işlemiştir; "Beli mizde kılıncımız kirmani Taşı deler mızrağ ımın temreni Hakkımızda devlet vermiş fermanı Fer man padişahın dağlar bizi mdir" diy erek. Çünkü Dadaloğlu bilir ki onları padişahm zulmünden koruyacak olan bellerindeki kirmani kılıçlarıdır, temreni taşı bile delen mızraklarıdır. Bir de dağları v ardır sırtlarını
tavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
y aslıy acakları. Dadaloğlu bilir ki; padişahın zulmünün önünde sav unmasız silahsız durulamaz, zulmüne boy u n eğerekde y aşay amaz. B u n u n için ellerinde silah y erine geçen ne v arsa kendilerini koruy acak olansa odur. Bu y üzdendir silahlarına güv enleri. "Oy Mustantik Mustantik Tabanca mı ver bana Tabanca mın yüzünden On yıl verdiler bana" diy en ozan tabancasına özlemini anlatır. Biri ay rı düşerse silahından v ücudundan bir parçası eksilmiş demektir. Bir taraf ın koptu benden der. Et'le tırnak gibidir silahını değerini bilene silahı. Hiç ayrılmak, yanından ay ırmak istemez onu. Ay rı düştü-müydü silahından y arine hasret kalır gibi hasret kalır silahına.
Hekimoğlu, Ağa'nın kendisiy le v uruşma çağrışına; "Heki moğlu, derler benim aslıma Aynalı martin yaptırdım kendi neslime" diy erek vuruşmay ı kabul ettiğini ilan eder. Ay nalı martiniyle girer sav aşa, çıkar sav aş meydanına. Başedemez düşmanları Hekimoğlu'y la. Aklı v e silahıy la y arar çıkar düşmanlarının hain pususunu Hekimoğlu. Destanlaşır dillerde. Kürtoğlu'nun silahına düşkünlüğü; "Kürtoğlu der ki teslim olma m Elimdeki silahı vereme m" sözleriy le işlenir. Kürtoğlu bir Kürt eşkiy adır. Dev letle çatışır. Karşısında Mehmet Çav uş denen satılmış biri v ardır. Her def asında Kürtoğlu'ndan silahını bırakıp teslim olmasını isteyen Mehmet Çav uş'a Kürtoğlu'nun karşılığı ölüncey e kadar "ölürü m de teslim et me m silahımı" olmuştur. Çünkü o namustur ve namus ölene kadar korunur. Teslim edilmez y ok edicilere, teslim ederse düşmanına silahını na musunu teslim etmiştir düşmanına. Kürtoğlu'nun attığı kurşunlar saplanırken düşmanlarının bağrına, y üreğine bir f erahlık iner. Bunun içindir ki Kürtoğlu anlatılırken silahından mutlaka bahsedilir. Adi bir suçtan içeri düşen v e daha sonra hapisten kaçarak dağlara çıkan Gıldolağ isimli eşkıy anın mav zerinin kendisine olan dostluğu, arkadaşlığı karısının kendisi için yaktığı; "Gıldolağ'ın eğlencesi Karataş Ne ana m var, ne gardaş Beşli mavzer olsun bana arkadaş Alınan avlandım ben ona yanarım" ağıdmda dillendirilir. Silah arkadaştır Gıldolağ'a. Eşittir, dosttur onu taşıy ana silah. Terketmedikçe o terket-mez kimsey i, bir başına bırakıp gitmez adamı. Olur da iy i bakmazsan kızar y arı y olda kor seni çünkü sen bakmay arak y an y olda koymuşsundur onu. Nasıl bakarsan y arine, nasıl incitmezsen y arini, silahına da bak öy le, incitme bir taraf ını silahının. Y oksa dar günde bulamazsın y anında silahını. İnce Memed'de zalime meydan
okumanın adı olur silah; "Mor menevşedir martini min de miri Teslim ol ma m ölü m allah e mri" diy erek Toroslar'dan gürler İnce Memed. Buhurcular kulak v erip dinler onu, Abdo Ağa titrer ininden bu sesle. Bolkarlar bağrına aldı İnce Me-med'i. Abdo Ağa'nın zulmü altındaki köy lüy e umuttur İnce Memed'in mey dan okuy an sözleri. Arguv anli Ali, ağanın tuzağın a düşünce silahının y aranda olmadığına hay ıf lanır; "Gır atımı çekin binem üstüne (1) Verin tüfengimi destime Argavun'un Kürdü gelsin üstüme" diy en Arguv anh Ali namertçe, silahsız v urulmuştur. Arguv an'ın Ağası, ola ki elinde silahı olan da gitsey di Arguv anh Ali'nin üstüne baş edemezdi Arguv anh Ali'y le. Gır atana binip, silahını eline aldımıy dı artık kimse durduramaz, zarar v eremezdi Ali'y e. Ve Arguvanlı Ali öğütler der ki, ay ırma silahı hiç bir zaman y arandan. Çünkü odur seni koruy acak olan. "Ünlü Ali Efendim ünlü Tüfeginin ucu kanlı Yirmiiki kelle kesmiş Düş manına deve kinli (daha kinli) Alo'nun kinidir, intikamıdır, tüf eği. Demircioğlu'nun adamlarının sermiştir leşini y ere. ama Anasını kirleten, anasınm katili, halka jandarmayla birlikte zulmeden, Elif kızı döv erek y ataklarına düşüren, Demircioğlu'na kinlidir Alo. Hesap günü gelip de silahının namlusunu Demircioğlu'nun bey nine day ay ıp parçalarını saçtığında ortalığa alır intikamını, son verir Demircioğlu'nun zulmüne. Kahramanlığı ebedileşir halkın belleğinde. Bunlar gibi y üzlerce örnek v ardır türkülerde. Miçan'da; "Martinimin pulları Gece kestim yolları Aslan Mican geliyor Sayma z karakolları" Karay ılan'da; "Al şu kılıcı beline bağla Karataş içine toplar kuruldu Vura vura kolum yoruldu tav ır / f olklor / haziran '99 / say ı: 13
Yılan beyim koltuğundan vuruldu" Çete Türküsü'nde; "Zabalan (Sabahleyin) gaktım güneş parlıyo(r) Oturmuş çeteler tüfek yağlıyo(r) Yunan askerleri yaman ağlıyo(r) Dini bi uğruna ölen çetele(r) Garali Türküsü'nde; "Garali dedikleri bir kara (2) dana Çekti bıçağı tüngüdü meydana Garali'yi doğuracak birdebir ana İnersem İzmir'e yakarım dedi Garali" türkülerinde olduğu gibi y üzlerce örneklerle doludur, türkülerde silah temasının işlenmesi. Ev et halk türkülerinde silah f arklı temalarla işlenmiştir. Çünkü halk için silahın tek bir anlamı değil birçok anlamı v ardır. Bu y üzden hep farklı f arklı temalarla türkülerde karşımıza çıkar silah. Marşlarımızda da, kav ga türkülerimizde de "silah" bunlardan f arklı işlenmiştir. Çünkü bizim marşlarımızın, türkülerimizin kay nağı halkın kav gasıdır, halkın y aşamıdır, halkın v e haklının mücadelesidir. Marşlarımızda Silah Karadeniz... Bunu duysun derinliklerin; O ateşli göğüsleri delen hançerin kabzasını biz alacağız eli mize Marş olarak bestelenmiş olan Nazım Hikmet'in Mustaf a Suphi v e 14 yoldaşı için y azdığı bu dizide kabzasını biz alacağız elimize derken on-beşlerin kav gası Karadeniz'in o hırçın dalgalarında kay bolmamıştır. Çelikleşmiş, daha bir hırçınlaşıp, delerek Karadeniz'in bağrını dalgalar ını dev rim için çaptırmıştır. Onbeşler'in çe-likleyen kav gası bugüne miras olarak taşınmıştır. Ey DEV-GENÇ'li Savaş vakti yaklaştı Al silahı vur beline E mperyalizme karşı (oligarşiye karşı) Gençliğe çağrıdır bu. Savaş vaktidir. Artık silahlar kav ranılmalı, savaşa girilmelidir. Davulla, zurnayla, sazla Topla, tüfekle, silahla Kurtuluş savaşımıza Uyandık hey geliyoruz.
Kurtuluş sav aşımız için davulla, sazla, topla, tüf ekle, silahla derken her şey in elimizde silah olduğu, bir dav ulun, sazın, zurnanın elimizde nasıl silaha dönüştüğü anlatılmaktadır. Ulaş'ın elinde mavzer Mavzeri türküye benzer Bizi mkiler böyle ölür Böyle ölür bizimkiler Ulaş'ın elindeki mav zer bir türküdür. Dolaşır dilden dile, elden ele. Böy le ölür bizimkiler; elerinde silahlarıy la son mermisine dek türkü söyler gibi, tıpkı Vietnam'da silah tarakalarının sesini türküley en Vietkonglar gibi türkü söy ler gibi çatışarak ölür bizimkiler. Bu türkü Anadolu'nun her karış toprağında dillenir. Alnında yıldızl ı bere Elinde mavzeriyle Çıkıp Dersi m dağlarında Türkü söylemek var ya. Oy Cemo.. Cemo elindeki mav zeriy le kazınır bilinçlere, alnında y ıldızlı beresiy le ta Küba dağlarından sav aşan da, elinde mav zeriy le Dersim dağlarında v uruşanlar da birdir. Ve o sav aşın; elinde mav zeriyle Dersim dağlarında türkü söylemenin, türkü söyler gibi savaşmanın coşkusu, sev inci başkadır. O özlemle y anar y a şimdi binlerce yürek. Çekip alıyor soframdan Uğruna alınteri döktüğüm Ekmeği mi tütünümü ne varsa Düş man çizmesi altında yurdum Hava barut kokuyor Harita m kan içinde Söz eylemini bitir miş Silahın eylemidir şi mdi Göğsümü zde u mudun çapraz fişekliği Artık sözün eylemi bitmiştir. Silahın ey lemidir. Söylenecek söz çoktan söy lenmiştir. Şimdi artık savaşma zamanıdır. Cephanemiz umuttur. Düşmanın baskısından, sömürüsünden kurtulmanın y olu savaşmaktır. Elleri mizde silahlarımız Sloganlar dillerimi zde Kucaklıyor ölümü Varsa cesaretiniz gelin Silahınız bo mbanızla gelin Varsa cesaretiniz gelin. Ölümü, ellerimizde silahlarımız dillerimizde sloganlarımızla kucakla-
rız. Düşman silahı, bombası korkutamaz bizleri, bizim silahımız ces aret le, umutla, bili nç li ateşlenir. Ölüncey e kadar hiçbir zaman düşmez silahımız e l i m i zden. Hasretin O büyük güne Savaşarak varacağız Silahımız söyleyece k son sözü Haklıyız kazanacağız Hasretimiz olan o büy ük güne v armanın y olu savaşmaktır. Ve bu sav aşta son sözü söyley ecek olan, o görkemli günü yaratacak olan elimize kabzasını aldığımız o ateşli göğüsleri delen hançerdir; silahımızdır. Şehitlerimize armağan olacak olan o günü silahımızla kazanacağız; Silahımız bey nimizdir. Silah kimileri için ürkütücü bir nesne, kimileri için y ar, kimileri için zulüm aracı, kimileri için eş, dost, kardeş, yoldaş, kimileri için düşman, kimileri için düzenlerinin dev amı sağlay acak tek güç, kimileri içinse Adalet'in onurun, namusun simgesi, onların korunması aracıdır. Sonuçta silah bir araçtır v e onu kullanan onu nasıl y önlendirirse o da amaca hizmet eder. Bunun için; Zalimin elinde, silah; zorbalıktır. silah; adaletsizliktir silah; namertliktir silah; ölüm kusan makinadır. Halkın v e haklının elinde tavı r/folklor/haziran '99/sayı: 13
Silah; gelecektir Silah; öçtür Silah; namustur Silah; adalettir Silah; özlemdir Silah; umuttur Silah; yardır Silah; mazlu ma hayat verendir Silah; zalimin zul müdür. Bu silah hiçbir zaman y ere düşürülmeden y üzy ıllardan bu y ana elden ele miras bırakılarak bu günlere taşınmıştır. Bu günden y arma taşıy ıcıları ise biz dev rimcileriz. Ve hiçbir zaman düşmanımıza teslim etmey eceğiz. Namusumuzdur, halkın namusudur O.
(1) Destine: Kürtçe bir kelimedir "elime" anlamına gelir. (2) Tüngu mak: Birden sıçrayıp orta ya çıkmak. Kaynak: Öyk üleriyle Halk Anlatı Türküleri/ Mehmet Ba yrak.
öykü kenan t e m i z
A
lacakaranlığın sessizliğini y ırtan motor sesleriyle sulan y ara yara günlük rızkına açılan teknelerde, güv ertede, dümen başında görmey e alışık olduğumuz y üzler... Başlarında el örgüsü başlıkları, mevsim ne olursa olsun y akası yüksek boğazlı kazaklar, üstüne y ün keçeden ya da deriden y elekleriy le denizin ırgatları, balıkçılar. "Bismillah" çekip çalıştırılan motorlarla hareketlenen teknelerden birbirlerine "rastgele" dileklerini bağırarak düşüy orlar yola. Y ol dememiz ağız al ışkanlığındandır elbette. Denizde y ollar geçi cidir. Teknelerin ardında bıraktığı izin ömrü kadardır yolların ömrü. Çanakkale'den İskenderun'a, Ege'nin, Akdeniz'in dalgalarıy la oy arak oluşturduğu irili ufaklı yüzlerce koyu y uva bellemiş tekneler... Teknelerin y anıbaşında eller ağ örmekte... Y engeçlerin parçaladığı, deldiği ağlar onarılmazsa ekmek çıkmaz denizden. Y engeçler, ağlar karidesle dolduğunda karides kokusunu alır almaz kıy ıdan başlarlar ağlara doğru y üzmeye. Geç kalınır sa, ağ toplanmazsa zamanında, işte hem ağdan, hem de karidesten olursun... Kıy ıda eller ağlarda, bir y andan koy u bir sohbet, geçmişten, bugünden, birbirlerinin sev inçlerinden, sıkıntılarından... Deniz kaynaştırır balıkçıy ı, saf laştırır, y an y ana, omuz
omuza getirir. Fırtınası, dalgası, kıtlığı, bereketi hep birlikte y aşay anlar birbirlerinin y alnız iy i günlerinde değil, kötü günlerinde de can olurlar. Ekmektir deniz, rızktır. Ve deniz herkese rızkın ı v erir. Bu y üzden denizde kıskançlık olmaz... Kıy ıda balıktan dönenler kimi zaman "y a nasip" okuy arak, kimi zaman sev inçle indirir balığını. Ge çerler çardağa, demli bir çay eşliğinde birbirlerinin sözlerini kese kese, hem herkes konuşur, hem herkes herkesin konuştuğunu anlar. Öy le bir güzelliktir hergün y aşanan. Ama zaman ilerledikçe kelimeler sey relir, bir eksiklik, bir boşluk v ardır, bir türlü rahat bırakmaz hiçbirini. Birinin dudağından çıkar: "Reis gelmedi". Önce hepsi birden "gelir gelir, dur hele" derler, aslında hepsinin içine kurt düşmüştür. Zaman ilerledikçe hiçbir laf ın anlamı, hiçbir şey in tadı tuzu kalmaz, kalkılır, y ürünür motorlara. Reisin açıldığı bölgey e v e çev resine çevrilir teknelerin burnu. Bazen saatler, hatta günler boyu bıkmadan, usanmadan taranır deniz. En kötü durumda, tekne batmışsa da mutlaka bulunur bir iz. Duramaz balıkçı y erinde. Bu y üzden dostlukların da anasıdır deniz, sev ginin de... Kimi zaman yürek yakan sevdaları besler dalgalar. Koy larındaki sular gibi duru, saf, temiz. Denizine bir sevdadır Selimiyeli Ay nur Reis'in y üreğine 18 y ıl önce
tavı r / öykü / haziran '99 / sayı : 13
düşen. Beş y aşınday ken babasının teknesinde tanımıştır y aşamı. Y aşam, uçsuz bucaksız denizden ekmek kazanma kavgası. 18'ine vardığında usta bir denizcidir. Sabahlardan bir sabah Sedat Reis gür sesiyle "Haydi rastgele" diy e bağırdığında başını kaldır ıp bakmış, ağzında dü ğümlenmiş sözü. Sessizce çıkıv er-m i ş f ısıltı gibi "sana da rastgele". Gözgöze gelmişler bir tekne boy u zamanda. Öy le dolambaçlı y ollara sarmamışlar işi. Denizine tutulmuşlar y a, birbirlerine kav uşmuşlar balıkçı töresine. Ay nur Reis için değişen tek şey, bir tekneden başka bir tekney e geçmek olmuş. O kadar y alın, o kadar sade. Ve şimdi üç çocuk büy ütmüş bir ana. Çocuklarına deniz analık etmiş. "Denize ne verirsen onu alırsın." Bütün balıkçılar gibi ağ örmenin, ağ sarmanın, ağ toplamanın, tekne temizlemenin ustası. Ev inin de direği, çocukların anası. Denizden emekli o l m a k y oktur. Beş nüf us beslemek kolay mı? Barbun'u, mer-can'ı, sabiya'y ı (mürekkep balığı), palumutu... bir de ahtapotu her şey iyle bilir, tanır. Hele de ahtapotu onun kadar ne Sedat bilir Selimiye'de, ne de bir başkası. Motorun sesini k e s i p y avaşlay ınca, başlar gözleriy le ahtapotun y attığı kay alığı taramay a. Nereye gitse bulur onu Ay nur Reis. Nice güçlü sarılsa onca kollarıy la kay ay a, zıpkını y edi mi, gücü kuvveti kesilir, bir de Ay nur
Reis'in kolunu daldırıp pençesiy le kav ramasından kurtuluş y oktur. Ay nur Reis, Sedat Kaptan'ın karısı, çocuklarının anası, denizin ustası... Doğduğunda kendi çığlığını duy amamış Kadriy e Ana. Gözleri açıldığında anasının dudakların ın kıpır dadığını görüp gülmüş. Arkasında ona seslenen, el çırpan babasının "Kadriye" diy e seslenişini de duymamış. Şimdi de Fethiy e'den kıy ılarında, ne otomobillerin gürültüsünü, ne balıkçı teknelerinin motor seslerini... Bir tek sesi duymuş, denizin sesini, denizde ne varsa onların seslerini. Babasının teknesinde denize ilk açıldığı gün sevinçle kolunu kaldırıp bir y önü göstermiş. Anlamamış önce koca reis. Y ılların usta balıkçısı, çocuk şaşkınlığına v ermiş, ama çırpınıp durmuş Kadri-ye. Koca reis, küçük Kadriye'y i sevindirmek için teknenin burnunu çevirmiş onun gösterdiği y öne, bir süre yol almış, sonra o şaşkınlıktan çırpınmış sevinçle. İşte balık... Fethiye kıy ılarından y ukarıy a y a da aşağıy a, tüm kıy ılarda balığın y erini en iy i o biliy or. Gözleri bıçak gibi keskin. Elleri, o ağ onarırken y a da y eni bir ağ örerken ellerine göz yetişemiyor Başındaki baş örtüsü bürücük, sırtında el örmesi hırka, üstünde pa-
zar eteği, ay aklarında el örmesi y ün çorap. Arap Ahmet'in her şeyi... Karanlık içinde av a çıktığı gün gör müş Kadriye'yi, bakışmışlar, konuşmuşlar. Kadriy e ne söy ley ecekse bıçak keskini gözleriy le söy lemiş. Arap Ahmet'in her şey i oluv ermiş. Her şeyi; karısı, üç çocuğunun anası, teknesinin kılav uzu, ağlarının ustası, ömrünün yarısı. Bir gün aniden lodos çıkmış, deniz kabarmış. Ağları toparlayana kadar lodos sarmış denizi boy dan boy a. Tekne beşik olmuş sallanıy or. Kadriy e tekneye kılav uz, batırmamak için av azının çıktığınca bağırıy or. Avazı... O, denizdeki sesleri duy uyor, deniz onun sesini. O, denizin arkadaşı... Ayşe, kınalanmadan önce Çanakkale'de kendi halinde bir ev kızıd ır. Çağı geldi diy e, iyi bir sanatı var diy e, berber Ramazan'a kesmişler sözü. Ramazan baba ocağından balıkçı. Denizden ekmek kazanmak iy ice zorlaşınca sanat öğrenip dükkan açmış. Önce Ay nur'u vermiş kınalı Ayşe Ramazan'ın kucağına. İki y ıl sonra Aykut'u. Dükkan dar gelmiş Ramazan'a. "Haydi kınalım" de miş, "deniz bizi çağırıyor". Küçük bir sandala değişmiş dükkanı. Kınalı denizi bilmezmiş önceleri. Elleri şişmiş ağ çekmekten, tavı r / ö y k ü / haziran '99 / sayı : 13
y arılmış kınalı elleri soğuktan. Dökülmüş kınaları da hiç ses etmemiş. Y av rular ekmek ister, Ramazan ekmek peşindey ken ne yapmalıy dı? Sarılmış y arılan ellerine inat ağlara, kov a kova suy u çekip y ıkamış tekneyi her akşam. Çocukları y atırıp erkenden, alacaşaf ağa varmadan açılmış y ine denize. Deniz onu sevmiş, o denizi kabullenmiş. 20 y ılını v ermiş sulara, büy ütüp okutmuş çocuklarını. Şimdi öv ünüyor; biri öğretmen, ötekisi üniv ersitede diye. Onlara da öğretmiş tekney i, balığı, denizi. Bir gün, bir gün deniz çağırırsa diy e... Onlar denizin ustaları. Onlar dalgaların arkadaşları. Onlar ana, onlar öpülesi kınalı elleriy le hayatın reisleri. Çocuklarının adın ı teknelere y azmışlar. Onlar denizin anaları. Y av ruları çağırmış, durmak olur mu? Vurmuşlar sulardan sulara. Onları deniz çağırmış. Rastgele Ay nur Reis, rastgele Kadriye, rast-gele Kınalı. O emekçi elleriniz alacaşafakta bir g ü n en güzel güneşi doğuracak. Mutlaka doğuracak; size yine de rastgele... •
öykü ö z g ü r a ksu
K
üçük oğlu Murat'ı da okula gönderince, mutfağa gidip çay ı ısıttı Zeynep. Kahvaltı sof rasına temiz bir bardak getirip çay doldurdu. Bir y andan kahvaltısını y aparken, bir yandan da izlediği sabah programını kaçırmamak için telev izy onu açtı. Kocasından v e çocuklarından daha erken kalkıp kahv altılarım hazırladığı halde onlar ev den çıkana kadar kendisi kahvaltı y apmazdı. Bir y andan oğlunun nereye koy duğunu bilmediği defterlerini, kitaplarım ararken, bir y andan da kızının üstünü başını hazırlad ı. Kocası y a çorabını y a gömleğini ister, Zey -nepse sabah sabah tüm bunların y anında bir de onların çay ını doldururdu. Bu kadar işin arasında oturup da bir bardak sıcak çay içemezdi. Aslında böy lesi daha f azla hoşuna gidiy ordu Zey nep'in. Hem sakin sakin kahvaltısını y apıy or hem de telev izy on izliy ordu. Kumanda aletini eline alıp kanallarda neler v ar dey ip, şöy le bir dolaştı... Bu saatte bütün kanallarda neredey se birbirinin ay nısı programlar v ardı. Bir kadın bir erkek sunucu garip kıy afetler giy iyor, birbirlerine şakalar y apıy orlardı. Bolca da klip y ay ınlanıy ordu. Sonra bir de y emek tarif leri, def ile görüntüleri... Arada sırada bir "doktor" çıkıp estetik ameliy a-
tın ne kadar fay dalı olduğunu vey a hangi rejimle daha çabuk kilo v erileceğini anlatıy ordu... Bu programlanıl ardından dizi f ilmler başlıy ordu. Her kanalda birbirinin kopy ası olan garip pembe diziler v ardı. Bütün kanallar aynı saatte başladığı için Zey nep yalnızca birini izley ebiliy ordu, ama olsun. Ara sıra diğerlerine de bir göz atıy ordu. Hem komşuları da anlatıy ordu o dizileri. Böy lelikle az çok onları da izlemiş oluy ordu. İzlediği f ilmin başlamasına daha bir saate y akın zamanın olduğunu f arkedince Zeynep hızla ev i temizlemey e başladı. Bardağında kalan son y udumu da aceley le içerek sofray ı topladı. Ortalığı süpürdü, temizledi... Temizlik işi bitince mutf ağa geçti. Akşam yemeğini hazırlay acaktı. Bugün rahattı. Her gün y aşadığı gibi saatlerce "bugün ne pişireceğim" diy e düşünmey ecekti. Daha kocası maaşını alalı birkaç gün olmuştu. Her ne kadar ellerinde pek bir şey kalmasa da dün pazara gidebilmişti y a. Hiç olmazsa yemeklik birşey ler alabilmişti. Onun için rahattı bugün. "Ne pişireceğim" di ye saatlerce düşünmey ecekti. Fasulye pişirecekti bugün. Taze f asulye. Fasulyeleri plastik bir sepete koyup salona gitti. Pembe dizi de y eni başlıy ordu. Başrol oy uncusu olan uzun saçlı katavı r / ö y k ü / haziran '99 / sayı : 13
dın kızkardeşiy le kocasının v e kocasının sekreteriyle babasının ilişkileri olduğunu öğrenmiş ağlıy ordu. "Zavallı kadın hep böyle acı çekiyor" diye düşündü, Zeynep bir y andan fasulyeleri ay ıklarken. Fasuly elerin yarıdan f azlası çürük çıkıy ordu. "Eee sen ucuz olsun diye pazarın dağıl ma saatinde gidersen bir de üç kuruş az vermek için yarım saat pazarlık yaparsan böyle çürük çarık olur" dedi kendi kendine. "Ama başka ne yapabilirim? Hüseyin'in kazandığı maaşla başka türlü nasıl geçinebiliriz ki?" dedi kendi kendine. Sonra kendini dizi f ilmin temposuna kaptırdı y ine. Öğley e kadar öy lece oturup fasulye ay ıkladı, film sey retti. Öğle y emeği y apmazdı zaten. Bir tek Murat gelirdi bu saatte. Ona da dün akşamdan kalan bir tabak yemeği yedirince tamam olurdu herşey . Kendisi f azla bir şey yemezdi ki. Öğlenden sonra f asuly eyi ocağa koy du. Dantelini aldı eline. Hafta sonuna kadar elindeki danteli bitirmesi gerekiy ordu. Çünkü, ördüğü dantelleri sattığı mağazanın sahibi telef on edip, yeni siparişler var, hafta s o n u n d a gelip onları alırsın demişti. İy i ki bu dantel örme işini bulmuştu. Kocasının maaşı dört boğaza y etmiy ordu ki. Hiç değilse ellerine 3-5 kuruş da bu sayede geçiy ordu. Aslında Zey nep'e kalsa başka bir iş de y apar,
o da başkaları gibi gider çalışırdı y a, Hüsey in izin v ermiyordu. "Ben karımı böyle dışarda elin ada mların ın yanında çalıştırma m, na musu mu ikiparalık ettirme m" diy ordu. Haksız da say ılmazdı Hüsey in. Doğru y a, elalemin hırsızı v ar, arsızı v ar. Kimin ne olduğu belli değil ki. Öy le herkesin yanında güv enilip de çalışılmaz bu dev irde. Tanımadığı, bilmediği adamların y anında çalışması olmazdı. Ama bu dantel işi öy le değildi. Hem y ıllardır y aptığı, bildiği bir işti. Hem de ev inde y apıy ordu. Oturuyordu telev izy onun karşısına bir y andan dizi f ilm sey rediy or, bir yandan da dantelini öry ordu. Namusuyla kazanıy ordu, kazandığı 3-5 kuruşu. Akşama kadar bir hay li dantel ördü Zey nep. Bir hay li dizi f ilm sey retti. Bu arada çocukları da okuldan gelmişti. Murat hergünki gibi çantasını bir köşeye atmış, bir iki lokma y emek y eyip, sokağa koşmuştu. Kızı Filiz ise biraz derslerine bakmış, sonra annesiy le birlikte pembe dizi sey retmeye koy ulmuştu. Hav a kararmaya başlarken Zey -n e p dantellerini topladı. Torbasma koyup her zamanki y erine, kapının arkasına astı. Mutf ağa gidip y emeği hazırlamay a başladı. Filiz de annesine ardım ediy ordu. Biraz sonra Murat gel di. Ardından her günkü y orgun haliyle Hüsey in girdi sokak kapısından. Anne kız sof ray ı hazırlarken Hüsey in telev izy onu açtı. Haberler başlamıştı... Y ine her akşam ki görüntüler v ardı telev izy on ekranında. "Şu siyasi partinin lideri, şunu dedi, bunu söyledi, bu böyle konuştu..." Herkes bol bol konuşuy ordu... 10-15 dakika süren bu haberlerinden ardındansa "hangi po p şarkıcısı konserinde hangi elbiseyi giydi. Hangi manken neresine estetik ameliyat yaptırdı. Hangi futbolcu sevgili değiştirdi vb." haberler v eriliy ordu. Ekran yine neredeyse tamamen çıplak kadın görüntüleriy le doldu, içinden "la havle" çekti Hüsey in. Başka bir kanalı açtı. Biraz sonra orada da benzer görüntüler çıktı. Y ine değiştirdi kanalı. Bir y andan da söy leniy ordu. "Gösterdikleri haberlere bak. Ailece oturup insan haber bile izle-
yemiyor" diy e. Sof ray ı topladıktan sonra aceley le çay ı getirdi Zeynep. "Başladı mı?" diy e sordu. "Yok anne, daha başlamadı" d e d i M u r a t . M u r a t ' ı n , Filiz'in v e Hüseyin'in gözleri sanki ekrana sabitlenmiş gibi duruy orlardı.. Hüsey in, telef onun kablosunu salonun ortasına kadar uzatmıştı. Telev izy onun tam karşısına oturmuş, hiç durmadan ay nı numaralara basıy ordu. Zey nep çaylarını v erip kanepenin ucuna oturdu. Şimdi onun gözleri de ay nı noktadaydı. Nihay et garip bir müzikle başladı y arışma programı. Ekranda may olu, mini etekli kadınlar dans ediy ordu. Bir süre sonra müzik y ükseldi, spikerin sesi duy uldu. Acay ip kılıklı bir adam koşarak geldi sahney e. Y an çıplak dans eden kadmlar sardılar çev resini. Kimi adama sarılıy or, kimi kolunu tutuy or, kimi elini boy nunu doluyordu. Adam tüm bunlarm arasında y ılışık y ılışık program sunuy ordu. Hüsey in tüm bunlardan rahatsız olsa da biraz sonra kazanacağmı hay al ettiği mily arları düşünerek bir şey de-miy ordu. Başka zaman böy le görüntüler çıksa mutlaka küf ür eder, kanal değiştirirdi. Eh zaten görüntüler de izlenecek gibi birşey değildi. Ama kazanılacak olan mily arlar tüm bunları izlettiriy ordu ona. Spiker ilk telefon bağlantısını kurmuştu. Sesinden hay li ihtiyarlamış olduğu anlaşılan bir kadın, sunucunun sorduğu deh saçması gibi uy duruk bir soruy u bilemiy or, adama yalv arı-y ordu. "Ne olur yardım edin. Bu paraya çok ihtiyacım var, n'olur, n'olur yardım edin." Kadın telev izy onun v erdiği paray ı almak için sunucuy a yalv ardıkça y alvany ordu, neredeyse ağlayacaktı kadın. Sunucu sürekli "başka ne yapabilirim ki" diy or, bir yandan da y anınadaki çıplak kadınlarla birlikte kikirdiy ordu. Bu sahne bir süre dev am etti. Sonra y aşlı kadının y akarma ve hıçkırıkları arasında spiker telefonu kapattı. Hüsey in'in parmakları y arışma başladığından beri hiç durmadan aynı ritimle tuşlara basıy ordu. Sunucu tavı r / öykü / haziran '99 / sayı : 13
y eni bir telef on bağlantısı kurulmasını anons ederken, Hüseyin'in kulağında telef on sesi bitmişti. Telef on çalıy ordu. Hüsey in telefondan gelen sesin değişikliğiy le birden irkildi. Parmaklarıy la hep ay nı hareketi tekrarlay ıp, hep ay nı sesi duyduğu için, belki de telefonun çalacağını beklemiy ordu. Telef on çalıy ordu. Bir kadın açtı telef onu, Hüsey in'in adını, soyadını sordu. Sonra bağlantı kurulana kadar beklemesini söy ledi. Ev dekiler hepsi Hüsey in'in çev resine birikmiş, "telefon düştü mü" diy e soruyorlardı. Hüsey in hiçbir ses duymuy ordu oysa. Aklında hep biraz önce y aşadığı daha doğrusu biraz önce gördükleriy le kavradığı gerçekler geliy ordu. Y aşadığı y oksulluklara, y oksulluğun getirdiği y oksulluğa, horlanmışhğa son verecek olan 10 milyar liray ı alabilmek için insanların nasıl düşkün bir hale getirdiği gözlerinin önüne geldi. Bugüne kadar hep namusu için, onuru için y aşamamış mıy dı? Haketmediği, alınteriy le kazanmadığı tek lokma geçmemişti boğazından. Aslında telev izy onlarda patronların dağıttığı 10 mily arda kendi alınteri vardır ama... Aması v erdi işin. Y a o rezillikleri izlemek, onların v ereceklerini onların v ereceklerini v aatettikleri paralar için onur diy e, namus diy e, değer diye bildiği herşey in kirletilmesine göz y ummak, ya o y alvarışlar, ya o garip kılıklı, insanın en temiz, en saf y anına kendi pisliklerini bulaştırmak istey en züppeler, fahişeler... Tüm bu pislikleri her gün ekrana taşıy an şu karardık ekran. Hüseyin'in kafasında tüm bunlar dolanıp durdu o kısa bekleme süresinde. Telef onun diğer ucunda ve ay nı anda telev izy ondan duy ulan spikerin sesiy le düşüncelerinden sıy rıldı Hüsey in. Sunucu, her harfi sünrüdere sündürü ağznı y aymış konuşuyordu. "Aaalllooo! Buyrun efendim..." önce bir şey demedi Hüsey in, y utkundu. "Al lah belanızı versin" dedi sonra. Stüdy oda ince bir siny al sesi çınladı. Hüsey in telefonu kapatmıştı. •
masal sa m e t yı l d ı z
"Tık tık tık...
ajans haberlerine bakıy or, etraf ın-dakileri
tık tık tıık tıııkkkk"
dinlemekle yetiniyorlardı.
