1999 16 eylul

Page 1



Merhaba,

Aylık Sanat Dergisi Sahibi: İdil Kültür Sanat Y ay. Org. Rek. Film. Tic. Ltd. Şti. adına İRŞAD AYDIN Y azıişleri Müdürü: YASİN ALİ TÜRKERİ Y azışma Adresi: İDİL KÜLTÜR MERKEZİ DEREBOY UC.NO:110/55 80840 ORTAKÖY/İSTANBUL TEL/FAX: (212) 26146 53-261 3219 İzmir: Y A R E N KÜLTÜR MERKEZİ 863 S . 23/2 KEMERALTI/İZMİR Ankara

İDİL CAN KÜLTÜR MERKEZİ SİNAN C. D AY AN I Ş M A S. NO:12 DİKMEN/ANKARA TEL: (312) 481 69 64 Antakya CUMHURİY ET M. GÜNDÜZ C. MURAT S. BAKIRCI PSJ. NO:8 TEL: (326) 214 0115 Abone Koşulları (6 Aylık) 3.000.000 .-TL (1 Y ıllık) 6.000.000.-TL (6Ay hk)42.-DM (1 Y ıllık) 84.-DM Hesap No: (TL): 1116-0346785 HAKAN ALAK İŞBANKASI ORTAKÖY/İSTANBUL (DM): 1116-301000 HAKAN ALAK İŞBANKASI ORTAKÖY/İSTANBUL Of set Hazırlık TA VI R YAYINLARI Baskı ASPŞ Dağıtım BİRLEŞİK B ASIN YAYI N DAĞITIM A.Ş.

Dergimiz elinize ulaştığında, tam bir ay geçmiş olacak yaşadığımız depremin ardından. Binlerce sızılı y ürek, binlerce harabe bırakarak geride... Çaresiz kalmak, yüreğimizi daha bir sızlatıy or. Bir kısmımız enkaz başında, başımız iki av ucumuz arasında, enkaz altındaki y avrumuzu, eşimizi, yakınlarımızı kurtaramamanın çaresizliği içinde, ne düşüneceğimizi bile bilemeden otururken, bir kısmımız da topladığımız y ardımları bir an önce ihtiyacı olanlara ulaştırmanın telaşı içinde çırpındık. Halk öfkeliydi, depremin hemen ardından başını kaldırıp etraf ına bakmay a başladı. Nedenlerini, niçinlerini sordu kendine. "Evlerimizin başımıza yıkıl masına neden olanlar nerede?" diye düşündü. Ardından "...Buraya vatandaşlar gelip yardım etti, gönüllü ekiplermiş, bundan sonra devlet gelse ne işe yarar. Ben öldükten sonra gelmiş, gelme miş hiç bir anlamı yok." diy erek isy anını dile getirdi. Y eri geldi belediy e başkanlarını kov aladı, y eri geldi başbakan ve erkanını y uhaladı... Halk, kendi y aralarını her zaman olduğu gibi kendisi sardı, ölüsünü kendisi gömdü. Biz de depremin hemen ardından elimiz elv erdiğince y ardım etmek için çıktık yola. Sadece haber yapmak için değil, insan olmanın, dev rimciliğin en y üce değerlerini; yardımlaşmay ı v e pay laşmay ı y aşatmak için. Y orumcular, Özgürlük Türküsü elemanları, Fotoğraf v e Sinema Emekçileri, doktor v e hemşire arkadaşlarımız... hep birlikte. Biliy oruz ki, binlerce ölümüzün katili altımızın çürük olması v eya Kuzey Anadolu Fay Sistemi değildir. Halkımızın kanı üzerinde tüccarlık y apan sömürü sistemidir. Bu bozuk düzende yaşamaya ve ölmeye, katledilmeye mecbur değiliz! Dergimizin büy ük bir bölümünü Avcılar, İzmit, Gölcük, Değirmendere v e Y alov a'da y aşadıklarımıza v e depreme ay ırdık. İzlenimlerimizin yanı sıra röportajlara, şiir v e öykülere yer verdik. "Şimdi birbirimize yardım etmeyeceğiz de ya ne zaman yardım edeceğiz." diy ordu halk. Acılarını pay laştık ulaşabildiklerimizin. Y aralarını sararken y anlarında olduk. Ulaşamadıklarımıza ise buradan bir kez daha "Başımız Sağolsun" diyoruz. Ekim say ımızda buluşmak üzere... Dostlukla...


Biz Yine Geleceğiz, Ya Siz? Olcay Karad ağ ................................................4-9

Prof. Dr. Şener Üşümezsoy: 'İstanbul Depr emi Ol acak' İddiası Bilimsel Bir Rant Pozisyonundan Kaynaklanmıştır." Tavır..............................................................10-12

Dr. Ali Şeker: "Avcılarda Yardım D ağıtımı. Organize Edilemedi" Yasin Ali Türkeri ........................................13-14

Hükümet Kireç Göndermiş Can Yıldırım ...............................................15-16



' e oluyor!.. Bilmiyoru m... Kalk, kalk çabuk, çabuk deprem oluyor. Kirişin altına geçin. Dışarı çıkalım. Biraz bekleyelim, geçer şimdi. GEÇTİ! Ama nasıl geçti. Ev inde uyuy an binlerce insanı aramızdan alıpta geçti. Küçücük çocuklarımızın ev lerinden çıkıpta, oy namay ı, gülmey i, ağlamay ı öğrenemediği çağında geçti. Oysa o çocukların "ağlayacak, gülecek" daha çok şey i vardı. Onlar daha okula gideceklerdi, arkadaşlarıy la kav ga edeceklerdi. İstedikleri bir şey i almadığında annelerine, babalarına kızacaklardı. Kardeşlerini kıskanacaklardı. Büy üyüp adam olacaklardı. İşte böyle y üreğimizden koca bir yara bırakarak geçti. Sahi geçti mi? Sahi bunca acının y arası geçer mi? Avcılar'day ız. Depremden en çok etkilenen İstanbul ilçesindey iz. Her zaman tanıdığımız olan bir engel çıkıy or ilk olarak karşımıza; polis kuşatması... Avcılar güzergahı kapalıy mış. Başka y ollardan Avcılar'a girmey e çalışıyoruz ama buraları da kapatmışlar. Herhalde y ardım araçlarının ulaşması için normal araçlara y ol v ermiy orlar diy e düşünüy oruz. Başka bir yola giriy oruz. Bu sef er başarıy oruz.

nürken y olların kapanma gerekçesini öğreniy oruz: "Başbakan geliyormuş!" Avcılar'da bir çok tanıdığımız v ar. Dostlarımız, yakınlarımız, şehit ailelerimiz. Y ılların çilesini bağrında taşıy an Müşerref Anamız orada oturuyor, İdil'imizin ailesi orada oturuy or. Binlerce insanımızı kay bettiğimizi bir dönemde bu bir bencillik mi dersiniz ama hemen koşup onların d u r u m u n u öğrenmek istiy oruz. Y anlarına v ardığımızda durumlarının iy i olduğunu görüy oruz içimiz bir nebze rahatlıyor.

v arına yaslanmış. Bir diğerini ise her iki y a n ı n d a n v inçler tutuyor. Vinçler-rin desteği çekildiği a n y e r l e b i r o l a - | cak bu koca a p a r t m a n . Soruyoruz önünde oturan insanlara. "Y aralanan ya da ölen insanlar v ar mı?" "Y ok" diy orlar. Canımızı k u r t a r d ı k ama şimdi ne y apacağız diy en ağlamaklı bakışlar kalıy or a r d ı m ı z d a . Onları öylece bırakıp gitmek öy le z o r ki..

Bir ailemizin ev inin durumunun kötü olduğunu öğreniy oruz, ona bakmay a gidiy oruz. Evlerinde bay ağı ciddi çatlaklar v ar. Apartman arkaya doğru gidiy or. Onlar da herkes gibi kendi çabalarıy la y aptıkları "çadırlarda dışarıda kalıy orlar. Y ıllarca çalışıp çabalay ıp başlarını sokacakları bir ev leri olduğu için içlerinde bir güv en duy gusu bırakan ev lerine belki artık giremey ecekler. Y üzlerine y ansıy or acıları. Hay atlarını kurtardılar ama bundan sonra daha zor bir hay at bekley ecek onları. Sadece onları mı? Binlerce, y üzbinlerce insanımız "tak-dir-i ilahi"nin sonucunda y aşama sıf ırdan başlay acaklar.

Bulunduğumuz y erin biraz ilerisinde hummalı bir çalışma var. Hayat olduğu sanılan bir enkaz. Etraf ında jandarmalar, polisler ve gazeteciler var. Biz de y anlarına gidiy oruz. Çalışmaları izliy oruz, insanlar hüzünle bir o kadar da merakla bekliyor Ayrılmak için arabamızın y arana gidiyoruz. Arabay ı tam çalıştıdığımızda bir "şişşt" sesi du y uyoruz . Enkazdan ses dinlediklerini öğreniy oruz. Kontağı kapatıp bekliy oruz. İnsanların aralarında bile sessizce konuştuğunu görüy oruz . Avcılar'da paniğin, üzüntünün y ıkıntıları v ar. Ama bir o kadar da öfke var. Belediy e başkanından başkanına kadar öfke kusuyor insanlar. Onları bu ölüme mahkum edenlere en y üksek perdeden beddualar y ağıy or. ... İzmit'tey iz.

Karşılaştığımız manzara bizi ürkütüy or. Sanki bir sav aşın y ıkıntılarını geziy oruz. Bir binanın temeli y andan kalkmış v e diğer bir binanın du-

Hem kurtarma çalışmalarına yardımcı olabilmek, hem de bu acının f o toğraf larını çekebilmek için güç de olsa v arıy oruz İzmit'e...İzmit'te ev lerin

Biz belki y ardım için diy e düşütavı r / kapak konusu / eylül'99 / sayı : 16

4


peşi sıra çöktüğünü görüy oruz. Etraf ında ise insanlar "birileri gelsin, insanlarını kurtarsın" diy e sessizce bekleşi-y or. Ama gelen gönüllü ekiplerden başka kimse değil. Kimisi çıplak elleriy le enkazın altında insan arıy or. Y anında y aşlı bir amca boy nunu bükmüş oturuyor. Dokunsan ağlay acak. Beklenen y ardım yine halktan geliyor. Y ani halk kendi y arasını kendi sarıy or. Y ol boyunca çadırların kurulduğunu, burada kalan insanların içindeki acının, y üzlerindeki hüznün o kadar derin bir o kadar da öfke dolu olduğunu görüy oruz. Y anlarına gittiğimizde daha "Nasılsınız?" demey e kalmadan başlıy orlar içlerindeki acılan, öfkey i anlatmay a... "Burası beş katlı bir binaydı. Yirmi haneliydi. Yedi kişi sağ çıktı. Diğerleri... Devlet mi? devletin hiçbir yardımını görmedik. Buraya vatandaşlar gelip yardım etti, gönüllü ekiplermiş, bundan sonra devlet gelse ne işe yarar ben öldükten sonra gelmiş, gelme miş hiçbir anlamı yok." İzmit Buz Spor Tesisleri'ne gidiyoruz. Buray a enkazlardan çıkan cesetleri getiriy orlar. Cesetler battaniy elere, nay lon poşetlere sarılmış. Sadece bir tabut görüyoruz o da bir çocuğa ait en f azla on iki y aşlarında. Bir adam y anıma geliy or, oray a bir gün önce eşinin cesedini bıraktığını f akat bu-

gün geldiğinde cesedi bulamadığını söy lüy or. Belirleme sistemi ismi y azıp cesedin üstüne koyma şeklindeymiş. "İlgilelere sordunuz mu?" diy orum. "Sordu m 'karışmıştır' diyorlar. Ben şimdi karımın öldüğünü nasıl ispat edeceği m, ne yapacağım?" diy or. Haklı olarak bağırıp çağırmasını beklerken O y aşadığı şoktan dolay ı gayet sakin dav ranıy or. Etraf a bakıy or boş boş. Belki başka zaman eşinden yarım saat haber alamasa kızılca kıy amet koparacak bir insandır ama şimdi sessiz v e ne y apacağını bilemez bir halde bakıy or. Diğer y anımda bir baba-oğul yakınlarının cesedini arıy orlar. Tek tek cesetlerin y üzünü açıy orlar. Y aşadıkları onca şey y etmiyormuş gibi bir de bu acıları çekiy orlar. Y etkililer mi onlar bu günlerde hiç y oktu ki, onlar kriz masalarında kriz y aratmakla meşguldüler. Enkaz çalışmalarında İstanbul'daki gibi bir denetimin olmadığını f arkediy oruz. Göçüklerin etraf ında insanlar çok rahat dolaşabiliy or. Bu bir yandan da herkesin her şey e karıştığı, enkaz kaldırmanın bazen daha da güçleştiği bir ortam yaratıy or. Bu arada enkazların içinde y akınları bulunan insanların y ardım etmek için çaresizlik içinde ki hallerini görüy oruz. Kurtarma ekipleri onlara dışarıda

beklemelerini söy lüyor f akat onlar da acının v erdiği öfkey le, inatla çalışmalara katılmak istiy orlar. Enkazların y ol boy unca dev am ettiğini görüy oruz. Üç-dört katlı bir ev in y ol ortasına çöktüğünü görüy oruz. Bazısına müdahale edilmiş ama çoğunda ise hiçbir şey yok. Müdahale edilen y erler genellikle merkezi olan yerler. İnsanların ev leri artık sokaklar olmuş. Ev leri sağlam olanlar da depremin v erdiği tedirginlikle ev lerine girmiy orlar. Dışarıda olmanın v erdiği bir rahatlık v ar. Zaten içeri girmiş olsalar bile uf acık bir sallantı y a da söylentide hemen dışarı çıkıy orlar. İzmit Bekirpaşa Belediy e Başkan Y ardımcısı'nın söylediği şey ler kimin daha önemli olduğunu anlatıy or. Enkazın altındakiler mi, y etkisiz y etkililer mi? "Buraya bir cumhurbaşkanı, başbakan geliyor makinalar, insanlar çalışmayı bir saat durdurmak zorunda kalıyor. Buna gerek yok bence. Gerçekten yardım ediyorlarsa gelsinler." Gene enkazın altında bir f ırın işçisi kalmış. Haber alınamıy ormuş. Gelip bakmışlar f akat o kadar. Başka bir şey y apmamışlar. İnsanların da elinden bakmaktan başka bir şey gelmiyor. İzmit'te Bekirpaşa'nın Y eni Mahalle semtinde sokakların hali içler acısı. O y ol sadece bir y erden başka bir y ere geçebilmek için kullanılıy or artık. Y ıkılan y erler çok fazla. Kaymakamlık binası da y ıkılmış. Y ıkılan binalardan sıçray an taşlar oray a sanki bir harabe görünümünü v eriyor. O semtteki insanlar, bir kaç sokak ötede bulunan açık bir araziy e kendi imkanlarıy la çadır kent kurmuşlar. Orada ev y apan bir adam ev ini y apmaktan v azgeçip inşaatın tahtalarını oradaki insanlara v ermiş. Çadırlarını kurmaları için. "Ada m bi ze iyilik yaptı inşallah bizde tahtaları adama geri ver meyi unut mayız." diy orlar. Bu arada orada kalan bir aile bizden f otoğraf makinası için film isti-

tavı r /kapak konusu /eylül '99 / sayı : 16

5


y or. Orada bulamıy orlarmış. Onlara f ilm v eriyoruz. Borcunu soruy or, "gerek yok!" diy oruz. Şimdilik dönmey e karar v eriyoruz. Dönüşte İzmit çıkışında bir y erde mola v erip bir çay içip ay nı zamanda y eni haberleri öğrenmek istiyoruz. Aradan beş dakika geçmeden bir artçı deprem hepimizin y üreğini hoplatıyor. Dışarı da oturmay a karar v eriyoruz. Y alnız orada bulunan insanlar heralde bu tür sarsıntılara alışmışlar ki pek oralı olmadılar. Gölcük'tey iz. Önce Gölcük'ten geçiyoruz. Y ol üstünde harabe ev ler, enkazlar... O kadar çok ki. Evleri y ıkılmış kenarında bekley en aileler... Geçmiş olsun diy oruz. Bazıları ile sohbet ediyoruz. Fotoğraflarım çekiy oruz. Kimisi arkasını dönüy or kimisi ise "beni de çek, çek de görsünler şu sefaletimizi, yaşadığımız acıları"

diy or.

Bay ağı y üksek olan bir binanın üstünde çalışma v ar. Sanırım y edi-sekiz katlı. Önünde duran iki arabanın üzerine de çökmüş. İki araba da kağıt gibi buruşmuş. Buranın biraz ilerisine çadır kurmuş bir aile v ar. Biraz sohbet ediy oruz, bir ihtiyaçları v ar mı diy e soruy oruz. Su istiy orlar bizden. Buradan Değirmendere'y e geçiyoruz Değirmendere mey danında eşyalar, yiy ecekler, sağlık maddeleri y ığılmış bir halde. Her şey birden geldiği için çok f azla. Ki bazıları bozulmak üzere, hatta kimisi bozulmuş y iy eceklerin. Giy ecekler de öy lesine bırakılmış ortalığa. İhtiy acı olan insanlar gelip seçiy or oradan. Giysileri seçmekte olan 14-15 y aşlarında bir kız çocuğu v ar. Fotoğraf ını çekmey e çalışıy orum. Y anaşmıy or, arkasını dönüy or. Bir amca bana sesleniy or. "Asıl bunları çek!" diy erek yiy eceklerin olduğu kısmı gösteriyor. Domatesler ezilmiş, ekmekler etrafa saçılmış, kurumuş. Buradaki insanlar zaten genelde bir kaç günlük ekmek y iy or. Taze olanın ı şu ana kadar görmedim. Değirmendere'nin sahil kısmına iniy orum. Dedikleri gibi sahih olduğu

gibi almış denizden çıkan ateş!.. Sahilde oturan bir tey ze anlatıy or. Depremin olduğu saat deniz ikiy e y arılmış ortasında dev bir ateş v armış, dalgaların boy u da çok y üksekmiş. Kıy ıy ı almasından belli. Ağaçlar devrilmiş, denizin içine düşmüş ama denizin içi gözükmüy or, bulanık. Kıy ıda y arıklar var. Kıy ıda duran dondurma arabasını da dağıtmış deniz, dondurma izleri hala y erlerde... Bazı ev sahipleri ev lerine bakmaya gelmiş ne v ar ne y ok diye. Bazısı da eşy alarım almay a... İlerliy orum. Bir masanın etraf ına oturmuş, sohbet eden insanları görüy orum, sohbetlerine katılıy orum. "Geçmiş olsun!" diy orum. "Hoşgeldin" diy orlar. "Sana bu sudan başka ikram edecek birşeyimiz yok!" diy orlar. Onca acılarının arasında misaf ire duy dukları hürmeti kaybetmiy orlar. Deprem herşey imizi aldı belki y üreğimizdeki kardeşliği alamıy or işte. Soruyorum, "Bir kaybınız var mı?" "Allah'a çok şükür bizi m yok." diyorlar. Bu acılar da y etiy or zaten. Hemen yanlarında bulunan başka bir ailenin y anma gidiyorum. Durumları kötü gözüküy or. Evleri "gecekondu". Daha doğrusu depremden önce öy leymiş ama genede f otoğraf çekerken y üzlerindeki gülümseme eksik olmuyor. Başka bir tarafa doğru gidiy orum. tavı r/ kapak konusu / eylül '99 /sayı : 16

6

Y olda bisiklet süren küçük bir kızla karşılaşıy orum A d ı Gülbahar. Soruy orum birşey oldu mu diy e. Ev imiz y ıkıldı diy or. Fotoğraf ını çekey im diy orum, ev lerinin y ıkıntısı yüzüne y ansıyor... Y ola devam ediyorum. Y olda iki asker oturmuş karınlarını doy uruyorlar. Bir enkaza d a h a rastlıy orum. Bir asker y anıma y aklaşıy or ben sormadan anlatmay a başlıy or. Kırklare-li'nden getirildiklerini söylüy or. O gün bugündür ordalarmış. Bir çok enkaz çalışmasına katılmış. Canlı çıkardıkları da o l m u ş cesette. Çok diy or daha çok v ar. Bir amca geliy or yanıma Belçika'dan geliy ormuş. Gurbetçi. Ev i y ıkılmış. Ev inin f otoğraf ını çekmek için benden f ilm istiy or. Y anımda f azla f ilm olmadığı için v eremiy orum. Ben çekiy orum ev inin f otoğraf ını daha sonra ona göndermek üzere. Kendisi de geçiy or ev inin önüne. "Bir de böyle çek diyor, çocuklar görsün..." Dönüşte, sohbet ettiğimiz Değirmendere'den aldığımız götürüy oruz.

ailey e suları

Y alov a'day ız. Y alov a'nın Ay dınkent Sitesi denilen bölgesine gidiy oruz. Daha kalabalığız. İdil'deki hemen hemen bütün arkadaşlar v ar, bunun y anı sıra Orta-


köy ' de oturan çev remizden arkadaşlar da geliy or. İki minübüs dolusu insan kurtarma çalışmalarına katılmak üzere gidiy oruz. Arabamızda bir de doktor arkadaşımız v ar. Y anımızda insanlara v ermek üzere y iyecekler, temizlik maddeleri v ar. İlaçları buradan temin etme imkanımız olmadığı için onu daha sonra Y alova'daki Kriz Merkezi'nden temin ediyoruz. Y ola çıkmadan önce doktor arkadaşımız hepimize tetanoz aşısı y apıy or. Ay dınkent Sitesi'ne gelmeden önce oray a yakın bir y erde mola v eriy oruz. Orada bulunan insanlarla sohbet ediy oruz. Y olun kenarında karpuz satan bir amca v ar. Giderken bize karpuz v eriyor. İnsanlar bu f elakette elin-dekini av ucundakini hiç hesapsız pay laşıy or, sunuy or. Ama bir de kan tüccarları, leş kargaları v ar tabi, onları hiç unutmuy oruz. Ay dınkent'e geliyoruz. Hemen girişinde y ıkıntılar başlıy or. Binalar "normalde" beş katlı. Ama depremden sonra dört katlı, üç katlı olmuş. Bazı binalar da iki binanın birleştiği yerden ayrılmış. Burada biraz dolaşıy oruz. Burada bizim y apacağımız bir şey y ok. İşi artık dozerler y apıy or. Y ani acı ama kurtarılacak kimse kalmamış. Daha sonra Göl-cük'e gidip sağlık kontrolü yapıp, yiy ecekleri dağıtmay a karar veriy oruz. Y ola çıkıy oruz çıkmasına ama yo-

ğun bir traf ik v ar. Ev lerini, akrabalarını merak eden insanlar, y ardım etmey e gelen insanlar olunca y ollara düşmüşler. Gidişte v e gelişte yolun bir y anı kurtarma araçlarına v e ambulanslara ay rılmış. Ama aradan traf iği beklemek istemey en araçlar da geçiyor. Gölcük'te bir semte giriy oruz. İnsanlar hemen y anımıza geliy or. Y iyecekleri dağıtıy oruz. Daha çok çocuk bezi v e temizlik maddeleri soruy orlar. Olanları v eriyoruz. Oradan bir okulun bahçesinde çadır kurmuş ailelerin y anına gidiy oruz. Doktorumuz sağlık kontrolünü y apıy or, biz de y iy ecekleri dağıtıy oruz. Giysi seçmekte olan çocukların y anma gidiyorum. Fotoğraflarını çekiy orum. Birkaç tanesi kaçıy or. Dörtbeş y aşlarında bir ufaklık başına geçirdiği kaskla eli ağzında poz v eriyor, onlar belki de bir oy un geliy or ona. Okulun hemen dışında da aileler v ar, onlara da bakıy oruz. İhtiy açlarını soruy oruz, tekrar geleceğimizi söyley ip oradan ayrılıy oruz. Aydınkent'e gelmeden önce bir y erde kalan y iy ecekleri dağıtıy oruz. Oradan birisi aslında buradakilerin ihtiyacı olmadığını, insanların stok y aptığını söy lüy or. Akşamın ilerley en saatlerinde Ay dınkent'e v arıy oruz. Kentte elektrik y ok. Sitey e vardığımızda kapıda olan bekçiy e burada kalanların olup olmadığını soruy oruz. Bize biraz tavır / kapak konus u / eylül '99 / sayı: 16

ileride ışık y anan yeri gösteriy or, oray a gidiy oruz. Burası bir pansiy on. Bize aç olup olmadığımızı soruy orlar ve hemen masay a y iyecekler çıkarıy orlar. Karnımızı doy uruyoruz v e pansiyonun sahipleriy le sohbete başlıy oruz. Pansiy onları sağlam ama onlarda diğerleri gibi orada bulunan arkadaşlarının ev lerinin y ıkılması, göçük alanda kalması etkilemiş. Pansiy on sahibi. "Buraya yardıma gelenlere biz de yemek vererek, yatacak yer sağlayarak yardım et meye çalışıyoruz." Bu arada orada bir de Ankara'dan gelen gönül lü kurtarma ekibi var. Onlar da sekiz kişilermiş. Birbirlerini tanımıy orlar, bir iki arkadaş birbirini tanıy or sadece. Olay olunca hemen aralarında toplanıy orlar. Kriz masasına başvuruy orlar. Kriz masası da onları Ay dınkent' e y ollamış. Bizim İdil Kültür Merke-zi'nden geldiğimizi öğrendiklerinde şaşırıy orlar ay nı zamanda sev iniyorlar. Ankara'lı arkadaşlarla bu saatte birşey ler y apabilirmiy iz diy e etraf ı geziy oruz. Sitenin başka taraf ında gidiy oruz. Orada kalan insanlara soruy oruz bir cesedin enkaz altında oldu ğun ama y arın makinalarla çıkarmay a çalışacaklarını söy lüy orlar. Cesedin y erini bize gösteriy orlar. Görüntüsü çok kötü çıkarmakta da bay ağı bir zorlanılacağa benziy or, ay rıca çok kötü kokuyor. Sabah tekrar gelmek üzere oradan ay rılıy oruz. Geç oluy or pansiy on sahipleri siz y atın artık çalışıy orsunuz diy orlar. Hep beraber içeriden y atakları dışarı taşıy oruz. Y erlerimizi hazırlay ıp y atıy oruz. Sabah erken kalkıy oruz. Kahvaltımızı y aptıktan sonra akşam gittiğimiz y ere gidiy oruz. Makinalarla çalışma başlamış. Bize göre orada pek iş yok genelde makinalarla y apılacak işler var. Biz de onun y an taraf ında bulunan enkazda çalışmay a başlıy oruz. Sonradan askerler geliy or. Telsizden bir anons geçiy or. Orada y aşay an bir canlı v armış. Cep telefonuy la v aliliğe mesaj geçmiş deniyor. Uzman ekipler çağrılıy or. Onlar gelene kadar biz bir şey ler y apmay a çalışıy oruz. Sesleniy oruz y aşay an v ar mı diy e. Ses duy duğumuzu


sanıy oruz. Uzmanlar gelince işi onlara bırakıy oruz. Doktorumuzda bu arada orada gerekebilecek acil herhangi bir müdehale için. Bu arada ambulans da geliy or. Sanırız y anlışlıkla çağrıldı. Fazla beklemiy or çünkü ortada henüz bir şey y ok. Burası epey kalabalıklaşıy or. Bu arada sitenin başka bir taraf ında birisi enkazın altında bir y akınlarının bulunduğunu söy lüyor f akat ilgilenen kimse y okmuş yardım edebilir misiniz diy orlar. Oraya gitmey e karar veriy oruz. Hep beraber gidiy oruz. Beş katlı sitenin iki katı çökmüş. İkinci kattan girip bire iniy oruz. Cesedin başı ve kolu kirişin altın-da kalmış. Çıkarmak zor çünkü cesetler zaman geçtikçe çürüyor v e çok kötü kokuy or. Çekmeye çalıştığınızda parçalanabiliy or. Bayağı bir uğraşıy oruz Ankara'lı arkadaşlarla birlikte. Biraz ara v eriyoruz. Tekrar başlıy oruz çalışmalara ama bu arada kolonunu patladığın ı öğreniy oruz. Binanın çökme tehlikesi olduğu için çalışmalara devam edemiy oruz. Bu arada yandaki binalardan birinden ses duyduklarını söy ley enler var. Oray a da Norveçli bir ekip geliyor. Aletlerini kuruy orlar. Kalp sesini duy abilen aletleri v ar. İçerdekine bağırıy orlar. "Oradaki bizi duy uy or musun? Duy uyorsan duvara y a da y anındaki bir şey e vur. Vuramıy orsan tırmıkla. Biz seni duyarız..."

y ere geliyoruz. Burada dev am ediy oruz sağlık taramasına, sohbette ediy oruz. Bir amca "ne dev leti dev letten hiçbir şey görmedik biz, bu getirenler hep gönüllü çalışanlar hep". Y anıma küçük bir kız geliy or, kendilerinin de fotoğraf ını çekmemi istiy or. Çadırlarının y anma gidiy oruz. Çadırları da y ol kenarında ki korkulukların y anına y öresine tutturulmuş kendi imkanlarıyla y aptıkları nay lonlardan başka bir şey değil. Çadır da baba, bir bebek küçük kız v ar. Küçük kız önce f otoğraf çektirmek istemiy or. Babasıy la ısrar ediy oruz o da sonra kardeşinin yanma geçiy or ve f otoğraf larını çekiyorum. Genelde ay nı durumda olan insanlar, ay nı görüntüler. Acının kederin görüntüsü hep aynı f arklı olan boy utları. Gölcük'ten ayrılırken haf ızalara kazınan görüntüler içler acısı. Enkazların içinde y akınlarını aray anlar, ağlay ıp döv ünenler, caddelerin kenarında çöplerin hastalık saçtığı sokaklar, kokudan, hastalıktan sürekli ağızlıkla dolaşmak zorunda kalan insanlar... Y ıkıntıların harebey e dönüştürdüğü bir kent şimdi Gölcük... İzmit'e doğru y ola çıkıy oruz. Bur-da da y ol üzerinde çadırların olduğu merkezde bir y ere geliyoruz. Doktorumuz sağlık taraması y apıy or. Orada otururken y anımıza 15 yaşında bir kız

