Merhaba
15 Günlük Sanat Dergisi Sahibi: İdil Kültür Yayın Org. Rek. Film. Tic. adına MUHARREM CENGİZ Genel Yayın Yönetmeni GAMZE MİMAROĞLU Yazıişleri Müdürü: AHU ZEYNEP GÖRGÜN Yazışma Adresi: İDİL KÜLTÜR MERKEZİ KULOĞLU MH. TURNACIBAŞI CD. AĞAKÜLHANİ SK. AĞA HAMAM APT. 13/8 BEYOĞLU/İSTANBUL TEL/FAX:(212) 245 00 70 (212) 244 31 60 e-mail adresi:tavir@grupyorum.net İzmir: YAREN KÜLTÜR SANAT MERKEZİ İSMAİL SİVRİ CAD NO: 23 ÜÇKUYULAR- BUCA /İZMİR TEL:(232) 442 27 38 Ankara İDİL CAN KÜLTÜR MERKEZİ 7. SOK NO: 21/C TUZLUÇAYIR/ANKARA TEL: (312) 370 22 09 Hesap No: (TL): 1042- 30000 596147 GAMZE MİMAROĞLU İŞBANKASI PARMAKKAPI/İSTANBUL (DM): 1042- 3010000 129062 GAMZE MİMAROĞLU İŞBANKASI PARMAKKAPI/İSTANBUL Ofset Hazırlık TAVIR YAYINLARI Baskı ASPAŞ Dağıtım D-B-R
Tarih onların dökülen kanlarıyla yazılıyor. Bir ses, bir nefes olarak vatanımızın, aklın, düşüncenin insanlığın namusunu kirletmemek uğruna tepeden tırnağa onurla bezenmiş yepyeni bir hayatı yaratıyorlar. İnsanlık onuru için ölüme yattılar. Dört mevsimi devirerek hayatlarını bir bardak su içer gibi yudumladılar, bir türkü söyler gibi bir solukta tükettiler. Ölümün koynuna sevdalısına kavuşur gibi giden bu toprakların yiğit evlatlarının destanını yazmaya hiçbir kalemin gücü yetmez, hiçbir fotoğraf karesi tek başına bu destanı anlatamaz. Bugün yaratılan değerler özgür yaşanacak yarınların teminatıdır. Alev alev yanan bedenleri, bin yıllık bilge bir çınar gibi devrilen gencecik bedenleri, direnmenin zulme boyun eğmemenin isyanın ve insan olmanın en güzel ifadesidir. 5 Kasım tarihi, Küçük Armutlu’ da onların ölümsüzleşen isimleriyle anıldı. Son günlerini yaşadığımız 2001 yılı tarihte eşi benzeri görülmemiş bir destana daha tanık oldu. Çünkü onlar Mahirlerin, Niyazilerin, Saboların, Sinanların, Apoların Haydarların, Uğurların, Mecitlerin, Berdanların, İdillerin, Fidanların, İbililerin yoldaşlarıydılar. Katiller “Teslim olun” dediğinde, herbiri birer Mahir’di, Sabo’ydu, Fidan’dı, İdil’di karşılarında. Halklarının başı eğik kalmasın diye değerleri uğruna kurşunlara siper ettiler kendilerini. Barikatların önünde tutuşan Haydar Bozkurt’un bedeni bir halkın yokedilemeyen onurunu temsil ediyordu. Anadolu‘nun binlerce yıllık direnme tarihinin yeni bir halkasıydı Haydar Bozkurt’un alev alan bedeni. Eyüp Samur ve Kemal Ayhan sesine ses katıyordu Haydar’ın, Nail Çavuş ben de varım diyordu bu yolda, bayraklaşan... Muharrem, Sincan‘dan katıldı isyan halayına. Anadolu‘nun kalbinde bir ateş topu gibi düştü, ölümsüzleşti... Ölmek vardı ama dönmek yoktu bu yolda. Ve o yoksul gecekondu mahallesinin sokaklarında yüzlerce, binlerce kez haykırdıkları gibi, kahramandılar ve halkların bağrında yaşayacaklardı. Sultan, yiğitçe çarpıştı barikatlarda. Gönlünü hiç ayrı düşürmediği halkının bağrına gömüldü. O gün tek bir ses olup haykırıyordu Armutlu Halkı: “ Komutan Sultan ölümsüzdür”. Ölümsüzdü. Sultan o sokaklarda yüzlerce Sultan olacak, yaşayacaktı. Dersim Dağları iki genç fidanına daha bağrını açtı. Munzur daha bir hırçın aktı o gün. Konukları vardı çünkü bir direniş mevzisinden, Armutlu sırtlarından. Biri alnında al bandıyla geldi, diğeri üzeri başı toz toprak içinde barikattan. Arzu ve Barış’tı, Munzur’un coşkuyla karşıladığı kahraman çocukları... Direniş mevzilerindeydiler yine. Her yer onlarındı, ayak bastıkları her karış toprak kendi vatanlarınındı. Vatanları uğruna öldüler. Özgür, bağımsız, demokratik bir ülkede yaşamaktı idealleri. Baskıların, yasakların olmadığı bir ülke istediler. Bedeli ölüm müydü? Tereddütsüz bir ölümdü. Bu bedeli ödediler. Tertemiz bir ömürdü verdikleri. Zaten bundan başka da bir şeyleri yoktu güzel günlerin bedeli uğruna ödeyecekleri. Sayfalarımızda onların yazdığı destana yer verdik. 16 yıllık tarihiyle baskılara yasaklara göğüs geren ve ardından gelenlerin yolunu bir kar makinası gibi açan Grup Yorum’a yeni bir yasak daha. Binlerce dinleyiciye ulaşan son albümü Feda İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün talebiyle Sinema ve Müzık Eserleri Denetim Kurulu tarafından incelemeye alınarak “Milli güvenliğe, genel asayişe, ve kamu güvenliğine uygun olmadığı” gerekçesiyle yasaklandı. Grup Yorum susmayacak. Sanatçılara yazarlara ve aydınlara bir sanat eserinin yasaklanması konusunda ne düşündüklerini sorduk . Uzattığımız mikrofona verdikleri cevaplarla Grup Yorum’un yanındaydılar. Grup Yorum susmayacak. “Feda” albümünü yasaklayanların unutmaması gereken bir şey var Shakespeare’in dediği gibi “Bir ulusun türkülerini yapanlar yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.” Grup Yorum halkın sesidir, susturulamaz... Yeni sayımızda buluşmak üzere...
Dostlukla...
makale
an›
de¤erlendirme
Sevgi Yolunun Sonunda Yar›m Sigara ‹çimi Behiç Aflç›...................................................5-6
Bugün Aral›k’›n 19’u Nazl› Can.................................................11-15
Made In Erdo¤an Do¤an K›vanç.......................................26-27 Emperyalizmin Yeni Harikalar› Pek Yak›nda Orhan Y›ld›r›m............................................3-4
Armutlu Kurtar›ld› Deniz Engin...............................................9-10
izlenim öykü
Bizim Mahalleyi Terörisler Bast› Emre Can....................................................7-8
Armutlu’dan ‹zlenimler II Tav›r......................................................17-23
tan›t›m Bir Kitap ‹ki Hayat Zeynep Aksu..............................................28
haber-yorum Feda’ya Bas›n Aç›klamas›.........................30 Feda ‹mzalar› Kültür Bakanl›¤› Denetleme Kuruluna Götürüldü.................................30 Grup Yorum’a Gaziantep’te Gözalt›........31
fliir
Yasaklar Sürüyor.......................................31 ‹lk Mahkeme 25 Ocak...............................31 Befl Y›l Sonra aç›lan Dava.........................31
Bumerang Diyarbak›r’da Ahmet Aktafl................................................29
Yang›n Yeriydi Sevda S. Denef Demiray........................................16
Ölüm Uykudayd› Yasak............................31 Konser Yasaklar› Devam Ediyor...............31 Yeniler........................................................32
makale makale orhan y›ld›r›m
Emperyalizmin Yeni Harikalar› Pek Yak›nda!
A
merika, tarihi boyunca bir o bölgeye, bir bu ülkeye aydınlığı, demokratizmi getire getire bitiremedi. Aydınlık, eşitlik aşkıyla yanıp tutuşan Amerika Birleşik İmparatorluğu’nun, son süreçteki yeni maceraları Afganistan’la başladı. Görünen o ki; ‘özgürlük operasyonları’ ya da terörist unsurları temizleme operasyonu dedikleri operasyonlar diğer geri bıraktırılmış ülkeler üzerinde de devam edecek. Afganistan’da kendinden tamamen “ bağımsız” bir hükümet kurdurttu, ne petrolmüş, ne ticari pazar alanıymış, aklına hiçbir kötü niyet getirmeden canla başla didindi ve yeni Afganistan’ı kurdu. Oradaki son rötuşlarını da bitirmek üzere. Oradaki işi bitmek üzere ama, demokrasi, adalet aşkı ondaki hırsı daha da kamçılıyor. Şimdi de Irak’a bir el atmayı düşünüyor. Tabii ki bu yeni yer her an değişebilir. Belki Sudan, belki Filipinler, Kuzey Kore, Libya, Suriye, İran, Küba, Vietnam olabilir. Kimbilir hangisi ilk önce yardım isterse oraya koşacağı kesin. Hatta yardım istemelerine bile gerek yok ne de olsa Amerika Birleşik İmparatorluğu bir yolunu bulur, ne yapar eder yardımını esirgemez. Bütün bunlar olurken bir yandan
da ABD’nin ve IMF isimli para dağıtan yardım kuruluşunun marifetlerine hergün bir yenisi ekleniyor. Geçenlerde de gazetelerde, televizyonlarda IMF’nin Arjantin’e nasıl şevkatle(!) yaklaştığını ve Arjantin’i natav›r / emperyalist savafl / ocak 2002 / say›: 5
3
sıl sahiplendiğini gördük. Hep beraber Arjantin halkının IMF’ye, Amerika Birleşik İmparatorluğu’na karşı nasıl sevgi gösterilerinde bulunduklarını, mutluluktan sokaklara taştıklarını, yoğun sevinç gösterilerinden
doğan izdihamdan yanlışlıkla dükkanların camlarının bile kırıldığını da izledik. Arjantin’in durumunun Türkiye’ye çok benzer olduğunu hatırladıkça daha bir “acı acı” gülmeye başlıyoruz. Şimdiden oradakine benzer bir sevinç ve mutluluk gösterisine hazırlanıyoruz. Bakalım efsane Amerika Birleşik İmparatorluğu; Afganistan’da, Arjantin’de, Filistin’de olduğu gibi dünyanın dört bir köşesine adalet (!) dağıtmaya daha ne kadar devam edecek. *** Emperyalistler halklara her daim açlık ve zulüm getiriyor. Tüm bunlar bir yana herkes yaşadıklarıyla görüyor ki; emperyalizm, gittiği her yere açlığı ve zulmü götürüyor. Yarattıkları bu zulüm ortanmından doğacak halk kitlelerinin tepkisini de özel olarak ürettiği silahlarla engellemeye çalışıyor. Emperyalistler her zaman, halkın örgütlü gücünden korktukları için en güçlü silahları, savunma sistemlerini halklara karşı kullanmışlardır. ABD, son Afganistan senaryosunda da çok rahat davrandı. Hazırladığı senaryonun, parçalarını bir bir oturtuyor. Hemen bir örnek görelim. 11 Eylül eyleminin ardından Bin Ladin’i hedef gösterdi ve Afganistan’ı menziline aldı. Ardından tüm meşruluk zeminlerini de hazırlayarak Afganistan’a işbirlikçileri aracılığıyla dört bir yandan saldırıya geçti ve sonunda Almanya’daki toplantının sonucunda masabaşında, beş dakikada yeni bir Afgan hükümeti kuruldu. Tabii bunları yapması az şeye malolmadı. Milyarlarca dolarlık bombalar harcamak zorunda kaldı. Elinde olmayan sebeplerden dolayı binlerce insan öldü, aradan kendi adamlarını da vurdu. Filmin ilk bölümünün son sahnesinde de; “Bakın işte boşuna bu kadar insanı öldürmedim. Bombalamakta haklıydım, çünkü... “ diyerek Bin Ladin’in 11 Eylül saldırısını sahiplendiğini iddia ettiği kasedi yayımladı ve ilk bölümü tamamladı. Sırada diğer kurbanlara saldırmadan önceki senaryolarını uydur-
mak kaldı. Onlar da hiç zor olmayacaktır ABD için. Şimdiden işbirlikçi ve kuyrukçuluğunu yapan ülkeler(Türkiye, üstüne alınmasın) elleri patlarcasına “şak şak” alkış tutarak her türlü emire hazır olduklarını gösteriyorlar. Bu arada ABD 30 yıldır yürürlükte olan “Anti-Balistik füze anlaşması”ndan çekildi. Yani çok rahat bir şekilde “istediğim zaman anlaşma yaptırırım, istediğim zaman çekilirim” diyor. Bundan sonra da nükleer silah kullanabileceğini açık açık dünyaya ilan ediyor. Dünyaya da ikinci bir Nagasaki’yi ve Hiroşima’yı izlemeyi beklemek mi düşüyor? Dünyanın bir yanında bu gelişmeler yaşanırken, bu gelişmeler sadece tek taraflı olarak sınırlı kalmıyor. Elbette başka şeyler de gelişiyor, değişiyor. Emperyalistler çok kusursuz bir çarka sahipmiş gibi görünüyorlar fakat kusursuz işleyen gibi görünen çarkları artık kendini bitirmeye, yoketmeye başlamıştır. Kurdukları impararatorlukların yakın süreçte yıkılma ihtimalini görerek, bunun şaşkınlığı içerisinde bu şekilde kurtlar gibi etrafa saldıran ve kendini sağlama almaya çalışanlar sonlarının gelmeleri izlemekten maalesef kendilerini kurtaramayacaklardır. Büyük bir rahatlık içerisinde bir o ülkeye, bir bu ülkeye sataşan, engin fikirleriyle onların sorunlarına çözüm bulmaya çalıştıklarını söyleyen, milyonlarca insanın tav›r / emperyalist savafl / ocak 2002 / say›: 5
4
gözlerinin içine baka baka yalan söyleyenlerin bahsettikleri çözümü; ancak milyonlarca insanın onların çıkarları uğruna yaşamını yitirmesi olmuştur. Yağma ve talanı “demokratik anlayışı getirme” olarak gösteren, bir çırpıda insanların başlarının üzerine binlerce bomba yağdırmaktan çekinmeyen, katliamlarıyla övünen bir anlayışın, yarın bu yaptıklarıyla olan hesaplaşması da kaçınılmaz ve en az zulmettiği oranda acı olabilir, tıpkı 11 Eylül’de olduğu gibi... Bu nedenle toplumlar tarihini de göz önünde bulundurarak emperyalizmin bu gücü karşısında bugün umutsuzluk, yılgınlık içinde boğuşanlar da, bunalanlar da, çıkmaza girenler de; mücadelenin boyutunu, getireceklerini görmeyenlerdir. Her türlü baskıya, ağır şartlara karşı direnenler ise gelecekteki aydınlığı çok net bir şekilde görüp inançla, umutla ona koşanlardır. İçinde bulunulan “emperyalizm karşısında yenik düşme” duygusu insanları yıldırmamalıdır. Afganistan’da, Filistin’de ve dünyanın birçok yerinde yenilen o an emperyalizmin karşısında bulunan güçlerdir, yoksa onların, halkların mücadelesi değildir. Halklar yenile, ezile mücadele etmesini ve kazanmasını öğrenecektir ve emperyalizm her saldırısından sonra arkasında, daha bilinçli, örgütlü bir direniş anlayışı ekecektir. Bunları biçmek de yine ona nasip olacaktır...J
an› an› av. behiç aflç›
Sevgi yolunun sonunda “YARIM S‹GARA ‹Ç‹M‹”
B
ir İstanbul-Edirne yolculuğuna daha çıktım. Kimbilir kaç kezdir bu yolculuğu yapıyorum. Edirne F Tipi Hapishanesi’nde müvekkillerim Ercan Kartal ve Ali Osman Köse ile görüşeceğim. Belki de yüzlerce kez gittiğim bir yol, nerede ise her metresini ezberledim. Otobüsle de otomobille de 2,5 saat. Başkaları için nihayetinde bir yoldur belki ama, benim için öyle değil. Tıpkı Kandıra yolu gibi, tıpkı Tekirdağ yolu gibi... Bir sevgi yolu... Asfalt, taş karışımı gibi görünen, aslında her metresi sevgiyle örülmüş bir yol. Yolun bir ucunda ben varım, diğer ucunda onlar. Eminim ki bu duyguyu sadece ben yaşamıyorum. Ailelerimiz, annelerimiz, babalarımız da yaşıyor. Yolun bir ucunda aileler, diğer ucunda yavruları. Dedim ya bu yol sevgi yolu... Siyasi tutukluların avukatlığını yapmak tarif edilemez. Bu ilişkiyi avukat-müvekkil ilişkisi kalıplarına sığdıramayız. En çıplak haliyle insani-vicdani bir ilişki yürütürüz. Tek başına ne onlar bizim müvekkillerimizdir, ne de biz onların avukatları. İki arkadaş, iki dostuzdur. Birbirimizin her sıkıntısını, özlem-
lerini, acılarını ve sevinçlerini biliriz. Çokça gülüp ağlamışızdır. Şaşılacak derecede bizim dert ortağımız olmuşlardır. Öyle ki, birçok kişisel, ailevi hatta zaman zaman hukuki sorunlarını çözemeyen avukatların çözümü hapishane ziyaretlerinde aradığını duyarız. İşte ben böyle avukatlık yapıyorum. Mahkeme solonlarında savunduğum insanların hepsini ayrı ayrı seviyorum. Acıların akla gelebilecek her çeşidini yaşadılar. En son da 19 Aralık Operasyonu’nu!... Katledildiler, yakıldılar, kurşunlandılar. Ama kendilerini ilk ziyarete gittiğimde bile beni aynı gülen gözlerle, sevgi dolu gözlerle karşıladılar. Sanki 19 Aralık'ı hiç yaşamamışlar gibi, yirmi bin bomba onların üzerine yağmamış gibi beni sordular. İşte bizim ilişkimiz böyle bir ilişki. Kim bunu avukatmüvekkil ilişkisi olarak anlatabitav›r / hapishane / ocak 2002 / say›: 5
5
lir? Ramazan günlerinden birinde Edirne'ye vardım. Görüş saatlerimiz hafta içi 15:30'da başlıyor, 17:00'de bitiyor. Bir buçuk saat içerisinde kaç kişi ile görüşebilirsiniz? Kaç kişinin hukuki sorunlarını çözebilirsiniz? Kaç kişi ile hasret giderebilirsiniz? Ama burası Türkiye ve F Tipi Hapishaneler böyle! Vardığımda öğreniyorum ki görüş saatleri hapishane idaresi tarafından, önceden ilan edilmeden ve kimseye bilgi verilmeden değiştirilmiş. Ramazan dolayısıyla görüşler 15.00'te başlıyor ve 15.55'te bitiyor. Görüşler yarım saat önce başlatılıyor ve 55 dakikaya indirilmiş. Yani benim görüş yapabilmem için 25 dakikam var. F Tipi Hapishaneler ’de bence en çok değeri olan şey zamandır. F Tipi’nde boşa harcanacak tek bir saniyemiz olamaz. Çünkü boşa gi-
den bu saniyelerin her birisi sevdiklerimle görüşmemden gidecektir. Onlarla o kadar az görüşebileceğim. Kayıt işlemlerini yaptırdım. F tipinde zamanın önemini idare de biliyor. Bu nedenle her şey ailelerin ve avukatların az görüş yapmasına göre düzenlenmiş. Kayıt işlemleri bitirilip duyarlı kapıdan geçtim. Cihaz uyarı vermemesine rağmen gardiyanlar tarafından arama odasına davet edildim. Nedenini sorduğumda üzerimin elle aranacağı söylendi. Bunun yasalara aykırı olduğunu, avukatlık yasasına göre üzerimin asla ve hiçbir koşulda aranamayacağına dair itirazlarım sonuç vermedi. Çünkü gardiyanlara verilen talimat böyle idi. Bir kez daha anladım ki F Tipleri’nde yasalar değil, talimatlar geçerli. F Tipleri herkesin bildiği yasalarla değil, kimin, kimlerin verdiğini dahi bilmediğimiz talimatlarla yönetiliyor. Bize hukuk fakültesinde şöyle öğretmişlerdi; Türkiye demokratik bir ülkedir. Meclisin kabul ettiği, herkesin bildiği ve anladığı yasalarla yönetilir. Ama şimdi şaşkınım. Meclisin kabul ettiği, herkesin bildiği ve anladığı yasalar, kimin, hangi gücün verdiğini bilmediğim talimatlarla bir kenara bırakılıyor. Latin Amerika ülkelerinde bu uygulamaya "Kontrgerilla hukuk" deniyor, ama ben böyle tanımlarsam kesinlikle bu dergi toplatılır ve benim hakkımda da dava açılır. Bu nedenle değerlendirmeyi okura bırakıyorum. Dedim ya F Tipleri’nde en değerli şey zamandır. Bu nedenle tartışmayı uzatmadım. Kayıt arama vs. işlemlerinin bitirilmesi 20 dakika sürdü ve ben avukat görüş odasındayım. Eğer Ercan'ı hemen getirirlerse 5 dakika görüşebileceğim. Sadece Ercan Kartal ile görüşebileceğim. Bu arada şunu da hatırlatayım; F Tiplerinde tutuklular avukat görüşüne gelirken yanlarında hiç bir şey getiremezler. Sigara, çakmak, kibrit, kalem, kağıt, dosya, ajanda vs. gibi. Bu nedenle görüşe gider-
ken yanımda hep sigara götürürüm. Görüşmeye çağırdığım müvekkillerimden sigara içenler çoğunlukta. Kendileri hücrelerinden yanlarında sigara getiremeyince, sevgi yolundan hasretle bekledikleri avukatlarının getirecekleri o kısa görüş anında, efkarla, sevgiyle, bazen hüzünle içilen "Tek dal" sigara olur içtikleri... Benim sigara içmediğimi bilenler ilk zamanlar yadırgıyorlardı ama şimdi alıştılar. Lakin, biz sigara götürebildiğimiz halde, ilginçtir, o kimin verdiğini bilmediğimiz talimatlar gereği, çakmak ve kibrit götüremiyoruz. Yani sizin anlayacağınız, içecekleri sigaraları benim gardiyanlardan aldığım çakmaklarla yakıp, şöyle bir dumanını içime çekip, onlara vermem gerekiyor. İyi bir sigara tiryakisi olmama az kaldı!... Nihayet Ercan getirildi. Ercan'la beraber, hatta Ercan'dan önce sert görünmeye çalışan gardiyanın uyarısı geldi: "Görüş süreniz 2 dakika sonra bitiyor!" Sigarayı yakıp Ercan'a verdim. Zamanımız çok. İki dakika göründüğü kadar kısa bir zaman değil. İki dakika kadar kısa bir zaman değil. Birbirimize çok şey anlatabilecek kadar yeterli bir zaman. Gözleri onu ilk tanıdığım zamanki gözler, altı yıl önceki, üç yıl önceki, bir yıl önceki gözleri. Pırıl pırıl bakan, tertemiz gözler. Aydınlık bir yüz. Sevgi dolu bir insan. Sanki 19 Aralık operasyonunu o yaşamadı, onlarca tanıdığı, sevdiği hemen yanıbaşında yakılmadı, kurşunlanmadı. Sanki binlerce kurşun üzerine sıkılmadı, yüzlerce bomba üzerine atılmadı. Sigarasından bir nefes aldı ve konuşmaya başladık. Aramızda geçen konuşma aşağıdadır ve aynen aktarılmıştır. Anlamsız ve birbiri ile hiçbir ilgisi olmayan görüntüsü kimseyi aldatmasın; İlk soru ondan geliyor - Nasılsın? - İyiyim sen nasılsın? tav›r / hapishane / ocak 2002 / say›:5
6
-Armutlu nasıl, oradaki ölüm oruççuları nasıllar? Diğer hapishanelerdeki arkadaşlarımız nasıllar? -Buradaki ölüm oruççularının sağlıkları nasıl? Bekir Şimşek'e zorla müdahale edilmiş, hafızasını yitirmiş doğru mu? - Hapishane idaresi şok aramalara başladı. - Adalet Bakanı çok kararlıyım diyor, 19 Aralık operasyonunun sorumluları hakkında hiç bir dava açılmamasına rağmen sizler hakkında onlarca dava açıldı. -Etrafımı tamamen boşalttılar şimdi bir insan sesi bile duymuyorum! Gardiyanın sesini duyuyoruz aynı anda; " Görüş süresi bitti, görüşü bitiriyoruz." Bu kadar... aramızda geçen konuşma yukarıdaki. Anlamsız bir sürü kelimenin bir araya getirilmesi gibi görünüyor. Ama öyle değil. Biz birbirimizi anladık. Birbirimizi göz göze geldiğimiz anda anladık. Biz o iki dakikada, aslında günlerce konuştuk. Dünyayı, insanları, halkımızı, F tiplerini, ölüm orucunu, zorla müdahaleyi, tecrit ve izolasyonu, aileleri.... her şeyi herkesi konuştuk. ABD saldırıları, Filistin Halkı’nın direnişi de konuştuklarımız arasındaydı. Giderken Ercan sigarasını söndürdü. Daha doğrusu yarım kalan sigarasını. Tüm görüş süresince sadece yarım sigara içebilmiş... İki buçuk saat geliş, iki buçuk saat dönüş, yarım sigara içimi görüş... Bir trajedi, bir dram gibi görünüyor belki, ama değil. O yarım sigarada kimbilir kaç paket içmiştir. Öyle ya, bu kadar şey sadece yarım sigara içimi konuşulabilir mi? Yarım sigara içimi bir görüş için bunca çile çekilir mi? Çekilmez değil çekilir... Hapishaneden ayrılırken Halil Önder'in mektubundan bir bölüm aklıma geldi; "Belki vedalaşmak dar vakitlere sığmaz..."J
öykü öykü emre can
izim mahallemizi teröristler bastı. Sultan Abla'yı Barış Abiyi öldürdü. Hakkı'yı Eylem'i ise ateşlerle yakmışlar. İnsan yakılır mı? Ama onlar insanları yakmışlar. Arzu abla dumandan boğularak ölmüş. Hani upuzun sakalları olan Dursun Abi var ya o bayılmış. Az daha o da ölüyormuş dumandan. Evde yangın çıkmış. Ben gidecektim Sultan Abla’nın yanına ama annem göndermedi. Benim kocaman silahım vardı. Bi vurdum mu... Onlar ölünce ben çok ağladım o kadar çok ağladım ki... Sultan Abla’mın başından kan sızıyordu. Ben gidecektim kurtarmaya ama annem göndermedi. Biz o yaktıkları eve hep giderdik. Orada oruç tutuyorlardı. Zehra Abla o evde öldü, Şenay Teyze ve Gülsüman Teyze de o evde öldü. Pınar'la Erdem'in annesiydi Şenay Teyze. Erdem benim arkadaşım. Galatasaray'ı tutuyor, ben Fenerliyim. Bazen maç ederdik mahallede. Biz onları yenerdik hep. Erdem duysa bu söylediğimi
B
bana yine "Atma oğluuum, biz sizi yendik" der. Ama siz ona inanmayın biz onları yendik maç yaparken. Şenay Teyze öldükten sonra da Erdem’le Pınar hep evlerine gittiler. Benim annem ölse ben her gün ağlardım. Onlar çok ağlamadılar. Bir keresinde annesi ölüm orucundayken Erdem bahçedeki bütün lahanaları yolmuştu. "Madem yemiyorsunuz ben de hepsini yolarım” demişti. Erdem’in bisikleti var. Beni de bindirdi. Devrim olduktan sonra bütün çocuklara bisiklet alacaklarmış. Hakkı Abi bir keresinde öyle söyledi. Bütün çocuklar doya doya süt içeceklermiş. Ben sütü hiç sevmem. İçmemki ben süt. Bana bisiklet alsınlar devrim olunca. Ama Devrim öyle kolay olmazmış. Cephe vuracakmış sonra devrim olacakmış. Çok büyük bir şeymiş devrim kocaman... Benim bir arkadaşım var, adı Devrim. Koşu yapınca ben onu geçiyorum. Pınar'la Erdem Anneleri öldüktav›r / armutlu / ocak 2002 / say›: 5
7
ten sonra diğer Abla ve abilerinin yanından hiç ayrılmadılar. Şenay Teyze öyle istermiş. O evde bir de Hülya Teyze vardı. O da öldü açlıktan. Yani oruçtan. Hülya Teyze mahallenin bütün çocuklarını çok severdi. Bize hep eti puf, bisküvi ve gofret dağıtırlardı. Bunları hep Hülya Teyze dağıttırırmış. Ama hiç dondurma dağıtmadılar. Dağıtırlar diye bekledim ama hiç dağıtmadılar. Hülya Teyze’den istesem bana alırdı ama onunda canı ister diye söylemedim. Çünkü onlar oruç tutarken hiçbir şey yemiyorlar. Bizim mahallemize polisler geldi o gün biliyor musunuz? Babam evde yoktu. Annem de komşuya gitmiş. Ben de sokakta top oynayacaktım. Barikatçıların yanına gittim. Akşamları ateş yakıp türkü söylerdi barikatçılar. Hep çevre evlerden barikatçılara yemek götürürlerdi. Biz ne zaman evin önünde oynasak bize gürültü yapmayın direnişçiler sesten rahatsız oluyor derlerdi. O gün polisler geldi işte. Yüzlerinde maske-
ler vardı terörislerin. Ben korktum. Korktum ama kimseye korktuğumu söylemedim. Ben barikatçıların yanındayken terörislerin mahalleye geldiğini anlayan annem koşa koşa geldi ve beni hemen eve götürdü. Kapıyı da üzerimden kilitledi sonra kendisi barikatların oraya gitti. "Korkma" dedi giderken. "Dışarı çıkarsan bacaklarını kırarım" dedi bir de. Dışarıya çıkamadım. Öyle bir siren çaldıki arabalar, sanki kulaklarımı delecekti o ses. Divanın altına saklandım ama bunu kimseye söylemedim siz de söylemeyin. Sonra bizim barikatçılar slogan attılar. Hep bağırdılar. Polise taş attılar. Bir de molotof. Ama polis onlara silah sıktı. Bir de eve bir sürü bomba atmışlar. İşte o yüzden yangın çıkmış. Bizim mahallemiz çok güzeldi, onlar gelmeden önce. Her yerde oynar her sokakta koşar, top oynar, maç ederdik. Böyle her tarafta polisler yoktu. Bize hadi evinize gidin deyip küfür edenler yoktu. Ben polisleri hiç sevmem. Onlar Sultan Abla'yı öldürdüler. Bizim barikatçılar da hiç sevmez polisleri. Bir keresinde ben de polise taş attım. Yine atacağım. Geçen gün bir tanesi bana çukulata verdi almadım. Sevmek istedi gitmedim. Ona hıyar dedim annem bu lafa çok kızdı. Biz bu mahalleye taşındığımızda ben daha doğmamışım. Ablam ve abim daha küçükmüş o zaman. Ben bu mahallede doğmuşum. Bizim evimizi annem ve babam kendileri yapmış. Önce bir oda yapmışlar sonra diğer odaları yapmışlar. Bizim köyümüz buradan çok uzakmış. Ben daha küçükken köye gittim. Bir daha gitmedim. Ben mahallemizi çok seviyorum. Mahallemizde bir eve karakol yaptılar. Karakol polislerin evi demekmiş. Babam öyle dedi. Ama bu karakollarda insanları dövüyorlar, iş-
kence ediyorlar. Biz evimize geleni dövmüyoruz... Mahallemize o karakolu açtıkları zaman bir tane şişko adam gelip evin önündeki sandalyeye oturdu. Gazetecilere bir şeyler anlattı. Bu adamı daha önce hiç görmemiştim. Bize yardım edeceğini bundan sonra mahallemize hizmetler getireceğini söylüyor. Mesela çocuklar için park ve spor tesisi yapacakmış. İstemem. Hakkı abi bana devrimden sonra bisiklet alacak. Bende Erdem'i bindireceğim bisikletime çünkü o da beni bindirdi. Adam diyor ki size hizmet getiririz, bu evlerin tapusunu size veririz. Ama bundan sonra terör örgütlerine yardım yapmayın diyor. Ben o güne kadar bizim mahallede hiç teröris görmedim. Ama terörisler herhalde bizim barikatçılara kurşun atan adamlardır. Terörisler kan döker diyordu o adam. Doğru söylüyor. İşte o gün mahallemizi basan maskeli ve eli silahlı adamlar o şişko adamın bahsettiği terörisler olmalı. Biz onlara yardım eder miyiz hiç... Geçen gün annemden su istediler annem su vermedi. Onlar da bakkaldan şişe suyu aldılar. Polislerin bir de panzerleri var. Bundan yıllar önce yine böyle bu panzerlerinden biriyle benim kadar bir çocuğu ezmişler polisler. Çocuğun adı Sevcan'mış. Öldüğünde yedi yaşındaymış. Sevcan da benim gibi burada doğmuş. Sevcan'ı panzer dedikleri polis arabası ezmiş. Bizim barikatçıların polis arabasına molotof atmalarının nedeni buymuş. Çocuklatav›r / armutlu / ocak 2002 / say›: 5
8
rı ezmesin diyeymiş. Sevcan ölmüş panzer ezince. O zaman yine karakol yapmışlar mahallede. İşte bu panzer dedikleri o karakolun bahçesinde dururmuş. Sevcan'ın şarkısı bile var. Şişko adam çayı höpürdeterek içiyor. Ben yemek yerken ağzımı şapırdatsam babam kızar. Şişko adama kimse kızmıyor herhalde. Ben çok kızıyorum. Bizim mahallemizi terörisler bastı. Her mahallede var mı? Sizin mahallenizde de var mı terörisler? Varsa siz de kovun onları mahallenizden. Şişko adam öyle söylüyor. Ekmek vermeyin onlara. Çünkü o terörisler panzerleriyle çocukları eziyor, silahlarıyla adam öldürüyorlar... Dikkat edin yüzlerinde maskeleri var. Hemen tanırsınız görünce... Onlara sakın mı sakın yardım etmeyin emi?J
makale makale deniz engin
ARMUTLU KURTARILDI!
