Aylık Sanat Dergisi
Mart ay ı ile birlikte oldukça y oğun geçen bir sürece girdik. 12 Mart Gazi ay aklanmasının y ıl dönümü de bunlardan birisiydi. Bu sene Gazi ay aklanmasının y ıldönümünden kısa bir süre önce, 3 Mart'ta Gazi Dav ası'nın karar duruşması v ardı. Herkes aslında bilinen kararı bekliy ordu. 12 Mart'tan bu y ana beş y ıl geçmiş adalet gecikmişti! Katledilen onlarca insanın ardından mahkemey i diy ar diy ar kaçırıy orlardı. Her şeye rağmen aileler y ılmadan, usanmadan adaletin peşini kov alıy ordu. Mahkemeler bile adalet bir y ana neredeyse işkencey e dönüşmüştü. Mahkemelerde y aşananlar, gidiş-gelişlerde y ol kesmeler, taşlanmalar tam bir zulümdü. Y ine de y ılmadılar. Sabredip beklediler "bağımsız y argı" dan çıkacak sonucu. Ve karar açıklandı: "Bu ülkede adalet y ok!" Biz de Ga zi Dav ası'ndan y ola çıkarak adaleti ele aldık. Çünkü adalet konusu aslında y azılarımızın birçoğunun özünü oluşturuy ordu. Kay ıplar, katliamlar, işkenceler, tutsaklıklar hep adaletsizliğin doğurduğu sonuçlardı. 31 Mart da bunlardan birisi. Tam iki y ıl önce Neslihan Uslu, Metin Andaç, Mehmet Ali Mandal v e Hasan Aydoğan kay bedildiler. Kontra ilk def a böyle bir y önteme başv uruyordu. İlk defa olan tabiiki kaybetmeleri değildi. İlk def a toplu bir şekilde kaybediy orlardı. Kay bederken kendi adaletlerini uy guluy orlardı. Dört insanı birden, önce kaçırıy or günlerce işkence ediy or, kolları v e bacakları kırıldıktan sonra ise uyuşturarak İzmir Sef erihisar açıklarında, içinde bulundukları tekney i bombalayarak batırıy orlardı. Ev et böy le diy ordu itirafçı. Her ne kadar kendisinin y aptığını itiraf etmese de en azından nasıl kay bettiklerini itiraf ediy ordu. Sonra da canını kurtarabilmek için adalet istiyordu. Adalet... Başka bir örnek ise 16-17 Nisan katliamıdır. Önce ev kuşatılır. Sonrası ise bellidir: İnfaz... Çünkü onların adaletinde mücadele edenler, hak isteyenler ve y ol gösterip öncülük edenler katledilirler. Burada y apılan katliam bir adaletsizliktir. Çünkü katledilenler adalet istedikleri için katledilmişlerdir. Önümüzdeki günlerde 1 May ıs'ı kutlamaya hazırlanıy oruz. 1 May ıslar'da da tam bir adaletsizlik örneği yaşanmış, demokrasi maskesi bir yana bırakılmıştır. Ama her şey e rağmen bu 1 May ıs da, 1 May ıs'a yakışır şekilde kutlanacaktır. May ıs say ımızda buluşmak üzere. ..
av alar ısınmaya başladı. Teninde hissedebiliy or insan. Havalar ısınmay a, dallar y eşillenmey e başladı. Y eşeren dallar arasında cıv ıl cıv ıl kuşlar. Toprakta bir hareketlenme... Tabiat uyanıy or. Her y er kıpır kıpır. Bahar geldi...
Kimisi için tabiatın uy anması demek bahar. Kimisi için dert ay ı baharın ilk ay ı. Bizim için ise bahar isyan; "kanımız kay nıy or". Belki de bunun için baharın ilk ay ını daha bir y oğun y aşıy oruz.
12 Mart da bunlardan birisi. 12 Mart, Gazi demek. Gazi isyan... Susurluk'ta daha bir ay dınlanan "karanlık güçler" halkı sindirmek için katliam planları y aparken, henüz Gazi Mahallesi'nin adı bu kadar sık telaffuz edilmiyordu. Ama... Ama insanlar saldırının ardından öf ke öfke buluştular. Adalet isteği oldular. Düzenin adaletini biliy orlardı. "Adaletin" bir ay ağı karşılarında duruy ordu çünkü. Gazi Mahallesi kendi adaletini sağlamak için y ürüy ordu. Hedef belliydi. Ama karşılarında duran "adaletin ayağı" kendilerine engel olmaya çalışıy or, silahı-
na sarılıy ordu, taşla, sopay la öfke seli olup üzerine akan düşmanına karşı. Düşmanın adı halktı. Ve halk adalet diye tutturmuştu. Halk her adalet diy e haykırışında y anıbaşında tey zesi, amcası, kardeşi, babası, ev ladı düşüy ordu. Adaletin o kadar kolay sağlanamay acağını da öğreniy ordu halk. Bedel ödüy ordu, ödeteceği günlerin geleceğini bilerek.
Adalet istemini y itirmedi Gazili-ler. Düzenin mahkemelerine de başvurdular. Adaletin diğer ayağına. Kendilerini katledenlerin adalet sağlamay acakları, üstelik katilleri koruyacağı da açıktı ama kendi mahkemelerinde de sıkıştırmak v e teşhir etmek istiy orlardı. Bunun için de az bedel ödemedi Gazili'ler. Önce mahkemenin y üzlerce kilometre uzağa taşınması nedeniy le y aklaşık ay da bir, neredeyse ülkenin bir ucuna git-gel işkencesi yaşatavı r / adalet / nisan 2000 / sayı : 22
dılar. Mahkeme ülkenin öbür ucuna kaçırılarak katılım v e sahiplenme engellenmey e çalışıldı. Ama Gazi halkı bırakmadı katillerin yakasını. Mahkeme kürsülerinde haykırdılar: "Katiller" diy erek. Y argılay an da, yargılanan da ay nıy dı onlar için. Aslında hepimiz için öyle değil mi? Bilmiy or muy uz sanki, katledenin de azmettirenin de kim olduğunu. Hele hele Susurluk'ta bir kamyon, bütün kirli çamaşırlarını döküv erince ortay a... Kimlerin kimlerle ilişkileri olduğu; bizleri y önetenlerin kimler olduğu daha bir güzel anlaşılınca... 3 Mart da önemli bir gündü Ga-
zi halkı için. Y alnızca Gazi halkı için mi?.. Y ine y üzlerce kilometre y ol katedilerek mahkeme önüne gelindi. Bu gün git-gel işkencesi belki bitecekti. Ama bitecek miy di acaba ailelerin adalet isteyen haykırışları? Sonuç biliniy ordu belki de. Ama yine de sabırla beklediler kararı. Sonuç: "Bağımsız y argı" karar v erdi v e son kalan tutuklu sanık da salıverildi. Aslında karar en başından belliy di. Ama şu demokrasi maskesi olmasa... Gazi halkı için pek şaşırtıcı olmadı v erilen karar. Biliy orlardı, bekliy orlardı. Ve öf keler bir kez daha bilendi. Şehit anası bağırdı: "Yazıklar olsun! Yasalarınıza, düzeninize, adaletinize, size yazıklar ol sun!" Y ürüdü, 12 Mart'ta y ürüdüğü gibi Gazi'de, mahkeme kürsüsüne y ürüdü. Elinden gelse kendi adaletini oracıkta uy gulayacaktı. Durdurdular. Bir anay ı durdurmak kolay Ama... Aması v ar elbet. Halkın kendi adaletini uy gulayacağı günler de olacak. Bugüne kadar hep susmamızı tembihlediler bize. "Devletin kestiği par mak acımaz" diy e öğütlediler. Oy sa adaletsiz kesilen bir parmak acımaz mı? Değil bir parmak, bir saç teli bile. Acıtır canımızı, y akar y üreğimizi. Y a oğullarını, kızların ı, y akınlarını kay bedenler... Y anmaz mı hiç y ürekleri? Bu
karardan sonra kanamaz mı y araları? Y a bu çekilen acıların hesabı sorulmaz mı? Gördük. Susurluk sürecinde gördük. Uy uşturucu tacirlerinin, silah kaçakçılarının, katillerin ve işkencecilerin "Her şeyi vatan için yaptık" dediklerini... Egemenlerin "Bu vatan için kurşun atan da, kurşun yiyen de bizi mdir." diy erek Susurluk'taki katilleri sahiplendiklerini gördük. Y aşadığımız iki büy ük depremde, ölülerimizin say ısının düşürülerek, kendilerine y önelecek tepkileri azaltma çabalarını, y ardım için deprem bölgelerine gidenlerin engellendiklerini, gözaltına alınd ıklarını, toplanan y ardım malzemelerinin nasıl y ağmalandığını, dozerle rin enkaz altındaki cesetleri nasıl parçaladığını, bir çoğuna bir mezarın bile çok görüldüğünü, hala çadırlarda v e pref abrik evlerde y aşam sav aşı v eren depremzedeleri gördük. Ulucanlar'da katledilen, ya da y aralı olarak kurtulabilen tutsaklara binlerce y ıllık dav alar açıldığını gördük. 16 Mart dav asının, 16-17 Nisan dav asının, İrf an Ağdaş dav asının, Manisa davasının v e daha birçok katliam dav asının nasıl sonuçlandığını gördük. Halkın lehine olabilecek hiçbir
tavır / adalet / nisan 2000 / sayı: 22
karar çıkmadığını gördük. Adaletin terazisi y anlış tartıy ordu hep. Hepsini hukuk devletinde gördük, "hukukun üstünlüğünü", "bağımsız y argıy ı" hep hukuk dev letinde gördük. Y a da başka bir dey işle "dev letin hukukunu". "Hukuk devleti" on bin polis daha istiy or v e daha fazla silahlanıyor hem de trily onlarca lira harcay arak. Ne için? Daha iy i adalet dağıtabilmek için! Halk giderek y oksullaşıy or, işsizlik çığ gibi büy üyor ne gam. Ama daha f azla polis v e daha fazla silah olmalı ki "sosy al patlamalara" karşı hazırlıklı oluna-bilsin. Y ıpranan demokrasi maskesini y enilemek için yeni CMUK yasası düşünülüy or. Ne olacak? Gözaltı süresi iki gün olacak. Böyle olunca işkence olmay acak! Belki olmaz!.. Zaten işkence olsa ne değişiy or? İşkence raporu v eren doktora dava açılıy or. Mahkemey e sunulan işkence raporları görmezden geliniy or. Bu y üzden zaten işkence y ok! Egemenler, y eni polisler, yeni silahlar alacak, trilyonlar harcayarak, halkın ekmeğinden çalarak. Ve polislerini halkın ekmeğinden çalarak doy uracak. Hem de halka saldırması için. Egemenler her geçen gün saldırısını artıracak. Öyle de y apıy or zaten! Ama halk adalet istemini hep canlı tutacak. Adalet için y eni bedeller ödey ecek ve ödetecek. Çünkü adaletsiz y aşanmıy or. Çünkü adaletsiz kopan bir saç teli bile can yakıy or. Anadolu tarihi de isyanlar tarihidir. Ve isy anların özünde hep adalet aray ışı v ardır. Şey h Bedrettin'e, Pir Sultan'a, Dadaloğlu'na, Kö-roğlu'na... Bir bakın, hepsi içinde adalet özlemi taşır. Bahar geldi... Her y er kıpır Kıpır. Tabiat uy anıy or. İnsanlar üzerindeki ölü toprağını atıy or. Ve bahar... Baharlar, adalet için, eşitlik için, güzel ve yaşanası bir düny a için y eni isyanlara gebe. □
İbrahim Karaca, Zeki Eyi, Ali Hasan Bakır:
Ayşe Nil, Ayşe Gülen... İkiside Ortaköy Kültür Merkezi çalışanı, ikisi de devrimciydi. 1992 yılının 16-17 Nisan'ında gerçekleşen ve 11 devrimcinin katledilmesiyle sonuçlanan operasyonda şehit düştüler. Biz de ölüm yıldönü mle rinde Ayşe Gülen ve Ayşe Nil'i OKM'den tanıyan İbrahim Karaca, Zeki Eyi ve Ali Hasan Bakır'ı bir araya getirdik ve yapacakları bir sohbetle onları anmak, anlatmak istedik. Sözü fazla uzatmadan onlara bırakıyoruz. Ali Hasan: Net olarak şöyle if ade edey im ben. Özellikle 89- 90 genel anlamda demokratik mücadelenin ivme kazandığı süreçte ben EMEKAD' da çalışıy ordum. Fotoğrafçılığımız da v ar. Sonra buray a geldik, Ortaköy'e. İşte burası, o za man OKM idi. Çok büy ük bir coşku v ardı. Ayşe Gülen'de de. Karadeniz'in v erdiği bir hırçınlık v ardı. Atak bir insandı. Bütün işlere girerdi, so-
rumlusu olurdu, daha hey ecanlıydı. Zeki Eyi: Ayşe Gülen'in, Karadeniz gibi hırçın olması hoşuma giderdi. Atak, halktan olması hoşuma giderdi. Bir gün benim bir sorunum var, durgunum. Ayşe y anıma geldi. Sohbet etmek istedi o güleç y üzüyle. Ben geçiştirmeye çalıştım ama onda o halk sev gisi v ardı. Y üreğindekini olduğu gibi konuşan bir özelliği v ardı. O halk sıcaklığını ba na göre onda y akalamıştım. Gerçekten y oldaşlık onlar gibi onurlu insanların isimlerini koymakta bana göre. Onları yaşatmak, anmaktı
tavı r / yıldönümü / nisan 2000 / sayı: 22
y ani içimden gelen bir şey di. Gerçekten gurur duy arak ismini çocuğuma verdim. İbrahim Karaca: Ben Ayşe Nil'i de, Ayşe Gülen'i de, İdil'i de tanıyorum. Buradan tanıy orum. Başlangıç şöy le olmuştu. Benim çok sev diğim, ailece tanıştığım bir arkadaşım v ardı. Olcay Uzun. İzmir de öldürüldükten sonra ben Olcay için iki tane şiir yazdım. Bu şiirlerden hiç olmazsa bir tanesi dergilerde y ay ınlansın diy e düşündüm. Düşündüm hiçbir dergi Olcay Uzun'la ilgili bir şiiri y ay ınlamaz. Sorarlar en azından kim bu Olcay
Uzun diye. Bu şiirler yenilir yutulur olmayan şiirler değil. Benim tarzım değil zaten. Kitapta çıkan şiirler. Cağaloğlun'da Sosyal Yayınlarda sanat dergilerini karıştırıyordum. Hangileri olabilir hangisine versem şiirin bir tanesini diye. Sonra Tavır dergisini gördüm. Adresine baktım, aradım burayı buldum. Dere-boyu caddesi vs. Buraya çıktım. Tavır dergisi nerde, tabelasını arıyorum... O sırada orada bulunan birisine. 'Dedim pardon ben birşey sormak istiyorum. Ben Tavır dergisini arıyorum.' 'Buyrun burası' dedi. Oturduk masada sohbet ediyoruz. Benim arkadaşım vardı İzmir'de öldürüldü Olcay Uzun. 'Evet' dedi. Ben 'ner-den biliyorsunuz' dedim ? O 'bizimde arkadaşımızdı' dedi. Ben onun için bir şiir yazdım. Onu Tavır için özellikle seçtim. Bunu yayınlasa yayınlasa Tavır yayınlar dedim. Başka şiir yazıp yazmadığımı sordular. Bende yazdıkça veririm dedim. Böyle başladı yazı, şiir vermem. Bir şiir üzerine bir sayfalık yazı yazdım onu verdim. Ayşe Gülen’le de o süreçte tanıştık. O çok se ssizdi aslında. Demin diyorsunuz ya o karadenizin hırçın, hemen müdahale eden tavrı da var. Ben onu hiç sezinlemedim.
vardı. Polis müdahale etti. Oradaki oyunda rolünü yaşayarak oynuyordu. Biz fotoğrafını çekiyorduk. Sultanahmet tam adliyenin orası. Bir yandan polis toplanmış. Bir yerde halk. Polis ne yapacağını bilmiyordu ama müdahale edeyim mi etmeyeyim mi ama biz artık oyunu alıp götürmüştük. Orada Ayşe de vardı, İdil de vardı. Sokak tiyatroları alıp başını gitmişti. Pazarlarda da bayağı yaygınlaşmıştı.
Zeki Eyi: Ayşe Gülen'in o inatçı devrimci kişiliği. Ali Hasan: Toplumsal
bazda değerlendirildiğinde çok emekçi bir yanı vardı. Burası yokluklar içindeydi çok emekçi yanı vardı.
yor okuyor, 'hadi bitmedi mi' bir telaş. Şimdi ben durdum birşeyler yazıyoruz. Yani ne kadar güzel bir enerji, yaptığı işe aşkla yaklaşan insanlar ... Ali Hasan: Tavır'ın ilk sayı sı, ilk kapağını bir grafikçide yapmıştık. 12 Eylül'den önce de çıkıyordu. 12 Eylül'den sonra çıkan ilk sayıda bir zincir var, paslı bir zincir, onu grafik atölyesinde yapmıştık. Bir şimşe k patlıyor ve zinciri kırıyor, parçalıyor biz sanat alanında bunu hedeflemiştik. Bu Nil’le Tavır'ın mutfağındaydı, pek öne çıkmayan ama mutfağın tüm o yazıların hazırlanmasında, yazılmasında, matbaasında yetiştirilmesi tüm o süreci yani mutfak diye nitelendirirsek onun içinde bulunduğu bir kişiydi. Keza Ayşe Gülen'de öyle bir kişiydi. Özellikle tiyatro alanında bir takım faaliyetler vardı. Ayşe Gülen'in, Nü Ergen'in olduğu bir dergi hakikaten emekçilerinin sesi olacak bir dergiydi.
İbrahim Karaca: Katkılarda bulunup şurası olmamış, olmamışsa düzelmesi için ben ne yapabilirim ki böyle bir eleştiri getirilse çok daha iyi olur.
Zeki Eyi: Yer yer çıkardı.
Ali Hasan: Özellikle ben o hırçınlığını şu anda anlayabildim. Özellikle soka k tiyatroları vardı. Örneğin 91'de "Emperyalist Savaşa Hayır" kampanyaları vardı. Ben özellikle bu şeyden hatırlıyorum. Tarihi tam hatırlayamayacağım ama bu "Adalet İstiyoruz" diye Sultanahmet parkında yapılan bir eylem
İbrahim Karaca: Şunu hatta bana o zaman demişti. Zaman önemlidir, zamanı boşa harcamamak gerekir zaman çok değerlidir. Burda zaman yetmiyor zamana ihtiyacımız var. Şimdi burda görüyorum Tavır çıktığı zaman arkadaşlar koşturuyor. Benim aslında o zaman geldiğimde Tavır'ın çıktıları geliyordu. Sayfaları o zaman arkadaşlar birbirinden kapıyorlardı. O ondan kapıtavır / yıldönümü / nisan 2000 / sayı: 22
Zeki Eyi: Kurumlar devam eder, insanlar, hatalı kullar vardır... İnsanlar kalır ya da kalmaz. Sorun değil o insanların şeyidir. Doğrusu kalabilmek birşeyler yapabilmektir. Mesela ben şeyi örnek vereyim Ayşe Gülen'in şehit olduğunun ertesi günü Ayşe Gülen'in de rolü vardı. Bu bir başka arkadaşa verildi. O şehit olduğunun bir iki gün sonrasın-
da sen bu rolü y apacaksın denildi. Arkadaş o rolü ağlaya ağlaya ezberlemey e çalışmıştı. Y oldaşımız, arkadaşımız şehit oldu bırakalım değil bir iki gün sonra oy un yetişmek zorunday dı. Gerçekten kişiler üzerinde değil, kurumlar üzerinde y ükselen birşey diy e düşünüy orum. Boşluk kalmaz. İbrahim Karaca: Bize hukuk derslerinde şunu öğretmişlerdi: Ev inize bir hırsız girse bile hırsızın elinde silah y oksa sen silahla karşılık v eriyorsan hırsızı öldürüy orsan sen suçlusun. Y ani denk kuvvet kullanma diy e birşey. Hukukta bize bunu öğretmişlerdi. İktisat f akültesinde öğrenciliğimiz hukuk derslerinde. Şimdi bakıy oruz y ani birde toplumsal hay atı karşılaştırıy orsun y ani insanlar çok basit nedenlerle ev basıp gecenin bir vakti götürülüp y a da öldürüldükleriy le karşılaşıy orsun. Gözaltında kay ıplar vs.ler. Öbür taraftan y asama, yürütme y argı organları v ar dev letin. Bir insanın cezay ı gerektiren bir suçu varsa alıp cezaev ine koy arsın y argılarsın vs. gibi. Bütün bunlar olup biterken ben sık sık sorardım kendime y ani bu ülkede hukuk dersleri niye v ar bu insanlara hukuk dersleri niy e öğretilir diy e. Çok sormuşumdur kendime çok. Ali Hasan: Yıl '92 mesela böy le bir katliam y aşanıy or. Aradan 8-9
y ıl geçiyor İkibinli y ıllara geliy orsun sırf evinde y emek hazırlar ken Adana'da bir kişi ölüy or. O bile artık öy le bir hale geliy or ki özellikle basında artık bugünün operasy onlarını o günden atmışlardır temellerini. Mesela çok rahat artık kanıksar hale gelecek insanlar. Dev rimcilerin öldürülmesi mübahmış gibi. Mesela o katliamlarda hatırlıy orsanız niy e işçi öldürüldü. Halbuki orda öldürülen bir dev rimci de v ardı. Orada işte kanıksatılmay a çalışılıy or. Biz bu operasy onlara karşı çıkmalıy ız. İbrahim Karaca: O haketmiş tamam mı diğeri haketmemiş gibi bir mantığın ürünü. Zeki Eyi: Bu şöyle olabilir. Biz zaman zaman bir y ere gider prov a y apardık kısmi olarak özel çalışmalar o bölümde prov ası olan arkadaşlar çalışmaları için bir ev e gidin birinizin ev inde kalın biz tiy atrocuy uz ev imiz belli. Dev let de bilir işimizi herşey imizi. O gün toplu halde 20 kişi birden Ay şe Gülen'lerin ev ine gidip prov a yapabilirdik bizi de katledeceklerdi. O zaman bizi nasıl af işe edeceklerdi? Ayşe Gülen'in ev i biliniy or barkı biliniy or. İbrahim Karaca: İşte bütün bunların arkasından ben dedim mahkemeler y argı hukuk niye var. Bu benim için tepki tabi. Y oksa tabi hukukçulara ihtiy aç her zamankinden daha fazla v ar. Ali Hasan: Nil'in özellikle okul süreci v e bu sürece okulu bitirdikten sonrada dört elle sarılması bende daha büy ük bir say gı uy andırmıştı. Bir takım hesaplaşmalar y apması bazında v e hiçbir zaman şey değildi. Bir mimara mühendise dü-
tavı r / yıldönümü / nisan 2000 / sayı: 22
zenin v erdiği pek çok olanak vardır. Tırnak içerisinde olsun en azın dan olma olasılığı v ardır. Öy le bir hedef vardır. Bendeki izlenim büy ük iş küçük iş demeden her türlü işte Tav ır'ın mutf ağında çalışmak gerçekten zordur. Ve bu hesaplaşmay ı y apıp gelmesi benim gözümde çok büy ük bir say gı uy andırmıştı. Özellikle o bağlı bulunduğu bölümün konumsal itibari ile çok daha burnu hav ada elit kitlededir, o okulun mezunları ki o tamamen farklı bir karekterdedir. Bu hesaplaşma çok zordur. İbrahim Karaca: Nil'le ben bur-da sohbet ederdik Tav ır üzerine. Tav ır'a girecek yazılar üzerine, benim y azdığım bir şiir üzerine, çeşitli konularda bende onda edindiğim izlenim özet olarak şu; konuşurken söy lemiş olduğun her cümlenin ne anlama geldiğini tarttığını hissederdin karşısında. Y ani o her söy lenen cümleden birşey çıkarmaya çalışan bir insandı. Ali Hasan: Bunun belki sizin söy lediklerinize bir ekleme vey a bir katkı olabilir. Mesela bir y anlışlık y aptığında onu kırmadan uy armak çok sinirlense bile söy lediği tek bir cümle v ardı. Benim onu hatırladığım "Hiç de hoş birşey değil" hatırladın mı? "Hiç hoş değil" y ani en bü-
y ük hakareti en büyük itirazı da buydu. Zeki Eyi: Biz zaman zaman onu bay ağı söy letmeye çalışıy orduk bir-şey y apıp kızdırıp "hiç hoş şey değil" dedirtmey e çalışırdık. Ali Hasan: Sadece bunu söylerdi ama 'hiç hoş değil' derken hakikaten mesela bana da bir def a böy le demişti. Hakettiğimi düşünmüştüm çok özür dilemiştim sırf o kelimeden dolay ı. Zeki Eyi: Şey y önü vardır. Ayşe'den f arklı olarak, gözlemci y anı. Ayşe Gülen'den f arklı olarak, Ay şe Nil biraz daha gözlemciy di. Ali Hasan: Aslında onların önümüzdeki günler ölüm y ıldönümü var. Burda katledilmeleri karşısında f iziki anlamda y okoldular. Ama baktığımızda esas katledenler taraf ından özellikle v erilmesi arzulanan mesaj şuydu. "Bu tip faaliyetlerde uğraşmayın bu sanat olsa dahi yok edilirsiniz." Aslında v erilen mesaj bizle-rey di, verilen mesaj sizlerey di, onay dı, banaydı. Sanatçı sanatıy la uğraşsın, bırakın siy aseti siy asetçiler y apsın özellikle burjuv a ideolojisi v ar y a. İbrahim Karaca: Sanatçı sanatıyla değilde sanatçı dev rimci sanat y apmasın. O mesaj.
bahsettiğimizde bence en büyük örnek Tav ır dergisi açısından o coşku v ar. Onun dev amlılığı ev et Ayşe Nil diy ebilirsin. Böyle bir y anı v ar. Bir sokak tiy atrosu dediğimde dışarıda da görüy oruz bir tiyatro faaliy etleri v ar onu arzuluy orsun o coşkuyu arzuluy orsun ordada aklıma gelen adalet istiy oruz v eya sav aşa hay ır kampany asındaki y aptığı o çığlıkla hala çünkü sav aş çığlıkları bu ö zel likle emperyalist sav aşa hay ır şeylerinde onu da görüy oruz. Ayşe Gülen'i de görüy oruz bu noktada o bir dev rimci o bir sanatçıy dı. İbrahim Karaca: Ben özet olarak şunu söyley ebilirim. Hem Ayşe Nil, hem Ayşe Gülen için; mesela adanmış hay at nedir? Bana deseler ki adanmış bir hay at, adanmış bir y aşam nedir? Ben Ayşe Nil'le, Ayşe Gülen'in hayatıy dı derim ben onu örnek veririm. Adanmış bir hay at derim. İfadesi bu. Bana deseler ki adanmış hay at nedir Ayşe Nil'le, Ayşe Gülen'in hay atıdır derim. Kaf amda oluşan if ade bu. Zeki Eyi: Ev et Ayşe Gülen, Ayşe Nil iki sanatçı, iki dev rimci. Gerçekten y üreğinden gelircesine davranan iki insan. İnsanlara anlatmak bir yönü zor bir y önü de çok kolay. Gerçekten değerli insanlar. Y alnız
Ali Hasan: O burjuv a ideolojisi var ya bırakın siy aseti siy asetçiler y apsın uğraşsın size ne oluy or. İbrahim Karaca: Beş senede bir gidin oy unuzu kullanın.