Bülbülün iç çekerek özlemle baktığı köhne
ahırda
ise
y emin
töreni
Ağaçkakanlar koca çınarın geniş
Bir anlık sessizlikten sonra "kurtlara
y apılmaktaydı. Ahıra seçilen eşekler,
göv desine son haberleri gagalıy orlardı.
geçit yok!" diy e cılız bir ses yükseldi.
y ılanlar, tilkiler v e güvercinler kurtlarla
"Kovuklar açıldı! Kurtlar büyük bir oy
Bülbüldü bu. Daldan kanatlanıp aşağıy a
y anyana oturmuş sıray la kürsüye çıkıy or,
patlaması yaparak ahıra girdiler"
indi.
anırıy or,
"Arka daşlar
kurtlara Çınar ın önünden geçenler, son ajans haberlerini kay gıy la okuyorlardı.
karşı
birleşmeliyiz koymalıyız"
ve diy e
"Şi mdiye kadar aklın neredeydi" diye
girdiği
bağırtılar,
görüldü.
çığlıklar
Her
taraf tan
gelmeye
başladı.
Özellikle güv ercinler dişi tilkiye büy ük bir
çıkıştı karınca.
Eyvahlar olsun, şimdi ahıra girdiler, gayrı soyumuzu tüketirler" dedi serçe.
şapırdatıy or,
Bir ara ortalık karıştı. Dişi bir tilkinin ahıra
yuvama girip, yu murtalarımı çalıyorlardı.
ağız
konuşmasını sürdürdü. Tüm hayvanlar gülmey e başladılar.
"Bunlar ahıra seçilmeden önce de
tıslıy or,
uluy or, ötüy orlardı.
tepki gösteriy or, cikliyor, tüy lerini y olmak "Seçimlerde bana oy verseydiniz
istercesine
havalanıy orlardı.
Derken
güv ercinlerin şef i kürsüye kadar gelerek
böyle olmazdı" diy e diretti bülbül. "Beni m için ahıra ki min seçildiği
söz aldı v e bu dişi tilkinin bu ormanın bir
öne mli değil" dedi balansı v e ekledi:
"Sen de gül bahçesine dadanıp gü le
v atandaşı olmadığını, d o m u z l a r
"Ki m seçilirse seçilsin kovanla-rımdaki
feryad-ı figan edeceğine bizim aramızda,
ülkesinin kimliğini taşıdığını söy ley erek,
ballarımı hep ayılara yediriyor"
derdi mizde, tasamızda olsaydın belki oy
ahırdan atılmasını istedi.
verirdik" diye v ızıldadı balarısı. "Tilkilerle meslerde
kurtlar bir
tavuk
olacak,
kalmayacak"
küdiy e
kay gısını belirtti horoz.
Ortalığın Bülbül
ise
oturumun
Gey ikler, sincaplar, kaplumbağalar
cev ap
y apıldığı
v ermedi. ahıra
İlk
çev irdi
pazarlıklar
gözlerini." Ahhh" diy e derin bir iç çekti.
Güv ercinlerle
"Onca
y apacakları
anırmanın,
havlamanın,
sakinleşmesinden
sonra
oturuma d e v a m edildi. Ahırda sıkı y apılmaya kurtların söy leniyordu.
başlamıştı. koalisy on Orman
v e özellikle de koy unlar ne y apacaklarını
tıslamanın,
birbirine
sakinleri ise bu tartışmaları kay gıy la
bilemez
karıştığı ahıra bir bülbül sesi ne kadar
izliy orlardı. Kimileri b u n a ihtimal
da güzel giderdi" diy e düşündü.
v ermiy or; özellikle keklik, turna, san kuş
bir
halde
göv desine gagalanan
koca
çınarın
ulumanın,
ve tavı r / çocuk / haziran '99 / sayı : 13
bıldırcınlar güv ercinlerin böy lesi ortaklığa
ma sesi yükseldi. Kurtlar dağıldılar.
zorunlu kılıyor"
y anaşmayacaklarını düşünüy orlardı.
Ormandakiler ise kaygıy la toplantının Kargalar
Oysa durum tam tersiy di. Emir büy ük
"gak"
diy or,
aslanlar
sonucunu bekliy orlardı.
kükrüy or, köpekler hav lıy or; hep bir
y erden gelmişti. Domuzlar ülkesi kimi
ağızdan
hey etler göndererek ahıra seçilen kurtlar,
söy leniy ordu. Cilalı imaj devrine uy gun
haklıy dılar. Kovuklar açıldıktan sonra
güv ercinler v e y ılanlarla
postmodern bir kurt resmi çizilmey e
ormanın her bir köşesini kurt ulumaları
başlanmıştı.
kaplamıştı. Seçimlerin hemen sonrası
görüşmeler
y apmış; ormanlar kralı aslan v e ay ılar da
kurtların
"değişim"
türküsü
bu koalisyona yeşil ışık yakmışlardı.
de
aslan
ziy aretlerinde
ve
konuşulan
ay ıların tek
konu
kurtların y eni imajı ile ilgiliydi. Hepsi de kurtların
ne
anlatıy or,
kadar
yeni
konusunda
da
değiştiklerini
politikalara kurtlara
sakinleri
kay gılanmakta
zaf er sarhoşu olan kurtlar koy aklarda,
Gerek domuzlar ülkesinin heyetinin, gerekse
Orman
uymaları
Kurtların reisi tüm bu gelişmeler
v adilerde, yamaçlarda, çalılıklarda, su
üzerine y av ru kurtlarını y anına çağırdı.
kenarlarında sürüler halinde dolaşmay a
Y ay lada
başlamışlardı.
toplantı
kurtlarına
başlamıştı.
Reis,
döneme
ilişkin
y eni
izley ecekleri postmodern
stratejiy i bir
kurt
anlatıyor;
Kurt ulumalarına, köpek havlamaları
olunur
da karışıy ordu. Seçim sonuçlan onları da
nasıl
sev indirmiş,
ay rıntılarıy la göstermey e çalışıy ordu.
y öntemler
öneriy orlardı. Bu değişimi göstermeleri için kurtlara sürekli y ol gösteriy or; kurtlar da y eni görev lerine a d a p t e olmak için ellerinden geleni y apıy orlardı.
saldırganlaştırmıştı
büsbütün. Çimenlerde, çalılıklarda, su "Yavru kurtlarım, başarınızdan dolayı
kenarlarında, ağaçlarda bir kaç hayvanın
öncelikle hepinizi kutlarım. Görevlerinizi
y anyana
hepiniz zaten biliyorsunuz. A ma dikkat
edemiy or;
etme miz gereken hususlar var. Bugünden
y ıllardan beri tek sıra halinde y uvalarına
sonra
yiy ecek
ağzınızın
kokma ması
için
gezmesine
bile
dağıtıy orlardı. taşıy an
tahammül
Hatta
karıncalara
hatta bile
"Tık tık tık tııııkkk tık tık tıık
tarlalardan
tııkkkkkk"
çalmayacak, arı kovanlarından bal aşırıp
bulunmaması
tatlı yeyip tatlı uluyacaksınız. Özelikle
karttırıy orlardı. Bir tek gökyüzünde katar
kuzulara
katar gezen turnalara bir şey y apamıy or;
Sahibinin sesi ağaçkakanlar da iş başınday dı. Durumdan kalemunlar
v azif e
kağıda
çıkaran
kaleme
bu-
sarılmış;
ay ıların, aslanların v e d o m u z -ların görüşleri doğrultusunda son gelişmeleri ağaçkakanlara gagalatıy orlardı. "Tık tık tık tııııııkkkkkkk" "Kurtlar değişmiştir" "Geçmişi unutalım, uzlaşalım" "Dün dündür bugün de bugün" "Kurtlarla güvencinlerin politikaları aynı" "Or man seçimleri bu koalisyonu
soğan
ve
yaklaşımımız
ıl ıml ı
sarımsak
olacak,
müdahale ediy or; kov anlarda fazla arının genelgeler
kaf alarını
sürüleriyle
hiddetle bakıy or, boğazlan patlay ıncay a
ağzınızın
suyunun akma ması için bol bol tu z
kaldırarak
çı-
kardeşlik ve barıştan bahsedecek; koyun karşılaştığımızda
göğe
için
turnalara
kadar hav lay ıp duruy orlardı.
yalayacaksınız. İşte tüm bunlardan dolay ı orman Kaygılan manıza gerek yok. Kimse nin
sakinleri kaygılıy dılar. Hepsi merakla
kursağı boş kalmayacak. Daha uygun
y ayladaki bozkurt toplantısının sonucunu
yöntemlerle, kitabına uydurarak daha çok
beklemekteydi.
kuzu yiyeceğiz. Ama ön celikle biraz dişinizi sıkmanız gerekecek. Unutmayın
Tam o sırada toplantıdan dönen genç
ki, artık bu orman hükümetinin büyük bir
bir kurt y anlarına doğru y aklaştı. İlk
ortağıyız.
değerlendirme mi z,
kaçan ise "kurtlara geçit yok!" diy en
ormanımızın menfaatları için gereklidir.
bülbül oldu. Kanat çırparak bir dala
Ta ma m mı, anlaşıldı mı?"
tünedi.
Bunu iyi
Reisin konuşmasının ardından y ayladan y oğun bir alkış ve ulutavı r / çocuk / haziran '99 / sayı : 13
"Daha iyi semirsin de etlensin diye Bir kuzu ise anasının ardına saklandı.
ağızlar ının
yoncayı veriyor" dedi karınca.
Tir tir titremektey di. "Ağzından bal akıyor" diy e ekledi Kurt
ise
gözlerinden
ışıltılar,
sincap.
hav adan sudan bahsetti biraz. Bir ara
tamamladı balarısı.
artık
sarımsak ve soğan çalmıy or;
ağız-
larından tüy lerine doğru sızan ballar tatlı
y ey ip
tatlı
ulumuş
Kurtların, güv ercinlerin v e y ılanların koalisy on pazarlıkları da sonuçlanmış
Kurt ise y oncay ı kuzunun ağzına tıkıştırdıktan
bulamadığından
sonra f azla olacak
"çatlak ses" çıkartanlara ise aba altından
y üz
sopa gösterilerek "kes sesini" denilmiş;
oradan
domuzların, aslanların v e ay ıların istediği
büzülüp duruyorsun, bak sana çayırların
uzaklaştı. Giderken de "bülbül kardeş, o
en lezzetli yoncasını getirdim" dedi.
güzel sesinle barış
Hayv anları bir şaşkınlık aldı.
dağıtıy or;
"Beni m kovanlara dadanmıştır" diy e
zorla "Sevgili kuzu kardeş neden orada
kokmaması
oluy orlardı.
anasının ar dına saklanan kuzuy a ilişti gözleri.
gülücükler
için
say esinde
dudaklarından gülücükler f ırlatarak geldi y anlarına. Herkesin halini hatırını sordu,
tercesine
olmuştu.
şarkılarını şakı,
kavgalar bitsin, herkes dost olsun" dedi.
Ahırda büy ük tepki çeken dişi tilki ise
Bülbül tam şakımay a başlayacaktı ki,
orman v atandaşı olmadığı için ah ıra
orman sakinleri susturdular onu.
gelip gidemez olmuştu.
Bülbül "ne güzel ne güzel, yaşasın barış, kardeşlik" dediyse de, diğerleri
Günler birbirini kovaladı.
pek de öyle düşünmüy orlardı.
Ahır her zamanki gibi anırma ları, ulumaları, tıslamaları v e cik-lemeleri ile
Kurtlar her gittikleri yerde ne kadar
sarsılırken, orman sakinleri de kay gıy la
değiştiklerini kanıtlamak is-
gelişmeleri iz-
tavı r / çocuk / haziran '99 / sayı : 13
liy orlardı.
v eriyor hem de açık açık:
Genç kurt karnı gurulday a gu-rulday a dolaşmay a devam ediy ordu. Bir ara
Kurtların
ilişkin
"Biz hiç değişmedik" "Yani sizleri çiğ çiğ
riv ay etler de almış başını gidiy or-d u .
yiyeceğiz" "Gün yüzü göstermeyeceğiz"
Öy le
demek istiyordu.
ki,
değiştiklerine kurtlar
bile
hikay esinden sıkılmaya
bu
değişim
"Ohh sayın kurt hazretleri ne kadar
başlamışlardı.
Alttan alta homurtular y ükseliy ordu.
bukalemunla karşılaştı.
da değişmişsiniz" dedi bukela-mun. Reisin bu sözlerini y anlış anlayan v e
Kimi kurtlar açlıktan yakınıy or, tüm canlılar ellerinin altınday ken onları bir
y aşlı kurdun bir altın çağ gibi bahsettiği o
Y anındaki papağan da " ne kadar da
y ılların özlemiy le kendinden geçen kurt
değişmişsiniz ne kadar da de ğişmişsiniz"
ise ormana dalıv erdi.
diy e tekrar etti. Kurt uyuz oldu her ikisine
lokmada yutmay ışlarına esefleniy orlardı. Hele hele y aşlı abilerinin eski günlere
de. Bukalemuna dönerek "siz de her Ne de olsa bir kurttu. Kan içmey ince,
za manki gibi çok değiş mişsiniz. A ma
saldırmay ınca yaşayamazdı. Hele hele
unutma yın bize yaranabilmek için bunlar
alabildiğine akıtıy or; ne kadar tuz y alar-
günlerdir
yetmez. Kurt olmal ısınız kurt" dedi öf -
larsa
katıldığında
dair
anlattıkları
ağızların ın
y alasınlar
suy unu
midelerinin
gurul-
aç
kaldıkları or manda
da
hesaba
dolaşan
kimi
damasına engel olamıy orlardı. Kuzuy a
kurtların neyin peşinde oldukları daha iyi
çay ırların en güzel y oncasını v eren genç
anlaşılıy ordu.
"Kurt da oluruz" dedi bukalemun
kurt ise y aşlı kurdun bir anlattığı anılar ı zev kle, hem de ağzı sulanarak dinliy ordu.
y altaklanarak. Genç kurt gecenin bir vakti, derisi kemiklerine
"Sürüler halinde saldırırdık koyunlara.
key le.
yapışmış
bir
v aziyette
ormanda dolaşmay a dev am ediyordu. Bir
"Kurt da oluruz kurt da oluruz" diy e tekrar etti papağan.
bo ğar,
an bir meşenin kov uğundan v ızıltılar
dişlerimi ze takar yuvalarımıza taşırdık.
geldiğini duydu. Ağır ağır y aklaştı ağaca.
Siniri daha da artan kurt onların
Kimse bize birşey diyemezdi. Köpekler de
Ağzının suy u akmay a başlamıştı. Ko-
y anından da ayrıldı. Açlığın day nılmaz
kuzuları boğ ma mıza bir şey deme zler
v uğun kenarlarından bal sızmaktay dı.
dürtüsü onu tahrik ediyordu. Hele bir de
bilakis yardımcı olurlar dı. Eh allaha şükür
"Nasıl olsa reis ağ zın ızdan bal aksın
karşılarına
devletimiz bi zi
aç
de mişti." diy erek dilini ağaca uzattı v e
bahsedenler
bırak madı. A ma kovuklar açılalı beri bu
şapur şupur balı y alamay a başladı. O
öfkeleniy ordu.
diş
sırada daldan bir ar ının hav alandığını
değişmeye" dedi içinden. Tırnaklarıy la
gördü, hemen toparlandı.
toprağı eşeledi. Bir solucanı hızla ağzına
En
tombul
sıkma
körpe
bu
kuzuları
or manda
hikayesi
beni
hiç bir
hayli
kızdır maya başladı." Sustu y aşlı kurt. Çev resinde
biriken
kurtlar
da
may ışmışlardı. Genç kurt ise kendisine bir altın çağ olarak anlatılan o eski y ıllara
"Vay arı kardeş ne de güzel vızıl-
ironi y aparak.
diy e
demeç
verdi.
Ağaçkakanlar sektirmeden gagaladılar
"Lanet
fazla
olsun
bu
halde
koy un
saldırdıkları geçmiş günleri anımsadı. kuzuy u midey e indirmişti
"Hepi mi z kardeşiz" dedi kurt, sıv ıştı hemen,
arının
sürülerine
Gerçi daha birkaç ay evvel körpe bir
olan reis ise y ine ay nı y ay laya kurtlan değişmedik"
daha
dıyorsun" dedi. "Ağzından bal da ml ıyor" dedi arı,
hiç
mu
girmedi. Kitlesel
topladı v e ay ılar medy asının önünde "biz
oldu
"değişimden"
attı. Ama solucan dişinin kovuğuna bile
dalıp gitmişti. Kurtlardaki hoşnutsuzluğun f arkında
geçip
ne
demek
istediğini
anlamıştı.
bu haberi. Reis hem tabanına mesaj
ama y aşlı
kurdun bir altın çağ gibi anlattığı o eski günleri
hatırladıkça
midesindeki
asit
salgısı artmay a dev am ediy ordu. Bir de Reis'in "sabredin biraz yakında nice körpe kuzu midelerinize inecek" deyi-
tavı r / çocuk / haziran '99 / sayı : 13
katili yargılay acağına inanmamış, orman
şi aklına geliyor, tereddüt ediyordu. Böy lece Ama
artık
sabredecek
ahırdan
y apılan
tüm
kanunlarına göre cezası verilmişti.
dermanı
demagojiler tuzla buz olmuştu. Orman
kalmamıştı. Ormanda ilerlemeye dev am
sakinlerinin tepkisinden çekinen aslanlar
etti. Günün ilk ışıklan da ağır ağır ormana
v e ay ılar hemen köpeklere haber verdiler.
harekata geçerek kovuklarda, yuv alarda,
çökmekte, horozlar "üüürrrüüüü" diy erek
İtler kuyruklarını sallay arak tüm ormanda
kov anlarda,
şaf ağın atışını muştulamaktay dılar. Kurt
güv enlik aldılar.
başladılar. Ağaçkakanlar ise koca çınarın
telaşa kapıldı. Tam o sırada dağın y amaçlarına ağır ağır tırmanan koyun
Köpekler
bunun
üzerine
operasy on
he men çekmeye
göv desine "orman hainlerinin" d e r h a l b Koca
çınarın
göv desi
ise
y eni
u l u n a c a ğ ı n a ilişkin son ajans
sürüsünü gördü. Arkalarından sinsice
haberlerle gagalanmaktay dı. Bu-kelamun
ilerledi, iki gün evvel çay ırların en güzel
"bu münferit bir olaydır" diy or; f osilleşmiş
y oncasını v erdiği kuzu sürüden kopmuş,
bir dinazor "pro vokasyona gelmeyin" diy e
Esas kaygı ise kurtlar cephesindey di.
geride kalmıştı.
uy arıy or; bülbül ise kendime dokunmayan
Hem gerçek y üzleri bir kez daha açığa
y ılan bin y aşasın mantığıy la
çıkmış,
"barış,
haberlerini gagalıy orlardı.
hem
de
içlerini
bir
korku
hemen şimdi" türküsünü söylüy ordu.
kaplamıştı. Geçen toplantıda o altın çağ
çıkarmamaya dikkat ederek, ağaçların
Eğer
dediği y ılları anlatan y aşlı kurt yanına
arkasına gizlene gizlene kuzuy a y aklaşü.
saldırırlarsa y eniden şidddet baş gösterir
Melemesine f ırsat vermeden kuzunun
v e güle nağmeler dökemez olurdu.
Çimenlerin
üstüne
basarak
ses
orman
sakinleri
de
kurtlara
"Evet sevgili yavrukurtlarım, o yıllarda
boy nunu kavradı v e boğduktan sonra bir kaç dakika içinde midesine indirdi.
Koca çınar tık tık tıklarla çatırdıy or,
O sırada kov uğundan çıkmakta olan
y avru kurtları toplamıştı.
sürüler
halinde
kuzulara
saldırıp
kurdun bulunup mutlaka yargılanacağına
boğazla mıştık ama her şey bu kadarla da
ilişkin
çınara
sınırlı değildi. Ben sizlere hi kayenin geri
herkesi
kalan kısmın ı anlat mak isteme mişti m.
ajans
haberleri
bir sincap, kurdu gördü. Kurt hemen
gagalanıy ordu. Tık
tık
tıklar
ağaca koşarak kov uğun içine daldırdı
sükunete dav et ediy ordu. Kargalar "gak"
A ma
bacaklarını. Ama kov uk derin olduğu için
diy or, aslanlar kükrüy or, köpekler havlı-
gerekiyor" dedi y aşlı kurt. Oldukça üzgün
bir türlü sincapa erişemedi. Ay nı a n d a
y or, papağanlar ise "bu münferit bir
görünüy ordu. Hikayenin kalan kısmını öğ-
ay nı ağacın dalına türemiş olan bir
olaydır bu münferit bir olaydır" diy e
renmek
güv ercinle karşılaştı. Güvercin şaşkın
tekrarlay ıp duruyorlardı.
abilerine bakıy orlardı.
bazı
gerçekleri
için
y avru
artık
kurtlar
bil meniz
merakla
şaşkın ona bakmaktayken bir çırpıda ona saldırdı
ve
y olmadan
Ama alınan tüm önlemlere, y apılan
Y aşlı kurt onları daha f azla bek-
midesine indirdi. "Olan oldu artık ha bir
tüm demagojilere rağmen olanlar oldu.
letmedi. Özgün bir ses tonuyla "evet
eksik ha bir fazla" diy e geçirdi içinden.
Orman
anırmalara,
körpe
Hızla uzaklaştı.
hav lamalara,
ciklemelere
iniyordu ama bir çok kurt kardeşimizin
aldırmamış; ağaçkakanların koca çınara
postu da orman hainlerinin sırtına gocuk
gagaladıkları
oluyordu" diy e bitirdi yaşlı kurt. Y avru
Sabahın kurdun
tüylerini
olmasıy la
y aptıkları
bile
birlikte tüm
genç
ormanda
sakinleri
ahırdaki
ulumalara,
"-provokasyona
gel meyeli m" haberlerine kulak asmamış;
mideleri mi ze
bol
bol
kutlan bir titreme almıştı.
duy ulmuştu. Sincap kurdun uzaklaştığını
bukalemunların
görünce hemen harekete geçmiş durumu
bülbüllerin "her türlü şiddete karşıyız"
tüm hayvanlara iletmişti.
sözleri kar etmemiş; genç kurdun leşi bir
ciklemeler,
dere
ediy ordu. •
kenarında
"uzlaş ma"
kuzular
çağrıları;
bulunmuştu.
ahırdakilerin o t a v ı r / ç o c u k / haziran '99 /sayı: 13
Kimse
Ahırdan ise anırmalar, hav lamalar, ulumalar gelmeye dev am
şiir mehmet s ev inç
Hiç bir uykudan sensiz düşlerle kalkmadık ülkem bundandır tenimizin yanık ete benzer esmerliği... Ayçe... Çiçek ismi olabilir Asi ve halklar renginin en güzelinde
mermer direkleriyle ihtişam saçan bir o kadar korkak, şarlatan kulelerini halk bıçağının kesmesi gırtlağını vatansatanların..
Ayçe... Bir su olabilir Akışı suyun serin ferah Ama durgun yüzü, berrak Az sonra kayalıklardan çağlayacak olan köpük köpük bir su...
Ayçe bir koku olabilir, sıcacık tüten bir çorba, buğusundaki nane,':' yağmur sonrası topraklar örneğin... Ayçe... Bir kitabın adı, "Darağacından Notlar"ı Fuçik'in, "Direnme Savaşı", şiir kitabı, destan Bedrettin, Baba İshak
Ayçe..
Bir renk olabilir milyonlarca çiçeğe konmuş kelebeğin, gökku şağının, köylü kızlarının gergeflerinde cıvıldaşan beyazın kırmızının tonu...'"
Ayçe... henüz yazılmamış bütün kitaplann ortak teması...
Ayçe.. Bir ulusun dili olabilir bütün dünya lehçelerinde "DİRENÇ" demek mesela belki yalınca kavga
Ayçe... Bir türkü olabilir
tavı r / şiir / haziran '99 / sayı : 13
ev ladı kay bolmuş analara ait. Halk türküsü "Belimizde kılmamız kirmani hey" deyiv eren coşkulu cesur...
Onunla son randevuy u anımsamak kucaklaşmay ı "hoşçakal"ı "görüşürüz"ü... Ayçe, işkencecileri ininde y enme onuru... Ayçe... y apıdan gelen ilk not, adımıza titrey en ellerle bir türlü açamamak açmak sonra "merhaba"y ı y üzlerce kez okumak.
Ayçe... Bir tablo "Guernika"sı Picasso'nun. Fotoğrafta olabilir... y oksul kara Af rika'nın aç gezen milyonlarının bembey az dişleriyle gülümseyişleri bize, bebeğini emziren bir annenin masumiyeti, gecekondusuna elinde ekmek cebinde şekerlemeleriyle dönen bir işçinin hey ecanı, bekleşen çocukların af acanlığı, ev in kadınının sev ecenliği, bacalarmdan tüten dumanın neşesi...
Ayçe... bir ses olabilir slogan -mert, namusluhaykırış barut namlu...
Ayçe... bir düş çöplüklerden ekmek toplay an, köprü altlarında sabahlay an sokak çocuklarının istasyon banklarında ay az bir geceyi geçirecek olanın memleket düşü, sırtına kalın bolşev ik dokuma bir kaban belki sadece avuç içlerine... usulca bir hohlay ış... Ayçe, her doğan çocuğumuzun alın yazısı, Ayçe, y oksulluğa, başkaldırı, Ayçe, adaletsizliğe isy an... Ayçe... Bir duy gu kaplay ıv eren içimizi, tanımsız özgürlük ey leminin ilk anı, son anı, koşarak kucaklamak v aroşları, hiç tanımadığımız bir kapının bize açılması, dost gülücüklerinde gizlenmek, polis sirenlerinden, bir de ring penceresinden izlerken dalgın kendi halinde kaldırımları ansızın bir y oldaşı görmek tetik adımlarla yürüy en dikkatli
Ev et, Ayçe bir namlu halk düşmanlarının bey nine dayalı, tutuş onu sımsıkı, kav ray ış asılış tetiğe -ihanet, asla! bir daha! -geri durmak, asla! bir daha! 12 kez daha -ZAFER! Ayçe... MİTRALY ÖZ... Ayçe... O bir v atan Bebelerinin y üzleri hep güleç sof ralar bereketli hasatlar coşkulu gönderinde onurlu bir kızıllık dalgalanan Ayçe... Vatan Ayçe... ÖZGÜR VATAN!... NOTLAR; 1-Anadolu'nun bir çok yerinde gergeflerde ve kilimler de renklerin dilleri vardır. Beyaz ayrılık demektir. Kırmızı sevda yada hasr ettir. 2-Yine Anadol u'da nane kokus u için "A na Kokusu" derler. Tarçın'a çocuk, kekik'e de yar kokusu derler.
tavı r / şiir / haziran '99 / sayı : 13
mizah ilhan dağlı
T am 53 y ıl önceydi. Marko-paşa adında bir mizah gazetesi basın-y ay ın düny asına bomba gibi düştü. Düştü düşmesine ama Marko-paşa'nın başına gelenler de pişmiş tavuğun başına gelmedi. Çıkarları sarsılanlar o güne dek hiçbir gazetenin başına gelmedik biçimde hücuma geçtiler, iftira ettiler. Matbaacılara bu gazetey i basmamaları için gizli emirler v erildi. Bay iler Markopaşa'y ı satmamaları için el altından tehdit edildiler. Bu gazetey i satıp, ekmek parası kazanan çıplak ay aklı çocuklar toplanarak parmak izleri alınmak suretiy le v esikalılar sınıf ına dahil edildi. Birçok ilde satışını engellemek için resmi makamlar taraf ından zorluklar çıkarıldı. Hatta yasaklandı. Bu gazetey i satanlardan -Türkiy e'de ilk def a olarak- seyyar satıcılık v esikası, muay ene kağıdı soruldu. Y ine Türkiy e'de ilk def a olarak bir gazete 15 y aşından küçük diy e çocuklara sattırılmadı.
izin v erilmeyen Marko-paşa'nın serüv enlerini, y azının ilerley en bölümlerinde okudukça bugüne dair daha pek çok benzerlikler bulacak; ama şaşırmayacaksınız. Zira egemenlerin korkusu yine ay nı korku; halktan y ana y ay ın y apanların başlarına gelenler de cabası. Markopaşa Doğuy or. 1964 y ılının may ısıdır. Rıf at Ilgaz v e Aziz Nesin o sıralar y eni açılan Türkiy e Sosy alist Partisi'ne gidip gelmektedirler. Parti üy esi işçiler bir mizah gazetesi çıkarılmasını isterler. Adını da bulmuşlardır: Markopaşa. işçiler kendi aralarında para bile toplarlar. Hatta hatta gazete çıkmadan partinin toplantı odasının duv arlarına "Markopaşa çıkıyor" duy urusu asılmıştır bile.
Bunları okur okumaz 53 y ıl öncesinden değil, bugünden bahsedildiğini; düşünebilirsiniz. Hak vermemek elde değil. Zira y ıllar ne kadar geçse de y aşananların ay nı olması ülkemiz basıny ay ın hay atının bir kara-mizahıdır.
Ve 25 Kasım 1946'da Markopa-şa'nm ilk say ısı y ay ınlanır. Büy ük bir ilgiy le karşılanan gazete o dönemin en çok satan gazetesi olur. Cumhuriyet gazetesinin 17 bin sattığı bir dönemde gazetenin 60 bin adet satılmış olması Markopaşa'nın uy andırdığı ilgiy i f azlasıy la göstermektedir.
Y alnız y ukarıda anlatılanlarla sınırl ı değildi, Markopaşa'nın başına gelenler. İnsanı hay rete düşürecek derecede hırpalanan, yaşamasına
Gazetenin sahibi v e yazıişleri müdürü Sabahattin Ali'dir. 6. say ısından sonra ise yazıişlerinde Aziz Nesin'i görüy oruz. Her iki görev i 15. say ıdan
tavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
itibaren Mücaf Nedim Ofluoğlu, 21. say ıdan itibaren de Mustaf a Uykusuz üstlenirler. Markopaşa daha y ay ın hay atının başındadır ama sıkıy önetimin tepkisini çekmekte gecikmez. 4. say ısında çıkan "topunuzun köküne kibrit suyu" y azısından dolay ı Sabahattin Ali, başka bir broşürden dolay ı da Aziz Nesin tutuklanırlar. Toplumsal mizah anlay ışıy la fincancı katırlarını ürküten Markopaşa 16. say ısını bastıracak matbaa bulamaz v e bir teksir makinesiy le iki sayfa olarak bastırılır. 22 nisan 1947'deki 19. say ıda y ay ınlanan "Dediğin" başlıklı şiirden dolay ı gazete hakkında koğuşturma açılır. Ve geçici bir süre kapatılır. Kapatılmasından bir haf ta sonra Markopaşa'nın y erini Merhumpaşa alır. Artık çeşitli Paşa isimlerinden oluşan logosuy la y ay ın hay atımızın ısrarlı bir parçası olacak; Merhum Paşa'dan sonra Malum Paşa, Maz-
lum Paşa, Yedi Sekiz Hasan Paşa, Öküz Mehmet Paşa, Alibaba v e Başdan adları altında y ay ın hay atına dev am edecektir. Geçici bir süre kapatılan Marko-paşa 8 Ey lül 1947'de y oluna Malum Paşa ile dev am eder. Özünde v e sözünde tam bir Markopaşa olan Malum Paşa'da "bir gazete çıktı" başlığıyla y ay ınlanan yazıda ancak 22 say ı basılabilen Markopaşa'nın başına gelenler tüm çıplaklığıy la anlatılır. "22 sayıda İstanbul, Ankara ve İzmir'de, daha başka vilayetlerde 33 defa nü mayişler tertip ettirildi. Gazeteler yırttırıldı. Ayaklar altında çiğnettirildi. Hatta şöyle bir vaka oldu; Bir vilayette, alakalılar, yahut kendilerini alakalı sananlar işçilere para dağıtarak, bu gazeteyi alıp yırtmalar ı, miting yapmalar ı için emir verdiler. Filhakika miting yapıldı. A ma işçiler kendilerine verilen para ile, söylenilen gazeteyi değil, Ulus Gazetesini alıp yırttılar. Bir vilayette de miting hazılandı. Gazete istasyona çıkar çıkmaz yırtılacaktı. Fakat gazete, çıkarılan zorluklar yüzünden geç kaldığı için o vilayete beklenilen trenle yetişemedi. Bu suretle yapılamayan miting için, ertesi gün gazetelerde şöyle bir havadis iletildi: 'dün ... gazetesi aleyhinde bir miting tertip edilmişse de, idari maka mlar mani ol muşlardır' 22 sayıda bu gazete dört neşriyat mü dürü, biri şapirograf olmak üzere 11 mat-ba değiştirmek zorunda kaldı. Bu 22 sayıda on defa mahkemeye verildi. İç muharrir muhtelif müddetlerle, üst üste mahkum oldu. Öyle İzmir'deki gibi sürülerek değil, takılmak suretiyle bütün İstanbul'da kelepçeli dolaştırılarak teşhir edildi. Bütün bunlar neden yapıldı? O ga zete komünistmiş dediler. Halbuki değildi. 22 sayısında komünizme ait bir keli me bulanların alnı karışlanır." Markopaşa'nın Başına Gelenler 6 Ekim 1947 pazartesi günü y apılan duruşmada Markopaşa beraat edince Malumpaşa 5. v e son say ısı basılır. Ve ardından Markopaşa oku-y ucusuyla y eniden kucaklaşır.