N
eredeyse her gün mahalleler ve hapishaneler üzerinde süregelen baskı ve katliamlarla yaşar olduk. Gündemin sıkça değiştiği ülkemizde bu olaylar o kadar çok yaşanır hale geldi ki unutturmamak için her şey yapıldı denilebilir. Özellikle son günlerde Küçükarmutlu’da uygulanan şiddet ve katliamlar unutulmayacak görüntülerle zihnimize yerleşti. Bir yılını dolduran 19 Aralık katliamı ve bu katliamla özdeşleşen benzeri görüntülerde izleyenleri sarsacak cinsten görüntülerdi. Kasım ayının beşinde öğle saatlerinde Armutlu’ya binlerce polis onlarca panzer ve timlerle giren emniyet güçleri Armutlu’dan yaklaşık iki saat sonra dört ölüyle birlikte çıktı. Direniş evi ateşe verilip, direniş evini koruyanlar kurşunlanırken ciğerleri parçalayan gaz bombaları hala atılmaya devam ediyordu. Televizyon ekranlarına yansıyan polis kamerasının görüntüleri bile çok açıkça bir katliam yapıldığını gözler önüne seriyordu. Bunları aslında hepimiz biliyoruz. Bu sorunları yaşayan sadece Armutlu halkı değil. Yıllardır sağlık, eğitim, işsizlik ve buna benzer yaşamsal ihtiyaçlarımız için yaptığımız her türlü eylemde elimiz yüzümüz kana bulanarak, coplanarak gözaltına alınıyo-
ruz. Bu eylemlere katılmasak bile evlerimizde haberleri izlerken tanık olduğumuz manzaralar bunlar. Bu kadar meşru taleplerimizde bile bizi bu hale getiren zihniyet mi “Masum insanların ölmesini istemiyoruz.” diyecek? Muhakeme etmek pek de zor olmamalı! (Bu ülkenin anayasasına göre masum olmayan insanı da öldürmeye hakları yoktur.) Ayrıca kim masumdur kim değildir hangi değer yargılarına göre değerlendirilecek bu da ayrı bir tartışmanın konusudur! Bayramda televizyon ekranlarından, bir polis şefinin , halkın bayramını kutlamasını izledik. “Polisi seviyor musunuz?” diye soruyor çocuklara. Yüzlerce gözaltı, sayısız ölüm ve yıkımları gören bu çocuklar ne demeli şimdi? Soruya anlam veremenin boşluğuyla bakıyorlar yüzlerine. Binlerce polisle, panzerlerle evler tav›r / armutlu / ocak 2002 / say›: 5
9
işgal edildi ve bir karakol haline getirildi. Dokuz yıl önce panzer altında kalarak can veren Sevcan için yapılan parkın yerine, kemiklerini sızlatırcasına karakol kuruldu. Tüm bunlar huzursuz olan bir halkın huzurunu yerine getirmişti onlara göre! Tehdit ve baskıyla terör estirildi Armutlu’da. “Kurşunlamadık, yanarak, boğularak öldüler.”dediler. Kim yaktı? Kim zehirlenmelerine neden oldu peki? Terörist, canlı bomba, kurtarılmış mahalle ve benzeri bahanelerle onlarca
masum insan öldürüldü, tutuklandı. Bugün ülkenin dört bir yanında sürdürülen operasyon, saldırı v.b. olaylar tüm halka yöneliktir. Yani diğer bir tanımlamayla yapılan baskıların amacı evinde yemek yapan kadınından, okula giden çocuklara, işten eve, evden işe giden çalışanına kadar tüm halkı yıldımaktır. Onlar Terörist! Terörizmin sözlük anlamı yöntemli yıldırma, korku salma yoluyla amaca ulaşma politikası. Ne kadar da tanıdık! Küçükarmutlu’da günlerdir sürdürülen abluka, kimlik kontrolu bahanesiyle gözaltına alınan sayısız insan, habersizce ve zor kullanarak yapılan ev baskınları yöntemli birer yıldırma ve korku salma yoluyla amaca ulaşma politikası değildir de nedir? “Büyük Devlet” ayakta bile zor durabilen, zaten tek silahı bedeni olan ve açlığın yüzlü günlerini geride bırakmış insanlara saldırarak büyüklüğünü mü gösteriyor? Bu kadar mı acze düşmüşlerdir? Evet düşmüşlerdir. Çünkü bir yılı aşkın süredir devam eden ölüm orucu direnişini bir türlü bitirememenin yarattığı acizliktir bu. Devletin kimi kimden kurtardığını anlamak gerek. Yoksulluğun adım adım dolaştığı Armutlu sokaklarında, yaşanan acıları, geçim sıkıntısını, köylerden kentlere göç ettirilmiş onlarca insanı bu kötü yaşam şartlarını değiştirerek mi kurtaracak yoksa baskı şiddet ve ölümle mi? Elbetteki devletin oradaki yoksul halkın geleceğini düşünmek gibi bir kaygısı yoktur. Böyle bir kaygı taşısaydı orada yaşayan insanların evlerini yıllardır başlarına yıkıp sokak ortasında bırakmazdı. Anadolu’nun çesitli yerlerinden işsizlik, yoksulluk nedeniyle göç ederek karnını doyurabilmek çabasıyla gelen bu yoksul insanlar, zaten yıllardır devletin gözünde potansiyel terörist muamelesi görüyor, gece yarıları evleri basılıp gözaltına alınıyor, sorgusuz sualsiz ne yaparsa yapsın örgüte yardım yataklıktan yargılanıyor. Hapishanelere düşüyor. Armutlu halkı, devleti tanıdığı kadar devrimcileri de tanır. Çünkü sokakta kaldığında ona sahip çıkan devrimciler olmuştur. Evlerinin harcını bugün şehit düşen, tutsak dü-
şen pek çok devrimci ile birlikte karmıştır. Dar gününde suratında devletin tokatını bulan halk omzunda ise devrimcilerin dost elini hissetmiştir. Bu yüzden kapıları her zaman açıktır devrimcilere. Hangi terörden bahsediyorlar? Devrimciler o evlere girerken yüzlerinde maskeler ellerinde otomatik silahlarla girmedi. Zaten oradaydılar, o mahallede yaşıyorlardı. O halkın evlatlarıydılar. Zeynepler, Gülsümanlar, Şenaylar oradaki halktı. “Terör örgütünün hegamonyasını kırmaktan” bahsediyorlar. Kime inanır Armutlu halkı? Hergün kapısını çaldığı dertleştiği, bir arzuhali olduğunda çekinmeden dile getirdiği, derdine derman aradığı kendiyle aynı acıyı derdi yoksulluğu paylaşan dostlarına mı yoksa ellerinde ölüm kusan silahlarıyla yüzünü bile göstermekten çekinen hergün halka terör uygulayan devletin kolluk kuvvetlerine mi? Hangisi daha mantıklıdır? 5 Kasım’da yaptıkları katliamı aklamak için türlü türlü yalanlar söylediler. Evdekilerin açılan ateşle değil, kendilerini yakarak, gazdan zehirlenerek öldüklerini açıkladılar. Armutlu’da kendini yakarak ölen bir kişi bile yoktur. Yaralı olarak kurtulabilen insanlar ise polisin bu saldırısı sonucu çıkan yangında yanmışlardır. Yanan evin içinde bulunun ve ağır yaralı olarak gözaltına alınan insanların tav›r / armutlu / ocak 2002 / say›: 5
10
çoğu ölüm orucu direnişçisi bile değildir. “Hayat Kurtarıyoruz” yalanının perde arkası budur. Armutlu’da Huzur Sağlandı! Halka para, ekmek, bayramda tatlı dağıtarak, internet kafeler açarak, devrimcileri kötülüyerek gününü kurtarmaya çalışanlar yanılıyorlar. Kendilerini tatminden ve kamuoyuna iyi bir imaj çizmekten başka bir amacı yoktur yapılanların. Devlet, farzedelim Armutlu halkına Armutlu’ da çok da iyi bir yaşam sağladı. Peki Armutlu’ dan çıktıktan sonra ne olacak? Sıkıntılarını, acılarını Armutlu’dan çıktığında da yaşamaya devam etmeyecek mi?. Sorun ne Armutlu ne Gazi ne de başka yerdir. Bunu herkes biliyor ve anlıyor. Anadolu topraklarında yıllardır yaşanan baskı, şiddet ve katliam ne ilk ne de sondur. İnsan Haklarını koruma adı altında çıkan birçok yasanın içeriğine baktığımızda ne kadar boş ve temelsiz olduğunu görüyoruz. Hak ihlalleri ve gaspları tüm hızıyla devam ediyor. Armutlu’da yaşanan olaylar bunun en somut örneğidir. Direnme hakkını hiçe sayan uygulamalar ve tutuklamalar devam ediyor. Armutlu halkının yanında olduğumuzu göstermeliyiz. Unutmayalım ki Armutlu’ya yapılanlar, bundan sonra yapılacak olanların bir işaretidir... o
an› an› nazl› can
ir yıl oldu onlardan ayrı düşeli. Yani bizimkilerden.... O gün bütün hapishaneler cayır cayır yanıyor öfke ve gözyaşı sel olup birbirine karışıyordu. Hatırlanmak istenmeyen kanlı bir gündü 19 Aralık 2000. Anılar ise belleklerde taptaze. Bayrampaşa’dayım. Bayrampaşa Kadınlar Koğuşu’nda. Birgün gelip de cehenneme çevrilecek olan o koğuş bizim yılları devirdiğimiz, hasret çektiğimiz, ama ille de omuz omuza verdiğimiz yerdi. Olancası ne ki, bir mapus damı işte... Ama bizim için sadece bir mapus damından öteydi orası. Bir gün işte. Bir günü anlatacağım size. Orada yaşadığım günlerden bir gün Özlem’in ranzasına yanaşıyorum. - Bi şiir yazdım -.... - Özleeem! Sana sesleniyorum alooo! (Kulaklık cihazı kullanıyor ağır işittiği için) - Ne? - Şiir yazdım diyorum şiir! Kulaklığını aç bi zahmet de okuyayım şiiri. Burada arkadaşlarımızın ufku genişlesin, ince bir ruha sahip olsunlar diye sanat yapalım diyoruz kamuoyunun gösterdiği ilgiye bak. Okumuyorum şiir miir, yazmıyorum da... - ( Gülüyor) - Ayrıca öyle gülüp durma sinirimi bozuyorsun, sinirimi bozmakla kalma-
B
yıp sanatsal yanımı köreltiyorsun. - Gülmeyeceğim, ne olur ver şiiri... - Vermem ben okuyacağım dinle -Sen kötü okuyosun ama... ben o zaman anlamıyorum. -( Kaşımı çatıyorum) Sensin kötü okuyan! ( Kafasına bi tane patlatıyorum, elleriyle korunmaya çalışıyor ama kriz halde de gülüyor, boğuşuyoruz saç baş birbirine karıştı.) Neyse büyüklük bende kalsın. Zaten şairi benim. Önemli olan şiiri kimin yazdığıdır. - Çok mütevazisin. Mütevazi şairim benim. Hayatta sevdiğim üç şair var. Nazım Hikmet, Ahmed Arif bir de sen... - (Sandalyenin üzerine çıkıyorum, burnum havada. Bu harekete çok güler) Tabiii... Öhö. İyi. O zaman Al bakalım. Ama eleştiri kabul etmem. Yani olumsuz eleştirileri. (Bu bir şaka aramızdaki. Ben havalara girer gibi yaparım o hep güler. Yine gülüyor) - Bak yine gülüyor yaaa... Şiiri okudu. Gülümsedi. Zaten hep öyle sessiz sessiz gülümserdi. Bir burukluk kapladı içimizi. Bu bir veda şiiriydi. Beğendi... çok beğendi şiirimi Özlem. Şiirimi ezberledi. Volta mapusluğun törpüsüdür derler ya biz buna inanır mıydık inanmaz mıydık hatırlamıyorum ama sohbet koyu oldu mu o voltanın üç saat bile sürdüğü olmuştur. tav›r / hapishane / ocak 2002 / say›: 5
11
Özlem Ercan
Bugün Aral›k’›n Ondokuzu... İşte bu voltalar esnasında zaman zaman türkü söyler zaman zaman şiir okurduk. Voltamız hızlı volta atanlara göre sıkıcı gelir, amaaan... deyip giden olurdu. Ya da neye gülüyorsunuz bu kadar anlamıyorum ki deyip giden de olurdu. Bilmiyoruz ki bazen bir bakış gülmeye yeterdi. Hem de kriz halde gülmeye... Özlem’in o gün okuyup beğendiği şiir bir ayrılık şiiriydi. Çünkü benim tahliyem yaklaşıyordu. Peki biz ayrılacak mıydık. Hayır asla. Bizi ancak ölüm ayırırdı. Ve inanır mısınız ölüm bizi bir gün ayırdı... Geride anılarımız o yüreğimize sığmayan kocaman sevdamız bir de özgür bir dünya yaratma düşlerimiz kaldı. Yaşanacak öyle çok şey vardı ki hepsi yarım kaldı.... Hapishane... Ah be hapishane. Duvarları yıkılası mapus damı. Yedin sevdiklerimizi. Etimizden kopardın can parçalarımızı. Seni yapan eller kırılsın mapushane... Kırılacak... Bir gün gelip kırılacak o eller deyince gözlerime geliyor bir kıvılcım oturuyor. Omuzlarıma asla yorgunluk düşmemeli. Bir ağlasam hem de hıçkıra hıçkıra bir ağlayabilsem. Yok... olmuyor. İçimden bir ses sakın ağlama diyor. Bir yıldır süren ölüm orucunda o kadar çok sevdiğimiz insanı kaybettik ki... Mapustayken hoşumuza gidip de bir kenarlara not aldığımız söz geliyor aklıma. "Hapishane insanın insana yap-
insanlara bile anlatmak zorken ölümü bir çocuğa nasıl anlatılır bunca kan ve gözyaşı? Böyle bir ülkede büyüyor çocuklarımız. Sokakta coplanan insanları ağlayan anaları aç evsiz soğukta bekleşen yoksulları, bir lokma ekmek için saatlerce soğukta çalışan insanları, ayakkabısı olmayan üzerine giyecek bir şeyi olmayan insanları açlarımızı yoksullarımızı görüyor çocukların gözleri. Ay sonunu çıkaramayan kendisine harçlık veremeyen okul masrafını karşılayamayan babasının ezikliğini ve utancını görüyor. İnsanların öldürüldüğünü, diri diri yakıldığını görüyor. Televizyonda bir kanal değil ki filmi beğenmeyip değiştiresiniz. Her gün yaşanan dipdiri bir hayat bu bir film değil ki başlamadan önce " Çocukların izlemesi sakıncalıdır!" yazılı bir uyarısı olsun. Hayat işte, hergün yaşadığımız. Çareniz yok çocuğunuzla birlikte izleyeceksiniz. Zorla izlettirecekler size. İki seçeneğiniz var: Ya seyirci olacaksınız ya da olmayacaksınız. O zaman değiştireceksiniz bu hayat denen acı dolu kanalı... Ve bu kumandanın düğmesine bastığınız kadar kolay olmayacak... Bu yolda sevdiklerinizi bile kaybedeceksiniz. Bir daha göremeyeceksiniz. Hapishanede tecrit edilecekler, yüzleri yasaklanacak size. Akrabanın bile birinci derecede olanı istenecek. Yürüdüğünüz yol zorlu ama en onurlu yol olacak. Bunu bilmek sizi yaşayacağınız acılar karşısında dimdik ayakta tutacak... Bu gurur size bir ömür boyu yetecek. ... İşte bu duygularla yine Bayrampaşadayım. Yıllar öncesini hatırlıyor, yaşadıklarım kare kare gözümde canlanıyor. Hadi bak hep birlikte baştan sayıyoruz. Son bir iki üç ray rara ray rara rara ray ray... Ayağınızı sayın oynarken. Bir defa daha deneyelim. Hop bir iki üç. Hoppa... Say, son ki üç. " İndim dalı kırmağa oy nanayda... cilveloy nanayda...” Gözü bana takılıyor. Gülmemeye çalışıyor. Biraz da sinirleniyor aslında ama renk vermiyor. Prova bittikten sonra gelip boğazımı sıkıyor şakadan. -Ne gülüp duruyorsun oradan? -Yok ya... Valla size gülmüyorum Nilüfer hay allah ya... tav›r / 19 aral›k / ocak 2002 / say›: 5
12
Nilüfer Alcan
mış olduğu en büyük kötülüktür. En vahşi hayvan bile avını parçalar öldürür ama bir yere hapsetmeyi düşünmez. Bu insanın şeytan yanının ürünüdür. Mapusta zaman farklıdır dışarıya göre. Kimi zaman duvarlar yol olur akar kimi zaman ise bir saniye on yıl gibi gelir. Yapılacak tek şey vardır. Ayakta kalmak. Ayakta kalmalısınız, ayakta kalmalısınız ve ayakta kalırsınız...." buna benzer bir laftı işte. Ama doğruydu. Bilimsel gerçekliklerle değerlendirdiğimizde insanlık tarihi boyunca ezen ve ezilen sınıflar arasındaki savaşlar her zaman kanlı geçmiş ama vahşetin bu türüne az rastlanmış, ya da en çok ortaçağda engizisyon mahkemelerinin verdiği kararlarla insanlar diri diri yakılmış. 21. Yüzyıldaydık ve ülkemizde bir hapishanede insanlar diri diri yakılıyordu. Bu nasıl bir vahşetti... Aklın mantığın vicdanın alması mümkün değildi. Bir de orada yakılanlar vahşice öldürülenler kokusuna, gülüşüne sesine, ayak sesine kadar tanıdık olduğunuz insanlarsa, dostlarınızsa bir şeyler paylaştıklarınızsa bunca acıya ve onların yokluğuna hangi yürek dayanır. Yok... dayanıyorsunuz. Dayanmak zorundasınız. Tıpkı o sözde denildiği gibi yapacak bir tek şey vardır: Ayakta kalmak, ayakta kalmak ... ve ayakta kalırsınız... Acı ise her dem tazedir. Yürekte kanar durur. Ne zaman onları anımsatan bir yüz görseniz kanar yaranız. Ne zaman sevdikleri bir türküyü dinleseniz acı gelir çöker yüreğinize. Bu acının adı özlemdir. Özlersiniz. Yaşadıklarınız hatıralar gelir aklınıza onları anar ve özlersiniz. Bir daha asla göremeyecek, onlarla konuşamayacak beraber gülemeyecek, ağlayamayacak, şakalaşamayacaksınızdır. Şiirinizi onlara okuyamayacaksınızdır. Beraber bir film seyredemeyeceksinizdir. Karşılıklı bir bardak çay içemeyecek hayal kuramayacaksınızdır. Çünkü onlar yoktur artık. Yaşamıyorlardır. Keşke bütün bunları yapamasanız da yaşıyor olsalardı dersiniz. Şu koca dünya dar mı geldi onlara dersiniz. Peki yaşamayı haketmeyecek ne yaptılar dersiniz. Elbette hiç bir şey. Dünyanın en güzel en fedakar en vefalı en kahraman insanlarıydılar. Peki ya neden öldüler? Bir çocuk sorsa bu soruyu, ne cevap verebilirsiniz? "İyi insanlar oldukları için." deseniz anlar mı bunu çocuk. Koskocaman
-Yok yok sen gülüyordun. -İki gözüm önüme aksın gülmüyordum ya... Allah beni davul etsin halkoyunlarında kullanın ! Size gülmüyordum. (Gıdıklıyor beni...) Bu gıdıklama faslı epey sürüyor ve güldüğümü hem de onlara güldüğümü itiraf etmek zorunda kalıyorum. Ne yapayım ben halkoyunlarından hiç anlamam, hep olayın mizahi yanındayım. Her biri ferdi olarak güzel hareketler yapıyor, bütünlük yok ama. Ben izliyorum bu da onları tedirgin ediyor. Orada durup izlerken oynayanların dikkatini bozduğum için çalışmadan uzaklaştırılıyorum. Bir kutlama var. Oraya halkoyunları ekibini çıkaracaklar. Sıkı bir çalışma içersindeler. Ara veriyorlar arada sigaralar yakılıyor. Yorgunluk çaylarını da içiyorlar. Nilüfer etrafındakilerle koyu bir sohbete dalmış. Ben yavaş yavaş yanına yanaşıyorum. Biraz tedirgin oluyor. Bir açığını yakalarsam bir gün gelir skeçlerde taklidini yaparım çünkü bunu biliyor. - Yok ya Nilüfer öylesine sohbete geldim. - (Oldukça temkinli) Hımmm.. - Ya ben çocukluğumu anlatacaktım sana. Öyle saf ve temiz amaçlar taşıyorum yani. Mesela ben çocukken çok yaramazmışım. Kiraz ağacından düşmüşüm gömleğim yırtılmış. Uçurtmam tellere takılmış falan filan yani çok yaramazmışım ama sen eminimki çok uslu bir kızdın. - Evet usluydum. -Dantelli elbiseler giyerdin. - Evet giyerdim. - Pembe renk falan olurdu.