şunu da söylemek istiy orum geleneklerden f ay dalanmak bir takım kurallara uymay a da dikkat etmek gerekir diy e düşünüy orum. Y aptığımız işler doğrultusunda önemlidir. Kurallı olmak geleneklerin güzelliğini, gerçekliğini, tecrübelerin doğruluğunda y akalamak gerekir diye kişisel olarak düşünüy orum. İbrahim Karaca: Bir de şu v ar. Bir insan hakkında ben de olumlu izlenimler bırakması için tek yeterli şart şu değildir. O insanın A y a da B özel siyasi çizgisinden y ana tav ır koyması değildir. Benim için önemli olan bir insanın dev rimci olması ama bunun yanında samimi olması. Benim dostlarım dost olarak kabul ettiğim insanların düşündükleri budur. Y ani dev rimci olması insandan y ana tav ır koyması v e bunda da samimi olması. Ali Hasan: Zaten bu noktada bir gelenekte söz konusu. Özellikle gerek Ayşe Gülen Ayşe Nil'de y aptığını sav unan sav unduğunuda yapan o noktada bunu samimiyetle de gösterdi. Ben son bir cümle gerekirse, inanıy orum ki bu insanlar hangi alanda olsalardı bir mühendislik alanında da olsalardı, diy elim ki bir işçi alanında da olsalardı ay nı samimiy etle, aynı y ürekliliği göstereceklerini düşünüy orum. Çünkü o emekçi yanları halktan, emekten y ana olan o tav ırları kesinlikle bu platforma itecek onları. İbrahim Karaca: Halka sorduğum zaman A y a da B insanını eğer halk gerçekten sorduğun kişi hakkında iy i şey ler düşünüy orsa y a da izlenim edinmişse o kişi hakkında uzun uzadıy a bir şey söylemez. O kişi hakkında iy i insandı der. Şimdi bana soracak olursanız ben de bu nu söy lerim. Ayşe Gülen v e Ayşe Nil iyi insanlardı. Bence v ar ya bu cümlenin ötesinde ne söy lersen söy le hepsi boş, bu her şey i anlatıy or aslında.
Ali Hasan: Ev et bu şekliyle baktığımızda onlar ın o katledilmeleri tamamen bir kere boşa çıkarttığımı-z burada şu andaki röportajla ortay a çıkıy or. Bir de mesela onları tanımlamak bazında baktığımızda bir sürü net anlamıy la örnek bir kişilikle ortay a çıkıy or. Kim örnek diye Zeki Eyi tavır / yıldönümü / nisan 2000 / sayı: 22
ev diğimiz bir programı y a da ilgimizi çeken bir f ilmi izlemek için ekran başına geçtiğimizde, bizi saatlerce ekran başında tutmay a yaray an bir araçtır reklamlar. Bu görünen bir y anıdır. Reklamların üzerimizde y arattığı etki sadece bununla sınırlı değil dir elbette. Ne yapar, sinirimizi bozar kimimizin, kimimizin ise beğenisini toplar ve ilgisini çeker. Kullanılan bir slogan dilimize dolanır. Müzik aklımızda kalır, arada sırada mırıldan ırız. Gazetelerin magazin eklerinde de sık sık karşımıza çıkar reklamlar. Hepsi birer y aratıcılık örneğidir. Dikkatimizi cezbedebilmek için harcanan olağanüstü çabay ı görürüz her birinde. Kanıksarız bu reklamları. Kanıksadığımızın ve sinirlerimizin bozulduğunun f arkına v armış olacaklar ki son günlerde reklamın da reklamı y apılır oldu. Ciddi bir ses tonuy la söy le diy or reklamın reklamında: "Nereden çıktı bu reklamlar diyenlerden misiniz? Rekla mlar çeşitli
programları seçme özgürlüğünüzdür. Eğer reklamlar olmasaydı aynı programı izle mek zorunda kalırd ınız... Şimdi reklamlar" Vay beee!.. diy oruz ne kadar önemliymiş bu reklamlar.... bizi sıkıcı programlar seyretmekten kurtarıyor. Kapitalizm için ne kadar önemli olduğu tartışılmaz. Ürettiği ürünü pazarlay abilmek için elbette reklama ihtiy acı vardır. Ama ürünü tanıtmanın y anısıra tüketme hızını körükleyerek, bir y andan da dejenere hale getirdiği her şey i o reklam f ilmlerinde mily onlara izleterek de bir kar sağlamıy or mu kapitalizm? Sağlıy or. Çünkü, sistemin sigortası haline gelen dejenerasy onun y ay ılmasında bir araç halindedir bugün reklamlar. Çoğu saçma sapan v e hay atın gerçeklerinden uzaktır. Son günlerde telev izyonda çıkan bir banka reklamında Trink Para" sloganıy la hayatımızda y er bulan bir reklam var. Bu trink para imkanını size bankanız sağlıy or. Bakkaldan ekmek alır gibi, gidip villa ev araba f alan alabilirsiniz çünkü tavı r / medya / nisan 2000 / sayı : 22
bankanız v ar. Sanki o para sizin cebinizden çıkmıy or. Bankanız siz v arsınız diy e var. Sizin için yaşıy or. Sizi v e paranızı çok sev iyor. Reklamlar her film arasında üstümüze üstümüze geliyor. Belleğimizin içine y erleşiyor. Bir cep telef onu reklamına rastlıy oruz. "Bir alo demeniz y eterli" diyor. Bizim de mutlaka v ardır cep telef onumuz. Sanki cep telef onuyla doğmuşuz gibi onsuz edemiyoruz. Cep telef onu olmay ana hayretle bakıy or, "vay be, ne kadar
iradeli adam bu illetten kurtulmuş" diyoruz. "Acaba nasıl yaşıyor cep telefonu olmadan?" diy e de sorabiliyoruz içten içe. Kıskanabiliyoruz bile onu. Biz de o f aturaları ödey emiyoruz. Fatura y üksek geliyor, neyime lazım benim cep telef onu falan diy e düşüne düşüne bir karar v eriyoruz. "Tamam artık. Bu kadar yeter hattı-mı kapattıracağım. " Akşam haberlerde bir reklam çıkıy or karşımıza. "Bir Alo demeniz yeterli." " Tüpçünün numarası kaç? " "Peki ya doktorun? " demek ki cep telef onu acil ihtiy aç... Kaf amızda bu düşünceler şekillenebilir. Reklam dev am ediyor. Size y epyeni bir ürün sunuluy or. Ve biz hemen ürüne y önlendiriliyoruz tıpkı cep telef onundaki y önlendirme sistemi gibi. Acaba nasıl bir şey bu seferki? Bu sef erki titreşimli, ya da internet bağlantılı, düşünce kırılmay a-nı, kulaklıktı olanı y a da başka bir şekil cins, çeşit, türev... Ertesi gün kendimizi bir cep telef onu bayiinin önünde bulabiliriz. Bu istisnai bir örnek midir? Pek öy le olduğunu düşünmüy oruz. Mantar gibi çoğalan cep telefonları bu düşüncemizi doğruluy or. Modern çağın gereği... Tabi sadece cep telefonu değil. Bir de internet v ar tabii ki. Buna örnek bir reklam v ar telev izy onda. Hemen hatırlarsınız. İki seyy ar sancı tezgahlarının başında konuşuy or : "Kokoreççi sana akşam i meyl attıydtm aldın mı? " (Burada şunu düşünmemiz is-
teniy or reklamcı taraf ından: Haaa bak kokoreççiler bile bilgisay ar kullanıy or, demek ki ne kadar y aygınlaşmış sıradan bir şey . Çünkü kokoreççiler y a da bu tip meslek sahipleri halkın eğitimsiz v e geri kesimidir reklamcıy a göre. Hal böy le olunca insanlarda onlar bile kullanıy or ha? türünden bir düşünce şekillenmeli.) Sonra kokoreççi ile kestanecinin diy aloğu sürüy or. En sonunda diğerinin y eni çıkan İskir denen sistemi bilmediği ortay a çıkıy or. İskir. (Bu arada kokoreççi şiv esi gereği sistemin adını y anlış söy lüy or bu da espri olarak pazarlanıy or.) Reklamların halklaştırılma-sı takıntısı daha önceleri de sıkça başv urulan bir y öntemdi. 'Tık tık eyi günler" türünden banka reklamını hatırlamay anımız y oktur. "Ya da bir köylü bile emperyalizmin bir ürününü tercih etmiştir. O zaman niye herkes tercih etmesini" f elsef esinin işlendiği küçümseme içerikli reklamlar hala ekranlarda y er buluyor. Sadece bununla sınırlı değil elbette. Bir gazetenin v erdiği VCD'leri tanıtan bir reklam sıkça çıkıy or. Kuponla VCD dağıtıyor gazete. İyi anladık dağıtıy or. Hangi filmleri veriy or, onları tanıtacak. Bunu da anladık. Filmlerden alınan kısa kısa erotik sahneler çocukların bile izley ebileceği saatlerde defalarca kez izlettiriliy or. (Kendi ahlak ilkelerine(!) göre geç saatlerde yay ınlarlar y a bu tip görüntüleri, bu sef er bu da çok önemli olmuyor) Sonuç olarak dejenere kareler belleklere y ansıy or Bir de rady olarda çıkan reklamlar v ar. Son günlerde
tavı r / medya / nisan 2000 / sayı : 22
çıkan bir jöle reklamı y ay ılmak iste nen dejenere kültüre somut bir ör nek. Şöy le diy or örneğin: " ]öleli saçlarımla bir içim su oluyorum ve Bradt Pitt'imi arıyorum. Çünkü ben Claudia Schiffer'dan daha zekiyim çünkü ......jöle kullanıyorum, çılgın lık başınıza vurduğunda....... Jöle" Bu jölenin zeka geliştirici y a da zeka geriletici bir özelliği y ok. Y a da kimse onu sürünce Claudia Schiffer'a benzemiy or ama olsun... gene de sürsün, bir şeye benzer belki. Y ani size kendinizden başka bir kimlik sunuy or. Sürün de bir şey e benzey in, çılgın olun. Sadece ürünü pazarlamı-y or, aynı zamanda size y eni bir kişilik pazarlıy or. Tercih sizin... Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ama hepsinde amaçlanan kapitalizmin uy duruk mallarını satmay a y önelik değil, aynı zamanda tüketme özgürlüğü sağlamak. Ne kadar çok tüketirseniz, o kadar çok kazanacaktır kapitalizm. Kuşkusuz, yaşamsal ihtiy açlardan, y a da çağın gerektirdiği ihtiy açlardan bahsetmiyoruz. Ama olay ihtiyaç sınırlarını aşıy or, tüketim çılgınlığına v arıy or. Bu da sistemin istediği sonuçtur... Reklamlar bizim seçme özgürlüğümüzdür, doğru. Ama seçtiğimiz sadece üretilen ihtiyaç maddeleri olmalı... Emperyalizmin dejenere kültürü değil... o
alışıp çırpınırız, y ıllarca didiniriz, tek karnımız doysun diy e, şu y alan düny ada kimseye muhtaç olmay alım diy e. Bir ömür tüketiriz, belki bir f abrikada tonlarca kiloluk bir presin başında. Belki de bir asit tankının başında. Belki çekiç sallamakla geçer ömrümüz. Belki de eriy en kızgın demirlerin arasında. Gecemizi gündüzümüze katarız, olur y a belki de üç-beş kuruş çocuklarımıza bırakırız diy e. Oysa çocuklarımızı düşünmemeliy iz biz, onca işin arasında. Çocuklarımızın geleceğini bizden önce dev let düşünmeli. Tonlarca kiloluk presin altına sokarken elimizi düşünmemeliyiz y aşlanınca ne olacağımızı, çocuklarımızın geleceğini. Y a da "Bu ay maaşlarımızı v erecekler mi acaba?" diy e. Düşündük mü?.. Bazen kaptırıv eririz elimizi hatta kolumuzu, bedenimizi presin ağırlığ ına.
Bazen de düşer yiteriz asit tankının içinde. Ve çoğu zaman sakat kaldığımız için işten atılırız. Y a da ölürsek eğer, geride bıraktıklarımız gözü y aşlı v e y ardıma muhtaç kalır. Sonlarının ne olacağı meçhul. Çalışmak güzel, emek v ermek, üretmek... Hele bir de emeğinin karşılığını alıy orsan... Daha ne ister insan. Çocuklarının karnı doy uy orsa, harçlık koy abiliyorsan cebine. Bay ramdan bayrama bile olsa yeni yeni giy direbiliyorsan, daha ne... Ama çoğu zaman bu kadarını bile yapabilmek sadece hay aldir. Hep sonraya bırakırız. "O büy ük gün" gelince diy e. "O büy ük gün" gelince aç kalmay acağız, soğuktan donmay acağız, doğal af etler birer katliama dönmeyecek. Hep o büy ük günün hay alini kurarız. Ve hay allerimizi gerçekleştirmek için düşeriz y olla-
tavı r / 1 mayı s / nisan 2000 / sayı : 22
ra. Açız, çocuklarımız aç diye. Daha iy i bir y aşam istiy oruz diy e. Düşeriz y ollara, mey danların y olunu tutarız. Hay kırırız:"Y aşasın 1 May ıs" diye. İşte bu andan itibaren patronların koruy ucuları çıkar karşımıza. Y asak derler, alanlar size y asak. Kendince bütün güv enliğini alır bizi alanlara sokmamak için. Kaldırımlarını y aptığımız, asf altını döktüğümüz, her sabah daha kimseler uy anmadan karış karış temizlediğimiz alanları bize y asak ederler. Ne kadar emek v erdiniz bu alanlara? Siz de kim oluy orsunuz? Patronların koruy ucuları, hırıltıy la çıkan sesleriyle sadece y asak diyebilirler. Siz hiç alanlar için mücadele ettiniz mi? Alanlar için bedel ödediniz
Önceleri küçük bir çocuktu umut. Sonra büy üdü. Israrla büy üdü, güv enle büy üdü, öfkey le büy üdü, özv eriyle, cesaretle büyüdü. Delikanlı oldu. Tuttuğunu koparan, dostuna dost, düşmanına korku salan. Sonra adı da büy üdü umudun. Büy üdü, büyüdü, büy üdü umudun adı. Öğrenci anfilerini, grev grev fabrikaları, y oksulluk kokan gecekondu mahallelerini aştı. Der-sim'e, Canikler'e, Ege'y e, Toroslar'a ulaştı. Ve hesap sordu yasaklay ın diyenlerden. Vurun, katledin diyenlerden. Hakkımızı çalanlardan, kanımızı emenlerden hesap sordu.
ğimiz için. Kimin v atanını sevdiği, kimin v atansever olduğunun karıştığı bir süreçte gerçekten v atanlarını sev dikleri için. Vatanlarını satanlardan hesap sormak için buluşuyorlardı. On binlerin, on binlerce öfkenin buluşması şaşırtıy ordu, korkutuyordu patronları v e bekçilerini. Nasıl oluy or da bu kadar cüretkar olabiliy orlar? Nasıl oluy or da bu kadar çok olabiliyorlar? Nasıl bu kadar öfkeliler? Nasıl?.. Ama bilmiyorlardı, tanımıy orlardı, görmüy orlardı, görmek istemiyorlardı. Hergün ev inin başına y ıkılacağı kaygı-
tavı r / 1 mayı s / nisan 2000 / sayı : 22
sıy la oturan gecekonduluyu. İşsizliğin pençesinde "ne iş olsa yaparım abi!" diy en işsizleri. Gencecik evlatları kurşunlarla delik deşik edilmiş anaları. Harcını ödey emediği için okulundan atılan öğrenciy i. Asgari ücretle ev geçindirmey e çalışan işçiyi. Onun için teröristler diyordu patronlar onlara. Eşkiy alar diy ordu... Peki patronlar ne diy e alanlarda buluşulmasını istemiy orlardı? Bu kadar insanın işlerini bıraktığından, işlerinin duracağından mı? Bu y üzden edeceği ekonomik zarardan mı? Hay ır! Onlar bu kadar çok öfkenin birleşip kendilerini alaşağı edeceğinden, dönen çarklarına çomak sokulacağından korkuyor. Sömürü düzenlerinin y ıkılıp özgür, eşit, sömürüsüz, zulüm-süz, kardeşçe y aşanılan bir düny a kurulacağından korkuy or. Y ürekler öfkey le buluşmay a dev am ediy or. Mehmet Akif in taşları v ar kucaklarında. Kararlılar alana girmey e. Bir y anda karanlığın bekçileri, bir y anda umudun işçileri. Y ürüyorlar karanlığın üstüne. Karanlık büyük bir kaya gibi duruy or önlerinde. Ama bir tohum nasıl çatlatırsa kay ay ı, emekle, sabırla, özv eriyle öy le çatlatıy or v e y arıy orlar karanlığı. Delip geçiyorlar ay dınlıklara. Büy ük, ama çok büy ük halay lar kuruy orlar, türküye duruy orlar ay dınlıklarda. Ay dınlıklar çok uzak değil bizden. Y eter ki umudumuzu kaybetmey elim. Y eter ki, içimizden korkuları, kay gıları söküp atalım. Y eter ki Türk'ü, Kürt'ü, Alev i'si, Sünni'si; işçisi, memuru, köy lüsü, kentlisi, yaşlısı, genci bütün y ürekler öfkeyle alanlarda buluşalım. 1 May ıs alanlarına akalım. Hesap soralım, y arınlarımızı kazanalım. Alanlar bizim olsun.
akın müzik tarihimize, özellikle 70'lerden '90'lara kadar olan döneme damgasını v urdu, zamanla bir kültür haline geldi arabesk. Köyden kente göçüp koca şehirde bir basma açlık, sefaletle yüz yüze kalan insanlara hitabeden form v e içeriğe sahipti. Ancak bu 'çaresiz' kesime taşıdığı şey 'umut' y a da 'bilinç' değildi elbette. Tersine insanları kaderciliğe, umutsuzluğa itmekte üstüne yoktu. Aradan y ıllar geçti... Köprünün alfandan çok sular akmış, devir değişmişti. Özel TV ve radyo kanalları ardı ardına kurulmaya başladı. Ve bunların kurulmasıy la birlikte arabesk müzikte de değer y itimi başladı ve yerini pop müziğe bıraktı. Aslında burada değer yitiren yalnızca ' klasik ara-besk'ti. Yoksa arabesk değerini yitirme-miş, sadece kendini 'çağa uydurmaya', bunun içinde öze dokunmadan, biçimde belli değişiklikler yaparak yeni bir tarz oluşturmaya başlamıştı. Bu, özünden bir şey yitirmemiş, yalnız müzikal olarak Arap motiflerinden uzaklaşmış, daha çok batı ritimlerini kullanan tarza pop müzik dendi. Artık her yanda pop müzik furyası esmekteydi. Ardı ardına pop müzik 'sanatçısı' şöhret olmaya başladı. Öy le ki her gün bir y enisi çıkmakta hızlarına kimse y etişememek-
teydi. Bugün bir anda 'şöhreti yakalayan' yüzlerce pop müzikçi mevcuttur. Bunlardan biri de Murat Kekilli'dir. Adını ilk olarak birkaç ay önce bir gazete haberinde duy duk. Onun ' Bu Akşam Ölürüm' isimli şarkısını dinleyerek intihar eden bir genç anlatılıy ordu haberde. Sonra bu haberler sıklaşır oldu: "Bu Akşam Ölürüz Bizi Kimse Tutamaz Diyerek Ölüme Atladılar", "Raylarda Biten Aşk", "Bu Akşam Ölürüm Şarkısını Dinleyip İntihar Edenlerin 36'y ı Bulduğu Söyleniyor". Haber başlıklarının puntoları ve haberlerin kapladıkları alan büy ümeye, haberler giderek ön sayfalara kaymaya başladı. Ve nihayet televizy onlar olaya 'el attı' (Bu arada ilginçtir medyadaki intihar haberleri arttıkça intihar vakaları da artıyordu). Murat Kekilli ve şarkısı giderek gündeme oturmaya başladı. Kekilli kimi zaman Show TV Ana Haber Bülteni'nde Reha Muhtar'dan 'f ırçasını yedi', kimi zaman magazin programlarının aranır ismi oldu. İster Kekilli v e y apıma taraf ından Unkapanı piyasasının o meşhur 'Reklamın iy isi kötüsü olmaz' mantığıy la hareket edilip tertiplenmiş olsun, ister medy anın bir abartısı olsun, intihar etme haberlerinin ardından Kekilli şöhreti yakaladı, gündemin baş sırasına oturdu v e kaset satışları katlana katlana arttı. Bu arada tavı r / medya / nisan 2000 / sayı : 22
tartışmalar tüm hızıy la sürüyordu. Kimine göre yaptığı klipti intihara teşv ik eden, kimine göre; "Bu akşam ölürüm beni kimse tutamaz/ sen bile tutamazsın yıldızlar tutamaz / bir uçurum gibi düşerim gözlerinden / Gözlerin beni tutamaz" nakaratını taşıyan şarkı sözleri. Tüm bu tartışmalar sürerken, bu şarkıy ı söyleyerek intihar edenlerin say ısı da artmaktaydı. Adeta bir 'intihar modası' başlamıştı. Dile kolay... Artık kendi yaşamına kendi elleriyle son vermek bir 'moda' haline gelmişti. Peki böyle bir şey gerçekten olabilir mi? Tek başına bir şarkı, önceki koşullar v e çevre koşulları düşünülmeden bir yaşama son verdirme gücüne sahip olabilir mi? Gerçekten 'sosyolojik' bir 'intihar vakası' mı doğmuştur? Eğer öy le ise bu durumun tek 'günah keçisi' Murat Kekilli midir? 'Say ın' ve bol keseden 'etikçi' medyamızın bu konuda hiç mi pay ı yoktur? Murat Kekilli, "Bu Akşam Ölürüm" isimli parçasını bir kaç sene önce çıkardığı kasetinde de söylemiş ancak ay nı parça o zaman 'tutmamış' ve kaset sa- tışı da küçük kalmıştı. O kaseti alanlar dinleyenler ile ilgili herhangi bir intihar haberi çıkmamıştı. Y ani bu parça ilk kasette herhangi bir intihar vakasına y ol açmamıştı. Aynı parça son kasete y eniden konuldu. Murat Kekilli henüz
'meşhurlar kerv anına' katılmadan önce y ani kaset satışları henüz düşükken çıkan bir intihar haberi her şey i değiştirdi. Bu intihar gerçekten oldu mu, sansasyon y aratmak için Murat Kekilli v e kaset y apımcısı taraf ından mı üretildi, yoksa basının kendi abartması mıy dı bilinmez, bu haberlerden sonra intihar y a da intihara teşebbüs olayları ile "Bu Akşam Ölürüm" parçası özdeşleşir oldu. Artık konu ile ilgisi olmay an gerçekten bunalıma girip intihar eden biri de bu şarkıdan etkilenip intihara karar v ermiş oluy ordu. Ve intihar etmeden önce son kez "Bu Akşam Ölürü m Beni Ki mse Tuta maz"ı söy lüy ordu. Sosy olojik Bir Olgu; İntihar intihar, bir vaka olarak önemli toplumsal sorunlardan birini oluşturmaktadır. Genellikle y ukarıda belirttiğimiz gibi mesleki, toplumsal ya da ailesel nedenlerden dolay ı ortay a çıkabilir. Bu etkenler kişi üzerinde y oğunlaştığında onun bunalıma girmesine ve giderek 'y aşama tiksintisi' duymasına y ol açabilir. İntihar genel olarak bu durumun ardından mey dana gelir. Örneğin kişi iş bulamıy ordur, ya da çalıştığı halde çok az para kazanıy ordur. Bu para aile geçimine y etmiyordur. Bu durumda aile içi huzursuzluk had safhay a ulaşabilir. O kişi bir çıkış yolu bulamıy orsa, kendini tek başına hissediy orsa v e bu durumu asla değiştiremeyeceğini düşünüy orsa intihan en kolay y ol olarak seçebilir. Zaten kişilerin geçim sıkıntısı çekmesi, gelecek kay gısı duyması ve huzursuzluk içinde y aşaması kapitalizmde genel özelliklerden biridir. Bu noktada intihar bir y önüyle sistem sorunudur denilebilir. Bu sistem içinde intihar koşullarının alabildiğine y ay gın olmasının y anında 'intihara teşv ik de oldukça y aygındır. Bir intihar v akasının oluşması için koşullar kadar intihara teşvik, y ardım v e iknanın da olması gereklidir. İşte bu noktada karşımıza medy a çıkar. Medya ve Etik Medy anın bugün içinde bulunduğu durum içler acısıdır. 'Etiği' kendinden menkul olan medyamız için varsa y oksa tek şey tirajla, raitingle, reklamlarla v e dev letten alacağı kredilerle sağlay a-
cağı kardır, paradır. Bunun için hiçbir şey i yapmaktan çekinmezler. Devletin önüne atacağı üç beş kuruş'u kimsey e kaptırmamak için devletin katliam aklay ıcısı ve ön hazırlıkçısı gibi çalışırlar. Kültürünüzü v e ahlakınızı iğdiş etmek, sizi y alnızlaştırıp bireycileştirmek, empery alizmin o 'göz kamaştırıcı, şaşaalı, büy üleyici' dünyasını ay ağınıza getirip hay aller deryasında y üzmenizi sağlamak onun işidir. Bunların dışında üç tane reklam almak için yapmayacakları şantaj, tehdit, entrika, ay ak oyunu yoktur. Ki bunlar kimi zaman irin y üklü bir çuv al gibi patlar v e gözler önüne serilir. Y ine tiraj v e raiting için y alan y anlış, şişirme haberler y azmakta üstlerine yoktur. Eğer bir haber sıkması çekiliy orsa çok ilgisiz bir konuy u allay ıp pullay ıp gündemin başına oturtuv erirler. Bazen gerçek bir haber bulmay a bile gerek duymazlar. Ortay a koy dukları haber baştan sona düzmecedir v e senary odan ibarettir. Çoğu zaman haberleri de bir tehdit v e şantaj malzemesi olarak kullanırlar. Reklam için paray la haber yaparlar. Erikten anladıkları budur. Bu intihar modası haberi de böy le bir mantığın ürünüdür. Onlar için birilerinin ölmesi, ailelerin dağılması, y ıkılması, insanların acı çekmesi değildir önemli olan. Eğer haber değeri taşıy a-caksa ve bu bir gündem maddesi olarak onu uzun süre oy alay acaksa birilerini intihara teşv ik edecek olması, hay atlarının sönecek olması önemli değildir, basarlar haberi. Y ukarıda da söy ledik. Gerçekten böy le intiharlar olmuş mudur, bizim duy duğumuz somut bir isim y oktur. Ama eğer gerçekten intihara y ol açmışsa bu işin asıl sorumlusu intihan bir magazin gibi işley en, alttan alta ona özendiren v e sanki böyle bir 'f ırtına' v armış gibi gösteren medyadır. Tek başına bu şarkıy la etkilememiştir elbette. İntihar edecek olan kişinin artık geleceği son noktadadır, bir kararsızlık içindedir. Ölümle y aşam arasındaki o ince çizgide gidip gelmektedir. Bu haberle birlikte 'Bu Akşam Ölürüm Beni Ki mse Tuta maz' dedirtilerek ayağının altındaki taburey e son tekme atılır. Medy a bir tavı r / medya / nisan 2000 / sayı : 22
çok kişinin bu parçayla birlikte intihar ettiğini söy leyerek v e sürekli bu parçay ı dinleterek aslında 'Hadi Aslanım Bu Akşam Ölürsün Seni Kimse Tutamaz' demekte v e bir teşvik içinde olmaktadır. Kimi sanatçılar v ardır ki dinley icilerinin y aşantılarını tümden değiştirme gücündedirler. Örneğin Arabesk müziğin 'babaları' Müslüm Gürses y a da Ferdi Tayf ur, dinleyicilerinin y aşantılarını birebir etkileyebilecek güçtedirler. Birçok dinley icileri, say elerinde alkolik v e gece hay atının birer 'neferi' olmuşlardır. Y ine 'Müslüm Baba'nın hay ranlarının v ücutları (medy anın gazıy la da olsa) jilet f açalarıy la doludur. Bunların dışında daha birçok örnek verebiliriz. Ama intihar olay larındaki durum böyle değildir. Y ani intihar olay larının 'Bu Akşam Ölürüm' şarkısının gücüy le bir ilgisi y oktur. Ortada medyanın durumu çarpıtarak işlemesinden kay naklanan v e abartılmış bir durum vardır. Belki Murat Kekilli ve y apımcısı Boğaziçi Müzik daha f azla satmak için bu konunun işlenmesini istemiş olabilirler. Ama hesaplan en f azla bu kadar olabilir. Medy a ise insanlar üzerindeki gücünün v e büyük bir y önlendirme etkisine sahip olduğunun bilincindedir. Ve bu tip haberlerin özendirici v e teşvik edici nitelikte olabileceğini hesaplaya-bilmektedir. Ve bunları bile bile y ay ınlamaktadır. Buradaki sorun elbette intihar haberlerinin v erilmesi değildir, intihar olay ının abartılması, gerçekte olmay an suni bir f ırtına y aratılmış olmasındadır sorun. Ortada açık bir teşv ik v ardır. İntihara teşvik ve ikna etmek düzenin hukukunda bile suçtur. Ancak görüldüğü gibi ortada bir ceza f alan y oktur. Raitingini, tirajım üç-beş puan daha y ükseltmek için yaşamlar hiçe say ılmıştır. Soruy oruz: Başkasının canını hiçe say anlar siz herkese söy lettiniz. Peki kendiniz hiç söy lediniz mi? Söylemediyseniz daha ne tekliyorsunuz? Kurun koronuzu v e gerçekleşeceğini, bizi sizden kurtaracağını umduğumuz şu nakaratı tekrarlay ın: Bu Akşam Ölürüz Bizi Kimse Tutamaz!
