Merhaba, Yeni bir sayıda daha birlikteyiz. Bu s ayının özelliği yeni bir yıla girerken bir bin yılı da geride bırakıyor olmamız. Yepyeni bir yıla girerken yaş adığımız son yüz yı lı da değerlendirdi k. Son yüz yıla damgasını vuran ol ayları ve kişileri okuyac aksınız "Yüzyıl Böyle Geçti" yazımızda. Bin yılı bitirirken, T ürki ye'nin, Avrupa Birliği'ne adaylığı kabul oldu. Peki sonr a ne oldu? Avrupa hayr anı aydınlar, si yasetçiler, ül keyi emper yalizme peş keş çekenler AB'nin kapısından Sahibi: İdil Kültür Sanat Yav. Org. Rek. Film. Tic. Ltd. Şti, adına İRŞAD AYDIN
girerken hal kın yaşattığı tüm değerlere s aldınr oldul ar. Herşey Avr upa için artık. AB' ye yan mizahi bir pencereden bı yık ve kokoreç üz erinden baktı k. Doğulu kültür ün içinden çıkıp neden kafa olar ak batılılaşmaya ç alışıyoruz? Doğu kültürünü savunmak geri kafalılık mı? Bu soruların cevapl arını "Kokoreç,
Yazıişler i Müdürü: Y A S İ N ALİ TÜRKERİ
Bıyık ve Av rupa Birliği" yazımızda cevabım arıyoruz . Akit Gaz etesi, devrimcilere ve devrimci sanatçılara saldırmaya
Yazışma Adresi: İDİL KÜLTÜR MERKEZÎ DEREBOYUC.NO:110/55 80840 ORTAKÖY/İST ANBUL TEL/FAX: (212) 261 46 53- 261 3219
devam
saldırıyor?
Kimin
ve
nasıl
sözc ülüğünü
"Eksiği olsa bile Amerikalilardan mı tek milley eceğiz beyi m?" diye sor an Hacı Kadir'i, "...adımız, Amerikan k öyü oldu. Kızlarımızı, gelinleri mizi
Ankara İDİL CAN KÜ LTÜR MERKEZÎ SİNAN C. DAYANIŞMA S. NO:12 DİKMEN/ANKARA TEL: ( 3 1 2 ) 481 69 64
Abone Koşul ları (6 Avhk) 5.000.000 . - T L (1 Yıllık) 10.000.000.-TL (6Aylık) 42.-DM (1 Yıllık) 84.-DM
Neden
yapıyor? "E mperyaliz mi n Sözc üsü: Akit" yazısmda okuyacaksınız.
İzmir: Y A R E N SANAT MERKEZİ 863 S. 23/2 KEMERALTI /İZMİR
Antakya CUMHURİYET M. GÜNDÜZ C. MURAT S. BAKİRCİ PSJ . NO:8 TEL: (326) 214 01 15
edi yor.
Amerikalıl ar'a kiralamışız . Komşul arın çoğunun haberi yok . Çukurov ası böyle çalkalanıyor. Ağz ına tükürür üm böyle işin! Böyle dostluğun!" di yen Muhtar İzzefi, yani kendi cephesi nden ve dilinden yanlışlığa ve haksızlığa kafa tutan Ö n kapak resm i: Cihar Aral ön iç kapak: [maraş K atl iamı ] Ramaz an Öz türk arka kap ak: [kolaj]
Anadol u
Baykurt'un
ins anını
"Fakir
Romanlarındaki
Kahramanlar"'da okuyac ağız. İki büyük deprem yaş adık. Yaşanan büyük bir yı kım ve büyük bir acı... Ama çar k bundan istifade edi yor... Ve aylardır geçiremediği yasal arı bir
Tavır Yayınları
gecede geçiri veriyor meclisten. Acılan içinden başım kal dırabilenler de oluyor. Ama ç ark kendisi için
arka iç kap ak: Yar yayınları
tehli ke olabilec ek her şeyi ç arkın bir parç ası haline getiriyor. Bunu nasıl
Hesap No: (TL): 1116-0346785 HAKAN ALAK İŞBANKASI ORTAKÖY/İSTANBUL
yapıyor? "Çark N asıl İşliyor?" yazısında bulacaksınız.
(DM): 1116-301000 HAKAN ALAK İŞBANKASI ORTAKÖY/İSTANBUL
Okurlarımızın anlayışla karşılayacağını umuyoruz.
Çark, tekellerin çar kı ve kendinden baş kasına hayat hakkı tanımıyor. Ama biz varol acağız. Okurlanmızm desteği yle varolacağız. Bu güne kadar 500.000 TL. ol an dergimiz istemes ek de artık 750.000 T L. ol acak. Bugüne kadar ki fiyatımız artık değişmekte dayatıyor kendini. Yeni bin yılın başlangıcında her kes e mutlul uklar diliyoruz...
Ofset Hazırlık TAVIR YAYINLARI Baskı ASPAŞ Dağıtım BİRLEŞİK BASIN Y A Y I N DAĞITIM A.Ş.
Şubat sayımızda buluşmak üzere... Dostlukla..
ürkiye'nin 21. yy'da da, bu yüzyılda oynadığı önemli rolü koruyacağına inanıyorum. Türkiye 21. yy'a damgasını vuracak." Bir yüzyıl devrilip giderken kendisini dünyanın hakimi ilan eden "Bay Otorite" böyle diyordu. 20. yy'da önemli bir rol oynamıştı ülkemiz. "Bay Otorite" ise 21. yy'da da bu önemli rolü oynamasmı emrediyordu ülkemize. Pek çok anlam yüklüydü bu sözlerde... Kirlenmiş olan pek çok değer, onursuzluk, işkence, gözyaşı açlık, ölüm gizliydi bu satırların arasında. Koskoca yüzyılın boynuna asılan madalyonun bir yüzüydü tüm bunlar.
Bir yüzyıl daha devriliyordu... Ama bu yüzyıl diğerlerinden biraz daha farklıydı. Koskocaman bir bin yıla son noktayı koyuyor, ve yeni bir yüzyıla start veriliyordu. Aylarca öncesinden "Millennium" başlıkları atıldı. Dünyanın bir ucuna düzenlenecek milenyum turlarının, verilecek milenyum partilerinin ilanları gazete sayfalarını, bugüne akıp gelen miladi reklam panolarını 1917 tarihi emper yalistler için kar a bir gün, dünya hal klarını ise süslemeye başladı. sevi nce boğan bir tarihti. Rus ya'da s os yalizmi n zaferi ilan edi liyor, yalizme bir tokat indiriliyor, Lenin önderliğinde gerçekleş en Herkes bir milenyum emper Şubat ve Eki m devrimleri ezilen tüm hal klara umut ışığı aşılıyordu. tutturmuş gidiyordu. Özgür, sömürüsüz bir gelecek özlemi büyüyordu. Moda sözcüktü bu... takvime göre ilk bin yılda Medya bu sakızı ağzmdan hiç kopması beklenen kıyamet düşürmüyordu. Peki neydi kopmamıştı. 'Kopması gerebu milenyum gürültüsü? ken' bu kıyamet ikinci bin yıla Milenyum, yaşanmış olan bir ertelenmiş, ikinci bin yılda ise bin yıl demekti. Çeşitli bilgisayarların değişen tarihi inanışlara göre, İsa'nın algılayamaması nedeniyle doğumundan sistem çökmesi yaşanacak ve dijital bir kıyamet kopacaktı. Yadsınamaz bir gerçek var ki yeni bir çağa giriyoruz.. Koskocaman bir bin yıl geride kaldı. İnsanlık tarihi bu bin yılda çok şey tavı r /tarih / ocak 2000 / sayı : 19
Tarih, 6 Ağustos 1945. ABD ilk atom bombasını Hiroşima'ya attı. 71 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan bu katliamdan sonra 9 Ağustos 1945'te ikinci bomba Nagazaki'ye atıldı. görmüş, yaşamıştı. Bu bin y ılda düny a halklarının kaderini belirley en, toplumsal dev inime yol açan sav aşlar, ay aklanmalar zaf erler, y enilgiler görmüştü ihtiyar dünyanın gözleri... Koskocaman bir bin y ıl dev riliyord u . Adı 21 .yy olan yeni bir çağa girerken geriy e dönüp baktığımızda tari hin omuzlarındaki y ükün ne kadar ağır olduğunu görüy oruz. Son y üzy ıllık tarihin belli dönüm noktalarına baktığımızda düny a halklarına 'kader' denemeyecek bir geleceği belirley en gelişmeleri görüyoruz.
*** Takv imler 1 Ağustos 1914'ü gösterdiğinde halkları kan v e gözy aşına boğacak olan bir sav aş ilan ediliy ordu. Sav aş gerekçeleri ne olarak uydurulursa uy durulsun gerçek nedeni empery alistlerin pazar kavgalarıy dı. 1918 y ılına kadar sürecek olan I. Pay laşım
Sav aşı'na, İtilaf v e İt tif ak dev letleri ola rak anılan Almanya, Av usturya-Macaristan, Osmanlı İmpa ratorluğu v e Bulga ristan, Fransa, İngil tere, Rusya, Belçika, Lüksemburg , Kara dağ, Japonya, İtaly a, Portekiz, Romanya, ABD, Y unanistan v e Brezily a Dev letleri katılıy ordu. Önce Av rupa'da ortay a çı İnsanlık tarihi o güne kadar vahşetin böylesine tanık olmamıştı. Milyonlarca Yahudi toplama kamplarından olmadık işkenkan I. Paylaşım Sa celerden geçiriliyor ve gaz odalarında can veriyordu. Bu katliam v aşı, İttif ak Dev letle insanlık tarihine kara bir leke olarak geçerken demogojilerle iktir i ' n i n yenilgisiyle so dara gelen faşizm tüm dünyada lanetlenecekti. nuçlandı. İttifak Dev letleri içinde bulunan Osmanlı Pay laşım Sav aşının esas nedeni buydu. İmparatorluğu da sav aştan y enik çıkı Ama bu sav aş ne krizlerine çare y ordu. bulabilmiş, ne de uzun v adede empery alist güçler için bir çözüm olabilmişti. Sav aşın sonuçlan, ülkemize işgallerle y ansıdı. Ülkemiz, emperyalist güçler Aksine büy ük toplumsal dev inimlere y ol taraf ından pay laşılarak işgal edildi. açabilecek bir tarihsel dönüm noktasının İşbirlikçi Osmanlı İmparatorluğu'nun da başlangıcıy dı bu savaş. II. Paylaşım imzaladığı Sev r Antlaşması'y la ülkey i Sav aşı öncesi faşizm, düny ay ı tehdit satmasını kabullenemey en Anadolu ediy or, ulusal ve sosy alist - komünist halkları bağımsızlık savaşını hareketler ise, faşizm tehdidine karşı Halk Cepheleri ve Eylem Birliği politik başlatıy ordu... çizgisinde birleşiyorlardı. Komintern de f aşizme karşı mücadele çağrılarım *** sürdürüyordu. Sav aş, işgalci güçlerin Anadolu'dan 1941 ilkbaharında Bati Cephesi'ndeki kov ulmasıy la son bulurken 24 Temmuz sav aş birinci y ılını dolduruy ordu. İngiliz 1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşması'y la, Türkiy e Cumhuriyeti ilan Adaları, Alman y ay ılmacılığı karşısında tek direniş merkezi misyonunu ediliy ordu. koruy ordu. *** Mussolini, 10 Haziran 1940'ta Fransa v e İngiltere'ye sav aş açtı. 1940 1 Ey lül 1939' da Polony a Almanya Haziran'ında, Fransız Birliği, A l p sınırında SS'ler taraf ından örgütlenen Dağları'nda İtaly an ordusunu mağl u p prov akasyonu saldın bahanesi ilan eden etti. Mussolini 1940 Ekim'inde ArAlmany a, Polony a' y a saldırarak ikinci bir pay laşım savaşını nav utluk'tan başlay arak ilerledi v e başlatıy ordu. İşgalinin Y unanistan'ı işgal etti. ardından İngiltere v e Fransa da Almany a'y a sav aş açtı. Düny a çapında süren ekonomik bunalım, derinleşerek sürüy ordu. II. tavı r / tarih / ocak 2000 / sayı : 19
Y unan halkı, İtaly an f aşizmine direnmekle kalmay ıp, İtaly an ordusunu geri püskürttü. 1941 y azı sonunda Hitler, bütün Bati Av rupa'y a egemen oldu. Artık gözü Sovyetler Birliği'ndeydi. Daha sonraki amacı ise Kafkasya, Türkiye ve Mısır üzerinden Ortadoğu'y a y ay ı-
y önelik ey lemlerle dev am etti. Silahlı ey lemler giderek silahlı ay aklanmalara v e partizan sav aşlarına dönüştü. II. Paylaşım Savaşı sona erdiğinde 60 mily on insan hay atını y itirmişti. En büy ük kay bı 11 mily on asker ve y edi mily on siville Sovy etler Birliği v erirken, onu 3.5 mily onu y ahudi olmak üzere 5.8 mily on insanla Polonya izliy ordu. Japon empery alizmine karşı silahlı mücadele v eren Çin bir mily on üç yüz bin askerin y anısıra milyonları bulan siv il direnişçiy i yitirdi.
30 mart 1972. THKP-C önderi Mahir Cayan ve yoldaşları Kızıldere'de katledildi. Bu direniş Tür ki ye Hal klarının belleğinden hiç silinmeyec ek, Tür ki ye devrim tarihi nde bir dönüm noktası olac aktı.
larak müttef iki olan Japonya'nın da Hindistan'a girmesiy le empery alist rekabetteki düşmanı İngiltere'y i y enmekti. Japon v e Alman faşizminin saldırılarına Av rupa v e Asy a halkları direnişle karşılık v erdi. Anti f aşist propaganda v e ajitasy onlarla başlayan direnişler, grev ler, kitle gösterileri ile sürerek, işgalci güçlere v e işbirlikçilerine
II. Paylaşım Savaşı Alman, Japon ve italy an emperyalistleri'nin y enilmesiy le sonuçlanırken ABD ve SSCB dünyanm iki büy ük gücü haline geliy ordu. Y ıl 1945'i gösterirken bir dönemde böy le kapanıy ordu...
12 E y l ü l 1980 Silahlı kuvvetler yönetime el koydu. ABD des tekli c unta binlerce devrimci demokrat ve yurtseveri toplama kamplarından farksız olan hapishanel ere doldur du. Cuntacılar programl arını uygulamaya koydu. Önce hapis haneler tesli m alınacak, daha sonra yoz- kozmopolitik kültür aşılanacak, kitleler apolitikleş tirilecekti.
*** Büy ük Ekim Devriminin önderi Lenin, "Ya savaşlar devrimlere yol açar, ya da devrimler savaşları engeller" diy ordu. Geçen y ıllar Lenin'in öngörüsünü doğruladı. Empery alizm 1. Paylaşım Sav aşı sonrası düny a pazarlarının 1/6'sını kay bederken, II. Paylaşım Savaşı sonrası ise Doğu Av rupa ülkelerinin f aşizmden kurtarılmasından sonra kur u l a n halk demokrasileri ile 1945 Vietnam Dev rimi v e 1949 Çin Dev rimi ile pazarların ın üçte birini kay betmiş empery alizmin karşısında proletary ay ı temsil eden b ü y ü k bir güç dikilmişti... Krizini çözmek için 60 mily on insanın hay atına mal olan bir savaş başlatan empery alizm, sav aş sonunda y eni bir krizle karşı karşıy aydı.
kurumlarla, sömürü çarkları, ABD empery alizminin askeri, ekonomik ve siy asi açıdan mutlak üstünlüğünü y ansıtacak şekilde y eniden düzenlenirken, yeni dengelere dayalı, y eni b i r kapitalist dünya kuruluy ordu. Ama dev rimler durmuyordu. Düny a halkları empery alizmle olan kav gasını sürdürüy or, ulusal ve sosy al kurtuluş mücadeleleri emperyalizmin çelişkilerim derinleştiriy ordu. Çehşkilerini savaş dışı y öntemlerle
***
6 May ıs 1972. THKO önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüsey in İnan idam edildi.
İkinci Pay laşım Sav aşı sonrası y eni güçlerin sahnede y eralması ile güçler dengesindeki değişiklikler empery alizmi III. Bunalım ev resine sokuy ordu. Üçüncü kez pay laşım sav aşma girmeyi göze alamay an empery alistler kendi aralarında birliğe zorlanıy or v e pazarları pay laşıy orlardı. Uluslararası anlaşmalar v e geliştirilen yeni tavır / tarih / ocak 2000 / savı: 19
1984 y ılında y apılan, 75 gün süren Ölüm Orucu'da y aşamlarını y itiren Abdullah Meral, Hay dar Başbağ, Fatih Öktülmüş ve Hasan Telci 12 Ey lül faşizmine direnişin sembolü oldular.
ışığıy dı. 1960'h y ıllar düny anın dört bir y arımda gerilla sav aşlarının, kitle ey lemlerinin y ükseldiği y ıllar oldu. Küba Dev rimi başlangıç olmak üzere, 1960-1980 arasında yirrninin üzerinde dev rim gerçekleşti. Küba, Mozambik, Vietnam, Laos, Kamboçy a, Angola, Gine 1940-50'li yıllarda uygul amaya konul an yeni-sömürgecilik ilk Bissau, Güney Y emen, darbesi ni Küba Devri mi'nden alıyordu. Küba Devrimi başta Latin Ameri ka ol mak üz ere dünya halkl arı için umut ışığıydı. 1960'lı yıllar Nikaragua v e Zimbabwe dünyanın dörtbir yanında gerilla savaşlarının kitle eylemlerinin dev rimleri bu dev rimlerin yüks eldiği yıllar oldu. başhcalanndandı. çözmey e çalışıy ordu. II. Paylaşım Sav aşı'nın henüz sona erdiği 1940'ların sonunda emperyalizme düny a halkları taraf ından ağır darbeler indiriliy ordu. Çin Dev rimi'ne müdahalede geç kalan empery alizm, Kuzey Kore Dev rimi'ne blok olarak müdahale edecekti. Kore Sav aşı empery alizmle sosyalistdev rimci güçler arasında sınırlı bir çatışmaya dönüşecekti. 1950-60 dönemi güçlü bir anti empery alist ulusal hareketin yaşandığı bir sayf a olacaktı. Emperyalizmin tüm komplolarına karşı gerçekleştirilen Ortadoğu'daki Arap milliyetçi hareketlerinin etkileri y ıllar boyunca sürecekti. 1952 Mısır'daki Nasır iktidarı , 1952 İran Musaddık Ulusal Dev rimi, 1958 Irak Abdul Kasım ilerici y önetimi, 1958 Lübnan İç Sav aşı, güçlü etkiler y arattılar. Ay rıca Peru, Guatemala, Bolivy a vb. ülkelerde kurulan ilerici y önetimler empery alizm taraf ından tertiplenen darbeler sonucu y ıkıldılar. Af rika'da bağımsızlık sloganı y ükselirken, 1962 y ılında gerçekleşen Cezay ir Devrimi, emperyalizmin y ediği ağır bir tokattı.
y ılın en büy ük haini Gorbaçov ile işbirliği halinde (rev izy onist-oportünistte olsalar) sosy alist sisteme saldıny or, komplolarla sosy alist ülkelerdeki y önetimleri alaşağı ediy ordu. Romany a- Çav uşesku gerçeği bunun en somut örneğiy di. '91'de patlak veren Körf ez Savaşı, empery alizmin aç gözlülüğünün v e iktidar hırsının somutlandığı bir başka örnekti. Demokrasi ve özgürlük demogojileriy le "başka ulusların kaderlerini tayin hakkını koruma" adına düzenlediği komplolarla, Ortadoğu halklarına saldırıy or, Irak halkı katlediliy or, Kürt v e Arap halklarının ulu sal onuru ay aklar alf ana alınıy or, Türkiy e oligarşisi ise bu katliama gönüllü kanlıy ordu.
1960-1980 arası ezilen v e sömürülen Sosy alizmin, y üzy ılın sonundaki halkların empery alizme esaslı darbeler geçici y enilgisi, empery alizmi mikroindirdiği dönem olarak tarihe geçecekti... milliy etçilik politikasına ve globalizme 12 Ey lül 1980, bir darbe ile tarihe y öneltti. Bu y üzy ıl sona erdiğinde geçecekti. Bu darbe ülkemizde yaşanan globalizm dönemi devam ediy or. üçüncü askeri darbey di. Amerika'nın tezBir y üzy ıl daha geride kalıy or, emgahladığı bu darbe ülkemiz için karanlık pery alizm ve ezilen dünya halkları y ılların başlangıcıy dı. Cuntacılar programlarım büy ük ölçüde arasındaki mücadele yaşanan çağa hay ata geçirmişlerdi. Bütün halka tam bir teslimiy et day atılıy or, 12 Eylül Cuntası'na karşı hapishanelerde direniş bay rağı y ükseltiliy ordu. Cuntanın her türlü baskı v e işkence politikalarına rağmen insanlık onurunu teslim etmey en devrimciler tarihin omuzlarına y üklediği misy onu lay ıkıy la y erine getireceklerdi... *** 2. Emper yalist Paylaşım Savaşı'nın bitimi nde inş a edilen Ber lin Duvarı bir simgeydi. Sos yalizmin ç özülüş ü ile Berlin D uvarı
'90'lı y ıllara gelindiğinde yıkılıyor, bir dönem daha tarihe karışıyordu. Emperyalizm z afer sahnede y ine empery alizm naraları atıyordu. v e düzenlediği tezgahlar damgasını v uran gelişmedir. v ardı. Sosy alist blok y ıkılıy or, "Y üzy ılın Ev et... Y eni bin y ıla Millennium Çağ ı İhaneti" olarak adlandırılacak Gorbaçov deniliy or. Teknoloji, bilim ileniy or, ihaneti döneme damgasını v uruyordu. y aşay acağımız çağı belirley enin ne Empery alizm yüzolacağının adı da çok öncesinden konuluy or aslında. Empery alizmin kendi ağzından bu sözler şöy le ifade buluy or. "Yir mibirinci yüzyıl ayaklan malar çağı olacak!"
1940-50'li y ıllarda uy gulamaya konulan y eni sömürgecilik ilk darbesini Küba Dev rimi'nden alıy ordu. Küba Dev rimi başta L. Amerika olmak üzere düny a halkları için umut tav ır / tarih / ocak 2000 / sayı: 19
de
özetlenebildi TCK'nın 169. maddesindeki suçları işlediğiniz gerekçesiyle 3 yıl 9 ay hapis cezası aldınız. Davanın gelişimi hakkında bilgi verir misiniz?