Ses y ok... Pansiy ona dönüyoruz. Saat 4-5 civan. Karnımızı doy uruyoruz. Anka-ra'lı ekiple hep beraber f otoğraf çektiriy oruz. Orada onlarla ay rılıy oruz. Onlar Ankara'y a dönecekler. Pansiy on sahiplerine teşekkür edip, elimizde kalan sağlık malzemeleriy le tekrar Gölcük'e gidiy oruz. Daha önce gittiğimiz y ere tekrar gidiy oruz. İlaçlarını v eriyoruz. Önceden tanıştığımız iki uf aklık v ar. Beraber f otoğraf çekilmek istiyorlar. Fotoğraf larını çekiy orum. Ufaklığın bir tanesi doktora karnının ağrıdığ ını söy lüyor. Doktorumuzda ona ilaç v eriyor. Bunu annenin denetiminde içeceksin diyor. Uf aklıklarla kucaklaşıp oradan ay rılıy oruz. Gölcük'te ana cadde üstünde bir tavır / kapak konus u / eylül '99 / sayı: 16

geliy or. Tanışıy oruz adı Ay nur. Ev lerinde pek bir şey yokmuş ama onlar yine de annesiy le çadırda kalıy orlar-mış. Babası v e kardeşleri evde kalı-y orlarmış. İlkokuldan sonra okula git--memiş. Neler y apıy orsun diy oruz. Depremden önce ev deydim pek f azla bir şey y apmıy orum diy or. Ansiklopedileri v armış ara sıra onları okuy ormuş. Kitabım yok diyor. İstanbul İdil Kültür Merkezi'nden geldiğimizi söylüy oruz. İstanbul ne güzel diy or. İstanbul'da ablası oturuy ormuş. Adresimizi v eriyoruz y olun düşerse gel di-y oruz. Sağlık taraması bitiy or. Vedalaşıp ay rılıy oruz oradan. İstanbul'a geliy oruz. İzmit'teyiz. İzmit'in Derince ilçesinin Altmışev ler semtindeyiz. Buray a Vatan Dergisi'nin çadırları kurulmuş. Arkadaşlar, burada bulunan bir okulun bahçesine iki sağlık çadırı kurmuşlar okul müdüründen izin alarak. Gelir. erzakların dağıtımım da okulun içinden y apıy orlar. Orada bulunan arkadaşlarla çev rede ne v ar ne y ok diy e gezmey e gidiy oruz. İlk gittiğimiz enkazın önünde iki kişi bekliy ordu. Biri sahibi, diğeri arkadaşı. Orada y aşayanlardan çok azı kurtulmuş. Y erin sahibi pek konu-


şamıy or, genelde arkadaşı konuşuy or. O da dev letin duyarsızlığından y akınıy or. Oranın y akınında oturan başka bir ailey le sohbet ediyoruz. "Burada komşularımız oturuyordu, hep tanıdığımız insanlardı" diy orlar. "O gün biz de fırladık yataklarımızdan. Ben çocuğumla içerideydim, bizi daha sonradan çıkardılar" diy or. Önlerini dolap kapatmış o y üzden dışarı çıkamamışlar. Ev lerinde hasar v armış. Büy ük oğlu kamy on ay arlamay a gitmiş eşy aları çıkaracaklar. Ellerinde ne v ar ne yoksa v ermişler tanıdıklarına tanımadıklarına. "Şimdi birbiri mize yardım et miyeceğiz de ne za man edeceğiz" diy or. Y ol üstünde başka bir ailey le dertlerini pay laşıy oruz. Burada bir kaç bloktan oluşan apartmanlar v ar. Onlar da dev letin gelmey işinden, y ardım etmeyişinden şikay etçi. "Hani nerde devlet?" diy orlar. Ben nerde kalıyorum, ne yapıyorum, karnım aç mı değil mi hiç sor ma mış. Ben kendim, araba m var orda kalıyorum. Burada şu gördüğünüz insan lar burada bekliyorlar, sabah akşam sandalyenin üstünde oturarak. Bu apartmanları bekliyorlar, kapıcılar. Hırsızlar gelip eşyaları çalmasınlar diye. Bizi m yard ımlarımızla, çevredeki insanların yardımıyla karınlarını doyuruyorlar. Daha bir yetkili çıkıp da gel me miş bu evlerde bir şey var mı yok mu diye. Bu insanlar ne yapar diye sorma mış, çadır verme miş. Gelen yardımlar hep gönüllü ekiplerin. Bunu mill et biliyor..." Örnekleri çoğaltmak mümkün. Herkesin yaşadığı sorun ay nı. Bir amca kendisi sağ ama kaç y ıllık arkadaşını, komşusunu y itirmiş. Hem de bir gün öncesinde ölüm şakası y aparken. "Önce sen mi gidicen ben mi" diy e şakalaşırken "Önce O gitti" diy or. Bunları söylerken konuşamıy or. Zaten o olaydan sonra şoka girmiş, yürümekte, konuşmakta zorluk çekiyor, eşinin de gözleri doluy or, tutamıy or kendini, ağlıy or... Sağlık ekibi de hemen hemen depremin olduğu günden beri oradaymış. Ankara'dan, İstanbul'dan ve İzmit'ten arkadaşlar var. Üç doktor v e hemşirelerle birlikte çalışıy orlar. Ekip-

ler oluşturup biri orada kalırken bir diğeri bölgelere gidip orada sağlık taraması y apıy or. Zülal Hemşire'nin anlattığına göre depremde y aralanan insanlar ancak depremden iki-üç gün sonra tedav i olmay a geliyorlarmış. "Depremin şokuyla kimse yarasını farketme miş" diy or. "Sonradan geldiler, pansumanlar ını, dikişlerini sonradan yaptırdılar" diy or. Selma Hemşire de sağlık kontrolünde, bir çocuğun annesine "Anne tav uklar da mı depremde öldü. Niy e y umurta y emiy oruz?" diye sorduğunu anlatıy or. Gün geçtikçe sağlık kontrolüne gelen insanların direk depremle ilgili sorunlardan değil de artık daha f arklı şey lerle geldiklerini söylüy orlar. Baş ağrısı, karın ağrısı v b. Fakat bunların da sonuçta depremle ilgili olduğunu söy lüy orlar. Y alov a'da da bir sağlık ekibinin olduğunu öğreniyoruz. Okulun dışında da y ardım çalışmalarına katılıy or arkadaşlar. İzmitli olan arkadaşlar ilk günlerde enkaz çalışmalarına katılmışlar o zaman bay ağı bir canlı çıkarmışlar. Hatta bir arkadaşın çıkardığı bir bay an "Beni buradan çıkarırsan sana yemek ısmarlıyacağım" diy e söz v eriyor. Daha sonraları okuldaki erzak dağıtımına başlıy orlar. Onlar da ekipler oluşturup, ihtiyacı olan yerleri tespit ediyorlar, nelere ihtiy aç v ar diy e. Daha sonra tespit edilen o ihtiy açlara göre dağıtım y apılıyor. Ay rıca pek çok yerden de erzak geldiğini söy lüy orlar. Dağıtımın iyi y apıldığını duy anlar oray a getiriyorlarmış erzakları. Batman'dan bir kamy on dolusu erzak öy le gelmiş. İlginçtir, polisler de getirmişler "siz dağıtımı daha iyi yapıyorsunuz" diy e. Bu arada arkadaşlar y emek sorunlarını okulun bahçesine kurdukları küçük, seyy ar bir mutfakla hallediyorlar. Y aklaşık 50-60 kişilik y emek y apılıy or. Bu y emek, çay sohbetlerine, bazen okulun bahçesinde kalan aileler de katılıy or. İzmit'in Siy asi Şube polisi boş durmuy or. Dağıtımın bittiği son günlerde İzmit Kaşkal Emniyet Müdürlüğü'nce

"Size burada yardım ettirmeyeceğiz, siz yardım et meyeceksiniz" denilerek gözaltına alınıy oruz. Toplam 49 kişi 27 Ağustos Cuma günü gözaltına alınıy oruz. 24 kişi Cumartesi günü bırakılıy or. Biz emniy et müdürlüğünde dört gün kalıy oruz. Bu dört gün boyunca bazı arkadaşlarımız y oğun işkence gördü. Elektrik, boğmay a çalışma v e kaba day ak... 31 Ağustos Salı günü savcılığa çıkarılıy oruz. Grup grup ifade vermek üzere gittiğimiz savcılıkta sonradan öğrendiğimize göre 5.2 şiddetinde bir deprem oluy or. Burada komik olaylar y aşıy oruz. Deprem olduğunda biz gay et sakinken polislerin tabana kuvvet kaçtıklarını görüy oruz. Hem de merdiv enleri üçer-beşer atlayarak. Bizi "unuttuklarını" f arkedip geri geliy orlar. Savcı if adelerin alınmasına biraz ara v eriyor. Bizi tekrar emniy et müdürlüğüne getiriy orlar. 1 . 5 saat arabalarda bekledikten sonra tekrar savcılığa getiriliy oruz. İşlemlerimiz bitiy or, sonucu bekliy oruz. Saat 17.00 gibi bizi tekrar emniy et müdürlüğüne getiriyorlar. Ne olduğunu soruy oruz açıklama y apan yok. Sonradan İstanbul'a gideceğimizi öğreniy oruz. İstanbul'da nerey e götürdüklerini soruyoruz, "gidince öğrenirsiniz" diy orlar. Saat 19.00 gibi İstanbul'da bulunan Vatan caddesindeki Siy asi Şube'y e getiriliyo-ruz. Burada da bizim f otoğraf larımızı çektikten sonra iki saat tutup emniy etin biraz ilerisinde bırakıy orlar. Gözaltı olay ımız da böy le sona eriy or. Ölen, y aralanan, ev i başına y ıkılan halka y ardım götüremeyen iktidar, dev rimcilerin halkla kucaklaşmasına, y aralarına merhem olmasına tahammül edemiy or. Sef erber oluyor, gözaltına alıy or, işkence y apıy or. Bize y ardım ettirmey eceklerini söy lemişlerdi kendileri y ardım etmedikleri gibi. Biz y ine gideceğiz oradaki insanlara y ardım etmeye. Buyursun gelsinler bize y ardım ettirmeme-y e... • Fotoğraflar: Olcay Karadağ

tavı r / kapak konusu / eylül '99 / sayı : 16

9


Ağustos depremi y ıkımla-y la birlikte bir çok tartışmay ı da gündeme getirdi. Bunlardan biri de bilimsel alanda yürütülen tartışmay dı. Ama bu tartışmada ileri sürülen bazı görüşler İstanbul'da y aşay an mily onlarca insanı da korkuy a sev ketmişti. Bir grup jeoloğa göre, İstanbul'da çok büy ük bir deprem olacaktı. Tarihi bilinmemekle birlikte enerjinin biriktiği iddia ediliy ordu. Buna karşılık Prof. Dr. Şener Üşümezsoy böy le bir iddianın doğru ol madığını çeşitli bilimsel verilerle öne sürüy ordu.

17

Şener Üşümezsoy 'la hemen herkesin merak ettiği İstanbul Depremi iddiaları üzerine görüştük, hem deprem hakkında daha bilimsel, magazinsiz, eğitici bir söy leşi hedef ledik. İstanbul Depremi diye bir iddia ortaya atıldı ve bunun sizin tarafınızdan

kabul edilmediğini de biliyoruz. Peki bu iddialara karşı çıkış sebepleriniz nelerdir? 17 Ağustos depreminden sonra özellikle İstanbul'da, bilimsel açıklamalar ile mutlak gerçek arasındaki farkın net olarak toplum taraf ından bilinmeyi-şi nedeniy le, halk arasında büy ük bir panik y aratıldı. Bu panik bilimsel bir modelden kay naklanan İstanbul kırığı v e İstanbul depremi kavramı üzerinde geliştirildi. Bu iki kavram teorik olarak Adaların hemen güney inden geçen bir 1000 metrey e v aran uçurumun oluşturduğu f ay ın, Kuzey Anadolu fay ının bir dev amı olarak Körf ez Depremi'nin bundan sonraki adımda İstanbul'a hareket edeceği v arsay ımına dayanmaktadır. Bu v arsay ımın day andığı model ise, klasik, K. Anadolu f ay ının gelişim çizgisine karşı geliştirilmiş bir modeldir. Bilindiği gibi K. Anadolu fay ı, en iyi tavı r / kapak konusu / eylül'99 / sayı : 16

bilinen f ay kuşaklarından biri v e bu f ay kuşağı Erzincan'dan beri birbirini takip eden y aklaşık bir düz çizgi gidişli, 1500 km'ye kadar uzanan bir f ay kuşağı olup, direk doğu-batı düz gidişli bir f ay kuşağıdır. Bu f ay kuşağı, Adapazarı hattından, Sapanca Gölü'nün ortasından geçerek, İzmit Körf ezi'ne girer. İzmit'le Gölcük arasındaki derin çukurdan geçip, Y alov a açıklarından v e Çınarak'a oradan da batıy a doğru İmralı açıklarına, Marmara Adası, Avşa Adası üzerinden Gaziköy fay ı ile Şarköy'den Sarı-ada'y a bağlanan bir kuşaktır. Bu kuşakta oluşmuş küçük deprem noktalarının sürekli Adapazarı , İzmit ve Çınarcık'taki odaklanmasının y arımda Saroz Körf ezi'nde de yoğun bir sismolojik aktiv ite v ardır. Y ılda binlere varan küçük depremler bu kuşakta oluşmaktadır. Bu modele karşı geliştirilen y eni modelin day andığı v eri, Marmara Deni-


zi'ndeki 2 bin m.'ye varan üç çukurun oluşturduğu jeolojik yapıy ı K. Anadolu fay ı ile ilişkilendirmek sorgulamasında y atmaktadır. Bu sorgulama ise bilimsel olarak şöyle bir modeli içermektedir: Marmara Deni zi'ndeki çukurlar da, K. Anadolu fayı da eş zamanl ı birbiri ile ilişkili yapılardır. Bu çukurlarla K. Anadolu fayı arasındaki genetik, kökensel ilişkiyi mutlak kabul ettiğimizde ortaya jeolojik model olarak klasik fay kuşağı gidişini reddeden bir model ileri sürülmektedir.

zey doğu gidişli vagonların dizildiği Mar- bul'u sarsan depremler bu ana kırıkta mara Denizi'ne bu tip vagonların yer aldığı oluşmaktadır. Tarihsel depremler de bu düşünülmektedir. Böyle olunca doğal olarak kırıktadır. Y ani bu kurgulamay la K. bu vagonların yönü doğudan batıya doğru Anadolu f ay modeli y ıkılamamış, tam değil, kuzey doğuya doğru yani İstanbul'a, tersine K. Anadolu f ay ı verileriy le kendi İzmit'e doğru fayın hareket etmesini getire- gerçeğini bu modeli y ıkarak koymuştur. cektir. İleri bir bilimsel model sunulduğu

Bu nedenle Aykut Barka taraf ından depremden önce, Marmara sırtı olarak Marmara Denizi'nin hemen içinde v e Çınarcık basini diy e bahsettiğimiz çanağın hemen batısında kuzey doğu gidişli bir kuşakta depremi beklemektey di. Ve Bu model doğudan, batıy a doğru 1509 depreminin bu f ayda y ani Marmara ilerley en doğu-batı gidişli K. Anadolu f ay ı, ortası sırtta olduğu v arsay ılmaktaydı. O İizmit Körf ezi'ne girdiğinde, biri Gölcük'le halde İstanbul'da 500 y ıldan beri bir İzmit arasında; diğerleri, Y alova'dan Y arımca'y a; İstanbul'un güney batısından, deprem olmuyor. K. Anadolu f ay ı burada 5 m.'lik atım bırakmıştır f ikri ile hareket Marmara ortasında bir y ükselti olarak uzanan kuzey doğu gidişli bir sırt kuşağında ediliy ordu. Bu da y aklaşık 8 şiddetinde y er aldığı v arsay ılan bir kuşak ile K. Anadolu bir depreme denk düşmektedir. İstanbul, f ay ı, normal gidişin tam tersine kuzey doğu bu deprem altında y ıkılacaktır görüşü geliştirilmiştir. gidişli küçük segmentlere bölünmüştür. Fakat, K. Anadolu f ay ının hiç bir kuşağında Oysa bildiğimiz gibi K. Anadolu f ay ı böyle bir parçalanma görülmemektedir, is- bütünüy le batıy a doğru gitmekte v e bütün terseniz şöyle düşünün : Doğudan, batıya tarihsel depremler de -1509 depremi de doğru dizil miş tren v agonlarının harek eti batıya

dahil olmak üzere- bu hat üzerinde

doğru ol maktadır. Bütün depremler bu kuş aktadır. olmuştur. Bu tren yol unun güneyinde k alan blok un batıya Bu karakteriyle bu dönemlerde İsdoğru yılda 2 c m. ilerledi ği bir tektonik reji mdir. K. tanbul'daki diğer bölgelerde y eterli tahAnadolu fayının, Mar mara Denizi, İz mit Körfezi, Adapaz arı, Bolu, Şarköy v e Saroz'da yaptığı depremin nedeni bu jeolojik olay dandır.

Bu olay ın kuzey inde istanbul bloku dediğimiz jeolojik topluluk, kuzey batısında Istranca, onun önünde Trakya çanağı dediğimiz topluluk y er alır. Güneyinde ise homojen bir blok olan Marmara Adası'na mostra v ermiş bir kuşak vardır. Bu iki kuşak arasındaki zay ıf y üzey, jeolojik olarak birbirine kenetlenmiş iki kuşağı temsil etmektedir. Bu, Marmara Denizi'nin güney kıy ısı boy unca dev am etmektedir. Burası iki kıtanın bir biriy le çarpıştığı noktadır. Buranın içinde daha zay ıf , daha kaygan kayalardan oluşmuş bir kuşak v ardır. İşte K. Anadolu f ay hattı bu kuşağı direk katetmektedir. Prof. Barka'nın sav unduğu modelde ise, tren vagonları bu ş ekilde doğudan batıy a doğru hareket ederken İz mit'e geldiği nde ku-

ribat oluşmadığı için, insanlar y aşamadığı için, şiddetini ölçebilecek y ani y ıkımı ölçebilecek v eri olmadığından deprem, İstanbul Depremi olarak tanımlanmıştır. Barka da bu modeli İstanbul depremi olarak benimseyince sanki mutlak gerçekmiş gibi savunulmasıy la, hey ecanla İstanbul'da deprem olacak gibi bir söy leme dönüşmüştür. Fakat bu y aşadığımız deprem, bu modeli bütünüy le y ıkmıştır. Ne y apmıştır? Körfez'de, tam deniz ortasından geçen y ani doğu-baü gidişli, Çınarcık'ın açıklarından gelip İmroz'a kadar giden bir kırık olmuştur. Araları zincirlerle bağlı tren v agonların tam ortasından bir y erde, yukarı doğru büyük bir şiddetl e vagonların altına v urduğumuz da öndeki vagonlar birbirine çarpa çar pa ilerlerken arka vagonlar aras ındaki zincirler açılacaktır. Ve aradaki geril me sök üntüleri Adapazarı’ nda vey a Gölcük'te oluşur ken ilerde sıkış acak tır. Artçı şoklar, geride v önde birikerek kendi ni gösterecektir.

İşte bu kırık göstermiştir ki, İstantavır / kapak konus u / eylül '99/ sayı: 16

zaman, bu model olumlanarak gelişmez tam tersine bu modeli dışlay an veriler, bu modeli y ıkarak gelişir. Oysa Barka taraf ından sunulan model, bir veriy e değil, daha geri bir düşünceye day andığı için bu fikri y ürütmüştür. Depremden sonra yeni bir aşama gelişmiştir. İstanbul'un güney batısındaki kırıkta hareket olmadığı görülünce, y eni deprem Adaların güney inden geçen batıkuzey batı gidişle f ay ın hareket alanına day andırılmıştır. Bu f ay, deprem öncesi ikinci dönemde görülen kuşaktı. Ana f ay olarak hareket edecek blok Marmara ortası sırtı diy e düşünülüy ordu. Fakat bu gerçekleşmey ince, İstanbul’a doğru y akın gelen başka bir f ay ın olduğu ileri sürülmey e başlandı. Şimdi ikinci bir İstanbul kırığı bulundu ama bu kırığın niteliği ile Kuzey Anadolu fay ının niteliği birbirine zıt. Bu kırık düşey atımlıdır. Oysa K. Anadolu y atay atımlıdır. dolay ısıy la, y anal atımlı bir f ay sisteminin, düşey atımlı bir f ay sistemine stres aktarması, onu tetiklemesi mümkün değildir. Bu durumda, K. Anadolu fay sistemi ile bu fay ın ilişkisi hipotatiktir. Y ani, K. Anadolu fay ının, izmit Körf ezi ile oluşmuş enerjisi ancak bandaki bir bloka geçebilir; ancak bu da, kuzey güney y önlü, gerilmeli bir strese dönüşerek Adaların güneyinde bir deprem oluşturamaz. Teknik Üniv ersite'deki bu arkadaşların kopardıkları y ay garada, "Bu depre m İstanbul fayını tetikleyecek ve Adalar açıklarında bir depre m olacak!" gibi bir söy lem tutturuldu. Şimdi burada söylem, bir modele dayanıy or. Ve bu model kendi içinde kinematik olarak hiç bir şekilde tutarlı değil. Verisel tabanı da söz konusu değildir. Adalar'ın güney inden geçen bu f ay kuşağı gerçekte K. Anadolu f ay ı oluşmadan evvel, oluşmuş bir


çöküntü alanının oluşturduğu fay dır. Çöküntü alanının oluşturduğu f ay lar Marmara Adası'nda, Marmara Deni-zi'nin tam ortasında üç tane çanak olarak v ardır. Bir başka f ay la ay nı mekanda f arklı zamanlarda oluşmuş olayları ay nı dönemde oluşmuş gibi y orumlayarak bir model ileri sürülüy or. Ama kuzey doğu gidişli f ayların atımlarının böy le bir çukuru y aratması mümkün değildir. Bu durum açıkça ortay a çıktıktan sonra Barka'rın ileri sürdüğü tez terkedilmiştir. 1894 depreminin Adalar'da olduğu v arsay ılmaktaydı. Fakat, enlem ve boy lamlarını aldığ ımızda bunların Ada ların güney inde değil, tam tersine İmroz'un açığında Çınarcık'ın batısında y er aldığı görülüy or. Bu deprem Celal Şengör v e Aykut Barka taraf ından İstanbul depremi diy e koparılan y aygaranın temelini oluşturmaktadır. Bu y aptığımız eleştirilerden sonra bu terkedilerek y erine Aral Okay taraf ından İstanbul f ay ı, K. Anadolu f ay ının çatallanan bir kolu olarak ele alınmıştır. Bir kolun Çınarcık basının ın güneyinde Adalar açığından geçmekte, diğer kolun ise güneyde Çınarok'ın çok açıklarından geçen bir f aya dönüştüğü ileri sürülmektedir. Bunlar da 2 5 - 3 0 k m ' y i aşmay an küçük kollardır. Bunların da batıy a doğru hareket ettiğini v arsay dığımızda y aratacakları çöküntü hiç bir zaman 2 km'lik bir çöküntü olamaz. Bu çatalların, f ayların ucuna doğru gidildikçe atımları sıf ıra iner ve çukur alana hiç bir düşey atım yapamaz. Bu y aptığımız eleştirilerden sonra Teknik Üniv ersite grubu özeleştiri yapmaksızın ama modeli terkederek, "Marmara Deni zinin tabanı çok karışık. Kuzey Anadolu fayı tek bir faya dönüşerek batıya doğru ilerlemekte." g ö r ü ş ü n ü s a v u n m a y a başlamıştır. Ama burada önemli bir gizli model terkediş vardır. Aykut Barka'y a göre depremden önce Marmara ortası sırttı. Deprem bunu y ıktı, daha sonra önemsiz bir f ay olarak y orumlanan Adalar açığı y eni deprem kuşağı olarak y orumlandı. Fakat benim eleştirilerim karşısında klasik olarak sav unduğumuz modeli sanki yeni bir görüşmüş gibi tek-

rar ele aldılar. İstanbul f ay ı modelinden bir haf tada v azgeçilmiştir. Burada

bilim

adamı

sorumluluğu,

kuzey

batıya doğru

rotasyon

yap arak

ilerlediğini ama Adalarda stres olmadı ğını göstermekt edir.

modelin kendi içindeki çelişkileri modelin sorgulaması

ile

bilim sel

saygı

olar ak

tartışılab ilir. Modeller aşılar ak b ilim iler ler. Modeller mutlak ger çek değildir. Buna

karşılık bu konudaki eleştirilerimize, "Burası bilimsel tartışma yeri değildir!" y aklaşımı gösterilmiş v e tartışmadan kaçılmıştır. Kendileri ise bilimsel bir model olan verileri, mutlak bir veri gibi ileri sürmüş ve İstanbul halkı d epremden sonra sürekli

d eprem

bekleyer ek

p siko lojik

depresyona gi rmiştir . Bu bi limsel b ir r ant pozisyonundan kaynaklanmıştır. Bu eleştiriyi yapar ak toplumu rahatlatmak gerekm ekted ir.

Batıdan, doğuy a doğru depremin ilerlemesi mekanik değil sıçramalıdır. Fay sistemi batıy a gittiği zaman, İstanbul'un 50-60 km. açıklarında oluşan depremin İstanbul'a doğru gelecek etkileri ise bu bahsedilen şekilde olacaktır. Bunun arkasınd a yatan Tekni k üniversite r ektörlüğünün deprem projelerinin kendi ellerine geçmesi için olan çabalarının jeologlar ı tarafından desteklenmesidir. Teknik üniversite bu şekilde kendin i öne çıkarar ak depr em projelerini elde etmek için

çeşitli

pl atformlarda

hükümete

toplumsal baskı uygulamak istemektedir. Geçmişte bu proj eleri OD-TÜ'ye kaptırdıkları için ...

Y ıkımlarda asıl olarak zeminin depremi belirley ici olmuştur. Ataköy ve Bakırköy 'de genç kireç taşlan üzerindeki binalarda hasar y okken, Alüvy on gibi depreme uy gun olmayan kesimlerde Avcılar, Ataköy, Kartal, Y alova gibi kesimlerde sorunlar vardır. Gölcük'te büy ük hasarlar olmasına karşın, Değirmendere'de kayalar üzerine oluşmuş binalarda büy ük hasarlar yoktur. Marmara Denizi'nin

güney

kenarıyla

Çınarcık

arasındaki hat boyunda çizilmiş düz çizgiden olu şan deprem in İstanbul'a etkileri olacaktır. Ama bu depremin ener ji boşalımı belli b ir dönem i ger ektir ecektir. Bu depr em, İstanbul'da 100 yıllık bir enerjiyi boşaltmıştır . Ama bundan son ra Saroz'da bir enerji birikimi vardır. Ve JPS ölçümleri Armutlu yarım adasının tavı r / kapak konusu / eylül '99 / sayı : 16

Peki

Yunan istan'daki d epremin

bo-

radaki ile bir ilgisi var mı?

Helenik Trenci dediğimiz trenç, batıya doğru geçmektedir. 11 milyon y ıldan beri aktiftir. Bu da, onun önündeki Ege Denizi'ni kuzey -güney y önünde germektedir. Bu germe sonucu Evia Adası, Atika Adası sürekli bu f ay larla aşağı doğru çökmektedir. Bir blokun diğerine göre aşağı doğru çökmesiyle bu deprem oluşmuştur. K. Anadolu f ay sistemi içinde bu tip gerilmeli f ay sisteminin çalışması ola-nakli değildir. Peki bu ikisinin aynı döneme r ast laması bir rastlantı mıdır? Bu iki depr emin aynı döneme denk açıklam ası nedir?

düşm esinin

bi limsel

K. Anadolu f ay ını batıy a doğru inen Arap plakasının Anadolu'y u güney den sıkıştırması ve bunun sonucu Doğu Anadolu f ay ıy la güneye, K. A n a d o l u f a-y ıyla batıy a doğru hareketi sürecinde bir gerilme oluşmaktadır. Ama bunun dışında, Helenik Trenci'nden de batıy a doğru olan göçme bir gerilme y aratılmaktadır. Bunlar birbirinden etkilenen değil ama eşzamanlı çalışan sitemlerdir. Biri diğerini takip eder. Önce Ege'deki gerilme başlıy or. Akdeniz'deki f rencin batıy a doğru ilerlemesi söz konusu. Bu Akdeniz'i tamamen kapatmaktadır, zaman içinde Akdeniz batıy a doğru ilerlerken, aşağı dalmakta v e bunun sonucunda K. Af rika bütünüyle G. Av rupa kıy ılarıy la çarpışacak ve Akdeniz bitecektir. Kızıldeniz de açıldığı için A r a p yarımadası yukarıy a doğru itilmekte, Güney Doğu Anadolu'nun altına doğru dalmakta v e Güney Doğu Anadolu Dağ Kuşağı'nı oluştu-maktadır. Hareket bittikten sonra daha fazla sıkışamayınca batıya doğru kaçma oluşturmaktadır. Bu sistemin kuzey v e kuzey batı sının K. Anadaki fay sistemidir.


y as ın ali tür ker i

B i l d i ğ i m i z kadarıyla depr emden sonra Avcılar'daki d epremz edelere h em bir doktor olarak yardımda bulunurken h em de enkazın kaldı rılmasında da yardımda bulundunuz. Bu basına da yan sıdı. D eprem sonrası

yaşad ıklarınızı,

izlenimlerinizi

anlatabilir misiniz?

