Merhaba...
15 Günlük Sanat Dergisi
Sahibi: ‹dil Kültür Yay›n Org. Rek. Film. Tic. ad›na MUHARREM CENG‹Z Yaz›iflleri Müdürü: AHU ZEYNEP GÖRGÜN Yaz›flma Adresi: ‹D‹L KÜLTÜR MERKEZ‹ KULO⁄LU MH. TURNACIBAfiI CD. A⁄AKÜLHAN‹ SK. A⁄A HAMAM APT. 13/8 BEYO⁄LU/‹STANBUL TEL/FAX:(212) 245 00 70 (212) 244 31 60 e-mail adresi:tavir@grupyorum.net ‹zmir: YAREN KÜLTÜR SANAT MERKEZ‹ ‹SMA‹L S‹VR‹ CAD NO: 23 ÜÇKUYULAR- BUCA /‹ZM‹R TEL:(232) 442 27 38 Ankara ‹D‹L CAN KÜLTÜR MERKEZ‹ 7. SOK NO: 21 TUZLUÇAYIR/ANKARA TEL: (312) 370 22 09 Hesap No: (TL): 1116-0346785 HAKAN ALAK ‹fiBANKASI ORTAKÖY/‹STANBUL (DM): 1042- 3010000 129062 GAMZE M‹MARO⁄LU ‹fiBANKASI PARMAKKAPI/‹STANBUL Ofset Haz›rl›k TAVIR YAYINLARI Bask› ASPAfi Da¤›t›m YAY SAT
Üçüncü say›m›zla tekrar birlikteyiz. Ac›n›n yoksullu¤un ve beraberinde direniflin yafland›¤› zaman dilimi ak›p gidiyor. Daha öncede sayfalar›m›zda yo¤un olarak yer verdi¤imiz ölüm orucu direnifli medyan›n ve egemenlerin yok saymas›na karfl›n bizim gündemimizin birinci s›ras›nda yerini al›yor. Tutsaklar ve ölüm orucuna yatan bütün direniflçiler hakl› ve meflru taleplerini kabul ettirene dek biz de onlar›n sesi solu¤u olmaya devam edece¤iz Do¤acak özgür bir ülkenin topra¤a düflen tohumlar›d›r flehit düflen direniflçiler... Yar›n› bugünden kurma mücadelesini her gün açl›ktan eriyen bedenleriyle sürdürüyorlar. Hemde yo¤un bir abluka, katliam haz›rl›¤› siren ve silah sesleri, gaz bombalar› alt›nda. Son soluklar›n› tüketmekteler. Yüzlerinde tatl› ve huzurlu bir gülümsemeyle veda ediyorlar yaflama, kurulacak özgür, yaflanas› bir dünya ad›na... Sayfalar›m›zda onlara yer verdik. Onlar bir kufla¤›n fedakar evlatlar›, yaflanacak özgür günlerin teminat›d›r. Devrim kufla¤›n›n kahramanlar› birer birer kendilerini feda ediyorlar... Ve tarih yaflanan her an› bilgece bir edayla kaydediyor sayfalar›na. Yaflanacak yar›nlar onlar›n düfltü¤ü topraklarda boy veriyor. Ba¤›ms›zl›k, demokrasi ve sosyalizm özlemi büyüyor. Dergimiz yay›na haz›rland›¤› s›rada Amerika intihar sald›r›s› eylemleriyle sars›ld›. Dünyan›n en büyük emperyalist gücü bir anda u¤rad›¤› floku hala atlatamad›. Y›llard›r baflka ülkelerin üzerine ya¤d›r›lan bombalarla tan›flt› Amerikan Halk›. Masum bir çok insan da hayat›n› kaybetti. Ama onlar›n kan›n› döken de bu sonucu yaratan da yine Amerika’d›r diyerek baflyaz›m›zda bu konuya yer verdik. Ölüm orucu, sürüyor, sürdükçe ö¤retiyor, yeni yeni de¤erler yarat›yor, sars›yor, ar›nd›r›yor.... Her gün yeni bir flehit haberi do¤an günü müjdeliyor. En k›sa zamanda tekrar buluflmak üzere... Dostlukla...
makale
an›
fliir Bir Cezaevinde Tecritteki Adam›n Mektuplar› Naz›m Hikmet.......................................... 24-25 YirmiY›l Sonra Gördüm Sevgiyi Orhan Alkaya................................................... 40 Y›k›lma Sak›n Ataol Behramo¤lu.......................................... 21
Feda Kültürü Engin Taflç›.................................................5-6-7 Bir Ömür Tahsin ‹lkaya...................................,,..37-38-39
röpörtaj deneme
‹nanc›n Yolu Ali R›za Demir............................................... 8-9
mektup Hayat›n Bahar›nda Özgür fien............................................... 17-18 Baba Tav›r........................................................ 19-20
Mektup Tav›r..................................................41-42-43
izlenim Barikatlar›n Ard›nda Umudumuz Var Hülya Sayg›n..........................................34-35
Armutludan ‹zlenimler Tav›r............................................29-30-31-32-33
masal
Sessiz Ölüm Veli Göktafl.......................................26-27-28 Vedat Özdemir K›sa Filmi Bir Araç Olarak Görebiliriz Tav›r................................................................36
tan›t›m Feda GrupYorum............................................. 44-45
haber yorum
Vatana Varmak ‹çin Levent Karakaya.....................12-13-14-15-16
öykü Çorba Seval Alp..................................................10-11 Gülümsüyordunuz ve Zafer Diyordunuz Gülcan Aktafl.......................................... 22-23
güncel Koskoca Gökdelenler Yan›yordu Güzin Karaduman..................................... 3-4
Harbiye’de Grup Yorum Rüzgar› Esti.........46 Grup Yorum’dan Klip.....................................46 Ümit ‹lter’in fiiir Kitab› Ç›kt›.........................47 Muhabirlerimiz Gözalt›na Al›nd›................47 Celal Bafllang›ç’›n Kitab›na Toplatma........47
güncel güncel güzin karaduman
KOSKOCA GÖKDELENLER YANIYOR DEV B‹R DUMAN GÖ⁄E YÜKSEL‹YORDU...
gün Sal›yd›. Takvimler Eylül'ün 11'ini gösteriyordu. Amerika'n›n New York flehrinde dev bir uçak Dünya Ticaret Merkezi'nin oldu¤u o kocaman gökdelenlere çarpt›. Dev bir duman yükseldi gö¤e... Ç›¤l›klar 盤l›klara kar›flt›. Duman hala gökyüzüne yükseliyordu. Bu duman› bir yerlerden hat›rl›yordu Dünya Halklar›. Tan›d›k gelen, bir yerlerden hat›rlanan, on y›llar boyunca haf›zalardan silinmeyen Hiroflima' daki dumand› bu. Sonra bir uçak daha çarpt› dev gökdelenlere. Çok sürmedi binalar çöktü yerle bir oldu. Bir uçak da Pentagon’a düfltü. Ayr›ca baz› binalar›n yak›nlar›nda bomba yüklü araçlar patlad›. Toz duman içinde oradan oraya kaç›flan insan görüntülerini yakalad› kameralar. Toz duman içinde elinde çantas› boynunda kravat›yla 'iyi giyimli' bir adam koflturup duruyordu. Bu resimler de tan›d›k geliyordu bir yerlerden... Atom bombas›ndan kaçan ç›r›lç›plak bir k›z çocu¤unun resmi miydi ça¤r›fl›m yapan? Yoksa Ba¤datl›lar m›yd› tepelerine düflen her füzeden sonra canh›rafl 盤l›klarla oradan oraya koflturup du-
O
ran? Hay›r Amerikal›lard› bu kez... “‹yi giyimli” Amerikal›lard› can havliyle kaç›flan. Sanal alemin yaratt›¤› bir bilgisayar oyunu muydu yoksa bunlar? Hay›r gerçek olamazd›. Koskoca süper güçtü Amerika. Kimse Amerika’ya böyle bir fley yapamazd›. Amerikan halk›, kendi ülkeleri dünyay› bombard›man alt›nda tutarken bütün bunlar› bilgisayar oyunu gibi izlerdi hep. Ama atefl kan, barut, ölüm ve gözyafl› elle tutulacak kadar gerçekti. Gökdelenler yan›yordu Sena... Babas›n›n kuca¤›nda ‹srail kurflunlar›yla can veren Filistinli çocuk! O gökdelenler cay›r cay›r yan›yordu biliyor musun? tav›r / kapak konusu / ekim 2001 / say›: 3
3
Sen açl›ktan ve hastal›ktan ölmeye devam ederken gökdelenler yan›yordu Afrikal› çocuk, biliyor musun? Napalm bombas›yla yan›p kavrulan Irakl›lar gördünüz mü gökdelenler yan›yordu! Kap›lar› çalan, bir avuç kül oluveren, küçük k›z çocu¤u sen de gördün mü? Yan›yordu gökdelenler cay›r cay›r... Vietnam'da, Kamboçya'da, Laos'ta, Sudan'da, Afganistan'da bombalarla katledilen insanlar, “Ölüm hep bize mi düfler usta” diyen tamirci ç›ra¤› gördün mü yan›yordu gökdelenler. Gördün mü bak, ölüyordu onlar da... Anadolu' nun yoksul insanlar›!
Gördünüz mü nas›l yan›yordu gökdelenler... Gökdelenler yan›yor, gökdelenlerin içinde bulunan, ölümü haketmeyen insanlar da ölüyordu. Amerikan Halk› a¤l›yordu... T›pk› y›llard›r ezilen dünya halklar›n›n a¤lad›¤› gibi. Olay›n üzerinden günler geçti. Amerikan halk› yas›n› tutuyordu ölülerinin. Oysa dünyan›n pek çok yerinde kaybettikleri yak›nlar›n›n yas›n› bile tutamadan yenilerini kaybetti üzerlerine bomba ya¤d›r›lan insanlar. Amerikan halk› a¤l›yor ve lanet okuyordu “terör”e. Oysaki en baflta lanet okumalar› gereken y›llard›r ezilen dünya halklar›n›n kan›n› döken kendi ülkelerinin yönetimiydi. Ac› nedir bilmezdi Amerikan Halk›, yokluk nedir bilmezdi. Gözyafl› nedir bilmezdi, barut kan atefl kokusunu bilmezdi. Yaflad› ve gördü. Sevdiklerini kaybetti bir anda. Amerika Halk› da dehfleti gördü, yaflad›... ‹nanamad›... Y›llard›r dünya halklar›na ac›y› ve yoksullu¤u reva gören bir ülkenin vatandafl› olmaktan utanç duymufllar m›yd› kimbilir? Bu intihar sald›r›s›ndan günler sonra Amerikan gençli¤i uzat›lan mikrofonlara de¤iflik cevaplar veriyordu. Kimisi orduya girmek istedi¤ini, kimisi ülkesinin bundan sonra yap›lacaklar hakk›nda do¤ru karar› verece¤ine inanmak istedi¤ini, kimisi ise bunun tekrar olup olmayaca¤›n› düflünmeyece¤imi-
zi mi san›yorsunuz? diyordu. Ama içlerinden birinin verdi¤i cevap ise çok önemliydi ve belki de sald›r›n›n tart›fl›lmas› gereken dü¤üm noktas›yd›. fiöyle diyordu 19 yafl›ndaki Sarah Hassing isimli genç k›z : "Birilerini ç›lg›na çevirmifl olmal›y›z, ne yapt›¤›m›z› gerçekten bilmek istiyorum..." Do¤rudur, Sarah do¤ru söylüyordur. "Birilerini ç›lg›na çevirmek" için ülkesinin neler yapt›¤›n› bilmiyordur gerçekten. Çünkü onlar›nda y›llarca beyinleri teslim al›nd›. T›pk› bizim ülkemizin gençli¤i gibi, t›pk› bütün yeni sömürge ülkelerin uyufltu-
rulmufl gençli¤i gibi. Sarah bilmiyordu, ve do¤ru söylüyordu. Y›llard›r Filistinde kendi yafl›tlar›n›n ülkeleri ve ba¤›ms›zl›klar› için savaflt›klar›n› ve can verdiklerini de bilmiyordu. Ortado¤u’da, Balkanlar’da bebelerin ci¤erlerinin do¤du¤u anda barut kokusuyla tan›flt›¤›n› da bilmiyordu. Sarah belki de.... Yani gerçekten do¤ru söylüyordu ve ülkesinin y›llard›r döktü¤ü kan›n fark›nda de¤ildi. Ama Sarah’›n ya da milyonlarca Amerikal›n›n bunu bilip bilmemesi bir fleyi o gökdelenlerin cay›r cay›r yand›¤›n› ve Pentagon’un tepesine de bir uça¤›n tav›r / kapak konusu / ekim 2001 / say›: 3
4
düflmüfl oldu¤u gerçe¤ini de¤ifltirmiyordu. Bir gerçek daha vard›. Birileri Amerikadan y›llard›r döktü¤ü kan›n hesab›n› sormufltu. Eylem biçimi devrimci bir tarzda de¤ildi. Ama bu ifli birilerinin s›rf manyakl›k olsun diye yapmad›¤› da belliydi. Çünkü hiç kimse macera olsun, heyecan olsun diye kendi can›n› da feda ederek içinde binlerce kiflinin oldu¤u kuleleri yerle bir etmezdi... ‹nsanlar ölmüfltü ya Amerika’da... Ülkemizdeki Amerikan›n sad›k dostlar› günlerce yazd› çizdi bunu. Uçaklarda bulunan insanlar›n cep telefonuyla yak›nlar›n› aray›p “Seni Seviyorum’” dediklerini konu yapt›lar kendilerine. Öyle ya bir tek onlar bilirdi sevmesini. Bu dünya üzerinde sadece Amerikan halk›n›n can› vard›. Bir tek onlar›n sevdikleri vard›. Y›llard›r bomba ya¤muruna tutulan insanlar›n hiç sevdi¤i yoktu. Oysa as›l ezilen halklar bilirdi sevmesini... Ac›y›, yoksullu¤u, kan› ve gözyafl›n› bildikleri kadar bilirlerdi hemde. Gazeteler ertesi gün Hollywood'un bile akl›na gelmeyen senaryo diye manfletler att›lar. Evet.. Bu senaryo Hollywood'un bile akl›na gelmemiflti. Çünkü Hollywood’un görmek istemedi¤i bir fleyler vard› bu senaryoda bu da insan denen güçtü. ‹nsan iradesiydi. Tanklar›na toplar›na füzelerine ra¤men Vietnam halk› bambu kam›fllar›yla yenmiflti Amerikay›. Brecht'in fliirinde dedi¤i güçlü tanklar› olsa da “sürecek insan ister “di ne de olsa... Amerikay› kalbinden vuran “insan” denen gücün yarat›c›l›¤›, cesareti ,inanc› öfkesi ve iradesidir. Bundan sonra vuracak olan da budur... Bir gün ABD imparatorlu¤u da y›k›lacak gelmifl geçmifl bütün imparatorluklar gibi. Çünkü tarihin yasalar› böyle emrediyor....J
makale makale engin taflç›
ayat›n baz› anlar› vard›r ki insan› ölümle yaflam aras›nda bir tercihe zorlar." Nas›l olur böyle birfley"denebilir. Do¤rudur pek al›fl›ld›k bir fleyde de¤ildir sözünü etti¤imiz. Ama insan yaflam›nda öyle anlar vard›r ki tercih ölümden yana yap›lmak zorundad›r. Gerçekleflmesi istenmeyen bir fleydir ölüm. Sevdi¤imiz bir insan› yada insanlar›, akrabalar›m›z›, dostlar›m›z› bir anda kaybetmek yada bir daha hiç göremeyecek olmak, onunla yaflad›¤›m›z hayat› art›k paylaflamamak demektir. Sonsuz bir ayr›l›kt›r ölüm. Bu kadar hüzün verici sonuçlar do¤urmas›na ra¤men neden bazen tercih sebebi olabilir ölüm? Hayat bazen insan› öyle bir noktaya getirir ki as›l ölümün ne oldu¤u tart›fl›l›r hale gelir. Yaflam ile ölüm aras›nda bir tercih yapmak zorunda kal›r insan. Bu tercih farkl› flekillerde ortaya ç›kar. Kimi zaman bir intihard›r, hayata küsüp art›k yaflamaktan
H
vazgeçmektir, kimi zaman ise yaflam› çok sevdi¤i halde yaflamaktan vazgeçmek zorunda kalmakt›r. Birincisine daha al›flk›n›zd›r ama ikincisini bir y›l içinde daha s›k görür, tart›fl›r olduk. Devrimcilerin yaflam›nda s›k s›k karfl› karfl›ya olduklar› ve yaflam biçimlerinin do¤as› gere¤i karfl›lar›na ç›kan bir sonuçtur ölüm... Ölüm kavram›na devrimcilerin nas›l bakt›¤›n› Naz›m'›n dizeleriyle ifade edecek olursak flu dizeler güzel bir örnektir: “Dövüflememek
tav›r / feda / ekim 2001 / say›: 3
5
bir mavzer kurflunu kadar olsun bilfiil do¤rudan do¤ruya... Ancak kavgada vurulan ac› duymaz Ve kavga edebilmek hürriyetidir en mühimi hürriyetlerin” Yaflam insanlar› ölümden yana da bir tercihe zorlar demifltik. ‹nsana bu tercihi yapt›racak olan hayata bak›fl›, düflünceleri ve bu düflünceleri do¤rultusunda yaflatt›¤› de¤erler bütünüdür.
Pek çok insan yaflam içinde birçok fleyini çok daha fazla de¤er verdi¤i fleyler u¤runa feda edebilir. Peki ya feda edilecek olan bir hayatsa? Kaç kifli, ne u¤runa hayat›n› feda edebilir? Bugün ayak bast›¤›m›z Anadolu topraklar› için çok kan dökülmüfltür. Halklar›m›z›n tarihi ayaklanmalarla ve haks›zl›klara, adaletsizliklere karfl› verilen mücadelede fedakarl›klar ve kahramanl›klarla doludur. Ulusal Kurtulufl Savafl›nda emperyalist iflgalcilere karfl› verilen savafllarda Anadolu'nun isyan ve ayaklanma kültürü pek çok isimsiz kahraman yaratm›fl, geleneklerine yeni yeni gelenekler eklemifltir. Feda gelene¤ide bunlardan biridir. Ulusal Kurtulufl Savafl›nda vatan topraklar› u¤runa kendi yaflam›n› feda eden insanlar›n kahramanl›klar› dilden dile anlat›lm›fl, romanlara, filmlere konu olmufltur. Bir örnek verecek olursak Ulusal Kurtulufl Savafl›n›n kahramanlar›ndan olan fiahin Bey ve müfrezesinin yaratt›¤› kahramanl›k feda kültürünün güzel bir örne-
¤idir. Y›l 1920’ dir Antep Frans›z iflgali alt›ndad›r. Mehmet Sait (fiahin Bey) Müfrezesi Kilis yolunda konumlanan Frans›z birliklerine darbeler indirmifl, Antep’i kanlar›n›n son damlas›na kadar savunmaya and içmifllerdir. Frans›z Ordusunun büyük bir askeri güçle Antep’e do¤ru ilerledi¤i haberini al›rlar. Mehmet Sait ve müfrezesi, K›z›lburun’da düflmanla girdikleri çat›flmada güç kaybedip geri çekilerek Kartil yamaçlar›nda konumlanmak zorunda kalm›fllard›r. En sonda Bostanc›k de¤irmenine geçip burada bir cephe oluflturular. Karay›lan ve arkadafllar›, Mehmet Sait müfrezesi, ve Boynoo¤lu Memifl’in kuvvetlerinden oluflan cephe, Frans›z ordusunu beklemeye koyulur. Frans›z ordusu bu cepheyi yo¤un atefl alt›na tutar. Cephenin iki kanad›nda yeralan kuvvetler geri çekilmifl, Mehmet Sait ise bu öneriyi reddederek çat›flma karar› al›r. Direniflçiler düflmanla çat›fl›p Antep’e girmenin öyle kolay olmayaca¤›n› da göstereceklerdir. Mehmet Sait ve arkadafllar›n›n
Kurtuluş Savaşı’nda Efeler tav›r / feda / ekim 2001 / say›: 3
6
karar› kesindir. Düflman onlar›n cesetlerini çi¤nemeden Antep’e giremeyecektir. Dediklerini yaparlar. Düflman Antep’e ancak onlar›n cesetlerini çi¤neyerek girebilir. Frans›zlar'a Antep'e girmeleri için önce kendi cesetlerini çi¤nemeleri gerekti¤ini söyleyerek Elmal› Köprüsü'nde son kurflununa dek çat›flarak müfrezesiyle birlikte imha edilir. fiahin Bey ve nice isimsiz kahraman ölece¤ini bile bile bir kurflun s›kmadan ölmeyi namussuzluk sayarak o kurflunu s›k›p öyle ölürler. Belki düflman› oyalayacak arkalar›nda b›rakt›klar›n›n da hayatlar›n› kurtaracaklard›r. Yine Yunanl›lar'›n iflgali alt›ndaki ‹zmir'de, iflgalci emperyalist güçlere ilk kurflunu s›kan ismi Hasan Tahsin olarak bilinen genç vatansever hemen orac›kta katledilmifl ve katledilece¤ini bile bile o kurflunu s›km›flt›r. ‹flgalci güçleri tuz ve ekmekle karfl›layan iflbirlikçi hükümete ve eflrafa "Düflman öyle de¤il böyle karfl›lan›r" cevab›n› vererek halk›n tarihine bir kahramanl›k sayfas› daha yazm›flt›r.. Onlar› kahraman yapan ve yaflamlar›n› bir anda feda edebilecek kadar cesur k›lan, ba¤›ms›zl›k idealleri ve tafl›d›klar› de¤erlerdir. Bu de¤erler en baflta vatan ve halk sevgisidir. Bu sevgi öyle büyüktür ki kendi yaflam›ndan bile önce gelir. Gelenek büyür ve 1972'nin 30 Mart'›nda K›z›ldere ile yeni bir halka eklenir. Mahir Çayan ve dokuz yoldafl› kuflat›ld›klar› o küçük köy evinde bir destan yazarak gelecek kuflaklara de¤erli bir miras b›rakmak u¤runa kendilerini feda ederler. THKP-C 30 Mart 1972'de fiziki olarak tamamen imha olmufl ama yaratt›klar› gelenek gelecek kuflaklar taraf›ndan sahiplenilmifl ve
30 Mart 1972 Türkiye Devrimci Tarihi'nin milad› olmufltur. Mahir "Biz hepimiz bu u¤urda can verebiliriz ama öyle bir direnifl gelene¤i b›rak›r›z ki gelecek kuflaklara, biz olmasakta mücadelemiz büyür" derken bu gerçe¤e iflaret eder. Türkiye Devrimci Mücadele Tarihi bu gerçekli¤i defalarca kez göstermifl, gelenek Çiftehavuzlar'da, 12 Temmuzlar'da, Ba¤c›lar'da, ülkemiz hapishanelerinde yani devrimcilerin kuflat›ld›klar› her yerde yeniden hayat bulmufltur. Yoldafllar› ve halk› için, onlar›n hayatlar›n› kurtarmak için kendini feda edenlere "Kahraman" denir. Bugünde bu gelenek sürüyor. Birinci y›l›n› dolduran ölüm orucu direnifliyle sürüyor. ‹flte yaz›m›z›n bafl›nda belirtti¤imiz gibi bugünlerde bu kavra-
m›n üzerinde daha fazla düflünür olduk. 19 Aral›k 2000 tarihinde ülkemiz hapishanelerinde yap›lan operasyonlarda burjuva medyan›n sayfalar›na asparagas nitelikte yans›yan feda eylemleri iflte yarat›lan bu gelene¤in devam›d›r. Her taraf› kuflat›lm›fl bir hapishanede tutsaklar›n karfl›s›na iki seçenek ç›.... kar "Ya teslim olacaklard›r ya öleceklerdir". Teslim olmak Saat befle befl var. inand›klar›, u¤runa mücadele Da¤lar verdikleri ve bedelini hala ödeayd›nlan›yor. mekte olduklar› de¤erlerinden Bir yerlerde bir fleyler yan›yor. vazgeçerek boyun e¤mektir, diGün a¤ard› a¤aracak. ¤eri ise fiziki olarak ölümü terKokusu tütmeye bafllad› cih edip inançlar›n› ideallerini ve Anadolu topra¤› uyan›yor. de¤erlerini savunmakt›r. BirinciVe bu anda kalbi bir flahin gibi sini tercih etmek as›l ölümdür [göklere sal›p onlar için. Bu ölüm yerine, tarihve p›r›lt›lar görüp sel örneklerde görüldü¤ü gibi ve çok uzak inançlar› u¤runa bedelin en a¤›çok uzak bir yerlere ça¤›ran sesler r›n› ödemek tercihleri olur devduyarak rimci tutsaklar›n. Yani ölümsüzbir müthifl ve mukaddes macerada lüktür tercihleri. ön safta en ön s›rada ‹çlerinden baz›lar› varolan fiahlan›p ölesi geliyordu insan›n operasyonu durdurmak için ... Naz›m Hikmet kendilerini feda ederler. Yani kendi bedenlerini atefle vererek yoldafllar›n›n hayatlar›n› kurtarmak amac›yla yaparlar bunu. Fidanlar'› ‹bililer'i, F›ratlar'›, Aflurlar'›, Berrinler'i, Yaseminler’i, ‹btav›r / feda / ekim 2001 / say›: 3
7
Kurtuluş Savaşı’ndan...