karak) Hıııı tamam yatıcam bak bak ne yazıyor ne kadar ilginç II. Enternasyonalde Lenin.... (Allahım yarabbim yaa. Anlattıkça anlatıyor gecenin üçünde....) - Seyhan ben gecenin bu saatinde algılayamıyorum dediklerini boşver sonra anlatırsın. ( Gündüz anlatsada anlayabilmem zor çünkü onun okuduğu kitapların onda birini bile okumadım) Hadi yat Seyhan sabah kalkamazsın bak bütün gün kötü olursun. Koğuş kapısının önünde bir arkadaşla karşılaşıyorum oda yatmamış. Bana ne oldu? diyor. Hiç... Seyhan’la konuşuyordum. İkinci Enternasyonalde ne olmuş merak ediyorsan git sor ayrıntılı bilgi veriyor. - Ne? Kaçıncı Enternasyonel? Ne veriyor Seyhan? Ay bi daha söyle dur anlamadım! - İkinci ikinci! (Aşağı iniyorum o şaşkın şaşkın gülümsüyor, Seyhan’a doğru ilerliyor) Zekasına hayran olmamak mümkün değildi. Genç yaşında okumadığı ML Klasik kitap kalmamştı. Savunduğu ideolojiye kökten inanmış ne için mücadele verdiğinin bilincine varmış bir insandı. Öğrencilik yıllarında devrimci mücadeleye katılmış hani derler ya beynimizi devrim düşleri ele geçirmiş bir kez... Tıpkı öyleydi Seyhan. Bu söz Seyhan’ı tanımlamaya yeterdi. Devrim düşleri yüreğini ve beynini ele geçirmişti çoktan. Devrim olacaktı bu ülkede başka çaresi yoktu. Seyhan devrimi görsede görmesede farketmezdi bu ülkede devrim olacaktı, bu ona yeterdi. Çocuklarımız için.... Çocuklarımızın mutlu bir geleceği olsun diye devrim olacaktı. Çocukları çok severdi. Sımsıkı sarılır bir öpücük kondururdu yanaklarına elinden tutar gezdirirdi. Top oynardı. Çocuğu öptüğü zaman aldığı bu öpücüğü hakederdi. Çünkü onun içindi mapus damında ödediği bedel. Onun içindi daha da ödeyecekleri... Emperyalizmi faşizmi öylesine iyi anlatırdı ki tartışmalarda maddi zeminini koyar ve ikna edesiye kadar hatta bıktırana kadar tartışırdı. O kadar bilgiliydi ki bu yönüyle bir cevherdi Seyhan. Onda bencilliğin ufacık bir kırıntısına rastlamak mümkün değildi. Ben en ufak bir bencilliğini görmedim en tav›r / 19 aral›k / ocak 2002 / say›: 5
13
Seyhan Doğan
- Evet olurdu. -.... - Noldu....? Pek işine yarayan cevaplar vermedim galiba! Lafı dönüp dolaştırıp onun kibarlığına narinliğine getirecek, bunu çocukluğuna bağlayacaktım ama o bunu yutmadı. Nilüfer dışardayken bir dönem halkoyunları öğretmenliği yaptığı için pek çok yörenin oyunlarını biliyordu. Ama daha çok Marmara Bölgesi Oyunlarını biliyordu. Bunlarda arkadaşları pek açmıyordu. Daha çok, Kafkas , Çerkes, Adıyaman gibi hareketli ve içinde kavga, savaş figürlerinin olduğu oyunlar rağbet görürdü. Ama o ısrarla sevdirmeye çalışırdı Trakya ya da Marmara Bölgesi oyunlarını. Bolu’luydu Nilüfer. Bolu yemekleriyle ünlüdür ama o pek yemek bilmemesine rağmen yaptığı işi öylesine itinalı yapardı. Koğuşta toplu mantı üretim günlerinde en küçük, en narin mantılar onun yaptıkları olurdu. Öylesine şevkatli, öylesine yardımsever bir insandı ki bir şey isteseniz hayır yapamam dediğine ben rastlamadım. Elinden ne gelirse ağır ağır ama azimli çalışır didinir bitiremeyecek bu ağırlıkla dediğimiz işleri bile bitirirdi. O gün 19 Aralık’tı. Ölenlerin listesinde onunda ismi yazılmıştı. "Nilüfer Alcan" bu kadar kolay telaffuz ediliyordu. Ama benim yüreğimin bu gerçeği kaldırması o kadar kolay olmadı.... Uykusuz gecelerimizde birbirimize ikram ettiğimiz bir tek sigara o mapus damında o yoklukta nasılda değerliydi. Hem de zuladan... Böyle zulalarımız olurdu günü geldiğinde yine birlikte patlatırdık zulayı. O sigarayı yine birlikte içerdik. Biz bunu paylaşmıştık. Biz neleri neleri paylaşmıştık Her biri canımızdandı... Ve öldüklerini söylüyordu birileri. Buna inanmak ve kabul etmek ne kadar güçtü. Yaşadıklarımız daha dün gibi aklımdaydı: Nöbetçiyim o gece. Arkadaşların üstü açıldıysa, ya da bir ihtiyacı olan, hasta olan var mı diye koğuşa çıkıyorum. O’ nun lambası yanıyor. - Seyhan artık yat.. -..... -Seyhan! Seyhan! Hişştt! Duymuyor musun beni... -...( Okuduğu kitabın üzerinden ba-
azından. Üzerindeki giysiyi, yiyeceği ekmeği isteseniz verir kendinin başka olmasa, kendine başka kalmasa bile... Seyhandı o verirdi. Emindiniz. Peki ya canını verir miydi? Verirdi. Duyduk ki bir gün Seyhan onuda vermiş. Dedik ya Seyhandı o sevdikleri için canını bile verirdi. Kendini ateşe bile atardı. Kendi canından geçerdi. Dedik ya emindiniz. O kadar emin olurdunuz tanısaydınız... Bombalar yağıyormuş o gün koğuşa. Bu bombalar bildikleri kadarıyla bir çeşit gaz içeriyor. Ne içeriyorsa içeriyor bu bombalar insana zarar veriyor. Bunlar sinir gazı yayıyor. Sis çıkarıyor, sis ve gaz bombası. Etkisiz hale getirmek için bu bombaları koğuştan dışarı atmak gerekiyor ya da su dolu bir kovaya atmak gerekiyor etkisiz hale gelmesi için. Yalnız, çok sıcak olduğu için ıslak bir bezle tutmakta fayda var. Çünkü insansınız ve etiniz yandığında büyük bir acı duyarsınız. Operasyon sırasında koğuşta bulunanlardan birinin dikkatini çekiyor Seyhan bu bombaları çıplak elle tutup dışarı atıyor. Seyhan elin yanıyor uyarısına verdiği cevap çok net " boşver hepimiz birazdan şehit düşeceğiz..." Seyhan’ın naaşı teşhis edilemeyecek durumdaydı o koğuştan çıkarıldığında. Boğazınıza bir taş çakılıyor yutkunamıyorsunuz. Nasıl karşıladı acaba ölümü? Sorusu kafanızda bir netlik kazanıyor: Cesurdu... Onurluca olan bir tek şey vardı dimdik durmaktı, öyle yaptı. Hatta fazlasını yaptı... Deyim yerindeyse aslanlar gibiydi. Bunu bilmek yürek yangınını biraz hafifleti-
Çok meşhurdur kahkahası. O önde ben arkada koştururuz havalandırmada. Elinde süpürge ya da çek çek sapı olur. Kovalar beni. Kimbilir ne şaka yaptım da laf yetiştiremeyince, ya da laf yetersiz kaldığında böyle koşturuyor beni. Yakalayıncada kıyamaz. Bir şey yapmaz. Eee yoldaşlık. Canı acısa senin canın acır. Ağlasa sende ağlarsın. Kardeşten ileridir yoldaşın... Çünkü aynı yolda yürürsün kalbin aynı şey uğruna çarpar ve gün gelir ölümü bile paylaşırsın... O gün 19 Aralık ... İçim titreyerek ölen ve yaralananların listesine bakıyorum. Bilgi TAYAD’ dan. Ve ölenlerin arasında bir isim var ki yüreğime bir kurşun daha saplanıyor. Şefinur Tezgel yazıyor kağıtta. İnanmak güç. Bir daha bak, bir daha, yüz defa daha baksan o isim yazıyor orada. Yaralı değil, ölmüş... Gözlerim anında doluveriyor. Aşkolsun be Şefinur. Aşkolsun sana. Ben seni ne kadar çok güldürdüm sen böyle mi yapacaktın. Ağlatacak mıydın beni. Ama yapar o. Çünkü delidir. Gözü karadır. Öfkesinin önüne geçilmez. En öndedir o. En öne fırlamıştır. Öyle olmuş zaten. Bir de vedalaşması var ki yeryüzünde kaç yiğidin harcıdır. Karşı koğuşa el sallıyor ve zafer işareti yapıyor alevlerin arasından. Delikanlım... Delikanlı Şefinurum benim, yiğit yoldaşım. Aslan Şefo! Aslan! Hemen süzülüyor dizeler kalemimden “Deliydi bu Şefo dedikleri/Bir sıktı mı dişini/ bir sıktı mı yumruğunu/ ateş olsan yalım yalım kavrulur/ deniz derya olsan köpürür/ Ok yaydan fırlar gibi/ Şimşek olsan çakardın günler geceler boyu/ Duru bir su gibiydi bu Şefo dedikleri/ Baksan görürüdün kendini/ Öyle saf öyle temiz/ Bir tas daldırıp içesin gelirdi/ Şefo bu her damardan su içmez/ Egenin tütünü gibi/ Oy nazlı nazlı.../ Oy gülüşüne sevdalandığım/ Oy benim sol yanım, keskin yanım/ Bilenmiş bıçak yanım/ Delikanlı yanım/ Öfkem benim, küskünlüğüm/ İnadım hırçınlığım/ Çocuk yanım/ Ağız dolusu kahkaham benim/ Bir ömre değer gülüşüm/ Hoyrat yanım/ Kırmançım benim dağlım/ Dağlara gidelim Şefo dağlara! / Adam seninle deli olur vurur kendini dağların başına/ Dağlara çıkalım Şefo sarp yamaçlı dağlara/ soluğum yetmez sana ama/ Dağlara çıkalım Şefo/ Kan akmaz orada sular/ Düğünler kuratav›r / 19 aral›k / ocak 2002 / say›: 5
14
Şefinur Tezgel
yor insanın. Duramıyorum düşlerim beni o koğuşa götürüyor. Yaşadığımız ne güzel günlerimiz oldu. Hemde hergün dört duvar arasındasınız ama sevdiklerinizle birliktesiniz. Bu insana direnme gücü veriyor. Yalnızlık çekmiyorsunuz. Yaşadığımız o güzel günleri düşündükçe hücreleri niye yaptıklarını daha iyi anlıyorum. Herkes hapishaneye düşmekten korksun ve muhalif bile olmasın düzene. Herkes boyun eğsin diye. Birlikteydik biz her an . Doğruydu, birlikten güç doğardı. Bizde o kötü hapishane koşullarına direnme gücünü birbirimizden alıyorduk. Ne kadar çok şeyimizi bölüştük, paylaştık. O koğuşun havalandırmasında ateş yakıp halay çektik biz. Yine ateş yakıp başında zeybek oynadık.... Gözlerimi kapasam oradayım. Bir yaz günü havalandırmadayız yine. Hapishanenin yazı nasıl olur demeyin, güzel olur. Doğadan uzaksınız ama orada yazı da, kışı da yani bütün mevsimleri hissedersiniz. İşte böyle bir yaz akşamında yine havalandırma dediğimiz avludayız. Biraz yorgun düşmüşüz dedik ya halay çektik. Duvar dibine oturduk çay var ya da yok, bu önemli değil. Sigarayı tüttürüyoruz. - Şefinur o türküyü söylesene - Hangisini? - Neydi ya... Ne ördekti? Nasıl bi ördekti? - ( Kahkaha atıyor) - Gülme ciddi söylüyorum. Hani yar oturmuş bir yere karşı falan. Ördek vardı valla türküde. O açıdan söyledim. (Hala gülüyor) - Ciddiyim bak ben... Ya her zaman söylediğin yeşil ördekli türkü. -Haa... Yeşil başlı gövel ördek... - Hah! o... -Allah canını almasın senin akşam akşam karnıma ağrı girdi gülmekten. Valla kusura bakma sen bir şey söyleyince altında mutlaka bir muzurluk arıyorum. - Aşkolsun yaa... Ama beni kırmıyor. O güzel sesiyle istediğim türküyü söylüyor. Sonrada Mühür Gözlüm’ü. Zaten topu topu iki tane türkü biliyorum. Diğerlerini hatırlayamıyorum. Ördek falan diye hatırlatmaya çalışınca komik oluyor. Ama olsun. O’nu güldürmeye bayılıyorum.
lım vardığımızda dağlara/ Halaya duralım/ Tut elimden Şefo tut elimden/beladır bu eller/ Durulmaz... Daha çok şiir yazacağım. Onları anlatmaya yetmez dizelerin gücü. Hiç bir şey yetmez onları anlatmaya... Hiç bir şey. Ama yürek bu anlatmadan, paylaşmadan duramıyor. Değilmi ki biz onları tanıdık ne güzel insanlar olduklarını bilmeli herkes... Olağanüstü, insanüstü bir yanları yoktu. Herkes onların geçtiği aşamalardan geçebilir, bütün hayatlarını inandıkları idealler uğruna adayabilirdi. Kendilerine ait olan değerleri hep korumuşlar girdikleri devrimci mücadele içinde bu değerleri zenginleştirmişler ve hayatlarının yirmidört saatini devrim ve sosyalizm mücadelesine adamışlardı. Temizdiler, bu düzenin olanca kirlenmişliği batağı içinde tertemiz kalmayı başaran ve fedakarlığın son aşaması olan şehitlikleriyle belleklere kazınmışlardı Bayrampaşa Hapishanesi’nde diri diri yakılan altı kadın... Devrimciydiler ve mücadeleleri insanların onurlu özgür tok ve adaletli bir yaşama kavuşması içindi.Yaşamları ise bu ülke insanının yaşamlarından farklı değildi... Onlarla birlikte geçirdiğim bir yaz gecesiydi yine. - Şu Gülseren’e bir şey söyler misin lütfen. -Ne gibi? - Verem hastası bir insan sigara içer mi fosur fosur içiyor. - Sen de içiyorsun, hastasın - Ben veremken içmiyordum. Ayrı-
tav›r / 19 aral›k / ocak 2002 / say›: 5
15
çok şaşırtmıştı. Ama doğruydu ... *** - Bak şurdaki parlayan yıldızı görüyor musun? - Hayır. - Ya bak, işte şurdaki en parlak olanı. -Hayır. Yüzbin tane yıldızın içinden senin kafayı taktığın yıldızı nasıl görebilirim? Göremiyorum. - O benim yıldızım. - İyi , güle güle kullan. Ne işe yarıycaksa! Onun yıldızıymış! -Bak bir tane kayıyor gördün mü bak bak! - Kaysın beee Özleeem.. Ne yapayım? - Dilek tut. - Olur. -Tuttun mu? - İyi ,tuttum. Sen? - Ben de tuttum. -Ne tuttun? - Söylemem. Söylersen dileğin olmazmış. Bugün 19 Aralık. Gözlerim gökyüzünde yıldız arıyor. Hangisi Özlemin yıldızıydı? Bilmiyorum. Göremem ben zaten. Kaydı mı Özlem’in yıldızı? Özlem bir yıldız olarak parlayacak mı gökyüzünde hep? Her 19 Aralık’ ta bakacağım. “Bir yıldız olacağım gökyüzünde “ Sanki böyle mi söylemişti bana hatırlamıyorum. Ama gökyüzüne mutlaka bak... Yıldızlara bak demişti. Bakıyorum Özlem... Göremesemde bakıyorum. Bir yıldız olarak gülümsüyorsunuz oradan hepiniz, biliyorum...o
Gülser Tuzcu
Gülseren Öztürk
ca onun kadar inat değilim. Hayır. Bunu ona söylemenin bir faydası olmayacak. Çünkü o bu hastalığı hiç takmıyor. Uyuması gerekiyor uyumuyor. İyi beslenmesi gerektiği için ona hazırlanan özel yiyeceklerden bir çatal alıp bırakıyor, bulgur pilavı kuyruğuna giriyor. Bıraksan yemek yemeyi unutacak. Sinirli. Sinirlendiği zaman çekinirsiniz biraz ama bunu ona ifade edince çok üzülür. “ Gerçekten mi ya...” der. Sinirlenmeleri genelde kişisel bir sorunla ilgili değildir. Aksatılan ihmal edilen yeterince emek verilmeyen, baştan savılan işlerle ilgilidir daha çok. Bazen sohbetin koyu demine vardığımızda kendinden, kendi yaşamından da bahsettiği olur. Genelde dinlemeyi sever. Ben hep anlatırım o dinler. Belki sussam o konuşacak ama susmayı değil hep anlatmayı seviyorum. O’ da dinlemekten zevk alıyor belli. O zaman hiç susmuyorum. Yanına gidip açık açık söylemeliyim. - Ben yazı yazamıyorum Gülseren. - Nasıl yani.. - Yazamıyorum olmuyor. Sen hiç bir yazıyı beğenmiyorsun sana beğendirmek zor yazıyı. Gülüyor, yine kızmadı. Şimdi beni ikna edecek bu nedenle sakin. Ama ben ikna olmayacağım, hadi bakalım, yazamıyorum çünkü. Bana göre iyi oluyor ama o beğenmiyor, demekki ben çok yetersizim, doğru öyleyim de, bu değişmeyeceğim anlamına gelmiyor. Ama ben o zamanlar bunun farkında deği-
lim. İnadım inat vazgeçsin bana yazı yazdırmaktan. Aylar geçiyor. Bana yazı yazdırmaya devam ediyor. Onu pes ettireceğim ama her hafta bir yazı götürmeye devam ediyorum. Bir ay, iki, sekiz, on ay neredeyse iki yıl olacak. İnatçı. Bu yazıları ne yapıyorsunuz diyebilirsiniz. Bunlar belki kitap olabilir, belki dışarıda bazı devrimci dergilerde gazetelerde yayınlanır. Dışarıdaki mücadeleye bir katkı sunmuş olursunuz böylece. Yayınlansın ya da yayınlanmasın önemli olan bizim yazı yazmayı öğrenmemiz. Ama o taktı bana, öğretecek. Ama sıkılıyorum ben. İşte bunu da öğrenecektim bu aylar boyunca. Yani sıkılmamayı. Ürettiğin bir şeyden zevk almayı, emeğine saygı duymayı... Sonuç itibarıyla bu savaşı Gülseren kazanıyor. Dedim ya inatçı... Onun gözlerinde bir kıvılcım vardı. Bunu Gülseren’i tanıyanlar iyi bilir. İnce narin bir yapısı vardı ama hani Yaşar Kemal ‘in İnce Memed romanında bir bölüm geçer bu ufacık kara kuru adamın neresi İnce Memed der de köylüler sonra Abdi Ağa’nın yaptığı zulmü ona anlattıklarında İnce Memed’in gözlerine bir öfke, bir kıvılcım gelir oturur ya.. “İşte İnce Memed buymuş, meğer onu İnce Memed yapan o gözlermiş “ derler. İşte bende onda bunu görürdüm. Öyle bir öfke otururdu gözlerine zaman zaman. Televizyonda haber izlerken, ya da bir şehit haberi aldığımızda. O gözlere gelir bir kıvılcım otururdu... .... Bir sohbet sırasında bize bir şey söylüyor Gülser. - 80 Cuntası olduğunda ben bunalıma girdim doktora gittim. Devrim olacaktı, olmadı hayal kırıklığı yaşadım psikiyatriste gittim. - (İçimden abartıya bak... diyorum) Hadi canım! o kadar mı etkilendin? Yok... bu bir şaka ya da abartı değil. Gerçekten öyleymiş. Devrim olmayınca Gülser buna çok üzülmüş. Hem de yaşı o kadar küçükken. Doktor bunu teselli ediyor. Düzelir böyle kalmaz diyor. 12 Mart’ı örnek veriyor. O zamanda böyle baskılar oldu sonra yine devrimciler toparlandı. Bundan sonra da öyle olur, biraz zaman alır diyor. Kaç kişinin yaşamında böyle bir anı vardır ki... Pek alışılagelmedik bu durum bizi
fliir fliir s. denef demiray
yang›n yeriydi sevda Düflünmek Bazen sevimli bir çocuk yüzü gibi Gece ortas›nda ›fl›l ›fl›l dolunay›... Deniz üzeri sedefli yakamozu... Bazen yemyeflil çay›rlar› Ve üzerinde sereserpe koyun sürülerini. Arkada Munzuru, Toroslar›, ‹nce Memed’i... Ve hep seni düflünmek, Ne kadar güzel biliyor musun? So¤uk bir odada, Bir bafl›na, Kendi sesinden, Kendine özgürlük türküleri söylemek, Ve düfllemek, Gelece¤in düflü ne kadar güzel, Biliyor musun Gülom? Düflledikçe güçleniyorum Bugün, Bugün o kadar güçlüyüm ki diyorum, Gelsin ac›lar, Gelsin yaln›zl›k, Gelsin kudurgan aç kurtlar, Gelsin! Bu gün solu¤um öylesine güçlü ki, Bir nefeste, Sahipsiz kalm›fl, Bütün uçurtmalar› uçuruyorum... Yüre¤im günefl, Bafl›ma kadar bahar, Boyumca umut, Düfllerimce özgürlük var Memleketim var Memleketim diyorum Bugün, Bugün öyle büyü¤üm ki, Sevdam öyle büyük ki, Sevdam öyle büyük ki diyorum gülom, Gözlerin bile küçük kal›r Bütün duvarlar› Bir minicik sözle y›kabilirim Ellerim öyle büyük ki,
Da¤lara dokunabilir, Uzanabilirim kuytusundaki ormanl›klara Bir minik parma¤›mla, Düflman›n bafl›n› ezebilirim Kald›rabilirim düflenleri, Yeniden binlerce can verebilirim, Seni seviyorum diyorum Gülom, Yüre¤im Günefl, Bafl›ma kadar bahar, Boyumca umut, Düfllerimce özgürlük var, Memleketim var Memleketim... Yang›n yeriydi sevda Ve de affedilmez bir yaland› sabah Kand›rm›flt› geceyi Yüzlerdeki derin oluktan, Akan kan› a盤a vurmak için... Zulüm her zamanki yerindeydi Kükrüyordu! ‹nliyordu gri kül kokulu sokaklar... Hadi diyordu bir ses, Hadi gülüm dayan! Titrekti yürekler, Titrekti eller... Ama korkudan de¤il, Aflktan heyecandan... Titrekti zamanlar, Özlemler kurfluna dizikti Parça parça, bölük bölük... Bir siren sesiydi, Gazetede bir akflam bask›s›yd›, Edirne’ de bir yan›k yüzdü art›k sevda... Ama dinmedi o a¤›r kan›m, Hep döküldü meydanlara Il›k ›l›k, sokak sokak Yaln›z b›rakmad› sevdalar›... Dört duvar aras›ndayken bile Sonsuz flafaklar söktü gözlerde! Umut hiç dinmedi! Çünkü direnmek Umutta gizliydi Yaflamak direnmekte.... tav›r / fliir / ocak 2002 / say›: 5
16
de¤erlendirme de¤erlendirme grup yorum
onur, namus, adalet ve vatan için
SUSMAYACA⁄IZ!