Bildiğimiz kadarıyla, "yasadışı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım ve yataklık etmek" şeklin-
Gözaltına alın dığımız Ölüm Orucu Ey lemi'nin yaşan dığı günlerdi. 1996 y ılının Haziran ay ın da "Marşları mız" adlı kase timizin çalış maları sebe biy le stüdy oda bulunuy orduk. Stüdy o çıkışında siv il polisler taraf ından kullandığı mız otomobile ateş açıldı. Cadde ortasında gözaltına alındık. Benim tavı r / baskı lar / ocak 2000 / sayı : 19
v e Kemal'in dışında, İrşad ve Özcan da ay nı akşam kaldıkları evden gözaltına alınmışlar. Y oğun işkence gördüğümüz 14 günün ardından "DHKP-C'y e üy e olduğumuz iddiasıy la" DGM'y e çıkartıldık. İ k i isime sahip olduğum bilindiği halde sav cılık taraf ından "Uf uk" isminin kod ismi olduğu iddiasıy la karşılaştım. İrşad ve Özcan serbest bırakılırken Kemal v e ben tutuklandık. Metris Hapishanesi'ne götürüldük. İstanbul'da tutuklanan ve y argılananların İstanbul dışındaki hapishanelere konulma uygünler, gulaması Ağar'ın uy gulamay a koy duğu bir kararname ile ortay a çıkmıştı ki; bu uy gulama Ölüm Orucu Ey lemi'nin ciddi nedenlerinden birini oluşturuy ordu. Bu uy gulama nedeniy le, sırasıy la Metris, Kütahya v e Sakary a hapishanelerinde kaldık. Y ani üç ay da üç hapishane d o laşmış olduk. Hapishanede kaldığınız içerisinde müzik çalışması bildiniz mi?
süre yapa-
şık i k i y ıl sürdü. İ k i y ılın sonunda mahkeme, savcının her söy lediğine koşulsuz uyarak bana ve Kemal'e 3 y ıl 9 ay, diğer arkadaşlara da beraat v erdi. Bundan sonra yargıtay aşaması başladı. Ev et, av ukatlığımızı üstlenen Av. Ercan Bahadır, Av. Behiç Aşçı, Av. Metin Narin v e Av. Nurhayat İşy apan kararı temy iz ettiler. A n kara'da Y argıtay 9. Ceza Dairesi'nde yaklaşık bir y ıl işlemde kalan dosya, geçtiğimiz Ekim ay ı içerisinde, tam da Y argıtay Başkanı Sami Selçuk'un "demokrasi" nutukları attığı günlerde "oy birliğiyle" onay landı. Karar ceksiniz.
hakkında neler
söyleye-
D G M savcısı, bizim, "DHKP-C'y e bilerek v e isteyerek" y ardım ettiğimizi söy lüy ordu. Sorun aslında mahkeme hey etinin bizi "bilerek ve isteyerek" cezalandırması sorunudur.
Metris'te zaten böy le bir koşul y oktu. Kısmen Kütahya'da ama asıl olarak Sakary a'da, y arım kalan "Marşlarımız" üzerinde çalışmalar y apma koşulları bulduk. Y ine Y or u m tarihinde sıkça görülebilen "içerisi" ve "dışarısı" arasındaki bağı bir kez daha oluşturmuş olduk. Bunun y anısıra "Boran Fırtınası"nın i l k taslaklarını da hazırlamay a başladık. İlk duruşmada dınız...
tu. Basının da ilgisi büy üktü. Mahkeme hey eti, basın v e ailelerimiz dışında kimsey i salona almadı. Y aklaşık 20 av ukat savunmamızı y apıy ordu. Aynı günün akşamı, hapishane çıkışında askerlik ile i l gili bir sorun nedeniy le gözaltına alındım v e ancak üç gün sonra serbest bırakıldım. Davanın gelişimi daha sonra nasıl bir yol izledi?
serbest bırakıl-
Ev et, Ey lül ay ında y apılan ilk duruşmada tutuksuz y argılanmak üzere serbest bırakıldık. Mahkemey e oldukça geniş bir katılım olmuş-
Ben, Kemal, Özcan v e İrşad'ın dışında, Hakan da yargılandığı başka bir dav anın bizim dav a ile birleştirilmesi sonucu bize katılmış oldu. Dav a artık bir "Y orum Davas ı n a dönüştü v e bu şekilde yaklatavı r/baskı lar/ocak 2000/sayı : 19
Gözaltına alınd ığımız ilk gün lerden itibaren istenen şey ceza almamızdır. Bizim için çok yeni bir şey değildir ceza almış olmamız. Y orumcular ilk günden bu y ana gözaltı, işkence, tutsaklık süreçlerini çok iy i bilirler. Ben, bugüne kadar y aklaşık 20 kez gözaltına alın dım. Daha bir y ıl önce, Denizli'de 1994 y ılında y aptığımız bir konserde y aptığım konuşma nedeniy le 312. maddeden y aklaşık üç ay tutsak kaldım. Halen y argılandığımız dav alar da v ar. Bunlar ne kadar gerçekse şu da bir gerçektir. Y orum'un temeli sağlamdır. Gerek müzikal gerek politik, her şeyiy le ay akları sağlam zemine basmaktadır. Türkülerimiz artık heryerdedir. Türkülerimiz dinley icilerimize olduğu kadar bize de umut v ermektedir, direnme gücü v ermektedir. •
Y aklaşık bir buçuk y ıllık bir tutsa klıktan sonra tahliye oldunuz. Öncelikle olay ın gelişim sey rinden sözedebilir misiniz?
Y apılan keyfi v e f aaliyetlerimizi engellemey e dönük polis baskını sonrasında bir kısım arkadaşımız, götürüldüğümüz İstanbul Siyasi Şube'den, bir gün sonra serbest bırakı-
larına uğradı. Benim tutukluluğumun başlangıcı olan baskından sonra da def alarca baskın oldu. Tutukluluğumun başladığı günden sonra İdil Kültür Merkezi'ne açılan kapatma davası da hala devam etmekte v e çok açık ki amaçlanan İdil Kültür Merkezi'nin bir an önce kapatılması. 21 Ağustos '98 tarihinde başlayan Ümraniye Hapishanesi günleri uzun bir süre devam etti. Bunu neye bağlıyorsunuz? Varolan, artık olağan bir sey ir izlemey e başlayan ancak normal de karşılamadığımız, Y orum'a yönelik saldırılar, f aaliy etlerimize yönelik engelleme çabalarının bir parçası olarak nitelemek elbette belirley ici olandır. Y ani bir bütün olarak, y ıllardan bu y ana kesintisiz v e sapmadan çalışmalarını sürdüren Grup Y orum'un f aaliyetleri geçmişten bugüne çeşitli biçimlerde durdurulmay a çalışıldı. En genel anlamda Grup Y orum'u susturmay a y önelik bir girişimdi bu baskın v e ardından y aşanan tutsaklık. Bununla birlikte, dönemlerin ve yaşanan toplumsal süreçlerin özgünlükleri de saldırıların şiddetini belirlemektedir. O dönem -
tavı r / baskı lar / ocak 2000 / sayı : 19
hala dev am eden demokratik muhalef ete v e doğal bir uzantısı olan halktan y ana sanatçılara yönelik saldırıların y oğunlaştığı bir süreçti. Herkesin kabul edeceği gibi Y orum'un bu noktadaki belirley iciliği de düşünüldüğünde y aşanan saldırı v e ardından dev am eden tutsaklık sürecinin, genel bir politikanın ürünü olduğu görülmektedir. Tüm bunlarla birlikte, hatırlanacağı gibi, bu yaşananlar, bizim 'Boran Fırtınası'nı çıkarttığımız günlerin hemen ertesinde gelişti. O günlerde Boran Fırtınası'nı henüz çıkartmıştık. Kaset, halkı derinden etkileyen; 12 şehidin v erildiği, '96 Ölüm Orucu'nu gerek müzikal gerekse ifade tarzı olarak güçlü bir biçimde y ansıtıy ordu. Kaset, çıktığı günden itibaren büy ük beğeni topladı v e '96 Ölüm Orucu günlerini halkın haf ızalarında tazeledi. Y aşadığım tutsaklığın nedenleri arasında, bu çalışmamızın y arattığı rahatsızlığın da etkili olduğuna inanıy orum. Nitekim, hemen ardından, Boran Fırtınası'nın y aşadığı maceralı günler başladı. Kaset kapağı hakkında soruşturma başlatıldı. Toplatılma kararı çıktı. Ve hapishanede geçen günleriniz? Hapishanelerle genel olarak tanışıklığımız v ar. Gerek Y orum'un daha önceki tutsaklık süreçlerini yakından tanımamız, gerekse kaset süreçlerimizin belirli aşamalarında hapishanelerle sürdürdüğümüz tartışmalar v e ziy aretler nedeniy le hapishanelerle tanışıklığımız v ar. Y ani hapishaney e uy um sağlama ve çalışmalarımıza kaldığım y erden dev am etme konusunda pek zorlandığım söy lenemez. Genel bakış açımız, bilindiği ü ze re, her an, her türlü zorluklar v e engellemelerle karşılaşabileceğimiz v e karşılaştığımız bu zorlukları aşarak f aaliyetlerimize kaldığımız y erden dev am edeceğimizdir. Ümraniye Hapishanesi'ndeki günlerimin he-
men başında programlı bir çalışma için adımlar attım. Dışarıdaki Y orumcu arkadaşlarla da iletişimimiz v ardı. Böy lelikle ortak programlar oluşturabildik. Hapishanede, bağlama, gitar, davul çalabilen arkadaşlarla, v arolan koromuzu geliştirmek v e etkinliklerde yer almak, oradaki günlerimizin bir parçası oldu. Tabi bunun y anında kolektif çalışma tarzımızı hay ata geçirerek beste çalışmalarımız da oldu. Bir de, uzun zamandır üzerinde y oğunlaşmak istediğimiz, ancak bir türlü f ırsat bulamadığımız bir planımızı hay ata geçirmek için vesile oldu hapishanedeki günlerimiz. Bildiğiniz gibi '92 y ılında çıkartığımız, Y orum tarihini anlattığımız, 'Bir Kar Makinesi' adlı kitabımızın dev amını y azma imkanımız oldu. '92'den sonraki sürecimizde, müzik çevrelerine v e Y orum dinleyicilerine ulaştırılması gereken pek çok olay v ar. Bunları, uzun bir çalışmanın sonucunda biraray a toparlay abildik. Kısacası hapishanedeki günlerimi de dolu dolu geçirmey e özen gösterdim. Y ani, Grup Y orum'un f aaliy etlerinin engelleme çabalarını boşa çıkartarak, bulunduğumuz her y erde f aaliyet y ürütme anlay ışımızla çalışmalarımı sürdürdüm. Siz hapishanedeyken çıkan 'Kucaklaşma' adlı bir kasetiniz oldu. 'Kucaklaşma' da uzun bir süredir planlarını y aptığımız, daha önce f ırsatını y aratamadığımız bir düşüncey di. Özellikle 'Boran'ın da geldiği müzikal aşama bu çalışmanın önünü açtı. Tabi bu çalışma sürecinde ben içeridey dim. Y ani fiili olarak katılamadım. Ancak tahliy e olduğum şu günler, hazırland ığımız y eni kasetin stüdy o çalışmalarının başladığı gün lere denk geldi. Y ani bu sürece dahil olabildim. Davanın şu anki seyri nedir?
tavı r / baskı lar / ocak 2000 / sayı : 19
Hakkımda açılan dav a önce 'örgüt üy eliği'ndendi daha sonraki duruşmalarda ise bu 'yasa dışı örgüte y ardım v e y ataklık etme'ye dönüştü. Karar duruşmasında ise diğer arkadaşlar beraat ederken ben yardım ve yataklık etme suçlamasıy a 3 y ıl 9 ay hapis cezası aldım. Ancak bu y attığım uzun süre gözönüne alınarak davanın y argıtay sürecinde tahliye oldum. Bu arada kısa bir süre önce de Özcan'la birlikte aldığımız, y ine 3 y ıl 9'ar ay hapis cezaları v ar. Onlar da henüz y argıtay aşamasında. Ufuk'un da aldığı hapis cezası var. Bunları bir bütün olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Ev et, Y orum'da uzun y ıllar emek v ermiş arkadaşlarımız arka arkaya hapis cezaları alıy or. Benim aldığım iki ayrı hapis cezası, Özcan'ın v e Ufuk'un aldığı hapis cezaları bunun örnekleri. Ancak asıl mesele, sürekli y inelediğimiz gibi Grup Y orum'un f aaliy etlerinin devam edip etmediğidir. Bu v erilen cezalar elbette meşru değildir. Ancak bilinir ki grupta y er alan arkadaşlarımızı f iili olarak çalışmalardan uzaklaştırmaktadır. Ama benim hapishaney e girmemden çok kısa bir süre sonra Y orum'a üç arkadaş daha katılmıştı. Artık konserlere çok daha kalabalık çıkmaya başladık. Bu, y apılan saldırıların boşa çıkartıldığının en büy ük kanıtıdır. Ve Y orum'un gurur v erici, özgün bir yanıdır. Tüm bunların y anında bir de Y orumcular'ın en büy ük özelliği v arolduğu her y ere Y orum'u taşımasıdır. Y ani alınan cezalar olsa da artık Y orum hay atın her alanındadır. Verilen cezaları meşru görmek mümkün değildir. Halkın türkülerini, acılarını anlatmak aslolandır. Elbette bundan sonra da pek çok soruşturma, dav alar açılacaktır. Ancak bunların her birinden Y orum daha da kitleselleşerek, hay atın geniş kesimlerine y ay ılarak çıkacaktır.
Grup Yorum; müziklerinde halkların onurlu yaşamını, mücadele yaşamını dile getirdiler, acıyı, sevinci birlikte paylaştılar. Bunun için de çok kez baskılarla karşılaştılar. Şimdi yine böyle bir baskı ile karşı karşıyalar. Konserlerini yasaklamakla susturamayanlar, elemanlarına cezalar vererek susturmaya çalışıyorlar. Ufuk Lüker'e "yasadışı örgüte yardım etmekten" 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi. Yine İrşad Aydın'a ve Özcan Şenver'e de "yasadışı örgüte yardım ettikleri" gerekçesiyle verilen 3 yıl 9 ay hapis cezası yargıtayda... Sıdıka Su, Cahit Berkay, Murat Köseoğlu ve Yar Yayınları Sahibi Osman Yeşil Çobanoğlu'nun, Grup Yorum üzerindeki baskılara ilişkin görüşlerini aldık. Sıdıka Su Y ıllardan beri Grup Y orum'u dinlemekteyiz. Ve halka inmiş, halkın beğenisini, bence aydınların da beğenisini kazanmış bir grup. Y alnız, Grup Y orum'un bu başına gelenleri ta öteden beri bir türlü anla-
y amıy orum. Bir taraftan da gelmiş geçmiş iktidarları düşünüyorum. Y ani hala sanatçıların sanatıy la, icralarıy la uğraşıy orlar. Bir takım baskılar, mahkumiyetler hapishaneler, işkenceler geçiriy or Grup Y orum. Bu çok acı birşey Türkiy e için. Y ani hala Türkiy e bunu aşamadı. Grup Y orum'u ney le suçluy orlar doğrusu anlamakta güçlük çekiy orum. Bu dönemde artık bunların olmaması gerekir. Bir taraftan Av rupa Birliği'ne üy e olmak için çalışıy oruz, nitekim aday olduk. Ama bir taraftan da hala bu baskılar sürüy or. Müzisy enler üzerindeki bu baskılar anlaşılır gibi değil. Çünkü Grup Y orum'un yaptığı şey ortada. Y ani bir gizlilik söz konusu değil. Çok açıkça ortada. Niçin yapılıy or? Grup Y orum bir taraf tan konserlerini veriy or, tabi baskılar da y apılıy or ama demek ki konserlerini v erebiliyorlar. Halkın karşısına çıkabiliy orlar. Ama bir taraf tan da gizli örgütle suçluyorlar. Bunu tabi anlay amıy orum, gerekçeleri nedir bilemiy orum doğrusu; kınıy orum. Artık bizim ülkemizde bunların olmaması lazım, bunların tavı r / baskı lar / ocak 2000 / sayı : 19
kapanması lazım, bitmesi lazım. Y ani bir taraf tan demokrasi demokrasi diy e sesimizi y ükseltirken, bunu sav unurken, tabi bizim gibi insanların sav unmasını demek istemiy orum. Bunun gereğinin y erine getirilmesi gerekirken bu türlü işkenceler y apılıy or v e doğrusu Grup Y orum'a y apılan baskılara, işkencelere, hapisliklere karşı ne söy lenebilir bilmiy orum , f akat kınıy orum. Kınamaktan öte de birşey y apamıy orum tabi.
oluşturulan bir takım çalışmalara, sanat adına y apılan çalışmalara müdahale edildiği zaman ki bunu f ikre v e düşüncey e müdahale olarak algılıy orum. Tabi ki bu müdahaleleri ben tasv ip etmiy orum. Murat Köseoğlu
Cahit Berkay Bence toplum y aşay an bir organizma. Bir takım parçalardan bir aray a geliyor. Tabi ki y aşayan toplum içinde, toplumun y aşadığı olay lar bir takım sanat dalları taraf mdan da izleniy or, konu ediliy or. Şimdi toplumun, gene geliy orum, müzisy enlerin bir kısmı bugün Türkiy e'de toplumun eğlencesi için, toplumu eğlendirmek için, onların eğlence ihtiy açlarını karşılamak için bir takım kesime müzik y apıy or. Ama bir kesim de bu toplumun y aşadığı acı tatlı bir takım olay ları, toplumsal olayları kendine konu ediy or, bunu şarkı haline getiriy or k i , bu y üzlerce, binlerce y ıldan gelen bir gelenektir. Halk türkülerimizin bir çoğunda içinde y aşadıkları düzenin olumsuz taraf larını konu edip, bunu türkü haline getirmiş bir çok ozanımız v ardır v e bunlarda hakikaten bütün toplum taraf ından çok sevilerek bugün de dinlenir. Bence Grup Y orum da bugünün türkülerini yapıy or. Ne y apıy or bugünün türküleri? Bugünün, işte toplumun y aşadığı bir takım zorlukları şarkı, türkü haline getiriy or. Y ani bundan kimsenin gocunmaması lazım. Demek ki y aşanan birşey ler var, bunlar da türkü haline geliy or. Uy durulmuy or ki bunlar. Bence bu çerçeve içerisinde
Kaç seneden beri Grup Y orum'la çalışıy oruz. İşin ilginç taraf ı da ben onların ne y aptığını, y a da ne gibi cezalar aldıklarını, nelerden geçtiklerini çokta f azla bilmiyorum. Onlarda zaten konuşmay ı çok sevmiyorlar. Ben de çokta f azla sormak istemiy ordum. Çünkü benim çokta siyasi konularda bilgim olduğunu tahmin etmiyorum. Tabi ki bende bunları okuy orum ama onlarınki kadar değil. Onlar bu konularda çok daha sorumluluk sahibi. Mesela bizim gibi belli bir kesim var. Çok önceden depolitize edilmişiz. Bazı insanlar kopmadılar, daha sorumlu dav randılar. Bunlardan en büy ük örnek tabi ki Grup Y orum. Onlar gerçekten bu konuda çok şey dav randüar. Sorumluluk sahibi oldular, vicdanlarını dinlediler, inandıkları y olda, gerçekten müziklerini sürdürmey e dev am ettiler. Fakat malesef onların aldıkları bu cezalar hepsinin bir şekilde hayatını çok kötü yönde etkiledi. Onların halbuki istediği, bu memleketin, bu v atan
topraklarının özgürlük içinde herkes taraf ından eşit bir şekilde pay laşılan bir v atan olmasıy dı. Onların özlemleri buy du. Aslına bakarsanız bu güzel özlemler bazı insanlar taraf ından Türkiy e'y i bölmek gibi karşılanıy or. Ve bunlar, bu insanlara cezalar v erdiler. Tabi ki bu insanların Türkiy e'y i bölmek değil kurtarmak düşüncesi var. Y apılan kav ga bu , y apılan müzik bu... Gel gelelim y ukarıdakilerin anlay ışı bambaşka bir yere gittiği için, sonuç olarak bu insanların ceza almaması imkansız gibi görülüyor. Şimdi Av rupa Birliği'ne giriy oruz ama ne değişecek. Zannetmiy orum, bence görüntü olarak değişir f akat her zaman için bu baskıcı anlay ış devam edecektir. Taa ki şunu öğrenincey e kadar. Hiç kimsenin düşüncesini engelley emezsiniz. Bu insanların ben yanınday ım, bunun müziğini pay laşıy orum, bu insanların ekmeğini pay laşıy orum. Ben bu insanlardan yanlış görmedim, kimsenin de y anlış gördüğünü tahmin etmiy orum. Ama tabi ki çok kişinin işine gelmiy or maalesef. Bu arkadaşlarımla beraber müzik y aptım. Sözgelimi Ufuk, diğer arkadaşlar... Üzülüy orum. Çünkü çok güzel günler geçirdik. Bunlar çiçek gibi insanlardı. Osman Y. Çobanoğlu Grup Y orum'un yurtiçi v e y urtdışındaki konserleri büyük ilgi görür v e hay ranlıkla izlenir, kaset ve CD'leri satış rekorları kırar. Elbette ki bu rekorlar, sahte "en çok satan kasetler" ve "Top 10" Üstelerinde görünmez, boy alı burjuv a basınında Grup Y orum konserleriy le ilgili övücü eleştiriler yer almaz. Ama bu gerçekleri halk bilir ve Grup Y orum, medyanın renkli sayf alarında değil, halkın gönlünde y aşar. Çünkü bu tür bir müzik, eğlence olsun diy e y a da v akit öldürmek için dinlenmez; dev rimci geçmişi, insanlığın ışıklı geleceğini v e dev rimci mücadeley i
tavı r / baskı lar / ocak 2000 / sayı : 19
çı, mal üreten biridir, alıcıy a ihtiy acı v ardır. Gerçekte sanatın v e sanatçının ruhuna ay kırı, son derece can sıkıcı bir durumdur bu. Ancak devrimci sanatçılar bu aşağılay ıcı v e can sıkıcı durumu aşabilirler. Grup Y orum, bu anlamda tarihimizin son dönemine damgasını v urmuş y üz akımızdır. Pazar anlay ışını parçaladığı gibi, empery alizmin, kültürümüzü v e sanatımızı y ozlaştırıcı saldırılar ına karşı durmasını da bilmiştir.