rahimleri "Hiç kimseden birfley beklemeksizin bir türkü söyler gibi ölüme götüren fley", Mahirlerden ve Anadolu’nun isyan dolu tarihinden ald›klar› kültürdür. Hemen hergün bir ölüm orucu direniflçisinin flehit haberlerini duyuyoruz. Bir kuflak yap›lan zulüm, insanl›k d›fl› F Tipi uygulamas› son bulsun diye, ba¤›ms›z, demokratik bir ülke özlemiyle kendini feda ediyor. Yine Gültekinler'le, U¤urlar'la bu gelenek taçlanarak büyüyor. Gültekinler , U¤urlar bu zulüm düzeni son bulsun diye canlar›n› feda ederek Anadolu ihtilalinin yeni halkalar› oldular. Onlar Anadolu topraklar›n›n yaratt›¤› kahramanlard›r. Onlar› bu topraklar yaratm›flt›r ve zulüm düzeni sürdükçe yenileri olacakt›r. Bu gelenek düflman çizmesiyle Anadolu topra¤› çi¤nenmesin diye can›n› verenlerin yaratt›¤›, ilk tohumlar›n› serpti¤i gelenektir. Bugün verilen mücadele Feda Kültürüyle yo¤rulmufl bu kufla¤›n yaratt›¤› görkemli destanla somutlan›yor... J
an› an› ali r›za demir
‹NANCIN YOLU oldafllar, yola bafllarken, bir can›m vard›r o da halk›ma feda olsun demifltim. fiimdi ise süren bu operasyonu durdurmak için kendimi feda edece¤im. Sizleri çok seviyorum. Hoflçakal›n yoldafllar" dedi ‹bili. Üzerine kolonyay› ve benzini boca etti, insan güzeli ‹bili'miz. Duygusal, içten, bakmas›na doyamad›¤›m›z. Ümraniye Hapishanesi'nin C-4 ko¤uflundan üst maltaya e¤ilmifl kap›s›ndan, maltaya yürüdü. Fedakarl›¤›n davas› u¤runa gözünü k›rpmadan kendini feda etmenin yürüyüflü. Ç›kard› cebinden çakma¤›, kendini tutuflturdu. Bir alev topuna dönüfltürdü kendini. Dilinde davas›na, önderine, partisine ve halk›na yoldafllar›na ba¤l›l›¤›n sesi. Yürüdü yine... Maltan›n bafl›nda ve sonunda zulmün bekçileri. Kum torbalar›yla siperler kurmufllar. Siperler demir parmakl›klar›n ard›nda. Korkak ve sinsiler. Maltay› atefl alt›nda tutuyorlar. ‹bili zulmün üzerine, Emperyalizmin, Oligarflinin ve IMF'nin üzerine yürüyor. Ve maltan›n iki ucundan, siperlerin arkas›na gizlenmifl zulmün bekçileri atefl ediyor ‹bili'mize. ‹bili'miz bir kez yere düflüyor. Bir yoldafl› onu almak için C-4 ka-
"Y
p›s›ndan koflup almak istiyor. Hay›r ama... Bu bir savaflt›. Bu savaflta duygusall›¤a yer yoktu. Onun için gözlerimizden akan yafllar›m›z› içimize döküyoruz. Böyle ö¤retmiflti komutan›m›z Ali R›za Kurt; "Gözyafllar›m›z› içimize ak›tal›m ki, kinimiz azalmas›n büyüsün". Yoldafllar›n›n kini ve öfkesi büyüdü, büyüdü. ‹bilimiz kalkt› yürüdü zulmün üstüne. Askerlerin tüfeklerinden yüzlerce mermi boflald›. Yüzlerce MP5, G-3 mermisi maltay› dövdü. Birde ‹bili'mizin bedenine girdi. Sekiz mermi. Bir de halk düflman› askerler bu mermilerden yedi. Ve öldü. ‹bili'miz yüzüstü yere y›¤›ld›. Ve öyle kald›. Bir yoldafl›n›n sesi duyuldu: "Katletti¤iniz Ölüm Orucu Savaflç›s› Ahmet ‹bili'ydi. Siz onu katlettiniz. Bizi sa¤ alamazs›n›z. Ancak böyle cesetlerimizi al›rs›n›z.!..." Ve korkaklar›n silahlar›ndan ç›tav›r / feda / ekim 2001 / say›: 3
8
kan yüzlerce mermi yine dövdü maltay›. ‹bili'miz saatlerce maltada yerde yatt› durdu. Sonras›ndan TV'lerden Adalet Bakan› aç›klamas›n› yapt›. Feda eylemimizi halka aç›klad›. ‹flte böyle flehit düfltü ‹bili'miz. Ekipdafllar› bizler onu son an›nda görmek istiyorduk. ‹bili'mizin, komutan›m›z›n kendini atefl topuna döndürdü¤ü yere do¤ru kofltuk, koflmak istedik. Yoldafllar›m›z “hay›r” dediler. Bu da savafl›n bir kural›yd›. Birimiz kendini feda etmiflti. Di¤erleri ise
ölüm oruçcular›n› gözleri gibi koruyacakt›. Böyle söz vermifllerdi. Böyle yap›yorlard›. Bu yolun bafl› neredeydi. ‹bili'miz and içiyordu. Bir taarruzdu bizimkisi. Emperyalizm ve Oligarfliye karfl› büyük ve uzun bir savaflt›. Zafere kadar aln›mdaki y›ld›zl› k›z›l bant düflmeyecek. Zaferimiz halk›m›za kutlu olsun. Zafer kazan›lm›flt› iflte. Hem de yola bafllarken. Biz Ulucanlar’da ölece¤iz teslim olmayaca¤›z diyenlerdendik. Ve öyle bafllad› ‹bilimiz yoluna. Yoldafllar›na sesleniyordu kürsüden. Çok istedi¤i y›ld›zl› bant vard› aln›nda. Gözlerinden yafl ak›yordu. Beynine, yüre¤ine ak›yordu. “Bir can›m var oda halk›ma feda olsun.” Yürüyüflümüz bafllam›flt›. Uzun savafl›m›z bafllam›flt›. Bu savafl Baba ‹shaklardan, Zünunlara; Bedreddinlerden, Pir Sultanlardan geliyordu. Mahirlerden, Sabolardan, Sinanlardan alm›flt› mayas›n›. ‘84’ Ölüm Oruçlar›ndan, Apo, Fatih, Hasan, Haydardan, Berdanlardan Ayçelerden alm›flt› gücünü. Türkiye halklar›ndan al›yordu. Halk›m›z ölece¤iz dedi¤imizde, ölece¤imizi biliyordu. Bunun içindir ki yan›m›zda, omuz bafl›m›zda yer ald› halk›m›z. Altm›fll› günlerde zulmü kuflatm›flt›k. ‹çerden ve d›flardan. Bizlerin her flehitli¤i zulmü darmada¤an ediyordu. Biz ise “bizim ancak cesetlerimizi al›rs›n›z, operasyon yaparsan›z kendimiz yakar›z dedik yüzlerce Ölüm Orucu Savaflç›s› olarak. Çünkü biz ne söylediysek yapt›k ne yapt›ysak savunduk diyen bir gelenekten geliyorduk. Yoldafllar›m›z, "Ölüm Orucu Savaflç›lar›n› alamazs›n›z. Alman›z için önce cesetlerimizi çi¤neyeceksiniz. Savaflç›lar›m›z› gözbebeklerimiz gibi koruyaca¤›z" dediler ve öyle yapt›lar. 18 hapishaneye ayn› anda bir operasyon gerçeklefliyordu. Tarihe 19-22 Aral›k Katliam› diye geçecekti. Bu operasyonu, ülkemiz hapishanelerine koyulan devrimci tutsaklar›,
IMF istiyor. Zulüm ülkemizde ve dünyada birleflmiflti. Bizi teslim almak için bir katliam operasyonu gerçeklefltiriyorlard›. S›ra bizdeydi. ‹ki gün önce halk›m›za "Ölece¤iz ama teslim olmayaca¤›z. Kendimizi yakarak feda edece¤iz. Yoldafllar›m›z› ancak bizim cesetlerimize basarak alabilirsiniz" dedik ve bafllad› cengimiz. Ülkemizde ve dünyada birleflen zulme karfl› savafl bafllad›. Kahramanl›k, feda kültürü, davaya ölümüne ba¤l›l›k savafl›. 19 Aral›k 2000 günüydü. Yer Ümraniye Hapishanesi’ydi. 15 Ölüm Orucu savaflç›s› oturmufltu. Aralar›ndan birini seçeceklerdi, biri kendini feda edecekti ki operasyon dursun. 15 kifli bir yoldafllar›n›n ölümüne, kendini yakmas›na, feda etmesine karar verecekti. Karar öylesine zordu ki. Y›llar›n› paylaflt›klar›, her fleyini paylaflt›klar› yoldafl›n› günefle göndereceklerdi. Bir saat sonra aralar›nda olmayacakt› bir yoldafllar›. ‹flte böylesine zor bir karard› verilecek olan... Biz, ölüme bafl koymufl yoldafllar masan›n etraf›nda toplanm›fllard›. Nas›l seçeceklerdi. Hiç kimseden ses ç›km›yordu. Sigara içmeyenler bile s›k›nt›dan sigara üstüne sigara içiyorlard›. Bir sesse, bir ses iflte. "Kura çekelim" diyordu. Hay›r dedi di¤er yoldafllar›. Ne de komikti. Herkes orada hafif bir gülümsedi. Kabul edilmedi öneri. Kendini feda edecek yoldafllar›n› böyle seçemezlerdi. Baflka sesler yükseliyordu. Komutan ‹bili "Ben komutan›m ben kendimi feda etmeliyim" diyordu. Hay›r dedi di¤er yoldafllar›. Ben, ben, ben...Her biri kendini feda etmek istiyordu. Ama böyle aç›ktan olmuyordu iflte. Böyle de seçemediler. Zaman h›zla geçiyordu. Birisini seçmeliydiler. Onun için bafl›nda güldükleri kurada karar k›ld›lar. ‹bili bir ka¤›t parças›n› 15 parçaya böldü. Her ka¤›t parças›na bir ölüm orucu savaflç›s›n›n ismini yaz›p, katlad›. Usulca avucunun içine doldurdu ve sallatav›r / feda / ekim 2001 / say›: 3
9
d›. Yoldafllar›n›n bedeninden boncuk boncuk terler boflal›yordu. Bir an önce komutanlar› bir ka¤›d› çeksin istiyorlard›. Haydi ‹bili yeter, çek bir ka¤›t! ‹bili "‹nflallah ben ç›kar›m" diyordu. Bu söz di¤er yoldafllar›n›n a¤z›ndan da ç›k›yordu. Ve nihayet bir ka¤›d› çekiyor avucunun içinden ‹bilimiz. ilk önce o bak›yor. " ‹flte ben " diyor. Ahmet ‹bili kendini feda edecek. Yoldafllar›na gösteriyordu. Çocuklar gibi flendi. Bir yoldafl› kalkt› elinden ka¤›d› ald›. Hile yapm›fl olmas›nd› sak›n ‹bilimiz! Duygusall›ktan hani. Ka¤›tta gerçekten ‹bili yaz›yordu. Tek tek di¤er yoldafllar›na gösterdi. Ve kucaklaflt›lar son kez yoldafllar› komutanlar› ‹biliyle. " Durak flaflmad›. Birinci durakta ben inecektim iflte. Ve inece¤im "dedi ‹bili ve yoldafllar›na sar›ld›. Baz› yoldafllar› “ben öleyim” dediler. Ama komutanlar› “hay›r” dedi. Bir ad›m ötesinde karar› büyük bir heyecan ve sab›rs›zl›kla bekleyen bir yoldafllar› daha vard›. Boranlar›n yoldafl›. Kim seçildi dedi bir yoldafl›na bir borana. Cevap flu oldu "‹bili"...Ve ‹bili'ye do¤ru yürüdü. En son kendisi kucaklafl›yordu. "Asker olmal›s›n "dedi ‹bili'ye ve son kez sar›ld›. Bu zor görev zor seçim yap›lm›flt› iflte. C-9 ko¤uflunun alt›ndayd›lar iflte. Karfl›s›nda bir sandalyeye oturmufltu ‹bili. Bafl›n› önüne e¤mifl derin düflüncelere dalm›flt›. Kimbilir neler düflünüyordu. Ama dakikalar sonra can›ndan çok sevdikleri yoldafllar› aralar›nda olmayacakt›. Bir ara bakt› etraf›na bir boran...Evet ‹bili yoktu. Feda yolculu¤una ç›km›flt›. ‹flte bu yolculukta, bir yoldafllar› ‹biliye sorar " ‹bili yahu bu kararda seçimde hile yok muydu? " ‹bili " Boflver " der. Ve görevini yapmak üzere Ümraniye Hapishanesinin C-4 ko¤uflunun kap›s›ndan üst maltaya do¤ru yürür. Bu yürüyüfl, bu yol feda kufla¤›n›n davas›na, inanc›na ba¤l›l›¤›n yoludur...J
öykü öykü seval alp
ÇORBA
ünlerdir uzand›¤› yata¤a iyice gömüldü. Her taraf› a¤r›yordu. Özellikle bafl›ndaki a¤r›lar bir türlü geçmek bilmiyordu. Bir sürü ilaç kullan›yor ama bu a¤r›lardan bir türlü kurtulam›yordu. Doktor bu a¤r›lar›n zamanla geçece¤ini eskisi gibi olmasa bile yine de sa¤l›¤›na kavuflaca¤›n› söylemiflti. Pencereden d›flar›ya dald› gözleri. Uzun zamand›r böyle bir hareketlilik görmemiflti. Hastane penceresinden d›flar›y› seyretmeye bafllad›. Kimileri oradan oraya koflturuyor kimileri ise bir yere oturmufl umutsuzca bafl›n› öne e¤ip bekliyordu. Kolundaki serum i¤nesi hafif bir ac› veriyordu. Günlerdir ald›¤› serum fliflelerinin say›s›n› hat›rlam›yordu. Tek bildi¤i o serum i¤nesinin kolundan hiç ç›kmad›¤›yd›. Kolu morar›p biraz da fliflmiflti. Gözünü serum fliflesine dikti. Damlalar› saymaya bafllad›. Göz kapaklar› a¤›rlaflmaya bafllad› uykuya dald›. Uçsuz bucaks›z bir ovada yürüyordu flimdi. Renk renk çiçekler vard› yol kenar›nda. Bir yere gidiyordu ama nereye gitti¤ini bilmiyordu. Tek bu koskocaman ucu buca¤› belirsiz ovada tek bafl›nayd›. Koflmak istiyordu durmadan dinlenmeden koflmak... Ama ko-
G
flacak gücü yoktu. Kendine nereye gidiyorum bile demeden durmadan koflmak istiyordu. Bir yere varmak istiyordu ama nereye? Olsun o koflmak istiyordu. Gidebilece¤i hiç bir yönü yoktu ama o durmadan bir sa¤a bir sola koflturup duruyordu. Çok yorulmufltu, çok.. Yavafl yavafl göz kapaklar› aç›lmaya bafllad›. Bir tak›m sesler duyuyordu. Kap›n›n hemen dibinde bekleyen askerlerin sesleriydi bunlar. ‹ki asker kendi aralar›nda konufluyordu ‹yice kulak kabartt›: - Ben mi aç kal›n dedim lan ? Yeselerdi! - O¤lum tedaviyi kabul etmeyende var. Bunlar yiyenler iflte. Daha geçende öldü birisi. - D›flarda da yap›yorlarm›fl lan bu orucu? D›flardaki adama ne lan? - Onlar bunlar›n aileleri, onlardan da ölen var. Bir kad›n öldü geçenlerde duymad›n m› çocuklar› bile varm›fl. - Ne anlam› var lan devlet taviz vermez. Kulaklar› u¤ulduyordu. Bir an evvel geçseydi flu a¤r›lar›. Neden geçmiyordu? Doktora sordu¤unda ald›¤› cevaptan sonra bir daha soramam›flt› böyle sorular›. "Bafllarken bana m› sordun. Aç kalmasayd›n o kadar gün yeseydin!" detav›r / ihanet / ekim 2001 / say›: 3
10
miflti doktor. Hani doktorlar›n bir yemini vard›. Bunu s›k s›k hat›rlat›rlard› doktorlara. "Mesle¤ime, mesle¤imin etik ilkelerine ba¤l› kalaca¤›ma... Din dil ›rk ayr›m› gözetmeksizin..." böyle bir yemindi iflte. Yemin... Bu kavram›n üzerinde daha önce de düflünmüfltü. Birine ya da birilerine kendinden beklenilen fleyi gerekirse can pahas›na yerine getirece¤ine dair verilen sözdü yemin. Bu kavram üzerinde daha fazla düflünmek istemedi. Nereden gelmiflti akl›na flimdi bu. Can› s›k›ld›. Gözünü kapatt›. Lanet olsun akl›na geliyordu. Sa¤a döndü sola döndü olmad›. Yemin ! Yemin !!! fiimdi kolunda flu serum i¤nesi olmasa kalk›p h›zl› h›zl› volta atacakt›. ‹çerde voltalar› hep h›zl› atard›. O günde davet edildi¤i kürsüye böyle h›zl› h›zl› ad›mlarla gelmiflti. Bütün gözler onun üzerindeydi. Alk›fllar... alk›fllar... alk›fllar hiç bitmiyordu. Alk›fllar flimdi kulaklar›nda u¤ulduyordu. Ç›ld›racakt›... Ba¤›racakt›. Ba¤›rmal›yd› yoksa bu alk›fllar hiç dinmeyecekti. Yeter art›k yeter yeteeeerrr! diye bir 盤l›k att›. Alk›fllar birden sustu. Ter içinde kalm›flt›, soluk solu¤ayd›. Kendine do¤ru yaklaflan ayak seslerini duydu. Bir de zincir fl›k›rt›s›. Bir asker belirdi karfl›s›nda.
Elindeki zinciri sallay›p duruyordu. - Ne o? Bi derdin mi var? Cevap vermedi. Alk›fllar dinmiflti ya iflte.. Bu iyiydi.... Bu çok güzeldi. Pencereye bakt›. Papatya sarm›flt› her yan›. Papatyalar hastane bahçesinde çimenlerin üzerinde beyaz bir gelinlik gibi duruyordu. Kulaklar›nda ç›nl›yordu flimdi onun kahkahas›. Gülüyordu iflte. Çok güzel içten bir kahkahas› vard› onun. Yank›lan›rd› havaland›rmada kahkahas›.... Papatyalar istiyordu flehit düflerse. "Unutmay›n bak ben flehit düflersem papatya getirin" diyordu 19 Aral›k’ta yan›p kavrulan yoldafl›. Kafas›n› çevirdi. Bakmak istemiyordu bu papatyalara. Hatta sevmiyordu papatyalar›. Kolundaki flu serum i¤nesi olmasa gidip hepsini kopar›p atacakt›. Gözünü kapat›p uykuya dalmak istiyordu. Uyumak uyumak uyumak. Kulaklar›nda bir ses ç›nl›yordu. Bir fliirdi bu. Nereden duymufltu bilmiyordu. Neden flimdi sadece bunu hat›rl›yordu. Kaçsan nereye kaçacaks›n kendinden Yerin belli, yurdun belli, ça¤›n belli S›¤›nsan da yaln›zl›¤›n koruganlar›na ‹flin belli, gücün belli, düflüncen belli Kaçsan nereye kaçacaks›n kendinden Ay›fl›¤› belli, deniz belli, akflam belli Sanma ki avutur bu düflünceler seni Do¤ufl belli, yaflam belli, ölüm belli...”
Do¤ufl yaflam ve ölüm. Bunlar› düflünüyor ölüm düflüncesinden ürperiyordu. Yaflamal›yd›. Sadece yaflamal›yd›... Bir deniz kenar›nda bir bardak çay... Bu söz de bir yerlerden tan›d›k geliyordu. Durdu düflündü hat›rlad›. Lanet olsun hat›rlamaz olsayd› keflke."Kara k›z›n" hayaliydi bu. Sahilde bir bardak çay... "Ç›karsak bir gün sahilde bir bardak çay içece¤iz. ‹çece¤iz de¤il mi bir bardak çay..." Kara k›z yan›p kavrulmufltu. Kara k›z öldürülmüfltü gözlerinin önünde .. Nas›l öldü¤ünü akl›na bile getirmek istemiyordu. Kurflunlar kara k›z› bulmufltu. ‹lk sol gö¤sünden
yemiflti kurflunu. ‹ki kolunu iki yana açm›fl öylece siper etmiflti kendini ona.. Bunu çok sonralar› yalanlayacakt›. Nas›l öldü¤ünü söylemeyecekti. Kaçacakt› kendinden ve Kara k›zdan. Kara k›z flimdi dilden dile bir masal kahraman› gibi anlat›l›r olmufltu. Kimse alk›fl tutmam›flt› o'na. Kürsülere ç›kmam›flt› mesela hiç. O kürsülere ç›k›p yoldafllar›n›n gözlerinin içine baka baka sözler verip, yeminler etmemiflti Kara k›z bu sözleri sessizce yoldafllar›n›n gözlerinin içine bakarak vermiflti. Tutmufltu verdi¤i sözleri bir bir... Kahramand› kara k›z. Bunlar umrunda bile de¤ildi flimdi. Yaflamak istiyordu. Ne flekilde olursa olsun yaflamak.... Ne zaman rüyas›na girse Kara k›z, yüzünü çeviriyor, o bak›fllar o'nu bin defa öldürüyor o ise bir uçurumun kenar›ndaym›fl gibi hayata tutunmaya devam ediyordu. Ama Kara K›z konufluyordu durmadan “Gözlerini gözlerimden kaç›r›yorsun bir gizledi¤in mi var ellerin titriyor, belli yüre¤in so¤umufl art›k inansan ne olur inanmasan öyle mi sen böyle de¤ildin sana bir hal olmufl Avuçlar›n m› terliyor, neden albast› yüzünü dizlerin çözülüyor belli bir korktu¤un var art›k insan olsan ne olur olmasan öyle mi? Sen böyle de¤ildin sana bir hal olmufl....”
Art›k ba¤›rsa da fayda etmiyordu. Kara k›z›n saçlar› dalgalan›yordu gözlerinin önünde. ‹ki kolunu yana açm›fl öylece siper ediyordu kurflunlara kendini. Kara k›z›n saçlar› tutufluyordu. Alev alev yan›yordu kara k›z, yanarken gülüyordu. Demir parmakl›klardan bir zafer iflareti görünüyordu. Dumanlar içinden iki parmak zafer diyordu. fiefoydu bu. Deli mi deliydi. ‹nad›m inatt›. fiefo ölürken zafer diyordu... Alt› yoldafl› yukar›da alevlerin içintav›r / ihanet / ekim 2001 / say›: 3
11
de kalm›flt›. O ölüm orucu direniflçisiydi. Takatsiz kalan bedenine güç vermek için t›pk› o parçada dedi¤i gibi onu kucaklay›p afla¤›ya indirmifllerdi yoldafllar› "Bafl›n› omzuma yasla gövdemde tafl›yay›m seni, gövdem gövdene can olsun..." Can vermifllerdi yani. Yukarda kalm›fllard› di¤erleri. Kendisi yafl›yordu. Yafl›yor, soluk al›p veriyor, hayata tutunuyordu. Ama nereye baksa onlar›n dumanlar içindeki gülümseyiflleri akl›ndan ç›km›yordu. Durmadan kula¤›nda yank›lan›yordu sesler ... “Kimbilir hangi sözlere kand›n flimdi piflmans›n tedirginsin belki ele vermek zordur gizli sevinçleri Kimbilir hangi antlara kand›n flimdi yaln›zs›n terkedilmifl belki silmek zordur geçmiflin izlerini gün gelir ölmek YETMEYEB‹L‹R Ölüm ... ölüm ölüm.... Bu sözcü¤ü duymak istemiyordu art›k. Peki ya flimdi? YAfiIYOR MUYDU GERÇEKTEN? Bilmiyordu. Uyuyakald›... Gözlerini açt›¤›nda yan›nda annesi vard›. Bir tas çorba tutuyordu elinde. Hadi k›z›m aç a¤z›n›.. Bir yudumda yuttu onurunu, sonra de¤erlerini yutmaya bafllad› bir bir. Cesaretini ve güvenini yedi sonra. Zevklerini, açl›¤›n› ve yoksullu¤unu yuttu birer kafl›kta. Çorba kasesi yar›lanm›flt›. ‹dealleri kalm›flt› daha tüketmesi gereken. ‹nsanlar eflit ve özgür olmal›yd›. Bunu yuttu. Hadi! bir kafl›k daha! diyordu annesi. Açl›k yoksulluk ve sömürü bitmeliydi. Bunu yudumlad› sonra. Ba¤›ms›z bir ülke! dedi annesi onu da yuttu bir kafl›kta. Yoldafl sevgisi halk sevgisi? onlar› da yuttu sonra. Çocuklu¤unu, gençli¤ini bütün devrimcili¤ini yiyip bitiriyordu. Son bir kafl›k! Hadi k›z›m dedi annesi.. Bakt› son bir kafl›kta insanl›¤› duruyordu. Onu da yedi.. Çorba kasesi boflalm›flt›... fiimdi... Boflalan çorba kasesi gibi bofltu yüre¤i....J
masal masal levent karakaya
VATANA VARMAK ‹Ç‹N... zak ama çok uzak diyarlarda güzel mi güzel bir ülke varm›fl. Bu ülkenin üç taraf› denizlerle kapl›ym›fl. Çok bereketli topraklar› ve uçsuz bucaks›z mavi okyanuslar› varm›fl. Da¤lardan süzülen dereler ve coflkun akan nehirler bu okyanuslara kavuflurmufl. ‹flte bu okyanuslarda yaflarlarm›fl bizim somon bal›klar›. Onlar›n öyküsü bütün bal›k aleminde hep anlat›l›r dururmufl. Herkes somonlar›n hayat›na, inatç›l›¤›na ve kahramanl›¤›na özenir somon bal›klar›n› içten içe k›skan›r ama bir türlü de somonlar gibi olamazm›fl. Somonlar› k›skand›klar›ndan olsa gerek onlar›n "do¤du¤u nehre varma, hayat vermek için can verme " tutkusunu anlayamaz, bunun bofl bir macera oldu¤unu söylerlermifl. Somonlar› seven de varm›fl sevmeyen de... Sevenleri çokmufl ama düflmanlar› da varm›fl. fiimdi gelin hep birlikte dinleyelim somon bal›klar›n›n öyküsünü....