Fincancı katırlarının onca baskısına göğüs gerenler bu de fa f arklı bir saldırıy a maruz kalırlar. Sorumlu müdür Orhan Erkip y azı stoklarını v e kiliselerini Asmalı-mescit'teki Çinili H a n ' d a n alarak Baba-ali'y e kaçırır. Bedii Faik ile işbirliği y aparak Malumpaşa'yı sağcılar adına çıkarmay a başlarlar. Ama halk bu aldatmacaya gelmez. On beş bin basan Malum Paşa ancak bir kaç bin satar. İkinci say ısı ise ancak bin civ arında basüır v e gazetey i kapatmak zorunda kalırlar. Ay nı oy un Markopaşa üzerinde de oynanınca Rıf at Ilgaz v e Sabahattin Ali, Merhum Paşa'nın ikinci say ısmı çıkarırlar. 1. sayfada "Markopaşa'nın başına gelenler" başlıklı y azıda "Na mertlik me zarına gö mdüğü mü z Marko-paşa yerine, elinize hürriyet, demokrasi ve halk menfaatlarının yeni müdafaacısı Merhumpaşa'yı veriyoruz. Kuvvetini halktan, halkın ızdırabından, onun engin kudretinden aldıkça satılmışların bü tün şaşırtmacalarına, bütün kuvvetimizle haykıracağımızı Türk Efkarı U mu miyesi'ne bir kere daha ilan etmeyi lüzumsuz addederiz" y azılıdır. Haramilerin saldırısı sürdükçe Markopaşa geleneği y eni isimler altında dev am eder. Önce "Alibaba Kırk Hara mi melere Karşı", ardından da "Başdan" gazetesi çıkar. Başyazarlığını Sabahattin Ali'nin y aptığı Aliba-ba'nın ilk say ısında Sabahattin Ali'nin ünlü "na muslu olmak ne zor şeymiş meğer" y azısı çıkar. Aziz Ne-sin'in karikatürleriyle katıldığı gaze tede Rıf at Ilgaz ise hastanede v e öğretmenlik y ıllarında y aşadıklarını y azmaktadır.
tavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
29 Ekim 1948'de Orhan Erkip'ten imtiy azı alan Rıf at Ilgaz'ın sorumluluğunda Markopaşa y eniden çıkartılır. Gazetenin dördüncü v e beşinci say ısı polis taraf ından toplatılır. Bu toplatmalar üzerine Markopaşa 7. say ısında basın sav cısına teşekkürlerini iletir: "Açık Teşekkür, Para mız ol madığ ı için gazete mizin reklamını yapa madığ ımız cü mlenin malu mudur. Bu eksik tarafımız gözünden kaçmayan Basın Savcısı Hicabı Dinç, gazete mizin mevcudu kalmayan nüshalarını toplat mak suretiyle, gazetemizin bedava reklamını yaparak, bizden devaml ı şekilde yardımlar ını esirge miyor. Kendilerine alenen teşekkürü bir borç biliriz." "Açık Teşekkür''de de görüldüğü gibi Markopaşa üzerindeki baskıları dahi bir mizah malzemesi yaparak, çizgisinden tav iz v ermeden y ay ın hay atına dev am etmey e çalışır. G a z e t e n i n 8. say ısında "Krallar" başlıklı y azısnda İngiliz Kraliçesine, İran Şahı'na v e Cumhurbaşkanı'na
hakaret ettiği gerekçesiyle Rıf at Ilgaz hakkında soruşturma açılır. Ve Cerrahpaşa Hastanesi'nde tedav i gören Rıf at Ilgaz'ın odası aranır. Baskın ha beri okuy ucularına şöy le duy urulur: "Neler Bulundu? Cerrahpaşa Hastanesi'nde yatmakta olan Rıfat Ilgaz'ın dolabı ani bir baskınla zabıta kuvvetlerimiz tarafından aran mış ve Rıfat Ilgaz'ın sevgilisinden gelen aşk mektupları, ödenme miş ve öden mesine şimdilik i mkan görül meyen borç senetleri ele geçirilmiştir.(...) Masanın üstündeki kırmızı etiketli ilaç şişeleri, Basın Savcısı tarafından incelenmek üzere isten mişse de, bu şişeler 'esrar-ı hastane' olduğundan dışarı çıkartılmasına doktorlar tarafından müsaade edil me miştir. Yapılan ara mada bir hayli basile (mikrop) ratlan mışsa da bu basillerin me mleketi mize has, kökü içeride ve milli olduğu anlaşıldığından üre melerine müsaade edilmiştir." Gazetenin yazarları "eh bu kadar da ol maz" dedirtircesine gözaltına alınır, y ıpratılmaya çalışılırken Markopa-şa'y a da bol bol malzeme çıkıy ordu.Y aşadıklarıy la, günümüz y ay ın hay atının bir tablosu olan Markopa-şa baskılar, saldırılar süredursun bildiğini okumay a dev am eder. 7 Ocak 1949'da Markopaşa on birinci, Markopaşa'nın ise ilk say ısı çıkar. Her iki gazetedeki fotoğraf, yazı v e karikatürler ay nıdır. Fiy atı on kuruş olan Markopa-şa'nın 2. say ısı "Bir Perdelik Manzum Piyes" altbaşlıklı y azısının y ay ınlanması y üzünden toplatılır. Y azıda mecliste geçen olay lar anlatılmıştır. Çünkü dönemin milletv ekilleri de tıpkı bugünlerdeki gibi bol bol kav ga ediy or, meclis oturumlarında küfürler, kav galar gırla gidiy ordu. "... Perde açıldığı za man bir kongre topluluğu görülür. Solda muhalifler, sağda muvafıklar, daha sağda münafıklar oturmaktadır: Reis kürsüden: -Açtım oturak aleminin celsesini, çok söyleyenin patlatırım ensesini.
(soldan bravo sesleri) sağdan bir ses; patlatamazsın Reis:Patlatırım. Rıf at ;Ilgaz'ın sahipliğini y aptığı Hür Markopaşa Gazetesi'nin son iki say ısı hapishanelere ay rılmıştı. Hapishanelerdeki esrar ticaretinin nasıl y apıldığ ını kimlerin kumar oy natıp, harç aldığını anlatan y azılar Sultanahmet Hapishane-si'nin müdürünü t e l a ş l a n d ı r m ış . Matbaay a gelerek y azıların hemen durdurulmasını istemiştir. Ama Rıf at Ilgaz bunu reddeder. Hem de Sultanahmet Hapishanesi'ne y eniden düşeceğini, müdürle karşılaşacağını bile bile...
mutlaka
Dışarıdan Beslenen Mizah Dergileri 14 May ıs 1950'de Menderes'in başını çektiği Demokrat Parti iktidara gelir. İktidara yeni gelmişlerdir ama önceki dönemin CHP'sinin anasını ağlatan Markopaşa'dan alabildiğine korkmaktadırlar. Ay nı çizginin kendilerini de v uracağını bildiklerinden daha hükümet olmadan, hükümet programına "dışarıdan beslenen mizah dergileriyle de uğraşacağız" cümlesini koymakta gecikmezler. Hem de iktidar olduğu 1950'li y ıllarda "dışarıdan" alabildiğince beslenip, vatan topraklarını empery alizme peşkeş çektiren DP'liler bunu söy lemektedirler. Görünen o ki, dönemin iktidarlarının literatürleri de bugünle büy ük benzerlik içindedir. DP hükümetinin programında kendileriy le ilgili olan bölümü Rıf at Ilgaz şöy le yorumlar: "Dergiye o günlerde çektiğim manşet şuydu: 'Giden Pa-
tavı r / mizah / haziran '99 / sayı : 13
şa'm a ma gelen Ağa' m değil!' Düşünün bir iki mizah yazarıyla uğraş mayı programa alan bir hükümet çıkmıştı karşımıza!... (Y okuş Y ukarı, sayfa 97, Rıf at Ilgaz) Markopaşa tarihi Menderes hükümetinin baskılarına pabuç bıraktıklarından değil de Rıf at Ilgaz'ın kendi dey işiy le "devrini tama mladığ ı" için ağ ır ağır y ay ın hayatmdan çekilir. Y azarlarmca belli bir tarihsel dönemin, çağın ürünü olarak değerlendirilen: üzerine düşen görev i fazlasıy la y aptığı söy lenen Markopaşalar toplumsal mizah anlay ışı, halktan yana çizgisi v e pişmiş tav uğun basına gelmey en serüv en dolu tarihiy le yay ın hay atımızın önemli bir kilometre taşı olmuştur. Markopaşalar, döneminin ay nasıdırlar. Çünkü y ıllar geçse de fincancı katırlarını ürkütenlere y ine aynı y öntemlerle saldırıy orlar. Her hükümet halktan yana y azanlarla uğraşmay ı programına almay a dev am etse de halktan y ana y azan dergileri v e gazeteleri bir türlü susturamıy or-lar. •
eleştiri şaban öztürk
Hasan Cemal İsterse Kızsın O'na Bir Çift Sözümüz Var k im se k ı z m a s ı n / k e n d i m i yazdım!
G
azeteci Hasan Cemal'in "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" adlı kitabı, kendisinin de ifade ettiği ellili y aşlara ertelediği y azılı bir iç hesaplaşma. Ancak, bu iç hesaplaşma kişinin kendi özel y aşamına değil, siy asal y aşamına ilişkin v e oklar devrimcilere çev rili olunca, ne kadar ilgisiz kalmaya çalışsak da bizleri de ilgilendiriy or. Çünkü Hasan Cemal geçmiş "cuntacılık" günlerini sosyalizm, Marksizm-Leninizm ambalajıy la sunuy or. Liberalizme çark edişini de bunları olumsuzla-y arak y apıy or. Ay nı zamanda görüşlerine katılmasak da değerli bir ay dın, samimi bir y urtsever v e davasının adamı olarak gördüğümüz Doğan Avcıoğlu'nun kemiklerini de sızlattığına tanık oluyoruz. Hasan Cemal'in günah çıkarmalarını okurken, daha önce cun-
__hasan cemal tacılığa bulaşmış, sonra liberalizmde karar kılmış Prof. İdris Kü-çükömer'i de say gıy la hatırladık. Ne yazık ki, tipik bir sağcı gibi an-ti-komünist histerilere kapılmış Hasan Cemal aynı say gıy ı uyandırmadı bizde. Çünkü liberal de olsa, Prof. İdris Küçükömer halkına karşı sorumluluk duy up Türki-
y e'nin sorunlarına kafa y ormuş, düşünce üretmey e çalışmış bir aydındır. Oy sa Hasan Cemal sığ ve hafifmeşrep bir tarzı benimsemiş; içini döküy or. Ve ilk rahatlamasını bakın , nasıl y apıy or : "İşte ben de kendi siyasi maceramı kağıda dökmek istiyorum. Bu beni m kendi tarihim. Kendi mi yazdım! Bir za manlar mis-
tavı r / eleştiri / haziran '99 / sayı : 13
yon duygusuyla yüklü yaşadım. Bir misyon, yani kurtarmak! Türkiye'yi ve dünyayı..." (Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım/Hasan Cemal-sf.25) Geçmişine ilişkin bu görev tespitini y aptıktan sonra, Milan Kundera'dan beslenerek, nasıl rahatladığını anlatıy or: "Misyon dediğin sersemce birşey... Misyonum yok benim. Özgür olduğunu, bütün misyonlardan arın mış olduğunu fark etmen o kadar büyük bir ferahlama ki..." (a.g.e-sf.25) Görüldüğü üzere, Hasan Cemal "Varolmanın Dayanıl maz Hafifli-ği"ni y aşıy or. Bu ukalaca ifadelerden anlaşılıy or ki "zat-ı muhtere m", tarihte rol oy nayan bireyin, misyon adamının kendi kendine "ben misyon ada mıyım" demesiy le oluşmadığını bilmiy or. Bireye tarihte rol oy nama misyonunu, onun dışındaki tarihsel koşullar v e o koşullara bağlı gelişmiş bilinç v e yetenekler y ükler. Fakat her y urtsever ülkesine, halkına karşı sorumluluk duy ar. Bu da ülkenin bağımsızlığ ı v e halkın mutluluğudur. Hasan Cemal, y aşadığı tarih diliminde, tarihi rol oy nayan bir birey değildir. Öy leyse kurtulduğunu söylediği sorumluluklar, sıradan bir y urtseverin sorumluluklarının ötesine geçmez. Söy lediklerimiz kendi sübjektif düşüncelerimiz değil. Hasan Cemal kitabın 226. sayfasında kendi kendisiyle konuşurken bizi doğruluy or. Bakın, ne diy or: "1970'te Doğan Bey'in -Doğan Avcıoğlu'nu kastediyorbir müridi sayılırdın." Y ine kitabının 261. sayfasında, Doğan Av cıoğlu'nun kendisini v e Uluç Gürkan'ı "çocuk bulduğunu" yazıy or. Y ani Hasan Cemal, büyük misy on bırakma tav rına karşın, özeleştirisini verdiği y ıllarda, büyük misy on adamı değildir. Hiç bir belirley ici rolü y oktur. Zigzaglı
siyasal
gelişiminin
başlangıcında, ilk etkilendiği kişi Siyasal Bilgiler Fakültesinden hocası Sadun Aren'dir. Bu etkiy i kitabının 119. sayf asında, şimdiki kafasıy la şöy le y orumluy or: "...Ama bu arada aklımız ufak ufak paranteze alınıyordu. Tek doğrulardan oluşan bir dünya kurmanın peşine düşüyorduk." Aklın parantez altına alınmasından dem v uran hazret, şu tüketim toplumunda aklı ipotek altına alınmış, robotlaştırıl-mış insanı, özgür insan diy e sunuyor.
okumamış! Sonra da onca sosy alist fraksiyon v arken Marksist-Le-ninist olmay an birinin, Doğan Av-cıoğlu'nun y anına gidiy or. 1969'da Dev rim dergisi çıkmay a başlıy or, orada çalışıy or. O ay dınlanmay la ola ola cuntacı oluy or. 175. sayfada bu kitapların etkisini şuna bağlıy or: "Kafamın içi o denli boş ol masa, bu kadar kolay olabilir miydi? Bir kitap bu kadar derin izler bırakabilir miydi? Böylesine köklü bir zihinsel değişikliğe yol açabilir miydi?"
Ney se; Hasan Cemal'in gelişimine göz atmay ı sürdürelim. Bir süre Av rupa'da kalır, 1967 sonbaharında askere gider. Anılan süreçte MarksistLeninist soldan etkilendiğini, kendisi if ade etmektedir. Kitabın 173. sayf asında, asıl değişimini Almanya dönüşünde okuduğu bir kitapla y aşadığını şöy le ifade ediy or: "Bir gün bir kitap okudum, hayatım değişti!" Bu alt bölüm başlığıy la, konuy a gereken önemi v eriyor. Bir kitap okuy up hay atı değişen, Soljenitsin gibi birkaç örnek de sıralıy or. İlginçtir, saydığı ünlüler de önce bir kitap okuy up sosyalistleşiyorlar, sonra da tıpkı Hasan Cemal gibi- en azılı sosy alizm düşmanı oluy orlar. Kitabı; yani Georges Politzer'in "Felsefenin Temel İlkeleri" adlı kitabını okuduktan sonra kendisinde oluşan değişimi ise şöyle anlatıy or: "(...) Başlayınca elimden düşme mişti. Heyecanlanmıştım. Çok anlaşılır bir kitaptı. Bitirdiğim za man gerçekten dünyam değiş mişti! Hayatı, dünyayı ve insanı çözmüş tüm! Yeni bir siyasi kimlik edinmiştim artık. Türkiye'yi çok çabuk, çok kolay değiştireceğime kesin inanmış-tım"(a.g.e-sf. 174-175).
Siy asal Bilgiler Fakültesinde okuyor, Oxf ord'a ziy arete gidiy or, Almanya'da kalıy or; demek ki pek çok olanağa sahip, ama hala kaf a boş.
Kahramanımız bir iki de roman okuduktan sonra Marksist-Leninist, hatta Stalinci oluyor. Dikkat ediniz; bilimsel sosy alizmin klasiklerinden söz etmiy or. Demek ki tavı r / eleştiri / haziran '99 / sayı : 13
12 Mart darbesi tüm hay allerini y ıkıy or. Kitapta da bunu sık sık v urguluyor. 1980'lerde Kari Pop-per'in kitaplarını okuy or v e bir daha değişiy or. Liberal oluy or. Kitabında, geldiği noktay ı şöy le özetliy or: "(...) Pazar ekonomisiyle de mokrasinin içiçe olduğunu ya da ol madığ ını gösteren örnekler vardır. Pazar ekono misi otoriter rejimler al tında da gelişir. Fakat pazar ekonomisi, yani ekonomide rekabetçi yapılar olmaksızın de mokrasinin, çoğulculuğun yeşermesi imkansızdır. Ekono mi de mekanizmaların devlet elinde tutulduğu merkeziyetçi komuta ekonomilerinde, fikirlerin serbestçe yarıştığı politik bir ortamın, sivil toplumun geliş mesi mü mkün değildir. Bunun gibi pazar ekonomisiyle çoğulcu demokrasinin za man içinde oluşan ve birbirlerini geliştiren birlikteliğini yadsımak olanaksızdır. Ekonomik ve siyasal birlikteliğini yadsımak olanaksızdır. Ekonomik ve siyasal liberalizm birbirlerini tama mlar." (a.g.e-sf.118) Tipik liberal sağcı görüşler. Hasan Cemal kitap boyunca toplumsal y apıy a bakışında v e ona getirmey e çalıştığı açıklamalarda bildik egemen açıklamalara
sığmıy or. Meseleleri birey lerin iç düny alarındaki bozukluklara yada Sovyetler Birliği'nin dıştan gelen müdahalelerine bağlıy or. Kendisinin de kıy ısından köşesinden bulaştığı 1960'lı y ılların öğrenci hareketlerine ilişkin olarak şu y aklaşımı sergiliy or: "1960'larda üniversite öğrencilerinin istekleri makul karşılanmış olsaydı dahi gençlik rahat bırakılmayacaktı. Çünkü Türkiye'nin rahat bırakıl mayacak kadar önemli, kritik yada belalı bir coğrafyası vardı. İki blokun, Doğuyla Batı'nın en kritik hesaplaşma merkezlerinden biriydi bu coğrafya." Sanırsınız ki, bu iki blok arasında bir taraf sızlık sergiliy or, her ikisine de eşit mesaf ede duruyor. Hay ır, eşit mesafede durmuy or. Çünkü alıntı y aptığımız düşüncesini, düştüğü dipnotta (Birinci bölüm, yedinci dipnot) bir ABD'li Prof.'dan alıntıy la besliyor. Sözünü ettiğimiz dipnot da şu: "Ünlü Ortadoğu ve Türkiye tarihçisi A meri kalı Profesör Bernard Lemis, kendisiyle 1998'in aralık ayında İstanbul'da Şahin Alpayla yediğimiz yemek sırasında şöyle demişti: 'Türkiye 1950'le-rin başında NATO'ya üye olunca, Sovyetler, Türkiye'yi istikrarsızlaştır-mak için dört alanı hedef olarak bellemişti: Kürt sorunu, Ermeni sorunu, sol, TürkYunan ilişkileri.'" (a.g.esf.349) Peki, Türkiy e'y i istikrarsızlaş-tırmak için ABD'nin hangi alanları hedef olarak bellediğini y azıy or mu Hasan Cemal? Hay ır y azmıy or, çünkü o Amerikancı. Bernard Le-wis doğruları mı söy lüy or? Elbette ki hay ır. Bilindiği gibi, resmi kay naklar bugüne kadar Kürt isy anlarının (Şey h Sait, Dersim) arkasında "genç Cu mhuriyeti yıkmak isteyen başta İngilizler olmak üzere batılıların olduğunu" iddia etmişlerdir. Ermeni sorununda da, yine batılıların, özellikle Fransa v e ABD'nin
olduğu söy lenmiştir. Bilindiği gibi, ASALA v e ülkücülerin CIA kontrolünde o dönem örgütlendirilip y önlendirildiği sır olmaktan çıkmıştır. Bu konuda Suat Par-lar'ın Kirli İşler İmparatorluğu adlı kitabında, sayfa 255-281'e v e Tav ır dergisinin 9. say ısındaki "Tarihsel gerçekler ASALA ve Gladio vatanseverlerini birleştiriyor" başlığını taşıy an, Suat ParlarTa y apılmış söy leşiye bakılmalıdır. Sola y önelik Levvis'in attığı if tiray ı, ABD'li-ler v e y erli uşakları hep y apmışlardır. Şimdi, Hasan Cemal de bunlara ortak oluy or. TürkY unan ilişkilerindeki problem ise Sovyetlerden önce de v ardı, sonra da v ar olmay a dev am ediy or. Bu iki ülke arasındaki sorunları kaşıy anlar ise çok açık. Bunlar her iki ülkey e de silah satıp tatlı kârlar elde edenler ve onların güdümündeki her iki ülke oligarşileridir. Hasan Cemal olay lara açıklık getirmey e uğraşırken, Amerikancı propaganda yaklaşımından kurtulamıy or, sığlaşı-y or. Sığ politik tahlillerine 77. sayf ada şunları ekliy or: "(...) sağ iktidarların siyaset mi nderini de mokrasi adına yalnız kendilerine ayırmaları, Türkiye'de politikanın çatışma yörüngesine oturmasın ı sağladı. Yine bu politika Moskova'nın Türkiye'yi istikrarsızlaştırma çabalarına da yaradı." Hasan Cemal bu açıklamalarıy la, toplumbilimden bihaber, an-ti-komünist ucuz kasaba politikacısı tav rı sergiliyor. Türkiye'deki toplumsal çelişkileri, sosy al sınıfların y aşantılarındaki derin uçurumları, halka y önelik ekonomik v e siyasal baskıları hiç hesaba katmıy or. İlerley en bölümlerde de seviy esiz bir şekilde empery alizm olgusuna değiniy or, sorunlarımızın asıl kay nağının empery alist sömürüy e bağlanmasının ne kadar y anlış olduğunu tartışıy or kendisiy le; tabii okuyucusuy la da. Sonuçta durumu "kabahati kendimi zde değil başkalarında arama" eğilimi
tavı r / eleştiri / haziran '99 / sayı : 13
olarak if ade ediyor ve 107. sayfada şunları diy or: "Bizi 'geri bıraktıranlar' onlardı. Yani e mperyalizmi O yüzden onlar bu kadar zengin biz ise fakir..." Tüm özeleştirilerini bu sistemde y aşamay ı hak etmek için nedamete dönüştürüy or v e bunu şöyle dillendiriy or: "Geçmişi ko mplekssizce sorgulayalım ki, de mokrasi ve insan haklarının da mgasını vurduğu devlet ve toplum düzenlerinde yaşamayı hak edeli m. Kötülüklerin kaynağını kendi içimi zde ara maktan, soruml uluk payımızı saptamaya çalışmaktan kaçmayalım." (a.g.e-sf.49) Böy lece Doğan Av cıoğlu müritliğinden, holdinglerin müritliğine geçiyor. Hasan Cemal'in hay allerini y ıkan 12 Mart darbesi, içinde y er aldığı politik tutumu ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle kimse ona dönek demey ecektir. Ama o anti-ko-münist tutumunu liberal söy lemlerle sürdürürken, sola y önelik sık sık yinelediği f anatikliği, tersten düşünüp kendilerinin if lah olmaz f anatikler olduklarını söy lemeden edemeyeceğiz. Hasan Cemal dönek değildir, ama "nedir", "ne yapmaktadır" diy e soracak olursanız; ona da cev abımız şudur: Hasan Cemal v e onun gibiler, egemen sömürücü güçlerin kategorilerine v e o zeminden y ola çıkarak sistemin sahiplerinin özlemlerine, projelerine uy gun f ormüllere dört elle sarılıy orlar. Sosyalistleri, dev rimcileri dogmatik-likle suçlay ıp, söv üp say ıyorlar. Tüm bunlara karşın, onlar kendilerini burjuv azinin siy asal liberalizm dogmasına mahkum ediy orlar. Onun gibilerin dogmatizmi, burjuv a kadınsılığı edasında arzı endam ediy or. Onlar artık yaşlı burjuva fikir yosmalarıdır ve öylece de ölüp gideceklerdir. •
değerlendirme kemal
D
kor ay
aha okuma-yazmay ı sökmemişken, küçücük belleklerimiz geçmişin öv gü|leriy le dolduruldu. Bu geçmiş öy le "büyük", öy le "görkemliydi" ki, daha o y aşta nedenini anlay amay acağımız bir kibir dolardı içimize. Neden o çağda y aşay amadığımıza hay ıf lanır, üzülürdük. Tarihte her dönem kendi devletine sahip olmuş bir milletin, "Türk gibi güçlü" dey imini Avrupa kentlerine y azdıran, Orta Asy a'dan gelip Viy ana kapılarına day anan, koca Akdeniz'i Türk gölüne çev iren, y edi iklim, üç kıtada hüküm süren... diy e daha onlarca süslü cümle hala belleklerimizde değil mi? İşte bu "görkemli" tarihin daha da "görkemli" bölümü olan Osmanlı Devleti bundan tam 700 y ıl önce kuruldu. Tarihteki son Türk dev lerinin yetkilileri ay larca önceden başlay arak bu büy ük olay ı sanma yaraşır şekilde kutlamak için kampany a başlattılar. Devlet yetkilileri bu şanlı tarihe karşı öyle duy arlılar ki, daha 75. y ıl kampanyası bitmemişken, 700. y ıl kampany asıy la bu tarihin sanma şan katmaya hazırlandılar. 75. y ıl kampany asını hazırlay anlar dev let kasasmdan y ani halkın cebinden y üzlerce trilyonun kimlere nasıl aktarıldığını unutmadı. Ve sonra neden örneğin 56. y ılda y a da 69. y ılda değil de 75. y ılda böy le geniş bir kampany anın organize edildiği sorusunun cev abını da unutmadı. Ve şimdi 700. kuruluş y ıldönümü... Kurulan, Osmanlı İmparatorluğu'nun
ilk hali, Osmanlı Bey liği. Sempozy umlar, paneller, mehtaran bölüğü gösterileri, y abancı konukların tarihi mekanlarda gezi programları, saray lardaki y aşamı tasv ir eden canlandırmalar, vs. vs. v s... Bir y andan devlet, bir y andan onlarca v akıf görünümündeki mirasyediler broşürler hazırlıy or, kitaplar bastırıy or, etkinlik afişleri hazırlatıy orlar. Konuklar geliy or, konuklar gidiyor. "Bilim ada mı" etiketliler kürsülerde konuşuy orlar. Konuştukça coşuyor, coştukça konuşuy orlar. Ve dinley enler; işadamları, holding patronları, üst düzey bürokratlar, üst rütbeli subaylar, emekli generaller, polis şefleri, onların eşleri, yakınları... Konuşmacıların "pek bili msel" v e bir o kadar da süslü, öv gü sözleriy le may ışmışlar, zevkle dinliy orlar. Onlar beş y ıldızlı otellerin şataf atlı salonlarında huşu içindeyken, sokaklarda ev ine ekmek götürmek için, gün boy u çok az satabildiği malına belki bir iki müşteri çıkar diy e son bir umutla bağıran pazarcının sesi çınlıy or. Az ötede daha dün aldığı borç paray ı, en y akın kaç ay sonra ödey ebileceğinin hesabıy la derin derin düşünen bir memur duruy or. Y anıbaşında, sağ dizi delinmiş pantolonunun cebine bir elini sokmuş, diğer eli kirden simsiyah, bir küçük torbay ı tutan çocuk. Sonra işçiler, işsizler, öğrenciler, okulsuzlar, kadınlar, erkekler, analar... Y ani halk. Sokakta, ekmek kavgasında. Ekmek kav gası... İşte tarihin yaratıcısı, motoru. Y aşanmış v e y aşanacak ne v arsa tavı r / değerlendirme / haziran '99 / sayı : 13
hepsi bu kav ganın bir y ansıması. Ve Osmanlı, kendinden önceki Selçuklu'nun dev let geleneği adına herşey inin devamcısı. Bu tarihte ne köy ünden kopmuş gelmiş, eline tutuşturulan kılıcıy la vuruşan, ölen, öldürülenlerin adı v ardır ne de kadılara rüşvet v ermediği için zindana atılan mazlumlar. Bu tarihte herşey öylesine altüst edilmiştir ki, o görkemli sarayların aşılmaz duv arlarının harcındaki kan kokusu, lav anta kokularıy la örtülmüştür. Hangi görkemli tarih anlatılıy or? Bütün gücünü kılıç zoruy la, yağmacılık v e talancılıktan elde eden bir şataf atın tarihi. Kendi halkına zulmetmekte düny ada eşi benzeri çok az bulunur bir zorbalığ ın görkemi. O şatafat ki, erkeklerini kılıçtan geçirdiği halkın mallarından bir kısmını askerlere dağıtıp, gerisini saray ın depolarına doldurup, har v urup harman savuran bir şataf at. Kadınların ı, genç kızların ı gençlik, güzellik testinden geçirip, saray haremine köle yapan, geri kalanları askerlere ganimet olarak dağıtan bir geleneğin şataf atı. Ve o şataf atın sürmesi için, Anadolu köy lüsünün kıraç topraklarda binbir güçlükle ürettiği buğdaya tek bir av uç kalmamacasına el koyan bir dev letin geleneği... Öv ünülen tarihin adına "Türk tarihi" diy erek y ıllardır şov enist, faşist, ırkçı ideolojiy i tüm halka benimsetmey e çalışanlar, Selçuklu v e Osmanlı saray larında Türk halkı için söy lenenleri bilmezler mi? Saray ın y azar- çizerlerinden Aksaraylı Kerimeddin Mah-
mut'un, Ulu Dev letlü Sultanı'na Türkleri anlatırken: "Hunlar, Türkler, köpek ve kurt gibidirler; ellerine fırsat geçerse yağmayı gani met bilirler. Fakat düşman kuvvetliyse kaçarlar." (Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, cilt 1, sayfa 215Aktaran; Çetin Yetkin, Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, sayfa: 4) diy e tarif ediy or. Daha başka birçok saray tarihçisinden, yazarından Türkler için ne sıf at kullandıklarını y azmaya sayf alar y etmez. Peki nereden böy le bir cesaret alıy orlardı? Hem de ulu Türk hakanının huzurunda nasıl böy le konuşabiliyorlardı? Konuşuy orladı, çünkü halktan nef ret ediyorlardı. Hakanların, padişahların da halktan nef ret ettiğini biliy orlardı. Zaten onlar asla kendilerini Türk olarak görmediler. Halkla en ufak bir benzerliklerinin kalmaması için kendilerine Selçuklu, Osmanlı dediler. Ne zaman Türk sözünü duy salar tüyleri diken diken oldu. Halktan bu kadar nef ret etmelerinin de nedeni vardı elbette. O halk ki, göçebe y aşamlarını sürüdürebilmek için ihtiy açlarını karşılamay a geldikleri kent merkezlerine sokulmay andır. O halk ki devleti yalnızca kılıçlı, mızraklı, pusatlı atlıların ellerindeki paşa buy ruğuyla gelip zorla ürünlerini gaspetmesiy le tanır. Bir de nedenini hiç bilmediği, hiç soramadığı, askere alındığ ında... Halktan nefret etmelerinin nedenleri v ardır. Korkuyorlardı halktan. Nasıl korkmasınlar ki? Onurlu, adil bir düzen aray ışının sözcüsü Baba İly as'la, onun öğretisine komutanlık eden Baba İshak'la nasıl da bütünleşmişlerdi. Haksızlıkların olmadığı y eni bir düny a için, v arını y oğunu ortaya koyan Türkmenler, Baba İs-hak'ın ihtilal için v ereceği işareti v eriyorlardı. Mallarını, mülklerini satıp silahlanmışlardı. İşareti aldıklarında "... karınca v e çekirgeler gibi hemen ay aklanmış , sözleştikleri gün ve saatte isyan bayrağını
(İbni Bibi, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, sayfa:208Aktaran age. sayfa.55) Ve Adıy aman'dan, Amasy a'y a geçtikleri y erde binlerce çoğalarak, her v uruşmada kaldır mışl ardır."