"E
ylül karanlığında ışık, suskunluğa ses olmak istedik. Kendimizi ifade biçimiydi müzik. Kardeşliğin, eşitliğin, paylaşmanın düşüyle düştük yollara. Sevgi bizimle, umut bizimleydi. Sömürüsüz ve özgür günlerin özlemi bizimle..." diye yola çıkmamızın üzerinden 16 yıl geçti. 16 yıl içinde ekmekten sevgiye ve kavgaya kadar halkın bütün sorunlarını müziğimize katmaya çalıştık. Çünkü onlarla yaşıyor, onlarla paylaşıyorduk. Onların içlerindeydi köklerimiz. Dayatılan kaderciliğe karşı, umudu, mücadeleyi, direnmeyi savunduk. Bireyciliğe karşı kollektivizmi, örgütsüzlüğe karşı örgütlülüğü savunduk. Kendi alanımızın koşullarını yorumlayarak her türlü sapmaya (popülizm, elitizm, slogancılık vb.) karşı tavır aldık. Her zaman onuru, namusu, adaleti ve vatanı savunduk. Sömürü ve zulüm düzenini karşımıza alıp onu halka, insanlığa düşman olan nitelikleriyle mahkum ederken, sömürüsüz, özgür, eşit, paylaşımcı bir toplumu hedefledik. Sanatımızın özgürlüğünü, emeğin özgürleşmesine bağladık. 16 yıl içinde sanatsal çalışmalarımızda ve yaşantımızda ilkeli ve tavizsiz olduk. Gelişmeyenin, kendisini yenile-
meyenin ve üretemeyenin yok olacağı bilinciyle sürekli gelişme, kendini yenileme ve yeniyi yaratma çabası içerisinde olduk. 12 Eylül sonrası ilk Kürtçe türküyü söylemekten, hakkını aramak için parti binası işgaline kadar bir çok ilke de imza attık. Egemenlerin bütün baskı ve zorlamalarına karşı direndik, asla boyun eğmedik. İlk olmanın ve direnmenin bedeli olacaktı. Bunu biliyorduk ve bedelini fazlasıyla ödedik. 16 yıl içinde bir çok defa sesimizi boğmak istediler. Bunun
1
için de bir çok yola başvurdular. Şimdi ise yeni bir saldırıyla karşı karşıyayız. 5 Eylül 2001 tarihinde dinleyicilerimize sunduğumuz "Feda" isimli albümümüz, yayınlandıktan bir ay sonra Kültür Bakanlığı Denetleme Üst Kurulu tarafından yasaklandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün başvurusu üzerine toplanan kurul, kasetimizin toplatılmasına karar vermiş ve buna gerekçe olarak da, "Feda"nın, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün isteğiyle yeniden değerlendirmeye alındığı, milli güvenlik, genel asayiş ve kamu yararına uygun olmaması nedeniyle, gösterim ve icrasına oy çokluğu ile izin verilmediğini belirtmiştir. Başkanlığı'nı Ayten Şan'ın yaptığı ve Mehmet Aksoy, Sürmeli Ağdemir, Hakan Aydın Türkeli, Ali Kocatepe, Yılmaz Atadeniz ile Meltem Savcı'nın denetleme kurulu üyeliklerini üstlendiği kurulda, Meltem Savcı dışında tüm üyeler kararı onaylamış ve albümümüzün toplatılmasına karar vermiştir. Konser yasakları, ev baskınları, işkenceli gözaltılar, komplolar ve tutuklamalarla grubumuz defalarca susturulmak ve dağıtılmak istenmiştir. Öyle ki, aynı gün içinde bir elemanımızın tahliyesine sevinirken, diğerinin ceza alıp tutuklanmasına üzüldüğümüz olmuştur. Ama Grup Yorum'un elemanları bütün bir halktır. Türkülerinde onların öyküsü vardır. Çünkü ona kan taşıyandır. 1985 yılından bu yana keyfiyetin ve baskının her türlüsünü yaşamış olan grubumuz, Türkiye'nin birçok ilinde valilerin keyfine ve kişiliğine göre albümlerimizin toplatıldığına da tanık olmuştu. Ama Türkiye çapında kasetimizin toplatılması, eser işletme belgesinin iptali bugüne dek hiç yaşanmamıştı. Bugün, grubumuzun kuruluşunun 16. yılında baskının bu çeşidini de yaşıyoruz. 12 Eylül’den bu güne rehabilite çalışmalarını yoğunlaştırarak sürdüren sistem; sanatçı ve aydınlar içerisinde de önce devrimci-demokratlardan başladı rehabilitasyon çalışmalarına. Kimini tutukluyor, kimine de
göz dağı verip korkutuyordu. Öncelikle tarafsızlaştırıyor, sonra yavaş yavaş kendi çarkının bir parçası haline dönüştürüyordu. Grup Yorum bu rehabilitasyon çalışmalarının hep dışında kaldı. Grup Yorum, kurulduğundan bugüne, türküleriyle ve hayata bakışıyla ezilenlerin yanında yeralmış; türkülerini, ezilenlerin kurtuluşu için seslendirmiştir. İşçilerin, öğrencilerin, memurların, gecekondu halkının hak ve özgürlük taleplerinin yanında olmuş, ülkemizin bağımsız, demokratik bir ülke olması için türkülerini ateş hattına sürmüştür. Grup Yorum türküleri, özgürlük tutkusunun notalara dökülmüş halidir. Özgürlük, Grup Yorum'un tutkusudur! Açlığın, baskının, zulmün ve sömürünün hüküm sürdüğü bir ülkede, bu yüzden onlarca kez yargılandık. Mahkeme tutanakları, ezilenlerin tarafında olduğumuzun, söylediklerimizi savunduğumuzun belgesidir. Baskıya ve zulme rağmen bu türküleri söylemekten onur duyuyoruz! Grup Yorum elemanı olmaktan onur duyuyoruz! Feda neden yasaklanmıştır! Soyut ve kuru bir resmi açıklamanın dışında şu anda gerçek bir sebep yoktur. Az önce belirttiğimiz gerekçe dışında elle tutulur bir gerekçe gösterilmemesi, denetleme kurulu üyelerinin nasıl bir emir komuta zinciri içinde çalıştıklarının göstergesidir sadece, albümümüzün yasaklanma gerekçesi değildir. Bu emir-komuta zinciri içerisinde çarçabuk toplanıp, çok kısa bir sürede kasetimizin toplatılmasına neden olan kurul, bizim, toplatılma gerekçesinin somutlanması için yaptığımız başvuruya, bir ayı geçmesine rağmen hala bir cevap vermemiştir. Bilinir ki, bir albüm denetim kurulundan geçmezse bu ya bir şarkının bir dizesinden ya da bir şarkının varlığından dolayıdır. Ya da birkaç şarkı olabilir bu gerekçe. Ama "Feda"da 14 şarkı vardır. Bunların tümü mü yasaklanmaya gerekçedir? Yani, Meryem isimli Arapça aşk türküsü, Nazım Hikmet'in "Bu Memleket Bizim" şiirinden bestelediğimiz şarkı, 17 Ağustos ve 12 kasım depremleri
2
üzerine bestelediğimiz "Sesimi Duyan Var mı" isimli şarkı, Dadaloğlu şiirinden bestelenen "Kozanoğlu" isimli şarkı denetleme kurulu tarafından yasak gerekçesi olarak mı gösteriliyor. Milli güvenliği kim tehdit ediyor. Dadaloğlu mu, Nazım Hikmet mi? Eğer bir açıklama yapılmazsa bileceğiz ki bunlar da milli güvenliği tehdit ediyor. O zaman hemen bir teklif hazırlayacak ve ilgili tüm kurumlara başvurumuzu yapacağız. "Dadaloğlu Ders kitaplarından, Nazım Hikmet Kültür Bakanlığı programlarından çıkarılmalıdır." diyeceğiz. Ya da nedir kamu yararı? Bu albümde kamu yararına aykırılık nasıl tespit edilmiştir? Kim tespit etmiştir? Biz bilirdik ki kamu yararı halkın gelenekleri, görenekleriyle oluşan bir hukuk sistemini ifade eder. Biz buna aykırı ne söylemişiz? Hırsızlığa mı teşvik ettik, ahlaksızlığı mı olumladık? Yoksa kamu yararı diye ifade edilen, egemenlerin yararı olmasın? Biliyoruz ki bugün egemenlerin yararını gözetmek, IMF'yi, emperyalizmi ya da Ortadoğu ve Asya halklarının katlini onaylamaktır. Bunları yapmadık, yapmıyoruz, yapmayacağız. Tarafız! Tarafımız ezilen Anadolu, Ortadoğu halklarının tarafıdır. Tepesine bombalar yağdırılanların, kimliği yok sayılanların, üzerine kirli oyunlar oynanan emekçi halkların tarafıdır bizim yerimiz. Tarafız! Ezilenlerin tarafındayız. Bu yüzden biliyoruz ki bunların hiçbiri gerçek gerekçe değildir. Kasetimizin toplatılmasının gerçek sebebi, bir yılı aşkın bir süredir süren Ölüm Oruçları ve Grup Yorum'un, "Feda"da beş parçayla ölüm orucunu anlatmasıdır. Bağımsız bir vatan uğruna kendini feda edebilenleri anlatmasıdır. Gerçek gerekçe, her şeye rağmen bu ülkede devrim umudunu ve hasretini yitirmeyenlerin Grup Yorum türküleriyle umut tazelemesidir. Umutsuzluğa ve karamsarlığa karşı umudu ve mücadeleyi temsil eder türkülerimiz. Egemenler için politik, siyasal, ekonomik hiç bir şey iyiye gitmezken, türkülerimizin açlı-
ğa, yoksulluğa ve zulme son vermenin yolunu gösteriyor olmasıdır gerçek gerekçe. O halde susturulmalıdır! Yüzbinlerce dinleyicimize, halktan yana olan aydınlara ve sanatçılara gözdağıdır gerçek gerekçe. Ölüm Orucu başladığından bu yana tam 82 kişi hayatını kaybetti. Hapishaneler yıkıldı, mahalleler kuşatıldı, basıldı. Zorla müdahalelerle onlarca kişi hafızasını kaybetti. Ölüm Orucu hala sürüyor. Hak ve özgürlükleri için bedenlerini, canlarını ortaya koyan tutsaklar ve tutsak yakınlarını susturamayanlar, ölüm orucunu bitiremeyenler, bizlere demokratik mücadelenin içinde yeralan Grup Yorum ve onun gibi düşünenlere saldırarak ölüm orucunu bitirmeye çalışıyor. Meclise getirilen yasalar, bizleri ölümlerden sorumlu tutarak hapsedilmemizi buyuruyor. Bu ülkenin İçişleri Bakanı televizyonlarda ismimizle, resmimizle bizi ölüm orucunu yönlendirmekle suçluyor. Açıkça hedef gösteriyor. MGK'nın susturulması gereken sanatçılar listesinde ilk sıraya adımız yazılıyor. Tüm bunların sebebi ölüm orucunu bitirmeye yönelik girişimlerse, bunlara gerek kalmadan mesele çözülebilir. Muhataplarıyla, yani tutsaklarla oturulup, talepleri çerçevesinde anlaşılarak mesele çözülebilir. Bizlere baskı yapmakla meseleyi çözeceklerini düşünenler yanılıyor. Bize uygulanan baskı, halkı susturmaya, sindirmeye, "eline vur ekmeğini al" denilen türden bir halk haline getirmeye yönelik girişimlerdir. Tüm ezilmişliğine, sindirilmişliğine rağmen, açlıkla ve zulümle terbiye edilmeye çalışılan bir halkın her an patlayabileceğini egemenler de biliyor. Ama ellerinde baskı ve katliamdan başka uygulayabilecekleri hiçbir şey yok. Ortadoğu'nun, Asya'nın bombalanması bu yüzdendir. Bu yüzden kendi yurdumuzda ölüyoruz, hapsediliyoruz. Biz herkese ekmek ve adalet istiyoruz. Adalet ve ekmek her insanın en temel hakkıdır. Halkımız bu temel hakkından mahrum. Direnenler bu yüzden direniyor; direnemezsin diyerek bu hakkımız elimizden alınıyor. Direnme hakkı tarihsel bir haktır yasaklanamaz! Tarih, hak-
ları için direnenlerin öyküleriyle doludur. Bu hak için direnerek tarihe adımızı yazıyoruz. Türkülerimizi yasaklamaya çalışanlar, dönüp tarihe baksınlar. Türküler bir yaşayışın içinden çıkar ve onları susturmaya kimsenin gücü yetmez. Çünkü halkın kendisi vardır türkülerde. Sevgisiyle, nefretiyle. Doğumuyla, ölümüyle. Açlığıyla, yoksulluğuyla. Fedakarlığı ve paylaşımıyla. Bu yüzden unutmaz, unutturmaz. Tarih, türküleri yasaklayanları yazsa da, onları kimsenin anmadığını da ekler. Ama türküler yüzyıllar boyu dilden dile yayılır. Grup Yorum'un türküleri halkın bağrından çıkmış, halk için söylenmiş türkülerdir. Halk istemezse, o türküler unutulmaz. Grup Yorum halk gibidir, her yerde karşınıza çıkar. Halk bir akarsu gibidir; önüne set çekilemez. Eğer çekilirse, o akarsu kurumaz olsa olsa yatağını değiştirir. Kasetin toplatılması için imza atanlar, hiç düşündünüz mü? Neyin altına imza attığınızı? Sadece bir kağıt üzerindeki "Feda" isimli kasetin toplatması mıydı imzaladığınız? İyi düşünün. Çünkü o kasette açlığı, zulmü, yoksulluğu, katliamı, depremi, sevdayı, paylaşımı, ölümüne fedakarlığı anlatmaya çalıştık biz. Öyleyse attığınız imzayla bunların hepsinin karşısında durdunuz siz. Hani her gün biraz daha ucuza ekmek alabilmek için saatlerce kuyruk bekleyenler var ya, bırakın ucuzluğu bir yana, ona verebilecek bile parası olmadığı için aşevlerinde bedava bir tas yemek için saatlerce kuyruklarda bekleyenler var ya, işte siz onların açlığına, kuyruklarda saatlerce beklemesine olur imzası attınız. Hani otopsi raporlarında bile, "Hayata Dönüş" adı altında yakılarak, kurşunlanarak katledildikleri or-
3
taya çıkan tutsaklar var ya, işte siz katliamı yapanlara da ortak oldunuz o imzayla. Ve biz işte bu yüzden alnımız ak, başımız dik, gururla yürüyebiliyoruz. Ve bu yüzden bu yasak kararını kabul etmiyoruz. Buna karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz. Hukuki haklarımızı sonuna kadar kullanacağız. Hukukun yetmediği yerde haklılığımız ve meşruluğumuzla mücadele edeceğiz. Türkiye'nin her yeri protestolarımızı duyacak. Protestolarımıza duyarsız kalanlar bilmelidir ki bizden sonra sıra onlara da gelecek. Çağrımız; el ele bu yasaklara karşı mücadele edelim, kabul etmeyelim. Son olarak Grup Yorum dinleyenlerine sesleniyoruz. "Feda"nın yasaklanmasını protesto etmek için her yerde "Feda"yı dinleyelim. Otobüsler, evler, dükkanlar, pazar yerleri nerede olursak olalım, "Feda"yı, onu yasaklayanları sağır edecek kadar yüksek sesle dinleyelim. "Feda" gibi bir albümü hazırlamaktan, "Feda"da halk için, hakları için tereddütsüzce ölebilen yiğit, kahraman insanlarımızı anlatmaktan gurur duyuyoruz. Sözlerimizin arkasındayız. "Feda"yı, devrim kuşağının kahramanlarına adıyoruz. Bu ülkede vatanı uğruna kendini feda edebilenler oldukça fedanın türküleri de olacaktır. Türkülerimiz her yerde halkın ve kavganın sesi olmayı sürdürecek. Halkın sesi, öfkesi ve geleceği olan türkülerimizle sistemi rahatsız etmeye devam edeceğiz.o
röportaj röportaj tav›r
Kemal Aytaç’la Hukuki Olarak... - Merhaba Kemal Bey. Siz İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi aynı zamanda Baro’nun Kültür Komisyonu Başkanı’sınız. Grup Yorum’ un Feda isimli albümü İstanbul Emniyet Müdürlüğünün talebiyle yasaklandı. Siz bu kararı bir hukukçu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? - Bir defa genel anlamda bu tür eserlerin yasaklanması yani gerçekten topluma ve ülkeye çok büyük bir ölçüde zarar verecek ya da önemli ölçüde ahlaki olmayan bir eserle de bu sözkonusu olabilir. Bu karar benim incelediğim kadarıyla tamamen keyfi verilmiş bir karar. Zaten karar süreçlerini incelediğimizde bu toplatma kararına öncelikle Kültür Sanat Sinema ve Müzik eseri Denetleme Kurulu’nun raporundan anladığımız kadarıyla bu karar oy çokluğuyla alınmıştır. Onunla da kalmamış izin verilmemesine ilişkin kararı mahkemeye götürülmesi ve savcılık tarafından İstanbul Sulh Hukuk Ceza Mahkemesi bu kararın keyfi olduğundan bahsederek ve toplatma kararının hem çözüm metni bulunmadığından haraketle reddetmiştir. Ancak Cumhuriyet Savcılığı bu karara itiraz etmiş İstanbul Asliye Ceza mahkemesi tarafından Cumhuriyet Savcılığı’nın talebi doğrultusunda bu defa 3.Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararı kaldırılarak bu kasetin toplatılmasına karar vermiştir. Sadece izlenen hukuki sürece baktığımızda hem denetleme kurulu raporu-
nun oy çokluğuyla ortaya çıkması hem bu raporun getirildiği 3.Sulh Ceza Mahkemesi raporunun keyfi olduğundan bahisle reddetmesi böyle bir kararı almakta hukuksal bakımdan ne ölçüde zorlandığını bize göstermektedir. Yani sadece bu yönden incelendiğinde bile aslında hukuki değil siyasi bir karar verildiğini anlıyoruz. Benim değerlendirmem bu. - Kararda geçen milli güvenlik ve kamu yararına uygun olmaması gibi bir gerekçe var. Yani sizce bir eserin bunlara uygun olmaması hangi şartlarda olur ya da bir sanatsal eser kamu güvenliğini ne kadar tehdit edebilir, hangi ölçülerde tehdit edebilir? - Şimdi kamu düzeni dediğiniz şey aslında çok da somut bir şey değildir. Kamu düzeni soyut bir kavramdır. Dolayısıyla salt kamu düzeni öne sürülerek içeriği doldurulmayan açıklaması olmayan sadece kamu düzeni denilerek verilecek her karar tartışmalıdır. Kamu düzeni soyut bir kavramdır, somut değildir. Hangisi Kamu düzeni, hangisi değildir ayrımının çok açık bir şekilde ortaya konulmalıdır. Hele de müzik - sanat eserleri bakımından bu çizgi çok daha incedir. Yani çok basit bir kelime yüzünden bile kamu düzeni öne sürülebilir, gerekçe gösterilebilir. Dolayısıyla somut olmayan bir kavramdan hareketle açıklanmayan bir konuda nasıl bir kamu düzenine zarar vermektedir? Aslında bu kararı iste-
4
yenlerin ve bu kararı alanların hem talep eden cumhuriyet savcılığının hem de buna karar vermiş mahkemenin açıklama yapması gerekir ki kamuoyu ikna olsun. Bu konuda gerekli hukuksal incelemeyi yaptığımızda verilen karalarda böylesi bir açıklama görmüyoruz. Böylesi bir açıklamanın olmaması bile hukuka aykırıdır. Milli güvenlik, genel asayiş ve kamu yararı bunlar bir potada değerlendirilebilir. Biraz önce söylediğim gibi bunların hepsi soyut kavramlardır. Siz şimdi kalkıp en ufak sıradan bir eseri bile, şarkıyı bile hiç bir açıklama yapmadan hangi noktada zarar veriyor? Kimi neye teşvik ediyor? bunlar ortaya konmadan bu kavramların kullanması yanlıştır. Kararlarda bunların açıklanması gerekir ki kamuoyu tatmin olsun ki, hak sahibi bu karardan zarar gören insanlar bunu görebilsin. Sadece kamu düzeni. Milli asayiş gerekçe gösteriliyor somut delilleri konmuyor dolayısıyla bunun hukuka dayanarak yapılan bir işlem olmadığını ve siyasi bir karar olduğunu ben buradan çıkarıyorum. -İnsanlık tarihi boyunca sanat hiç bir zaman politikadan ayrı düşünülemez. Ülkemizde de bunun pek çok örneği var. Ve şimdiye kadar baskı görmüş pek çok sanatçı var. Biraz önce bunun politik bir karar olduğunu söylemiştiniz bu politik karar neye göre alınmıştır? Siz de grup Yorum’ u mutlaka dinlemişsinizdir. Grup Yo-
rum’ un yasaklanmış pek çok albümü var. Baskı gördü, konserleri yasaklandı elemanları tutuklandı. Yerel düzeyde eserleri, konserleri yasaklanmış ya da bir valilik tarafından kasetleri toplatılmış. Fakat “Feda” da çok merkezi bir biçimde karşımıza çıktığını görüyoruz.. Ve bunun nedeni de aslında son süreçte yaşadığımız baskılardan bağımsız değil. Ülkemizdeki politik sürecin gelişmesinden çok bağımsız değil. Biz böyle düşünüyoruz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? -Şimdi aslında yapmış olduğunuz tesbit çok doğru bir tesbit. İktidar sahipleri maalesef hangi yolla yapılırsa yapılsın, müzikle de sanatla da yapılan her türlü muhalif hareketi bir şekilde bastırmaya çalışıyor. Hepimiz biliyoruz ki Grup Yorum’un, bu ülkede yıllardır, onlarca yıldır varolan -tabii şahsi olarak söylüyorum- birçok parçası beğendiğim, çok beğenerek dinlediğim eserlerdir. Aslında burada bu çalışmayı yapan arkadaşlara teşekkür etmek gerekiyor. Güzel şeyler ortaya çıkarıyorlar. Toplumun önemli bir kesiminin sorunlarını dile getiriyorlar. Elbetteki sanatçılar politika yapacak. Şarkılarında da söylemlerinde de politika olacak. Ancak iktidar sahipleri egemen güçler bu tür girişimleri bir şekilde hukuka dayanarak, bazen hukuku kullanarak bazen hukuksuz bir şekilde biraz önce ifade ettiğim gibi , aslında şu birleşmiş bir takım mahkemelerin almış olduğu kararlar var ama önümüzde bence bunlarda hukuka dayanılarak yapılan kararlar değil. Bu tip girişimler oluyor. Bu dünyada her tarafta yaşanıyor. Ülkemizde sadece Grup Yorum değil, ama Grup Yorum çok bilinen, gerçekten çok sayıda yasaklama getirilen bir grup. Başka sanatçılara da bu çok yapılıyor. TRT’nin tek televizyon olduğu dönemde yıllarca, şu anda toplumun çok önemli bir kesimi tarafından beğenilerek dinlenilen sanatçılar yıllarca TRT’ye ayak bastırılmadı. Hiçbir şekilde çıkartılmadılar. Bu baskıları hep yaşadık bunları hep beraber gözlemliyoruz. Esas sorun demokrasi sorunudur. Demokratlığın az olduğu ya da hiç olmadığı ülkelerde, demokratik ülkelerde bunlardan hiç bahsedilemez. Demokratik ülkelerde herkes türküsünü
çığırır, söyler buna kimse müdahale edemez. Demokrasinin gereğidir bu. Birilerine doğru birilerine yanlış gelebilir. Demokratik olmanın gereği budur. Bizim ülkemizde Demokratik Hukuk Devletinden bahsedemeyiz. Böyle keyfi yasaklamalar olacaktır. Bunları hep beraber yaşayacağız. Ancak bunu yönetecek olanlar yine demokratik toplum güçlerinin vereceği mücadeledir. Bunu da bizlerin hukukçuların, sanatçıların elbirliğiyle işbirliğiyle bunun mücadelesini vermeleri gerekir. Diğer toplum kesimlerinin buna katılması gerekiyor. Toplumda bu duyarlılığı uyandırmak gerekiyor. Yapılacak olan budur. Belki hukuksal yollar devam ettirilecektir. Derneklerden, baroya, sendikalar olarak bu ülkenin sanatçılarına, sanat yapanlara sahip çıkmak gerekiyor. Bunu aşmanın yolu budur. Bana göre bu kasetlerin daha çok basılmasına daha çok dinlenmesine teşvik etmeliyiz. Fakat bu konuda en acı olanı Sinema Müzik Video Eserleri Denetleme Kurulu’nun yani sanatçılardan oluşan bir kurulun oy birliğiyle olmasa bile oy çokluğuyla böyle bir müzik eserinin doğru dürüst dinlemeden hiçbir gerekli açıklamada bulunmadan aynı emniyetten kendilerine gönderildiği gibi kamu yararına uygun olmaması gerekçesiyle aynı terimlerle adeta aynı kelimeleri kullanarak böyle bir yasağa imza atmış olmalarıdır. Üzücü olan budur. İçindeki aydın sanatçıların buna katılmaması gerekirdi. - Siz dosyayı incelediniz, kararı incelediniz. Hukuksal prosedürün işletilişinde birtakım sorunlar olduğunu tespit ettiniz. Sizce bir hukukçu olarak bu davanın gelişimi nasıl olur? Sonucu ne olur? - Her ne kadar mahkemelere başvurulmuş olsa da aslında sulh ceza hakiminin kararı doğru bir karardır. Zaten reddetmiştir. Benim kanaatim de o yöndedir. Yani böyle keyfi bir şekilde soyut kavramları hiç açıklamadan içeriği doldurulmadan bir kasetin yasaklanması hukuka aykırıdır. Bu hukuka aykırı işlemdir. Bu işlem bana göre ortadan kaldırılmalıdır. Toplatma kararı ortadan kalkmalı ve insanlar bunu dinlemelidir. Bu ayrıca bir ihtiyaçtır da, farklı seslerin çıkması gerekir bir ülke-
5
de. Farklı söylemlerin ifade edilmesi gerekir. Ben demokrasiden ve hukuktan yana bir insanım. Feda adlı kasedin toplatma kararının kaldırılması demokrasi ve hukuk mücadelesinin ilerlemesi açısından bir adım olacaktır. Gönül bunu ister, doğrusu da budur. Ancak ne yazık ki ülkemizdeki yargı kararlarının her zaman bu doğrultuda çıkması mümküm olmayabiliyor. İşte bu örnekte gördüğümüz gibi bir hakim bunun tamamen keyfiliğe dayandığını ve aslında bunu söylemesinin amacı şudur; bu karar siyasidir. Sulh ceza hakimimin yaptığı tespit bu talebin keyfiliğinden kastettiği şey bunun arkasında başka şeylerin yattığını ifade etmektedir. Doğrusu da budur. Ancak ne yazık ki itiraz edilen Asliye Ceza Mahkemesi bu kararı daha sonra ortadan kaldırmış, toplatma kararı vermiştir. Esas yargılama yapılacak idari yargılamalarda ben bu kararın kalkacağını, kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Ancak ülkemizde böylesine hukuk adına kararlar çıkabiliyor ki, bu bizi hayrete düşürebiliyor. Dolayısıyla bu olumsuz kararın çıkması beklenebilir. Yani olabilir bu mümkündür. Gönlümüz bunu istemese de bu ülkede olabiliyor. - Son olarak başka söylemek istediğiniz var mı? - Ben kültürün, sanatın yasaklanmasına, toplumun huzuru, bilinçlenmesi adına yasaklanmasına , sanat ve benzeri etkinliklerin yasaklanmasına karşıyım. Her türlü sanat eseri yayınlanabilmeli dağıtılabilmeli. Bu müzik kaseti olabilir, bu kitap olabilir; hiç bir yasak konulmamalı. Herkes kendi adına düşüncelerini bu ülkede her yolla ifade edebilmeli. Çünkü demokrasinin gereği budur, çünkü toplumun mutluluğu yakalayabilmesinin yollarından biri budur. Ülkenin de toplumun da aydınlanması ilerlemesi adına hiç bir yasağın kültüre ve sanata konmaması gerekir. Bu yapılan kültür ve sanat ayıbıdır. Doğrusunu söylemek gerekirse ben bu tür denetleme kurullarının, bu tür kararlarının bütün gerekçelerinin hiç bir şekilde haklı olmadığını bu ülkede yasakların ortadan kalkması gerektiğini düşünüyorum. Tavır: Çok teşekkür ediyoruz.
röportaj röportaj tav›r
“ Feda” n›n yap›mc›s› Hasan Salt›k:
Bu karar Emniyetin bask›s›yla al›nm›fl bir karard›r... - Öncelikle merhaba. Albümün yapımcısı olarak Feda' nın yasaklanma kararına ne diyorsunuz? -Tabii ki saçma diyorum. Bu başımıza gelen ilk şey değil. Bir sindirme politikasının, yasaklama politikasının 12 Eylül' den bu yana değişmediğini gösteriyor. Aslında albümde de söylendiği kadar 3257' ye muhalefet suçunu işleyecek hiçbir şey yok. Beraat edeceğini düşünüyorum. Gereken şeyleri yaptık avukatlarımızla karşı bir dava açıp tekrar denetlenmesi konusunda, çünkü emniyetin iç yazısıyla apar topar üst denetim kurulu toplanmıştır ve gerekçesiz bir kararla yasaklanmıştır. Neyini yasakladı? Çünkü içinde yüzyıllık halk türküleri de var. Oda mı yasak? Bunun ayrıntılarına girilmemiştir. Hangi parça hangi suçu içeriyor böyle bir karar yok emrivaki bir durum var. Sadece bir üye karşı muhalefet göstermiş. Diğerleri hepsi onaylamış. Biraz oradaki durum herhalde emniyetin baskısıyla oluşmuş bir karar diye düşünüyorum. - Denetim kurulunun tekrar toplanmasıyla ilgili bir talebiniz olmuş. Bu konudaki gelişmeler nedir? Tekrar toplanacak mı denetim
kurulu? - Kültür Bakanlığı' na bağlı Telif Hakları Sinema Müdürlüğü bu kasetin yasaklanmasıyla ilgili, eser işletme belgesinin iptali ile ilgili yaptığı çabukluğu aynı şekilde bizim itiraz dilekçemizde göstermiyor maalesef. Son iki gün önce aradım kurulun hala toplanmadığını öğrendik. Bu konuda Kültür Bakanlığının ağır davrandığını düşünüyorum.