U
Ha! yaln›z unutmadan flunu hat›rlatal›m da masal boyunca hep düflünün bakal›m somon bal›klar› neden ölürler? Mutlaka düflünün olur mu siz bu masal› dinlerken bile kaç somon bal›¤›n›n öldü¤ünü... Laf› uzatmayal›m sizi fazla merakta b›rakmayal›m ve bizim somonlar›n hikayesini bir solukta anlatal›m. Bu uzak ülkede yaflayan somon bal›klar› bal›k aleminin en iyi varl›klar›ym›fl. Bir de güzellermifl ki... Bir bakan bir daha bakarm›fl onlara , bakan›n gözleri kamafl›rm›fl, p›r›l p›r›l parlayan pullar› gözal›rm›fl. Di¤erlerine hiç benzemezmifl somonlar. Ne bulurlarsa birlikte yerlermifl. Aç kalan somon olursa onu da doyururlar, kimsenin r›zk›na göz dikmezlermifl. Baflkas›n›n hakk›na göz dikenleri de hiç sevmezmifl somonlar. Kötülük yapanlara karfl› keskin difllerini gösterirler, kötülük yapanlar› okyanuslardan atmaya yemin ederlermifl. Kötülük yapanlarla aralar›nda çetin savafllar olurmufl. Sotav›r / masal / ekim 2001 / say›: 3
12
monlar ölürmüfl, k›r›l›rm›fl ama yine de ço¤al›rm›fl. Bu alem kötülüklerle doluymufl Böyle oldu¤undan somonlar iyiliklerini ve güzelliklerini bütün bal›k alemine yaymas›nlar diye kötülüklerin efendileri somon bal›klar›n›n en yi¤itlerini okyanusun bir yerine hapsetmifller. Art›k tutsakm›fl somonlar›n en yi¤itleri. Okyanusun ›ss›z ve günefl görmeyen so¤uk bir yerine kapat›lm›fl ve özgür sularda yüzmek yasak edilmifl onlara. Yani bu büyük denizde yaflayan kötülüklerin efendileri timsahlar, köpekbal›klar›, balinalar, piranhalar onlar› di¤er somonlardan ay›rm›fllar. Ama biliyor musunuz somonlar yine de özgür yaflarlarm›fl.. Onlar›n kapat›ld›klar› yerde bile att›klar› kahkahalardan c›v›l c›v›l seslerinden rahats›z olmufl hep kötü bal›klar. Somonlar› bu kapat›ld›klar› yerde bile rahat b›rakmam›fllar. Her fleylerine kar›fl›r olmufllar, somonlar› somon olmaktan ç›kar›p onlar gibi kötü ol-
sun istemifller. Mesela somonlar yiyeceklerini paylaflmas›nlar, birbirlerine yard›m etmesinler istemifller. Her somon tek bafl›na yaflas›n önce kendini düflünsün istemifller. Bunu yapman›n tek yolu olaraktaaaa... Somonlar› birbirinden ay›rmay› görmüfller. Bu teklifi hemen somonlara götürmüfller. Somon alemi bir anda çalkalanm›fl. Asla ve asla bu teklifi kabul etmeyeceklerini birbirlerinden asla ayr›lmayacaklar›n› gerekirse hepsi canlar›n› vereceklerini söylemifller ve onlar› kovmufllar. Onlar› hapsedenlerde biliyorlarm›fl asl›nda bu somonlar›n ne kadar inatç› m› inatç› olduklar›n›. Ama büyük ve pis batakl›klarda yaflayan efendilerinden bir emir alm›fllar. Ne yap›n edin bu somonlar› yok edin demifl çünkü efendileri. Somonlar olan bitenin fark›ndaym›fl. Çetin bir savafl ç›kaca¤›n› anlam›fllar. Ne yapsalar ne etseler diye hep düflünmüfller tafl›nm›fllar en sonunda büyük bir karara varm›fllar. Bu karar daha öncede geleneklerinde olan bir yolculukmufl... Somonlar gözlerini kapat›p bir uykuya dalarlarm›fl. Nas›l oluyorsa oluyormufl iflte böyle günler boyunca uyuyup o hapsedildikleri yerden d›flar›ya ç›karlarm›fl. Bu yolculuk düflmanlar›n› o kadar korkuturmufl, o kadar korkuturmufl ki.. Düflmanlar› korkudan kekelermifl, yüzleri k›zar›r dilleri tutulurmufl... Bu büyük kararlar›n› düflmanlar›na aç›klad›klar›nda aynen bekledikleri gibi olmufl. Bir yaygara kopmufl, bütün okyanus çalkalanm›fl yolculuk karar›yla. Somonlar› ikna etmek bu karardan vazgeçirmek için ilk olarak tatl› su bal›klar› gelmifl. “Sevgili somon kardefller “demifl tatl› su bal›¤›. Gözlüklerinin üzerinden bakarak;
“Lütfen bu yolculuktan vazgeçin. Kendi can›n›z› düflünün. Bu bal›k alemi için de¤mez. Bu koskoca okyanusu geçemezsiniz. Bu yolculuk çok zordur. Timsahlarla, balinalarla, piranhalarla ve ay›larla bafledilmez. Gelin beraber tatl› sularda yaflayal›m. Siz uslu durursan›z timsahlar size hiç bir fley yapmaz. Bak›n bize bir fley yapm›yor. Arada ›s›r›yorlar ama difllerini geçirmiyorlar. Yapmay›n somon kardefllerim sonra timsahlar, balinalar, piranhalar ne kadar kötü bal›k varsa size k›z›yorlar sonra bize de sald›r›yorlar. Siz somonlar› desteklerseniz bizde sizi onlar›n yan›na atar›z diyorlar. Lütfen bizi de düflünün biraz” demifl ve boncuk boncuk terlemifl. Sonra da s›kan gravat›n› gevfletmifl tatl› su bal›¤›. Somonlar tatl› su bal›¤›na gülmüfller. Kendilerini rahat b›rakmas›n› onun ise böyle düflünmekle timsahlarla ayn› batakl›kta yüzdü¤ünü söylemifller. Tatl› su bal›¤› bu laflara çok bozulmufl. H›zl› h›zl› yüzerek hemen
tav›r / masal / ekim 2001 / say›: 3
13
oray› terketmifl ve olan biteni seyretmek için kendine emin bir kayan›n kovu¤unu bulmufl. Oraya s›¤›nm›fl. Art›k yolculuk bitene kadar hiç oradan ç›kmamaya karar vermifl. *** ‹çlerinde en yafll› somon kürsü baflkan› olarak, yolculuk karar›n› aç›klad›¤›nda bütün genç ve yafll› somonlar bu karar› alk›fllamaya bafllam›fllar. Yafll› somon a¤›r a¤›r kürsüye varm›fl ve konuflmaya bafllam›fl. Herkesin kalbi küt küt at›yormufl. "Yolumuz uzun ve zorlu. Ama bütün somon ailesinin bildi¤i gibi, bu yoldan dönüfl yoktur. Bu yol çok uzun ve zorlu bir yoldur. Tutsakl›ktan kurtulmak ve somonlar›n flerefine leke sürmemek için vatan›m›za varmak zorunday›z. Do¤du¤umuz sulara vard›¤›m›zda belki çok az kalaca¤›z, belki de hiç kalmayaca¤›z. Ama yolculu¤umuz onurlu ve dönülmez bir yoldur. Neslimize hayat vermek için ölüm boynumuzun borcu-
dur. . Yolculu¤umuz boyunca hiç bir fley yemeyecek, varaca¤›m›z yere mutlaka varma inanc›yla beslenece¤iz. Somonlar›n bu onurlu mücadelesi bir efsane olacak ve bizden sonra gelen somonlara anlat›lacak. Hayatlar›n› bizlere borçlu olan neslimiz an›lar›m›z› yaflatacak ve miras›m›z› tafl›yacak. Bir tek somon kalsa bile do¤du¤umuz özgür sulara varaca¤›z. Zaferimiz flimdiden kutlu olsun..." Alk›fllar hiç bitmiyordu. Bütün somonlar bu yolculukta ilk gidecek ekipte olmak için birbiriyle yar›fl›yordu. Ama ilk ekip belliydi. Di¤er somonlar da mutlaka yolculu¤a ç›kacak olan daha sonraki yolculuk ekiplerine seçilecekti. Daha sonra hemen arkalar›ndan di¤er somonlar yola ç›kacak onlar›n geçtikleri yollardan geçecek, serin sulardan içecek, uçsuz bucaks›z okyanuslar› aflacak yollarda avc›lara, y›rt›c› hayvanlara yem olacaklard›. Kurtulanlar ise tatl› sulara, yani somonlar›n do¤duklar› nehre varacakt›. Orada kimse hapsedemeyecekti art›k somonlar›. Oraya vard›klar›nda yumurtalar›n› b›rakacaklar ve yeni bir nesil türeyecekti. fiunu biliyorlard› ki yumurtalar›n› b›rak›r b›rakmaz öleceklerdi. Belki de oraya varmadan öleceklerdi ama oraya mutlaka bir tek somon kalsa bile varacaklard›... Buna bütün somonlar yürekten inan›yorlard›... Somonlar› yollar›ndan döndürmek için dostlar› yunuslar da u¤raflmaya bafllad›. Çünkü bu yolculuk çok tehlikeliydi. Bafllar›na neler gelece¤ini biliyor ve somonlar için endifleleniyorlard›. Ama somonlar özgür yaflamaya al›flk›nd›lar. Kendilerini hapsedenlerin ellerinden kurtulamazlarsa, kendi vatanlar›na var›p hayat› oraya götüremezlerse art›k tamamen nesilleri tükenecek bir daha adlar› bile an›lmayacakt›. Oraya vard›klar›nda kendileri için hayat bitecekti ama
kendilerinden sonra gelenlere yeni bir hayat b›rakacaklard›. Bu yolculu¤a daha önce de ç›km›fllard›. ‹lk olarak bu yolculuk karar› al›nd›¤›nda flimdiki somonlar dünyada yoktu bile. Atalar›n›n bu onurlu mücadelesini ö¤renmifller, kendilerinin nas›l bir soydan geldiklerini görmüfller flimdi canlar›n› feda etme s›ras›n›n kendilerine geldi¤ini anlad›klar›nda hemen bu yolculuk ekibinin içinde yer almaya karar vermifllerdi. Çok gururlu, çok mutluydular. Yolculu¤a ç›kmadan önce bütün haz›rl›klar›n› tamamlamal›yd›lar. Ço¤almak en büyük haz›rl›kt›. Yeterince ço¤ald›klar›na inand›klar› o ana kadar ürettikleri ne varsa miraslar›n› bütün somon ailesine b›rak›p sonra ölüme yatacaklard›.... Somonlar›n hepsi çok iyi yüzücüydüler. Ça¤layanlar› geçmek için kanatlar›n› açarak s›çrayacaklar, (Dünyada bal›k aleminde bir tek onlar›n kanatlar› vard›) geçemedikleri dar geçitlerden geçmek için teker teker geçecekler, hatta bu arada baz›lar› kendilerini feda edecekler geride kalanlar›n yolunu açacaklard›. ‹flin ilginç yan› kendini feda etmek isteyen o kadar çok somon vard› ki... Yafll› somon seçim yapmakta zorlan›yordu. Gidecekleri yol boyunca su hep
tav›r / masal / ekim 2001 / say›: 3
14
tersine akacakt›, biliyorlard›. Suyun ak›fl›na ters yüzmek o kadar kolay de¤ildi. Somonlar okyanusta suyun ak›fl›na ters gidebilen tek bal›k türüydüler... Bunu hiç bir bal›k baflaramazd› somonlardan baflka. Di¤erleri hep ak›nt›ya kap›l›p gitmifller, suyun ak›fl›na ters yüzme biçimini çoktan unutmufllar, zamanla suya uygun akmaya bafllam›fllard›. Somonlar yolculukta bafllar›na neler gelebilece¤ini hararetli hararetli tart›fladursun dere kenar›nda bulunan kurba¤alar hayat›ndan memnun biçimde somonlar›n yolculu¤unu anlams›z bulup oradan oraya s›çray›p duruyor, nereye s›çrayacaklar›n› bilmiyorlard›. Ama somonlar›n gidece¤i yer belliydi. Gidecekleri yere neden gitmeleri gerekti¤ini çok iyi biliyorlard›. Kurba¤alar ise olan bitenin fark›nda olmadan sonsuz bir bezginlik içinde durmadan ayn› fleyi v›raklay›p somonlar› izliyorlard›. Yolculuk düflüncesi art›k herkesi etkiler hale gelmiflti. Somonlar heyecanl›yd›lar Rüyalar›nda bile yolculu¤u görüyor, do¤duklar› vatanlar›na ilk kimin varaca¤›n› merak ediyor kendi içlerinde yar›fl›yorlard›. ‹lk olarak oraya varmaya yeminliydi herbiri.
‹flte o gün gelip çatm›flt› art›k.... Hepsi birbiriyle kucaklafl›p vedalaflt›lar, olur ya okyanusun derin sular›nda kaybolabilir, birbirlerini görmez olurlard›. Ya da kimisi var›rd› vatana kimisi varamazd›. Bu yüzden geride kalanlarla vedalaflt›lar onlara hat›ralar›n› ve en de¤erli fleylerini, yani yürek dolusu sevgilerini b›rakt›lar. Geride kalan somonlar ise gözyafllar›n› zor tuttular... Gidene kadar hep aç olacaklard›. Yol boyunca hiç bir fley yemeyeceklerdi.Bu yolculu¤un en önemli kural›yd›. Yoksa yolculu¤un kutsall›¤›na leke düflerdi. Bir fleyler yiyen somon art›k yolculuk yapamaz hale gelirdi. Ölmekten beter olurdu. Ona art›k somon bile denmezdi. Somonlar gidecekleri yere vard›klar›nda bir kere ölürdü ama yiyecek yiyip geride kalanlar her gün ölürdü. Bunu herkes biliyordu. Hiç birfley yemeyeceklerine dair yeminler ettiler. Yafll› Somon'un konuflmas›ndan sonra yolculu¤a ç›kacak olan somonlar teker teker kürsüye ç›k›p konufltular. Art›k yolculuk vakti gelmiflti. Alk›fllarla u¤urland›lar. Önce a¤›r a¤›r yol alacaklar sonra gittikçe h›zlanacaklard›. Yollarda ölenler olacakt›. Hatta ço¤u yaflam›n› yitirecekti. Bunlar› bilerek haz›rlad›lar kendilerini. Hiçbirinin gözlerinde korku yoktu. Cesurdu somonlar, bu atefl bal›k aleminde bir tek onlar›n gözlerinde yanard›. Gözleri alev alev
yan›yordu her birinin. Somonlar›n yolculu¤a ç›kaca¤›n› ö¤renen düflmanlar›n› bir telaflt›r ald›. Kara kara düflünmeye bafllad›lar. Ne yapsalar ne etseler onlar› bir türlü yolundan döndüremeyeceklerini biliyorlard›. O zaman öyle bir fley yapmal›yd›lar ki somonlara özenenlere de ibret olsun , hatta bu yapacaklar› iflle bütün somonlar›n soyunu tüketebilsinler. Hemen bir toplant› yapt›lar. Toplant›dan önemli bir kararla ç›kt›lar. Söylemeye dilimiz varm›yor ama söylemek zorunday›z Kararlar› fluydu: Somonlar›n denizini kurutacaklar somonlar› susuz b›rakacaklard›... Ak›llar›na somonlar› öldürmekten baflka hiç bir fley gelmiyordu. Toplant›dan büyük bir keyifle ç›kt› her biri. Somonlar ise onlar›n bu planlar›n› çok önceden görüyorlar ve zorlu bir yolculu¤a ç›kma karar› al›yorlard›. Bu yolculukta ölüm de vard› zaten. Somonlar ölümden korkmuyorlard› ki... Onlar›n öldürme tehditlerine ise sadece gülüyorlard›. Her biri gözlerini kapad›lar ve a¤›r a¤›r yüzmeye bafllad›lar. Huzurluydular. Günler geçiyor, timsahlar ise sinsi sinsi somonlar›n oldu¤u dere kenar›na do¤ru ilerliyordu. Günlerdir açt› somonlar. Bo¤azlar›ndan bir tek lokma geçmemiflti altm›fl gündür. Halsiz ve yorgundular. Etraflar› sar›ld›. Düflmanlar› somonlara sald›rd›. fiiddetli bir savafl tav›r / masal / ekim 2001 / say›: 3
15
ç›kt›. O gece sular k›z›la büründü. içlerinden pek ço¤u yaraland› bir ço¤u da öldürüldü. Su yanar m›? ‹nanmazs›n›z ama su bile yand›... Ölürlerken her birinin yüzünde bir tebessüm vard›. Bir ilerleyebilselerdi, var›lacak yere bir tanesi olsun varabilseydi e¤er... Kendilerine çok k›zd›lar sonralar›. Keflke daha h›zl› yüzebilseydik, keflke... keflke... dediler hep. Ha! o gece bütün kurba¤alar derelerini terkederek timsahlar›n önünde e¤ildiler. Tatl› su bal›klar› da sakland›klar› kayalar›n kovuklar›na iyice gömüldüler. Somonlar ise ölürken bile dimdiktiler. Yolun henüz bafl›ndayd›lar biliyorlard›. Belki de esas zorlu yolculuk flimdi bafllam›flt›... Ölenlerin ard›ndan gözyafl› dökmediler. Yaralar›n› sar›p tekrar u¤urlad›lar. Ve yemin etti somonlar ac›dan k›vransalar bile yaralar›n› timsahlara göstermeyeceklerdi. Geride kalanlarla kucaklafl›p vedalaflmaya f›rsat bile bulamadan birbirlerinden kopar›ld›lar. Gözleri görmez oldu art›k. Her biri kocaman okyanusta kaybolmufltu flimdi. Ama öyle bir sevgiyle ba¤l›yd›larki birbirlerine, düflmanlar› onlar› ay›rsa bile seslerinden tan›d›lar birbirlerini. Kokular›ndan tan›d›lar. Birbirlerinin yaralar›na merhem oldular. Düflmanlar›n›n hiç bir zaman anlayamayaca¤› bir dili konufluyorlard› flimdi... Art›k daha h›zl› yürümeye bafllad›lar. Geriden gelen yolculuk grubu onlar› bekletmedi. Hepsi ayn› yerlerden geçtiler. Kartal pençelerinde ay› pençelerinde son buldu kiminin yaflam›. Ama yemin ç›km›flt› a¤›zlar›ndan bir kez, ne flekilde ölürlerse ölsünler dönmeyeceklerdi yollar›ndan... *** Günler geçti aylar geçti hiç bir ha-
O art›k ölümsüzdü. Çünkü ak sakall› Yafll› Somon’un ö¤üdünü tutmufl, yolculu¤u boyunca hiç bir fley yememifl sadece ölümsüzlük flerbetinden içmiflti.
ber al›nam›yordu somonlardan. Geride kalanlar merak içindeydi. Acaba vatana varan olmufl muydu? Varan olsa böyle haberler tez duyulurdu. Acaba yolundan dönen olmufl muydu? Bilmiyorlard›. Günler gecelere evrildi, geceler günlere. Yolcu somonlar ise sevdiklerine kavuflman›n heyecan› içinde ilerliyorlard›. Ve bir gün müjdeli bir haber geldi somonlar›n denizine. Var›lacak yere var›lm›flt›!... ‹lk somon vatana varmay› baflarm›flt›! Ortal›k bayram yeriydi art›k. Ne çok fley olup bitmiflti.. Ak›nt›ya kap›l›p batakl›klara gömülen somonlar da olmufltu içlerinde. Yollar›na devam eden somonlar onlar› batakl›ktan kurtarmak için de çok u¤raflt›lar ama onlar batakl›kta yaflamay› tercih ettiler... Dört mevsim geride kalm›flt›. Ama somon denizinin bayra¤› do¤duklar› özgür vatana dikilmiflti bir kere....
da sayg›yla bekliyorlard›. Derisi pul pul dökülmeye bafllad›. Tatl› sular içiriyorlard› baflucunda. O ise tarifsiz ac›lar çekiyordu da yine de gülümsüyordu. Art›k etraf›ndaki kimseyi tan›maz seslerini duymaz olmufltu. Bir an evvel ölmek ve nesline hayat vermek istiyordu. Etraf›ndakiler gözlerine inanamad›lar. Pul pul dökülen kuruyan çatlayan derisi flimdi k›pk›z›l bir renge bürünüyordu.... son bir defa titredi ve.... son nefesini verdi.
Vatana ilk varan somon, yumurtalar›n› b›rak›p ölüme yatm›flt› flimdi. Art›k hiç k›p›rdam›yordu. Onu karfl›layan di¤er somonlar baflucuntav›r / masal / ekim 2001 / say›: 3
16
*** Alk›fllarla u¤urlad›lar onu. Geride kalanlar onu bekletmediler. Her birisi vard›¤›nda vatan›na onun gibi yatt› ölüme. Hepsinin rengi k›z›la döndü.... Ve do¤duklar› sulara gömüldü. Art›k kurtarm›fllard› nesillerinin hayat›n›. Geriye dönüfl yoktu bu yolda dönmemifllerdi. Dimdik ölmüfllerdi her biri... Art›k soylar› tükenmeyecekti. Geride kalanlara can olmufltu bedenleri. Ölürken yüzlerinde tatl› bir tebessüm olmas›n›n nedeni buydu.... Onlar›n öyküleri hiç bitmedi. Dilden dile anlat›l›r oldu. Sa¤›r kulaklar duydu, kör gözler gördü. Somonlar bir bir ölürken kendine insan›m diyenler insanl›¤›ndan utand›. Biz bu öyküyü yazarken somonlar›n vatan›nda can pahas›na diktikleri bayrak hala dalgalan›yor, siz bu masal› dinlerken ise somonlar baflkalar›na can vermek için hala ölüyordu...J
deneme deneme özgür şen
HAYATININ BAHARINDA... er ölüm erken ölümdür demifl flair. Hep daha yaflanacak fleyler vard›r. Ellisinde de olsan, yirmisinde de, yaflanacak çok fleyin vard›r hep. Ölüm hiç kolay kabul edilemez. Nedendir bilinmez, öyle ba¤lanm›fl›zd›r yaflama. Er yada geç ölece¤imizi bile bile. Sersefil de yaflasak, zevk-ü sefa içinde de korkar›z, kabul edemeyiz bir türlü. Ölümün bilinmezli¤inden mi? Yoksa hayat›n çok güzel oldu¤undan m›? Düflünmek istemeyiz ölümü. Herfleye hayat veren, üzerine türküler yak›lan toprak bile nedense ölüm kelimesiyle yanyana geldi¤inde ürkütür bizi. Oysa biliriz her canl› do¤ar, büyür, ölür. K›sacas› hiç kolay de¤ildir, ölümün düflüncesi bile. Hele birde hayat›n›n bahar›ndaysan, yani daha b›y›klar›na yeni yeni b›y›k denmeye bafllanm›flsa, yada sesin bile yeni ergenleflmiflse. Daha "Sen kavgam›n içinde bir insans›n, seni seviyorum" diyememiflsen birine. Henüz ad›n delikanl›ysa, gençse daha yüre¤in. Ve daha ötesi açl›¤a yat›rm›flsan bedenini, gün be gün eriyorsa. Henüz vakti de¤ilken, soluyorsa bedenin sonbahar›nda yapraklar gibi. Ve biliyorsan her an, her saat ölebilece¤ini. Kolay m›d›r ölüm? Ya arkandan a¤layan bir sürü sevenin olacaksa... Annen, baban, kardefllerin, akrabalar›n varsa arkandan a¤layaca¤›n› bildi-
H
¤in ve gözyafllar›n› yüre¤ine ak›t›p kinlerini bileyen, yoldafllar›n varsa arkada b›rakaca¤›n. Senin için emek veren, emek verdi¤in onca sevdi¤in varsa arkada b›rakaca¤›n. Kolay m›d›r ölüm? Kolay de¤ildir elbet, gencecik, körpecik ölmek. Mutlaka genç yaflta ölüme gülümseyen, ölümle tan›flan nice insan vard›r. Ama insanca yaflamak, insanca yaflatmak için, bunca flerefsizli¤e, onursuzlu¤a, adaletsizli¤e dur demek için, gün be gün eriyerek, ölümü bekleyen kaç genç insan ç›kar flu koca, flu yafll› dünyada. Canan ve Zehra iflte böyle iki gençti. ‹ki delikanl› k›z. Yüzünü bile görmedi¤i insanlar için kendi yaflam›ndan vazgeçebilecek kadar tav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
17
büyük, iki büyük yürek. Her ikiside daha hayatlar›n›n bahar›ndayd›lar. Üstelik
Zehra Kulaks›z
bir evin iki “küçük” k›z›yd›lar. Bir anne, bir baba için çocuklar› her zaman küçüktür ya, öyle de¤il. Birisi 19’unda, di¤eri 21’ndeydi daha. ‹ki genç, iki güzel yürektiler. Güzeldiler sevilesi...Ve isteselerdi, kar›flmasayd›lar yani, b›raksayd›lar yani herfleyi oluruna. Hem de herkesin "bu halk adam olmaz" dedi¤i bir dönemde b›raksayd›lar yani. Kim bilir daha ne çok yaflayabilirlerdi. ‹kisi de üniversite okuyordu. ‹kisi de mutlaka çok baflar›l› olurlard›. B›rak›p her fleyi bir kenara okusalard›. Birer yuva kurup geçinip gidebilirlerdi oysa flu fani dünyada. Elbet yaflam› çok seviyorlard›. Bizden, herkesten daha çok biliyorlard› yaflamay›. Ama onlar ölüm dediler. Ço¤umuz için bu kadar zorken ölümün düflüncesi bile, nas›l seçebildiler ölümü? Böyle zor bir ölümü... Böyle ç›kars›z, böyle hesaps›z... Peki neydi onlar› bu genç yafllar›na ra¤men, bu kadar olgunlaflt›ran. Daha duru düflündüren. Çünkü berrakt› onlar için herfley, çok netti. Onlar için, yap›lmas› gerekiyordu yapt›lar. Kendine güveni ö¤rettiler. "Hiç bir fley u¤runa ölmeye de¤mez" denildi¤i süreçte, insan olabilmeyi ö¤rettiler. En önemlisi ad›n› bile unuttu¤umuz feda kelimesini hat›rlatt›lar bize. Feda ederek gencecik bedenlerini bizler için. Ö¤rettiler, sevdiklerimiz için, hakk›m›z için, halk›m›z için mücadele etmek gerekti¤ini. Ö¤rettiler, bu yafllar›nda hem de. Ak›l yaflta de¤il bafltad›r dedirten cinsten. Çünkü ak›ll›yd›lar. Belki de hepimizden çok. Bizler sadece kendi canlar›m›z› düflünürken, onlar bütün Anadolu'nun ac›s›n›, hatta bütün dünyan›n ac›s›n› duydular o gencecik yüreklerinde. Neydi onlar›, yaflam› ölümleriyle savunmaya zorlayan. Aileleri mi? Arkadafllar› m›? Çok sevdikleri ve sevildikleri yoldafllar› m›? Elbette bunlar de¤il. Gözünü kan bürüyenlere, gözünü h›rs bürüyenelere ve herfleylerini satanlara karfl›yd› mücadeleleri. Baz›lar›n› pervas›zlaflt›r›r ölüm korkusu. Ne yaparsam, ne yaflarsam yan›ma kar kal›r diye düflünür. Hele birde bencillikle birleflirse korku. Afla¤›lafl›r. Her türlü ahlaks›zl›¤› yapar, hem de ahlak› savundu¤unu iddia ederek. Gözünü