Ben Av cılar'da oturuy orum. Benim oturduğum mahallede, Avcılar'daki en büy ük y ıkım oldu. Depremden hemen sonra sokağa indim. Ve sokağa indikten sonra durumun ciddi olabileceğini düşünüp ay nı ma-h a l l e d e k i y akınlarımın y anına gittim. O arada y olların enkazlarla kaplı v e kapalı olduğunu gördüm. Ara sokaklardan ulaşmak zorunda kaldım. Kendi ailemdeki insanlarda bir y ara-l a n m a olmadığını gördükten sonra komşulanmızın y anındaki y ıkıntıların durumuna baktım. Orada bir eczacı arkadaşım v ardı v e maalesef onun cesedi çıkarılmıştı. Hemen Avcılar Vatan Hastanesi'ne götürdük. Y akınları ölmüş olduğunu bilmedikleri için onları arabay a almadık. Hastanede pek sağlık ekibi yoktu. Bir pratisyen doktor arkadaş, bir kaç hemşire vardı. Bir çok branşta uzman

hekim yoktu. Durum ciddi olduğundan v e y ıkıntılar da çok olduğundan hastanede kaldım v e mahalley e geri dönmedim. Çünkü her an kırık, y aralı v e ceset getiriy olardı. Afet durumu olduğu için burada kalıp onların değerlendirmesini y aptım. Acil ameliy ata alınacak bir şey olur diy e orada bekledim. Sabaha kadar çok say ıda kırık, çok y aralanma geldi. Çok ciddi bacak yaralanmaları geldi. Bir süre sonra, gelenlerin çoğu ölü olarak gelmey e başladı. Ameliyata alınabilecek kimse gelmedi. Saat sabah 11:00 gibi diğer uzman hekim arkadaşlar geldi. Onlar geldikten sonra hep beraber y aralılara müdahale ettik. Ben tekrar enkaz bölgesine gittim. Enkaz bölgesinde de çok say ıda y aralı v e ölü çıkıy ordu. Daha çok ölü çıkmay a başlamıştı artık. Y urtdışından gelen ekiplerde v ardı. Bölgeyi de tanımıy orlardı. Onları canlı say ı-sının en çok olabileceği yerlere götürdük. Oralarda çalışmalarına başladılar. Götürdüğüm ekipler oralarda çok insan çıkardılar. Siv il Sav unma ekipleri ancak öğleden sonra bölgey e geldiler v e çalışmay a başladılar. Çünkü sekiz saatlik bir çalışmayla olabilecek şey ler değil. Mutlaka tavı r / kapak konusu / eylül'99 / sayı : 16

anında müdahale edebilecek bir y apıy a ihtiy acı var. İlk gittiğim enkaz 25 dairelik bir enkazdı. Bir çok bölgede kurtarma ekipleri v ardı. Avcılar'daki enkaz ancak bir haf tada bitebildi. Türkiye'nin tüm olanakları burada kullanıldı ve y urtdışında gelen ekipler ilk olarak Avcılar'a geldiler. Fakat, Adapazarı'ndaki, İzmit'teki, Gölcük'teki durumun daha ciddi olduğu öğrenildi ği için ekipler o bölgelere gönderildi. Peki

yardım

sırasında

ne

gibi

zorluklar la kar şılaştınız?

Ben o bölgede 28 y ıldır oturuyorum. Ölenlerin bir çoğu tanıdığım insanlar, y aralananlar da. Organizasy on ve eğitim sıkıntısı v ar. Y ani bu konuda insanların bir eğitimi y ok, hazırlıklı değiller. Mesela bir enkaz kaldırma esnasında başka bölgelerden tanıdığım hekim arkadaşlar gelmişlerdi. Biz bir ekip halinde insanları organize ettik. İnsanları organize ediy oruz, o insanlar orada çalışıy or v e iş bitiriy or. Orada enkaz kalkıy or. Y ani bir iş üretiliy or sonuçta. Bir başka y erde insanlar birbirine bakarak bir şey üretmeden, y a da ürettiği işe


y aramadan kalkıy or. Uf ak bir organizasy on, "şunu şöyle y apıy oruz, bunu böy le y apıy oruz" dedinmi insanlar onu y apıp hemen oradaki enkazı kaldırabiliy or. Siz Avcılar'da bulunduğunuz sırada gereken y ardım y apılıy or muydu? Eksik bırakılan neler v ardı? Şimdi sağlık ekibi konusunda Avcılar, İstanbul'un olanakları oray a çok kolay ulaştı. Y ani sağlık ekibi konusunda olsun, ambulans konusunda olsun. Bu konuda çok say ıda ambulans v ardı bu bölgede. Y ani ha bire yaralı taşıy orlardı. Avcılar'da hızl ı bir şekilde organize olmuşlardı. O konuda bir sıkıntı y oktu, ambulans v e sağlık ekibi konusunda. Zaten ben Bakırköy Devlet Hastanesi'nde çalışıy orum. Bakırköy Devlet Hastanesi'ndeki arkadaşlar da hızla organize olup, toplanıp hemen bölgeye getirilen y aralılara müdahale edebilir pozisy ona gelmişlerdi. İnsanlar kendiliğinden saat 04:00'te çok faal bir şekilde çalışır bir hale getirmişlerdi hastaneyi. Bu konuda, y ardım ulaştırma konusunda y ardımlar geliy or fakat organize olmadığı için sıkıntılar doğuy or. Şöy le y anlış, gelip alsınlar şeklinde. Gelip alma şeklinde değil, doğrusu. Doğrusu, senin tespit edip senin dağıtmandır. Orada ihtiy acı olan insan gelip alamıy or. Kamy onetle dağıtılıy or, kamy onetin başına gidip alamıyor. Y aşlıdır, koşturmaktan hali y ok. Y ani o telaşta değil. Organizasy on sıkıntısı v ar. Avcılar'da y ardımların dağıtımı organize olamadı, ki en merkezi nokta. Bu konuda dev letin bir hazırl ığı y ok. İnsanlar tecrübeli ve bilgili değiller. Fakat sağlık ekipleri konusunda çok say ıda ambulansı o bölgede gördüm. Onlar transf er edildiler. Zaten sağlık ekipleri çok y oğun bir şekilde çalıştı. Depremin bu kadar ağır sonuçlar yaratmasını neye bağlıyorsunuz? Depremin bu kadar ağır sonuçlar

y aratmasınının sebebi, bir kere ilmin insanlar taraf ından kabullenileme-mesi, göz ardı edilmesi. Bir kere sistem olarak dev letin buradaki y apılanmay ı v e kamunun yararını düşünmesi itibariy le burada olabilecek risklere karşı mutlaka önleminin alınmasının sağlanması, mutlaka insanların bu önlemleri alır hale gelmesini temin etme görev i, dev letin görev i. Müteahhit çalabilir f akat sizin ona iskan vermemeniz, ruhsat vermemeniz gerekir. Y ani devletin gücünü burada kulllanmanız gerekiy or. Y ani bu adam burada bunu y apacaktır. Y ani müteahhit ucuza y apmay a çalışacaktır. Bu müteahitin doğasıdır. Fakat senin de görev in onun içine girecek halkı korumak. Y ani onu korumak için mutlaka buranın denetiminin y apılıp, uy gun y apılıp y apılmadığını, buray a oturacak insanın sorumluluğunu hissederek, çok iy i test edip ona göre insanları oturtmak oray a. Dev letin bu konuda çok iy i organize olması gerekiyor. Konutu, barınma ihtiy acını karşılarken halkın güv enliğini sağlayacak barınma koşullarının oluşturulması konusunda dev letin bunu kaybetmemesi gerekiyor. Fakat, siyasi kay gılarla, oy kaygılarıy la her türlü şey e müsaade ediliy or.Benim enkazda çıkardığım eczacı bir müteahhitin kızıy dı. Y ani müte-

tavı r / kapak konusu / eylül '99 / sayı : 16

ahhit bunun bilincinde değil. Y ıkımın ne olacağının bilincinde değil ki, kendisi oturuy or. Y ani bilincinde olsa da gözardı etmiş. Dev letin buna engel olması gerekiy or. Hiç bir bina, hiç bir inşaat y apıldıktan sonra denetlenip ruhsat v erilirken duvarı kırılıp, kolonu kırılıp, bakılmıy or. Y ani ne kadar sağlam y apılmış diy e bir kay gı y ok. Çünkü bu bilince ulaşılmış değil. Belediy ecilikte bu bilince ulaşılmış değil. Ülke olarak, v atandaş olarak ta bu bilinçte değiliz. İşte ben birkaç kat daha atay ım, bir kaç kat daha atay ım deyip, y ani daha geçen hafta, depremde bir kaç haf ta önce, bir adam y ine çatıy ı kaldırmıştı. Kolonları dikip tekrar üst kata çıkıy ordu, tekrar üst kata çıkıy ordu. Sonuçta toplum olarak bu bilinçte değiliz. Peki tüm bu yaşananlardan ne gibi bir sonuç çıkarıyorsunuz? Şimdi ben daha önce Erzincan depremini y aşadım. Erzincan depreminde Erzincan'da çalışıy ordum. Orada bir deney imim oldu. Orada da büyük bir y ıkım oldu. Orada da büy ük sorunlar y aşandı. Şimdi bu işte denetim yok. Y ani primer görev devletin. Bunu çok iy i teşhih etmesi lazım. Bunu teşbih ederken belediy eye mi yetki v ermiş, belediyey i kontrol etmesi gerekiy or. •


can yı l d ı rı m

lerine taş basarak onlara son görev lerini Kamy ondan indirilen cesetdozerin açtığı kanalın y anına dizilmişti. Cesetlerin arasında kendi y akınlarını bulabilenler, y üreky erine getirmeye çalışıy orlardı. Orada bulunanların hepsi, kendi acısını karşısındakinin gözlerinde de görüy ordu. Birbirini tanıy an, tanımay an herkes birbirine sarılıy or, acılarını pay laşmay a çalışıy orlardı. Hiç kimsenin bu acıları tek basına y aşayacak gücü yoktu. Orta y aşlı bir adam depremde yitirdiği üç ev ladının cesedi başında diz çökmüş, başını ellerinin arasına almış düşünüy ordu. Başındaki v e vücudundaki sargılardan kendisinin de enkaz altından y aralı kurtulduğu anlaşılıy ordu. Ama o v ücudundaki acıları hissetmiy ordu bile. Biraz sonra y avrularıy la ebediyen v edalaşacak olmanın büy ük acısını v ücudunun tüm hücrelerinde hissediy ordu. Hele hele, üç canını böy le kef ensiz, tabut-suz, yüzlerce cesetle birlikte açılan bir çukura göndermek acısını daha da day anılmaz hale getiriy ordu. Depremin meydana geldiği o korkunç gecey i y aşıy ordu hala. Enkaz y ığını arasından nasıl kurtulabildiği-

Saatler ilerledikçe artık yav rularından ay rılma zamanının geldiğini anladı. Mezar niy etine açılan kanala yerleştirilen kef ensiz, tabutsuz cesetlerin üzerine toprak serecek dozerler çalışmaya başlamıştı. Oysa birkaç tavır / kapak konus u / eylül'99 / sayı: 16

sine iğrenç görünen bu makinay ı bir şimdi, bir de y ıllar önce kondusu y ıkılırken bulmuştu yanı başında. Artık oturduğu y erden kalkmalı v e harekete geçmeliydi. Y avrularım kendi elleriy le y erleştirdi çukura.


Sonra az ilerde üst üste istiflenmiş kireç torbalarından birini kucaklayarak çukura indirdi. Hemen yanı başında başkaları da aynı şeyi yaptı. Cesetlerin başında yalnızca bu korkunç sahneye tahammül edebilecek kadar güçlü olabilenler kalmıştı. Onlar sevdiklerini insan yüreğinin kabullenemeyeceği bu koşullarda toprağa vermeye hazırlanırken mezarlığın az ilerisindeki küçük tepede ise bu tabloyu yaşamasınlar diye uzaklaştırılan diğer yakınları birikmişti. Cesetlerin başındakiler artık son hazırlıkları yapmaya giriştiklerinde bu tepeden yükselen çığlıklar tüm mezarlığa yayılıyordu. Kısa bir an tepedeki insanlara baktıktan sonra kireç torbasının ağzını yırttı. Sonra en küçük oğlunun bulunduğu torbanın ağzını açtı. Henüz üç yaşını doldurmayan yavrusunun yüzündeki gülümsemeyi gördü. Ne kadar sarılmış koklamıştı ki onu daha. Küçücük yavrusunun duvarları çınlatan kahkahaları dinmesin deyip çalışmıştı gece gündüz demeden. Kanla servet yapan bir avuç sülük, koparmıştı gül kokulu yavrusunu ondan. Elini kireç torbasına daldırdı ve avucuna doldurduğu kireci yavrusunun minik bedeni üzerine serpiştirdi. Onu biraz daha seyredebilmek için yüzünü en sona bıraktı. Bir avuç

avucunda-ki kirece dikti. Yavrusunun üzerine serptiği kireç. Günler sonra deprem bölgesine ulaşan hükümetin kend i l e ri n e sunduğu tek yardım buydu işte. Bir torba kireç... Evet yitirdiği canlarının karşılığında bir torba kireç... Hükümet yetkililerinin televizyon ekranlarından "Depremzedelerin her türlü ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Hükümet ilk günden itibaren duruma hakimdir." sözlerini duyar gibi oldu. İçinden lanet okudu. Yavrusunun üzerine serptiği son bir avuç kireçten sonra torbanın ağzını kapattı. Ardından ikinci torbanın ağzını açtı. İlk çocuğuydu bu. Anasının adını vermişti O'na. Enkaz altındayken en son onun sesi ke silmişti. Günlerce yalvarmıştı babasına kendisini kurtarması için. Annesine en yakın tarafta da o vardı. Bir ara "Babacığım, annemin sesi gelmiyor artık. Ne olur çabuk ol." diye bağırmıştı. "Dayan yavrum geliyorum. Birazdan büyük makinalargelecek, alacağız sizi oradan." diye teselli etmeye çal ı şm ı şt ı yavrusunu. Gelen giden olmadı.O sa a t l e r i düşündükçe yüreğindeki yangının daha da alevlendiğini his-

daha aldı torbadan. Bir avuç daha... Bir avuç daha... Sonra biran gözlerini

tavı r / kapak konusu / eylül '99 / sayı : 16

setti. Yine eli kireç torbasına gidip gelirken artık dayanma gücünü de yavaş yavaş yitirmeye başladığını hissediyordu. İkinci torbanın da ağzını kapattı. Üçüncü torbadaki yavrusunun üzerine avuç avuç kireci serperken, artık onun yüzüne bakacak gücü bile kalmamıştı. Gözlerini yavrusunun yüzünden uzak tutmaya çalı şarak bitirdi işini. Sonra çukurdan dışarı çıktı ve yavrularının başına çökerek bildiği duaları okumaya başladı. Artık yavruları yoktu. Oysa neler kurardı kafasında onlar için. Yılların ezilmişliğine yavruları için katlanıyordu. Onlar büyüyecek ve kendilerine onurlu, namuslu bir hayat kuracaklardı. Babaları dişini tırnağına takarak büyüttüğü yavruları için elinden geleni yapmanın gönül rahatlığıyla yumacaktı hayata gözlerini. Oysa şimdi?.. Gürültüyle çalışmaya başlayan dozer mezarın öbür ucundan yan yana dizilen cesetlerin üzerine toprak örtmeye başlarken son bir kez baktı yavrularına. Günlerdir içinde biriktirdiği acı gözyaşı o l m u ş , ağarmaya dönen sakallarından aşağıya süzülüyordu . Henüz işi bitmemişti. Yeniden enkaz haline dönen evinin başına koşması gerekiyordu. "Merak etmeyin yavrularım" d e d i , "Annenizi de çıkaracağım oradan. Onu denize gömme lerine izin vermeyeceğim."


grup yo ru m

S

ekiz yıl aradan sonra, 22 Ağustos 1999 Pazar akşamı Adana merkezinde bir konser verdik, tam sekiz yıldır, Adana seyircisiyle Adana dışında bir yerlerde buluşuyor, türküler söylüyor, halaylar çekiyorduk. Geçen bu süre içinde de bir çok kez konser başvurusu yapmıştık ama her seferinde yasaklama kararıyla karşılaşmıştık. Sekiz yıllık hasretin bu yıl sona ereceğini öğrendiğimizde içimizi bir sevinç kapladı. Ama bu yıl bu sevincin üzerine öfkeden ve acıdan oluşan koca bir enkaz çöktü. Marmara depreminde ölen binlerce insanımızın acısı ve yaşıyla, so kaklarda yaşayan insanlarımızın yaşadığı sefaletle çıktık yola...

Bu konseri yapmak mı yapmamak mı? Hangisi daha doğrudur? Yola çıkmadan önce bunu tartıştık aramızda ve bu konseri bir anma konserine dönüştürmenin, aynı acıyı geçen yıl yaşamış bir bölgenin halkıyla deprem bölgesi arasında bir dayanışma köprüsü oluşturmanın daha anlamlı olacağına karar kıldık. 22 Ağustos akşamı olumluluklarının kuşkusuz ağır bastığı ama bazı olumsuzluklarının da bulunduğunu düşündüğümüz bir konser yaptık. Konser sonrası, hemen hiç bir konserimize yer vermemeye özen gösteren basın ve bir iki radyo bu habere hemen yer verdiler. Konserde, seyircilerle yaşadığımız bir gerginlik fikrinden hareketle

tavı r/ tartışma /eylül'99/ sayı : 16

sayfalarında yer vermişti basın. Eksik, gedik bilgilerle okuyucuyu yanlış bilgilendiren bu haberlerle ilgili dinleyicilerimize doğru bilgileri ulaştırmayı hedefledik. Bugüne dek neredeyse hiç bir konserimize yarım sayfa ayırmayan Özgür Bakış Gazetesi de bu konsere alışılmadık bir biçimde yarım sayfa ayırmıştı. İyi güzel de ne olmuştu da böyle yoğun bir ilgiyle karşılaşmıştı bu konser, bu gazete tarafından? Haberi okuyunca ilginin nedeni de anlaşılıyordu. Öyle bir haberdi ki bu, kalemi elimize almayı adeta zorunlu kılıyordu. Gazetenin bu uzunca haberinde doğru bir satar bulmak neredeyse im-


kansız. Haberi yazan kişinin bilgisizliği, sübjektivizmle birleşince karşımıza bir haber f aciası çıkıy or. Bakın haberin girişi nasıl? "En son sekiz yıl önce konser salonlarını türkülerle çınlattılar. Sonra yasaklı yıllar... Sekiz yıl boyunca Grup Yorum hiç bir yerde konser veremedi." Bu cümleleri y azabilmek için Grup Y orum'u hiç takip etmemek, hiç bilmemek gerekir. Gazetecilik meslek olarak bile bir sorumluluk işidir. Bir de bunun başına sıf atlar getirildiğinde, kendine "muhalif" bir misy on y üklendiğinde sorumluluk biraz daha artar. Ama bu haber daha başında böy le bir sorumluluğun olmadığının siny alini v eriyor. Çünkü Grup Y orum sekiz y ıldır çeşitli engellerle de karşılaşsa bir çok yerde konser v erebilmiştir. Sonra haber ilerliy or v e konseri, çeşitli y argılar koyarak anlatmaya başlıy or. Önce biz y aşananları v e neler düşündüğümüzü aktaralım. Sonra bir de Bakış'ın y azdıklarını görelim. Konserin başında, organizasyon adına sunucu kısa bir açış konuşması y aptı v e sey ircileri, depremde hay atını kay bedenler için saygı duruşuna çağırdı. Ev et, her zaman bağımsızlık, demokrasi v e sosyalizm mücadelesinde şehit düşenler anısına y apılırdı bu say gı duruşu. Ama bu sefer çok özel bir durum v ardı. Halk için katledilenlere değil; halka, katledilen halka yönelik saygı duruşu. Eğer halkın acıları anlaşılırsa, eğer niy e mücadele edildiği anlaşılırsa orada y apılanların mantığı da kav ranır. Ama bu say gı duruşu yarışırcasına sloganlara, şiirlere boğulursa orada zaten say gı duruşunun anlamı biter. Eskilerde bir gelenekti. Slogan saygı duruşundan sonra atılırdı. Şimdilerde ise herkes

birbiriy le y arışır gibi o bir dakikay ı slogana v e şiire boğuy or. Biz say gı duruşundan bunu anlamıy oruz. Ve bizim konserlerimizde ne zaman böyle bir şey y aşansa buna tepki v erdik, bundan sonra da v ereceğiz. Devrimcilik bir mücadele biçimi olduğu kadar, bir yaşam biçimidir de. Ve y aşam, eğitimdir. Biz, kitley e tepki göstermek adına y apmıy oruz bunu. Mücadeleye yeni katılan genç kuşaklara deney imimizi, bildiğimizi, geleneklerimizi de olanaklar ölçüsünde anlatmak için y apıy oruz bunu. Ama bazıları, başıbo zukluğu dev rimcilik olarak kav radıklarından, tereddütsüz bir biçimde tepki gösteriy orlar bize. Olsun! Biz her y erde her kesime, devrimciliğin sadece slogan y arışıy la ölçülmediğini bıkmadan anlatacağız. Peki Bakış Gazetesi ne diy or? Saygı duruşu sırasında bir kişinin kalkıp şiir okuduğunu v e bizim de "Her kafadan bir ses çıkıyor, saygı duruşu saygısızlık duruşuna çevrildi" dediğimizi y azıy or. Doğru değildir! Haberin bir çok bölümünde y azdığı gibi doğru y azılmamıştır. Bir kere o koca salonda bir kişi kalkıp şiir okuy acak, biz de bunu duy acağız v e rahatsız olacağız öy le mi? Ama sorun bu da değildir. Sorun biraz ahlakidir. Y ani meseleyi kendine göre yontma sorunudur. Biz konsere başlarken bu günün olgunluğuy la hareket etmemiz gerektiğini; her zaman bizim insanları halay a çağırdığımızı ama bu kez halkın y as tuttuğu bir günde halay çekmenin doğru olmay acağını belirttik ve çekilse bile oturdukları bölgede daha ağır bir şekilde halay çekilmesini istedik. Bu isteğimiz de salonun çoğunluğunca alkışlarla desteklendi. Ama bakıy oruz Bakış, insanların acılarını halay a dökmek istediklerini keşfetmiş. Dünya y ansa y ıkılsa umurumuzda olmadan halay çekelim öyle mi. Dev rimcilik sadece bu mu?

tavır /tartışma /eylül '99 /sayı: 16

Bunlarda y etmiyor Bakış'a. Bakın ne y apıy or? Güy a biz demişiz ki, "y ağlamalar var -aslı yağmalar olacak- önlem alacağını söyleyenler var, ne zaman alınacak?" Ve eleştiriy or Bakış. Diy or ki, "Çok da Yorumcuların alışık olmadığı bir tarzla eleştiriyorlar devlet erkanını." Dev let eleştirisi yapmak bilimsel bir çözümlemenin sonucudur. Bunu bizim v e Bakış'ın nasıl çözümlediği herkes taraf ından bilinir. Böy le olunca da aslı olmay an bir sözü bizim ağzımızda n çıkmış gibi haber y apıp eleştirmek Bakış'ın en son yapması gereken şey dir. Bunlar dürüst şeyler değildir. Çünkü 'demokratik cumhuriyet' tanımlamasını biz keşf etmedik, her koşulda barış ısrarını da biz y apmıy oruz. Onun için iktidara y önelik eleştirilerimizin niteliğinin de nerelere çekilmesi gerektiği gay et açıktır. Ve konser gelirimizi Kızılay 'a bağışlay acağımız gibi anlamsız, kay nağının neresi olduğu belli olmay an bölümle bitiyor haber. Söylediklerimizin dinlenmediğinin kanıtı böy lece bir kez daha ortay a çıkıy or. Biz böy le bir şey söy lemedik ama nasıl oldu da böy le anlaşıldı, y azıldı? Biz sadece Kızılay 'a konser salonunda y ardım standları açılabileceğini söy lemiştik. Çünkü bizim toplayacağımız y ardım, resmi izni olmadığı gerekçesiy le engellenebilirdi. Bu y üzden, en azından böy le bir dayanışmay ı hay ata geçirmey i düşündük ki, bu konudaki asıl girişim de konseri düzenley en Akan Prodüksiyon'a aittir. Y ani dostlar, halkın y aşadığı deprem acısından bile küçük siyasi çıkarlar güden, onun canıy la, yaşamıyla, acısıy la ilgilenmey en sadece devlet değil. □


ya se m i n ö zd em i r

Cumhuriyetin Kuruluşundan Yeni Sömürgecilik İlişkilerine ve Türkiye Aydınına Toplu Bir Bakış

c

umhuriy etin kurulmasının v e bağımsızlığ ın kazanılmasının ardından, kurtuluş sav aşına önderlik eden kemalist hareket, ülkede kalkınma hareketine girişir. Küçük burjuv a miliy etçi bakış açısı, kalkınma hareketine damgasını v urur. Her ne kadar, Kurtuluş Sav aşı esnasında v e sonrasında Sovyetler Birliği ile ilişki geliştirilmiş ve büy ük y ardımlar alınmışsa da, kapitalizm v e batıcılık kalkınma modeli olarak görülen v e benimsenen tek y oldur. Oysa kapitalizm kalkınmada kendine bir ortak kabul etmez. Y eni kalkınan bir ülke, dünya pazarındaki pay ın, daha da küçülmesi anlamına gelecektir ki, bu empery alist ülkelerin çıkarlarının bozulması demekir. Empery alist ülkeler, ilerlemeyi kendine saklay an v e dolay ısıy la diğer ülkeleri ezerek, sömürerek varlığını sürdüren, düny a pazarını kendine saklay an bir sistemi sürdürmektedir. Doğal olarak, geliştirilen teknoloji v e bilimsel buluşlar kendilerinin dışında kullanılamıy or, gelişmeler

onlara y arar sağlıy ordu. Kemalist iktidarın v e ay dınların benimsedikleri yol ise, kapitalist düny adaki gelişmeleri v e teknolojiyi almak, ülkede uygulamak gibi idealist, soy ut evrensel ilerleme düşüncesi gerçekleşemiy ordu. Keza ay dınların ekonominin toplumsal yaşam üzerindeki belirley ici etkisini gerektiği gibi görememeleri, kav rayamamaları, geleneksel düşünce y apısının etkileri; ekonomiy i, bir üsty apı gerçeği gibi görmeleri, tahlililerini de etkiliy or, doğru çözüm y olları bulmalarına engel oluy ordu. "Oysa yine aynı yıllarda, bazı komşu ülkelerde, kapitaliz min ve dolay ısıyla düny a egemenliğinin, yalnızca bir kül türün v e eğiti mi n sonuc u değil, bir ekonomik yapı sonuc u olduğu ve kapitalizmle, evrens el ilerleme

düşüncesi

için

de

dostç a

yaşanıl may acağı v e anc ak kök lü bir ekonomik ve toplumsal devri ml e başa çıkılabileceği, bilims el inc elemeler le ortay a konuluy ordu. Ama bunlar ithalatçı bilgi anlayışının değil, temele i nen yar atıcı fels efe ve ili m ç abal arının ürünüy dü. Yani sav aşın üs tte değil alttavı r/ aydı nlar / eylül'99 /sayı : 16

ta verilmesi gerektiğinin bilincine varılmıştı." II. Meşrutiy etten, cumhuriy ete, cumhuriy etten de y eni sömürgecilik ilişkileri içine girene kadar ay dınlarımızın genel durumu, sorunlara yüzey sel bakmaktan çok batıdan ithal edilen düşünceler v e kurumlarla sorunlara çözüm bulma y önündedir. Kısacası batı taklitçiliğinin ötesine geçilememiştir. Geçenler olmuştur ama bunlar bir elin parmaklarını aşamadığı gibi, onların akıbetleri de bellidir. Yeni Sömürgecilik İlişkilerine Girilmesinden Günümüze Aydının Durumu 1936 y ılı Kemalist, küçük burjuv a miliy etçi iktidarın ülkede mili burjuv a y aratma çabalarının dev let eliyle y ürütüldüğü y ıldır. Devlet, sanay i y atırımları ile ülkede, o güne kadar bir a v u ç azınlığın tekelinde olan v e bazı liman şehirlerinde bulunan sanay i işletmelerini, azınlıkların elinden alarak, y a da f arklı y ollarla elde ederek, zengin Türkler'e aktarmak-