maddi zararımız var. Mutlaka karşı dava açılacak. Bu tür şeylerde toplatılan bir de kasetlerin adetleri ve miktarları var. Şu anda kesin bir rakam yok ama biraz daha açık söyleyeyim ülkedeki genel anlamda depolar perakendeciler kaseti pek teslim etmek istemiyorlar. Gelen emniyet güçlerine genellikle bir iki tane var abi deyip savuşturuyorlar onu öğreniyoruz. Ama kasetin hala Kasım'da tezgah altında satıldığına
- Bu konuyla ilgili size karşı açılan bir soruşturma vardı. Bu konudaki gelişmeler nedir? Soruşturma ne durumda ve hukuki anlamda nasıl bir karşılık vermeyi düşünüyorsunuz? - Kalan Müzik'e 3257' ye muhalefetten bir para cezası geldi. Üç milyar civarında, şuydu, bu para cezasını ödeyin, ve bu maddeden yargılanmayın. Biz de itiraz ettik. Böylece artık dava aşamasına girmiş olduk. - Duruşma sonunda maddi anlamda uğradığınız zararın tazmin edilmesi gibi bir talebiniz olacak mı? Hasan Saltık
- Şirket olarak epey
6
miktarda
inanıyorum. Bu kasetlerin ve depocuların Grup Yorum'a sempatisinden ileri gelen bir şey. - Feda 85.000 dinleyicisine ulaşmış bir albüm tekrar yasal olarak yayınlanma hakkı olabilir mi? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? - Türkiye’deki mahkemeler ve bu tarz davalar genellikle ortalama 2 yıl sürmekte. Tahmin ediyorum 2 yıl sonra ancak tekrar basım olabilir. Ya da şöyle bir formülü var. Üst denetim kurulundan ayrıntılı rapor istedik. Eğer herhangi bir parça bize göre sakıncalı deyip onu da şirket ve sanatçı gruplarının toplanıp karar vermesi gerekiyor. Ya bu parçaların yerine başka şarkıların okunması ki bir şirket olarak karşıyız yani bu albüm orjinal haliyle çıkmalı ama daha ilgili davalar sürer sakıncalı parçalar beklemeye alınır. Daha sonra davayı kazandıktan sonra orjinal halinde çıkar bu albümdeki tüm parçaların o kategoriye girdiklerini sanmıyorum. Tahmin ediyorum bir iki parçayla ilgili böyle bir şey yapabilirler. Ama sonuçta iki yıl sonra da orjinal haliyle çıkabileceğini zannediyorum. -Siz bir yapımcısınız bu tip şeyleri daha önce yaşadınız mı? Başka sanatçıların da albümlerinin toplatıldığına tanık oldunuz mu? -Valiliklerin keyfi tutumlarıyla zamanında Ahmet Kaya'nın, Grup Yorum'un, Selda Bağcan’ın bir albümünün, Ferhat Tunç'un bir albümünün, buna benzer şeylerin valiliğin keyfi kararlarıyla toplatıldığını biliyorum veya sattırılmadığını, ama genel anlamda bir kasetin yasaklanma işi son beş yıldır ciddi bir şekilde olmuyordu. Grup Yorum'la ilgili genellikle oluyor. Daha önceki Boran Fırtınası albümüne kapaktan dolayı dava açılmıştı. DGM’ de bana karşı üç yıl hapis istemiyle dava açılmıştı. O işte davanın ertelenmesi sonucu çıkmıştı. Grup Yorum'un Cemo albümü denetimden bir türlü geçmemişti. O dönem iyi bir mücadele verilmişti. Çıkarılması sağlanmıştı ki en sert dönemleriydi denetim kuru-
lunun. Ama şimdiye kadar birebir yasaklamayı beceremediler, veya başaramadılar diyebiliriz. Yani gene yolları var. Çıkarılır, edilir yeni çünkü saçma bir karar herhangi bir şekilde davanın da aleyhimizde sonuçlanacağını zannetmiyorum, bu Feda albümüyle ilgili. - Bu dava size açıldı. Yapımcıya açıldı ve sanatçıya açılmadı sonuçta. Grup Yorum'a açılan bir dava değil, genelde yapımcılara açılıyor. Peki başka baskı filan görüyor musunuz, bu konuya yani kaset yapmaya o tip bir şey geliyor mu size? -Böyle bir baskı olamaz. Zaten onun ters tepeceğini bilirler. Ama sonuçta şu var. Kalan Müzik Grup Yorum'la birlikteliğini sürdürmeseydi devletin birçok olanaklarından rahatlıkla faydalanabilirdi. Onu istemedik. Tercih etmedik çünkü bir şey önceden söylenmemişti. Ama dolaylı yollardan Grup Yorum'la ne işiniz var gibi şeyler de duyulmuştu. Bu artık son süreçte hiç olmuyor. Bir iki o konuyla ilgili tenkitler gelmişti geçmiş yıllarda başarılı olamayacaklarını bildiklerinden dolayı çünkü buranın kuruluş amacında şey var, asıl hedefi sol kültüre hizmet etmek, Anadolu halkının sesini bir türlü azınlıklar da olsa müzik yönünü ortaya çıkarmak. Bir muhalefet görevide üstleniyor Anadolu. Devletin bu resmi müzik politikasına karşı ve olaylara da seyirci değil. Bu tür şeyleri destekliyor, Grup Yorum da bunlardan bir tanesi zaten biliyorsunuz. Bilmiyorum bu şirketin kapanmasıyla ilgili Türkiye’de ilk defa Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Kalan Müzik'in kapanması için dava açmıştı. F Tipleriyle ilgili politikasından dolayı siyaset yapıyor diye o davada sürmektedir şu an. -Ne gerekçeyle yani, bunu nasıl gerekçelendirdiler? -Yaptığı albümler F Tiplerindeki mücadeleyi övmek, bu konuları anlatmak, bunlarla ilgili bir de bakanlığın açmış olduğu kapatma davası
7
var o da sürüyor. - Peki seksen beş bin dinleyici yani Yorum dinleyicilerine söylemek istediğiniz mesajınız var mı? -Aslında Yorum dinleyicisinin seksen beş binden fazla olduğuna inanıyorum. Grup Yorum'un toplam satış adetlerine baktığımızda çıkardığı şimdiye kadarki albümlerde yaklaşık, toplarsanız genel anlamda kuşak kuşak her yeni kuşak Yorum dinleyicisine katılıyor. Belli bir yaştan sonra da artık nostaljik olarak dinleniyor herhalde. Bu kasetin toplatılmasının veya satışının engellenmesinin Yorum dinleyicisini yıldıracağını pek zannetmiyorum. Zaten epey bir adet dağılmış ve satılmış durumda. Yani bu albüme ulaşamayacaklarını pek zannetmiyorum. Çünkü Yorumcular kendi içlerinde de bir dayanışmada oldukları için ulaşmaksa, yaygınlaşmaksa, birbirlerine kayıt gönderirler diye düşünüyorum. Yani bana göre bu yasaklanmanın Yorum dinleyicisini yıldıracağını veya bezdireceğini hiç zannetmiyorum. Tam tersine kamçı görevi görmüştür. Hatta bir şekilde daha da dinlemeye yönelik hırslandırmıştır diye düşünüyorum. Sonuçta Yorum dinleyicisinin bir şey kaybettiğini zannetmiyorum. Tam tersi daha bir kenetlenmişlerdir. Bu böyle de sürecektir zaten. Yorum kendi başına bir misyon, ve daha uzun yıllar devam edecek, ne kadar elemanlar değişse de Yorum adına yaraşır bir şekilde süreceğini Kalan Müzik'in de başından beri bu grubun yaşaması için, daha çok yaygınlaşması için, daha iyi üretmesi için arkasında olduğunu da biliyor. Yorum'da bunun farkında. Biz Yorumu her şekilde kültürel şeylerinde, konserlerin izin alınmasından tut, kasetlerin albümlerin yapılmasından tut, kendi özel arşivinin sunulmasından tut, her türlü yardımı yapacağını da biliyor, yardım da ediyoruz zaten. Bunu birilerinin, bazı güçlerin engelleyebileceklerini pek zannetmiyorum. -Teşekkür ederiz.J
CEM KARACA
SUAV‹
SANATA ÖZGÜRLÜK
FEDA ETT‹K
-Bir kişi ya da bir grup bir sanat eseri ürettiğinde; Yasalar ki (süreç içerisinde her zaman tartışılmaya muhtaçtırlar). Özellikle sanat eserleri yasalar doğrultusunda yani adliyeyi yani basın savcılarını ilgilendiren konulardır. Bu noktada Emniyet Müdürlüğü adliye değildir. Ve de adliyenin görevini yapmak hakkına haiz değildir. Bu bir kere böyle biline... İki; Bir sanatçı olarak herhangi bir sanat çalışmasının yargılanmasını hatta yargılanmadan yasaklanmasını içime sindirebilmem mümkün değildir. Üç; Bu ülkede yaşayan her yurttaş şayet “kul” değil de “yurttaş” ise fikirlerin hür olarak dile getirme hakkı, Anayasanın belirleyici hükümleri doğrultusunda mevcuttur. Elbette casusluk, bölücülük, ülkeye, bayrağa ve Mustafa Kemal’e küfretmek eser olmayı aşar, rezilliğe girer. Vatana hiyanetse...? son derece izafi bir kavram olup, kim kime göre vatan hainidir...? Öyle ya, bir arabanın hızını ölçen bir metre vardır, tansiyonu ölçen bir alet vardır, pekala soruyorum, vatan sevgisini ölçen bir vatanseverometre var mıdır? Ben, karım ve oğlum ölmüş babam ve anam. Hangimiz bu vatanı daha çok sevdik...? Ya da bu soruya cevap sorumluluğunu hissedenler, hanginiz “Grup Yorum” u neye göre yasaklıyorsunuz? Son derece geniş kapsamlı ve “Grup Yorum” u kendi yorumunuzla verdiğiniz bu kararınızla Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan bir yurttaş ve sanatçı olarak boyut ve hacminizi aşıp, adeta Türkiye Cumhuriyeti adliyesinin önüne geçtiğinizi maalesef düşünmekteyim. “Grup Yorum” şu ya da bu şekilde içinde yaşadığımız yasaları zorlayan ve sizlere göre (!) suç teşkil eden sözler söylemiş olabilirler. Üzülerek sizleri kınıyorum. Notaların karşısına notalarla çıkılır.J
İçinde bulunduğumuz çağda, en genel anlamda; kitapların, heykellerin, filmlerin ve düşüncenin, türkülerin vs. yasak ile cezalandırılmasının “Yasaklanması” gerekirken; Grup Yorum’un son albümü “Feda” da yasaklılar zincirine eklendi ve olağanüstü bir hızla toplatıldı... Eeee! Fırtınalar kopması gerekirken, yaprak kıpırdamazsa, seslerimizi korolaştırmak gerekirken çıt çıkmazsa...bu zincirler uzar gider. Ve yine hasat zamanı.... Bugün “Büyük İkramiye” Yorum’ un şahsında “Feda” ya çıkmıştır. Ya da “ Feda” özelinde Yorum’a... Yorumsuzca... Ancak: Elinde bileti olup sessiz, ilgisiz kalanlar asla unutmayın; bir gün “Size de çıkabilir” Taşıyamayacağınız kadar ağır ikramiye! Ve ezilebilirsiniz... Sessiz Devletin; Cezaevleri- F Tipi Hücreler ve ölüm orucu eylemlerine ilişkin izlediği genel politikasının bir devamı olarak algıladığım bu yasaklamayı samimiyetimle kınıyorum. Kınıyorum çünkü uygulamada hukukla bağdaşır hiçbir ilişki kuramıyorum. Olması gerekenin tam tersi bir işleyişin ise hukuk kavramında yeni bir yara açtığını düşünüyorum. Oysa dava açılmalı, mahkeme kurulmalı, muhatapları ise sorgulanmalı ve “Gereği düşünülmeli” idi. Ancak bu durumda alınan karar uygulanabilirdi. Ayrıca, gerekçeler netleşir suçlananlara da söz, savunma hakkı tanınırdı. Belki de Hukuk haklıysa suçlananlar ! hatalarından dönme şansı yakalarlardı. Ve inanıyorum ki bu olgunluk “Halkın gerçek sanatçılarının sahip olduğu” bir estetik olgunluğa dönüşürdü, Dönüştürülürdü. “FEDA” özelinde böyle olmadı. Önce hızla topla! Sonra yargıla! “Oda Belki” biçimine dönüştürüldü. Sonuç olarak; bu örnekte bilimsel hukukun mantığına ve işleyişine sıkılan kurşunun beni de kanattığını incittiğini düşünüyorum. Yeni kurşunlar sıkılmadan sesimizi çoğaltmalıyız, diyerek “Yorum” a geçmiş olsun mesajımı Hepimize geçmiş olsun anlayışım ile iletiyorum. Yasaksız yarınlara Umutla, dostlukla...J
8
röportaj röportaj tav›r
TÜRKÜLER HALKA AİTTİR HALK KENDİ ZARARINA OLAN BİR ŞEY YAPMAZ...
YASAKLARLA BİR ŞEYİN ÇÖZÜLECEĞİ KANAATİNDE DEĞİLİM
- Grup Yorum’un son Albümü Feda Sanatçılardan oluşan bir kurul olan Sinema ve Video eserleri denetim üst Kurulu tarafından yasaklandı. Gerekçe olarak ise Milli Güvenlik, Genel Asayiş ve Kamu yararına uygun olmaması öne sürüldü. Böylelikle bir sanat eseri yasaklandı. Siz bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? - Kaseti dinlemedim ama ben sürekli Grup Yorum’u dinleyen ve takip eden birisiyim. Onlar benim türkülerimi de okuyorlar. Türkülerimizin tamamı ister düşündürsün, ister eğlendirsin bunları halk yapmıştır. TürküBelkıs Akkale ler halka aittir. Halk kendi zararına olan bir şey yapmaz. Demokrasi demokrasi diye kendimizi parçalarken bu tip uygulamaların hala var olması beni üzüyor.J
- Grup Yorum’un son albümü Feda İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün talebiyle tekrar incelemeye alındı ve sanatçılardan oluşan bir denetim kurulu tarafından yasaklandı. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? -Ben hayatım boyunca denetim kurullarıyla sansür kurullarıyla boğuşmuş bir sanatçıyım. Maalesef sizin de belirttiğiniz gibi bu kurullarda sanatçılar da var. Mesela ne bileyim denetleyen kurulların içerisinde uzun süre TRT Denetim Kurulu’nda görev yapmış Timur Selçuk vardır. Timur Selçuk da demokrat düşüncelere sahip oldu-
ğunu düşündüğümüz bir arkadaşımız. Ama işte TRT Denetim Kurulları’nda falan uzun süre görev yapmıştır bu arkadaşlarımız. Mesela Neşet Baycan vardır, Timur Selçuk vardır. Rahmetli Erol Pekcan vardır cazcı, Güler Erkal vardır klasik müzikçi . Çok sesli çalışmalara karşı tavır koymasına rağmen şimdi kendisi halk müziğini çok seslendirmek için uğraşıyor. Böyle çelişkili sanatçılarımızı görüyoruz ve meslektaşlarımız adına üzülüyoruz. Yasaklarla bir şeyin çözüleceği kanaatinde değilim ben. Bu yasaklardan epey nasibini almış bir kişi olarak ben daha çok etik kurallara özen gösterilmesinden yanayım. Bir de elbette genel kanunlar her ne kadar değişikliği gerektiriyorsa da kanunlara saygıdan yanayım. Bir şarkının içersinde Küfür olmadıktan sonra ne bileyim bir ağır tahrik olmadıktan sonra yasaklanması kanaatinde değilim.J
9
Özdemir Erdoğan
YASA⁄A TEPK‹LER
-Grup Yorum’ un son albümü “Feda” yasaklandı ve toplatıldı. Siz Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Grup Yorum’un son albümü Feda yasaklandı ve toplatıldı. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cezmi Ersöz
-Adaletsizlik yaygınlaştıkça, yoksulluk arttıkça, insanlık onuru ayaklar altına alın-Bir yandan şu anda DGM’ lerin dıkça bütün bunlara bir tepki olarak çıkan varlığı bile tartışılırken bir sanat eserive halkın içinden çıkan insanların sanat nin sanatçının, demokrasinin sesinin üretmesine devlet her zaman karşı çıkmıştır. Grup Yorum'un başına ilk kez böylesi bir susturulması demek bu. Yine perhiz ve yasaklama gelmiyor. Grup Yorum belki de lahana turşusu şeklinde gidiyor. bir Derya Köroğlu dünya tarihinde en çok baskıya uğrayan, en yandan insan hakları konusunda Avçok yasaklanan, konserleri engellenen da- rupa’nın baskısıyla Türkiye’ de birtakım reformlar yapılmaya çalışılıyor bir hası konser sırasında silahla taranmış bir yandan da eski baskıcı tutum devam ediyor. Demekki hala düşünce hürriyegruptur, politik bir gruptur halkın içinden ti yok Türkiye’ de.J çıkmıştır. Fakat bu son albüme yönelik baskı, engelleme gerekçe gösterilmeden alınmıştır. Daha önceki albümlere, toplatıldığında bir şekilde bir gerekçe göstermişlerdi. Bunda gerekçe dahi göstermeden topladılar. Bu acelecilik ve telaşta bir korku var. Çünkü Grup Yorum bütün engelleri aşarak çok büyük kitlelere ulaşıyor. Çok sayıda insana ulaşıyor. Toplumsal adaletsizlik had safhada olduğu için Türkiye' de Grup Yorum'un öfkesi kendine çok büyük bir yer buluyor. Albüm satışları giderek hızla arttığı için telaş sonucu alınmış bir karar. Gerekçe gösterilmeden Feda albümü engellendi. Tabi burada bütün duyarlı kamuoyunun harekete geçmesi lazım. Türkiye çok derin bir yol ayrımında. Bir kırılma noktasını yaşıyor. Kitleler aç sefil işyerleri kapanıyor insanlar çok ağır ekonomik koşullarda yaşıyorlar ve bu denli ağır bir baskının, ağır alçalmışlığın yaşandığı bir ortamda aydınlara, kitle örgütlerine siyasi partilere emekçi sendikalarına buradan şunu demek istiyorum. Acilen biraraya gelmeleri lazım aksi takdirde bizi çok kötü günler bekliyor. Hep birlikte Grup Yorum'un yanında olmak zorundayız. Çünkü Grup Yorum ezilen insanların sesidir, sadece protest grup olmakla kalmayıp müzikalite olarakta son derece iyi üretilmiş besteler yaratıyor son yıllarda. Müzikalite olarak da kendini aştı Grup Yorum. Diğer taraftan işin canalıcı noktası ölüm orucunda ölenlerin operasyonlarda hayatını kaybedenlerin anısına üretilmiştir Feda albümü. Devlet güçleri operasyonlarda direnişlerde ölüm oruçlarında ölenlerin varlığını kamoyuna unutturmak istiyor. Armutlu’da yapılanları, cezaevlerinde olan biteni unutturmak istiyor. Feda albümü bunları hatırlattığı için yasaklanmıştır. Özellikle bunun için yasaklanmıştır. Düşününki ölüm oruçlarıyla ilgili yazı yazanlara yirmi yıl gibi bir hapis düşünülüyor. Bu yasa meclisten geçmek üzere. Ne kadar büyük bir telaş içinde olduklarını gösteriyor kararları. Son olarak protesto ediyor, Grup Yorum'un yanında olduğumu belirtiyorum.Ve bütün duyarlı kamuoyunu da Grup Yorum'un yanında olmaya çağırıyorum.J
YASAKLAMAK ÇOK ÇAĞDIŞI BİR TAVIR... - Biliyorsunuz Grup Yorum’un son albümü Feda yasaklandı. Bu konuda düşüncelerinizi almak istiyoruz. - Ben sanat üzerinde uygulanan her türlü baskıya karşıyım. Bu kitap olabilir, resim olabilir, sinema olabilir, böyle yasaklamaların artık çok gerilerde kalmış olması gerektiğini düşünüyorum. Bundan iki gün önce Bedri Baykam'ın Kemik isimli romanı müstehcen ve adaba aykırı bulunduğu için yasaklanmıştı. Fakat savcının çok ilginç bir şekilde bunda yasaklanacak bir unsur bulunmadığı konusunda kendi beyanıyla beraat ettiğini duyduk. Dilerim ki bu tip yorumlar her koşulda ortaya çıkar ve Türkiye bu çağdışı ayıptan kurtulur. GrupYorum’un Feda isimli albümünün yasaklanmasında biraz maksatlı veya politik bir tavır olarak düşünmek gerekir bence. Çünkü Grup Yorum’un kaseti zaten defalarca yasaklandı. Bildiğim kadarıyla da bu kasette yani öyle kitleleri birtakım şeylere sürükleyecek toplum huzurunu bozacak bir mesaj içerdiğini de zannetmiyorum. Zaten müzik kişisel bir sanat aracı bence. Çünkü kaseti alan kendisi kulaklığını takıp dinliyor, o zaman bu yasaklamayı normal olduğunu düşünsek bir Nejat Yavaşoğulları çok şeyin yasaklanması lazım. Bugün televizyonculukta bile istemeyen seyretmesin gibi bir düşünce var. İsteyen bu albümü almaz ve dinlemeyebilir. Yasaklamak çok çağdışı bir tavır. Bunun geçeceğini düşünüyorum. Teşekkür ederim.J
10
İNSANLAR DUYGU VE DÜŞÜNCELERİNİ BAŞKALARINA AKTARABİLMELİDİR... -Grup Yorum’un son albümü Feda’yı sanırım dinlediniz. Bu albüm İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün özel Talebiyle Sanatçılardan oluşan bir denetleme kurulu tarafından yasaklandı. Bir Prodüktör olarak sizin de bu konuda düşüncelerinizi almak istedik. - Grup Yorum'un daha önceki çalışmalarını zaten dinlemiştim. Ama bu albümde daha üst bir basamağa atılmış bir adım olarak gördüm. Yani müziklerindeki birleşim ve yaklaşımların son derece daha başarılı olduğunu gördüm. Birkaç prozodi hatasının dışında geri kalanların çok düzgün olduğunu gördüm. Müzikal anlamda Edip Akbayram son derece başarılı bir çalışma. Parçaların içindeki seçilen sözler ise beni gayet tabiiki rahatsız etmeyen sözler. Ben zaten yasaklamaya ve bu tip şeylere karşı olduğum BU YASAKLAMAYI YAPANLAiçin, benim için önemli olan insanların duygularını ve düşüncelerini özgürce baş- RI KINIYORUM kalarına aktarabilmeleri. Albümü, bütün onu hazırlayanları, emeği geçenleri, gönül koyan herkesi kutluyorum. Ama benim tek bir şeyim var yaşayan bir çiçeği tercih - Grup Yorum’un son albümü yaederim solmuşunu değil. İnsanlık anlayışımda bu var. Yani o pırıltıyı, o kokuyu, o saklandı bu konuda düşüncelerinizi nefesi insanların hissetmesi gerekir diye düşünüyorum. Öbür taraftaki diyara doğ- alabilir miyiz? ru o kişileri itersek o zaman sonucun ağırlığına hep beraber katlanırız. Yaşatıp mü21. Yüzyılda artık Kültüre ve Sanacadele etmek bence her şeyden daha önemli. Ben TRT'de program yaparken sağ ik- ta sansürlerin engeller sanat adına o ültidarda oluyordu sol iktidarda oluyordu. O zaman benim değişik kesimlerden de- kenin sanatına girişilen büyük bir darğişik anlayışlara sahip pek çok arkadaşım vardı. Sağ dönemdeyken solcu arkadaş- bedir. Kültürün ve sanatın hiç bir zalarım gelip "sen nasıl bu döneme program yaparsın" deyip beni asansör köşelerin- man yasaklanmaması düşünce özgürde çok sıkıştırmışlardır. Sol dönemdeyken de sağdaki arkadaşlarım aynı şeyleri lüğünün yayın özgürlüğünün günyapmışlardır. Ama ben prodüktörüm, ben bana verilen saati en iyi şekilde imkan- demde olması lazım gelen bir ülkede larım ölçüsünde yapmak durumundayım. Hiçbir zaman hiçbirisine ödün verme- olmamız lazım. Avrupa Birliğinden dim. Yanlışlarım ve hatalarımla sonuna kadar savundum. Öbür taraftan insanların bahsedilen bir Türkiye’de de hala böysözleriyle, yaptıkları müzikle, her şeyleriyle özgürlüklerini tabiiki sonuna kadar sa- le art niyetli yasaklar varsa bu ülkede vunanlardanım. Bilmiyorum ne demek istediğimi anlatabildim mi? sanat adına hiç bir yere gidilemeyece- Denetleme Kurulu sanatçılardan oluşan bir kurul. Sanatçıların bu tip kurul- ğini düşünüyorum. Bu yasaklamayı larda yer alıyorlar . Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu konuyu. Bu konuda fark- yapanları kınıyorum.J lı düşüncelerde var. Mesela bir sanat eserinin yasaklanması noktasında imza atmaları gereken tek şey istifalarıdır deniyor. Siz ne düşünüyorsunuz? - Bir de şöyle bakalım olaya. Bütün herkes istifa etti. Sanatçılar olmadı. Ne olacak? Ben kendimde denetimden çok darbeler almış bir prodüktörüm. Ama ben hiçbir zaman arkasını bırakmadım ve sonuna kadar mücadele ettim. Nazım Hikmet'in "Bulut mu Olsam"ı Zülfü Livaneli'nin TRT'de ilk defa denetime soktum, denetimden geçirdim ve yayınladım. Ben kendimi her iki taraf yerine koyarak hareket edip öyle düşünmeye çalışıyorum. Yani oradaki sanatçının bakış açısıda müzikal açıdandır. Orada Meltem'de var sanırım o mesela katılmadığını belirtmiş. Ben buna katılmıyorum demiş. Diğeri de ben bu düşüncelere karşıyım demiş. Oda öyle hareket etmiş. - Kararda bir şey dikkatinizi çekti mi mesela hiç de somut olmayan bir karar olduğuna dair. Örneğin herhangi bir söz olur da, bu şarkıda bu söz yasaktır denir. Böyle bir şey yok kararda. Yasaklanan Kozanoğlu oluyor, Nazım Hikmet oluyor. Yani toptan bir yasaklama getiriliyor... -Belki yasaklanan o olmuyor. Buradaki bütün her şey belki de baktığımız vakit onlara yasak gelmiyor. Ama onları yasak kisvesi altına koymamızdan kaynaklı. Ben Nazım Hikmet'ten ötürü bu albümün yasaklandığını zannetmiyorum. Bu albümün neden yasaklandığını siz de biliyorsunuz ben de biliyorum. Bu albümün yasaklanması ölüm oruçlarından ötürüdür. Çünkü bu albüm bunun üzerinedir. Halbuki bunun içinde o kadar güzel müzik olayları vardır ki. Çıkardıkları albüm ve VCD son derece profesyonelce, belki basit ve hatalı tarafları olabilir. Ama bir şey üretilmiş ve her şeyden önce bir insanın beyninden çıkan güzelliklerdir. İzzet Öz Albüme emeği geçen herkesi kutluyorum.J
11
BÜTÜN YASAKLARIN YASAKLANMASINI İSTİYORUM...
ERCAN KARAKAŞ - Kasetin yasaklanmasıyla ilgili düşüncelerinizi alabilirmiyiz?
-İnsanların düşüncelerini, duygularını özgürce ifade edebilmesi gerekir. Türkiye'de son zamanlarda maalesef belli tiyatro oyunları, bu gibi kasetler ve başka birçok kültür ürünü keyfi olarak yasaklanıyor. Bunu bazen burada olduğu gibi denetleme kurulu yapıyor bazen mahkemeler yapıyor bazen valiler yapıyor. Bu bir alışkanlık haline geldi ve bunun son derece keyfi uygulamalar olduğunu düşünüyorum. Halbuki Türkiye'de kültür ve sanatı desteklemek gerekiyor, kültür sanat ürünlerini desteklemek gerekiyor. Buna çok büyük ihtiyaç var ama tam tersi yapılıyor. Bu yasaklamayı da incelediğimde gerçekten bir keyfilik olduğunu görüyorum. Kasette varolan şarkıların, türkülerin bir dökümü yapılmamış. Hangi sözlerin, hangi mısraların kamu düzenini ve genel asayişi bozacağı konusunda hiç inandırıcı bir şey yok. Bunlar son derece muğlak sözler, somut şeyler değil. O bakımdan yanlış bir karar olarak görüyorum. Tabi bu ülkemizdeki demokratikleşmeyle ilgili bir mesele. Çünkü maalesef yıllarca verilen uğraşa rağmen ülkemizde gerçek anlamda bir demokratikleşme sağlanamadı, ifade özgürlüğü sağlanamadı. İnsanlar düşüncelerini, duygularını çeşitli yollarla ifade edemiyorlar. işte bunlardan birisi de sanat yoluyla ifade etmek. Orada da sınırlamalar var. Bu kararın düzeltilmesi gerekir. İnsanların özgürlüklerinin böyle çok genel kavramları bahane ederek yasaklanması, kamu düzeni, genel asayiş yanlıştır. Hangi yazı, hangi söz, hangi mısra neyi, nasıl bozuyor bunların somut olarak ortaya konması lazım. Böyle toptancı bir anlayışla yasaklamalar Türkiye'ye birşey kazandırmaz.J
- Grup Yorum’ un son albümü Feda Sinema ve Video eserleri denetim kurulunun kararıyla Milli güvenlik, Genel Asayiş ve kamu yararına uygun olmadığı gerekçesiyle yasaklandı. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? -Ben bütün yasakların yasaklanmasını istiyorum. Bu ülkenin kurtarıcılardan ve koruyuculardan kurtarılmasını istiyorum. Bazılarına göre topMustafa Altıoklar luma zarar verileceği düşünülen hiç bir düşüncenin ve fikrin yasaklanmasını doğru bulmuyor, bu karara katılmıyorum.J EROL TOY - Kasetin yasaklanmasıyla ilgili düşüncelerinizi alabilirmiyiz? -Yasaklamak yanlış bir yol. Eğer bir sanat ürününün ki ne kadar suç olabilir o tartışma götürür idari yasaklarla engellenmesi aslında idarenin korkusunu gösterir. İdarenin kendi halkından kendi sanatından kendi kültüründen kendi birikiminden korkmasıdır. Korksunlar korkmaya devam etsinler, biz üretmeye devam edelim.J ORHAN PAMUK: - Kasetin yasaklanmasıyla ilgili düşüncelerinizi alabilirmiyiz? -Eseriniz sanıyorum sol içerikli olduğu için klasik bir Türk Devletine yakışır bir şekilde yasaklanmış. Bıktık yani bunlardan çok. Türk devletinin baskıcı eskiden beri süren tutumunun hiç değişmediğini gösteriyor.J
Orhan Pamuk
MENDERES SAMANCILAR: SON DERECE VAHİM BİR OLAY... - Kasetin yasaklanmasıyla ilgili düşüncelerinizi alabilirmiyiz? - Şunu söylemek gerekirse yasakların her türlüsüne karşıyız. Grup Yorum'un kasetinin yasaklanması ise daha vahim bir boyutta. Kültür Bakanlığı önce buna onay vermiş, bandrol almış, kaset piyasaya çıkmış, çıktıktan sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’nün talimatı üzerine Kültür Bakanlığı da yasağa katılmış ve buna onay vemiş. Son derece vahim bir olay. Tekrar, Bakanlık yetkililerinin bunu tekrar gözden geçirip, böyle bir yanlışı nasıl telafi edeceklerinin yollarına bakmak zorundalar. Yani son dönemde Avrupa ve Türkiye ilişkileri açısından meseleyi ele aldığımızda son derece utanç verici bir açık olarak duruyor ortada. Bu açığın giderilmesi lazım ilk fırsatta diye düşünüyorum.J
12
TÜRKİYE’ DE BÜYÜK BİR PARANOYA YAŞANIYOR... - Grup yorum'un Feda adlı kaseti yasaklandı.Bu tür yasaklamalar hakkında ne düşünüyorsunuz? -Uzun bir süredir Türkiye'de büyük bir paranoya yaşanıyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri belli paranoyalarla yaşıyor. Son dönemde ise yaşadığımız paranoya bölüneceği paranoyası, milli güvenliğin tehlikeye gireceği paranoyası. Devletin askeri kuvvetlerini tahkir, tezhif, hükümeti tahkir tezhif, 312 maddede ifadesini bulan bir etnik grubu diğer etnik gruba karşı kışkırtma gibi veya halkın bir kısmını diğerine karşı kışkırtma gibi çok büyük paranoyalar yaşanıyor. Ve bu çerçevede yasaklamalar sürüyor. Kitaplar toplatılıyor, kasetler toplatılıyor. Bir yandan anayasa değişiklikleriyle, özgürlüklerin sınırlarını genişlettik diyorlar, diğer yandan da baskıcı yöntemleri giderek arttırıyorlar. Örneğin en son Neşe Düzel'in kitabına 312'den dava açıldı. Bu beş yıl önce yazılan yazılardan oluşan bir kitaptı ve beş yıl evvel bölücü olmayan, halkı kışkırtmayan yazı bu hale geldi. Giderek çemberin ne kadar daraldığını ve ne kadar baskıcı bir yönetim anlayışının Tür- Celal Başlangıç kiye'ye egemen olduğunu gösteriyor. Bu çerçevede yapılan değişikliklerin, özgürlükleri genişletmek laflarının aslında ne kadar gerçek dışı olduğu, bir aldatmaca olduğu, sadece Avrupa'nın baskısıyla bir kozmetik değişiklik olduğunu gösteriyor bütün bu yapılanlar ve yaşananlar.J
İNSANLIK ADINA UTANIYORUM - Grup Yorum’un son albümü feda yasaklandı bu konuda ne düşünüyorsunuz? -Söyleyecek söz de kalmadı artık. Gerçekten artık bu tür olaylar karşısında insanlık adına utanıyorum. Hala daha kasetlerle kasetlerin sözleriyle uğraşıyoruz ve bu ülkenin hükümeti de Avrupa Birliği’nden falan bahsediyor. Kasetlerle bile uğraşan bir hükümet Avrupa Birliği’nden falan bahsetmeyecek kesinlikle ağızlarına bile almasınlar Avrupa Birliği’ni. Ben bu tür konularda konuşmaktan insanlık adına utanıyorum.J BU KARARI KINIYOR HER ÜRÜN İÇİN ÖZGÜRLÜK TAEP EDİYORUM...