h›rs bürür. Kendinden baflka hiç kimseyi düflünmez olur. Baflkas›na ne olursa olsun o yaflamal›d›r. Hem de rahat yaflamal›d›r. Ama flerefsizce, onursuzca... Satar ruhunu, kiflili¤ini, namusunu, k›sacas› insana dair ne varsa satar. Onun için her fley sat›l›kt›r. Herfleyin bir fiyat› vard›r. Ve satar vatan›n› haraç mezat. Hep daha fazlas›n› ister. Midesi doldukça, yüre¤i, beyni boflal›r. ‹nsana dair hiç birfley kalmaz. Ve insanlara zulüm etmeye bafllar, iflkence eder, vatanseverlik ad›na hemde ve öldürür hatta. Çünkü satm›flt›r art›k herfleyini. Hiç bir de¤eri kalmam›flt›r. De¤erlerim dedi¤i fleyler kendisini ve etraf›ndakileri kand›rmak için kullan›lan yalanlardan ve safsatalardan baflka bir fley de¤ildir. Aldat›r, herkesi ama kendinide, kendinin do¤ru oldu¤u baflkalar›n›n yanl›fl oldu¤uyla. Ama dayat›r kendi de¤erlerini, tüm ülkeye, tüm dünyaya. Herkesi kendisi gibi görmek ister. Kendinden olmayan, kendisi gibi düflünmeyen herkese, herfleye düflmand›r. En iyi ihtimalle hiç kimse yapt›¤› fleylere ses ç›karmamal›d›r. Susmal›d›r. Hem de ölü gibi. E¤er en ufak bir ses ç›karsa iflte o zaman b›rak›r demokrasi maskesini bir yana, sar›l›r zulme. Yaflam hakk› bile yoktur karfl›s›ndakinin. Yaflatmaz... Ya susup yaflayacaks›n›zd›r böyle bir pisli¤in içinde, yada tutsakl›klar, ölümlerdir sizi bekleyen. ‹flte böyle bir zulüm ülkesinde, dur demek için ahlaks›zl›¤a, flerefsizli¤e, y›kmak için zulüm saltanat›n›, iki kardefl, ç›kt›lar zulmün karfl›s›na yal›n yürek. De¤ifltirmek istediler bütün pisli¤i kökünden, bir daha böyle bir zulüm, bir daha böyle bir sefatav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
18
let yaflanmas›nd› istedikleri. Bunun için onuru, namusu, adaleti, vatan› savundular. Sevgiyi, sayg›y›, kardeflli¤i, dostlu¤u ve yarin yana¤›ndan gayr› herfleyi paylaflmay› savundular. Umut olmak istediler, umutsuzlu¤un ve karamsarl›¤›n yo¤un oldu¤u bir süreçte. Y›rtmak için ölüm sessizli¤ini, ses oldular. Ayd›nlatmak için karanl›klar›, ›fl›k oldular. Bunu yaparken hiç hesaps›z feda ettiler, en de¤erli fleylerini; canlar›n›. Her ölüm erken ölümdür ama hayat›n›n bahar›nda ölmek, hemde gün gün eriyerek ölmek hiç kolay de¤ildir herhalde. Zehra ve Canan içimizden birileriydi. Onlar yaflan›lan bu süreçten birer örnektiler. Kahraman olmak için ölmediler ama tarihin, onurlu ak sayfalar›na birer kahraman olarak geçecekler. Nas›l ki tarih içerisinde, zulme karfl› her zaman bir çok yi¤it ç›kard›ysa Anadolu topraklar›, zulüm oldu¤u sürece kuflkusuz daha nice Zehralar, nice Cananlar ç›karacakt›r.J
Canan Kulaks›z
deneme deneme tav›r
BABA ehra da düflmek üzereydi. O ise baflucunda oturmufl Zehra'n›n, ellerinden tutmufl tek bir kelime bile konuflmadan dakikalard›r gözleriyle konufluyordu. Dudaklar›ndan dökülen kelimeleri hayat›n›n son anlar›n› yaflayan k›z› Zehra duyabilmifl miydi kimbilir. Ama bu sözleri not etmiflti tarih bir kenara. Ahmet Kulaks›z Zehra’n›n son anlar›n› yaflad›¤› odadan içeri girdi ve gözyafllar›n› bast›rarak üç kelime etti: Benim kahraman k›z›m! Pek çok insan evlatlar›yla gurur duyma mutlulu¤unu tatm›flt›r mutlaka. “ Benim ak›ll› k›z›m, benim cesur o¤lum, benim fedakar evlad›m” demifltir mutlaka anne ve babalar evlatlar›na. Ama kaç kifli bu sözü etmifltir ki evlad›na? Kaç kiflinin evlad› bir kahraman olmufltur? Onun evlatlar› bu misyonu hakediyor ve yaflam›n› bütün insanlar›n yaflam›na adayarak kendini feda ediyordu. Ahmet Kulaks›z’› ve k›zlar›n› anlayamayanlar çok oldu. Bir insan nas›l olurda bu genç yafl›nda kendisi için hiç bir ç›kar gözetmeden ölmeyi tercih edebilirdi? Peki ya bir baba nas›l olurda k›zlar›n› bu yoldan döndürmezdi? Nas›l olur da ölmelerine izin verebilirdi? Sorun da buradayd› zaten. Bu söz-
Z
cük, üzerinde düflünmeye tart›flmaya muhtaç bir sözcüktü. Yani “izin vermek” Bu tip sorular kendisine soruldu¤unda yine en güzel cevab› Ahmet Kulaks›z veriyordu: “Evlatlar›m benim özel mülkiyetimde de¤iller. Onlar benim çocu¤um olman›n d›fl›nda arkadafl›m, yoldafllar›m” Yoldafl diyordu Ahmet Kulaks›z k›zlar›na. Yoldafl kime denirdi? Ayn› idealleri tafl›yan ve bu u¤urda mücadele veren insanlar birbirine yoldafl der. ‹nsan yoldafl›n› yolundan döndürmeye çal›flmaz. Onunla birlikte atar kalbi. Ayn› fleylere güler, ayn› fleylere a¤larlar. Ahmet Kulaks›z k›zlar›na “Yoldafl›m” diyor ve bunu tepeden t›rna¤a hissediyordu. K›zlar›n›n düflüncelerine idealleritav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
19
ne ve insan› insan yapan en de¤erli fleye yani düflüncelerine sayg› duyuyordu. ‹nsan›n kendi iste¤iyle yaflam›na son vermesi ciddi bir karard›r. Bu karar› almak kolay de¤ildir. O da biliyordu bunu ve sadece “Çok iyi düflündün mü?” diye sordu belki, ölmelerini elbette istemezdi. Ama ne kadar kararl› ve inançl› olduklar›n› gördü¤ünde ise ona art›k sadece yetifltirdi¤i k›zlar›yla gurur duymak kal›yordu. Ahmet Kulaks›z onlara gösterdi¤i sayg›yla bu gururu duymay› ise çoktan hakediyordu. Belki çok a¤›r geliyordu ama çocuklar›n› anl›yordu. Onlar›n hakl›l›¤›na inan›yordu ve kendini direnifle adam›flt›. Direnifli her tarafa duyurmak için ç›rp›n›yordu, hergün bir yerlere koflturuyor; görüflmeler, bas›n aç›kla-
malar›, eylemler, sanatç› ziyaretleri.. Canan'›n gidifliyle tek Zehra's› kalm›flt› ba¤r›nda saklad›¤›, s›ms›k› elinden tuttu¤u.. Kimi zaman gazete okurdu ona kimi zamanda Zehra’ n›n çözdü¤ü bulmacada bilemedi¤i sorular› cevaplard›. -M›s›r’›r baflkenti neresi baba? -Kaç harfli? -Alt›... - Neydi ? dur bakay›m Kabil!, yok Kahire! .... O küçük gecekondunun bahçesinde kimi zaman satranç oynarken kimi zamanda Zehra kap› önüne ç›kaca¤› zaman heyecanl› heyecanl› sandalyeleri yerlefltirip Zehra’n›n oturaca¤› yeri düzenlerken görürdünüz. Ne bu telafl›n hay›rd›r dedi¤inizde “K›z›m geliyor k›z›m!”derdi. Zehra alt taraf› dinlendi¤i yataktan kalk›p kap›n›n önüne ç›kacakt› hava almaya.. O ise heyecandan yerinde duram›yordu. Sevgi ve sayg› bu heyecanda sakl›yd›. Tatl› tatl› sohbet ederdi insanlarla. ‹lgi oda¤›nda sadece Zehra yoktu. ‹nsanlara moral verir o s›ms›cak gülen gözleriyle güç verirdi. Daha önceleri bu yoksul gecekondu mahallesine yolu düflmüfl müydü kimbilir... Belki de düflmemiflti. Ama Zehra ile birlikte tan›d›¤› bu mahalleyi ve insanlar›n› çok sevdi Ahmet Kulaks›z. Onlarda onu sevdi ve derin bir sayg› duydular. Zehra ile birlikte tan›d›k Ahmet Abi'yi. Tan›d›k ve sevdik bu nefleli coflkulu adam›. So¤ukkanl›l›¤› olaylar› alg›lay›fl ve çözümleyifl biçimi, insanlara yaklafl›m› direnifle ve k›zlar›na duydu¤u sayg›y› gördükçe hepimizde ona karfl› büyük bir sevgi sayg› ve ba¤l›l›k geliflti. O yoksul gecekondu evlerinin kap›lar› ard›na kadar aç›ld› Ahmet Kulaks›z'a. Ne zaman gitse kap› aç›kt›. Halk ba¤r›na bast› bu koca yürekli adam›. Hepsinin çolu¤u çocu¤u vard›. Belki de kendilerini hep onun yerine koyuyor yerinde olsalar nas›l olurlard› bunu düflünüyorlard›. Dayanabilirler miydi, dayanamazlar m›yd› bu soruyu defalarca kez kendilerine soruyor, onu
görünce elleri ayaklar›na dolafl›yor sayg› ve hürmette kusur etmemeye çal›fl›yorlard›. Bu sevgi koltuk de¤nekli bir adam›n efline "Niye yo¤urt almad›n! Ahmet Abi yo¤urt sever pilav›n yan›na " diye k›z›fl›nda ya da baflka bir evdeki o iri yap›l› Anadolu kad›n›n›n aceleyle Ahmet Abi'ye yemek haz›rlarken elini yakmas›nda ve buna hiç ald›r›fl etmemesinde gizliydi. Önemli ve büyük bir adamd› Ahmet Abi. Geldi¤inde yer vermek için aya¤a kalk›l›rd›. O yokken de konuflulurdu Ahmet Abi hakk›nda. Yine koltuk de¤nekli adam girerdi söze. "Bize çok fley ö¤retti. Ondan güç almasayd›k bir nehre kap›l›p giderdik" Neydi o nehir? Umutsuzlu¤a hüzne do¤ru akan bir nehirdi kuflkusuz. Ahmet Abi akan sular› tersine çevirmiflti. Sarsm›fl, sorgulatm›flt› kendisini izleyen insanlar›. Eline verilen mikrofonlarda o herkesin bekledi¤i bildik sözleri etmemiflti. "Vay k›zlar›m ölüyor" duygusall›¤›na kap›lmadan uzat›lan mikrofonlara F Tiplerini anlatm›fl, k›zlar›n›n ve onlarca ölüme yatm›fl kahraman direniflçilerin sesi solu¤u olmufltu. Bir baban›n salt duygusall›¤a gömülen psikolojisini görmek isteyenler daha çok bekleyeceklerdi. Bu koca yürekli adam k›zlar›n›n bafl›nda sayg› duruflunda bulundu. Cenazelerine omuz verirken bafl› dimdikti. Ona bak›p da a¤layas› olanlara o gülen s›ms›cak gözleriyle hayat verdi. Direnifli iliklerine kadar yaflad›, yaflatt›. Ona bu gücü veren neydi? Çocuklar›n›n iradesine bu denli sayg› duymas›n› sa¤layan, onlar benim sadece çocuklar›m de¤il, yoldafllar›m, dedirten sözde hayat buluyordu bu güç. Yaflad›¤› bunca ac›n›n ard›ndan gözlerindeki parlakl›k ve yüzündeki gülümseyifl hiç eksilmedi onda. Onca yaflad›¤› ac›n›n ard›ndan hala dimdik ayakta duruyordu. O hepimizin Ahmet Abisi’ydi. ‹nsan yaflam› güzeldir. Ama insan o yaflam› anlamland›rd›kça yaflam güzelleflir. ‹flte Ahmet Kulaks›z yaflam›n anlam›n› flu sözlerle aç›kl›yor; "Bütün herkes bilmeli ki hiçbir batav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
20
ba çocuklar›n›n de¤il ölümüne bir t›rna¤›n›n kanamas›na dayanamaz. Ama yaflam›n ac›mas›zl›¤› bazen öyle korkunç olur ki iki k›z›n›zdan ikisini de kaybetmeye al›flmak zorunda b›rak›r sizi. Ben de isterdim ki çocuklar›m›n üniversite bitirip diploma ile boynuma sar›lmas›n›. Mutlu bir hayat kurup uzun süre yaflam sürmesini. Ama kararlar›ndan vazgeçmemeleri ve bafllad›klar› ifli yar›m b›rakmamalar› konusunda ne yapabilirdim. Ülkemizde devam eden hapishaneler sorunu bir insanl›k sorunu olarak görüldü k›zlar›m taraf›ndan. ‹nsanl›k sorununda taraf olmamak bize yak›flmaz dediler. Ve bedenlerini açl›¤a yat›rarak bunun bedelini de ödediler. Burada esas soru flu olmal›. Bizler ne kadar insanl›k sorununa sahip ç›kt›k. Bu soruya verece¤imiz yan›t bizim anlay›fl›m›z›n da bir göstergesi olacakt›r. Onlar genç yafllar›nda bedel ödemeyi göze almadan insanlar›n özgürleflemeyece¤ini savundular. Ya bizler neyi savunuyoruz. Nas›l bir ahlak› ve erdemi egemen k›laca¤›m›z›n hesab› içindeyiz" Baba olmak ne demekti, bunu da en güzel Ahmet Kulaks›z ö¤retiyordu. Direnifl sürecinde yaflad›¤› ve yaflatt›klar›yla evlad›na de¤er vermek ne demek herkese ö¤retiyordu. Çocuklar›na bir insana verilebilecek de¤eri veriyordu. ‹nsan demek sadece soluk al›p veren bir canl› de¤ildi. ‹nsan düflünceleriyle insan olmufltu, düflünceleri ise u¤runa mücadele verildi¤inde de¤er kazan›rd›. Onlara iliflkin bir an› anlat›ld›¤›nda, bir hat›ra gördü¤ünde gözyafllar›n› tutamad›¤› anlar da çok oldu. Ama y›k›l›p hayata küsmedi. Evlatlar›na direkt karfl› ç›kmak yerine önce onlar› anlamaya çal›flt›. Ve yaflad›¤› sürece onlar›n sesi solu¤u olmaya söz verdi. Bu sözü tuttu, tutmaya da devam ediyor. fiimdi onlar›n an›lar›n› yaflatarak , evlatlar›na olan sorumluluklar›n› yerine getiriyor. Zehra ve Canan ise böyle bir baban›n evlad› olman›n tatl› huzuru ve hakl› gururu ile veda ettiler yaflama....J
fliir fliir ataol behramo¤lu
y›k›lma sak›n Ve faflizme karfl›, zulme, zorbal›¤a Düflün ac›lar içinde vuruflan kardeflleri Elbette vard›r bir diyece¤i, bir haberi Bir kaça¤a çay sunan kürt kad›nlar›n›n Da¤lar dilsizdir yalç›nd›r Ama gün gelir bir diyece¤i olur onlar›n da Ve da¤lar, ›ss›z tarlalar bafllad› m› konuflmaya Susmazlar bir daha, söz art›k onlar›nd›r
Kötü fley uzakta olmak Dostlar›ndan, sevdi¤in kad›ndan Yasaklanmak bütün yaflant›lara Seni tamamlayan, ar›nd›ran Kapat›ld›¤›n dört duvar aras›nda Sa¤l›kl›, genç bir adam olarak Neler gelmez ki insan›n akl›na Sevinçli, özgür günlere dair Kalm›flt›r yüzlerce y›l uzakta Onunla ilk kez öpüfltü¤ün flehir Ac›, zehir zemberek bir hüzün Kalbinden g›rtla¤›na do¤ru yükselir
Kötü fley uzakta olmak Dostlar›ndan, sevdi¤in kad›ndan Yasaklanmak bütün yaflant›lara Seni tamamlayan, ar›nd›ran Ama bir devrimciyi hakl› k›lan Biraz da ac›lard›r unutma
Görüyorsun iflte küçük adamlar› Köhnemifl silahlar›yla sald›ran sana Kimi tutsak düflmüfl kendi dünyas›na Kimisi düpedüz halk düflman› Diren öyleyse, diren, y›lma Yürüt daha bir inatla kavgan›
Y›k›lma sak›n geçerken günler Yaralayarak gençli¤ini Onurlu, güzel geleceklerin Biziz habercileri düflün ki Ve halk›n ba¤r›nda bir inci gibi Büyüyüp geliflmektedir zafer
Babeuf’ü hat›rla, Naz›m Hikmet’i Bir umut atefli gibi parlayan zindanlarda Hat›rla Danko’nun tutuflan kalbini Karanl›klar› y›rtmak arzusuyla
(1969)
tav›r / fliir / ekim 2001 / say›: 3
21
öykü öykü gülcan aktafl
GÜLÜMSÜYORDUNUZ ve ZAFER D‹YORDUNUZ
GM'nin bahçesindeki o
D
gibi koştura koştura gittik DGM' nin
di mi mapusa nasıl çıkılacağı belli ol-
kahvede hep acele ace-
bahçesine. Siz gözaltından savcılığa
muyordu bizim ülkemizde.
le içilir çaylar. Hep göz-
çıkarılıyordunuz. Belki kucaklaşacak
belli olan bir şey vardı ki kucaklaşa-
ler gelecek ring araçla-
belki de bir daha göremeyecektik bir-
mayacaktık...
rındadır. Analar babalar
birimizi. Son veda olacaktı belki.
kardeşler eşler hep o gelen araçlara
Ama
Sizi görecektik birazdan yüreği-
Kaç gündür gözaltındaydınız.
miz yerinden çıkacakmış gibi çarp-
dikerler gözlerini.
Kimbilir ne haldeydiniz. Bilmiyor-
maya başlayacaktı. Çıkacak, beş on,
Denize bakar DGM binası. Denizi gö-
duk. Sizleri biran evvel görme tela-
onbeş adım yürüyecek ve binecekti-
ren kim? Bir ring aracı görüldü mü
şıyla soluksuz vardık DGM binasına.
niz belkide sizi hapishaneye götüre-
hemen bir hareket başlar o kahvenin
Kahvede sizden önce bırakılan arka-
cek olan polis aracına.
önünde. Ring aracının o küçücük de-
daşları gördük ilk önce... Hasretle ku-
liklerden oluşan penceresine yansı-
caklaştık. Sanki yıllardır görmüyor-
yan karaltıya dikilir gözler. İçinde ev-
duk birbirimizi. Yılların hasretiydi
Avukat geldi ve tutuklandığınızı
ladı vardır. Birazdan indirilecektir
sanki çektiğimiz, doya doya kucak-
haber verdi. Tutuklandınız... Bir daha
ring aracından. Birazdan elleri kelep-
laştık. Sizi aradı gözlerimiz yoktu-
göremeyecek miyiz yani birbirimizi?
çeli bir deri bir kemik kalmış vücu-
nuz... “Mahkemeye çıkarılacaklar”
Hayır hayır.... böyle düşünmemek
duyla belki dövülerek belki ağzı ka-
dedi biri. Mahkemeye çıkarılacak ve
gerek. Öyle dimdik durmalı adam.
patılarak tartaklanarak sokulacaktır o
muhtemelen tutuklanacaktınız. Son
Kavga bu... Bütün ayrılıklarımız böy-
binadan içeri. Ana yüreği buna da da-
vedaya vakit kalmayacaktı. Son ve-
le olsun yeter ki... Ayrılık mı bunun
yanacaktır, dayanmasını bilecektir...
daydı... Söylemesi zordu ama belki
adı? Ayrılık buna denmez yürekler
de son vedamız olacaktı. Çünkü giril-
aynı sevda uğruna çarptıkça. Yürek-
İşte bizde o gün anneler, babalar
tav›r / güncel / ekim 2001 / say›: 3
22
Ne zaman çıkacaktınız... sanki saatler alıyordu bu bekleyiş...
lerimiz bir oldukça bir gün olur kavuşur sesimiz bir yerlerde. Duvarların
YAŞASIN ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİMİZ!...
günkü gibi. Ayrılmamıştık işte. Zafer diyorduk. Siz orada duvarların ar-
ardında ve dışarda. Aynı şeye güler
Alkışlar sizin içindi. Alkışlarımız,
aynı şeye hüzünlenir olduktan sonra
korkutuyordu birilerini. Alkışları-
ayrılık olur mu bunun adı? Olmaz...
mızla gidiyordunuz, biniyordunuz
Gözaltındayız....
Sonsuz ayrılık bile olsa, bize göre ay-
sizi hücrelere götürecek olan polis
***
rılık değildir bunun adı. Bizi ne za-
aracına. Arkanızdan el salladık...
Adalet Bakanlığında çalışan me-
man ayırabildiler ki birbirimizden?
GÜLE GÜLE... oradaki boranlarımı-
mur, gelen bir sürü evrak ve mektu-
Hücrelere kapatsalarda aynı şeye gül-
za bizden selam götürün... Başınız
bun içinden bir tanesini seçti. Zarfın
dük, aynı acıyı duyduk. Aynı öfkeydi
dimdikti. Bu gurur ise kazanacağımı-
üzerini inceledi. SN: Hikmet Sami
öfkemiz. Ayrılık demek yoldan dön-
za olan zaferin inancından geliyordu.
TÜRK... Adalet Bakanlığı Ankara
mek, kavgadan yüreğini soğutmak
Ne yaparlarsa yapsınlar direnecek ve
demekti. Ayrılık artık aynı olmamak
kazanacaktık. Biliyorduk. Hepimizi
demekti. Biz aynı yolda yürüyorduk.
tutuklasalar, hepimizi yoketseler bile
Birbirimizi hiç görmesek, tanımasak
özgür bağımsız bir ülke düşümüzü
bile dünyanın neresinde haksız yere
yokedemeyeceklerdi..
bir tokat patlasa birinin yüzünde onu
Zarfı açtı. IMF PROGRAMI SÜRÜYOR
“Komployla Tutuklandılar” Yazan bir yazı hemen çarptı Gülümsüyordunuz... ve Zafer
***
Çıktınız işte... hemen seni buldu
Postanenin önüne birikmişti kalabalık. Flaşlar yüzümüzde patladı.
razda sakalların uzamıştı. Kaç günlük
Bizi yerlerde
uykusuzluk , kaç günlük açlık ve yor-
sürüklüyorlar
gunluk yüzünden okunuyordu. Ama
tekme tokat sal-
sen yine de gülümsüyordun... Teker
dırıyorlardı. Bir-
teker inceledim sizi. Hepiniz solgun-
birine girdi orta-
dunuz. Ama öyle güzel gülü yordu-
lık. Saçlarımdan
nuz ki... Parmaklarınız Zafer diyordu.
tuttular önce. Biz
Açlığa, yorgunluğa uykusuzluğa iş-
tıpkı o günkü gi-
kencelere inat öyle güzel gülüyordu-
bi aynı sesle hay-
nuz ki... Kazanmıştınız. Direnişimizi
kırıyorduk Yaşa-
bitirmek için kurdukları her komplo-
sın ölüm orucu
ya karşı bir gülüşünüzle kazandık di-
direnişimiz. Son-
yordunuz. Sizi tutsak ederek bizler-
ra
den ayırarak kazanacaklarını sanan-
üzerimize. Biz yi-
lar yanılmışlardı işte bir kez daha...
ne
coplar
indi
haykırıyor-
Bize bir işaret veriyordun anlaya-
duk. Teker teker
mıyorduk. Bir gün sonra verdiğin işa-
kopardılar birbi-
retin anlamını anlayacaktık. Parmak-
rimizden. bir po-
larınla "7" rakamını gösteriyordun, o
lis aracına bindir-
anda bir türlü çözememiştik. Sonra
diler. Parmakları-
çözecektik. Bu "7" , “7. Ölüm orucu
mız zafer diyor-
ekibimiz” demekti...
du. Aklıma düştü
Sesimiz sesimize karıştı işte.
görüyor musun? Zafer dedik yine.
gözüne.
kendi yüzümüzde hissedenlerdik. gözlerim. Gözlerinin altı çökmüş bi-
dında biz ise dışarda... Kazandık bak
yine.
Tıpkı o
tav›r / güncel / ekim 2001 / say›: 3
23
diyordunuz...J
fliir fliir naz›m hikmet
B‹R CEZAEV‹NDE, TECR‹TTEK‹ ADAMIN MEKTUPLARI Fakat çok can s›k›c› buldu¤umdan sohbetimi flark› söylüyorum kar›c›¤›m. Hem, ne dersin, o berbat, ayars›z sesim öyle bir dokunuyor ki içime yüre¤im parçalan›yor. Ve t›pk› o eski ac›kl› hikayelerdeki yalnayak, karl› yollara düflmüfl, yetim bir çocuk gibi bu yürek, mavi gözleri ›slak k›rm›z›, küçücük burnunu çekerek senin ba¤r›na sokulmak istiyor. Yüzümü k›zartm›yor benim onun bu an böyle zay›f böyle hodbin böyle sadece insan oluflu.
1 Senin ad›n› kol saatimin kay›fl›na t›rna¤›mla kaz›d›m. Malum ya, bulundu¤um yerde ne sap› sedefli bir çak› var, (bizlere alat›-kat›a verilmez), ne de bafl› bulutlarda bir ç›nar. Belki avluda bir a¤aç bulunur ama gökyüzünü bafl›m›n üstünde görmek bana yasak... Buras› benden baflka kaç insan›n evidir? Bilmiyorum. Ben bir bafl›ma onlardan uza¤›m, hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden baflkas›yla konuflmak yasak. Ben de kendi kendimle konufluyorum.
tav›r / fliir / ekim 2001 / say›: 3
24
Belki bu halin fizyolojik, psikolojik filan izah› vard›r. Belki de sebep buna bana aylard›r kendi sesimden baflka insan sesi duyurmayan bu demirli pencere bu toprak testi bu dört duvard›r...