binlerce can v ererek yürüdüler. Amasy a'da Baba İshak hileyle katledilip kale duv arlarına asıldığında, bu dertten kurtulacaklarını, halkın sineceğini sanmışlardı. Ama daha inançlı, daha kararlı sürdü halkın sav aşı. Ve başkente, Kony a'y a yürüdüler. O görkemli dev letin ulu hakanı, yenilmez ordusuna güv enemedi. Kendi halkını katletmek için 300 bin f lorin karşılığında Frank ordusunu kiraladı. Kendi halkını 300 bin f lorine sattı. O şataf atlı saray y aşamı işte böy le korunmay a çalışıldı. Osmanlı, Selçuklu'dan ay nı geleneği, halkını katletme geleneğini devraldı. Öy le nef ret ediyor, öy le korkuy orlardı ki; saray a halktan, Anadolu halklarından hele hele Türkmenlerden hiç kimseyi sokmadılar. Dev let bürokrasisinde adlan müslüman adına çev rilmiş paşalann, v ezirlerin büy ük çoğunluğu y a devşirmey di, y a da dönme. Kendilerine v erilen topraklar, malikhaneler karşılığın da güy a müslümanlığı, kabul eden Mihal Gazi, Ev renos Gazi'nin değiştirmedikleri adlan her şey i anlatmıy or mu? Av rupa'dan dav et edilen y üksek dev let görev lileri, Osmanlıy la ilgili demeçlerinde Osmanlı'nın ne kadar hoşgörülü olduğunu, ülkelerine girdiğinde halkın dinine, inançlarına, yaşama biçimine hiç karışmadığını söy ley erek öv güler diziy orlar. Doğruydu, Osmanlı oralara girdiğinde, halkı inim inim inleten y erli hristiy an egemenlere, hükümranlığı kabul etmeleri karşılığında, o güne kadar nasıl sömürü-y orlarsa, aynı şekilde sömürü v e zu lüm uygulamalarını sağlay acak unv anlar verdi. Onlar memnundular, y a halk? Halk zulüm altındadır. Merkezi v e y erel egemenlerin zulmünün sınırlanın anlatmak için kalem yetmez. Bir tek Bedreddin gerçeği bile herşey i ortaya koy ar. Bedreddin sömürü-üz, kardeşçe, ortakça bir yaşam için yola çıktığında, o güne kadar aşağılanmış müslüman, hristiy an, hangi dinden v e hangi halktan olursa olsun bütün ezilenleri kardeşlik bay rağı altında bir aray a getirebilmiştir. Ve işte o kartavı r / değerlendirme / haziran '99 / sayı : 13
deşlik ormanını korumak için kadını, erkeğiy le ölümü hiçe sayarak savaşmış, direnmişlerdir. Y a sonra Celaliler? Anadolu'da Osmanlı'nın tarihi boy unca süren onlarca ay aklanma, neden? Neden onca ay aklanmalar kanla, eşi görülmedik zulümle bastırılmışken y eniden y eniden ay aklandı Anadolu halklan?. Koçi Bey tanığıdır ki; "...Bu zulme reaye nasıl dayansın? Bütün millet bu haksızlığı nice geçirsin?.. Velhasıl şimdiki reaya fukarasına olan zulü m hiçbir tarihte, hiç bir iklimde, hiçbir padişah me mleketinde olma mıştır." (Katip Çelebi, Düstur-ül Amel-i İslahi'l Halel, Seçmeler, sayfa.47-Aktaran Age. sayfa:112) Kampany ay ı düzenley enler, saraydaki padişah y altakçısı şairlerin, düny adan, y aşamdan kopuk, soyut düny alarında en süslü laflan bulmaktan ibaret olan sanatlarına övgüler diziy or, geceler düzenliy orlar. Ama ay nı Osmanlı'nın zulmettiği halkın da sözcüleri v ar. Halkın durumunu, acısını anlatıy orlar. "Bu yıl bu dağların karı erimez. Eser bad-ı saba yel bozuk bo zuk. Türk men kalkıp yaylasına yürümez. Dağıl mış aşiret el bozuk bozuk." Bozuktur düzen. Ve nerede zulüm v arsa orada direnmek haktir. Osmanlı'nın 700. kuruluşunu kampanyalarla kutlay anlar düzenin bozukluğunu, halkın acılarını geçici de olsa unutturmanın, "görkemli" geçmişe özlemle, bugünden uzaklaşsın istiy orlar. Ama ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, anlatılan tarih bu halkın tarihi değildir. Ne mehter takımları, ne şatafatlı törenler, ne akıtılan trily onlarla binbir türlü gözboy ama manev raları bu halkın acıların ı unutturamaz. Çünkü dünün zorbalarıy la, bugünün katilleri, rüşv etçileri, işkencecileri, hırsızları, y ol-suzları birbirlerine göbekten bağlıdırlar. Çünkü dün zulme karşı direniş bay rağını y ükselten halkın öncüleri v ardı. Bugün de v ar. Ve zulüm düzeni bütün "görkemi" ile y erle bir oluncaya kadar hergün çoğalarak var olacaklardır.
araştırma y a s e m i n ö zd e m i r
R
eşit Paşa, "Sultan Abdülha-ziz, pa muk üretmek isteyen-lere boş toprakların karşılıksız verilmişini, bu topraklarda beş yıl süre ile vergi alınma masın ı, pa muk dışsatımından al ınan vergi oranlan ma düşürülüp ya muk işle mek için dışarıdan getirilecek araç-gereç ve makinelerin gü mrük vergisinden muaf tutulmasını kabul etti. İskenderun-Basra de miryolu proje-sini de beni msiyoruz. A ma bu za man alabilir" dedi "Mükemmel" dedi Pizane. "İngi liz hükümeti size minnettardır. Peki ya 7 göçerlerin durumu ne olacak Koca ovada toprağı ekecek tek bir insan yok. Esat mesele bu insanların ovaya indi ni metidir." Reşit Paşa hemen cev ap v ermedi. Div anhane'nin göz kamaştıran dekoruna baktı bir süre. Sonra duvardaki acem halısından aldı gözle rini, Pizane'nin mav i gözlerine dikti. "Bunun sırası değil" dedi. "Kozan'ın devlete isyanı sürdükçe buraya yabancı eli girebilir Ayrıcalıklı bir hükümet kurularak Al-i Osmanlı'nın başına be la olur. Iskanı Kırım Harbi sonrasına bırak mak gerek". Pizane, isteksiz bir olur dercesi-nc kaf asını haf ifçe sağ yanına doğru salladı. Y aklaşık iki saattir bu-lunduğu Paşa Div anhanesinden ayrıldı. Sekbanların arasından geçerken, elde ettiği ödünlerin sev inci kurnaz bir gülümseme olmuş, gözlerine konmuştu. "Şimdilik bu kadarı
iyi. Biz istemesek de Osmanlı nasıl ol-sa o göçerleri dağdan indirmeye çalışacak. Bize düşen bu yarayı deşmek, iskanı hızland ır maya çatışmaktır" diy e düşünerek y ürüdü. Y üzündeki kurnaz gülümseme sekbanların gözünden de kaçmamıştı. "Hükü metin bu İngiliz baş tercümanı, tercümanlık dışında her bir işi yapıyor, sultanın ağzından girip, burnundan çıkıyor" dedi sekbanbaşı. Pizane konuk odasına geldiğinde, içeriye meraklı bir gözaltı. Kimsecikler y oktu. O esnada y anına gelen kapı kethüdasının eşliğinde, acele adımlarla dışarı çıktı. Pizane dağlarda göçebelik y apan Türkmenlerin "y abanıl" y a-şantısına şaşıy or; düze inip toprağı işlemey işlerini, uy gar İnsanlar gibi y aşamay ı seçmeyişlerini kafası almıy or; '19. yy'da insanlar hala dağlarda mı yaşıyor?" diy e kendi kendi-ne hay retle soruy ordu. Manchester Cotton Supply Associalion Şirketi'nin bürosuna v ardığında Mr. Gout'y a rastladı: "Ben de seni arıyordu m" dedi "Os manlı talepleri mizi kabul etti. Hem de hiç eksiksiz." "Bu çok iyi bir haberr peki ya göçerler?" diy e heyecanla sordu işadamı, "Göçerlerin yerleştirilmelerini Kırım Harbi sonrasına bıraktılar. Ayrıca İskenderun-Basra demiryolu projesine sıcak takıyorlar." "Mükemmel bir iş başardın Pizane. Düşünsene Çukurova pamuktan beya-
tavı r /tarih / haziran '99 / sayı :13
za kesmiş, insanlar güneşin altında bu kar örtüsüne dağılmış, binlerce balya pa muk fabrikalara ve oradan da de miryolu vasıtasıyla Basra'ya akıyor, ve ardından İngiltere'ye, güneşin bulmadı-ğ ı ülkeye doğru bir yolculuğa çıkıyor. "Eh, üçüncü fabrikanı da açmışsın, senin yerinde kim olsa böyle hayaller kurardı." "Evet Adana ve Mersin'den sonra Tarsus'taki de faaliyete geçti, şu an doksan çırçır makinesi, iki su cenderesi, iki de su türbini var. Toprak varr tokum var, makine var a ma o kahrolası yabanıllar dağlarda yan gelip yatma-ya. keyif çatmaya devam ediyorlar" "Sabırlı ol mal ısın Mr. Goui. Osma nlı o yabanıllara bizden daha fazla düşman. Bu işi Kırım sonrasına ertele-dilerse, işi kökünden çözmek içindir Hiç mer ak etme, yakında toroslarda çiçeklerden, böceklerden ve hayvanlardan başka canlı kalmayacak." "Hayvanlar düze inecek yani" diy en Gout, kendi sözlerine katıla katıla güldü. "Dur bakalım, böyle konuşma O hayvanlar olmazsa senin makinelerin pas tutar. Gelecekte müstakbel işçile-rin olacak bu adamlar hakkında böyle konuşmar mal ısın" 'Sen boşver bunları. Elimizi çabuk tutmalıyız Pizane Al man ve Fransızların da bölgede gözü olduğunu ve giz-Ii gizli faaliyetlerde bulunduklarını unutuyorsun" diy en işadamı, Pıza-ne'a bir kitap uzattı, kitabın ismi Türkmen Aşiretleriydi. Pizane kita-
bin kapağına bir gö z attı. Dr. Fre-ilich v e Mühendis Radlig imzalıy dı. Soru dolu bakışlarla Gout'ya baktı. "Bizler işi ağırdan alıp, gevezelik ederken dağ-taş de meden Çukurova'yı, To-rosları gezen Almanlar bölgenin adeta haritasını çıkarmışlar" diy e çıkışlı Mr Gout. Pizane susuy ordu. Nasıl olmuş da "uçan kuştan haberi olan" kurnaz Pizane'ın kitaptan haberi olmamıştı. Görev ini tam yapamamanın suçluluğu v e hırçınlığ ıy la sayfaları sinirli sinirli çev irmey e başladı. Bir sayfaya takıldı gözleri, okumay a başladı : "... bunun için yöreye Türkmenler yerleştirilebilir. Buralarda yerli halkın inançları ile Türkmenlerin inançları arasında büyük bir fark vardır. Kent halkının bir bölü mü islam ve sünnidir, Türk menlerin çoğu kızılbaş-tır Bölgede gerçekleştirilecek ekonomik kalkın ma ve nüfus artışı Türkmenlerin iş yaşanıma sokacak vegelecek kuşaklar olumlu yönde değişeceklerdir.. " Piza-ne içinden "v ay anasına biz uyurken adamlar ne dü menler çeviriyorlarmiş" diy e geçirirken, Cout'ya dönerek, Bunlar zaten bilinen şeyler" diye kestirip attı. "İşi daha da sıkı tutmalıyız Pizane. Anerikada çıkan iç savaş sonrası pamuk krizi gittikçe derinleşiyor ve İngiltere'yi zora sokuyor. Çukurova bu krizi tersine çevirip, karlarımıza kar katabilir, bu çek öne mli" Baştercürnan ve işadamı Gout sohbetlerine dev am ederken, Reşit Paşa da Paşa Div anhanesi'nde gö-çerlerin iskanını düşünüy ordu. Pızane gibi üç, beş y ıldır değil y üz-lerce y ıldır, Osmanlı Türkmen'i düze indirmenin hesabını y apıy or, ama bir türlü de istediği sonucu alamıy ordu. Fermanlar çıkarmış, olmamış; kılıçtan geçirmiş. y ılmamış sürgün etmiş, Türkmen y erinde durmamıştı. En son Kırım harbi için Kozan ve Gavur dağlarındaki aşiretlerden asker istenmiş; aşiretle-rin asker v ermey i reddetmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Reşit Paşa, Pizane gibi aceleci değil-
di. Biraz daha sabretmek gerekliği ni düşünüy ordu. "Sabretmek ve harp sonrası hemen tepelerine binmek, hem de bir daha hiç inmeme-ceslne" diy e y üksek sesle düşündü Reşit Paşa. Sonra sultanın odasına gitmek için div anhaneden çıktı. Başın görünmü yor dumandan pustan Bağışır g eyiğin durulmaz sesten Sığ yanın Saraycık, solun Elbi stan Övülmeye d eğer d ilin Binboğa...
diy e bir türkü tutturan Dada-loğlu y ayla y olunu tutmuşu. Beyaz v e gri taşlarla, kay alar arasına serpiştirilmiş gibi duran sütleğenlerin, abdest bozanların arasından y ürüy erek y ukarılara doğru tırmanıy ordu. Akaçlar pürçünü açmış, gökyü-zünde kuşlar kılav uzunu seçmiş diy erek önce y amaçlara ardından da göky üzüne çev irdi bakışlarını. Kışın aklığı erimiş, Aladağ y eşil donunu giymiş, Toroslara bahar gelmişi. Zamanlı ırmağının baharla gelen gürley işini dinley en Dada-loğlu gev enlere, sütleğenlere, çoban y astıklarına merhaba diy or, baharın temiz hav anını ciğerlerine doldurup boşaltıy ordu. Pınarları süt may alı, dorukları puslu kay alı Atadağ'ını benim diyerek seslendi doruklara. Duruklar y amaçlara v erdi bu sesi, ses yankılandı gey iklerin, kuşların, kurtların, çamların, çiçeklerin, y edi gollerin seslerine karıştı v e ılgıt ılg ıt esen bu bahar y eli olup Dadaloğ-lu'nun yüzünü sev giy le y aladı. Saatlerdir süren tırmanış Dadaloğlu'nu y ormuştu. Durdu. Dinlenmek için bir sedirie v erdi sırtını. Ormanların gözdesi, prensesiy di sedirler Binlerce y ıl Önce Toroslardan ta Lübnan'a kadar tüm dağlar sedirlerle kaplıy mış Ama iklim şartlan değiştikçe kuraklık baş gösterdikçe, Lübnan'dan bu y ana soyu tükenir olmuş. O gün bugündür de sadece Torosların bir çocuğu olmuş sedirler Tıpkı kardelenler gibi onun da adı toroslarla anılmaya tavı r / tarih / haziran '99 / sayı :13
bağlamış. Dadaloğlu sazını hey besinden çıkardı. Ve y üreğinden kopup gelen duy gular sazın tellerinden akıp, hav ada uçuşmaya başladı. Dadal'ım der binbir dağı gezerim Alad âğ'ı da bir yapılı gözerim Hak vergisi şıvgalarım ezer im Bağ ışla gör mor sümbüllü A'l amı Ge zerdi Dadaloğlu
y aylalar, obalar, ov alar, köyler boy u; Bolkar, Binboğa, Kozan, Nurhak, Erciy es, Gav ur dağınca gezer, çalar, söy lerdi. Her dağ her oba, her aşiret ozanı bellemişti onu. Ünü dört bir y ana y ay ılmış, türküleri dilden dile söy lenir olmuştu. Sedirler arasında çok eğlenmedi. Bir an evv el y aylay a v armalı, beyîne haberleri ulaştırmalıy dı. Haberler içaçıcı değildi. Kara haberler almıştı dört bir y andan. Kırım harbi bitmek üzrey dı v e Osmanlı Türkmenin üzerine y ürümey e hazırlan ıy ordu. Akdenizde, Toroslarda zulüm kol gezer de, aşıklar durur muy du? Dadaloğlu da durmamıştı. Dağla-ra, y aylalar, ovalara v armış; Akbez-lilere, Rey hanlılara, Ulaşlılara, To-rosların bilcümle aşiretine uğra-mış, y oldanbelden, kurttan-kuş-tan, obalıdanköy lüden haber al-mış v akit kay betmeden y ay lasının y olunu tutmuştu. Çukurov ada dolaşan ecnebiler görmüş, tarlalara konan makinelere şaşkınlıkla bakmış, Osmanlının hazırl ık y aptığını aşiretleri bastırmak için hain tuzaklar kurduğunu, ohalan bir kay gının aldığın ı duy muş, görmüştü. İşte bundandır ki, baharın cana can ka lan, insani y eniden y aratan, coşkun çağrısına içdinginlığiy le kulak v e-remiyor, bu görkemi tadına v ara vara sindiremiyordu. Bu bahar nice bir bahar olacaktı, belirsizdi. Za-mantı suy u kanlı mı akacaktı, Me-detsiz Tepesi yangından dumana mı kesecek, kuşların, ormanların uğultusuna ağıtlar mı karışacak, belirsizdi. Mersin, def ne ve tesbihleri ardında koy up, çam ormanına gireli
epey olmuştu. Köpek hav lamaları duy ulup, çadırların görülmesiyle Dadaloğlu da adımlarını hızlandır mıştı. İlkin oba çocukları karşıladı onu. Sonra kazanlarda bulgur kay -n a t a n kadınlar, ellerinde su testisiy-le kuy udan su çeken kızlar onu gö rüp koşuştular. Ardından bir anda, genci-y aşlısı, çoluğu-çocuğu, kadını- erkeğiy le Kozan obası Dadaloğ-lu'nun çev resini sardı. Dadaloğlu çocukları öptü, oba halkıy la kucaklaştı. Kozan beyi Y usuf v e diğer ileri gelenler de duy up gelmişlerdi. Hepbirlikte çadırlara doğru y ürümey e başladılar. H e m yürüy or h e m de sohbet ediyorlardı. Çadırlara v ardıklarında her zaman kinin aksine oba halkı, Dadaloğlu'ndan bir türkü bile dinley emeden, beyler, Aşık'ı y anlarına alıp otağa götürdüler. Sadık Bey , Osman Ali, Göbekoğ-lu, Herekçioğlu, Duharoğlu gibi bey ler; Koca Aslan Kenan, Kodaz Ali, Terkeşli Veli gibi ünlü sav aşçılar da içeride y erlerini almıştılar. "Anlat hele Dadaloğlan" dedi Y usuf Bey : "Gezdiğin, gördüğün yerlerde ne işittin, ne duydun?" Dadaloğlu bey inin y anına oturmuştu. Sev ilmesinin yanında bir o kadar da say ılır, sözü dinlenirdi. Ozan v e aşık Türkmenin gözü, kulağı, ulağıy dı çünkü. Osman Ali "Biz de günlerdir oturmuş, tartışırız. Hep kara haberler gelir, durur. De bakalım Dadaloğlu Çukurda durum ne haldır?" dedi. "Ata töresini nicedir unutmuş olan Osmanl ı ovayı ecnebilerle doldurmuş, mağrıptan gelen ada mlar çukuru makinalarla donatmakta. Lakin toprağı sürebil mek için obaları düze indirme telaşındadır. Bu ecnebiler çukurdaki ağalarla bir olmuş, yöredeki halka düze inmenin ni metlerini anlatır dururlar mış. Osmanl ı ecnebiyle bir olmuş, bizleri kırmak ister." "Baban Kul Musa 'Osmanlı'yla dost ol man, yeniden görme ile alışveriş etmen, bil mediğinize sır aç man' derdi " dedi Herekçioğlu. "Aşiretler ayaktadır Koca
Yusuf.
Derler ki Osmanlı Kırım harbini bitirmiş ve de Türk men ü zerine yürü mek için ordu toplarmış. Bolkarları, Gavur dağlarını, Nur dağların ı, Tahtalı ve Binboğaları bir telaştır almış. Kimi korkar ol muş, ihanetin peşinde, kimi de savaş hazırl ığı yapar. Gördüğüm, duyduğumu z budur" "Kozan ve Gavur dağlarındaki aşiretlerin Kırım harbi için asker vermeyişine sultan çok kızmış, kini artmış tır. Desen Osmanlı kanımızı içmeye yemin etmiştir"
ca Yusuf. Dadaloğlu de me miş mi ki, avşar uşağı şöhretli gezer, on beş yirmi atlı bir ordu bozar diye, bunun üzerine avşar uşağı daha ne söylesin ki? Gayrı bize de ölü m pahasına da olsa, yaylamızı, yatağımızı savunmak düşer" y iğitlerin sözleri Kozanoğlu Y usuf u sevindirmişti. "Kalkın gayrı, fazla ne gerekiyorsa yapılsın. Davlumbazlara bir iyici vurulsun, çukurdakiler duysun avşarın savaş naralarını. Dadaloğ-lan sen de sazını, sözünü esirgeme bizden, haydin davranın gayrı"
"O bahanedir Gökoğlu. Hepi miz de bil mekteyiz ki, düze indirmek, yiğitlerimi zden asker, terimizden ekin, ekinimi zden vergi almak ister. Almak ister-ki, kahbe sultan haremine daha fazla taze katsın, daha güzel yemekler zıkkıml ansın"
Bey ler, y iğitler otağdan ay rıldılar. Kozan y aylasında bir yandan toy, diğer y andan da savaş hazırlıkları görülmey e başlandı.
"Yusuf Beyimiz haklıdır. Türk men düze inende silahsız ve soluksuz kalır. Osmanl ı elinin altındaki Türkmeni daha güzel ve de kolay kırar" diye ekledi Sadık Bey. "Düze in dirdikten öte varsın kırmasın Türkmeni. Düze in mek zaten öl mek de mek değil midir? Düze in mek geleneklerin, törenin, koca bir tarihin unutulması de mektir. Bunlar yitip gittikten sonra yaşasan ne olur? Dada-loğlu de bakalım, aşiretler ne haldadır, ne düşünürler?" "Ulaşlı aşiretleri yaylaklarında savaş hazırl ığındad ır. Koca Yusuf bilirsin Osmanl ıyla kan davalıdır onlar. Osmanlı da bu kızılbaş aşiretini kırmak ister. Ulaşlı beyleri düze inmek-tense savaşarak ölürüz demektedirler. Bozdoğanlar, Geritliler, Tecirler kurultay toplamış tartışmaktadır. Gavur dağının güney doğusunda Çobanoğlula-rının e mrindeki Dağlular'dan Hacılar, Tiyek ve Akbez beyleri kararsızdır. De mek o ki, doğusu, batısı ve güneyiyle Toroslar bir karmaşa halindedir. Savaş ola ki, ak koyun kara koyun er meydanında görüle" "Bre sizler niye susarsınız yiğitler" dedi Kozanoğlu. Koca Asker Kenan, Kodaz Ali, Terkeşli Veli v e nice y iğit sav aşçı gülümsey erek baktılar bey lerine. "Nice diyelim Kotavı r/tarih/haziran'99/sayı :13
Div anda herkes yerini almıştı. Sultan Abdülaziz çatık kaşlarıy la paşaları süzdü. "Seni dinle mek isteriz Derviş Paşa, iskan birliklerinin duru mu nedir?" Dördüncü Orduy u Hümayun Müşiri Derv iş Paşa sultana y altaklanarak, el etek öptükten sonra "Sultanım, Balkan isyanlarında kullandığımız ve bugüne kadar İşkodra sancağımızda bulunan birliklerimizden Arnavutların oluşturduğu yedi tabur seçme asker ayırdık, Diğer kuvvetler ile birlikte on beş tabur piyade, iki alay süvarimiz, beş yüz altı yüz civarında Gürcü, Çerkez ve Kürt atlılarımız var. Beş kıtamızın hepsi de Şeşhaneli dağ topuyla donatılmış bulun maktadır." "Gürcü, Arnavut, Çerkez ve Kürtlerden tabur oluşturulması isabet olmuş, aferin. En azından bizleri yarı yolda bırakıp saf değiştirmezler. " diyen Sultan sonra hukukçu v e tarihçi olan Cev det Paşa'y a çevirdi kafasını. "Bir kez daha söylüyorum Paşa, Fırka-i islahiye sadece bir ordu harekatı değildir. Bugüne kadar yapıl mış tü m harekatlardan farklıdır. Düze indirilen aşiretlerin yerleştirilmesi ve toprağa bağlı kılınması, zapturapt altına alın ması esastır. Bundan dolayıdır ki, düze indirilen her oba, hemen uygun bir ev-kiye yerleştirilmeli, aşiretlerin ileri gelenleriyle işbirliği yapılarak kent mec-
Üsleri kurulmal ı ve tabi her kasabada bir kışla inşa edilip, kışlanın yöre halkınca yapılması emredilmeli" "Emredersiniz ulu hünkarımız" dedi Cev det Paşa. "Ahali, devletin varlığına inandırılmak, devlet sevdirilmeli, kan dökmek istemediğimi z ve evvelki suçlarını affettiğimiz söylenmeli. Ola ki, bu yabanlar bir olur, Fırka'yı uğraştırırlar. Aralarına nifak sokup, mü mkün olan beyler satın alınmalı ve dahi bu bela Osmanlı'nın tarihinden silinmeli" dedi Abdülaziz, sertçe. Bu kararlılığına kendisi de şaşmıştı. "Devletlü hünkarım hiç kaygulanmayın. İskenderun'dan, Amanoslara, Kozan'dan, Kilis, Maraş ve Elbistan Sancaklarına, Adana eyaletinden, Niğde, Kayseri ve Sivas eyaleti hududuna kadar tüm bölge itaat altına alınacaktır." Kaptan-u dery ay a dönerek "Vapurlar tez elden hazırlansın ve yol hazırlığ ı görülsün" diy en Abdülaziz, paşalara y ol gösterdi. Y aklaşık bir saattir kendisini v e paşaları imrenerek dinley en Pizane'e dönerek "Na sıl, iyi bir uşak mıyım" dercesine soru dolu gözlerle baktı. Pizane, aldı bu bakışı ve "İngiliz hükümeti size minnettardır sultanım" diy erek cev apladı. Mutluluktan havalara uçuy ordu. "Ne zamandır ki, Mr. Gout beni sıkıştırıyor, koca Çukurova'da pamuk ekecek adam yok diye kıvranıp duruyordu. Göreceksiniz Osmanlı ve İngiltere'nin işbirliğiyle, Anadolunun güneyi ve daha bir çok bölgesi zenginleşecek, uygarlaşacak ve düşmanlarımız çat diye çatlayacaklar" Pizane sev incinden gev ezelik edip dururken, Abdülaziz de dolaptan bir İskoç viskisi çıkarıp, iki ayrı kadehe boşalttı. Sultanın ikramını memnuniy etle kabul eden Pi-zane, kadehini zaf er için kaldırdı v e To your health" dedi, Abdülaziz, gülerek "o da ne demek" diy e zorun-ca, "Sağlığın ıza sultanım" diy erek kadehi bir y udumuda bitirdi Piza-
Sev incini Mr. Gout v e İngiliz hükümeti ile pay laşmak için saray ın dışına attı kendini. Ilık bir nisan hav asında İstanbul daha bir güzel gözüktü gözlerine. Kendisini bir kuş kadar haf if hissediy ordu. Pizane, mutlu haberi işadamı Gout ve hükümete y etiştirmek için koşaradım şirkete giderken, Derviş v e Cev det paşalar da harekatın son hazırlıkların ı y apmay a başlamışlardı. Harekata katılacak taburları denetlemey e giden Derv iş Pa-şa'nın, nihai sonucu alacaklarına olan güveni tamdı. Dünyay ı f ethe çıkan bir kumandanmışçasına mağrur bir eday la birliklerini denetledikten sonra, iskeleye, v apurları görmey e gitti. Beş büy ük vapur hazırlanmış, sef er için bekliy ordu. Kendisi için her türlü konf oru düşünmüş, y olculuk esnasında tüm ihtiy açlarını karşılay acak eşy ay ı kamarasına doldurmuştu. "Neyse daha vaktimiz çok. Kalanını da uzun deniz yolculuğunda tama mlarız" dedi Cev det Paşa. Uykusuzluktan v e gün boy u koşturmaktan y orgun düşmüştü. Sabaha dinç kalkmak istiy ordu. Çünkü sabah erkenden gemiler demir alacaktı.