Hikmet Kı vılcımlı

ta; burjuvazi yerine kendisi sanayi tesisleri kurarak, bu alanda öncülük etmektedir. Koşullar bu tarzda şekillendirilince, dönemin aydın hareketi de, gündemini sanayileşme ve burjuva kültür yaratma anlayışıyla doldurur. 1950'li yıllarsa, savaş sonrası yeniden şekillenmeye başlayan ve dünyanın büyük bir bölümünün so syalizmi benimsediği, emperyalist pazarların daraldığı; emperyalist ülke ekonomilerinin -ABD hariç- harap olduğu yıllardır. Bu dönem ABD emperyalizminin, dünya jandarmalığına soyunduğu ve diğer emperyalistlere, hamilik yaptığı yıllardır da aynı zamanda. Gerek ABD ve gerekse Avrupa emperyalistlerinin tahıl vb. ürünlere son derece ihtiyaç duyduğu bu yıllarda, emperyalizm, kendine bağlı ülkeleri tarım sektörüne kaydırmaya çalışır.Türkiye'nin de bir tarım ülkesi olması yanıyla, bu isteği karşılamaya dünden hazır olduğu muhakkak. Böylece, 1930'larda başlatılan sanayileşme hamlesi durdurulur. Koşullar böyle olunca, aydınlar da doğal olarak, kırsal alana yönelik politikalara öncelik veriyorlar, veri-

yorlar vermesine de, kırsal alanla bir türlü kültürel bütünlük sağlayamamışlardır. Geçmişten beri gelen halktan kopuk yapıları, bu kültürel bütünleşmeyi, tam anlamıyla engellemiştir; arabeskleşmiş-lerdir. Bir ayakları Avrupa'nın gelişmiş kültüründe dans ederken, bir ayakları kırda harman dalı oynamaya çalışıyordu. Ne birinden vazgeçebiliyorlar, ne de diğerinden. Ama ikisini de beceremiyorlardı. Girilen yeni sömürgecilik ilişkileriyle birlikte iktidar da el değiştiriyordu. O güne kadar iktidarda olan kemalist küçük burjuva sivil-asker kesim, bu ilişkilerle birlikte, iktidarı işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerine bırakıyorlar. Sol ve sol düşünceye zaten kapalı olan sistem, bu aşamadan sonra, dünün iktidarı kemalist küçük burjuva kesimlere de kapanıyor, kemalistler tüm iktidar nimetlerinden oluyorlardı. Daha birkaç yıl öncesi sol düşünür ve aydınlara kemalistlerin yaptığı baskı, zor, yıldırma hareketleri, tasfiyeler; bu kez iktidardaki işbirlikçilerin temsilcilerine hem sol düşünürlere ve hem de kemalistlere karşı yapılıyor. 1950'li yıllar bu tasfiye ve bu baskılara karşı mücadele ile geçiyor, döneme damgasını vuran bu mücadele oluyordu. 1960 yılı bu mücadelede son raddeye gelindiğini de gösterir. Ve 1961 askeri müdahalesiyle, ülkede küçük burjuva aydınların, daha çok da Genç Osmanlılar, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin mirasçılarının ağırlıkta olduğu miras aldıkları cuntacılıklarını gösterdikleri bir harekete tanık olunur. Kemalistler, son kozlarını oynayarak, tasfiyeyi durdurmaya çalışırtavı r / aydı nlar/ eylül '99 /sayı : 16

lar. 27 Mayıs hareketi bunun bir sonucudur. Harekete aydınlardan da destek gelir. Ve bu durum kısmi demokratik ortamın oluşmasını da yaratır. 1960Tı yıllara damgasını vuran; Yön Dergisi ve çevresinde topladığı bir aydın grup oluyor. Dünya sahnesinde "üçüncü dünya ülkeleri" denilen karışı k kümenin önde kalkınma ve planlamanın prestij listesinin başında olduğu, dış politikada bağımsızlığın onurlu sayılmasının yanında, dış yardım imkanlarının sağlandığı bir ortamda Yön Dergisi, bütün bu değerleri kemalizmde buluyordu. Bu bakışla kemalizme evrensel nitelikler kazandıracağına inanıyor, ideolojileştiriyorlardı. Aynı zamanda bu değerlerin savunulmasının ve yayılmasının, sosyalizme açılan bir kapı olduğunu düşünüyor, Sovyetler Birliği ile yakın dostluğun ve işbirliğinin geliştirilmesini istiyorlardı. Kısmi demokratik hakların kazanılması ve nispi demokratik ortam, marksizmi bir avuç aydının bilgi tekelinden çıkarıyor, artık kitleler marksist -leninist kitapları okuma olanağı buluyorlar. Geleneksel aydın, artık eskisi kadar ben merkezci davranamıyor, buna ortam yaratamıyor. Özellikle '65 seçimlerinde TİP'in 15 milletvekiliyle TBMM'ye girmesi, toplumsal muhalefeti burada temsil etmesi, geleneksel aydın karakterini, daha da geri plana itiyor. Bu gelişmelere ek olarak, sınıf mücadelesinin gelişmesi karşısında, egemen sınıfların ve emperyalizmin 12 Mart darbesiyle karşılık vermesi, açık faşizm koşulları, geleneksel aydınların, sesini, soluğunu kesiyor, üzerine bastığı toprağı, ayaklarının altından çekip alıyordu. Yine 60'h yıllar, Mısır'da Nasır milliyetçiliğinin, Cezayir'de kurtuluş mücadelesinin, Küba Devrimi'-nin ve diğer bir çok ülkede ulusal kurtuluş mücadelelerinin etkilerinin ağır bastığı yıllardır. Bu nedenle, an-tiemperyalist yaklaşım aydınlar


için, savunulması gereken bir değer olarak görülür. 12 Mart darbesi, kemalist kadronun, devlet kademelerinden ve bürokra si içinden tasfiyesini başarmışsa da 60'lı yılların sonlarında yükselen devrimci cephenin açtığı sınıf mücadelesini yok edememiştir. Devrimci cephenin mücadelesinin etkileri, '70'li yıllara damgasını vurmuştur. 12 Eylül 1980'e kadar ülkemizdeki aydın çeşitlemesini ve bir aydın tablosunu çıkarmamızın yeri gelmiştir. Çünkü 12 Eylül 1980 ve sonrasında aydın kavramı da değişikliğe uğramış; aydınlar bu aşamadan sonra daha belirgin olarak ya sistem içinde kalmayı ya da düzenle ilişkilerine yeni biçimler vermeyi tercih etmek zorunda kalmışlardır. Bu nedenle aydın tablosunu ve karakterini çıkartmakta fayda vardır. Biz, her ne kadar nüanslar taşıyan karakter tiplemelerinin sayısı farklı olsa da aydınları beş ana kategoride topladık. En belirgin özellikler, bu beş kategori içinde yer alıyordu. Diğerleri yazmaya çalışacağımız bu kategorilerden birinde ya da diğerinde yer aldıklarından ya da çok küçük ayrılıklar taşıdıklarından onlara yer vermedik. Buna göre; 1- Türkiye toplumunda, islam ideolojisinin etkinliğini koruması ve canlılığını sürdürmesi oranında, toplumda işlev görmeye devam eden, ilişkide oldukları sınıf ve katmanların ideolojik yalanlarına yön vermeyi sürdüren; devletin belli ölçülerde bürokratik-merkezci bir yapı verdiği dini aygıt içinde çalışmakla birlikte, geçmişin bir takım geleneklerini de yaşatmaya çalışan ilahiyatçı aydınlar vardır. -Abdurrahman Dilipak vb.2- Tanzimat ve Jön Türk hareketlerinden kaynaklanan, batılılaşmış devlet aydınlarıdır. Üniversiteler gibi devlet aygıtının çeşitli kolları, ayrıca çeşitli siyasi partilerde mevcudiyetlerini korumaktadırlar. -Uğur Mumcu vb3- Geleneksel Osmanlı uleması-

nın, genel tutumlarını benimseyen; daha çok serbest meslek gruplarını dolduran, neo-liberal nitelikli programları olan siyasi partilere destek veren aydınlardır. -Uğur Dündar vb.4- Kırsal kesimden gelen, genellikle en yükse k öğrenim düzeylerine erişme imkanından yoksun oldukları için, öteki aydın tabakalarında temsil edilen ve bürokratik nitelikli ideolojilerden etkilenenler. Kırsal nüfusun bütün kurumlarıyla Türkiye'de önemini koruduğu koşullarda, kö kenlerinden gelen farklı, ayrıca çeşitli radikal düşüncelere belli ölçülerde açık bir doğal formasyonları olanlardır? Genellikle kendi dolaysız çevrelerinin yerel egemenleriyle çatışmaya girebildikleri için, muhafazakar ideolojiyle uzlaşmayan küçük burjuva aydınlar. -Can Dündar, Yaşar Kemal vb5- Emperyalizm çağında, emeğin ve emekçinin sorunlarını, çözüm yollarını göstermeye çalışan; topluma, daha ileri bir yaşam için yalnızca kafasıyla değil, fiili olarak da mücadele içerisine girebilen; emekçi sınıfların yanında yeralan, onları savunan proleter aydınlar. - H. Kıvılcımlı vb.Karakter olarak özellikle ilk dört kategorideki aydınların en belirgin ve temel özelliği; hatta ortak diyebileceğimiz özelliği pratikte bürokratik kurumlar dışında geçimlerini sağlayabilecek konumda olmaları, bu nedenle de devlete yönelik eleştirilerinde temkinli davranmalarıdır. Radikal tavır almaktan kaçınmalarıdır. Aydın Tanımı Üzerine Çeşitleme Aydın... uzun uzun tartışılan ve fakat bir türlü tanımı netleştiril-

tavı r / aydı nlar / eylül '99 / sayı : 16

meyen kişi. Kapitalist topluma kadar devletin bir parçası ya da kendisi iken, kapitalizmle birlikte, kendisi bir sınıf olmasa da sınıflarla direkt bağları olan, toplumsal bir tabaka. Aydın üzerine çok şeyler yazılmış, söylenmiş. Ortak payda bir iki nokta dışında yakalanamamış. Kimi sınıflarüstü bir paye biçmiş, kimi sınıflar arasında arabulucu görevi üstlenmiş. Kısacası... hepsinin ortak özelliği, aydını kafasıyla düşünen ve topluma yön veren olarak görmeleri. Ancak hiçbirinde ne aydının sınıf karakteri ne bu değişim ve yön vermede takınacağı tavır belli değildir. Yine ortak olan diğer bir özellik aydının sınıflar üstündeki konumu. Gerçekten de aydın sınıflar üstü bir kişi midir? Şunu herkes bilir ki, her toplumsal sistem kendi ekonomik yapısına denk düşen, ekonomisine uygun bir kültür yaratmak zorundadır. Zorundadır çünkü, ekonomik yapısıyla uyuşamayan, ekonomisini bütünlemeyen bir kültür yaratıldığında, ekonomik yapıyı sürdürmekte güçleşir, hatta olanaksızlaşır. Feodal üretim ilişkilerinin hakim


olduğu f eodal toplumda sosyalist bir ideolojik kültürle donanmış insanların y aşay abileceğini söy lemek nasıl olanaklı değilse; kapitalist kültür v e ideolojiyle donanmış bir toplumda da f eodal üretimi gerçekleştirmek onu sürdürmek o denli olanaksızdır. Toplumun kültürel- ideolojik şekillenmesini y aratan ona yön v eren, o sistemde var olamamıştır. Y ine sınıf lı toplumların tümü, kendinden sonraki toplumsal sistemin üretim ilişkilerini bağrında taşıdığı gibi, onun kültürünün oluşmasına da zemin y aratmak durumunda kalmıştır. Ve her y eni toplum, bir önceki toplumun kültürü, ideolojisi ve ekonomik y apısı üzerinde y ükselirken, üzerinde y ükseldiği bu toplumsal sistemin ideolojisini-kültürünü ve ekonomik y apısını y ıkmıştır, y ok etmiştir. Y ıkıp-y ok etmenin bir yolu v ardır, y ok ettiği yapının y erine, kendi şekillenmesini koy mak. Hiçbir şey boşluk kabul etmez. Boşluk hemen doldurulur. Kapitalizm aşamasına kadar, daha önce de gördüğümüz gibi kültü-rüideolojiy i y aratan, o sistemlerin

bizzat dev let örgütlenmesinin bizzat içinde y er alan egemenlerdir. Kapitalist sistemde ise durum f arklılaşmıştır. Burjuv azi, y önetimde, devlet örgütlenmesinde, f eodaller y a da köleciler gibi, bizzat y er almamış, bürokrasiy i bir araç gibi kullanmıştır. Bu aracı kullanabilmesi için, belli bir kültüre ve bilgiy e sahip insanlara ihtiy acı v ardır. Doğal olarak, hem bürokrasiyi oluşturmak ve hem de y eni toplumsal sisteme uy um sağlay acak y eni insan tipini şekillendirmek amacıy la giriştiği çaba içerisinde aydınlar da bir toplumsal tabaka olarak ortay a çıkmıştır. Tüm toplumsal sistemler v e egemen sınıf lar, kendi aydınını y aratmak zorundadır. Y ine kapitalist toplumun bir f arklılığı da, diğer toplumsal sistemlerde olmay an bu aydın tabakay ı ay rı bir toplumsal kurum olarak bağrında taşımasıdır. Çağmızda Aydının Rolü Buray a kadar yazdıklarımızdan şöy le bir sonuç çıkarabiliriz; ay dınlar, kendileri bir sınıf olmamakla birlikte, o toplumsal sistemin daha ileri gitmesi ve bozuklukların giderilmesinde önemli roller üstlenen bir toplumsal tabaka niteliği taşırlar. Y ani, sınıf lar üstü bir varlık değildirler. Sınıf lar üstü bir v arlık olmadıkları gibi, toplum dinamiklerini daha ileriye götürme çabası içinde olmalarından dolay ı, tutuculaşan v e çıkarlarına koruma amacıy la hareket eden egemen sınıflarla çatışma içinde olan, bir ileri toplumsal sistemin kültürünü v e y eni insan tipini yaratma görev ini y ükümlenen y ine bu nedenle de ezilen sınıf ların y anında olması gereken kişidir. Bilgi, bilgiy i edinen kişinin kaf asının içinde

tavır / aydınlar / eylül '99 / s ayı: 16

kaldığı başkalarıyla paylaşılmadığı v e topluma maledilmediğinde, bilgi olma niteliğini kazanamaz. Ay dının da durumu böy ledir. Ay dın edindiği bilgi birikimi ışığında düzenin olumsuzluklarını, y anlış y anlarını göstermediği, kendinde sakladığı v e insanların daha ileri bir y aşam biçimine ulaşmasına önay ak olmadığı, onları y önlendirmediği, bilgisiy le karanlıkları ay dınlatmadığı sürece, ay dın olma niteliğini kay beder. Edindiği bilgi birikimiy le, kendisine toplum taraf ından ya da belirli bir zümre taraf ından entelektüel-ay dın sıf atı y akıştırabilir. Ancak bu niteleme, sıf at olmanın ötesine gidemez. Y alnızca kişinin ön adı gibi, bir sıf at olma özelliği gösterir, o kadar. Ay dının belli bir sınıf olmamakla birlikte, tüm sınıf ve katmanlarla ilişkide olduğunu, çağımızda ay dın olma niteliğini kazanabilmesinin y olunun da , daha ileri bir toplumsal sistemin öngörücüsü olması gerektiğini; keza daha ileri bir toplumsal sistemi y aratacak olan, bugünün ezilenlerinin y anında yer alması gerektiğini, buraya kadar ki incelememizde görmüştük. Peki y alnızca ezilenlerin y arımda y er alması y eterli mi? Y ani yalnızca y eni bir ideolojikültür y aratma çabası, ezilenlerin, bu durumlarından kurtulabilmelerinde kaf asını çalıştıracak, yalnızca sözcü olması y eterli mi? Kimi ay dınlara göre y eterli? Kimi çev relere göre, kafasıy la çalışan v e eleştiren olarak gösterilir ay dın. Bu tanıma göre bakacak olursak, yeterli görmemiz gerekir. Ama bize göre yeterli değildir. Neden y eterli değil öyley se? Ay dını y alnızca kaf asıy la çalışan olarak tanımlamak, aslında haksızlık etmektir. Bu biçim bir tanımlamayla denilmek istenen, "O, bileğinin gücüy le değil, kafasıy la sav aşır. Onun silahları kişisel niteliği, kişisel bilgisi, kişisel y etenekleri, kişisel inançlarıdır. Her hangi bir mev kiye ancak kendi kişisel niteliğiyle erişebilir. Bu y üzden bireyselliğin en özgür dav ra-


Uğur Mumcu

nışı, ona başarılı faaliyetin başlıca ko şulu olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olmaya ancak zorlukla katlanması, yalnızca zorunluluktan gelir, eğiliminden değil. Disiplin gereği seçkin kafalar için değil, sadece yığınlar için kabul eder. Ve kuşkusuz "kendini birinciler arasında sayar" düşüncesidir. Yani kafasıyla çalışmayı ve sözcülüğü, aydın olmakla bir görenler, as----da yeni toplumsal düzenin yaratılmasında, ezilenlere öncülük rolünde, ezilenlerle birlikte hareket emekten kaçınmanın teorisidir. Kaçmak yeğlenir; çünkü aydının sözleriyle eylemlerinin bir olması, en bilinçsiz insan tarafından bile gözlenecektir. Bu gözlem, aydının laf ebesi olma özelliğini öne çıkarırken, pratikten kopukluğunu da ortaya serecektir. Pratikten kopukluk onu doğallığın--a halktan da koparacaktır. Aydının halktan kopması, onun halkla hareket etmesi halinde uymak zorunda kalacağı disiplini ve örgütlü olma gerekliliğini de böylece ortadan kaldıracaktır. Bunun elbette düzenle bağını tam koparmamış, koparmakta istemeyen aydın için, buk faydaları vardır. Hem örgütlü olmaktan, hem örgüt disiplininden, hem mevcut düzeninin olası belalarından, uzak tutacaktır aydını. Yani bedel ödemeyecektir. Asıl meselede buradadır zaten. Aydını kafasıyla çalışan ve ezilenlerin sözcülüğünü yapmakla yeterli bir tip olarak gösterenler, aslında kendi korkularını, özlemlerini ve statükolarını korumak istemektedirler. Çünkü onlar, kendileri için değil, kitleler için disiplin ister. Bedel ödenecekse o bedeli başkaları ödemeli--- Üstelik mevcut sistemle bağları kopmamalıdır ki, başına türlü belalar gelmesin, ekonomik ya da farklı sı kıntılarla karşılaşmasınlar. Bir sosyal sınıf kategorisinden ayrı olmalarına karşın, toplumdaki sınıflarla kopmaz bağlara sahip olan aydın oynadığı rol gereği ve varlık şartıyla da, sınıflar karşı sında aldığı

tavra göre belirlenir. Defalarca belirttik; aydınlar toplumlar içinde, daima yükselen, daha ileri bir toplumsal sistemi yaratacak olan sınıfların sözcüleri olmak zorundadırlar. Her toplum kendi ideolojisi-nikültürünü yaratırken, beraberinde kendi alternatifi olan sistemin ideolojik-kültürel yapısını da yaratırlar. İşte bu yaratıyı gerçekleştirenler ise aydınlardır. Sistemi yaratan aydınlar, sistemin yerleşmesi ve artık yaşayan bir düzen haline gelmesiyle beraber gericileşirler. Bu mevcut sistem içinde var olan ve düzene alternatif olma özelliği gösteren sınıf ve toplumsal sistemi benimseyen, onun idelojik kültürünü yaratanlar geliştirenler ise gerçek aydın olma özelliğini gösterenlerdir. Bunca tartışmanın ve aydın tanımının farklı açıklanmasının odağında işte bu gerçekler yatmaktadır. Ancak bunun temelinde yatan gerçekleri gözardı etmemekte gerekmektedir. Dışa bağımlı bir kapitalizmin geliştirilmesi ve buna bağlı olarak burjuva sınıfın kendi ideoloisini yaratarak, peşine bir halk hareketi katarak feodallerle hesaplaşmaya girememesi aydınların bizzat devlet eliyle aydınlaştırılması, batı kültürüyle yetişen aydının halka dayanamaması ve yabancılışması kendi dışındaki güçlerde dayanak aramasını getirmiştir. Bu da mevcut düzenle bağlarını sürdürmelerine neden olmuş, bu bağların koparılarak, özgürleşmenin sağlanmasını engellemiştir. Bütün bu saydığımız nedenler, aydınların ilerici misyonlarını yitirmelerinde de belirleyici bir etkendir. Aydınlar bu misyonlarını yitirdikçe, daha çok bireyleşmeyi, daha çok arayışı, daha çok sorgulamayı

kurtuluş olarak görmüş; kaypaklaşmış, korkaklaşmıştır. Düşünün, cumhuriyetin kurulmasından sonra, bütün baskılara ve güçlüklere karşın ayakta kalan ve yılmadan, ödün vermeden düşüncelerini ve tavrını sergileyen büyük şair Nazım Hikmet'ten başka kaç kişi söylenebilir? Ya da Doktor Hikmet Kıvılcımlının uğradığı bütün o baskılar, hapisler karşısında kaç aydın ayakta kalmıştır? Ya da Behice Boran... Düşüncelerini eleştirebilir, yanlış bulabiliriz ama, ülkemizde yaşamlarıyla, gerçek aydın olmayı başaran kaç ki şiyi sayabiliriz ki? 12 Mart ve 12 Eylül faşist cunta dönemleri, aydınlarımızın bu zavallı fakat gerçek yanını ortaya çıkarmıştır. Bugün bile hala egemen sınıfların akıl hocalığına soyunarak kendi paçasını kurtarma çabaları, aydınlarımız arasında revaçta olan tavırlardandır. Elbette bu dönek, gericileşmiş aydınlarımızın yanında, mücadelenin öne çıkardığı aydınlarımız da vardır ki, bunlara saygı duyulmaktadır. • -sürecek-

tavır/aydınlar/eylül'99/sayı: 16


m e h m e t se vi n ç

Memedasger'e Mektup Memedasger... yeşil yeşil allı pullu urbalar giyer kafasında renk renk bereler seni her yere, hep öne sürerler memedasger vatan kurtaracak ama memedasger vatan nedir bilmiyor ki... memedasger yara saracak ama kurşun yara sarmıyor ki en büyük memedasger her şey vatan için der, der de halkına karşı kin besler alim allah eline verseler yola getir ir hepiciğini memedasger, deprem oldu deprem memedasger, saldılar onu cemselerle indiler cemselerden, sonra kol kol dizildiler sırtını dönüp y ıkıntıya bariyer oldular. memedasgerin elinde tüfek bir de duruşu var ki breh breh -Sanırs ın dünyaya hükmedecek-çapraz tüfek, açık bacak, dimdik baş, çekik kar ın ve ilerde göğüsler emer ikanvari sağa kayık kepler hele o gözler "güç bende" diyor "güç bende hani" diyor "hani bana yan bakan" emer ikan tüfek elinde, kütüklükte kurşun cop sallanır belinde hani memedasger hani kaz ma, hani kürek nerde? olsun, o can kurtaracak gene de memedasger, yara saracaksın

can kurtaracaksın kurşun yara sarar mı? namlu kazma, dipçik tüfek olur mu? sen göçük kaldıracaks ın yara saracaksın halkım diyeceksin, halkım... ama söylememişlerdir sana senin de halktan olduğunu damarındaki kanı bu halkın verdiğini ve elindeki namlunun içindeki kurşunun bu halkın alınterinden çalındığını söylemediler değil mi? öyleyse dinle beni, aç gözünü bak memedasger bu ana hani şu dizinin dibinde ölü yavrusu kucağında diriltecekmiş gibi uğunup ağıtlı ninniler söylüyor inanamıyor öldüğüne senin anan var mı memedasger? senin çocuğun oldu mu? oldu da göçük altında kaldı mı? kaldı da senin çocuğun öldü mü? bak bu çocuk memedasger, ana diye ağlıyor ana diye

tavır / şiir / eylül'99 / sayı: 16


oysa anasız kaldığını henüz bilmiyor sen hiç anasız kaldın mı? ya babasız? işte bir yazı duvar dibine bırakılmış "ölürsen ölürüm" diyor ölme ölürü m yar senin yarin memedasger, oldu mu? oldu da öldü mü? sevebildin mi memedasger? sen hiç sevildin mi? yaşın daha çocuk vatan nasıl sevilir memedasger? düşündün mü vatan nasıl sevilir?

yurdumuzda vatan satıcılar yasa mı dedin hay hay seçimde oy halk kımıldadığında vay vay diyenlerdir ve onların secde kıldığı altınc ı filolar düş man dün altmış dokuzdu, bugün doksan dokuz dün denize döktük yüzsüzler gene geldi bu kez yardım diye inandın mı memedasger? inanma onlar ın sardığı yara onmaz onlar ın gittiği toprak çöl olur onlar ın dokunduğu kavrulur kül olur onlar ın neşteri hançerdir yaraya onlar ın merhemi kurt döker ağudur yaralıya inanma memedasger inanma onlar ın dostluğu yoktur anadoluya onlar düşmandır uşağı olmayan dünyalıya onlar gittikleri yere kurşun eker gittikleri yere bomba döker

yavrum memedasger yalan söylüyorlar sana "gemisini kurtaran kaptan" diyen yalan söylüyor sana her koyunun kendi bacağından as ılacağını söyleyen "dedesi koruk yer, torununun dişi kamaşır" der bu halk sana yalan söylüyor bu kendinden olmayan kefen biçiciler bu, seni cepheye salar gibi eline tüfek verip can kurtarmaya salanlar vatan nasıl sevilir memedasger? aç gözünü memedasger uyan uyan memedasger, uyan deprem olmuş, yıkım olmuş yüreğim göçük altında kalmış, kader diyorlar onlar işte seni kazma kürekle değil, dişle tırnakla değil halk için atan yürekle değil namlularla dipçikler le kurşunlarla memedasger yani benim, onun, ötekinin babası, dedesi, dedesinin babas ı başta sarık, ayakta çar ık damakları susuz toprak gibi yarık ve su diye kendi kanını içip karın doyurmak için savaştı bu topraklarda düşmanla düşmanla dedim duydun mu? ama o düş man şimdi koynumuzda memedasger

ve onlar gittikleri yerde kan içerler, zulüm toplarlar inanma o namussuzlara memedasger, kanma yavrum memedasger bak toprakta iniltiler bak göçük altında bizimkiler hayat verecek bir el bekler aç gözünü, bu yara seni deli eder yoksa bu yangın seni de kül eder bırak elinden o tüfeği göçükte azrail değil sahtekarlar can alıyor bak tut bir taşın ucundan kaldır bir kalıbı yerinden vatan kışlada ranza sınırda siper değil memedasger vatan durduğun, yer güldür me beni kendine sonra duyan ne der vatan, onurdur memedasger vatan namus dön yüzünü memedasger namusun şimdi göçük altında yaralı yatar

tavır / şiir / eylül'99 / sayı: 16


m u r a t gök

av i bir atlası andıran göky üzünü adeta delmek istermişçesine dimdik y ükselen bu beton y ığını İstanbul'un en y üksek gökdelenlerindendi. Ve tabi ki ay nı zamanda en kibirli, en kendini beğenmiş, en saldırgan olanıy dı da. Ay aklarının altında uzay ıp giden iriliuf aklı y üzbinlerce bina bulunuy ordu. Gün boy unca bu binalara tepeden v e kurumlu bakışlar f ırlatır, adeta çatlay acakmışcasına kasım kasım kasılırdı. Hele ki şu minnacık gecekondular y ok mu onlarla dalga geçmek, onları aşağılamak, horlamak kadar hiçbir şeyden zevk almıy ordu. Her sabah gözlerini açar açmaz ilk iş olarak sataşacak bir kondu seçerdi kendine. "Hey Alibeyköylü, hadi kalk bakalım uyuşuk! Seni gidi pis uykucu, seni. Zaten me mleket sizin gibi yan gelip yatan, hep hazıra bakan uykucular yüzünden bu hale gel medi mi?" Oy sa Alibeyköy'deki gecekondularda yaşayanlar daha sabahın köründe kalkar, elinde av ucunda varsa bir şey ler onlarla açlığını bastırır v e sonra da daha gün ışımadan her biri bir taraf a çalışmay a giderdi. Zaten heybetli gökdelenleri f abrikaları, sokakları uy andıranlar da hep bu gecekondularda y aşay an insanlardı. Bu mahalleler olmasaydı, bu gecekondular olmasay dı acaba ne olurdu gökdelenlerin halleri. Bu ukala v e kendinden başka hiçkimsey i beğenmeyen gökdelen başka bir gün de başka bir semtten, başka bir konduy u kestirdi gözüne. Nurtepeli'nin kireçten sıv ası dö-

M

külmey e y üz tutmuştu. Aceleyle y apılan ev in duvarındaki çatlaktan ipince bir ışık dışarıy a sızıy ordu. "Hey Nurtepe'li, ulan suratsız o yüzündeki boyanın hali ne öyle? Tarihi esere dönmüşsün mübarek. Zevk yok ki adamda. Allanın kirecini ıslatıp ıslatıp boya diye sürmüş suratına. Ya benim boyalarım renkleri m. Renklerdeki şu uyuma, şu ahenge bak. Picasso bile bu uyumu tutturamaz alimallah. Tabi ya. Sen nereden bileceksin Picasso'yu, nereden bileceksin uyumu ahengi." Doğruy du. Nurtepe'li gecekondu Picasso'yu bilmezdi, ama ne garip ki bu gökdelenlerin boyasını da sıv asını da Picasso'dan, renkten uy umdan anlamay an insanlar y apardı hep. Harcından da inşa-asından da burnu hep hav ada olan bu gökdelenlerin beğenmey ip horladığı konduluların emeği, büy ük alın-teri v ardı. Ama o bütün bunları görmez, akşama kadar onunla bununla uğraşırdı. Bir keresinde de Armutlulu bir işçinin kondusuna musallat olmuştu. Armutlu konduları onun en f azla canını sıkan, moralini bozan kondular-dandı. Armutlulu kondular küçücük boy larına bakmadan y ıllardan beri y ıkım ekiplerine karşı, polislere karşı inatla direniyorlardı. Bazen içlerinde tek tük y ıkılanlar da oluy ordu ama, onlar da daha ekipler gidergitmez bir araya gelen mahalle halkı taraf ından kısa sürede tekrar ay ağa kaldırılıy ordu. Bu ukala gökdelene en çok da bu dokunuy ordu. Bunun için de Armutlu konduları en çok uğraştığı konduların başında geliy ordu. "Hey tavır / öykü /eylül'99/ sayı: 16

Armutlu'nun bacaksızları! Ulan anaşistler gene sessiz sessiz ne dolaplar çeviriyorsunuz? Neydi o geçen günkü haliniz? Siz kendinizi ne san ıyorsunuz allah aşkına? Sizin etiniz ne ki devlete karşı geliyorsunuz? Devlet istese sizi yıkamaz mı sanıyorsunuz? Peeh zavallı bacaksızlar. En küçük bir depremde bile olduğu yere yığılan siz değil misiniz? Şi mdi kalkmış hangi cesaretle, neyinize güvenerek böyle efelenirsiniz." İşte böyle sürüp giderdi bu gökdelenin ukalalıkları. Bir gün Nurtepe ile bir gün Armutlu, Gazi, Okmey danı ile uğraşır dururdu. Armutlu'nun, Gazi'nin, Nurtepe'nin konduları ise onun bu sözlerine karşılık "konuş bakalım, elbet bizi m de günü mü z gelecek." derlerdi sadece. Öfkelerini damla damla içlerinde biriktirirlerdi. Ama öy le günler olurdu ki, damla damla içlerinde biriktirdikleri öfke artık sığ-may ıp taşmay a başlay ınca o zaman kondulardan çıkan binlerce can sokaklara dökülür, mey danlar öfke seline dönerdi. Bu öfke selinin y önü ise hiç şaşmaz, her zaman gökdelenlere doğru olurdu. İşte o zaman bizim ukala kendini beğenmiş gökdelenin gerçek y üzü ortay a çıkardı. Koca beton y ığını binlerce kondulunun rap rap diy e y aklaşan ayak seslerini duydukça korkusundan zangır zangır titrer, onu görmesinler diye öv e öv e bitiremediği o rengarenk cafcaflı ışıklarının hepsini söndürürdü. Gece rüyasında da zaman zaman y erle bir olmuş gökdelen görüntüleri görürdü. □


n e sri n t a şç ı

Emekçi Sovyet halkları, 1917 y ılının 17 Ekim'inde kışlık saray ı ele geçirdiklerinde o uçsuz-bucaksız Sovyet topraklarının üzerinde y eni bir şaf ak söktü. Kokuşan, çürüy en çarlık düzeni, tarihin tozlu sayf alarına gö-müldü. 150 mily on insan yeni, y epyeni bir ufka çevirmişti başını. Kimi öfkeli, kimi şaşkın, kimi mahcup, kimi coşkulu... Okuma-y azma bilmemezlik, cahillik y oktu, onları bekley en gelecekte. Sömürü y oktu. Bolluk hep beraber olduğu gibi, açlıkta hep beraberdi. Ulusal baskı y oktu, ulus v e milliyetler özgür v e kardeşçe birarada y aşayabilecekti... Ve Paris Komünü'nden sonra ilkti emekçi halkların iktidarı. Bu y üzden empery alist devletlerin baş düşmanıy dı. Bu y üzden onlarca y ıl, mily onlarca insanın kanı-canı pahasına korundu. Onlarca y ıl büyük bir özv eri v e kararlılıkla y aşatıldı. Emekçi halklar onlarca y ıl büy ük bir çabay la, öv ünç v e gururla sahiplenilecek, Lenin'in, Stalin'in usta elleriy le biçimlenmiş büyük bir eser y arattılar...