daha derinden kav ramak, "Mitralyöz" İdil gibi, y urdu v e halkı için canını v eren şehitlerin yüce özv erilerini daha iyi özümlemek, emekçi halkın y üksek ruhunu daha iy i benimsemek için dinlenir v e Grup Y orum konserlerine, Grup Y orum'la bütünleşmek için gidilir. Böy lesine bir başarı, böy lesine halka maloluş acaba hangi temellere day anmaktadır? Grup Y orum, eserlerinin halka malolacağını bilir, bu sorumluluğu duy ar v e yerine getirir. "Sanat, halka aittir. Sanat geniş emekçi kitleleri arasında kök salmal ı, halk tarafından anlaşılmal ı ve sevilmelidir. Kitlelerin duygu, düşünce ve iradesini birleştirmeli ve yüceltmelidir. Sanat, her insanın özünde varolan sanatçıyı uyandırmak ve eğitmelidir, " der Lenin. Bu niteliklere sahip olmanın y anısıra, Grup Y orum'un müziği, halkın y urtseverlik duy gularına da seslenir. Böy lesine üstün özellikleri taşıy an sanat eserlerini halkın benimsey ip sevmesinde şaşılacak birşey yoktur. Empery alist kültür ablukası altındaki toplumumuzda, batı taklidi, medyatik müzisy en v e bestecilerin imgelem ve mesajları, "müzik piy asasının" zorlay ıcı gereksinimleriyle sınırlıdır. Çünkü, özel mülkiy et temeline day anan bir toplumda sanat-
"Müzik sanatçısıyım" diy e ortay a çıkanların çoğu, bestelediği eseri, söy lediği şarkıy ı kısa sürede kendisi de unutup gidiy or, bunlar insan y üreğinde hiçbir etki yaratmıy or. Ne denli yetenekli olursa olsun, maddi çıkar çatışkılarını aşamay an burjuva müzik sanatçısı, empery alist yoz kültürün baskısıy la, insana korku, depresy on, bunalım ve y alnızlık gibi olumsuz, y ıpratıcı duygular aşılay an müzik parçaları y apıp satmaya itilir. Oysa halkın, çağdaş insana yaraşır cesaret ve mücadele azmi gibi y üceltici duy gular uy andıran bir müziğe ihtiyacı v ardır. Ay rıca geniş emekçi kitleler, bireyciliği v urgulamak yerine, ortak ve ev rensel duyguları y ansıtan müziği dinlemey i yeğler. Grup Y orum'un bu y üksek nitelikleri taşıy an besteleri, f aşizmin insanlık dışı saldırılarına karşı y ükseltilen bir protesto çığlığıdır v e insanda insanca olan herşey i sav unur. Geniş kitlelerce bu kadar sev ilmesinin bir nedeni de budur. Son zamanlarda, müzik çev relerinde, geleneksel halk türkülerini eski tarzda y orumlama eğilimi belirdi. Oysa, ulusal kültürü geliştirmenin y olu bu değildir. Grup Y orum'un, türküleri y orumlay ışında çağımıza uy an y eni ritmleri, y eni ezgileri, günümüz y aşamının dinamik atmosf erini ve geniş u f k u n u buluyoruz. Grup Y orum'un sanatı, ülkemizdeki zengin halklar mozaiğinin y arattığı kendine özgü nitelikleri, güzel gelenekleri v e eşsiz özellikleri tavı r /baskı lar /ocak 2000 /sayı : 19
korurken, müzik alanında halklarımızın çağlar boy unca geliştirdiği ulusal y orum biçimlerine yepy eni, devrimci bir içerik de kazandırıy or. Grup Y orum, insanın ev rimi boy unca y arattığı tüm kültürün geniş bilgisinin v e onun analizinin öneminin f arkında olduğunu her v esile ile bize göstermiştir. Bu durum kültür-sanata dair sorunların çözümünde v e sıçramalarda anahtar görev i y apar. Böy le bir anahtara sahip olan Grup Y orum, gelecek yeni hay atın kültürünün v e sanatının y oktan v ar edicisi olarak kendisini dayatmamış, onun icat edicisi, uzmanı olarak da kendini nitelendirmemiştir. İnsanlığın gelecekteki kültürünü, eski v e sömürücü toplumsal şekillenmelerin boy unduruğu altında, emek harcaya harcaya ortaya çıkardığı bilgi hazinesinin mantıklı bir gelişimi olarak görmüşlerdir. Kendi halkının v e insanlığın değerlerine bağlılıkla rını her f ırsatta bize göstermeleri bunun kanıtıdır. Kurumların üstünde y ükselen ideolojik üsty apılardan biri olan sanat, gerçeğin bilgisine ulaşmakta özel bir silah rolü oynar. Sınıf sav aşlarından doğan toplumsal ev rimin mantığı, y a v arolan toplumsal özünde dev rimci bir eğilim gösterir, y a da mevcut toplumsal düzenin dev amının v e sağlamlaşmasının çıkarlarına hizmet eder. İnsanlık tarihinin tüm aşamalarında sanat, toplumsal işlev leri yerine getirmiştir v e bunun sonucu olarak, siyasetten, maddi çıkarlardan, toplumsal sınıf çıkarlarından uzak bir şey olarak düşünülemez. Bu doğrultuda, Grup Y orum da emekçi sınıf lardan yana tav ır almıştır. Bu tav rın sonucudur ki baskı v e şiddetle karşı karşıy a kalmışlardır. Buna rağmen bir okul niteliği kazanıp dev amlılığını sağlay arak bir ilki de başarmışlardır. Tüm bunların üstünde, "Grup Yorum kar makinasıdır!" özdey işi bir y akıştırma değil, gerçeğin ta kendisidir. •
E
v et, oldu! Sonunda oldu! Onca ısrarımız sonucunu v erdi. Diplomatik kulisler, "milletçek" y ükselen heyecanımız, Y unanistan'la gelişen dostluk ilişkileri ve stady umlardan y ükselen tezahüratlarımız sonucunu v erdi. Ne mi oldu? Av rupa o tılsımlı kapılarını bize de araladı. Boşuna bağırmıy ordu insanlarımız tribünlerden "Avrupa, Avrupa Duy Sesimizi!" diy e. İşte, Avrupa'nın ef endileri sesimizi d u y d u v e bizi aldı kollarının altına. Tabi önce bir deney ecekler, sınay acaklar, ölçecekler, biçecekler, tartacaklar. Eğer kilomuz, boyumuz yeterse v aracağız huzurla rına. Ama ney se önemli olan bu değil. Güzel şey lerden bahsetmek lazım. Önemli olan bizim de artık Av rupalı oluşumuz. Baksanıza artık güneş daha bir canlı doğuy or, daha iy i ısıtıy or ülkemizi. Bizleri kutluyor adeta, sevincimizi bizlerle paylaşıy or cıv ıldaşan kuşlar. Efendim? Ne kadar kurgucusunuz siz de. Ben gönderme mi y apıy orum? Y ahu ne alakası v ar; cı-
v ıldaşan kuşlarla kimseyi kastetmiyorum. Güzide köşe yazarlarımızı mı? Hay ır! İktidar sahiplerini mi? Nereden çıkarıy orsunuz bunları. Zaten ev ödev lerimle kafam karmakarışık. Gece boy unca uyumadım zaten. Kopenhag Kriterleri sınav ını v eremezsem zaten ek kredi alamıy orum. Siz kalkmış bana nelerden bahsediy orsunuz. Annem, babam da y ardım edemiyor zaten. Ondan sonra da coğrafyadan, kıta sahanlığı sınav ım var. İstenilen cev apları v ermezsem atılacağım. Bunca sorunun arasında AB'y e gireceğimize seviniy orum biraz olsun rahatlıy orum, siz neler düşünüy orsunuz? Y alnız bir şey e takıldı da kaf am. Biraz burkuldu içim. Gerçi çok küçük iki mesele ama bilemiyorum yani, acaba altından neler çıkacak diy e araştırdım. Y ani büyük meseleler değil dediğim gibi ama bakın araştırdım altından neler çıktı. Ha unut u y o r d u m , hangi i k i mesele diy eceksiniz. Canım, şu kokoreçin y asaklanması konusu ve bıy ıkların kesilmesi gerektiği meselesi. Küçük metavı r / avrupa birliği / ocak 2000 / sayı : 19
seleler y ani. Tarihsel Doğu-Batı Çatışması Eski düny anın iki y aşlı toprağı Asy a v e Av rupa, tarihsel süreçleri boy unca hep bir çatışmay ı da yaşattılar bağırlarında. Hep f arklı iki kültür, yaşam tarzı, y önetim biçimi, bilimsel ilerleme, dinsel inanış çatıştı bu topraklarda. Birinin iy isi, diğerine hep ters geldi. Birinin bildiğini, diğeri hep y ıllar sonra öğrendi. Dönemler hep böy le sıçramalar gösterdi. Çatışma hiç değişmedi. Bu satırların y azarı da, okuru da bu saf laşmanın doğu kanadında y er alanlarından. Tabi f iziksel olarak. Y oksa bu yazıy ı okuy an, okumay an herkes bir anlamda doğulu kültürün içinden çıkmış olsa da kaf a olarak batılılaşmay a y önelmiş olması kültürel olarak onu artık doğulu olmaktan çıkarmıştır. Tarihsellik olarak baktığımızda doğu, y önetim biçimleriy le, inanışlarıy la, yaşam tarzıy la... Avrupalı için hep mistik bir y apıy ı temsil et-
miştir. Bunun da temelinde bir çok sebep olmakla birlikte, ana noktay ı inanışlar meselesine indirgememiz sanıy oruz y anlış olmaz. Çünkü tarihin her döneminde doğulu insan maneviy atıy la yaşamış, manev iy atın, maddiy ata galip geleceğine inanmıştır. Batıda ise en manev i olgu olan din bile giderek maddi bir kimlik kazanmış, kilise bile maddi bir niteliğe bürünmüştür. Doğu coğrafyası insanının nitelikleri tabi ki binlerce y ıllık bir kültürel birikime bağımlı olmakla birlikte, coğraf i y apıy la da şekillenmiştir. Y erimizin sınırlılığ ı konuy u daha detay lı incelememize olanak tanımıyor ama ana başlıklara, kopuşlar yaşamadan değinmek istiyoruz. Nedir bunlar? Bilinir ki , bundan bir kaç yüzy ıl önce batı kültürel ve bilimsel anlamda tam bir sef alet y aşıy ordu. Tıpta, matematikte, astronomide, edebiyatta doğu büyük bir ilerleme içindeydi. Tarih kitaplarının hepsi ilk kalp ameliyatının, ilk astronomi çalışmasının hep doğu coğrafyasında geliştiğini gösterir. Toplumsal zenginlik, kültürel ilerleme batıy a göre daha ileridey di. Batı v e doğunun sav aşlar boy utundaki çatışmasında bir çok batılı, bu kültürel gelişmlerle karşılaşmış v e y aşadıkları y erlere bu deney imleri götürmüştür. Götürmüştür; çünkü batı bu dönemde engizisy on mahkemelerinin kararlarıy la ve karanlığıy la boğuşmaktadır. Ama bugün hangi batı kay nağına bakılsa, doğunun cahilliği, barbarlığı ibareleriy le karşılaşılır. Y üzy ılların hıncı sızmıştır bu asılsız tarihin kitaplarına. Rönesans v e doğunun y ine siy asi sebeplerle durağanlaşması, batıy ı bir anda teknik alanda sıçratmıştır. Tabii sadece bunlar değil. Bugün bize batının medeniy etinin dersini verenler, rönesans batılı ülkelerin doğu coğrafyasında nasıl bir kıy ıma gittiğini, anlatmazlar. Batılı hay dutların; İs-
pany ollar'ın, İngilizler'in, Fransızlar'ın keşf ettikleri(!) Amerika kıtasına nasıl bir uy garlık götürdüğünü anlatmazlar. Kendi dinsel inanışları v e y aşam biçimleri olan Kızılderilileri , İnkaları, Aztekler'i, hristiy anlaştırmak adına nasıl kılıçtan geçirdiğini anlatmazlar. Onların nüfusunu nasıl y üz binli rakamlardan üç bine düşürdüklerini anlatmazlar. Y a da kıtalararası köle ticaretini de anlatmazlar. Bize nasıl medeni olun duğunu, nasıl örnek almamız gerektiğini anlatırlar. Bugün pazarına girmek için can attığımız Av rupa değişmiş midir? Kim değiştiğini iddia edebilir ki? Tabii edenler v ardır. Belki say ıca çoktur da ama y a bugün hala sömürgelerinden v azgeçmey en bu Av rupa ülkelerinin bu siy asi gerçekliğine ne denecektir? Y a da y eni pazarlar için ağızlarından saly alar akarak iştahlanan bu dev tekellerin mily arlarca insanı açlığa mahkum etmesi hangi medeniy ete dahil edilecektir? Şimdi Türkiy e de, Avrupa Birliği'ne aday bir ülke. Her yönüy le tartışılacak bir gelişmedir bu ama biz iki küçük, önemsiz noktay a değineceğiz; bıy ık v e kokoreç meselesine. Belki onlarca büy ük meselenin arasında sözü bile edilmey ecek iki küçük meseleye... Aday lığın kesinleştiği ilk günlerde telev izy onda v e gazetelerde nelerin değişeceği, değişmesi gerektiği manif esto halinde yay ınlandı. Bunlar arasında, sakatatın, Av rupa Birliği standartlarınca zararlı bulunduğu v e y asaklandığı belirtildi. Türkiy e'nin de, Av rupa Birliği'ne girmesiy le kokoreç ve işkembenin artık açıkta satılamayacağı belirtiliy ordu. Sakatatın gerçekte ne kadar zararlı olduğunu bilemeyeceğiz ama bunun nasıl bir şey e denk düşeceğini az çok hesaplayabiliy oruz. Bu apaçık ulusların kültürüne yönelik bir saldırının küçük bir kesitidir. Ne tavı r / avrupa birliği / ocak 2000 / sayı : 19
olacaktır sakatat y asaklanınca? Sakatat y emesek öleceğimiz yoktur ama biliyoruz ki bunca y ıldır y ediğimiz için de ölmemişizdir. Bu Avrupa ne menem illettir ki, bizi kendi kimliğimizle kabul etmiy or da kültürel y aşamımızdan, mutf ağımıza dek müdahale ediyor. Bizi kendisiyle ay nı noktaya getirmey e çalışıy or. Mesela v ar mıdır Av rupa Birliği standartlarında Mc Donalds'ın zararlı olduğuna dair bir nokta. Oysa Günter Wallraf 'ın "En Alttakiler" isimli kitabındaki bir pasaj bize bir hamburger köftesinin açıkta kaldıktan bir saat sonra nasıl kurtlandığını anlatıy or. Tıpkı empery alizmin yüzü gibi... Ama Av rupa Birliği, buna ilişkin bir düzenleme getirmiy or. Ne de olsa hür teşebbüs, ne de olsa dünyanın her y erinde on binlerce şubesi var v e ona dokunulamaz. Y a da Burger King y a da Fried Chicken vs... Bunlara ilişkin bir düzenleme var mı? Y oksa bu Av rupa bizim mutfağımızı kıskanıy or olmasın? Öyle y a, Anadolu mutf ağının ünü dünyay a y ay ılmıştır. Y oksa bütün y eraltı, y erüstü zenginleklerimizi tüketmey e y öneldiği gibi mutfağımızı da kurutmay ı kafay a takmış olmasın? Mesele bu mudur bilemiy oruz ama bilinen bir gerçek var ki, kendimize ait ne kadar değer v arsa bunları bırakıp öy le girilecek o kapıdan. Peki o kapının ardında ne v ar. Uy uşturulmuş bir toplum. Kendi gerçekliğine yabancılaşmış, sömürdüğü ülkelerin geliriy le ref aha ulaşan bir Av rupa. Biz sömürülen bir ülkenin toplumu olarak bu ref aha ulaşabilirmiy iz. Çok ülke görmüş bir ay dın, ekrana çıkmış anlatıy or. Artık batılıy ız, bıy ıklarımızı da kesmemiz lazım. Şimdi o, kafay a takıy orsa bu bıy ığı demek ki küçük bir mesele değil bu. Demek ki Av rupalı da takıy or kaf asına. Demek ki bıy ıktan korkusu v ar. Öyleyse biz niye küçümsey e-
lim? Kesmiyoruz bıy ıklarımızı! Varsın korksun Avrupalı bizden, v arsın barbar desin. Varsın dedelerinin anlattığı hikay eler akıllarına gelsin. Hep binbir gece masallarımız y ok y a bizim de. Av rupa bizim doğulu olduğumuz gerçeğini bir an bile reddetmiyor, bıy ığımıza bile makas vuruy or ama biz bu kimlikten sıy rılmak için akla karay ı seçiy oruz. Kızacaklar çıkacaktır ama bir kez daha büy ük harf lerle yazıy oruz. BİZ DOĞULUYUZ VE TARİHİMİZLE, KÜLTÜRÜMÜZLE GURUR DUY UY ORUZ. Bugün batılının da korktuğu doğunun dev rimci dinamiğidir. Hedeflenen bu dinamiği tüketmektir. Biz, bu devrimci dinamiğimizle gurur duyuy oruz. Bu dinamik, emperyalizm için öldürücü bir tehdittir. Her ulusun kendine özgü bir kimliği v ardır. Ve onun karakteri aynı zamanda bağrında bir zenginlik taşır. Bu zenginliği tek tip bir fast-f ood kültürüne, kozmopolitizme indirgey eni biz de reddediy oruz. Neden Böyle Gerikafalıyız? Şimdilerde, Avrupa Birliği, değişim, ilerleme tartışılırken, söze ilk başlay an sola v urmay ı onur addediy or. Zamana ay ak uy duramayan, her şey e karşı çıkan bizler ki zaten renkli telev izy on v e Boğaz Köprüsü'ne de karşı çıkmıştık şimdi de Av rupa Birliği'ne hiç tartışmasız karşı çıkıy oruz. Acaba bizler mi kendimizi geliştiremiyoruz, ne dersiniz? Çok değil bundan 15-20 y ıl evvel bizim için dev rimci, ilerici denirdi. Bizim zıttımızı sav unanlar ise muhafazakardı. Şimdi ise biz muhaf azakar kesimi temsil ederken empery alizm taraftarları, ilerici v e dev rimci kanadı temsil ediy orlar. Hatta boşluğu f ırsat bilen Renault isimli otomobil bile devrimci oldu. İyi de, bizler o zaman da teorisi y üz y ıl önce kon-
muş değerleri savunuy orduk, şimdi de. O zaman eskimemişti de şimdi mi eskidi bu görüşler. Y oksa rüzgarın y önü tersine döndü ama biz y ine de inatla rüzgara karşı y ürüdüğümüz için mi böy le say ılır olduk. Gazeteler, sayfalar dolusu solun nasıl geri kaldığını, geri kaf alı olduğunu anlatıy or. Biz de düşünüyoruz madem bu kadar geriy iz niy e hala tehlike olarak düşünülüy oruz? Bizim durumumuz şuna benziy or biraz da. Şöy le bir dünya düşünün. Düny ay a ekonomisi ile askeri gücü, silahları ile hakim olmuş bir kesim şöy le bir ferman çıkarıy or. "Bundan böyle iki kere iki beş ediyor, bu böyle bilinecektir." Ve bütün düny ada kimliğini, onurunu bu ef endiye satmış olanlar hep bir ağızdan bağıra caklar "iki kere iki beş eder" diye. Ve birileri de çıkacak "Yok kardeşim bundan yıllar önce kanıtlanmıştır, bilimsel bir gerçekliktir; iki kere iki dört eder. Bu gerçeği kimse değiştireme z." diy ecek. Sonra gazeteler televizy onlar başlay acak, dönemin nasıl değiştiğini anlatmay a, artık iki kere ikinin dört edeceğini sav unmanın nasıl geri kafalılık olduğunu anlatmaya. Oysa gerçek budur. İki kere iki dörttür;
empery alizm, empery alizmdir; kapitalizm kapitalizmdir. Dünya halklarının kurtuluş y olu sosy alizmdir. Bunca bombardımanın altından hiç y arasız, tertemiz bir şekilde bu gerçek çıkacaktır. Bu y üzlerce y ıl önce konmuş bir gerçektir. Doğruluğunu tartıştıracak gelişmeler şöyle dursun, doğruluğunu pekiştirecek gelişmeler yaşanmaktadır. İşte bizim gerikaf alılığımız budur. Ülkemizin bunca ay dını niy e peki büyük bir rehav etle bunun tersini sav unuyor, AB'nin kollarına kendini teslim ediy or? Bunca y ıllık bir mücadelenin y ılgınlarını temsil etmektedir bu kesim. Ve Kopenhag Kriterleri'nin hak kırıntılarıy la y aşamay ı y eterli görmektedirler. En azından y azdıkları v e söy lediklerinden dolay ı artık hapislerde sürünmey eceklerdir. Bu y anılgının f arkına v ardıklarında, iş işten geçmiş olacaktır ama atı alan Üsküdar'ı geçtikten sonra ney e yarar ki dövünmelerimiz. İşte böy le dostlar! Kokoreç, bıy ık ve işkembe derken emperyalizm nasıl nüf uz ediy or hayatımızın her y anına görüy or musunuz? • hakan _alak@hotmail.com
tavı r/avrupa birliği / ocak 2000/sayı : 19
'nın y az ay larında bütün düny ay ı sarsan bir "Ölüm Orucu" eylemi y aşanmıştı. Bütün düny ay ı sarsan bir ey lemin Grup Y orum'u etkilemesi de doğaldı. Ve Grup Y orum y aklaşık i k i y ıl sonra '98 y ılının Ağustos ay ında, '96'da y aşanan Ölüm Orucu sürecini anlatan "Boran Fırtınası" isimli kaseti çıkartmıştı. Sonrasında, kaset kapağının içinde bulunan f otoğrafların 'örgüt propagandası' y aptığı gerekçesiy le kaset kapağına, tekrar vurgulamak istiy oruz y alnızca kaset kapağına toplatma gelmişti. Ay rıca, ay nı gerekçey le, kasetin y apımcısı Hasan Saltık'a da dav a açılmış v e bu nedenle bir y ıl hapis cezası almıştı.
Dav a yargıtay aşamasına geldiğinde, dosy ay ı, Başsavcı Vural Sav aş almış v e bir tebliğname hazırlamıştı. Bu tebliğname üzerine 24 Kasım tarihli Sabah Gazetesi'nde "Başsavcının Şaşırtan Yorumu" başlıklı bir haber çıktı. Bu haberde "Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltık, Grup Yorum'un 'Ölüm Orucu Destanı' kasetindeki DHKP-C yazıla rı nedeniyle bir yıl hapse mahkum oldu. Dava yargıtaya geldi ve Başsavcı Vural Savaş, 'Kaset irtica ve bölücülük tehlikesini tırmand ıra cak nitelikte değil.' diyerek beraat istedi." diy e y azıy or ve dev am ediy or; "Kalan Müzik tarafından hazırlanan Grup Yoru m'a ait 'Boran Fırtınası ile Ölü m Orucu Destanı' adlı kasette yer alan DHKP-C ya-
tavı r / medya / ocak 2000 / sayı : 19
zısın ın, yasadışı örgütün propagandası kapsamında değerlendiri lemeyeceğini savundu." diy erek sanığın beraatini istiy or. Başsavcının özellikle son cümleleri söylerken ne kastettiğini, ne düşündüğünü bilemiy oruz ama bizim de düşüncemiz bu f otoğraf ların suç unsuru say ılamay acağı y önünde. Biraz mantıklı düşünen herkesin de bizimle ay nı düşüneceğini umuyoruz. Çünkü kaset kapağında kullanılan bu f otoğraf lar, herkesin bildiği gibi bütün Türkiy e hatta bütün düny a medy asında kullanılan f otoğraf lardan oluşuy ordu. Böy le olunca bütün Türkiy e ve düny a medy asının suçlanması gerekiy or. Demek ki laf ı kimin söylediği değil ne söylediği önemli...
Buray a kadar okuy ucularımız 'ne v ar ki?' diy e düşünebilir. Gerçekten de buray a kadar bir şey y ok. Zaten bizim konumuz da bundan sonra başlıy or. Sabah Gazetesi'nde çıkan bu y azıdan sonra Akit Gazetesi de, Vural Sav aş'ın hazırlad ığı tebliğnamedeki "irtica ve bölücülük tehlikesini tırmand ıracak nitelikte değil." cümlesinden y ola çıkarak çünkü buradaki 'irtica' kelimesi onlara dokunuy or kendilerince bir 'haber' hazırl ıy orlar. Ama ne 'haber'... "Kızıl", "DHKP-C", "Komünist", "Gerilla" gibi kendince ne kadar "korkunç" kelime v arsa arka arkay a dizerek... Amaç bağcıy ı dövmek olunca... Mantık ne? Suçlama ne? Suçlanan kim? Suçlay an kim? Deliller nerede? Bütün bu soruların cev apları bilinçli bir şekilde çarpıtılarak kaleme alınmış... Y azdıklarını destekleyeceğini düşündüğü kişilerle röportajlar y apıp sayfay ı, pisliğine pislik katıp 'renklendirmey e' çalışmış... Ay rıca söz konusu f otoğraf ları Ölüm Orucu sürecinde, Akit Gazetesi kendisi de kullanmış olabilir. Y a bu yüzden kendilerine de propaganda y apıyorsunuz' diy e dav a açılsaydı...