ir zamanlar ülkenin birinde pek çok benzeri gibi, dağların bağrını y ara yara yatağını açan bir akarsu v armış. Bu akarsuy un yatağında, aktığı v adi boy unca çalışkan mı çalışkan, ama bir türlü y oksulluktan kurtulamay an bir halk y aşarmış. Bu çalışkan ama y oksul halkı, bu akarsuy un vadisine çeken, y atağında biriktirdiği verimli topraklar v e ılık hav asıy mış. Bu akarsuy u, vadiy i çev reley en dağların beslediğini de bilirlermiş. O dağlarda, kendilerini koruy up kollay an kutsal bir v arlık gözüy le bakarlarmış. Öyle y a! Y az-kış çağlay an, topraklarına bereket taşıy an bu derenin çok uzaklardan gelen suları olmasa, bu v adi böy le olur mu? Derenin sularına, derenin suy uyla da v adiye can katan o y üksek, o y emy eşil sıra sıra uzanan
dağları canları
gibi sev erlermiş. Belki de bu yüzden, çok uzun zaman evvelki ataları bu dağlara "Canik" demişler. Gün doğumundan gün batımına doğru sıra sıra uzanan Canikler'in beslediği dere de bu dağlar ın y eşilini mi almış, nedir? Y emyeşil bir renkte akarmış. Vadi halkı bu yüzden bu akarsuy a " Y eşildere " adını koymuşlar. Y eşildere halkı bu y eşil vadide doğar, bu v adide büy ür, bu v adide ölür v e bu vadiy e gömülürmüş. Y oksul y aşarlarmış. Onca çalışıp çabalamalarına karşılık hala y oksulluktan sıy ıramadıkları, ikisini bir araya getiremedikleri y akalarından, ak kefene girince ancak kurtulurlar-mış.Y ıllar y ılı harman-hasat zamanı doldurdukları, ambarlarına güv enle sırtlarını day ay ıp da şöy le rahat bir kış, şöyle neşeli bir bahar y aşayamamışlar. Ambarlarını doldurduktavı r / öykü / nisan 2000 / sayı : 22
tan sonraki bir iki ay da bir de bakarlarmış, ambarları boşalmış; bir sonraki harman-hasat zamanına kadar ne y apıp nasıl y aşayacaklarını bilemezlermiş. Kara kara düşünür, içinden çıkamazlarmış da, düny anın düzeni böy le derlermiş. Sonra bir gün gelmiş, kara talihli bu halkın bilgeleri, akıl erdiremedikleri hallerini alimlere-ulemaya sormay ı akıl etmişler. Alimler- ulemalar oturdukları y erden Y eşildere vadisini, halkını ölçmüşler, biçmişler, tartmışlar. Ama anlay amamışlar: "Nasıl olur da bu v erimli topraklarda, böyle çalışkan bir halk, varlık içinde yaşamaz da, y okluk v e y oksulluktan sürünür?" Aslında anlamak da istememişler. Her altı ayda bir tahsildarla tüccarın, halkın kapısına day andığını da bilmezden gelmişler. Ama bir y andan da ömürleri toprağı işlemekle geçen o çalış-
kan halka, bilemedik, çözemedik, demek ulemanın, alimlerin şanlarına, şereflerine dokunacak. "Ya halkın gözünden güveninden düşersek!" korkusuyla bir f erman y azmışlar: "Kabahat v adinin suy undadır. O Y eşil-dere vardır y a, hani Canik derler, dağlardan suy unu alır, suları tuzludur. O Y eşildere v adinin o güzelim bereketli topraklarını, sularının tu-zuy la çoraklaştırır. Bereketini y akarkurutur. Halk çalışmasının bereketini bu y üzden göremiy or. Halk her işinin başında kainatın y aratıcısına dua etmeli, v adiye rahmet y ağmalı. Y ağmalı ki akarsuy un tuzu azalmalı. Bereket o zaman y erinde kalır. "Bunlar bilinsin ki, halkımız cahil kalmasın. Ahalinin çalışmasın ın bereketini göster-meyip kurutan, bu tuzlu Yeşildere'dir." Demişler de muhtara okutmuşlar. Ferman alim, ulemanın ama, halk da bir y aşadığını, bir de gördüğünü bilirmiş. Toprağa ektikleri tohumun beş olup, on olup ellerine döndüğünü, ambarlarına dolduğunu bilirmiş. Topraklarına bereketi, y az kış çağlayan o derenin birde o koruy up kollay an y üce Canik dağlarının v erdiğini de bilirlermiş. Zaten bu y okluk belasını da başlarından y ok ediv erseler, bu Y eşildere v adisinden güzel bir memleket y okmuş onlar için. Üstelik düny aları, olup olacağı bu kadarmış! Şu Canikler'in ardına aşıp, öte y üzüne geçip bir göz atalım, başka v adiler v ar mıdır? Varsa nasıldır? Oralarda nasıl y aşanır? Merak etmezlermiş. Nice zaman evvelinden beri ulema böy le söy ley egelmiş ya! "Dönüp dolaşacağınız bu vadidir, gün bu vadiden ötede doğ maz, bu vadiden ötede batmaz. Görüp göreceğiniz bu vadidir." Y ıllar y ılı v adi halkı bunu böy le bilmiş. Altı ay da bir gelen tahsildarlarla, tüccarın dışında bu v adide hiç y abancı y üzü görülmezmiş. Y ılda iki defa gelirmiş, tahsildarla, tüccar. İlkinde Y eşildere'nin karları eriy ip suları boz bulan ık aktığında; ikincisinin de güz y ağmurları düşüp Y eşildere boz bulanık aktı-
ğında. Tahsildar halkın ambarına giren buğday lardan, darılardan "egemen pay ı" diy erek haraç alıp el koy armış. Tüccar pahalıy a sattığı gaz y ağının, şekerin, tuzun karşılığı diy erek, buğday ı, pekmezi y ok pahasına alırmış. Sonra y üklerini tutar giderlermiş. Y eşildere halkı da ambarlarında boşalan y erleri doldurmak için y eniden çalışmay a koyulurmuş. Y ıllar y ılı dev irmiş, yollarda dört tekerlekli arabaların gürültüleri türemiş. Y eşildere v adisinde yaşayan, y oksulluğun, kazanmadan çalışmanın, sömürülmenin canlarından bezdirdiği gençlerini de Canikler'in öte y üzünün merakı sarmış. Y alnız Y eşildere vadisinin gençlerini değil, ülkedeki bütün diğer v adilerde yaşay an gençleri de ay nı merak sarmış. Her bir vadinin genci, olduğu olacağı bu kadarsa dört tekerlekli makine ile gelmey e başlay an tüccarla tahsildar nereden geliy or diye sormay a başlamış. Sorular da muhtarları bunaltmaya... Bu durum tahsildarla tüccarın kulağına, oradan da egemenlerin huzuruna aktarılmış Alimler, ulemalar, tahsildarlar, tüccarlarla bütün egemenleri bir kay gı sarmış. Bütün vadilerde y aşay an halklar akarsuların aktığı v adiler boy unca ay aklanır da dereler gibi akarlarsa, akarlar v e birleşirlerse nice olur bizim düzenimiz, kay gısıy la bir kay naşmışlar ki! Kaf a kaf aya v erip günlerce birbirlerine danışmışlar. "Dağların karları erir erime z, vadilerin yolları açılıp, akarsular bula-nır bulan maz basalım onlar ı. Basalım başlarına ki, çökertelim o mu zların ı, eğeli m boyunlarını işlerinden başkasını göre mesinler" kararında birleşmişler. Bir gün Y eşildere'nin heyecanlı hey ecanlı akışına, hızlı h ızl ı, sıcak sıcak soluy anların hey ecanlı nef esleri karışmış. Canik dağları'nın kuzey y amaçlarını soluk soluğa aşan, komşu v adiden gelen gençler, sonunda Y eşildere'yi besleyen pınarın gö züne ulaşmışlar. Günler boy unca pek çok v adiyi geçerek gelen bu
tavı r / öykü / nisan 2000 / sayı : 22
gençler, Canikler'in doruğuna vardıklarında kar sularının altından çağılday an bir pınarla karşılaşmışlar. Kana kana su içip günlerdir susuzluktan yanan y üreklerini soğutmuşlar. On genç, on tane heyecanla çarpan y ürek soluklarını düzenlemiş, körük gibi kalkıp inen göğüs kaf esleri inmiş. Kendi v adilerinden çıkıp başka v adilerde de y aşay anlar olduğunu gördüklerinden beri v adi v adi dolaşmaya başlamışlar. Her v adinin tahsildarına, tüccarına, bilcümle egemen v e egemen uşağına karşı çıkmay a çağırmışlar halkı. Çağrıların y ükselip her y andan, herkes taraf ından duy ulabilmesi için de bütün v adilerin egemeninin üç adamını kaçırıp esir almışlar. Y eşildere vadisine doğru inen on gencin tek düşüncesi bütün v adi halklarının y oksulluktan kurtulabilmesi için, bütün egemenlere sömürüy e karşı başkaldırmalarını sağla-y abilmekmiş. Hele onlardan birisi v armış ki "bu vadi halkına, yoksulluğun kaderleri ol madığ ını, tahsildarla, tüccara ambarlar ın kapısını aç ma zlarsa e meklerinin zayi ol mayacağını, varlık içinde yaşayabileceklerini anlatabilmeliyiz." diy ormuş. Bu vadinin dışında da pek çok v adi de pek çok halkın y aşadığını anlatabilmeliy iz. Eğer bütün v adi halkları birleşirlerse, bütün ülke topraklarındaki tahsildarları, tüccarları, bütün egemenleri ve egemen uşaklarını ortadan kaldırabiliriz. Bu dağlardan bütün v adi halklarına bunu duy urabilmeliy iz" diyormuş. Ve Onlar bu amaçlarını gerçekleştirmek için y ürümüşler. Bütün v adilerin halkları akarsular boyunca y ürüsünler v e birleşsinler; büy ük bir güç olsunlar diy e. O zaman, aynı y atağından taşan bir akarsuyun sel y atağı önündeki tüm engelleri dev irdiği gibi bu ülkenin halkları da y oksulluktan kurtulabilecekmiş. İşte Onlar, bu hedeflerine v arabilmek için Y eşildere'nin sarp yamaçlarından aşağı inmekteyken,
akarsular eriyen kar sularıy la boz bulanık çağlarken, gökyüzü doğan sabah güneşinin önündeki dumanlı ve gri bulutlarla kaplıyken, üç adamı kaçırılan egemenler, adamlarını kaçıranları y akalamak için ülkenin bütün vadilerini tutmuşlar. Tuttukları v adilerde pusular kurmuşlar. Pusu kurmakla da kalmamış, ihbarcılar, dalkav uklar aramışlar. On genç ise "Canikler korur kollar bizi, düşmana ver mez" diy orlarmış. Sonra on genç kendileri gibi Canikler'i sev en, Canikler'inde kendilerini kolladığını bildikleri Y eşildere'lilerin evine gelmişler. Y eşildere'liler tahsildarlar ve tüccardan başka köylerine ilk def a böyle y abancı birilerinin geldiğini görmüşler. Misaf ir edip ağırlamışlar. Bu on kara y ağız y iğit genci dinlemişler; dinledikçe sev mişler. Y ıllar y ılı ulemanın gün y üzü görmeden çalıştıkları halde y okluktan kurtulamamalarının sebeplerini kendilerinden gizlediklerini öğrenmişler. Sonra başka vadilerinde olduğunu... O v adilerde de kendileri gibi çalışkan ama y oksul halkların y aşadığını öğrenmişler bütün derelerin birleştiklerinde büy ük akarsular oluştuğunu, güçlerinin dağları y arıp sel olup önündeki bütün güçleri dev irdiği gibi kendilerinin de egemenleri dev irebileceğim hey ecanla dinlemişler. Onların anlattığı gerçekleşirse, bu vadi cennete döner demişler. Demişler ama alimlerin v e tahsildarların, tüccarların gücüne güv enen muhtar gençlerin y erlerini egemenlerin uşaklarına ihbar ediv ermiş. Günlerin uzay ıp bahara döndü ğü, Y eşildere'nin eriy en kar sularıyla coşup boz bulanık aktığı o gün, Y eşildere v adisinin her y anından y ükselen dört tekerlekli makina sesleriy le karanlığa dönmüş. Gökten v e y erden egemenlerin ordusu Y eşildere v adisini kuşatmış. Sanki bütün v adilerin egemenlerinin askeri, polisi, jandarması bu v adiye toplanmış. Egemenler y ine kaf a kaf aya v ermişler. "Vadiler boyunca peşlerinden
gidilen on gencin en son bu Y eşildere v adisinde görüldüklerini artık öğrendik. Esir adamlarımız da onların elinde v e Onlar silahlı. Akıllarınca, her v adinin halkına bize karşı birleşirlerse güçlerinin bizi dev irmey e yeteceğini anlatıy orlar'. Bakın, biz on silahlı adamla bütün bir orduy a karşı savaş açtık derlermiş. Böy le dey ip dey ip bütün v adi halklarının aklın ı çelerlermiş. Bunların sesini tez zamanda kesmezsek, bütün v adi halkları bize karşı birleşir. Birleşirse de rahat düzenimiz dev rilir" demişler. Muhtar gençlerin y erini tam da bu zamanda söylemiş. Düşmanın ordusu on genci kaldığı ev de kuşatmış. Kuşatma altında gece karanlığında sadece silah sesleri v e silahlardan çıkan kurşunların ışıkları f arkediliyormuş. On genç kuşatmanın ortasında en yüksek sesleriy le türküler söylemeye başlamışlar. Ellerindeki silahlar, karşılarındaki ordunun silahlarına karşı koyamayacak kadar azmış. Ama onlar halka günler boy u anlattıkları gibi, egemenlere karşı direnilerek kazanılabileceğini göstermey e söz v ermişler. Bu on gencin destansı direnişini duy an v e gören v adi halkı: "Haraççılarla mezatçıların koruyucuları ordularını yığmış, şu on genci teslim alamıyorlar, Onlar düşmana kurşun yağdırıyor, kapıları kapatıp düşmana kurşun yağdırıyor, Bizim kapımıza gelen tahsildara tüccara kapılarımızı açı-vermemiz gibi kapılarını açmıyorlar da direniyorlar. Emdikleri süt helalmiş onlara, bizim yemeklerimiz, yataklarımız da helal olsun onlara." diyormuş. Egemenler: "Bu on silahlı genç vadi halklarına kötü örnek olmaya başladılar, bir an önce yoketmemiz lazım" demişler. "Teslim olun. Esirleri bırakıp teslim olmazsanız hepiniz öleceksiniz" demişler. Bu söz biter bitmez Onlar'ın cev abı yükselmiş. "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik." Gecenin sessizliğinde bu cev ap bütün Y eşildere v adisinden işitilmiş. O zaman vadi halkı "Bu Onlar'ın sesi, sözlerinde doğru oldukları buradan bel-
li" demişler. Peşinden de y ükselen silah seslerini işitmişler. Ta-ta-ta-ta-ta-ta-tata-ta-ta-ta-t-ta-ta... Ertesi sabah dereboyuna inenler hay retler içinde kalıp, gözlerine inanamamış. Derenin rengi y eşil değilmiş artık. Hemen koşup gördükleri herkesi çağırmışlar. Gelen herkes Y eşildere'nin kızıl renkte aktığına tanık olmuş. O gün v e ertesi günler de kızıl akmış dere.Ve giderek Y eşildere adı unutulmuş, Y eşildere'nin adı Kızıldere diy e anılır olmuş. O gün bu gündür, yani Kızıldere v adisinde ilk silah sesinin ilk çığlığının duy ulduğu günden beri vadinin halkı, y oksulluğun nedenini bilir-miş. Y oksulluktan kurtuluşun y olunu anlatan on gencin haykırışlarıy la dolu o geceden sonra Y eşildere'nin Kızıldere'y e döndüğüne inanırmış. O gün bu gündür y ani Kızılder e v adisinde ilk silah sesinin duy ulduğu günden beridir egemenlerin başına korktukları gelmiş. Ülkedeki bütün v adilerde Kızıldere'de patlayan silah sesi duy ulmuş. Her bir v adinin halkı başka v adilerde de yaşayan halkların olduğunu öğrenmiş. Diğer v adilerin halklarıy la birleşmek için v adiler boy unca y ürüyüp, akmışlar. Kızıldere son değil demişler. On genç türküler söy leyerek sav aşmışlar, ve türküleşmişler. Vadi halkı kendilerinden çok şey öğrendikleri on genç için türküler yakmışlar. Oy dere Kızıldere Böyle akışın nere Onlar biter mi sandın Sana can vere vere Dere bizim evimiz Suyu alın terimiz Söyle nedendir dere Vurulur gençlerimiz Dere böyle durulmaz Gence kurşun sıkılmaz Sanma faşist olandan Birgün hesap sorulmaz... Ve bu türkü, o günden sonra bütün v adilerde söylenir olmuş...
tavı r / öykü / nisan 2000 / sayı : 22
ün gece sabaha kadar uyuy amadım. Henüz y atak iki saat olmuştu ki, birdenbire ter içinde gördüğüm rüy adan uy andım. Sonra da bir düşüncedir aldı beni. "Herhalde akşam seyrettiğim oyundandır" dedim, kendi kendime. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiy atroları'nda sey rettiğimiz Aristophanes'in "Barış" adlı oy ununun bende böy lesine kâbusa dönüşeceği kırk y ıl düşünsem aklıma gelmezdi doğrusu. Gördüğüm rüy anın başlangıcı bir kâbus gibi değildi aslında. Çok eski çağlarda, sanki ilkel komünal düzenin içinden geçtiğimi hatırlıy orum. Hani o gündüzlerinde kuşların kanatlarını gökyüzünün mav isine çaldığı, gecelerinde ise mily onlarca y ıldızın alkışlarıy la uy uduğumuz... Kovalasan y akalaması mümkün olmay an y emy eşil ovaların uçsuz bucaksız serildiği... Kocaman başlarım göğün bey az pamuk tarlalarına y aslamış, o ak saçlı dağların gölgesinde, güv en içinde, utangaç bir gülümseme gibi toprağın y üzünde oradan oray a koşuşturan insanların y aşadığı bir düny a. Y eryüzünün y üreğinin üzerine açılmış bir "kardeş sofrası"nın çev resinde elele tutuşmuş sıcaklık. Her sabah ve ak-
şam olduğunda yery üzünü kucaklayan göğün kızıllığ ı. Öy lesine dinç bir milat. Öy lesine mert ve zarif . Ha bir de, işley işini kav rayamadıkları olay lar karşısında, bu olayların muğlak v e karanlık güçler taraf ından y önetildiği ve istendiği hissine kapılış. Ve bu güçlere kendi iradesini atfediş (animizm). Çok
tavı r / tiyatro / nisan 2000 / sayı : 22
ütopik değil mi? Ama unutmay alım ki, ütopy a kelimesinin anlamı "hiçbir yerde olmayan"'dır. Marks ve Engels ise, bu kelimey i "bu böyle olmaz" anlamın da kullanmıştır. Bütün bunları düşündüğümde v e bir katkı sunmak gerekirse "olmayacak değil ama" demekten bir zarar gelmez sanırım. Beni gece y arısı ay ağa kaldıran rüy amın girişi böyley di. Y ani henüz kâbus değil. Pranganın henüz keşf edilmediği bir şenlik içinde düny ay ı yeniden üreten, durmadan üreten v e değiştiren bir "kardeş sofrası". Sonra ansızın, "Dağıl ın! Bu sofra benim!" sesi. Sof ranın çev resine bağdaş kurmuş oturanlar kaf alarım kaldırıp sesin geldiği y öne baktılar. Bir kalabalık. Daha düne kadar sof rada beraber oturdukları kardeşler. Tamdık yüzler. Ama onlardan bir f arkları v ar. Giy dikleri şey ler v e ellerindekiler. Kalabalığın arkasından y ine o aynı ses, "Dağılın diyorum size!". Anlay amadılar ne olduğunu. İtiraz ettiler: "Ne oldu, neden?" Herkes birbirine şaşkınlık içinde bakıy ordu. Ne olmuştu? Göğün y üzey ini kara bulutlar kapladı. Y ine aynı ses "İtiraz isteme m! Dağıl ın diyorum size!". Sof radakiler ay ağa kalkmak istediler. Henüz dizelerinin üzerine doğ-
rulmuşlardı ki, daha düne kadar hep beraberce nasırlı elleriyle topraktan söküp aldıkları v e iki kere su v erdikleri çeliğin mav isi parladı yüzlerinde. Diz üstü kalakaldılar öylece. İki kere su verilmiş çeliği elleriyle kavrayanlar, sofranın bezini çekip aldılar. Y üreği parçalandı düny anın. Dağıldı ne v arsa her şey. Dizlerinin üzerinden bir daha doğrulmak istediler. Çeliğin mav isini sapladılar y üreğine düny anın. Toprağın yüzüne bir allık bulaştı. Utandı toprak. Gözy aşlarını arak tutamıyordu gökyüzü. Boşaldıkça gözy aşları, bağrına gömdü toprağın utananı. Doğrulmak için bir kıy amettir koptu. Durmadan yağdı gözy aşları göğün. Ama y ıkanmadı toprak. Hep bağrına gömüldü utancı. Dindiği gün gözy aşları, yüzü çatladı toprağın. Alın çizgileriyle v urdu utancım. Sonra kentler. Kara bulutların bir yorgan gibi örttüğü, her bir köşesinde doğrulmaya çalışan dizüstü insanlığın enerinin üzerinden yükselen kentler. İnce belli sokaklarından dizüstü akan bir ırmak gibi hepsi bir meydana boşalıy or. Mey danda etten v e mermerden bir sürü tanrının tepeden bakan kanlı gözleri ve bir y ılan sessizliği... Şenlik v ar... Mey dan durmaksızın doluy or. Başlan önlerine eğik ırmaklar durmadan akıyor. Bileklerinde birbirine bağlı çeliğin mavisi parlıyor. Prangalar, zincirler... Şenlik var... Tepedeki, etten ve mermerden tanrılar, y ığının eteklerinde diz çökmüş "Barış" alfandan madeni kimliğini alıy or v e ardından meydana dönüp şenlik programım açıklıy or; ilk aşama bağ bozumu, ikincisi üzüm sıkma, üçüncüsü tadım, döndüncüsü ise kutlama. Program açıklandıktan sonra, geçit töreni yapıyor başlıklarıyla çeliğin mav isini bileğinden kavrayanlar. Onlar da yerlerini alıyorlar. Etin ve mermerin tanrısal işaretiy le başlıy or bağbozumu. Bileğinde prangalarla çiğniy orlar tonlarca üzümleri. O kahrolası hüznün türküsünü söy lüyor herkes. Toprağın sessiz çığlığı türkülere karışıyor. Acının kardeş türküleri. Y eni tanrı aday ı "Barış", henüz dizlerinin üzerinden kalkmamış olsa da, tüm köle ır -
maklarına tadıması için talimat v eriyor. Bütün Dionysia kenti tadıyor şarabı. Ardından kutlamalar başlıy or. Şaraplar tadıldıkça başlıy or uy uşma. Herkes şarabın etkisiyle kendinden geçiyor. Kahkahalar sarıyor her tarafa. Ancak kara toprağın alnı kırışıy or. Toprağın sessiz çığlığı kay boluy or kendinden geçenlerin ve kahkahaların arasında. Demokrasi kenti Dionysia, şarapla y ıkanarak yemden doğuyor sanki. Kendinden geçenler, bileklerinde v e yüzlerine dönük çeliğin mav isiyle ruhlarım arındırıy orlar. Ama toprak arınmıy or. Gittikçe y üzü çatlıy or toprağın. Derken, ef endilerinin eteklerindeki yeni tanrı aday ı "Banş"m işaretiyle, uslanmaz, başkaldıran köle "Sav aş", çeliğin mavisiyle kuşatılmış meydana sürüklenerek getiriliyor. Zafer çığlıkları atıy or tepedeki etten v e mermerden tanrılar. Çeliğin mavisinin keskin gölgesinde zorla meydanın ortasına kadar getiriliy or köle "Savaş". Prangalar, zincirler titriyor. Sanki selamlıyorlar köle "Savaş" ı. Köle edilmiş "Savaş", bir kadın, toprak gibi doğurgan, hırçın, şefkatli, uslanmaz... Zor zaptediy or çeliğin mavisi onu. Yeni tanrı aday ı "Barış"a efendileri bir imkan v eriyorlar. Kadın köle "Savaş"ı yargılama f ırsatı. Ama, savaş tutsak edilmiş olsa bile rahat durmuyor. Mey danda şarapların tadına bakılıy or v e kutlama devam ediyor. Köleler bu şenlik içinde, bileklerinde prangalarıyla kendilerinden geçiy orlar. Ruhlarından kurtuluyorlar. Şarabın etkisiyle, ruhlarının kurtulmasını ef endilerine ait bedenlerini terketmesinde görüy orlar adeta. Zaten doğada doğumu, üremeyi, ölümü ve yeniden dirilmey i getirmiyor mu bağbozumu? Tutsak düşmüş köle "Savaş"ın y argılanması ve cezalandırılması, bu y ıl ki bağbozumunu daha da bir şenlendiriy or. Ölümü v e yeniden dirilmey i simgeleyen, demokrasi kenti Dionysia'nın adını, anayasasını belirleyen şarap tanrısı Dionysos'un mermerden heykeline dönüy or herkes selamlamak için onu. Herkes şarap kadehlerini kaldırıy or ve tavır / tiyatro / nisan 2000 / s ayı: 22
selamlıyorlar onu. Ef endileri, "Banş"a göz ucuyla işaret ediy orlar v e y argılama başlıy or. "Barış" tanrısı namzeti, çeliğin mavisi altındaki köle "Savaş"a v e tüm meydana y argılama konuşmasını yapıy or. Demokrasi kenti Dionysia'nın istikrarım sarsmanın v e Dionysos Anayasası-'nı hiçe saymanın cezasının ölüm olduğunu açıklıyor. Çeliğin mavisi parlıyor ve tüm prangalar, zincirler şıkırdı-yor bu sessizlik içinde. O anda köle kadın "Sav aş", "Barııış" diye haykırıy or. Etten ve mermerden tanrılar kardı gözleri v e yılan sessizliğiyle izliyorlar "Savaş"ın çırpınışını. Bir daha haykırıyor "Savaş", "Sen sonsuz, mutlak değilsin Barııış"... Bu haykırışın üzerine yere y ıkıy or onu çeliğin mav isi. Ama durmuy or kadın köle "Savaş", bir daha haykırıy or, "Ruhum yeniden doğacak Barııış" diye. Y ıkıldığı yerden doğrulmak istiyor. Çeliğin mavisi parlıyor ve unutulmayacak bir öf ke gibi saplanıyor kadın köle "Savaş"ın y üreğine. O anda gök gürlüy or ve y ıldırımlar düşüyor toprağın üzerine. Toprağın içinden bir çığlık f ırlıy or v e y ırtıy or meydanın sessizliğini... İşte tam burada ter içinde uy andım. Sabaha kadar döndüm durdum ev in içinde. Ertesi gün Karetta Hazal'la vapur iskelesinde buluşacaktım. Gerçi bu deniz kenarına verilmiş randev u, bizim Karetta için biçilmiş kaftan desek yeridir. Sabaha kadar uy umay ıp ve düşündüğüm şey leri de y anıma alarak Karetta'y la buluşmay a gittim. Vapur iskelesine v ardığımda, Karetta yumurtasından çıkmış ve henüz kurda kuşa yem olmamış bir şekilde bekliyordu. Beraberce v apura binerek Asya'dan Avrupa'ya geçmek üzere güv ertedeki yerimizi aldık. Söylediğimiz iki çay ve üzerine y akılan iki ciga-ra da muhabbetin bel kemiği. Çay dan bir yudum çekip ve aklımdan geçirdiğim "karbonatın ülsere iyi geldiği tezi"nden sonra mev zuy u f azla dallandırıp budaklandırmadan Karetta'y a gördüğüm rüy ay ı anlattım. Karetta' nın gözleri midesinden büyük oldu. Ve ardından en beklenmedik tepki!..