Devrimin İlk Yılları ve Eğitimde

Devrim İktidarın ele geçirilmesiy le birlikte emekçi halklar, çok zor koşular altında y eni y aşamı örgütleme işine giriştiler. Y eni iktidarın önünde dağ gibi sorunlar v ardı. Savaşın y arattığı v e giderek artan y ıkım, empery alist dev letlerin, karşı dev rimci "bey az ordu"nun saldırıla rı, ekonomik zorluklar, ülkenin dört bir yanında y aşanan kıtlıklar... Tüm bu zorluklar karşısında Sovyet iktidarının ay akta kalmasının tek koşulu, Sovyet halklarının sosy alizmi sahiplenmesi ve sosyalist bilinçle donanmasıdır. Bu da, büy ük bir çoğunluğu okuma-y azma bilmeyen, cahillikle boğuşan, onlarca ulus v e milliy etten oluşmuş bir halkın, eğitilmesi v e y eni bir kültürle, sosyalist kültürle donatılmasıy la mümkündür. Lenin, bu tabloy u ve devrimin ilk y ıllarında y apılanları, Clara Zetkin ile y aptığı bir söyleşide şöyle ifade ediyor: "Dev gibi duruyor karşımızda, bizi m tarafımızdan uyandırılan ve teşvik edilen, işçilerin ve köylülerin eğitime ve kültüre duydukları ihtiyaç. Sadece Pet-

tavı r / enternasyonalizm / eylül'99 / sayı : 16

rograd ve Moskova'da değil, sanayi merkezlerinde, dışarıda da, köylere kadar. Ve biz fakir bir halkız, çok fakir bir halkız. İstesek de istemesek de, yaşlıların çoğunluğu kültürel olarak mirassızl aştırıl mış kurbanlar durumunda. Elbette analfabetizme (alf abesi olmay an halklar kastediliy or-bn) karşı gerçekten güçlü bir haçlı seferi yürütüyoruz. Büyük ve küçük şehirlerde, köylerde, kütüphaneler ve 'okuma çadırları kuruyoruz. Her çeşit kurslar organize ediyoruz. İyi tiyatro oyunları ve konserler düzenliyoruz, bütün ülkeye 'eğitim trenleri' ve seyyar sergiler gönderiyoruz. A ma dediği m gi bi; en temel eğitimden, en ilkel kültürden yoksun olan milyonlar (1) için ne ki bu!" Gerçekten de, çarlık döneminde kör bir cehalete mahkum edilen halkların eğitilmesi için o zamana kadar y apılanlar, daha sonra yapılacak olanların y anında dev ede kulak bile değildir. Söz konusu olan yüz el-liy e y akın dil konuşan, y ine y üzün üzerinde ulus v e miliy etten oluşan 150 mily on insanın eğitilmesi, sosy a-


lizm bilincini kazanmasıdır. Lenin'in "Avrupa'da (...) halk kitlelerinin eğitim, kültür ve bilgiden bu kadar yoksun bulunduğu, bu kadar vahşi bir ülke daha gösterilemez."(2) dediği Çarlık Rusy ası'nda, 1914 y ılında oku-may azma bilmeyenlerin oranı % 75'tir. Bu oran kadınlarda % 85'e, kırsal alanda % 90'a, hatta kimi bölgelerde % 98'e kadar y ükselmektedir. Y ine kimi kay naklarda, 1906 Rus basınında, Rusya'da okumay azma öğrenmenin o dönemdeki mevcut temposuy la devam etmesi halinde, genel okuma-y azma bilirlik için erkeklere 180, kadınlara ise 280 y ıldan f azla zaman gerektiğinin ifade edildiği belirtilmektedir. Her şey den önce okuma-y azma bilmey enlerin okuma-yazma öğrenmesi, Stalin'in dey imiyle "muhallebi çocuklarının tekelinde" olan okulların y aygınlaştırılması, emekçi halkı kucaklay acak bir niteliğe kav uşturulması gerekmektedir. Dev rimle birlikte büy ük bir okumay azma seferberliği başlatılır. Gözleri bantlı, uçurumun kıy ısında duran bir mujiği (Rus köy lüsü) gösteren resim ile altında y azılı olan "oku ma-yazma bilmeyen kör gibidir" sözlerinin y eraldığı af iş, halkı eğitim seferberliğine katmak için af işlere kadar uzanan kampany anın küçük parçalarından biridir. Y eni kültürün yaratılması v e halkın eğitilmesi için yapılan çalışmalarda şiir, öykü, roman, resim, af iş, sinema, tiyatro gibi sanatsal f aaliyetler de etkin bir şekilde kullanılır. Sovyet eğitimci Anton Semy ono-viç Makarenko, "Yaşam Yolu" adlı romanında, sanatı eğitimde nasıl bir araç olarak kullandıklarını şöyle anlatıy or: "Oyuncusu bol olan oyunları seçmeye çalışıyorduk; çünkü çocukların büyük bir çoğunluğu oynamak istiyordu. Ayrıca sahnede doğal davranma yetisine sahip kişilerin sayısını bir an önce artırmak çabasındaydık. Tiyatroya çok önem veriyordum; çünkü çocuklar bu yolla konuşmaların ı büyük ölçüde düzeltmişler, dil-

lerini geliştirmişler, ufuklarını genişletmişlerdi."(3) Dev rimden sonra ilköğretim zorunlu hale getirilmişti. Çocuk bakım ve eğitimi dev letin güvencesi altına alınmış, çok say ıda kreş ve çocuk yuv ası açılmıştı. "... ama bunun dışında, okul çocukları için bütün gün süren okullar, hafta sonu ve okul sonrası için çocuk kulüpleri ve çocukların boş zamanlarını spor ve kültürel faaliyetlerle geçirebilecekleri merkezler, okul tatilleri için çocuk kampları, çocuklar için danışma merkezleri vs. (4) vs. de mevcuttu." Yürütülen yoğun çalışmalar sonucunda 1926 yılında Sovyetler Birliği'nde okuma-yazma bilenlerin oranı % 51'e, 1939 yılında % 81.2'ye yükseltildi. Bu yıllar arasında yaklaşık 60 milyon kişi okuma-yazma öğrendi. Okul öncesi eğitim gören çocukların sayısı 1929 yılında 838 bin iken, 1933'te bu sayı 5 milyon 917 bine ulaştı. 1939 yılında ilk, orta ve yüksek öğrenimde eğitim gören öğrencilerin sayısı 26 milyon 419 bine çıktı. Bu rakam 1940 yılında 47.6 milyona ulaştı. Aynı tarihte kreş ve anaokullarının sayısı ise 2 milyondu. Devrimden önce yüksek okul sayısı genel olarak 91 üniversiteyken, bu sayı 1933 yılında 600'e çıkmış, 1929 yılında 207 bin olan yüksek öğrenimdeki öğrenci sayısı ise 491 bine yükselmişti. Diğer yandan Sovyetler Birliği'nde yaşayan yüzün üzerindeki ulus ve milliyetin pek çoğunun kendi alfabelerini oluşturma ve anadilde eğitim yapma olanakları sağlandı. 1931 yılında 70 dilde genel öğretim yapılmaktaydı. Bu dillerin otuzunun alfabeleri devrimden sonra bilimsel bir çabayla oluşturulmuştu. Daha sonraki yıllarda Sovyetler Birliği'nde Rusça'nın dışında onbeş resmi dil konuşulurken, 45 dilde gazete, 44 dilde televizyon, 67 dilde radyo yayını yapılmaya başlanmıştı. Rakamlarda da görüldüğü gibi tavı r / enternasyonalizm / eylül'99 / sayı : 16

dev rimden sonra, Çarlık düzeninde kendini hemen hiçbir şekilde ifade edemey en halklar, dev rimle birlikte anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere kendi dillerini özgürce kullanma hakkına sahip oldular. Bu, ezilen ulus ve milliy etlerin devrimden sonra elde ettikleri ulusal kazanımların if adesi olduğu gibi, çok uluslu bir toplumda halkların nasıl kardeşçe y aşay abileceğini de somutlamaktay-dı. Devrime Taşınan Halkçı Gerçekçi Gelenek Ve Ekim Devrimi Sonrası Kültür-Sanat Politikası Ekim Devrimi'nden çok önce, daha 19. y üzy ılda Rusya'da sanat v e edebiyat alanında halkçı-sosy alist bir gelenek, zengin bir miras y aratılmıştır. Klasik Rus edebiy atı, çürümeyle, kapitalist gelişmenin iç içe yaşandığı çarlık düzeninin içerisinde, emekçi halkları açlığa v e sef alete mahkum eden çarlık düzeninim eleştirerek; yeni bir düzen aray ışını işleyerek düny a edebiy atının ön sıralarına y erleşmişti. Bu dönemin başta gelen isimleri olan Puşkin, Gogol, Lerman-tov, Turgany ev, Tolstoy, Dostoyevski, Çehov , Çernişevski genel olarak eserlerinde toplumsal gerçekleri işlemişlerdir. Bu durum diğer sanat dalları için de geçerlidir. Örneğin Glin-ka, Rimsk-Korsakov, Çay kovski gibi müziğin önemli isimleri de bu dönemde önemli eserler v ermişlerdir. 1899 y ılında RSDİP'le (Rusy a Sosyal Demokrat İşçi Partisi) tanışan Gorki ise, toplumsal gerçekler üzerinde şekillenen bu halkçı-sosy alist geleneği devrime taşıy anların başında gelir. Ekim Dev rimi, sanat ve edebiyat alanında büy ük bir sarsıntı y arattı. Halkı cahillik batağından kurtarmak için düzenlenen eğitim sef erberliklerinde sanat ve edebiyat önemli bir misyon y üklenmiştir. Sanat ve edebiyat, kitlelerin eğitilmesi, y eni bir kültürle donatılması için gerekli olan temel araçların başında gelmektedir. Dev rimin ilk y ılarında sanatın v e


edebiy atın bu işlevi bizzat Lenin taraf ından öne çıkarılmıştır. Sanatın hemen bütün kollarında y eni kurumlar oluşturulmuş, sanatçı, yazar v e ay dınlar için büyük olanaklar y aratılmıştır. "Sanatın bizi mki gibi çok büyük bir nüfusun içinden birkaç yüz hatta birkaç bin kişiye kazandırdıkları öne mli değil dir. Sanat halka aittir. Geniş işçi kitleleri içinde en derin köklere sahip olmalıdır... Öyle ki sanat halka ulaşabilsin, halk da sanata. Her şeyden önce eğitim ve kültürün genel düzeyini yükseltmeliyiz."(5) Lenin'in de if ade ettiği gibi, sanatın halka y ay ılması, halklaştırılması için önemli adımlar atıldı. Halk türkülerinin, halk oy unlarının, akordeon, gitar, piyano gibi enstrümanların öğretiminin okullara, işletmelere kadar y aygınlaştırılması sağlandı. Dev rimden birkaç gün sonra Lenin v e Eğitim İşleri Halk Komiseri Lunaçarski taraf ından bir kararname

y ay ınlandı. Bu kararnamede kültür ve eğitim alanındaki örgütlenmelerin özerk bir y apıy a sahip oldukları v urgulanmıştır. Bununla amaçlanan, farklı alanlarda ortay a çıkan halk örgütlülüklerinin bağımsız bir gelişme içerisine girmelerini sağlamaktı. Y aratılan bu zemin üzerinde eğitim v e kültüre hizmet eden pek çok kurum ortay a çıkmış v e y aygınlaşmıştır. Kültür v e sanat alanında önemli etkisi olan kurumlardan biri de Proletkült'tür. Devrim öncesinde, 1917 y ılında kurulan örgüt, özellikle 19181920 y ıllarında ülke çapında y aygınlığa kav uşmuştur. Y aklaşık 400 bin üy esi bulunan bu akıma bağlı olarak 20'den f azla dergi y ay ınlanmaktadır. Proletkült; büny esinde Parti'nin politikalarına muhalif unsurları barındırmasının y anında, çarpık bir kültürsanat anlay ışına da sahiptir. Devrimi sahiplenme adına, sol bir tavır / enternas yonalizm / eylül'99 / s ayı: 16

anlay ışla ortay a çıkan Proletkült, geçmişin bütün kültürel değerlerini reddederek dev rimle birlikte oluşan saf bir proletary a kültürünü yaratma amacını gütmektedir. Oysa, Lenin Proletkült Kongre-si'ne gönderdiği "Karar Taslağı"nda bu konuda şunları if ade etmektedir: "Marksizmin devri mci proletaryanın ideolojisi olarak taşıdığı tarihi önem, bu ideolojinin burjuva çağının kazandırdığı kültürel değerleri bir yana itmek şöyle dursun, tersine, iki bin yıldan fazla bir geçmişi olan insan kültür ve düşüncesinde değerli olan ne varsa yarı yarıya ve yeniden gözden geçirmesinden ileri gelir. Ancak bu temel üzerinde ve bu yönde yapılacak bir çalışma, her türlü sömürüye karşı mücadelenin en yüksek aşaması olan proletarya diktatörlüğünün deneyiyle canlılık kazanırsa, gerçek proletarya kültürünün gelişimi olarak kabul edilebilir. "( 6) Proletkült, bu kongreden sonraki


Vsev olod Pudovkin'in isimli f ilminin afişi

1926 y apımı "Ana" ce tamamlanır v e ikincisi dev rey e sokulur. Hedef lenen daha büy ük, daha dinamik, güçlü bir ekonomi v e Sovyet insanını tepeden tırnağa donatan yeni bir yaşam biçimi, y eni bir kültürdür. Çok geçmeden bu çabanın meyveleri de alınmaya başlanır. Bilinçli, cesur, disiplinli, güçlü bir kolektivizm duy gusuna sahip eğitimli yeni insan, Sovyet toplumunun bağrında f ilizlenip boy vermeye başlamıştır. Stehanov , işte bu y eni insanlardan biridir. 1935 y ılında daha iy i bir üretim y öntemi bularak kömür çıkarma tekniğinin standartlarını beş-altı kez y ükseltir. Ay nı y ılın ikinci yarısında onun adıy la başlayan " Stehanovist Hareket" ülkey i baştan başa sarsmaya başlar. Sovyet topraklarının dört bir y anında y eni Stehanov lar ortay a çıkmaktadır. "Mari, köy laboratuvarında şeker kamışı ü zerinde deneyler yap mış ve 1935 ilk yazında bütün ka mış yetiştiricilerini geride bırakmıştı. 'Ülkeyi şekere boğalım. Ben ve işçilerim dönüm başına yir mi ton kamış vadediyoruz.' diye ilan ediyordu." Y üzlerce çiftlik bu çağrıy a uydu. Binlerce ziy aretçi Mari'nin ekibini tarlada çalışırken gördü. Mily onlarca okur, bunlar tarlay ı dokuz kez tırmıklar v e gece ateşinde sekiz kez güvelerden temizlerken izlediler. Ağustosta y ağmur y ağmay ınca bütün ülke ah çekti, v e Mari, itfaiy e birliğinden y ardım alıp, bütün tarlay a 20,000 kov a su v erince bütün ülke sev inçle coştu. Tüm ulus hay ranlıkla sey rederken, o dönüm başına y irmi bir ton ürün aldı. Bir-iki y ılda onun rekoru kırıldı ama adı belleklerde kaldı.

y ıllarda giderek etkisini y itirmiş v e 1932 y ılında tümüy le ortadan kalkmıştır. Proletkült içinde y er alan sanatçı v e y azarların çoğu ise 1925 y ılında kurulan RAPP (Rus Proleter Y azarlar Birliği) v e LEF (Sol Sanat Cephesi) içerisinde f aaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Sosyalizmin İnşaasının Sanat ve Edebiyattaki Yansıması: Sosyalist Gerçekçilik Bu y ıllar ay nı zamanda ülkenin baştan başa yeniden yaratıldığı y ıl-

lardır. Dev rimin büyük önderi Lenin, 21 Ocak 1924'te yaşamını y itirdiğinde geriy e büy ük bir üzüntü v e muazzam gelişmelerin yaşandığı, yeni yaşamın örgütlendiği bir ülke bırakır. O'nun bıraktığı y erden devrimin büyük görev lerini omuzlay an Stalin, tek ülkede sosy alizmin kuruluşu gibi tarihsel öneme sahip başarmın önderliğini y apar. 1928 y ılında dev rey e sokulan I. Beş Y ıllık Kalkınma Planı, Sovy et insanının azimli, özv erili çalışması sonucu, normal zamanından bir y ıl öntavır / enternas yonalizm / eylül'99 / s ayı: 16

"Öykünün sonu ilginçti. Mari'nin ekibi, Kasım ayı kutlamaları için Moskova'ya davet edildi. Geçidi liderlerin tribününden izlediler. Mari, coşkuyla Sta-lin'e 'liderleri görmeye' gelmeyi nasıl hayal ettiğini anlattı. Stalin yanıt verdi: 'Ama siz de lidersiniz!.' Mari biraz düşündü ve 'Peki, öyle olsun,' dedi. Stalin ne ödül istediğini sordu. Mari, şeker kamışı incele mek için burs istedi. Bursa aldı. İşte 1935'te ödül ve liderlik idealleri


böyleydi."(8) Sovyet insanı kazandığı y eni özelliklerle, zaf erini daha da perçinlemek, daha büy ük zaf erleri elde etmek için büy ük bir azimle çalışmaktadır. Ürettiklerinin sahibi kendisidir. Bunun v erdiği gurur ve güven, sosy alist eğitimle, sosy alist kültürle birleşince başarı kaçınılmaz olmaktadır. Sovyet halkları ülkenin dört bir y anında üretim rekorları kırarken, cahillikten kurtulup bilinçli, üretken insanlar haline gelirken sanat ve edebiy at alanında y eniliklerin, büy ük dönüşümlerin y aşanmaması mümkün değildir. Var gücüy le sosyalizme y önelmiş bir halkın y aşamı sanat ve edebiy at alanında, sosyalist gerçekçilikte if adesini bulur. 1932 y ılında SBKP Merkez Komitesi taraf ından alınan bir kararla, ülkede bulunan y azar birlikleri tasf iye edilir. Y erine Sovyet iktidarını destekley en v e sosy alizmin inşasına katılmak istey en bütün y azarların içinde y er alacağı Sovyet Y azarlar Birliği kurulur. Ay rıca alınan kararla benzer değişikliklerin sanatın tüm diğer türlerinde de özgünlükleri dikkate alınarakgerçekleştirilmesi hedeflenir. Çünkü ülkede y aşanan sosy alist dönüşümün, toplumsal yaşamın y ansıması olan sanatta daha etkin, daha sistemli, daha örgütlü bir şekilde hayata geçirilmesi artık kaçınılmazdı. Parti, alınan bu kararın hay ata geçirilmesi için oluşturulan Örgütlenme Komitesi'ni (Orgbüro) görev lendirmiştir. Bu gelişmeden kısa bir süre sonra 1932'de ortay a çıkan sosy alist gerçekçilik, Sovyet Y azarlar Birli-ği'nin 1934 y ılında düzenlediği I. Kongre'de resmi olarak kabul edilmiştir. Gorki, Mihail Şolohov, İly a Ehrenburg, Nikolay Ostrovski gibi yazarlar sosy alist gerçekçilik akımının belli başlı isimleridir. Sosy alist gerçekçilik; kendisinden önce ortay a çıkan burjuv a gerçekçiliğindeki gerçekleri olduğu gibi y ansıtma anlay ışıy la yetinmey ip, bunları kendi tarihsel koşullan içinde değerlendirerek, sınıf lar mücadelesine,

düny ay ı değiştirme ve sosy alizmi inşa etme amacını taşır. Bu y anıy la sosyalist gerçekçi sanat, araştırma v e çalışmalarında gerek teknikte, gerek içerikte sürekli en iyiy i, en güzeli arar. Onun amacı, sanat v e edebiy atta doğanın ve toplumun dönüşüm sürecini, umut v e güzelikle y üceltmek, insanın onurunu korumak v e bu uğurda v erilen sav aşın içinde en iy i, en etkin biçimde yer almaktır. Sovyetler Birliği'nde sosy alist gerçekçilikle birlikte, kurulmakta olan y eni y aşam, sanatsal, edebi eserlerde daha etkin bir tarzda y er almaya başlar. O zamana kadar işlenmemiş, y eni bir toplum tüm zenginlikleriy le y azar v e sanatçıların elleri altındadır. Bu zenginlik y azar v e sanatçıların eserlerine de y ansımıştır. Sinema Sinema, kitlelerin bilinçlendirilmesinde, önemli bir eğitim aracı işlev i de görür. Özellikle ülkenin dört bir y anını dolaşan gezgin sinemalar büy ük bir çoğunluğu okuma-yazma bilmey en Sovyet halklarının henüz çok genç olan dev rimi v e inşa edilmey e çalışılan sosy alizmi tanımasında, sahiplenmesinde önemli bir rol oynar. Sovyet dev rim önderlerinin sinemay a y aklaşımları çok net v e y alındır. Lenin sinemay ı "En önemli sanat dalı" olarak değerlendirir. Stalin ise, sinemaya verdiği önemi 1924 y ılında Komünist Parti'nin 13. Kongresi'nde, "Sinema kitle propagandasının en büyük aracıdır." diy erek ifade eder. Dev rimden hemen sonra sinema dalında önemli mesafeler katedilmesini sağlay an temel etken işte bu bakış açısıdır. Öy le ki, 1915 y ılıy la kıy aslandağında 1939'da sinemaların 21.9 kat arttığı görülür. Y ine 1924 y ılında say ısı 450 olan f ilm gösterme makinesi beş y ıl içinde yaklaşık on kat artarak 4300'e y ükselir. İlk Sovyet f ilmi olan "Signal'in -Vsev olod Gar-şin'in bir hikay esinden uy arlanan, yönetmenliğini Aleksandr Arka-tov'un y aptığı bir f ilmçekimlerine tavır/ enternas yonaliz m / eylül'99 / sayı: 16

ise 1918 Haziranı'nda başlanır. Sovyetler Birliği, sinemay ı, kolektif v e ulusal bir miras olarak kabul eden ilk ülkedir. Bu temelde 27 Ağustos 1919 y ılında Sovy et Film Sanay i kamulaştırılır. Özel kesimden arta kalan bütün stüdy olar dev letin elinde toplanır. Daha sonraki y ıllarda, Devlet Film Okulları kurulur. 1919'da kurulan "Tüm Birlik Dev let Sinema Enstitüsü" (VGİK) düny adaki ilk sinema okuludur. Pek çok tiy atrocu, sinemada yaşanan gelişmelerle birlikte sinema dalına geçmeye başlarlar. Örneğin; Sovy et sinemasının usta ismi Eisenstein, tiy atrodan sinemay a geçenler arasındadır. Diğer taraftan Sovyet sineması işley iş olarak, kapitalist sinema sektörünün tam tersi bir karaktere sahiptir. Toplumun genel y apısına paralel olarak, bütün sinema emekçileri sendikalıdır. Y apılan toplantılarda, tartışmalarda y önetmeninden, kostümcü-süne ve asistanına kadar bütün emekçiler y er alma, konuşma, görüşlerini if ade etme hakkına sahiptir. Diğer sanat dallarında olduğu gibi dev rimin sinemaya gösterdiği hassasiyet say esinde Sovyet sineması düny a sinemasında en ön sıralara y erleşir. Geliştirilen f ilm v e montaj teknikleri düny a sinemasında y eni çığırlar açar. 1931 y ılında sesli ve renkli f ilmler gösterilmeye başlanır. Renkli f ilm gösterilen ilk ülkelerden biridir. Dev rimin bey az perdede şaha kalktığı "Potemkin Zırhl ısı" adl ı f ilm, bugün bile düny anın en iy i filmlerin-den biri olarak değerlendirilmektedir. "'Potemkin Zırhlısı' aynı za manda, (...) kitleleri filmin kahraman ı yapan kuramın da beyaz perdeye görkemli bir biçimde aktarımıdır. Made mki devri m, kitlelerin eseridir; o halde filmin kahramanı da kitleler olacaktır.''(9) Bu perspektifle çekilen "Potemkin Zırhlısı"nda, Eisenstein'in kurgu tekniğiyle, izy leyiciye dev rimci coşku v e bilinç aşılanır. "Sineman ın kitle propagandasının en büyük aracı" olmasından hareketle,


kitlelerin bilinçlendirilmesinde, belirli hedef lere yönlendirilmesinde sinema sanatı, ustaca kullanılır. Örneğin; Hitler v e Mussolini f aşizminin tüm düny ay ı tehdit ettiği y ıllarda çekilen "Alexandr Nevsky", II. Paylaşım Sav aşı y ıllarında çekilen "Korkunç İvan" bu amaçla çekilen filmlerdir. Eisenstein imzasını taşıy an her iki f ilmde de anlatılan kahramanlar, geçmişte halkı düşmanlara karşı birleştiren, sav aştıran kişilerdir. Filmlerle amaçlanan da Sovyet halklarına "Anav atan Sav unması" bilincini aşılamaktır. Sovyet halklarının, Nazi işgali sırasında kitlesel kahramanlıklarla, mily onlarca şehit pahasına sosyalizmin y arattığı değer ve gelenekleri sahiplenmesinde, Nazi ordularını geri püskürtüp, Berlin sokaklarına sosyalizmin kızıl bay rağını dikerek düny a halklarını f aşizm belasından kurtarmalarında, Sovyet sinemasının da azımsanamay acak etkisi olmuştur. Bu etki bilindiğinden II. Paylaşım Sav aşı'nın başlamasıy la birlikte, sav aş anında bile halkın motiv asyonunu sağlay acak sanatsal çalışmaların güv enliği alınır v e film stüdyoları, ülkenin iç bölgesi olan Alma Ata'ya taşınır. Sovyet sanatçı v e yazarları da sav aş y ıllarında kendilerini y alnızca sanatsal f aaliyetlerle sınırlandırmazlar. Sav aş ve sanatı birlikte yürüttüler. Bulundukları mev zilerin en önünde y eralıp, ellerinde silah, Kızıl Ordu saf larında anay urdu f aşist işgalcilerden temizleme savaşına katıldılar. Pek çoğu cephe gerisinde, sav aşan Kızıl Ordu'y a destek sunmak için gösteriler örgütledi. Afişleri, resimleriyle sav aşı, Kızıl Ordu askerlerinin kahramanlıklarını anlattı. Y ine bir çok kameraman cepheden haber ulaştırmak, sav aşı belgelemek için savaşın orta y erinde y aşamını y itirdi. Tiyatro Rusy a'da tiy atro, dev rimden önce soy lular başta olmak üzere ay rıcalıklı kesimlerin sefahat içindeki yaşam-

larının küçük bir parçasıdır. Y oksul halk içinse çoğu zaman hiçbir anlam if ade etmey en, lüks bir eğlencedir. 1914 y ılında Rusy a'da 153 tiyatro bulunmaktadır. Rusya dışında sadece dokuz ulus, tiy atroy a sahiptir. Devrimden sonra bu durum tamamen değişmiştir. Dev rimi izley en y ıllarda "Otokrasinin Yıkılışı", "Kanlı Pazar", "Kışlık Sarayın Ele Geçirilişi" gibi oy unlar, meydanlarda, tarihsel yerlerde kitlesel gösteriler şeklinde sahnelenir. Bir y andan iç sav aş sürer, kıtlıklar y aşanırken, tiy atro oy unları bütün bu zorlukların karşısında, Bolşev ik dev riminin v erdiği büy ük destek say esinde faaliy etlerini sürdürmeye devam etmektedir. Hiç bir tiyatro, opera v e bale kapılarını kapatmaz. Aksine her geçen gün y eni tiyatrolar açılır, tiy atroların etkinliği v e sey irci kitlesi büy ük ölçüde artış gösterir. Öyle ki, 1941 y ılına gelindiğinde Sovy etler Birliği'ndeki tiyatro say ısı 926'y a ulaşır. Bu y ılda y alnızca çocuk tiyatrolarının say ısı bile 162'dir. Bu tiy atrolar Sovyet topraklarında konuşulan 50 değişik dilde oy unlar sergilenmektedir. Dev rimin önderlerinden Kalinin, 1945 y ılında "Bolşev ik Gazetesi"nde y ay ınlanan bir y azısında şunları söy lemektedir: "Tiyatromu z yalnızca Sovyetler de değil, dünya kültüründe de bileğinin hakkıyla öncü yeri almaktadır. Tiyatromuz, Sovyetler Birliği gibi yapısı bakımından çok ulusludur. Devrime dek bir çok ulusumuzun tiyatroları geniş kapsaml ı gelişmeye uğradı ve ulusal kültürde onurlu bir yer aldı. Örneğin önceleri Ermenistan'da, Türkmenistan'da, Tacikistan'da ve Kırgızistan'da profesyonel tiyatro yoktu; şimdi Er menistan'ın 27, Tacikistan'ın 23, Kırgızistan'ın 21, Türkmenistan'ın 11 tiyatrosu vardır. Devrimden önce Ukrayna'da 35 tiyatro vardı. 1940 yılına doğru bunların sayısı 125'e varmıştır; Gürcistan'da üç tiyatro varken, şimdi 40 tiyatro vardır. Özbekistan'ın 1 tiyatrosu vardı, şimdi 49 tiyatrosu (10) vardır." Ay rıca bu y ıllarda Sovyetler Birli-tavı r / enternasyonalizm / eylül'99 / sayı : 16