Kozanoğlu Y usuf Bey'in çağrısıy la toy hazırlıkları hemen başlamıştı. Bir y andan hazırlıklar tüm hızıy la sürerken okuntular da çevre obalara, ulaştırılmıştı. O güne dek görülmemiş bir toy hazırlığ ı y apılıy ordu. Savaş öncesi, Türkme-nin birliğini, dirliğini gösterecek; savaşma azmi bilenecekti. Bu yüzdendir ki, okuntu ulaşmay an yayla, oba, ov a, köy kalmamış, Ala-dağ'ın dört bir y anına haber ulaşmıştı. Kuşlar kılav uzlarıy la, soğuk sulu Zamantı dereleri v e pınarlarıy la, ağaçlar ılgın ılg ın esen rüzgarlara v erdiği dallarıy la dört bir y ana haber saldılar. Toy muştusu dağlardan aştı, gev enlerin, sütle-ğenlerin içinden makilere varıp Çukurov a'ya ulaştı. Dağıtaşı, ova-
tavı r / tarih / haziran '99 / sayı : 13
sı, obası, toyu d u y d u ve Aladağ y ollara, bellere düşen insan kalabalığıy la coştu. Kopuzunu, curasını, sazını omuzlay ıp gelen ozanlar, aşıklar; obasını, aşiretini alıp y ollara düşen ünlü bey ler, ağalar, Kozan y ay lasına geliy or; misaf irler bizzat Koca Y usuf taraf ından karşılanıy or; kollar, omuzlar, göğüsler kenetleniy or, kucaklaşılıy ordu. Y aklaşan sav aş avşarı kaynaştırmış, şölene daha şimdiden bir isyan havası katmıştı. Y ay lada koca kara kazanlarla bulgurlar kay natılıy or; koçlar, davarlar kurban edilip, ateşlerde çevriliy or; meyve v e sebzenin y üzlerce çeşidi tepeleme y ığılıy or, Aladağ'ın soğuk sulu pınarlarından y apılan y ay ık ay ranları ağaçlarda çalkalanıp duruy ordu. Tüm çadırlardaki siniler, şahanlar, kazanlar, çanaklar toplanmış; Avşar kadınları tüm hünerlerini ortay a dökmüş, kimi düny anın en leziz aşların ı pişirmiş; kimileri de ipek minderleri, keçeleri, postları sermiş; oturakları, masaları dizmiş; sofralar kurmuştu. Avşar'da töre bozulmamıştı. En başta obanın y aşlıları, bey leri, aşıkları v e misaf irler oturmuş, diğerleri ardı sıra dizilmişlerdi. Say alı, ipek işlemeden y ağlıkları, üç etekleriy le genç kızlar; şalv arlı, çuhadan gömlekleri ve y elekleriy le delikanlılar hizmette kusur etmiy orlardı. Kozan bey i Koca Y usuf şöleni başlatmak için ay ağa kalktı. Tüm obaların, bey lerin aşıkların adlarını andıktan sonra herkese birden hoş-geldiniz dedi. O, konuşmay a başlay ınca herkes sustu. Pür dikkat dinlemey e başladı. "Alt yanımızda zali m hain tuzak lar peşindedir. Dumandan, pustan dorukları görül meyen dağlarımızı, Osmanl ı bize çok görmektedir. Bizleri serin sulu pınarlarımızdan, burcu burcu kekik kokan yaylalarımızdan koparıp, Çukurun cehennem ateşinde yakmak istiyorlar. Osmanl ı çok geldi üzeri mi ze, çok kırdı avşarı. Çok sürdü kılıç zoruyla. Ama atlarımızı her defasında
yine Aladağ'ın doruklarına sürdük. Za mantı kıyılar ına yerleştik. Osmanlı çok döktü kanımızı, çok kanını döktük. Bu sefer yüzyılların kiniyle, ecnebinin kışkırtmasıyla ve de para hırsıyla daha sıkı geliyor. Bizler özgür insanlarız. Nasıl ki, ağaç kökünden koparıldığında çürümeye yüz tutarsa, avşar da düzde barına ma z, çürür. Kahbe Osmanlıya aman yok. Öleceksek düze inmeden ata yatağımızda ineceğiz." Y usuf Bey'in gözleri nemlenmişti. Ama yaşların akmasına izin v ermedi. Herkes duy gulanmış, bir o kadar da coşmuştu. Şölen başladı. Kozan gençleri misaf irlerinin etraf ında dört dönüyor, Kozan soy una lay ık bir toy y apmak için hiçbir şey esirgenmiyordu. Y eniliyor, içiliy or, sinilerden birisi boşalıy or, öteki doluy ordu. Sonra sohbetler aldı yürüdü. Özel likle çocuklar, gençler dedelerinin, nenelerinin v e de ozanların etraf ını çev irmiş; eski sav aşları, isy anları, çarpışmaları dinliy orlardı. "Bir buçuk asır olmuştur belki. Babalarımız Rakka'ya sürülmüş, yıllarca çıkama mışlar Rakka denilen cehennemden. Orada da yaylak varmış emme; ne suları Aladağ'ın p ınarları gibi karpuz çatlatır; ne çiçeği, böceği, kuşu bizim dağlarımızdakiler gibi misk kokar ve bülbül gibi öter miş. Neyse lafı uzat mayalım. Avşar ayağa kalkmış bir gün. Vur muş kendini yollara, çatışa çatışa, vuruşa vuruşa Aladağ'a varmış. Za mantı ır mağ ının çevresine yerleşmiş. Sonra tıpkı bugünkü gibi bir de toy kurmuş ki hala anlatılır durur. Tepele me etler, meyveler yığıl mış, kazanlar dolusu aşlar yapıl mış, Torosların en ünlü ozanları doluşmuş obaya. Çalıp söylemişler, çalıp coşturmuşlar" diy en Recep Dede'nin kanındaki isy an birden depreşiv ermişti. Uf ak bir gedik bulsa hiç durmamacasına akacak gibi kaynamıştı kanı. Herkes, çok def a dinlediği bu anıların coşkusuy la sanki o günleri bizzat y aşıyordu. Çocuklar v e gençler Recep Dede'ye türlü türlü sorular soruy or. Dede de Rakka'dan geri dönüşü,
Osmanlı'nın nasıl bezdiğini, y eniden y aylay a gelince herkesin nasıl da mutluluktan hav alar uçtuğunu anlata anlata bitiremiyordu. Gö-koğlu da, Aspalık'ı anlatıy ordu. "Bir vuruşta Osmanl ının kaypak askerini ikiye böler miş. Cehd eder Elbistan'ı basar, Bağdat kapısına kilit asar, 'vurun aslanlarım' diye naralar atıp, yiğitleri coştururmuş." Bir başka köşede bir y iğit delikanlı ise "Yarsuvat ile zıncarlı arasın da Kozanoğulları çok şehit vermişler. Gülek boğazı kandan bir ır mak ol muş-da akmaya başla mış. Osmanl ı iskan için en büyük gücünü bizlere ayıracaktır. Avşara da böylesi yakışır zaten." dedi. Bey lerin aşiretlerin ileri gelenlerinin oturduğu y erde ise yapılan sohbetler y aklaşan sav aşa y önelikti. Toy bir bahane olmuştu. Avşarın ünlü bey leri bir aray a gelmiş, nasıl savaşacaklarını, nereleri tutacaklarını tartışıy or, güçlerini gözden geçiriy or, çevre dağlardaki aşiretler üzerine sohbet ediy orlardı. Şölenin ilerley en saatlerinde delikanlılar atlarında kılıçlarıy la sav aş dansları y aptılar. Sonra bileğine, gücüne güv enenler güreşe tutuştular. Akşama doğru y eniden sof ralar kuruldu ve ardından sözü aşıklar aldı. Onlar türkülerini söyler, destanlarını anlatırken çocuklar dahi konuşmadı, bebekler bile ağlaşmadı. En son Dadaloğlu aldı sözü. Harkes de sabırsızlıkla onu bekliyordu zaten. Onun y urt, sev da, y iğitlik v e de sav aş üzerine söy lediği türküler, okuduğu şiirler tüm To-rosların, Nurhakların, Amanosların, Erciy eslerin dilindeydi. En güzel sev da türkülerini o okur, Ala-dağ'ları en güzel o anlatır, kahramanlıkları dört bir y ana onun sazı v e sözü taşırdı. Dadaloğlu v urdu sazın teline, daha f azla bekletmedi şölendekileri: Aşağıdan iskan ev i geliy or Bezirganlar koçy iğide gülüyor Kitabın dediği günler doğuy or Y oksa dev ir döndü ahir zaman mı
tavı r / t a r i h / haziran '99 / sayı : 13
Aşağıdan iskan ev i gelince Sararıp da gül benzimiz solunca Malım mülküm seyfi gözlüm kalınca Kahbe Osmanlı size aman mı Dadaloğlu'm sevdası var başında Gündüz hay alimde gece düşümde Alışkan tüfekle dağlar başında Azrailden başkasına aman mı
1865 y ılının 28 May ıs günüy dü. Beş b ü y ü k v apurla İstanbul'dan hareket eden Fırkı-i islahiy e taburları, İskenderun y akınlarında karaya ay ak bastılar. Derviş Paşa askerlerini Belen'de, Çev rey e hakim tepeler ü z e r i n e yerleştirdi. Tepeler askerin çadırlarıy la siyaha, bürün-m ü ş t ü . Kendi özel çadırlarında Derv iş Paşa v e Fırka-i Islahiyenin diğer komutanları toplantı y aptılar. İlk elden halka, padişah Abdüla-ziz'in buy ruğu iletilecek, düze inmeleri söylenecek, aynı anda Kurt v e Amanos dağlarına doğru harekat başlatılacaktı. Sultanın emirleri aşiretlere ulaştırıldı. Fırka-i Islahiy enin dağlara kadar götürdüğü talimnamede kan dökülmesinin istenmediği, iskan v e İslahat hareketine girişildiği, düze inerlerse kendilerine toprak v erileceği, v ergi borçlarının v e o güne kadar işledikleri suçların affedileceği belirtiliy ordu. Bu yalanların aşiretlere ulaştırıldığı günlerde Fırka-ı Islahiy e Derv iş Paşa komutasında Amanoslara v e Kurt dağlarına doğru çoktan harekete geçmişti. Daha önceden düze inip, sonra y eniden dağlara çıkmış Reyhaniy e aşiretinin boybey leri Fırka-i Islahi-ye'y e bağlılıkların ı bildirip tekrar düze inince Derv iş Paşa'nın kendine olan güv eni arttı. Paşa divanhanesinde harita üzerinde y aptıkları planlar uy gulanmay a başlanmıştı. Gavur dağının güney doğusunda y aşay ıp, dev lete isy an halinde bul u n a n dağlıları itaat altına almak isteyen Fırka, İncesu mevkiinde y e-
ni ordugahını kurdu. Dadaloğlu'nun 'kararsızlar' dediği Akbez, Tiy ek ve Hacılar bey leri, hiç savaşmadan teslim oldular. Bunun üzeri ne harekatın siy asi sorumlusu v e İslahat işlerinden sorumlu olan Cevdet Paşa y örede bir kaç y üz hanelik bir kasabanın kurulması için harekete geçti. İlk ay ak basan taburun adından dolay ı, buray a Hassa adı v erildi. Tıpkı Sultan Abdülaziz'in dediği gibi Hacılar, Tiy ek ve Akbez ileri gelenlerinden üç ve gay rı-müslümlerinden bir aza alınarak dört kişilik bir kent meclisi oluşturdu. Hassa kasabası üç mahalleye bölündü. Ve güv enliğini sağlaması için bir zabıta kuvveti bırakıldı. Henüz birkaç haf ta önce dağıttığı bildirilerde v ergilerin affedileceğini söy leyen Fırka-ı Islahiye sözünden çabuk dönmüştü. Düze inen aşiretlerden v ergi borçlarının karşılığın da y apılacak kışla için dağlardan kereste indirmeleri emredilmişti. İlerley işini sürdüren Fırka-i Isla-hiye Amanoslar çevresinde bulunan kimi küçük aşiretleri de bastırarak Gav ur dağlarının doğu kısmında bulunan göçerlerin üzerine y ürüdü. Çerçili civ arında bulunan tarihi Nigoli kalesine vardıklarında Derviş Paşa ordugah kurulması için emir v erdi. Kale, Çukurov a'dan Halep'e, Amik Ov asına geçiş yollarının tam merkezindey di. Cev det Paşa, Derviş Paşa'ya burada bir kasabanın kurulması için her şey in uy gun olduğunu söy ledi. Ünlü bir tarihçi olan Cev det Paşa kalede bulunan Y unanca bir y azıy ı Derviş Pa-şa'y a göstererek "ne yazıyor biliyor musun?" diy e sordu. Kaf asını "hayır" diy e iki y ana sallay an Derv iş Paşa'nm, cevap istey en bakışlarını "İskender burada ceza kanunlarını tesis etti yazıyor" diy erek y anıtladı. Bu kısa ve öz cümle Derviş paşa'nm hoşuna gitti. "Biz de İskender'den sonra, Derviş ve Cevdet Paşalar burada ceza kanununu tesis etti diye yazdıralım mı, ne dersin?"
"Büyük İskender Payas ile Ayas arasında Darius ile savaşmış ve buraya gelerek kaleyi tamir ettir miş, sonra da bu kitabeyi yazdırmıştır. Benim düşüncemi soracak olursan burada kurulacak olan kasaba için bu kalenin tamiri gereklidir. Önerine gelince, bence biri Kerkütlü tarafında, diğeri de Çerçili boğazında ol mak üzere iki kule yaptıralım ve adlarını da Cevdet ve Derviş Paşa koyalım" dedi. "Peki paşam. Fırka'nın isminden dolayı da, buradaki kasabaya Islahiye adını vereli m buna ne dersin?" "Uygundur" "Lakin, önce, bu Islahiye'ye yerleşecek göçerin üzerine yürüyelim, eşkiya bastırıldıktan sonra gerisi kolaydır" Paşalar Nigoli'den indiler. Derviş Paşa orduy a Kurt v e Katranlı dağlarına doğru y ürüme emrini v erdi. Cevdet Paşa da Islahiye de yapılacak hükümet konağının, askeri kışlanın planlarını çiziy or, nüfus say ım ve kay ıt işleri ile v ergi tesbit çalışmalarının nasıl düzenleneceğine ilişkin çeşitli programlar hazırl ıy ordu. Dağlarda Türkmen kanı akmay a başlamıştı. Dumdum ov asında kışlay an delikanlı v e Islahiye kendisine direnen bu aşiretleri değil düze indirme, y oketme pahasına katletmey e başlamıştı. Küçük birer aşiret olan Delikanlı v e Çelikanlı aşiretleri Fırka'nın önünde day anamamış, katliamlar sonrası y akalananlar türlü işkenceler v e baskılarla y eni mekanlarına y erleştirilirken, dağların y üksek kesimlerine kaçan kimi gruplar canlarını zor kurtarabilmişlerdi. Türkmen kanını dökerek, Toros-ları insan cesetleriy le dolduran Paşalar sonuçtan epey memnundular. Son olarak kimi Kürt aşiretlerinin de kendiliğinden gelerek Fırka-i Islahiye'ye bağlılıklarını bildirmeleri keyif lerini büsbütün arttırmıştı. Dağlarda zulüm kol gezer, binlerce y ıllık gelenek zor y oluy la öldürülürken, dorukların özgür dağ dav ası y erini esarete bırakırken, Derv iş
tavı r/tarih / haziran '99/sayı : 13
Paşa haremindeki kadınlarla alem y apıy or, halkın akan kanından damıttığı şarabı zevkle içiy ordu. Y üzlerce y ıldır hep baskıy a maruz kalmış, ama teslim olmay ıp hep isy ana kalkmış, saray ı sultanları sallamış olan aşiretler tarihlerinin en zorlu günlerini y aşıy orlardı. Ölenlerin kurtulmuş say ıldığı, y akalanıp da düze indirilenlerin ise diri diri mezara gömüldükleri bir zulümdü bu. Derv iş Paşa ve Cevdet Paşa tüm paşaları v e üst düzey komutanları merkez çadırda toplantıy a çağırmıştı. "Paşalar, Fırka'nın büyük komutanları, düzeni miz önünde iki büyük hedef kalmıştır. Şi mdi bir kaç yüzyıldır Al-ü devlete isyan ve ihanet halinde bulunan Ulaşlı ve Kozan aşireti üzerine yürünecektir. Önce Ulaşlı ağaları itaat altına alınacaktır. Ulaştılar müs lüman ol mayıp, sapkın bin kızılbaş aşiretidir. Kırım harbinde asker verme yen, vergi nedir bilmeyen, ahaliyi soyan, hayranlarını arazi ürerinde mah sus sürerek ekine zarar veren, Gavur dağlarının en saru yerlerine sahip olan bu haydut çetesinin katli vaciptir. Ve-zir-ü Aza m Reşit Paşa, başdanışman Pizane'a bu aşiretin mutlak surette dağıtılacağına dair söz vermiştir. Bu yabanıl sapkın haydutlar, haycanlarıyla pa muk tarlalarını defalarca çiğnemiş, İngiliz dostlarımızın fabrikaları pamuksuzluktan çalışamaz duru ma gelmiştir. Oldum olası Os manlıyla kanlı olan bu aşiretin düze inmesi de caiz değildir. Öyle bir aşirettir ki, düze de inse kanından şekavet akmaya devam eder. Bu Ulaşlı ağaları iyice bir kırıla ve artıkları da düze indirildikten sonra son büyük hedefe Aladağ'a gidile, sultanımızın e mirleri budur" dedi Cev det Paşa. "Ulaşlı ağalarının en kuvvetlisi Ali Bekiroğlu'dur. Islahiye'den ayrılıp, Hanağzı üzerinden A manoslara hare ket edip, Kişnaz Köyü karargah seçilerek aşiret sıkıştırılabilir." "Ulaşlı ağalarıyla harbedilirken Te-
cirlilerle de karşılaşmak olasıdır. Yaylak olarak Uzunyayla'dadırlar. Aşiretlerin yaylaya çıkmasına yasak konma sına rağ men, bu aşiretler söz dinlememişlerdir. Görünen o ki, kanları ak ma dan da da düze in meyeceklerdir" dedi Mecit Paşa. Kendisi, Kozanoğlu aşiretini düze indirmek için özel olarak görev lendirilmişti. Son sözü alan Cev det Paşa, bu aşiretlerin düze indirilmesi sonrası Çukurov a'y a doğuy a ve güneye bağlay an geçiş noktasında büy ük bir y erleşim merkezi kurulmasının düşünüldüğünü söy ledi. "Evet Paşalar, Sultan Abdülaziz, eşkiyanın bastırıldığ ı müjdesini beklemektedir. Ulaştı ağaları kırıld ıktan sonra, yüzlerce yıldır devletin başına bela olan, asker vermeyen, vergi nedir bil meyen, isyana kalkıp duran, nereye sürsek yerinde durmayıp yaylasına dönen Kozan dere-beyinin üzerine yürünecektir. sözü olan var mıd ır? buyur paşa" "Fırka' mızın eşkiyayı düze indireceğinden şüphemiz yoktur. Lakin bugüne dek düze inen veyahut indirilen aşiretlerden dağlara kaçan bir kısmın ın bu Ulaşlı ağalarının etrafında toplandığın ı da göz önüne almak gerek" "Bundan malu matımız vardır paşa hazretleri. Onun içindir ki, Kozana varmadan önce bu Ulaşlıların belinin kırıl masın ı düşün mekteyiz. Artık fazla uzat maya gerek yoktur. Tez davranıl-sın. Yarın Gavur dağından eşkiyayı tama men kazımak üzere Fırka harekete geçirilecektir." Ordugahın merkez çadırında bunlar konuşulurken, paşalar ve Fırka-i Islahiy e'nin diğer komutanları taburlarına dağıldılar. Ertesi gün şaf akla harekat başlay acaktı.
Aladağ'da Kozan aşireti Osmanlı'y ı karşılamay a hazırlanıy ordu. Duharoğlu, Deli Hacı, Halloğlu'lar, Herekçioğlu, Hösükoğulları, İre-cepliler, Kocahallılar, Sarı Veli Oğulları v e daha nice ünlü Avşar bey leri, Zorpehliv anoğlu, Deli Osman Ali, Küçük Alioğlu, Kodaz Ali,
Kabak Hasan ve Gökoğlu gibi nice yiğit sav aşçı hazırdı. Kirmaniler, pusatlar, cudalar, zağlılar v e de tüfenkler hazırdı. Tav lalardan ulam ulam atlar çekilmiş, öfke kuşanılmış, andlar içilmişti. Koca Y usuf, Çukurov a'daki gelişmelerden ve Kozan'ın batısını y öneten kardeşi Ahmet bey'in ikircikli durumundan kay gılıy dı. Y anına gelen Dadaloğlu'na "Gavur dağında savaş nice olmuş, bir şeyler öğrenebildin mi" diy e sordu. "Bir atlıya ıras geldim. Ulaşlı ve Tecir'linin çok kanı akmaktaymış, Gavur dağı kızıla kes miş, yıldırda makta dedi atlı. Fırka, Kişnaz'ı karargah yapmış, he men yukarıda Ulaşlılarla zorlu çarpışmalar ol muş, çok can vermiş Ulaşlı aşireti, ama diren mekteymiş. En sonu dağların doruklarına doğru çekilmişler, daha fazla dayanabilecekleri şüphelidir." "Bunlar taze haberler değil. Ola ki, aşiretler bastırıl mış, Fırka kuzeye yürümeye başlamıştır, tedbiri elden bırakma mak gerek Koca Yusuf" "Doğru söylersin sarı Veli. Ben deri m ki Kodaz Ali'nin yanına beş on atlı ve iki de ulak katalım, Aladağ'ın aşağısında duru m nedir, araştırsın gelsin" Bey ler kafalarını sallay arak 'olur' dediler. Duharoğlu, Kodaz Ali'nin y anına v ardı, ne y apması gerektiğini anlattı. Eğlenmedi Ko-daz Ali de. Y edi tane yiğit aldı y anına v e üzengine basıp, bir sıçray ışta atma bindi. Y iğitler de bindiler. Y ola düştüler. Toy mey danında obalılar yine toplanmış, Dadaloğlu'nu dinlemektey diler. "Vur Dadaloğlu kardeş, vur sazın teline, vur savaş türküleri" diyordu bir y aşlı dede. Dadaloğlu da durur mu, bu sözlerin üzerine coşuyor, coşturuyordu: kalktı havalandı ey deli gönül v arır bir merzile erişir bir gün mey dan benim diy e kabak asanlar çıkar koçyiğitler döğüşür bugün sıkılır tüf ekler tütünler tüter çalınır dav ullar mehterler öter kesilir kelleler mey danda yatar İleşler ayağa dolaşır bugün
tavı r/tarih / haziran '99 /sayı : 13
Oba halkı, Dadaloğlu'nun türküleriy le coşuy ordu. Aşık'ın sazından kopup gelenler içlerindeki duy gulara tercüman oluy ordu. Bey ler ise kendi aralarında güçleri pay laştırmış, kadın-erkek, genç-yaşlı, herkesin görev yerleri belirlenmiş, Osmanlı'nın geleceği beller, y amaçlar v e geçitlere kimlerin y erleştirileceği kararlaştırılmış, y ediden yetmişe tüm kozan aşireti y urtlarını sav unmak için sef erber olmuştu. Obada tüm bu hazırl ıklar sürerken gecey arısına doğru Kodaz Ali v e diğer atlıların geldiği görüldü. Y usuf Bey v e diğerleri y anan bir ateşin başınday dılar. Atlıların gelmesiy le beraber sesler kesildi, sazlar sustu, gözler gelenlere kilitlendi. "Koca Yusuf Fırka-i Islahiye Ala-dağ'a doğru yürüyüşe geçmiş" diy e ünledi Kodaz Ali. Aladağlarda sav aş davulları çalmay a başlamıştı.
Fırka-i Islahiy e Aladağ'a doğru y ürüyordu. Ulaşlı Türkmenleri dağıtılmıştı. Osmanlı, Ulaşlıların soyunu kurutmaya ahdetmişçesine köpek gibi saldırmış; Gav ur dağı Ulaşlı y iğitlerin kanlarıy la sulanmıştı. Y aşanan tam bir v ahşetti. Bu dünyada onlara ait tek bir şey bı-rakmamacasına çadırları y akılmış, sürüleri dağıtılmış, kadınlarına-kız-larına tecav üz edilmiş, sağ y akalananların sonu ise işkence v e zulüm olmuştu. Ulaşlının çok azı inebil-mişti düze Fırka-i Islahiye'nin y ürüyüşü devam ediy ordu. Torosların gözü Ko zan aşiretindey di artık. Aladağ f ırtına öncesinin sessizliğindey di. Torosların kaderi bir daha değişme-mecesine belirlenecekti. Bugüne dek nice iskan teşebbüslerini boşa çıkaran Kozan üzerine y ürümeye ceraset edemey ecekti, gemiler y akılmıştı. Fırka-i Islahiy e y önünü Ala-
dağ'a doğru çevirmiş, y ürümey e devam ediy ordu. Derviş Paşa'nın elinde padişah hazretlerinin y azdığı bir f erman v ardı. Div itin ucundan kan damlatırcasına, kinle y azılmış bir f ermandı bu. Sanki Aladağ'ın dümdüz edilmesini; içindeki tüm canlılarla-ağacı, otu, çiçeği, kurdu kuşu, gey iğiyle-y akılmasını; Kozan aşiretine ait tek bir canlının sağ bırakılmamasnı emrediy ordu. Fetva v erilmiş, katli v acip denilmişti. Bir ara durdu Sultan Abdülaziz, eğildi duv arda duran haritanın üzerine, ezmek istercesine Ala-dağ'ın üzerine bastırdı elini. Div iti y ine parmaklarının arasına aldı: "Aladağ eşkıyası azmıştır bastınla" diy e y azdı. Fermanı aldı Aladağ. Karaçalılar, gev enler, çamlar, sedirler, çalılarını, y apraklarını, dallarını hışırdattı; çay lar, pınarlar, nehirler sularını şoruldattı; y edi göller, düdenler doldu taştı; kurtlar uludu, kuşlar ötüştü; koy aklar, geçitler kıpraştı; kay alar sarplaştı; aldı f ermanı Ala-dağ; cudalar, kirmaniler, pusatlar, kılıçlar, tüf enkler toplaştı; öfke bilendi y ürekde dillendi. Sazına düzen v erdi bir aşık; öfke tellere, y ürek ellere, eller parmaklara v erdi sesini; dokundu sazının teline Dadaloğlu; sütleğenlerde, sedirlerde, koy aklarda, yamaçlarda, pınarlarda, kurtta, kuşta, y ürekte, atışta, patladı öfke; Aladağ aldı f ermanı, "ferman padişahınsa dağlar bizimdir" dedi Toroslar, dav lumbazlar gürledi, aktı y amaçlardan avşar elleri. Osmanlı y ürüdü alt y andan, Kozanoğlu y ürüdü üstüne. Aladağ'da karşılaştı iki ordu, iki hasım. Oluk oluk kan akmaya başladı. Geçitlerde bellerde, y amaçlarda. Y eşil ala boy andı, kayalar kızıl kızıl parladı ay ışığında. "Davranın kardeşler bize ündür bu" dedi Dadaloğlu, kodu sazını bir y ana, pusatını kuşandı. Hoğladı y iğitler, öne atıldılar Balıklı derede Tayy aroğlu, Sarıaslan y olunda Ars-
lan Ali, Binboğalılar'da Genç Ali, Kozan Dağı'nda Terkeşli aman v ermediler zalime. Mağara önünde kav ga kuruldu. Binler Fırka üzerine y ürüdü. Sekiz y üz avşar kırıldı kanlı geçitte. Gülek'te kanlar akıttı Kodaz Ali. Kanlar ırmak oldu, akmağa durdu, kanları süzdü y atağına, sonra koy aklardan, yamaçlardan karsularını emdi, taştı zamantı ırmağı, gürledi gümbürdedi taştı Fırka'nın üzerine. Kay alar oynadı, f ay lar kırıldı, y uvarlandı f ırkanın üzerine. Şelf eler oynadı, zırhlar söküldü. Gömleği kanlandı beylerin, yiğitlerin. Aladağ'lar, dağ oluv ereli böyle bir sav aş görmemişti. Aladağ, dağ oluv ereli bunca y avrusunu bağrına basmamıştı. Aladağ ihaneti de gördü. Kozanoğlu Y usufun kardeşi Ahmet Bey ihanet etti. Teslim etti Kozan'ın batısını, sattı y urdunu, y atağını bir kay makamlık uğruna. İçten vuruldu avşar aşireti. Ama y ılmadılar. Aladağ'ın soğuk sularını, ulu pınarlarını sav undular. Aylarca sürdü kav ga. Alt y anda sav aş güç oldu. Kırıldı birbir y iğitler. Koca Y usuf, Kozan'ın bir y iğit bey i, tutsak düştü Derv iş Paşa'y a. Paşa sürgüne y olladı Koca Y usuf'u. Ama obalar y ılmadılar. Her bir kuy tuluk dahi ala boy anmadan geri çekilmediler. Kan kırmızıy a kesti Aladağ. Bey az köpüklü sular ala boyandı. Y eşil donu kızıla kesti To-rosların. Bir grup sav aşçı, y olunu kesti Fırkanın. Kozan bey i Y usuf u kaçırdılar. Koca Y usuf topladı avşarı y ürüdü bir kez daha Osmanlı'nın üstüne. Y ürüdü, umutsuz da olsa, yürüdü; söz v ermiş, andiçmişti çünkü; ölecekse ata toprağında, avşar yatağında ölecek; düze ancak cesedi inecekti. Y ürüdü Koca Y usuf, y ürüdü bir avuç kalmış obalı. Sonra v urdular Koca Y usuf 'u. Vurdular ünlü Kozan Bey ini. Ölüsünü konağının önüne attılar. Y aklaşmak y asak dediler. Dağıldı
koca
Kozan
aşireti.
y ükseldi dotavı r / t a r i h / haziran '99 / sayı : 13
Ağıtlar
ruklara. kozana eller kozana akıl ermez bu düzene öldürmüşler beyimizi y asak mezarın gezene Kadınlar dul, bebeler öksüz kaldı. Ağlaştı analar, oğullar gelmedi. Y akıldı çadırı, konağı av şarın. Soldu gülü, çiçeği avşarın. Dağıldı Kozan aşireti. Soğuk sulu pınarlardan, Çukurov a'nın ce-h e n n e m i n e dağıldı. Y ıllar kov aladı birbirini. Irgat oldu av şarlar el kapısında. Dağıldı Kozan aşireti. Oba-oba, köy köy , ev-ev, hücre-hücre dağıldı. Y ıllar geçti. Y eni Pizane'lar, y eni Reşit Paşa'lar peşkeş çekti v atanı. Dağıldı Kozan aşireti, dağıldı Ulaşlılar, Tecirler, Kürt aşiretleri, dağıldılar tarlalara, mey danlara, f abrikalara; köylere, kasabalara, gecekondulara dağıldılar. Dağıldı ağıtlara dört bir y ana, dağıldı öfke hücre hücre. Öç dağıldı, direnç de dağıldı aynı zamanda. Y ıllar geçti. Y ıllar boşa geçmedi ama... Geçip giden y ıllar, bir büyük acıy ı, bir büy ük öfkeyi emzirdi zamanın koynunda. Ve gün dönüp v akit erişince, bir ırmak misali yatağını buldu, akmağa başladı yine dağlara. Say aların, y ağlıkların, üç eteklerin, çuhadan gömleklerin y erine Aladağ'ın y eşil donunu giy di kızlar, delikanlılar, bir de y ıldızlı bere ler geçirdiler başlarına. Bir toy kuruldu dağlarda. Bir toy kuruldu dağlarda, o güne dek hiç görülmemiş; toy okuntusu gönderildi dört bir y ana. Okuntu ulaşmay an y ayla, oba, ov a köy kalmadı. Torosların dört bir y anına haber salındı. Kuşlar kılav uzularıy la, soğuk sulu Za-mantı ise dereleri ve pınarlarıy la, ağaçlar ılgın esen rüzgarlara v erdiği dallarıy la haber saldılar. Okuntu v erildi dosta, toya dav et edildi. Okuntu verildi düşmana dağlara dav et edildi: "Ferman Padişahınsa Dağlar Bizimdir" denildi. •
öykü h ü s ey in ge d i k
A
rabasının ön v e arka lastiklerini kontrol etti. Sol arka lastiğinin havasının haf if inik olduğunu f arketti. "Yoldaki bir benzinllikten hava bastırırım" diy erek direksiy ona geçti. Arabada götüreceği eşy aları, ruhsatı, emniy et kemerini kontrol etti. Herşey yerli yerindey di. Artık y ola çıkabilirdi. Her dükkan kirasını aldığ ı günün ertesi sabahında y apardı bu işleri. Hapisteki kardeşini ziy arete gitmekti bu hazırl ıklar. Birkaç kilo sebze meyve alırken mev sime göre y eşil soğanda almay ı ihmal etmemişti. Y ıllar önce demir parmaklıkların ardında, kör lambanın ışığın da, y üksek taş duvarlı, tel kafesli hav alandırmadaki kısa süreli voltalarda okuduğu şiiri hala zev kle mırıldanırdı. "... Görüşmeci m yeşil soğan göndermiş Karanfil kokuyor cıgaram..." Sebze poşetinden sarkan y eşil soğan y apraklarını görünce dalı-v ermişti yine y ıllar öncesine. Neredey se 20 y ıl, koskoca 20 y ıl geçmişti cuntanın gelmesinin üzerinden. "O vakitler ben tutsaktım. Şimdiyse o zaman henüz ilkokula başlamış olan kardeşim tutsak. Kim de miş
cunta 83'te bitti diye". Y üzü asıldı. Kırmızı ışıkta geçecekti neredeyse. Büyük şehrin trafiğinin işkenceye dönüşen stresli tıkanıklığından biran önce kurtulup denizden esen meltem rüzgarlarının y aladığı asf alt yolda kıv rıla kıv rıla y amaçlarda süzülmek için sabırsızlanıy ordu. Her akşam TV reklamlarında gördüğü o son model Renault arabanın süzüldüğü y ollar gibiy di geçtiği yollar. Ah şu direksiyon salladığı düldülü de y eniley ebilsey di. O zaman bunca y ılın y orgunluğuna değmiş olacaktı. Ama bu hay at şartlarında depoy u bile doldurmak bir hay li hesap kitap gerektirirken yeni bir araba hayaldi. İsy anla karışık bir hüzün duygusu sardı y üreğini. Kardeşinin hapiste olmasının v erdiği biri hüzündü. Hapise girmemiş olsay dı kaç y ıllık öğretmen olacaktı şimdi. "Araba taksitinin bir ayını o bir ayını ben verir altı ayda çekerdik altımıza. Oysa şimdi o hapiste bizde yıllardır bu düldülle hapishane yollarındayız. Gel de isyan etme be". Göstergedeki kırmızı siny ale takıldı. "Hay aksi" depoy u henüz y arı tahmin etmişti oysa. Az ilerdeki benzilliğe girdi. Otomatiğe tavı r / öykü / haziran '99 / sayı : 13
bağlanmış f iy at panosunu görünce gözleri f altaşı gibi açıldı... Otomobil sef ası hayalleri tuzla buz oldu. Bu benzin f iyatlarının otomatiğe bağlanmış zamla satılması alışılabilecek bir şey değildi. Her ay y ekünün yüzde beşi daha eklenerek zamlanıy ordu. Ardından tüm piy asay a zincirlerinden boşa-lırcasına zam y ağıy ordu. Her ay cebinden birönceki aydan daha f azla para çıkıy ordu. Kırmızı kaplı banka cüzdanına y azılan rakamlar her ay daha da azalıy ordu. Geleceği y oksulluğa düşmeden yaşayabilmek için bugün y aptığı tasarruflarda küçülüyordu. "En iyisi iki ya da üç ayda ziyarete gitmek. Nasıl olsa durdukları yerde duruyorlar. Hapishanede ben de kaldım. Za man geç mek bilme z. Her-gün biröncekinin tekrarıdır. Yer içer biraz da okur-yatarsın. Her ay her ay hapishaneye gitmeye ne gerek var sanki" diy e geçirdi içinden. Kararını v erdi. Artık her ay kardeşinin ziy aretine gitmeyecekti. Nihay et işte şehrin dışına çıkmıştı. Geniş muntazam asfalt y olun uyumlu akışına o da düldülüy le katıldı. Aslında elden düşmede olsa iyi bir arabay ı almay ı denemişti. Ama peşin paray ı denkleştirme sorunu çıkmıştı. Babasının y ardımını istemeyi düşünmüş, konuyu
açmıştı. Saçlarında tek bir siy ah teli kalmamış y aşlı adam yüzünde tek bir kas oy namaksızın donup donup bakmıştı ardından da. "Alman Markı olarak verir aldı ay sonrada isterim "demişti. Demişti y a o günden bu y ana da y üreğinde babasının v erdiği o beklenmedik cevabının y arası duruy ordu. Elli-altmışta y avaş yav aş sürüyordu arabay ı. Güneşin deniz üzerine v uran ışıkları y akomozlara kesmişti y olun sol y anını. "Ah" çekti içinden. "Bu genç yaşta bu güzelliklerden mahru m kalıp hapishanelerde çürüyorlar. Değer mi ne geçiyor sanki ellerine? Dışarıda onlara iyi yaptılar, bizde arkalarındayız diyen mi var? Herkes gününü gün ediyor işte." Deniz kıy ısında güneşlenenler, suy a girenler, koşup oynay anları gördükçe kaf asındaki hüznü atmay a çalıştı. Üzülmemek lazımdı. "Kendi etti kendi buldu" dedi. "Ben kaç defa dedim ona uğraşma sağ-sol meselesiyle. Bak biz uğraştıkta ne oldu. 12 Eylül'ü gördük oturduk yerimize. Uğraşmayanda yaşayıp gidiyor pekala. Mücadele edene oluyor ne oluyorsa." Bir sigara çıkardı cebinden, uzun f iltresinden tutup ateşledi ucunu. "Üç-dört ayda gelir, ziyaretimi yapar döneri m, vazifemi yapmış oluru m. Gerisi de artık kendisine kalmış" dedi. Vicdanın v erdiği sıkıntıy la kaçan keyf ini düzeltmiş olarak yolun sağından ilerledi gitti. Hava güzel, doğa güzel, y olculuk güzeldi. Bir de bu yolculuğun dönüşü, birde geri döndüğünde ertesi gün şehrin yoğun traf iğine dönüp ekmek teknesini çalıştırmak olmasay dı. "Her yolculuğun bir de dönüşü var. Tek dönüşü olmayan ebedi is-
tirahate giden yol" dey ip dikiz aynasına baktı. Tenha y olda etraf ın güzelliklerini gözlerine y edire y e-dire ağır ağır sürdü arabasını. Bir an suçluluk duy gusuna kapılmadan edemedi. Bu güzel ha vada tarlalarda güneşin altında kavrulan ırgatları görmek, ev de, okulda bıraktığı çocuklarını, eşini hatırlamak sanki şu cennet parçası mekanda sırf keyfini bozmak için y oluna çıkıy ormış geldi ona. Sonra kardeşinin, dört duvar demir parmaklıklar ardındaki kardeşinin de y oksunluklarını düşünmekten kendini alamadı. Büsbütün sıkılmıştı. "Yok arkadaş" dedi. Bir kere girmiş, kanımıza. "Zevk-ü sefa sürüp eşe gardaşa, dosta, ırgata, yoksula nispet eğlemek değil bizi m işi mi z. Ol muyor işte. İçimiz yaralı. Yoksulun, mazlu mun hakkını yiyenleri kalkındırıp bizi m gibileri yollara, gardaşları mapus da mlarına dök melerine ne demeli? Gücü mü z yok ki keselim kaflarını. En iyisi dokunma mak bu kanlı zali mlerin tezgahına. Ne gücümü z var bizi m şu altımızdaki ek mek teknesinden bir de ayda bir kirası gelen dükkandan başka. Çocuklar, ya çocuklar. Onlarda bu me mlekette büyüyecek uzayda değil ya. Onlar nasıl başa çıkacak bu dünyanın belalarıyla. Elinden geldiğince onları daha ileride bir yerde bırakmalıyım. Ben taksi şöfürlüğü yapıyorum, oğlum taksi durağı sahibi ol malı. K ızım annesi gibi fabrikada işçi değil fabrikanın teknisyeni ol malı. Ona göre atmalı her adımını. Okutmalı, yetiştirmeli, ne gerekiyorsa yapmal ı. Çocuklarım benden daha ileri durakta kalmalı." Dağların v adilerin arasından gidiy or, ara ara güneşin parlak ışıklarıy la yüzü y ıkanıy ordu. "Yok arkadaş dedi. Bu yolda herkes kendi hedefine koşturuyor. Beni m yolum aile mi daha öteki duraklara taşımal ı. Kardeşimin yolu ise belirsiz. Onun durağı bile yok. Onu taşıyama m ben. tavı r/öykü / haziran'99 / sayı : 13
He m ne olur ne olma z, siyasi davadan tutuklu adamın yakınlarını da enseliyorlardı 12 Eylül'de. Az sonra hapishane avlusunda bir elin enseme yapışmayacağı garanti mi? Bu dünya acımasız bir dünya. Acımasız ol ma yan bu dünyada yaşayamaz. Karde şim de za man ında acımasız olsaydı bugün bu hapishanede olmazd ı. Neymiş, sürülen halkmış, neymiş okulsuz çocuklarmış, parasız eğiti mmiş, çöplükten ekmek toplayan yoksullar-mış, yabancı tekellere satılan yollar, limanlar, fabrikalarmış... Toplu msal kurtuluş olmadan, bireysel kurtuluş olmazmış... Şimdi onu kim kurtaracak mapus da mından." Bir kapanıp bir açılan güneşin önüne geçen bulutların altında daha hızlı sürmey e başladı arabay ı. Kah kardeşine kızıy or, kah y iğit çocuktu aslında diy ordu. Henüz çocuk y aşta kendisiy le beraber çalışmay a hev eslenmesinden belli etmişti kendisini . "Hem okuyup hem çalış mayı, eve yük olma mayı ister, tatil deme den çalışırdı. Alınteriyle okudu. Sonra nereden gelip karıştı bu işlere. Tam eline ekmeği al mışken elindeki ekmeği alıp hapse koydular. Bizi m de ayağımızı mapus yollarına." Hapishane önüne bu duy gularla geldi. Hapishane bahçesinden her zamankinden daha fazla bir kalabalık birikmişti. Bir de gazeteciler, kameralar... Sonra hemen arkasında duran askeri birliği, ambulansları, itfaiy e kamyonlarını f arketti. Bir an gözüne birkaç y ıl önceki görüntüler geldi. Y er Buca'ydı. Vakitlerden de y ine bu aylardı. Y ine hapishane önü, y ine ambulaslar, y ine askerler, y ine it-f aye ve sedyelerde cesetler. Hemen öne atılacak oldu. Kan bey nine sıçramıştı. - "Alçaklaarr!" diy e haykırdı. "Alçaklar, yediniz yine kardeşleri mizi. Alçaklar yediniz yine evlatlarımızı..."