- EeeeeeL - Ne "Eeeeee"si? - Y ani sonra? - Sonrası bu işte. - Anladığım kadarıy la, sen izlediğimiz "Barış" oy unuyla rüyanda hesaplaşmışsın. - Bir bakıma öy le. Öyle ama, bu "barış" v e "savaş" kav ramlarını ele al dığında, karşına çok ürkütücü olaylar çıkıy or. - Bence "barış" çok güzel bir şey. -Ev et bence de. Ama, kiminle, nerede, nasıl, niçin ve neden "barış" sorularını sorduğunda tuhaf bir görüntüyle karşılaşıy orsun. Sabaha kadar hep bunları düşündüm. Öncelikle, bu "Barış" adlı oy unu y azan Aristophanes'i düşündüm. Aristophanes kimdi ve hangi koşullarda y aşay ıp bu oy unu yazmıştı? Aristophanes, Ky dathenaion'un soylu ailelerinden birisinin oğlu olarak düny aya gelmiş. Babası Filip'in Eginia'da topraklan varmış. Bu nedenle kentten köy e gitmiş. Tiy atronun komedy a geleneği içindeki y erini alan bu yazar, y azdığı oy unlarında doğrudan doğruy a toplum eleştirisine katılmış. Ama nasıl? Hele sor bir bakalım nasıl? - Nasıl? - Demagogların sav aş açma politikası, kadın haklan gibi zamanın başlıca sorunlarını sert bir şekilde eleştirmesi-
nin temelinde, egemenliğini y itirmiş aristokrasi sınıf ı ile y ükselmeye v e topluma hakim olmay a başlay an tüccar orta sınıf arasındaki siy asi çatışma, bu iki sınıf ın düşünce tarzları v e ahlak anlay ışları arasındaki uzlaşmazlık yatar. O dönem içinde Antik Y unan düny asını düşünsene bir kere. Sürekli birbiriyle çekişme içinde olan kent devletler (polis) v ar. Ancak, Pers (İran) İmparatorluğu Y unan yarımadasına saldırınca, bütün bu iç çekişme duruluyor. İç çatışma, dıştan gelen saldın sonucunda, tuhaf bir şekilde görece bir "barış" ortamına dönüşüy or. Çünkü dış düşman v ar. Falanj düzeniy le sav aşan Atina kent dev leti bir kereye mahsus olmak üzere Pereleri geri püskürtüyor. Tüm Y unan kent devletleri askeri açıdan bir day anışma içine giriyorlar. Persler'in yeni saldırılan karşısında Thebai kent dev leti teslim oluy or. Atinalılar ise kenti terkedip, adalara v e Peloponessos'a doğru çekiliy orlar. Persler tam iki kez Atina'y ı y akıp y ıkıyorlar. Bu olanlar karşısında birleşik bir Y unan ordusu kurma karan alınıy or ve daha düne kadar barbar dedikleri Spartalılar'dan y ardım istiy orlar. Spartalılar'ın komutasındaki birleşik Y unan ordusu, Persleri geriletmeye başlıy or. Önce Persler, Anadolu'ya çekiliy orlar. Bunun hemen ardından Y u-
tavır / tiyatro / nisan 2000 / s ayı: 22
nanlılar bir baskın y aparak, Anadolu'nun Sisam karşısındaki Mikale burnunda kıy ıy a çekilmiş Pers donanmasını y akıp tümüy le y ok ediyorlar. - Eee, buradan ne sonuç çıkaracağız şimdi? - Çok basit. Pers sav aşlarının Atina demokrasisi üzerinde, ilginç etkileri v ar. Daha açıkçası bu sav aşlar, bir yanda uf ak bir azınlığın y önetimde etkili olmasına, diğer y anda alt sınıf ların da siy asal yaşama daha etkin olarak katılmalarına y ol açmıştır. Anayasa değişiklikleri, kurumsal f arklılaşmalar olmuştur. Pers tehlikesi karşısında herkesin kent dev letin korunmasına katkıda bulunması zorunluluğu, kısa süre içinde bütün "y urttaş"ların siyasal haklara tümüy le sahip olmaları sonucunu doğurmuştur. Pers savaşlarında kazandıkları zaf erler, Atina halkının maddi durumunun düzelmesini ve "demokrasi"nin sağlam bir biçimde y erleşmesini sağlamıştır. Bunun üzerine Atina kent dev leti önderliğinde örgütlenen tüm Y unan kent devletleri, Persler'e karşı sürekli bir sav aşı sürdürebilmek amacıy la, bir askeri birlik oluşturarak Attik-Delos deniz birliğini kurarlar. - Günümüzdeki Birleşmiş Milletler v e NATO gibi mi? - Ev et, öy le say ılabilir. Sonra ne oldu? Sonrasında Atina kent dev leti y önetiminde olan bu ortak birliğin hazinesini, Atinalılar kendi kentlerine taşıy arak, ortak paray ı, amacı dışında, Atina'nın daha da güçlenmesine ve kazançlarının dah a da arttırılmasına harcadılar. Attik-Delos Birliği'nin ortak kasasının getirdiği değer, Atina kent dev letinin empery alist bir politika izlemesine y ardıma oldu. Hatta, Atinalılar elde ettiği bu güçle, diğer kent devletlere kendi para birimini, ölçü sistemlerini kullanmay ı mecbur kıldılar. Bütün ekonomisini diğer kent dev letlerin sömürülmesi üzerine oturtan Atina, bu birlikten ay rılmak isteyenlere de şiddet kullanmaktan kaçınmamıştır. Ay rıca Atina halkı, bir anlamda kendi sınıf çelişkilerini yaşamasına rağmen, diğer kent devletlerin birliği
içinde adeta bir egemen sınıf gibidir. Y ani, günümüzde ezen sınıf, ezilen sınıf v e ezen ulus, ezilen ulus çelişkilerinin iy ice bir y umak haline gelmesi gibi. Bu ekonomik demokrasi görünümüne, pek öy le üretilen servetin adaletli bir biçimde bölüşülmesi y oluyla değil, sömürüden sağlanan kazançların bir kısmının Atina halkının f akir kesimlerini y oksulluktan kurtarmak için harcanmasıy la v anlmışü. Atina Empery aliz-mi=Atina Demokrasisi f ormülü. - Peki, bütün bunların Aristophanes'le bağlantısı nedir? - Doğru bir soru. Ama bu sorunun y anıtı parçalan birleştirmekle mümkün. Şimdi, Aristophanes bir aristokrattır. Aristokrasinin, köy lünün kendine özgü uy umlu bir düzeni olduğu v e henüz tüccar sınıf ının belirmediği dönem içinde, aristokratlar kendilerine göre onurlu v e erdemli y aşamaktadırlar. Tek egemen kendileridir v e huzur içindedirler. Peki bu düzen ne zaman bozulur? - Ne zaman? - Tabi ki Pers saldırılar ından sonra. Y ani sav aş başlay ınca. Ve bu sav aşa karşı gelebilmek isteyen aristokratlar, kendi içlerindeki toplumsal birliği y akalay ıp daha güçlü olabilmek için kendi alandaki sınıf lara çeşitli haklar taramak zorunda kalmışlardır. Bunu f ırsat bilen orta sınıf, zanaatkarlar falan, zaman içinde v e savaş sürerken hem ekonomik güç kazandılar, hem de yönetime daha f azla katılmay a başladılar. Hatta empery alist Atina içindeki soylular v e sözünü ettiğim yeni zenginler oligarşik düzen y anlısı olmuşlardır. Çünkü ordunun v e donanmanın harcamaları, büy ük ölçüde soy lular v e zenginler taraf ından karşılanıy ordu. Buna karşılık, bu empery alist politikanın getirdiği maddi kazançlar, onların değil, Atina halkının cebine giriy ordu. Bu empery alist politika, Atina içinde, "demokratik" partinin ve bunun day andığı kesimlerin siy asal açıdan daha da güçlenmelerine y ol açıy ordu. Sözünü ettiğim bu ne idüğü belirsiz parti, diğer kent devletlere de bu anlay ışı ihraç ediy or v e gerekirse zorla benimset-
mey e çalışıy orlardı. Bu ihraç etme politikasının amacı ise, aristokratları iktidardan uzaklaştırmaktır. - Y ahu sözünü ettiğin şu Antik Y unan düny asını günümüzdeki tüm Batı düny asına benzetebilir miy iz? - Ev et çok güzel Karettcığım. Böyle bir soy utlama y apmak mümkün. - Bu anlamda demokrasi ise, belli bir ulusun v e belli sosy al kesimlerin çıkarını gözeten bir sınıf iktidarı öyle mi? - Böy le bir soyutlama da mümkün Karettcığım. - Gelelim Aristophanes'e... - Ev et gelelim. Aristophanes hep Platonculuğu savunmuştur. Platon'un "ideal dev leti"nde üç sınıf v ardır. İlki y önetenler, y ani devlet adamları. Bunlar f ilozof politikacılardır v e onların işlerine kimse karışmamalıdır. İkincisi koruy ucular, yani ordu. Üçüncüsü ise üreticiler, y ani emekçiler. Dolay ısıy la Aristophanes kendi bulunduğu sınıfsal konumdan y ola çıkarak, kendi doğrusunu bulmuş. Sav aşa karşı çıkmış v e barış demiş. Çünkü o, daha yaktı v e dürüst gördüğü eski hay at tarzını, aristokrat sınıf ile köylünün belirli bir uy um içinde y aşadığı, bu sınıf sal eşitsizliğin daha bir kültürel ayrılığı y aratmadığı dönemi sav unur v e "y eni"y e, "y eni"de gördüğü aksaklıklara karşı çıkar, giderek onları alay a alır, taşlar ve komedyasını bunun üzerine kurar. - Y ahu Aristophanes'in "barış"ı benim sözünü ettiğim mutlak barış aray ışı gibi değilmiş. Aristophanes'in kendi tarihsel koşullarında bulunduğu durum ile, günümüzün Kemalistleri-nin durumu birbirine benzerlikler gösteriy or doğrusu. Şimdi anladım Kemalistlerin kamuculuğunu, anti-emperyalistliğini v e küreselleşme karşıtlığını. - Doğrusu senden korkulur Karetta. Böy le bir soyutlamay a, ne yalan söy ley eyim hay ır diy emey eceğim. Aristophanes'in "barış" anlay ışı kendi tarihsel koşullan içinde, gelmekte olan "y eni"den korkusudur. Hatta kadın haklarını sav unuy or diy e göklere çıkarılan oy unu "Lisistrata" ise, sözü getavır / tiyatro / nisan 2000 / s ayı: 22
çen savaş gerçeği içinde savaşa gidip kendileriy le ilgilenmiy orlar diye erkekleri protesto eden kadınların öy küsüdür. Karetta Hazal'la bu sohbetimiz sürerken bitmiş olan anti-ülser çay larımızı hatırlatan çaycının sesi duyuldu... - Hay di baylar, burada çay lar!.. Hemen iki çay daha söy ledik ve karbonatın teinle olan uzlaşmasını y udumlamay a koy ulduk. Karetta çay ını y udumlay ıp denize bakarken aniden dönüp "Y a rüy andaki şu yeni tanrı aday ı "Barış"ın öldürttüğü kadın köle "Sav aş"!" diy e sordu. - İşte bunu sormaz olaydın diy emiy orum sana Karettacığım. İyi ki sordun. Çünkü, bütün gece bu y üzden uy uyamadım. Kadın köle "Sav aş"ın, y eni tanrı aday ı "Barış" taraf ından öldürülmesi, bütün gece boyunca "barış" kav ramını sorgulattı bana. Zaten bu sorgulama başlay ınca bütün tarih bir f ilm şeridi gibi aklımın içinden geçti. Düşünsene düny a tarihi boy unca binlerce savaşın y aşanmış olması, bizlere mutlak barışın y eryüzünde henüz y erleşmemiş olduğunu göstermiy or mu? Y a günümüze kadar y aşanmış olan "barış" durumlarının, aslında, sav aş hazırl ığın ı kendi içinde taşıy an sav aşsızlık durumları olduğu ortada değil mi? Daha doğrusu, düny amızda "barış", y ani görece "barış" y a da savaşsızlık durumları olarak karşımıza çıkmıy or mu? Ay rıca, bu geçici "barış" durumları ne pahasına sağlanabilmiştir tarih boyunca! Mesela, Roma "barış"!, 50 milyon kölenin baskı altında tutulmasıy la olmamış mıdır? Y a 19. yüzy ılda bunun bir karşılığı olan sömürgeci "barış" ise, düny anın üçte ikisinin sömürgeleştirilmesiyle sağlanmamış mıdır? Böy le bir "barış" olabilir mi sence? - Böy le bir "banş"la savaşmak gerekir. - Gördün mü, v erdiğim örnekler senin içindeki kadın köley i ayağa kal dırdı bile. Y ani, ancak özgürlüklerin y okedilişi pahasına kurulabilmiştir sö zü geçen "barış". Bu anlay ıştaki bir "barış"a karşı girişilen özgürlük mü-
mücadelenin bir tarihi olup, banş-mücadele diy alektiğini kendi içinde taşımaktadır. - Ama sözünü etliğin gerçek bir barışa imkansız diy orlar. - Ben de sana şunu söy lerim o zaman, "Gerçekçi Ol İmkansızı İste"!... O sırada v apur y anaşmış ve biz Av rupa y akasına ay ak basmıştık. İskeleden tiy atroy a doğru yürürken Karetta Hazal bana dönüp şöy le dedi... - Ben bir barış şarkısı biliy orum. Söy leyey im mi? Ben de tabii söy le dedim. Karetta, bir Amerikalı halk şarkıcısı olan Bob Dy lan'ın o meşhur şarkısını, "Sav aşın Babaları" (Masters Of War, 1962) adlı şarkıy ı mırıldanmay a başladı bile... caddeleri de karşı sav aşa yol açmıştır haliy le. Hatırlıy or musun, muhalif gazete v e dergilerde eskiden hep "kirli savaş" sözlerini okurduk. Bu "kirli savaş" tanımlaması içindeki mücadeleyi bırakıp sav aşsızlık durumuna geçmek de "kirli bir barış" olmaz mı? İşte, "barış" kav ramının böy le bir çelişkin karakteri v ar. İnsancıllık (hümanizm) taşıy an herkes, özgürlük kav ramı olmaksızın bir barışı düşünmemelidir bence. Bu anlamıy la insanlık tarihi boy unca "barış", sadece savaşsızlık durumları içinde olumsuz olarak düşünülmemiş, aynı zamanda mutlak barış gibi olumlu bir anlamıy la da düşünülmüştür. Gerçek bir barış böy le bir barıştır zaten. - Ev et doğru söylüy orsun, sözünü ettiğin bu savaşsızlık durumlarının ortadan kalkması için mutlak barışla barışmak gerekiy or. - Sınıf lı toplum gerçeği içinde sağlanan sav aşsızlık durumları, mutlak barışın, y ani kadın köle "Sav aş"ın öldürülmesiy le mümkün oluy or. Örneğin, Rönesans döneminin, f eodal düzene karşı genç burjuv azinin boy attığı dö nem olduğunu, Ay dınlanma Dönemi'nin ise, burjuv a düzenin kendi egemenliğini kurma dönemi olduğunu düşünürsek, "barış" kav ramının da na sıl burjuv azi elinde en büy ük "ideal" katma y erleştirilmiş olduğunu anlarız. Y ani burjuv azi, kendi sav aşsızlık durumu olan idealinin egemenliğini kura-
bilmek için feodal düzene karşı amansız bir sav aş v ermiştir. Böy lelikle, kendi sav aşsızlık durumu olan idealini kurabilmek için, kendinden önceki feodal düzenin sav aşsızlık durumunu değişime uğratmak durumunda kalmıştır. Burjuv azinin kendi evrensel egemenliği temelinde dünyada kurmay ı amaçladığı sav aşsızlık durumu, y ani "barış" düşüncesine dayanan burjuv a insancıllığı (hümanizmi) böyle bir şey oluy or. İnsanca bir şey mi bu? - Burjuv aysan "insanca" tabii. - Bırak şimdi şaka y apmay ı. Bir de böy le bir "banş"ı empery alist baskıy la sağlamay a çalışıy orlar. Haliy le bu durum karşısında ezilenler, sınıf sal özgürlük ile ulusal kurtuluş savaşlarına y öneliyorlar. Demek ki, "barış" kav ramı, "özgürlük" v e "insancıllık" kavramlarına sıkı sıkıy a bağlı olduğu kadar, "özgürlük" v e "insancıllık" kavramlarını taşıy an sınıf ların v e ulusların da tarihsel özelliklerine de sıkı sıkıy a bağlılık göstermektedir. Öy leyse, gerçek bir barışa ulaşabilmek için, görece "barış" ortamının değişime uğratılması gerekiy or. Hatta, gerçek bir barış, gerçek bir özgürlük v e gerçek bir insancıllığın ortay a çıkarılabilmesi için, görece "barış"ın, görece "özgürlüğün", görece "insancıllığın" değişime uğratılması gerekiy or. "Tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir." diy orsak, binlerce savaşı içeren düny a tarihi de bu tavı r / tiyatro / nisan 2000 / sayı : 22
"Gelin savaşın babaları Sizler silahları üretenler Sizler, savaş uçaklarını yapanlar Sizler, dev bombaları yapanlar Sizler duvarların ardına gizlenenler İsterim ki, bilin Maskelerinizin ardını gördüğümü. (...) Siz tetikleri yaparsınız Başkaları çeksin diye Yaslanır arkanıza seyredersiniz Ölü sayısının artmasını Saklarsınız evlerinizde Genç insanların kanları Bedenlerini terkedip Karışırken çamura. (...) Size bir soru sorayım Değerli mi paranız Af satın alabilecek kadar? Buna inanıyor musunuz? Umarım kabullenirsiniz Ölüm kapınızı çaldığında Kazandığınız paralar yetmeyecek Ruhunuzu geri almaya. Umarım ölürsünüz. Ölü münüz yakındır Soğuk bir öğleden sonra Tabutunuzun ardından gideceğim Ve ölüm yatağınıza indirilirken Seyredeceğim sizi. Ve bekleyeceğim mezarınızın başında Gerçekten öldüğünüzden emin olana dek. halksahnesi@hotmail.com www.halksahnesi.org
tav覺 r / kapak konusu / nisan 2000 / say覺 : 22
Yükselen toplumsal muhalefet '70'li yıllarda kendini iyiden iyiye hissettiriyordu, yüz binler, hak alma bilinciyle, bağımsızlık için, sosyalizm için meydanları inletiyordu. Bu yükselen bilinç tabi ki sanatçı aydın kesimi de beraberinde sürüklüyordu. Değişen süreç, Cem Karaca, Moğollar, Zülfü Livaneli gibi isimlerin çalışmalarında, müzikal olduğu kadar içerik boyutuyla da toplumsal değişimi dikkate almalarını zorunlu kılıyordu. İçerik olarak, halkın isteklerini konu alan türküler üretilirken bir diğer yandan da Anadolu Halk Müziği, batı müzikal formlarının gelişkin unsurlarıyla kaynaştırılıyordu. Bu da, dönemin özgün bir yanı oluyordu. Bu güne kadar, türküleri düzenlerken kullanılan enstrümanlar bağlama, kaval, davul vb. iken artık bunların yanı sıra gitar, piano, keman... vb. enstrümanlar da düzenlemelerin ayrılmaz bir parçası oluyordu. T üm bunlarla birlikte klasik halk müziğinin tek sesli yapısı da çok sesli bir forma evriliyortavı r / müzik / nisan 2000 / sayı : 22
du. Ancak bu gelişim tüm hızıy la sürerken Anadolu ozanlar geleneği de gücü oranında dev am ediyor, duyarlı kesimlerin dillerinden düşmüyordu. İçerik olarak halk muhalefetinin if adelerini kullanan bu kesimler üslup olarak ise daha kaba bir if ade tarzını seçiyorlardı. Anti-empery alist bilinç, politik içeriğin benimsenmesini getirirken, kitleselleşen mitingler, gösteriler, üniv ersite f orumları, işçi grevleri, memur eylemleri ortamın motiv asy on gücü olan dev rimci marşların y apılmasını zorunlu kılıy ordu. Y alnız, bu dönem daha çok öne çıkan y öntem v ar olan askeri marşların üzerlerine dev rimcipolitik sözlerin y azılması şeklinde kendini gösteriy ordu. Varolan ihtiyaç pratik olarak böy le gideriliyordu. Ancak, öne çıkan dev rimci muhalef et y epy eni dev rimci marşların y apılabilmesi için gerekli ortamı zaten hazırlıy ordu. Buna karşın, y eterli ortam olmasıy la birlikte, çok fazla üretimin olduğu söy lenemez. Y a da en azından y ükselen devrimci muhalefetin oranında üretimin olduğunu söy lemek y ersiz v e y anlış olur. Ev et, dönemin müzisy enleri böylesi politik bir ortamda, dev rimci kitlesel ey lemler
v arken bu muhtevada, y eterince türkü v e marş üretememiştir. Bu da göstermektedir ki dönemin müzisy enleri dev rimci muhalefetin pratik, müzikal ihtiy açlarını görememişlerdir. Vey a bilinçli olarak görmek istememişlerdir. Varolan politik ortamın '80 askeri darbesiy le düşmüş olması bu f aaliy etlerin de sona ermesi anlamına gelmektedir. 80'lerle birlikte y aratılan depolitizasy on ortamı, dev rimci müzikal seyrin uzun y ıllar canlanamamasını getirmektedir. Ancak '85'ten sonra Grup Y orum'un f aaliyetleri politik ortamın biraz daha hareketlenmesini sağlamıştır. Varolan depolitizasy on ortamından sıyrılmanın henü z y aşandığı y ıllar olan bu günlerde, politik söy lemleriy le öne çıkan Grup Y orum, gerek içerik gerekse müzikal boyutlarda y aptığı açılımlarla bir tarzın öncüsü olmuştur. Bundan sonraki günlerde grup müziğinin y aygınlaştığı, geniş kesimler taraf ından benimsendiği
görülmüştür. Nitekim '90'ların başlarıy la birlikte Grup Y orum'u örnek alan siyasal muhtev aya sahip pek çok müzik grubu çıkmıştır. Tabi y ıllar ilerledikçe özellikle politik söylemlerden uzaklaşan bu gruplar ardı ardına dağ ılmıştır. Y ada dev rimcilik ve radikallik adına müzikal estetikten kopmuşlardır. Ve ilerley en y ıllarla birlikte Grup Y orum adeta bu kulv arda tek başına kalmıştır. Bunların y anı sıra, bu dönemin, y ani politik ortamın çok alt seviy eye düştüğü bu sürecin başka bir özgünlüğü ise siy asal if adeleri kullanan ama y ılgınlığı temel alan ve müzikal olarakta farklı bir v ersiy onla arabesk tarzı kullanan Ahmet Kay a gibi isimleri öne çıkartması-dır. Varolan boşluğu kullanan bu gibi isimler kısa sürede büy ük dinley ici topluluklarına kav uşmuştur. Y ine bu dönemde politik içeriği olmasa da Ezginin Günlüğü, Y eni Türkü gibi gruplar kendinde olmayan misyonlar yüklenerek sahiplenilmiştir. Grup Y orum'un, söylem tarzı, müzikal f ormu, sahnedeki duruş biçimi, sapmaz politik çizgisi v e sanatçı-ay dın tav rı geçmiş v e v arolan sanatçı tiplemesi içerisinde ay ırt edici özelliği olmuştur. Dejenerasyon Boyutlanıyor '80 askeri darbesi sonrasında y apılan politikalar, halk muhalefetini yok etmek v e tekrar doğrulmasının önünü almak için yoğun bir f aaliyet in göstergesi oldu. Bu politikaların
tavı r / müzik / nisan 2000 / sayı : 22
birinci ay ağı baskı v e zor olmakla birlikte daha sonraki v e daha belirley ici olanı ise kültürel anlamda büy ük bir dejenerasy onun organizasy onu oldu. Uy gulanan politikalar değersizleşme ve geleneksel kültürün unutulması şeklinde kendini göstermey e başladı. Bu politikanın hay ata geçebilmesi için ise en önemli unsur tabiki kültürel v e sanatsal f aaliyetlerin buna hizmet edecek tarzda örgütlenmesiydi. Bundan dolay ı da kurulu sistemin geçmişten bugüne adımlar attığı sanat politikası daha bir iradi hale getirildi. Medy a bu tarzda örgütlendi. Tam bir denetim altına alındı. Y ay ın politikaları bu tarzda şekillendirildi. Geleneksel müzikal f ormdan gittikçe uzaklaşıldı. Ülkemiz açısından tam temelleri olmayan müzikal f ormlar v e bu içeriklerle oluşmuş müzik türleri halka benimsetildi. Beğeniler altüst edildi. Düşünmeyen, tartışmayan bir ruh hali oluşturuldu. Nitekim 70’lerin başında y ay gınlaşan v e giderek "kaderci", "ezik-y enik" bir ruh halini kitlelere taşıyan arabesk müzik bu f aaliyetin bir
ay ağını oluştururken '90'larla birlikte bu müzik y erini popa devretmiştir. Ve bunlar v arolan kurulu düzenin, '90'larla birlikte kitleleri y ozlaştırma v e halk kültüründen uzaklaşarak, kendi sorunlarına y abancı bir nesil yaratmak için giriştiği f aaliy et açısından güçlü bir silahı olmaktadır. '90Tarm başından itibaren TRT, elinde bulundurduğu medy a tekelini açılan özel telev izy on kanallarına kaptırdı. Ancak bunlar da açıldıkları, y ay ın faaliy etlerine başladıkları günden itibaren TRT'den çok daha ileriye giderek, topluma y ay ılmaya başlanan dejenerasy onu körükledi. Başlattıkları yirmi dört saat y ay ın faaliy eti halkın gündemine giren, onu y önlendiren, beğenilerini biçimlendiren temel bir unsur oldu. Büy ük ölçüde özel televizy on kanallarının etkisiy le hemen her hafta y eni bir pop y ıldızı kitlelere sunuluy ordu. Artık bir süre sonra, bir anda ünlenen "müzisy enleri" takip etmek bile güçleşmeye başladı. Y üzü eskimeye başlay an bir kişinin y erini hemen bir başkası alıy ordu. Ve sonra bir başkası... Y onca Evcimik, Hakan Peker, Harun Kolçak, Aşkın Nur Y engi v b... İsmi bile hatırlanmay an pek çok star. Gelişen pop akımı biçim olarak TRT'nin muhaf azakar kaf a y apısının v e son dönemin tabiriyle arabeskin demode y apısının aksine gençlere dinamik, hey ecanlı, renkli günler armağan ediy ordu. Gençler artık bu müzikle coşmalı dünya umurunda olmamalıy dı. Dönemin istenilen kültür politikası buna hizmet etmekteydi v e nitekim bu konuda başarılı da olunduğu söy lenebilir. Ve '80 sonrası kültürel, müzikal gerileme v e y ozlaşmanın en fazla görüldüğü dönemler olarak bu y ıllar gösterilebilir. Ancak pop'un da çok temel bir açmazı v ardı ki o da halkın geleneksel müzik kültürünün üzerinden şekillenmiy ordu. Aşağı görünen arabeskin bile kimi y önleriyle halkın
tavı r / müzik / nisan 2000 / sayı : 22