ği'nde, oy unculuk eğitimi v eren 108 tiy atro temel eğitimi v eren 14, dans eğitimi veren 15 okul v ardır. Sahne sanatları konusunda da Leningrad'daki Kirov Balesi (eski Rus Çarlık Balesi) v e Moskov a'daki Bol-şoy Opera v e Balesi dünyaca ü n ü topluluklardır. Tiy atrolarda yabancı v e y erli pek çok eser sahnelenmekte, sosyalizmin y arattığı ref ah v e mutluluk, beş y ıllık kalkınma planlarında gösterilen ba--arılar işlenmektedir. Ay rıca Gorki gibi belli başlı y azarların eserleri de bu tiy atroların konuları olmaktadır. Kuşkusuz bunda Gorki v e May a-kowsky 'nin tiyatroyla bizzat ilgilenerek, tiyatro geleneğine y aptıkları belirgin katkılarının da büy ük pay ı vardır. Y ine 1920'li y ılların başından itibaren sinemaya geçen Eisenste-in'in v e 1935 y ılından sonra SSCB'nin ulusal sanatçısı say ılan Aleksandr Tairov 'un da Sovyet tiyatrosuna büyük emekleri geçer. Tairov , özellikle f aşizme karşı anav atanı sav unma döneminde Sovy et halklarının gösterdiği büy ük kahramanlıklara ithaf en y apılan propaganda gösterilerine etkin bir biçimde katılır. Müzik Dev rimden sonra her y erde orkestralar, oda müziği grupları kurulur. İlk başta eskisi kadar ilgi görmey en orkestra kısa zamanda y eniden etkinlik kazanır. Konserv atuarlar kamulaştırılır ve üniv ersite düzey ine yükseltilerek, bu alanda y eni kürsüler açılır. Bir çok f ilarmoni orkestrası kurulur. 1918-19 kışında Petersburg Devlet Orkestrası, okul v b. yerlerde v erilen konserler hariç 96 konser v erir. 1932 y ılında kurulan Sovyet Besteciler Birliği, müzisyenleri kendi çatısı altında toplar v e "Sovy et Müzi ği" adlı bir dergi y ay ımlamay a başlar. Dimitri Şostakoviç, Sergei Prokoiy ev, Aram Haçaturyan, Şebalin. Po-pov, Miaskov ski gibi müzisy enler dönem dönem büy ük eleştiriler almakla birlikte, önemli eserler v erir-


ler. Dimitri Şostakov iç, 1940 y ılında "Piyanolu Beşli" adlı eseriy le "Stalin Ödülü"nü alır. II. Paylaşım Savaşı y ıllarında Leningrad Sav unmasında itf aiyecilik görevi y apan Şostakov iç, Almanların attığı y angın bombalarını damlardan y uv arlar, v akit buldukça, "Y edinci Senfoni"y i besteler. Sanatçı "Y edinci Senf oni" hakkında şunları söy lemektedir: "Yedinci senfonim kurtuluş savaşımızın büyük olaylarından esinlen miştir ama savaşı anlatan bir müzik değildir. İlk bölüm mücadeleye, son bölümde zafere adanmıştır... Hitlerizm'in karanlık güçlerine karşı savaşımızdan daha soylu bir görev düşünülemez. İşte bu yüzden topların gürle mesi halkımızın güçlü sesini bastırama maktadır."(11) Şostakoviç, bu eserinin dışında "Ekim Senfonisi","Bir Mayıs Senfonisi" gibi eserler v e bir çok senfoni besteler. Sergei Prokofy ev ise, Eisenstein'ın "Aleksandr Nevski", "Potemkin Zırhlısı" f ilmlerinin müziğini y apmış olduğu gibi, y önetmenin birlikte çalışmaktan zev k duy duğu v e müziği ile kurgusunu birleştirmeyi en rahat gerçekleştirebildiği müzisy en olduğunu if ade ettiği bir kişidir. Afiş, Resim, Heykel 1920'lerden itibaren sanatçılar af işlerde yeni teknikler geliştirmey e çalışırlar. Örneğin, Nikolay Prusakov özellikle f otomontaj tekniğinden y ararlanması ile ünlüdür. Sternberg Kardeşler, Aleksandr Rodçenko dönemin ünlü sanatçılarındandır. Lenin'in "Monümental Propaganda" dediği, dev rimci kişiliklerin anıtları dikilerek üzerlerine o kişi hakkında açıklay ıcı bilgiler içeren levhalar asılır. Fotoğrafçılık Dev rimden sonra da f otoğrafçılıkta da önemli bir gelişme y aşanır. Fotoğraf sanatçıları tarihsel bir döküman hazırlama anlay ışı ile tüm tarihsel gelişmeleri kaydetmey e çalışırlar. Dev rimin gerçekleştiği günlerden iç

sav aş y ıllarında karşı-dev rimcilerle mücadeley e, ekonomik y ıkımdan kurtulmak için mücadeleye kadar tüm y aşananlar fotoğraflanır v e ba-sınsız f otoğraf haberciliği yöntemiy le tüm ülke halkları bu gelişmelerden haberdar edilir. 1920'li y ıllarda Romany a'da 2-3 fotoğraflı dergi v ardır. Ve Bugün... Ekim Devriminin, kültür-sanat alanında saymakla bitmey ecek kazanımı olmuştur. Tüm bunlar, sosyalizmin, sosy alist toplumun, sosy alist kültürün y arattığı kazanımlardır. Ve ancak sosy alist değerlere sahip çıkıldığında, sosy alizm y aşatıldığında getavır/enternas yonalizm / eylül'99 / sayı: 16

lişecek, güçlenecek başarılardır. Oysa Sovyetlerde rev izy onist iktidarlarla birlikte, sosyalizmden sapılmış, bunun sonucunda da tüm toplumu saran bir gerileme, bir y ozlaşma, çürüme y aşanmaya başlamıştır. Sonuç, hepimizin bildiği gibi Sovy et halkları açısından bir y ıkım olmuştur. Y ozlaşma her alanı olduğu gibi kültür sanat alanını da etkilemiştir. Kızıl Ordu Korosu başta olmak üzere tüm sanat kurumları v e sanatçılar, burjuva sanat kurumları v e sanatçıları gibi, tamamen ticari kaygılarla hareket etmey e başlamış, emperyalist, yoz kültürün taşıy ıcılarından biri haline gelmiştir. Geçmişte herkesin


çisi ve Sovyet seyircisinin sevgilisi olarak, resmi lütuf ve saygılara boğmuş olan Maya Plisetskaya, birdenbire, rejimden ve kendisine sağlanmış yaşamdan her zaman nefret etmiş olduğunu keşfediyor(13) du." Bugün dağılan Sovy etler Birliği'nin y erine kurulan tek tek ülkelerde y aşananlar içler acısıdır. Sovyet-halkları açlık, y oksulluk, mafya ve fuhuş batağına mahkum edilmiş, empery alizmin insaf ına terk edilmiştir. Tüm bu yaşanan acılara, y ozlaşmaya, çürümeye rağmen Sovyet halkları, okur-y azarlık oranı, kitap okuma alışkanlığı bakımından en ileri ülkeler arasındadır. Y ine halklar Komünist Cumartesi geleneğini y aşanan onca olumsuzluklara karşın kırıntı halinde de olsa günümüzde y aşatmaktadırlar. Bu, sosy alist kültürün etkilerinin on y ıllar geçse de halkların bilincinden silinemey eceğinin göstergesidir. Sovyet halkları bu bilinç v e geçmişe duy dukları özlemle, bir kez da ha gürley ecek v e şafağı bir kez daha zaptedecektir. •

y ararlanabildiği, katılabildiği sanatsal etkinlikler, yozlaşmanın yanında, halkın büy ük bir kesiminin y akınından dahi geçemey eceği bir niteliğe bürünmüştür. Düştükleri bu durumla zaten sosyalist değerleri ay aklar altına alan "düny aca ünlü" sanatçılar, kendilerini bu d u r u m a y ükselten sosyalizme küfürler y ağdırmaya başlamışlardır. "...çarlık döneminde, halkı tümüyle okuma yazma bil meyen ve acınacak durumda bir Kırg ızistan'da yoksul bir çoban ailesinin çocuğu olan Cengiz Aytmatov'u düşünüyordu. Onun halkının kölelik ve cahillikten kurtulmasını, kendisinin, bugünün dünya çapında bir ünlü

yazarı ol mak üzere yeteneğini geliştirmesini sağlayan Ekim Devri mi ve sosyalist rejim değil miydi? Aytmatov, 1989 Haziranı'nda, ilk 'Halk Te msilcileri Kongresinde söz aldığında, 'barbar Dünya Devrimi doktrini'ni savunup 'tam bir kölelik' kurmuş olan ve kendisine göre, İsveç, Avusturya, Finlandiya, Hollanda ve Kanada'da gerçekleşen 'asıl sosyalizm' ile hiçbir ilgisi bulunmayan bir reji mi mahkum et mek için yeterince sert sözler bulama mıştır. "...gençliği, babasının tutuklanması ve sürgüne gönderilmesi yüzünden acınacak bir biçimde geç miş, a ma daha sonra Bolşoy'un gururu, dünyanın bütün ülkelerinde Rus klasik dansının büyükeltavı r / enternasyonalizm / eylül'99 / sayı : 16

Dipnotlar: 1. Güney Dergisi, Temmuz '98, Sayı: 5 2. Devriml erin D evrimi, Jean Elleıns Teln, Başak Yayınları (l.Basım, Kasıml986, Syf.38) 3. Yaşam Yolu 2, A. Makarenko, Pavel Yayınları, Syf: 56-57 4. Rusya'da 1917 Sos yalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluş Cilt:2, Gül Özgür, Dönüşüm Yayınları, 1. Basım, Kasım 1993 Syf:28 5. Aktaran: Lenin ve Rus Devrimi Christop-her Hill, Evrens el Basım Yayın, Nisan 1991 Syf: 178 6. Proletar ya Kültür ü, Lenin, Yar Yayınlan, 4. Bas kı, Syf: 83 7. G ü n e y Dergisi, T e m m u z 1998, Sayı:5 Ek Bölüm, Syf: 51 8. Stalin Dönemi, Anna. L Strong, Onur Yayınları, 1. Bas kı, Mart 1988, Syf:77 9. Tavır, Ağustos 1998, Sayı:7 10. Devrimci Eğitim Devrimci Ahlak, M. İ. Kalinin, Sorun Yayınları, (3. Bas kı, Kasım 1989, Syf:108-109) 11. Aktaran, Görsel 20. Yüz yıl Genel Kültür Ansi klopedisi, Cilt: 4, Syf: 766 12. Devriml er ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi, Cilt: 5, D evrimler ve Kültür, Syf: 1230 13. Büyük Geri Sıçrama, Evrens el Basın-Yayın, Henri Alleg, Syf: 82


n e vin has

G

üneşin batışı günü karanlığa boğmuştu. Dağlarsa yarım ay ın v e y ıldızların ışıltısıy la ay dınlanıy ordu. Güneş batarken, gecey i v e dağları güzle bir serinlik v e semah y eli kaplamıştı. Munzur'un ise güzelliği hey betli duruşu, zulme boy un eğmeyen geleneğiy le gönüllere sev da salıy or, yiğitlere çağrıda bulunuy or-dur. Gelin g ö r ü n beni... . Dağları kaplay an serinlik say esinde gerilla birliği oturduğu dar vadinin içindeki ormandan çıktı. Der-sim'in ilçesi olan Nazimiy e'nin bir köyüne gitmek için y ola koyuldular. Temmuz'un kav urucu sıcaklığı insanı may ıştırıp, kav uruy ordu. Der-sim'in köy lüsü genelde ekinleri biçmey e sabahın erken saatlerinde başlardı. Öğlenin kav urucu sıcaklığı kendini hissettirince onlar da hemen bir pınarın y a da akmakta olan herhangi bir ırmağın kenarına çekilip söğüt ağaçlarının gölgesinde akşamın serinliğini beklemey e koy ulurlardı. Gündüz ekin biçme v e diğer işler bitince köylüler güneşin batışıy la ev lerine çekilip y emekler y apmay a başlarlardı. Bu y emeklerdeki pay ın bir kısmı da gecenin karanlığını y ırtarak pusuları y ararak, köy e inen gerilla içindi. Ne v ar ki, Dersim'de uygulanan ambargo v e asker baskısı köy lüyü iyice y oksullaştırdı. Y oksulluğun, açlığın, baskıların bu kadar artması-

nın nedeni Dersim halkının isy an v e başeğmezlik geleneği, asıl olarak da gerillay dı. Asi v e boyun eğmey en Dersim halkı, kendine açlığı, y oksulluğu rev a gören zalimlere karşı büyük bir öfke v e kin duy uyordu... Gerilla birliği Nazimiy e'nin karşısındaki Düzgün Baba Dağı'nın eteklerine gelerek çevrey i kontrol etmeye başladı. Düzgün Baba Dağı, y öre halkı için kutsal bir dağdı. Çocuğu olmay an vey a da sev diğine kavuşmak istey en, sağlık mutluluk istey en, ürünlerinin artmasını, bolluk v e bereketin gelmesini istey enler Düzgün Baba'y a çıkıp kurbanlar keser, dilekler tutarlar v e iki üç gece orada beklerlerdi. Beklemelerinin nedeni ise tuttukları dilekler için rüy a göreceklerine inanmalarıy dı. Eğer tuttukları dilek hakkında rüy a görürlerse dileklerinin kabul olacağına inanırlardı. Görmedikleri zamanda bir dahaki seneyi beklerlerdi. Düzgün Baba y amacına gelen gerilla birliği ortalığı kolaçan ettikten sonra hazırl ığın ı y apıp köye girmeye başladı. Köy e giden gerilla birliği geride bir müf reze bırakarak belirli noktalara da nöbetçiler dikti. Geride kalan gerilla, dağın y amacındaki ormanlığın içine girip oturdu. Bir de on kişiy e y akın nöbetçi v ardı. Ormanın içine oturan gerillanın say ısı da 12 kişiy di.

tavı r / efsane /eylül'99 /sayı : 16

Bu 12 kişinin içinde Deli Ozan di ye adlandırdıkları orta y aşlı bir gerilla v ardı. Deli Ozan Dersimli'ydl. Bundan dolay ı da Dersim'in her y anını av ucunun içi gibi bilirdi. Ormanın içine oturan gerillay a saz çalıp türküler söy lemey e başladı. Sazın ın tellerine öy le bir asılıy ordu ki, sanki dağlar dize geliy ordu türkülerle. Türkü f aslı bittikten kısa bir süre sonra nöbetçiler değişti. Gelen nöbetçiler birer sigara y aktılar v e sohbete başladılar. Bu arada gerillay a yeni katılan bir savaşçı Düzgün Baba dağının ef sanesini v e hikay esini öğrenmek için Deli Ozan'a, Düzgün Baba'nın hikay esini bilip bilmediğini sordu. Deli Ozan da Düzgün Baba Dağı'nın efsanesini anlatmay a başladı. "Şah Haydar, Seyit Mahmudi Hayrani'nin oğludur. Hani biz vadiden çıktıktan sonra düz bir alan vardı ya, işte oraya çok eskiden Zaya derlerdi. Zaya düzlüğünün üst kısmında bir tepe var. O tepeye de Zargovit tepesi derlerdi. Şah Haydar, Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev yapar. Artık burada hayvanlarını otlatmaya başlar. Şah Haydar uzun boylu, geniş o muzlu, kara gözlü, esmer bir insanmış. Heybetli görünüşü ve Munzur Dağı gibi bağı dik, mert, dürüst bir insanmış. Şah Haydar'ı tanıyan herkesin hemen ona kanı kaynar, sever ve sayarlarmış. Haydar da halkına karşı sevgide, saygıda hiç mi hiç kusur


etme zmiş. insanlara yardım et mek, onlara yol-yordam göstermek hoşuna gidermiş. Ki min başı dertte olursa he men yardımına koşarmış. hem de hiç bir karşılık beklemeden. Bu özelliklerinden dolayı da halk ona Şah Haydar demeye başlamış. Şah Haydar, Zargovit tepesinde yaptığı evde hayvanlarıyla uğraşarak meşgul olur muş. Artık günlerini, yıllarını orada geçirmeye ve yaşamını orada sürdürmeye başlamış. Şah Haydar hayvanlarını beslerken babasını da bir merak sarmış. Kışın ze mherisinde keçilerin gayet güzel beslenmesi ve etli butlu olması merakını iyice arttırmış. 'Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki, hayvanlar bu kadar güzel besleniyor?' Bunu merak eden baba, bir gün Şah Haydarın hayvan otlattığı yere gizlice gidip merakını gider meye çalışmış. Bir de bakmış ki, Şah Haydar elindeki değneği hangi meşe ağacına değdiriyorsa o ağaç he men yeşeriyor, taze filizlere bürünüyor. Keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyor. Bunu gören baba, Seyidi Mahmudi Hayrani şaşkınlığa uğra mış. Ve oracıktan sesini çıkarmadan geri dön mek istemiş. Ancak o sırada bir keçi bir kaç kez üst üste durmadan hapşur muş. Şah Haydar da 'Ne oldu babam Derviş Mahmud'u mu gör dün ki, bu kadar hapşurursun?' demiş keçiye. Ve dönüp arkasına bakmış. Bir de ne görsün, babası bel boyundaki karın içinde çömelerek kendisine görünmeden gitmeye çalışıyor muş." diy e anlatırken Deli Ozan çıkan bir gürültüy le silahına sarıldı. Deli O z a n s ö z ü n ü keserek y oldaş-larıy la birlikte silahına sarılıp kay aların ardına mev zilendi. Bir süre oracıkta hiç ses çıkarmadan beklediler. İyice bir kulak kabartırlar gelişigüzel gelen ay ak seslerine. Bir süre sonra da anladılar ki gelen ay ak sesleri domuzların ay ak sesleriydi. Sonrada her şey normale döndü v e mev zilerinden çıkarak y ine bir aray a gelip Düzgün Baba efsanesine dev am ettiler. "Evet yoldaşlar neresinde kalmıştık efsanenin?" diye sorunca sav aşçılardan biri "şey şeyde kalmıştık Deli Ozan.

Şah Haydar babasının çömelerek kaçtığını görmüştü. İşte orada kalmıştık." diy erek kaldıkları y eri Deli Ozan'a hatırlatır. Sözü alan Deli Ozan; "Doğru söylüyorsun yoldaş, neyse anlatmaya devam edeli m. Şah Haydar babasının kaçtığını görünce gür bir sesle babasına ismi ile hitap etmiş miş. Sonra da is miyle hitap etmesinden utanıp, mahcup ol muş. Mahcubiyetinden dolayı da oradan kaçıp şu arkamdaki dağlara, yani Düzgün Baba Dağları'na sığın mış. Dağa çıktıktan sonra da buraları mesken tutmuş ve ömrünün geri kalan bölümünü burada geçirmiş. Bir rivayet olunur ki, hep dilden dile dolanır durur Dersim halkının dilinde. Şah Haydar babasına ismiyle hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik(lekan) varmış. Bu hediklerle Zargovit'ten bu dağlara kadar tahminen beş kilo metreyi üç adımda aş mış. Adımın ı bastığı heryerde hedikler, çukurlar oluşturmuş, taşlara izler bırakmış. Bu izler halen dur maktaymış. Gerçi ben gidip görmedi m. A ma gidip görenler var mış anlatıldığına göre. Neyse, Şah Haydar iki-üç gün eve gel mez. Bundan dolayıdır ki, annesi endişelenir. Ana oğlunun durumunu öğren mek için babasına rica eder. Baba da hanımını kır maz ve yanındaki müritlerden bir kaçını gönderir. "Gidin bakın bakalım bizi m Şah Haydar ne alemde. Sağlığı sıhhati yerinde midir?" diye. Müritlerden bir kaç kişi bu 2450 metre yüksekliğindeki dağın tepesine çıkarlar. Şah Haydar ile görüşürler. Müritler onu eve götürmek için ısrar ederler. A ma o gitmek isteme z. Ve 'burada duru mu m düzgündür, sağlığım yerindedir' der ve gitme z. Müritler artık çaresiz halde eve dönerler. Şah Haydar'ın babasının yanına çıkarlar. Ve gördüklerini anlatmaya başlarlar. 'Oğlunuzu merak et meyin, durumu dü zgündür, sağlığı yerindedir ve herhangi bir sorunu da yoktur. Sela m ve hür met eder, ellerinizden öper' derler. Bu 'işi düzgündür' sözü dilden dile gel za man git zaman dolaşır. Asıl adı Şah Haydar olan bu kişi ar tavır efsane / eylül '99 / sayı: 16

tık bir süre sonra 'Düzgün Baba' olarak anıl maya başlar. Ve bu dağ ın adı d m Düzgün Baba olarak kalır. O gün bugündür halk şifa bulmak için Düzgün Babaya giderek adak adar ve ziyarette bulunurlar." "Vay be Deli Ozan" dedi gerilla, "De mek ki bu dağın öyküsü de böyle bir sonla bitiyor. Ya kardeş ben nereye gidersem gideyi m Dersi m'in her dağın ın, her, gözesinin, ır mağın ın bir öyküsü, bir efsanesi var. Anlayamadım gitti doğrusu..." Deli Ozan; "Ne var anlayamayacak. Halk değer verdiği, sevdiği kişileri böyle yüceltir. Öykülere, efsanelere dönüştü-, rür. Sonra da dilden dile anlatıp durur. Belki sen veya da ben birgün şehit düşersek bu halk bizi de böyle anlatır durur. Böylece halkımız kendilerine önderlik yapan, acılarına, özlemlerine ortak olan sorunlarını dertlerini çözen; kültürlerine, geleneklerine, inançlarına saygı duyulduğunu gören bu halk o kişiyi hep yüceltir ve el üstünde tutar. Yani bu halk nankör değildir. Sevdiğine, değer verdiğine ihanet etmez. Kapısını sonuna kadar o kişiye açık tutar. Anladın mı can yoldaşım." "Anladım Deli Ozan, anladım."


kemal k o r a y

Ey lül günü şili'de saat 11.00'da rady olarını açanlar y abancı olmadıkları bir sesle karşılaştılar. Tanıy orlardı, başkanlarının "Companero Başkanın'"' sesiydi bu. Sesinde y ine aynı hey ecan, aynı coşku, ay nı güv en vardı. Ama bu seferki konuşması daha öncekilerden f arklıydı. "Yurttaşlar, Bu kesin olarak size son seslenişimdir... Tarihi bir seçim yaparak, halkıma sadakat içinde yaşamımı feda ediyorum ve sizi te min ederi m ki, ellerimi zle binlerce ve binlerce Şililinin soylu bilinçlerine atılan tohumlar ın büyü mesi engellene meyecektir. Onlar güçlüdür, halkı esir edebilirler ama ne işledikleri suçlarla, ne de ellerindeki güçle toplumun gelişme sürecini durduramazlar. Tarih bizi mdir, tarihi yapan halktır. (...) Ülkemin işçileri, Şili'ye ve onun kaderine inanıyorum. Başka Şilililer gelecek. İhanetin ve alçaklığın egemen olduğu bu acı ve karanlık anda da bilmelisiniz ki, er ya da geç değerli insanların yeni bir toplum yaratmak için geçeceği geniş yollar açılacaktır. Yaşasın Şili! Yaşasın Halk! Yaşasın işçiler!" (1) Konuşma, Şili Başkanlık Saray ı olan La Moneda'daki Radyo Magella-nes'ten y apılıy ordu. O an rady oların-

da bu konuşmay ı dinliy or olanlar f arklı bir rady o istasyonunu açsalar sert, kaba bir sesin "Askeri Cunta..." diy e başlay an sözlerini duy acaklardı. Cunta gelmişti. Şili sokakları siren sesleriy le, kirli koy u y eşil tanklarla, asker üniformalarıy la dolmuştu. Başkanlık Saray ı cuntacılar taraf ından kuşatılmıştı. İçeride, Şili Dev let Başkanı y ani "Companero" Salv ador Ailende, kızları, muhaf ızları v e kendisine inanan bir avuç dev rimci v ardı. Dışarıda kirli, koy u y eşil bir ölüm... Cuntacılar telef ondan sesleniy orlardı. Eğer y urtdışına çıkmay ı kabul ederse, kendisi, çocukları v e karısı için pasaport v ereceklerini, hiç bir sorun y aşamadan y urtdışına çıkabileceğini söylüy orlardı. Söy lediklerini y apacaklardı. Halkın tok ve mutlu y aşay acağı bir ülke y aratacaklarını v aat edenlerin halkın nasıl y üzüstü bırakarak kaçtığını tüm düny aya göstereceklerdi. Y anıldılar, Ailende dışardakilere seslendi; "Beni yanlış tanıdınız vatan hainleri. Beni buraya halkım getirdi. Ancak ölü olarak gideri m!" (2) Bu konuşmadan kısa bir süre sonra göky üzünü dolduran uçak sesleri duy uldu. Uçaklar La Moneda'y ı tavır / darbe /eylül '99 / sayı: 16

bombalıy orlardı. La Moneda'dakiler ellerinde silahlarıy la Başkanlık Saray ı'nı sav unuy orlardı... Çatışma saatlerce sürmüştü. Piyade alay ları, topçu birlikleri, tanklar, bombardıman uçakları... Dışarıdakiler tüm güçleriyle saldırıy orlardı. İçerdekiler y ürekleri v e tetiği çeken parmaklarıy la "vatan" dedikleri Başkanlık Saray ı'nı sav unuy orlardı. Ailende, Fidel Castro'nun kendisine hediy e ettiği silahla çatışıy ordu. Sonra silahı bırakıp içerdeki bazukalardan birini aldı. Diğerlerinin karşı çıkmalarına aldırmadan pencerey e gitti. Aşağıda duran tanklardan birine ateş etti. Sonra yaralandı... Uçaklar durmadan bomba y ağdırıy or, özel timler alt kattan binay a girmeye çalışıy orlardı. İçerdekiler düşman ateşine silahla karşılık v eriyordu. Saat 14.00 olduğunda düşman askerleri içeriye girmişti. Ailende önce karnından sonra göğsünden aldığı kurşunlarla yerde yatıy ordu. Y oldaşları üzerine Şili bay rağını örtmüşlerdi. Düşman askerleri içeriy e girince Allende'nin üzerindeki bay rağı alıp y ere attılar v e bir el ateş ederek Al-lende'yi öldürdüler. Ay nı saatlerde Time muhabiri Amerika'ya gönder-


diği habere şu başlığı atıy ordu; "Marksist

rüy anın kanlı sonu!" Cunta gelmiş, Ailende öldürülmüş v e rüy a bitmişti. O andan itibaren y aşanacaklar ise Şili halkı için tam bir kabustur... Salv ador Ailende bir sosy alistti. Amerikan emperyalistleriy le onların işbirlikçileri taraf ından aç, evsiz ve acılar içinde y aşamaya mahkum edilen halkının özgür olması için yola çıkmıştı. İlk gençlik y ıllarından itibaren bu mücadelenin içindey di. Ancak Ailende, sav unduğu sosy alist düşünceleri seçim yoluy la iktidara gelerek hayata geçirebileceğini düşünüy ordu. Mevcut devlet mekanizmasını parçalamadan parlamento kanalıy la y eniden v e sosy alist bir şekilde değiştirebileceğine inanıy ordu. Bunun için Ailende üç def a seçimlere girdi v e üçünde de kaybeder. Seçimleri hep ABD işbirlikçisi partiler kazanıy ordu. ABD işbirlikçileri ef endilerine y aranmak için ülkey i daha f azla sömürür