değerlendirme hülya s a ygı n
AYDINLAR VE ÖLÜM ORUCU
radan üç yıl geçti. Üç yıl önce, bu ülkenin aydınları ve sanatçıları yıllar boyunca hiç yaşamadıkları şeyleri yaşadılar. İnsanım diyenin yüreğinde, beyninde depremler yaratan bir tarih yazılırken, onlar hiç yaşamadıkları bir sı kıntı, bir sancı içindeydiler. Bu ülkede katliamlar yaşanıyordu, onlar su skundular. Bu ülkenin sokakları, bu ülkenin gerçek sahipleri olan işçilere, memurlara, gençlere yasaklanıyordu; onlar suskundular. Bu ülkenin meydanlarında yaşlı analar, babalar ithal coplarla dövülüp, yerlerde sürüklenerek işkencehanelere götürülüyordu, onlar su skundular. Bu ülkede milyonlar köylerinden, vatanlarından sökülüp kovuluyordu, onlar sükundular.
ler katlediliyordu sükundular...
ve
onlar
yine
Onlara sorsan suskun f ilan değildiler. Y azı masalarının başında her gün saatlerce çalışıy orlardı. Bir sonraki sergi için tuv allerinin başında günlerce f ırça sallıy orlardı. Bir y andan hazırlanmış oy unun bilmem kaçıncı gösteriminde oy narken, bir y andan da yeni oy unun hazırl ığı için çalışıy or, neredeyse ev lerini sahney e taşıy orlardı. O konser senin, bu dinleti benim dey ip turnelere çıkıy or, son kasetleri için notaların arasında, stüdy oda gecelerini gündüzlerine katıy orlardı. Paneller, söyleşiler, dav etler derken, sıcaklarda bastırmışken, şöy le deniz kenarında bir tatile ne kadar da ihtiy açları vardı... Onlar ay dındılar. Memlekette ne olup bitiy or, ne olmalı, nasıl y apmalı, onlardan sorulurdu. Onlar herşey in en doğrusunu bilirdi. En etkili y azıy ı, en çarpıcı öykü-
y ü, en yürek kabartan şiiri, en güzel renk uy umunu, en duygulu notaları onlar üretebilirlerdi. Onlar her şey den haberdardılar. Memleketteki tüm olumsuzluklardan da haberleri v ardı. Binlerce tutsak birlikte ey leme geçmiş, açlık grev ine başlamışlar. Haberi öğrendiklerinde hiç birinin kılı bile kıpırdamadı. "Yine mi açlık grevi ne gereği var ki? Sorunları diyalog yoluyla çözmek varken..." En duy arlı olanları böyle düşündüler. Günler birbiri ardına akıp geçti. İstanbul'da "kentsel sorunlar" ile ilgili düny a çapında bir organizasy on v arken, tüm yay ınev lerinin katılacağı kitap f uarı hazırl ıkları v arken, sonra birbiri ardına f estivaller başlıy orken, hapishanedeki eylemleri düşünmenin sırası mıy dı?
Günler birbiri ardına akıp geçti. Habitat-II başlamış, bütün ay -
Bu ülkede, halkın özgürlüğü için ömürlerini adamış devrimcitavı r / aydı nlar / haziran '99 / sayı : 13
dın çev relerin gündemi dolmuşken; y aşları onbeşten yetmişe v aran birileri, ellerinde döv izleriy le geldiler. Kuş uçurtmuyordu güv enlik görev lileri, joplarını uçurdular hav alarda ve saldırdılar kadın, erkek, genç, y aşlı demeden, işte o gün zorunlu olarak gündeme girdiler. Ne istiyorlardı, neden böy le bir ey leme başvurmuşlardı, üstelik aralarına y abancı dav etlilerden insanlar da katılmıştı. Bir iki gün konuştular. Açlık grev leri 30'lu günleri aşsa da, bu güç gösterisinden başka bir şey değildi. En f azla 40'lı günlerde bitecekti nasılsa. Hep böy le olurdu... Herşey i bilenler, hep böyle olmadığını düşünmediler, düşünemediler. Günler akıp geçti, gazetelere geçilen bir haber dikketlerini çekti: Ölüm Orucu... Biraz şaşırdılar belki, biraz da tedirgin oldular. Tedirginlikleri "Ölüm" sözcüğün-dendi. Her gün onlarcası y aşanı-y ordu. Ama bu başkay dı, insanlar "Biz öleceğiz" diy orlardı. Bile bile, istey erek, kendi iradeleriy le...Ha-y ır, hay ır... Bu en son söy lenecek şey di... Ölmek kolay mıy dı? Devlet de bu işi f azla uzatmadan bitirirdi. Öy le ya da böy le bitirirdi. Hep bitirmemiş miy di? Böy le düşündüler ama böy le düşünürken ne tarihten ne de dev rimci inançtan, iradeden pek haberdar değildiler. '84'leri çoktan unutmuşlardı. Belki IRA önderlerini, Boby Sands'leri bilirlerdi ama onlar çok uzaklarday dı. Y aşamının bir bölümünde devrime inanmış, bu y üzden hapishane görmüş olanlar da v ardı aralarında. Onlar hiç hatırlamak istemedikleri günleri; o günlerin inanç dolu, halk sev gisiy le dolu, kararlı, savaşçı ruhunu hatırladıkça içleri burkulurdu. Bir sancı sardı içlerini ama yine de kalemleri yazamadı, dilleri
söy ley emedi. Birbiri ardına patladı zaf er topları. Artık susamazlardı. Y ıllardan bu y ana ilk kez y aşadıkları duygularını, hesaplaşmalarını, kaygılarını, korkularını döktüler satırlara... Mehmet Ali Birand, "Durdurun şu Ölü m Oruçlarını" diy e f eryat ediyordu. "Yeter. Yeter artık. Ne yapacaksanız yapın ve durdurun bu (1)
Mehmet Altan, "Çığlık çığlığa bir felakete doğru gitmekteyiz. Biz bağırıyoruz. Bilmiyorum, siz duyuyor musunuz?" diy e soruy or v e adına "devlet ( 2) zul mü" diy ordu. Büy ük çoğunluk dev letin tanımını keşf etmiş, hukukun üstünlüğünü, dev letin ne olursa olsun hukuku uy gulaması gerektiğini, bu insanların terörist bile olsalar-haklarını koruması gerektiğini öğütlüy orlardı. Ama kapitalizm çıkarlar düny asıy dı v e çıkarları düzene öy le bağlıy dı ki örümcek ağı gibi beyinleri öny argılarla örülmüştü bir kez. O ağı parçalamak kolay olmuy ordu. Ferai Tınç'un rahatsızlığı da bundandı: "Devletin yetki ve soru mluluk alanında duru ma haki m ola ma masının sonucu olan cezaevi ölümleri koskoca bir ülkeyi marjinal örgütlerin çekim alanına sürüklüyor" diy or v e saldırıy ordu: "Bunun vebali militanlarını ya da sempatizanlarını ölü me mahku m eden örgütlerin liderlerinde midir sade-
İnsan olduklarını belki y ıllardır ilk kez hissedenler de bu önyargılarından, örümcek ağlarından kurtulamıy ordu. Yavuz
Gökmen, ölümünden iki y ıl
önce, insan olduğunu unut-
tavı r / aydı nlar / haziran '99 / sayı : 13
may ıp y azanlardandı. " Sapır sapır ölecekler mi bu çocuklar? Önce bir parça can gitti. Sonra peşi sıra gittiler. Belki daha birçokları böyle gidecekler. Ve biz hala hiçbir şey yapama yacağız. Kimi miz nutuk söyleyeceğiz. Kimi miz hiçbir işe yaramayacağını bile bile yazılar yazacağız. Bunları yazmadan önce içimizi sıkıntılar basacak. Ve bu sıkıntılar yazılar bittikten sonra da geçmeyecek." Bu kadar aciz miy diler? Bu ka-d a r çaresiz m i y d i l e r ? Hiçbir şey i değiştiremeyeceklerini düşünüp, çaresizliklerine ağıtlar yakmalarına sebep ney di? Düzen bu kadar mı güçlüy dü, zulüm bu kadar mı hey betli? Y oksa, yoksa onlar mı bu kadar güçsüzdüler? Hani her-şeyin en doğrusunu onlar biliy ordu? Hani bir konuştu mu, dünyanın altını üstüne getirip analizler y apıy or, yöntem dersleri v eriyorlardı? Ne olmuştu, neden bu kadar aciz, çaresiz, zav allıy dılar? Oysa ölü toprağını üstlerinden silkeley ecek bir depremdi y aşanan. Üstlerine çöreklenmiş külleri sav urup dağıtacak bir f ırtınay dı, Boran Fırtınası. O f ırtına, o deprem hepsine kendi gerçeklerini gösterdi. Güçsüzdüler, çünkü gücün kay nağı bir arada olmak, örgütlü olmaktı; örgütsüzdüler. Her biri kendini y aşıy ordu. Her biri kendi köşesindeydi; köşey i dönmeye çalışıy orlardı. Köşey i dönmek, büy ük patronların iki dudağı arasınday dı. Büy ük patron ölüme y atanların en azıl ı düşmanıy dı. Geriye ne kalırdı ki? Düşüncelerini özgürce ifade ettiklerini ne kadar söy leseler de gerçek bu değil miy di? İşte belki de ilk kez patronlara, dev lete aykırı düşüncelerini söy leme cesareti buldular. Ama, ama y etmedi. Hep o eleştirdikleri, şurasından burasından tamir edilmesini istedikle-
ri düzenlerine kıy amadılar. Hasan Pulur, bir y andan sorunun çözülmesini istediğini ifade ederken, bir y andan da, "Diyelim, cezaevlerindeki bütün istekleri kabul edildi, siyasi ve insani istekleri, mü mkün değil ya. Niye mü mkün değil? O za man devletin (4) kapısına kilit asmak lazım da ondan." diy erek kıyamadı düzenciğine. Y av uz Donat bir gün önce, "Devlet bazı cezaevlerine giremiyor- muş.' Girilme dik yer' varsa, o devletin 'devletliği' nerede kalır?" derken, bir gün sonra da (5) "Ölürlerse ölsünler, diyemeyiz." diy e y azıy ordu. Ne istediğinin kendisi de f arkında değildi. Oysa önerdiği şey, "zorla gireriz" tehditlerine destek vermekten başka birşey değildi. Şahin Alpay, daha y umuşak bir çözüm öneriy or, o güne kadar y aşananlardan, dev letin hapishanelerdeki uy gulamalarından, dahası dev letin niteliğinden bihaber olduğunu gösteriy ordu: "Bunca sorunu olan bir ülke, bu sorunlardan kaynaklandığı iyi bilinen tepkileri sadece baskı ve zor kullanarak değil, esas olarak gönülleri kazanarak sorunların adım adım çözüleceğini göstererek kontrol altına alabilir. Şiddet şiddeti doğurur, sonunda herkes kay(6) beder." Onlar, "aydın" sıf atını taşıy anlar, onun y üklediği sorumluluğun ağırlığını hiç bu kadar hissetmemişlerdi. Omuzlarının bu y ükü kaldıracak kadar güçlü olmadığını, y üreklerinin bu sorumlulukla haykıracak kadar cesur olmadığını hiç bu kadar açıkça görmemişlerdi. Sorumluluklarının boy utunu f arkeden v e bunun ezikliğini dürüstçe dile getirenler de v ardı. "... Görevlerini çağdaş ve eleştirel düşüncede ve toplumuna karşı sorumlu insanların yetişmesi olarak gö-
ren biz aşağıdaki öğretim elemanları, yaşadığımız toplumsal intihar karşısında sadece bu toplumun bireyleri olarak değil, toplum bilincinin oluşmasında birinci dereceden sorumlu luk taşıyanlar olarak da çaresizliğimizi ve huzursuzluğu mu zu dile ge tirmek istiyoruz." Bu ilan gazetelerde "Öğretim Elemanlarından Açıklama" başlığı ile y er aldı. Oysa ölüme y atmış y üzlerce can, birer üçer ölümsüzleşen kahramanlar v e y anı başlarında öf ke dolu gözleri, sıkılı y umruklarıy la binlerce tutsak, düşüncelere vurulan zinciri, ağızlara v urulan kilidi parçalamay a y ürüyordu. Oysa analar v ardı; babalar, kardeşler, sonra işçiler v ardı, me-murler v ardı, gençlik v ardı. Sokakları, okulları, işy erlerini, mahalleleri ey lem y erine çev irmişlerdi. Ölüm Orucu haberini alır almaz kızıl band ı alnına takmak için y arışan analar, babalar, işçi önderleri v ardı. Ne kadar yalın değil mi? Ne kadar tereddütsüz. Çünkü inanıy orlardı. İnanıy orlardı ki haklıy dı tutsaklar, haklıy dı zulüm görenler, haklıy dılar v e halktılar. Şehit yoldaşlarının başında nöbete duranları, y üzündeki huzurlu gülümsey işiy le kataf alkında uzanmış Y emo'y u gördüler. Sarsıldılar bir kez daha. Hele az ötede sırasını bekley enleri düşününce tutamadılar gözy aşlarını. O anda, insanlığın böy lesine y üceldiğini, koca tarih içinde pek az rastlay abileceklerine inandılar. Söz v erdiler, İzleme Komitesi'yiz dediler. "Bu iş çözülürken oradaki arkadaşlara söz verdik, sonuna kadar tu(7) tacağız bu sözü." Sonu ney di ki? Zulüm düzeni v ar oldukça, içeride, dışarıda bu sav aş sürecekti. Anlık bir adım mıy dı, bir türlü ikinci, üçüncü adımlar atılamadı? Zulmün zindanlarında direniş-
ler sürerken neden söz v erenler bir daha katılamadı? Ve onlar, sanatçılar, tutsakların büy ük çağrısına cevap vermek için ney i bekliyorlar? Sinemacılar; f ilm karelerine bir tarih taşımanın onuru için, y azarlar; ölümün nasıl zaf ere dönüştürüldüğünün en görkemli eseri için, tiy atrocular, müzisy enler, ressamlar... Ney i beklediniz, ney i bekliyorsunuz? "Ölü m Orucu'na dönüşen açlık grevine nasıl bir 'dayanışma' gösteri(8) lebilirdi, kestiremedi m, bile me-di m..." diy enlerden misiniz? Bakın işte Grup Y orum yüzlerce insanın önerisi, eleştirisi, emeğiy le Boran Fırtınası'nı y aptı. Fırtına dinmedi, dinmey ecek. Siz yeter ki bir adım daha atın. Köhnemiş statüleri y ıkmanın zamanı değil mi? Başka bir y ol v ar mı?
Notlar 1) Mehmet Ali Birand Sabah, 25 Temmuz 1996 2) Mehmet Altan Sabah, 25 Temmuz 1996 3) Ferai Tınç Hürriyet, 26 Temmuz 1996 4) Hasan Pulur Milliy et, 27 Temmuz 1996 5) Y av uz Donat Milliy et, 26-27 Temmuz 1996 6) Şahin Alpay Milliy et, 27 Temmuz 1996 7) Oral Çalışlar ile röportaj Kurtuluş Gazetesi, 10 Ağustos 1996 8) Cengiz Çandar Sabah, 27 Temmuz 1996
tavı r / aydı nlar/ haziran ' 9 9 / sayı : 13
inceleme hamit kav ak
K
aradeniz dağı, taşı, ormanı, deniziy le Anadolu topraklarının "cennet" diy arlarından biri. Kimilerine göre bir başka me-kan Karadeniz... Karadeniz denince akla çay ı, tütünü, f ındığı, balığ ı, v e y emyeşil ormanları gelir. Karadeniz denince ilk anda akla gelen başka özellikleri de v ardır elbette Karadeniz'in. Hele hele bahar ay larının başında v e y az ay larında sorarsanız ilk söy leneceklerden biri belki de Y aylalar v e yay la Şenlikleridir. Karadeniz'in güzelliğinin bir başka parçasıdır y ay lalar. Ve Karadeniz halkının y aşamında uzun y ıllar hep önemli bir yere sahip olmuştur. Y ay lacılığın tarihi eskilere dayanır. Ve tabi y ayla şenliklerinin de. Eskiden y aylalara yöre halkının hemen hepsi çıkarmış. Özellikle Karadeniz bölgesinin topraklarının tarıma elv erişsiz oluşu, y aylaları daha da önemli kılmış. Bu y üzden hem geçim derdinin, hem birlik v e beraberliğin, değerlerin, geleneklerin bir anlamda simgelerinden biridir y aylacılık v e yay la şenlikleri... Bununla birlikte y aylacılık ve y ayla şenlikleri Karadeniz'de içiçe geçmiştir. Y emyeşil bir diy arın üzerine kurulu y aylalar hemen tüm Karadeniz illerinde bulunur. Ve genel olarak Doğu Karadeniz'de y aygın olmak üzere Y ay la şenlikleri kutlar Karadeniz halkı. Bu şenliklere "yayla ortası şenlikleri" de denir. En ünlü yay la şenliklerinden
Kastamonu'da Ilgaz, Niksar'da Çe-mişi, Trabzon Kadir; 'enlikleri ( Otçu Haftası olarak da bilinir 1 gün sürer) Sultan Murat, Simdağı, Sürmene, Ordu'da Bektaş, Giresun'da Kümbet, Rize'de Ay der, Artvin'de Kafkasör şenlikleri örnek v erilebilir. Bu şenliklere Türkiy e'nin dört bir y anından hatta Av rupa'ya göç edenlerden de gelenler olur. Genel olarak Nisan sonu'nda başlayan yay laya çıkma, Ağustos hatta bazen Ey lül başlarına kadar sürer. Y ay lalarda karlar erimey e başladığında y ay laya çıkış zamanı da gelmiş demektir. Bir manide bunu şöyle anlatır Karadenizli "Ey çiçekli yaylalar Sizde de geldi mi yaz Yine gönlü m sendedur Her taraf olsa beyaz" (Sürmene) Geçimini büyük oranda hayvancılıkla sağlay an halk y aylay a davarını, ineğini beslemek,ay nı zamanda da y ağ, peynir, süzme y oğurt, kaymak v b. y apmak için çıkar. Bunlar için çıkılsa da herkes bilir ki Karadeniz'in doğası, tertemiz hav ası da buraları çekim merkezi y apar. Y ani sağlığı için bile çıkan olur y ay lalara. İşte yine bir Karadeniz manisinde bakın nasıl anlatılır bu durum; "(...) Oy benum sevdacuğum Olur mu böyle kader Of, Sürmene yaylası (...) Onbeş doktora bedel Yaylanın soğuk suyu Deldi bağrımı deldi tavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
Karagözlü sevdiğum Yine akluma geldi Y ay laya çıkma hazırlıkları günler öncesinden yapılır. Çadırlar, uy uyacak y ataklar, kap, kaşık, tencere b ü t ü n eşy alar denkleştirilir. Y ay laya çıkmak için herkes heyecanla bekler. Bütün kadın,erkek, çoluk çocuk yay laya hep beraber çıkılacaktır. Nihay et yay laya çıkma günü geldiğinde sabahın en erken saatleri seçilir. Köy lülerin sabahın kar a n l ı ğ ı n d a y aylalara d o ğ r u göçü başlar. İnekler ve yörelere göre yaylay a çıkarılan hayv anlar süslenir. İneklerin başlarına güller takılır, bo y u n l a r ı n a zil takılır. Bazı y e r l e r d e boy unlarına boncuk takılarak süslenir. Neşey le dayanışma içinde çıkılmıştır y ola. Elde kemençe, y a da y öresine göre tulum, davul, zurna eşliğinde d a h a y ay laya çıkışta başlarlar eğlenmeye. Mola y erlerinde azıklar çıkarılır, y emekler yenir v e tekrar güle oy nay a y aylay a doğru ilerlenir. Çıkılacak y aylalar karın d u r u m u n a göre belirlenmesine karşın, örneğiın Giresun bölgesinde y aylay a kademe kademe çıkılır. Aşağıda oturanlar bir üste, bir üste oturanlar kend: üstüne, onların üstündekilerde daha tepey e çıkarlar. Böy lece yukardan aşağıya herkes oturduğu alana göre bir yukarı çıkarak kademe kademe y aylay a çıkılır. Ancak y ayla şenlikleri zamanı geldiğinde farklı
olarak en y üksek yay la seçilir. Kıv rı-la, kıvrıla giden y ollardan y ay laya doğru çıkılır. Bugün her ne kadar kamyonlarla, arabalarla çıkılsa da eskiden toplu halde böy le çıkılması y ay gınmış. Köy lerde y aylacılara teslim edilen hayv anlar burada çobanlara v erilir. Çadırlar kurulur y a da burada bulunan küçük y ayla ev lerine y erleşilin... Kemençeler, davullar, zurnalar, tulum, hep bir ağızdan türküler söy lenir, horonlar çekilir. Y ay lalarda silah sesleri horonların "uy" seslerine karışır. Kadınlar da eskiden bol silah atarlarmış y aylalarda. Ancak 93'lerden sonra silah kullanma y asağı getirilmiş dev let taraf ından. Ama yine de bu y asak onların silahlara olan tutkusunun önüne geçememiş. Y ay la şenlikleri bütün y az çekilen emeğin sonucu olarak bir f inal oluy or Karadenizli için. Y ağlar, pey nirler, kaymaklar y apılmış, kış ay ında hayvanların beslenmesi için otlar biçilmiş, hayvanlar beslenmiştir artık. Birbirine benzer olsa da kimi y erlerde f arklı geleneklerle başlar yay la şenlikleri. Örneğin Artv in'in boğa güreşleri ünlüdür. Giresun Kümbet yay lası şenlikleri en y üksek paranın v erilerek y ay la ağasının seçildiği koçlarıy la, yine Trabzon'da Gençlerin kaymak toplamaları ünlüdür. Trabzon'daki "kay mak toplama " oy ununa "sis kovma oy unu" da denir. Sis kovma oy unun da y aylalara sis çökmey e başladığı zaman genç ler biraray a toplanır, bütün köylüleri gezerek kaymak toplamay a başlarlar. Amaç bu yağları serperek sisleri kovmak aydınlığı bulmaktır. Her ne kadar böy le olsa da asıl amaç birlikte yemek y emek v e eğlenmektir özünde. Araklı, Sürmene gibi bölgelerde y apılan bu oy unda gençlerin ellerinde tencereler kapı kapı gezdikleri sırada bir de mani söy lenir; "Kuzu kuzu Kud kunuza Allahtan yağmur Hatunlardan kaymak isteriz
Verenin kaymağına bereket Ver meyenin kaymağı Ver meyenin kaymağına Büyük bir pospol düşsün (ya da fare düşsün) Vermey enler gençler taraf ından topluca protesto edilir... Y ayla şenliklerine dışarıdan da gelenlerle bir likte binlerce insan toplanır, kimi y erde bir gün kimi y erde iki üç gün sürer yay la şenlikleri. Bir taraftan yöresel y emekler hazırlan ır,bir taraf tan el emeği ürünlerinin sergilendiği pazarlar kurulur. Pazarlar genelde ticaret amaçlı v e büyük y ayla Şenliklerinde kurulmaktadır. Kadın-erkek hep birlikte horona durulur, atmalar söylenir. Atmalar bir çeşit taşlamaya benzer karşılıklı manilerin söy lenmesidir. Karadenizlinin hoş, esprili, biraz da muzır dörtlükleri y ankılanır kemençe sesleriyle. Y ay la Gazeli'nde şenliklerde y apılan oy unlara ilişkin şöy le denir; "(...) Peştamalım beli mde içinde kara üzü m At ma türküleriyle başlar, horonla sürer sözüm (...) Nama zgahın mihrab ı kara taştan işleme baba mın ufağıyım e kız bakma peşi me (...) Kadırgaya sis düşer, mavzerlere ses düşer bırakıp gidiyorsun ocağıma yas düşer (...) ben bir komar gülüyüm takama yazın buni mavzerler yanık okur, ne başı var ne soni Y üzlerce kadın-erkek horon çekmek için biraray a toplanır. En güzel taraf ı bu horonların coşkuyla büyük bir kalabalık taraf ından oy nanmasıdır zaten. Kocaman bir daire olur y aylaların üstünde... Gazel'de dediği gibi atmaların arkasından çekilen horonlara bir de mav zerlerin y anık türküleri eşlik eder horonlara. Y öretavı r / folklor / haziran '99 / sayı : 13
sel y emekler y apılmış, et kesilmiş, duruma göre mangallar y akılmıştır. Bir de bu şenliklerde giy ilen kıy afetler v ardır ki, Karadenizli'y e has kadınların peştamalleri, erkeklerin şalv arları, cepkenli y elekleri üzerlerinde bu oy unlarda rengarenk bir görüntü oluşturur. O gün özel olarak giy inip süslenilmiş, temiz düzenli olunmuştur. Karadeniz'de y aylacılık v e y ayla şenlikleri bugün açısından turizm amaçlı kullanılması y aygınlaştırılmaktadır. Y ay lalara tesisler açılıy or, turizm şirketleri bu illere seferler düzenliy orlar. Y ıllarca sürmüş bu güzel gelenek, kapitalizmin heryer-de yaptığı gibi gelenekleriy le, görenekleriy le, doğal güzellikleriy le bozulmakla, y ozlaşma tehlikesiyle karşı karşıy a. Bununla birlikte son y ıllarda Karadeniz'de mücadelenin y ükselmesiyle birlikte, halkın gerillay a v ereceği destekten korkan devlet y ayla y asaklarıy la kimi y aylaların da kullanımını y asaklıy or. Bütün bunlarla birlikte yay lalar Karade-nizli'nin kültürünün köklerine kadar nüf uz etmiş, koparılıp atılması zor geleneklerden. Y ay lalar, birlik ve dayanışmanın, kardeşliğin, yardımlaşmanın, sev ginin, türkülerin, horonların y aşadığı, çay ırları, çimenleri, çiçekleri, otları olmuş. Y oksullukla başbaşa olan Karadeniz halkı için de büy ük bir geçim kay nağı olan y aylacılık v e y ayla şenlikleri halkın y aşamından sökülüp alındığında çok daha zorlu koşullarda y aşay acak yöre insanları... Y ine y ayla şenlikleri dev letin müdahaleleriy le y ozlaşmakla y üz y üze bulunuy or. Çünkü y ayla şenlikleri özünde halkın kendi içinde geliştirip organize edildiği; hiçbir kurumun, kuruluşun bu şenlikleri planlamadan gerçekleşen şenlikler. Halk kendiliğinden iş bölümü y aparak, eğlencelerini hep birlikte organize ediy orlar. Karadeniz halkının bu güzel ge leneği bu sene de başladı, y az sonunda, adından y ine söz ettirecek.
deneme d e f n e gö km e n
Ç
kin uşaklar çekin, Heen aldık ırgatı. Geliyor bir sert poyraz, Vuralım iki katı". Ağustos sıcağı v urduğunda sararmay abaşlar mısır y aprağı. Püskülleri iy ice kurur, y el estikçe dokülü-v erir. Kesim zamanıdır artık. Oraklarla mısır tarlasının bir başından girişilir. Kesilen mısırlar üçer-beşer püsküllerinden saç örgüsü gibi bağlanır. Bağlar bi-raray a toplanır, daire olacak şekilde tarlanın ortasında toplanır. Adına horom (horum) derler ki, kollan hav ada birleşmiş, sıra sıra dizilip horona tutuşmuş gibidir. Horon adının da buradan geldiği riv ayet edilir. Hangi mevsim olursa olsun, Karadeniz'de dalgalar eksik olmaz. En rüzgarsız hav ada bile, sabah değilse öğle sonrasında çalkalanacaktır. Hele bir de poy raz görmüşse, kayalarla amansız bir döv üşe tutuşur. Sularını toplar toplar v urur. Dalgaların y ükselişi, sonra geri çekilişi, hırçınlığı öy le yansımıştır Karadenizli'y e. Horona tutuşanlar daha horon kurmay a başlarken, denize selam gönderirler. Eller hav ay a ileriye üç adım y ürür, üçüncü adımda kayalara v urmuş gibi y ükselip, hızla geriy e doğru çekilirler, bir daha, bir daha vurmak için. Dalgasız deniz, deniz değildir Karadenizli'nin gözünde. "Deniz dalga-sız ol maz, güzel sevdasız olmaz". Deniz, kendisine emek verenden rızkın ı esirgemez, kim ki, "deniz başımın tacı" demiş, onu ekmek kapısı bellemişse, alır rızkını. Onlarca çeşit balık sunar, serin sularına serilmiş ağlara bırakır. Karadenizli'y e sorarsan balık başkadır, hamsi başka. Ekmeğine, pilav ına katar onu, tuzlay ıp kışa saklar, kurutup çiroz eder ki, her zaman kullanabilsin.