25 Kasım tarihli Akit Gazetesi'nde "Geçtiğimiz aylarda hapishane isyanlarını başlatarak ortalığı kana bulayan DHKP-C militanları bir propaganda kaseti çıkardı." diye y azıy or. Niy et bu cümlelerde t ü m açıklığıy la ortaya çıkıy or. İslami değerleri sav unduğunu iddia eden Akit Gazetesi, sokaktaki insanın bile ay ıptır, günahtır diy e kaçınacağı sözler ediy or. Çünkü 'DHKP-C militanları' diy e nitelediği kişilerin asli sıf atları Grup Y orum elemanları olmalarıdır. Propaganda kasedi dediği de denetimden geçen 'Boran Fırtınası' isimli kasetidir. Akit Gazetesi, Grup Y orum elemanlarını örgüt üy eliği ile suçlamaktadır. Düzenin y asaları, mahkemeleri bile Grup Y orum elemanları için, 'örgüt üy esidir' kararını v erememiştir. Sadece, polis f ezlekeleri bu iddialarla y azılır. Bir de polis diktesiyle y azılan haberler. Akit Gazetesi hızını alamamış olmalı ki , "f ırsatını bulmuşken" diy e düşünerek, sadece Grup Y orum'a değil, dört duv ar arasındaki tutsaklara da saldırmay ı ihmal etmemiş. "Refahyol hükümeti döneminde cezaevlerinde gerçekleştiritavı r/ medya /ocak 2000 /sayı : 19
len açlık grevlerinin arkasında DHKPC bulunuyordu.", "Buca cezaevinde isyan başlattılar.", "Ulucanlar'daki isyan da DHKP-C'nin işi.", "Geçtiğimiz aylarda hapishane isyanlarını başlatarak ortalığı kana bulayan..." diy e yazarak Ulucanlar Hapishanesi'nde y aşanan katliamın sorumluluğunu da tutsaklara mal ederek yeni katliamlara y ol açmaya çalışıy or. Hem de burjuv a medy asında bile -önceleri olmasa bile sonrasında- bunun bir katliam olduğu ortay a konmuş olmasına rağmen. Hem de bir köşe y azısındada olduğu gibi "Tanıklar ortada... Hastane ekspertiz kağıtları, adli raporlar, otopsi tutanakları ortada... Savcı keşif zabıtları, ölülerin vücudundan çıkan mermi çekirdekleri... Katliamın bütün belgeleri ortada... Kazıldığı öne sürülen 'tünel', bulunduğu öne sürülen silahlar ortada... Mahkum aileleri, cezaevi yöneticleri ortada... 'Vura vura öldürmüşler' demecini veren CHP lideri Altan Öymen ortada... Operasyon emrini veren 'sosyal demokrat' Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ortada... Bakanın, bakanlık içindeki gerici kafalarca yanıltıldığını öne süren ve katliamın peşini bırakmamaya söz veren TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Sema Pişkinsüt ortada..." Hal böy leyken Akit Gazetesi'nin k i m i n borazancılığını y aptığı ortada... Akit Gazetesi'nin saldırıları bu kadarla bitmiy or. "1980'li yılların sonlarında kurulan Grup Yorum, önce Dev-Sol'un, '94 senesinden itibaren de DHKP-C örgütünün yan kuruluşu gibi çalıştı. Yorum'un kasetlerinde yer alan şarkılarda temel olarak DHKP-C'nin kuruluş amaçlarında yer alan halkı kışkırtmak, vatandaşı asker ve polisten soğutmak, komünist propaganda gibi temalar dikkat çekerken, Grup Yorum çeşitli eylemlerde de
bulundu. Grup Yorum'un kamuoyuna yansıyan eylemlerinin arasında 1995 senesinde İstanbul Taksim'de bulunan CHP İstanbul İl Merkezi'nin işgal edilerek, görevlilerin rehin alınması ve DHKP-C'nin işaretlerini taşıyan posterlerin dışarı sarkıtılması olmuştu." Anlaşılan, A k i t Gazetesi 'araştırmacı gazeteciliğe' örnek vermek için bu incileri döktürmüş. 'DHKP-C'nin kuruluş amacını bile araştırmış ama Grup Y orum'un kuruluş amacını araştırmamış. Grup Y o-
rum'un ey lem yapıp y apmadığını araştırmış ama eylemleri niye y apar? Ne tür ey lemler y apar? Hangi ey lemlere destek verir? İşte bu soruları cev apsız bırakmış. Çünkü bu cev apları v erirse, karalama için y azdığı onca y azıy ı bir anda çürütüp kendi kendisini rezil etmiş olacak. Cev aplamıy or çünkü, cev apların içinde kendi korkuları saklı. Çünkü o, karalamay a çalıştığı devrimci hareketlerin niteliği de kendi yalanlarını tehdit eder niteliktedir. Ev et bir çok ey lemleri oldu. CHP İl binası işgali de bunlardan birisi. Aslında bu ey lem i n detay larına önceki say ılarımızda oldukça geniş y er v erdik. Bunları yinelemey eceğiz. Başka eylemleri de oldu Grup Y orum'un... Bir çok ey leme de destek v erdi... İşçinin, me murun y ürüyüşlerinde-mitinglerinde, gecekondu y ı kımlarında, öğren cilerin akademikdemokratik eylem lerinde gördük on ları. Y ine Susurluk ey lemlerinde bir çok mahall ede halkla birlikte , halkla içiçe türkü lerle, sloganlarla y ürürken gördük onları. A k i t Gazete si için sorun da bu olsa gerek; halkla içiçe olması. Onun için sayfalarında koca koca y er ay ır maları. Onun için y azılarında sağ gösterip sol vurmaları. Onun için sözde Vural Sav aş'la başlay ıp Grup Y otavı r / medya / ocak 2000 / sayı : 19
rum'a saldırmaları. Onun için örgütlerin kuruluş amaçlarını araştırıp dev rimci tutsaklara saldırmaları, hedef göstermeleri. Bilindiği gibi A k i t Gazetesi'nin Grup Y orum'a bu ilk saldırısı da değildir. Dergimizin 15. say ısında da değindiğimiz gibi Grup Y orum'a "Yerli Rüşdi, Emperyalizmin Sözcüsü" diy erek de saldırmıştı. Devrimcilere v e devrimci sanatçılara saldırmak, onları hedef göstermek anti-emperyalist olmak anlamına gelmez. Bunu Akit Gazetesi de çok i y i biliyor. A m a niy et devrimcileri ve dev rimci sanatçıları karalamak olunca bu y olda her şey i "mübah" görüy or. Onun için del i l varmış, yokmuş olay lar çarpıtılmış, çarpıtılmamış önemli değil. Önemli olan empery alizme y aranmak, onların istediklerini y apmaktır. Bunu y aparken de anti-emperyalist görünmey e çalışması da onun i k i y üzlülüğüdür. A k i t ' i n bütün tutarsızlığı, i k i yüzlülüğü y üklendiği misy ondan ileri gelmektedir. A k i t "İslamiyeti" de, "anti-emperyalizm" söy lemlerini de kendisine sadece maske olarak kullanmaktadır. Onun gerçek derdi empery alizmin borazanlığını y apmaktır. Kontr-gerillanın "yan örgüt ü " gibi çalışmaktır. Daha önce de belirttik, yine söy lüy oruz. Akit Gazetesi'nin hak v e özgürlüklerden, baskılardan sözetmey e hakkı y oktur. Bunlardan sözetmek, buna karşı samimi olanların, mücadele edenlerin hakkıdır. Akit, misy onu gereği bu hakkı kaybetmiştir. Dev rimcilere saldırmak, halka saldırmaktır. Halkı karşısına alanın sonu hüsran olur. Unutma Akit Gazetesi, Grup Y orum'a daha önce de birçokları saldırdı. Hiçbirşey kazanamadı. Ne de olsa seni de, Grup Y orum'u da herkes tanıy or. Unutma Akit Gazetesi çamur atanın hedef i şaşırınca, sadece çamur atanın eli kirlenirmiş. Unutma!!! •
Birgün çıkıp geldiler. Herşey leri vardı. Makine, teknisy en, para... Mr. Canata, Mr. Daly an, Tuluğ paşa, Mr. BogerTe, Dr. Larson'la, v alisi, kaymakamıy la geldiler. Toprakları bereketli Kızılöz Köy üne. Sevmiy orduk canileri, "var bu işin içinde bir pislik..., Amerikan cavıları gel di haaa!" diy e karşıladık. Kızıl çok kötü diy ordu Vali. Kızılöz Köy ü önüne Güzelöz tabelası diktiler. "Medeniy eti" getireceklerdi. Ney e ihtiy acımız olduğunu soruy orlardı. Köy muhtan İzzet "hiçbir şeye ihtiyacımız yok." dese de diretti Vali. Marshall Planı'nın uy gulanmasını Türk-Amerikan işbirliğini istey enlerin, cephelerden cephey e koşmuş, köyün ihtiy ar bekçisi Temel, eksiklikleri saydı döktü. "Ammma... Bütün bunları bize kendi hükümeti miz yapabilir. Veririz el ele. Bu okulu birleşip yaptık... Yani emek isterim ki kendi yaramızı kendisi saranlardanız, biz na mus yolunda (1) ölenlerdeniz." Y aramıza "Amerikan sargısı" istiyordu Vali. Üsteledi; Henüz saflığını y itirmemiş Hacı Kadir, "Eksiği olsa bile A merikalılar'dan mı tek milleyeceğiz (2) beyim? Zatınıza teessüf ederim!" d i y e rek Bilgi Temel'e destek çıkıy ordu.
"Dostluk bacasına (bahçesine)" diktikleri f ine-apel ile geldiler. Ardından tav ukları, danaları... ama ne 'dostluk bacasının' ne danaların, ne de tavukların bir hay rını göremedi köy lüler. Tüm bunlar Kızılöz köy lüsüne y asaktı. Amerikalıların dışında kimse giremiyordu. Bir tek <temelos'un dediği gibi Amerikan f inoları giriyordu. Çalışıy ordu bahçede, kümeste, ahırda... Amerikalılar ne dostluk bacası dan, ne de hayvanlarından verim alamadı. "NATO'ya girdik! Amerika ile anlaşmalar i mzalad ık! Elbet maden(3) lerimi zi de vereceğiz." Muhtar İzzet düşünceliy di, sinirliy di. Biraz önce Tuluğ Paşa'y ı tehdit etmişti, "... adımız, A merikan köyü oldu. Kızlar ımızı, gelinlerimi zi A merikalılar'a kiralamışız. Ko mşuların çoğunun haberi yok. Çukurovası böyle çalkalanıyor. Ağzına tükürürüm böyle işin! Böyle (4) dostluğun!" O tıpkı, Irazca'nın Dirliği'ndeki 'Kara Ahmet' gibidir. Köyünde okulu y oktur, y oksuldur. Irazca Ana gibi direngen anası v ardır, altı çocuğuy la dul kalan. Çocukluğunu çobanlık, ayakkabı çıraklığı y aparak köy de tavı r / edebiyat / ocak 2000 / sayı : 19
geçirir. Evinde defteri kalemi y oktur. Unutmaz köyünü. Y ıllar sonra Burdur Akçaköy'ünde, evinde "Elif Ana Kitaplığını" açar. Irazca'daki "Kara Bay ram" gibi çocuklarını okutma isteğiy le dolu bir babadır. O Kara Ahmet gibi y azgısını değiştirir okur. Daha ilkokulda şiirler y azmaya başlar. Bir daha da kalemi elinden bırakmaz. Y aşamı baskı, sürgün, hapiste geçse de yaşamı boy unca dimdik ay akta kalmasını bilmiş, eğilip, bükülmemiştir. Y etmiş y ıllık y aşamında bize y etmişten f azla eser bırakmıştır. İkinci Paylaşım Sav aşının tam ortasında. Gönen Köy Enstitüsü'ne başlamıştır Fakir Baykurt. Okulu-
nun tuğlasını dizmiş, sıvasını yapmış, ağaçl andırmıştır. İlk şiiri Hasanoğlan'da Köy Enstitüleri Dergisi'nde çıkmıştır. (1946) Sarı yapraklar, boz topraklar Bizim iller Güneşin dua ile çekildiği Diyardır burası Hayat tatsız, tuzsuz burada Yağmur yağsa, rüzgar esmez Kaderi kul eder, Tanrı biçer, Kavlık yüzlü, küt burunlu insanların "Bizim iller" diyerek; kadın, erkek, çocuk, ihtiyar, köylüleri, ağaları, kasaba esnafını, öğretmenl erini yazar romanlarında. Anl atımı yalındır. Cümleleri kısadır. Kullandığı dil, halkın dilidir. Romanlarında köyden kente göç vardır. Yaşadığımız dünyanın güzellikleri, insan sevgisini yazarken çirkinliklerin sahiplerini de yazar. Fakir Baykurt'un tanınması "Yılanların Öcü" ile olur. Aynı isimle sinemaya uyarl anan film, dönemin cumhurbaşkanı, Cemal Gürsel'in özel izni ile gösterime girer. Roman, öğretmenlik yaşamından sürülmesine yol açar. İktidardaki DP, halktan yana olan herşeye karşıdır. O'nu merkeze alarak cezalandırır. "Irazca'nın Dirliği", "Yılanların Öcü", "Kara Ahmet Destanı" ayrı ayrı okunabildiği gibi aynı zamanda Irazca üçlemesi olarakt a okunabilir. Birbirinin devamı olan Irazca Üçlemesi, Irazca ailesini köyde ve kentte anlatır. Dertlidir Irazca; O Anadolu kadınları gibi ölünce dinlenenlerdendir. "Barışma Bayram ..." dedim. "Barışma ! Git mahkemeye!... Gitmedi barıştı... Eskiden bozuldu dirliğimiz. Bir yandan yılanlar, bir yandan düşmanlar iki ordunun arasında kaldık. Nerelere gidelim?" Irazca'nm öfkesi yalnız evinin önüne, Deli Haceli'nin yapacağı eve değildir. "Nedir bu çektiklerimiz bre kocaman... pabuçlu Allahım! hiç gülmedin bana. Sen güldüysen, ben gülmedim. Ne
kocamdan gördüm bir gün... Ne de hükümetten... Ankara'nın özürü padişahınkini aratmadı..." (5) Amerikan Sargısı'ndaki Vali burada muhtar olarak karşımıza çıkar. Sırtını partiye dayamıştır. Köy Kurulu'nun ikinci üyesi Deli Haceli de, muhtara dayamıştır sırtını. Romanlarının konusu insandır. O romanlarında anlattığı kişiler üzerinden, ekonomik ve toplumsal sorunları aktarı r. Bu yüzden karakterler birbirine benzer özellikler gösterir. Aşağıdan... Gelir kazlar! Görenlerin... yüreği sızlar! Kara Bayram can veriyor Duymuş olun gelin kızlar(6) Muhtarın oğlu Cemal ve Deh Haceli'nin Bozoğlan'ı, Kara Bayram'a çeşmede sataşıp döverler. Kı zılöz Köyü'nde, Cemal Hoca yeni şekillenen iktidar sahiplerine nasıl yenilmişse, Kara Bayram'a arka çıkan Kaymakam da öyle yenilecektir. Muhtar, partiye şikayet eder Kaym akam'ı. Nasıl ki Cemal Hoca sürüldüyse, Kaymakam da öyle sürülür. "Beni koyup giden köpeklere verilecek elim yok" (7) dedi Irazca. Bayram yenilmiştir. Şehirde yeni bir yaşam kurar kendine. Köyünde yalnız da olsa, terketmez evini dertli Irazca dirliği, düzeni dağılmıştır ve vergi almaya gelen Yusuf a haklı olarak is yan eder. "... Gelsin askeriyle ordusuyla tutsak alsın beni cezaevlerine koysun çürütsün! Şıp şıp suları akan zindanlarda kemici klerimi eritsin! Vermiyorum!... Ellerime zincir bağlayıp 'isyancı bir vatandaş' diye dolaştırsın, şan etsin: vermiyorum!... İpe çeksin vermiyorum... ellerimi dilimi kessin, tırnaklarımı söksün: vermiyorum!..."(8) Vali, bu kez de Tırpan rom anında köy ve kent arasında aracı, tacir, Kabak Muslu olarak karşımıza çıkar. O, para gücüyle her kapıyı açacağını düşünür. Onun için, daha on iki-onüç yaşındaki bir kızı almayı kendine hak s ayar. Gelenekl er değişiyordur, güçlüden yanadır.
tavı r / edebiyat / ocak 2000 / sayı : 19
"Bu gidenin en varsıl herifi, en büyük abşverişçisi gelmiş kızına müşteri oluyor, daha ne istiyorsun ulan?" (9) Irazca Ana, Ulugiş Nine olmuştur Tırpan'da. Yitirilecek bir şeyi yoktur. Bu yüzden direnir Irazca Ana gibi. "Kim takar kadını köleyi? Kadın ev kölesi, kadın doğurur, ölümü yener. Kadın koskoca ölümü yener de bir kaderini yenemez." (10) "Her sabah millet uyurken çaydanlıkları koyuyorum ortalığı süpürüyorum... arkadaşlarımın yorganlarını kaplıyorum, bulaşıkları yıkıyorum, aramızda kalsın biraz al sokup satıyoruz. Sokuyoruz da böylece yolumuzu buluyoruz. Güya ıslah için girdik, eskisinden beter olduk" (11) Fakir Baykurt, 12 Mart 1971 darbesiyle tutuklanır. TÖS Davası 1 No'lu sanığı olarak diğer eğitimcilerle "yargılanır" '74 affını reddeder. '74'e kadar olan hapishane yaşamını İçerideki Oğul'la dışarıya taşır. Dı şarı da olduğu gibi içeride de üretmeye devam eder. Bugünün yazarlarına baktığımızda seçtiği konularda işlediği sorunlarla halktan uzaklaştırıldıklarını, soyut elit bir kesime hitap ettiklerini görüyoruz. Fakir Baykurt seçtiği konularla Anadolu'da yaşayan insanları vermiştir. O, "Bizim İller"i Anadolu insanlarının yaşadığı sorunları, yaşadığı dönem Anadolu'sunun so syo-ekonomik özelliklerini romanlarındaki karakterleriyle vermiştir. Onu diğerlerinden ayıran ve geleceğe taşıyacak olan da bu özellikleridir. Irazcalar yaşadıkça Fakir Baykurt adı da anılmaya devam edecektir. •
Kaynaklar; 1- Ameri kan Savaşı, sayfa 58 2- age sayfa 60 3- age sayfa 138 4- age sayfa 151 . 5- age sayfa 71 6- age sayfa 194 7- age sayfa 300 8- age sayfa 311 9- Tırpan sayfa 35 10- age sayfa 46 11- İçerdeki Oğul sayfa 355
tav覺 r / deprem / ocak 2000 / say覺 : 19
tav覺 r / deprem / ocak 2000 / say覺 : 19
ğleden sonra... Akşam diy emiy orum, bilirsiniz İstanbul'un kış ay larını. Sabahın erken saati bile olsa bu ay larda hav ada hep bir akşam hali hakimdir. Ama dedim y a, İstanbul'un havası.. Ansızın güneş açıv eriy or. Şimdi olduğu gibi. Ben v e arkadaşım "Kadav ra" (hep ölü gibi olduğu için biz ona bu adı uy gun gördük) Harbiye'deki Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin gişesinin önünde kuy rukta bekliy oruz. Niy e mi?.. Bilet alacağız tabi. Haa, niy e mi kuyrukta bekliyoruz!.. Birer tiy atrocu namzeti olarak bu durum bize gurur v ermiy or değil. Ancak, bilet f iyatları bir paket Marlboro'dan daha ucuzda ondan. Ha bak güneş yine kay boldu. Tamam kızmay ın konuy u değiştirmiyorum. Halk Sahnesi Oy uncuları'na toplu bilet almak için bu kuy rukta bekliy oruz. Kuyruktaki insanlara bakılırsa, Salı Pazarı'nın mantığında olduğu gibi ucuzdan y ine hali v akti y erinde olanlar y ararlanıy or. Şu önümüzdeki genç çiftin haline bakılırsa Romeo ile Juliet'in sey redilmesi onlar açısından doğru bir seçim. Fakat oy u-
nun y önetmeni Başar Sabuncu tanıdığım kadarıy la onların beklentilerine f azla cev ap veremeyecek. Oy unlardan hep beklenen o mutluluk v e mutsuzluk ikilemini kastediy orum. İçimizi saran bir çöküntü v e ardından gözpınarlarından sızan gözy aşları. Ne müthiş bir rahatlama değil mi? Hani maça gidip bağırıp çağır ıp rahatlamak gibi y ani. Şu önümüzdeki genç kız hiç başını çocuğun göğsünden çekmeyecek mi diy e merak etmiy or değilim hani. Şu bizim "Kadav ra" hiç konuşmayacak mı diy e tam aklımdan geçiriyordum, ki bizim "Kadav ra" tabutta röv aşatay ı attı... - Oyunun yönetmeni Başar Sabun cuydu değil mi? Düşündüğüm ile tepkim birbirini kov alarcasına; - Hıı?.. demişim. - Oyunun yönetmeni diyorum... - Haa... Evet Başar Sabuncu. - İyi. O zaman farklı bir Romeo ile Juliet yorumu seyredeceğiz. Ne kadar ilginç değil mi? Biraz önce ben şu önümüzdeki genç çiftin akibetini aklımdan geçirirken bun-
tavı r / tiyatro / ocak 2000 / sayı : 19
ları düşünüy ordum. Bu durum bizim ölüy ü canlandırıy or ama, önümüzdeki genç çift açısından trajik olacağa benziy or. "Kadav ra"dan ikinci rövaşata... - Kaç tam, kaç öğrenci alacağımızı hatırlıyor musun? "Kadav ra"nın sorusunu duydum, duymadım değil. Ama o sırada genç kız, "aşk"ın y enilmez şöv aly esinin göğsünden başını kaldırınca ister istemez ağzımdan; - Hele şükür!.. sözleri çıkıv ermiş. "Niye kızıyorsun kil". diy e sormakta "Kadavra"nın hakkıdır tabi. - Sana demedi m "Kadavra"cığım... Hatırlıyoru m, merak etme. He m sen ka fanı böyle dünyevi meselelere yorma. Ta ma m mı? "Kadav ra"nın kaleyi zorlay an röv aşataları bir y ana, bugün ben, üstelik Romeo ile Juliet oy ununun k u y r u ğ u n d a beklememe rağmen, şu genç çiftin durumuna niy e kaf ay ı taktım anlay amıy orum bir türlü!.. Anlaşılmay acak ne v ar diy e tam kendime sorduğum soruyu y ine kendi kendime cevaplamak üzere
iken, günün beklenen gelişmesi oldu v e genç kız konuştu. Evet konuştu... - Tam olarak nerede geçiy or bu olay hay atım? diye sorduğu soruy la mileny uma erken teşhisini koymuş oldu tabi. Genç şöv alyemiz cep telef onunu kınına y erleştirdikten sonra, önümüzdeki y üzy ılın açılımını y apacakmış bir eday la... "Çook eski bir za manda geçiyor oyun..." diy e bizi hiç de hay al kırıklığına uğratmay an açıklamasını y aptı. Tam söze dev am edecekti k i , ölüler bile ölü olmaktan sıkılabilirler. Böy le sorular v e böy le cevaplar ölüleri bile sıkabilir demek istiy orum y ani. Niy e mi? Çünkü, "Kadav ra" bu diy aloğu duy du v e daha önce size sözünü etmediğim bir özelliği olan, ansızın tutulduğu f azilet sıtmalarından birine tutularak onların sözüne karıştı bile... - Ortaçağ feodalizminin yaşandığı bir çağda... Genç delikanlı iffeti endam dikkat kesildi tabi. Aşkın kalesinin kapısına day anan bu atlı habercinin hay ır mı, şer mi olduğunu anlamaya çalışırken, kız ara bağlantıy ı yaptı bile... "Aaa! Ne bu sosyoloji dersi mi?.." diy e sormasay dı, açıkçası biz genç kızın psikolojinin dışında her hangi bir bilimden haberi olmadığı konusunda ikna olmuştuk bile. Ama bizim "Kadav ra", dersin püf noktasını anlatmakta ısrarını sürdürdü... - A ma öyle. Birbirine düşman iki soylu ailenin uşaklarının, efendilerini boy ölçüştürmeleriyle başlayan tartış ma, bu iki ailenin fertlerinin olaya karış ması üzerine iyice büyür. Bu sırada prens ve adamları sahneye girer kavgayı ayırır ve artık aileler arası bu çekişmeye ve kavgaya son vermelerini, yoksa onla rı cezalandıracaklarını söyleyerek sah neden ayrılırlar. Tam bir uzlaş ma sağlanamasa da kavga sona erer... Genç kız durur mu!.. Ölülerle, mileny umda beyni sağırlar, birbirilerini ağırlar bir sohbet başladı bile... - Eee, Romeo nerede peki? - Ro meo o sırada aşık. Ama Juliet'e değil. Tek düşündüğü karşılıksız aşkı. Arkadaşları ise onunla dalga geçiyorlar
ve bu aşktan vazgeçirmek için onu bir baloya çağırıyorlar. Romeo zorla gittiği bu baloda Juliet'i tanıyor ve artık ömrünün sonuna kadar ona aşık oluyor. Bu sohbet hoşuma gitmiyor değil doğrusu... Dayanamıy or ve surların üstünden bizi sey reden şöv alyey e rağmen, bir y eniçeri eri gibi dalıy orum sohbetin içine: - Bu arada Juliet, Romeo'nun ailesi nin düşman olduğu aileden. Çünkü, o çağın özelliği olan feodal rekabet sürü yor tabi. Ve bu balo, onların Juliet'i prensin bir akrabasıyla (Paris) tanıştır mak için düzenlenmiş bir balo. Ailesi Juliet'in gelecekte onunla evlenmesini planlıyor. Herkesin kendine özgü çıkar ları var değil mi? Genç kıza öy le bir anlatmaya dalmışız ki, böy lesine tarihsel özellikler taşıy an bu oy unu sanki Brezily a dizisine çev iriy oruz. Genç kızın içini merak sarıy or tabi.. - Ayy, çok heyecanlı!... Genç kızın tepki v ermesi üzerine, ölü bir kez daha dirilerek... - Juliet'in iyi yürekli dadısının da yardımıyla iki gencin aşkı gitgide büyü yor. Rahibin aracılığıyla gizlice evleni yorlar. Bu sırada ailelerin gençleri ara sında yine bir kavga çıkıyor. Romeo bu kavgaya girmek istemiyor. Bu yüzden Tibalt'ın ağır sözlerine bile kulak asmı yor. Ama Tibalt, Romeo' nun en yakın arkadaşını öldürünce, o da Tibalt'ı öl dürüyor. Genç kız girdiği gerilimin uç noktalarında dolaşmaya dev am ederek... "Ne talihsizlik..." sözcüklerini dipsiz bir kuy udan seslenircesine söylediği anda "aslında bu bir ta lihsizlik değil." diy orum, ama ölüler düny ay ı işgal etmey e büy ük bir heyecanla dev am ederek... - Sonra Prens ve adamları tekrar ge lirler. Bu arada Romeo kaçar. Prens onun hakkında sürgün cezası verir. Bü yük bir mutsuzluğa düşen Romeo'yu rahip umutlandır ır. Öğütler vererek onu gönderir. Yine bu olaylardan sonra ailesinin Paris'le evlendirmek istemesi üzerine mutsuzluğa düşen Juliet'e ra hip öğütler verecek ve Romeo'ya kavutavı r / tiyatro / ocak 2000 / sayı : 19
şabilmesi için bir yol gösterecektir. Rahip, Juliet'e bir iksir verir. Bu iksiri içtiğinde herkes onu öldü zannedecektir. Oysa o sadece bir gün süreyle uyuyacaktır. Plana göre, uyandıktan sonra Ro meo'nun yanına gidecektir. Rahip sürgündeki Romeo'ya bir mektup yazar ve iksiri Juliet'e verir. Mektup Romeo'nun eline ulaşmaz. Fakat Juliet'in Paris'le evleneceği haberini alır ve yasağa rağ men geri döner. Döndüğünde öldüğünü zanneder Juliet'in. Biraz sonra Paris gelir. İkiside Juliet'in öldüğünü sanırlar. Paris'in kışkırtmasıyla Ro meo yine istemediği halde onu öldürür ve Juliet'in yanına yatarak zehirle intihar eder. Zaten Romeo Juliet'in yanında ölmeye gelmiştir. O sırada Juliet yavaş yavaş uyanır ve Romeo'yu yanında görür. Ro meo'nun, kendisinin öldüğünü zannederek intihar ettiğini anlar ve o da Ro meo'nun dudaklarında kalan zehri e merek Ro meo'nun intiharına eşlik eder. "Kadav ra" bile hey ecana kapıldı. "Ölüler ağlar mı bile me m a ma, ölülerin korkuttuğunun doğru olduğu konusunda he men he men hepi miz he mfikirizdir herhalde!.." Genç kızın... "Ne karanlık bir çağ..." sözlerine karşılık; "Evet çok karanlık bir çağ..." diye ekleme ihtiyacı duydum. "Kadav ra" ölülere has v akur bir tav ırla... - Şimdi de olmuyor mu bunlar? - Evet bir takım yanlışlıklar yok de ğil fakat artık "demokrasi" var değil mi?., de me m "Kadavra"nın yüzünde anla msız bir ifadeye neden oluyor. - Bilme m! - Evet beyler, kuyrukta insanlar bekliyor!... Gişenin önüne gelmişiz bile.