Seher Dilovan
-Grup Yorum’ un Feda isimle albümü İstanbul Emniyet Müdürlügünün talebiyle yasaklandı. Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyiz? -Bu kararı kınıyor, her ürün için özgürlük talep ediyorum. Bu bir çifte standarttır. İkiyüzlü bir politikadır. Özgürlükten, demokrasiden bahsedeceksiniz, AB diyeceksiniz sonra da sanatsal ürünleri yasaklayacaksınız. Bu uygulama bu ülkenin büyük bir trajedisidir. Onların çizdiği çerçevede çıkarılan ürün nasıl olacak da sanatla bağdaşacak? Ülkenin içinde bulunduğu durum ortadadır. Bu faşizan uygulamaların değişmesini istiyoruz.J Halil Ergün
13
günlük günlük grup yorum
1985-2001
BASKILAR TAR‹H‹NDEN Okuyacağınız bu yazı Grup Yorum’un tuttuğu günlükten alınmıştır. Bu yazı günlüğün sadece bir bölümüdür. Yasaklanan konserlerin ve açılan davaların birçoğuna sayfaların kısıtlılığından dolayı yer verilememiştir. Bu yazıda sadece Yorum tarihinin köşe taşları olan gözaltı ve tutuklamalara yer verilmiştir.
Ağustos 1986; Kadıköy ANAP’ın bombalanması nedeniyle başlatılan operasyon kapsamında Kemal ve Ali gözaltına alındı ve Siyasi Şube’de 1 ay gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Aralık 1987; Efkan, Sağmalcılar Cezaevi önünde TAYAD’ın gerçekleştirdiği “Tek Tip Elbiseye Hayır!” eyleminden sonra gözaltına alındı ve tutuklandı. 20 Şubat 1988; Filistin Halkı’yla dayanışma amacıyla düzenlenen geceye katıldık. Gecenin ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde Kemal, Metin, Tuncay, Ejder, Serdar, İlkay ve Taci’nin ifadeleri alındı ve hakkımızda soruşturma başlatıldı. 10 Eylül 1988; Beşiktaş Tarihi Çay Bahçesi’nde, SHP Beyoğlu İlçe Teşkilatı tarafından düzenlenen gecede “Halepçe Katliamı”nı protesto etmek için Kürtçe türküler söyledik. Konser hakkında dava açıldı ve Metin Sağmalcılar Cezaevi’nde 1 ay tutuklu kaldı. Dava beraat kararı ile sonuçlandı. 12 Kasım 1988; Ankara Talip Sineması’nda özel bir konser verdik. Konserden bir gün önce Tuncay ve Efkan kaldıkları evden gözaltına alındı ve konser başlarken serbest bırakıldı. 9 Nisan 1989; Edirne Ayvazoğlu Sineması’nda,Trakya Üniversitesi Öğrenci Derneği’nin düzenlediği konsere
katıldık. Konser sonrasında Kemal, Metin, Ejder ve Serdar kaldıkları evlerden gözaltına alındı. 17 saat gözaltında tutulduktan sonra savcılık tarafından serbest bırakıldı. 30 Nisan 1989; Eskişehir Arı Sineması’nda özel bir konser verdik. Konserin ardından Metin, Tuncay, İlkay, Ejder, Serdar ve Kemal gözaltına alınıp 72 saat gözaltında tutuldu. Hakkımızda “bölücülük propagandası yapmak” gerekçesiyle soruşturma başlatıldı. 9 Temmuz 1989; Mersin Likat-İş tarafından düzenlenen ve Açık Hava Tiyatrosu’nda yapılacak olan konserimiz, konserin başlamasına 1 saat kala yasaklandı. Konseri izlemeye gelen izleyicilerle birlikte türküler söyleyerek yasaklamayı protesto ederken polisin saldırısı sonucu dövülerek gözaltına alındık ve tutuklanarak Mersin Cezaevi’ne konulduk. İki ay süren tutukluluğun ardından, çıkarıldığımız ilk mahkemede serbest bırakıldık. Duruşmayı, dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar, Danimarkalı müzik grubu Savage Rose ve Yunanistan Yazarlar Birliği’nden bir heyet de izledi. 8 Ekim 1989; Açık Hava Tiyatrosu’nda düzenlenen “Gelecek Gençliğindir” isimli gecede yaklaşık 4000 kişiye seslendik. Gecenin ardından Selma, Aylin, Sumru, Hilmi, Akın, Efkan,
14
Kemal, Serdar ve Ejder gözaltına alındı. “Dev-Genç” üyesi olduğumuz iddiasıyla hakkımızda dava açıldı. 25 Mart 1990; Küçükarmutlu gecekondu bölgesinde “Yorum Susturulamaz” isimli konserimizi gerçekleştirdik. Efkan, Aylin, Kemal, Sumru, Metin, Ejder, Hilmi, ve Selma aynı gün gözaltına alındı ve 5 gün boyunca İstinye Karakolu’nda tutuldu. Konser nedeniyle hakkımızda dava açıldı. Eylül 1991; Ortaköy Kültür Merkezi basıldı. Kültür merkezi çalışanları ile birlikte gözaltına alındık. Bir gün sonra serbest bırakıldık. 3 Ekim 1991; OKM polis tarafından basıldı. Kültür merkezi çalışanları ile birlikte gözaltına alındık. Gerekçesiz süren gözaltı aynı akşam sona erdi. 15 Mart 1992; Denizli’de özel bir konser gerçekleştirdik ve yaklaşık 1300 kişiye seslendik. Denizli konseri sonrası hem İzmir DGM’de “Bölücülük Yapmak”tan, hem de Denizli mahkemelerince “İzinsiz Para Toplama Kanunu’na Muhalefet”ten soruşturma açıldı. Her ikisinden de mahkum edildik. Sumru ve Kemal 20’şer ay hapis cezası aldı. 5 Mayıs 1992; Yurtdışı turnesi dönüşünde Yeşilköy Havaalanı’nda İstanbul’da gözaltına alındık ve 1 gün gözaltında tutulduk. 19 Haziran 1992; Eskişehir’de dü-
zenlenen “Sevgi ve Dostluk Gecesi”ne katıldık. Konser sonrasında, hakkımızda gıyabi tutuklama kararı çıkartıldı. 12 Ağustos’ta Konya DGM’de yapılacak duruşmaya kadar teslim olmadık. İki ay saklandık. Kaçaklık koşullarında gazeteciler ve televizyoncularla röportajlarımızı sürdürdük. 12 Ağustos’ta yapılan duruşmada serbest bırakıldık. 4 Temmuz 1993; Gemlik’te özel bir konser gerçekleştirdik. Konser sonrasında gözaltına alındık. Bizimle birlikte sahneye çıkan Özgürlük Türküsü solisti Yusuf Karadaş tutuklandı ve 3 ay cezaevinde kaldı. 2 Eylül 1993; Kıbrıs’ta Lefke Spor Kulübü’nün düzenlediği konser, spor salonunun dayanıklılığı bahane gösterilerek yasaklandı. Daha sonra Sumru, Nuray, İrşad gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Mersin’de bir gün gözaltında kaldılar. Yaklaşık 1500 kadar Yorum dinleyicisi, karakol önüne gelerek bu keyfi uygulamayı protesto etti. Konser öncesi de Taner, hakkında çıkış yasağı olduğu gerekçesiyle havaalanında gözaltına alınıp tutuklandı. Ocak 1994; Kemal ve Sumru’ya, İzmir DGM’nin 1992 Denizli Konseri nedeniyle verdiği 20 ay hapis cezası kesinleşti. Sumru, Avrupa Turnesi nedeniyle yurtdışında olduğu için Türkiye’ye dönmedi, Kemal, 5 Ocak’ta Edirne’de gözaltına alındı, 15 Ocak’ta tutuklandı ve sırasıyla Edirne, Keşan ve Çorlu’da yaklaşık 1,5 yıl tutsak kaldı. 7 Mayıs 1994; Kemal’e ziyaretimiz sırasında toplam 19 kişi gözaltına alındık. Aynı gün akşam serbest bırakıldık. Bir arkadaşımız iş göremez raporu aldı. Bu durumu protesto etmek için bir daha ki görüşe daha kitlesel gittik. 18 Haziran 1994; Denizli’de, yaklaşık 1500 kişinin izlediği bir konser gerçekleştirdik. Konser sonrasında Ufuk
hakkında dava açıldı ve Ufuk, 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 28 Mayıs 1995; Gazi Halk Kültürevi Açılış Şenliği’nde gözaltına alındık. Küçükköy Terörle Mücadele Şubesi’nde iki gün kaldık. Hakkımızda dava açıldı. 27-29 Haziran 1995; OKM bir gün arayla iki kez polis tarafından basıldı. Gözaltına alındık. İki gün gözaltında tutulduktan sonra DGM Savcılığı tarafından serbest bırakıldık. 4 Ağustos 1995; Ortaköy Kültür Merkezi’nin kapatılmasını protesto etmek amacıyla CHP İstanbul İl Merkezi’nin işgal ettik. İşgalin ardından Ufuk, Hakan, İrşad ve Özcan’ın da aralarında bulunduğu 8 kişi polis tarafından gözaltına alındı ve 1 gün gözaltında kaldı. Aynı gün bütün TV kanallarının haber programlarında yeraldık. 11 Ağustos 1995; Yenibosna halkı tarafından düzenlenen bir kır gezisine katıldık. Aynı gün Gazi Mahallesi’nde, PERPA Şehitleri anmasına katılmak üzere Gazi Mahallesi’ne giden Ufuk, İrşad ve Özcan gözaltına alındı ve birkaç saat gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldı. 28 Ekim 1995; Grup Yorum Kampanyası çerçevesinde afişleme yapan İrşad, Hakan, Özcan ve Ufuk Fatih’te gözaltına alındı ve 1 gün gözaltında kaldı. Ufuk daha önce hakkında gıyabi tutuklama kararı olduğu gerekçesiyle Gayrettepe’ye götürüldü ve 1 hafta daha gözaltında kaldı. 3 Ekim 1995; “Her Yerde Grup Yorum Dinletelim” kampanyası çerçevesinde Nurtepe’de yapmak istediğimiz halk konserine polis ateş açarak saldırdı ve Özgürlük Türküsü elemanlarından Bahadır Balcı’nın da aralarında bulunduğu 30 kişiyi gözaltına aldı. 15 Haziran 1996; Kayıp analarının Galatasaray Lisesi önünde yaptıkları eylemden Hakan, Ufuk ve Fikriye gözaltına alınıp akşam saatlerinde serbest bırakıldı. Hakkımızda dava açıldı. 16 Haziran 1996; “Sanatçı Dayanışması” tarafından Ortaköy’de yapılan basın açıklamasında Hakan, İrşad, Özcan, Fikriye ve Ufuk gözaltına alınıp ertesi gün serbest bırakıldı. Hakkımızda dava açıldı.
15
20 Haziran 1996; Ufuk ve Kemal, “Marşlarımız” isimli kasetimizin çalışmaları sürerken stüdyonun çıkışında üzerlerine polis tarafından ateş açılarak, İrşad ve Özcan da kaldıkları evler basılarak gözaltına alındı. Gözaltı 14 gün sürdü. DGM’de İrşad ve Özcan serbest bırakılırken Ufuk ve Kemal tutuklandı. Sırasıyla Metris, Kütahya ve Sakarya Hapishaneleri’ne götürülen Ufuk ve Kemal, yaklaşık 3 ay sonra 13 Eylül de yapılan ilk duruşmada, 12.5 yıl hapis istemiyle yargılanmalarına rağmen tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. Ufuk, asker kaçağı olduğu gerekçesiyle Sakarya Hapishanesi çıkışında askerler tarafından gözaltına alındı ve 3 gün gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Bu dava daha sonra sonuçlandı, Ufuk ve Kemal 3 yıl 9’ar ay hapis cezası aldı. 19 Ekim 1996; DLMK’lı öğrencilerin düzenlediği geleneksel şenlik öncesinde İrşad, Fikriye, Özcan, Suat 150 öğrenciyle birlikte polis tarafından gözaltına alındı ve 1 gün gözaltında kaldı. 5 Kasım 1996; Bayrampaşa Hapishanesi’ndeki tutsakları ziyaret eden Hakan, hapishane çıkışında gözaltına alındı ve 14 gün sonra serbet bırakıldı. 25 Kasım 1996; Gözaltından çıktıktan sonra yine Bayrampaşa Hapishanesi’ne ziyarete giden Hakan, tekrar gözaltına alınıp aynı gün serbet bırakıldı. 11 Mart 1997; Hakan ve Ufuk, Tavır Dergisi’nden Aynur, kaldıkları evden gözaltına alındılar. Aynur ve Ufuk 1 gün sonra, Hakan da 3 gün sonra serbest bırakıldı. 26 Temmuz 1997; Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda, Renk Organizasyon tarafından gerçekleştirilen Halk Şenliği’nde, yoğun yağmur yağışı altında, yaklaşık 3000 kişiye seslendik.
Konser sonrasında polisler tarafından yaklaşık bir saat rehin tutulduktan sonra serbest bırakıldık. Konser hakkında DGM Savcılığı tarafından soruşturma başlatıldı. Soruşturma sonucu, geceye katılan bazı sanatçılarla birlikte, Kemal, Hakan, İrşad, Özcan, Ufuk ve Vefa hakkında, “yasadışı örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla dava açıldı. 12 Ağustos 1997; İrşad ve Özcan, kaldıkları evden gözaltına alınıp iki gün sonra DGM Savcılığı’nca serbest bırakıldılar. 12 Eylül 1997; Trabzon’da yapılacak olan Gazi Katliamı Davası’na katılım çağrısı yapan Yorumcular’dan Kemal, Beşiktaş’ta Gazi Halk Meclisi’nden Mehmet Akdemir’le birlikte gözaltına alındı. Mehmet Akdemir tutuklanırken, Kemal bir gün sonra serbest bırakıldı. 2 Kasım 1997; Susurluk’la ilgili olarak Ankara Yürüyüşü’ne katılan Kemal ve Vefa, Eskişehir’de polislerin saldırısına uğradıktan sonra yürüyüşe katılan 350 kişiyle birlikte gözaltına alındı. 3 Mart 1998; İdil Kültür Merkezi çalışanları tarafından, Atatürk Kültür Merkezi önünde, İdil Kültür Merkezi ve Kültür Sanatta TAVIR Dergisi sahibi Aynur Cihan Alak’ın tutuklanmasını protesto etmek için yapılacak olan basın açıklamasına polis saldırdı. Saldırıda İrşad, Vefa ve Fikriye gözaltına alındı. 1 gün gözaltında kaldıktan sonra Beyoğlu Savcılığı’nda serbest bırakıldılar. 16 Mart 1998; Beyazıt’ta TÖDEF (Türkiye Öğrenci Gençlik Dernekleri Federasyonu) tarafından gerçekleştirilen 16 Mart Anması’na katılarak bir dinleti verdik. Anma sonrası, bir evimizi basan Siyasi Şube polisleri, Vefa ile birlikte dört İdil Kültür Merkezi çalışanını gözaltına alarak 4 gün boyunca siyasi şubede tuttu. 28 Nisan 1998; 1 Mayıs öncesi İdil Kültür Merkezi’ne yapılan polis baskınında Fikriye ve Kemal ile İdil emekçileri gözaltına alındılar. 4 Gün sonra DGM’den serbest bırakıldılar. Ancak Kemal, askerlik sorunu gerekçe gösterilerek iki gün daha gözaltında tutuldu 21 Ağustos 1998; İdil Kültür merke-
zi’ne düzenlenen baskında İrşad, Fikriye, Vefa gözaltına alındılar. Vatan Caddesi’ndeki siyasi şubede 4 gün gözaltında kaldıktan sonra 5. gün DGM’ye çıkarıldılar. Vefa ve Fikriye bırakılırken irşad tutuklandı ve Ümraniye Hapishanesi’ne konuldu. 22 Ağustos 1998; İzmit Fuarı’nda bir konser verdik. Konseri yaklaşık 2500 kişi izledi. Konser sonrası Ufuk, 1994 yılında Denizli’de konserde yaptığı bir konuşmasından dolayı hakkında verilen 6 aylık cezadan dolayı tutuklandı ve Kocaeli Hapishanesi’ne kondu. 29 Ağustos 1998; Kayıp ve Tutsak Ailelerin oturma eylemine katılan Özcan gözaltına alındı. 4 gün sonra çıkarıldığı DGM savcılığınca serbest bırakıldı. 4 Kasım 1998; İdil Kültür Merkezi, polis tarafından basıldı. Yorumcular’dan Ufuk, Vefa, Özgür, Serdar ve Cihan’la birlikte toplam 13 kişi gözaltına alındı. Bu saldırıda Ufuk’un burnu kırıldı. Ufuk, Serdar, Özgür ve Cihan 1 gün Vefa 3 gün sonra serbest bırakıldı. 17 Şubat 1999; İdil Kültür Merkezi, polis tarafından basıldı. Yorumcular’dan Fikriye, Vefa ve Cihan’la birlikte toplam 11 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar 1 gün sonra serbest bırakıldı. 20 Mart 1999; İdil Kültür Merkezi’nde yapacağımız konsere bir kaç saat kala kültür merkezi polisler tarafından basıldı. Ufuk, Serdar, Cihan, Özgür, Vefa, Fikriye ve Özcan’la birlikte yaklaşık 42 kişi gözaltına alınarak Güvenlik Şube’ye götürüldüler. Gözaltına alınanlardan Özcan ve Ufuk dışındakiler bir gün sonra serbest bırakıldı. Özcan iki gün sonra İstanbul DGM’den serbest bırakıldı. Ufuk daha sonra Asayiş Şube’ye götürüldü ve iki gün sonra serbest bırakıldı. Gözaltından çıkar çıkmaz, gözaltı sırasında gördüğü işkenceler sonucu rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan Ufuk, apandist ameliyatı oldu. 3 Ekim 1999; İrşad ve Özcan’a, π12 Ağustos 1997’de Ali Haydar Çakmak’ın cenazesine katıldıkları için İstanbul 4 nolu DGM tarafından 3 yıl 9’ar ay hapis”cezası” verildi. 12 Mart 2000; Gazi Mahallesi katli-
16
amının yıldönümünde yapılacak olan anmaya katılmak için Gazi Mahallesi’ne giden Cihan ve Ali mahalle girişinde polislerce gözaltına alınıp, aynı günün akşamı serbest bırakıldı. 29 Nİsan 2000; 1 Mayıs öncesi İdil Kültür Merkezi’ne yapılan baskında Serdar gözaltına alındı. Gözaltına alınırken burnu kırılan Serdar, bir gün sonra serbest bırakıldı. 30 Temmuz 2000; ‘F Tipi’ hapishanelere karşı eylemlerle ilgili polisler hakkında TAYAD’lılarla birlikte suç duyurusunda bulunan Cihan ve Özgür, Sultanahmet Adliyesi önünde dövülerek birçok kişiyle birlikte gözaltına alındılar. Gözaltı sırasında Cihan’ın uyluk kemiği, Özgür’ün de burnu kırıldı. 6 Ocak 2001; Serdar ve Cihan, Gültekin Koç’un mezar anmasında gözaltına alınıp 3 gün kaldıktan sonra çıkarıldıkları DGM’den serbest bırakıldı. 24 Kasım 2001; Gaziantep’te Kamil Ocak Kapalı Spor Salonu’nda yaklaşık 2000 kişinin izlediği konserin sonunda gözaltına alınarak Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Birkaç saat sonra 6 kişi serbest bırakıldık. Hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunduğu gerekçesiyle 2 gün gözaltında kalan Cihan, gıyabi tutuklama kararının kalktığı anlaşılınca serbest bırakıldı.J
izlenim izlenim tav›r
K
“Yiğit harmanları, yığınaklar, Kurulmuş çetin dağlarında vatanların. Dize getirilmiş haydutlar, Yetim hakkı sorulmuş, Hesap görülmüş. Demdir bu... Demdir derya dibinde yangınlar Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs... Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde, Çelik kadavrası koruganların Ölünmüş, canım ölünmüş, Murad alınmış... Gelgelelim beter bize kısmetmiş. Ölüm böyle altı okka koymaz adama, Susmak ve beklemek, müthiş Genciz namlu gibi, Ve çatal yürek, Barışa, bayrama hasret Uykulara, derin, kaygısız, rahat Otuziki dişimizle gülmeğe, Doyasıya sevişmeye, yemeğe... Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri, Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret Ve asıl biz biliriz kederi.
.... Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, karanlık... Ve zehir- zıkkım cigaram. Gene bir cehennem var yastığımda, Gel artık...
Çok keyif alıyor şiirden. Hakkı başucunda. “Hakkı... Güzelim.... Canım... Selvi boylum... Sen emekçisin...” Ali Rıza Hakkı’yla konuşuyor. Ferhat sürekli sarılıp duruyor, ayrılmak istemiyor Ali Rıza’dan. Ama artık yastığı başının altından çekmenin zamanı geldi. Son soluğunu verecek Ali Rıza. Son ana kadar bilincini kaybetmedi. Ve bilinçli olarak su içmedi. Su vermeye çalışıyorlar ama almıyordu. Ya iki parmağıyla dudağını kapatıyor ya da sıkıyordu dudaklarını. Dudakları kurudu da bana mısın demedi. Belliydi ki acelesi vardı, ne inat dedik. Biran önce varmak istiyordu varacağı yere. Gülay şehit düştükten sonra ona yetişmek için hızlandırdı yürüyüşünü. Gülay dava ortağıydı. Beraber tutsak düşmüş, aynı ekipte aynı gün ölüm yürüyüşüne başlamışlardı. Şimdi ise aradaki mesafeyi kapatmaya çalışıyor gibiydi. Oradan ayrıldım. Ertesi gün ilk olarak dergiye uğrayacak sonra yine Armutlu’ ya gidecektim. Ertesi gün otobüse bindiğimde yağmur çok şiddetli yağmaya başladı. Bindiğim otobüsün bir camı kırıktı ve insanlar ıslandıkları için bu dutav›r / ölüm orucu / ocak 2002 / say›: 5
17
Ali Rıza
onuşamıyordu artık. Gözlerini bir noktaya dikmiş kıpırdatmıyordu. İki eli de göğsünde, parmakları sürekli oynuyordu. İstem dışı hareketlerdi ama aynı bilgisayar tuşlarına basıyormuş gibi muntazam inip kalkıyordu parmakları. Dudakları sürekli oynuyordu. Belli bir şeyler söylüyordu ama sesi çıkmıyordu. Arada bir kelime kelime anlaşılıyordu. "Canım, nokta, son noktadayım, adalet, herkes İdil mi?, Berdan, herkes savaşçı mı?" Ve en son da "umut"dedi düşmeden önce. Ruhi Su dinlemek istedi. Dinlerken kendinden geçti. Kollarını salladı, kafasıyla ritm tuttu. Sonra da Ahmet Arif''in şiir kasedini dinlemeye başladı.
rumdan yakınmaya başladılar."Asırlık otobüsleri veriyorlar...Şuna cam taktıramazlar mı yani..." sözleri çoğaldı ve her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Umudum Taksim'e vardığımda yağmurun dinmesi, çünkü dergiye kadar çok yolum var. Ayakkabılarım su geçiriyor. Bu durumda ıslanmak pek hoş bir durum değil. Dergiye geldiğimden bir süre sonra Zeynep’in şehit düştüğünü öğrendim. Hemen Armutlu'ya gittim. Yol boyu aklımda hep Zeynep vardı oraya vardığımda ise kalabalığın cem evine toplandığı gördüm. Cenaze vasiyeti üzerine ailesinin evindeydi. Armutlu'da yetişip büyümüştü Zeynep. Yanına gittim. Annesi ve bir hafta önce yine Armutlu'dan uğurlanan Ümüş'ün annesi başında ağıt yakıyorlardı. Zeynep’ in yüzüne kırmızı bir tül örtülmüştü. Biraz durup çıktım oradan. Aklımda Ali Rıza var. Cenazeye katılmayacaktım. Son
defa görmek istiyordum Ali Rıza’yı. Odanın kapısını açtığımda Ali Rıza katafalkta yatıyordu. Çenesi bağlanmış ve üzerinde karanfillerle konulmuştu. İçeridekinin kapıyı kapat demesi üzerine diğer odaya geçtim. Biraz durduktan sonra yanına girdim ve başucuna çöktüm. Yüzü o kadar güzeldi ki hiç bozulmamıştı. Geleneklerde vardı. Şehidin alnından öpülürdü. Ama ben yapamadım. İncitmekten korktum. Yalnız doyasıya seyrettim. Gözümün önünden ziyarete geldiğimde yaptıklarımız geçti. Bir keresinde daktilo tamir ediyordu ve benden kendisine yardım etmemi istemişti. Otuzlu kilolarına aldırmadan, daktiloyu kucağına alıyor, indiriyor, kaldıyor alışkanlığı belli olan hünerli elleriyle usta gibi hareket ediyordu. Benden yardım istemişti ama çoğu işi kendisi yapıyordu. Sonra bana da "kaldır, çek, tut, çevir, bas..."demeye başladı. Her şeyi tamamdı ama çalışmıyordu bir türlü daktilo. Sonra "Ya senin gözlerin daha iyi görüyor. Yoksa küçük bir kablo falan mı kopuk" dedi. Sonra gerçekten kabloların birinde sorun olduğunu anladı. O olmadı ama başka bir daktiloyu tamir etti . Bu olay belki bir başkası için hiç bir şey ifade etmiyordur ama ben çok şeyi sığdırıyorum o güne. Müthiş
mutlu etmişti benden yardım istemesi. İşte bu ve bunun gibi bir çok şeyi, o an O'nu öyle seyrederken düşündüm. Bir keresinde de şapka istemiş, "kırmızı mı olsun” demişlerdi de, "Yok ya, kırmızı kırmızı domates gibi olduk zaten" demişti. Ama dün ille de kırmızıydı. Normalde de alınbantları, eşofmanları, tişörtleri...hepsi kırmızı. O günde tepeden tırnağa kırmızı giydirildi. Hele de alın bandının, alnında olduğunu hissedince,yüzünde gülümseme belirdi. Ve sonunda kırmızı karanfiller altında, kırmızı bez ve onun da altında kızıla kesmiş bedeniyle yatıyordu işte.. *** Hava ne kadar sıcak olursa olsun, sabaha doğru güneş doğmadan aşlayan serin hava eksilmez Armutlu semalarından. Sabahın dördünde başlayan ve bedeni buz kesen soğuğa rağmen, nöbetçiler bunu pek yadırgamadan, ortada yanan ateşin bir kenarından yararlanmaya çalışır. Arada bir gözleri kapanıp açamayanlar da olur elbet. Buna rağmen saat beşten sonra gözler mutlaka denizin karşı tarafındaki tepenin üstüne dikilir. Güneş oradan doğar ve anlatılamayacak katav›r / ölüm orucu / ocak 2002 / say›: 5
18
dar güzel bir görünümü olur. Deniz yavaşça dalgalanır, tepenin üstünde açık kızıl, onun üstü daha kızıl, lacivert ve gece mavisi olarak muhteşem yavaş yavaş kızılın arasından kendini göstermeye el sallamaya başlar. Ay bana mısın demeden ışıtmaya devam eder bir süre daha. Ve farkına varmadan aydınlanmış bulursunuz ortalığı. İşte o ilk ışıkla beraber sokaklar da hareketlenir. İşe yetişecek olanı, nöbetçilere kahvaltı getireni, simiti yüklenip yola koyulanı, ilk nöbetten uyananlar, gazeteleri getireni...bir anda doluverir sokaklar insanlarla. İşte yine böyle bir günün sabahı günlerden Salı'ydı. Hafta içi olduğu için ziyaret daha seyrek oluyor. Bu nedenle refakatçiler de daha bolca sohbet etme imkanı buluyorlar. Erkan o gün Nursel'in Birinci sigarası istemesi üzerine arayıp tarayıp bulmuş sigarayı. O gün getirdi sigarayı Erkan ve Nursel onu mutfağın duvarına yapıştırdı. "Bunu Zafer Abi gelince içeriz, çömeliriz yine böyle yere bir yandan çaylarımızı yudumlar bir yandanda sigaramızı tüttürürüz"dedi. Mutfağın kapısı açıktı ve direnişçilere duyurmak için"nasıl olsa zafer abi geldiğinde bize 'çay getirir misin...sigaram bitti...içeceğim soğudu...yastıııık...ben soğuk içeceğim...kapı çalınıyor...' diye bağıranlar olmayacak. Ra-
*** Bu yazının birinci bölümünün yayınlandığı sayımız çıkıp, Armutlu'ya ulaşmıştı. Bu sayımızın hazırlıkları başladığında yine ziyaretlerine gittim. Yolda yapacakları yorumları düşünüyorum. Acaba yazıyı nasıl bulmuşlardı. Gamze Turan'ın bulunduğu eve geldiğimizde Madımak, Nurgül ve Haydar birde refakatçiler yine
CD'den film seyrediyorlardı. Birileri yorum yaptığında Madımak "Bakın burası heyecanlı bir bölüme benziyor"deyip filmi seyretmelerine teşvik ediyordu. Film seyrederken tek yorum yapmayan ve pür dikkat seyreden O. Dursun Ali'nin yanına girdik. O gün tembellik yapmış ve yatakta oturuyordu. İçeri girdiğimde “Vay Pirim, ne zamandır göremiyoruz seni"dedim. "Sizde mi başladınız. Derginizde bile yazmışsınız Pirim diye" Deyince karşılıklı gülmeye başladık. "Ee, olacak Pirim. Senin için daha ne yazabiliriz ki"dedim. Sohbetimiz Canan ve Zehra'ya dayandı. Onun için ikisininde ayrı bir yeri olduğunu söyledi. Hastanede müdahale edilip hafızasını kaybettikten sonra cezaevine geri gelip tam kendini toparlamaya başladığında Canan şehit düşmüş. Onunla beraber Ölüm Orucu'nu, şehitliği, kendinin durumunu kavramaya başlamış. Çıktıktan sonra da Armutlu 'ya ilk geldikleri günde Zehra şehit düşmüştü. O'nu katafalkta karanfillerle süslenmiş halde alnından öpmüşlerdi Ferhat'la beraber. Armutluda katıldıkları İlk cenazeleri olmuştu ikisininde. Bu yüzden iki kahraman kar-
Sultan
hat kafayla (acaba) zaferin keyfini süreriz"diye devam etti. O an herkes gülmeye başladı. Direnişçilerden biri "Demek öyle Nursel. Bak bunu bilmiyorduk" diye oda refakatçisine takıldı.Ve ortam kendini yine heyecana bıraktı. Zaferden sonrasının yeni planları yapılmaya başlandı. Madımak eğer zaferi görürsem memlekete gideceğim dedi. O'nu Dursun izledi. Ardından hepsi "bende bende" demeye başladı. Nurgül'de takıldı onlara "Ooo zaferden sonra daha çok işimiz olacak, herkes gidiyor maşallah. Burada kim kalacak o zaman"diye. Sonra kendisinin de gitmek istediğini söyleyince tüm gözler O'na çevrildi. Peşinden hayaller hayalleri izledi yine.