d›flarda akflam olur, bulutsuz bir bahar akflam›... ‹flte içerde bahar›n en kötü saati budur as›l. Velhas›l o pul pul ›fl›lt›l› derisi, ateflten gözleriyle bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adam› hürriyet denen ifrit... Bu bittecrübe sabit, kar›c›¤›m, bittecrübe sabit... 3 Bugün pazar. Bugün beni ilk defa günefle ç›kard›lar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar genifl oldu¤una flaflarak k›m›ldanmadan durdum. Sonra sayg›yla topra¤a oturdum, dayad›m s›rt›m› duvara. Bu anda ne düflmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne kar›m. Toprak, günefl ve ben... Bahtiyar›m... 1938
Saat befl, kar›c›¤›m. D›flarda susuzlu¤u acayip f›s›lt›s› toprak dam› ve sonsuzlu¤un ortas›nda k›m›ldanmadan duran bir sakat ve s›ska at›yla, yani, kederden ç›ld›rtmak için içerdeki adam› d›flarda bütün ustal›¤›, bütün tak›m taklavat›yla a¤açs›z bofllu¤a k›pk›z›l inmekte bir bozk›r akflam›. Bugün de apans›z gece olacakt›r. Bir ›fl›k dolaflacak yan›nda sakat, s›ska at›n. Ve flimdi karfl›mda haflin bir erkek ölüsü gibi yatan bu ümitsiz tabiat›n a¤açs›z bofllu¤una bir anda y›ld›zlar dolacakt›r. Yine o malum sonuna erdik demektir iflin, yani bugün de mükellef bir daüss›la için yine her fley yerli yerinde iflte, her fley tamam. Ben, ben içerdeki adam yine mutad hünerimi gösterece¤im ve çocukluk günlerimin ince saz›yla suzinak makam›ndan bir flark› a¤z›yla yine billahi kahredecek dil-i naflad›m› seni böyle uzak, seni dumanl›, e¤ri bir aynadan seyreder gibi kafam›n içinde duymak... 2 D›flarda bahar geldi kar›c›¤›m, bahar. D›flarda, bozk›r›n üstünde birdenbire taze toprak kokusu, kufl sesleri vesaire... D›flarda bahar geldi kar›c›¤›m, bahar, d›flarda bozk›r›n üstünde p›r›lt›lar... Ve içerde art›k böcekleriyle canlanan kerevet, suyu donmayan testi ve sabahlar› çimentonun üstünde günefl... Günefl, art›k o her gün ö¤le vaktine kadar, bana yak›n, benden uzak, sönerek, ›fl›ldayarak yürür... Ve gün ikindiye döner, gölgeler düfler duvarlara, bafllar tutuflmaya demirli pencerenin cam› :
tav›r / fliir / ekim 2001 / say›: 3
25
röportaj röportaj veli göktaş
SESS‹Z ÖLÜM... Bu filmi çekmenin amacı neydi? Film yaklaşık on altı ay önce Adalet Bakanlığı’nın bir açıklamasıyla fikir olarak doğdu. O dönemde F Tipi uygulaması henüz kitlesel olarak başlamamıştı ve kamuoyuna yavaş yavaş hazırlık yapıyorlardı. Adalet Bakanı "Türkiye cezaevlerine Avrupa standartını getireceğiz." demişti. O günlerde Avrupa Birliği bugünkü gibi tartışılıyor ve Avrupa Standardını yaymak sanki iyi birşeymiş gibi yansıtılıyordu. Bu cümle benim dikkatimi çekti. Çünkü o dönemde kitlesel olmasa bile F Tipinin ne tür bir uygulama olduğunu anlatan çalışmalar vardı ama bir yanı eksik kalıyordu hep. Avrupa'yı anlatabilseydik eğer biz, gerçeğini gösterebilseydik başka bir söze gerek kalmayacaktı. Avrupa'daki uygulamaları anlatmaya karar verdim. Adalet Bakanı şöyle bir referans gösteriyor, nasıl olsa kimse incelemeyecek ve Avrupa'dan gelen herşey iyi, kısa vadeli bir taktikti. Yurt dışında özellikle Almanya'da yüksek güvenlikli cezaevleri diye geçen ve ciddi uygulamaları hala devam eden İspanya'da, Fransa'da, İtalya'da, İrlanda'da ve üst uygulamayı
göstermek için yani Avrupa'nın da üstündeki uygulamayı göstermek için yani gideceğimiz yeri de göstermek için Amerika'yı da anlattım. Amerika'da çünkü politik tutuklu neredeyse yok. Olanları da politik tutuklu olarak kabul etmiyorlar. Ama yoğun olarak tecrit uygulanıyor ve bir tehdit olarak uygulanıyor. Zorla çalıştırılma şeklinde. İleride Avrupa'nın geçeceği sistemde bu. Belki bizim ülkemizin de politik tutuklu kalmazsa yada iyice kriminalize ederlerse yapacakları şeyde bu. Çünkü bakarsak ilerde kullanabilmek için böyle bir madde her zaman duruyor. Film buradan yola çıktı ve bunu anlatmaya çalıştı. Yani film şunu anlatmıyor; bu gelen sistem eskisinden daha iyi demiyor. Yenisi daha iyi değil. Yani onların söylediğinin bir anlamda tersi çıkıyor. Avrupa Standartlarının iyi olduğunun yansıtılmasının nedeni nedir sizce ? Üçüncü Dünya Ülkeleri ne yazık ki yoğun anlamda bir dezanformasyon altında yaşıyor ve bu dezanformasyon kendi ülkelerinin değerleritav›r / sinema / ekim 2001 / say›: 3
26
nin aşağılık olduğunu ve batının değerlerinin de yüksek değerler olduğunu her zaman dile getiriyor. Amerika ve özellikle Avrupa. Ne olursa olsun Avrupa'nın değerleri ne olursa olsun çok iyiymiş gibi gösteriliyor. Halbuki Avrupa bir bütün değil. Avrupa'nın ilerici yönleri oradaki demokratik mücadele sonucu kazanılmış haklar. Çeşitli ülkelerde yaşanan devrimlerin sonucu. Ama Avrupa hükümetinde her zaman ne kadar faşizan yönetimleri doğurabileceklerini göstermişlerdir. Birinci ve ikinci Dünya Savaşında hortlayan faşizm gibi yada geçmişten beri o korkunç birikimi sağlayan kolonist, sömürgeci devletler gibi. Bugün mesela Fransa ilericiliğin sembolü sayılırken daha altı yedi ay önce Afrika'da bir ülkede darbe örgütleyebiliyor. Keza İngilizler içinde farklı bir durum yok. Onlar kendi ülkeleri için bazı değerleri ve demokratik kitle örgütlerinin güçlerinden dolayı veriyorlar. Ama herhangi bir tehlike anında bu hakları geri alabilirler. Yine anti-globalist harekete karşı verdikleri tepkide buna çok güzel bir örnek. İtalya'da devletin gerçek yüzü ortaya çıktı. Bizim gibi ülkelerde bir şekilde sömürül-
meye devam ettiğimiz için Avrupa'da ki yada batıya böyle bir sempatiyle yaklaşmamızın zemini devlet tarafından oluşturuluyor. Aslında Avrupa standartları en çok aydınların ve entellektüellerin kafasını karıştıran bir şey. Yurt dışında hücre tipi hapishanelerle ilgili çalışmalar ne durumda? Oradaki çalışmaları iki bölüme ayırabiliriz. Birincisi izolasyon korkunç bir şekilde devam ediyor. Burada bazı insanlar veya D.K.Ö ler yanlış bir söylem içinde, “Bu sistem artık Avrupa'da uygulanmıyor ” gibi şeyler söyleniyor. Böyle bir şey yok, tam tersi, anti-terörden yargılanan herkes bu korkunç koşullar altında. Sadece Avrupalı şöyle bir şey uyguluyor ki bu da ikinci bölüm olarak değerlendirilebilir. Kitleyle bağlantısı koparılmış yani izolasyon gerçekten yaşama sokulmuş. Avrupalı insanlar cezaevlerinde yaşananları kanıksamaktan öte bilmiyorlar. Mahkum aileleri de dışarıda direnişe sahip olmadığı ve kamuoyunda yankı bulmadığı için insanların yaşadığı acılar bireysel olarak kalıyor. İHD ve Uluslararası Af Örgütünde yer bulabiliyor ama bizimki gibi kitlesel yaşanmadığı için
toplumda bir tür izolasyona yol açmış. İzolasyon iki şeyi de kapsıyor aslında, sadece cezaevindeki tecrit değil, toplumun da cezaevinden tecrit edilmesi. Cezaevinde neler olduğunu bilmezseniz buna itiraz edemezsiniz. Ne yazık ki Türkiye' de de olacak olan bu. Bugünden bunu görebiliyoruz. Operasyon öncesiyle sonrası toplumdaki duyarlılık bir değil. Bunda bilgi akışınında bir sansürü var. Açlık grevlerinin de sebebi yok edilmeye ve salt bir inatmış gibi gösterilmeye çalışılıyor. Buda büyük bir tehlike. Film için Türkiye'de nerelere başvurdunuz? Özellikle Adalet Bakanı ve Cezaevleri Genel Müdürü Ertosun'la görüşmek istiyorduk. Fakslarımız karşılıksız kaldı ve bizi galiba ciddiye almadılar. Eski İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Bekaroğlu kabul etti. Sema Pişkinsüt'le de görüşmeye çalıştık ama M. Bekaroğlu'ndan daha öte birşey söylemeyeceğine inandığımız için fazla zorlamadık. Ayrıca burada eski tutuklular veya belli bir süre tecritte kalan insanlarla da görüştük ama yaptığımız röportajlar sonucunda Türkiye'de bu uygulamanın henüz başladığını ve tav›r / sinema / ekim 2001 / say›: 3
27
asıl hedeflerinin de F Tipinde kısa vadeli amaçlar olmadığı Avrupa'da ki röportajlarla açığa çıkmıştı. O yüzden buradaki röportajları kullanmak istemedik. Belki kullansaydık kendi halkımız tarafından ekstra bir sempati kazanacaktık ama bu ahlaki gelmedi bize. İlerde bunun Türkiye'de ki biçiminide anlatan şeyler yapılabilir. Şu anda bile F Tiplerinde olağanüstü bir durum var. Henüz uygulamanın asıl biçimine geçilmedi. Görev yapacak gardiyanlar bile yeni eğitilmeye başlanıyor. Tecritin ufak nüansları var. Mesela hiçbir insan sesinin duyulmaması, hiçbir insani ilişkinin yaşanamaması gibi. Şu anda gardiyanlar bile buna hazır değil. Bir de burası Türkiye, her model birazcık bozuk olacak. İşin korkunç tarafı bu sefer işin içinde Avrupa Birliği'de var. Bütün planlama da denetim de oradan geliyor ve bu konuda çok ciddi. İspanya buna güzel bir örnek. Franco döneminden sonra demokrasiye geçtiğinde (tırnak içinde demokrasi) Avrupa tarafından ilk yapılması istenen şey cezaevlerinin şeklinin değiştirilmesiydi. Yani F Tipine geçilmesi ve İspanya'da geçilmiş. Film ilk gösteriminden sonra ne gibi tepkiler aldı? Yaklaşık beş tane gala oldu farklı yerlerde. İki tanesi İstanbul Film Festivali'nde oldu. Daha sonra da Alcazar sinemasında bir gösterim oldu. Galalarımızdı bunlar bizim. Sanatçı, aydın kesimleride çağırdık. Kamuoyunun o dönem ilgisi vardı ve kafası karışık olan insanların netleşmesini sağlamak amacıyla bu galaları yaptık. Etkisi çok ilginçti. Mesela birçok insan bana "Biz emin değildik cezaevine gittiğimizde koğuşta mı kalırız, hücrede mi! Filmin ilk onbeş dakikasından sonra çok netti kafamız. Bu aslında söylenen sistem değil, korkunç ve asla kabul edilemeyecek birşey" dedi. Bunu söyleyen insanlar köşe yazarları, oyuncular yada düşü-
nürlerdi. Yani bir fikir üretip bundan etkileyebilecek insanlardı ve bunun için onların fikri bence önemliydi. Çünkü bu insanlar sürecin ortasında görüşmeci olarak tekrar katılabilirler. Film bir eğitim kasetine dönüştü. Şöyle bir ilginç tarafı var filmin, sıcak bir süreç yaşanıyor ülkede ölüm orucundan dolayı. O yüzden filme gerekli mesafeyi koyamıyor bir çok kesim, özellikle sol kesim. Çünkü hergün duyduğumuz bir haber yıkıyor bizi. Yaşanan korkunç bir dram ve mücadele var. Hala ölüm oruçları ön planda. Aslında sebebinden de önde. Zaman zaman biz bile bunu diğerinin önüne geçiremiyoruz. Böyle bir dönemde filmin çıkması bence açlık grevlerine verilecek en büyük desteklerden biri. Çünkü insanlar bu filmi seyrettikten sonra kişilerin Ölüm Orucuna yatma kararına tek kelime edemiyorlar. Burada benim kişisel görüşümü belirtmem doğru olmaz. Bu biraz insan haklarına da aykırı. Tutmaya devam etsinlerde diyemezsiniz. Ama ne yapabilirsiniz? Filmi göstermek veya tecrit uygulamasına karşı verilen mücadeleye destek vermek gibi. Eylül ayından itibaren yoğun olarak göstermeye başlayacağız. Tabii ki burada bir otosansür mekanizması var. Varolan sinemalar bizim filmimizi göstermek istemeyecek. İki üç sebepten. Birincisi sinema salonlarının bir kartele dönüşmesi ve sırf Türk filmi olduğu için bu ağda yer bulamaması. İkincisi ise politik bir film olması. Biz şöyle bir yol izleyeceğiz, kişilerden ve Demokratik Kitle Örgütlerinden destek isteyeceğiz ve onlar sayesinde ki asıl izleyici kitlemizi onlar belirliyor, uygun koşullarda ve her türlü mekanda ama sinemaya yakışır bir biçimde filmimizi göstermeye çalışacağız. Sinema, tiyatro, konser salonları veya öğrencilerin bulunduğu yerlerde belki mahallelerde ve düğün salonlarında. Biçimi önemli değil bütün tekliflere açığız. Dediğim gibi Eylül ayı itibarıyla filmin kitlesel gösterimleri gerçekleşmesi için bütün
çabayı göstereceğiz. Kesinleşen gösterim var mı? Eylül sonuna doğru İstanbul'da üç sinemada gösterilecek. İkisi İstiklal Caddesinde olacak, biride Kadıköy'de. İsimler şu an net değil ama gerekli görüşmeleri yapacağız. Bunun dışında üniversitelerde bir tur yapacağız. Şehirleride dolaşacak, Ankara, İzmir gibi. Dediğim gibi burada kişilerin desteği çok önemli. Yurt dışında ise yeni başlıyor. Geçenlerde Belfast'taydım. Çünkü bir bölüm Belfast'ı da anlatıyordu. Oradakiler çok iyi bir organizasyon yapmışlardı. Açlık grevlerinin 20. yıldönümüydü ve bununla bir paralellik kurdular. Türkiye'deki açlık grevlerine destek olmak için filmin galasını gerçekleştirdiler. Oradaki görüşmelerden sonra Ekim ayında Dublin'de tekrar gösterilecek. Almanya'da (Berlin) ve İspanya'da Bask Bölgesi'nde bir gala hazırlığı var ve festivallere katılacak. Ama benim için birinci olan Türkiye gösterimleri. Yani filmin kendi içinde bir yolculuğu olacak. Bu Türkiye için yakıcı bir sorun ve ben bu filmi Türkiye'de bazı şeylerin değişmesi için yaptım ve onun için herkesin çabası gerekecek. tav›r / sinema / ekim 2001 / say›: 3
28
Festivaller? Ankara Film Festivali’nde gösterilecek. Kasım ayında İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti. Yurt dışında İnsan Hakları Festivaline katılacak. Kesinleşen yok ama filmin niteliğinden ve biçiminden dolayı daha önceki tecrübelerimede dayanarak birçok festivale katılacağını biliyorum. Son olarak söylemek istediğiniz birşey var mı? Türkiye'de şu ondört aydır yaşadığımız travmaya bakıyorum ve ciddi bir erozyona uğradığımızı düşünüyorum. Birçok insan ne istediğimizin ve birşeyler yitirdiğimizin farkında değil. İnsani değerlerimizi yani bizi biz yapan değerleri yitiriyoruz. Ben bu filmi yaparken acı çekmeme rağmen, insani değerler adına birşeyler yaptığımı düşünüyorum. Ama topluluk içinde yaşıyoruz ve bir insanın diğerinden biraz daha iyi olması birşeyi değiştirmiyor. Belki bu film ölüm oruçlarını durdurmayacak ama şu an süren tecrite karşı mücadelede bir parça olacak ❏
izlenim izlenim tavır
rmutlu sokaklarındayız. Sıcak bir hafta sonu. Boğazdan gelen hafif bir esinti var sokaklarda. Ama yine de asfaltın yüzümüze vuran o bunaltıcı sıcaklığını yenmeye yetmiyor bu esinti. Önceki günlere göre daha hareketli Armutlu sokakları. Evlerinin önünde toplanmış kadınlar yıkadıkları halılarını, koyun tüylerini kurutmakla meşguller. Çocuklar güneşin kavurucu sıcağına aldırmadan birbirlerinin ardı sıra koşuşturuyorlar. Sıcaktan bunalmış bir köpekse kendini gölgeye atmış, derin derin soluyarak yoldan geçenlere bakıyor. Sokakta ellerinde karanfillerle gezinen insanlar var. Belli ki direniş evlerine ziyarete gidecekler. Yönümüzü Sevgi Erdoğan'ın bulunduğu eve doğru çeviriyoruz. Sevgi Abla geleli daha birkaç gün oldu. Ziyaretçisi o kadar çok ki. Her gün onlarca, yüzlerce ziyaretçisi oluyor. Sevgi Abla’nın kaldığı evin önündeyiz. Yine kalabalık. Diğer ziyaretçilerle beraber biz de sıraya giriyoruz. Ziyaretler genelde kısa tutuluyor. Direnişçiyi yormamak gerekiyor çünkü. Sıra yavaş yavaş bize gelirken babasının bacaklarına yapışmış bir çocuğun etrafında bulunan, hiç tanımadığı insanlara merak dolu bakışları çekiyor dikkatimizi. Sıra artık bizde! Ayağımıza kapının ağzında bulunan galoşlardan geçiriyoruz. Koridordan Sevgi Abla'nın bulunduğu odaya doğru yöneliyoruz. Odanın her yanı karanfil ve de çeşitli çiçeklerle donatılmış. Sevgi Abla yine her zaman ki gibi güleryüzlü. On dokuz kiloya düşen vücudunda gözleri ve beyni açlık içersinde geçen aylara inat adeta meydan okuyor. Başucunda eşi ve kızıyla birlikte çektirdikleri bir fotoğraf duruyor. Sağ tarafında bulunan pano ise şehitlerin fotoğraflarıyla süslenmiş. Yüzünde
A
ki ifade bize "Nasılsın, iyi misin?" dedirtmeyecek kadar bile sıcak, güleç ve de huzur dolu. Biz bunları aklımızdan geçirirken o bizden önce davranıp mütevazi bir şekilde "Nasılsınız?" diye sesleniyor. Öğretiyor Sevgi Abla. Yaşamıyla, bakışlarıyla hem de her anıyla öğretiyor. Artık hiçbir şekilde hareket ettiremediği vücudunu refakatçısının yardımıyla biraz olsun yer değiştirtiyor. Grup Yorum'un kendisine getirdiği demo kasedi dinliyor sürekli. Albümü çok beğenmiş."Bir Mevsim Aç Olacağız" adlı parçayı çoktan ezberlemiş bile. Biz de ona sürpriz olarak Grup Yorum'un "Sürmenelim" adlı klibini izlettiriyoruz daha televizyonlarda yayınlanmadan. Klibi çok beğeniyor Sevgi Abla ve de oldukça seviniyor. Yüzünde tatlı bir gülümseme. Bize anılarından bahsederken oldukça koyu bir sohbete dalıyoruz. Sohbete dalmışken vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyoruz bile. Paylaştığımız her saniye bizim için o kadar değerli ki. Bize ayrılan süreyi çoktan aşmışız bile. Sırada bekleyenlerin hakkını yememek gerek. En yakın zamanda tekrar uğrayacağımızı söyleyerek vedalaşıyoruz Sevgi Abla'yla.
dilik sürpriz. İnsanlar yavaş yavaş toplanmaya başlıyor. Hazırlıklar da bitti bitecek. Masalara örtü serilmiş, çiçekler vazolara konulmuş ve de su dolu sürahiler birazdan gelecek olan direnişçileri bekliyor. Ortalığı birden bir sevinç, bir telaş alıyor. Direnişçiler geliyorlar grup grup. Her yer şenleniyor. Direnişçiler yerlerini aldıkça etraflarını meraklı bakışlarla dolu insanlar çeviriyorlar. Az sonra Osman Abi ve Yıldız’ı da getiriliyor sedyede. İkisini de bir güzel battaniyeye sarmışlar. Üşümemeleri lazım. Artık gözleri iyice hassaslaştığı için ikisinde de güneş gözlüğü var. Işıktan rahatsız oluyorlar çünkü. Hava da yavaş yavaş kararmaya başladı. Direnişçileri doğal halleriyle yakalayıp fotoğraflarını çekmeye çalışıyordum. Doğal halleriyle çekilmeleri en güzeli. Kına gecesini izlemek için gelenler ise daha da kalabalıklaşmıştı. Bir ara merhabalaşmak için Osman Abi'nin yanına doğru yöneldim. Osman Abi yavaşça güneş gözlüğünü çıkarttı ve bana bakmaya başladı. O an kendisinden hiç beklenmeyecek bir çeviklikle battaniyenin içine sakladığı fo-
✤✤✤
Bir direniş evindeyiz yine. Bahçede yoğun bir koşuşturmaca var. Masalar, sandalyeler diziliyor. Ağaçlara lambalar çekiliyor. Akşama kına gecesinin olacağını öğreniyoruz. Kimler için yapıldığı ise şim-
Ulafl-Ferhat
tav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
29
toğraf makinesini çıkarttı benim fotoğrafımı çekti. Bense bu ani hareket karşısında hem şaşırdım hem de gülmeye başladım. Osman abi ise "Hep siz bizi çekiyorsunuz. Hep biz poz veriyoruz. Biraz da biz sizi çekelim. Bakalım nasıl oluyormuş diye!" diye konuştu ve ardından orada bulunan herkes kahkahalar atmaya başladı. Osman Abi'nin o akşam çektiği güzel fotoğraf bugün hala elimde. Osman Abi'yi ve o güzel kına gecesi akşamını daima hatırlamak için özenle saklıyorum. Kına gecesi o akşam oldukça güzel geçti. Skeçler oynandı, türküler söylendi, halaylar çekildi. Direnişçiler duygularını dile getirdiler. En güzeli de bütün direnişçiler ve orada bulunan insanlarla beraber kına yakıldı. ✤✤✤
Sıcak ve bunaltıcı bir yaz sabahıydı. Yüzüne vuran güneşin kendisine daha fazla rahat vermeyeceğini anlamıştı. Sabaha karşı daldığı uykusunu bile çok görmüştü güneş. Ayağa kalktığında bakışlarını gözleri gibi mavi olan boğazın sularına çevirdi. Boğazdan yine bir tanker geçiyordu. Tankerin gövdesinin büyük bir çoğunluğu su üzerindeydi. Yükünü boşaltmış olsa gerek diye düşündü. Çünkü biliyordu ki eğer tankerin yükü varsa gövdesinin büyük bir çoğunluğu su içersinde olurdu. Yıllardan beridir biliyordu bunu. Herkes ona kaptan derdi. Reşit Kaptan. Lavoboya doğru yöneldi. Yüzüne her su vuruşunda biraz daha kendine geliyordu. Gözlerinin altı bugün daha da çökmüştü. Sakalları oldukça gürleşmiş, kabarmıştı. Toplatmak, düzeltmek gerekiyordu sakalları. Ölüm Orucuna başladığından bu yana bir kaç kez toplattırmıştı sakallarını. Refakatçısından soğuk bir kuşburnu istedi. Yatağının yanıbaşında bulunan sehpada duran küp şekerlerden aldı bir tane. Yeni gelen gazetelere göz gezdirmeye başladı. Yan odadan Hülya'nın sesi duyuldu. Acil olarak bir leğen istiyordu. Midesi yine rahatsızlanmıştı. Son günlerde sık sık, aldıklarını çıkartıyordu. Midesinde yine bir kasılma. Ve ardından midesinde ne var ne yoksa yine dışarıdaydı. Başı dönüyor, gözleri kararıyordu. Her
Ali R›za-Gamze kusmadan sonra oluyordu bunlar. Az da olsa rahatlamıştı. Gözlerini yanı başında bulunan balıklara çevirdi. Sık sık su yüzüne çıkıp, dalıyorlardı. Yine acıkmış olmalılar diye düşündü. Bir an önce yemlerini vermeliydi. "Onlar aç kalmamalı" diye geçirdi içinden. Duvarda asılı olan kendi elleriyle hazırladığı panoya dikti gözlerini. Sevdiği insanların, yerlerin fotoğraflarını özenle yapıştırmıştı oraya. Devrimci önderler, annesi, kardeşleri, köyünün fotoğrafları... Her gün aklına yeni bir kişi, yeni bir yer geliyordu. Kızıyordu kendi kendine onları nasıl da unuttum diye. Birazdan Ali gelir diye düşündü. Ali kardeşiydi. Hapishaneden tahliye olduğundan beri sürekli Hülya'nın yanındaydı. Gün gün kardeşinin eriyişini görüyordu Ali. Sürekli olarak ona destek oluyor, güç veriyordu. Bugün hangi yemek tarifini anlatmalı diye düşündü Hülya. Bugüne kadar bildiği birçok yemek tarifini anlatmıştı Ali'ye ve kendisini ziyarete gelenlere. Her gün aklına yeni tarifler geliyordu. Köydeyken türlü türlü yemekler yapardı. Köyünü, tarlasını, kayısı ağaçlarını, ineklerini çok seviyordu Hülya. Saçlarına geçenlerde yeni kına yakmıştı. Ölüm Orucuna başlayalı neredeyse 280 gün olacaktı. Saçları oldukça beyazlaşmış ve de güçsüzleşmişti. Kınanın kokusunu çok seviyordu. Aynı kavak mantarlarının kokusu gibiydi. Refakatçısı Leyla ona bir bardak su getirdi. Suyu yavaşça, usul usul içti. Bardağı sehpaya koydu. Artık bardak bile ağır gelmeye başlamıştı Hülya'ya. Bitav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
30
leklerini sızlatıyordu bardak. Leyla bardağı mutfağa geri götürdü. Mutfağa vardığında Ümüş'ü merak etmişti Leyla. Ümüş uyuyordu. Artık Ümüş'ün gün içersinde uykuda bulunduğu saatler uyanık olduğu saatleri her geçen biraz daha geçiyor, ilerliyordu. Üç yüzlü günlere hiç de aldırmadan açlığına devam eden vücudu artık iyice küçülmüş, erimişti. ✤✤✤
Osman Osmanağaoğlu Direniş Evi'nde yeni bir güne daha başlanıyordu. İlk Ali Rıza göründü kapıdan. Ağır ama bir o kadar da kendinden emin adımlarla yürüyordu salonda. Mutfağa yöneldi ve bir bardak fişek aldı kendisine. Tekrar ağır adımlarla geri dönerek salondaki koltuğa oturdu. Gazeteler az önce gelmişti. Gazetelere göz gezdirirken bakışlarını Özkan'a doğru çevirdi. Özkan'da yeni kalkmıştı. Her zaman ki gibi ağır ve çekingen adımlarla yürüyordu. Kendisine hastanede zorla müdahele edildiğinden beri yürürken dengeyi bulmakta zorlanıyordu. Ev yavaş yavaş hareketleniyordu. Dursun Ali ve Ulaş'da uyanmışlardı. Evin her köşesinde bir koşuşturmaca vardı. Her sabah böyle olurdu. Herkes eline bardağını almış bir yandan içeceğini yudumluyor, bir yandan da yeni gelen gazeteleri okuyordu. Yavaş yavaş günlük işlerle uğraşılmaya başlandı. Dursun Ali yine aksatmadan arkadaşlarına mektup yazmaya başlamıştı. Ortalık sessizleşmişti. Birden Ulaş'ın kahkahası duyul-
du. Belli ki Özkan güldürmüştü onu. Çünkü Özkan yine sık ve derin nefeslerle ufluyordu. Özkan ne zaman gülse ciğerleri sıkışıyor, onu zorluyordu. Ama gülmekten de kendini alamıyordu. Hele yaptıkları kısa gezintiler sırasında önünde Ferhat olmayadursun. Özkan Ferhat'ın yürüyüşüne gülmekten kendisi yürüyemiyor, hemen tutunacak bir kişi, bir yer arıyordu. Ferhat'da onun bu haline gülüyordu. İkisi de zorla müdahaleden sonra yürümekte ve dengeyi tutturmakta oldukça zorlanıyordu. Ama her şeye karşın yürüyorlar ve de gülüyorlardı. Ali Rıza'nın elinde ise yine bir tornavida vardı. Belli ki bozulan bir şeyi tamir etmeye çalışıyordu. Onun elektronik aletlere olan merakını, ilgisini bilmeyen yoktu. Kapıdan Hüseyin'le Ferhat göründü. Hüseyin yine her zamanki gibi masum ve ürkek bakıyordu. "Merhaba arkadaşlar!" diye seslendi. Salonda bulunan herkes sevinmişti onları görünce. Ferhat'da "Merhaba arkadaşlar" dedi sessizce. Ferhat kara gözlü, kara kaşlı, kara sakallıydı. Yavaş yavaş yürüyerek geliyordu. Herkes onun bu yürüyüşünü ve dengesini sağlamak için ellerini yana doğru açışını çok sevimli buluyordu. Hemen koyu bir muhabbet başladı aralarında. Sohbetleri bir şekilde mutlaka Ümraniye Hapishanesi'ne dönüyordu. Ne çok şey yaşamışlardı Ümraniye'de. Birlikte öğrenmişler, birlikte paylaşmışlar, birlikte gülmüşler ve yoldaşlarının katledilişlerini birlikte görmüşlerdi. Yaşanan katliamdan sonra
çok acı çekmişler, ihanetlere tanık olmuşlar ama herşeye karşın direnmişlerdi. Şimdi yine biraradaydılar. Kırk yıl düşünseler akıllarına bile gelmezdi şu an bulundukları ortam. İçeride ölüm orucuna başlayacaklar sonra da gün gelecek hepsi dışarıda bir arada sürdüreceklerdi direnişlerini. İçerdeyken ancak büyük ve abartılı espiriye konu olurdu böyle bir ortam. Ama şimdi gerçeğin ta kendisiydi. Konuşmalar ara ara Bayrampaşa Hapishanesi'ne dönüyordu. Daha doğrusu döndürülüyordu. Oda Özkan'ın konuşmalarıyla oluyordu. Özkan içlerindeki tek Bayrampaşa'lıydı. Ulaş yine Ümraniye'den bir anısını anlatıyordu. Aralarında ki en küçük direnişçi oydu. Daha ondokuzundaydı. Zorla müdahaleden sonra bilincini kaybetmişti. Aradan geçen zamanla beraber arkadaşlarının yardımıyla hafızasını yeniden kazanmıştı. Sözü Hüseyin aldı. Anlattıklarını sanki o an yaşıyormuş gibi heyecanla anlatıyor ve de anlattıkça da anıları beyninde yeniden canlanıyordu. Eskiden bu kadar çok konuşmazmış Hüseyin. Kendi deyişiyle sessiz, sakin, az konuşan biriymiş. Ne olduysa zorla müdahaleden sonra olmuştu. Bilinci tekrar yerine geldiğinden beri sürekli olarak yaşadıklarını düşünüyor ve anlatıyordu durmadan. Hiçbir ayrıntıyı atlamak istemiyordu. Anlattıkça anlatıyor, anlatıyordu. Dursun Ali de katılıyordu söze. Dursun Ali “pir”leriydi. Uzun, gür ve sık sakalları olduğu için ona "Pir" di-
Dursun Ali-Halil tav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
31
Bahri yorlardı. “Pirim” diye sesleniyorlardı. Hüseyin yavaşça ayağa kalkarak gitmeleri gerektiğini ve Gamzeleri ziyaret edeceklerini söyledi. Ferhat'la beraber evden ayrılan Hüseyin doğruca yola koyuldu. Kızlar Ferhat ve Hüseyin'in kendilerine ziyarete geleceklerinden haberdarlardı. Çaylar çoktan demlenmiş bahçeye masa ve sandalyeler kurulmuştu. Merdivenlerde Hüseyin'le Ferhat belirdi. İkisi de birbirine destek olarak yavaşça iniyorlardı basamaklardan. Gamze ve Nurgül onları ayakta karşıladı. Gülay, Madımak, Zeynep ve Arzu ise oturuyorlardı. İşin sevindirici yanı Bahri, Halil ve Serkan'da oradaydı. Daha otururlarken çaylar doldurulmuş ve servis başlamıştı. Yine koyu bir sohbet başladı aralarında. Gülay konuşurken kelimeler ağzında uzadıkça uzuyordu. Ama hiç kimse sıkılmıyordu o konuşurken. Kendisi bile dalga geçiyordu bu durumuyla. "Ya ben anlatıcam ama aradan yarım saat geçecek. En iyisi mi sen anlat. Ooooldu mu?" diyordu esprisine. Yanında birisi olmadan yürüyemiyordu. Zorla müdahalenin etkileriydi bunlar. Kolay kolay atılamıyordu. Hatta bazen hiç atılamıyordu. Zeynep ise kömür karası gözlerini iyice kısarak etrafındakileri süzüyordu. Çünkü gözleri ışığa karşı artık iyice hassaslaşmıştı. Seçmekte zorlanıyordu. Elinde sigarası vardı. Derin bir nefes çektikten sonra o da katıldı söze, kendinden emin, tok sesiyle. Kısa ve öz konuşuyordu. Madımak'ın neşesi oldukça yerindeydi. Arkadaşları ne zaman gelse çok mutlu oluyordu. İlk zamanlar sohbet-
lerde daha çok dinlemeyi tercih ediyordu. Şimdi ise sohbetlere sürekli katılıyor, daha da açıyordu sohbetleri. Yürümesi de oldukça düzelmişti. Gamze ve Nurgül yaptıkları kolye ve bilezikleri gösteriyorlardı. Bunları kendilerine ziyarete gelenlere dağıtacaklardı. Artık kime kısmet bilinmezdi. Gerçekten çok emek harcamışlardı onları yaparlarken. Bahri'de yaptığı kitap ayraçlarından getirmişti yanında. Hepsini teker teker özenerek çeşitli desenler çizmiş ve boyamıştı. Bahri açık tenliydi . Her fotoğrafta mutlaka kendini belli ederdi Bahri. Halil elini başına dayamış anlatılanları bir yandan dinliyor, bir yandan da katılıyordu sohbete. Artık yavaş yavaş yürümeye başlamıştı Halil. İlk zamanlar ayakları üzerinde durmaya çalıştığı zamanlarda acı çekiyordu. Yaptığı düzenli egzersizlerin sonucunda tekrar yürümeye başlamıştı. Hava yavaş yavaş kararıyordu. Oldukça da serinlemişti. Sohbetin sıcaklığı içersinde farkedilmeden hava kararmış ve de serinlemişti. Diğer evden Sevgi hızlı hızlı merdivenlerden iniyordu. Biraz heyecanlı görünüyordu. Derin bir nefes aldı. Belli ki önemli birşey söyleyecekti. Herkesi birarada gördüğüne sevindi. Hülya Abla'nın durumu kötüleşmiş, ağırlaşmıştı çünkü. ✤✤✤
Güneşin ilk ışıkları yavaş yavaş süzülmeye başlamıştı pencereden. Odada bir bahar kokusu esiyordu. Her bir kö-
Hülya
şesini kaplamıştı odanın. Serin ve taze. Bahar denince akla Hülya geliyordu. Her yer karanfillerle donatılmıştı. Hepsi suskun ama bir o kadar da güzellerdi. Hülya aralarından ayrıldığından beri suskunlaşmışlar, iyice kırmızıya çalmışlardı renklerini. Hülya'nın işlemeli bastonu ise boynunu iyice bükmüş, bir köşeye sinmişti. Hülya ne de severdi kendisini. Ona yürürken destek olmak ona boynunun büküklüğünü unutturuyor, kendisini bir başka hissediyordu. Artık ne o Hülya'ya destek olacaktı, ne de Hülya ona. Tahta işlemeli çerçeveye hapsedilmiş siyahbeyaz bir fotoğraf karesinden kendisine doğru bakıyordu Hülya. Ardından bıraktığı güzellikleri düşündü Hülya'nın. Saf, temiz, onurlu bir yaşam. Saf ve yalın başlamış öyle de sona erdirmişti hayatını. Ardından bıraktıkları bugünlerden, yarınlara, sonsuza dek yaşayacaktı. Rahat uyuyacaktı Hülya Ablası. Hem de çok rahat... ✤✤✤
Hava bugün de kapalı ve oldukça da ağır. Gökyüzü, boğaz, her yer kurşuni bir griye bürünmüs. Bu yıl kış erken bastıracak herhalde. Gülay'ın bulunduğu eve varıyorum. Artık balkonda oturan kimse kalmamış. İçeri girdiğimde Gülay, Arzu ve de refakatçilar hepsi birarada oturuyorlardı. Gülay'ı otururken görebildiğime oldukça sevindim. Çünkü son birkaç gündür kötüleşmiş ve sıvı bile alamaz duruma gelmişti. Şimdi ise yine gülüyor, birşeyler anlatıyordu etrafında bulunanlara. Yanıbaşına oturdum Gülay'ın. "Ooo, kardeşim! Nerelerdesiniz? Bir çift lafin belini kıramadık seninle kaç gündür" diye konuştu Gülay yavaşça ve tane tane. Başını dik tutmakta oldukça zorlanıyordu. Boynu artık başını dik tutamayacak kadar incelmişti çünkü. Başının arkasında bulunan yumuşak bir yastık destek oluyordu boynuna. Direnişin güzelliğintav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
32
den bahsediyordu Gülay. "Biz bu direnişi daha başlarken kazandık zaferimizi daha en başta ilan ettik. Yalnızca resmileşmesi, altına bir imza atmaları kaldı." diye söylüyordu Gülay. Sohbetimiz oldukça koyulaşmıştı. Bir daha ki gelişimde "Efem" türküsünü ezberleyeceğime söz verdim Gülay'a. Çok seviyordu bu türküyü Gülay. "Eğilmez başın gibi gökler bulutlu Efem..." Efeleri, Ege'yi, Ege kültürünü çok seviyordu. Hapishanedeyken efeler üzerine arkadaşlarıyla beraber araştırma yapmıştı. Ümüş ise yan odada uyuyordu. Artık konuşamıyordu. Refakatçisi bir ihtiyacı olup olmadığını sorduğunda ise yalnızca gözlerini açıp kapayabiliyordu. Vakit oldukça ilerlemişti. Geri dönmem gerektiğini söyleyerek evden ayrıldım. Hava çoktan kararmış, sokaklarda kimsecikler kalmamıştı. Aradan bir iki gün geçti. Gülay'ın durumunun oldukça ağırlaştığı haberini aldık. Çoğu kimseyi tanıyamıyormuş artık. Sıvı da alamıyormuş. Islak pamuklarla dudaklarını ıslatıyorlarmış. Kuruyup, çatlamasın diye. Armutlu'ya doğru yolu çıktım. Dilimde "Efem" türküsü. Yanımda Sezen Aksu'nun "Kalbim Ege'de Kaldı" adlı parçasının yer aldığı albümü de götürüyorum. O parçayı da çok seviyor Gülay. Bu gün günlerden Cuma. Hülya Abla geçen Cuma şehit düşmüştü. Otobüste Gülay'ı yıllardır tanıyan iki arkadaşla karşılaştım. Yanlarında Erol Yalçın'ın bir kaç fotoğrafı vardı. Erol Gülay'ın eşiydi ve evlenmelerinden iki ay sonra katledilmişti. Bu fotoğrafları Gülay daha önce görmemişti. Eve vardığımızda Ferhat'la, Hüseyin de oradaydı. Onlarda Gülay'ın kötüleştiğini duyunca oraya gelmişlerdi. Gülay'ın bilincinin öğleden sonra tamamen kapandığını öğrendik. Kimseyi görmüyor ve de duymuyormuş artık. Fotoğrafları refakatçısına verdik. Göremese de yine baş ucunda durmalıydı fotoğraflar. Ümüş'ün sessizliği hala devam ediyordu. Fırtına öncesi sessizliği andırır gibiydi Ümüş'ün hali. Çok nadir de olsa ara ara gözlerini açıyor boşluğa dikiyordu bakışlarını. O da sıvı alamıyordu artık. Aklım Gülay'da kalmıştı. Onu görmeyi çok istiyordum. Refakatçisi Firuze'yle beraber Gülay'ın odasına girdik.