insanlara daha f azla acı y aşatırlar. "Sanayileşiyoruz" laf larıy la bağımlılık artar, enf lasy on körüklenir. ABD'den alınan dış borçlarla Şili'nin de eli ko lu bağlı hale geliy ordu. Ekonomik kriz, siy asal v e sosy al krizin de nedeni olmuştur. Ay nı y ıllarda Küba'da gerçekleşen dev rimin etkisiy le özgürlük v e devrim için sürdürülen mücadele daha da güçlenmiştir. Halkın düzene duy duğu öfke arttıkça, bu öfkeyi örgütlemey e çalışan dev rimciler amaçlarına parça parça ulaşmaktadır. Çeşitli dev rimci örgütlerin biraray a gelerek oluşturdukları Unidad Popular (Halk Birliği) 1970 y ılında y apılan seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştı. Seçimlerde rakibi olan Hristi-y an Demokratlar'la (ABD işbirlikçisi) aralarında çok f azla oy f arkı olmasa da, Unidad Popular, Pablo Neruda'nın başkan aday ı olduğu Komünist Parti'nin v e diğer demokrat partilerin de desteğini alarak 4 Kasım 1970'de iktidara geldi. Unidad Popu-lar'ın iktidara gelmesiy le dünyada bir ilk daha gerçekleşmişti. İlk kez sosy alist bir örgüt seçim yani parlamento y oluyla iktidara gelmişti. Böylece silahlı mücadelenin dev rim için tek y ol olmadığını söy ley enlerin teorileri de kanıtlanmış(!) oluy ordu. Unidad Popular iktidara gelir gelmez, öngördüğü halkçı programını uy gulamay a koymuştu. Toprak reformu v e başta bakır madenleri olmak üzere özel sektöre ait olan bir çok kurumun dev letleştirilmesi, büy ük oranda tamamlandı. "Barışçıl geçiş" yöntemiy le iktidara gelen Unidad Popular sosy alist bir y aşamın temellerini atma y önünde çalışmalara başladı. İşsizlik, daha iktidarın ilk y ılında çok büy ük oranda y ok edildi. Enf lasy on % 5'e düşürülüp, dev letleştirilen fabrikaların üretim kapasiteleri % 70'lerden, % 95'lere ulaşmıştı. Asgari ücretin artmasıy la halkın alım gücü y ükselmiş, y ıllardır y aşanan açlık sona ermişti. Artık Şili sokaklarında ne çöp tenekelerinden ekmek toplayan yaşlı kadınlar v ardı, tavır / darbe / eylül '99 / s ayı: 16

ne de sokak aralarında bedenlerini Amerikalılara pazarlay an kız çocukları... Artık insanlar geceleri başlarını y astıklarına koyduklarında ertesi gün yiy ecek bulup bulamayacağını bilmemenin acısını yaşamıy orlardı. Çocuklar kutsal günlerde "ekmek" dilemiy orlardı. Şili'de artık çocuklar doy uyordu. Okulda her sabah kahv altıları v eriliyordu. Bir tas da süt.. Şili halkı, insana y akışan tek rejimi, sosyalizmi y aşamaya başlıy ordu. Bütün insanlar, bütün ev ler, bütün sokaklar, bütün otomobiller gülümsü-yordu sanki. Canlı cansız ne v arsa etraf a gülücükler dağıtıy ordu. Şili mutluydu. Mutlu, güzel bir rüy a gibiy di yaşanan.... Ne v ar ki sadece bir rüy aydı... Unidad Popular, iktidarı alıp sosy alist bir y aşamı oluşturmaya başladığı halde dev let mekanizmasını par-çalamamıştı. Eski, köhnemiş dev let sistemini aşağıdan yukarıy a y ıkıp, y erine y ukarıdan aşağıy a y eni bir devlet sistemi oluşturulmamıştı. Şili halkının y aşadığı güzel bir rüy aydı. Ama bu güzel rüy ay ı kan uykularla boğmak istey enler atılmamışta ülkeden. Her biri bir köşeye sinmiş bekliyorlardı. Ve ef endilerinin bir işaretiyle hepsi harekete geçecekti. Şili bir bakır ülkesiydi. ABD'nin ihtiy aç duy duğu bakırın büy ük bir bölümü Şili'den sağlanıy ordu. Anaconda. ITT, Kennecott, United Fruit Com-pany gibi ABD'li empery alist şirketler madenlerde de, tarlalarda da, f abrikalarda da halkı sömürüy ordu. Sömürdükleri tüm diğer halklar gibi Şili halkının kanıy la da serv etlerine servet katıy orlardı. Unidad Popu-lar'ın gerçeğe dönüştürdüğü "rüy a" işte bu şirketlerin Şili'de ölüm fermanları demekti. Buna elbette izin v ermezlerdi. İlk önce ABD Şili'nin en büy ük zenginliği olan bakırı çok ucuz bir f iyatla satmaya başladı. Şili'nin bakır satışları neredeyse sıf ıra indirildi. Özel sektöre ait f abrikalarda üretilen mallar bilinçli olarak piy asadan çekildi. Karaborsacılık başladı. Şilili'ler, süt için, tav uk için, de-


terjan, temizlik malzemesi ve y iyecek maddeleri için saatlerce kuy ruklarda beklemek zorunday dı. İnsanların parası v ardı ama satın almak istedikleri ürünler piy asada bulunmuy ordu. ABD'nin başlattığı "ekonomik sav aş"la sosy alizme barışçıl y oldan geçişin tek örneği olan Şili'de felç y aşanmaya başlamıştı. Halkın bu duruma olan tepkisi her gün artıy ordu. Bir süre sonra CIA ajanlarının örgütlediği "tencere eylemleri" başladı. Özellikle orta burjuva sınıf tan insanlar ellerindeki boş tencerelerle sokağa çıkıp, hükümeti protesto ediyorlardı. Toprak v e sürü sahipleri y ine ABD ajanlarının y önlendirmesiyle sürülerini ülke dışına çıkardılar. Şili'de et kıtlığı başladı. 1972 y ılı sonlarında Şili'de kamy on sürücüleri grev e gittiler. CIA'nın 8.8 mily on dolar harcay arak örgütlediği bu grevin ardından küçük esnaf v e serbest meslek sahipleri de grev bayrağını açtılar. Ardından bakır madenlerinde çalışan teknik personel ay nı grevlere katıldı... Sosy alist hükümet "halk" ın bu tepkisi karşısında durmadan y eni tavizler v eriyordu. Ancak atılan hiçbir geri adım sosy alist hükümeti korumay a yetmedi. ABD ajanları her y erde çalışıy or, çalışanları hükümete karşı örgütlüy orlardı. CIA'nın en önemli çalışma alanı ise orduy du. 1973 y ılının Ey lül ay ında her y ıl tek-

rarlanan v e ABD donanmasıy la Şili Deniz Kuvvetleri'nin birlikte gerçekleştirdikleri eğitim tatbikatı sırasında ordu "tey akkuz" durumuna getirildi. Generaller "Marksist kanseri kazımak" için ABD'li ef endilerine söz v ermişlerdi. Tatbikatla birlikte darbe hazırlıkları ad ım adım uy gulanmay a başlandı. Önce donanmanın bulunduğu Valparasio kentindenki Unidad Popular taraf tarları bir bir tutuklandı. 11 Eylül sabahı ise generaller ABD'nin emriyle ülkenin her y anında harekete geçtiler. Askeri cunta, y ani Pronunciamiento başladı. Sokaklar tank paletleriy le ezildi. Hükümet yanlısı, solcu, dev rimci, sosyalist kim varsa ya kurşuna dizildi y a da tutsak edildi. Ailende v e y anındaki 40 kadar y oldaşı Başkanlık Saray ı'nda toplanmıştı. Saat 08.15'te Başkanlık Sara-y ı'nı (La Moneda) aray an Amiral Carv ajal, Ailende'den teslim olmasını istedi. Ailende'nin cev abı netti. Ve Ailende çatışarak şehit düştü. Latin Amerika halkının dey imiyle Ailende "Murio en su ley " y ani kendi y asalarına uy gun öldü; elinde silahı, üzerinde Şili bay rağı, dilinde sloganı v e y üreğinde sosy alizm inancıyla. Cuntayla birlikte, Allende'nin y anında bulunan y oldaşları v e halktan, dev rimcilerden, solculardan oluşan y üzbinlerce insan tutsak edildi. Santiago'da tutuklananlar stady umlara dolduruldu. İki stady um v ardı şehirde, 5 bin kişilik Şili Stady umu v e 80 bin kişilik Ulusal Stadyum. Victor Ta ra Şili Stady umu'na doldurulan onbine y akın insandan biriy di. Ulusal Stady umun soy unma odaları, duşları, tuv aletleri, merdiv en boşlukları ise y aklaşık 100 bin insan için hücre ve işkencehaneye çevrilmişti. Tutuklanan her insan işkenceden geçirili-y ordu. Elektrik, su, bey zbol sopası, many etolu telef on, demir kary ola, kemer, cop, hortum, kablo, ip, tel, sigara izmariti, silah v e irin tutmuş parmaklar... Dana önce de belki de tüm bunlar ilk kez y üzbinlerce insana ay nı anda böy le bir işkencenin y apıldığına tanık oluy orlardı.

tavı r/ darbe / eylül '99 /sayı : 16

"Alba buyurulanı yapmad ı. Onu hoyratça soydular. Savurduğu tekmelere karşın pantalonunu çekip çıkardılar. Yeniyetmeliğindeki o yaş gününün ve Garcia'nın bahçedeki öpüşünün anısı Alba'ya kinin gücünü verdi. Öyle çok çırpınıp direndi ki sonunda onu dövmekten bıkıp usandılar ve kısa bir ara verdiler. (...) İki el onu tutup kaldırdı. Dört el yayları sırtını acıtan soğuk, metal bir yatağa yatırdı; el ve ayak bileklerini kayışla bağladılar. Garcia, 'Son kez soruyorum, Alba dedi. 'Miguel nerede?' Alba başını sessizce sarstı. Boynunu da kayışla bağlamışlardı. Garcia, 'Konuşacağın zaman parmağın ı kaldır', dedi. Alba başka bir ses duydu. Bu ses, 'Makinayı çalıştırayım' diyordu. Derken Alba bütün damarlarına yayılarak bedenini tümden dolduran, ömür boyu unutamayacağı o insanlık dışı can acısını duydu." (3) Y apılan işkenceler sonunda tutuklanan insanların bir bölümünün kurşuna dizilmesine, bir bölümünün kay bedilmesine karar v eriliyordu. Y alnızca cunta sırasında 35 binden f azla insan işkencey le, kurşuna dizilerek öldürüldü y a da kaybedildi. Cuntay la birlikte iktidara gelen Pinochet'in diktatörlüğü sırasında kay bedilen v e katledilen insanların say ısı ise bu rakamdan daha fazlay dı. 1973 y ılının Ey lül ay ı sonlarında ABD'de y ay ınlanan Time dergisinin kapağında "Marksist rüyanın kanlı sonu" y azıy ordu. Kan... Belki de y aşananları anlatmak için seçilecek en uy gun kelime buydu. Ailende v e y oldaşlarının "barışçıl geçiş" deney imleri kanlı bir karabasanla son bulmuştu. Ama onlar ölürken y üreklerinde y anan ateş Latin Amerika'da, Ortadoğu'da, Uzak Asy a'da, Af rika'da ve Anadolu'da y anmay a hep devam edecekti. □ Dipnotlar: * Pronunci Amiento: Askeri cunta ** Companero: Y oldaş Kay naklar: 1.Sheila Cassidy, İnanıy orum ki Biz Kazanacağız Sf:70-71 2.İsabel Ailende, Ruhlar Evi, Sf:367 3.Age Sf :407


t a vı r

"A

kşam öten kuştan k ork, sabah solundan

uyanmaktan

k ork,

dostluk tan, türkül erden kork. Bir düzen türkülerinden kork maya başladı mı, artık o düzeni ki mse

ayakta tutamaz. Nesi- mi'nin derisi yüzül müş Pir Sultan Abdal asıl mış, fak at bütün as mal ara kes melere rağmen, ne o düz en k al mış, nede o debdebeli sultanlar dan ki ms e kal mış."

Ruhi Su, türkülere sev dalı, yasaklı bir sanatçıdır. Ömrü boyunca baskı görür, zulüm içinde y aşar. Türkü dostu olmak mahpusluğu da göze almaktır. Bunu bilir ozan bilir de söy ler. Birgün tutuklanarak Ankara'y a gönderilir. Susmaz. Bu seferde mahpusun beton duvarlarına asılı soğuk y üzüne haykırır sıcak türkülerini. Kimi gün hüzün, kimi gün isy an y ankılanır duv arlarda. Sevkler, sürgünler yaşamının ay rılmaz parçası olur. Adana'y a sevki çıkar. Tutukluların hepsini zincirlerle birbirine bağlay arak bir otobüse bindirirler. Ve

Anadolu'nun y oksul y üzünü seyrey ley erek Koçhisar üzerinden Bor'a doğru y ol alırlar. Bileklerindeki zincir öyle sıkılmıştır ki neredeyse damarlarındaki kan parmak uçlarından f ırlay acak. Başında jandarmalar, y üreğinde özgürlük aşkı, giderler. Rev a mıdır bu? Suç mudur halkın türkülerini sevmek? Suç mudur Karacaoğlan'ı, Köroğlu'y u.. ozanları y aşatmak? Anlay amaz. Dilinde yine türküler başı dumanlıdır herhal... Niğde tavı r / biyografi / eylül'99 / sayı : 16

ov asından geçmektedirler. Önlerine Anadolu'nun dehşet v erici güzellik içerisindeki bozkırları y ay ılır. Bozkırların ortasından Hasan Dağı y ükselir Vakit gecedir. Ay ın sedef rengi ışıkları altında Hasan Dağı pırıl pır ıl y anar. Tüm haşmetiyle merhabalar onları Öy le mi merhabalay acaktın onları Hasan Dağı? Böy le hüzünlü bir merhaba mı olacaktı? Sıy rılır gider ora dan. Uzakları, dağları, özgürlüğü ok-şar gözleriy le. Hasan Dağı'na uzan-


mak ister de zincirler izin v ermez.Birden coşar ozan; Hasan Dağı Hasan Dağı Eğil eğil bir bak sıkıyor zincir bileği Jandarmada din iman yok Uy anmış toprak kokusu doldurur içlerini, dayanamazlar. Tuv alet için otobüsü durdurtup aşağıy a inerler. Hepsi birbirlerine zincirle bağlı olduk larından biri bir y ana kımıldasa diğeri de o y ana gider. Halleri kötüdür. Ey insanoğlu sen bunları da mı görecektin? Boşuna jandarmada din iman yok demiy or ozan, ölür de zincirlerini çözmez. Ilık y az gecesinde efil ef il esen rüzgarda ekinler salınırken aceley le otobüse bindirilirler. Ozanın y üreği boşalır; Gidiyor kalktı göçümüz Gülmez ağlamaz içimiz İnsan olmaktı suçumuz Hasan Dağı insan olmak Otobüs yola devam eder. Hasan Dağı bile day anamaz gördüklerine. Y ıllardır bağrında sakladığı ateşlerini zalimin üstüne salmak ister. Hasan Dağı susar, Suskun Dağ olur. Gülek'e v arırlar. Gülek karanlık bir deredir. Karanlığı boğar adamı. Hiç bitmey ecekmiş gibi uzun gelir Gülek. Dereden çıkınca sıra sıra dağlar karşılar onları. Kenardaki köy de oynaşan çocukların bağırışları, cıv ıltıları dağı sarar. Gözleri onlara kayar. Belki, köşede büzüşmüş oturan çocukta öksüz günlerini hatırlar. Kimbilir, belki de şu yaz ikindisinde sedir altlarında oturan insanlarda, kör pınarları bile sulandıran sesiy le komşularına türkü söylediği günleri görür. Belki de bozkırın inanılmaz kokusuna karışan tezek kokusunun genzini y aktığı günler hatırında-dır. Bilinmez... Önlerine upuzun, bereketli anaç toprak Çukurov a serilir. Ah der ah. Şimdi Çukurov a'da pamuk tarlalarında olacaktı, oradan Toroslar'a uzanacaktı ki... Sonra Toroslar'da y ankılanan ezgileriy le anaç toprağı kucaklay acaktı. Tutamaz kendini, ezgilerini

y üreğinden diline sürer; Koçhisar üstünden Bor'a Gülek bir karanlık dere Sıra dağlar sıra sıra Çukurova ana toprak Hasan Dağı, Ankara'dan Ada-na'y a uzanan bu y olculuk öyküsü de işte böy le doğar. Bu öy küden sonra biraz gerilere dönüp büy ük ustanın y aşamını inceley elim. Urartular'a, Persler'e, Medler'e v e onlarca uy garlığa beşiklik etmiştir Van. Anadolu kültürüne hediy eleri çoktur. Ahlat, Adilcev az, Erciş, Van Gölü, Tendürek... Nice sev daya, acıy a, gülüşe, sav aşa tanıklık etmiştir. Y aşananlar öykü olmuş, bize ulaşmıştır. En çok da halk öyküleri anlatılır olmuştur. Emrah ile Selv ihan, Zaloğlu Rüs-tem, Şah İsmail, Erciş'li Emrah ozanla-rındandır. Anadolu'nun en büy ük ozanlarından Ruhi Su da bu kültür beşiğinde doğar. Van'da Mehmet'le başlay ıp, Ruhi Su ile Adana, Ankara, Konya ve İstanbul'a uzanan y aşam öyküsünü dile getirelim. Birinci pay laşım savaşı sırasında Anadolu topraklan düşman çizmesi altında esirdi. Her karış toprak işgal altınday dı. Y üzlerce çocuk, anasız babasız kalmıştı. Y üzlerce ana, baba, ev latsız... Y akılmış, y ıkılmıştır her y an. Fotoğraf ın karelerinde sadece zulüm hakimdir; Hangi taşı kaldırsam Anam, babam, Hangi dala uzansam Hısım akrabam 1912 y ılında Van'da dünyay a gelen bir sav aş öksüzüne ait bu özlem dolu dizeler. Mehmet' e... Mehmet, ana-babasını y eni y eni tanımay a başladığı y ıllarda keybetmiştir. Savaşın öksüz bıraktığı bir y etimdir. 1915'lerde sokakta bulunur Mehmet. Adana'y a bir ailenin y anma gönderilir. Y oksul evin babasına amca der, öy le bilir. Daha sonra amcası olmadığını öğrenir ama üzülmez. Çünkü onlarca çocuk v ardır anasız, babasız. Dizelerdeki gibi sav aş tavır / biyografi / eylül'99 / sayı: 16

onu herkesi anası, babası, herkesi akrabası görecek kadar olgunlaştırmıştır. Mehmet altı y aşma geldiğinde bir sav aş daha başlar. Halk artık düşman postallarının eziy etine dayanamaz olur. Kurtuluş Sav aşı y ıllarıdır. Ada-na'y ı İngilizler v e Fransızlar kuşatmışlardır. Kaçkaç diye bilinen olay y aşa-nır. Halk zulümden dolay ı Toroslara çıkar. Amcası ailesi v e Mehmet'i alarak Toroslar'ın y olunu tutar. Toroslar'da oradan oray a konup göçen bir hay at y aşanır. Savaş bitiminde Adana'y a geri gelirler. Mehmet'in yaşı ilerlemiştir. Savaşlı y ıllar ona çocukluğunu yaşatmadığı gibi okumasını da geciktirir. "Adana'ya döndüğümü zde on yaşım-daydım. Hüseyin adında bir mahalle arkadaşım vardı. Annesi beni çok severdi. Bir-gün, 'Gel oğlum seni de Hüseyin'in okuluna yatırayım, daha rahat edersin dedi" diy e anlatır o y ılları. Ve Adana'da za manın nüf uz sahibi Suphi Paşa'sına giderler. Durumu anlatırlar. Suphi Paşa "Köyden geldi kimsesizdir." yazılı bir pusulay la Mehmet'i, Öksüz Y urdu; Dar-ül Ety am'ın müdürüne gönderir. Y urda kabul edilir. Dar-ül Ety amlı y ıllar başlar. O günden sonra hay atının büy ük bir bölümü y atılı okullar v e yurtlarda geçer. Çocukluğunu ancak Dar-ül Etyam'da y aşay abilir. Oy un diy e bir şey olduğunu görür. İlk kez burada oy un oynar. Çok güzel bir sesi v ardır Mehmet'in. Bir başladı mı türkü söy lemey e en duy gusuzu bile duy gulandım:. Y urttaki hocaları Mehmet'in sesinin f arkına v arır. Bundan sonra her törende, korolarda v e y ürüyüş taburlarının önünde türkü söy lemeye başlar. Kendisi konuyu şöy le dile getirir: "Önce sesimin farkına vardılar. Marşlar, türküler söyleyerek taburun önünde yürüyen gruba aldılar beni. Zaten önceden konu komşu hep beni çağırtıp türkü söyletirlerdi bana." Müzik öğretmeni Mehmet Tahir y urda bir keman aldırır. Mehmet kemanı öğrenip çalmay a başlar. Bu onun y aşamındaki ilk müzik adımıdır. Gittiği sinemalarda sahnenin önünde f ilme müzik yapan orkestralarda batı müziğini tanır.


1925 y ılında Türkiy e'deki tüm öksüz y urtlarına bir bildiri y ollanır. Gelen bildiri Ankara Müzik Öğretmen Okulu'na ilişkindir. "Müziğe hevesli is-tidaplı çocukları bize yollayın." Arkadaşı Şaban'la birlikte sınav a girer. İkisi de sınav ı kazanır. Şaban son sınıftadır. Dost canlısı Mehmet, açıkta kalmasın diy e kay ıt hakkını ona verir. Bir y ıl sonra tekrar girer. Y eniden kazanır. Bu y ılda Ankara'dan öksüz yurtlarına dönemin Sav unma Bakanı Recep Peker imzalı bir tamim y ollanır "Okulu bitiren tüm çocuklar zorunlu olarak askeri okullara gidecek." Y ay ınlanan tamimle birlikte sınav ı iptal olur. Ama bu durum onun müzik okuluna girme isteğini azaltmaz. Aksine körükler. İşi biraz zorlaşacaktır v e engebeli bir y ol onu beklemektedir.

liseden ayrılma yolları arıyordum. Aklım fikrim müzik okuluna gitmekti. Bir gün Ah met Muhtar Bey, 'Ankara'ya gelebilirsen iyi olur, gelebilir misin? ' dediğinde hiç düşünmeden evet dedi m." Ne y apıp ne edip Ankara'y a gitmenin y ollarını bulmalıdır. Bu olay bardağı taşıran son damla olur. Arkadaşlarıy la hemen bir plan hazırlarlar. Bir arkadaşının f azla olan kimliğini alır. Arkadaşları topladıkları paray ı da ona verirler. Ve soluğu doğruca tren istasy onunda alır. Umut, hey ecan, sabırsızlık dolu bir y olculuktan sonra Ankara'y a varır. Müzik Öğretmen Okulu'na gidip doğruca Ahmet Muhtar Bey'i bulur. Ahmet Muhtar Bey kaçtığını öğrenince af allar. Askeri Liseler Müdürlüğü'ne y ollar. Ruhi derdini ağlayarak anlatır. Ama derman olmazlar. Sahte Okulu biten arkadaşlarıy la birlikte kimlik, bir bav ul v e cebindeki paray la İstanbul Halıcıoğlu Askeri Lisesi'ne gi- gittiği Ankara'dan y anında iki inzibatla Umudu sağlamdır hala rerler. Bu lisey le birlikte Mehmet'in soy adı döner. Ruhi olur. "Adana'dan ayrılmadan önce v azgeçmez. bizi muayene eden askeri doktorlar, Ankara Müzik Öğretmen okulu sarp isimleri mi zi duydukça gülüyorlardı. Ök- bir dağ, Ruhi'de eteklerinden tırmanan keş, Cumali, Merdan, Dur muş vb. Sonun- bir dağcı misali hedefine v armak için her da dediler ki; 'çocuklar, siz bu isimlerinizin y olu dener. yanına bir kibar, güzel isimler koyun. SonÖksüz y urdundan gelenlere y apılan ra İstanbul'da size gülerler' bizde öyle bir sağlık taramasına zorla o da gi rer. yaptık. Cumali, Ali Ulvi oldu. Suphi, Suphi Göz muay enesinde bilerek harf leri y anlış Nejat oldu. Bende Mehmet Ruhi oldu m. okur. Doktor, geleceği kararmasın diy e Ruhi'yi ekledim adıma? Böylece yola çık- düşünür v e sağlam raporu v erir. Oradan tık, kibar isimleri mi zle" çıkıp hemen kulak mu-yenesine girer. İstanbul rüy alar alemi gibidir. Hayrete Dolu dolu gözlerle du rumu doktora düşerler gördükleri karşısında. Onları anlatır. Doktor anlay ışlı çıkar v e "iltiha-ı İstanbul Öksüzler Y urdu öğrencileri uzeniyesinden dolayı mektebe deva m karşılar. İlk önce y urdun müzik hocası ede mez." diy e rapor verir. Ahmet Muhtar Bey'le tanışır. Her akşam y urdun kantinine gidip onlara keman çalar. "Hadi Ruhi çal!" dedikçe müziğin aşkıy la, kemanı dile getirir. Diyar diy ar gezerler. Mehmet adı y av aş yav aş unutulmay a başlanır. Ruhi diy e hitap edilir. Ruhi y ine bir akşam okulunun kantininde kemanını coşturmaktadır. İçeri okulun komutanı girer. Ruhi'nin elinden kemanı kapmasıy la kırması bir olur. Ona göre keman çalmak rezalet birşey dir. Daha sonra kemanın parasını v ermek ister ama Ruhi almaz. "Çok ağırıma gitmişti, çok üzülmüştüm askeri