deşin Canan ve Zehra'nın kendisinde ayrı bir yeri var. Odasını havası değişmiş. Yatağının olduğu duvar hep Dersim kartları ve resimleriyle süslü. Pirimiz Dersim'li. O'da sevdalı memleketine. Yaşamında belki bir daha gidemeyeceği için memleketine hasretini özlemini bu şekilde resimlerle dergilerle gideriyor. *** Ayrı bir yeri var mektupların onlar için. Hücrelerden buraya taşımışlar mektup sevdalarını. Hücrede diğer cezaevleri ve aynı cezaevinde bulunanlar arasında tek iletişim kaynağı. Cezaevinde idareye takılıp verilmeyen mektuplardan sonrada burada bir süre aksadı mektup trafiği. Gelen mektuplar önce Hisar Karakolu’nda muhafaza (!) edilmiş. Sonra tek tük gelmeye başlamış. Yoldaşlarıyla, bir çok şeyi paylaşıp ayrı düştükleriyle tek haberleşme kaynakları olan mektuplarda yasaklanıyor onlara. Bugün Pazar. Hareketli oluyor Armutlu'nun pazarları. Hafta sonu olmasından kaynaklı ziyaretler daha yoğun oluyor. Sokaklar Direniş Evlerine giden insanlara mekan oluyor. Birbirlerini tanımayanlar dahi telaşlarından ve yüzlerindeki ifadeden "Onlarda oraya gidiyor muhak-
tav›r / ölüm orucu / ocak 2002 / say›: 5
19
dedi, hangi olay nasıl oldu vs tüm günün değerlendirmesini yaptılar. Kendi aralarında ilginç sonuçlarda çıkardılar.Ve daha bir çok şeyle yine bir Pazar günü yorucu ama güzel son buluyor.
kak"diye geçiriyor aklından. Sabahın erken saatlerinde evlerde de bir telaş başladı. Gece nöbete kalmış olan refakatçilerin kalkması, sonra direnişçilerin seslenişi. Sessizliği bozan hareketlilik başladı yine. Eylül'ün ortalarında bir Pazar bugün. Direnişçiler kalkmaya başlamış ama refakatçi Hakkı hala kalkmadı. Sabah sekizde yatmış ve o anda saat oniki buçuktu. Aynur ne yaptı etti de bir türlü kaldıramadı onu. Çareyi "Hadi Hakkı Bak yarım saat sonra basın açıklama olacak. Çabuk kalk"demekte buldu. Ani bir hareketle sıçradı Hakkı. Bir süre sonra gülmeler karşısında anladı durumu. Bu kez de direnişçiler takılmaya başladı ona. "Bak biz kalktık, çay verenimiz yok"diye. O Pazar kalabalık ziyaret. Toplu gelmiş çoğu. Ziyarete gelecek olanlar yakın çevreleriyle toplanıp öyle gelmişler. Direnişçiler yoğunluktan kaynaklı bir süre sonra yoruluyordu ve ziyaretler daha kalabalık alınmaya başlandı. Kimi ziyaretler sessiz geçti. Gelenler direnişçileri sadece seyrediyor ve konuşma"Nasılsınız", "İyiyiz", "Bizler de iyiyiz"den “ Eee daha daha nasılsınız?” öteye gitmedi. Kimi de oldu ziyaret süresi yetmedi. Hararetli bir sohbet başladı, karşılıklı sorular soruldu. Ve çıkarlarken "Yanınızdayız, destekliyoruz"denildi yine. Kimisi de bunu sadece gözleriyle söyledi.
İlk kez ziyarete gelenler vardı yine. Çekiniyorlardı her yaptıkları harekette. Galoş giymesi, odaya girmesi, direnişçilerle karşılaşmak (ki bu onlar için en zor olanı), tokalaşmak ve ilk söz. İlk söz direnişçilerden oldu. Kimileri oturamadı. Tokalaşmaya dahi çekindiler. Böyle olunca da direnişçilerin "Ya bizler de sizin gibi bir insanız. Rahat olun "demesi üzerine ziyaretçiler biraz rahatladılar. Ziyaretler böyle kalabalık olunca direnişçilerde keyifleniyor.Yeni yüzler görmek, birşeyler anlatmak, soru cevaplamak, kafalardaki yanlışları düzeltmek. O günün akşamı da aralarında güne dair sohbetler başladı. Kim ne
tav›r / ölüm orucu / ocak 2002 / say›:5
20
*** Bugün Cuma Ali Rıza şehit düştükten sonraki ikinci hafta. Yazımı bitirip dergiye götürdüm. Arkadaşlarda yoğun bir şekilde kendi yazılarıyla uğraşıyorlar. Masaların üzeri kitaplarla dolu. Geceden beri aralıksız çalışmışlar. Herkes yazısını bitirip vermek için uğraşıyor. Benim yazımı okudular ama pek beğenmediler. “Duyguları çok öne çıkarmışım. Anlatılanlar daha somut olmalıymış öyle dediler. Ama insan ister istemez yapıyor bunu. Bende tekrar baştan aldım bu yazıyı. Ve bu bölümden sonrasına eklemeler yapacağım. Bu sefer inşallah beğenirler. Akşam üstü yine Armutlu'ya doğru yola çıktım. Bu tür yazılar için ortamında çalışmak daha yerinde. Bu saatlerde otobüsler daha kalabalık. İlk Şenay Hanoğlu Direniş Evine geldim. Kapıda bir refakatçiyle ziyaretçinin tartışmasına denk geldim. Bir kaç kez daha böyle tartışmalara tanık olmuştum. İş günü olduğu için ziyaretler bu saatte yoğun yine çoğu akşam saatlerine kalıyor. O saate kadar da kimi zaman direnişçiler yoruldukları için
dinleniyor oluyor. O ziyaretçide tam dinlenme saatlerine denk geldi ve o yüzden içeri alınmadı. Bunun üzerine de ziyaretçi"hep böyle yapıyorsunuz. Her geldiğimde dinleniyorlar. Çalıştığım için ancak bu saatte gelebiliyorum. Sizde biraz anlayışlı olun"dedi. Bir süre gerginlikten sonra ziyaretçi durumu anlayıp beklemeye başladı. Mahallenin insanlarından çoğu hergün uğruyor. Onlarınkide dinlenme zamanına denk geldiğinde "şöyle bir kapıdan görsem dahi yeter. Bir selam vereyim geldiğimi görsünler, bende rahat edeyim"diyorlar. Ama onlarda bekletildi. Sonra direnişçilerin isteği üzerine içeri alındı tüm bekleyen ziyaretçiler. Mahalle insanı her gelişinde bahçelerden çiçek toplayıp getiriyorlar. Bu kez de annesiyle gelen küçük bir kız çocuğunun elinde vardı çiçek. Mahalle insanı çok saygı gösteriyor onlara. Zeynep şehit düştükten sonra direnişçiler ailesine başsağlığına gittiler. Yürümekte zorluk çektikleri için mahalle içinde bile arabayla bir yerlere gidiyorlar. O gün evlere dönerken Özkan'lar arabayla mahallenin içinden geçerken, bir amca onları görünce saygı duruşuna geçti ve araba gözden kaybolana kadar duruşunu bozmadı. Bu durumda Özkan'lar hem utanmışlar hem de sevinmişlerdi. O genç yaşlarına rağmen bir amcanın bu davranışı sadece kendilerine değil direnişe olan bir saygının göstergesiydi onlar için. *** Sofradayız. Yemek yiyoruz. Telefon çaldı. Telefona en yakın yerde olan arkadaş telefonu açtı. Verdiği haber üzerine hepimizin boğazına dizildi lokmalar. “Armutlu’ ya saldırıyorlar!” Hatta mahallenin içlerine kadar girmişlerdi. Zaman geçiyor, telefonlar üst üste geliyor, ve birbirinden kötü haberler sıralanıyordu. Şehitlerin isimlerini veriyorum çabuk yaz dedi telefonun ucundaki ses. Sultan Yıldız, Barış Kaş ( yada Taş)
Arzu Güler Bülent Durgaç Hakkı Şimşek Nurgül Kayapınar Dursun Ali Pekin Halil Aksu Haydar Bozkurt İsimlerin hepsini bir solukta saydı. İnanmak ne kadar zordu, ne kadar zordu kabullenmek. Daha sonra bu isimlerden sadece dördünün yani Sultan’ın, Bülent’in Barış’ ın ve Arzu’nun şehit olduğunu diğerlerinin ise ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldığını öğrendik. Ama ilk gelen haberler hep böyle olurdu. Armutlu’dan hiç haber alınamıyordu... Yaralıların yakınları hastane kapılarında birikmiş yakınlarından bir haber alabilmek için bekliyorlardı. Herkeste telaşlı bir bekleyiş sürüyordu... Hapishanelerden Nail Çavuş’un, Kemal Ayhan’ın Muharrem Çetinkaya’nın ve Eyüp Samur’un kendini yakarak feda ettikleri haberleri geldi. İnsanlık Tarihi bu kahramanları unutmayacak... *** - İs kokusunu farkettin mi... - Farkettim - Gaz bombalarının kokusu mu, is mi acaba? - Bilmem... ikiside olabilir
tav›r / ölüm orucu / ocak 2002 / say›: 5
21
Armutlu' dayız. Şenay Hanoğlu'nun evine girmek üzereyiz. Ben öndeyim. Arkadaş sesleniyor. - Bak... Bak bunlar Haydar'ın ayakkabıları! Bakıyorum, Haydar'ın ayakkabıları. Pencerenin önüne konmuş, biraz çamurlu, oldukça eskimiş bir çift tımberland türü ayakkabı. Pencerelerin demirleri yerinden sökülüp eğilip bükülmüş. Evin ilk kapısına yani tahta kapıya yöneliyoruz. Adımımızı atıp içeri giriyoruz. Burası o ev mi başka bir yer mi garip bir tereddüte düşüyorum. O ev olduğuna inanmak istememenin etkisi herhalde. Simsiyah ve karanlık. İs kokusunu hissetmeye devam ediyoruz. Sağdaki odaya giriyoruz. İlk olarak yerdeki ıslak halı dikkatimi çekiyor. Koltukları is kaplamış. Katliamdan bir gün önce oradaydık... Ve bu oda cıvıl cıvıl insan sesleriyle doluydu. Nurgül ve kızı Ezgi ikisi tek koltuğa oturmuş sohbet ediyorlardı. Ne konuştuklarını duyamadık. Ama emin olduğumuz bir şey vardı ki birbirlerini çok seviyorlardı. İkiside gülümsüyordu. Herkesin gözleri onlara takılıp kalmadan edemiyordu. Dursun o ince uzun haliyle elini havaya kaldırıp selamlamıştı bizi. "Tavırcılar, nerdesiniz, nerdesiniz bakalım?" İyiyiz Dursun... Çok iyiyiz, Peki ya siz....
Haydar yanında onu ziyarete gelmiş bir ana ile kurmançe konuşuyor. Ne konuştuğunu anlayamıyorum. Bana da Kürtçe öğret Haydar. Öğretir misin? Öğretirsin. Arada konuşuruz. Kimse ne konuştuğumuzu anlamaz. Sana çiçek göndermiştim aldın mı Haydar. Hercai menekşe. Her vakit açar. Onun için adına Hercai derler aldın mı Haydar? Duvarda iki tane tablo asılı kalmış. Birisi pastel boya ile çizilmiş. Kim yaptı bu resmi bilmiyoruz. Ne önemi var? O resimde gülen mutlu bir çocuk figürü var. Yanmış ama duvarda asılı kalmış. Yanında ise, kardeşliğin resmi var. İsmi böyle değil ama ben öyle diyorum. Bana bunu çağrıştırıyor. İki kişi elele tutuşmuş. Bunlardan biri Afrikalı bir çocuğun eli, diğeri ise beyaz tenli birinin. "Beyaz Adam" afrikalıların kendisini köle olarak satan beyazlara hitaben söylediği bir tanımlama. Beyaz adam ve Afrikalı el ele tutuşmuş bu resimde. Ama yanmış. Sanki birileri benim kardeşlik ismini koyduğum bu resmi de yok etmek istemiş. Kardeşliği yani, yani paylaşımı, yani dostluğu belki, kimbilir. Halı ıslak ve odada her şey yere saçılmış. Üzerine televizyon konulan bir dolap var parçalanmış. Gözlerim kurşun deliklerini arıyor ama bulamıyorum. Buralarda mutlaka kurşun deliği olmalı. Ateş ettiler o gün. Çok
ateş ettiler. Karşı evin duvarına çok kurşun saplanmış. Hatta bu evin su deposuna girmiş bir tanesi. O kurşun deliğini bir civata ile kapatmışlar. Biz eve yaklaşırken barikatçılardan biri o civatayı çıkarıp tazyikli akan suyla ellerini yıkıyordu. Biz bu odada bir gün önce Hakkı’yla birlikte oturduk. Direnişçiler karşımızda sıra sıra oturup kendi aralarında sohbete dalmışlardı. Hakkı' yla birlikte oturduk, gözlerinin içi gülüyordu konuşurken. Son günlerde hep espri olsun diye bana soyadımla hitabeder olmuştu. O günde dikkatsizliğimden dem vurdu. "Ne kadar dikkatsizsin bak evi badana yaptık". "Aaa gerçekten ne kadar güzel olmuş" Duvarlara takılıyor şimdi gözüm. Duvarlar simsiyah is karası. Hakkı şimdi hastanede. Kaç defa ameliyat oldu. Yanık yarası kolay iyileşmez diyorlar. Hakkı bu evden sağ çıktı... Biz bu odada sabahladık. Sabaha kadar türkü dinledik, şiir okuduk. Sigarayı uç uca ekledik. Bu duvarlar hatıralarımıza tanıktır. Şimdi sanki birileri bu duvarların gözlerini kör etmek istemiş sanki. Hakkıyla birlikte oturup sohbet ettiğimiz kanepe artık yerinde yok. Belki yandı. Belkide kapıya barikat oldu. Odadan dışarı çıkıyoruz. Burada işte tamda burada şehitlerin eşyaları dururdu. Bir pano vardı, panoya bu evden uğurlanan şehitlerin fotoğraftav›r / ölüm orucu / ocak 2002 / say›: 5
22
ları konur, alt kısmında oluşturulan platformda ise şehitlere ait eşyalar dururdu. Zehra’nın kazağı, Canan'ın gözlüğü, Gülsüman'ın tülbenti dururdu. Şimdi yok. Yandı mı acaba onlar? Yok, yanmamıştır. Bu dediğim çok önceydi. Onlardan kalan hatıraları bu evden çıkarmış olmalılar. Diğer odalara geçmek istiyoruz ama koridorda tam bir eşya yığınağı var. Yerler yanmış, kül olmuş eşyalarla dolu. Hem yanmış, hem parçalanmış eşyalar. Ne olduğunu anlamak için incelemeniz gerekiyor. Simsiyah bir karanlık dolmuş evin içine. Buradan insanlar nasıl sağ çıktı anlayamıyorum. Sandalyeler, yataklar yorganlar hepsi yanmış, hasar görmüş ve simsiyah. Sağdaki odaya giriyorum. Daha doğrusu girmeye çalışıyorum. Kapıyı ittiriyoruz ama açılmakta zorlanıyor. Arkasına eşyalar öyle bir yığılmışki, kapı zor açılıyor. Biraz aralayarak yolunu açıp içeriye giriyoruz. Hani hayrete düştüğümüz bir an olduğunda "Aman Allahım!" “Olamaz!" falan deriz ya böyle bir şey diyesim geliyor ama boğazıma bir şeyler düğümleniyor diyemiyorum. Çünkü gördüğüm manzara donup kalmama yetiyor. Tam karşımda Arzu' nun yatağı duruyor. Arzu burada öldürüldü. Yatağı ise öylece duruyor. Sanki az önce kalkmış gibi yorganı bir yere yığılmış. Anlattıklarına göre Arzu buradan katliam sırasında kalkmaya çalışmış ama takati olmadığından yere yığılmış. Gaz bombalarından zehirlenerek ölmüş Arzu. Yatağının tam başucuna bakınca şaşırıp kalıyorum. Bütün herşeyin yanıp yıkıldığı bu evde Arzu’nun bir bardak içeceği içinde pipetiyle birlikte başucunda öylece duruyor. Bardak devrilmemiş bile. Ne garip tesadüf. İsten kapkara olmuş aynalı dolabın kapağını açtığımda elbiseler dökülüverdi. Bunlarda sağlam kalmayı başaranlardan. Komodinin üstünde bir pano var. Panoda ağırlıkla Arzunun ve Sultan'ın resimleri duruyor. Fotoğrafların bir kısmı yanmış ama kim olduğu dikkatli bakılınca anlaşılabiliyor. Diğer odaya geçiyoruz. Burası ise tam bir savaş alanı. Burada da bir harp olmuş. Bu odanın penceresin-
den karga tulumba çıkarıldı insanlar. Hemde açlığın yüzlü günlerini deviren bir deri bir kemik kalmış bedenlerinin dermansızlığına aldırmadan hoyratça tartaklanarak dövülerek çıkarıldılar buradan. Bu odanın penceresinin görüntüleri yansıdı televizyon ekranlarına. "Yanıyoruz" diyorlardı. "Yanıyoruz su sıkın..." onları yaktıktan sonra eve bolca su sıkmışlar besbelli. Küller çamur yığınına dönmüş. Duvardaki resimleri hemen farkediyoruz. Birisi Bayrampaşada diri diri yakılan kadın tutsaklardan Gülser Tuzcu' ya ait. Resim öyle bir yanmışki ismi bile okunmuyor. Sadece altındaki "Ölümsüzdür" yazısı çok net okunuyor. Bir daha yaktılar Gülser'i... Böyle bir vahşet dünyanın neresinde olur? İnsanları diri diri yakıyorlar bu ülkede Ey insanlar duyuyor musunuz? diye avazı çıktığı kadar haykırası geliyor insanın. Tam ortada koskoca bir yatak yığını var. Hurç gibi. Yatak yığınının tam ortasında camı üç parçaya bölünmüş çerçevesi olmayan bir fotoğraf var. Yanmış ama camı yapışık kalmış. Çerçevesi tahtadan mıydı kimbilir oda yanmış. Elime alıyorum. Fotoğrafın yanmayan yerinde tamda ortasında Osman Osmanağaoğlu var. Zafer işareti yaparak gülümsüyor... Bir de yarısı yanmış bir kitap gözüme ilişiyor. Kitabın cildi sağlam, ismi okunabiliyor. "Hallac-ı Mansur",
Kitabın tamda yanmamış yerinden bir zarf çıkıyor. Bu bir mektup zarfı. Bu kitabın arasına konmuş ve öylece kalmış. Zarfın gönderen kısmındaki isim okunmuyor çünkü yanmış. Ama alıcısının ismi okunuyor. "Arzu Güler" muhtemelen Hapishaneden Arzu' ya gelen mektuplardan biri bu. Tam odadan çıkarken arkadaş yerde dağılmış biçimde duran kıyafetleri
tav›r / ölüm orucu / ocak 2002 / say›: 5
23
işaret ediyor. "Bak, bunlar Dursun Ali ile Halil'in kıyafetleri" Hiç bir şeye dokunmadan oradan ayrılıyoruz. Yolda giderken işaret parmağıma bakıyorum. İsten kapkara olmuş aynaya parmağımla dümdüz bir çizgi çektiğimde bıraktığı iz bu. Bir direniş eviydi gezdiğimiz. Evet tamda adına yakışır bir evdi. Son ana kadar direnmiş ve kapkara olmuş, yanmış kavrulmuş sıvası dökülmüş duvarları ile dimdik ayakta duruyordu. Direniş eviydi. Şenay Hanoğlu direniş eviydi. Yakıp yıkmaları, hatta her şeyi paramparça hale getirmeleri bu evde yaşananlan silip atamamıştı. Anlamadıkları bir şey vardı. Oda tarihin yazdıklarının asla yokedilemeyeceğiydi. Çünkü Tarih kanla yazılmıştı. Tıpkı Ulucanlar Hapishanesinde katledip yakıp yıkıp koğuşlardan içeri girdiklerinde yüzlerine çarpan, duvardaki yazı gibi "kanla yazılan Tarih Silinmez" di. Tıpkı resmini bile yaktıkları Gülser Tuzcu gibi "ölümsüz" dü katlettikleri onlarca insan, devrimciler.... Bu halkın evlatları, halkın bağrında yaşamaya devam edecekti.J
SANATÇILARDAN ÇA⁄RI ÜÇ KAPI- ÜÇ K‹L‹T 19 Aral›k 2000’de sabah saat 05:30 civar›nda , 20 cezaevinde , efl güdümlü olarak bafllat›lan “Hayata Dönüfl”! operasyonunun üzerinden; içi ac›lar ve ölümlerle dolu koskoca bir y›l geçti. Bu süre içerisinde; Ne gösterilen çabalar, Ne yaflanan ac›lar, Ne de gencecik ölümler... bu eylemleri sonuçland›rmaya yetmedi. Bugün, ölüm oruçlar› da-ard›nda b›rakt›¤› ac›lar da sürüyor. Ve sorumlu çevrelerde hala yaprak k›m›ldam›yor. Bizler afla¤›da imzas› bulunan sanatç›lar, operasyon öncesinde ve sonras›nda defalarca giriflimlerde bulunmufl ve bu eylemlerin- insanl›k lehine sonuçland›r›lmas› için- bar›flç›l çabalar›m›zla, önerilerimizi ve kayg›lar›m›z›, Çankaya’ya kadar tafl›m›flt›k. Sn. Cumhurbaflkan›m›z; “konunun hassasiyetinin fark›nda olduklar›n› ve ilgili makamlara gerekli telkini yapacaklar›n›” söylemifllerdi. Oysa; üzerinden, bunca süre geçmesine karfl›n, çözüme yönelik hiçbir geliflme olmad›¤›n› görmekteyiz. Bu flartlarda bizler; ne kadar gecikilmifl olunursa olsun, bir umudu yeflertmenin olanakl› oldu¤unu kamuoyuna duyurmak istiyoruz. Ülkemizin; dört büyük baro baflkanlar›n›n, çözüme yönelik ça¤r›s›n› yerinde buluyor ve önemsiyoruz... “Üçer kiflilik, üç hücrenin kap›lar› aç›larak dokuz kiflinin bir araya getirilmesi” biçiminde, her iki tarafa da yap›lan bu somut ça¤r›n›n, tutuklularca olumlu karfl›land›¤›n›; tutuklularla görüflmeleri yapan baro temsilcilerinin aç›klamalar›ndan, ö¤renmifl bulunuyoruz. Bu durumda; 2002 y›l›na yeni bir umutla girebilmek ve ölüm oruçlar›n› sonland›rabilmek için Adalet Bakanl›¤›’n›n bir ad›m atmas› yeterli olacakt›r. Son söz olarak: Baflta Sn. Cumhurbaflkan›m›z olmak üzere, bütün yetkilileri, bu ad›m›n at›lmas› için gerekeni yapmaya ça¤›r›yoruz.