Başucunda Erol'un ve İdil'in fotoğrafları duruyordu. Gülay iyice kurumuş, solmuştu. Yanına iyice sokuldum. Sanki nefes almıyor gibiydi. Firuze'ye "Gülay şehit düşmüş olabilir!" diye seslendim. Firuze hemen nabzını kontrol etti."Çok yavaş atıyor" dedi. Aradan birkaç saniye geçti ve nabzı artık atmıyordu. Gülay da şehit düşmüştü! Gülay Kavak. Adına yaraşır bir şekilde kök saldı Anadolu topraklarına. Sessizce ama kavrayarak, derinden, hiçbir zaman sökülüp atılamamacasına kök saldı. Tıpkı İdiller, Gülsümanlar, Şenaylar, Cananlar-Zehralar, Sevgiler, Hülyalar gibi. ✤✤✤
Bu gün yine Cuma. Tavır'ın yeni sayısını hazırlamakla meşgulüz. Armutlu ve direniş üzerine yazdığımız yazıya yeni bölümler ekliyoruz. Akşama yeni bir haber alıyoruz Armutlu'dan. Ümüş sessizliğini bozmuştu artık. Sabah Armutlu'ya doğru yola çıktık. Öğleye Ümüş'ün cenazesi var. Armutlu'da aylardır süren bir polis ablukası var. Bugün de cenaze nedeniyle abluka daha da arttırılmış. Gamzelerin bulunduğu evdeyiz. Evdeki bütün direnişçiler Bahri hariç salonda biraraya toplanmışlar, sohbet ediyorlardı. Bahri yatıyordu çünkü. Durumu oldukça ağırdı son günlerde. Zeynep'i de otururken görünce oldukça sevindik. Çok nadir çıkabiliyordu salona Zeynep. Gamze, Madımak, Nurgül, Zeynep, Arzu, Ümüş'ten bahsediyorlardı. Sözü Zeynep aldı. "Ümüş ölüm orucuna başlamadan önce son yemeğinde kurufasulye yemek istemiş. Biz de Ümüş komün sorumlusu olduğu için bu isteğinin ko-
laylıkla yerine getirebileceğini düşünmüştük. Fakat yemekleri hazırlayan arkadaşlar bunu unutmuşlar ve güzel ama daha farklı yemekler yapmışlardı. Ümüş bir şey diyemedi. Fakat aylar sonra bizi zorla müdahale için hastaneye götürdüklerinde Ümüş bana o kurufasulye olayını hala unutamadığıZeynep nı söyledi. Bayrampaşa'da da Gülseren(Yazgülü) son yemeğinde kurufasulye istemiş. Fakat o da yiyememiş." Zeynep ölüm orucu'nun 330'lu günlerindeydi ve ne güzel ki hala herşeyi hatırlıyordu. Dışardan slogan sesleri geliyordu. Ümüş'ün cenazesi gezdiriliyordu Armutlu sokaklarında. Cenaze evin önüne geldiğinde bütün direnişçiler balkona çıkmıştı. Kimi ayakta, kimi oturuyor, kimi de kucaktaydı. Bahri bile yataktan kalkıp çıkmıştı balkona. Herkes zafer işareti yapıyor ve de slogan atıyordu direnişçilerin önünden geçerlerken. Direnişçiler de el sallıyorlardı. Ümüş'e son bir kez olsun el sallayıp, onu uğurluyorlardı. Yavaş yavaş odalara geri dönülüyordu. Bahri yürümeye çalışırken kendini kaybetti. Onu kucaklayıp yavaşça yatağına yatırdık. Balkona çıkıp bir el sallamak bile onu yoruyordu artık. ✤✤✤
Madımak televizyon kanallarını değiştiriyordu. Yeni bir haber var mıydı acaba? Nurgül ise kitabını bitirmeye çalışıyordu. Gamze de az önce gelmişti salona. Bahri ve Zeynep yatıyorlardı. Fikret Abi çayı yeni demlemişti. Güzel olurdu Fikret Abi'nin çayları. Akşamüstüleri bu saatlerde sohbetler hep güzel ve de sıcak olurdu. Hele bir de Fikret Abi'nin çayı oldu mu! Gülay Herşey tamamdı tav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
33
artık. Direnişçilerin tansiyonları ölçülüyordu sırayla. Genel olarak normal çıkıyordu tansiyonları. Hepsi her geçen gün daha da kilo veriyordu. Gamze kilo verdiğini öğrendikçe seviniyordu. "Biz savaşçıyız, Ölüm Orucu Savaşçısı. Görevimiz bu." diyordu. Direniş evlerinde ölüm çoktan yenilmişti. Evlerde ölüm kelimesi çok konuşulmazdı ama tüm direnişçiler için gayet normal bir şeydi "ölüm" ve de "ölmek". Yan odadan Bahri'nin sesi geliyordu. İnliyordu Bahri. Belli ki acı çekiyordu. Gözlerini açamıyordu. Sabah cebine bir miktar para koymuşlardı. Cebinde para bulunsun istemişti. Gözleri kapalıyken elleri cebinde, ara ara parasını yokluyordu. Refakatçisi "Bahri paraya amma da düşkünsün" diye takıldığında ise o haliyle bile "O benim değil, bizim paramız!" diyordu. Acı çekerken bile hiçbir şekilde kimliğini, aldığı kültürü unutmuyordu Bahri. İnleyişleri giderek daha da artıyordu. Dışarıda İzmir'de başladığı ölüm orucunu bir süre sonra İstanbul'a taşımıştı. İzmir Yaren Sanat Merkezi'nde çalışırken düzenlenen etkinliklerde, tiyatro gösterilerinde rol alır bazen de şiir okurdu Bahri. Direnişe başlayalı 137 gün olmuştu. Artık inlemeleri iyiden iyiye kesildi Bahri'nin. Gece saat üç sıralarında son nefesini verdi. Oldukça açık tenliydi Bahri. Şimdi ise ay parçası gibi parlıyordu yattığı yerden. Gecenin karanlığında sokakları ilk dördüne girmeye hazırlanan bir ay aydınlatmaya çalışıyordu. Bahri ise çoktan dolunay olmuş yüreğimizin sokaklarını aydınlatıyordu şimdi. ❏
deneme deneme hülya saygın
çünkü... BAR‹KATLARIN ARDINDA UMUDUMUZ VAR! i re m e y e c e k l e r. . . . O n l a r a ellerini sürem e y e c e k l e r. Bu barikatları yıksalar bile bizim ölümüzü çiğnemeden bu kapıdan içeri giremeyecekler. Ne kadar taş varsa topladık.. Bu toprak bizim çünkü. Bu yoksul mahalle bizim. Açlık, yoksulluk, ve acılar bize ait. O kadar çok gaz bombası attılar ki artık nefes alamıyorum. Kusmak istiyorum ama bir türlü kusamıyorum. Nadire Ana'nın başından kan sızıyordu. Kolu kırılmış. Onu bir eve götürdük. Tam seni ambulansa koyarken saldırdılar. Tam seni uğurlarken... Güle güle Ümüş... Gözün arkada kalmasın. Bak sokmadık topraklarımıza onları. Bilirsin ki onlar ancak öldürmeye gelirler. Bu sefer de öyle geldiler. Öldürmeye, panzerlerle ezmeye
G
geldiler. Ellerimizi başımızın üzerine koyup yere yatmamızı beklediler. Ama bilirsin ki bizim kitabımızda yazmaz bu. Geleceğiz diyorlardı günlerdir. Her şeyi göze aldıklarını söylüyorlardı. Geldiler işte bugün.. Tam senin aramızdan ayrıldığın gün... Birisi panzerin altında kalmış. Ya da duvarla panzerin arasına sıkışmış. Bunu tam olarak öğrenemedik. Durumu nasıl bilmiyorum. Biliyorsun ya Ümüş, onlar bu mahallede panzerlerle ezerler insanları. Ama bu topraklar bizim. Bilirsin Ümüş. Bu toprakların her karışına biz ter döktük. Biz ördük bu konduları. Biz kardık harcını. Onların yerleri ise işte şu tepeden aşağısıdır. Bizim kondularla sırt sırta vermiş zengin semtleridir. Lailalardır onların mekanları. Acı nedir bilmez onlar. Açlık nedir bilmez. Bunları bilmediklerinden olsa gerek paylaşmak nedir bunu da biltav›r / direnme hakk› / ekim 2001 / say›: 3
34
mezler.. Emek nedir hiç bilmezler.. Bizim ise bir lokma ekmeğimiz bile olsa bölüşürüz. Davetsiz çalarız kapımızı. Buyur ederiz soframıza kapımızdan geçeni. Düşene el uzatırız. Panzerin birine molotof denk geldi. Nasıl cayır cayır yanıyordu bir bilsen. Bir tanesi ise Şenay Abla'nın evinin arkasındaki yolda sıkıştı kaldı. Nereye gideceğini şaşırdı. Bu panzerler olmasa neyin arkasına saklanacaklar bilmiyorum. Panzerlerin arkasına saklana saklana geliyorlar. Bizim ise panzerimiz yok .Öyle bedenimizle karşılarındayız. Barikatları kaç defa yıktılar yine kurduk. Sende biliyorsun ki bu topraklara girmek kolay değildir. Size el uzatmak öyle kolay değildir. Hele de uğruna öldüğünüz halkın bağrında... Gaz bombasını ilk defa görüyorum. Yere düşünce durmadan dönüyor. Sis kaplıyor etrafı. Sis bombası mı bu gaz bom-
bası mı onu da bilmiyorum. Bir tanesi tam benim ayağımın yanına düştü. Nasıl oldu anlamadım, bomba düşer düşmez önce genzim yanmaya başladı. Sonra midem bulanmaya başladı. Gözlerimden ve burnumdan yaşlar akmaya başladı. Sonra olduğum yere yığılıp kaldım. Sinir gazı da sıkmışlar.. Öyle diyorlar. Sen Ankara'ya gidiyorsun Ümüş... Güle güle yolun açık olsun. Bak tam da sana yakışır bir cenaze töreni yaptık. Seni onlara vermedik Ümüş... Ben böyle yığılıp kaldığım yerdeyken böyle hep seni düşünürken yanıma iki kişi daha düştü. Belki de tanıdığım kişilerdi ama kim olduklarını çıkaramadım. Kafamı kaldıramıyordum ki... Gözlerim kararmaya başladığında bir kapının önüne düştüğümü farkettim. Tahta bir kapı. Ayağımla kapıyı tekmeledim . Gözlerim iyice kararmaya başladı. Sonra beni içeri aldılar. Yanımdakileri de aldılar herhalde. Hatırlamıyorum. Kaç saat sürdü çatışma bilmiyorum. Bazı arkadaşlara bile taş gelmiş bizden. Olur artık o kadar dedik ne yapalım. Barikatların ardında halaylar çektik. Onlara cesaretleri varsa gelmelerini söyledik. Barikatımızın birini yıktı panzer. Ama bir görecektin kafasına molotofu yiyince görmez oldu geri çekildi. Sonra yine geldi. Barikatımızı yıktı ama yine kurduk. Yine yıktı yine kurduk. Bir tanesini de biz ateşe verdik. Korkuyorladı Ümüş görmeliydin korkuyorlardı.
Sen ise Ankara'ya gidiyorsun şimdi. Ama gitmeden önce seni son bir kez gezdirdik Armutlu sokaklarında. Ufacık kalmış bedeninle sanki derin bir uykuya dalmış gibiydin. Öyle huzurlu uyuyordun. Bu gaz bombası dedikleri açık havada bile bu kadar çok etki yapar mı? Hapishanelere de bunlardan atıyorlar değil mi hep? Çok bomba attılar çok... Barikatın arkasındayken bile ne yaptık biliyor musun? Çok bilinen bir köşe yazarımıza Telefon ettik . Cep telefonuna eşi çıktı. Biz Armutlu'dan arıyoruz dedik. Barikatlar kurduk. Çünkü diri diri yakmaya geliyorlar dedik. Ne dedi biliyor musun? Şu anda araba kullanıyor, sizinle görüşemez. Biz ise barikatların ardındaydık Ümüş. Kafamızın üzerinden geçiyordu mermiler. Bize ateş ediyorlardı, biz barikatın arkasındayken bile konuşuyorduk telefonla ama o telefonu eline bile almıyordu... Amerikaya çok üzüldüler Ümüş. Amerika o çok gelişmiş ülke!.. Hani dünyanın efendisi!
tav›r / direnme hakk› / ekim 2001 / say›: 3
35
O ballandıra ballandıra anlattıkları küreselleşme.... Cayır cayır yanıyordu bir görseydin Ümüş... bir görseydin. Tıpkı bizim panzer gibi yanıyordu. O bizi diri diri yaktıkları ateş şimdi onları yakıyordu. Bütün köşe yazarları yazdı, açıklamalar yaptılar. Hepsi teröre karşıydılar, Amerika’ya yapılan saldırıyı nefretle kınadılar. Burada bize ateş açtılar Ümüş. Bizi copladılar. Yerlerde sürüklediler. Yaşlı analarımıza kaldırdılar ellerini. Analarımızı sürüklediler yerlerde. Ama bunların hiçbiri New York gökdelenleri kadar ilgilendirmedi onları... Biz burada açlığımızla büyürken onlarında gözbebeklerinde korku büyüyordu Ümüş. Biz gördük bu korkuyu. Gözlerimizle gördük korkuyorlardı. Direnişçilerimizin saçının teline gelecek zararın bedelini ödeyeceklerdi. Sokmadık onları mahallemize. Çünkü... barikatın ardında umudumuz vardı... Barikatın ardı Vatandı Ümüş, vatanımızdı... ❏
röportaj röportaj tavır
VEDAT ÖZDEM‹R: K›sa filmi bir araç olarak görebiliriz... Kısaca filmden bahseder misiniz? İsim benzerliğinden dolayı gözaltına alınan apolitik bir adam, uzun bir süre gözaltında kalır. Yapılan sorgularda adamın gerçek durumu, alakasız biri olduğu anlaşılsa bile günlerce bir hücrede bekletilir. Adam serbest bırakıldığında akli dengesini yitirmiştir. Film iki bölümden oluşmakta. Adamın sorgu süreci birinci bölümü oluşturmakta. İkinci bölümde hücrede geçirdiği günleri anlatmaya çalıştık. Neden böyle bir konu? Söylediğim gibi filmin ikinci bölümünde adamın hücrede geçirdiği günleri anlatmaya canlandırmaya çalıştık. Bizler senaryo aşamasında iken aynı zamanda hapishanelerde devrimci tutsaklar hücre tipi hapishanelere karşı direniş içerisindeydiler. Yola çıkışımız bundandır. Ülkedeki bu gündem ile film arasında, hücre özgülünde paralellik kurmaya çalıştık. Bu arada şunu hemen belirteyim. Bizim filmimizdeki kahramanımız hücreden akli dengesini yitirmiş bir halde çıkıyor. Bu bizim kurgumuz, bizim kahramanımıza yüklediğimiz kişilik halinin sonucudur. Çekim aşamasından bahseder
misiniz? Bu filme başlarken yedi kişilik bir ekip oluşturduk. Ekip içersine benim ve kameramanın (Veli Şimşek) dışındaki arkadaşlar daha film seti bile görmemiş arkadaşlardı. Bu durum film çekim aşamasını bir anlamda hepimizi için eğitim çalışmasına dönüştürdü diyebilirim. Oyuncularımızı çevremizdeki arkadaşlarımız arasından belirledik ve hepside ilk defa kameranın karşısına çıkıyorlardı. Buna bilinçli olarak karar verdik. Bizler çekim aşamasında yönetmeninden oyuncusuna hepimiz bir görev dağılımı yapmaksızın her işi birlikte yaptık. Çekimlerimiz beş günde tamamlandı. Kurgu aşaması bizim için daha zahmetli geçti. Çekimlerde bütçesiz çalıştığımız halde kurguda belirli bir bütçe yaratmamız gerekiyordu. Filmin özellikle bu aşamasında İdil Yapım'ın katkılarını söylemeden geçemem. Filmin kurgusunu yapan Hakan Alak bu süreçte sürekli destekçimiz oldu. Festival başvuruları oldu mu? Antalya Film festivaline gönderdik. Filtav›r / röportaj / ekim 2001 / say›: 3
36
mimiz ön eleme sonucu festival kapsamına alındı. Burada yarışacak. Gösterimi olacak mı? Ülkemizde kısa filmler genelde festivallerde ve Kültür Merkezlerinde sinemayla ilgilenen küçük bir kesim tarafından izlenmekte. Bizler bu konuda da farklı bir çalışma içine girmeyi düşünüyoruz. Filmimimiz mahallelerde okullarda ya da evlerde gösterimler yaparak izletmeyi düşünüyoruz. Neden kısa film? Bana göre film çekmek dünyanın en zor işlerinden biridir. Yönetmenin kültürel birikimi bir yana tecrübe belirleyicidir. Bu anlamda kısa filmi bir araç olarak görebiliriz. Yönetmenin ya da diğer yaratıcı ekip için kendini yetkinleştirme, denemeler yapma imkanı sağlar. Bağımsız çalışma, ticari kaygılardan uzak üretme bizim amacımız.❏
makale makale tahsin ilkaya
B‹R ÖMÜR...
mür kelimesi genelde çok uzun yaşanan bir hayatı çağrıştırır. İnsanlar birbirlerine olumlu bir dilekte bulunacakları zaman bunun “ bir ömür boyu" sürmesini dilerler. Bu aynı zamanda bu dileğin yerine gelmesiyle bir ömür boyu mutlu olsun demektir. Bir insan mutluluk duyduğu bir şeyi bir ömür boyunca sürdürmesi olumlu bir şeydir, iyi, güzel bir temennidir. Peki insanlar nasıl sürerler bir ömrü? Sıradan silik bir hayatta yaşayabilirler, hareketli, hızlı bir hayatta ... Kiminin adı bile hatırlanmaz kimisi ise tarihe malolur. Bu elbetteki seçtikleri yaşam biçimiyle, yaşadığı süre boyunca yaşattıkları ve yaptıklarıyla ilgilidir. Yaşam tercihini devrimcilikten yana yapan insanların yaşamı hızlı hareketli, heyecanlı, -bu hayatı yaşamayan kimsenin belkide hiç bir zaman anlayamayacağı kadar- anlamlı bir hayattır. Devrimcilik eskiyeni, çürüyeni değiştirme iddiasıdır. Devrimci mücadele eski olanı yıkıp, yerine yeni güzel yaşanası bir hayat yaratmak için değişik biçimlerde verilen mücadelenin adıdır . Kimilerinin hayatında bu mücadele gelip geçici bir yere
Ö
sahiptir. Bir süre sonra bu mücadeleden yorulup vezgeçer, köşesine çekilir. Hatta devrimcilik, düzene başkaldırı, dünyayı değiştirme iddiası gelip geçici bir gençlik hevesi olarak görülür çoğu zaman. Kısmen doğru yanlarıda vardır elbette bunun. Gençlik arılık, saflık duruluk demektir. Gençlik heyecan demektir. İnsan genç yaşlarda çevresinde gelişen olaylara karşı daha duyarlıdır. Henüz kaybetmediği, bıkmadığı, usanmadığı yılmadığı düşünceleri gerçekleştirme iddiasını taşıdığı idealleri tav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
37
vardır. Devrimciliği sadece bir heyecan olarak görenler bu heyecanları azaldığında yorgunluk hissine de kapılarak elbette yollarından dönerler . Hatta eski fikirlerini ve ideallerini tamamen reddedip bir zamanlar karşı oldukları ve hatta mücadele verdikleri düzene övgüler bile düzer hale gelirler. Geçmiş yaşamlarının bir gençlik heyecanı olduğunu itiraf ediverirler. Bütün bunların nedeni bir zamanlar inandıkları ideolojilerine ihanet etmek, ve bunu hiç bir zaman kendine bile itiraf edeme-
mektir. İdeolojiyi reddetmek mücadeleden kaçışın en basit yoludur. Genelde günümüzde yaşları kırkı geçmiş ya da bu civarda olanların ve devrimci mücadelenin şu veya bu nedenle dışına düşmüş kişilerin hakim ruh halidir bu. Onlarla aynı kuşağın içinde yer alıp bugün bu mücadelesini bir ömür sürdüren insanların varlığı elbette onlar tarafından devrimciliğin nasıl kavrandığını sorgulatıyor, düşündürüyor. Eskiyen modası geçen bir şeyler mi vardır, yoksa ideallerini ve değerlerini hiç yitirmeden ömrünün son anına dek değerlerini koruyan devrimciler mi doğrudur? Elbette ikincisi doğrudur. Çünkü sınıflar gerçeği değişmemiş sömürü düzeni sürmekte bağımsız bir ülke özlemi her geçen gün büyümekteyken, devrimcilik modası geçen bir kavram olamaz. Bunu iddia edenlerin sorunlar karşısında bir alternatif üretememesi, halk ve ülke gerçeğine yabancılaşması sonucu gün gibi ortadadır. O halde devrimcilik, devrim yapılana kadar ve bir devrimcinin ömrü yettiği yere kadar sürdürülmesi gereken bir görevdir. Bu her vatanseverin halkına ve ülkesine karşı duyduğu bir sorumluluk olmalıdır. Bu uzun bir yoldur. Güçlü bir vatanseverlik ve halk sevgisi bir ömür sürecek olan bu uzun yolun yapı taşlarıdır. Bunlar yitirildiğinde bu yoldan dönmekte kaçınılmazdır. Bu yoldan dönmeyip yani devrimciliği bir ömür boyu sürdürüp hatta devrimci bir finalle noktalayan, devrimciliği salt bir heves olarak görenlerin yüzüne yaşamlarıyla ve ölümleriyle bir tokat gibi çarpan devrimcilerde var. Bunlardan ikisini çok yakın bir süreçte çok yakından tanıma şansına sahip olduk. Halen sürmekte olan ölüm orucunun 300' lü günlerinde hayata veda ederken son nefeslerine kadar devrimci olan iki insandan bahsediyoruz. Bütün ömürleri devrimcilikle geçmiş, her ikisi de 40'lı yaşlarını aşmıştı. Bütün ömürlerini devrime adamış iki insan, Sevgi Erdoğan ve Osman Osmanağaoğlu'ydu tanıdığımız devrimciler. Genç yaşta başlayıp uzun bir koşuya, son nefesini verene dek sürdürdüler. Yollar öylesine uzun ve zorluydu ki sonunu baştan görmenin imkanı
yoktu. Geçen zaman içinde devrimci ahlak ve kültürden kendisini soyutlayıp, yozluğa düşen yüzlerin içinde onlar bu değerleri birer meşale gibi hep ellerinde taşıdılar. Görevleri en büyüğünden en küçüğüne onları hep üste taşıyacak birer adım oldu onlar için. Mücadeleyi öylesine doğal yaşıyorlardi ki onları mücadelede, mücadeleyi onlarda yaşıyordunuz adeta. İstanbul'un dört bir köşesinden gelen insanlar onların ellerini sıkarken tarifsiz bir heyecan ve mutluluk duydular. Konuşurken koca bir tarihi gezindiler birlikte. Osman Osmanağaoğlu ve Sevgi Erdoğan yaşayan bir tarihti. Söylediğini yapan, yaptığını savunan bir gelenekten geliyorlardı. Ağızlarından dökülen kelimeleri can kulağıyla dinliyordu insanlar. Çünkü her söylenende bir yaşanmışlık, bir tanıklık, bir bilgelik vardı. Ziyaretlerine giden insanlar onlardan çok şey öğrendi. Adları ve anıları bir daha hiç çıkmamacasına kazındı belleklere. Ölümleri de yaşamlarına benzedi. Öyle ya böyle yaşanan bir ömre yakışır bir ölüm olmalıydı. Sevgi Erdoğan bir sohbet sırasında hastanede ve hapishanede yaşadığı zorla müdahale işkencesi ile ilgili acılardan, ya da ölüm orucu eyleminin doğal belirtileri olan fiziki acılardan bahsedildiğinde “Elbette acı çekeceğiz. Bu acıları çekmek zorundayız ki şehitliği hakedelim. Şehitliği haketmek o kadar kolay değil. Biz hakedelim artık değil mi?” diyortav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
38
du. Şehit düşeceklerdi ama bu şehitlik sessiz sedasız ve sıradan olamazdı. Onlar kendilerine yakışanı biliyorlardı ve en ufak tereddüt yaşamadılar. Onların ki tereddütsüz girdikleri savaşta zafere olan inançtı. Zayıf bedenleriyle insanlara umut aşılıyorlardı. Herkesten daha dinç, ve yaşama bağlıydılar. Çünkü kendileri için bitmek üzere olan hayat onları yakından ilgilendiriyordu. Hayat yaşanası olsun diye ölümü tercih etmişlerdi. Mücadele nedenleri buydu.. Ölüm oruçunda onları o kadar direngen moralli kılan İnanç ve kararlılığın gücüydü . Sevgi’nin o hiç bitmek bilmeyen gülüşü ve gözbebeklerindeki pırıltıydı. Ama bunu anlamak zor geldi kimilerine. Nasıl olabilirdi ki? Bir insanı böyle yaşama bağlayan, ne olabilirdi? Anlayamıyordu bazıları ölümün niye gerektiğini! Sevgi Erdoğan ve Osman Osmanağaoğlu yaşamını bir ömür boyu devrimci olarak sürdürenlerdi. Tutsak düştüler, devrimci kaldılar. Tutsaklıklarında da devrimciliklerini sürdürdüler. Devrimcilikleri, kendilerinden en ağır bedel istediğinde ise çekinmeden bu bedeli ödediler. Bu bedel "noktalanacak bir ömür"dü... Ölüm Orucunun 268'li günlerinde son nefesini verene kadar halkına ve halkının değerlerine bağlı kaldı Sevgi. Halkının değerlerinde feda vardı, sözünün eri olmak vardı, özveri vardı, vatana bağlılık ve
Yıldızlara çengel atarak, birlikte güneşe gülerek türküler söyleyeceğiz. Çünkü dorukları fethedecek cesaretimiz, ölümü sırtüstü yere serecek bu yumruk bizde oldukça...
mücadeleye başladığı yoldaşlarının ölümünün 10. yılında son nefesini verdi.