Sorarsan y irmiy e y akın hamsili y emek say arlar sana. Karadenizli'nin yaşanımda hamsi bu kadar önemliyken, onu halkoy unlarında, türkülerinde işlemez olur mu? Horon kurulmuş, dalgalar heybetli hey betli vurmuş kay alıklara, hızla geri çekilirken, birden bire bir titreme başlar. O kadar hızlıd ır ki, ay aklar nasıl hareket ediy or, bedenler nasıl böyle sıralanıy or, bilmey en için şaşılacak bir durumdur. Ama Karadenizli genci y aşlısı, kadını erkeğiy le hamsiy i yaşar. Sarp sınırından Sinop'a kadar uzanır horonun ucu. Gürcü'sü, Laz'ı, Ermeni'si, Rum'u, Muhaciri, Çerkes'i, Arnavut'u, Müslüman'ı, Hristiyan'ı y üzlerce y ıldır birbirini kollamış, sahiplenmiştir. Artvin'in y aylalarında akordiy onla horona durulurken, az biraz batıy a doğru tulum sesiy le birleşir. Çifte kamışlı tulumun sesi, öte dağdan duyulur. Kaç-karların eteklerinde, Erzurum'dan gelen zurna iy ice küçülür, sesi tulum gibi, kemençe gibi incecik hale gelir. Davul öy le vurur ki, oralarda y aşamay an zor ay ak uydurur. Kıy ıy a doğru, deniz kokusunu almay a başlay ınca, kemençe-nin hakimiy eti başlar. Rum balıkçıları-nın sev dasıdır kemençede yankılanan. Balıkçı sandalı gibidir kemençenin y apısı. Kulağından tuttun mu, bir balığın kuyruğundan tutmuş gibi durur. Balığın çırpınışı gibi hızlı, hareketlidir ezgiler. O küçük kemençe, 30-40 kişinin yan yana durduğu horonun y öneticisi olur. Biraz daha batıy a doğru, ırmak boy larındaki düzlüklerde Anadolu'nun telli kuranıy la, binlerce y ıl öteden, samanlıktan gelen dav ul zurna eşlik eder horona. Söğüt dalından, erik ağacmdan, kartal kemiğinden düdükler, kav allar da eksik olmaz. Horona tavı r / deneme / haziran '99 / sayı : 13
duranlar, kah tarlada mısır kesiy ordur, kah denizde balık ağlarını çekiy ordur. Ağızlardan hep birlikte "Hey emola" diye çıkan sese, tek tek hareketleri anlatan komutlar eklenir. Horonda mıdır, tarlada mı, denizde mi... belirsizleşir. Her halk kendini de katar horona. Bu y üzden her yörey e özgü f arklılıkla-n if ade etmek için y öre adıy la anılır ho ronlar. Hemşin horonu, Sis Dağı horonu, Maçka sallaması, Tony a... Belli diziler izlenir oy nanırken. Önce horon kurmay la başlanır, ardından y ukarı horon, dağlama, kozan gel, bıçak horonu... Y a da horonu kurduktan sonra sallama, sıksana, kız horonu, atlama, iki ayak... Daha onlarca dizi y apılabilir. Karadenizli'nin hırçınlığ ı y alnızca doğay a karşı v erdiği mücadelenin bir gereği değil, ay nı zamanda y üzy ıllardır sürekli istilalara, kıy ımlara karşı mücadeley le oluşan sav aş kültürünün yansımasıdır. Bıçak oy unu sav aşta, döv üşte maharetin, yiğitliğin sembolüdür. Kadınlarm ayn oy nadıktan horonlar da v ardır. Bu horonlarda kadınlar maniler dizerler ki, her biri bir mesajdır. Sanıldığı gibi hep ay rı ayrı değildir horonlar. Kadın erkek, genç y aşlı y aylalara çıkıldığında bir horona tutuşulur ki, y üzlerce kişiyi saf saf bir aray a getirir. Topal Osman çetelerinin gazabından kaçan Hıristiy an halklar, egemenlerin kıy ımına, düşmanlık politikalarına, zulmüne uğrayarak toprağından sürülse de, horonlarda onların izleri v ardır. Ve hangi zalim, ne denli güçlü olursa olsun, hangi zorba ne denli kuşatırsa kuşatsın, Karadenizli'nin y üreğinde v e bilincinde özgürlük umudu saklıdır. O umut büy üy or. Horona katılan çoğalıy or. Karadeniz horona çağıny or... •
araştırma özcan ş env er
Halk Türküleri ve Öyküleri -8-
İslamoğlu Türküsü
İ
slamoğlu, öteki adıy la Can Mustaf a 19. y üzy ılda yaşamış bir isy ancıdır. Halk arasında tanınmış, sev ilmiş v e adına türküler y akılmış bir yiğittir. Kütahy a ilinin Gediz ilçesine bağlı Şaphane bucağında doğmuştur. İslamoğlu, bucak okulunda okumuş, birazda medrese öğrenimi görmüştür. Mustaf a, 18 yaşında, öğrenimi v e y akışıklılığı ile bucağın en seçkin delikanlısıymış. Öy le ki Mustafa köy içinde dolaşırken, kızlar dam başlarına çıkar ona maniler atarlarmış. Bir gün köyden birisinin tav uğu kay bolmuş. Mustafa'y ı çekemey en köy delikanlıları, tav uğu Mutaf a'nın çaldığını gördüklerini söyley erek, onu nahiye kadısına şikay et etmişler, yalancı şahitlik de y aparak Mustafa'y ı mahkum ettirmişler. Mustaf a, bu haksızlık karşısında
düşmanlarından intikam almay a ahd ederek, hapishaneden çıkar çıkmaz tüf eğini omuzuna alarak dağa çıkmış. Köy delikanlıları, Mustaf a'y ı kaçak diy e bir tutanakla resmi makamlara ihbar etmişler. Bunun üzerine zaptiy e müf rezesi Mustafa'y ı izlemeye başlamış. Zaptiy eler, Mustaf a'nın köydeki ailesine işkence y apmay a başlamışlar. Mustaf a, ailesine y apılan bu zulüm karşısında teslim olmaya razı olmuş ve bu takdirde affedileceğini v adeden hükümet taraf ından derhal zincire v urularak hapse atılmış. Mustaf a 1854 y ılında Kütahya hapishanesinin duvarlarını delerek üç arkadaşıy la kaçmış ve bu tarihten itibaren de Mustaf a artık 'eşkiy a' olarak y aşamış. Zenginlerden alıp f akirlere v ermiş. Irza v e namusa tecav üz edenleri cezalandırmış. Fa-
kir kızları çey izlendirmiş. Kötülüğe v e haksızlığa karşı amansız bir mücadele açarak Aydın, İçel ve konya yörelerinde tam bir egemenlik kurmuş. İslamoğlu, yedi y ıl süren maceralarının son zamanlarında, şekav etten v azgeçip kendi arzusu ile Gediz'in Orhanlar köy ünde bir ev yaptırmış v e oturmay a başlamış. 1868 y ılında bu köy ü kuşatan müf rezeler, İslamoğlunu sıkıştırarak, teslim olmay a zorlamışlar. Kuşatma çemberini y arıp geçmey e çalışan İslamoğlu, bu sırada kendisine ihanet eden Gökçe adında bir köy lünün attığı bir kurşunla yaralanmış, bir ceviz ağacının ardına sığınarak son kurşununa kadar kendisini korumuş, ancak kurşunlarının bitmesi y üzünden aldığı y aralarla orada düşüp ölmüş.
İslamoğlu kule yapar taşınan Gözlerim doldu al kanınan yaşınan nere gidem bu talihsiz başınan
İslamoğlu derler benim adıma Tavlada bağlı kaldı kır atım Düşmanları öldürmekti muradım
Beri gel, beri gel ben adam yemem Şunun şöylesine ben yarim demem
Nolaydı nolaydı gündüz olaydı Can Mustafam düşmanları göreydi
İslamoğlu çifte yapar kuleyi Kır at dursun, çekin İsli Kula'yı Görülmez mi bu işlerin kolayı?
İslamoğlu inip gelir yokuştan Her yanları görünmüyor gümüşten Billahi vebalim yoktur bu işten
Eyvahlar olsun saçlı doru şanına Beş yüz çakmak çalan gelsin yanıma
Bereli de her yanları bereli Biz severiz kara gözlü dilberi tavı r / t ü r k ü / haziran '99 / sayı: 13
İslamoğlu kulelerin yıkılsın Yıkılsın da yerine bostan ekilsin Hey kaymakam senin de belin bükülsün
Yeşil çam üstünde leylek yuvası Yeşillendi Karahisar ovası Kıyma bana hey canından bulası
Yazık oldu saçlı doru şanına Beş yüz çakmak çalan gelsin yanıma
Beri gel beri gel adam yemem Şunun şöylesine ben yarim demem
Cevizin dalını nacakladılar Kellesiz gövdeyi kucakladılar Kaymakam bey seni acapladılar
Merdiven altında büküldü belim Nereye varsam da ayrılık ölüm Çifte guburlara değmedi elim
Hükümet önünde dikili taşı Hakime gösterin gödesiz başı
Beri gel beri gel adam yemem Şunun şöylesine ben yarim demem
tavı r / t ü r k ü / haziran '99 / sayı: 13
öykü m ust af a kaya
İnsanın kemiklerini sızlatan bir soğuk var dışarda. Ev in içi de dışardan çok farklı değil. Sadece duv arlar esen rüzgara, y ağan kara siper oluy or. Onun dışındaki soğuk her yerde aynı. Y organı tepesine kadar çeken Üzey ir, ısınmay a çalışıy ordu. Sabahı düşündükçe içi içine sığmıy ordu. Çocukluk arkadaşı Alişan'la birlikte çalışmay a gideceklerdi. "Yarın akşamdan itibaren bu soğuk kemiklerimi ze kadar işlemeyecek. Şurada boş duran demir yığını sobanın yanan çıtırtısını şimdiden duyar gibiyim. Sonra o sobaya ekmekleri dizip, yağlayıp yağlayıp yiyeceğiz." diy e düşündü Üzey ir. İşten atılalı üç ay olmuştu. Ha bugün, ha yarın buldum, bulacağım derken, ortada kalakalmıştı. Birkaç gün önce de Alişan haber göndermişti: "Gelsin, işi buluruz ona" diy e. Gidip gitmeme konusunda kararsızdı. Soğuklar iy ice bastırınca gitmeye karar v erdi. Karar v erdiği gün de tesadüfen Alişan'la sokakta karşılaştı. Alişan'ın işi zordu. Hep dışarday -dı işi, kazandığıy la ancak karnını doy urabiliyordu. Evin uf aktef ek ihtiyaçlarını giderebiliy ordu. İkisinin de askerlik sorunu olduğu için dev let dairelerinde iş bulamıyorlardı. Alişan küçük y aşlardan beri işportacılık y apıy ordu. Az çok piy asay ı biliy ordu. Ama sermay esi olmadığından işlerini büy ütememişti. Şimdi dev let kurumlarının önünde v ergi iadesi zarf ı v e selpak mendil satıy ordu. Üzey ir'i de y anına, çalışma-
mayacaksın. Yoksa harcarlar seni. Fazla iş yapamazsın, anladın değil mi Üzeyir. Üzey ir, "anladım" anlamında başını salladı. -Ben hep yanında olacağım. Zabıtala rı tanıdığım için ben onlara bakacağım. Onlar gelince ıslıkla sana haber gönderirim. Sen de hemen kaçacaksın. Zaten malların büyük bölü mü bendeki çantada olur, sendeyse tezgahtakiler kadar. Ama yine hiçbirini kaptırma mak lazım. Onlardan parçabaşına para kazanıyoruz. Ona tavı r/öykü / haziran '99/ sayı : 13
kerden dönüşte her şey değişir. “Rahatça iş bulacağım" diy e düşündü. Sonunda askere gitme zamanı geldi. Üzey ir askere gitti. Alişan, hala işportada çalışıy ordu. İşlerini biraz olsun genişletmek için bir yandan para biriktiriyor, diğer y andan ev in ihtiy açlarını karşılamay a çalışıy ordu.İşpor-tada çalışmadığı günlerde bir arkadaşının aracılığıy la lokantada bulaşıkçı olarak çalışıy ordu. Ev dekilere bulaşıkçı olduğunu söy lememişti. İlk za-
manlar kendisi de y adırgamıştı. "Erkek kısmı bulaşık mı yıkar mışl", ama mecburdu. Bir arkadaşından y azın eriklerin iy i satıldığını duymuştu. Ve o gün kaf asına koymuştu. Bir erik tezgahı alacaktı. Bütün çabası o tezgah içindi. Bu arada Üzey ir acemiliğini Balıkesir'de yapmıştı. Doğu'y a gitmemesine sev inmişlerdi. Ne de olsa orada sav aş v ardı, "ne olur ne olmaz, ölüp bir kenarda kalabilir", diye düşünüy orlardı. Üzey ir'in askerden izne geldiği gün, Alişan o hay alini kurduğu erik tezgahını almıştı. Üzey ir'in kura sonucu belirlenene kadar birkaç gün birlikte çalıştılar. Üzey ir'in izni bitmiş, kurası Tunceli'y e çıkmıştı. Önce korktu, orada hep çatışmaların olduğunu duymuştu. Acemiyken, "şu acemilik bir bitse" diye düşünürdü, ama acemiliğini y aptığı y er daha rahattı. "Gitmesem" diy e düşündü. Ama olmazdı, mutlaka bulurlardı. O zaman daha zor olurdu. En iy isi gitmek ve bir y olunu bulup hav a değişikliği y apmak, diy e düşündü. Düşüncelerini Ali-şan'la paylaştı. -Bir hiç uğruna oralarda öl mekten çok korkuyorum Alişan. Sence gitsem mi ? A ma git mezse m o za man böyle kaçak nasıl yaşarım? Evdekileri düşününce... Onların hayalleri, umutları beni m askerden dönüşüm ü zerine. Ana m şimdiden gelin adaylarına bakıyor muş. Baba m da 'Oğlum askerden gelip bir iş kuracak, bizi de bu yoksulluktan kurtaracak' diyor. Mecburen bu işi bitirecem, ama çok korkuyorum Alişan. Bizi m ace mi birliğinden bir arkadaşın akrabası o taraflarda askerlik yapmış, çocuk sonunda kafayı yemiş. Gülhane'de tedavi altına alın mış. İyileşti' diye eve gönder mişler. Sonra da çocuk evde kendini asmış. Başka birini de çatışmada kendi arkadaşları arkadan vurmuşlar. Bunları duydukça daha çok korkuyoru m Alişan. Ya benim için de 'eğitim za-iyatı' derlerse. -Korkma Üzey ir. Öy le bir şey i sezinlersen sen bizi ararsın. Biz hemen geliriz. Bir y olunu bulup oradan al-dırtırız seni. Hem dur bakalım, daha y eni y ere gitmedin. Tamam, çok çatış-
ma oluy or. Duyduğuma göre gerillalar kendilerine ateş edenlere ateş ediy ormuş. Baktın çatışma çıktı, sen de siperden kafanı hiç kaldırma. Kurşunlarını da hav ay a boşalt. Kim anlay acak oğlum orada senin çatışmadığını. Bak ne diy eceğim sana, sen askerden gelirsin, şu erik tezgahmda birlikte çalışırız, sen sağlam bir iş bulana kadar. Sonra ben üniv ersite sınav larına daha iy i hazırlanacağım. O zaman üniv ersitey e gideceğim. Bak o zaman şu tezgah boş mu dursun. Birlikte çalışırız. Ben okurum, sen de yeni bir işle beraber burda çalışır, işleri ilerletirsin ha, ne dersin. -Olur olur. Hele şu askerliği hayırlısıyla bir bitirelim de, dedi. Bu konuşmadan sonra kahv eye gittiler. Arkadaşlarıy la biraz oturup konuştular. Sonra evlerine gittiler. Üzey ir'in iki günü kalmıştı. O iki günü de hep dışarda arkadaşlarıy la geçirmek istiy ordu. Öyle de yaptı. Y ola çıkma saati geldiğinde mahalleden arkadaşları ve ailesi garajlardan gönderdiler. Hepsinin y üreğinde Üze-y ir'le aynı korku vardı. Ama hiçbiri cesaret edip de korkusunu söy ley emedi. Sadece annesi gözy aşlarıy la korkusunu belli etmişti. Alişan'ın gözleri dolmuştu, ama o kötü düşüncey i hiç aklına getirmek istemiyordu. Otobüs garajdan ay rılana kadar da oradan ay rılmadılar. Ertesi gün Ali-şan y ine erik tezgahının başınday dı. Sabahtan öğlene kadar bir iş y apmamıştı. Zabıtalar hiç nef es aldırmıy ordu. Hele bir tanesi v ardı ki, tam murtazay dı. İlk başlarda öy le değildi. Bir kere amirine y akalandıktan sonra o da murtaza olmuştu. Bir keresinde kenara çekip konuşmuştu: -Sen nasıl bu meslekten para kazanıyorsan, karnını doyuruyorsan ben de bu işten para kazanıyorum. Ve bu işle evdekilerin karnını doyuruyorum, burası bizi m ekmek kapımız. Yedi nüfusun rızkı var, git bize bulaşma, demişti. Ama murtaza murtazalığından v azgeçmedi. Kaf ay a koy du Alişan, "akşama da aynı şeyi yaparsa onu bir temiz döve-ce m", dedi. Akşam üzeri işçilerin çıkış tavı r / ö y k ü / haziran '99 / sayı : 13
saatinde yeniden açtı tezgahını. Daha y eni yeni satış y apmay a başlamıştı. Zabıtaların geldiğini söylediler. Diğer işportacıların hepsi kaçtı. Alişan ancak tezgahını toplay abilmişti. Gelen yine ay nı zabıtay dı. Tutanak tutup mallarını zab ıta karakolundan dilekçey le geri alabileceğini, söy ledi v e ekledi: "Ama önce şu makbuza yazdığ ım para cezasını öde men gerekiyor". Tezgah ını v e eriklerini v ermek istemedi. Kapıştılar. Belindeki bıçağını çıkardı. Zabıta telsiziy le y ardım istedi. Bir anda etraf ları kalabalıklaştı. Eğer bu erikleri bugün satamazsa çürüy ecekti v e sermay esini yemiş olacaktı. Erikleri aldığı toptancıy a olan borcunu ödey emey ecekti. Tezgahıy la kurduğu hay allerini düşündü. Lanet olası şu zabıta her şey i engelliy ordu. "Allah yarattı demeyip bıçağı şu kasıklarından daldıracan" diy e düşündü. Bir anda düny ası karardı. Etraf ındaki sesleri uğultu olarak duy uyordu. Y erde y ığılı duran zabıtay ı v e elindeki kanlı bıçağı f ark etti. Kaçmak istedi. Sırtında önce bir soğukluk istedi, ardından ılık bir şey in aktığını. Daha fazla uzaklaşamadan olduğu y ere y ığıldı. Erik tezgahındaki erikler y erlere saçılmış, genç zabıtanm kanı eriklere karışmıştı. Az ilerde Alişan boy lu boy unca yatıy ordu. Alişan v e zabıtanın üzerine gazete örtüldü. Gerekli işlemler y apıldıktan sonra morga kaldırıldı. Alişan'ı ailesi ancak iki gün sonra alabildi. Mahalleye cenaze arabası girdi. Alişan'ların evinin önü kalabalıktı. Cenaze arabası iki ev aşağıda, Üzey ir'lerin ev inin önünde durdu. Üzey ir'in annesi y anlış y erde durduğunu söy lemek için arabanın y anına gitti. Araçtan rütbeli bir asker ve er indi. Tam bu sırada mahalley e ikinci cenaze arabası girdi. Cenaze ev indeki herkes donup kaldı. Üzey ir'in annesi olduğu y ere y ığıldı. Mahalleli hemen y anma koştu, ikinci cenaze arabası Alişan'ların ev inin önünde durdu. Ağıtlar ağıtlara karıştı. Tüm mahalle iki genç için ağlaştı. Alişan'la Üzey ir'i yan yana gömdüler.
tanıtım sin an er
Kan Yerde Kalmaz "Josey Vales'in Öç Günlüğü" Forest Carter Say Yayınları
F
orest Carter, Küçük Ağa cın Eğitimi, Dağlardan Sorun Beni ve Batı Barut Kokuyor adlı kitaplarıy la tanınmış bir y azar. Forest Carter, Kan Y erde Kalmaz isimli kitabında da Amerikanın v ahşi batı tarihinde efsanev i bir kişilik olan Josey Vales v e onun sav aşçı kişiliğini anlatıy or.
İç Savaşın ilk y ıllarında karısının v e küçük oğlunun öldürülmelerinin öcünü almak için Y ankee askerlerini öldüren, sav aşın acıma-sızlaştırdığı bi r konf ederasyon gerilla sav aşçısıdır Josey Vales. Ve sav aş bittiğinde de kan dav asından v azgeçmey i reddeder. Hızlı at sürme v e hızlı silah kullanma becerileri banka soymak için uy guladığı gerilla taktiklerine dönüşür. Y aşamak için öldürmek zorunda kalan, aranan bir kanun kaçağı haline gelir, ölü y ada diri y akalanması için başına ödül konmuştur. "Meksika 1868... Kanayan Meksika. Montezuma, Cavahtam- Cortes'ten beri bu yara hiçbir zaman kapan mad ı. Artık Fransız efendilerinin yeni serbest bıraktığı kontr-gerillalar kırsal kesimde dolaşıyordu. Bandido orduları. Kafa derisi yüzen, yağmalayan... Rurale'ler (Korucu)." Rurale'ler, y alnızca Apaçi kamplarında kadın-çocuk demeden y üzlerce Apaçi'yi katletmekle kalmıy or, gittikleri kasabalarda da terör estirmektedirler. Escobedo li-
derliğindeki kafa avcıları y ani Ru-rale'ler Josey Vales'in dostları olan Rose'u öldürmüş ve On Nokta-y ı'da öldürmek için y anlarında götürmüşlerdir. Ve bunun üzerine öç günleri yeniden başlamıştır Jo-sey Vales için. Çünkü; dostluk, dosta bağlılık onun için herşey den önemlidir. Jo-sey Vales için dostlarına duy duğu bağlılık y aşamdan hatta ölümden bile güçlüdür. Dostlarının intikamını alacak v e On Noktay ıda Es-cobedo v e adamlarının elinden kurtaracaktır. Ve Josey Vales, Sığırtmaç Chato ve Çif tçi Pablo ile dostlarının intikamını almak için yollara düşmüştür. Hiç biri şu soruyu düşünmedi: On Nokta adlı bir kumarbaz için tehlikey e atılmak gerekir mi? Hepsi Josey Vales'in sadakat y asasını biliy ordu. Dağların y asasıy dı bu. Bu y asa, dağların kıraç topraklarında y aşamak için İskoçy a y ada Gallerde ki kay alık arazide yaşamak için olduğu kadar gerekliydi. Aşiret insanlarının y asası. Toprakta zenginlik, güç sahibi kişilerin oluşturduğu hükümetlerin dışında y aşamak için didinip duran insanlara böy le y asasız bir yer yoktu. Parası olmay anın sözü paray dı. Sadakati, kişiye bağlılığıy dı. Bu ortamda doğan bir düzen karşıtıydı o. Y ükümlü olduğu insanların zarar görmesi ona karşı y apılmış
tavı r / kitap / haziran '99 / sayı : 13
bir hareketti. Josey Vales, bu dağ y asası ile büy ümüştür ve Tennesse dağ kavgalarının içinde y etişmiştir. Josey Vales ve arkadaşları günlerce Escobedo v e adamlarının ardından giderler. Doğanın tüm zorluklarına, güçlüklerine karşın Ru-raleler'den hesap sorma düşüncesinden v azgeçmezler. Çölde günlerce at sırtında koşturulacaktır, gerektiğinde at üzerinde y emek y enilecek v e uyunacaktır. İzler takip edilecek, ay ırtedilecek... İz sürülecek v e Ruralelere ulaşılacaktır. Doğanın tüm güçlüklerine rağmen doğa ay nı zamanda gerillanın y aşamının bir parçasıdır. Önemli olan bir gerilla gibi düşünebilmek, y aratıcı olmaktır. Bir meskit dalı v ey a çalı parçası mı? Düşmanı y anıltmak için izler silinecektir çalı parçasıy la. Y eri geldiğinde bir çatışma esnasında güneşi arkana alacak v e düşmanı güneşe karşı çatışmak zorunda bırakacaksın. Göky üzü, y ıldızlar arkadaşın olacak zamanı bildirecektir sana. "Missouru-Kansas sınırında yüzlerce savaş deneyimi yaşamış bir gerillanın tecrübeleri Josey Vales'te kural haline gel miştir. Gerillanın düşüncesi ikilidir. Karşısındaki ne düşünüyordu? Planı neydi. Karakteri nasıldı? Ne u muyordu? Bir gerilla için gerekli düşüncelerdi bunlar; çünkü onun ki esnek, katı ol mayan, gücü hareket başlatamayacak kadar az, kendi
darbe yaşamıydı. Onun için savaş akıl savaşıydı, beklenmeyen bir şey, düşmanın bekle mediği bir şeyi yapması gerekirdi, yoksa kendisi ölürdü." Düşman güçlerine ait hedef lerin en zay ıf olduğu, saldırıy a hazır olmadığı anı iy i kollayarak, bu doğrultuda düşmanı beklemediği anda vurmak... Josey Vales, düşmanın tüm gücüne karşı düşmanının en ince ay rıntısına kadar tanıyarak neler y apabileceğini bilerek hareket etmektedir. "Gece yarısı hep gardiyan değiştirirler. Diyelim ki On Noktayı şimdi gidip kurtardık, geceyarısı nöbetini almaya geldiklerinde ölü gardiyanları yarım saat içinde bulurlar. Geceyarısı saldırmak için en iyi za mandı. Herkes ya içkili, ya yarı uykulu, ya uykuda olurdu. Geceyarısından sonrayı bekleyeceğiz; bu da dört, belki altı saat demek, nöbetlerin ne kadar uzun olduğuna bağlı, tabi şanssızlığımız tutup ta biri ölü gardiyanları kazara bulmazsa..." Josey Vales'in, On Nokta'y ı kaçırmasından sonra bir an önce tehlikeli olan bölgeden çıkma günleri başlamıştır. Escobedo ve adamları peşindedir şimdi onların. Josey Va-les'in sav aşı küçük bir grubun kalabalık bir gruba karşı sav aşıdır. Josey Vales'in grubu Çiftçi Pablo, Kumarbaz On Nokta, ağır yaralı Chato v e On Noktay la beraber kaçırılan Apaçi kızdan oluşmaktadır. Onları kov alay anlardan kurtulmak için hız y apmak üzere bir aray a gelmiş bir grup değildir. "A ma Josey Vales, Sınır savaşında gerilla savaşını öğren miştir. Felaket yemek za man ı kadar dü zenli bir bi çimde gelirdi. Bunlara ne a man verilir, ne a man dilenirdi. Josey Vales, liderin adamlar ına cesaret verdiğini de öğrenmiştir. İyi bir savaşçıdır o, basit ve yalın. Gözüpektir. Savaşçının içinde ki ruh ve savaşçının büyüklüğüyle yolculuk ettiğini biliyordu, kaçışına yas tutmak ya da kaderine razı ol makla değil." Düşmanın kovalamasından
kurtulmaları için dakikalar değerlidir onlar için. Josey Vales tek başına da rahatça başarabilecektir. Ama bu düşünce bir an olsun bile aklına gelmez. O durumları ne kadar kötü olursa olsun arkadaşlarını bırakmaz. Sadakat bağı, bağlılık y aşamdan daha güçlüdür, hatta ölümden bile. Y ine de Josey Vales grubunun t ü m o l u m s u z l u ğ u n a v e eksikliğine karşın y alnız değlidir. Bir Apaçi grubu onların peşinden gitmekte ve onları takip etmektedir. Bu Ge-renimo'nun grubudur. Apaçiler Jo-sey Vales v e arkadaşlarının On Nokta ile birlikte hapishaneden kaçırılan Apaçi kız En-lo-e'y e şefkatle baktığını görmüşlerdir. Apaçi düşmanını da dostunu da unutmazdı. Apaçi de, Josey Va-les gibi Rurale'lere karşı sav aşmaktadır. Escobedo'nun Rurale'le-ri taraf ından katledilmiş, kafa derileri y üzülmüş kadın v e çocuklarının intikamının peşindedir Apa-çi. "Apaçi yüzyıllardır savaşın içerisindedir. Apaçi'nin yaşamı savaşla bütünleşmiştir. Savaş Apaçi'nin yaşamının bir parçasıdır. Apaçinin savaşı gerilla savaşıdır. Apaçi kendinden üstün bir gücün saldırısına uğrarsa, dört bir yana koşarak saldırganı şaşırtıyor, ama yeniden bir araya gelmek için belirlen miş za man ı biliyordu. Asla önden saldımazd ı. Asla ölüme dayanmak gibi naif kahramanlık ları yoktur; kaçar-koşar-saklanırdı. Saldırganın düşüncelerini dağıt;sab-ret, bekle, aklı dağıldığı za man saldır. Kanatlarına cephe gerisine vur-kaç. İkili düşünme sistemi vardı. Önce senin düşüncelerin, sonra düşmanın düşünceleri. Ne düşünüyor, alışkanlıkları, yaşam biçimi, ihanet yolları nedir? Kendi düşman ının düşüncelerine, planlarına dayanarak kendi planlamana geri dön. Hareket et. Rançheria'ları hareket ettir. Hareketli
bir
hedefe
karşı
eylem
düzenle mek her za man zordur, nere-
tavı r / kitap / haziran '99 / sayı : 13
deyse olanaksızdır. Apaçi savaşçısı günde yetmiş mil koşabilir, beş gün yiyeceksiz yol alabilirdi. Bir su kaynağından su içerek susuzluğunu giderdikten sonra ağzını suyla doldurur, ancak saatlerce koştuktan sonra avurdundakini yutardı. Dili da mağına yapış madan elli mil daha gitmesini sağlardı bu duru m. Apaçi bir su kaynağının yanına asla kamp kur ma z, her za man uzak durur, çünkü düşman su kaynaklarına gelirdi, düzlerdeki bir ağacın göl gesini ya da bir kişiyi saklayacak büyüklükte bir çalılığı asla aramazd ı. Ancak bir tavşanı gizleyecek büyüklükte bir çalılığı seçer, onunla konuşur, onu severdi, çalının bir parçası olursa o da senin bir parçan olur. Me-xiconalar ve soluk benizliler o zaman seni görmez. Gerçekten de görünmez Apaçiler. Düzlüklerde devriye gezen Soldado'lar görüldüğünde Apaçi savaşçılarını ileri sürerdi. Bir saat içinde korkmuş bir Apaçi Soldadoların üç yüz metre önünde koşmaya başlardı, askerler atlarına binerek zig zag çizerek kaçan Apaçi'nin peşinden pusu kurulması olanaksız düzülğe çıkardı. A ma mızraklarıyla Apaçi'ye tam ulaştıkları sırada Apaçiler yerdeki canlı me zarlıklardan çıkar ve Solda-doları atlarından aşağıya çekerek öldürürdü. Pusu kurulması olanaksız yerde pusu kurardı Apaçi..." Ve Kan Y erde Kalmaz Forrest Carter'in Josey Vales'in kişiliğinden gerillay ı, gerilla savaşını anlattığı, sade v e akıcı bir dili, okuyucuy u sürükleyen olay larıy la bir solukta okunacak bir kitap. Ay rıca Josey Vales'in her hareketinde, düşünce tarzında gerilla y aşamına v e y aratıcılığına ilişkin y akalay acağımız onlarca ay rıntı kitabı macera romanı olmaktan öte bir noktay a taşıy or. Okumak y a da okumamak elbette size kalıy or. Ama bizce, gelin bu kitabı okuy un deriz...