genel kültürel y apısıy la bağları v arken popun bu y önde hiçbir niteliği yoktu. Ve ciddi temelleri olmayan bir şekillenişin sonu tükeniş olabilirdi ancak. Nitekim, son dönem diye tabir edeceğimiz bir süreçte bu durum kendini halk türkülerine dönüş olarak gösterdi. Bu süreçte, pop müzik y apan ve y ıkılmak istemeyen kişiler kendini türkülere verdi. Vey a en azından albümünde bir tane de olsa türkü okudu. Ancak gelişen v e popu dev iren türküler akımı da ciddi, sağlam temeller üzerinde yükselmiyordu. Çünkü v ar olan kesimleri düzen, medy a tekelleri hakimiy eti altına almıştır. Medy a duruma el atmış, pop'un devrinin bittiğini anladığı anda kendi iradesinde y ükselen türküler f uryasını halka sunmuştur. Tüm bunlarla birlikte, el atılan türkülerin müzikal gelişimi ise çok sığ v e bay ağı olmuştur. Varolan halk türkülerinin müzikal y apılarının, düzenlemelerinin üzerine ciddi anlamda eğilinmemiştir. Ticari kay gılar belirley ici olmuştur. Emek harcanmamıştır. '90ların belirley ici yanlarından biri ise tüm düny a genelinde olduğu gibi, etnik müziğin y ay gınlaşmasıdır. Bu akımın ülkemize y ansıması ise daha çok Anadolu'da y aşay an hakların müzikal f ormlarında
v e dillerinde türkülerin söylenmesi niteliğinde olmuştur. Tabi bu çıkışın y apılabilmesinde devrimci, politik ortamın belirley iciliği de açıktır. Ve bu gelişimin en önemli ay aklarından birini ise Grup Y orum oluşturmaktadır. '80 sonrası gözaltılar, tutsaklıklar bedeli ilk kez kürtçe türküy ü Grup Y orum seslendirmiştir, daha sonra ise ilk kez bir albümünde Kürtçe türkülere yer vermiştir. Çer-kesçe, Lazca v e Arapça'y la da bu ağı genişletmiştir. Bu gün ise bu tür çalışmaları y apan pekçok müzisy en v ardır. '90'a kadar etnik müziğin sey ri ise daha çok y asakların gölgesinde kalmıştır. Ancak türlü y asaklamalara karşın ev lerde çoğaltılarak, el altından dağıtılarak, dinlenerek bu türküler korunmuştur. 1900-2000 y ılları arasında ülkemizdeki v e kısmen düny adaki müzikal gelişim, değişim ve öne çıkan akımlar bu şekilde olmuştur. Elbette tekrar belirtmekte y arar v ardır ki değindiğimiz her konu üzerine kuşkusuz çok f azla durulması gerekmektedir. Ancak kaba hatlarıy la bir tablo çizdiğimizde karşımıza çıkacak y önler bunlar olmaktadır. Dikkat edilecek önemli bir nokta, hatta değişimin temel noktası toplumsal f arklılaşmaların y aşandığı, çeşitli siy asal akımların y önetime geldiği dönemlerde müzikal beğenilerin, içerik v e biçimde f arklılaşmalar y aşadığıdır. Y ani toplumsal değişimlerin yaşandığı her y erde y önetime gelen politik organizasyonun kendi bakış açısıy la müziğe bir y ön v erdiğidir. Ancak buradan y anlış bir sonuç ta çıkartılmamalıdır, çünkü müziğin toplumsal bir muhtev adan uzaklaşmasını beklemek çok yanlıştır. Kuşkusuz müzik de hay atın içindedir v e bir taraftır. Tarihte her dönem müzikal f ormların oluşması bunların içeriklerinin niteliklerinin belirlenmesi y önetici kurumların bakış açısı v ey a ülkede öne çıkan siyasal akımların nitelik-
leri çerçev esinde şekillenmiştir. Müziğin gelişim göstermesi v ey a gerilemesi de ülkey e hakim güçlü politik organizasy onun ideolojisinin niteliğiy le ilintilidir. Geçtiğimiz yüzy ıl içerisinde Osmanlı'nın son dönemlerindeki batıya hay ranlık müzikte yansımasını nasıl bulmuşsa, Sovyetlerdeki müzik politikası nasıl müziğin seyrini belirleyip, onun gelişimine önay ak olmuşsa v eya Mussolini İtalyası, Nazi Almanyası'nda müziğin önü tıkanarak, dar bir bakış açısı hakim kılınıp, gelişim yok edilerek güçlü müzikal üretimler yapılamamışsa tüm bunlar v ar olan politik organizasy onların ideolojilerinin birer ürünüdür. Dünyay a ve insanlığa bakış açılarının müzikteki y ansımasıdır. Örneğin Faşist Almany a'nın müzikal gelişim katetmesini beklemek doğasına aykırıdır. Çünkü insanlığa sabit bir bakış açıları v ardır ve elbette ellerindeki silahlardan biri olan müziği de bu y önde kullanacaktır. Ve baskı v e katliamcı tutumları müzikte de etkilerini taşıy acaktır. Ülkemizde ise istenilen toplumsal politikaların hay ata geçebilmesi için y ürütülen müzik politikası y aşadığımız y üzy ıl içerisinde daima halkın geleneksel müzik f ormlarını derinlerde tutmuş, onun gün y üzüne çıkmasını engellemiştir. Vey a otantik halinden bir adım ileriy e gidebilmesi için hiçbir girişim yapılmamıştır. Aksine geleneksel temeller üzerine oturmay an sürekli batı taklitleri v e içerik olarak y ılgınlığın, suskunluğun öğütlendiği tarzlar revaçta olmuştur. Son dönem diy e tabir edebileceğimiz süreçten örnek v erirsek arabesk v e ardından pop f ury ası bu niteliktedir. Varolan müzik politikasına karşı çıkış v e alternatif yaratma çabası içerisinde olan Ruhi Su, Grup Y orum gibi müzisy enler ise daima baskı, y asak v e engellemelerle karşılaşmıştır. Ancak toplumsal muhalef etin
y ükseldiği, güçlü olduğu dönemlerde ise müzisy enler de üretimlerde bu gerçeği gözardı edemez du rumda olmuşlardır. 70Ti y ıllar Türkiyesi'nde ki müzikal sey ir buna örnek niteliktedir. Öy le ki bu y ıllarda arabeskin bile toplumsal bir y apısının olduğundan söz edilebilir. Geçtiğimiz y üzy ılın başlarında y ükselen sosyalist dev rimler daha sonraki y ıllarda empery alist saldırıların karşısında sağlam bir y apıda duramay mca empery alist hega-monya düny aya hakim olmuştur. Ve bugünün düny asında müzik politikasını ağırlıklı olarak empery alist politikalar y önlendirmektedir. Bunun sonucunda müzik çalışmalarının büy ük bir oranı sömürü ağının bir parçası olarak dejenerasy on v e suskunluğu aşılay an, çev resine y abancı, insani değerleri hiçe say an bir kültürel şekillenmeye hizmet etmektedir. Ülkemizde dev rimci mücadelenin sey rinin düştüğü dönemlerden biri olan son dönemde müzikal çalışmalar da genel olarak kültürel dejenerasyon vb. hizmet etmektedir. Grup Y orum v e belki buna eklenebilecek birkaç ismin dışında bu politikaya karşı çıkan da yoktur. Böy lesi bir ortamda teknik olarak müziğin gelişeceğinden söz etmek çok da mümkün değildir. Nitekim Anadolu motif lerine yabancı, biçimi y erellikten uzak, içerik olarak genel halkın sorun v e gündemlerine y abancı y apımlar y aygındır. Bundan sonraki dönemlerde müzikal gelişimin sağlam temeller üzerinde y ükselebilmesi için müziğin dev rimci bir tarzda ele alınması gerekmektedir. Elbette bu noktada yukarıda da söz ettiğimiz gibi halkın dev rimci dinamiklerinin y ükselmesinin de buna çok büyük katkıları olacaktır. Kuşkusuz müzimiz de halkın genel gelişimini sağlay acak faktörlerdendir. Ancak bir bütün olarak birbirlerini etkileyerek bir gelişim sey ri izlenecektir. -son-
tavır / müzi k / nisan 2000 / sayı: 22
ristokrat bir ailenin çocuğu olarak 1905 yılında İstanbul'da dünyaya gelir. Aydın bir insan olan babası, tip doktoru İsmail Derviş Bey, kızının eğirimi için özel hocalar tutar. Al dığı bu eğitimin de etkisiyle Suat Derviş, daha on dört yaşındayken roman yazar ve bunu ünlü Fransız yayınevi Galimar"a gönderir. Yayınevi kendisine gönderdiği cevapt a, romanın basımı için bir süre beklemesi gerektiğini belirtir. An cak Suat Derviş, o genç kız heyecanı içinde ," Bu bana dokundu" der ve romanı geri alır. Aynı yıl yazdığı "Hezeyan" isimli şiirinin, iradesi dışında Alemdar Dergisi'nde yayınlanmasıyla edebiyat dünyasına adım at ar. Bu sürprizi kendisine yapan kişi ise, aile dostları olan ve son raki dönemde birçok aydının yetişmesinde payı bulunan Nazım Hikmet'tir. Ancak Suat Derviş, Nazım Hikmet'in bu sürprizinden hiç hoşlanmaz. Sonradan belirttiği gibi "Çocukça kaprisler yapar" ve Nazım'a küser. İlk romanı "Kara Kitap"ı 1920 yılında yayınlayan Suat Derviş, henüz on beş yaşında ülkemizin ilk kadın romancılarından biri olur. Bu rom anıyla o, adeta "geliyorum" diye haber verir. Duyulmamış konusu ve anlatımındaki incelikle "Kara Kitap", o güne kadar Türkçe çı-
manlarını piyasaya sürer. 1924 yılında ise "Fatma'nın Günahı", "Beni mi", "Buhran Gecesi", "Aksaray'dan Bir Perihan", "Hepimiz Birbirimizin Örneğiyiz" gibi roman ve öykü kitaplarını yayınlatır. Bunları 1928'de "Gönül Gün" ve 1937'de "Emine" romanları izler. Suat Derviş'in 1920-30 yıllan arasında yazdığı romanlar edebiyat eleştirmenleri tarafından övgüyle karşılanır. Örneğin Ahm et Haşim, "Ne Bir Ses Ne Bir Nefes" adlı kitabını "kitabı kaparken, bir afyon kabusundan uyanan bir Çinli gibi asabım, garip anlatılmaz bir korkunun ürpermeleri içindedir ve gözlerim, parlak sırmalı karanlık kumaşlara uzun uzun bakmış gibi tatlı ve derin konuşmalarla doludur" diye yere göğe sığdıramaz. Suat Derviş, uzunca bir süre roman yazmaz. Yıllar sonra roman yazmasını, "1930 yılından beri hiçbir kitap bastırmadım. Çünkü bu tarihten itibaren çok daha müşkülpesent 61tavı r / biyografi / nisan 2000 / sayı : 22
hametsiz tenkitlerde bulunmaya başladım." diye açıklar. Yaptığı, kapsandı bir özeleştiri ve kendini aşma çabasıdır. Yazdığı romanları önceleri çok beğenirken, sonradan bunları "çocukluk deneyimleri" olarak görür ve biyografisine almaz. 1930-32 yılları arasında Almanya'da Berlin Konservatuarına ve Edebiyat Fakültesine devam eden Suat Derviş, burada aynı zamanda gazeteciliğe de başlar. Almanya'da çeşitli yayın organlarında öyküleri ve "Sultan'ın Karıları" isimli romanı basılır. Nazilerin iktidara yürüdüğü ve Alman demokrat basınının susturulmaya çalışıldığı bir dönem de Türkiye'ye döner. Almanya'da başladığı gazet eciliğe burada da İkdam Dergisi'nde kadın sayfal arı hazı rlayarak devam eder. Ardından çeşitli gazetelerde eleştiri yazılan, röportajlan yayınlanır. Sonradan TKP Genel Sekreterliği yapacak olan Reşat Fuat Baraner ile
ev lenir. Bu evlilik ilerici demokrat bir kimliğe sahip olan Suat Derv iş'in, örgütlü mücadeley e girmesine de hizmet eder. Artık o, dönemin tek örgütlü gücü olan TKP'nin bir üy esidir. Sosyalizm İçin Mücadelede Geçen Yıllar Suat Derv iş'in y aşamı, Reşat Fuat Baraner gibi bir kişi ile ev li olması elbette hay ata daha farklı bakmasını getirir. Basında işçi sınıf ı v e emekçilerin bilinçlenmesine dönük y azılan, röportajları bu tarihten sonra birbiri ardına çıkmay a başlar. Üstelik TKP, Komintern'in 1935 y ılında kendisi için aldığı "Desantralizasy on" karan ile tam bir f aaliyetsizliğe düştüğü y ıllarda dahi bu çabay ı gösterir. "Ben yalnız edebiyatçı değil, aynı za manda da gazeteciyim" diy en ve gazeteciliğinin edebiy atçı yanını beslediğini söy leyen Suat Derviş, 1940'ta eşi Reşat Fuat Baraner ile birlikte Y eni Edebiy at Dergisi'ni çıkarır. On beş günde bir y ay ınlanan v e 26 say ı çıkan dergi, kısa sürede f ikir-sanat-edebiy at alanında ileri-cidemokrat ay dınların toplandığı bir merkez olur. Gerek gerçekçi ve gerekse de sosy alist gerçekçi edebiy atın gelişmesi için dergi, kapılarını genç kalemlere ardına kadar açar. Bu kişiler arasında Orhan Kemal, Mehmet Seyda, İlhan Tarus, Hasan İzzettin Dinamo, Abidin Di-no, Sait Faik, A. Kadir gibi sonradan ünlü olacak kişiler de vardır. Y eni Edebiy at Dergisi'nin kapanması üzerine, Suat Derviş, o dönemde İstanbul'da y ay ınlanan Akşam v e Hürriyet Gazeteleri dışındaki gazetelerin hepsinde y azı y azar. Makaleleri, f ıkraları, röportajları, roman v e öyküleri, günün romanları üzerine eleştirileriy le basının v azgeçemediği bir y azar olarak kendini kabul ettirir. Ancak basın-edebiy at düny asında, gerek sosy alizmi savunmasından kay naklanan bir af arozu yaşadığı için v e gerekse de ekonomik nedenlerle, müsteşar adlar kullanmak zorunda kalır. Bazı piy eslerini arkadaşlarına v erir v e onlar da kendi isimleriy le bunları oy natırlar. II. Paylaşım Savaşının şiddetlendiği bir dönemde iktidarın da teşv ikiy le ba-
sında tam bir Nazi hay ranlığı alır y ürür. Başta Cumhuriyet ve Tasv ir-i Efkar olmak üzere neredeyse bütün basın, antikomünizm rüzgarını da arkalarına ala rak ilerici-demokrat y azarlara, aydınlara karşı saldırılarını daha da y oğunlaştırırlar. Bunun üzerine Suat Derv iş, Sov y etler Birliği' ni savunan ama Alman f aşizmini v e onun ülkemizdeki resmi-si-v il piy onlarını teşhir eden y azılar y ay ınlar. Onun bu başeğmez tutumu karşısında iktidarın İçişleri Bakanı Şükrü Kay a taraf ından bizzat sorguy a çekilir. Hükümetin politikasına ters düşmemesi için gözdağı v erilir ama o bunu da ciddiy e almaz. Adeta resmi-sivil f aşistlere mey dan okurcasına, "Niçin Sovyetler Birliği'nin Dostuyum" adlı kitabını y ay ınlar. 1944 y ılında çıkan bu kitap, gerek ay dınlar üzerinde ve gerekse de iktidar çev relerinde büy ük bir etki yaratır. Kitabın y ay ınlandığı dönemde askerden kaçmış olan Reşat Fuat Baraner de, TKP'y i y eniden toparlama faaliy eti içindedir. Faaliyetsizlik, ülke gerçeklerinden v e halktan kopuk y aşama alışmış olmak gibi bir dizi olumsuzluğu üzerinde taşıy an bir partide, bu çabalar şüphesiz olumludur. Ancak bu birey sel çabaların, TKP'y i doğru bir çizgiy e çekmesi de mümkün değildi. Nitekim ciddi bir pratik sergilenmeden 1944 y ılındaki tutuklamalar gelip çatar. Tutuklamalar öncesinde Suat Derviş, partinin Bab-ı Ali'deki eli kulağıdır. Anti-Faşist bir cephe oluşturma bilinciy le hareket eder. Y azdığı y azılar v e çıkardığı "Niçin Sovyetler Birliği'nin Dostuyum" kitabından dolay ı iktidarın şimşeklerim üzerine çektiği bir dönemde, sorgulanmalarda adı geçer v e gözaltına alınır. Aralarında Reşat Fuat Baraner, Zeki Baştımar, Hasan İzzettin Dinamo'nun da olduğu altmış beş kişiy le birlikte tutuklanır ve 142. maddeden sekiz ay hapis cezası alır. Gördüğü baskı ve işkencelere rağmen inanandan hiç birşey yitirmez. Askeri hapishanede 600 erkek tutuklu arasında tek kadın tutuklu olarak kalır. Çıktıktan sonra bir ayağı y ine hapishanededir. Eşi v e onunla birlikte yatan ilerici-demokrat aydınlara, işçilere sa-
tavır / biyografi / nisan 2000 / sayı: 22
hip çıkmay a çalışır. Dışarıdaki y aşamı ise y ine mücadeley le geçer. Türkiye'deki ilk basın sendikasını beş arkadaşıy la birlikte kurar v e sendikanın da başkanı olur. Ay nı zamanda Devrimci Kadınlar Birliği'nin de kurucuları arasında y era-lır. Y ine romanları v e makalelerini başka isimler kullanarak da olsa y ay ınlar. Kardeşi Hamiy et Hanım'ın Fransızca'ya çev irdiği eserlerinin telif hakkıy la geçinir. 1950 y ılında eşi Reşat Fuat' ın Demokrat Parti'nin çıkardığı af yasasıy la serbest kalması üzerine, Ankara'da birlikte bir tercüme bürosu açarlar. Ancak bu da çok sürmez. 1951 TKP tutuklama-larıy la birlikte gözaltına alınırlar. Bundan sonra 1953'te kardeşinin y anına Fransa'ya gider. Toplumsal Gerçekçilik ve Suat Derviş Suat Derv iş, 1930' larda ara v erdiği romana 1945'te "Çılgın Gibi" adlı romanıy la y eniden döndüğünde, edebiyata bakış açısı da değişmiştir. O artık, sosy alist gerçekçi edebiy atın ülkemizde gelişmesi için çaba gösteren biridir. Eserleriy le y erleşik edebiyat anlay ışından f arklı v e ileri bir çizgiy i sergilerken, edebiy ata nasıl bakılması gerektiğini de temellendirir. Şöy le der bu konuda: "Evvela kendi toplumunu, ülkesini, daha sonra da bütün dünyayı tanımayan, buralarda yaşayan edebi, toplumsal ve felsefi ve hayati davaları, koşulları bilmeyen, anlamayan bir başka edebiyat yapılamaz. Genç kuşak şunu bilmelidir ki, yetenekle yazı yazılır, kültürle edebiyat yapılır." Suat Derviş, romana y eniden döndüğünde peşpeşe ürünler verir. "Çılgın Gibi" romanı "Kendine Tapan Kad ın", "Yeniden Yaşayabilseydik", "Zeynep İçin", "Bu Ro man Olan Şeylerin Ro manıdır", "Hiç", "Ce mile", v b. romanları bunlara örnektir. Romanlarında eğildiği konular ise oldukça çeşitlidir. Örneğin; Çılg ın Gibi romanında, kapitalist sistemdeki insan ilişkilerinin çıkara, bencil y üzünü olduğu kadar, bireyin yalnızl ığın ı, çaresizliğini konu edinirken; "Bu Roma n Olan Şeylerin Ro manıd ır" kitabında da işçilerin yaşamım bir ka-
dın yazar olarak ilk o verir. Yaptığı bu yeni çıkış edebiyat çevrelerinde büyük yankı y aratır. Ahmet Muhip Dranas, onun için," Ve Allah bilir, bu sahada kendisini tutmanın da imkanı kalma mıştır. O, büyük, ulvi ve güzel kudrete ve şöhrete doğru kanatlanmış gitmektedir" değerlendirmesini y apar. Yine Vasfi Mahir Kocatürk de, "Üslupta Halide Edip'ten daha objektif, daha modem bir hikayeci, derinlik bakımından ondan aşağı kalmayan, özellikle küçük öyküde çok başardı bir yazar" olarak onun değerini v urgular. Bütün bu olumlu değerlendirmelere ve ortaya koyduğu ürünlere rağmen ne yazık ki, Suat Derviş, unutturulmaya ya da y ok say ılmaya çalışılır. Ancak, 1953'ten 1963'e kadar kaldığı Fransa'da-ki çalışmalarıyla O, bu çemberi kırar ve ülkesinde unutturulmaya çalışılsa da dünyada tanınan bir yazar olur. Özellikle "Ankara Mahpusu" romanı haklı bir üne kav uşur.
toplumda onurlu birey ler olarak yeniden yeralabileceğı mesajını vermeye çalışır. Bu mesajı vermek isterken biraz da kendi yaşamında karşılaştığı kimi olaylardan, biriktirilmiş y ılların deneyimlerinden yararlanır. Bunun gerekçesini de şöyle formüle eder: "Ben naturalist bir muharir değil, realist bir yazarım. Her mevzuyu, hayattan aldığım gibi aksettirmem, onu bütün boyutlarıyla, nedenleriyle birlikte göstermek isterim. Benim tiplerim, oldukları gibi değil, malzeme gibi kullandığım birçok tipten kompoze edilmiş kişilerdir." Devrimci Hareket Ve Suat Derviş 1963 yılında ülkeye dönen Suat Derviş, 27 Mayıs sonrası nispi demokratik
1945'te yazdığı ve "Zeynep İçin" başlığıyla tefrika edilen romanını 1957'de "Ankara Mahpusu" olarak Fransızca yay ınladığında çok büyük övgüler alır. Ünlü Le Monde Gazetesi kitabı, "bu kitapta bir tesir aranırsa Gorki'nin tesiri bulunabilir. Çünkü bu roman aynı sadelikte yazıl mıştır" diye tanıtır. Ankara Mahpusu adlı romanı Fransızca' y a Almanca'ya, Rusça'ya, Bulgarca'ya, ve daha pek çok dile çev rilmiştir. Suat Derv iş'in ülkeye döndükten sonra 1960'ların sonunda yazdığı "Fosforlu Cevriye" romanı edebiyat çevrelerinde olduğu kadar, okur kitlelerince de bilinen bir klasik roman olur. Sonraki y ıllarda da filmi çekilen, türküsü bestelenen Fosforlu Cevriye adeta binbir yerinden yağmalanır. Romanda anlatılan Cevriye, kurulu düzenin dışına ittiği bir sokak kadınıdır. Bedenini satmasıyla, küfürleri, rezaletleri, meyhane yaşamıyla tam bir sokak kadını... Ancak bir gün karşısına, devletçe aranan ve siyasi kimliği olan biri çıkar. Tutkulu bir aşkla bağlandığı bu siyasi kaçak onu, bütün pislikler içinden çıkarıp alır. Aslında romanda, sokak kadınlarının da gereken ilgi, çaba gösterildiğinde
luşma adresi olur. Burada y apılan toplantılarda başta Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Ulaş Bardakçı olmak üzere THKO ve THKP-C' nin kadroları bulunur. Y ıllardır birlikte mücadele verdiği eşi Reşat Fuat'ın 1968'de vefat etmesinden sonra da y aşam biçimini değiştirmez. Devrimcilere duyduğu yakınlık, verdiği destek egemenlerin dikkatini çeker. Evi polis taraf ından kontrol alanda tutulur, sürekli takip edilerek rahatsız edilmek istenir. Ama o, tüm bu gözdağı gösterilerine aldırış etmez. Devrimcilerin düzenlediği kitle gösterilerine, panel ve seminerlere ilerlemiş yaşına rağmen katılır. 12 Mart cuntasına tav ır alan ay dınlardan biri olur. 1971'de kontrgerillanın düzenlediği bir sabotajla kültür saray ının y anması üzerine Mihri Belli ile birlikte suçlanır. Fakat o, kontr-gerillanın kendisine ve diğer aydınlara karşı düzenlediği komployu açığa çıkarır. 24 Temmuz 1972 yılında yaşama gözlerini yumar. Eşinin bulunduğu Feriköy Mezarlığı'na gömülür. Geride onurlu bir miras bırakmıştır.
Suat Derviş; Türkiye'nin ilk kadın gazetecisi, hem de ilk kez bir kadın sayfası oluşturan gazetecisidir... Türkiye'de kurulan ilk kadın sendikası başkanıdır... Devrimci Kadınlar Birliği'nin kurucusudur... Fransa'da basılan ilk Türkçe romanın yazandır... Yapıtları on sekiz yabana dile çevrilip yayınlanan ve uluslararası ölçekte tanınan az sayıdaki yazarlarımızdan biridir... Ülkemizdeki toplumsal gerçekçi romanın öncülerinden-dir... Anti-emperyalist, anti-faşist mücadelede devrimci gençliğin yürekli bir destekçisi, devrimcilerin "ana"sıdır....
koşulların ortaya çıkardığı örgütlenmeler içine girmekte gecikmez. Bir yandan dönemin ilerici yayın organlarına yazılar yazar, diğer yandan eşiyle birlikte TİP'te seminerler, konf eranslar verir. "Sosyalist Devrim mi?, Milli Demokratik Devrim mi?, tartışmalarında "Milli Demokratik Devrim"cilerden yana tutum alır. Bu tercihi onu yılların revizyonist-legalist insanlarından çok, militan gençlik hareketine yakınlaştırır. Neredeyse dönemin bütün gençlik önderleriyle tanışır. Evi adeta devrimcilerin bu-
tavı r / biyografi / nisan 2000 / sayı : 22
Suat Derviş 67 yıllık ömrüne pekçok şeyi sığdırmayı başarmış biridir. Y aşamı, onca bedele rağmen sosyalizm için yazarak ve mücadele ederek geçmiştir. İsteseydi aristokrat kökeninin kendisine sunduğu nimetlerden yararlanır, çok rahat bir y aşam sürebilirdi. Ama o, emekçi halkın saf ında yeralma özverisini göstererek bütün bu olanakları elinin tersiyle itti. "1932'den beri beni okuyucularım yaşattı. Hayatta kalemimden başka bir varlığım olmadı." dey işi de zaten bunu fazlasıy la ispat eder.
eşim Ustaoğlu'nun y önettiği bol ödüllü Güneşe Yolculuk filmi, çekimlerinin bitiminden neredeyse bir y ıl sonra İstanbul'da dört, Türkiy e'de yedi sinemada gösterime girdi. Geçtiğimiz yıl, Berlin Film Festivali'nde kazandığı ödüllerin yanısıra, İstanbul Film Festivali'nde de En İyi Y erli Film ve En İyi Y önetmen dallarında ödüller kazanan f ilm Türkiy e'de gösterime girmeden önce on beş ülkede gösterime girmişti. Türkiye'de konusunun piyasa üzerinde yarattığı sıkıntı, filmin gösterimi için engelleme sürecini de getirmişti. Güneşe Y olculuk, bir Kürt ve Türk gencinin tesadüfi başlayan dostluğunu, sıcak bir dille anlatıyor. Tireli Mehmet v e Zorduçlu Berzan'ın dostlukları ile Almany a'da doğup, ailesiy le Türkiye'y e gelen v e bir çamaşırhanede çalışan Mehmet'in kız arkadaşı Arzu'nun çevresinden bir Türkiye görüntüsü anlatılmay a çalışılıy or.