***** Bunca zulmün, işkencenin, yoksulluğun, Karadeniz’in hırçın işsizliğin, horgörülmenin, onursuzluğun, ve durdurak adaletsizliğin, namussuzluğun, çürümüşlüğün, bilmeyen sulaçirkefliğin, sunulduğu sofraya oturmak rı gibiydi Osinsan olana yakışmaz dedik man Osmanoğlu... OSMAN OSMANAĞAOĞLU Ülkesinde yaşayan yokvefa vardı. 268 gün bu değerlerle beslendi sul halkı ve zulmü görmüş ve bundan sonve ölüme meydan okudu. Bu değerlerle raki hayatını bu yola adamayı aklına koyyaşadı, devrimcilik yaptı ve bu değerler muştu bir kere. O’da bu topraklarda devuğruna öldü. Onun hayali özgür bir vatan- rimci olmak gerekliliğini görmüştü ve son dı ve her şeyden önce geliyordu. Biliyor- nefesine kadar mücadelede yerini aldı. du: Halk için mücadele etmek, savaşmak Yani devrimciliği bir görev, bir yaşam bive bedel ödemeyi göze almak kendini hal- çim haline getirdi. Bu yolda sonuna kadar kın bir parçası olarak görmekti. Öyle ya savaşanlardan oldu. Sonuna kadar inandı bunca onurlu ve yüce bir ömür başka nasıl ve gücünü haklılığından aldı. Mapusluk kazanılabilirdi. yaşadı yıllarca. Çıktığında da aynı inançla Bu uzun yolda eşini, ve aynı zamanda devam ediyordu kavgasına. Zulme olan mücadeleye başladığı her şeyi belki de bir- öfkesi bağlılığını gün gün artıyordu. Bu likte öğrendiği yoldaşlarını kaybetti. Eşini hırsla hareket ediyor, hep en önde olmak kaybetmesi onu yılgınlığa, karamsarlık ve istiyordu. Öyle de olmuştu. Devrimciliğiduygusallığa düşürmek yerine mücadeleye nin her anında zekası ve inancının gücüydaha sıkı bağlanmasını sağladı ve en ön le en önde olmayı başaranlardandı. saflarda sürdürdüğü mücadelesinde tutsak Ziyaretine giden insanlar böylesine zedüştü. Tutsaklıkta da özgürdü. Çünkü ki espirili süprizlerle dolu bir insanı tanıböyle bir gelenekten geliyordu. Son olarak maktan çok hoşnut ayrıldılar. İçten ve ca19 Aralığı yaşadı, tahliye oldu ve bunca na yakınlığıyla herkesin sevdiği biri oldu. acıya rağmen dimdik çıktı. Artık tutsak de- Odasına getirilen bir haini görmek bile ğildi ve özgürlüğüne kavuşmuştu. Bunca istemeyip odasından kovarken de öğretiyıldır verdiği mücadeleyi bırakıp, yeni bir yordu. hayata mı başlamalıydı? Hayır, aklından Hapishanelerde Ölüm orucu eylemi bile geçirmedi. Başladığı direnişi dışarıda tartışılmaya başlandığında o ilk gönüllüleda sürdürdü. O da biliyordu ki mücadele rindendi. Ömrünü verdiği mücadelede bu toprakların özünde vardı ve zulüm çarşimdi ise canını vermek sırası gelmişti. kı ancak böyle kırılabilirdi. Bir söz vermişGaz bombaları, yangınlar ve ateş altından ti kendine, 12 Temmuz' dan önce ölmemegeçerek atıldığı hücresinde yine alnındaki liydi. Bir kez daha yaşama meydan okubantına layık olarak sürdürdü ölüm oruyordu. Ölüme giderken bile mücadeleci, cunu. Tahliye oyunuyla özgürlüğüne kadirengen ve kararlıydı. Sevdiklerinden ayvuştuğunda yine sürdürüyordu direnişini. rılıp sevdiklerine doğru gururlu ve başı İnsani değerleri ve devrimciliğiyle ördik yola çıktı. Kendisi Ö.O. 'nun 268'inci gününde 14 Temmuz'da eşinin ve birlikte nek olmaya devam ediyordu. Zafere inatav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
39
narak yoluna tereddütsüzce devam etti ve kendine yakışan bir finalle noktaladı bir ömür boyu sürdürdüğü devrimci yaşamını. ***** İki insan ve devrimci. Onların yaşamları insanlara nasıl devrimci olunduğunu birkez daha sorgulattı. Bırakıp gidenler, eskiden ucundan kıyısından bir şekilde bu işle uğraşanlar bir kez daha oturup düşündü. Bu düşüncelerden kaçanlara düşündürttüler bir kez daha. Bu ülkede hala değerlerine sahip çıkan insanların varolduğunu anlattılar. Hedefe kilitlenmişlerdi. Hedefe giderken arkalarında yola devam edecek olanları bırakıyorlardı. Ama en önde, hep en öndeydiler. Önderdiler, yol gösterici ve öğretici. Dürüst halkına, yoldaşlarına bağlı ve cesaretli iki kahraman. İnsan sevgisi ve saygısı kazanmayı bilen her yönüyle devrimcilik ünvanını üzerlerinde en güzel haliyle taşıyanlardı onlar. Adeta bir kılavuzdular. Doğru yolun hangisi olduğunu ve sarp yamaçların nasıl aşılacağını gösteriyorlardı arkalarındakilere. Onlar ölüme giderken bile küçük büyük demeden her işin üstesinden geliyor, yazıyor, çiziyor, konuşuyor, yaşamın her anında üretiyorlar, yaşama dair ne varsa en güzeli onların elinden ve dilinden çıkıyordu. İpi bu uzun koşuda ilk göğüslemek isteyenlerdendiler. Maratonun bitişine az kala o zayıf bedenlerde capcanlı bir beyin ve içten bir gülümsemeyi unutmak çok zordu. Son yolculukta karanfiller içindeyken, huzur ve mutluluğun ifadesiyle, inandıkları uğurda en büyük bedeli vermenin onuru vardı yüzlerinde. Bir ömürde benden dediler, hem de tamamen devrimciliğe adanmış kocaman bir ömürdü onların verdikleri. Yaşamları ve yaşamlarının son perdesindeki finalleriyle bir insanın isterse bütün ömrünü devrime adayabileceğini gösterdiler. Bir insanın ölüme idealleri uğruna ölüme yatarak direniş ve kararlılığa çağrı oldular. Onlar bu uzun yolda bir ömür devrimciliği başaranlardı...❏
fliir fliir orhan alkaya
yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi müthişti, yeterince cümleydi aklı başını aşmıştı çoktan buruşuk bir hayatı ütüler gibiydi
yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi yollar çok istek genç ve birdi hayatımızın özetiydi, ta baştan gençliğimizi baştan kurar gibiydi
yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi ne çok ölmüştük belli etmezdi eski arkadaş işte, cem’an aşktan durduk yerde Sevgi kimseyi üzmezdi
yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi kimbilir kaç kez öldüm, hepsi birdi gördüm, zaman oluğundan zamana akan kardeşlik, müsavat, adalet diliydi
yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi oldum olası inadın güzelliğiydi tanrım! gözleri baştan aşağı vatan Sevgi ihaneti bilir de bilmezdi
yirmi yıl sonra gördüm sevgi’yi ne bir roman, ne oyun, ne şiirdi gözümü arayıp içine doğrudan bakan yanardağ değil, şu kardeş gözleriydi
yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi ufaktı, keskindi, kıldan inceydi ondokuz kiloydu karşımda yatan arkadaşım, canımın içi Sevgi’ydi
yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi Anne Karennina olamaz, basübadelmevtdi hayatın suyuydu deriden kemiğe sızan ve kemikten üreyen insan hücrelerdi
yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi unutulmuş vezin, hayatımız gibiydi burda hiç bir şey varolmaz yoktan açlık bacımda bir ziyafet siniydi
yirmi yıl sonra gördüm Sevgi’yi inanmayacaksınız, gördüm, sevgiydi hayatın atardamarıydı hayata ağan uzun parmakları kınalı bir ülkeydi Sevgi’yi gördüm, yirmi yıl geçmişti aradan tav›r / fliir / ekim 2001 / say›: 3
40
mektup ‹nsanlar ölüyor bu ülkede biliyor musunuz? Yoksullu¤un s›rt›m›zda bir b›çak ac›s›n› yaflatt›¤› bir ülkede, bu ülkenin bir flehrinde Küçük Armutlu denen bir mahallesinde insanlar gencecik bedenlerini eriterek ölüyorlar her gün. Cenazeleri kutsal bir sayg›yla dolaflt›r›l›yor o gecekondu mahallesinin sokaklar›nda. Görüyor musunuz nas›l ölüyorlar? Siz hiç gördünüz mü onlar› ölürken? Yaflarken gördünüz mü peki? Ziyaretlerine gittiniz mi hiç? Onlar›n gözlerinde ölümün o so¤uk gölgesini göremezsiniz. Her zaman o içten gülümseyiflleriyle selamlarlar sizi. ‹ncecik ve derman› kalmam›fl bedenleriyle do¤rulup koyu bir sohbete dalarlar sizinle. Açl›k ise her geçen saniye o genç bedenlerini yiyip bitirmeye devam eder. Siz bir isyana durursunuz belki. Yüre¤iniz isyan eder. Onlara isyan edersiniz belki. “ölmekten baflka çare yok muydu?” dersiniz, belki de onlar› ölüm orucu yapmaktan baflka bir çare b›rakmayan devletedir isyan›n›z. Ama isyan›n›z yüre¤inizin dehlizlerinden d›flar› ç›kamaz bir türlü. Bütün sorun da buradad›r zaten. Onlar›n bedenini açl›k, sizin yüre¤inizi de isyan kemirip durur. Ama onlar her gün ölürler. Siz ölmeyin deseniz de ölürler. Bir gün ans›z›n kalbi durur birinin. Ortal›¤a bir sessizlik çöker. Gazetelere üç sat›rl›k haber olarak geçer. Analar›n 盤l›klar› ise gö¤e yükselir. Kimin içindir ölüm? Ne içindir? Bu sorulara cevap arar durur ana yüre¤i. Hiç bir ana evlad›n›n gözünün önünde eriyip gitmesine dayanamaz Bu ne bitmez çiledir? Analar döver döflünü, s›z›m s›z›m s›zlar analar›n yüre¤i. Bitmez bir çiledir. Evlad›n› yirmi kiloya düflmüfl görmek her yüre¤in kald›rabilece¤i bir yük de¤ildir. Analar›n elleri ve gözleri sürekli evlad›n›n üzerindedir. O ellerle büyütmüfltür evlad›n›. O gözlerle izlemifltir büyüyüp boy atmas›n›. fiimdi her gün eriyen kaslar›na masaj yapar evlad›n›n, anad›r, ve inanc› önünde sayg›yla bafl›n› e¤erek hakk›n› helal edip evlad›na, usulca gelecek olan ölümü beklemektedir. ‹nsanlar ölüyor bu ülkede. Siz gördünüz mü o insanlar›? Görmediyseniz çok fley kaybettiniz demektir. Mesela Osman Osmana¤ao¤lu’nu tan›d›n›z m› hiç. Bir deri bir kemik kalm›fl bedeniyle hafifçe do¤rulup size yapt›¤› bir espriden sonra göz k›rpmas›n› gördünüz mü hiç? Elini uzat›p hiç tokalaflt› m› sizinle “Merhaba” dedi mi hiç size? “Merhaba ben Ölüm orucu 1. Ekip Savaflç›s› Osman Osmana¤ao¤lu!” dedi mi tok bir sesle. Bize dedi, biz gördük o bak›fllar›, biz duyduk o sesi ve biz s›kt›k o eli... Mesela Ümüfl’ ü tan›d›n›z m› hiç? ‹smini bile duymad›n›z belki. Biz gördük. Ümüfl Armutlu’daki o küçük gecekondu da halk›n›n o sevgi ve hayranl›k dolu bak›fllar› aras›nda bir gün ans›z›n kap›s›n› çalacak olan ölümü bekledi sab›rla. Elleri sürekli iflledi ta ki bilincini yitirene dek. . Bir tele boncuklar dizdi, bunlarla rengarenk bilezikler yapt›, ziyaretine gelenlere hediye etti. . Etraf›ndaki insanlar Ümüfl’e yard›mc› oluyordu. Bir adam tel kesip Ümüfl’e uzat›yordu mesela bilezik yapmas› için. Bunlar önemli fleylerdi, hayatla ölümün kesiflti¤i noktayd›... K›zkardefli Döndü hiç baflucundan ayr›lmad›, gözlerini ablas› Ümüflten hiç ay›rmad› günler boyunca doya doya seyretmek istiyordu Ümüfl’ü. Bak›fllar› ürkek tedirgin, ablas›n›n a¤z›ndan ç›kacak her kelimeyi pür dikkat dinledi hep. Zaman h›zla ak›p gidiyordu çünkü. Ablas› Ümüfl dönüflü olmayan bir yolculukta en önlerdeydi. Ölüm orucu yap›lan bu direnifl evinin di¤er odalar›na gitti¤inizde hemen sa¤daki ikinci odada Ölüm orucunun 200’lü günlerini çoktan devirmifl Reflit Sar›’y› görürsünüz. Mutlaka yan›nda birileri vard›r ve onlara hararetli hararetli bir fleyler anlat›r. Kafllar› çat›kt›r mutlaka bu kadar hararetli konuflurken mutlaka kafllar› çat›l›r. Önceleri onu tan›yanlar flimdilerde gördü¤ünde sesindeki sakinli¤i farkederler. Art›k eskisi gibi seri konuflam›yor. Bazen telefonun ucundaki bir ses olarak ulafl›r bize Reflit Sar› bazende yan›bafl›na gidip oturdu¤umuzda s›cak bir tebessüm olarak. Bir kar›nca gibi didinip durur Reflit Sar›. Bilgisayar ekran›n›n bafl›nda ya da bir röportaj an›nda o k›vrak zekas›yla ve özenle seçti¤i düzgün cümlelerle kal›r haf›zalar›m›zda. Bir gazetecinin sorusunu cevaplarken söz gelipte denize dayand›¤›nda gülümser yine. (onun bu gülümsemesini görmediyseniz mutlaka görmelisiniz. Ender rastlanan bir gülümsemedir bu. Mutlaka görmelisiniz çünkü her an yaflama veda edebilecek bir insandan sözediyoruz) Sözü al›r burada Reflit Sar› “Ben bu sahilleri iyi bilirim. Nerede flamand›ra nerede koy var hepsini bilirim. Daha öntav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
41
ce Armutluya gelmiflli¤im yoktu. Buray› Sar›yer’in üstlerinde bulunan bir yer olarak bilirdim.” fiimdi ise Armutlu’yu çok iyi biliyor Reflit Sar›. Armutluyu, Armutlunun insanlar›n› tan›yor ve daha önce sahilden teknesinden seyretti¤i bu topraklarda ölümle buluflmak üzere bekliyor. Gemileri yakmak, bir daha asla dönüflü olmayan bir yolculukta kararl›l›¤› ifade eder. Deyim olarak yerleflmifltir dilimize. Reflit Sar› gemileri çoktan yakanlardan. Kaptan çoktan demir alm›fl, ad› ölümsüzlük olan bir limana yanaflmak için yolal›yor. Duvarda as›l› bir resim var.. Muhtemelen hapishaneden gelmifl, gazeteden kesilmifl bir teknenin resmi bu. “Yelkenler fora Reflit Kaptan” diyor, “Fora umuda.” Reflit Kaptan son yolculu¤una ç›km›fl gibi. Gözleri ›fl›l ›fl›l. Uçsuz bucaks›z bo¤aza dal›yor mu zaman zaman gözleri, kimbilir... Ama sanki bu kara parças› Reflit Kaptan’n›n gemisi. Usul usul ilerliyor... Kaptan temkinli, ve deneyimli. A¤›r a¤›r ilerliyor. Kül rengi sakallar›yla sanki bir bilgeyi and›ran, çat›k kafllar›yla öfkeli ve “basacaksan›z gülümseyen resmimi bas›n öyle çat›k kafll› olmas›n” diyen uyar›lar›yla yan›ndan ayr›ld›¤›m›z bu insan› bir süre sonra kaybedece¤iz.. Böyle güzel bir insan aram›zdan ayr›lacak. Dedik ya gemileri çoktan yakanlardan o. Ufac›k bir tereddüt yok sesinde, “Kazanaca¤›z” diyor. Hülya y› tan›d›n›z m› hiç? Hülya nice okumufl adama tafl ç›kartacak derin bir bilgeli¤e ve kültüre sahiptir. Niçin ölüm orucu direnifli yap›yorsunuz? diye sorulan bir soruyu “Bafla¤›n hakk› için”diye cevaplard›. Kat›ks›z has bir anadolu kad›n›d›r Hülya. Anadolu kad›n›n›n namusuna sahiptir. Kot pantolanla gezenlere veryans›n eder Hani bizim flalvar›m›z nerede? Nerede bizim yazmam›z? Biz ö¤üttük bu unu biz dövdük. Açl›ksa biz çektik, yoksulluksa biz. Siz nerdesiniz daha? Hani ya niye dolmuyorsunuz meydanlara? Gözlüklüsün belli, çok kitap okumuflsun hadi döksene meydanlara insanlar› iflin ne senin der bir “nas›ls›n” diye soranlara. Ölümden korkmuyor musunuz? diye sorulan sorulara verece¤i cevapta haz›rd›r “Topraktan geldik topra¤a gidiyoruz, aya¤› topra¤a de¤meyenler korksun ölümden” Ve biz bu sat›rlar› yazarken Hülya’ n›nda ölümsüzleflti¤ini ö¤rendik. Topraktan geldi, topra¤a gitti Hülya. O topra¤›n kendisine yedirdi¤i helal lokmaya ihanet etmeden... Bafla¤›n hakk›n› verdi yani. Hangi eve gitseniz bir hayat çarpar yüzünüze. Dipdiri bir hayatt›r. Gamze’nin o hiç bitmek bilmeyen gülüflüdür. Yanaklar›ndaki gamzelerdedir hayat. Bir gün solacak m› bu hayat? Susuzluktan boynunu büken bir karanfil gibi düflecek mi usulca? Kuruyacak m› susuzluktan? Buna inanamazs›n›z, inanmak istemezsiniz, inanas›n›z gelmez. Gamze kendisine soru soran gazeteciyi cevapl›yor. Sorular genelde teknik sorular. Kaç kifliydiniz hapishanede? Ölüm orucunun kaç›nc› günündesiniz? Direnifle bafllamadan önce ne ifl yap›yordunuz? Biz ise Gamze’nin gözlerindeyiz hala. Gamze’nin gözlerinde kalm›flt›k biz, oradan devam ediyoruz. Gamze’nin gözlerinde sorulmam›fl ve cevaplanmam›fl sorular var. Gamze’nin gözlerinde yaz›lmam›fl fliirler, anlat›lmam›fl öyküler var. Gamze’nin gözlerinde yar›m kalm›fl, görülecek ifller var. Gamze’nin gözlerinde sorulacak bir hesap var. “Bizim ko¤uflumuzu yakt›lar” diyor. Gamze’nin gözlerinde yang›nlar var... Hangi eve gitseniz bir gülüfl çarpar yüzünüze. S›ms›cak bir gülüfltür bu. Bahri s›cak gülerdi, s›ms›cak. Gençti, yi¤it mi yi¤it. Anadolu resimleri istiyordu odas›n›n duvar›na asmak için. “Paran›z yoksa kals›n’ diyecek kadar da düflünürdü adam›. Gülay her gitti¤inizde bizi ne kadar çok sevdi¤ini hat›rlat›rd›. Bilirdik ya o yine söylerdi. Gülay severdi insan yan›m›z›, biz çok sevdik Gülay’›m›z›, kahraman yoldafl›m›z›. Peki siz gördünüz mü hiç o’nu, o buz gibi parmaklar›na s›cak bir öpücük kondurdunuz mu hiç? Gülay’ ›m›z kendisine yap›lan zorla müdahale iflkencesinden sonra tekrar cenge girdi ölümle. Ve tam altm›flsekiz gün sonra y›kt› ölümün bile¤ini yere. Görmeliydiniz nas›l kahramand›! Kazand› zaferi. Yendi ölümü, Nas›ls›n›z sorular› b›kmadan usanmadan “‹yiyiz, sa¤olun” diye cevaplan›r. Burada cevab› bilinen ve en s›k sorulan sorudur bu. ‹yidirler. Çok iyidirler. Son nefeslerinde bile böyle cevaplarlar bu soruyu.. Bu soruya “‹yilik” ten baflka bir cevap alamazs›n›z. Çünkü gerçekten “‹yi’dirler. Zehra çok iyiydi mesela son ana kadar. Çok iyi tafl›d› hayat› omuzlar›nda. Sevgi bütün herkesi flafl›rtan gözlerindeki o ›fl›lt›y› son ana kadar yitirmedi. Hala bak›yor Sevgi bir yerlerden. fienay Gülsüman, Canan, Zehra, Sevgi, Osman ,Hülya, Gülay, Ümüfl ve Bahri mutlaka biryerlerden bize bak›yorlar. O gözler ki diyor ya flair, o gözler ki bir defa bile faka basmad›. Sevgi’nin gözlerinde hayat buluyordu bu sat›rlar. Onlar›n gözleri bir kere bile faka basmad› basmayacak. Her biri ayr› bir dünya...Siz hiç girdiniz mi bu dünyaya? Orada, yani Armutluda Ölüm orucu var. Ne so¤uk bir kelime de¤il mi ölüm? Ama bizce gerçek hayat orada. Ç›kars›z, hesaps›z tav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
42
yarat›lan insan iliflkileri var orada. Gözleriniz bu dünyay› görmezse yaflad›m diyemezsiniz. Bu topraklar bizim. Biz bu topraklar için ölüyoruz diyorlar. Duyuyor musunuz? Anlams›z m› geliyor yoksa size bu sözler? Sanki ikinci dünya savafl› m› ç›kt›? Diyorsunuz belki. Belki de ölümü anlams›z buluyorsunuz. Ama insanl›k onurunun paçavraya çevrilmek istendi¤i bir ülkede bu düflünceye kat›lan ya da kat›lmay›n onlar yapacak hiç bir fley kalmad›¤› için ölümü tercih ediyorlarsa bu iradeye sayg› duymak zorundas›n›z. fiimdi onlar Küçük Armutlu diye an›lan o gecekondu mahallesinde çok sevdikleri halklar›n›n ba¤r›nda ölüyorlar. Evet... Her gün ölüyorlar. Bu yaflananlar dünyan›n herhangi bir ülkesinde yaflanm›yor. Elimizle tutup dokunabilece¤imiz kadar yak›n›m›zda, bizim ülkemizde, bizim topraklar›m›zda yaflan›yor. Bu ülkede birileri bizim gelece¤imiz için ölüyor. Niye öldüklerini kavrayamayanlara, ölüm de¤il yaflam kutsald›r diyenlere en güzel cevap olacak kazanacaklar› zafer. Evet zafer diyece¤iz ad›na. “Neyin zaferi giden gittikten sonra” diyenlere inat ölmeye devam ediyorlar. Bencil dünyalar›n›n girdab›nda bo¤ulanlar hayatta herfleyi kendisi için isteyenler elbetteki kendisinin göremeyece¤i özgür bir hayat için kendini feda eden insanlar› anlayamaz. Bu dünyan›n en ciddi karar›d›r. Çünkü ortaya konan bir hayatt›r. Vazgeçilen bir hayatt›r. Bir daha soluk al›p vermemek nerede oldu¤u bilinmeyen bir dünyaya dönüflü olmamak üzere gitmektir. Onlar›n bedenleri sizin ise yüre¤iniz so¤umadan gidin tutun ellerinden. S›cakl›¤›n›z› verin onlara. S›cak bir gülüfl bir tek karanfil götürün giderken. Bir diyecekleri vard›r, b›rakacaklar› bir fleyler vard›r sizlere ebedi yolculuklar›na ç›kmadan önce. fiimdi onlar›n gözkapaklar› bir tiyatro perdesi gibi a¤›r a¤›r kapan›yor. Uzun soluklu bir destan›n son bab›ndalar. Bir roman›n son sat›rlar›ndalar. Bir flark›n›n son nakarat›ndalar, bir film gibiydi hayatlar›, son karelerini izliyoruz, finale yaklafl›yorlar. fiairlerimiz, yazarlar›m›z, sanatç›lar›m›z.... Sizi bu topraklar yaratt›. Sizler yazd›n›z Anadolu insan›n› romanlar›n›zda. fiiirlerinizde ac›lar›m›z› sevinçlerimizi yazd›n›z. Onlar›n hayat›n› konu ettiniz filmlerinizde. Bu ülke bizimdi, derdine çare arad›n›z. fiimdi o topraklarda bu ülke u¤runa ölüyor insanlar›m›z. Bu gerçe¤e inan›n ya da inanmay›n, tarih bunu bir gün gösterecek bütün insanl›¤a. Yar›n onlar›n adlar›yla an›lacak sokaklar. ‹simleri yeni do¤an bebelerin adlar› olacak.fiimdi gidin tutun ellerinden. Vakit daha varken, yar›n keflke... dememek için gidin. Siz bu topraklar›n insanlar›s›n›z. Ölen bu topraklar›n insanlar›. Ac›s›na ortak olmaz, derdine çare aramazsan›z. Bu topraklar helal etmez size hakk›n›. Kaleminiz, kameran›z, f›rçan›z bir gün s›rt›n› dönüp te gider, ihanet eder size. Bafla¤›n hakk›n› vermezseniz, gidip onlar›n son soluklar›nda ayn› havay› bir kere olsun solumazsan›z e¤er gidip onlara usulca bir selam› çok görürseniz e¤er selamlad›¤›n›zda seyircinizi duydu¤unuz bütün alk›fllar sahte ve yalan olacakt›r, kanmay›n onlara. Vicdan›n›z alk›fllamayacakt›r sizi. Yaflam ve ölümün kesiflti¤i noktada hayata tutunan o incecik çizgide görecek oldu¤unuz çok fley var. Lütfen gözlerinizi Armutlu’da ölen ya da yaflayan insanl›¤a çevirin... Bunu dökün sat›rlar›n›za çünkü gerçek hayat orada, yan›bafl›m›zda... Armutlu’ ya gidin, giderkende bir karanfil götürmeyi unutmay›n.Vakit çok geç olmadan. Hayat ak›p gidiyor sakin bir ›rmak gibi bazen, bazen ise Armutlu’da iflte öyle bir da¤dan kopan deli bir ça¤layan gibi gürül gürül ak›yor. Hayat›n ak›fl›n› durduramazs›n›z. Bir tek nefesleri kalm›fl, temiz bir soluk alacak kadar tok olan bu insanlara bugün bu temiz hava bile çok görülüyor. Gaz bombalar›, sis bombalar› sinir gazlar›ya panzerlerle silahlarla kuflatma alt›ndalar. Üçüncü dünya savafl› m› ç›kt›? diye sorabilirsiniz. Ç›kt› belki. Ama kendi topraklar›m›zda kendi insanlar›m›za savafl aç›ld›. Bu memleketin insanlar›d›r abluka alt›nda yaflayan, kuflat›lan bizim topraklar›m›z.... Bir soluk götürün Armutlu’ya. Bir gülüfl götürün. Unutmay›n ki tarih her zaman direnenleri yazar. Son sözde onlara aittir. Gözleriniz tan›kl›k etmeli yaflananlara Haydi uzat›n ellerinizi Hala yapacak çok fley varken. Ve tarih omuzlar›n›za bu sorumlulu¤u yüklüyorken...❏ tav›r / ölüm orucu / ekim 2001 / say›: 3
43
tan›t›m tan›t›m grup yorum
Nota ka¤›tlar›ndan size ulaflan köprü