Doğruca Ankara'nın y olunu tutar. Sınav a başv urur. Eline bir konçerto v erirler, buna çalış gel derler. Adını ilk kez duy duğu Vivaldi Konçertosu'na gece gündüz çalışır. Azmi say esinde konçertoda kurtulmaz elinden. Sonunda sınav ın gündüz bölümünü kazanır. Bu sef erde yer ve yemek sorunuy la karşılaşır. Onunda Teslim Terbiye Dairesi Üy esi Kazım Nami Duru çözümler. Bir y ıl sonra başarısından dolay ı y atılı bölümüne geçer. Okula girdiği y ıl çok sevdiği "Su" soyadını alır. Bundan sonra kendisine Ruhi Su

tavı r / biyografi / eylül'99 / sayı : 16

diy e hitap edilmeye başlanır. Ruhi Su'nun opera y aşamı 1935-36 y ıllarında başlar. Ankara'da y eni açılan Riy aseti Cumhur Orkestrası opera bölümüne seçilir. Müzik öğretmenliğini de dev am ettirir. Pop Hindemit, Karl Elbert, Pol Lohman gibi düny aca ünlü kişilerden eğitim alır. Bu yüzden kendini çok şanslı görür. Bu eğitimin sonraki müzik y aşamında ona çok fay dası olacaktır. 1942 y ılında okuldan mezun olur. 1942-52 y ılları arasında Dev let Operası'na girer. Madam Butterf l, Sev da İksiri, Maskeli Balo, Figaro'nun Düğünü, Satılmış Nişanlı, Fidelio gibi operalar da irili uf aklı birçok rol alır. Ruhi Su'nun bu y ıllarda türkülere olan ilgisi artar. Müzikte geliştikçe türkülerin y üceliğini görür v e dört elle sarılır 1943-45 y ılları arasında Ankara rady osunda bir türkü programı y apar. Rady o programında söylediği türkülerin halk türküleri olmadığım iddia ederek işine son verirler. Onun programına son v erilmesine sebep olan, Aşık Ah İzzet'e ait olan şu türküdür: Musa Tevrat'a hak dedi Firavun aslı yok dedi Habil Kabili öldürdü Sonra gelen Kuran nedir. İşine son v erilmesi Ruhi Su'ya geri adım attırmaz. Çünkü türküleri doğuran hay at şartlandır. Var olan bu kötü düzen sürdükçe o da söy lemey e devam edecektir. Operadan Halk Türkülerine Geçiş: Ruhi Su çocukluğundan beri hoşuna giden ama bilinçsizce söy lediği türküleri ciddi bir biçimde ele alışını şöyle özetler: "Halk türkülerine meraklıydım. Kaçkaçtan, Toroslar'daki İndereci ve Mansurlu civarındaki köylerden bazı türküler öğren miştim. Söyler dururdum. Bunlar çocukluk hevesi. Zamanla mü zik kültürüm sistemli bir şekilde geliştikçe, çocukluğumdan kafamda kalan türküleri bilinçli bir şekilde tetkik etmeye başladım. O za manlar anlad ım ki, türkülerimizi bi ze devredildiği gibi aynen kopya etmek kafi


değil. Batı müziği tipinde türkünün tama mlayıcı bir müziğe ihtiyacı vardır." Ruhi Su, batılı olmay ı, batıy ı taklit etmek, bati hay ranlığı içinde y aşamak şeklinde ele almamıştır. Batılılaşmak adına halkın özlemlerini, sev inçlerini, acılarım, umutlarını if ade eden içeriğinin v e özünün bozulmasına da karşı çıkar. Müziğin batılı olmasını, kendi tadını yitirmeden, yabancılaşmadan, zenginleştirilmesi biçiminde değerlendirir. Müziğimizin zenginleşmesi için ilerici bilim v e teknolojinin nimetlerinden y ararlanmasından yanadır. Böylece müziğin gelişeceğini güçleneceğini if ade eder. Ona göre müziğe gücünü kazandıran etkenlerden biri de armoni y ani çok sesliliktir. Senede bir gün gör mediği m dostlar merhaba merhaba. Deste deste dermediği m güller merhaba merhaba... Eşe dosta duy ulan özlemle dolu olan bir türküdür. Ozanın bu türküdeki özlemi ilk önce kalbinde duyması gerekir. Eğer duy uyorsa geriye kalan halka duy urmaktır. Sorun da en güzel biçimiy le sunabilmektedir. Ruhi Su bunu duy urabilecek en iy i biçimin çok seslilik olduğunu söy ler. Ruhi Su, bu türkünün batı tekniği ile armonize edilmiş yani çok sesli hali v e bağlamay la söy lenmiş hali göz önüne al ın dığında çok sesli olanın tercih edileceğini sav unur. Çünkü, batı tekniğiy le çok sesli hale getirilmiş bir türkü duygulara daha iy i seslenecektir. Daha doy urucu ve zenginleşmiş olacaktır. Ayrıca çok sesliliğin müziğe kişiliğini ve beraberinde kişiliğin kurallarını da kazandıracağın ı belirtir. Kişilik müziğin öz haliy le birleşince çok sesliliğin v azgeçilmez bir tarza sahip olacağını söy ler. Edebiy at alanında bize ait bir halk öyküsünün bu tarzından y ararlanılarak biçimlendirilmiş halinde nasıl ki öyküyü okurken bize y abancı gelen bir unsur olmuy orsa armonize edilmiş y ani çok sesli hale getirilmiş bir türküyü dinlerken de kulağınızı tırmalay an bir yan olmay acaktır. Tüm bunlarla beraber Ruhi Su çok sesli müzikte ken-

di y aşantımıza v e kendi dilimize ait olan şey lere zarar gelmediğini gördükçe çok sesliliğin tadına v aracağımızı ve v azgeçemey eceğimizi belirtir. Ruhi Su ay nı zamanda türkülerin yerel ağız v e şiv e ile söy lenmesinden y ana değildir. Ona göre y erel ağız v ey a şiv e müziğin ulusal dilinin oluşmasını engeller. Bir türkünün öz itibariy le korunması için şiv ey i taklit etmek vey a illa da o bölgenin y erel ağzını kullanmak gerekmediği düşüncesindedir. Karadenizli olmay an birinin Karadeniz türküsünü y örey e has şiv ey le söylemesinin iy i olmay acağını, türkünün karikatürüze olacağını v e özelliğini y itireceğini sav unur. Bu yüzden şehir diliy le türkü söy leyen birinin şiv e v e ağız kullanmasını doğru bulmaz; kendisinin de böy le bir çalışması olmamıştır. Şiv e ve ağız konusunda, bir türkünün içinde geçen bazı kelimelerin y örey e has şiv e ve ağızla söylenmesine karşı değildir. Aksine bunun türküye ay rı bir tat katacağım söy ler. Ay rıca yukarıda da belirttiğimiz gibi, şive ve ağızın müzikte ulusal bir dilin yakalanmasını engelley eceği gibi müziğimizin ev renselleşmesini de geciktireceğini if ade eder. Ruhi Su'nun bu düşünceleri sonucunda "Ruhi Su türküleri halk gibi söylemiyor" şeklinde bir y aklaşımla karşılaşmıştır. Ruhi Su, bu konu hakkında, halkın belirli bir kişiden oluşmadığını bunun için de belirli bir söy leyiş tarzının olamay acağını belirtir. Karacaoğlan, Aşık Veysel, Y unus Emre, Mahsuni ve Anadolu'y a nam salmış birçok ozanın halktan biri olduğunu hatırlatır ve onları ozan y apan özelliğin kendilerine has söyley iş tarzından kay naklandığını söy ler. Halk türkülerinin ortak bir sanat olduğunu kabul eder f akat, bunun beraberinde ortak bir söy ley iş tarzına sahip olmay ı gerektirmediğini düşünür. Çünkü herkesin ay nı müzik eğitimini v e kültürünü almadığını belirtir. Var olan müziği çok daha ileriy e taşıy acak bilgiy e sahipken bunu y apmayanların müziğe haksızlık ettikleri düşüncesin-

tavı r / biyografi / eylül'99 / sayı : 16

dedir. Gelenekçilik adına y apılan bu y aklaşımı kör bir taklitçiliğin ötesinde değerlendirmez. Bunu piyasa türkülerinin y aptığını söy ler. Ruhi Su'ya göre müzik eğitimi almış, müzik kültürüne sahip olan bir sanatçının söy leyişinde ister istemez f arklılıklar olacaktır. Ruhi Su'yu türkülerin söy lenmesinde farklı kılan bir y anı da sesini çok iy i kullanmasıdır. Ona göre iy i bir sanatçı kullandığı enstrümanların tüm imkanlarına sahip olmalıdır. Bir sanatçı için en büy ük enstrüman olarak "ses" i kabul eder. Onun için iyi bir sesin yanısıra, ses tekniğine sahip olmak ve türkçeyi en duru haliy le kullanabilmekte olmazsa olmaz bir şarttır. Gereksiz süslemelerden y ersiz iniş-çıkışlardan, abartıdan kaçınır. Çünkü bunu acemi türkücülerin yapacağı bir y öntem olarak kabul eder. Kendi sözleriy le "Türkü söylemek beni m için bir aşk halidir. En güzel aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar beni aldattı, ne de ben onları. Türkü söyledikçe yeşeriyor, çiçekleniyorum. Ben türkü söylerken sazım ne beni mle yarışır ne de türkülerle bize yalnızca eşlik eder bizi tama mlar. Halkımızın büyük ustalarında da saz, böyle saygılı bir uyum içindedir. Bu açıdan bakınca, türküleri bir besteci gibi ele aldığım daha iyi anlaşılır. Yani asıl a macım, güzel saz çalmak değil. Benden daha güzel saz çalanlar var. Virtüözler var. Benim asıl işim sesimle türkü söylemek" Ruhi Su, batılı olmaktan, çok sesliliğe, dilin kullanımından sesle ilgili olan düşüncelerine kadar her attığı adımda halk kültürünü korumay ı bu kültüre ilerici ve dev rimci öz kazandırmay ı düşünmüştür. Bunun için çabalamıştır. Müziği geliştirmenin temelinde halk sev gisinin y attığını v e onun derdine tercüman olabileceğini, sav unur çalışmalarında. Düzen kültürüne ait hastalıklı unsurlara karşı savaşır. Kültürel y ozlaşmay ı yaratmay a çalışan düzene karşı halk kültürü ile tav ır alır. Düzenin çizdiği sınırlara karşı kendi doğru bildiğinden v azgeçmez. Halk kültürünü y aşatmay a çalışması, gün görmemiş türküleri halka tanıtması sonucunda devlet onu tu-


tuklay arak "ödüllendirir." 1952 y ılında 141. maddeden, TKP üy esi olduğu gerekçesiyle beş y ıl hapis, y irmi ay gözetim cezasına çarptırılır. Egemenler kültürel mirası y ok etmey e çalışarak insanların kendi kültürüne y abancılaşmasını v e değerlerinin y ok say masını istemektedirler. İnsanı insan y apan değerleri unutturmak tek istekleridir. Y oz kültürün temellerini güçlendirmek için uğraşırlar. Ruhi Su bunlara karşı çıkar. Halkını sev diğinden, halkı v e onun kültürü için çalışır. Tarihin tozlu raf larında y ok edilmek istenen türküleri binbir zorlukla derleyip toplar. Etliy e sütlüye karışmayan türküler yerine inadına halk türkülerini söy ler. Halk türküleri isyandır. Her söylendiğinde bir def a daha vurur egemeni. Bu da egemenlerin korkulu rüy asını büy ütür. Ruhi Su'da bu rüyay ı büyütenlerdendir. Küçük burjuva sanatçılar taraf ından, insanı y aşadığı çağa, topluma y abancılaştıran v e halktan kopuk kişiler haline getiren bireyciliğin v e örgütsüz-

lüğün y ay ıldığı dönemdir. Ruhi Su bu dönemde örgütlülüğü savunur. Toplumsal gelişmey i sağlayacak örgütlülüklerin gerektiğini v e bu örgütlülükler içinde y er almak istediğini söyler. Onu tutuklattıran işte bu sahip olduğu düşünce ve çalışmalarıdır. Oy sa Ruhi Su, düzen içinde çalışsa, etliye sütlüy e karışmayan türküler söy lese en gözde sanatçı olabilecekti. En iy i konserv atu-v arların dekanı, hocası olabilecek düzey dey di. Ama o halkın sesi olmay ı tercih etti.

da bir bankanın düzenlediği halk oy unları şenliklerinin müziklerini derledi. Bitmey en Y ol filminde "Kısa çöp uzun çöpten hakkını alacak elbette" türküsünü söy ledi diy e işten atıldı. Ruhi Su, halk klasiklerinden oluşan bir albüm serisi hazırlamak için çalışır. Bu çalışmasında halk ozanlarına v e halk türkülerinin çeşitli türlerine yer verir. Dadaloğlu, çalışmasını hazır larken ellerinde kireçlenme oluşur. Çalışmaları y avaşlar ama v azgeçmez.

Beş y ıl boy unca sürgünler sevkler içinde y aşadı. Tutukluluğunun en mutlu y anı Sıdıka Hanımla hay atını birleştirmesiy di. Tahliy esinden sonra eşi Ankara'y a tayin edildi. Kendisi de yirmi ay gözetim cezası için Kony a'nın Çumra ilçesine gönderildi. Gözetim süresi bitince eşiy le İstanbul'a geldi. Tarihe mal olmuş bu ozan İstanbul da işsiz günler geçirdi. Şaşılacak bir olay değildir tabiki ülkemizde bu durum. Bir süre sonra Taksim Belediye Gazinosu'nda çalışmay a başladı. Ardından

Y ıl 1974'e gelir dayanır. Ezgi dolu bir ırmaktır Anadolu. Pir Sultan olur, Y unus Emre olur, Karacaoğlan, Köroğlu olur. Şiir v e türkü olur köpük köpük dalgalarla akar ezgili y üreğin bağlamasına. O usta parmaklar tınılı tellerde süzülür. O vurdukça Y unus Emre bir daha sevdalanır.

tavı r / biyografi / eylül'99 / sayı : 16

"Aşkın ile avunurum Bana Seni gerek seni deyi... Karacaoğlan sazına sığmaz, kendinden geçer ve Elif'e v arır türkülerin-


de:

Gülbenk (Dua) çekilir.

"Yüce dağdan bir yel eser Eser elif Elif deyi..."

Allah Allah Allah Üçlerin Beşlerin Gerçek erenlerin ve şehitlerin yüzü suyu hürmetine akşamlar hayrola Şerler de def ola Yiğitler saf ola Yardımcımız halk ola varlığımıza birliği mi ze, dir olma mıza merhaba merhaba...

Pir Sultan Kızı canlanır, kanlı y aş akıtır Banaz'da "Koç babamı astılar kanlı Sıvasta Dar ağacı ağlar Pir Sultan deyi" Köroğlu kalkar kabrinden kır atına kav uşur meydan okur namerde "Mert dayanır namert kaçar Meydan gümbür gümbürdenir..." Nazımın destanından reddin ezgilenir.

Şey h

Bed-

"Bir bakırcı dükkanının karşısında Bedrettinim ağaca asılı" Bunu gören Serez y anar y anar ağlar, Serez kül olur, Serez kör. Çalışmalarını kaset haline getirir. İsmi Y unus Emre... İsmi Karacaoğlan, ismi Pir sultan Abdal... ismi Köroğlu... ismi şiirler v e türküler olur. Kendi gidemez ama kasetleri kilometreleri arşınlay ıp dünyay a ulaşır. Dünya tanır da bizim sanat düşmanları tanımaz. Anadolu, Nuh'un gemisi gibi zengindir 73 millet... 73 Kültür... kınalı parmakların işlediği bin bir renkte bin-bir motif li bir kilimdir. Ruhi su düny ası, eserleri ise kilimin motifleridir. Siv as'ta, Tokat'ta tahtacıların arasındadır. 12 hizmet denilen ödev ler denilen semahı izler. Tev hid söy lenir; Benim Kabem insandır Hele nenni nenni dost nenni... Canlanır hu diy e selam çekip semah döner. Öğütler v erir; Dostlarım, kardeşlerim,canlarım, Kaldırın başlarınızı suçlular gibi yüzünüz yerde özünüz darda durup dururuz Kaldırın başlarınızı yukarı... Semahın sonunda gelecek için iy ilik mutluluk dileklerinde bulunulur.

Motif tamamlanır son düğüm atılır adı semahlardır. Dolaşır rengarenk ipler parmaklara y eni motif işlemey e başlar. Ruhi Su bu kez ef eler diy arındadır. Dağlarda eşkıy aların y anında. Bir bakarsın Y örük Ali Ef e olur, bir bakmışsın Demirci Mehmet Ef e... türküleri ezgilendirip dilden dile söy ler. Bir motif daha biter adı zey bekler olur. Anadolu öy le bir sevdadır ki bitmez tükenmez. Ana kucağı gibidir. Sardıkça sarmalar. İpler dolanır y eni bir motif için parmağa. Başlar cenge... Hey hat... Sef erberlik ilan olanda düşler y ola Çanakkaley e v arır. Çanakkale içindedir Ay nalı Çarşı'da v urur v uruşur. Çanakkale'den, Sarıkamış'a giderken ay ın altında Akşehir üstünden Afyon'a giden sav aş kadınlarına rastlar. Bir olup oradan da kov arlar düşmanı ve savaş kadınlarıy la yine ay ın ışığı altında sürerler kağnılarını cepheden cephey e. Oltu'dan gelip Sarıkamışa v arırlar. Sarıkamış'ta gonca gülün tazeleri kırılır da of demezler. Duyar ki Karay ılan'la Antep'liler namus için vuruşurlarmış. Durulur mu? Durulmaz tabi ki, varır Karay ılan'ın yanına tutuşurlar, harbe. Kilis yollarından kelle getirene kadar durmazlar. Sonunda Antep'in namusu da kurtulur. Sabah sabahı kov alar, sigara sigaray ı. Dumandan gözlerini zor açar. Büyük taaruz sürmektedir hala dağlarda y anan ateşi görür. Y ıldızlar öy le pırıltılı öy le f erahtır ki süvarinin türküsünü söy ler dağlara. Dört nala gelip uzak Asy a'dan/ Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu dağları ardına almış O'na doğru gelir. Duman durulup toz

tav ır/ biyograf i /eylül'99/say ı: 16

dinende görür ki Kiziroğlu başlar sav aşa. Hay eden de hay a tepeler huy edende huy a tepeler. Düşmanı suy a seperler, birde bakarlar ki usta, ortaya Sef erberlik Türküleri v e Kuvai Milliy e Destanı çıkmış. Bir motifi daha düğümler. Kilimin diğer motif lerini, Çocuk-larGöçler-Balıklar, Sabahın Sahibi Var, El kapılan v e diğerleri tamamlar. 80'li y ıllara gelindiğinde bir hastalık sarar bedenini v e pasaport serüveni başlar, 12 Ey lül'ün f aşist generalleri pasaport v ermey erek hastalığını arttırırlar. Y urtdışından dav etiy eler gelir ama dev let onun ölümüne çoktan davetiye çıkarmıştır. Halkı sevmek halk için y aşamı beraberinde ölümü de getirir. Ölümsüzlüğü de... Ey lül'le güz gelir. Ey lül hüzünle-nir. Koca bir çınar y orgun düşer bereketli toprağa. Savurur san gevrek yapraklanın serin güz rüzgarlar ı göğe. Kara mav i gecede f ery at... Y ıldızlar söndürür parıltısını. Gök y arılır y er sarsılır. Türküler inim inim inler. Banaz'dan Pir Sultan gelir. Ege diy arından Kamalı Zey bek cepkenlerini sav urarak gelip diz kırar. Toroslar'ın y ücesinden Karacaoğlan... Koca Y unus... Dadaloğlu... Akın akın gelirler. Başlarlar söy lemeye, saz sazlanır, dil dillenir. Cem tutulur. Ruhi Su ağıtlanır gecede. Sıdıka Hanım y aşlı bedenine rağmen canından çok sev diği hay at arkadaşına y araşır bir mezar y aptırmak için koşturur durur. Camdan, üzerinde Ruhi Su y azan bir anıt mezar y aptırır. D u r u temiz bir mezar. Dirisine tahammül edemey en ölüsüne tahammül eder mi hiç? Mezar kurşunlanır. Türkü dostu Sıdıka Hanım durmaz, Eşinin "En güzel ölünecek yer" dediği, Bin Pınarlı İda Dağı'ndan işlenmemiş saf İda mermeri getirtir. Y eni y aptırdığı cam mezarı ida mermeri ile bezetir. Ozan Bin Pınarl ı İda Dağı'nda ölmemiştir ama eşi say esinde O'nunla mezarda buluşur. Sıdıka Hanım mezarın y anı sıra Dostlar Korosu'nu yeniden kurar ve Ruhi Su Kültür Vakf ı'nı da oluşturarak eşini y aşatmay a çalışır. •


HABER YORUM Halkımızın Başı Sağolsun! İSTANBUL- 17 Ağustos 1999 gecesi meydana gelen depremle ilgili İdil Kültür Merkezi, Grup Yorum, Özgürlük Türküsü, Kültür Sanatta Tavır Dergisi , Fotoğraf ve Sinema Emekçileri(FOSEM), Ayşe Gülen Halk Sahnesi tarafından 17 Ağustos tarihli bir açıklama yapıldı. Açıklamayı aynen yayınlıyoruz. "17 Ağustos 1999 gecesi saat 03:02 sıralarında merkezi Kocaeli'nde olan ve tüm Marmara Bölgesi'ni etkileyen bir deprem meydana geldi. Depremin şiddeti ilk olarak 6.7 olarak açıklandı. Basın açıklamasını hazırladığımız saatlere gelindiğinde, depremde yaşamını kaybedenlerin sayısının bine yaklaştığı, yine depremde yaralı olarak kurtarılanların sayısının da yaklaşık dört bin olduğu açıklandı. Ölü ve yaralı sayısının ilerleyen saatlerde artacağına kesin gözüyle bakıyoruz. Her zaman olduğu gibi bu depremde de yine ölen, yaralanan, zarar gören, evi yıkılan halk oldu. Erzincan ve Adana'da yaşanan acıların aynısı bu kez tüm Marmara'da karşımıza çıktı. Depremde yıkılan evlerin çoğunda altyapı yetersizliğinden kaynaklanan hatalar belirleyici oldu. Yine enkaz altında kalan insanlara zamanında müdahale edilmediği, yaralılar zamanında hastanaye yetiştirilmediği, yeterli sağlık araçları ve personeli olmadığı için insanlarımız göz göre göre ölüme terkediliyor. Devlet her zaman olduğu gibi "takdir-i ilahi"nin arkasına sığınmaktan başka hiç birşey yapmıyor. Halk; bütün acısına, yoksulluğuna rağmen kendi yarasını kendisi sarıyor. Paylaşmanın, dostluğun, fedakarlığın en güzelini yaşatıyor. Bir yandan da basın organlarına yansıyan görüntü ve açıklamalarda açıkça görülebileceği gibi öfkesini dile getirmekten kaçınmıyor. Devletin açık ihmalleri nedeniyle her afette yaşanan bu acıların bir daha yaşanmamasını istiyoruz. Yaralılara geçmiş olsun dileklerimizi gönderiyoruz. Depremde yaşamını yitiren bütün insanlarımıza, yaşananları unutmayacağımız sözünü veriyoruz. Halkımızın Başı Sağolsun!" •

İdil Futbol Turnuvasında Finale Yaklaşılıyor İSTANBUL- İdil Kültür Merkezi tarafından üç yıldan bu yana, Ayçe İdil Erkmen'in anısına düzenlenen İdil Futbol Turnuvası'nda finale doğru yaklaşılıyor. 24 Temmuz'da başlayan turnuvanın birinci ve ikinci tur maçları sona erdi ve final grubuna yükselen takımlar belli oldu. Buna göre üç takımın katılacağı ve tek devreli lig usülüne göre oynanacak final grubuna Gazi Halk Gücü, Okmeydanı Halk Gücü ve İdil Kültür Merkezi yükseldi. Turnuvanın birinci turunda A Grubu'nu Okmeydanı Halk Gücü 7 puanla birinci, Gazi Halk Gücü 6 puanla ikinci; B Grubunu, Gazi Umut Spor 7 puanla birinci, Nurtepe Halk Gücü 6 puanla ikinci; C Grubunu da Gazi Doğu Spor 9 puanla birinci, İdil Kültür Merkezi 4 puanla ikinci olarak tamamladı ve ikinci tura yükseldi. İkinci tur maçları da şöyle sonuçlandı. Gazi Halk Gücü-Gazi Doğu Spor: 6-3 Okmeydanı Halk Gücü-Nurtepe Halk Gücü: 9-3 İdil Kültür Merkezi-Gazi Umut Spor: 2-1 Deprem nedeniyle iki hafta ara verilen turnuvaya, dergimiz baskıya hazırlandığı sırada oynanan maçlarla devam ediliyordu.•

Halk Sahnesinin Yeni Kayıt Dönemi Başlıyor İSTANBUL- Çalışmalarını İdil Kültür Merkezi'nde yürüten, Genel Sanat Yönetmenliği'ni Yiğit Tuncay'ın yaptığı Halk Sahnesi Tiyatro Atölyesi yeni kayıt dönemini başlattı. Yaklaşık iki yıldır çalışmalarını sürdüren topluluğun yeni kayıt dönemi 1 Kasım 1999 tarihine kadar sürecek. Başvurular, İdil Kültür Merkezi'nde, Halk Sahnesi Tiyatro Atölyesi'ne yapılabilir. • tavı r / haber yorum / eylül '99 / sayı : 16


HABER YORUM Karaağaç Beldesinde Şenlik ANTAKYA- İskenderun'a bağlı Karaağaç Beldesi'nde, Şarkonak Sosyal Yardımlaşma Kültür Derneği tarafından "Dostluk ve Dayanışma Şenliği" düzenlendi. Şenlik, 17, 18 ve 20 Ağustos tarihlerinde yapıldı. Çalışmalara yaz tatiliyle birlikte başlayan Karaağaç gençliği, işçisiyle, öğrencisiyle çocuklarıyla yaklaşık 200 kişi, iki aylık bir çalışmayla hazırlandı. Şenliğe çevre beldelerden de yoğun ilgi vardı. Şenlik süre since şiir, halkoyunları, çocuk korosu ilgiyle izlendi. Şenliğin birinci ve ikinci gününde tiyatro oyunları oynandı. Şenliğin üçüncü gününde dernek tarafından hazırlanan halkoyunları ekibi sahne aldı. Arada şiirlerin okunduğu şenlikte "Bu tür kültürel ve sanatsal etkinliklerin yozlaştırılmaya, halktan uzak yabancı bir şekilde yapılmaya çalışıldığı" belirtildi. "Bizim de bu durumda bu şenliklerin alternatifini yaratma mız gerektiği" üzerinde duruldu. Son olarak Grup Irmağın Türküsü'nün söylediği türkülerle sona erdi. Şenlik Karaağaç halkı tarafından yoğun ilgiyle karşılandı. Şenliğe yaklaşık dört bin kişi katıldı. •

Harbiye Belediyesinde Açılış Şenliği Yapıldı. ANTAKYA- 4 Eylül Cumartesi günü Antakya'ya bağlı Harbiye Beldesi'nde Karyer Mahallesi'nde kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Güzelleştirme Derneği'nin açılış şenliği yapıldı. İki bin kişinin katıldığı şenlik, Marmara Bölgesi'nde meydana gelen depremde ölenler için saygı duruşu yapılmasıyla başladı. Ardından Yapılan açılış konuşmasında derneğin amacı ve faaliyetleri hakkında kısa bir konuşma yapıldı. Örgütlü halkın önemi üzerinde duruldu. Şenlikte yerel sanatçıların söylediği türkülerin yanı sıra şiirler okundu, skeçler oynandı. Son olarak Grup Umut Işığı'nın söylediği coşku dolu türkülerle açılış sona erdi.

Depremde Hayatını Kaybeden Halkımızı Anıyoruz! ANTAKYA- Antakya Kültür Sanatta Tavır Dergisi Temsilciliği'nde; 17 Ağustos günü meydana gelen depremde hayatını kaybeden halkımızın anısına bir dinleti verildi. Dinletiye, Grup Şems-İl Cenubi (Güneyin Güneşi) katıldı. Kısa bir konuşma yapılarak depremde hayatını kaybedenlerin anısına saygı duruşunda bulunuldu. Yapılan konuşmada, "Halkımızın üzüntüsünü paylaşıyoruz, ama üzülmek yas tutmak yetmez, bunun yanı sıra Anadolu halklarımızın kültüründe bulunan yardımlaşmayı, dostluğu, kardeşliği en iyi bir şekilde bu zor durumda ortaya koyabiliriz." denildi. Daha sonra Grup Şems-İl Cenubi türkülerini söylemeye başladı. Türkçe ve Arapça parçalar söyleyen grup, son olarak "Bize Ölüm Yok" marşını seslendirdi. Yaklaşık 100 kişinin katıldığı program sona erdi.

Ankara'da İdil Can Kültür Merkezi Açıldı ANKARA- Ankara'da yeni bir kültür sanat mevzisi kazandı. İdil Can kültür Merkezi, 5 Eylül 1999 Pazar günü yaptığı açılış şenliği ile çalışmalarına başladı. Açılışta bir konuşma yapan kültür merkezi çalışanı Yekta Acar, yıllardır halkın sanatı yapmak için çalışmalar yürüttüklerini ve bu uğurda bir çok bedeller ödediklerini belirtti. Acar ayrıca, bundan sonra da aynı amaçla, çalışmalarını İdil Can Kültür Merkezi'nde sürdüreceklerini belirtti. Açılış şenliğinde Ankara Müzik Araştırma Topluluğu bir dinleti verdi. İdil Can Kültür Merkezi çalışmalarını, Ankara-Dikmen'de Sinan Caddesi Dayanışma Sokak No:12'de sürdürecek • tavı r / haber yorum / eylül '99 / sayı : 16


HABER YORUM

Şair Can Yücel Öldü İSTANBUL (TAVIR)- Geçen sayımız matbaada basılırken edebiyat dünyası bir şairini kaybetti. Can Yücel 73 yaşında aramızdan ayrıldı. Aramızdan ayrılırken miras olarak şiirlerini, çevirilerini, dolu dolu geçen ömrünün anılarını bıraktı bizlere. Bir çok kişi gerek sohbetlerinde, gerek yazılarında onun hayatı ti'ye alan duruşunu, argo konuşmalarını aktarıyor. Ve ardından gözyaşı döküyor. Biz onun bu yanını, kişiliğinin kopmaz parçası olan yanını keskin bir açıksözlülük olarak nitelendiriyoruz. Can Yücel, eşyaya ismini koymaktan çekinmemiş, belki de yıllar yılı bunun bedellerini ödemiştir. Ömrünün son döneminde bile, mahkeme kapılarını aşındırmıştır. Can Yücel şiirinin özünde belirleyici olan aslında küfür ve argo değildir. Belirleyici olan keskin mizah anlayışıdır. Şiir dünyamıza geçmişten bugüne baktığımızda bu vurgunun pek bulunmadığını görürüz. Divan şiirinde mesela, mizaha hiç rastlanmaz. Orada, rastlanan yergi şiirleridir ki, Selahattin Hilav bunu, " kişisel sürtüşmelerin, bozuşmaların, kuyruk acılarının ve hınçların ürünü" olarak nitelendiriyor. Bunun belli bir eleştirel dünya görünüşünün sonucu oluşmadığını vurguluyor. Ve ekliyor; "Batı etkisindeki Türk şiirinin de büyük eksikliklerinden biri, kişisel sürtüşmeleri aşan ve insanı sorgulayan bir mizahın kurucu bir öğe olarak yer almaması ve şiirin içinde erimemesidir. " İşte Can Yücel bunu yıkmıştır. Neyzen Tevfik'te belirginleşen bu tarzı, bir adım öne taşımıştır. Öfke, sevgi, nefret, mizah ve lirizm Can Yücel şiirinin temel taşları olmuştur. Yine S. Hilav'a kulak verecek olursak, bakın ne diyor Can Yücel şiiri için; "Can'ın şiiri, kültür, dünya görüşü, siyasal bilinç ve özgür öznelliğin bir bileşimidir. Mitlerden ve Kutsal Kitap'tan, gerçeküstücülere ve 'beat generation' şairlerine kadar tüm dünya kültürünün sözlü ve yazılı ürünleri içinden yolunu açan bir şiirdir bu. Dolaysıyla, onun dünyayı algılamasında, akıl ve duyu gibi birbi rinden hayli uzak ruhsal yetiler kaynaşmış ve bir bütünselliğe varmıştır." Evet böyle değerlendiriyor S. Hilav, Can Yücel'i... Onun şiiri taklitçilikten doğan değil, kendi özgünlüğünden gelişen ve damarını halkın soluğundan bir dile sahiptir. Üslubu sivridir. Yeri gelir küfür de eder. Bakın Can Yücel argoyu kullanımı konusunu nasıl açıklıyor. "Küfrü ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey de halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre elbette bu küfür işi de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır. Türkiye'de kala kala küfretme özgürlüğün kalacak. O özgürlüğü de elden bırakmak istemiyorum." Şairin dünyaya, topluma, düzene, çarpıklıklara bakışı eleştireldir.Yalansızdır. Ve yalana hayat hakkı vermez. Görünenin ardındaki gerçekliğe yönelir ve ortaya döker. O şiirleriyle birlikte politikayla da içiçe oldu. TİP yönetim kurulu üyeliği, Emek Partisi üyeliği, İYÖ-DER kuruculuğu ve ÖDP milletvekili adaylığı dolu dolu geçen ömrünün birkaç noktasıdır. Kendisini saygıyla anıyoruz. tavı r / haber yorum / eylül '99 / sayı : 16

48




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.