Hapishanelerde yaşanan bir Ölüm Orucu eylemi içinde şehit düşen tutsağın cenazesine katılan Berzahın ölümüy le Mehmet' in, onu, doğup büy üdüğü Zorduç'a götürmesi süreciy le noktalanıy or hikay e.
Hikaye, anlatımı, görselliği ve kurulan sinemasal dilin kendi bütünlüğü içinde iyi bir atmosfer yakalay ıp sıcak bir anlatım sergilese de, hikay eyi ger-
çekte y aşayan anlatılan kesime mensup insanların, kendilerine yabana hissedecekleri birçok nokta v ar. Kuşkusuz, bir kurmaca film öyküsünde hayatin içinde birebir yaşananlarla karşılık aranmaz ama; hikayenin alt metninde ülkenin yorumlanış portresi doğru temellere oturtulmay ınca çizilen karakterler ve y aratılan atmosfer, olay ın yaşandığı topraklan başkalaştırıyor. Belirtelim ki tüm bu yaşananların uzağında kalan, habersiz bir kitle için etkileyici bir atmosfer yaratıyor olsa da bu sorunları yaşay an -ki hiç azımsanmaya-cak- kitle için bir masal dünyası izlenimi verdiği bize göre muhakkak. Nedir bu belirttiklerimiz peki? Y önetmen, Kürt halkının yaşadığı sıkıntıları (yakılan, boşaltılan köylerinden gö-çeden Kürt halkının büyük şehirlerde de aynı ezilmişlik ortamına kesintisiz devam etmeleri) ele alırken sorunu ne sınıfsal ne de tam anlamıyla ulusal bir sorun süzgecinden geçirememiş. Hikayeyi daha çok marjinal kesim için tabir edilen diliyle if ade edersek, bir "ötekiler" sorunu gibi ele almış. Kimdir bu ötekiler? Metropollerin kenara atılmışları, tinerci çocuklar, gecekondulular, Sirkeci, Topkapı, Eminönü, Gazi Matavır / sinema / nisan 2000 / s ayı: 22
hallesi, Sarıgazi gibi birçok emekçi semtinde karşımıza çıkan yanyana yürüdüğümüz, omzumuza çarpan binlerce insan için sivil toplumcu anlay ışın yansımalarından olan bu kavram, halkı halk olma sıfatından alıp bir ötekiler sorununa indirger. Filmdeki yaratılan karakterlerin alt metninde de bu tablo olabildiğince belirgin bir biçimde göze çarpıy or. Oysa ülkesinin gerçeklerine biraz daha dikkatli ve diyalektik bir yorum getiren herkes tüm bu çelişkilerin öz olarak bir sınıf çelişkisi içinde değerlendirilebileceğini yorumlayabilir. Çıkış noktası burası olunca tema bir ötekiler sınırıy la ele alınıy or v e konuya Frantz Fanon'un tezlerinin penceresinden çok kabaca bakılıy or. Nedir Fanon'un tezleri? Fanon, kendi toprağının insanlarını -yani An-tilli zenciyideğerlendirirken bir beyazlaşma tutkusundan sözeder. Karalık psikolojisi onu bir üst kesim olan beyazlarla eşitleşme duygusu içine sokar. Davranışlarından, teninin rengine kadar bey azlaşmaya çalışır. Aslında Fanon bunu, ülkesinin insanlarının, sömürge toprağın insanları olmasından hareketle ele alır, Marksist bir çözümle-
mey e dayanır. Ama temel noktalarının her ülkede benzeşeceği yanlar olmakla birlikte ay nılaşma hiç bir ülke için geçerli değildir. Ve y önetmen Y eşim Usta-oğlu, konuy u Fanon'un tezlerini y ine Marksist özünü çözümlemeden kaba bir y aklaşımla y orumluy or. Filmin iki sahnesinde y aşanan diyaloglar bizim de bu çözümlemey i y apmamızı gerekli kılıy or. Mehmet'in gözaltına alındıktan sonra kaldığı dairenin kapısına işaret konmasını v e oda arkadaşlarının -ki onlar da ay nı sınıf tan olmasına rağmen-onu ev de istememelerini Mehmet, Ar-zu'y a şu sözlerle if ade ediyor: "Anlaşılan ben onlar için de fazla karay ım." ikinci nokta ise, Mehmet'in Berzan'ın cenazesini Zorduç'a götürürken karşılaştığı Tireli bir askerle y aşadığı diy alog. O güne kadar teninin esmerliği ile kimsey i Tireli olduğuna inandırama-y an Mehmet, karşılaştığı Tireli askere, memleketinin Zorduç olduğunu söy ler. Böy lece O da artık Kürt olmuştur, zenci olmuştur; Mehmet artık ötekilerden olduğunun bilincine v armıştır. Not: Bu bilinçlenmeyi dev rimci bir bilinçlenme ile karıştırmay ınız. Tüm bunları içerdiğini vurgulay an Mehmet, memleketi insanıy la arasına bir sınır çeker. Öteki olmanın sının belirsizlesin Sınıfsal katmanların ötesinde kaba bir sizin takım, bizim takım zihni-
y eti, küçük burjuv a rrilliy etçiliğine Av rupai bir hay ran bakış kendini ele verir. İşte bu, konuy a binlerce kilometre uzaktan bir bakıştır. Konunun içinde olan bir insanın y orumu değildir. Batıran, doğuy a bakışıdır. Biliriz ki tüm batı f ilmleri doğuyu anlattıkları f ilmlerde mistik-turistik bir anlatım çizmiştir. Y önetmenimiz bu olumsuzluğa düşmese de, konuy a bir Av rupa duyarlılığı ile y aklaşmıştır. Bu Av rupa bakışı ülkede y aşanan tüm politik gelişmeleri bir Kürt meselesine eklemlemiştir. Ölüm Orucu'ndan, minibüse binen dev rimci görüntüsüne kadar her şey sanki Sri Lanka'daki Tamil Kaplanları'rın mücadelesini anlatıy or. Peki y önetmen, hadi geçiy oruz oy uncular da bilmiy or mu ki, bu ülkede üzerine day andıkları Ölüm Orucu ey lemini gerçekleştiren dev rimciler meseleye bir bütün içinde y aklaşmış v e bu temelde bedel ödemişlerdir. Y ani sadece Kürt ulusu için değil Anadolu'daki tüm ezilenler için y ürütülen bir mücadelenin parçasıdır Ölüm Orucu. Ama öy le bir tablodur ki karşımıza çıkan, ülkede ne oluyorsa aslında bu meselenin bir sonucu y a da politikasıdır. Bu bakış, olumlu bulmasak bile objektif olma statüsünde bile değildir. Bir sözümüz de tüm sinema eleştirmenlerince övülen filmin f otoğraf ik görüntülerine. Görsel sanatların bir başka dalıy la uğraşan herkes gibi Usta-
tavı r / sinema / nisan 2000 / sayı : 22
oğlu da senaryodaki bir takım sıkınaları görüntülerde y arattığı sıcak atmosferle çözmey e yönelmiş. Y a da bu bakış açısı senary odaki sıkıntıları görmesini engellemiş. Bizim temennimiz f ilmin bu temelde de bir bütünlük oluşturmasından y ana olurdu. Av rupa bakışı derken bu düşüncemizi destekley en bir başka etken ise filmin temel müziklerini besteley en kişinin bir balkan duy arlılığını taşıy an Vlatko Stepanov ski taraf ından bestelenmiş olması. Filmi dikkatlice izley enler müziklerin kendi bütünlüğü içinde sıcak ama f ilmle çatışan bir yara olduğunu f arketmişlerdir. Kürtçe türkülerin kullanıldığı bölümlerle müzikler ve görüntüler arasındaki bütünlük biraz daha kotarılmış gibi duruyor. Biz, tüm bu eleştirileri yöneltirken şunu da biliy oruz ki, bir elin parmağını geçmey en bu tip f ilmlerin y apılması, salonlara gelmesi, sey irciy le buluşması önemlidir. Y ılmaz Güney den bu y ana politik sinema ya da halkın sorunlarını irdeley en filmler neredey se y ok denecek kadar azdır. Politik f ilm adıy la ortay a çıkan f ilmler ise hem bu kav ramı hem de sorunlarımızı iğdiş etmekten öte bir işlev üstlenmemişlerdir. Ama biz eleştirilerimizle beraber bu sürecin hız kazanmasından v e eleştirilerle yeni üretimlerin daha doğru bir potada gelişmesinden mutluluk duy acağız.
Ortadoğu üzerine araştırmalar yapan bir yazar olarak, son dönem için Ortadoğu'daki ve ülkemizdeki siyasi gelişmeleri değerlendirir misiniz? Son dönemde ABD stratejilerinde vurgulanan konseptleri şöy le özetlemek mümkün: Soğuk sav aşın sona ermesiy le birlikte sosyalizmin çözülüşü, ABDnin askeri açıdan rakipsiz kalmasını gündeme getirmiştir. ABD milli güv enlik stratejisinin uygulama alanı artık tüm düny a. ABD başkanı Clinton, strateji belgesinin önsözünde; "Sizlere bu askeri güçle boy ölçülemeyeceğini taahhüt ederi m." diy or. Bu konseptlere göre, ABD'nin, küresel güv enliği sağlamak için büy ük bir askeri güce ve global ekonomiy e sahip olması zorunludur. ABD' ye sav aş ilan edebilecek bir güç odağı kalmamakla birlikte, ekonomik rakipleri olduğu v e küresel ekonomi uy gulamasıy la bunun ABD lehine değişeceği vurgulanmıştır. Ay rıca, düny ada bölgesel ve kıtasal özellikler v e ABDnin arzu ettiği serbest ticareti ilke alan GATT, Av rupa Birliği, KEİ, EKİT, EKO, NAFIA, APEC, ASEAN gibi y apıların desteklenmesi esastır. Küresel askeri imparatorluk, dünyanın Amerikanlaşmasının güv encesini oluşturmaktadır. Ana hatlarıy la ABD'nin son dönem yaklaşımlarını bu şekilde tespit etmek mümkün. Tabii ABD'nin küresel askeri imparatorluğunun bir alam v ar. O alanı da ABD, ağırlıklı olarak Osmanlı İmpara-torluğu'nun bir dönem Av rasy a'da egemenliğinde tuttuğu alan olarak değerlendiriy or. Bu son derece önemli bir vurgu. Nitekim Clinton'un 21. y üzy ılı Türk yüzy ılı ilan
etmesinin asli gerekçelerinden biri de bu. Şunu söy lüyorlar: Dünyada gerçek anlamda şimdiy e kadar birkaç imparatorluk yer almıştır. Bu imparatorlukların sonuncusu, Amerika Birleşik Devletleri İmparatorluğu'dur v e bu imparatorluk, kendine egemenlik alam olarak Av rasya'y ı belirlemiştir. Av rasya denildiği zaman akla ilk gelen ülke de tabii ister istemez bir imparatorluk bakiy esi olması dolay ısıy la Türkiy e oluy or. Türkiye'nin son dönemde stratejik önemine y apılan vurgular da buradan kay naklanıy or. Peki neden böyle? En önemlisi, enerji kay naklarına v e su hav zalarına y akınlık, yani Ortadoğu kav ramı içerisine alınmış olan Hazar petrolleri de dahil olmak üzere, düny anın önemli enerji hav zalarına y akınlık v e o enerji hav zalarının ürettiği petrolün, doğalgazın düny a pazarlarına ulaşım y olu üzerinde, kavşak noktası üzerinde bulunma, bir de tabii buraları askeri açıdan kontrol, denetim alanda bulundurmak bakımından üs işlev i görme. Y ani Türkiy e'nin Osmanlı'nın bakiy esi olarak buradaki jeopolitik mihver konumunun ABD açısından önem taşımasının temel noktası bu. Ama tabii bu kadar değil, söyleşi açıldıkça başka detay lara değinme imkanı da bulacağız. Bir tanesini hemen söy leyey im: Dünyada empery alizme karşı direkt başarılı olabilecek tek bölge Ortadoğu'dur. İki nedenle; birincisi, petrol diye muazzam bir kay nak var v e su v ar, ekonomik açıdan bununla empery alizmi altetmek mümkün. Bunun y ansıra diğer gerekçe de, tüm dinlerin v e büyük insanlık birikimlerinin kav -
tavı r / emperyalizm / nisan 2000 / sayı : 22
şak noktasıdır. Dolay ısıy la Ortadoğu'ya müthiş bir yüklenme sözkonusudur. Hem ABD emperyalizmi açısından; hem Av rupa emperyalizmi açısından, hem Japon empery alizmi açısından, hepsinin ay rı ayrı buray a yönelik ticari, askeri bir takım hesapları, bir takım oluşturdukları komplo düzenekleri var. Ama başatlık ve küresel güvenlik adına, yani ernpery alizmin küresel güv enliği adına başatlık, Amerika Birleşik Devletleri'dir. Y ani bölgedeki siyasetlerin şekillenmesinde ağırlık ABDnin. Emperyalizmin II. Paylaşım Savaşı'ndan sonra yeni sömürgecilik yöntemleri geliştirmesi, bütün dünya üzerinde bir politika geliştirmesi anlamına geliyor. Bunu özetlediniz ve ayrıca Türkiye'nin burada önemi, Türkiye'nin önemiyle birlikte bölgenin de önemine bir vurgu yaptınız. Bunları biraz ayrıntılandırdığınız-da, özellikle eskiden beri söylenen bir şey, Türkiye'nin jeopolitik ve jeostratejik öneminden sözedilir ve buna atfen de pek çok politika geliştirilir. Bu politikaları ekonomik ve siyasi boyutlarıyla ele aldığımızda, ön plana çıkan iki olgu gözümüzün önüne geliyor. Bir petrol, bir de
su. Bu gelinen dönemde öz ellikle Sov yet ler Birliği'nin yıkılması, Körfez Savaşı döneminden sonra g elişmelerde petrolün, petrole verilen önem ve bu konuda geliştirilen politikalar düne gör e nasıl bir farklılık arzedi yor, bir de artık su di ye bir olay çıktı ki, Tür kiye'nin İsr ail' e su ver mesi, Türkiye'nin aynı z amand a su yu bi r silah olarak Arap ülkelerin e karşı ku llanm ası gibi durumlar çıktı. Bu konuda neler sö yleyebilir siniz? ABD' nin jeostratejik ve jeoekonomi k çı karları açısından bölgede Tür kiye'ye düş en roller var. ABD, Orta As ya' yı, Avras ya'nın Bal kanl arı olarak değerlendiriyor. Bölgede ise Türki ye' yi ve İran'ı önemli jeopoliti k mihverler olarak s aptı yor. Bölgesel özlemleri ve tarihs el önemleri duygusuyla bu orta büyüklükteki güçlerin konumu ABDnin ilgi alanı içerisindedir. Şimdi Batı yanlısı bir Türki ye'nin petrol boru hatları, ulaşım rotaları ağıyla Orta Asya'nın zengin kaynaklarını Akdeniz'e, Umman Denizi üz erinden kür esel ekonomik etkinliğin büyük mer kezl erine bağlayan s üreçte aynı zamanda jandarmalığı sözkonus udur. Bu önemli. Öte yandan Ortadoğu'da İsrail'le strateji k işbirliğine girmiş bir Türkiye, emper yalist statükoya yönelik, -ki yanlış anlaşılmasın, bu statüko istikrarsızlığın istikrarıdır- her türlü gelişmenin önünde bir engel olarak değer lendirilmeli. Bir de şöyle bir şey var, Tür kiye s on z amanl arda as keri açıdan strateji k hedef planlarını değiştirdiğini deklare etti. Ve ABD'nin küres el güvenlik yaklaşımıyla Türki ye'nin bölgedeki as keri yaklaşımı daha da uygun hale geldi. Şimdi Karadeniz bölgesinde Türki ye istikrar sağlıyor, Akdeniz'e geçişi kontrol edi yor, Kafkas ya'da Rus ya'ya karşı denge oluş turuyor, NA-TO'nun Güney'deki dayanak noktası ol uyor ve onların deyimi yle "köktendinciliği" engelliyor. T ürki ye' ye biçilen roller bunlar. Soğuk savaş s onrasında ABD açısından ki lit öneme sahi p Avras ya jeopolitik mihver lerinin tes pit edilmesi ve korunması, ABD küres el stratejisinin belirleyici bir yönüdür. Bu belirleyicilikl e birlikte düşünül düğünde Türki ye'nin, sizin deyiminizle, strateji k önemi daha net bir biçimde anlaşılıyor. Buna ABD'nin yakl aşımı, Türki ye'ni n jeopoli tik mihver saptaması. Ama Tür ki ye' yi hiç bir şekilde jeostratejik bir oyuncu ol arak kabul etmi yorlar. Basamaklı olan emperyalist hiyerarşide, Türki ye' ye sadec e bir mihver rolü veriliyor. Jeostratejik oyunc ular, yani emper yalist iradeyi temsil edenler ABD, Al manya, İngiltere ve Fransa. T abii buradaki başatlık da ABD'nin başatlığı. Türkiye bu
konumuyl a ne yapıyor? T ürki ye bu konumuyla, bir defa bölgede çok sayıda ülkeyle askeri işbirliği anlaşmaları imzalıyor, stratejik ortaklıklara girişiyor, İsrail'le ol duğu gibi, artık o strateji k ortaklık, 'Türki ye İsrail Birleşik Devletleri" çözümlememe hak verdirecek boyutta. Bunun da kabul gördüğü inancındayım, ç ünkü kims e bunu tartışmıyor bile, yani bu artık nerdeyse bir ortak formül as yona dönüş müş durumda. Bakı yoruz Türki ye, savunma işbirliği anlaşmalarını Pakistan'dan tutun Tunus'a, Mac aristan'a kadar yayıyor, genişleti yor. Onun yanısıra Avrupa güvenli k mimarisi içerisinde hırslı bir aktör olmayı isti yor, bu konuda ç abalar var. Onun yanısıra, NATO olanaklarından yar arlanarak kur ulması planlanan Birleşik Görev Kuvveti'nde Türki ye ısrarla yeralmayı istiyor. Muazz am bir silahlanma çabasıyla birlikte Tür kiye'nin bölgede emper yalist siyas etlerle uyumlu bir biçimde su, enerji havzal arının korunması, bu su ve enerji faktörünün emper yalist si yasetler doğrultusunda kullanılması için güvence oluşturduğunu görüyoruz. Bur adan tabii baş ka sonuçl ar da çıkar, o s onuçlara çok ayrıntılı değinme imkanı yok ama, T ürki ye'de s on zamanlarda bir saptırma yaş anıyor. İş te Avrupa Birliği, Türkiye' ye demokrasi getirecek. Avrupa Birliği'nin, Türki ye' ye demokrasi getirmesi söz konusu ol amaz.Tür- kiye'deki militarist yığınak ve T ürki ye'ni n şu andaki askeri gücü dolayısıyla Tür kiye, Avrupa Birliği'ne dahil edili yor. Bunun baş ka bir yönü yok. Dolayısıyla da Tür kiye'yi değerlendirirken, kabal aşhrarak s öylemek mümkün, akılda tutul ması gereken gerçeklik şu: Örneğin, sadec e Hazar petrol lerinin değeri 4 trilyon dolar. Tür kiye'nin bölgedeki yapılanmasını ve askeri rollerini düşünür ken, vurguyu hep o dört trilyon dol ara yöneli k ol arak yapmakta fayda var. Yoksa ki mse T ürki ye' ye demokrasi gelsin diye, Tür ki ye'de bir demokrati k cumhuriyet inşası adına Türki ye' yi Avrupa Birliği'ne aday üye yapmıyor. Böyle bir durum yok. Burada sanıldığı gibi işte bir takım tarihsel yönelişler veya diğer faktörler de artık çok fazla değer taşımıyor. 150 senedir bu ülkeyi satmaya çalışan egemenl er var ama, s adece bundan dolayı değil, bunun yanısıra dediğim gibi, ağırlıklı olarak böl gede Tür kiye'nin jeopolitik mihver konumunu çok i yi algılamak, değerlendirmek gereki yor. Bu militarist yığmağı deşifre etmek, iyi okumak gereki yor. Ve Avrupa Birliği ile Türki ye arasındaki iliş kiyi de bu z emine oturtmak gereki yor. O z aman Türki ye'de hiç bir biçimde demokrasi olamayatavır / emper yaliz m / nisan 2000 / s ayı: 22
cağını net olarak görürüz . En azından bu nedenle, baş ka faktörlerin yanısıra... Yanlış anlamadı ysak; Türkiye su ve petrolü içeren havzaların güvenliği ve daha başka faktörler n edeni yle bi r mihver devlet konumuna getir iliyor di yor su nuz... Mihver devlet konumuna getiriliyor. Tabii şimdi bunun sonuçlan var T ürki ye açısından. Türki ye'de global güvenli k duyarlılıklarına dayalı bir askeri strateji belirlendi. Şöyle söyl eyeyi m: Tür ki ye, yüksek hareket yeteneğine s ahip, atış gücü yoğun, üstün teknoloji kullanan profes yonel bir ordu yapılanmasını gündemine almış vazi yette. Bu gündem belirlenir ken de ş u söyl eniyor: "Biz, küresel güvenliğin önemli aktörlerinden biriyiz." Şimdi küres el güvenli k denildiği zaman hemen başlıklar s aptanıyor; bölgesel çatışmalar, istikr an boz ucu faktör ler, dini fanatizm, uluslararası terörizm, kitle imha silahlarının yayılımı ve uyuşturuc u kaç akçılığı... Kafkas ya, Ortadoğu, Bal kanlar arasında bul unan T ürki ye, global güvenli k açısından birçok yükümlül ük altında ol duğunu deklare edi yor. Global güvenlik tek başına ölçü değil, onun yanısıra bir de s erbest pi yas a ekonomisi temelinde doğru entegras yon kavr amı geliştiriliyor. Örneğin, dönemin Genelkurmay 2. Baş kanı Çevi k Bir, '96 yılında Türk-Ameri kan Kons eyi'nin topl antısında, bu konuda ş un-ları söylüyor: "Hassas bir tarihi yaklaşım v e ahlaki sorumluluk ile Türkiye, tek laik ülke olarak kendisini, bu ülkelerle demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi deneyimi ve birikimlerini paylaşmaya adamıştır. Dünya toplumlarıyla doğru entegrasyonları için elinden gelen her türlü desteği s ağl amaktadır." Bu konuş mada s özü edilen ül kel er, Orta As ya cumhuriyetleri dir. Türki cumhuriyetlerdir. Türki ye'nin doğru entegrasyon ve serbest piyasa ekonomisine adanmışlık temelinde yakl aşım-ları, Ortadoğu, Kafkas ya, Bal kanlar eks eninde gelişen rolünün niteliğini de vurguluyor. Daha ilginci var, her türlü inisi yatife açık bir as keri yapılanmadan s özediliyor. Çevi k Bir, bu demi n söylediğim konuşmasında, "Ortadoğu'ya ek olarak Türkiye, Akdeniz'de işbirliğine büyük önem ver mektedir ve bu yönde her türlü inisiyatife açıktır." di yor. Şi mdi öyl e bir tablo ortaya çıkıyor ki, Mi-sak-ı Milli'nin ilgası var bu tabloda. Bir küresel güvenlik kriteri saptıyorsunuz ve bu küresel güvenlik kriteri ekseninde Türki ye'nin as keri rolü Kafkaslar'dan Bal kan-lar'a kadar son derece belirsiz bir siyasi coğrafyayı kapsıyor ve son derece de muğ lak bir tehdit değerlendirmeleri yumağını...