FEDA Bereketli, yemyeşil vatanımız, şimdi beyaza boyalı bir hücre. Zulüm dayatıyor kendini... Bir yol ayrımındayız... Ya gökyüzü masmavi parlayacak üstümüzde, ya güneş yeniden ısıtacak kemiklerimizi ya da birer ikişer düşeceğiz toprağa, onu yeniden yeşertmek için. Bir yol ayrımındayız... Ya düşüncelerimizi toprağın derinliklerine gömüp, emredilenlerle diz kırıp yaşamaya alışacağız. Ya da düşüncelerimiz için, düşüncelerimizle yaşamak için öleceğiz. Son bir kez, en gür sesimizle söyleyeceğiz türkülerimizi, onları çocuklarımıza ögreteceğiz; dostluğun, kardeşliğin, paylaşmanın, tokluğun ve adaletin türkülerini. Son bir kez alacağız halaydaki yerimizi, son bir kez naralar yollayacağız gökyüzüne, ‘Kork bizden şeytan imparatorluğu! Biz yüreğimizdeki ölüm korkusunu sildik. Açlığı açlıkla, ölümü ölümle vuracağız. Öyle bir direneceğiz ki, toprak ürün vereli, insan aklını kullanalı böylesini görmemiş olacak. Bilim, insanı yeniden inceleyecek. Bağlılık, özveri yeniden tanımlanacak. Eğer tarihin sayfalarına not düşen bir el varsa, bizi yazarken ürperip titreyecek, bizi okuyan gözler büyüyecek. Kork bizden şeytan imparatorluğu! Tek bir silahla vuracağız seni. Tanklarla, toplarla değil alnımızdakı kızıl bandımızla vuracağız. Yansak, kırılsakta direneceğiz. Tükenene dek direneceğiz. Ama yeniden çoğalıp tutuşacağız kavgaya. Ta ki, çocuklarımızın yanaklarına tokluğun kırmızısı, dudaklarına o mahzun gülüş oturana dek...’ Çocuklarımızın yanakları hala solgun, dudakları hala buruk. Bundandır kı, dördüncü mevsimi devirıiyor Ölüm Orucu. Türkülere, şiirlere, filmlere sığmayacak kadar çok anı belleğimizde. Bunları türküleştirmek hem çok kolay ama bir yanı öyle zor ki. 19 Aralık tarihinde yaşanan o büyük katliamda, adını, dünya durdukça onurla, namusla yanyana yazdı. Kimsenin silemeyeceği bır mürekkeple, kanıyla yazdı. Aynı hapishanede, alev makineleriyle, kahkahalar atılarak yakılan kadın yoldaşlarını
korumak için tutuşturdu bedenini, yürüdü zebanilerin üstüne. Yoldaşlarının yanına ulaşamadan, sıkılan kurşunlarla düştü. Fırat, Ölüm Orucu Direnişçisiydi. Fırat, bağlılık ve feda ruhu alevlerin kül edemediği, kurşunların deviremediği iki değer olarak yükseldi. Altı kadın... Yüzleri bize çok tanıdık; sesleri sözleri. Bizim gibiydiler. Tek farkları sevdanın ağırlığı daha bir hınçla çökmüştü içlerine. Altı, on, on beş kadın... Bir koğuşta hayatı paylaşıyorlardı, coşkuyu paylaşıyorlardı. Birinin hastalığı hepsinin yüreklerini burkuyordu. Hatalarıyla, güldükleri, ağladıklarıyla bizim insanlarımızdı onlar, bu vatanın kadınları. O sabah yağmur gibi yağdı bombalar. Çatılardan alev kusuyordu silahlar. Kadınlar baktı birbirlerine. Alnında kızıl bantlı olanlar da yanıbaşlarındaydılar. Alnı kızıl bantlılar, o koğusun değil, halkın namusuydu. Kadınlar baktı birbirlerine korumak için halkın namusunu feda ettiler kendilerini. Duvarlar yanıyordu. Alev, insanın içini kurutan cinstendi. Cehennemi, dünyada yaşadı onlar. Son bir kez el salladılar, hayatta kalacaklara ve başka tutkulara yelken açtılar. Hitlerin ruhu İstanbul’un Bayrampaşa’sında vücut buluyordu. Altı kadını diri diri yaktılar! Yıkıntıların arasından meşaleler yükseliyor. Kadınlar, bizim kadınlarımız, ablalarımız, kardeş dediklerimiz, analarımız devrime meşale oluyorlar. Sesleniyorlar, ‘Yoldaşlar direnin! Kazanana kadar direnin!’ Bu sözler bu dili bilenler için çok şeyler anlatıyor. Bu sözler, işkenceli hücrelerde, bir yemin gibi sadık yüreklerde yaşatılıyor. Hastanelerde sökülüp atılıyor zorla takılan serumlar. Bu sözler gecekondu mahallelerini, direniş mahallesine çeviriyor. Abluka altında, silahların gölgesinde, hep aynı sözler yankılanıyor kulaklarda. Kenetleniyor yine bizimkiler, ‘ kan kussak bile direneceğiz’ diyorlar. Kan kusup kızılcık şerbeti içtik diyorlar ama acılarını belli etmiyor bizimkiler zalim olana. Direniş binlerce sevdalı insanın yüreğinde büyüdü. Hayatın içinden, zulmü tav›r / tan›t›m / ekim 2001 / say›: 3
44
yaşayan her yaştan insan Anadolu insanını resmedercesine kuşanıyor kızıl bandını. Gerıide bıraktıkları çocuklarını, eslerını, ana babalarını, sonsuz güven duydukları yoldaşlarına emanet ederek... Gülsüman, Şenay, Canan, Zehra ve daha niceleri... Bu bir cesaret gösterisi mi? Hayır! Cesaret, daha küçük şeyler için yeter. Yola çıkmak için yeter ama yol uzunsa, çileliyse, yolun sonunda canından vazgeçmek varsa sadece cesaret yetmez. Büyük şeyler için daha fazlasına ihtiyaç vardır. Büyük şeyler için, devrime ve halkın çıkarlarını korumaya ölesiye yeminli fedakar yürekler gerekir. Halkları halk yapan bir başka etken de direnme hakkıdır. Haksızlıklara ve zulme direnmek hiçbir yasaya bağlı değildir. Onlar direnme hakkına saldırıldığı günlerde direnme hakkımızı savunmak için, haklarımız, özgürlüklerimız için bir fedai gibi yalın ve gözükara çıktılar yola. Bır fedai gibi yalın ve gözü kara tamamladılar yolu. Sabah, tüm hayatını bir çıkına sarıp, astı boynuna. Gözlerinde öfkeyle acı el ele tutuştuğunda görülecek cinsten bir pırıltı vardı. Yüzlerini, isimlerini bilmediği ama aynı yola başkoydukları insanların katledilmesini görmüştü o gözler. Değerlerine, kültürüne sonsuz sevgi duyduğu halkın direnme hakkı elinden alınıyordu. Anaları görüyordu, gözlerındeki yasları. ‘Direnme hakkımız kutsaldır, uğruna kendimizi feda edecek kadar kutsaldır.’ dedi. Bunu tüm dünya bilsin. Tüm dünya bilsin ki, birimizin tırnağı kırılsa, diğerimizin eti kanar. Ve biz birbirimiz için türkü söyler gibi rahat ölürüz. Yola çıktı, gencecikti, tertemizdi... dilinde bir şarkı var mıydı yok muydu bilmiyoruz. En son kimi düşündü, dudaklarına bir gülümseme gelip yerleşti mi bilmiyoruz ama öfkenin ve umudun iliklerine dek islediğini biliyoruz. Binlerce fedakar yürekten biri olduğunu biliyoruz. Güllerin en genci olduğunu biliyoruz. Böyle kirlenmişliğin içinde adının tertemiz parladığını biliyoruz. Gültekin... Hiçbir çirkefliğin silemeyeceği kadar duru ve
berrak bir isim. Hiçbir ahlaksızlığın kirletemediği duru ve berrak bir hayatın ismi. Halkın hayat hakkını kendi hayatının önüne koymak. Bunu anlamak için, Gültekinleri tanımak gerekir. O paylaşımı, kardeşliği ve yoldaşlığı. Bunu anlamak için ezilmişleri bilmek gerekir. Feda etmek için kendini kaç acı silsilesinden geçer insan bunu düşünmek gerekir. ‘Kendin için yaşa kendin için öl.’ Diyenler anlayamaz, anlatamaz ki bunu. Gültekinleri, Gültekinler anlatır bir, bir de onlarla aynı dili konuşup, aynı şeye gülen, üzülenler. Gültekin, sadece yüreğinin pimini çekti. O yürek, binlerce zulüm saltanatını yerle bir etmeye yeter. ‘Feda’, 20 Ekim 2000’den, 2 Ocak 2001’e uzanan sürecin tek soluktaki adıdır. Hükümdarlar iyi korunur ve gözetilirler. Sadece ölümden korkmayan ve gerektiğinde tereddütsüz ölenler onların saltanatını yıkabilirler. Şimdi binlerce yalın yürek, şarkılar söyleyerek, pervasızca yürüyor ölümden korkmadan ve görev sırası geldiğinde tek solukta ölerek feda ediyorlar kendilerini. Zalimlerin uykuları daha bir bölük pörçük şimdi. Yatakları kuş tüyü değil artık, dikenlerle bezeli. Gecenin bir yarısı, bir gök gürültüsü gibi giriyor koynumuzdan ölüm. Öyle, üçer beşer değil, on binlercemizi bir anda alıyor aramızdan. On binlerce yoksul insan; kaderleri birbirine bağlanmışlarımız... depremlerde, sellerde ölüme sürülenlerimiz... Yağmur suyu, onların evini basar; makineler, onların kolunu koparır; deprem, onların evlerini yıkar başlarına ve yine kendileri gibi yoksul, evleri yıkılmış insanlar koşar yardımlarına, tırnaklarıyla kazarlar betonu kurtarmak için onları. Cesetleri üst üste yığılır. Enkazın altından yine onlar seslenır: ‘Yardım edin!’. Kendinden çok çocuklarına yanar. ‘Yavrularımı kurtarın’ diye inler göçüğün altından. Sesleri kesildiğinde kendileri gibi yoksul insanlar tutar yaslarını. Onlar seslenir karanlıklara, ‘Sesimi Duyan Var mı?’ Kendi memleketimizde el gibiyiz. Uğruna öldüğümüz, her karış toprağına emeğimizin, terimizin, kanımızın işlediği topraklarımız imzalı kağıtlarla satılıyor. Borcu sırtımıza yüklenen IMF kredilerine satılıyor. Emperyalizmin eli, bogazımızda; midemizdekini bile almak için an kolluyor. Bu memleket bizim! Biz öldük bu topraklarda, biz ektik onu, o doyurdu bizi cömertçe. Varsın dünya sınırlarını kaldırsın, sömürü ‘globalleşşin’ her gül dalında güzeldir. Biz bu topraklara ölesiye bağlıyız. Bugün daha bir gür haykırıyoruz, ‘Bu memleket bizim!’ Sürmeneli baktı, acıyı gördü. Sürmeneli baktı, haksızlığı gördü. Dayandı bıçak kemiğe. Sürmeneli attı kınına elini, çekti
bıçağını; bileyledi de bileyledi. İki ucu acıyla keskinlesti. Sürmene dar geldi, ‘Sürmeneli’ye. Nerede ezilen varsa, onunla attı yüreği. Sürmeneli, bıçağı kınında, bir şahin gibi süzdü ufukları. Balkanlar’dan, Ortadoğu’ya zulüm saçan dolar imparatorunu kestirdi gözüne. Sürmeneli... Karadeniz’in suyu kadar hırçın, yeşili kadar güzel ve duru; hiç hesapsız daldı kavgaya. Sürmeneli, toprağının ruhuyla yaşadı ve onunla öldü. Bize adanmış hayatı ve bu şiiri bıraktı. ‘Sürmenelim’, Haziran 1999’da, Yugoslavya halkının üstüne bombalar yağdıran Amerikan emperyalizminden hesap sorma eyleminde şehit düşen Sadık Mamati’nin şiirinden bestelendi. Sadık, Sürmeneli’ydi ve halkına sesleniyordu. ‘Sürmenelim keselim ha bu namert elleri.’ *** Dolu dolu geçen bir sürecin içindeyiz. Şu günlerde size ulaşan albümümüz ‘Feda’, yine aynı şekilde geçen dolu dolu bir çalışma sürecinin sonunda elinizdeki haline ulaştı. Sizlere sunduğumuz albüm sürecin de adına yakışır şekilde, dolu dolu olmalıydı. Ölüm Orucu birçok kesitiyle albümde yer almalıydı. Böylesine dolu dolu geçen bir süreci türkülere dökerken bir çok şeyi eksik bırakabileceğimizi biliyorduk ama bu sürecin en azından belli kesitlerini işlemek hedefimizi hayata geçirdiğimize inanıyoruz. Umuyoruz ki, dinleyenlerimizin beklentilerini karşılayan bir albüm olmuşştur ‘Feda’. Teknik boyutunda ise, düşündüklerimizi hayata geçirmek için hiçbir şeyden kaçınmadık. Gerek kullanılan enstrümanların çeşitliliği, gerekse de bu enstrümanların işlenişi bakımından titiz bir çalışma yürüttük. Parçaların düzenleme aşamasında tek bir tarza bağlı kalmaktan çok Anadolu’ya ait motiflerı ağırlıklı olarak kullanmayı ve bunları çeşitli dönemsel müzik tarzlarıyla birlikte, Yorum’un bilinen tarzı ile kaynaştırmaya çalıştık. Yaptığımız şeyler deneysel olmaktan öte, müziğimizin hedeflediklerimiz noktasında attığı adımlardır. Önümüzdeki süreçte bu benzer yaklaşımları uygulamaktan kaçınmayacağız. Halkı yakalayan sıcak ezgiler ve yalın sözler. Bu yanıyla ‘Feda’ diğer çalışmalarımızdan farklı olmamakla birlikte, birikimlerimiz ve hedeflerimiz üzerinden ulaşmak istediğimiz noktaya atılmış bır adımdır. Grup Yorum müziği, Anadolu müziği üzerinden şekillenir. Feda’da yine, geleneksel halk ezgilerinin rengiyle yapılmış türküler, besteler olarak yerini aldı. ‘Yoldaşım Vurulmuş’ geleneksel Azeri motiflerinden, ‘Sürmenelim’ ise Karadeniz motiflerinden beslenen Yorum tav›r / tan›t›m / ekim 2001 / say›: 3
45
besteleridir. ‘Ne War u Yar’da ise, Geleneksel Kürt halk ezgilerinin motiflerinin üzerinden Elazığ müziğinin motiflerine oradan da Trakya’ya uzanan geniş bir yelpazenin etkileri hissediliyor. Ezginin genel canlılığını ve sözlerin yansıttığı ruhu temel alarak yaptık bu türkümüzün düzenlemesini. Hep söyledik. Egemenlerin keyfi cezaları, bıizim çalışmamızı aksatamaz; olsa olsa, çalışma biçimimizde yeni düzenlemeler yaprak yolumuza devam etmemıze neden olur. ‘Feda’nın içinde yer alan şarkılarının tümünün bestelenmesinden, düzenleme ve kayıt aşamasına dek uzanan süreçte, fiili olarak yanımızda yer alamasa da arkadaşımız Ufuk Lüker vardı. Ufuk, Grup Yorum elemanıdır ve ‘Feda’nın üretilmesindeki çalışmalarımız, bunun sembolik bir söylemden öte bir anlam ifade ettiğini göstermiştir. Baskılara rağmen inandığı yoldan taviz vermeden yürümek Grup Yorum anlayışıdır. ‘Feda’da sesleriyle çalışmamıza renk katan dostlarımız, Suavi, Yasemin Göksu, Aynur Doğan ve Engin Arslan bu ülkenin halk safında yeralan sanatçılarıdır. Onlar, bu çalışmaya renk kattılar ve onlarla çalısmaktan gurur duyuyoruz. Yine ‘Sürmenelim’ isimli türkümüzde düzenlemede kattıkları, enstrümanların kayıtlarındaki özverisi ile Fuat Saka’yı da unutmuyoruz. ‘Feda’nın CD formatında dinleyenlerimize sunduğumuz hediyemiz, VCD çalışmamız ise yine farklı türden bir çalışmanın ve anlayışın ürünüdür. Dinleyenlerimizle birçok açıdan bağımızı kurmak için, bunu sadece şarkılarla sınırlandırmamak için yürüttüğümüz bir çalışmanın sonucu olan VCD, kendi dalında türkiye’de bir ilk olma özelliği de taşımasının yanında dinleyenlerımize, bize uygulanan sansürü kırarak kendi çabamızla ulaşma anlayışı yatıyor. Stüdyo çalışmalarımızdan görüntüler, klip, klibin kamera arkası, bizlerle yapılan röportajlar, dinleyenlerimizi çalışmalarımız hakkında bilgilendirmekle birlikte, genel olarak süreçte yaşanan Ölüm Orucu ve bunun gibi politik gelişmeler hakkında birebir düşüncelerimizi aktarma imkanı verdi. VCD’nin ağırlıklı olarak yine Grup Yorum elemanları tarafından hazırlandığını belirterek bu çalışma için tüm özverileriyle katkıda bulunan dostlarımızı da unutmuyoruz. Onlara da yine bu yazı aracılığıyla teşekkürlerimizi iletiyoruz. ‘Feda’yı dinleyeceğinizi ümit ederek yeni albümlerimizde, konserlerimizde buluşmak dileğimizi sunuyoruz.
HABER YORUM Harbiye’de Grup Yorum Rüzgar› Esti Erguvan Yapım Tanıtım tarafından 6-9 Eylül tarihleri arasında 4 etkinlik şeklinde gerçekleşen “İstanbul Türkü Günleri” kapsamında; 6 Eylül’de Fuat Saka ve Birol Topaloğlu, 7 Eylül’de Kıvırcık Ali, Arzu ve Grup Çığ, 8 Eylül’de Gülay ve Hüseyin Turan konserlerinin gerçekleştiği etkinliklerde 9 Eylül 2001 Pazar akşamı 1989’dan beri Harbiye’de konser veremeyen Grup Yorum yer aldı. Gerçekleşen konserde Harbiye Açık Hava Tiyatrosu salonu tamamen dolmuştu. Yaklaşık 6000 kişinin izlediği konser görülmeye değerdi. Bir dönem Yorum’da çalışan eski elemanların da davet edildiği konsere, İlkay Akkaya, Efkan Şeşen, Metin Kahraman ve Serdar Keskin yer aldı. Diğer Yorumcuların da mazaret belirterek katılamadığı gecede “Çav Bella” parçası eski ve şimdiki Yorumcular tarafından beraber söylendi. Ayrıca albümde de parça okuyan Yasemin Göksu,”Yağmur Olsun” parçasını, Aynur Doğan ise “Ne War û Yar” parçasını söyledi. Yeni çıkardığı “Feda” albümünün ardından ilk konserini Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda gerçekleştiren Grup Yorum, aynı zamanda ilk defa sahneye 20’nin üzerinde bir enstrüman ve vokal ekibiyle çıktı. 21.15’te başlayan konserde sahneye “Kucaklaşma” parçasıyla tek tek çıkan Grup Yorum üyeleri, izleyenlere güzel ve unutulmayan bir gece yaşattı. İki bölüm halinde gerçekleşen konserde Grup Yorum, yeni kasetten “Feda”, “Bir Mevsim Aç Olacağız”, “Bu Memleket Bizim”, “Yağmur Olsun”, “Emekçi Halayı”, “Ne War û Yar”, “Meryemte”, “Diri Diri Yaktılar”, “Kızılcık Şerbeti” ve klibini de çektikleri “Sürmenelim” parçalarının yanında İısyan Olsun”, “Dersimde Doğan Güneş”, “Cemo”, “Madenciden”, “Uğurlama” gibi sevilen türkülerini de seslendirdi. Kemanlarda Kenpa Yaylı grubu, mey, zurna, balaban’da Ertan Tekin, klarnette Göksun Çavdar, ikinci bağlamada Engin Arslan, bateride Bülent, askı davullarda ve vurmalılarda İTÜ konservatuar bölümü öğrencilerinden iki kişinin yer aldığı geniş bir ekiple sahneye çıktı ❏
Grup Yorum’dan Klip Grup Yorum'un yeni albümü Feda'ya çekilen ilk klip olan "Sürmenelim" 24 Temmuz tarihinden itibaren Flash TV'de yayınlanmaya başladı. İdil yapım tarafından gerçekleştirilen ve de yönetmenliğini Grup Yorum elemanı Hakan Alak'ın yaptığı "Sürmenelim" klibinin çekimleri geçtiğimiz ay gerçekleştirildi. Klip ayrıca Grup Yorum'un yeni albümünün CD'sinde de yer alıyor ❏ tav›r / haber yorum / ekim 2001 / say›: 3
46
HABER YORUM
Ümit ‹lter’in fiiir Kitab› Ç›kt› Şairi şu an tutsaklık koşullarında bulunan Karanfil Halayı isimli şiir kitabı yayın evimizden çıktı. İçinde 41 adet şiirin yeraldığı kitap şairin hayatının değişik kesitlerinde yazdığı şiirlerden oluşuyor ❏
‹dil Yap›m • Yönetmenli¤ini Hüseyin Karabey’in,
müzi¤ini
Grup
Yo-
rum’un yapt›¤› 1999 y›l› yap›m› Boran isimli kay›plar konulu filmin VCD’si çok yak›nda ‹dil Yap›m taraf›ndan izleyiciye sunuluyor.
Muhabirlerimiz Gözalt›na Al›nd› 29 Temmuz 2001 tarihinde şirketimizden kiralanan sinevizyon makinasını yapılacak olan film gösterimi için Küçükarmutluya götürmek isteyen muhabirlerimiz aynı zamanda İdil Yapım'ın çalışanı ve Özgürlük Türküsü elemanı
olan Yasin Ali
Türkeri ve Gamze Mimaroğlu Küçükarmutlu girişinde gözaltına alınarak iki gün Terörle Mücadele Şubesinde tutuldular. Muhabirlerimizin yanında bulunan Hoşçakal Yarın isimli video ka-
• Yönetmenli¤ini ve senaryo-
sete ve sinevizyona İstanbul DGM tarafından el konuldu.
sunu Vedat Özdemir’in, müzi¤ini
Muhabirlerimiz hakkında Terör Örgütüne yardım yataklık etmek
Grup Yorum’un yapt›¤› ve Antal-
suçundan dava açıldı. Bilindiği gibi Yönetmenliğini Reis Çelik'in
ya Film Festivaline seçilen Pardon
yaptığı Hoşçakal Yarın isimli film televizyon kanallarıda dahil
isimli filmin kurgusu ‹dil Yap›m
pek çok kez gösterimi yapılmış bakanlığının denetiminden geç-
taraf›ndan yap›ld›.
miş bir filmdi ❏
• ‹dil Yap›m›’n›n ürünü olan senaryosunu ve yönetmenli¤ini Hakan Alak’›n yapt›¤› “Gerçek Hikaye” isimli film yak›nda VCD olarak piyasaya ç›kacak.
• ‹dil Yap›m ilk klibini çekti.
Celal Bafllang›ç’›n Kitab›na Toplatma Karar› Gazeteci Celal Başlangıç’ın İletişim Yayınlarından çıkan Korku Tapınağı isimli kitabına 22 Ağustos 2001 tarihinde toplatma kararı çıktı. İçinde üç dosyanın bulunduğu ve tamamen belgesel araştırma niteliği taşıyan somut verilere dayalı olan kitap hakkında TCK’ nın 159/1 maddesinde bulunan askeri kuvvetleri tahkir ve techil ettiği iddiasıyla toplatma kararı çıktı. Bu konuda sorularımızı yanıtlayan Celal Başlangıç bu kararı ta-
Çekim çal›flmalar› Befliktafl Kültür
mamen komik bulduğunu yapılan itirazlarının reddedildiğini,
Merkezi’nde gerçekleflen Yönet-
gazetecilik yapmasına engel olunduğunu, kitabının ise varolan
menli¤ini Hakan Alak’›n yapt›¤›
somut gerçekleri yansıttığını söyledi✎
Grup Yorum’un “Sürmenelim”
Sözkonusu kitapla ilgili davanın ise henüz açılma aşamasında
isimli parças›na çekilen klip Flash
olduğu bildirildi ❏
TV’de yay›nlan›yor
tav›r / haber yorum / ekim 2001 / say›: 3
47
HABER YORUM
Burhan Berken-BA: Kalan Müzik'ten çıkan albümde on üç parça yer alıyor. Bunların on tanesi kürtçe parçalardan oluşuyor. Parçaların düzenlemeleri Fuat Saka'ya ait. Albümde Ertan Tekin, Engin Aslan, Fuat Saka gibi birçok isimle çalışılmış.
Grup Yorum 26 A¤ustos 2001; ‹zmir Yaren Kültür Merkezi'nin yeni yerinin aç›l›fl›na kat›larak verdi¤i konserde yaklafl›k 700 kifliye seslendi.
16 ve 17 A¤ustos; Hac›bektafl-› Veli'yi anma etkinlikleri kapsam›nda iki gün üst üste Kapal› Spor Salonu'nda gerçekleflen konserlerde yaklafl›k 7000 kifliye seslendi. Grup Yorum ayr›ca söylefli ve imza günü gerçeklefltirdi.
11 A¤ustos 2001; Asi Gazetesi'nin 2. y›l kokteyli için Samanda¤'da yap›lan etkinli¤e kat›larak yaklafl›k olarak 400 kifliye seslendi.
Özgürlük Türküsü 17 Haziran 2001; Her y›l Geleneksel olarak düzenlenen Sivas Divri¤i Pilav fienli¤ine kat›lan grup yaklafl›k 6000 kifliye seslendi.
12 A¤ustos 2001; Tunceli Yayladere Karaçan Derne¤inin bu sene ikincisini düzenledi¤i piknikte yaklafl›k 1500 kifliye seslendi.
19 A¤ustos 2001; Ankara ‹dilcan Kültür Merkezinin düzenledi¤i pikni¤e yaklafl›k 100 kifli kat›ld›.
Salk›m Sö¤üt 3: Metropol Müzik tarafından çıkarılan Salkım Söğüt dizilerinin üçüncüsü çıktı. Bu kez Salkım Söğüt'te Hilmi Yarayıcı ve Mustafa Özarslan'ı dinliyoruz. Albümün A yüzünde beş B yüzünde yedi tane parça yer alıyor. Yeni düzenlemelerin yanı sıra eski Halk Türkülerinin'de yer aldığı albüm dinlemeye değer.
Kaz›m Koyuncu/Viya: Metropol Müzikten çıkan albümün büyük bir kısmı lazca türkülerden oluşuyor. Kazım Koyuncu 1992 yılında ilk defa bir müzik grubuyla çalışmaya başlamış. 1993 yılında ilk defa lazca rock müziği yapan bir grup kurmuş ardından grubun dağılmasıyla 2000 yılında yayınlanan Salkım Söğüt projesinde iki şarkı seslendirdi. Albümde onbir parça yer alıyor. Karadeniz-pop furyasının dışında kalan bu albümde tulum, kaval, kemençenin yanında batı sazlarıda kullanılarak güzel bir sentez oluşturulmuş.
Afl›k Ali ‹zzetin Özkan/ Mecnunum Leylam› Gördüm : Kalan Müzik'ten çıkan albümü Melih Duygulu yayına hazırlamış. Plaklardan ve özel muhabbetlerden kaydedilmiş sesinden oluşturulmuş bir repertuvar. Ali İzzetin’i üne kavuşturan birkaç deyişini ve bugüne kadar orjinallerini duymak isteyipte elde edemediğimiz ilginç bazı örnekleri içeriyor. tav›r / haber yorum / ekim 2001 / say›: 3
48