SANATÇILAR G‹R‹fi‹M‹ ADINA
At›f YILMAZ Ataol BEHRAMO⁄LU Edip AKBAYRAM Dilek GÖKÇ‹N Bilgesu ERENUS Vecdi SAYAR Orhan ALKAYA Zeynep TANBAY Reis ÇEL‹K Vedat SAKMAN Yavuz B‹NGÖL Erdal ÖZ Cezmi ERSÖZ
Zuhal OLCAY Suavi P›nar KÜR Derya ALABORA Tuncer NECM‹O⁄LU Hasan ÖZTOPRAK ‹lyas SALMAN Menderes SAMANCILAR Mazlum Ç‹MEN fianar YURDATAPAN Lale MANSUR Cengiz BEKTAfi
tavır’dan... Bir yılı daha geride bıraktık... Yeni bir yıla girerken başlayacak olan yeni yıla iyi, güzel dileklerle başlanır. Her yeni gelen yılın bir önceki yıla göre daha güzel geçmesi dilenir. Yepyeni umutlarla girilir yeni bir yıla... 2001 yılı da türlü türlü acılarla, yokluklarla, yoksulluklarla tamamladı ömrünü. Halklarımız 2001 yılını yine aynı acılarla, yoksulluklarla uğurladı. Halklarımıza reva görülen bu hayat elbetteki kader değildir. Sömürünün en katmerlisinin yaşandığı bir ülkede, onursuzluğun, yağmanın, talanın yozluğun dizboyu yaşandığı bir ülkede onurlu bir yaşam sürmek erdemdir. Dolar milyarderleri, magazin dünyasının yaldızlı isimleri olanca şatafatıyla medyanın süslü püslü sayfalarında bolca yer bulurken iki yaşında bebelerin açlıktan öldüğüne, yoksul ve evsiz insanların soğuktan donduğuna da tanık oldu 2001 yılı. Sözde adaletin temsilcisi olan mahkemelerde işkenceciler, vurguncular aklanırken bağımsız, demokratik bir ülke mücadelesi verenler ağır hapis cezalarına çarptırılıp hücrelere dolduruldu. İşkencelerde katliamlara devam edildi ve sokak ortasında infazlara. Ekonomik kriz derinleşti. Halkımızın boğazındaki bir lokma ekmeğe de göz dikiliyor. Emperyalizm yoksul halkların iliğini kemiğini sömürmeye ve canına kıymaya devam etti bir yıl boyunca... Onurlu bir yaşam uğruna insanlığın sınavdan geçtiği bir yıl oldu 2001. Hala süren ölüm orucu direnişinde onlarca devrimci hayatını kaybetti. Özgür, bağımsız bir ülkeydi dilekleri. Halklarımızın özgür ve mutlu yaşadığı bir ülke dileği ve ideali ise hala yaşıyor. Ve süren mücadelede vücut buluyor. 2002 yılının halklarımıza mutluluk, sağlık ve özgürlük getirmesini diliyor, yeni yılınızı bu duygularımızla kutluyoruz...J
de¤erlendirme de¤erlendirme do¤an k›vanç
MADE IN ERDO⁄AN
lkemizde sanat gündemini birbiri ardına gelen Erdoğan patentli ürünler meşgul etmeye devam ediyor. Yılmaz Erdoğan'ın "Bir Demet Tiyatro"su ile başlayan Erdoğanlar furyası, çok ses getirmese de Deniz Erdoğan'ın kasedi ardından yine Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele’si ve son olarak da Mustafa Erdoğan'ın Sultans Of The Dance yani Dansın Sultanları ile devam etti. Bizim konumuz da asıl olarak bu son ürün üzerine. Dansın Sultanları da diğer Erdoğan patentli ürünler gibi çok pahalı bir projeydi. Daha ortada yokken dahi reklamlarıyla gündeme gelmiş daha hazırlanmadan birçok magazin programının gündemine girmişti. Uygulanan reklam politikası aynı Vizontele’de olduğu gibi ortaya çıkmadan hayatımızın parçası haline gelmişti Dansın Sultanları... Televizyonda, radyoda, gazetede, sokakta, göz alıcı afişler ve görüntülerle oturuverdi gündemimize, tabii yazımızı okuyanlar bize biraz geç ulaştı diyecek ama... Günümüzün en iyi pazarlama aracı olan reklam Erdoğan patentli ürünlerin en etkili silahı durumunda. Başta Yılmaz Erdoğan isminin projede yer almasi ilgi uyandırırken
Ü
ardı ardına gelen reklamlarla insanların ilgisi gösterinin kendisine yönelmişti. Sahnelendiği ilk günden itibaren yoğun bir ilgiyle karşılandı. Bu ilginin sebeplerinden biri Anadolu ürünlerinin ve halk oyunları figürlerinin kullanılmasından kaynaklıydı. İnsanlar ilk defa halk oyunlarımızı böyle modern bir sahnede ve batıdaki danslara benzer bir şekilde izliyorlardı. Tabi ki çok tuttu bu organizasyon, çünkü Erdoğanlar halkın ürünlerini halka pazarlamayı iyi biliyorlardı, ama gerçek alıcılar ve bu değerlerin gerçek sahipleri bu pahalı gösteriyi izleme fırsatı bulamadılar. Bu işin tutacağı başından belliydi. Çünkü hangi halk olursa olsun içinde kendini bulduğu ürünü sahiplenirdi. Mustafa Erdoğan bu gösteriyi "Kaynağını Anadolu dansları adımlarından alan modern dans ve balenin de tekniklerini kullanan bir tür tiyatral dans gösterisi" olarak nitelendiriyor. Ayrıca İ.T.Ü’de katıldığı bir söyleşide "Halk oyunları adımlatav›r / dans / ocak 2002 / say›:5
26
rını kullandım, bunu bir halk oyunları gösterisi olarak izlemeyin, bu kendine özgü bir dans gösterisidir.” diyerek halk oyunları figürlerinin birebir kullanılması gibi bir durum olmadığını ve herhangi bir şeye bağlı kalmadan kendi düşündüklerimi yaptım diyerek halk oyunları camiasından gelen eleştirilerin önünü tıkıyordu. Aslında böyle bir açıklamaya gereksinim duymamalıydı. Zaten izleyen herkes burada yoğun olarak, halk oyunları figürlerinin kullanıldığını gördü. Düşündüm ve yaptım diyebilirdi. Çünkü yokken varedilmiş bir gösteri değildi bu. Aksine halk oyunları figürleri ve oyunlarından en coşkulu olanlarla birlikte bazı bale ve benzerlerini birçok dans topluluğunda izleyebileceğimiz figürlerin birleşmesinden oluşmuş bir potboriydi. Örneklendirme yapacak olursak halk oyunlarıyla az bir şey ilgilenmiş birine oynarken veya izlerken en etkilendiğiniz oyunlar hangileri
diye sorsanız, Doğu oyunlarının hareketli bölümlerini “ Harzani, Hır Hır, Halay, Çepik, Malafani, Mutgani “ ve Trabzon'un “aşağı alması” ile “sallaması”nı söyler. Bunun dışında bireysel oyunlardan Bingöl'ün “Kartal oyunu”, Diyarbakır'ın “Köçeği” yine favori oyunlardır. İşte Dansın Sultanları tüm bu gözde oyunları gösterinin içine serpiştirmiş ve kalabalık sahne organizasyonlarıyla daha göz alıcı hale getirmiş. Eğer gösteriyi izlediyseniz, kalabalık bir şekilde oynanan Harzani ve Trabzon sallamasında seyircinin ayakta alkışladığını görmüşsünüzdür. İşte yıllarca halk oyunları oynayanları bu oyunları türlü maddi zorluklarla düzenlenen dernek gecelerinde, düğün salonlarında sergilediler. Ve ayakta alkışlandılar. Tek fark o sahneye hiç çıkmadılar ve o paraları hiç kazanamadılar. Yanlış anlaşılmasın, kimsenin parasında gözümüz yok. Tartışma konumuz bu değil. Mesele varolanı harmanlayıp önünüze koydum demek yerine yeni bir şey yaptım denmesidir. Burada yeni ve ilk olan organizasyonun kendisidir. Yeni, halk oyunlarının bale ve modern dans ile bir arada böyle büyük bir projeyle sunulmasıdır, içeriği değildir. Ayrıca bir Türkiye dansı yarat-
mak gibi bir iddia ile ortaya çıkmak bunun ilk adımını atmak da bu gösteriye biraz büyük geliyor. Dans muhakkak ki ne kadar özgün de olsa kaynağında halkının dansından etkilenir ama bu etki bazı adımlarda kendini gösterir gösterinin tamamında değil. Dans özgün bir yaratıdır, müziği, figürleriyle özgün bir eserdir. Dansın Sultanları maalesef bu özelliği taşımıyor. Çünkü sırtını anonimliğe ve etnik olgulara dayamıştır. Müziklerden 25 tanesi kendilerinin de söylediği gibi halk müziğidir. CD'de yer alan 21 parçadan 10'u anonim, figürler yoğun bir şekilde halk oyunları figürlerini içeriyor, anlatılanlar, dekorlar ve gösterinin bütünü günümüzün popüler ticari olgusu etnik ürün etiketini yapıştırıyor Dansın Sultanları’na. Biz konunun halk oyunlarının yozlaştırılması tarafında değiliz. Çünkü Anadolu halkının zengin kültürünün içi boşaltılmadan gözler önüne serilmesi gerekliliğine inanıyoruz. Bu gösterinin orjinallik gibi bir iddiası olmadığına göre böyle bir eleştiriyi hak etmediği söylenebilir. Hatta hala halkın değerlerini küçümseyenlerin gözlerine sokan bir gösteri de denebilir. Müzikleri ve sahne kurguları güzel tasarlanmış sadece böyle büyük bir yatırımda tav›r / dans / ocak 2002 / say›: 5
27
canlı müzik eksikliği hissediliyor. Bir eleştiri noktası da anlatım eksikliği olarak göze çarpıyor. Gösteriyi izlerken bazen konunun kendisinden kopuyorsunuz. Burada ticari kaygı ve beğeni kaygısı ön plana çıkıyor ve gösterinin bütünüyle alakası olmayan sahneler gelebiliyor karşınıza. Dansın yüzyıllardan beri yaşamın parçası olmuş ve yaşamını bu kadar dansla bütünleştirmiş bir coğrafyada eksikliği hissedilen bir boşluğa oturdu, Dansın Sultanları... Burada asıl mesele halkın değerlerinin ne derece doğru kavrandığı, ona karşı ne derece saf yaklaşıldığı ve projenin halka dönüşüdür. Eğer ticari kaygılarla ve bir takım korkularla birilerine beğendirme arzusu taşırsanız halk kültürünü sömürmüş olursunuz. Tabii bu dönüşüm şu an sağlanamadı. Çünkü halkımız bu gösteriyi izleme fırsatı bulamadı ki herkesin izleyebilmesi için son indirim de çok insaflı gözükmüyor. Dansın Sultanları başarılı bir sahne organizasyonudur. İyi bir harmanlamadır ama Mustafa Erdoğan’ın bahsettiği gibi Türkiye Dansı olgusunun biraz uzağında duruyor. Etnik olguların ön plana çıktığı yerel bir çalışma olarak göze çarpıyor.J
tan›t›m tan›t›m zeynep aksu
B‹R K‹TAP ‹K‹ HAYAT
lüm orucunda hayatlarını kaybeden iki kardeşin hayatını, direniş içerisinde onlarla geçirdiği günleri, ayları anlatan babaları Ahmet Kulaksız'ın kaleminden yazıya dökülen kitap Tavır Yayınları’ndan çıktı. Ülkemizde özellikle son dönemde yaşanan ölüm orucu gerçeğinin en çarpıcı yanlarıyla anlatıldığı kitapta, bir seneyi aşkın süredir Armutlu'da sürdürülen ölüm oruçları ve yaşanan olayların büyük bir kısmını okurken yaşıyor ve hissediyorsunuz. Zehra ve Canan hakkında basında yayımlanan yazılardan ve fotoğraflardan derlemelerin de yeraldığı kitap tarihsel bir dönemin kesitini aktarmanın yanısıra, tarihsel bir belge niteliği de taşıyor. F Tipi hapishanelerin gündeme gelmesiyle birlikte içerde başlayan ölüm orucuna destek amacıyla dışarıda başlayan ölüm orucu ve bu ölüm orucuna katılan Canan ve Zehra'nın çevresinde gelişen olaylarla birlikte tüm direnişin seyrine tanık oluyorsunuz. Bunun yanında bir babanın büyük acısını, ama bu acıyı yaşarken de dimdik ayakta durabilen, evlatlarının inançlarına gösterdiği büyük saygıyla baba olmanın ne demek olduğunu
Ö
herkese bir kez daha düşündürten bir insan kazınıyor hafızalara. Öz olarak siyasi bir direniş olan ölüm orucu direnişinin bu siyasi yanıyla birlikte, insani boyutunu düşündürten bir kitap. Kitabı okurken bir babanın nasıl iki kızının da böyle bir direnişe katılmasına müsamaa gösterdiğini düşünecek, belki de ağır bir dille eleştireceksiniz. Fakat nasıl düşünürseniz düşünün Küçük Armutlu'da yaşanan böylesi bir direnişin yaşanmasındaki önemi ve insanların kafasındaki değer yargılarının nasıl değiştiğini görecek, orada yaşananlara ve direnişi sürdürenlere daha farklı bakabileceksiniz. Ve kitabın içinde yer alan birçok sanatçı, köşe yazarı ve benzeri çevrelerin kendini nasıl sorguladığına tanık olacaksınız. Ahmet Kulaksız kitabı yazma amacını şöyle açıklıyor; "Bu öykünün amacı da özelde benim ve kızlarımın genelde diğer ölüm orucu direnişçilerinin hem de onların yakınlarının duygu ve düşüncelerinin kamuoyuna anlatılmasına yardımcı olmasıdır. Her tav›r / tan›t›m / ocak 2002 / say›: 5
28
durumda sesimizin kısılmaya çalışıldığı bir durumda bir nefes borusu olacağını düşünüyorum. Sadece bir öykü yazarak kızlarımın bana bıraktığı mirası savunduğumu ve görevimi tamamladığımı düşünmüyorum. Yaşadığım sürece, yüreklerini yüreğime katıp, her zaman onların sesi soluğu olmaya devam edeceğim. Biliyorum ki çok iddialı bir şey ama başka türlü kızlarıma olan borcumu ödeyemem. Onlarla hep onur duydum. Onların da benimle gurur duyacağı bir baba olmaya çalışmaktır bütün hedefim." Kitabı okurken gözyaşlarınıza hakim olamadığınız anlar da olacak. Kendi tanımıyla şimdiye kadar yazdıkları bir daktilo sayfasını geçmeyen bir insanın yürekleri vicdanları derinden sarsacak satırları nasıl yazabildiğinin cevabını da sadece bu kitabın sayfalarında değil, kızlarının hayatları pahasına verdikleri mücadelelerini anlayarak bulabileceksiniz...J
makale makale ahmet aktafl
Bumerang Diyarbak›r’da
D
izi olarak büyük ilgi gören Deli Yürek’in sinema filmi Diyarbakır’da yapılan galasıyla gösterime girdi. Filmin medya tarafından ön plana çıkartılan en önemli yönü Diyarbakır’da çekiliyor olmasıydı. Son dönemlerde Diyarbakır ve bazı doğu illerimiz "Sanatçılarımız"ın yoğun ilgisiyle karşılaşmaya başladı. Hatta Türkiye'de sanatın kalbi Doğu'da atmaya başladı. Nedir bu ilgi alaka, şaşırmamak elde değil. Bunca yıldır neredeydiler bu insanlara hizmet götürmeye çalışan sanat elçileri? Yok yok onlar hep vardılar, kalplerinde yoğun sevgilerini yıllarca yeşertip büyüttüler, şimdi de büyüttükleri sevgilerini o yörenin insanlarına taşımaya gelmişti sıra; şüpheci davranmamak gerekir. Vizontele'nin Hakkari'de çekilip galasının orada yapılması, Diyarbakırspor’un bazı şüphecilere göre şikeyle birinci lige çıkması, Gaffar Okan anısına ülkemizin önemli sanatçıları ve gazetecilerinin Diyarbakır'da maç yapması, 90 dakika alınterlerini bu halk için dökmeleri, son olarak da Bumerang Cehennemi filminin -hani şu Gaffar Okkan cinayetinin perdesini aralayan filmin - Diyarbakır'da çekilip, galasının orada yapılması hepsi tamamen tesadüf! Bizim sanatçımız, bizim gazetecimiz, bizim politikacımız, aske-
rimiz, polisimiz hep sevdi o yörenin insanını. Onlara sanatı, sevgiyi, iyi niyeti götürmek için hep savaşın bitmesini bekledi. Ah o savaş yok mu o savaş yıllarca doğu topraklarının hasretini çeken oraya sanatı, demokrasiyi götürmek için bekleyen sanatçılarımızı, politikacılarımızı gözü yaşlı bırakmadı mı? Artık sevgi, dostluk,kardeşlik zamanı. Her şey geçmişte kaldı. Artık halkımız koltuğuna oturup bolca film seyredebilir, galalara gidebilir, hep televizyonda gördükleri kişileri yanıbaşlarında görebilirler. Zaten tüm sorunu buydu halkın, yıllarca Deli Yürek'in kendilerini kurtarmalarını beklediler bumerang cehenneminden. Artık ne açlık, ne yoksulluk vız gelir halkımıza. Yaşasın sanat, Yaşasın demokrasi, Yaşasın Barış! Bu arada Hadep'in ilçe başkanlarından ikisi 20 gündür JİTEM'de sorgudaymış, bir tanesi de kaçırılmaktan son anda kurtulmuş, bir de ana dilde yani Kürtçe eğitim hakkı isteyen öğrenciler okuldan uzaklaştırılmışlar. Neyse boşverin hiçbir şey engelleyemez coşkumuzu, Deli Yüreği de gördük ya dünya gözüyle... Elbette bu söylediklerimiz tamatav›r / sanat ve siyaset / ocak 2002 / say›: 5
29
men bir ironiden ibaret. Yılların değiştiremediği bir kısır döngüdür bu. Sanat bazılarının istediği şekilde yapılırsa sınırsız bir özgürlüğe kavuşur. Ama dilin biraz sivrileşti mi cezalardan ceza beğen. Son dönemlerde getirilen ceza yasalarıyla halk için sanat yapmak üç yıl dokuz aydan başlar oldu. Bir kısım sanatçımız Doğu’da filmler çekip konserler verirken bir kısmı hala kitabına, kasetine, konserine açılan davalarla, toplatmalarla uğraşıyor. Sanatçı olmak krala karşı boynu bükük soytarıyı oynamak, sen söyle ben yaparım kral demek değil, kral çıplak diyebilmektir. Diyarbakır’da halk sokağa çıkamazken, Kürtçe ıslık çaldı diye işkencelerden geçirilirken, Bumerang Cehennemi’nde insanlar kaybedilip, katledilirken değil film çekmek, Diyarbakır’ın adını ağzına alamayanlar, bugün halen devam eden katliam ve baskıların üstünü kapatmak için sürülen makyajın malzemesi olmuşlardır.J
HABER YORUM “FEDA”YA BASIN AÇIKLAMASI: Grup Yorum’un son albümü ‘FEDA’nın yasaklanması üzerine albümde bir parça seslendiren Suavi, gazeteci-yazar Celal Başlangıç ile sinema oyuncusu Menderes Samancılar’ın da katıldığı bir basın toplantısı düzenleyen Grup Yorum yasaklamayı protesto etti. 20 Kasım’da Nazım Hikmet Kültür Vakfı’nda yapılan toplantıda Grup Yorum yaptığı açıklamada Anadolu’nun bazı yerlerinde savcıların kendi elleriyle gidip kaset topladığını, hatta “Elinizde varsa verin, gerekirse parasını ben öderim.” dediğini belirttikten sonra, “Grup Yorum kurulduğundan bugüne, türküleriyle ve hayata bakışyla ezilenlerin yanında yer almış; türkülerini ezilenlerin kurtuluşu için seslendirmiştir. Grup Yorum türküleri, özgürlük tutkusunun notalara dökülmüş halidir. Özgürlük, Grup Yorum’un tutkusudur!”denildikten sonra Emniyet Müdürlüğünün isteği üzerine “milli güvenlik, genel asayiş ve kamu yararına uygun olmaması” gerekçe gösterilerek toplatılan kasetin, asıl toplatma nedeninin, ‘FEDA’ isimli albümün ölüm oruçlarını anlatması olduğu vurgulandı. Ayrıca Ölüm Orucu’nda yaşananlar da kısaca anlatıldıktan sonra “Grup Yorum halk gibidir; her yerde karşınıza çıkar. Halk bir akarsu gibidir; önüne set çekilemez., çekilecek olursa akışı durmaz olsa olsa yatağını değiştirir” denildi. Grup Yorum’un yanında toplantıya katılan Suavi de söz alarak kasette bir parça da kendisinin okuduğunu belirtip, yasaklamaya asıl karşı çıkışının bunun da ötesinde anti-demokratik olmasından kaynaklı olduğunu söyledi. Sinema sanatçısı Menderes Samancılar da, “denetleme kurulundaki imzalara bakıldığında hemen hepsi sanatçı. Bence onlar istifalarına imza atsınlar.” derken, son olarak söz alan gazeteci-yazar Celal Başlangıç, yasaklara değindiği konuşmasını, “Yasaklar bizi çoğaltmalı.” diyerek noktaladı.J
“FEDA” ‹MZALARI KÜLTÜR BAKANLI⁄I DENETLEME KURULU’NA GÖTÜRÜLDÜ: 20 Kasım’da yapılan basın açıklamasının ardından Grup Yorum’un başlattığı kampanya çerçevesinde 10 Aralık’ta her yerde “Feda” dinlendi. 10 Aralığın aynı zamanda İnsan Hakları Günü’ne de denk geldiği bu günde yine kampanya çerçevesinde yasaklamayla ilgili sembolik olarak toplanan 5000’i aşkın imza Kültür Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü’ne götürüldü. Grup Yorum daha sonra yaptığı açıklamada kampanyaya ilgilerinden ve çabalarından dolayı bütün dinleyicilerine teşekkür etti.J tav›r / haber yorum / ocak 2002 / say›: 5
30
Grup Yorum 14 Eylül 2001; Yunanistan’›n Serez flehrinde AKOAS adl› Yunan örgütünün düzenledi¤i festivale kat›ld›.
16 Eylül 2001; Selanik’te Yunanistan Komünist Partisi’nin düzenledi¤i festivalde yaklafl›k 1000 kifliye seslendi.
19 Eylül 2001; Selanik’te yaklafl›k 400 kiflinin kat›ld›¤› Tutsaklarla Dayan›flma Komitesi’nin düzenledi¤i bir konser gerçeklefltirdi.
21 Eylül 2001; Selanik’te Yunanistan NAR örgütünün düzenledi¤i etkinli¤e kat›ld›.
26 Eylül 2001; Atina’da yaklafl›k 400 kiflinin kat›ld›¤› Tutsaklarla Dayan›flma Komitesi’nin düzenledi¤i bir konser gerçeklefltirdi.
28 Eylül 2001; Girit’in Iraklio flehrinde düzenlenen konserde yaklafl›k 400 kifliye seslendi.
30 Eylül 2001; Girit’in Rethimno flehrindeki festivale kat›larak yaklafl›k 600 kifliye seslendi.
1 Ekim 2001; Girit’in Hanya flehrinde düzenlenen mini konserde 100 kifliye seslendik.
HABER YORUM GRUP YORUM’A GAZ‹ANTEP’TE GÖZALTI: 24 Kasım Cumartesi günü Gaziantep Kamil Ocak Spor Salonu’nda yaklaşık 2000 kişiye seslendi. Verdiği bu konserden sonra Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen Yorumcu’lar Genel Bilgi Toplama sonuçlarının alınması için alıkonuldu. Sonrasında altı kişi serbest bırakılırken Cihan Keşkek, hakkında gıyabi tutuklama kararı olması gerekçesiyle iki gün daha gözaltında kaldı. Gıyabi tutukama kararının kaldırılmış olduğu anlaşılan Cihan Keşkek daha sonra serbest bırakıldı.J
YASAKLAR SÜRÜYOR!
Grup Yorum 18 Ekim 2001; ‹TÜ ‹flletme Fakültesi salonunda düzenlenen aç›l›fl flenli¤inde 400 kiflinin kat›ld›¤› bir konser gerçeklefltirdi.
20 Ekim 2001; Hollanda’n›n Denhaag flehrinde Ölüm Oruçlar›n›n 1.y›l› dolay›s›yla gerçeklefltirilen gecede yaklafl›k 2000 kifliye seslendi.
21 Ekim 2001; Ölüm oruçlar›n›n 1.y›l› dolay›s›y-la K.Armutlu’da düzenlenen halk flenli¤i’nde 1000 kifliye seslendi.
21 Ekim 2001; Almanya’n›n Nürnberg flehrinde Ölüm Oruçlar›’n›n 1.y›l› dolay›s›yla düzenlenen gecede yaklafl›k 800 kifliye seslendi.
27-28 Ekim 2001; Avusturya’n›n Viyana ve Insburg flehirlerinde ölüm oruçlar›n›n 1.y›l› dolay›s›yla düzenlenen gecelere kat›ld›.
3-11 Kas›m 2001; Fransa’da, 3 Kas›m’da Nantes’ta, 4 Kas›m’da Paris’te, 10 Kas›m’da Marsilya’da, 11 Kas›m’da Ailci’de düzenlenen konserlere kat›ld›.
24 Kas›m 2001; Gaziantep’te Kamil Ocak Kapal› Spor Salonu’nda yaklafl›k 2000 kiflinin izledi¤i bir konser gerçeklefltirdi.
Tavır Yayınları’ndan çıkan “İki Kardeşin HayatıCanan ve Zehra” adlı kitaba DGM tarafından ‘ölüm oruççularını övmesi; PKK, DHKP-C, TİKKO ve MLKP adlı örgütlere yardım etmesi, ayrıca kitabın içinde yer alan resimlerin militan resimleri olması’ gerekçesiyle toplatma kararı verilmiştir.J
‹LK MAHKEME 25 OCAK: Gazeteci Celal Başlangıç’ın Korku Tapınağı adlı romanı için verilen toplatma kararının ardından 2.Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. 159/1 maddesinde yer alan “Askeri kuvvetleri tahkir ve techil ettiği” gerekçesiyle açılan davanın ilk mahkemesi ise 25 Ocak’ta görülecek.J
BEfi YIL SONRA AÇILAN DAVA: Gazeteci Neşe Düzel’e 1996 yılında Yeni Yüzyıl Gazetesi’nde çıkan bir röportajından sonra, 2001 yılında kendi kitabında yer verdiği bir yazıdan dolayı “Aleviler’e terörist gözüyle bakılıyor” konulu yazısı nedeniyle DGM’ de dava açıldı. TCK’nın 312. maddesindeki ”Mezhebi mezhebe kışkırtma” gerekçesiyle açılan davanın mahkemesi ileri bir tarihe atıldı.J
KONSER YASAKLARI SÜRÜYOR: Grup Yorum’un 25 Kasım’da Erzincan’nda ve 21 Aralık’ta İzmir’de vereceği konserler yasaklandı.. İzmir konserini yasaklayan valinin çok ilginç bir gerekçesi de vardı: “Grup Yorum toplatılan kasetleri ‘Feda’nın propagandasını yapacak konserde.”J
“ÖLÜM UYKUDAYDI”YA YASAK: Bizim Tiyatro tarafından iki yıdır sahnelenen “Ölüm Uykudaydı” adlı tiyatro oyunu geçtiğimiz ay Kırşehir Valiliği tarafından yasaklandı. Cuma Boynukara’nın yazdığı ve Zafer Diper’in yönetmenliğini yaptığı “Ölüm Uykudaydı” adlı oyun F Tipi Hapishaneler’i anlatan bir oyun olma özelliği taşıyordu.J
tav›r / haber yorum / ocak 2002 / say›: 5
31
HABER YORUM Ufuk Karakoç "Ömrüm Ayr›l›kt›r"- Sakman Prodüksiyon Ufuk Karakoç'un "Ömrüm Ayrılıktır" isimli çalışması Vedat Sakman'ın sahip olduğu Sakman Prodüksüyon tarafından piyasaya sunuldu. Bu çalışma daha çok Ufuk Karakoç 'un sesinin ve Şükrü Erbaş'ın bestelenmiş şiirlerinin ön plana çıktığı bir albüm. Ruhi Su'nun kullandığı teknikle tek bağlama Ufuk Karakoç'un sesine eşlik ediyor. Albümde bir kaç anonim türküyle ağırlıklı olarak Şükrü Erbaş’ın şiirleri yer alıyor. Ruhi Su'nun zamanında kullandığı tarzı sevenler için dinlenebilecek bir çalışma.J
Efkan fieflen "Dar Kap›lar" - Ses Plak Efkan Şeşen'in son çalışması "Dar Kapılar" Ses Plak’tan çıktı ve dinleyicileriyle buluştu. Bu çalışmasında Efkan Şeşen, çoğunluğunun söz ve müziği kendisine ait olmak üzere 11 eseri yorumlamış. Efkan Şeşen'in kendi söz ve müziklerinin dışında Mehmet Özer ve Ayhan Candemir'in sözlerini yazdığı iki parça bulunuyor. “Bu albümdeki ürünler, son sürecin ürünleridir. Özellikle, vicdan, vefa, dostluk, sevgi vb. geleneksel ve insani değerlerimizin çürümeye yok olmaya yüz tuttuğu bir süreçte elbette karamsar değilim ama gerçeğin, hepimizi yıpratan acımasız yüzü de eserlerime ister istemez yansıdı.” diyen Efkan Şeşen bu albümde bir parçayı da Sevgi Erdoğan için yapmış.J
Muammer Ketenco¤lu "Ayde Mori" - Kalan Muammer Ketencoğlu, Brenna Maccrımmon, Sumru Ağıryürüyen ve Cevdet Erek'in birlikte hazırladıkları "ayde mori " isimli albüm Kalan Müzik tarafından piyasaya sürüldü. Ayde mori isimli çalışma tam bir balkan rüzgarı estiriyor. Makedon, Arnavut, Bulgar, Sırp, Kosova, Yunan, Roman halklarının eserlerini çok güzel yorumlarla ve güzel bir müzik alt yapısıyla bu albümde bulabilirsiniz. Balkan müziğini sevenler ve arşiv meraklıları için kaçırılmaması gereken bir çalışma.J
Erkan O¤ur, Djivan Gasparyan "Fuad" - Kalan Erkan Oğur'un dünyanın duduk ustalarından Djıvan Gasparyan ile birlikte yaptığı "Fuad" isimli çalışma Kalan müzik tarafından piyasaya sürüldü. Albüm tipik bir Erkan Oğur çalışması olmasının yanısırıra büyülü sesiyle duduğun da ağırlığını koyduğu bir çalışma. Djivan Gasparyan dünyaca ünlü bir duduk üstadı, tanımayanlar için ipucu olarak; " Ronin" ve "Gladyatör" deki o büyülü sesi anımsamaları yeterli olur diye düşünüyoruz. Ermeni halk ezgilerini de bulabileceğiniz bu çalışma Erkan Oğur imzası taşıyan önemli çalışmalardan biri olarak muhakkak arşiviniz arasında yerini almalı.J
Mazlum Çimen "Çimen Sesleri" - Ada Mazlum Çimen 6 yıl aradan sonra ikinci çalışması Çimen Sesleri ile dinleyenlerine merhaba dedi. Albüm Ada Müzik tarafından piyasaya sürüldü. Mazlum Çimen'in bu albümü enstürmantal bir çalışma. Çimen Türküleri’nden sonra enstürmantal bir çalışma hazırladığı için bu albüme Çimen Sesleri ismini vermiş Mazlum Çimen. Albüme çok kaliteli müzisyenler eşlik etmişler. Mazlum Çimen albümde yer alan eserleri için şunları söylemiş: Bu albümde yer alan parçalar çeşitli zamanlarda yapılan çalışmaların arasından seçebildiklerimizdir. Gizli kalmasını istemediğim, aksine duyulmasını, insanların dinlemesini ve düşüncelerini aktarmasını istediğim çalışmalar.J tav›r / haber yorum / ocak 2002 / say›: 5
32