inceleme can y ıld ır ım
halklar mozay iğiny anın başka bir bu kadar kültürü ulusların birbiriy -dar ay naştığı ülke v ar mıdır bilemey iz. Ama bildiğimiz Anadolu topraklarının bu y önde çok zengin olduğudur. Kuzey inde, Güney inde, Doğusunda, Batısında y aşay an halkların herbiri birbirinden f arklıdır. Hiçbiri birbirini tutmasa da benzey en yanları da vardır. Doğu'da Karaçor oy nanırken kuzey inde horon, batısında zey bekler, güneyinde kaşıklı oy unları. Bazı oy unların ise hangi memlekette oy nandığı bilinmez. Çünkü hery erde oy nanır. Anadolu halkları bin y ıllardır bi-rarada y aşamanın etkisiy le kaynaşmışlardır. Birbirine kız alıp v ermişlerdir. Rum'u Y ahudi'si, Türk'ü Kürt'ü, Ermeni'si Laz'ı Gürcü'sü, Alev isi, Sünnisi... Say makla bitiremey eceğimiz uluslardan, milliy etlerden ve mezheplerden insanların Ahmet Arif in de dediği gibi "tavuklarımız birbirine karışmıştır". Bu y azıda bu zengin Anadolu mozay iğinin sadece birini, aşurey i tanıtacağız. Senenin belli günlerinde kapımız çalınır v e karşımızda elinde bir tas aşure uzatmış komşumuz y a da akrabamızı görürüz. İşte bu halkımızın pay laşma geleneklerinden biridir. Aşure Anadolu'nun birçok bölgesinde y apılır. Alev i halkta aşurenin nedeni f arklıdır, sünni halkta farklı. Y apılış nedeni f arklı da olsa birbirine dağıtüır. Aşure malzemeleri biraray a getirilip de hazırl ıklar başladığı za man kimi yerde dışarıda ateş yakılıp koca koca kazanlar hazırlan ırken, kimi y erde de ev in içinde hazırlan ır. Aşure y apılmaya başlandığı za-
man mahalledeki kadınlar y ardıma gelirler. Herkes işin bir kenarından tutup y ardım eder. Eğer dışarıda y apılıy orsa çocuklar ateşe patates atar, ama kadınlar çocukları aşurenin y anma pek y aklaştırmazlar, saçları dökülmesin, toz toprak düşmesin diy e. Aşure pişene kadar hem sohbet ederler, hem de birbirini kollay ıp y orulanın y erine kazanın başına geçip çevirmeye başlarlar. Ev in gençlerine aşureyi dağıtma görevi düşer. Eğer ev de genç y oksa başka gençler dağıtıma yardım eder. Aşure bol bol dağıtılır. Her ev in nüf usu gözönüne alınır. Aşure dağıtıldıktan sonra mahalle halkı biraray a gelip Aşureyi sohbetlerle, türkülerle bitirirler. Mahallenin gençleri sazlarını al ıp çalmay a başlarlar. Kadınlı erkekli birarada sohbet ederler. Gençler de kendi içlerinde sohbet ederler. Aşure bittiği zaman hep birlikte yine temizlik işlerine başlarlar. Bulaşıklar y ıkanır, etraf temizlenir v e öy le ev lerine giderler. Araştırmacı-y azar Postnişin Bedri Noy an'a göre Muharrem ay ı Arap takv iminin ilk ay ıdır v e bu ay ın onuncu gününe aşure denir. Araplar bu günü islamdan önce kutsal say ıp oruç tutarlar. Mey dan Larousse ansiklopedisine göre ise islamdan önce Y ahudiler aşure günü oruç tutmaktadırlar. Tev rat bugünü "kefaret" (bedel ödeme) günü olarak gösterir. Başka inanışlar şöyledir: "Genel inanış odur ki, Hz.Musa kendi toplumunun, firavunun şerrinden 10 Muharrem günü kurtardı. Yine 10 Muharre m'de tanrı, Hz. Ade m'in tövbesini kabul etti. İdris peygamber, bu gün semaya vardı. Yakup peygamber kuyuya atılan oğlu Yusuf a bugün kavuştu. Nuh peygamberin ge misi bugün Cudi dağın-
tavı r/folklor/ haziran '99/sayı : 13
da karaya oturdu. İbrahim peyga mber bugün doğdu ve 'Halilullah' (Allah'ın dostu) adını aldı. Yine bugün Ne mrut'un ateşe attığı İbrahim peygamber ateşte yanmad ı, kurtuldu. Tanrı tövbesini kabul ettiği Süleyman peyga mbere mülkünü geri verdi. Tenine kurt düşen Eyüp peygamber, bugün şifa buldu. Yunus peygamber, yutulduğu balığın karnından bugün kurtuldu. İsa peygamber gördüğü işkence sonucu bugün göğe ağdı... Ve zali m Ye zid'e boyun eğ meyen mazlu mların şahı İ ma m Hüseyin, bugün 72 sahabesiyle birlikte şehit edildi..." (İnanç Boyutuyla Alevilik Nedir, Ne değildir? Lütfi Kaleli, sayfa:220) Tüm bu say dıklarımız Muharrem ay ının onunda olan şeylerdir v e inanışa göre bu y üzden kutsaldır bu ay. Aşure'nin nedenlerinden biri Nuh pey gamber ile ilgilidir. Nuh'un gemisi karay a oturur. Gemide bulunanlar tuf andan kurtuldukları için Allah'a şükran borcu olarak gemide arta kalan çeşitli hububatı birbirine katıp çorba pişirirler. Adına da aşure derler. Ve her y ıl Muharrem'in onunda aşure pişirilerek bunu geleneksel-leştirirler. Alev i inancına göre ise İmam Hüsey in öldürüldüğü için ay nı acıy ı kendileri y aşarlar. 12 gün oruç tutarlar. İmam Hüsey in'in Alev ilerde önemli bir y erinin olmasının nedeni Hz.Ali'nin oğlu olması v e Y ezit taraf ından Kerbela'da susuz bırakılarak öldürülmesidir. 12 gün olmasının nedeni de 12 İmam'ı temsil eder. Ve bu 12 gün boy unca gülünmez, eğlenilmez, su içilmez, düğün yapılmaz, et y enilmez. Oruç bittiğinde ise Kerbe-la olay ından sağ olarak kalan İmam Zey nel'in sev inci için aşure y apılır. Y apılan Aşurede 12 çeşit olur. Her bir
çeşit bir imam'ı temsil eder. Bunlar genellikle buğday , un, su, incir, elma, armut, ayva, üzüm, nohut, f asuly e, ceviz, badem, çekirdek, f ıstık, f ındık, karanf il, zencef il, şeker v ey a pekmez gibi yiy eceklerdir. 12 çeşitten fazla da katılabilir. Bazı y erlerde aşure tuzlu y apılır. Sütle yapılanı da v ardır. Görüldüğü gibi f arklı f arklı nedenlerden dolay ı aşure yapılır. Kimi Nuh'un tuf andan sonra yaptığına inandığı için, kimi de inancının simgesi olarak yapar. Aşure halkların geleneklerinden sadece birisidir. Anadolu topraklarında birçok inanış, birçok gelenek v ardır. Ama hepsinin özünde pay laşım v ardır. Gerek kurban bay ramında gerek şeker bay ramında gerekse de diğer geleneklerde halklar şu vey a bu nedenden dolay ı pay laşımlarını dev am ettirmişlerdir. Ve halklar birbirlerinin geleneklerine karşı saygıy la
y aklaşmışlardır. Bugün, pay laşımlar azaltılarak halklar birbirine y abancılaştırılmay a çalışılıy or. Her dönem halklar böl-parçala politikasıy la güçsüz düşürülmey e, halkların bu kültürel zenginlikleri, inanışları birbirine karşı kullanılmay a v e düşmanlaştırılmay a çalışılmıştır. Bunun en bariz şeklini Y av uz Sultan Selim döneminde Alev i halkı "mu m söndürüyorlar, dinsizler" v b. diyerek katledilmiş v e bu y alanı halkların içine y ayarak birbirine düşman ettirilip katliamlar yaptırılmıştır. Daha y akın bir tarihte ise Ermenileri, Y ahudileri, Rumları düşman olarak gösterip büy ük katliamlar y aşanmasına neden olunmuştur. Çorum'da, Sivas'ta, Maraş'ta, Madımak Oteli'nde bu anlay ış dev am etmiştir. Egemenler halkları birbirine kırdırarak kendi egemenliklerini dev am ettirmişlerdir. Çünkü birbirine düştavı r / f o l k l o r / haziran '99 / sayı : 13
man olan halk egemenlere başkaldırmay acak, böylece onun saltanatı devam edecektir. Egemenler, bugün ise laiklik-şeri-at diy erek suni ayrılıklar y aratarak Susurluk'ta açığa çıkan y üzünü gizlemey e çalışmaktadır. Mafy acı, çeteci y üzü açığa çıkan dev let hemen halkın en duy arlı olduğu şey leri ön plana çıkmaktadır. Oysa halklar onlar olmadan Türk'üy le, Kürt'üy le, Çerkeş'i, Arap'ı, Y ahudi'si, Alev i'si, Sünni'si, Hıristiy an’ıy la biny ıllardır kardeşçe yaşamıştır. Halkların bu kültür zenginlikleri birbirlerini sahiplenmeleri ortak bir kültür y aratmıştır. Bugün y aratılmak istenen suni düşmanlıklar halkların birbirini sahiplenmesiy le alt-üst olacaktır. Bu da ancak halkın iktidarında, halkların eşit olduğu bir düzende y aratılabilir.
E
skiden taa çok eskiden y ani televizy on icad edilmeden, bencillik, birey cilik tohumları halkın içine serpilmeden, halklar arası düşmanlık, kin, husumet y ok iken, y ozluk, yobazlık böy le açıktan sav unulmazken halkımız gele neklerini y aşatıy ordu. Komşuluk, dostluk, ahbaplık, kirv elik...gibi. Y ardımlaşma, day anışma, acıları, sev inçleri pay laşma gibi. Düğünlerde, bay ramlarda hep beraber sev inmek, y emek içmek gibi... Eskiden taa çok eskiden böy le güzel gelenekler v ardı. Her biri y aşamın içinde oluşmuş, ihtiyaçları karşılamış, küçükte olsa yarala-
ra merhem olmuş gelenekler. İşte gelin görmek, y ada çey iz görmekte bu geleneklerden biridir. Her genç kız v akti geldiğinde gelinliği giy diğinde mutlu bir y uva kurmak ister. Muradına erer v e toplar çeyizini, artık bundan sonra y aşamını sürdüreceği ev e gider. İşte gelin görmek y ada çey iz görmek, yeni gelin için tanımadığı bir mahallede, semte kurulacak y eni dostluk v e paylaşımların aracıdır. Daha gelin olarak geldiği ilk gün odasını çey iziy le süsler. Komşuları çey izini görmeye gelir. Çey iz bahane görülmek istenen gelindir. Çalışkan mı, hünerli mi, hünersiz mi, tembel mi, temiz mi,
tavır/folklor/haziran '99 /sayı: 13
74
pasaklı mı, sevilen mi, sev ilmey en mi, her bir şey ini anlamak için odasına astığı çey izine bakar komşuları. Gördükleri üzerinden v erirler gelinin notunu. Sonra gelen tüm komşular otururlar. Çaylar içilir, sohbetler edilir. Y enilecek şeyler y endikten sonra gelenlerde kendi hediy elerini katarlar çey izin içine. Genci, y aşlısı, gelinlik kızı hepsi gelir. Hemen hepsi kendi deney imlerini, başından geçenleri, nasıl y apılması gerektiğini, gelin olmanın ne demek olduğunu anlatırlar bir bir. İy i geçinsin, gariplik çekmesin diy e, ne biliy orlarsa anlatır, ne gerekiy orsa y aparlar.
Her ana baba bilir ki gelin ev i ölüm ev idir. Artık telli duvaklı gittiği bu ev den ölüsü çıkacak, ölene kadar y urdu yuv ası orası olacaktır. Çocuklarını orada doğurup büy ütecektir. Y aşamını orada geçirecektir. Analar, babalar tüm bunları düşünür, hazırlıkların ı y ıllar öncesinden y apmay a başlarlar. Gelin de boş durmaz tabi. Daha eli iğne tığ tutmaya başlar başlamaz, el emeği, göz nuru oy alar bir bir dökülür kumaşların üstüne. Bütün hay atı gelin olana kadar çeyizini düzmekle geçer dey im y erindeyse. Gözleri kör olsada v az geçmez inci gibi oy alar örmekten, desen desen nakış düzmekten. Kızlar ı, oğulları 15-16 y aşına geldiğinde ana-babaların y üzlerinde bahar açar. Artık çocukları ev lenecektir. Y a gelin olacaktır bir ev e, ya da gelin getirecektir. Her ikisinde de değişen bir şey olmaz. Onlar her ikisinde de çocuklarının mürv etlerini görmenin sev incini yaşayacaktır. Torunları olacaktır. Kimbilir belki de kızına oğluna peşpeşe düğün y apacaktır. Torunlarını sev ecek, ölmeden muradına erecektir. Bir ana-baba bu duy guları-y aşarken bir y andan da, gelin edeceği kızına y a da ev e gelecek geline ne hediy e v ereceğini düşünmeye başlar. En değerli şeylerini saklar, en güzel eşyay ı v erecek olmanın umuduy la y aşar. Ay nı mutluluğu, sev inci akrabaları da pay laşır onlarla. Görülmey e değer asıl telaş onlardadır. Kardeşinin, abisinin, ablasının hısım akrabası neyse hiç f arket-mez onlar için. Önemli olan gelin-
lerini görmenin sev inci, telaşıdır. Öy le üç-beş kuruşla, elde avuçta ne v arsa denilip gidilmez gelin görmey e. Gönülden kopandan başkası v erilmez. Ama gönül rahat durmaz ki. En güzelini v ermek, en iy isini seçmek ister. Öyle her zaman değil çünkü, bir kere v erilir. Verdiği muratlığı, ahiretli-ğidir gayri. Belki de y ıllarca onunla öv ünecek, kimbilir belki de gelinleri onu hep v erdikleriyle anacaktır. Verilen her hediye gönüllere ölümsüzlük düşünü serperken v efanın, bağlılığ ın da to humlarını ekecektir. Herkes kendi görümlüğüyle anılacaktır. Gelin görmek bir gelenektir. Asıl önemlisi de daha önceden hiç tanımadığı komşuların gelmesidir. Herbirinin elinde birer hediye paketi... Kimi çey iz sandıklarından çıkmış el emeği, kimi y ıllarca dökülen alınteriy le birikmiş emeğin ürünü ama hepsi, hepsi göznuru. Mahalley e gelen bir ge lini görmek için mutlaka gidilir. Gitmeyene iy i gözle bakılmaz. Elinde av ucunda ne v arsa, gönlünden ne koparsa götürmesi ge-
tavı r / f o l k l o r / haziran '99 / sayı : 13
rekir. Çünkü böy le tanışılacak, dostluklar, arkadaşlıklar, komşuluklar böy le güzelleşecektir. Y ardımlaşma, day anışma gerçek anlamına böy le kav uşacaktır. Daha düny ay ı tozpembe gören gelin y aşamın acıları, zorluklarıy la henüz tanışmamıştır. Ama gelin geldiği ev e eşikten adımı attıktan sonra yaşamın acı gerçekleri, açlık, y oksulluk onları beklemektedir. Ellerinde çey izlerinden başka hiçbir şey olmadan ev kuracaklardır. Çoluk çocuk sahibi olacak, onları bü yütecek, okutacak kendisi gibi evlenme çağına getirecektir. Y uv ay ıkuracak olan gelin olacaktır. İşte gelin görmek için getirilen her hediy e bu kurulacak yuv aya konulacak bir çöp olacaktır. Ama önemli bir parçası olacaktır. İşte bir gelin, y uvasını anasının, babasının v erdiği; akrabalarının, komşularının getirdikleriy le, öğrettikleriyle kuracaktır. Koca bir ömrü gelinliğinin ilk günlerinde aldığı görümlüklere sarılarak geçirecektir. Sarıldığ ı dostluk, kardeşlik, y ardımlaşma olacaktır.
değerlendirme ha k a n a I ak
1
9. yy'ın sonlarında ortay a çıkan sinema ses ile ilk buluşmasını sözden önce müzikle yapmıştır. Lumiere kardeşlerin icadı sinema makinasınm ilk gösterimi ile birlikte müzik, uzun bir dönem sesli sinemanın hay ata geçişine kadar sinamanın en büy ük destekçisi olmuştur. Y aklaşık 104 y ıldır sinema v e müziğin dostluğu hiç bozulmadan süre gelmiştir diy ebiliriz. Y önetmenlerin -istisnalar hariçgörsel zenginliği artırmak için başv urdukları hemen hemen ilk yöntem müziktir.
1940-1960 y ılları arasında Amerikan sinemasında gelişen müzikal f ilm akımı bu dönemde epey y aygınlaşmış; sinema v e müzik birlikteliği dansla beslenmiştir. Bu f ilmlerin nitelikleri inişli-çıkışlı graf ikler gösterse-de, ortay a çok f azla kalıcı ürün çıkmasa da müzikal f ilmler sinema dilinin gelişimi açısından y eni açılımlar getirmiştir. Müzikaller günümüzde eski popülaritesini korumasa da bu dilin üzerinde üretim yapan, bundan başardı sonuçlar alan y önetmenler de v ar. Bunlardan biri de İspanyol yönetmen Carlos Saura. Geçmiş y ıllarda "Flamenco", "Carmen", "Kanlı Düğün" gibi f ilmler y apan Saura bu dönemde tango dansını ana temaya oturtarak bir öykü y aratmış, "Tango" f ilmi işte bu öyküyü anlatıy or. Bir tango gösterisi hazırlay an Ma-
rio Suarez isimli y önetmenin bu hazırlıklar sırasında y aşadıklarını anlatıy or f ilm. Eşi taraf ından terkedilen, bunun etkisinden kurtulamayan ama çalıştığı oy una yoğunlaşan yönetmen, gösterinin sponsorlarından bir kişinin sevgilisine oy unda rol v eriy or v e ona karşı y avaş y avaş ilgi duymaya başlıy or. Bu ilişki içerisindeki hesaplaşmaları, gösteriy e kattığı politik nitelik, bunun y arattığı sorunlar f ilmde işlenirken, y önetmenin hazırlad ığı oy unla, gerçek içiçe geçiyor. Bu f ilmin detaylarına y azımızın ilerley en bölümlerinde değineceğiz. Fakat, önce Saura'nın sinema dili üzerine birkaç söz söylemek istiyoruz. Saura'nın Destanlara Yaklaşımı Carlos Saura'nın bugüne kadar ki f ilmograf isine baktığımızda karşımıza çıkan tablo daha çok müzikal ve aşk f ilmleri ağırlıklı olduğu y önündedir. Ama Saura f ilmlerine böy le bir etiket y apıştırmak daha çok y üzeysel bir y aklaşımın sonucudur. Çünkü bu f ilmlerin iy ice incelenmesi halinde görülecektir ki, bunlar asıl olarak halk destanlarıdır. Y önetmen de hikay elerine bu halk destanlarını temel almıştır. Y üzy ıllardır kendini koruyarak süregelen bu halk destanları y önetmenin elinde yeniden şekillenmiştir. Saura, destanlara -biçimolarak y eni bir açılım getirmiştir. Onu, günümüzün ilişkileriyle, y aşam biçi-
tavı r / sinema / haziran '99 / sayı: 13
miy le y eniden y orumlamış ve klasik destan tanımının sınırların ı genişletmiştir. Y aşadığımız sürece karmaşıklığın üzerinden bakınca destanı, eski y alınlığı ile y orumlamak hikayey i birçok noktadan eksik bırakacaktır. Saura da bu gerçeği görerek hikayelerini buna göre kurmuştur. Onun için Saura'y a bugün y aklaşıldığı gibi müzikal tutkunu, dans tutkunu gibi yakıştırmalar yapmak eksik, y üzeysel bir y aklaşımdır. İyice bakıldığında görülecektir ki Saura'nın her f ilmi politik göndermelerle yüklüdür. Bu y üzden de tek başına dans tutkunu diy emey iz. Ama sinemasının dilini beslemek için destanlardan v e danslardan beslenmeyi sev en bir yönetmendir Saura. Filmin Söyledikleri Anlattıkları Bir telev izy on kanalı için gösteri hazırlay an Mario Suarez, bu gösteri için çeşitli sponsorlardan destek almaktadır. Fakat hazırladığı gösteriy i basit bir dans gösterisi olmaktan öteye taşımak istemekte, Arjantin'i tüm süreçleriyle gözler önüne sermek istemektedir. Sürgünler, göçler, politik mücadeleler, askeri darbe, kay ıplar... Tüm bunları bir aşk öy küsünün f onuna yerleştirmektedir. İşte burada, destanların özünü kav ray ış vardır. Destanlar, genel olarak aşk v aya kahramanlık öykülerini içerirler. Ama hepsi toplumsal olguy u anlatırlar. Hiçbir şey toplumsal gelişmelerden bağımsız değildir. Bu öyküyü
kurgulay an f ilmdeki y önetmenin y aklaşımı da böyledir. Örneğin, bizdeki Ferhat ile Şirin destanını ele alalım. Ferhat, sevdiği uğruna dağları delmiştir ama sadece sevdiği uğruna mı? Dağları delmiş v e halkına su getirmiştir. Öy leyse bu aşkı sadece birebir ele alabilir miy iz? Onu toplumsal bağlarından soy utlayabilir miyiz? İşte f ilmde de Saura bunu oluşturmaya çalışıyor. Saura, f ilmdeki yönetmene y üklediği bu misy ona y ine toplumsal gelişmenin geldiği boy utla cev aplar v eriyor, çelişkiler, çatışmalar y aratıy or. Sponsorlar, hazırlanan oy unun sıradan bir dans gösterisi olmasından rahatsız olurlar. Ve onu politik boy utundan sıy ırmay a çalışırlar. Mario ise buna karşı oy ununu savunur. Kabul edilmiyorsa oy undan çekileceğini açıklar. İşte burada aslında Saura, Su-arez üzerinden kendiy le hesaplaşı-y or. Sponsor kültürüne karşı tav ır alamay ışına yönelik bir hesaplaşma ve özeleştiri y apıy or. Ona karşı bir idealist yaklaşım sunma ile işi sonuca bağlıy or. Y ani kendi düny asına karıştırmıy or. Sponsorluk varolacak ama ben kendi işime karıştırtmayacağım ama onun desteğini de alacağım. Y a da burjuv azi tüm düny ay ı kirletecek ama ben temiz kalacağım. Olur mu böy le şey ? İşte buradaki y aklaşımı onaylamıy oruz. Ama y önetmen de siv il toplumcu denebilecek bir noktada tav ır almasına rağmen, sponsor kişiliğini bir mafyacıy a y üklemekle izley iciy e açık bir mesaj gönderiy or. Y ine f ilmin en çarpıcı noktalarından biri, askeri darbe ortamını, kay ıpları v e toplu katliamlarını resmettiği an olmuş diy ebiliriz. Oyunun y önetmeninin kurgusuy la v erilen bu bakış bir tiy atro sahnesini koca bir ülkey e çeviriy or. Sahne üzerine kuru-
lan mezarlar, buralara toplu gömülen çıplak insanlar, işkence seansları, askerlerin darbe y aptıkları an. Hepsi muhteşem bir çapıcılıkla anlatılmış. Tamamen tango dansıy la anlatılan bu sahnelerde klasik tango gigürleri-ni y eniden kurgulay ıp sunmuş. İzleyicinin tüy lerini ürpertecek denli iy i kurgulanan bu sahnelerin bir göndermesi de Arjantin cuntasına. Çünkü cunta sırasında işkencelerdeki insan çığlıkları tango müziğiy le bastırılıy ordu. Y önetmen de cuntay ı yine Tango'yla yargılıy or.
Oyun mu Gerçek mi? Saura, f ilminde sey irciy e sık sık bu soruy u sorduruy or. Oyunda yaşananlar ile y önetmenin hesaplaşmaları sık sık iç içe geçerken ortey e şu gerçek çıkıy or: Oy un aslında gerçektir. Oy un, gerçeğin derinine iner v e onun asıl y üzünü ortay a çıkarır. O yüzden oy un tam da gerçeğin kendisini anlatır. Y önetmen, bu y üzden bu noktay ı çok iyi yakalamış. Filmi izlerken, final sahnesinde arka sıradan bir ses duyduk: tavı r/sinema/haziran '99/sayı :13
77
"A, oyun gerçek oldu!" Oy un aslında gerçektir. Ve sey ircimizin y aşadığı şaşkınlıkta belki de bu y üzden oldu. Oy un aslında gerçektir!
Tango dansı, köken olarak Güney Af rika'dan gelmektedir. Güney Afrika y erlilerinin bolluk v e v erimlilik ay inlerinin dansıdır. Zaman içerisinde köleler aracılığıy la İspany a'y a taşınan bu ay in oradaki yerlilerin gittikleri y erlerde bu ayini yaşatmalarıy la kay bolmamıştır. İspany a'y a gelen Mağripliler, bu danstan etkilenmiş, öğrenmiş ve gittikleri yerlere bu dansı taşımışlardır. Bugün Arjantin, Küba, Brezily a, Meksika'da y aygın olan tangonun en ünlüsü Arjantin Tangosu'dur. Tango, iki dörtlük ritminde bir danstır.
HABER YORUM İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV)'ye Soruşturma İSTANBUL- İstanbul Tiy atro Festivali'nin açılışında sergilenen "Faust Sürüm 3.0" adlı oy undaki çıplaklık temasına Flash TV v e Kanal 6'dan tepki geldi. İsa'nın doğumunu anlatan bölüme ilişkin olarak oy unun "porno tiyatro" olduğu gerekçesiyle iki özel telev izy on kanalının v erdiği tepkiy i dikkate alan Bey oğlu Kaymakamlığı "Türk ahlak anlayışını bozduğu" gerekçesiyle İKSV hakkında soruşturma başlattı. Bu gelişmeler üzerine İKSV y etkilileri taraf ından y apılan açıklamada; "Olay gerçek değildir. Gerçek çarpıtılmıştır. Bu nedenle biz de bunlar hakkında dava açacağız." denildi.
Grup Yorum Tiyatrolara Yasaklama
10 Nisan 1999
Sanat y önetmenliğini Ahmet Leventoğlu'nun yaptığı Tiy atro Stüdyosu, geçtiğimiz günlerde Tarsus'ta, senaryosunu David Mamed'in y azdığı "Bağla Şu İşi" adlı oy unla sahne aldı. Oy unu, kaymakamla birlikte Tataristan'dan gelen bir hey etle Tarsus Belediye Başkanı'da izledi. Oy unun sergilendiği sırada "konusunu beğenmediğini" söy leyen kay makam, oyunun durdurulmasını v e direnenlerin polis kullanılarak tiy atrodan çıkarılmasını istedi. Bunun üzerine bir kısım sey irci tiy atroy u terkederken, geriye kalan sey irciler v e tiyatro oy uncuları salonu terketmemekte direndi. Gelişen bu olayların ardından oy un, kesildiği y erden dev am etti. "Bağla Şu İşi" adlı oyun sahnelendikten sonra Tarsus Belediy e Başkanı, yaptığı açıklamada; "bu oyunun Türk mizah anlayışına uygun olmadığ ım" belirtti. Daha sonra TOBAV lokalinde bir basın açıklaması düzenley en Ahmet Leventoğlu, iktidarı ve kamuoy unu biraz daha duyarlı olmaya çağırdı v e yapılan bu baskılan kamuoyuna şikay et etti.
Ruhi Su Kültür Vakf ı'nda bir söyleşi y aptı v e küçük bir dinleti verdi.
10 Nisan 1999 İngiltere'nin Londra kentinde y aklaşık 2000 kişinin izlediği bir geceye katıldı.
20 Mavıs 1999 13.Geleneksel İTÜ Şenliği'nde yaklaşık 1500 kişiye seslendi.
29 Mayıs 1999
Düzeltme ve Özür : 12. Say ımızda y er alan Hikmet Akgül'ün y azdığı Mustaf a Suphi ve Çerkeş Ethem yazısında teknik bazı aksaklıklar nedeniy le hatalar oluşmuştur. Düzeltir, özür dileriz. Doğrular aşağıdaki gibidir. 1. sayfa, 1. Sütun, 3. paragraf, 5. satır (...) Ekim Dev rimi'nin ardından Makedony a'ya gelen Mustafa Suphiler... Ekim Dev rimi'nin ardından Moskov a'y a gelen Mustafa Suphiler, 3.sayfa, 2. sütun, 1. paragraf, 7. satır (...) Başkanlığını Zinsuy ev 'in yaptığı kurultay... Başkanlığını Zinovyev 'in y aptığı kurultay, 3. sayfa, 3. sütun, 2. paragraf, 6. satır (...) M. Suphi de geldiğinde bu partide çalışmay a y eralacaktır... M. Suphi de geldiğinde bu partide çalışmay a zorlanacaktır... şeklinde olacaktır. Ay rıca y azıda geçen bütün 1923'ler 1920 şeklinde olacaktır. □ tavı r / haber yorum / haziran '99 / sayı : 13
Antaly a'da, Antaly a Koleji Spor Salonu'nda yaklaşık 2500 kişiye seslendi. 2 Haziran 1999 Div riği Kültür Derneğinin düzenlediği geleneksel pilav şenliğinde yaklaşık 2500 kişiye seslendi.
5 Haziran 1999 Fransa'nın Lyon kentinde
Cannes Film Festivali Sonuçlandı
düzenlenen Anadolu Halkları Dostluk Gecesi'nde y aklaşık 500 kişiye seslendi. 6 Haziran 1999 Pariste düzenlenen Anadolu Halkları Dostluk Gecesi'nde yaklaşık 800 kişiye seslendi.
Özgürlük Türküsü 14 Mayıs 1999 İTÜ Şenliği kapsamında geceleri düzenlenen çadır etkinlikleri kapsamında yaklaşık 300 kişiy e seslendi.
Ankara Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü'nde "Öğrenci Derneği Kuruluş Şenliği"nde yaklaşık bin kişiye seslendi. Aynı gün Beytepe Kampüsü Y
urdu
önünde düzenlenen senliğe de katıldı.
Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi'nde düzenlenen "Bahar Şenlikleri'ne katılarak yaklaşık
İSTANBUL- Bu yıl 52. si yapılan ve 12 Mayıs 1999 Cuma günü başlayan Uluslararası Cannes Film Festivali 23 Mayıs Pazar akşamı verilen ödüllerin ardından sona erdi. Nikita Mikhalkov'un "Sibirya Berberi" ile başlayan Cannes Fil m Festivali bu yıl bir çok tartışmaya sahne oldu. Geçtiğimiz yıllara oranla sönük geçen festivalde bu yıl toplam 22 film yarıştı. Sürpriz bir şekilde sonuçlanan festivalde ödüller beklenenin aksine ustalara değil, yeni sinemacılara verildi. Festivalin en büyük ödülü olan Altın Palmiye Ödülü, Belçikalı Luc ve Jean Pierre Dardanne kardeşlerin yönetmenliğini yaptığı "Rosetta" adlı filme verilirken diğer ödüller ise şöyle sıralandı. Jüri Büyük Ödülü, Bruno Dumont'un "L'humanite ( İnsanlık)" adlı filmine, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, "L'humanite (İnsanlık)" filmindeki rolü ile Severine Caneele'e, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, "L'humanite (İnsanlık)" filmindeki rolü ile Emmanuel Schotte'ye, En İyi Yönetmen Ödülü, "Annem Hakkında Herşey" filmiyle Pedro Almodovar'a, En İyi Senaryo Ödülü, "Moloch" adlı filmiyle AJeksandr Sokoruov'a Jüri Ödülü, "Mektup" (imindeki rolü ite Manuel De Oliveris'ya, Ses ve Görüntü Ödülü de Çen Kaige'in "İmparator ve Katil" filmine verildi. Altın Palmiye Ödülünü alan "Rosetta" adlı filmde, genç bir kız ın yaşamı konu ediliyor. Filmin tamamında müzik kullanılmamış ve bu haliyle "Rosetta" saf bir sinema örneği oluşturuyor. Ödül töreni sırasında seyirciler, "Annem Hakkında Herşey" isimli filmin yönetmeni Pedro Almodovar'a büyük ödül olan Altın Palmiye Ödülü'nü vermeyen jüriyi uzun süre protesto ettiler.
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Yılın En İyi Yabancı Filmlerini Seçti İSTANBUL- Sinema Yazarları Derneği, 1998-99 sinema mevsiminin en iyi yabancı 20 filmini seçti. 28 May ıs Cuma günü TURSAK'ta yapılan ve 17 sinema yazarının katıldığı seçmelerde, Terrence Malick'in yönetmenliğini yaptığı "İnce Kırmız ı Hat" en iyi film olarak seçildi. Sinema eleştir menlerinin seçtiği diğer f ilmler ise şöyle: Başka Bir Dünya (The Svveet Hereaf'ter), Truman Show , Aşk ve Para (Out of Sight), Büyük Lebovvski (Big Lebow ski), Er Ryan'ı Kurtarmak (Saving Pr ivate Ryan), Barut Fıç ıs ı (Bure Baruta), Benim Adım Joe ( My Nane İs Joe), I VVant You, Gizemli Şehir ( Dark City), Meleklerin Düş Yaşamı (La vie Revee Desanges), Hayat Güzeldir (Life Is Beautiful), Bıçağın İki Yüzü (Blade), Geç mişin Gölgesinde (American History X), Velvet Goldmine, Lanetli Sevgili ( The House of Yes), Yılan Gözler (Snake Eyes), Kara Kedi Ak Kedi (Black Cat White Cat), Tatlı Kaçamaklar (Afterglovv), Kusursuz Çember (The Perf ect Circle). SİYAD tarafmdan seçilen filmler 17 Haziran 1999 Cuma gününden itibaren Beyoğlu Sinemas ı'nda gösterilmeye başlanacak. tavı r / haber yorum / haziran '99 / sayı : 13
HABER YORUM
13. Geleneksel İTÜ Şenliği Yapıldı İSTANBUL- 13. Geleneksel İTÜ Şenliği 11-20 Mayıs tarihleri arasında İTÜ Ayazağa kampüsünde gerçekleştirildi. Şenlik programı, İTÜ Öğrenci Meclisi Girişimi çatısı altında, İTÜ bünyesinde yer alan amatör tiyatro gruplarının, amatör müzik gruplarının, klüplerin ve şenliğe katkıda bulunmak isteyen herkesin kollektif bir çalışması sonucu oluşturuldu. Şenlik programlan, 11-20 Mayıs tarihlerinde kurulan ve adına 1978'de faşistler tarafından katledilen İTÜ'nün demokrat hocalarından Ord.Prof. Bedri Karafakioğlu'nun adının verildiği 4. Gençlik Kampı alanında yapıldı. Şenlik 11 Mayıs günü yapılan açılış konserleri ile başladı. Açılıştaki grupların çoğu okul öğrencilerinin oluşturduğu amatör müzik grupları idi. İlk gün İsimsiz Ezgiler, Zülfikar, Kent Ozanları, Volkanlar, Grup Lazy gibi gruplar yer aldı. Şenlik boyunca her gün aydın-yazar-şair-sanatçılar-yönetmenler vs. ile yapılan söyleşilere katılım yoğundu. Geceleri de alanda kurulan çadırlarda kalındı. Şenlikte Ataol Behramoğlu, Murathan Mungan, Toktamış Ateş, Nevzat Çelik, Afşar Timuçin, Ali Ozgentürk, Öner Yağcı, Suat Parlar, Berrin Taş - Cengiz Gündoğdu, Ali Nesin gibi sanatçılarla söyleşiler gerçekleştirildi. Şenlik Aralık 98'de okulun mediko-sosyal biriminin ilgisizliği ve yanlış teşhisi sonucu hayatını kaybeden İTü öğrencisi Hüseyin Renkli'ye atfedildi. Şenlik 20 Mayıs günü gerçekleştirilen kapanış konserleri ile sona erdi. Son gün Grup Yorum, Yaşar Kurt, Yırtık Uçurtma, Zülfikar sahne aldı. Grup Yorum'a, İTÜ ve diğer okullardan gelen öğrencilerin yanısıra okulda çalışan memurlann ve işçilerin de ilgisi dikkat çekiciydi. Grup Yorum iki saate yakın bir süre içerisinde yaklaşık 1500 kişiye se slendi. Şenlik akşam saatlerinde sona erdi. tavı r / haber yorum / haziran '99 / sayı : 13