Oy unun oy nandığı gün tiy atronun f uayesine girdiğimizde kalabalığın içine düşüy oruz. Kalabalık, adeta ölü bir aşığın y üreğine toplanmış karıncaları andırıy or. Bizim genç çiftle selamlaşıy oruz. Genç delikanlı bundan rahatsızlık duy duğu
için, surların üstüne y apılmış bir kardan adam gibi duruy or yine. Üçüncü zil çaldığında sey irci kanalizasy ona düşmüş gibi oluy or. Oy un başladığında sey irciler y üzlerindeki şaşkınlığı görmemek mümkün değil tabi. Bizim genç kız başını yine şöv alyenin omuzuna y aslıy or. Ne aşk ama değil mi? İy i ki bunu y üksek sesle düşünmedim. Aksi taktirde kanalizasy on kurallarının hakim olduğu sahne düzeni içinde benim sözcüklerimde kirlenebilirdi. Kirleten sahne düzeni mi? Y eraltı y önetiminin egemenliğini besley en yukarıdan akanlardır. Halk, afedersiniz, y ani sey irci kirletildiği duygusuna kapılıy or. O hep ay nı y ere akan lağımın geçtiği irili ufaklı kanalizasy onun borularına ne demeli? Birbirileri ile y arışırcasına v e müthiş bir rekabet içinde aynı denize akan lağım ırmakları. Denizi kirleten biz miy iz? "En yorgun ırmak bile mutlaka ulaşır denize" demiş şairin biri. Zaten bu sözü geçen denizin durumu, bir nükleer sav aş sonrası kirliliği gibidir. Lağım ırmaklarının kanalizasyon borularından girip çıkan, irili uf aklı egemen ailelerin büyükleri oluy or. Hepsi, ama hepsi sonuçta aşkın denizine akıy orlar. Aşk ise, bütün bunların içinde sadece kendisiyle ilgilendiği v e başka bir şey le ilgilenmediği için habersiz kendi trajik finaline doğru hızla ilerliy or. Sey irci de onunla birlikte. Klasik bir Romeo ile Juliet beklentisi içindeki sey ircinin d u r u m u gerçekten trajik doğrusu. Ama hep böyle değil midir? Kendi trajedisinin gösterilmesi karşısında insanın içine düştüğü durum trajiktir. Tiy atronun gırtlağı boşaltıy or kendini. Alan, satan memnun değil. Kanalizasy onun içine düşen müşteri tadını beğenmedi ürünün. Mırıldanmalar v e söylentiler içinde sokağa çıkıy oruz. Y ağmur y ağıy or. Y olda yürürken büy ük bir sessizlik bizimkilerde. İlk patlama ev e bir önce gitme paniğini y aşay an Gülten'den geliyor... - Şiir yok muydu diye sormazlar mı
ada ma?.. Cin Zeynep, cin çarpmışa dönüyor bu sözler karşısında. Cev ap vermeden edemiy or tabi... - Şiir bu olayın gerçekliği değil ki. Bence oyunun yorumundaki, edebiyatı reddetmeyen, ama edebiyatla arasına düzeyli bir mesafe koyan bu tavır, aslolan gerçekliğin arayışıdır. Gülten henüz ikna olmamış gibi dev am etti... - A ma Shakespeare'in o edebi dili! - Gülten'ciğim, o dil, o çağa özgü. Zaten bugün, şiir dili farklı bir yere gelmiş duru mda. İnsanlar artık şiiri, bireyin içsel bunalımı olarak algılıyorlar. Aslında bu bir karamsarlık duygusu değil. Bu artık insanları rahatlatıyor. Edebiyat günü müzde toplu msal rolünü üstlenmiyor. Bu açıdan bakıldığında, oyuncular o gizemli sesleriyle herşeyi şiire özgü aktarmaya çalışsalardı, seyirci uyuşturucu kullanan müptelaya dönüşme z miydi sence? Oysa olayın kendisi şiirin ana kaynağı. Şiirin kaynağı hayatın kendisi değil midir zaten? Hat ta içsel bunalımlar ımız bile. İçsel sorunlarımıza içsel cevaplar arayarak daha da bunalacağımıza, sorunun ana kaynağına yönelerek içsel olanın genelle ilişkisini kurmak daha doğru olmaz mı? Günü müzde şiiri, şiirle boğmak istiyorlar. "Spartaküs" Coşkun (artık kimsenin hiçbir şeyi üstlenmediği çağımızda, her işi üstlenen v e öne çıkarak Halk Sahnesi'nin emekçi savaşçısı olduğu için biz ona "Spartaküs" diy oruz) konuyu başka bir noktay a y öneltiy or... - Oyunun finalinde niye yağmur yağdı? Buna cev ap v erme zev ki bana düşer diy erek atıldım; - Başar Sabuncu şimdiye kadar alı şılagel miş Ro meo ile Juliet oyunundan çok farklı bir anlatımla ortaya koyduğu oyunda kullandığı yöntemle Aristotales'in yöntemini yine o yöntemin bir oyunuyla bu derece eleştirmeyi başarı yor. Bu yöntemsel farklılığı ilk bakışta afişlerden ve tiyatro salonuna girer gir mez sahnenin kanalizasyon borularının
tavı r / tiyatro / ocak 2000 / sayı : 19
açıldığı bir alan olarak gören kahramanlarımız da fark ediyorlar. Peki nedir bu farklılık? Öncelikle şunu söylemeliyiz, bu farklılığı kavramanın yolu oyunu tarihselliği içinde doğru yere oturtmaktan geçiyor. Yazar, iki gencin çileli ve zorunlu aşk yolunda feodal çekişmelerin ve bu çekişmelerin sevgililerin hayatına maloluşunu anlatırken bunun rastlantısal ya da talihsizlikten dolayı olmadığın ı anlatmaya çalışıyor aslında. Romeo ve Juliet karakterlerinin anlattıklarına dikkat ederseniz mutluluk mutsuzluk ikilemi içinde gidip gelir oyun. Yazar olanların nedenini ve suçu ailelere, daha genel anla mda toplu mda ki gerçek çatışmalara yükler. Bir çok aşk öyküsünde toplumsal koşullardan hiç bahsedilmeden, iki bireyin aşk öyküsü tümüyle lirik bir şekilde anlatılırken; W.Shakespeare'in, Ro meo ile Juliet öyküsünde kişilerin trajedileriyle anlatılmış toplumsal çelişkiler evrenseldir. Bu anlamda diğer aşk öykülerinden önemli ölçüde ayrılır ve trajik olarak nitelendirilebilir. Trajik genelde anlaşıldığı gibi talihsizlik ya da acıklı de mek değildir. Trajik, toplumdaki öne mli çatışmaları mutluluk- mutsuzluk ikilemi içinde anlatma biçimidir. Tü m karakterler toplumsal gerçeğin izlerini taşıdığından, incelendiğinde dönem hakkında önemli ipuçlarına erişilebilir. Bu mutluluk-mutsuzluk çatışmasının seyirci üzerin de yarattığı gerilim oyunun sonunda ailelerin barışmasıyla bir uzlaşmaya or tamına dönüşür. Bütün seyirciler böyle düşmanlıkların nelere malolduğunu gör müş olur. Romeo ve Juliet'in ölümüyle, aynen gülme duygusunda olduğu gibi ağlayarak ruhsal bir rahatlama ya giren seyirci, feodal ailelerin barış-mastyla da uzlaşmaya yöneltilir. Herkes me mnuniyet duyar bu duru mdan. Bu oyunun mesajıdır. Oyun boyunca zorunlu uzlaşma sonucuna gelinmesi ve aksiyonun kuvvetlen mesi için kahramanların başlarına gelenler ve ölümleri kesinlikle rastlantısal değildir. Aksine tamda bu mantık üzerine örül müştür. Eğer bu oyun klasik tarzıyla oynanırsa -ki buna çok uy gundurRo meo ya da Juliet ile öz-
deşleşiriz. Aynı hergün, Amerikan filmlerindeki kahramanlarla özdeşleştiğimiz gibi düşüncelerimiz devreden çıkar ve kahraman(lar) ile birlikte olayların gelişimi içinde oradan oraya savruluruz. Bizi istediği noktaya getirdikten sonra arınıp, rahatlayıp uzlaşarak mesajımızı alır ız. Bu mesaj kimi za man, ortaçağdan çok daha az yetenekli olsa da izleyiciyi yakalayarak "A merika yine Vietnam'daki kötü adamları öldürdün ve dünyayı pisliklerden temi zleyerek kurtardın!" da olabilir. A merikalı askerle öylesine özdeşleşiriz ki, "kötü" Vietnamlılar'ı öldü rürken ona eşlik ederiz biz de. İstemesek bile bizi kendi gibi düşündürür ve konuşturur. Daha doğrusu bizi kendi mize yabancılaştırır. Ama bu bilinçsiz yabancılaşma mızı, özdeşleşmeye bir mesafe koyarak, olaylara aklımızla da bakabil meyi başarabilirsek, yabancılaşma bi linçli bir duru ma dönüşür ve savaşçı bir karaktere bürünür. O yüzden oyunun sonunda yönetmen bir yağmur efekti koyarak arının bakalım şi mdi de mek istemiş. İşte bu mesafe koyan yöntem bir yabancılaştırma efektidir. Seyirci durumuna düşmekle zaten yabancılaşmış olan, artık uzlaşman ın ve ruhu rahatlatan arın malar ın kurbanı ola mayacaktır. Oysa ki bakın, o usta yöntemin sayesinde oyun hala hayatımızda bir oluş içinde nasıl deviniyor. Soylu çıkar çelişkilerinin yaşandığı bir lağım içinden, prens kötürüm bir as ker olarak sahneye getirilmiş. Kavgaları ayıranlarsa bildiğimi z robocoplar. Oyuna sokulan güncel göndermeler, savaşçı bir karakter taşıyan yabancılaştırma efektleridir. Bir yöntem olarak bu aslında gerçek bir tarihselleştirmedir. Kanalizasyon borularından girip çıkan aileler, uzlaştırıcılar, kolluk güçleri ve kanalizasyon kanunlarıyla yönetilen halk. Hiç de yabancısı değiliz, değil mi bunların? Bize bir masalı anımsat mıyor. Bu lağımın içinde birbirine kavuşmaya çalışan iki gencin trajik öyküsü başlamadan bitmiştir aslında... "Spartaküs" Coşkun öfkey le atıldı... - Yani sözünü ettiğin bu Aristoteles uzlaş manın ve arın manın kura mcısı öy-
le mi? Bu soru karşısında büy ük bir zev kle dev am ettim sözlerime... - Oyunun başında emekçilerin ken dilerine ait olmayan bir kavgada taraf ol malarına dikkat etmeliyiz. Aristote les'in siyaset kuramına baktığımızda karşımıza çıkan, zengin ve yoksul ara sındaki çatışmanın derin çelişkisini yu muşatma arayışıdır. Bu yumuşatma iş levini, adeta bir hava yastığı görevi gö ren orta sınıfa yükler Aristoteles. Orta sınıfın güçlendirilmesi gerektiğini sü rekli tekrarlayarak, bu çatışmayı barış ortamına çekmeye çalışır. Sanki küçük burjuvazi, toplumsal bir barışın ve hu zurun tarafsız tarafıdır. Tarafıdır diyo rum, çünkü çelişkinin tam orta yerine oturan gövdesi ve bilinciyle sürekli ara ya girerek çarpmaları engeller. Hava yastığı dedim ya! İçi boş hava yastığı. Ayrıca, bu sözünü ettiğim orta sınıf sü rekli kendinden üst olan sınıfa özenir. Hep onların hareketlerini aynaya bakar mış gibi taklit eder. Bu durum aynadaki gibi bir yansımad ır. Hele bir de ayna bozuksa, görüntü iyice karikatürleşir. Yansıma köleliktir aslında. Karikatürleşmiş bir kölelik. Düşünsene "Spartaküs" Coşkun, sen bile bu köleliği kabul lene medin. Kuram bu işte. Yüzyıllar dan günümü ze kadar gelen kuram. Sahildeki y umurtasından y eni çıkmış v e hızla denize ulaşmay a çalışan "Karetta" Hazal her zamanki gibi sanay i toplumunun bir çocuğu olarak hızla sorularını üretti... - Peki bu çelişkiye rağmen e mekçiler ya da uşaklar neden birbirlerine karşı ailelerini(!) bu derece sahipleniyorlar, bu yüzden kavga ediyorlar ve hatta ölü yorlar? Kim bu aileler ve neden düş manlar birbirlerine? Tarih boyunca çı kar kavgalarında ailelerin ve ülkelerin adına ölenler kimler? Birbirlerine bu denli düşman olanlar bir gün barışıyor lar. Neden? Neden bunca kanla yıkan mış düşmanl ıklar, bu kadar kolay dost luğa dönüşüyor? Yoksa yeni çıkarlar mı gözüküyor açgözlülere? -
Hazalcığ ım, aileler arasında uzlaş
maz bir çelişki olmad ığından onlar ın barış malarına da şaşırma malıyız. Çün-
tavı r / tiyatro / ocak 2000 / sayı : 19
kü onların uzlaş malarıyla beraber asıl çelişkimiz daha da netleşecek. Oyun boyunca efendiler ve köleler arasında mutlak bir çelişki sürekliliğini sürdürmeye devam edecek. Uşaklar efendilerine ne kadar bağlı olurlarsa olsunlar uşaklar da sonuçta köledir. Tek farkları sarayın içinde çalışıyor olmalarıd ır. Bu çelişki sınıflı toplu mun oluşu mundan günü mü ze kadar varolan çelişki. Asıl uzlaşma z çelişki aslında bu. Barışın ve hu zurun sağlanması bu çelişkinin ortadan kalkmasıyla sağlanacak zaten. Hazal çelişkili gözlerle devam etti... - Peki dünyada hiç çelişki kalmayacak mı? - Kal maz olur mu hiç. Ondan sonra hızla insanileş me süreci, doğayla yaşamın dengeye oturtulması gibi çelişkilerle karşılaşılacak. Dünya çelişkisiz olmaz. A ma bu çelişkileri herkes sever. Aksi taktirde bilim, sanat fazladan bir şey olurdu, değil mi? Y ağmur y ağmay a dev am ediy ordu biz otobüs durağında beklerken. Y ağmur bizi y ıkamaya dev am etse de her y er çamur içindey di sokaklarda. Hatta kimi y erlerde kanalizasy onlar taşıy ordu. Bir an tuhaf bir duy guya kapıldım. Acaba ben sevgiy e karşı acımasız mı dav randım. "Yoo yoo, aşkın kuralı bağıms ız, her şeyden kopuk değildir. Genel, dünyanın kurallarının dışında ele al ına ma z. O yüzden biz aşk toplumsal bir olgudur diyoruz... değil mi?" diy e y ine kendi kendime cevapladım. İşte Romeo ile Juliet benim kaf amda böy le bir yere oturuy or. Bu açıdan bakıldığında, Başar Sabuncu'nun y orumu bizim aklımızın paslanmış dişlilere sahip mekanizmalarını epeyce hareketlendirdi diy ebiliriz. Şüphesiz ki sistemi tehdit etmiy or aşk. Ama sistemin tertemiz, saf v e insanca kurulacak sev gileri tehdit ettiği bir gerçek. Otobüse binip ev e doğru hareket ettiğimizde y ağmur iy ice azıtmış v e otobüsün camlarını elinde bir kırbaç v armışcasına hırsla dövmey e başlamıştı... • halksahnesi@hotmail.com
Eylül 1975 yılında aramızdan ayrılan Bedri Rahmi Eyüboğlu , 1911 yılında GiresunGörele'de doğmuştur. Ortaöğrenimini GiresunGörele'de tamamladıktan sonra 1929'da Güzel Sanatlar Akademisi'ne girer. 1931'de diplomasını almadan Fransa'ya gider. Paris ve Londra'da iki yıl resim eğitimi gördükten sonra 1936'da ülkeye döner ve diplomasını alır. Ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde ölümüne kadar ders verir. Başarılı bir ressamdır. Yurtiçinde ve yurtdışında eserleri sergilenir, pek çok ödül alır. Bedri Rahmi Eyüboğlu; aynı zamanda iyi bir şairdir de... İsmi bilinir, duyulur... Ansiklopedilerde hep böyle anlatılır Bedri Rahmi Eyüboğlu. A m a ansiklopedilerin hiç anlatmadığı bir şey vardır usta da; "halk ve vatan sevgisi"... 1938 yılında yaptığı bir yurt
gezisi ressamın gözlerini Anadolu ile tanıştıracak ve eserlerinde Anadolu ölümsüzleşecektir. Anadolu'y u tuv ale dökecektir Bedri Rahmi... Anadolu onun tuv allerinden İstanbul'u görecektir, İstanbullu da Anadolu'y u... Bedri Rahmi'yi, Bedri Rahmi' y apan da bu olacaktır. Hay atında bir dönüm noktası olan bu olay nasıl gerçekleşir? 27 Temmuz 1938 tarihli gazetelerin birinci sayfalarında şöy le bir başlık göze çarpar: "Sanat Hayatımız İçin Müspet Kararlar." Bu, CHP Genel Y önetim Kurulu'nun bir açıklamasıdır. Haber şöy le devam eder; "Yurdun güzelliklerini yerinde tespit ettirmek ve sanatkarlarımızın me mleket mevzuları ü zerinde çalış malar ını kolaylaştırmak maksadıyla yurt içinde bir Sanat Tetkik Seyahati tertip edilmiştir" (*)
CHP taraf ından düzenlenen kamuoy una böy le duy utavı r / biyografi / ocak 2000 / sayı : 19
etkinlik
rulur. Daha sonra "Y urtiçi Ressamlar Gezisi", "Memleket Gezileri", "Memleket Resimleri Gezisi" gibi değişik adlar v erilecek olan bu proje gerçekten de sanatçıları etkiley ecek, güzel ürünlerin ortay a çıkmasına katkıda bulunacaktır. Bu proje duy ulduğunda kamuoy undan olumlu tepkiler alır. Bu sanatçılar için "y eni imkanlara dav et" tir. Tek parti olan CHP, "Sanatın bir milletin sosy al hay atında oy nadığı rolün f arkında olduğunu" if ade eder. Aradan bir süre geçtikten sonra ise bu tabloları depolarda çürüterek sanata ne kadar "değer" (!) v erdiğini gösterecektir. Bu konuy a daha sonra değineceğiz. Y urt gezileri etkinliği ilk duy urulduğunda sanatçılar arasında coşku ve sev inçle karşılanır. Bedri Rahmi ise duygularını şöyle if ade eder; "Dünyanın en gü zel me mleketi olan İstanbul'da bulunmalarına rağ-
men, hepsi için için Anadolu peyzajlarına hasret çeken ressamların ara sında bir havadisin ne büyük bir sevinç dalgası halinde dolaştığını ta savvur ede mezsiniz... Bir kaç ay yalnız meslek endişeleriyle başbaşa kala-(*)
İlk yurt gezisi, 1 Eylül 1938'de başlayacak ve bir ay sürecektir. CHP, gidecek ressamların seçimlerini ve yerlerini belirlemeyi Güzel Sanatlar Akademisi'ne bırakır. Parti, sadece sanatçıların yol paralarını karşılayacaktır. Güzel Sanatlar Akademisi bu il k geziye katılacak olan on ressamı ve gidilecek illeri belirler. Hikmet Onat, Feyhaman Duran, Ali Avni Çelebi, Cemal Tollu, Hamit Görele, Mahmut Cuda, Saim Özeren, Zeki Kocamemi, Malik Aksel ve Bedri Rahmi çantalarını sırtlayıp Edirne'den, Malatya'ya kadar memleketin yollarına düşerler. Çekilen kurada Bedri Rahmi'ye de Edirne düşer. CHP'nin bir şartı vardır. O da sanatçılardan gezi dönüşü en az dört resim getirmeleridir. Bir ay sonra döndüklerinde hepsinin kucağı resimlerle doludur. Toplam 113 resim çıkmıştır bu geziden. Sanatçıların bazıları dört değil, 14 değil 20 resim bile yapıp getirmişlerdir. Bedri Rahmi de, Edirne'den 12 resimle dönmüştür. Bir ay kadar kaldıktan sonra döndüğü Edirne'den izlen i m l e r i n i şöyle aktarır; "Edirne'de, İstanbul'a hiç benzemeyen bir yönü gösterecek renk ve çizgileri bul makta çok zorlandım. Ir mak kenarlarındaki söğütleri olmasa "Edirne'de İstanbul'un aynısı olacaktı... Edirne'ye özgü o söğütleri istediği m gibi yorumlaya mad ığıma e mi nim, a ma gökteki o mavi tonu tuvale doğru olarak geçirmeyi başardıysam kendimi mutlu (**) sayacağım."