O kadar muğlak ki, dini fanatizm, isti krarı bozuc u faktörler, bölgesel çatışmalar, uluslararası terörizm... Bunlara ki m karar verecek, nasıl karar verec ek? Bu kriterler nasıl detaylandırılacak, bunun için ne gibi çalışmalar yapılıyor? Kal dı ki bu kriterlerin hepsinin politik, kültürel, ekonomi k yönleri var. Bakın, siz şimdi serbest pi yasa ekonomisini doğru entegrasyon kavramının temeline koyarsanız kapitaliz mden yana, kapitalizmin dünya çapında işleyişinden yana ağırlık koyuyorsunuz demektir. Burada aynı zamanda, ulus al savunma bilinci de yara almış demektir. Bu genel değer lendirmelerd en sonr a biraz dah a güncele girebilir miyiz... 28 Şubat sürecine ilişkin bir değ erlendir me yapabilir m isiniz . Şimdi tek tipleş tirmeyle karşı karşıya olduğumuz gerçek. Demi n de, Ortadoğu'nun niteliğine değinirken şunu vurgulamıştık. Ortadoğu, çok büyük bir insani birikimi temsil edi yor. Kültürel ol arak, tarihsel olar ak büyük bir insani varlığa işaret edi yor. Dol ayısıyla Ortadoğu'da emper yalizm bu tek tipl eştirme siyas etlerini ç ok büyük bir şi ddetle uyguluyor. Yani bu şiddet sadece işte anladığımız anlamda as keri şiddet değil. Buna entellektüel şiddet de dahil, baş ka şi ddet biçimleri de dahil. Türki ye'de bunu örneklendirmek mümkün. Bakın Tür kiye'de s on dönemde Tür ki ye'nin değerini oluşturan, Tür kiye'ye kişiliğini, kimliğini veren sinemacılardan yazarlara kadar her türlü kişi ye, kuruma yoğun bir saldırı var. Ve neredeyse tek merkezden yönlendi rilen bir saldın. Emper yalizmin böyle bir tek tipl eştirme çabası var. Bütün ins ani boyudan silme çabası var. Böyl e bir sal dırıdan islamcılar da payl arına düşeni alıyorlar. Tür kiye'de islamcıların siyasi aksi yonuyla islamı da birbirinden ayırmak gereki yor. Tür ki ye'de ağırlıklı olarak islami aksi yon devletl e içi içe gelişmiştir. Türkiye'de bir soğuk savaş islamı yaratılmıştır. Anti-komünist hezeyan çerçevesinde o soğuk savaş islamı, devl et tarafından s onuna kadar kullanılmıştır. Ve islamın sahip olduğu tüm değerler, tüm kavraml ar, 1965'ten itibaren yürürlüğe konul an düşük yoğunl uklu çatışmadan kirli savaşa kadar değişik biçi mlerde adlandırılan ve ağırlıklı olarak sol a yönelik müc adel elerde, sistem tarafından ödünç alınmıştır. Ödünç alınmıştır, derken burada İslamalar da büyük bir memnuni yetle buna izin ver mişlerdir. Kendi değerlerine s ahip çıkmamışlardır. Dolayısıyla şu anda egemenlik sistemini n kendilerine yöneli k bu şiddet girişimlerinde -buna dedi-
ğim gibi entellektüel şiddet de dahil- büyük bir şaşkınlık içerisindedirler. Bu şaş kınlığı anlamak mümkün. T abii daha önc e bu tablo çerçevesinde ül kücül er nasi plerine düş eni aldılar. Aynı egemenlik sistemi on-lan da artık son yaş ananlar dan s onra, deyim yerindeys e, hal kın içerisine çıkamaz duruma getirdi. İslamcılar da çok far klı bir boyutta değil, şu anda hizbul- kontra operas yonuyla veya işte Fadime Şahin'den başlayıp Adnan Oktar'la neticel enen bir takım cinsi temalarla, sapkınlıklarla veya C übbeli Ahmet H oca denilen zati n kişiliğinde yoğunlaştırılan bir takım değerlendirmelere dayalı bir kampanyayla karşı karşıya bırakılmış durumdalar. Ama bu s adece Tür kiye'deki islamcıları sistem açısından uys allaştırma veya bas kı altına almayla sınırlı değil. Bunun Türki ye'nin öz ellikl e bölgedeki İsrail'le ittifakına yöneli k değer lendirilmesi gereki yor. Çünkü Türki ye'deki islami potansi yel eritilmeden, Türki ye'nin bölgede bir takım roller oynaması hiç kolay görünmüyor. O bakımdan Türki ye'de giderek bu topr akların tarihsel ve kültürel birikiminde önemli bir yer e sahip ol an islamiyetin kabul edilebilir, sistem açısından kabul edilebilir bir noktaya ç ekilmesi sözkonusu. Ağırlıklı olarak s os yal hayattan, kültürel hayattan dışlanması söz konusu. Bu da dediğim gibi, emper yalizmi n tek tipleştir me siyas eti yle yakından bağlantılı. Bu potansi yeli eritmeden Tür ki ye'nin böl gede bir takım roller oynaması zor görünüyor. Bakın, iş öyle bir hale geldi ki, Ç eçenis-tan'da yoğun bir direniş yaş anı yor ve bu direnişin şiarlan ağırlıklı olarak islami yet-ten çıkarılan şiarlar, Türki ye'de İslama c enah günü kurtar ma adına gerçekleştirilen bir takım tepkiler dışında doğru dürüst tepki vermi yor. Onun yanısıra Güney Lübnan'da yaş ananlar ortada, Filistin hal kının dramı ortada. Bosna'ya bakıyorsunuz, orada bir sömürge yönetimi kur ulmuş durumda emper yalizm tarafından. Tür kiye'nin islamcılarının buna yönelik bir çıkışından, tepkisinden net olarak bahs edemi yor uz. Onlar, Clinton'ın, Ramaz an Bayra- mı'nı kutl amasının memnuni yetini yaşıyorlar. Aynı Clinton, binlerce Iraklı çocuğun, binlerce Iraklı sivilin katledil mesinden sorumlu. Halen daha orada ısrarlı bir ambargoyu uygul uyor. Bu da şunu gösteriyor egemenlik sisteminin Tür kiye'deki İslamalarla, yani si yasi aksi yon içerisinde bulunan islamcılarla işi hiç zor değil, çok kolay, ama islamla işi sanıldığı kadar kolay değil. Türki ye'de siyasi aksi yon içerisinde bul unan islamcılarla islamı birbirinden ayırmak
tavır / emper yaliz m / nisan 2000 / s ayı: 22
lazım. Türki ye'de islami potansi yelin eritilme süreci alabildiğine sancılı olacak gibi görünüyor, ama si yasi aksi yon içerisindeki islamcılar bakımından aynı şeyi s öylemek mümkün değil. Çünkü bunlar ne ulusl ararası tahki m konusunda, ne emperyalizm konus unda, ne si yonizm konus unda, ne ABD'nin bölgedeki rolü konusunda net formül as yonlara, programl ara sahip değiller. Dolayısıyla da Türki ye'de egemenlik sistemi, siyasi bir aksi yon olarak islamcılarla çok rahat başa çıkacak gibi görünüyor. Bu da Türki ye'nin bölgede oynayacağı rolleri ülkenin geleceği açısından alabildiğine riskli hale getiriyor. Yani şunu söyl emek mümkün, bu ülkede Yeni Dünya Düzeni, kaleleri birer birer düşürüyor. Kötüms er bir yaklaşım olacak bel ki ama ben T ürki ye'de kalel erin birer birer düştüğü inancını taşıyorum. Bu anl amda bir çözülmeden söz edilebilir. Hatta, Tür ki ye'de bu anlamda bir çözülmeden söz et-mek için geç bile kalındığını düşünüyorum. Özellikl e Türki ye'de, solun önemlice bir kesiminin temel gündemlerin dışında kalması, daha doğrusu artık gündem belirleme gücünden yoksun kal ması, ideolojik anlamda güvenini giderek yitirmeye başlaması, toplumsal meşrui yetini yitirme noktasında hiçbir kaygı taşımaması, beraberinde yozlaş mayı da getirdi. Eğer böyl e giderse, bu Tür ki ye'de hemen hemen bütün siyas etleri bekleyen de bir tehli ke. Hitap edilecek kitle, lümpenl erden ol uşac ak, entel lümpenler, entel bar ç ocukları, tırnak içerisinde entel san'at' kar taifesi, entel fahişeler... Giderek bu kesi mlere dayalı bir siyasetler yumağı gündeme gelecek. Bu si yasetler yumağı da, ister istemez açmazı daha fazl a besleyecek. O açmaz beslendi kçe de beraberinde çözümsüzl ük gelecek. Ama, bu kadar da masumane bir tablo değil, bu çözümsüzlük veyahut da, işte deminden beridir vurgulamaya çalıştığımız bu yapılar, kendiliğinden oluş muyor. Bu konuda çok büyük bir ç abası var emperyalizmin. Türki ye'de de, dünyanın baş ka yerlerinde de birçok kuruluş, tarihten toplumbilime kadar birçok al anda araş tırmalar yapıyor. Bununl a yetinilmi yor, modalar yaratılıyor, müzi k akıml arı yaratılıyor... insanların ne yiyi p içeceğinden, ne dinleyeceğine, hangi mekanlarda eğleneceğine kadar yoğun bir faali yet yür ütülüyor. Bu çabalardan Tür ki ye de nasibine düş eni oldukç a alıyor ve T ürki ye'ni n ne yazı k ki az uyanık s ol sempatizan kitlesi bundan payına düşeni en fazla al anlardan. Son z amanlar da müthiş bir bar kültürü gelişti, müzi kte inanılmaz
bir yozlaş ma var. Artık sol edebi yat adına ortaya hiçbir ş ey neredeyse konulmuyor. Kitap okuma alışkanlığı bir kenar a bırakıldı. Kendi değerlerine s ahip çıkma noktasında çok büyük bir isteksizlik var. Bu sadec e sol için değil, hemen hemen Tür kiye'deki bütün kesi mler için sözkonusu. Öz ellikle si yasi bir programı olan kesi mler açısından söz konus u. Çok büyük bir yozl aşma dönemini yaş adığımız bir gerçeklik, ama bu yoz laşma dönemini de öz ellikle yeni dünya düzeni nin kültür politikalarından soyutla- mamak gereki yor. Ve hiçbir şey de kendi haline bırakılmıyor, tes adüfi değil. Bu anlamda, dediğim gibi, Türki ye'nin kişiliğini oluşturan tüm değerlere, tüm yaratılara karşı muazzam, topyekun mer kezi bir s aldırı var. Kendini sol olar ak ifad e eden bazı r eformist kesimlerin Avrupa Birliği'ne girişe, deyim yerind eyse balıklama atlam asını nasıl d eğerlendiriyorsunuz? Şimdi, kapitalizmi n çürüyen kültürü, sol u da ne yazı k ki peşi ne taktı götürdü. Gündem belirleyen konumda ol madığınız zaman, belirlenen gündemlerin peşinde sürüklenmek zorunda kalırsınız. Sol ne yazık ki bu talihsizliği yaşıyor. Bir Avrupa Birliği gündeme, ortaya atildı. Bu Avrupa Birliği, gündemi belirleyici oluyor, ki mse çı kıp Türki ye'deki militarist yığınağı tartışmıyor, Türkiye'ye verilen bölgesel as keri rolleri tartışmıyor; bunun beraberinde topluma getireceği muazzam yüküml ülükleri tartışmıyor, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye demokrasi getireceği anlayışı var. Ve demokrasinin nitelenmesinde kıstas ol arak kullanılan bazı kurumları n görsel varlığıyla yeriniliyor. Daha doğrusu T ürki ye'de demokrasi defilesi yapılıyor. Ve bu demokrasi defilesinin en büyük al kışçısı da, solun bazı kesi mleri. Giderek ben şu iddiayı daha rahat ileri sürebiliyor um: 1968'den günümüze sistemin yaşatılmasında; bankacılık sektöründe, reklam sektöründe, kültürel anlamda iş yapan değişik sektörlerde ağırlık, es ki solcularda. Eğer bugün Tür ki ye'de egemenli k sistemi sıkıntısız bir şekilde var lığını sürdürüyorsa, eğer bu ül kede kitl eler bu kadar rahat uyuş turulabiliyorsa, bunda es ki solcuların sorumlul uğu, katkısı çok büyük. Sistem ağırlıklı olarak bunlara dayanı yor. Diğerlerinin biz ne ol duğunu biliyoruz . Yine son dönemde tartışılabilecek olan Masonizmi n üçgeni gibi bir üçgen var. Şu şekil de değerlendirmek mümkün. Öyl e bir tablo ortaya çıktı ki, islamın dışında kalan bütün dünya anlayışları, bütün dinler, son derece pırıl pırıl, hepsi hümanist öz e s ahip,
ama bir tek islamın böyle bir yönü var havası yar atılmaya başlandı. Masonlar da fırsatı ganimet bildiler, ortaya çıktılar, açıklamal arını yaptılar. Oysa ki kapitalist enter nas yonalin en acımasız yapılan, masoni k yapılardır. Mason dernekl erini kas tederek söylemi yorum. Masonizmi öz ellikle burada vurgulamak istiyorum ben. Onun yanı-sıra bir takım işte sahte cennetler vadedili-yor. Tür ki ye'de işte yeni bir anayasa yapılacakmış, bu anayasa sivil olac akmış, bu konuda da Avrupa des tek ver ecekmiş... T ürki ye'de 200 senedir bu rüyayı görenler var. Tür kiye bu anlamda II. Tanzimat Döne- mi'ni yaşıyor. Tanzimat'ın romanlara konu olmuş, uykuda gezer "Nono Beyler"i var dır. Türkiye'de de bu "Nono Beyler" son zamanda revaçtalar, bunlar Türki ye'nin gerçeğini bilmezler, bunlar Türki ye'nin gerçeğinden kopukturlar. İsti klal Caddesi'nin ufkundan ötesini göremeyenler için Türkiye'de bazı şeyleri gerçekleş tirmek çok kolay gibi. Ama hiç de öyle değil. Avrupa'dan Tür ki ye' ye gelebilecek hiç bir oluml u değer, hiçbir ni met yok. Bu anl amda Batı'yı reddetmek gereki yor. Türki ye'nin şu anda Ba-tı'dan alabilec eği hiçbir ni met yok. Ne demokrasi adına, ne insani değerler adına. Onun yanısıra son dönemde yaş anan bazı rezaletleri de tekrar gündeme getirmekte yarar var. Vati kan'ın mafya ile ilişkileri, Vatikan'ın darbe planlan Vati kan'ın, İtal ya'da faşistlerle işbirliği... Yüzlerce ins anın, gene İtal ya'da darbe arayışlarında Gladi o tarafından tren istasyonl arında öldürülmesi, bu kirli işlerde Vati kan'ın rolü... Bunlar da T ürki ye'de değerlendirmeye açılmalı, bunlar niye Türki ye'de konuşul muyor?.. Tür ki ye'de yoğun bir mis yoner faali yeti yürürlükte. Öz ellikle Türki ye'nin Avrupa Birli-ği'yle bu entegrasyonu, Türki ye'de giderek din değişimini de gündeme getirec ek. Bunlar, üzerinde durulması gereken noktalar. Sağolsunl ar, islamcılar bu konulara fazl aca eğilmedi kleri için bu konulan vurgulamak da bize düşüyor. Ama bakın Endonez ya'da buna benz er programl ar yürürlüğe konul du. Bu tarihsel bir gerçekli k. Aynısı Türkiye'de de gündeme getirilecek. Bunları dikkatle takip etmek gereki yor. Ve tekr ar tekrar vurguluyorum. Beğens ek de beğenmesek de, sağdan da baksak s oldan da baksak, bu ülkenin ulus al varlığının en önemli ögelerinden bir tanesi islami yettir. Bunu net olarak algılamak gereki yor. D olayısıyla işte, mas onların sevinç çığlıkları atarak kendilerini açık etti klerini s öylemeleri falan pek bir anlam ifade etmi yor. Bu açıklık söylemini tırmandırırlarsa, sorular sormaya tavır / emper yaliz m / nisan 2000 / s ayı: 22
başlarız, bu sor acağımız sorular onlar için hiç iyi olmaz. Yani bu açıklığı vaat olar ak kabul ederiz ve bu açıklık neticesinde kendilerine bazı sorular sorarız. Özellikle yakın dönem Türki ye tarihi ne ilişkin bazı sorulan gündeme getirirsek masonl ar mahcup olurlar. Onun için fırsatı bence ganimet bilmesinler, yani Türki ye'de şu anda toz dumana karışmış vazi yette, bundan yarar lanmaya ç alışacak olanlar var. Ama dedi ğim gibi, o noktada da tabii sorul ar sormak gerekiyor, o s orulan da sorarız. Yani bu sorulan Türki ye'deki siyonist lobiye de sorarız. Bu sor ulan, masonizmi n Türki ye'deki temsilcilerine de sorarız. Birçok olayda tarihsel anlamda s orumluluklan vardır. O bakımdan, Tür ki ye'de özelli kle bu son dönemdeki toz-dumandan benc e ki mse yararlanmaya ç alışmamalı, tam tersine elbirliğiyle olayların üzerindeki şu örtüyü kaldırmaya, ş u gizemi yırtmaya çabalamalı-yız. Müthiş bir beyi n bombar dımanı yla karşı karşıyayız. İnanılmaz bir dez enfor-mas yonl a karşı karşıyayız. Bunun önceli kle üstesinden gelmek zorundayız. Toplumun hangi kesi minden olursak ol alım, bizim açımızdan bir mec buriyet. Bu s üreçte yeni "anayas a girişimleri" var, yani, bunun nereye oturduğunun çok i yi açıkl anması lazım. Yani nasıl "sivil anayasa" yapı yorsunuz ? Türki ye'deki erk mer kezlerini ilga mı edi yorsunuz, Tür ki ye'deki erk merkezlerini ortadan mı kaldınyorsunuz, ihtilale mi hazırlanıyorsunuz, devrime mi hazırlanıyors unuz , yani neyi n anayas asını yapıyorsunuz ? Bu sistem içerisinde kalınarak yapılabilecek bir anayasanın olduğuna demek halen daha inanı yorsunuz! Neyi n anayas asını yapıyorsunuz? Bu egemenli k sistemi çerçevesinde, bu egemenlik sistemi çerçevesi ne sı kıştırılmış bir anayas a, en mükemmel ögeleri içerse bile neyi değiştirmeyi vadedecek? Söz konus u olan eğer Amerika Birleşik Devletleri'nin, II. Dünya Sava-şı'ndan sonra Avrupa ül kelerine di kte ettiği anayasalars a, o anayasal arda evet koz meti k bir demokrasi var ama, o koz meti k demokrasini n de Tür ki ye'de çok fazla uygulanabilirliği yok. Dolayısıyla, bunlar son derece fantas tik yaklaşıml ardır. Çok da anlamı olduğunu düş ünmüyorum. O tartış-maları çok fazla ciddi ye al dığımı söyleyemeyeceğim. Bu egemenlik sistemini veri olarak alan yeni anayasa yapma yaklaşım-ları yeni de değil. Tanzimat'tan bu yana bu memlekette böyle bir anayasa arayışı var. Çok daha etkili, çok daha güçlü çevrel er, kadrol ar bu anayas a arayışları içerisinde yer aldılar, ama her s eferinde de tarihen or-
taya çıkan tabloyu biliyoruz. O anlamda çok da fazla ciddi ye almıyorum... Şu gündem yapay bir gündemdir. Bükere adını net olar ak koymak lazım. Sizin ekonomi niz IMF tarafından idare edilecek, kültürel politi kal arınıza bile yön veremeyeceksi niz, sinemanıza bile yön veremeyec eksiniz, artık o konuda bile Amerikan şir ketle-ri devrede olac ak. Konuş acağınız dile bile müdahale edec ekler, dininiz e müdahal e edec ekler... Emper yalizmi n şu anda ül kede müdahale etmediği hiçbir şey yok. Bırakın müdahaleyi, müdahalenin ötesi var. Şu anda Türki ye'de komprador oligarşi, ülkeyi emper yalizme zaten tümden teslim etmiş durumda. Ve siz kal kacaksınız bu ülkede anayasa yapı yoruz, di yec eksiniz. Yapacağınız anayasa kimin anayas ası olacak, kim için anayasa olacak ve o anayas ada neyi düzenleyeceksiniz? O bakımdan bu bir yapay gündem yaratma çabasıdır; dışarıya da bir mes aj verme ç abasıdır. Türkiye'de bu hep olan bir şey. Böyle kaos dönemlerinde, bu kaosun birileri için de düz enlilik anlamına geldiğini ve işlerin yol unda gidec eğini, ülkeni n egemenlerinin duruma hakim ol duklarını, hatta yeni bir anayasayı tartışmaya açac ak kadar duruma haki m ol duklarını göstermek açısından ortaya konul muş bir değerlendir medir. Bundan öte de fazlac a bir anlamı yoktur. Tür ki ye'de oligarşi, reklamını yapıyor, ben yeni anayas a yaparım di yerek. Tarihen çürümüş, tarihi n çöplüğüne atılmayı bekleyen, bu ül keye düş man bir oligarşinin gerçek anlamda bir anayasa yapması mümkün mü? Bu anayasanın medya tröstl erinde tartışılması, zaten işin nerelere dayandığının veya dayandırılacağının göstergesi. Dünyada anayasalar bir tek şekilde yapılır. Anayasal ar, Fransız devriminde olduğu gibi veya diğer devrimler de ol duğu gibi, barikatlarda yapılır. Baş ka biçimde anayasa yapılamaz. Yine; bu 28 Şubat heyul asını da doğru değerlendirmek l azım. Tarihi getiriyoruz, bir dönemi n içerisine sıkıştırıyoruz, bir müddet sonra soyutlama yeteneğimizi de yitiri yoruz. Beni m kafamda örneğin 28 Şubat ç ok önemli bir altbaşlık değil. Benim kafamdaki altbaşlık ne? Tür ki ye-İsrail ilişkile-ri, GAP, orada ne olup bittiği. Arz-ı Mevud (Vaadedil miş topraklar) GAP bölgesini kapsıyor. Bu bölgede Kibutz türü oluş umlar gündeme gelebilir. Siyonist rejimi n burada hak iddiası vardır. Onun yanısıra, uluslararası tahkim, Tür ki ye'nin çok hızlı bir biçimde, s ahip olduğu bütün kamusal varlığın, gasp ve talan düzeyinde emper yalizme peş keş çekil mesi... Ç ok uluslu tekelle-
rin Türkiye'de, neredeyse bütün egemenlik erklerinin üzerine çıkmaya başlamal arı. Kendi adlarına birtakım yasal arı çok rahat yaptırabilmeleri, ulusal egemenliğin tümden ilgası... Şimdi bu başlıklar durur ken, tutup da kendi mizi bir takım dönemlendir-mel erin, bir takım periyodizas yonların iç erisine sıkıştırırsak bir yere varamayız. Bu geniş çerçeve içerisinde 28 Şubat' ı da bir yere oturtmak lazım. 28 Şubat, bir şey baş latmış değil. 28 Şubat, bir ana akış, bir süreçte çok küç ük bir aş amadır. O ana akışı çok iyi kavr amak lazım. O ana akışın ne olduğunu çok i yi kavr amak lazım... Bunu çok iyi değerlendirmek lazım. Ve ş u da var, bir bütün olarak mesel eye bakmak lazım. 12 Eyl ül'ü de tutup biz, uluslarar ası sermayenin dinami klerinden, dünya di namikl erinden, Türki ye'nin Ortadoğu'daki yönelişinden, Ortadoğu'daki gelişmeler den vs. kopuk değerlendirirsek, elimize 12 Eylül'den kala kal a, işte filmlere konu ol abilecek bir takım sulu gözlü duyarlılıklar kalır. Bu tuzağa düş memek l azım. Bu, çok büyük bir akıştır. Bu akış çerçevesinde meseleyi değerlendirmeli, bir yere oturtmalı. Sermayeni n dini, milliyeti, inana ol maz. Sermaye, her zaman bütünlüklü hareket eder. Hele Türki ye s öz konusu olduğunda, sermayeye yeşil, kırmızı, sarı damgasının vur ulmasının hiçbir anlamı yok. Tür ki ye'de, sosyal-demokrat, s olcu bilinen bir takım holding sahiplerinin mafios lider-lerle bağlantılarını gördük veya işte adına yeşil sermaye denilenin si yonist lobilerle iş-birliğini gördük. Bu konuda ben sayısız örnek de ver ebilirim fakat çok da gerek yok. Sermayeyi bütünlüklü ol arak değerlendir-mek l azım. Bir takım yapay ayrımların da gereği yok; işte Anadolu ser mayesi, İstanbul ser mayesi... Koç'la, Sabana da, Was hington'dan gelmediler; biri Ankara'dan geldi, diğeri Adana'dan geldi. Bu ayrımlar da bir yere oturmuyor, dolayısıyla kendini islami s ermaye olarak nitelendirenl erin, "Biz has Anadolu çocuklarıyız." demesini n çok da fazla bir anlamı yok. Bunlar son derece kari katürize yakl aşımlar, ols a olsa orta ölçekli sermayelerden söz edilebilir, banka sermayesinden s özedilebilir. Daha bilimsel temellendirmeler yapmakta yarar var. Ayrıca son z amanlarda, s ol içinde giderek revaç bulan yeşil ser maye, tarikat ser mayesi gibi yapay değerlendirmel eri, bilimdışı değerlendirmeleri de bir kenara bırakmak lazım. Yani, ya ekonomi politiğin kavramlarıyla bu mes elelere yaklaşılır veyahut da bu konulan bilmeyenler s ussunl ar lütfen. Faz laca kafa karıştırmasınlar. Meseleye bu tetavır / emper yaliz m / nisan 2000 / s ayı: 22
melde yaklaşıldığında, bu tip şir ket birleşmelerinin, bu ti p bütünleş mel erin önümüz deki dönemde daha yoğunlaşac ağını da göreceğiz. Zaten hızlı bir biçimde adına yanlış bir yakıştırmayla, islami denilen kesimin - ki ben bunl ara, orta ölçekli ve tekel leşmeye doğru hırsla adım atmaya çalışan sermaye grupları diyorum- ayakta kal abi lenlerinin, verimli çalışabilenlerinin, sistem içinde kabul görec eği inanandayım. Bunların devl etin birtakım raporlarında yer alması falan onlar açısından aslında teş vik oluşturdu. Bu teş viğe dayanarak ç ok daha di kkatli biçimde hareket ermeye başladılar. Yani bunlar uygun gördükl eri zaman Si yonist nitelik taşıyan sermayeyle de iş yaparlar, baş kalarıyla da iş yaparlar. Dol ayısıyla bunu çok abartmamak lazım. Burada önemli olan şu eğilimi iyi saptamak, Tür ki ye'de çok hızlı bir şekilde, çok yoğun bir ş ekilde sermaye temer küzü ve muazzam bir tekelleş me yaşanıyor. Asıl izlenmesi gereken Tür ki ye'deki trend budur. Ve bu yapı lırken de, kamu varlıklarının ölçüsüz bir gasp ve talanla çok uluslu tekellere ve onların yerli işbirlikçilerine açılması, yağ malat-tırılması sözkonusu. Üzerinde durulması gereken nokta bu. Tabii ki bu temelde hol dingler arası birtakım çekişmeler, kavgal ar, çeliş kiler olac ak. Ama bunl arı böyle uzlaş maz çeliş kiler olarak değerlendirmek yanlış olur. Sermayeni n de işleyiş koşullarına terstir. Ser maye, di nsel ayrımlardan, şundan bundan dolayı birbiriyle büyük çatışmalara girmez. Hele Türki ye gibi dengelerin son derece oynak olduğu ül kel erde s ermaye, blok hareket etme yeteneğine s ahiptir, bu tip çelişkileri fazl a abartmamakta yarar var. Önümüz deki s üreçte Si yonist ser mayeyle kanun dairesinde islami beni msemiş iş adamlarının daha baş ka noktal arda da birlikte hareket ettiğine tanık ol acağız. Buna hiçbir biçimde şaşırmamak gerekiyor. Giderek sermaye kesi minin dışında da, -politi k düzeyde olsun, kültürel düzeyde olsunsiyonist lobi nin mens uplarıyl a bir arada görünmek, artı k islami kesi min modalarından biri haline gelir. Bu şekilde ne kadar hoşgörülü, ne kadar liberal, ne kadar Batılı, ne kadar Avrupa'ya yakın olduklarını ispatlıyorlar. Bir yanıyl a da kendileri açısından bir güven de oluşturuyorlar. Yapay ayrımlar var. Bu ayrımlar, kalıcı ayrımlara, çok kalıcı çatışmalara Tür ki ye koş ullarında dönüş mez. Egemenli k sistemi kar ar vermedi kten sonr a dönüşmez. Ama egemenlik sistemi buna kar ar verdi kten sonra, iç savaş dahil ol mak üzere, Tür ki ye her türlü kanlı bilmeceyi yaşayabilir. Ama
burada önemli olan egemenlik sisteminin konumu. Çünkü bu ti p ayrımların yaratılmasında ç ok uz un zamandan beri Türki ye'de egemenlerin repertuarlarında çok sayıda oyun olduğunu biliyoruz. Kanlı Pazar'dan, Maraş Katliamı'na kadar sayısız örnek ver mek mümkün. Egemenlik sisteminin s ahipl eri sistemi tehli kede gördükleri andan itibaren bu tip ayrımları tabii ki körükleyec ekler. Ama şu anda görünen, bu ayrımlar alabildiğine yapay ayrımlar. Henüz daha bunlar, kalıplaşmış ayrımlar değil. En azından 197CCİİ yıllardakine benzer kalıplaşmalar, henüz daha Türki ye'de yaşanmıyor. Ama bu tip lai k, antilaik vs. ka-tegorize edilen ayrımların önümüz deki süreçte, kanlı bilmeceler e yol açmayacağı anlamına da hiç bir şekilde gelmiyor. Çünkü Tür ki ye'de dediğim gibi egemenlerin r epertuarlarında bu oyunl ar zaten mevc ut. Terk edil miş kavr amlar a yeniden itibar kaz andırılmalı, terk edilmiş bütün kavramlar bir kuyumcu titizliğiyle tekrardan elden geçirilmeli, işlenmeli, değerlendirilmeli. Bugün, T ürki ye'de sosyal bilimler al anında çalışanl ar da dahil olmak üzer e, politi ka yapanlar da dahil olmak üzere, insanlar tekrar tekrar oligarşi kavramını, emper yalizm kavramını, bağımsızlık kavr amını, tekelleş me kavramını, tekrar tekrar elden geçirmek, yeniden işlemek, tahlillerinde ustalıkla kullanmak dur umundalar. Bunu yapmak l azım. Artı k bazı kavramlara, deyi m yerindeys e, dönmek lazım. O kavramlara döndüğümüz zaman, si yasi irticanın kaynaklarını da çok doğru saptayacağız. Şöyle s öyleyeyi m; toplumsal, ekonomi k, sınıfsal veya siyasal analizin araçlarında ağınma var. Gündem belirleyen konumunda ol mayan yapılar, hangi analiz araçlarıyla ortaya çı kacaklar da, büyük iddialarla bazı mes eleleri tes pit edec ekler ve ondan sonra yön tayin edecekler, gündem belirleyecekler. Yani bu analiz araçlarının çok yetkin bir biçimde yeniden bir defa gündeme sokulması, ince ince işlenmesi, değerlendirilmesi gereki yor. Ama bu da sabahtan akşama kadar "sı nıf sınıf sınıf', "oligarşi oligarşi oligarşi" demekl e olmaz. Kavramsal araçlar, ç erçeveyi çizer. D ünyaya o kavr ams al araçlarla yaklaşırsınız, analizinizi bunun üz erine kurarsınız. Yoksa ham bir biçimde sürekli bir şeyleri yinel emek, tekrarlamak, böyle bir analizin yapıldığı anlamına da gel mez. T ürki ye'de bir dönem boşlukta kalan, çok i yi oturmayan kavramlar, şu anda o kadar görünür bir gerçeklikle yüz yüz e ki... T eori yle pr ati k arasındaki mesafe alabildiğine kısaldı. Bu, bazı şeyleri vulgarize etme anlamın-
da değil tabii ki. Yani Türki ye'de şimdiden sonra politi ka yapacakların işi al abildiğine kol aylaştı, işte çerçeveyi böyle geniş çizmek lazım. "Siyasi irtica" denilen olgunun kaynakl arını irdelemek, bu anlamdaki tarihsel failleri deşifre etmek Tür kiye'de çok kolaylaş tı. Bu konuda ben burada bir sürü şey söyl eyebilirim ama bunu da artık okur lara bırakalım. Bizi okuyacaklara bırakalım, siyasi irticayı da onl ar tes pit etsi n. Sos yalistler, yurtsever olmak zorundadırlar. Yurtseverlik sos yaliz me mündemiç tir. İçeriğinde vardır. Dolayısıyla "Ben sosyalisti m!.." diyen bir insanın yurtseverliği de zaten tartışma konusu yapılmamalı, bu anlamda bir takım kategorilerin de belli keyfiyetlerle sürekli gündemde tutulması nı, solun çok hayrına bir değerlendirme olar ak görmüyorum. O anlamda bir yerde devrimci demokratl ar var, bir yerde mark-sistler var, bir yer de işte şunlar var, bunlar var... Yani şimdi bu payeleri kim veri yor, neye dayanar ak veri yor, kim mar ksist, neye göre marksist, neye göre devri mci, demokrat?.. Şi mdi bir takım kavramlar havada uç uşuyor, dergilerde sayfalar dolus u yazılıyor; yazıktır, emek kaybıdır. Bana kal sa, mümkün olsa, ben Türki ye'de bir-iki s ene boyunc a, s ol dergilerin hiçbirinin çıkmamasını isterim. Bel ki de iç e dönük bazı şeyleri yeni den görüş mek, tartışmak, konuşmak gereki yor. Yani ki mseye yar arı olduğunu da düş ünmüyorum, açı kçası, birçok çıkan yayının. Şunu gönül rahatlığıyla söyl eyebilirim: Ben, bu yayınlardan artı k öğreneceğim birşey olduğu inancında da değilim. Onbeş- yirmi yıldır tüm bu yayınları takip eden bir insan ol arak, Tür kiye'de s ol, birçok noktada olduğu gibi bu noktada da tıkanma noktasına gelmiştir. Yani bu aşın bulunabilir ama, benim öneri m, en azından ş u yeni kuşakl arın kafa sağlığı adına, bir müddet dergiler çıkmas a, bunun yerine baş ka bir süreç ikame edilse, bir araya gelinse, konuş ulsa, bazı şeyl er tartışılsa, herhalde ç ok daha iyi olac ak. Belki de bu kargaşa bir parç a ortadan kal kac ak. Çünkü giderek Tür ki ye'de solun önemlice bir kesi mi de bu topl ums al kargaşanın, bu kavram kanşıklığının bir parçası haline gelmeye başladı. Yani muazzam bir kavram s avur ganlığı yaşartıyor. Bu kavram savurganlı-ğıyla gelecek kuş aklar nasıl baş a çıkacakl ar, doğrusu onu bilemi yorum. H ele de o gel ecek kuşakların tarihsel mis yonları düş ünüldüğünde, bugünden yarına bırakılacak mirasın, teori k olarak son derece cılız, ama o ölçüde savr uk bir miras ol acağı inancındayım.