Gerçekten de, Bedri Rahmi, Edirne'de, İstanbul'dan çok farklı bir şey bulamaz. Ama eserleri ba-
şarılıdır. Ve 23 Mart 1939'da, Ankara'da, Halkevi Salonu'nda açılan, Birinci Yurt Gezisi Sergisi'nde eserleri diğer ressamların eserleriyle birlikte sergilenir. Sergi ilgiyle karşılanır. Eserlerin yarısından fazlası devlet tarafından satın alınır. Bedri Rahmi o dönemlerde bir tek resim bile satılmadan kapanan sergilerden sonra bu olayı yıllar sonra anlatacak, "Resi mleri min yarısından faz lası satıldı" diyerek şa şkınlığını dile getirecektir... CHP'de sonuçtan memnundur. Ve kısa bir süre sonra İkinci Yurt Gezisi'nin müjdesini verir. Bedri Rahmi, 1942 yılında ikinci kez y u r t gezilerine çağırılır. Ve Bedri Rahmi, bir sanatçı olarak ilk defa Anadolu ile tanışacak, ve ressamın gözleri Anadolu ile buluşacaktır. Bu onun sanatında bir dönüm noktası olacaktır. Çorum'dan döndükten iki yıl sonra 1944'te duygularını şöyle dile getirecektir: "Çoru m'da geçirdiği m günleri kolay kolay unutmayacağım. Oranın insanlarına da, taşına toprağına da selam."
Ve Bedri Rahmi gerçekten de sözüne sadık kalacak Çorum'u hayatı boyunca hep hatırlayacak, her fırsatta dile getirecektir. Bedri Rahmi, Çorum'da o ünlü 'Han Kahvesi' adlı eserini yaratacak Yurt Gezileri ve Çorum'a gidişini şöyle değerlendirecekti; "Bu gezilerin en güzel tarafı, kendilerini me mleket içerisinde lüzu msuz bir süs eşyası gibi görmeye başlayan ressamlarımıza, bir işe yara mak fırsatı vermiş olmasıdır." "Partimi zin altı yıldır muntaza m tertiplediği yurt gezilerinden beni mde payıma Çoru m düş müştü. Çoru m'da ve kasabalarında üç ay dolaştım. Osmancık'tan başka, bütün kasabaları gördü m. Gezdiği m kasabalar arasında bilhassa İskilip'e hayran oldum. Ressamlar için, İskilip'ten daha tavı r / biyografi / ocak 2000 / sayı : 19
zengin bir me mleket tasavvur edemiyorum. Halbuki, Çoru m'a giderken bana İskilip'in yalnız turşusunu methetmişlerdi. İskilip'i çevreleyen dağları ve bu dağlar arasından fışkıran hususiyeti anlatmak güçtür. Bunu anlatabilmek için oraya bir (**) değil, yüz ressam gitse azdır..."
Anadolu böylesine derin bir yer bulur sanatçının yüreğinde... Çorum'da gördüğü ve ilginç bulduğu olayları yıllarca belleğinden silemez, kendini de bunun bir parçası sayar. Yine Çorum'da gördüğü ve "En harikulade şeylerden biri " de Amasya yolu üzerindeki Bizans'tan kalma Beki Kaplıcası'nda bir bayram öncesi gördüğü yüzyıllar öncesinden beri süregelen bir gelenektir, kendi di linden aktaralım; "Meğer, arife günü, bütün civar köy sakinleri kaplıcaya yıkanmaya gelirler miş. Kaplıcanın yanıbaşındaki tepelerden birinde civar köylülerin rengarenk demetler halinde, halka halka halay çekerek hama ma doğru yaklaştıklarını seyrettim. Kadınl ı er kekli geliyorlardı. Aralarında çocuklar da vardı. Kaplıcaya gündelik iş elbiseleriyle geldiler, yıkandıktan sonra rengarenk bayraml ıklarını giy-
diler, sıralarını beklerken, türlü çeşit oyunlar çıkardılar; bütün bunlar kendiliğinden ve harikulade bir intiza m içinde olup bitti. Ben de kırmızı dağların arasında kaybolan Beki Kaplıcaları'nda, hayatımın en güzel bay ramını (**) yaşadım." Çorum'u, Çorum'un insanlarını da çok sev er Bedri Rahmi. İlginç anıları daha Çorum'a giderken başlar. Bir röportajında Çorum'a giderken y aşadığı ilginç bir anısını şöy le anlatır; "Çerikli'den Çoru m otobüsüne bineceğiz. Resim tezgahın ı otobüsün üstüne yerleştire dururken otobüs dolup taşmış. Arka kapıyı zorla kapattıkları za man kendi mi yolcuların di zleri üstünde buldum." Bedri Rahmi böy le düşer düşmez y anında bulunan iki asker onu kaldırır.. Tıklım tıkış otobüste nef es alacak hav a y oktur. İnsanlar f enalaşır. Öğürenler, kusanlar... Y olcular bağıra çağıra şof öre durmalarını söy lese de ne şof ör ne de muav in oralı olmaz. Bedri Rahmi sinirle elindeki termosu muav inin kafasına tam indirecekken otobüs durur. Y olcular kendilerini dışarı atarak rahatlarlar. 5-10 dakika moladan sonra tekrar bir kıy amet kopacak diy e beklerken bir türkü patlar; "A man bir yıldız doğdu yüceden, şavkı vurur pencereden..." Ve otobüs Çorum'a neşe içinde bir düğün alay ı gibi varır... Bedri Rahmi şaşkındır... Anadolu insanının kendi tanımıy la bir garip düny anın insanlarının y üzleridir bunlar... Kimi zaman öfkeli , kimi zaman ise küçük şey lerle mutlu olmasını bilen kanaatkar, çilekeş Anadolu insanıdır gördüğü... O güne kadar y abancı olduğu bu düny anın insanlarına karşı derin bir sev gi besler. O ünlü "Karadut " şiirindeki "Çatalkara"sınında bir öy küsü vardır. Bir gün İskilip Kalesi'nin karşısına tuv alini kurmuş resim yaparken, yanıba-
Bedri Rahmi Eyüboğlu: Köylü Kadın, Tren, Y ataklı Vagon şındaki boş alanda çığlık çığlığa top oy nayan çocukları f ark eder. Onların ellerine kağıt ka lem v erir v e İski lip'te ne kadar meyv e v arsa adla rını y azmalarını ister. Çocuklar uzay ıp giden mey v e listesine bir de Çatalkara diy e bir şey yazarlar. Bedri Rahmi bunun ne olduğunu sorar çocuklar anlatır. Çatalkara, yer yer mora kaçan, kuzguni renkte bir ka ra üzüm salkımı dır. O kadar güzel anlatırlar ki ço cuklar bu üzüm salkımını. Bedri Rahmi pazarda eliy le koymuş gibi bulur "Çatalkara"sını... Gümrük görevlisi hiç beklemediği bu "Çatalkara, kat kat kara, özlü, tatlı, uçsuz soru karşısında şaşırır. Bedri Rahmi'nin bucaksız kara, pırıl pırıl kara, bilal kara, ise cevabı şöyle olur; bir dilimi zehir zıkkım, bir dilimi candan "Bunun anla mın ı anla mak için tatlı kara. Sevda karası..." İskilip'e gitmeniz gerek..." "Çatalkara"y ı çok sev er Bedri Rahmi. Tıpkı Anadolu'y a, Anadolu insanına ait ne v arsa sevdiği gibi... Y ıllar sonra bir Av rupa y olculuğu dönüşü, yanında getirdiği bir top kağıda gümrükte el konulmak istenir. Ukala gümrük görevlisi "Bu güzel kağıtlara o kargacık burgacık resimlerinden y aparsan y azık olur. Bu kağıtların üzerine o güzel şiirlerinden y az." der v e başlar Bedri Rahmi'nin Karadut şiirini okumay a; "Karadutum, Çatalkaram, çingenem Nartanem, nurtanem, birtanem..." Bedri Rahmi dayanamaz keser v e sorar; "Sen Çatalkara nedir bilir misin?"
tavı r/ biyografi / ocak 2000/sayı : 19
Paris'i, Londra'y ı görmüştür ama y ıllar önce gördüğü Anadolu'su ve Çatalkarasının sev dasını hala y üreğinde taşımaktadır. Bedri Rahmi Çorum'dan epey y üklü eserlerle döner. Çorum'un kırmızı kiremitli y oksul evleri, telli kavakları v e çok sev diği köylüleri Bedri Rahmi'nin tuv allerinde ölümsüzleşir. Çorum özelinde duy duğu Anadolu sev gisini daha sonraları da tuv allerine y ansıtacaktır. 1943'te Beşinci Devlet Resim v e Hey kel Sergisi'ne, 6 Çorum resmiyle katılır. En çok bilinen eseri "Han Kahvesini daha sonra "Han Kahv eleri Dizisi" izley ecektir. Bugün ressamın pek çok eseri kay ıptır. Peki ne olmuştur da
dukça bir
dokunaklı hik
ayedir. Bundan dört beş sene evvel bu tab lolara Ankara'da bir lisenin bodru munda rastladık. Bir ressam arka daşla seçecek ve gün ışı ğına çıkaracaktık. Bütün bu emekler, sevinçler, acılar, tasalar içinde iş len miş olan elli ressamın yüzlerce eseri bir bodrum katına rasgele atıl mıştı. çerçevesi fırlamış, kiminin kasnağı. Kimi nin beli bü külmüş, tutar tarafı kalma mış. Bunlar ara sında büyük tami re muhtaç olma yanlardan bir kaç
onun ve pek çok re ssamın eserleri kaybolmuştur? Bunu yine Bedri Rahmi'nin kaleminden okuyalım; "Evvel za man içinde, kalbur saman içinde sene 1938 içinde, mevsi m yaz iken, irili ufaklı bütün ressamla rımızı sevindiren bir havadis gerçek oluyordu. Her yıl ressamlar ımız onar onar yurt gezilerine gönderiliyordu. Yol paralarıyla birlikte beş yüz lirayı bulan bu rakam mühi m bir şey değildi ama ressamlarımızın arasında gi rişilmiş olan en hayırlı, en verimli alışveriş bu oldu. Dört tablo yerine on dört tablo getiren oldu. Ömründe Pendik'ten öteye adım atma mış bazı ressa mlarımız bu geziler sayesinde yurdun bir ucundan girip ötesinden çıktılar. Kısacası şu son yirmi beş sene içinde ressamlar ımızın görüp görebilecekleri rahmet bu olmuştur. Peki bu tablolar ne oldu? İşte burası ol-
tanesini temizle dik... Toz toprak içindeki tablolar arasında kendi resimleri mi güç bela tanıyabildiğimi söylesem mübalağa sanmayın. Bunları asacak yer mi yoktu? Bunları tıka basa bir bodrum katına atmakta ne mana vardır? Bu rasını anlayamad ık gitti. Yüzlerce resim arasında en aşağı elli tanesi Avrupa galerilerinde bizi utandır mayacak kadar sağlam işlerdi."
Olay trajik bir öyküden ibarettir... Bir sanatçının duyabileceği en büyük acılardan biridir bu. Belki de en büyük acı... Bedri Rahmi'de, resimlerinin akıbetini öğrenen diğer ressamlar da aynı hayal kırıklığına uğrarlar. Gerçekten de Bedri Rahmi'nin dediği gibi bu resimleri asacak bir duvar bile yok mudur? Vardır elbette. Ama halka da, sanatçıya da değer vermeyen politikacılar elbette ki sanata da hiçbir değer tavı r / biyografi / ocak 2000 / sayı : 19
vermeyeceklerdir. Hepsi politik bir hesaptır. Yurt Gezileri, açılan sergiler hepsi politikacıların poli tik çıkarları gereğidir. Yıllardır bir kenara itilen sanatçılar bu yurt gezileriyle 'sahipleniliyor' görülmüş ve eserleri bodrum katında çürütülerek emekleri hiçe sayılmış, onurlarıyla oynanmıştır. Ama ne bu olay ne de daha sonrabazılarını yaşayacakları baskılar, değer verilmeme olgusu sanatçıların halka duyduğu sevgiyi öldüremeyecektir. Bedri Rahmi daha sonra ki yaşamında da güzel eserler vermeyi sürdürecek, şiirlerinde de Anadolu'ya ve Anadolu insanına duyduğu sevgiyi dile getirecektir. "Memleket" der örneğin; "Türküler Dolusu" bir avuç memleket... Kimi ninRahmi serbest konuşma Bedri diliyle yazdığı şiirlerini, "Yaradana Mektuplar (1944), Karadut (1948), Tuz (1952), Üçü Birden (1953), kiminin Dördü Birden, Karadut 69, Dol Karabakır dol (1974)" adlı kitaplarında toplamıştır. Şairliğinin yanında aynı zamanda bir yazar olan Eyüboğlu'nun, "Canım Anadolu (1957), Tezek (1975), Delifişek (1975)" adlı gezi, " Nazmi Ziya (1937)" adlı monografi kitapları, ölümünden sonra yayımlanmış olan "Yaşadığım (1977)" adlı şiir ve "Resme Başlarken (1977)" adlı deneme kitapları vardır. Ayrıca çeşitli resim ve ç i z i m l e r i , " B i n b i r Bedros (1977), Karadut (1979) ve Babatomiler" adlı albümlerde toplanmıştır. •
Bağışlamazlar bizi hiç bir zaman bohem kahvelerinin gediklileri, bağışlamazlar komsomol ozanı olduğumuz için ve tüttüğü için fabrika bacaları şiirimizde.
Sorumluluk duygusuyla uğraşıp duruyoruz şimdi biz, yüreklerimiz paramparça sevgiden, yine öyle hazır atılmaya doludizgin yine öyle acımasız sürdürüyoruz gençlik yasasını.
Gershvin dinliyorduk evet bir yandan, bir yandan Eliot çeviriyorduk. Bitirmiş değiliz daha o şiiri, ölesiye bağlı kaldık yiğit halkımıza, damlası bile eksitmedi sevgimizin.
O yasa var ya buyruğu kısacık işte: Ne yapıp edip güzel'e hizmet insan çıkışlı güzelliğe, ne türde ne düzeyde olursa olsun şana da üne de satma kendini.
tavı r/şiir/ocak 2000/sayı: 19
ece y ansı... Bir büy ük gürültü v e zangırtı. Ardından y ıkılan ev ler, y itirilen canlar. Onbinlerce ölü, yüzbinlerce evsiz, yaralı. Büy ük bir bölgey i etkisi altına alan büy ük bir deprem... Büy ük acılar... Böy le bir y aşamın her karesi bir inf ialin başlangıç noktası olabilir. Ama çark dönüyor. Hiç bir şey olmamış gibi toplanıy or vekiller y asalar çıkarıy or. Çark dönüy or. Acılar, sof ralara meze; dilde y alan oluv eriy or. Çark dönüyor. Telev izy onun düğmesine basıp geç karşısına. Gördüğün dönen çarktır. Çarkı f elek değil... İsmail, Meliha, Dilek. Bu isimler enkaz altından çıkarılan v e medyada öne çıkan isimler. Telev izy onlara bakılırsa onlar için her şey normal. Öy le y a artık kurtuldular. Oysa sonrası belkide ölümden beter. Gerçekler medy ada y a geçmiy or; geçerse de sessiz sedasız geçiy or, ya da içini boşaltıp kendine uy gun, vermek istediği şekilde veriy or. Depremzedelere yapıldığı söy lenen yardım haberinde olduğu gibi. Haberde ev leri hasar gören depremzedelere para y ardımı y apıldığı söy leniy or. Haberin v eriliş tarzından y ardım adı altında v erilen paranın karşılıksız v erildiği düşünülüy or. Oy sa verilen, sadece geri alınmak üzere bir kredi. Çark böy le işliy or. Çark dönüy or... Çark öğütüy or... Duy gularımızı, tepkilerimizi, kişiliklerimizi... Hakkını aray anlar prov akatör, anarşist, örgüt üyesi, terörist oluyor. Bolu'dan
bir örnek... Gülşen Özer bir depremzede. Gülşen, yardımlar konusunda Bolu Valisi ile tartışıy or. Ama tartıştığı kişi çarkın bir dişlisi ve çarka halel getirmiyor. "Bolu Bey'i" talimatı v eriy or; "Provakatör, anarşist bu, alın bunu." Gözaltına alınan, hakaret edilen bu depremzedey i sınıf sal olmaktan öte birey sel olarakta korumak istiyorsun ama o da ne? Gülşen artık bir tv kanalında y üzmilyonlarla if ade edilen bir maaşa sahip olan muhabir olmuş. Artık kurtulmuş yani. Onu işe alanlar mı? Onlar da çarkın parçaları öy leyse niye sahip çıkıy orlar Gülşen'e?... Gülşen kurtarılırken aslında Gülşen'den, Gülşen gibilerden kurtuluy or düzen. Gülşen artık bir obje "size de çıkabilir"in umut objesi. İtilen, kakılanların artık bir umudu v ar. Belki hepsi değil ama birbirilerini ezer geçerlerse neden olmasın? Çark belki de en çok kültür-sanat alanında işliy or. Öğütüyor, y iyip bitiriyor. Dünün sokulan, halkçı edebiy atçıları, y azarlan, müzisyenleri bugün sermay enin sunduğu olanaklarla düğün bayram ediy orlar. Hala soldan ataklar y apıy orlar, anılannı y azıy orlar ama artık sistem onları hazmediy or. İlk çıkış noktalan anti-emperyalist, dev rimci-demokrat, halkçı olan sanatçılardır bunlar. Ama zaman içinde, giderek halktan uzaklaşırlar. Çünkü önce çarkın f iziksel müdahalesiyle karşılaşırlar v e y avaş y avaş y ılarlar bunca zorluktan. Sonra y eniden şekillendirilirler. Sontavı r / kapitalizm / ocak 2000 / sayı : 19
ra himay eye alınırlar. Sonra büy ük çalışma odaları olur. Hatta çalışma masaları. Hatta masanın üzerinde y aldızlı harf lerle y azar isimleri. Çark döner, çark işler, çark öğütür. "Eskiden böy lemiy di y a" diy e soranlar çıkabilir. Eskiden böyle değildi. Eskiden saf laşma derindi. Eskiden düzen, karşısındakine y aşam hakkı v ermiy ordu. Şimdi ise hizay a soktuktan sonra eline ekmek bile tutuşturuyor. O y üzdendir belki de aklar ile karalar arasındaki savaşın grileşmesinin sebebi. Ve geçmişten geleceğe onurlu bir tarihe sahip sanatçılar da var. Ve hala inatla bildikleri yolda yürüy orlar. Herşey e rağmen, hala ilk y ola çıktıklan çizgiyi koruy up, dimdik ayakta durabilenler var. Onların kitaplarını, kasetlerini, resimlerini, f inanse eden büyük tekeller y ok. Onlar çarkın dişlilerine karşı durabildikleri gibi işleyen çarka çomak soktukları için de bir çok baskıy a maruz kalıy orlar. Çarkın öğütmesini engellemek için "ben çarpıklıkları sanatımla dile getiririm" diy enlerden değil. Onlar sanatın y anmda birebir mücadelenin içinde de y er alıy orlar. Ve çürümüşün y erine y enisini getirmek için eskinin kendiliğinden düşmesini beklemek y erine, y eniyi getirmek için daha f azla emek v eriyorlar. Bedel ödüy orlar. Her geçiş döneminde olduğu gibi eskiy enden, çürümüşten daha çabuk kurtulmak için işleyen çarka çomak sokmak ve bedel ödemey i göze almak gerekiy or.
ykümüz, 1282-1452 y ıllan arasında Milas v e çevresinde kurulu bulunan Menteşoğulları Bey liği'nde (*) geçer. Menteşe Bey leri'nden birinin İly as adında bir oğlu v ardır. İly as'ın en büyük tutkusu av lanmak ve Muğla'nın o bereketli, yemyeşil v e uçsuz bucaksız dağlarında gezinmektir. Günün birinde yine kuşamr silahmı, dağların y olunu tutar. Gözüne kestirdiği bir kuşa kilitler namluy u v e basar tetiğe. Kuş v urulmuştur. Sev inçle av ına doğru koşarken bir hışırtı duy ar. "Bu ses de nedir?" diy e iç geçirmey e kalmadan, karşıdan bir y örük kızı belirir. İlk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra hemen kızın y anında bitiv erir, tek başına bu dağ başında ne aradığın ı sorar. Kız, kuzuların ı güttüğünü söy ler. İly as, yörük kızının karşısında büy ülenmiştir. "Adın ne?" diy e sorar kıza. "Feraye." cev abını alır. "Ya senin" diy e sorar kız "Yakup Beyin oğlu İlyas derler bana." Diye cev aplar İlyas. Aradaki sohbet bir süre daha dev am eder. Sohbet süredursun, İlyas
kızla ev lenmey i çoktan kaf asına koy muştur bile. Sorar Feray e'y e: "Benimle ev lenir misin?" Feray e bu durumu anası, babasına sorması gerektiğini söyler. Ve ayrılırlar. İly as soluğu ev de alır. Konuy u anasına açar, anası da Y akup Bey'e. Ve karar v erilir. Kız istenecektir. Feraye, babasından istenir. Babası da, beyin bu isteğini buyruk kabul eder. Kızlarının bir bey oğluyla evlenmesinin kendilerine mutluluk vereceğini söy ler. Y akup Bey v e adanılan, düğün hazırlıklarına başlanması sözünü aldıktan sonra geri dönerler. Akşam, sürü otlatmaktan dönen Feray e'nin ağabeyi Mıstık'a durum anlatılır. Mıstık, İly as Bey'in obadan biri olmadığını düşünüp, onun Feray e'yi nasıl tanıdığın ı sorar v e cev abını da kendi v erir, "mutlaka bunlar dışarıda bir yerlerde buluşmuşlardır. Ortada söz, nişan yokken buluşmak da ne de mektir. Bu benim na mus mesele mdir. Feraye'yi ona vermiyoru m, kendine başka kısmet arasın" der. Ve k i m ne söylerse söylesin onu bu düşüncesinden döndüremez. Bu durum üzerine İlyas tavı r / müzik / ocak 2000 / sayı: 19
Bey v e Feraye birlikte kaçmay a karar v erirler. Buluşacakları y eri de belirlerler. Fakat Feray e'nin abisi Mıstık olacaklan t a h m i n ettiği i ç i n kardeşini takip etmektedir. Feray e buluşacaklan y ere gelip beklemey e başladığında çıkar karşısına. "Demek onunla kaçacaktın" dey ip çeker bıçağını v e kardeşini öldürür. İly as Bey bu durumu görünce ne y aptı bilinmez ama Feray e ile aralarındaki sev da türküleştirilip günümüze kadar getirilir. ________ Dipnot (*) Menteşoğullan, kuruldukları dönemden itibaren pekç ok kez Bizanslılarla savaş mışlardır. Bu savaşlarda ki mi zaman Bizanslılardan toprak al mış (Örneğin Rodos adası), kimi z aman da toprak kaybetmişlerdir. Geçen sayımızda Murat Ceyhan, "Olguları ve Kavramları Tartışmak" isimli yazısında, Feraye'nin Yunanca b i r v e r s i y o n u da olduğunu s öylemişti. Yukarıda belirttiğimiz gibi, savaşl ara ve ele geçirilen-kaybedilen topraklara di kkat edersek ve kültürel etkileşimleri de hes aba katarsak, bu durumun olabilirliğini hesaba katabiliriz.
Ferayi'dir kızın adı yar yandım aman Esmer yarim de amanda Ferayi Türkmen kızı katarlamış mayayı Yar yandım aman esmer yarim de amanda Ferayi ninni ni nina nay nom Aman da aman Ferayi demirciler demir döver tunç olur Aman da tunç olur Sevip sevip ayrılması güç olur Yar yandım aman esmer yarim de Aman da aman güç olur Ninni ni nina nay nom.
tavı r /müzik / ocak 2000 / sayı : 19
akv imler 1940'lı y ılları gösterir. II. Paylaşım Sav aşı'nın tüm şiddetiy le sürdüğü, ekonomik bunalımın hüküm sürdüğü bu y ıllarda Rüştü Saraçoğlu Hükümeti taraf ından uy gulamay a konan Varlık Vergisi'ni, çıkış noktası olarak alan bir f ilm, Salkım Hanımın Taneleri... Ülkemiz sav aşa dahil değildir ama ekonomik bunalımdan etkilenir. Bütçe açığı bahane edilerek, azınlıkların sermay e birikimine el konulma isteğinin resmi örtüsü olan Varlık Vergisi, bu f ilmle birlikte gündeme geldi. Halen tartışılıy or. Bu dönem çeşitli kesimler taraf ından y üzeysel olarakda olsa irdeleniy or.
Filmde ise "Varlık Vergisi"nin politik çözümlemelerine hiç y er v erilmemesi dikkat çekici bir nokta olarak karşımızda duruy or. En iy i f ilm de dahil olmak üzere , E n İy i Erkek Oyuncu ( Uğur Polat), Müzik (Tamer Çıray ), Sanat Y önetmeni ve montaj dallarında Altın Portakal ödülünü alan f ilm , gerek konu gerek teknik boy utlarıy la sıradışı bir niteliği y akalıy or. Son dönemde rev açta olan toplumsal olay ları, beyaz perdey e aktarma çizgisinde y ol alan "Salkım Hanım'ın Taneleri"nde gelişen olay lar, Varlık Vergisi'nin yarattığı sonuçlardan etkilenen gay ri müslim azınlıkların y aşamında tarihsel bir kesiti gözler önüne sererken, olay ı sınıfsal bakış açısından y oktavı r / sinema / ocak 2000 / sayı : 19
sun bir pencereden izliy or. Film farklı kesimleri ve onların bu duruma y aklaşımlarını belirli tiplemelerle gözler önüne seriy or. Varlık Vergisi uygulamasının y arattığı ortamı değerlendiren, f ırsatçı ve v urguncu kesimi niteleyen karakter olan Durmuş (Zaf er Algöz) köy den şehire göçmüş, gözü doymaz, ezilmişlik psikolojisini y oğun bir biçimde y aşay arak hırsa bürünen v e koşullarını bulduğunda "y ükselişe geçen" bir tiplemey i v eriyor. Y ediği ekmeğe ihanet etmey en Bekir karakteri, f ilm boy unca Durmuş karakteri ile çatışıy or. Durmuş, sınıf atlama hay alleriyle y ozluğu , değersizliği resimlerken, onunla ortak iş y apan Halit Bey'in
güv enini kazanmış, Bekir ise çiğnenen değerleri, dostlukları v e kardeşliği sav unuy or. İki karakterin çatışması f ilm boy unca perdeye yansıy or. Halit Bey (Kamuran Usluer) ise dedesi aslen Üsküp göçmeni bir Ermeni olan bir paşa torunudur. Karısı Nora (Hüly a Avşar), psikolojik sorunları olan, geçmişe gelip giden haf ızası ile y aşay an biridir. N o ra'nın geçmişe gelip giden haf ızasından y ansıy an görüntülerle aldığımız ipuçlarından, geçmişte kay ınpederi Zabit Paşa taraf ından tecav üze uğradığın ı v e delirdiğini anlıy oruz. Nora'y a, kocası taraf ından hediye edilen, değerli taşlarla bezenmiş, gerdanlık ise filme ismini veri-
y or. Karısı Nora'nın, bir hemşire gözetiminde hastaneye y atırılmasından sonra, Halit Bey'in metresi konumunda bulunan, aşırı lükse ve paray a düşkün bir karakter olan Nefise (Zuhal Olcay), karşımıza daha belirgin olarak çıkıy or. Hırs, para düşkünlüğü, y ozluk v e değersizleşme, Nefise'nin çizdiği karakterde bir kez daha somutlanıy or. Nora'nın kardeşi Levon ise namuslu, dürüst bir kişiliği canlandırıy or. Varlık Vergisi'nin uy gulamay a konmasıy la köy den göçen Durmuş'un, f ırsattan istif ade yükselişi, para hırsıy la işlediği bir cinay et sonrası gaspettiği para ile sermay e y apıp Halit Bey 'in y ardımıy la Bekir'le ortak dükkan açması v e hiçbir zaman uy uşamadığı karısı Nimet (Dery a Alabora) ile yaşadığı çelişkiler, f ilmin daha sonraki karelerinde gözler önüne seriliy or. Nimet , Bekir, Lev on y itirilen değerleri sav unan karakterleri canlandırırken; Durmuş f ırsatçılıkta sınır tanımay arak, en sonunda Halit Bey'in sonradan müslüman olma özelliğini ihbar ederek konağına v e metresine de el koy uyor. Bekir'in ihbarı sonucu, işlediği cinay ette açığa çıkan Durmuş, "hatırlı dostları" taraf ından bundan da sıy rılıy or. Varlık v ergisinin yürürlükten kaldırılmasıy la, bütün mallarına el konulduğu halde, iki y üz y a da üç yüz y ıl çalışma cezası alan gayrimüslimler tekrar İstanbul'a dönüy or. Sürgün olarak Erzurum Aşkale'y e gönderilen Halit Bey'in, Nora'sına kav uşmak için kendini karlı y ollara v urduktan sonra arkasından gelen Lev on'un kolları arasında ölümü, Nora'nın da İstanbul'daki cenazesiy le paralel bir kurguda v eriliyor. Geriy e dönen Levon v e gayri müslimlerin sahnesi, f ilmin devamında geliy or. tavı r/sinema/ocak 2000/sayı : 19
Lev on'u bekley en Bekir v e Lev on'a aşık olan Nimet'in buruk sevinci, Halit Bey'in ölüm haberini alan v e Durmuş'tan intikam almak için konağa koşan Bekir'den sonra f inal sahnesi, filmin mesajını gönderdiği sahne oluy or. Durmuş'u boğarak öldürmek üzerey ken bundan v azgeçen Bekir'i, merdiv enlerde Nef ise'nin boynundan koparıp f ırlattığı gerdanlık taneleriy le birlikte, Durmuş'un sırtına sıktığı kurşunla y uvarlanışı, f ilmin ilgi çekici sahnelerinden biri. Kanlanan gerdanlığın taşlarını Nef ise'nin elbisesine silerek çalması, gözü doymazlığın v e hırsın sembolü oluy or. Film boyunca karakterlere yüklenen misy onlarla; o dönem, gerek gay rı müslim gerekse müslümanların Varlık Vergisi'ne yaklaşımları anlatılmak isteniy or. Örneğin gay ri müslim azınlığın y aşadığı ekonomik zorlukları f ırsat bilip türlü dalav erelerle y ükselişe geçen Durmuş, bu dönemin karakterini v erirken; Durmuş'u , Durmuş y apan nedenler üzerinde du rulmuy or. Durmuş karakteri sadece bir sonuç olarak gözler önüne serilirken, Durmuş'u y aratan koşullar f ilmde hiç y er almıy or. Durmuş karakterinde simgeleşen f ırsatçıv urguncu kişilik, onu yaratan koşullardan bağımsız olarak hav ada kalıy or. Ne senaristin ne de y önetmenin olay a bu bakış açısıy la y aklaşmadığı görülüy or. Mahkum edilmesi gereken bu yasayı uy gulamay a koy an iktidar iken, belli karakterlere 'zoom' y apılarak olay ın sorumlusu iktidar bu görüntüler arasında silikleşiyor. Varlık Vergisi'yle bütün mal v arlığına el konulan bir zamanla rın elit, burjuv a karakteri Halit Bey'in mal varlığını y itirip sınıf değiştirmesine v e Durmuş'un sınıf atlamasına sey irci üzülür hale getiriliy or. Aslında değişen nedir? Sınıf lar y erinde durmaktadır. Karakterler, bir zamanlar oy nadıkları
Ancak yok. İşte tam da burada, bilinçli olarak kaçınılan politik değinmeler, senary oy u da zor durumda bırakıy or. Ev et, y aşanan dönemde bu uy gulama kaldırılıy or kaldırılmıştır. Doğru ama bunun nedenlerinin v erilmesinden kaçınıldığı için senary o da temelsiz y ükseliyor. İşte bu nedenlerden dolay ı da biraz daha derin düşünüldüğünde, f ilmde Varlık Vergisi'nin ne kadar da tali bir konuma düştüğü görülüy or. Sadece, görülen tiplemelerin yaratılması için bir nedendir Varlık Vergisi.
rolleri değişmişlerdir... Olay bundan ibarettir. Halit Bey'e ve onun kişiliğinde pek çok v arlıklı kesime yaşatılan, bir dramdır. Ama Durmuş'un ve Durmuş gibilerin hamallık y aparak y aşamlarını sürdürürken çektikleri de bir dramdır. Halit Bey'in dramına neden olan iktidar ise Durmuş'ların y oksulluğundan dolay ı y aşadığı v e değersizleştikten sonra da y aşadığı dramına da neden olan y ine ay nı iktidar olgusudur. Bu gerçek filmin içinde hiç y er almıy or. Film; görüntüler, kostüm v b. tarzı ile de izley eni o günlere taşıy abiliyor. Tüm bunlarla birlikte filmin asıl bir eksiği v ar ki , oda konuy u y eterince temellendirememesi. Bir tercihin ürünü de olabileceği gibi, "Varlık Vergisi'nin neden y ürürlüğe konulduğu, neden kaldırıldığı, hangi politikanın ürünü olduğu, şartları v ar mıy dı, y ok muydu, bu uy gulamadan umulan ney di" soruları y anıtsız kalıy or. Dediğimiz gibi, bu soruların y anıtlanmaması, filmde gözler önüne serilmemiş olması, belki bir tercihin ürünüdür ancak unutulmaması gereken bir nokta da; bunlar v erilmediği şartlarda f ilmde ciddi eksiklikler y aşanıy or. Nitekim f ilmde, f arklı kesim-
ler, onların birbirlerine olan y aklaşımları belirli karakterlerle v eriliyor ama bu karakterler neden doğuy or? Bunun y anıtı y ok. O dönem i n politikalarının nedenleri v erilmediği noktada, doğan kişiliklerin tam anlamıy la ifadesi de eksik kalacaktır. Ev et, belirtilen, Varlık Vergisi denen bir uy gulama v ar. İyi de bu Varlık Vergisi neden y ürürlüğe konuluy or, peki neden sadece gayrı müslimlere y önelik uy gulanıy or? Filmin, tam olarak nedenlerine oturabilmesi için, kafalara takılan bu soruların y anıtları bir şekilde v erilmek zorunda. Nitekim, f il min olumlu bir y önü olan, çok çeşitli kesimleri v erme düşüncesi, bir genişliğin ifadesiyken, bu soruların y anıtlarının eksik bırakılmış olması f ilmin genel tarzına da uy gun değil. Hele, Varlık Vergisi'nin kaldırıld ığı haberinin gelişi ve sürgündeki azınl ıkların geri dönüşü nün başladığı sahnelerde, eksik kalan y anlar çok daha belirginleşiy or. Bu dakikay a kadar, y ürürlüğe konulan Varlık Vergisi'nden dolay ı pek çok olay yaşanmışken, onun y oğunluğunu taşıy orken, birden vergi y asasının kaldırıldığı haberi ni anlamak mümkün olmuy or. Filmi izlerken, "İyi de şimdi bu yasa neden kaldırıldı?" sorusunun cev abını istememek mümkün değil. tavı r / sinema/ocak 2000/sayı : 19
Y oksa, Varlık Vergisi'ni izley icinin kendisinin mi araştırması isteniy or? Hay ır... Filmde, izley iciyi böy le bir y önlendirmey e sevk eden herhangi bir açılım da olmadığı gibi, zaten izley icinin de böy le bir zorunluluğu yoktur. Kaldı ki bu eksikler, senaryonun temellenmesinin de önünde engel oluy or. Tüm bunlarla birlikte f ilmde y er alan tiplemelerin, o karakterleri nereden kazandıklarının da somut v erileri olamıy or. Y alnız, y oruma açık olmakla birlikte, bir kaç noktada bu y önde verilen mesajlar v ar. Örneğin; Bekir tiplemesinin, yanında çalıştığı Halit Bey'in iy iliksev er, y ardımsever kişiliğinden etkilendiği v e bunlardan dolay ı da Halit Bey 'e sırtını dönmediğini düşünüy oruz. Vey a f ırsatçı Durmuş tiplemesinin, y ıllardan beri aşırı ezilmişliğinin, başkalarını ezme v e ekonomik olarak y ükselme hırsını doğurduğunu düşünüy oruz. Ancak y ine belirteceğimiz gibi tüm bunlar birer y orum olarak kalmakta. Y ani f ilmde y alın bir biçimde bunlar verilememiş. Nihay etinde, dönemin politikalarından çok, dönemin koşullarının insanlardaki yansımasına değinen f ilmin, kalabalık oy uncu kadrosu dikkat çekiy or. Tüm bunlara karşın izlemey e değer bir çalışma, "Salkım Hanım'ın Taneleri". •
Grontes Arpağ;
Maksat Vurun Gavura
Sizinde bildiğiniz gibi ülkemizde pek çok halk birarada yaşıyor. Ermeni Halkı da bunlardan biri. Yıllarca bütün halklar varolan yönetimler tarafından birbirlerine düşman edilmiş, birbirlerine kırdırılmış.. Kardeşçe yaşayan halklar birbirlerine karşı düşmanlaştırılmış. Son dönemde bir filmle birlikte gündeme gelen ve kamuoyunda tartışılan, bir dönemin uygulaması olan Varlık Vergisi nasıl bir uygulamaydı? 10 Kasım 1942 tarihinde, "Bütçe-
de açık var, bu açığı kapatacağız" diy erek Varlık Vergisini mecliste müzakerey e koydular. O zaman tek partili dönemdi. Adnan Menderes o dönem CHP Milletvekiliydi. Ay nı zamanda Orta Anadolu Teşkilatının müf ettişiydi. Celal Bayar, ' Milli Şef İsmet İnönü, Rüştü Saraçoğlu meclisteydi. "Bütçede açık v ar." dediler ama esas gay eleri gayri müslimlerin ticari birikimlerini ellerinden almaktı. Buna bir kılıf uydurdular. Bu vergi sadece gayri müslim azınlıklara mı uygulandı? tavı r/varlı k vergisi/ocak 2000/sayı : 19
Ermeni, Y ahudi, Rum, Süry ani t ü m azınl ıklara uy gulandı. Müslimlere ise çok cüzi bir miktar vergi uy gulandı. O zaman 66 milletv ekili uy gulamaya iştirak etmemek için meclisten kaçtı. Kanun aley hinde yegane red oy u kullanan, büy ük Şair Nazım Hikmet'in day ısı emekli orgeneral Ali Fuat Cebesoy Paşa'dır. Kanun aleyhinde de muazzam bir konuşma yaptı. Varlık Vergisi alkışlarla, 5 dakika içinde kabul edildi v e tatbikata kondu. Normalde bir kanun çıktıktan sonra tebliğ edilme süresinden sonra icra takibi için en f azla 45 gün müddeti vardır. Ama onlar
45 gün beklemediler. Gelip bizim dükkanlarımızı mühürlediler, eve icra memurları geldi. Biz bunları y aşadıktan tam üç gün sonra listeler asıldı. Bize y üzbin lira v ergi y azıldığ ını öğrendik. Maksat 'Vurun Gav ura' i d i . Elbiselerimizi, y emek pişirmek için kullandığımız tencerelerimizi dahi sattılar. 5 tane k i l i m ve ablamla annemin çeyiz sandığını kurtarabildik. Kapalıçarşı'da 7000 lira değe rinde olan dükkanımız 3000 liray a haraç mezat satıldı. Kay seri deyimidir "Ağlay anın malı gülene hay ır etmez" diy e. Sürgün yeri olarak sadece Aş kale mi belirlenmişti? Biz hazırl ığı y aptık Aşkale'y e gönderirler diy e. Sonra'dan öğrendik ki Sıkıy önetim olan vilay etlerde Aşkale'y e y olluyorlar. Gülhane parkında topluy orlar oradan hayvan v agonlarıy la Aşkale'y e gönderiy orlar. Aşkale'y e binlerce kişi git-ti . Kadınlar da v ardı bunların içinde. Aşkale'de 12 kişi öldü. Feridun Kandemir adında y iğit bir gazeteci olay ı yazmay a cesaret edebilen tek kişiy di. Tan Gazetesi'nde bu olayları anlatan makaleler yazıy ordu.
Peki bu vergiyi sizce niye yürürlükten kaldırdılar? Çünkü artık iş tamamen organize edilmişti. 580 Mily on Lira para toplandı. Bu paranın nerey e gittiği belirsiz... Bu para o zamanlar çok paraydı. Zaten Türkiy e'nin bütçesi bundan biraz f azlay dı. O yıllar büyük bir savaşın yaşandığı I I . Dünya Savaşı yıllarıydı. Dünyayı etkisi altına alan ekonomik bunalım ülkemizi de etkisi altına almıştı. Ama Varlık Vergisi gibi bir uygulamanın nedeni ne tek başına asimilasyon politikası ne de ekonomik bunalımdı... Ev et.. Değilmi ki Naziler, Y ahudilere soy kırım uy guluyor, Meclisin y arısı Alman , yarısı İngiliz Hay ranı. Almanlar'a iy i görünme çabası v ar tabi ki...
Bu uygulamayı protesto eden başka hiç bir tepki gerçekleşmedi mi?
Sizin yakınlarınızdan da sürgüne gönderilenler oldu mu?
Sadece uf ak tefek karikatürler Cumhuriy et Gazetesi'nde yay ımlanıy ordu. Ama dergi, gazete y asağı v ardı. Aşkale'de soğuktan donanların kolları v e bacakları kesildi. İstanbul'da kadınların iç çamaşırları dahi satıldı.
Babamın arkadaşları v ardı. Han sahibiy ken kendi hanlarında kiracı durumuna düştüler. Sonra Apikoğlu Kirkor Amca v ardı. Daha pek çok tanıdığımız borcunu ödey emey ip sürgüne gönderildi. 1923'ten 1948'e kadar hiç bir gay ri müslim'e ülke sınırları içinde serbest dolaşma hakkı yoktu. Daha sonra Fev zi Çakmak'ın sunduğu önerge ile bu uy gulama kaldırıldı. DP 'de bu önergey e destek v erdi.
Varlık Vergisi uygulaması ne kadar zaman sürdü? 10 Kasım 1942'den, 1944'ün onuncu ay ına kadar sürdü. Hiç bir itiraz v e temy iz hakkımız y oktu.