tavır / emper yaliz m / nisan 2000 / s avı: 22
Son dönemdeki bir gelişmeden de söz etmek istiyorum. 1996 yılının Aralık ayından beridir ben, önce Refah'ın, sonra Fazi-let' in bölüneceğini, söyl üyorum. O bölünme, bugün Hürriyet Gaz etesi'nin manş eti ne yansıdı. Yani "yenilikçiler" ve "Erba- kancılar" olmak üz ere sayılar verildi. Tabii bu, T ürki ye'de politikanın önemli yasalarından biridir. Her darbe dönemi nden s onra, partiler ufalanır. Bu ufalanmaya en iyi dayanan parti de, geçmişin Milli Selamet Partisi'ydi. F akat onl arın da ömrü buraya kadar mış! Onlar da bölünecekl er. Bu bölünme netic esinde de, o parti içerisinden, i nanılmaz derecede yeni dünya düzeni söylemlerine bağlı ve hızla islamın bugüne kadarki geç erli değerlerinden uzaklaş an, ehlileştirilmiş, liberal, Avrupa'daki hıristi-yan demokratlara benz er bir yapılanma çıkacak. Nec mettin Erbakan bile, onlara göre, son derece radi kal kalacak. Gidişat bu noktada. Yine; Milliyetçi Hareket Partisi, yüks elen bir dalgaya bindi, ama o dalgayı yönlendiremedi. Milliyetçi Hareket Partisi'nin, parti tarihi boyunca başına gelmiş en büyük felaket, şu anda hükümet ortağı olmasıdır. Milliyetçi Hareket Partisi için yapılacak birşey yok. Milliyetçi Hareket Parti-si'ni, bu tarihten sonra, Alpaslan Tür keş mez ardan çıkıp gelse kurtarması mümkün değil. Milliyetçi Hareket Partisi'nin, önümüz deki süreç te, o seçimlerdeki rüzgarı bir kez daha yakalaması mümkün görünmüyor. O hareket içinde de ciddi kopuşl ar yaşanacağı inanandayım ben. Özellikle ül kücü kesi min tabanında ciddi kopuş mal ar yaşanabilir. O tabanın da, egemenlik sistemi tarafından organiz e edilecek bir baş ka par tiye veyahut da mevcut partilerden birine gitmesine müsaade etmemek gereki yor. Çünkü o taban içerisinde de, ağırlıklı olarak sistemden memnun olmayan, sistemle barışık olmayan unsurlar bulunmaktadır. Solun da bir an önce bu noktada bazı konulan düşünmesinde fayda var. Yani Milliyetçi Hareket Partisi'nin tabam şu anda yüzde 15'lere varan bir taban. Biz bu insanların hepsini faşist ilan edi p işin içerisinden çı kma durumunda değiliz. O bakımdan, ç ok di kkatli bir şekilde, ül küc ü kesi m içerisindeki gelişmeleri izlemekte benc e fayda var. Bu sür eçte de zaten s ahte milliyetçiler, uluslararası tahkim, IMF ve diğer politikalarda gerçek yüzlerini ortaya koydular. Onlar, bir müddet s onra daha i yi deşifre olacakl ar... Teşekkür ederiz . Ben teş ekkür ederim.
Yukarıda yazılanlar her ne kadar biraz hayal ürünü yazılar olsa da aslında hepsi bir o kadar da gerçek. Hem de artık bugün için o kadar uzağımızda olmayan gerçekler. Müzik piyasasında yeniden şekillenmeye başlayan tekelleşme çalışmalar ından bahsediyoruz. Bugüne kadar yerli plak şirketleri aracılığıyla Türkiye'de bir pazar sahibi ol maya çalışan yabancı plak şirketleri artık bizzat kendileri gelmeye başladılar. Hatta geldiler bile! Bugüne kadar mü zik piyasasında bir tekelleşme yok muydu? Vardı tabii ki ve hala da var. Sorun, tekelleşmenin yerli ya da yabana firmalar tarafından yapılıyor ol ması değildir. Sorun, kültürümüzü, değerleri mizi sö müren ve yozlaştıran e mperyalizmin kendisidir. Bu günün dünden farkı, sömürünün artık hayatımızın her alan ında daha sistemli ve progra mlı yapılıyor ol masıdır. Bu şirketler Türkiye'de yeni baştan bir şeyler yaratmaktansa bu alanda az çok birikimi ol muş, adını duyur muş plak şirketlerini satın alarak başlıyorlar bu işe. O şirketleri bu hale getiren yöneticileri yeniden şirketlerinin başında bırakıyorlar. Bu işi yaparken medyayı da arkalarına alıyorlar. Çünkü medyayı denetle-
mek bir anlamda he m siyasal hem de sosyal bir güç. Bu konuyla ilgili olarak Unkapanı'ndan birkaç plak şirketi yöneticisinin düşüncelerini aldık. Onların bu konuyla ilgili ne düşündüklerini, ne söylediklerini aktarıyoruz şimdi.
Kalan Müzik Hasan Saltık Yabana plak şirketlerinin yerli plak şirketlerini satın al maları veya artık doğrudan kendilerinin de şubeler açmalarıyla başlayan tekelleşme çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun çok somut bir örneği v ar. EMI, Harika Plakçılık'ı satın aldı. Burada kurumlaşamay an eski büy ük firmalar şu andaki şartlarda f azla ileri götüremey eceklerini anladılar. Büyük firmaları aray ıp eski repertuarlarını satmay a çalışıy orlar. Y abancılar da işlerine gelenlerin y ay ın haklarını alıy orlar. EMI'nın, İngilizler'in en büy ük taktiği şeydir, bütün düny a ülkelerine girdikleri zaman o ülkenin ulusal arşiv ini, y ay ın haklarını almaktır. Türkiye'de de bunları y apabilirler ilerde. Bunun ilk örneğini gördük. Türkiye bu şirketler için son derece zengin bir kaynak olsa gerek. tavır / müzi k / nisan 2000 / sayı: 22
Y abana şirketler zaten herhangi bir ülkey e yatarım y apacakları zaman çok iyi araştırarak geliyorlar. Türkiy e'de hala satan mevcut kasetlerin %30'u yerel v e bölgesel albümler. Ve bunu da y apan uf ak bölge f irmaları. Dolay ısıy la bu f irmaların amacı o ülkenin en iy i halk müziği v e klasik müziği ustalarının y ay ın haklarını alıp onları klasik gibi değerlendirmek, y eni bir anlay ışla onları piy asay a sunmak Bu EMI'nın üstünde popüler iş yapmak daha işlerine gelir. Bilhassa İngilizlerin Ortadoğu ülkelerinde, Balkanlar'da yaptığı işler bu işler. Düny ada artık kaset satışlarında düşüş var. Çünkü çok popüler şey ler çok f azla satmıy or düny adaki CD f abrikaları zaten f azla ürerim y apamamaktan şikayetçi. Nüf us oranına da baktığımızda Türkiy e'de şu anda 60 mily on civ arında kaset satılıy or. Bu yasal v eya korsan f arketmiy or. Y aklaşık 5 milyon civarında da CD satıy or. Y abana bir şirket açısından bakıldığında y abana şirketler bu pazarın %30'una sahip olmaya çalışırlar. Ki bu
böy ledir. Her bir firma, işte 60 milyon kaset, 5 milyon CD pazarındaki % 30 pazar pay ı çok büy ük bir rakam. Çünkü yabancı şirketlerin Türkiye'ye gelmesiyle kaset satış fiy atlarında büy ük bir artış meydana geldi. Maliyetlerini ve satiş miktarlarını Av rupa'daki fiy atlarla eşit duruma getirmey e çalıştılar. Ama halkın alım gücü hala Türkiy e'de çok az. Ama bunlar ay nı Av rupa'da y aptığı, kar oranında kar y apmak istedikleri için fiy atlar dev amlı y ukarı çekiliyor. Maliy etler de düşük aslında, plastik maliyetlerde v ar. Aslında Türkiy e iy i bir pazar denilebilir. Yabana şirketlerle girilen ortaklıklar sonucunda ise ticari çıkar gütmeyen ve araştırmaya, incelemeye dayalı albü mlerden söz etmek pek mü mkün olacak mı? Y abancılar öy le bakmaz. Önünde bir liste v ardır. Çünkü bir ülkenin halk ozanlarını, halk müzik sanatçılarını, işte Aşık Vey sel'i, Zaralı Halil'i, Diy arbakırlı Celal Güzelses'i, Malaty alı Fahri Kay ahan'ı, Neşet Ertaş'ı, Muharrem Ertaş'ı belli başlılarını saysan bir elli tane halk ozanı çıkacaktır karşısına dev amlı satabilecek. Y ani sembol olmuş o ülkede. Bütün bunların y ay ın hakkını aldıktan sonra v eya Münir Nurettin Selçuk vey a Saadettin Kaynak vey a Zeki Müren veya Safiy e Ayla bütün bunların y ay ın haklarını satın aldığında o ulusal kültürün en iy i seslerini satın almış oluy orsun zaten. Gerisi de zaten y öre v e bölge sanatçılarıdır. O f irmay ı satın aldığı zaman bu y ay ın haklarını aldığı zaman y eterlidir o iş için. Daha sonra uyanık, bu işlere mey illi, iy i işler y apan adamı oldu mu o firmanın o kişiyi de şirketin müdürü y apıy orlar. Yani zekice davranıp serbestçe çalışmaların ı sağlıyorlar. Tabii. Aslında tamamen y abana bir şirkettir. Ne olacak zaten, onunla niçin ilgilenirsin? Verir ay da bin dolar, ikibin dolar bir de kar pay ı v erir. O işi y apan adamı da satın alır. Yani kendi bünyesinde limon gibi sıkar, beş y ıl, on yıl onu çalıştırır sonra gönderir, gider. Y ani sadece şirketi almıy or. O şirketteki bu işleri yapan becerikli adam kimse onu da yanına alıy or. Şirket özelliğini y itiriyor artık yabana bir şirket oluy or.
Türkiy e'de edisy on şirketleri kurulacak şimdi. Daha henüz kurulmadı. Dünyanın her y erinde v ar. Sadece Türkiye'de y ok. Sadece söz müzik telif hakları y oktur. Bir de edisy on haklan v ardır. Edisy on, herhangi bir şarkının, eserin başka sanatçılar taraf ından y orumlanması hakkına deniy or. Dolay ısıy la y abana şirketler bu edisy on haklarıy la beraber aldıkları an Türkiy e'de y apılabilecek hiçbir şey y ok. Hemen hemen, artık kendi halk şarkını, türkünü yapmak istediğinde onlardan izin almak zorundasın v e para ödemek zorundasın. Söz, müzikle ilgili MESAM diy e bir kuruluş var. Edisyon şirketleri özel şirketler olabilir ve izin verip v ermemek onların elindedir. Yeni kurulan ve Türkiye'ye yeni yeni gel meye başlayan bu şirketlerin şu andaki müzik piyasasındaki yerleri için neler söylenebilir. Gelecekte neler olabilir? Onların f azla başarılı olabileceğini zannetmiy orum. Y ani plak şirketlerinde herşey paradır diye bir şey yok. Bu iş y etenek, beceri istiy or. Şu anda Türkiy e'deki y abana şirketlerin durumuda bana göre vitrin firmasından ötey e gitmiyor. Şu anda daha işi öğrenmiş değiller. Bana göre buradaki Türkiye müdürleri fazla işten çaktıklarını v e anladıklarım sanmıyorum. Ama üç beş y ıla kadar çok iyi öğrenecekler. Bu işi çok iyi öğrenecekler v e tamamen ele geçirebilecekler gibi geliy or. Önümüzdeki beş y ıllık süreç içinde üç tane çok büy ük y abana şirket olacak. Bu üçünün toplamı %50 pazarı ele geçirmiş olacaklar. Geri kalan %50 ise buradaki bağımsız v eya örgütlü Türk f irmaları elinde bulundurmuş olacak. Y abana şirketler yetenek v e beceriy e bakar. Bir işi üretiy orsan, bir firma bağımsız, kendi başına büy ümüşse onu satın alma y oluna gider. Birileri y a satar y a satmaz. Y ani bu koşullarda eğer y abana şirketler büy ük bir dağıtım şirketi kurarlarsa, bu işi tekellerine alırlarsa buradaki y erli firmalar örgütlenemezlerse gazete dağıtımında olduğu gibi aley hte sonuçlar doğurabilir. Y ani y erli firmaların bir an önce örgütlenip kendi dağıtım şirketlerini kurması gerekiy or. Ama şu anda o örgütlenmey i y apabilecek kapasitede y apımcılar tavır / müzi k / nisan 2000 / sayı: 22
y ok. Zaten Kalan Müzik'le Ada Müzik'i ilk beş y ıl MÜY AP'a almamakta direndiler mesela. Hala da öy le bizi almış değiller. Hala direniy orlar ama halbuki bilmiyorlar ama bu onların aleyhine. Yeni Dünya Müzik Mehmet Emin Sert Y abana müzik şirketlerinin Türkiye'ye gelişi aslında epey öncelere day anır. Bildiğiniz gibi burda Sony 'nin olsun Univ ersal'ın olsun, BMG'nin olsun temsilcilikleri v ar. Bunlar y ıllardır Türkiy e piy asasına dolaylı bir şekilde olsa hakimler. Giderek kimi şirketleri bünyelerine katıy orlar. Bu aslında bir anlamda doğal bir süreç. Dünyanın pek çok yerinde y aşanan, Türkiy e'de de y aşanacak olan; ay rıca burda zaten bence diğer bir nokta da bağımsız gibi görünen aslında bu şirketlerle resmen, doğrudan birleşmese bile ay nı y ay ın politikası, ay nı kültür anlay ışında hizmet eden pek çok müzik şirketi v ar. Bunlar zaten ay nı halkanın parçalarıdır bizce. Bunların giderek sermay e olarak da birleşmesi aslında y aşamın getirdiği bir doğal sonuç diy e bakıy orum. Birinci nokta bu. ikinci nokta: tabii ki çeşitli alanlarda olduğu gibi müzik alanında hızlanan bir tekelleşme var. Zaten mevcut durumda da müzik şirketleri çapında bir tekelleşmeden bahsetmek bence mümkün. Şu an fiy atların belirlenmesi olsun, kültür politikaları olsun medya hakimiy eti olsun belli sanay i grupları hakim. Örneğin Raks, kaset ve CD üretiminde çeşitli malların dağıtımının y apıldığı pazarlar ının y apıldığı müzik marketleri kadar geniş bir ağa sahip. Ay nı zamanda Türkiy e'deki önemli müzisy enlerin de çalıştırdıkları müzik şirketleri var. Bunlar tekelleşmenin bence küçük örnekleri. Aynı zamanda Doğan sermay esi bu alana y oğun bir biçimde girme çabası içinde. Henüz DMC diy e kurdukları y eni bir şirket var sadece. Bunlar bu işin bir anlamda doğal sonuçlan. Önemli olan bunun karşısında olan v e f arklı bakış açısına sahip müzik şirketlerinin tav ırlarıdır. Bunlarla olan mesaf eleridir, bunu korumalandır. Bence önemli olan fark budur. -sürecek- !
Güneşe Yolculuk Kalan Müzik Yönetmenliğini ve senaryo yazarlığını Yeşim Ustaoğlu'nun yaptığı, bir T ürk ve Kürt gencinin tasadüfen başlayan dostluğunu ve bunun üzerinden, yaşanan toplumsal gerçekliklerle birlikte gelişen olayları anlatan Güneşe Yolculuk filminin, film müzikleri albümü Kalan Müzik't en çıktı. Berlin Film Festivali'n de kazandığı ödüllerin yanısıra İstanbul Film Festivali'nde de En İyi Yerli Film ve En İyi Yönetmen dallarında ödüller aldı. Filmin, çekimleri bittikten ancak bir yıl sonra ülkemizde sinemalarda gösterimine başlanmıştı.
Djivan Gasparyan "SALUTE" Yeni Dünya Müzik Şu anda Erivan Devlet Konservatuarı' nda profesörlük yapan Gasparyan, ülkesinde ve dünya çapında önemli çalışmalarıyla tanınan usta bir Dudukçu'dur. Daha önce "Günaha Çağrı" ve "Dead Man Walking" filmlerinin müziklerinde de çalan Djivan Gasparyan, bunların dışında birçok önemli çalışmada yer aldı. 1973't e Ermenistan'ın ilk ve tek "halk sanatçısı" olma ünvanını almıştır. 1959-80 arası dönemde ise kültüre yaptığı büyük katkılardan dolayı, UNESCO tarafından Gasparyan'a dört altın madalya verilmiştir.
tavı r / müzik / nisan 2000 / sayı : 22
y üzy ıldan başlar tarın tarihi. Bu y üzy ılın şairlerinden Baba Tahir "Gök v e Y er" şiirinde kullanır tarın adını. "Kanadı kırılmış guşa benzer bir üreğim vardır. Dery a kenarında oturmuş gemi kimiy em. Hamı (herkes) dey ir ki, Tahir tar çalar.' Gınlmış tardan ses çıkarım?" Sonrasında XI. y üzy ılda Azerbaycan şairi Getran Tebrizi "Div an"ında tardan bahseder. "Bülbülün nağmesi, suların şırıltısı Cenk, tar v e rebab seslerine karışmıştır (1) Bulutta y ıldırımın sesi "De" din sesi gibidir." XI. y üzy ıldan XVI. y üzy ıla kadar tarın adına kay naklarda rastlayamıy oruz. Tarın menşei hakkında iki v arsay ım v ardır. Bunlardan birincisine göre "Tar, setardan (üç telli) esinlenerek yapılmıştır. Kolunun düz v e uzun olması perdelerinin çokluğu gibi benzer y anlan vardır." Fakat tara bakıldığında genel y apısının iki çanaklı olması v e baş kısmının orjinal şekli kesinlikle setardan f arklıdır.
İkinci görüşe göre de "Setardan f arklı olarak deri membran (tarın y üzü) v e çifte çanak yoktur. Bu iki özellik tarın eski aletlerinden "gıy cek"te mevcuttur." Ancak gıycekin kolu kısa ve eğridir. Ay rıca tar özellikle Kafkasy a'dan gelmiştir v e her zaman Kafkasy a'da mev cut olmuştur. XVHI. y üzy ılın sonunda oradan İran'a getirilmiştir. Burada Kafkasya'dan kastedilen aslen Azerbaycan'dır. Çünkü Kafkasya'da sadece. Azerbay can çok çeşitli telli sazlara sahiptir v e burada yay gındır. Bazı araştırmacılar tarın ilk mucidinin Farabi olduğunu söy leseler de bu konuda kesin bilgi yoktur. Farabi "Kitap el Musiki" adlı eserinde musikinin teorik y önleri ile ilgili ud, tanbur, rebab v b. musiki aletierinin adım kullanmıştır. Buradaki tanbur aslında tar olarak nitelendirilmiştir. Birde tardan f arklı olarak mızrap v e şelpe ile çalınan bir dizi alet v ardır ki bunlar tar ile karıştırılrnamalıdır. Örneğin dutar (iki telli), setar (üç telli), çahartar (dört telli), pençtar (beş telli), şeştar (altı telli). Tarın Gelişimi XI X. y üzy ılın tanınmış sanatçısı v e Tarzeni Mir za Sadık Esadoğlu (Sadıktavı r / müzik / nisan 2000 / sayı : 22
can) tan geliştirerek, onun Azerbaycan'a has olanım y aratmıştır. Mirza Sadık Esadoğlu ilk olarak tarın çanak kısmında değişiklik y apmıştır. Bu değişiklikteki esas amaç tarın sinede- göğüste v e bu say ede de ay akta çalınmasını sağlamaktır. Ayrıca tarın çanaklarını eskiy e oranla derin kazıy arak inceltmiş ve ağırlığ ını a zaltmıştır. Y üzünün çapını hay li genişleterek ov al şekle getirmiştir. Neticede icracılık tekniğinin imkanlarını genişletmiştir. Tarın tellerini de altıdan onbire çıkartmış, kol ile çanak arasında mey dana gelen gerginliği önlemek maksadı ile çanağın kendinden çıkan kısmına tarın kolunu giydir-miştir. Bu destek maksatlı ağaç tarda "hun" denilen, sesin titreşim v e dalgalanmasının oluşmasını sağlar. Tardaki bu gerilme kuvv eti, tarın hassas deri malzemesinden oluşan y üzüne tesir eder. Ay rıca bu deri ani hav a değişimlerinden de etkilendiği için tarın akordunun sık sık bozulmasına neden olur. 2) Tarın sonuna ilav e edilen rezonans( telleri tarın kolunun üst taraf ından kola menteşe edilmiş özel eşik üzerinden geçerek, büy ük çanağın baş kısmındaki genel eşiğe bağlanır. Bu tellerin Azerbaycan profesyonel halk müziği ve kla-
sik mugam(3) icracılığında rolü büyüktür. Bu tellerin mızrap kullanımının özel bir tavrı vardır. Bunun dışında, başka sanatçılar arasında, 'lal parmak" denilen parmakla çalma tavrı vardır. Azerbaycan'da halk yaratıcılığına dayanan Mugam, Mahnıl4), Rex(5) ,Tesnif, Renk(7) gibi müzik türleri tarla icra edilir. Bunun dışında Azerbaycanlı bestekarların tar ve s enfonik orkestra için yazdığı çok sayıda konçerto mevcuttur. Yapısı Tarın teknesi dut ağacından oyularak yapılır. Gövde kısmı büyük ve küçük çanak olarak iki kısımdan oluşur.
Ön yüz yürek zan ile kaplı dır. Onbir teli vardır. Bu tellerin bağlandığı dokuz burgu vardır. Bunun nedeni en sondaki rezonans tellerinin ikisinin tek burgudan geçmesidir. Genellikle boynuzdan veya kaplumbağa kabuğundan (bağ) yapılan sert bir mızrapla çalınır. Ayrıca tarın içinden tahta veya demir bir çubuk geçer. Bu çubuğun işlevi sapın atmasını engellemektir. Türkiye'de Tar Tar çok yakın bir tarihte Türkiye'ye gelmiştir. Kars ve civarında yaygın olarak bilinip çalınır. Şenel Önaldı'nın kişisel çabal arıyla 1975'de İTÜ Konsurvatuar'ında enstrüman dersi olarak öğretimine başlanmıştır. Aynı tarihlerde TRT'de kullanılmış ve geniş kitlelere sesi duyurulmuştur. Ege ve Gaziantep Konservatuarları'yla, halk müzi ği topluluklarında yer bulmuştur. Tar için Azerbaycan halk çalgısıdır diyebiliriz. Tar bugün Türk Halk Müziği enstrümanı olarak kabul edilmektedir ancak, Anadolu'da kullanım oranı oldukça düşüktür. Başka bir deyişle Türkiye'de kullanılan genel müzik formasyonu içinde popülaritesi düşüktür. Sadece halk müziğinde, Kars ve civarında kullanılmaktadır. Popüler olan batı formlarıyla uyumunun zor olması, diğer müzik türlerinin ve sanatçılarının ilgisini azaltmaktadır. Aslında çalındığında oldukça etkileyici bir ses tonuna sahip olduğu görülmektedir. Tar, Kafkas halklarının kültürel bir değeridir. Bir halkın kültürüne sahip çıkmanın, o halkın değerlerine sahip çıkmaktan geçtiğini ve Kafkas Halkları'nın yüzyılların birikimiyle oluşturdukları bir değeri, bir enstrümanı olan tan bunun için sahiplenmemiz, gerilemesini ve yok olmasını engellememiz ve yaygınlaştırmamızdan geçtiğini söyleyebili-
tavı r / müzik / nisan 2000 / sayı : 22
riz. Bugün evrensel bir nitelik kazanmış olan, her müzik türünde kullanılabilen örneğin bir gitarın popüler olması doğaldır. Ancak ulusal birer değer olan enstrümanlarımızı da bu aletlere ezdirip yoketmemeliyiz. □ kay nak 1- Azerbay can Ta rı, Vagıf Abdulgasımov 2- Serhat Turunç dipnotlar 1- De: Şarkı söy ley en kadının adı. 2- Rezonans telleri: Ta rın en üstteki sadece mızrap vurularak çalınan telleri. 3- Mugam: Uzun hava 4- Mahnı: Sözlü halk müziği 5- Rex: Oy un Havası 6- Tesnij: Mugam içinde icra edilen sözlü eserler. 7- Renk: Mugam içinde icra edilen enstrüman eserler. 8- Kromatik: Ay nı notadan oluşan ya rım ses aralığı (si-sib) 9- Diatonik: Değişik iki nota arasındaki y a rım ses aralığı, (do, re) 10- Triole: Bir vuruşun üç eşit zamana bölünme si.
tav覺 r / haber yorum / nisan 2000 / say覺: 22
tav覺 r / haber yorum / nisan 2000 / say覺: 22
tav覺 r / haber yorum / nisan 2000 / say覺: 22