Başka ne tür baskılar gördü-
tavı r / varlı k vergisi / ocak 2000 / sayı : 19
nüz.' Üçüncü sınıf v atandaş muamelesi gördük. Babamın bir sözü v ardı. "Karakolun önünde şapkanı düşürürsen eğilip almadan kaç yoksa mutlaka başına bir iş gelir" diy e. Bizim Kayseri'de tam 28 defa ev imiz arandı. Gece saat bir-iki çat kapı polis... Ne oldu? Evinizi aray acağız. Ev imiz aranırken gözümüzü dört açardık ki yasak bir şey koymasınlar diy e. Benim ağabeyim TKP Gençlik Teşkilatı konsomol üy esiydi. Sol Kitaplar getirirdi Almanca, Fransızca. Onları bahçey e gömerdik. Ararlardı ama bulamazlardı. 28. Kez geldiklerinde öbür gelişimizde y eri kazacağız haberiniz olsun eğer bir şey bulursak işiniz kötü dediler. Vergisi olur baskı, bilmemnesi olur baskı, bir karakola düşmeye-gör baskı... O zamanlar bir de altı kuruş yol v ergisi vardı. Ekmek vesika ile verilirdi . 20 sınıf ı silah altına aldılar. Er zurum zelzelesinde Y unanistan'ın yardım olarak v erdiği k u maşları depremzedelere değil askerlere giy dirdiler. Anadolu'da gayri müslimlere muazzam baskı uyguladılar... •
Kutup Yıldızı Elemanı Şeyda Gergin Saldırıya Uğradı 14 Aralık 1999 salı günü Kutup Yıldızı elemanı Şeyda Gergin, Yapı Sanat Evi'nden çıkarken polis tarafından kaçırıldı, sorguya çekildi, işkence ve tecavüze uğradı. Kutup Yıldızı elemanı Şeyda Gergin'le gelişmeler üzerine görüştük. Bizim çalışmamız yeni bitmişti. Buradan yeni çıkmıştım. Çevre yoluna çıkarken saldırıya uğradım. Sonra iç tarafa doğru çekildim, ağaçlarm daha yoğun olduğu bir bölgeye doğru... Birkaç kez bağırmaya çalıştım. Bu arada boğazıma sarıldılar, sesim kesildi. Bir boğuşma oldu, arkasından sorgu başladı zaten. Sorguyla beraber durum netleşmeye başladı. Yani boğazım sıkıldı. Gerekçe göstermediler, sadece sorular sordular. Yani kimisi garip sorulardı. Nerelisinden hangi örgüttesine, yada sizin başınız kimden, nerelere gidiyorsun-geliyorsun, nerelerde kalıyorsun, ne yapıyorsun, bunların hepsini söyleyeceksine... Yani genel olarak şu an hatırladığım bunlar, buna benzer sorular. Söylemezsen aptalca bir ölüm olacak, kimse niye öldüğünü bilmeyecek... Ya da işte ölümle tehdit etme, tecavüzle tehdit etme... Yani öldürmediler gerçi ama onun dışında tehdit ettikleri şeyler yaptıkları şeylerdi zaten. Bu benimle, doğrudan devrimci sanatçı olmamla ilgili, tek başına bana yönelik te değil. Daha çok devrimcilere bir gözdağı olarak görüyorum bunu. Beraberinde çalıştığım kuruma bir gözdağı olarak görüyorum. Belki hedefleri çok kestiremiyorum ama, belki uygun bir şey bulsalardı, belki itirafçılaştırma olacaktı, belki ajanlaştırma olacaktı. Doğrudan bence devrimci kimliğime yönelik bir saldırıydı. Ki zaten olayın beraberinde, kalan işkence yöntemlerinin ayrıntı olmasından, olayın özünün sorgu olmasından da bu çıkıyor. Yani amaçları farklı olsaydı bu şe kilde kurgulanmazdı... Ben daha önce gözaltına defalarca alındım. Az çok ke stirebiliyorum ne yapmak istediklerini. Kaldı ki hem ben hem sanat evinde çalışan arkadaşlar, hem de müzik grubunda çalışan arkadaşlar daha önce tehdit edildiler. Bu tür tehditleri alıyorduk zaten. Kaçırılma olmadı şu ana kadar ama grup elemanlarından birinin geçen gün yolunu kesmişlerdi, gözdağı vermişlerdi. Sonra, şimdi bırakalım sonra alırız gibi bir şey olmuştu. Onun dışında zaten sürekli gözaltılar yaşıyoruz. Yani tek başına toplumsal olaylara doğallığında daha duyarlı, devrimci bir grup olduğumuzdan, gruptaki arkadaşlar sürekli gözaltına alınıyor. Bundan dolayı rahatsızlıklarımız. Zaten emniyet belirtiyordu. İcabınıza bakacağız gibi bir şeyle geliyordu zaten. Bu olaydan sonra basına bir açıklama yaptınız, bundan dolayı herhangi birşey oldumu? Basına çıktıktan sonra yok tam tersine biraz olayın üstünü örtbas etmek istiyorlar sanırım. Oldukça geçiştirmeye yönelik şeyler var. Sadece ifade verirken polisler şeye biraz sinirlendiler. Nerden polis olduğunu biliyorsun? Bunlar yeterli değil. Yani mümkün olduğu kadar olayı adli bir vaka gibi göstermeye çalışıyorlar. Şu an sağlık durumunuz nasıl? Ben ilk başta Çapa Adli Tıp'ta rapor aldım. Gerçekleri ne kadar doğru yansıttığını bilmiyorum . Ama 25 gün iş-göremez raporu verdiler. Durumumu da ne derece ölçtüğünü bilmiyorum. Çünkü tıbbi olarak nasıl olması gerektiğini bilmiyorum. Ben hala tedavi görüyorum. Daha doktor kontrolleri bitmedi ama ilk baştaki halime göre biraz daha iyiyim. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Ama güzel olan yanı şu. Onlar tahammül edemiyor ama diğer yandan gerçekten güzel bir dayanışma örneği var. Tüm devrimci dostlardan, kültür sanat merkezlerinden çok güzel bir dayanışma var. Yani her birinden gerek eylemliliğe yönelik gerek destek anlamında sürekli bir destek var. Zaten bence maksat güzel olan onların başarmak istediği aslında bir dağıtma, gözdağı, bir korku ama tam tersi daha da bir sahiplenme var. Daha da bir netleşme. Yani sonuçta kendi yöntemleriyle kendilerini her zamanki gibi teşhir ediyorlar.
tavı r / haber yorum / ocak 2000 / sayı: 19
Deprem Konulu "Unutma" Adlı Fotoğraf Sergisi Açıldı! TAVIR- Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin deprem acılarının unutulmaması amacıyla düzenlediği "Depremi Unutma" adlı fotoğraf sergisi 6-17 Aralık tarihleri arasında Çemberlitaş'taki B a s ı n Müzesi Sergi S a lonu'nda sergilendi. 33 gazetecinin renkli ve siyah-beyaz 79 fotoğrafının yer aldığı sergide, 17 Ağustos'ta Marmara'da ve 12 Kasım'da Düzce'de meydana gelen deprem sonrası yaşanan acıların görüntüleri yer aldı. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey, Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu, Eminönü Belediye Başkanı Lütfi Kibiroğlu, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı Orhan Erinç ve Genel Sekreteri Turgay Olcaytu'nun da katıldığı serginin açılışında, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli bir konuşma yaptı. Güreli konuşmasmda; depremin, Türkiye'yi siyasi bakımdan da sarstığını, bir takım gerçeklerin su yüzüne çıktığını söyledi. Bu depremde basının başarılı bir sınav verdiğini, birçok gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olduğunu, depremin unutulmamasını sağlayan bu fotoğrafların genç gazetecilerin objektiflerinden belgelenmiş olduğu için büyük önem taşıdığını belirtti. •
Cihat Aral'ın "Göç ve Çöp Adamlar" İsimli Resim Sergisi İzmir'de Açıldı. İ ZM İ R- Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Resim Bölümü Öğretim Üyesi Cihat Aral'ın umuda yolculuk eden ve çöplüklerden çöp toplayan insanların yaşamım konu alan "Göç ve Çöp İnsanları" adlı resim sergisi 1-31 Aralık tarihleri arasmda, İzmir Resim ve Heykel Müzesi Sanat Galerisi'nde yapıldı. Genellikle işlediği konularda insanın iç dünyasındaki "ben'le olan mücadelesini, göç eden insanların hayallerini ve umutlarını, göç yolundaki belirsizliğin insan üzerindeki etkisini, direnen, acı çeken, işkence gören insanların duygularını eleştirel ve muhalif bir bakış açısıyla tuvallerine aktaran Cihat Aral; sanatın kendisi için bir yaşam olduğunu, sanatı yüreğinde ve kafasında hissettiğini, sanatın bir özgürlük, bir onur ve insanca yaşamak olduğunu söylüyor. 1969 yılında İstanbul D.G.S.A Yüksek Resim bölümünü bitiren Cihat Aral, 1974 yılında İ.D.G.S.A Resim bölümüne öğretim görevlisi olarak atandı. 1979'da TÜYAP Sanat Fuarı'nda Kişisel Resim Sergisi açtı. Bulgaristan'da "Öğretim Üyeleri Resim Sergisi", Paris'te "Genç Türk Re ssamlan Grup Sergisi", Moskova'da "Çağdaş Türk Resim Sergisi", Arnavutluk'ta "Çağdaş Türk Ressamlan Figüratif Resmi", "Nazım Hikmet'e Saygı Resim Sergisi" gibi resim sergilerine katıldı. 1976'da düzenlenen "Görsel Sanatçılar Derneği Resim Sergisi"nde birincilik ödülü aldı. Aynı zamanda Türkiye'de ve çeşitli Avrupa ülkelerinde birçok özel ve resmi koleksiyonda eserleri bulunmaktadır. tavı r / haber yorum / ocak 2000 / sayı: 19
Fransız F i l m Yönetmenlerinden Eleştirmenlere T e p k i ! FRANSA- Fransız yönetmenler, Fransız film eleştirmenlerini sadist ve yaygaracı olmakla suçladılar. Le Monde dergisine yazdıkları bir ortak mektupta düşüncelerini açıklayan film yönetmenleri, gazete ve dergilerde yayınlanan film eleştirilerinin, filmlerin gösterime girmesinden en erken bir hafta sonra yayınlanmasını ve böylece halkın filmler hakkında kendi kararlarını verebilmesi için zaman yaratılmasını istediler. Aralarında Roman Polanski ve Patrice Leconte gibi isimlerin bulunduğu yönetmenler, bir süredir Fransız eleştirmenlerin olumsuz eleştirileriyle boğuşmaktaydı. LibEration Dergisi'nde yayınlanan eleştiride, Polanski'nin son filmi "tam bir hayal kırıklığı, saçma sapanhk diyarmı boylayacak iğrenç bir film" olarak tanımlanmıştı. •
Fikret Kızılok "Gün Ola Devran Döne" Kalan Müzikten Çıktı. Fikret Kızılok'un 1968 ile 1971 arasındaki gençlik dönemlerinde ürettiği parçalardan bir derleme yaparak piyasaya çıkaran Kalan Müzik, Kızılok'un eski 45'lik plaklarını daha temiz bir kayıtla dinleyenlerine sunuyor. Albümde; "Leylim leylim", "Köroğlu Dağları", "Anadoluyum", "Gün Ola Devran Döne", "Gözlerinden Bellidir", "Akın Var Akın", "Söyle Sazım", "Yağmur Olsam", "Yumma Gözün Kör Gibi", "Haberin Var mı", "Vurulmuşum", "Güzel Ne Güzel Olmuşsun", "Haberin Var mı (Enstrümantal)" gibi o dönemin sevilen ve şimdi piyasada pek bulunmayan plaklarından derlemeler yer alıyor. Profesyonel olarak Ahit-Cahit Oben Orkestra sı'nda başlayan Kızılok'un müzik yaşamı, asıl olarak 1954 yılına dayanır. Müzik hayatına ilk başladığı dönemlerde bir Aşık Veysel hayranı olan Fikret Kızılok, kısa sürede onunla tanıştı. Yaptığı parçalarını Aşık Veysel'e dinletirdi. Özellikle Aşık Veysel'in kendine özgü tarzından ve çalım tekniğinden etkilenmişti. Daha sonra bir dönem de Bülent Ortaçgil'le birlikte programlara çıktı. Fakat düşüncelerinin uyuşmamasından kaynaklı anlaşamayarak ayrı çalışmaya başladılar. Şu anda Fikret Kızılok'un piyasada bulunan albümleri ise şunlar: "Pencere Önü Çiçeği", "Yana Yana", "Zaman Zaman", "Müzik'al Vaziyetler", "Yadigar", "Not Defterimden", "Vurulduk Ey Halkım." • tavı r / haber yorum / ocak 2000 / sayı: 19
40. Uluslararası Selanik Film Festivali İSTANBUL- Bu yıl 40.sı düzenlenen festival,Yunanistan'ın kültür merkezi konumundaki Selanik'te izleyicilerle buluştu. 12 Kasım'da başlayan festivalin geçmişi 1960'a kadar uzanıyor. İlk dönemlerde 'Yunan Sinema Haftası' adı altında düzenlenmeye başlanan festival, 1970'lere kadar büyük seyirci kitleleriyle buluşmaya başladı. 1992'den itibaren de uluslararası kimliğine kavuşarak günümüze kadar canlılığını korudu. Festivale katılan ve genel olarak göç, ekonomik sorunlar, uyuşturucu ticareti, fuhuş, işsizlik, baskı, baskı karşı sındaki karşı koyuş ve özgürlük istemi gibi ülkelerinin gerçekliklerini konu alan filmlerden bazıları şunlar; Buruno Dumont'un "L'Humanite"(İnsanlık), Eric Zonca'ınn "Le Petit Voleur" (Küçük Hırsız), Ed Ratke'nin "The Dream Catcher"(Rüya avcısı), Zhang Yang'ın "Shower"(Duş), Atef Hetata'nın "The Closed Doors"(Kapalı Kapılar), Marco Bechis'in "Garage 01impo"(01impo Garajı), Laurent Cantef in "Resources Humaines" (İnsan Kaynakları), Panos Karkanevatos'un "Earth and Water " (Toprak ve su), David Rilker'in "La Ciudad"(Şehir). Ayrıca bu yıl, daha önceki yıllarda olduğu gibi Türk filmleri de festivaldeydi. Bu yıl festivale Zeki Demirkubuz'un yönetmenliğini yaptığı ve Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'En İyi Üçüncü Film' ödülünü alan "Üçüncü Sayfa" ve yönetmenliğini Yeşim Ustaoğlu'nun yaptığı "Güneşe Yolculuk" filmleri yer aldı. Yarışmada, 'Altın İskender' ödülünü "Shower-Duş" filmiyle Çinli Zhang Yang aldı. 'Gümüş İskender' ödülünü "Garage Olimpo-Olimpo Garajı" filmiyle Marco Bechis, 'En İyi Yönetmen' ödülünü "Human Traffic-İnsan Trafiği" filmiyle Justin Kerrigan, 'En İyi Senaryo' ödülünü "Closed Doors-Kapalı Kapılar" filmiyle Atef Hetata, 'En İyi Kadın Oyuncu' ödülünü Sawsan Badr(Closed Doors), 'En İyi Erkek Oyuncu' ödülünü Jean-Pierre Daro-ussin, 'En İyi Sanat Yönetmeni' ödülünü Sasa Gedeon(Return of the Idiot), 'Özel Mansiyon' ödülünü Paddy Con-nor aldı. FIPRESCI Ödülleri ise Marco Bechis (Garage Olimpo), Fred Keleman (Nightfall), Divos Avdeliodis (The Spring Gathering)'e verildi. Yarışmada 'Altın İskender' ödülünü alan Shower (Duş), bir baba ile iki oğlunun hikayesini anlatıyor. Ekonomik nedenlerden dolayı başka bir şehire çahşmaya giden büyük oğul, ardında Pekin'deki babasını ve zihinsel özürlü olan kardeşini bırakır. Yaşlı baba bir yandan hamam işletirken bir yandanda oğluyla ilgilenir. 'Gümüş İskender" ödülünü alan Garage Olimpo (Olimpo Garajı) ise, yönetmenin deyimiyle "işkence yapan barbarlarm öyküsü"nü anlatıyor. 1970'lerin Latin Amerikası'nın güney ucundaki askeri diktatörlükler döneminde halka vahşice saldıranları, işkence yapanları, toplama kamplarım, kaybedilen insanları ve bu baskılar karşısında insanların yaşama savaşının anlatıldığı bir film. Festivalden sonra film afişlerinden, resimlerden ve grafiklerden oluşan bir sergi sunuldu. •
Gezici Festival, Drama'da Sona Erdi... CİHANGİR KESKİN- Gezici Film Festivali bu yıl, Ankara, Bursa, İzmir ve Çanakkale'den sonraki durağı olan Yunanistan'ın Drama kentinde noktalandı. 3-6 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen 5. Uluslararası Drama Film Festivali'ne; Zeki Demirkubuz'un "Üçüncü Sayfa", Yılmaz Güney'in "Umut", Zeki Ökten'in "Sürü", Nuri Bilge Ceylan'ın "Koza" filmleri de konuk olarak katıldı. Bunların yanısıra festivalde, Avrupa'dan toplam 19 film seyirciye sunuldu. "Onur Ödülü" alan Tuncel Kurtiz'le birlikte Başak Köklükaya, Gülsen Tuncer, Derya Alabora, Işıl Özgentürk, Engin Ayça da festivale katılan sanatçılar arasındaydı. •
tavı r / haber yorum / ocak 2000 / sayı: 19
12. Ankara Ul u s la ra ra s ıF i lm Festivali Başvuruları Başladı İSTANBUL- Bu yıl Mahmut Tali Öngören'in anısına yapılan 12. Ankara Uluslararası Film Festivali başvuruları başladı. Kısa film yapımını özendirmek, ulusal sinemaya katkıda bulunacak yeni sinemacıları desteklemek ve canlandırma sinemasının gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla bu yıl 12. si düzenlenen festivalde, tümü ile belgesel anlatımı desteklemek amacıyla kurmaca, deneysel yada canlandırma bölümler içeren filmler yarışmaya katılamayıp, 35 mm. ve 16 mm.'lik ya da video tekniği ile çekilmiş veya dijital teknoloji ile çekilmiş olmasına karşın videoya dönüştürülmüş yapımlar katılabiliyor. Başvurmak isteyenler süresi 30 dakikayı aşmayan yapımlarla, 11 Şubat 2000 Cuma günü mesai saati bitimine kadar başvurularını yapabilirler. Katılmak isteyenler, Ankara Uluslararası Film Festivali Yönetim Merkezi ile İstanbul'da Sinema Emekçileri Sendikası (tel. 0 212 249 58 14) ve TÜR-SAK (tel. 0 212 251 67 70)'tan sağlayacakları başvuru belgelerini doldurarak son başvuru tarihine kadar festival yönetimine ulaştırabilirler. •
FBI, Amerikan Ordusunu Eleştiren Filmi Engellemek İstedi TAVIR- ABD Federal Güvenlik Servisi FBI, New York'lu film yönetmeni Mike Z'den, İnternet sitesindeki Blair Witch Projeckt filmini kaldırmasını istedi. New York Village Voice Gazetesi'nin haberine göre, Amerikan ordusunu eleştiren filmi kaldırmayı reddeden Mike Z'n in internet sitesi, FBI'ın ilgili web sunucusunu zorlaması sonucu kapanmanın eşiğine geldi. İnternet sitesinde ismi olmayan ve Amerikan ordusunu eleştiren filmin başında şu sözler yer alıyor: "İzlemek üzere olduğunuz bu kaset hakkında çok fazla bilgim yok. Şu an askerde olan kuzenim Steve 'den aldım bu kasedi. Eğer sahteyse, o zaman sorun edecek birşey yok. Ama eğer gerçekse, o zaman büyük bir sorun var demektir." Filmin ilerleyen
bölümlerinde, askeri personel kılığındaki oyuncuların yeni yıl gecesinde Times Meydanı'nda bir ayaklanma ve karmaşa yaratma planlamaları gösteriliyor. ABD gizli servisi FBI, Mike Z'n in filmi New York TV'de tanıtmasından kuşkulanarak olayı incelemeye başladığı ve Federal ajanların Mike Z'nin evini bastıkları belirtiliyor. Mike Z, evini basan federal ajanların, filmi kaldırmazsa hapse gireceğini ima ederek tehdit ettiklerini söylüyor.
Deprem Bölgesine Yardımlar devam E d i y o r . . . ANKARA- İdil Can Kültür Merkezi, 12 Kasım'da Düzce'de meydana gelen depremin ardından başlattığı yardım kampanyasına devam ediyor. Yardım kampanyasına yapılan çağrılar Ankara'nın Dikmen ve Keklikpınarı mahallelerinde ilgiyle karşılandı. Kampanya çerçevesinde yapılan yardımlar, 15 Kasım 1999 tarihinde bir kamyonla Kaynaşlı'ya götürüldü. Dikmen mahallesi halkından ve İdil Can Kültür Merkezi çalışanlarından oluşan grup, ikinci yardımı 28 Kasım 1999 tarihinde Düzce'ye götürdü. İdil Can Kültür Merkezi çalışanları, deprem bölgesine yaptıkları yardımların devam edeceğini belirttiler. tavı r / haber yorum / ocak 2000 / sayı: 19
büyük ilgi topladı. Yazar, aynı zamanda yaptığı tespitlerle de ülkemiz gerçekliğine, karanlıkta kalan olaylara ışık tutuyor. Ortadoğu'da emperyalizm tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan "Yeni Dünya Düzeni"nden Türkiye ve İsrail'e biçilen rolü ve Türkiye'deki yakın dönem gelişmelere açıklık getiren, İslami konularla ilgili tartışmalarda, halkın değerlerine küfür etmeyen olumlu yaklaşımlar içeren yazılarından oluşan bu kitap kütüphanenizde yeralması gereken bir eser. •
Ad i le N a ş i t A n ı l d ı. İSTANBUL- Sinema ve tiyatro oyuncusu Adile Naşit ölümünün 12. yılında anıldı. Adile Naşit Deneme ve Eğitim Sahnesi Gençlik ve Çocuk Tiyatro Klübü ve Üsküdar Sanat Gönüllüleri Derneği tarafından 12 Aralık 1999 Pazar günü Naşit'in Karacaahmet Mezarlığı'ndaki mezarı başında bir anma töreni düzenlendi.Törende Adile Naşit'in ağabeyi Selim Naşit ve Üsküdar Sanat Gönüllüleri Derneği Başkanı Özcan Akkaya bir konuşma yaptı. Adile Naşit 17 Haziran 1930 yılında doğdu. Babası Naşit Özcan'ın ölümü nedeniyle öğrenimini yarıda bıraktı. Adile Naşit'in tiyatroya olan ilgisi, babasının oynadığı tiyatroya gidip onu izlemesiyle başladı. Tiyatro oyuncusu olması ise Necdet Mahfi Aral ile tanışmasıyla başladı. 1944 yılında Necdet Mahfi Aral'ın desteğiyle Şehir Tiyatroları'nda oynamaya başladı. İlk rolü, "Her Şeyden Biraz" adlı oyundaki ana rolüydü. Adile Naşit, eşi Ziya Keskiner ve ağabeyi Selim Naşit ile birlikte 1961 yılında Naşit tiyatrosu'nu kurdu. 1971 yılında sinemaya geçti. 1974 yılma kadar Gönül Ülkü- Gazanfer Özcan tiyatrosunda sahneye çıkan Adile Naşit, 1975 yılında "İşte Hayat" adlı filmindeki rolüyle "En İyi Kadın Oyuncu Ödülü" aldı. Rıfat Ilgaz'ın "Hababam Sınıfı" adlı eserinden uyarlanan filmde "Hafize Ana" rolünü üstlendi. "Hisseli Harikalar Kumpanyası", "Şen Sazın Bülbülleri", "Neş'eyi Muhabbet" adlı müzikallerde de rol aldı. 1987 yılında tedavi görmek için yurtdışına çıktı. 12 Aralık 1987 yılında yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle hayatını kaybetti. • tavı r / haber yorum / ocak 2000 / sayı: 19